Dem. No; 'J1a. No: .29:1 · 8 ; '\( . _,3 . Islam' da Sevgi Temelinde BEŞERI MÜNASEBETLER - Tartışmalı İlmi Toplantı16 - 17 Ekim 2009 Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Konferans Salonu Prof. Dr. Hasan ELİK Prof. Dr. Ali ÖZEK Prof. Dr. Şinasi GÜNDÜZ * Prof. Dr. Bedreddin ÇETİNER Prof. Dr. Kemal SAY AR Doç. Dr. Süleyman DERİN Doç. Dr. Ali COŞKUN Prof. Dr. M. Faruk BAYRAKTAR Prof. Dr. Ziya KAZICI * * Yard. Doç. Dr. Yunus EKİN Prof. Dr. Raşit KÜÇÜK Doç. Dr. Hatice ARPAGUŞ Doç. Dr. Murat SÜLÜN İstanbul 2010 İSLAM'IN TEMELKAYNAKLARINDA İNSAN ve İNSAN SEVGİSİ Şinasi GÜNDÜZ* Bu çalışma, insanın ne'liğine ve yapısına yönelik algıların dini geleneklerdeki önemine kısaca değindikten sonra, önce insana yönelik geleneksel anlayışımızda yer etmiş olan parçacı yaklaşımı İslam'ın temel kaynağı Kur'an'dan hareketle değerlendirecek, sonra da İslam'da insan sevgisinin temel kriterlerini tartışacaktır. I İnsanı tanıma, anlama ve eğitmeye yönelik çaba dinlerin birçoğunda olduğu gibi İslam' da da önemlidir. Özellikle tanrı inancına yer veren teist dinlerin üzerinde durduğu en temel husus tanrı ile insan ve insan ile sosyal ve doğal çevre arasındaki ilişkilerdir. Dinler bu ilişkilerin olması gerektiği şekilde tesis edilmesine çalışır. Bütün inanç ve öğretilerle ahlaki düzenlemeler insana yöneliktir. İnsan dini öğretinin merkezinde yer alan bir figürdür. Durum böyle olduğunda ise insanın ne'liğine, niçin ve nasıl var olduğuna, diğer varlıklarla ilişkisinin nasıl olması gerektiğine yönelik sorular ayrı bir önem kazanır ve başta kutsal metinler olmak üzere dini geleneklerin temel kaynakları bunları cevaplamaya çalışır. Özellikle teist dinler başta olmak üzere birçok inanç sistemi, insanın, çevresindeki diğer tüm varlıklardan farklı bir yapıda olduğunun bilincindedir. İnsan, diğer varlıklara göre ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Bu ayrıcalıklı olma ya insanın ilahi bir gayeye yönelik olarak üstün bir varlık olmasıyla ya da içinde yaşadığı doğal çevreye uyum ve diğer varlıklara hakimiyet açısın*Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. BEŞERI MÜNASEBETLER 60 dan diğer canlılardan üstünlüğüyle ilişkili olarak görülür. İnanç sisteminde tanrı düşüncesine yer veren dinlerde insan, gerek yeryüzünde oynadığı ayrı­ calıklı rol, gerekse tanrısal alemle ilişkileri açısından yeryüzündeki diğer tüm varlıklardan üstün bir yapıya sahip olarak değerlendirilir. Tektanrıo (monoteist), çoktanncı (politeist) ya da iki tanncı (düalist) dinlerde bazı farklı yaklaşırnlara rağmen genelde dumm aynıdır. Tanrı düşüncesine yer vermeyen, hatta tanrı düşüncesine karşı çıkan dinlerde de farklı bir yapıya rastlanmaz. Mesela, inanç sisteminde tanrı düşüncesine ilgisiz kalan (bir anlamda yer vermeyen) bazı geleneklerde de dumm farklı değildir. Mesela, Tharavada Budizmi gibi bazı ekallerde dinin temel hedefi; insan! acı ve ıshrabın kaynağı olarak tanımlanan yeryüzü hayahrıın kısırdön­ güsünden kurtarmak ve nihai mutluluğa ulaşhrmakhr. Dolayısıyla burada insana, diğer varlıklardan ayrı bir yer ve değer verilir. Yapısı gereği insan diğer varlıklardan ayrılır. Birçok din! gelenek insanın düşünen, inanan, irade eden, seçen ve ahlaki karakter taşıyan bir varlık olmasını, onu diğer varlıklardan üstlin yapan temel özellikler olarak kabul eder. Çünkü düşünen, iradesini kullanan ve seçen bir varlık olması, ona yeryüzündeki diğer varlıklardan farklı olarak hayat biçimini belirleme ve etrafındaki varlıklara hakim olabilme özelliklerini kazandırmışhr. Aynı şekilde bu özellikler onu yaptıklarından sorumlu olan bir varlık haline de getirmiş­ tir. İnsanın dışındaki varlıkların hayat biçiminde bir tekdüzelik, monotonluk ve içgüdüsellik hakimken, insan hayatında çeşitlilik, farklılık ve değişkenlik etkindir. İnsanın çevresindeki varlıklardan farklı olan bu yapısı, mahiyet itibarıyla onun diğerlerinden ayrı olduğunu gösterir. Düşünen ve seçen bir varlık olması, onun hem iyiye hem kötüye, hem doğruya hem yanlışa veya hem inanmaya hem de inkar etmeye yatkın bir karakter taşıması anlamına gelir. Dolayısıyla bir insan yeryüzünün en masum ve en saf varlığı karakterine sahip olabileceği gibi yeryüzünün en vahşi ve en acımasız bir canavarı özelliğini de taşıyabilir. Yine bir insan sahip olduğu değerler nedeniyle bir ahlak ve fazilet abidesi olabileceği gibi, bir baş­ kası kötülük ve zulüm timsali olabilir. İnsanın sergilediği bu değişken özellikler, insan dışındaki diğer varlıklarda görülmez. İşte insani diğer varlıklar­ dım ayrıcalıklı ve hatta üsti.in yapan şey onun bu özelliğidir. Yeryüzündeki bütün inanç sistemleri insanın bu değişken özelliğini disiplin altına almayı hedeflerler. Her dini gelenek kendi öğretileri doğrultu­ sunda insani eğitmeye ve yönlendirmeye çalışır; bu doğmltuda, genellikle İSLAM'IN TEMELKAYNAKLARINDA İNSAN ve İNSAN SEVGİSİ 61 dinler; insanın sahip olduğu üstün değerleri ön plana çıkarırken insanda potansiyel olarak var olan irade ve seçimin kötü ve yanlış yönde kullanılmasını önlerneyi gaye edinir. Peki, insan nasıl olur da diğer varlıklardan farklı olarak bu zıt nitelikleri kendi bünyesinde bir arada bulundurabilir? Onun, hem bir melek hem de bir şeytan olabilme niteliklerine aynı anda sahip olması nasıl açıklanabilir? İşte birçok inanç sisteminin, insan anlayışının temelinde bu sorulara cevap arama çabası bulunmaktadır. İyi ile kötünün bir varlıkta nasıl olup da bir arada olabileceğine dilli referanslar farklı perspektiflerden konuya bakarak açıklama getirmeye çalı­ şırlar. Birçok inanç sistemi, gerek tanrı düşüncesiyle gerekse insan tasavvuruyla ilişkili olarak kötülükle iyiliğin bir varlıkta bir arada bulunup bulunmayacağını veya kötülükle iyiliğin aynı kaynaktan çıkıp çıkmayacağını sorgular. Kötülük konusunu tanrı düşüncesiyle ilişkili olarak ele alan teist inanç sistemleri bu konuda iki ana grup oluştururlar: Bunlardan kötülüğün reel varlığını kabul etmeyen ancak onu daha ziyade etik bir karakter olarak düşünen din! gelenekler, iyilik ve kötülük (hayır ve şer) konusunu yüce tanrı­ nın kudret ve irade sıfatları doğrultusunda ele alırlar. Bu doğrultuda iyilik ve kötülük olarak değerlendirilen insanın eylemleri dışındaki tüm şeylerin tanrıdan kaynaklandığını, ancak insanın eylemlerindeki ahHik! davranışların kaynağının insan iradesi olduğunu, dolayısıyla sorumlusunun da yine kendisi olduğunu belirtiri er. Mesela, İslam' daki hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine ve insanın yaptıklarından sorumlu olduğuna dair genellikle kabul gören görüş bu doğrultudadır. Bazı inanç sistemleri ise iyilikle kötülüğün menşeinin farklı olduğu görüşünü benimser. iyilikle kötülüğün genellikle müşahhas varlıklar olarak düşünüldüğü bu tür sistemlerde, tanrılar panteonunu oluşturan varlıklar, iyi ve kötü şeklinde iki grupta toplanır. Düalist ve politeist dinlerde böylesi bir düşünce tarzı göze çarpar. İnanılan tanrısal varlıklar, düalizmde iyi tanrı ve kötü tanrı şeklinde iki ilah! varlığa indirgenirken, politeizmde sayıları bazen yüzleri bulan tanrısal varlıklar iyi ve kötü niteliklerine göre tanınırlar. Bu inanç sistemlerine göre yeryüzündeki kötülüğün kaynağı iyi tanrı olamaz; dolayısıyla kötülük, kötü karakter taşıyan tanrı veya tanrılardan neş'et etmektedir. Böylelikle iyilik ve kötülük prensipleri tanrısal varlıklarla müşah­ haslaştırılır. Öte yandan bu gruba giren bazı din! geleneklerde kötülüğün ezelden beri var olan bir prensip olduğu vurgulanırken bazılarında ise onun yüce tanrıdan uzaklaşmanın ve günahın müşahhaslaşmış bir ifadesi olduğu belirtilir. BEŞERI MÜNASEBETLER 62 İnanç sisteminde tanrı düşüncesine yer vermeyen dinlerde ise iyilik ve kötülük niteliklerini bünyesinde barındıran insanın da içinde b~Jlunduğu bütün madd1 evren, iyilik ve kötülüğün kaynağı olarak görülür. Genellikle materyalist bir düşünce yapısına sahip olan bu dilli geleneklerde iyilik ve kötülüğün neş'et edebileceği herhangi bir metafizik ~Hem ya da varlık fikri genellikle reddedildiğinden, kötülük veya iyiliğin kaynağı olarak bizzat maddenin kendisi gösterilir. Ayrıca bu tür akımlarda genellikle kötülük ve iyiliğin izafi olduğu görüşü yaygındır. İnsanın kendi bünyesinde iyi ve kötü karakterleri nasıl bir arada bulundurduğu konusu da inanç sistemlerinin üzerinde durdukları bir sonın­ Monoteist dinlerde insan, var oluş gayesini gerçekleştirmek için kendi bünyesinde zıt unsurlada bezenmiş ve iradesiyle bu zıt unsurlar arasından yapacağı tercihlerden sorumlu olan bir varlık olarak görülür. Düalist dinlerde ise tanrısal ~Hem konusunda olduğu gibi insan konusunda da bir düalite göze çarpar. İnsanın da tıpkı tanrısal ~Hem gibi birbirine zıt (iyi ve kötü) unsurlardan mürekkep bir varlık olduğu kabul edilir. İnsanı oluşturan bu unsurlardan her birinin kendi karakteriyle hareket ettiği ve tıpkı kendisinden neş 'et ettikleri iyi ve kötü tanrılar gibi birbirleriyle sürekli bir mücadele içerisinde oldukları belirtilir. Politeist dinlerde de durum düalist inanç sistemlerinden pek farklİ değildir. Zira bunlara göre de insanın bünyesinde yer alan karakterler, yapı itibarıyla aynı karakteriere sahip olan tanrısal varlıkların etkisi altındadır. Dolayısıyla tıpkı tanrısal alemdeki çeşitli niteliklere sahip ilahi varlıklar arasında devam eden mücadele gibi, insandaki bu farklı karakterler arasında da devam eden bir mücadelenin varlığı kabul edilir. saldır. II Erken dönemlerden itibaren insanın ne'liği, yapısı ve kendisinde iyi ile kötü nitelikleri nasıl bir arada topladığı sorunu Müslüman düşünürlerin cevaplamaya çalıştıkları hususlar olmuşhır. Allah'ın halife olarak "ahseni takvim" (en güzel suret) üzere yarattığı insan, nasıl olur da "esfeli safillne" (aşağıların aşağısına) döndürülür? İnsan, bünyesinde bulundurduğu iyilik ve kötülüğe yatkın karakterleriyle bir bütün müdür, yoksa insan varlığında yer alan iyi ve kötü hasletler, insanı oluşhıran ve yapıları gereği bizatihi iyi ya da kötü olan parçalara mı aittir? Bu durumda insan zıt karakteriere sahip parçalardan mürekkep bir varlık mıdır? Eğer öyleyse, insanı oluşhıran bu parçaların her birinin menşei ve birbirleriyle olan ilişkisi nedir? İşte insanın 1 .i İSLAM'IN TEMELKAYNAKLARINDA İNSAN ve İNSAN SEVCİSİ 63 yapısina ilişkin tüm bu sorular oldukça erken sayılabilecek bir dönemden ·itibaren tarhşılan ve cevaplandirılmaya çalışılan konular olmuşhır. Bu sorulara verilen cevaplar doğrulhısunda çeşitli düşünce ekolleri gelişmiş ve bu ekaller doğrulhısunda çeşitli hayat biçimleri oluşmuşhır. Tasavvuftan kelama ve İslam felsefesine kadar çok geniş bir yelpazede bu konular tarhşılmış­ tır. Özellikle tasavvuf çevrelerinin konuyla ilgili yaklaşımı, konuyla ilgili tarih! süreç içerisinde şekillenen geleneksel bakış açısına kaynak teşkil etmiştir. İnsanın ne'liğine ve yapısına ilişkin olarak parçacı bir anlayışı esas alan geleneksel yaklaşım insanı; ruh, beden ve nefs üçlüsünden oluşan bir varlık şeklinde algılar. İnsanın varoluş gayesini, Allah'la ve etrafındaki diğer varlıklarla ilişkisini ve varoluş süreci içerisindeki faaliyetlerini kendine göre açıklamayı hedefleyen bu triolojik yaklaşım, insanın yapısını oluşhıran bu unsurlardan her birine farklı nitelikler ve görevler yükler. Özellikle tasavvuf literatürüne yaygın şekilde yansıdığı gibi bu anlayışta ifade edilen ruh, insan varlığındaki ilah! alemle irtibatlı varlığı, beden insanın yeryüzüne ait varlı­ ğını, nefs ise insanda kontrol alhna alınması gereken ve heva ve heves gibi unsurları da içeren yönü ifade etmektedir. İnsanm ne'liğine yönelik olarak Kur'an'daki ifadelere bakıldığında, insan kendisinde zıt hasletleri barındıran bir varlık olarak karşımıza çıkar. Kur'an insanın yaratılmışlığına ve diğer yarahlmışlardan farklılığına vurgu yapar. İnsana yönelik bu farklılığı ifade etme hususunda Kur'an'ın kullandı­ ğı anahtar kavram "halife" dir. İnsanın yaratılış öyküsü, "hani Rabbin meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti de melekler orada kan dökecek, bozgunculuk yapacak birisini mi yaratacaksın dediler" 1 ifadesiyle, aniahlmaya başlanır. Burada Kur'an'ın insani tanımlamayla ilgili kullandığı anahtar kavram olan "halife" teriminin anlamı konusunda çeşitli yorumlar bulunmakla birlikte, bu terimin kapsadığı anlam yükünün bir yönden "iyi ile kötü arasında seçim yapabilme özgürlüğüne sahip olan", bir başka ifadeyle "kişisel tercihini ve iradesini serbestçe kullanabilme yetisi taşıyan" anlamını içerdiği kesindir. Bu çerçevede insan, inanç ve düşünceleriyle tavır ve davranışların­ da iradesini serbestçe kullanabilme özelliğine sahip olarak değerlendirilir. 1 Bakara, 30. BEŞERI MÜNASEBETLER 64 İradesini kullanabilme ve tercih yapabilme, içinde yaşadığı ~Hemde insani önemli bir özelliktir. 2 diğer varlıklardan ayıran İhsana yönelik Kur'an'ın tanımlamaları, insan için öngörülen iradesini serbestçe kullanabilme hasJetinin insana sınırsız bir özgürlük alanı öngörmediğini de vurgulamaktadır. Kur'an'ın, insan hayatına ilişkin öngördüğü şey, onun, zihin1 eylemleriyle taVJr ve davranışlarında ya da -dini terminolojiyle- inanç ve ibadetlerinde Allah'a (yalnız Allah'a) kulluk etmesidir. Özgür bir varlık olan insan aynı zamanda sorumlu bir varlıktır ve onun sorumli..ılu­ ğunun temel çerçevesi Allah'a kulluk ile belirlenmiştir. Nitekim Kur'an, insanın yaratılış gayesini "Allah' a kulluk/ibadet" olarak açıklar. Günümüzün yaygın kullanımında yalnızca bazı belirli davranış kalıplarıyla (ritüellerle) sınıdandırılan ibadet terimi, Kur'an'ın kullanımında, bütün tavır ve davranışlarda Allah'ın emir ve yasaklarını gözetmektir. Kur'an ayetlerinde insan Allah'a (yalnız Allah'a) ibadet etmeye yönlendirilirken, bunun karşıtı olan şeytana ibadetten ise sakındırılmaktadır. "... şeytmıa ibadet etmeyiıı, o siziıı apaçık diişmmımızdır; baııa ibadet ediıı, doğru yol budur". 3 Kur' an' da sıklıkla geçen şeytan/şeytanlar terimi, Allah'ın belirlemiş olduğu insanın özgürlük alanının sınırlarının dışına taşan her şeyi ya da kı­ saca kötülüğü ifade etmektedir. Bu çerçevede Allah'ın belirlemiş olduğu alanın dışına taşan tüm tavır ve davranışlar kötülüğe yönelme veya şeytana ibadet olarak nitelenir. Yalnızca tavır ve davranışlar değil, insanın zihinsel/düşünsel eylemleri de Allah'a kulluk sorumluluğu bağlamında değer­ lendirilir ve disiplin altına almaktadır. İnsan için düşünsel bağlamda kabul edilmesi veya reddedilmesi gereken hususlar açıklanır. Başta Allah'a ve ahirete iman olmak üzere inamhp kabullenilmesi gereken hususlada birlikte, yine inanç düzeyinde -başta Allah'a ortak koşma olmak üzere- reddedilmesi gereken hususlar açıklanarak imanın sınırları belirlenir. İnsanın yapısına yönelik parçacı yaklaşımı esas alan, yukarıda kısaca tanımladığımız geleneksel anlayış bir tarafa İslam'ın temel referansı olan Kur'an'da inanın yaratılış öyküsü dikkate alındığında iradesini özgürce kullanabilme ve sorumlu olma niteliğinin yalnızca insana has olmadığı örneğin İblis'in de bu özelliğe sahip olduğu anlaşılır. Nitekim İblis bu niteliği nedeniyle olsa gerek, Allah' ın, "Ad em' e secde edin" emrine karşı çıkmış ve lanetlenmiştir. Ancak İblis'i, halife olan Adem'den ayıran özellik; iradesınİ yalnızca kötü yönde kullanması ve kötülükte ısrar etmesidir. 3 Ya-sin, 60-61. 2 İSLAM'IN TEMEL KAYNAKLARINDA İNSAN ve İNSAN SEVGİSİ 65 Kur'an'da insanla ilgili bütüncül bir yaklaşım dikkati çeker. Kur'an'a göre Allah, iradesini serbestçe kullanabilecek ve bunun sorumluluğunu da üstlenecek niteliğiyle diğer varlıklardan (meleklerden ve maddi evrene ilişkin diğer varlıklardan) ayrılan insanı oluşturma bağlamında onu önce topraktan şekillendirmiş ve ona kendi ruhundan i.iflemiştir. Kur'an'ın bu bağlamda kullandığı ruh terimi, genellikle geleneksel anlayıştaki -yukarıda özetle tanımladığımız- ruhla özdeşleştirilmiştir. Oysa Kur'an'da yaklaşık 20 yerde geçen ruh teriminin bu geleneksel anlayışla herhangi bir irtibah yoktur. Kur' an' da bu terimin kullanıldığı birçok ifadede, ruh terimi açıkça "aracı meleği (Cebrail'i)" kastetmektedir. Mesela, Meryem' le ilgili "ona ruhumuzu gönderdik" ifadesi ve çeşitli ayetlerde geçen "Ruhu'l-Emin" ve "Ruhu'l-Kuds" ifadeleri bu şekildedir. 4 Yine "melekler ve ruh" ifadesi de bu bağlamdadır. Ruh terimiyle ilgili olarak Kur'an'da yer alan bazı ayetlerde de bu terim "vahiy" ve "İlahi emir" anlamlarınadır.5 Üzerinde çokça tarhşılan "sana ruhtan sorarlar; de ki ... " 6 şeklin­ deki ayette geçen ruh ifadesi de bu anlamda, yani vahiy ve ilahi emir anlamındadır. Nitekim ayetin içinde geçtiği bağlamda da bunu görmek mümkündür.' Diğer taraftan geleneksel ~uh anlayışına temel referans olarak kullanılan, yarahiışında insana Allah'ın "ruhundan üflemesi" ifadesi de ruh teriminin Kur'an'ın bütünlüğü içerisindeki anlamı dikkate alındığında, bu geleneksel değerlendirmenin dışında bir anlam taşımaktadır. Ruhundan i.ifleme ifadesi, Kur'an'ın bir diğer ayetinde Meryem'e İsa'nın mi.ijdelenmesi bağ­ lamında da kullanılmaktadır: "O ırzmı korumuş olanı da mı. Ona rulıımmzdmı iiflemiş; kendisini ve oğlımu filemlere bir ibret yapmıştık. "s ~Mesela bkz., Meryem, 17; Şuara, 193; Nahl, 102; Maide, 110; Bakara, 87, 253. 52; Mü'min, 15. Şüra, 5 Bkn. 6 İsra, 85. ki: "Hak geldi, batı/ yok oldu. Şiiplıesiz batı/, yok olmaya malıkfimd11r". Biz Kur'li n 'dmı, mii'min/er için şifa ue ra!mıet olacak şeyler indiriyorıız. Zniimierin ise Kıır'fill, allcak znrnrı11ı artırır. İnsmıa niznet zıcrdiğimizde yiiz çeuirip ya11 çizer. Ke11disinc şer dokzmıınca da umlllsuzlllğn diişer. De ki: "Herkes kendi ynpıswa 11ygznı işler göriir. Rnbbilliz, e11 doğr11 yolda o/am da/ıa iyi bilir." Salltı rulı hakkwda sor11 sonn!Orlnr. De ki: "R11lı. Rabbimin bilecefti bir sel{dir. Size pek az ilim uerilmistir." A11dolsım, dileseydik biz smın mlıyettiğimizi tamameli ortadmı kaldınrdık; sonra im konuda bize karşı kendine hiçbir yardımcı da b11lnmazdın. Allcak Rabiıin'dcn bir rahmet o/m·ak böyle yapmadık. Çiinkii O'nun sana oln11 liitfit biiyiiktiir. De ki: "Alldolsım, insnllltır Pc cinler im K11r'iill'lll bir benzerini getirmek iizere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine Ollllll benzerilli getiremezler." (İsra, 81-88) 7 De s Enbiya, 91. Ayrıca bkn. Tahrim, 12. BEŞERI MÜNASEBETLER 66 Meryem'e İsa'nın müjdelenmesiyle ilgili olayın anlatıldığı bir diğer yerde ise aracı melekle ilgili olarak "ona ruhımıuzıı gö11derdik; o, oııa diizgiiıı bir insan sw:etiııde göründü ... "9 denilmektedir. Bütün bunlar dikkate alındığında, gerek Meryem'e İsa'nın müjdelenmesiyle gerekse insanın yaratılışıyla ilgili olarak kullanılan "ruhundan üfleme" teriminin, insanın hayat taşıyan sorumlu bir varlık (halife) olarak yaratılması yönünde gerçekleşen tanrısal iradeyi kastettiği açıktır. Zira ruh ifadesi, -yukarıda da belirttiğimiz gibiKur'an'daki birçok ifadede açıkça ilahi iradenin beyanı, vahiy veya ilahi iradeyi insanlara ileten aracı melek anlamlarına kullanılmaktadır. Kaldı ki geleneksel anlayışın öngördüğü, insanda bulunan ruhun tanndan insana verilen bir ilahi ve bu nedenle de yaratılmamış ve ölümsüz olan bir cevher olduğu düşüncesini, Kur'an'ın Allah inancıyla bağdaştırmak mümkün değildir. Kur'an'daki Allah inancının en önemli özelliği, tevhid inancına dayalı Allah'ın mutlak tekliği, birliği, bütün eksikliklerden münezzehliği ve başka hiçbir şeye benzemezliğidir. Şayet ruh, basit bir ifadeyle Allah' tan alınıp insana konulan bir ilahi cevher olarak düşünülürse, bu anlayış İslam'ın tevhid ilkesine karşı ciddi sorunlar ortaya çıkaracaktır. Zira bu durumda her bireyin şu ya da bu şekilde ilahi bir cevher taşıdığı fikri ortaya çı­ kacaktır ki bunun İslam'ın tevhid akidesine aykırılığı ortadadır. Hıristiyanların İsa'yı tanrısallaştırmasına şiddetle karşı çıkan Kur'an'ın, diğer taraftan ruh anlayışı çerçevesinde bütün insanların şöyle ya da böyle tanrısal bir cevhere sahip oldukları düşüncesini ifade etmesi düşü­ nülemez. Aynı şekilde bu düşünce, Kur'an'ın savunduğu Allah'ın mutlak birlik ve tekliği, bölünmez, parçalanmazlığı inancına da karşıdır. Zira her bireyin tanrıdan ruh denilen bir cevher taşıdığı düşüncesi, sonuçta tanrının mutlak birliği ve tekliğine aykırı bir kanaat ortaya koymaktadır. Kur'an'da sıklıkla yer alan nefs terimi, can, kişinin kendisi, benlik ve içi anlamlarında kullanılır. Terimin kullanıldığı ayetler dikkate alın­ dığında genel anlamda terim, kişi ya da insanın kendisi anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, geleneksel anlayışta olduğu gibi, nefsin insandaki kötü nitelikleri ya da aşağı huy ve istekleri veya heva ve hevesi kastettiği şeklin­ deki bir yaklaşıma Kur'an'dan referans bulmak olası görülmemektedir. Genelde insaıun kendisi ve içi anlamında kullanılan bu terim bir ayette Allah'la kişinin 9 Meryem, 17. İSLAM'IN TEMELKAYNAKLARINDA İNSAN ve İNSAN SEVGisi ilgili olarak da kullanılmaktadır: " ... sen benim nefsinde ola m bilmem". ıo ı.ıefsimde olam bilirsin; ben 67 seniıı Kur'an'a göre insan bir bütündür. İnsanı ifade eden "benlik", insaıun hem maddi yönünü, bedenini, hem de insanın sorumlu bir varlık olarak hayat taşıyan yönünü ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle insan, sahip olduğu · bedeni ve hayatı ile bir bütündür. Allah insani bu bütünlükte yaratınıştır ve onun bu bütünlüğüne son vererek dünyevi hayatınİ ölümle sona erdirecektir. Yani ölüm, bir bütün olarak insanın bu dünya yaşantısının son bulması hadisesidir. Kur'an, her insaıun mutlaka öleceğini, sonra yeniden diriltilerek hesaba çekileceğini ifade eder. İslam inanç sisteminde, alemin, içinde yaşadığımız ve yaptığımız her şeyden geçici dünya alemi ve dünyada yapılanların heebedi ahiret alemi şeklinde iki kategoride düşünülmesi oldukça önemlidir. Kur'an'ın birçok ifadesinde Allah'ın kendisine yüklemiş olduğu sorumlulukları ve yalnız Allah'a ibadet etıne gayesini bir tarafa bıra­ karak, dünya hayatının ve zevklerinin peşine düşenler ve geçici dünya nimetlerini ebedi ahiret nimetlerine tercih edenler kınanmakta, bunların "kaybedenler" olacakları vurgulanmaktadır. Bu vesileyle dünya hayatıyla ahiret hayatının karşılaştırılmasma dayalı ifadelere Kur'an'da sıklıkla rastlanmaksorumlu olduğumuz sabının görüleceği tadır. III Her konuda olduğu gibi insan konusunda da İslam tevhid öğretisini merkeze alarak değerlendirme yapar. Her şeyden önce insan Allah'ın yarattığı bir varlık tır; Allah' ın tesis ettiği düzenin bir parçasıdır. İslam' da Allah kendisinde bütün üstün nitelikleri toplamış olan yüce varlıktır. Allah'ın üstün ve aşkın niteliklerini bir bütün olarak ele aldığımızda bunların genel olarak iki grupta toplandığı dikkati çeker. Bütün varlıkları var eden ve onlara bir düzen ve nizarn veren olarak Allah yaratan ve düzenleyendir. Yine o seven, bağışlayan, besleyen, rahmet eden ve koruyandır. Bunlarla birlikte Allah aynı zamanda öldüren ve hesaba çekendir; yargılayan ve cezalandıran­ dır. Allah'ın varlığı açısından bütün bu sıfatıann birbirini tamamladığı ve ancak hepsi bir arada düşünüldüğünde her bir sıfatın gerçek anlamının ortaya çıktığı kesindir. Buna göre bir olan Tanrıyı anlamak açısından ilahi sıfat- ıo Maide, 116. BEŞERI MÜNASEBETLER 68 larda bir "birlik" mevcuttur; yani sıfatlar aslında "çokluk halinde birliğe" işaret etmektedirler. Allah ismi bütün ilah! sıfatlarla isimleri kendisinde toplarnaktadır. Her bir sıfat bir başına ilai-u gücün bir özelliğine ışık tutmaktadır ve ancak bütün bu sıfatlar birlikte ele alındığında ilah! güç aniaşılıp kavranabilrnektedir. İlahi sıfatlara yönelik bu bakış açısından hareketle ilah! güç tarafından var edilen evrene ve bunun bir parçası olan insana bakıldığında, evrendeki ve insandaki farklı unsurları da bu bağlarnda değerlendirrnek mümkün' olabilir. Mesela, ilah! gücün birlik ve tekliğine karşı evrende çokluk ve çeşitlilik dikkati çeker. Ancak bu çokluk ve çeşitlilik bir çatışma ya da kaostan ziyade bir olan ilah! gücün aniaşılmasına yöneliktir. Nitekim Kur'an, evrene ve evrendeki çokluk oluşturan varlıklara dikkat eden kişilerin Allah'ın gücünü ve kudretini daha iyi aniayacaklarına dikkat çekrnektedir: "Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da oıwn (varlığının ve kudretibilenler için elbette İbretler vardır. " 11 "Hiç bilenler/e bilmeyeız/er bir olur mu? Aııcak akıl salıipleri öğüt alırlar. "ıı ııiıı) delilleriııdendir. Şiiplıesiz bwıda İnsan açısından bakıldığında da benzer bir dururndan bahsedilebilir. İnsan kendisini yaratan kudretin bir eseri olarak kendisinde farklı kabiliyet ve istidatları barındıran bir yapıdadır. Bu farklılıklar aslında bir olan ilah! gücün ilah! sıfatlarının bir tecellisidir ve ilah! gücü ve onun sıfatıarını anlamaya yöneliktir. Gerek evrendeki çokluk gerekse insan yapısındaki farklı kabiliyet ve istidatlar aslında birliğe delalet etmektedir ve dolayısıyla her bir varlık aslında ilah! gücün kudretine işaret eden bir ayettir. İnsanın birey olarak varlığııun ötesinde, insanlar arasındaki farklılıklar da bir bakıma çokluk ve çeşitlilik arz eden ilah! sıfatıann tecellisi olarak görülebilir. İslam, farklılıklara yönelik yaklaşımında özellikle Allah'ın kudret, irade ve ilim sıfatıanna dikkat çekrnektedir. Kur'an sıklıkla farklılıkların Allah'ın ilmi ve iradesi dahilinde gerçekleştiğini belirtmekte ve Allah dileseydi farklılıkların ortadan kalkacağına dikkat çekrnektedir. Ancak Allah'ın böyle bir şeyi dilernediğine işaret ettikten sonra da başta Hz. Peygamber olmak üzere inananlara, farklı gelenek bağlısı insanlara karşı görevlerinin yalnızca onları uyarmak olduğunu habrlatmaktadır.B İslam insanların farklılıklarına yönelik ilah! iradenin hikmetini insanların hak ve iyilik konusundaki tutumRum,??. Zümer, 9. 13 Hud, 118; Şura, s. ıı 12 -------- İSLAM'IN TEMELKAYNAKLARINDA İNSAN ve İNSAN SEVCİSİ 69 larını·ve performanslarını denemek olarak açıklar. İradesini kullanabilen ve sorumlu olan varlığın yani insamn bu iradesini hangi yönde ve nasıl kullanacağımn denenmesidir bu ... Nitekim Kur'an'da bu konu şöyle açıklanmak­ tadır: "Sizden her biriniz için bir yol, bir şeriat kıldık. Şayet Allalı dileseydi; sizi tek bir iimmet yapardı. Lakin sizi verdiği ile deııemek istedi. Öyleyse lıayn·da yarışm. Hepinizin dönüşii Allalı 'ad ır. Size ayrılığa diiştiiğii11iiz şeyleri bildirecektir. " 1 ~ İnsana ilişkin çokluk ile evrendeki çokluk arasında tabii ki bir farklılık vardır. Zira evrendeki birçok varlık gnıbundan birisini oluşturan insan, özellikleri açısından diğerlerinden farklıdır. İnsanın en temel farklılığı, aklım kullanabilen ve sonımluluk taşıyan bir varlık olmasıdır. Bu özellikleri nedeniyle insan iyi ile kötü arasında tercih yapabilmekte ve yaptığı tercihlere binaen günah ve sevap gibi özelliklerle yüz yüze kalabilmektedir. Aklını kullanan ve sonımluluk sahibi olan insanlar, çeşitli yollar, anlayışlar veekoller oluşhırmuşlardır. İnsana ait bu çokluk, aslında insana ilişkin farklılıklar arasında tercih yapabilme/seçebilme özelliğini yansıtmaktadır. Farklı tercih unsurları ve çeşitlilik içerisinde insan, birbirini daha iyi aniayıp kavrayabilmenin ve doğnı ve yanlış çizgisi üzerinde daha iyi düşünebilmenin imkanlarını da bulabilmektedir. İslam' a göre insan da dahil evrenin ve evrendeki çoğul yapının varlığı aslında yüce Allah'ın rahmetinin ve sevgisinin bir tezahürüdür. Allah, yarattığı kullarına sevgisi ve rahmetinedeniyle onları başıboş bırakmamış; köken itibarıyla bir tek ümmet olan insanlara doğruyu anlatmaları için resuller ve kitaplar göndermiştir.15 İslam her doğan kişinin, saflık ve yaratılıştaki günahsızlığı ifade eden fıtrat üzere doğduğunu kabul eder. Sevgi ve merhamet gibi değerler de fıtra­ tın devamı mahiyetinde ki özelliklerdir. İslam gerek aile yaşantısında gerekse sosyal ve doğal hayata yönelik ilişkilerde bu hasletlerin sürdürolmesini ister: "Kendileri ile huzur lmlasmız diye sizin için tiirii11iizden eşler yaratması ue armıız­ da bir sevgi ve merhamet zıar etmesi de O'nun (varlığmm ve kudretinin) delillerindendir. Şiiphesiz bımda düşünen bir toplum içi11 elbette ilıret/er vardır. "16 Maide, 48. "İ11St111lar tck lıir iinmıetti. Al/alı, miijdeciler ve uyarıolar olarak peygamberler gö11derdi ve lıeralıcrlcri11dc, i11smılamı mıla;;mazlığa diiştiikleri şeyler koHusımda, amları11da lıiikiim iXrmck ii:crc kitapları hak olarak i11dirdi." Bakara, 213. 1 " Rum, 21. 14 15 =ı ı ı BEŞERI MÜNASEBETLER 70 Allah'ın rahmet ve sevgisinin bir eseri olan insana yönelik hitabında İslam soyut bir sevgi kavramından öte, saygı ve sorumluluk ka"!amlarını ön plana çıkarır. Saygı ve sorumluluk açısından insanın dikkate alması gereken en üst değer kuşkusuz Allah'tır. Kur'an Allah'tan başka güç ve değerleri sevgi açısından yücelten ve üstün güç haline getirenleri kınar ve mü'minlerin Allah'a olan sevgilerinin en üst düzeyde olması gerektiğini vurgular: "İıısaıılar arasmda Allah'ı bırakıp da O'na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah'ı severcesiııe severler. Mii'miııleriıı Allah'a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. "17 bütün hayatı Allah'a yönelik takva açısından yerine getirerek Allah'a yakın olma durumunu ifade eden takva, Allah katında insanlar arasındaki derecenin yegane ölçütü olarak kabul edilir. İslam varlık olarak insana saygıyı da ön plana çı­ karır ve insana ilişkin hayat, düşünce, mal-mülk edinme, aile ve inanç gibi temel hakları dinin koruma altına aldığı temel değerler olarak kabul eder. Koruma altına alınan bu değerler yalnızca inanan insanları değil inancı, rengi, cinsiyeti ya da etnik kimliği ne olursa olsun bütün insanlığı içerecek şe­ kilde düşünülür. Bu doğrultuda Kur'an'da bir insani öldürmenin bütün insaıılığı öldürmekle aynı olduğu vurgulamr. 18 Kur' an' da müşriklerle ilişkili olarak "siz oıılariiı ilahlarma kiifretmeyiıı " 19 d enilir; aksi takdirde onların da Allah' a ilişkin saygısızca sözler söyleyecekleri hatırlatılır. Ayrıca mescitlerle birlikte kiliseler, havralar ve tapınaklar bir arada zikredilerek bütün bunlarla insanların kutsal değerlerine saygının önemi vurgulanır. Bu bağlamda insanın değerlendirilir. Sorumluluğunu "Eğer Allah'm, insanların bir kısmmı bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah 'm adı çok aııılaıı miiııiistırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edi/irdi ... "ıo İnsanlara yönelik olumlu tavırlar sergilemek ve "öfkelerini yenerek insanları affetınek" 17 mü'minlerin temel özellikleri olarak Kur'an'da sırala- Bakara, 165. "Kim, bir insam, bir can karşılığı veya yeryüzünde lıir lıozgwıculuk çıkarmak karşılığı olöldiiriirse, o sanki lıiitiin iıısaııları öldiinııiiştiir. Her kim de lıiriııi (lıayatmı kın·ta­ raı·ak) yaşatırsa saııki biitii11 insanlan yaşatmıştır." Ma ide, 32. 18 maksızm 19 20 En' am, 108. Hac, 40. ı ı İSLAM'IN TEMELKAYNAKLARINDA İNSAN ve İNSAN SEVCİSİ 71 nır. 21 Bu temel yaklaşım doğru! tusunda İsHhri' da insan varlığına saygı ve in- sana değer ön plana çıkarılır. Öyle ki "yaratılanı sev yaratandan ötürü" sözü Müslüman bireyin insanlara yönelik tutum ve tavırları için temel bir ölçüt halini alır. Nitekim bu ilkeler doğrultusunda Hz. Peygamber, insanlara beddua etmekten kaçınmış, kendisini taşlayanlar için bile hidayet ve kurtuluş yönünde dua etmiştir. Yine o, İslam' a ve Müslümanlara açıktan düşmanlık yapanlar hariç, inancı ne olursa olsun insanlarla iyi ilişkiler kurmayı yeğle­ miştir. Bir gün bir cenaze geçerken ayağa kalkması karşısında cenazenin bir Yahudi'ye ait olduğu itirazını yöneltenlere, onun bir insan olduğıınu hatır­ latması, İslam'ın insana verdiği değeri kavrama açısından oldukça düşündü­ rücüdür. İslam, insanlar arasında yalnızca duygusal anlamda sıradan bir sevgiden bahsetmez; iyilik ve adaletin tesisi ile zulme ve kötülüğe karşı mücadele gibi temel değerleri korumaya dayalı karşılıklı saygıyı hayata geçiren eylem merkezli bir ilişki öngörür. Tesis edilmeye çalışılan bu ilişinin temel amacı kuşkusuz insanlar arasında barış ve mutluluğıın tesis edilmesi, fitne ve bozgunculuğun ortadan kalkmasıdır. Esasen başta tektanncı inanç sistemleri olmak üzere bütün dinler insana yönelik en temel mesajları arasında insanlı­ ğın mutluluğu ile kurtuluşu ve hidayetine yer verirler. İnsanlar kötülüklerden uzak durmak ve günahlardan arınmak yoluyla kurtuluşa davet edilir. Günahlardan ve günaha yol açan kötülüklerden uzak durmak suretiyle kurtuluş yoluna girmiş olan insan mutluluk yoluna girmiş insan olarak tanımlanır. Kurtuluş ~e saadeti hedefleyen İslam, gerek sosyal gerekse doğal çevrede bozgunculuk ve fitneye karşı ihya ediciliği ön plana çıkarır; mutluluk ve saadeti yalnızca öte dünyaya yönelik bir hedef olarak görmez. İnsanın gerek bu yaşantısında gerekse ölüm ,sonrası veya öte dünya hayatında mutluluğunu hedefler. Yaygın bir ifadeyle "her iki cihanda mutluluk" İslam'ın insana yönelik temel hedefleri arasındadır. Nitekim iyilerin öte dünya hayatının ifadesi olan cenı1et, Kur'an'da insanın en üst düzeyde mutluluğu ve saadeti tecrübe edeceği bir mekan olarak tanımlanır. İslam bütün insanlar arasında temel hak ve özgürlüklere saygıy~ esas alan bir anlayışı tesis ederken, tevhid inancı etrafında bir araya gelen mü' minleri ise daha derin bir kardeşlik hukuku ile sorumlu tutar. "Muhakkak "Onlar lmllukta ve darlıkta Allalı yolunda /ıarcaymılar, deHlerdir. Allalı iyilik ede11leri seuer." AI-i 'İmran, 134. 21 ~fkclı::rini yı::Helller, İllsmı/arı ajfe- BEŞERI MÜNASEBETLER 72 ki m ii' milller kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin aras mı d ii zel tin "22 vurgusuyla mü'minler arasında olması gereken ilişkinin nasıl köklü ve derin bir ilişki olduğuna dikkat çeker. İnsanlar arası ilişkilerde empati ilkesine önemli yer verir. Birçok inanç sisteminde kişinin kendisi için istediğini öteki için de istemesi veya kendisi için istemediğini öteki için de istememesi şeklindeki bir tutum, insanlar arası tuhım ve tavırlarda temel bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. "Alhn kural" ya da "gümüş kural" olarak da adlandırılan bu kural İslam'da önemli bir ahlaki ilke olarak Müslümanların sosyal çevreleriyle olan ilişkilerini belirler. Hz. Muhammed'in kendisi için istediğini mü'min kardeşi için de istemeyenin gerçek anlamda iman etmiş sayılayaca­ ğını23 vurgulayan sözü ile "komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değil­ dir" uyarısı İsHim'ın bu konuda ne kadar hassas olduğuna işaret etmektedir. İslam insanlar arası ilişkilerde temel erdemiere dayalı karşılıklı saygıyı hayata geçiren eylem merkezli ilişki bağlamında özellikle şu üç ilkeye daha bir vurgu yapar: Bunlar; (i) fitnenin ortadan kaldırılması, (ii) zulme karşı çı­ kılması ve (iii) insanlar arasında adaletin tesis edilmesidir. Bu temel ilkelerin sağlanması doğnıltusunda insanın hayahna emri bi'l-ma'nıf ve'n-nehyi 'ani'l-münker yani iyiliği yapıp emretmek ve kötülükten sakınmak ve sakın­ dırmak öğretisi yön vermelidir. Nitekim Kur'an iyiliğin lafla, kum iddialarla ya da göstermelik tavırlada olmadığını/olamayacağını, ancak asıl iyiliğin imanla birlikte, yakınları, yetimleri, miskinleri, yolcuları, dilenerileri, köle ve esirleri gözetmekle, söz verildiğinde sözün yerine getirilmesiyle olacağı belirtilmektedir.2~ İslam adalet ve iyilik ilkelerinin evrensel düzlemde geçerliliğini savunur ve insanları bu ilkelere bağlı kalmaya davet eder. İnsanlar arası ilişkilerde bu ilkelerin hayati derecede önemli olduğunu belirtir ve insanların bunlardan asla taviz vermemelerini ister. Ey ima/I edenler! Kendiniz, ana-Lıabmıız ve yakmlamıız aleyhinde de olsa Al- la/ı için şahit olarak adaleti gözetiıı. İster zengin, ister fakir olsu n; allları Allalı 'm korımıası dalıa uygımdur. Adaletinizde lıeveslere uynıaym. Eğer diliHizi büker veya yiiz çevirirseııiz; Allah, yaptıklamıızdmı lıalıerdardır.ıs "Ey imali edenler! Adaleti gözeten şahitler alım. Ve bir topluluğa karşı olan kiniııiz sizi adaletsizfiğe siiriikle- 22 2 ~ ı.ı 25 Hucurat, 49. Buhar!, iman, 7; Müslim, iman, 71-72; Riyazüssalihin, 185, 238. Bakara, 177. Nisa, 135. İSLAM'IN TEMEL KAYNAKLARINDA İNSAN ve İNSAN SEVGİSİ mesin: Adalet edin. Bu, talcvaya daha yakmdır. Ve Allalı'tan 73 korkun. Muhakkak ki Alla/ı; işlediklerinizden lıaberdardır. "26 Son olarak İsUim, insanlar arası ilişkilerde inanç değerlerinin belirleyiciliği üzerinde de önemle durur. Özellikle sevgi ve dostluğa dayalı ilişkilerde inanç birlikteliğinin lah'ın dinine önemini vurgular ve Allah'a, O'nun Resulüne ve Alyapanlarla mü'minlerin bir sevgi ilişkisi içerisinde alhnı çizer: düşmanlık olamayacaklarının "Allalı 'a ve alıiret güıı üne iman eden hiçbir topluluğım, babaları, oğulları, yahut kendi soy-soplan olsalar bile, Allalı'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediği ni göremezsin. "27 kardeşleri "Ey İman edenler! Beniııı de düşmaııım, sizin de diişmaıımız olanları dost Siz onlara sevgi gösteriyorsımuz. Halbuki onlar size gelen hakkı inkfir ettiler. Rabbiniz olan Allalı'a inandmız diye Resıllii ve sizi yurdunuzdmı çıkarıyor­ lar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cilıad etmek için çıktıysmıız (böyle yapmayııı). Onlara gizlice sevgi besliyorsımuz. Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğıınuzu da bilirim. Sizden kim bwııı yaparsa, mutlaka doğru yoldmı sapmış­ tır. "28 ediıımeyin. 2" 27 2 ~ Maide, s. Mücadele, 22. Mi.imtehine, 1.