T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ ANABİLİM DALI ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ Yüksek Lisans Tezi Yusuf KOÇAK Ankara-2014 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ ANABİLİM DALI ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ Yüksek Lisans Tezi Yusuf KOÇAK Tez Danışmanı Prof. Dr. Hasan ONAT Ankara-2014 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ ANABİLİM DALI ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı: Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası .................................................................... ........................................ .................................................................... ........................................ .................................................................... ........................................ .................................................................... ......................................... .................................................................... ......................................... Tez Sınavı Tarihi .................................. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/20…) Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı ……………………………………… İmzası …………………………………….. ÖNSÖZ Böyle bir konuyu çalışmamızın gerekçesi Şiilikle ilgili pek çok tartışmada Emevi iktidarına karşı muhalefette olan Haşimoğullarıyla ilgili gelişmeler Şiilikle özdeş algılanabiliyor. Oysa hicri birinci asırdaki tüm olay ve olguları doğru anlaya bilmek için önce Emevi-Haşimi çekişmesini ana hatları ile değerlendirip, ondan sonra bu çekişmenin içerisinde Haşimi kanadın rolünü ortaya koymaya çalıştık. Haşimi kanat içinde Alioğulları ile Abbasoğullarının ayrımı ne zaman ortaya çıktı. Bunun tespiti Mezhepler Tarihi açısından hicri birinci asrın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Amacımız Alioğulları ile Abbasoğulları arasındaki farklılaşmanın ne zaman ortaya çıktığının tespitidir. Emevilere karşı Haşimi muhalefet Alioğulları veya Abbasoğulları adına yürütülen bir muhalefet değildir. O, Haşimilerin tümünü kucaklayan bir muhalefet idi. Burada doğrudan Hz. Ali’nin çocuklarının öne çıkıp çıkmadığı, belki bir Hz. Hüseyin olabilir, ancak ondan sonra da Muhamme b. Ali elHanefiyye öne çıkması bir tesadüf müdür. Muhamme b. Ali el-Hanefiyye’den sonra onun oğlu Ebu Haşim’in bir takım haklarını Abbasilere devrettiği ile ilgili iddialar tesadüf müdür. Yani olup bitenler büyük ölçüde Haşimilerin kendi iç meselesi mi yoksa gerçekten Şiilik var mı yok mu bu tür bir takım sorulara karşı Abbasiyyun- Talibiyyun ayrımının ne zaman başladığının tespiti özel bir önem taşımaktadır. Bu tez çalışmamda yardımlarını esirgemeyen ve beni teşvik eden Hocam Prof. Dr. Hasan ONAT’a teşekkürü bir borç bilirim. Tezin proje aşamasından itibaren değerli katkılarda bulunan Prof. Dr. Sönmez KUTLU’ya I teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca kaynak temininde yardımlarını esirgemeyen, tezin okunması ve tashihlerin yapılmasında emeği geçen Prof. Dr. Mehmet ATALAN’a müteşekkirim. Ankara 2014 Yusuf KOÇAK II İçindekiler Önsöz ......................................................................................................................... .I Kısaltmalar ................................................................................................................V Giriş ............................................................................................................................... I 1. METOT VE KAYNAKLAR ............................................................................ 1 1.1.Metot ............................................................................................................... 1 1.2.Kaynaklar ........................................................................................................ 3 2. ARAPLARDA KABİLE ASABİYETİ ............................................................. 6 3. HİLAFET KAVRAMI VE TARİHÇESİ ......................................................... 9 4. EMEVİ-HAŞİMİ İLİŞKİSİ............................................................................. 14 I. BÖLÜM .................................................................................................................. 20 HİCRİ I. ASIRDA HAŞİMOĞULLARI ............................................................ 20 1.1.HAŞİMOĞULLARINA GENEL BİR BAKIŞ............................................. 20 1.2.KERBELA OLAYINDA HAŞIMOĞULLARI............................................ 24 1.3.ALİOĞULLARININ SİYASİ KARİZMASI: MUHAMMED B. ALİ ELHANEFİYYE VE EBÛ HÂŞİM ........................................................................ 29 II.BÖLÜM .................................................................................................................. 38 İHTİLALE GİDEN YOLDA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI İLİŞKİSİ ................................................................................................................................ 38 2.1.EBÛ HÂŞİM’İN HİLAFET HAKLARINI MUHAMMED B. ALİ’YE DEVRETMESİ ................................................................................................... 38 2.2.ABBASÎ PROPAGANDA DÖNEMİ VE ALİOĞULLARININ TUTUMU42 2.3.ZEYD B. ALİ İSYANI ................................................................................. 46 2.4.YAHYA B. ZEYD İSYANI ......................................................................... 52 2.5.İHTİLALDEKİ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER ................................................. 53 2.5.1.Abdullah b. Muaviye .............................................................................. 53 III 2.5.2.Ebû Müslim ve Ebu Seleme ................................................................... 56 III. BÖLÜM ............................................................................................................... 65 İHTİLALDEN SONRA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI MÜCADELESİ ..................................................................................................... 65 3.1.ABBASOĞULLARI VE ALİOĞULLARININ HİLAFETİ KENDİ HAKLARI OLARAK GÖRMESİ ...................................................................... 65 3.2.ALİOĞULLARININ AKTİF MUHALEFET KANADI: HASANOĞULLARI .......................................................................................... 74 3.2.1.Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı ................................................ 74 3.2.2.İbrahim b. Abdullah İsyanı .................................................................... 86 3.3.ALİOĞULLARININ PASİF MUHALEFET KANADI: HÜSEYİNOĞULLARI ...................................................................................... 89 3.3.1. Ca’fer es-Sadık ...................................................................................... 90 3.3.2. Musa Kâzım .......................................................................................... 93 3.3.3. Ali er-Rızâ ............................................................................................. 96 SONUÇ ...................................................................................................................... 98 KAYNAKÇA ........................................................................................................... 102 IV KISALTMALAR a. mlf. : Aynı Müellif ark. : Arkadaşları AÜİFD. : Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi AÜSBE : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü b. : Bin bkz. : Bakınız c. : Cilt CÜİFD : Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi çev. : Çeviren DEÜİFD : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi EÜSBE : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü FÜİFD : Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Hz. : Hazreti krş. : Karşılaştırınız MEBİA : Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi MÜİFV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı OMÜİFD : On dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi s. : Sahife sy. : Sayı TDV : Türkiye Diyanet Vakfı trz. : Tarihsiz tsh. : Tashih thk. : Tahkik vd. : Ve devamı V Giriş 1. METOT VE KAYNAKLAR 1.1.Metot Mezhepler, belli bir zaman diliminde, belli bir coğrafyada belli bir toplumda ortaya çıkan, kitlesi, edebiyatı ve farklı bir din anlayışı olan dini ve siyasi oluşumlardır. Bu farklı oluşumların kurumsallaşması neticesinde oraya çıkan mezhepler, aslında dinin anlaşılma biçimleridir.1 Yani mezhep, bazı siyasi, içtimai ve iktisadi olayların neticesinde kurucusu ve taraftarları ile birlikte tezahür eden dini ve fikri bir harekettir. Böyle bir hareketin oluşmasında etkili olan sosyo-politik ve içtimai şartlar bulunmaktadır. Bu şartları bilmeden, bir mezhebin görüşlerini, ona bağlı olan kişilerin davranışlarını sağlıklı bir şekilde anlamak mümkün değildir. Yani bir kişinin veya bir mezhebin fikir ve görüşleri siyasi, içtimai ve tarihi olaylardan ayırt edilemez.2 Her mezhep farklı coğrafyalarda, farklı şartlar altında orta çıktığı için, onu doğup geliştiği şartlardan bağımsız bir şekilde ele alamayız. Aldığımız takdirde sağlıklı sonuçlara ulaşamayız. Her mezhep, ortaya çıktıktan sonra, tarihi akış içerisinde, doğası gereği bir değişime uğramıştır. Bu nedenle günümüzdeki mezhebi oluşumları iyi anlayabilmek için, onların tarihi köklerine inmek lazım. Biz de bu çalışmamızda, Şiiliği daha iyi anlayabilmek için, erken dönem diyebileceğimiz hicri II. asırda vukuu bulan Abbasiler ile Talibilerin siyasi mücadelesini 1 Hasan Onat, “Türkiye’de İslam Mezhepleri Tarihinin Gelişim Sürecinde Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’nın Yeri”, Ethem Ruhi Fığlalı’ya Armağan, Vadi yayınları, Ankara 2002, s.236. 2 Abdülkâhir b. Tâhir b. Muhammed el Bağdâdî (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, TDV Yayınları, Ankara 2011, “Önsöz”, s.XXII. 1 incelemeye çalışacağız. Peki mezhepleri incelerken, onların siyasi olaylar karşısındaki tutumu neden önemlidir? Yukarıda da değindiğimiz gibi, her mezhep farklı şartlar altında ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla o şartların bilinmesi ve iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bu çalışmamızda genelde Talibilerin özelde ise Alioğullarının, sonraları ise Şia diye adlandırılan mezhebin teşekkül sürecinin ilk aşamalarını inceleyeceğiz. Şia ve Haricilik gibi mezhepler siyasi nedenlerden dolayı meydana gelmiş oluşumlardır. Bunlar zaman içerisinde ise itikadileşmiştir.3 Bu şekilde dini bir hüviyete bürünmüşlerdir. Dini bir yapıya bürünmek, taraftar bulmak açısından her zaman etkili bir yöntem olmuştur. Ayrıca kendi taraftarları açısından da dine dayanmak, onlarda bir manevi huzur sağlamaktadır. Mezhepler Tarihi araştırmalarında “Deskriptif (betimleyici) metot” esas alınmalıdır. Kişi, görüş ve mezheplerin araştırılmasında tarihi materyalleri anlamaya yönelik erken dönem literatürünün taranması gerekmektedir. Ancak bunun için önyargılardan uzak ve tarafsız bir bakış açısını yakalamış olmak lazım. Çünkü sağlıklı bir çalışma ortaya koyabilmek için, “fikirlerin ne zaman, hangi şartlarda, nerede ortaya çıktıklarını ve kimler tarafından nerelerde benimsendiğini tarafsız bir gözle ve ilmi araştırma esasları doğrultusunda”4 değerlendirilmesi gerekmektedir. 3 Ahmet Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”, AÜİFD, XXXI, s.331-348. Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV Yayınları, Ankara 2010, s.27. 4 2 Araştırmamızla ilgili birçok farklı ve bir birine zıt rivayetler vardır. Tarihi süreç içerisinde bu rivayetleri “fikir-hadise irtibatı”5 çerçevesinde değerlendirmeye çalıştık. Bu metot sayesinde, rivayetlerde bir iç tenkit yaparak “menkulde makulü” tercih etme çabası içerisinde olduk. 1.2.Kaynaklar İslam Mezhepleri Tarihi alanındaki çalışmalarda müracaat edilecek en önemli kaynaklar Makalat ve Fırak eserleridir. Ayrıca Ensab, genel tarih kitapları ve edebiyat kitapları da başvurduğumuz belli başlı temel kaynaklardır. Yine erken dönem Şiilik konusunda bilgi veren Eş’ari’nin Makalatu’lİslamiyyin,6 Bağdadi’nin Mezhepler Arasındaki Farklar,7 Şehristani’nin elMilel ve’n-Nihal8 adlı eserlerinden faydalandık. Mezhepler Tarihinin kaynaklarından biri de tarih kitaplarıdır. Bu tarih kitaplarının başında hiç şüphesiz en kapsamlı ve detaylı olan Taberî’nin Târihu’r-Rusul ve’l-Muluk’9u gelmektedir. Tarihî çalışmalarda temel kaynak olan bu eserin, çalışmamız açısından taşıdığı önem açıktır. Araştırmamız boyunca birçok olayın özetini, bu kaynağı temel alarak yaptık. Özellikle Emevî-Hâşimî çekişmesi, Alioğulları ve Abbâsoğulları çekişmesi tespitinde bu eserdeki bilgilere başvurarak faydalandık. Ayrıca Taberî’nin Târîh’ini esas 5 Bu metot ilk defa Hasan Onat tarafından sistemli bir hale getirilmiştir. Mesela Şîa ve Teşeyyu’ kavramları bu metot sayesinde aydınlatılmıştır. Bunun için bkz. Hasan Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, TDV Yayınları, Ankara 1993, s.12-20. 6 Ebu’l-Hasan Ali b. İsmâîl el-Eş’arî (330/941), Makâlatu’l-İslâmiyyîn ve’l-İhtilâfu’l- Mûsâllîn, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-II Beyrut 1990. 7 Abdülkâhir b. Tâhir b. Muhammed el Bağdâdî (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, TDV Yayınları, Ankara 2011. 8 Ebû Feth Muhammed b. Abdilkerim eş-Şehristânî (548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, I-II, Beyrut 1993. 9 Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (310/922), Târihu’r-Rusul ve’l-Muluk, thk. Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhîm, I-XI, Kahire 1119. 3 alan ve onunla büyük benzerlikler taşıyan İbnu’l-Esir’in el-Kâmil fi’t-Târîh’i10 de Taberî’nin eseriyle birlikte mütalaa edilmiş, birçok siyasî ve tarihî olayın tespitinde kullanılmıştır. Abbasoğulları ile Alioğulları’nın çekişmesi ile ilgili rivayetler için Dineveri’nin Ahbaru’t-Tivâl’ı,11 Ya’kubi’nin Tarih’i,12 Ebu’l-Ferec elİsfahânî’nin Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn13 ve Mes’udi’nin Murucu’z-Zeheb’i14 faydalandığımız diğer eserlerden bazılarıdır. Emevî-Hâşimî çekişmesine, Şiî düşüncenin Emevîler ve Abbâsîler üzerindeki etkilere yer vermiştir. İbn Kuteybe’ye atfedilen Kitâbu’l-İmâme ve’s-Siyâse15 adlı eserden, AlioğullarıAbbâsoğulları çekişmesi ile ilgili bazı rivayetler konusunda önemlidir. Abbasoğulları ile Alioğulları arasındaki ilişkiler hakkında bilgi veren en önemli eser, müellifi meçhul olan Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye’dir.16 Eserde Abbâsoğulları ve Alioğulları ilişkileri ile ilgili orijinal bilgiler mevcuttur ve Abbâsoğullarını Ebû Hâşim’in vasîyetine bağlılığı açıklanmaktadır. Hâşimiyye’nin Kûfe’deki Zeyd b. Ali ve Horasan’daki Yahya b. Zeyd isyanlarına karşı tepkisi hakkında detaylı bilgiler içermektedir. Emevîler, Abbâsîler ve Alioğulları’nın şecere ve nesilleri hakkında bilgilerin mevcut olduğu ve dönemi isyanlarından da zaman zaman bahseden 10 Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdülkerim b. el-Esîr(630/1232), el-Kâmil fi’t-Târîh, I-X, Beyrut 1987. 11 Ahmed b. Dâvûd Ebû Hanife ed-Dineverî (282/895), Ahbâru’t-Tivâl, thk. Abdülminim Âmir ve Celâluddîn eş-Şeyyâl, Kahire 1960. 12 Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb el-Ya’kûbî (292/904), Târîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut 1960. 13 Ali b. Hüseyin b. Muhammed Ebu’l-Ferec el-İsfehânî (356/967), Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn, thk. esSeyyid Ahmed Sakr, Beyrut 1966. 14 Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Mes’ûdî (346/957), Murucu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-IV, Kahire 1964. 15 Ebû Muhammed Abdullah b. Muslim b. Kuteybe(276/889), Kitâbu’l-İmâme ve’s-Siyâse, thk. Tahâ Muhammed el-Zeyni, I-II, Kahire 1967. 16 Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, Yazarı meçhul (hicri 3. asır), thk. Abdulaziz ed-Dûrî ve Abdulcebbâr el-Muttalibî, Beyrut 1971. 4 Belâzurî’nin Ensâbu’l-Eşrâf’ı17 tarihî olaylar ve özellikle Abbâsîler hakkında, diğer kaynaklarda bulunmayan birçok detaylı bilgiyi ihtiva etmektedir. Hadiseleri inceleyip onlara esas teşkil eden rivayetleri alıp, içtimaî ve iktisâdî amiller üzerinde duran Belâzurî’nin bu eseri, Peygamber dönemi ve sonrası dönemlerle ilgili bilgileri ihtiva etmektedir. Ali b. Ebî Tâlib’in nesli, Hasan ve oğulları, Hüseyin ve oğullarından bahsederken bu eserden geniş bir şekilde istifade ettik. Eser, bu yönüyle çalışmamız açısından önem taşımaktadır. Çalışmamızda çağdaş araştırmalardan da faydalanmaya çalıştık. Bunlardan Hasan Onat’ın Emeviler Devri Şiî Hareketleri,18 Mehmet Ali Büyükkara’nın İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları,19 Mehmet Atalan’ın Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sadık’ın Yeri20 gibi Mezhepler Tarihi alanında istifade ettiğimiz eserlerdir. Ayrıca Nahide Bozkurt’un Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali,21 İbrahim Sarıçam’ın Emevi-Haşimi İlişkileri,22 Cem Zorlu’nun Dini ve Siyasi İsyanlar23 adlı eserlerinden ve Cemil Hakyemez’in, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları veya Şiî Tehdidi”24 adlı makalesinden faydalandık. 17 Ahmed b. Yahyâ el-Belâzurî(279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, I. Kısım, thk., Muhammed Hamidullah, Kahire 1959; II. Kısım, thk., Muhammed Bâkır, Beyrut 1974; III. Kısım, thk. Abdulazîz ed-Dûrî, Beyrut 1978; IV. Kısım, thk., İhsân Abbâs, Beyrut 1979; V. Kısım, thk. S.D.F. Goıtein, Kudüs 1936; VI. Kısım, thk., Süheyl Zekkâr, Riyad ez-Ziriklî, Beyrut 1996. 18 Hasan Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Siîliği, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1993. 19 Mehmet Ali Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, Rağbet Yayınları, İstanbul 1999. 20 Mehmet Atalan, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, Araştırma Yayınları, Ankara 2005. 21 Nahide Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2000. 22 İbrahim Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri İslam Öncesinden Abbasilere Kadar, TDV Yayınları, Ankara 2011. 23 Cem Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001. 24 Cemil Hakyemez, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî Tehdidi”, AÜSBED (2007), c. IV, sy. I. 5 2. ARAPLARDA KABİLE ASABİYETİ İnsanlık tarihinden itibaren, her coğrafyanın ve her milletin kendine özgü bazı özellikleri vardır. Kimi toplumlar ataerkil, kimi toplumlar ise anaerkil sistem üzerine kurulmuştur. Arap yarımadasında benimsenen ataerkil sistem, beraberinde birçok “dogmayı” getirmiştir. Bunlardan biri, belki de en önemlisi kabilecilik idi. Kabile reisinin söylediğine itiraz edilemezdi, çünkü onun söylediği ve uyguladığı her şey kanun niteliğindeydi. Başka bir ifadeyle günümüz siyasi kavramlarıyla konuşacak olursak yasama, yürütme ve yargı onun elindeydi. Kabile reisinin erkek olma şartı ise, ister istemez o toplumu savaşçı bir millet yapmaktaydı. Kabile düzeninin temeli “asabiyete” dayanmaktadır. Asabiyeti doğuran temel etken ise mahrumiyettir.25 Bedevi hayatın kaçınılmaz bir faktörü olan mahrumiyet yerleşik olmayan bir hayat sisteminde varlığı zorunludur. Yerleşik hayat sisteminde bir insanın başına gelebilecek tehlikelere karşı onu koruyan kanunlar, polis teşkilatı, askerler vs. vardır. Ancak bedevilikte durum bundan farklıdır. Orada her türlü tehlikelere karşı tek başına mücadele etmen gerekmektedir. Bu durum da zor olduğu için bedeviler her türlü tehlikeye karşı birlikte hareket etmek durumunda kalmışlardır. Örneğin İslam öncesinde Araplarda her bir birey, her meselede kendi kabilesini, ister haklı veya haksız olsun, korumak ve savunmak zorundaydı. Bu yükümlülük hiç şüphesiz önce kendine düşmektedir. Ancak kendi gücü yetmediği yerde bütün kabile devreye 25 İbn Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012, I, s.350; Ayrıca bkz. Akif Kayapınar, “İbn Haldûn’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir Açılım”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. XV (2006), s.92. 6 girmektedir.26 Aynı kabileye mensup kişilerin kendi mal ve mülklerini korumakta birleştikleri gibi, başkalarının mal ve mülklerini zapt etmekte de birlik ve beraberliği sağlamak zorundaydılar.27 Görüldüğü gibi, kan akrabalığı, kabile yapısında birleştirici bir rol oynamaktadır.28 Kabile içi bir çekişmede, nesep bakımından bir birine yakın olan kabileler, uzak olan kabilelere karşı birleşirlerdi.29 Yani bu insanlar yeri geldiğinde çerçeveyi daraltıyor, ancak gene kabilecilik zihniyetiyle hareket ediyorlardı. Rakipler değişebiliyor, ama zihniyet devam ediyordu. Tezimizin konusunu oluşturan Alioğulları ile Abbasoğullarının Emevilere karşı birlikte giriştikleri mücadelenin meşruiyetini, bu akrabalık ve kabilecilik anlayışından almaktaydı.30 Kabile asabiyeti, Hilafet kurumu gibi, dönemin en önemli siyasî kurumların başında gelen bir mekanizmanın üzerinde ciddi baskı ettiğini görmekteyiz. Bunun sebebi ise asabiyetin gayesinin mülk olmasıdır.31 Bu minvalde bakıldığında hilafetin saltanata dönüştürülmesi bunun en somut örneklerinden biridir. Yönetim kurumlarını ele geçiren bir kabile, bir başka kabileye mensup olan birini halife olarak görmek istemezdi. Bu mekanizmayı değiştirmek isteyen kişi veya kişiler, bunun başaramadıkları durumda bedelini ağır ödemişlerdir. 26 Carl Brockelmann, Geschichte der islamischen Völker und Staaten, R. Oldenbourg Verlag, Münih ve Berlin 1943, s.4. 27 Ahmet Ateş, "Asabiyet", MEBİA, I, s.663. 28 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, MÜİFV Yayınları, İstanbul 1995, I, s.49; İbn Haldun, Mukaddime, I, s.335. 29 Corci Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, çev. Zeki Meğamiz, Dersaadet, 1328-1330 (19101912) VI, s.21-22. 30 Bkz. Kutlu, “Ehl-i Beyt Sembolik Kapitalinin tarihi Süreç İçinde Semerelendirilmesi” İslamiyat (2000), cilt III, sy.III, s.111. 31 İbn Haldun, Mukaddime, I, s.351. 7 Araplarda, kabileler arasındaki kan davalarının önemli bir yeri vardı. İntikam konusunda hassastılar. Bir kabileden bir kişi öldürüldüğü takdirde, o kabile mensupları karşı taraftan, öldürülen kişiye denk birini öldürmeden veya diyetini almadan huzur bulamazlardı. Hatta intikamını almadığı sürece zırhını çıkarmamaya, başına koku sürmemeye, şarap içmemeye ve kadınlara yaklaşmamaya yemin ederlerdi.32 Bütün bunların yanında kabile asabiyetinin “hilf” (antlaşma, ittifak) ve “civar” (resmi koruma güvencesi) gibi yönleri de vardı.33 Yani hâlif (müttefik olan kişi veya kişiler) ve car (güven altındaki kişi veya kişiler) statüsünde ki kişiler, diğer kabilenin bir üyesi gibi muamele görürlerdi. 34 Görüldüğü gibi kan bağı35 ve antlaşmalar mukaddes görüldüğü gibi civar (resmi koruma) hukukuna da önem gösterilmiştir. Bazen bu hukuka riayet ettikleri için iki yakın akrabanın arası bile açıla biliyordu. Abdülmuttalib ile Harb b. Ümeyye buna somut bir örnektir, çünkü Harb b. Ümeyye, Abdülmuttalib’in emanı altındaki bir Yahudi’yi öldürmüş, bu da bu iki akrabanın arasının açılmasına sebep olmuştur.36 Kabileler arasında ki mücadelede “Eyyamu’l-Arab”ın37 ayrı bir yeri vardır. Bu savaşların meydana gelmesinde ki sebeplerin arasında şunları zikrede biliriz: komşu kabilenin hukukuna riayetsizlik, kan davaları ve 32 Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, V, s.85-86. Cevad Ali, Tarihu’l-Arab Kable’l-İslam, I, s.352 vd.. 34 Muhammed İbn Habîb (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari Kureyş, tah. Hurşid Ahmed Farık, Haydarâbâod 1964, s.88 vd.. 35 Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, Ankara Üniversitesi Yayınları, XLII, Ankara 1963, s.2. 36 Ebû Abdillah Muhammed İbn Sa’d, (230/844), et-Tabakatü’l-Kübra, Beyrut 1985, I, s.87. 37 İslam öncesi Eyyamu’l-Arab için bkz. Ebu Ubeyde, Eyyamu’l-Arab Kable’l İslam, tah. Adil Casim el-Beyati, I-II, Beyrut 1987. 33 8 ekonomik hususlar.38 Öyle ki, bazen bir sınır anlaşmazlığı veya birinin himayesi altındaki bir kişinin hakarete uğraması neticesinde kavga eden iki kişinin mücadelesine diğer kabile fertleri de katılır ve sonuçta bir kabile savaşı çıkardı. Savaşan iki kabilenin arasındaki uzlaşmayı, kavgaya iştirak etmeyen aileler yaparlardı. Az zarar gören kabile, çok zarar gören kabilenin zayiatının diyetini öderdi.39 Bu insanlarda, “Haklı da olsa, haksız da olsa kardeşine yardım etmek” zihniyeti hâkimdi. Bu zihniyetin hâkim olduğu toplumlarda, kardeşlerin bir biri ile olan bağıları güçlenirken, amca çocuklarıyla olan bağlar daha çabuk bozula biliyordu. Düşmanlık seviyesine ulaşabilen bu bozukluklar, bazen birbiri ile savaşmaya kadar gidebiliyordu. Nitekim Kusay’ın oğulları Abdüddar ve Abdümenâf oğulları arasındaki rekabet, Hâşimiler ile Emeviler arasindaki gerginlik40 ve bu tezimizde inceleyeceğimiz Alioğulları ile Abbasoğulları arasındaki mücadele birçok örnekten sadece bir kaçıdır. 3. HİLAFET KAVRAMI VE TARİHÇESİ Araplardaki bu kabile asabiyetinin gelişmesi, muhtemelen İslam’dan önce köklü bir devlet geleneğine sahip olmadıklarından kaynaklanmaktadır.41 Bu düşüncelerle hareketle burada şöyle bir karşılaştırma yapmayı uygun gördük; Avrupa’nın devlet yönetme anlayışı ile Müslümanların devlet yönetme anlayışları birbirinden farklıdır. Batıda Devlet ve Kilise, yani siyasi meseleler ile dini meseleler birbirinden ayrıdır. Hiç biri bir diğerinin alanına girmez. Ancak Müslümanlarda böyle bir uygulamanın olmadığını görmekteyiz. İslam’ın ilk devirlerinde Halife, hem ordu komutanlığı yapar, hem ülkedeki 38 İbn Haldun, Mukaddime, I, s.373. E. Mittwoch, “Eyyamu’l-Arab”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.421. 40 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İlmi Müşavir ve Redaktör Hakkı Dursun Yıldız, Çağ Yayınları, İstanbul 1992-1993, I, s.185. 41 Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.6; Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri, s.8. 39 9 idari teşkilatı yönetir, hem de camide imamlık yapardı. Bazen minbere çıkar dini konuda vaaz ederdi, bazen de aynı minberden tamamen siyasi ve maddi meseleler konuşurdu. Yani halife, hem siyasi meselelerin, hem de dini meselelerin başındaki kişi idi.42 Halife İslam’ın siyasi tarihinde belki en çok kullanılan ve üzerinde en çok tartışılan kavramların başında gelmektedir. Hilafet sözlükte, “kendisinden sonra arkasından gelen”,43 “yerine geçen, birinin ölümü veya acziyeti sebebiyle onun yerine geçip temsil eden”44 anlamlarına gelmektedir. Terim anlamını ise, “görevi, İslam’ı hükümlerini uygulamak ve dinî muhafaza etmek olan, din ve dünya işlerini peygamber adına yönetip, yürüten kimseye halife, bu kişinin başında bulunduğu, geçerliliğini kaçınılmaz oluşundan alan kamu otoritesine de hilafet denir”,45 şeklinde özetlenebilir. Kur’an-ı Kerîm’e baktığımızda, devlet yapısını ve idari teşkilatı tanzim eden açık hükümlerin olmadığını görmekteyiz.46 Ancak vahiyle bildirilmemiş meselelerin müşavereye bırakılması,47 emanetlerin ehli olanlara verilmesi,48 insanlar arasında adaletle hükmedilmesi,49 Allah’a ve Peygamber’e ve ululemre (idarecilere) itaat edilmesi,50 anlaşmazlığa düşüldüğünde Allah’a ve 42 Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, çev. İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları, İstanbul 2007, s.23-24. 43 Ebû’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed er-Râğıb el-İsfahânî (502/1108), el-Müfredât fi Garîbi’lKur’ân, Mısır 1452, s.222. 44 Ebu’l-Fazl Cemâluddin Muhammed b. Mükerrem el-Ensâri İbn Manzûr (711/1311), Lisanu’lArab, IX, Beyrut 1955-1956, s.82. 45 Mehmet Azimli, Halifelik Tarihine Giriş Başlangıçtan IX. Asra Kadar, Çizgi Yayınları, Konya 2012, s.3-4. 46 Bu hususta geniş bilgi için bkz., Mehmed Said Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi KavmiyetçilikHilafetin Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011, s.48 vd. 47 42/Şûrâ, 38. 48 4/Nisâ, 58. 49 4/Nisâ, 58. 50 4/Nisâ, 59. 10 Peygamber’e başvurulmasına,51 bilinmeyenin ardına gitmeme52 gibi siyasi düstur mahiyetinde emirler mevcuttur.53 Bütün bunlara rağmen Müslümanların, halifeler için Halifetullah, Emiru’l-Müminin ve İmam gibi sıfatlar kullandıklarını görmekteyiz. Kur’an’da belli bir yönetim biçimi ve devlet yapısı ile ilgili hükümlerin bulunmadığı gibi, bu konuyla alakalı ayrıntılı ve kesin kurallar da konulmamıştır. Kur’an sadece devlet yapısının temel ilkelerinden bazılarına işaret etmiştir. Görüldüğü gibi Allah, yönetim işini insanlara bırakmıştır. İnsanlara bıraktığı için de kesin hükümler koymamıştır. Çünkü insanoğlu kendini sürekli yenileyen ve geliştiren bir varlıktır. Bu sebeple değişen zaman ve mekân ile birlikte yönetim biçimleri de değişmektedir. Yani zaman değişmesiyle birlikte hükümler de değişir.54 Seyyid bey bu konuda şöyle demektedir: “Hilafet doğrudan doğruya milletin işi olup zaman icâbâtına bağlıdır”.55 Aslında, bulunduğu çağın ve coğrafyanın ihtiyaçları göz önünde alındığında herhangi bir siyasî sistem, Müslümanca yaşamanın temel ilkelerine bağlı kaldığı sürece, bunu hilafet sistemi olarak telakki edebiliriz.56 Hz. Peygamber’in vefatı ile birlikte, ashap bir hilafet kurumu oluşturmaya başlamıştır. Bu kurumun resmi bir seçim şekli bulunmadığı gibi, kurumsallaşmasında da sahabiler kendi eski adetlerinden, yani Arap örfünden faydalanmışlardır.57 51 4/Nisâ, 59. 17/İsrâ, 36. 53 Geniş bilgi için bkz. Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik- Hilafetin Kureyşliliği, s.48. 54 Ali Haydar Emin Efendi, Düreru’l-Hukkam, Şerhi Mecelletu’l-Ahkâm, İstanbul 1330, 39. Madde. 55 Seyyid Bey, Hilafetin Mahiyeti Şeriyesi, Ankara 1340, s.6. 56 Mümtaz Ahmet, İslamî Siyaset Teorisi ve Sorunları, çev. Halim Sırçancı, İstanbul 1997, s.14. 57 Abdulaziz Dûrî, en-Nuzumu’l-İslâmiyye, Bağdad 1988, s.7-8; Ayrıca bkz. Atalan, “Hz. Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet Tartışmaları”, FÜİFD, c. IX, sy. II (2004), s.65. 52 11 Hz. Ebu Bekir Benî Saide gölgeliklerinde hilafete getirilmesinde onun öne sürdüğü “Kureyşlilik”58 fikri etkili olmuştur. Çünkü siyasi ve içtimai anlamda Kureyş kabilesinin Arap yarımadasında ciddi bir ağırlığı vardı. Bunun bilincinde olan Medineli Ensar, bu argüman karşısında hilafet konusunda fazla ısrarlı olmamışlardır. Böylelikle İslam tarihinde ilk halife seçilmiş oldu. Bu aynı zamanda hilafet kurumunun da başlangıcıydı. İkinci halife Hz. Ebu Bekir tarafından atanan Hz. Ömer olmuştur. Yaptığı uzun istişareler sonucunda Hz. Ömer’i bu makama layık gören Hz. Ebu Bekir’in bu hareketi ileride hilafeti saltanata çevirenlerin istismarına uğramıştır. Ancak unutulmamalıdır ki Hz. Ebu Bekir ashabın çoğunluğunun kabul ettiği birini tayin etmiştir ve tayin ederken de onun soyuna ve nesebine bakmamıştır. Hz. Ömer kendisinden sonra ki halifenin belirlenmesini altı kişilik bir şuraya bırakmıştır. Ancak Hz. Ömer o şura da olan Hz. Ali ve Hz. Osman’a tavsiyelerde bulunması dikkat çekicidir. Hz. Ömer ikisine de eğer hilafete gelmeleri halinde kendi akrabalarını yönetime getirmemelerini söylemiştir. Aslında bu tavsiyeler Hz. Ömer’in bu iki şahsiyetin karakterlerini iyi bildiğini göstermektedir. Çünkü Hz. Osman hilafete gelmesi ile birlikte akrabalarını üst düzey mevkilere getirmiştir. Hz. Ömer biri Haşimilerden, biri de Emevilerden olan bu şahısların finale kalması durumunda, olası bir kabile çekişmesini önlemek için önceden tedbir alma gereği duymuştur. Hz. Ömer’in şûraya atadığı kişiler, hilafete Hz. Osman’ı layık görmüştür. Hz. Osman halifelik sürecinde yaptığı bazı yanlış uygulamalar toplumda huzursuzluğa sebep olmuş ve bunun neticesinde ayaklanmalar baş göstermiştir. Netice itibari ile Hz. 58 Hilafetin kureyşliliği ile ilgili ayrıntı bilgi için bkz. Mehmed Said Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik- Hilafetin Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011. 12 Osman ayaklanan bu isyancılar tarafından öldürülmüştür. Bu aynı zaman da hilafet makamının da boşaldığı anlamına gelmekteydi. Bunun üzerine orada bulunan isyancılar Hz. Ali’yi halife seçmiş ve ona biat etmişlerdir. Ancak Şam valisi olan Muaviye Hz. Ali’ye biat etmeyi reddetmiş ve onun Hz. Osman’ın katillerini bulmasını istemiştir. Muaviye’nin asıl amacı Hz. Osman’ın katilinin bulunması değildi. O, onun kanını bahane ederek hilafeti ele geçirmek istiyordu. Bu uğurda Hz. Ali ile savaşmayı bile göze almıştı. Muaviye ile Hz. Ali’nin arasında geçen ve Sıffin diye bilinen savaşın neticesinde Tahkime başvurulmuştur. Burada Muaviye hile yapmış ve kendini halife ilan etmiştir. Ancak Hz. Ali ve taraftarları bunu kabul etmemiştir. Yani İslam dünyasının iki halifesi vardı. Hz. Ali öldürülünce yerine Hz. Hasan getirildi. Muaviye Hz. Hasan’ı bir şekilde ikna edip halifeliği ondan aldı ve artık İslam dünyasının en güçlü siyasi otoritesi olmuş oldu. Bundan sonra ise halifelik saltanata dönüştü. Artık her halife kendisinden sonra kendi oğlunu halifeliğe veliaht olarak tayin etmiştir.59 59 Geniş bilgi için bkz. Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul 2012, s.189-199, s.294-389. 13 4. EMEVİ-HAŞİMİ İLİŞKİSİ Beni Hâşim ve Benî Ümeyye’nin ortak atası olan Abdümenâf, Kureyş kabilesini bir araya toplayan, bu kabileyi bedevilikten hadariliğe, yani yerleşik hayata geçiren ve aynı zamanda bu kabileyi Mekke’ye hâkim kılan Kusay’ın oğludur. Abdümenâf oğullarının, Kureyş ticaretini geliştirmesiyle birlikte artan itibarı ki bu itibar hem çevre devletlerin hükümdarları nezdinde, hem de Arapların nezdinde ciddi anlamda hissediliyordu, onları, Kureyş’in Hicâbe, Liva, Nedve, Rifade ve Sikâye gibi önemli işlerine talip olmaya sevk etti. Ancak bu görevleri elinde bulunduran Abdüddâr oğulları, bunları Abdümenaf oğullarına vermek gibi bir niyetleri yoktu. İyice ortalığı geren bu çekişme, Kureyş kabilesini ikiye böldü. Abdümenâf oğulları tarafında olanlar, onların itibarının yüksek olduğunu, dolayısı ile bu görevleri ifa etmekte Abdüddâr oğullarından daha layık olduklarını vurgulamaktaydılar. Abdüddar oğulları tarafında olanlar da, bu görevi onlara Kusay’ın verdiğini ve onun emrinin çiğnenemeyeceğini, dolayısı ile bu görevlerin onların elinde kalması gerektiğini söylüyorlardı.60 Hararetli tartışmaların sonunda Hicâbe, Livâ, ve Nedve Abdüddar oğullarının elinde kalmasına, Kıyâde, Rifâde ve Sikâye’nin de Abdümenâf oğullarına verilmesine karar verildi. İki tarafın yapmış olduğu bu antlaşma hiç bozulmadan, İslâm dini ortaya çıkıncaya kadar devam etti.61 Abdümenaf, oğullarının bu görevleri kendi kontrollerine almaların sebebi, maddi çıkar elde etmek için değildi; tam aksine bu bir şeref ve itibar 60 Geniş bilgi için bkz., Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.61-62. Ebû Muhammed Abdulmelik İbn Hişâm (218/833), es-Sîretu’n-Nebeviyye, tah. Mustafa esSakkâ, Kahire 1955, I, s.131-132. Ayrıca bkz., Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.63; W. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. M. Rami Ayas ve Azmi Yüksel, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 175, Ankara 1986, s.12. 61 14 mücadelesi idi. Bilindiği üzere, bu görevleri üslenen ve hakkıyla yerine getiren kabileler ciddi anlamda itibar sahibi olurlardı.62 Bunun sebebi kabile asabiyeti anlayışında yatmaktaydı. Çünkü asabiyette asıl olan itibar ve şerefti. Şeref ise İbn Haldun’un ifadesiyle asabiyettin sırrıydı.63 Abdümenâf’ın ölümünden sonra, Sikâye ve Rifâde’yi oğlu Hâşim, Kıyâde’yi de diğer oğlu Abdüşems, yani Ümeyye’nin babası almıştır.64 Hâşim, Kureyş kabilesinin büyüklerinden ve efendilerindendi.65 O, sikâye ve rifâde yanında bir de Riyâset (başkanlık) görevini yürütüyordu.66 O, Kureyş kervanlarının yılda iki sefer, yaz ve kış olmak üzere seyahatlerini tertipleyen ve âdet haline getiren kişiydi.67 O, sürekli ticaretle meşgul idi. Gazze’ye düzenlenen bir seyahatte vefat edince Riyâset, Rifâde ve Sikâye görevlerini kardeşi Muttalib üstlenmiştir.68 O aynı zamanda, Hâşim’in oğlu Şeybe’yi (Abdülmuttalib) de yanına almıştır. Muttalib’in ölümü üzerine, bütün görevler, yeğeni Abdülmuttalib’e intikal etmiştir.69 Abdülmuttalib, Cürhüm kabilesi tarafından doldurularak yeri belirsiz hale getirilen zemzem kuyusunu keşfedip yeniden kazarak açması,70 onun toplumdaki itibarını ciddi anlamda yükseltmiştir. Abdülmuttalib’in itibarının yüksek olduğunu gösteren bir başka delilde Suriye ve Yemen ile yaptığı 62 Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.66-67. İbn Haldun, Mukaddime, I, s.342. 64 Ebû’l-Velîd Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Ahmed el-Ezrakî (222/837), Ahbâru Mekke, Mekke 1352, 1357, I, s.111. 65 İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2010, s.23. 66 Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Mâverdî (450/1058), A’lâmu’n-Nübüvve, thk. Muhammed elMu’tasım, Beyrut 1987, s.253. 67 Şihabuddin Ahmed b. Abdilvehhab en-Nüveyrî (732/1332), Nihâyetu’l-Ereb fi Funûni’l-Ereb, Kahire 1923-1955, II, s.358. 68 İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s.81. 69 Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.72. 70 İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, I, s.143. 63 15 ticaretlerdir. Ayrıca sikâye ve rifâde görevlerini yürütmesi de, itibarının yükselmesine vesile olan sebepler arasındadır.71 Abdümenafoğullarının birbiri ile mücadelesi Emevilerin Haşimilerin emanı altında birini öldürmesiyle birlikte başlamıştır.72 Ancak İslamiyet’ten önce Emeviler ile Haşimiler arasındaki çekişme hiç kanlı bitmemiştir. Daha çok sözlü tartışma boyutunu geçmeyen bu çekişme de genelde bir hakem müdahalesiyle orta yol bulunuyordu.73 İslamiyet’in doğuşuyla birlikte bu mücadele farklı bir boyut kazanmıştır. Çünkü son peygamber olan Hz. Muhammed Haşimoğullarına mensuptu. Bu da Emevilerin hiç hoşuna gitmemiş ve Haşimilere karşı olan kin ve öfkelerinin artmasına sebep olmuştur. Mekke’nin fethine kadar ciddi bir mücadelenin içine giren bu iki kabile, yeri geldiğinde birbiri ile savaşmışlardır. Mekke’nin fethinden sonra bir yumuşama dönemi başlamıştır. Bunun sebebi ise Emevilerin Mekke’nin fethinde İslamiyet’i seçmelerinde yatmaktaydı. Ayrıca Hz. Peygamber “Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”74, ayeti doğrultusunda hareket edip, kabilecilik anlayışını asgariye indirmiş ve insanların hepsinin eşit olduğunu vurgulaması da yumuşamaya etki eden faktörlerden bir tanesidir. Yumuşama dönemi Hz. Osman’ın hilafete seçilmesiyle birlikte son bulur. Hz. Osman’ın halifelik döneminde yaptığı bazı yanlışlar ki bunlardan bir 71 W. Montgomery Watt, Abd al-Muttalib, Encyclopedia of Islam (new edition), I, s.80. el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.72. 73 Muhammed İbn Habib (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari Kureyş, thk. Hurşid Ahmed Farık, Haydarâbâod 1964, s.136-137. 74 49/Hucurât, 10. 72 16 tanesi Emevileri çok kayırmasıydı, Emevi- Haşimi mücadelesinin tekrar canlanmasına sebep oldu. Aslında canlanma halifelik seçiminde Hz. Osman ile Hz. Ali’nin finale kalmasıyla birlikte başlamıştır denebilir. Çünkü orada herkes kendi kabilesine mensup olan birinin halife olmasını istiyordu. Hz. Osman’ın kazanması ile birlikte Emeviler galip gelmiş oldu. Hz. Osman’ın yanlış politikaları yüzünden çıkan isyanların neticesinde Hz. Osman öldürülmüştür. Onun yerine halifelik makamına Haşimilerden Hz. Ali seçilmiştir. Daha çiçeği burnunda halifeyi bekleyen en büyük sorunlardan biri hilafetinin meşruiyetiydi. Şöyle ki, Emevilerden olan Şam valisi Muaviye, Hz. Osman’ın kanını talebi bahanesiyle Hz. Ali’ye biat etmemiştir. Neticede bu ikisi arasında gerçekleşen ve tarihe Sıffin savaşı olarak geçen savaş vukuu bulmuştur. Savaşta yenilmek üzere olan Muaviye kurnazca bir manevra yaparak savaşı durdurmuş ve olayın hakemler tarafından kararlaştırılmasına karar verilmiştir. Tahkim olayı olarak bilinen bu olayda Muaviye hile yaparak hilafeti ele geçirmiştir. Ancak Hz. Ali ve taraftarları bunu kabul etmemiştir. Onlar Hz. Ali’yi halife olarak kabul etmiş ve bu düşüncelerle de Kufe’ye geri dönmüşlerdir.75 Netice itibariyle İslam coğrafyasında artık iki halife vardı. Bunlardan biri Emevilerden olan Muaviye, diğer ise Haşimilerden olan Hz. Ali. Hz. Ali uzun süre halifelik yapamadan öldürülmüş ve yerine oğlu Hz. Hasan getirilmiştir. Muaviye uzun uğraşlar sonucunda Hz. Hasan’ı halifelikten feragat etmesinin sağlamıştır. Artık İslam coğrafyasının tek halifesi vardı, o da Emevilere mensup olan Muaviye idi. Böylesi bir fırsatı iyi değerlendirmeye 75 Geniş bilgi için bkz. Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul 2012, s.266-283. 17 çalışan Muaviye, bu makamı Haşimilere kaptırmamak için kendinden sonra oğlu Yezid’i veliaht olarak tayin etti. Bu karar Haşimilerin tepkisi çekmiş, ancak Muaviye kararından vaz geçmemiştir. Yezid halifelik makamına oturunca ona ilk isyan eden Hz. Hüseyin olmuştur. Yapılan tüm uyarılara rağmen isyan eden Hz. Hüseyin, Yezid’in ordusu tarafından Kerbela’da öldürülmüştür.76 Bu isyandan sonra Haşimiler uzun bir süre sessizliğe bürünmüştür. Bu sessizlik Abbasi ihtilali ile birlikte bozulmuştur. Abbasi ihtilali Eemvi- Haşimi mücadelesinin son halkasıydı. İki kabile arasında ki mücadele Haşimilerin galibiyeti ile son bulmuştur. Bundan sonraki süreçte Haşimoğullarının kendi içindeki siyasi mücadele başlamıştır. Tabiat boşluk kabul etmez sözü burada karşımıza çıkmaktadır. Çünkü kabile asabiyeti ile hareket eden bir topumda kabilelerin mücadelesi hiç eksik olmaz. Henüz ciddi bir çekişme içinde bulunmayan Haşimoğulları, iki büyük kabileyi içinde barındırıyordu. Bunlar Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin içinde bulunduğu Talibiler ve Hz. Abbas’ın mensubu olduğu Abbasilerdi. Abbas b. Abdülmuttalib’in nesline Abbâsiyyûn, yani Abbasiler denmektedir. Bu nesil Abdullah ve Ma’bed’den devam etmektedir.77 Abbasi hanedanlığı Abdullah’ın neslindendir.78 Ebu Talib’in nesline Talibiyyun, yani Talibiler denmektedir. Bu nesil üç koldan devam etmektedir. Birincisi Aleviyyûn, ikincisi Caferiyyûn ve üçüncüsü Akîliyyûn’dur. Hz. Ali’nin nesli, oğulları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Abbas ve Ömer yolu ile 76 Geniş bilgi için bkz. Ünal Kılıç, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Asitan Yayınları, Sivas 2010, s.15-48. 77 en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371. 78 en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371. 18 devam etmektedir. Cafer b. Ebî Talib’in nesli şu kollardan ilerlemektedir; Abdullah b. Cafer’in oğulları Ali, İsmail ve İshak. Akîl b. Ebi Talib’in nesli, torunu Abdullah el-Ahvel’in oğulları Muhammed ve Müslim’den devam etmektedir.79 79 en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371. 19 I. BÖLÜM HİCRİ I. ASIRDA HAŞİMOĞULLARI 1.1.HAŞİMOĞULLARINA GENEL BİR BAKIŞ Kureyş kabilesinin önemli bir kolu olan Haşimoğulları, hicri I. asırda siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alanda aktif olan bir kabileydi. Bu kabilenin en önemli temsilcilerinden biri Alioğulları, diğer ise Abbasoğulları idi. Bu iki kol birbiri ile uyum içinde geçinir, çıkan bazı çekişmeleri kabile düzeyine taşımadan bireysel boyutta hallederlerdi. Alioğullarından olan Hz. Ali İslamiyet’i kabul eden ilk kişilerdendir. Buna karşılık Abbasilerin en önemli temsilcilerinden biri olan Hz. Abbas İslamiyet’i Mekke’nin fethinden sonra kabul etmiştir. Mekke’nin fethine kadar müşrik olarak yaşayan Hz. Abbas, bu zaman zarfında ne Alioğulları ile ne de Hz. Ali’yle ciddi bir sıkıntı yaşamamıştır. Bu iki kişi arasındaki iyi ilişki, Hz. Abbas’ın İslamiyet’i seçmesinden sonra daha da pekişmiştir. Bu iki sahabenin ilişkisinin hangi düzeyde olduğunu şu misal özetlemektedir: Hz. Fâtıma vefat ettiğinde onu Hz. Ali yıkamış ve fazla kimseye haber etmeden defnetmiştir. Namazını ise Hz. Abbas kıldırmış ve kabre de Hz. Ali ile birlikte Fadl b. Abbas indirmiştir.80 Hz. Abbas’ın, Hz. Ali’nin hilafeti için ona biat edilmesi için çaba sarf etmiş olması, bu iki şahsın arasında bir sorunun olmadığını ve makam mevki kavgasının da yaşanmadığını gösteren en somut örnektir.81 Şunu açık bir şekilde söyleyebiliriz ki Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in vefatından sonra, hilafet makamına talip olmamış, hatta kendisine biat etmek isteyen Ebu Sufyan’ın 80 Muhammed b. ahmed ez-Zehebî (748/1374), et-Târîhu’l-İslâm ve Vefayâtu’l-Meşâhîr ve’lA’lâm, thk. Ömer Abdusselâm Tedmurî, Beyrut 1994-1998, s.47-48. 81 Sarıçam, Emevi- Hâşimi İlişkileri, s.363. 20 teklifini bile reddetmiştir.82 Şöyle ki, Hz. Ali’nin halife olmasını isteyenlerden biri de Ebû Sufyan’dı. O, Hz. Ebû Bekir’e biat edildiği günlerde Hz. Ali’nin yanına gidip ona, “Ey Ebû Hasan, uzat elini sana biat edelim” demiştir. Ancak Hz. Ali bunu reddetmiş ve ona, “sen sadece fitne çıkartmak istiyorsun, İslam düşmanlığın hâlâ devam ediyor, senin nasihatlerine ihtiyacımız yok” şeklinde cevap vermiştir.83 Hz. Ali’den umduğunu bulamayan Ebû Sufyan, bu kez Hz. Abbas’ın yanına gidip, aynı teklifi ona yapmıştır. Hz. Abbas da, Hz. Ali’nin kabul etmediği bir şeyi kendisinin de kabul etmeyeceğini bildirerek teklifini reddetmiştir.84 Ebû Sufyan’ın asıl amacının Hz. Ali’yi veya Hz. Abbas’ı halife yapmaktan ziyade, Abdülmenaf oğullarını iktidara getirmekti.85 Bundan dolayı Hz. Ali ile Hz. Abbas’ın arasında ki ilişkinin hangi düzeyde olduğunu bu örnekten çıkartmamız mümkündür. Ayrıca Hz. Abbas ile Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’in cenaze işlemlerini birlikte yürütmüş olmaları bu iki sahabenin ikili ilişkilerinin iyi olduğunu göstermektedir.86 Hz. Abbas vefat ettiği 32/652 yılına kadar Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile iyi ilişkiler içinde olmuştur.87 Hz. Abbas’ın oğlu Abdullah da babasının tavrına benzer şekilde hareket etmiştir. Mesela Hz. Ömer, Abdullah b. Abbas’a Hıms valiliğini teklif etmiş, ancak o bunu kabul etmemiştir.88 Bu misalde görüldüğü gibi, Abdullah b. Abbas babası Hz. Abbas gibi ilk üç halife ile iyi ilişkiler içinde olmuştur. O kadar iyi ilişkiler içinde 82 Bunun için bkz. Abdulhamîd Hibetullah b. Muhammed b. el-Hüseyin İbn Ebi’l-Hadîd (655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa, VI, Beyrut 1957, s.18. 83 el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.588. 84 İbn Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa, VI, s.18. 85 Numani eş-Şiblî, Asrı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, V, İstanbul 1979, s.163. 86 Taberî, Târîh, II, s.202; İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, IV, s.312. 87 Abdülazîz Muhammed el-Lümeylim (98-232), el-Alâkât beyne’l-Aleviyyîn ve’l-Abbâsiyyîn, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1993, s.36-37; Sarıçam, Emevi- Hâşimi İlişkileri, s.363. 88 el-Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, II, s.330. 21 olmuşlardır ki, Hz. Ömer Abdullah b. Abbas’a valilik teklifi etmiştir, ancak o bunu kabul etmemiştir. Ayrıca Abdullah b. Abbas, Hz. Osman tarafından 36/ 656 yılında hac emiri olarak tayin edildi.89 Hz. Ali halifeliğini ilan edince, ona ilk biat edenlerden biri Abdullah b. Abbas olmuştur.90 O, Hz. Ali’nin yanında Cemel ve Sıffin savaşlarına iştirak edenlerdendi. Ayrıca Hz. Ali, Abdullah b. Abbas’ı Basra’ya ve Hz. Abbas’ın diğer oğullarını çeşitli vilayetlere vali olarak atamayı uygun görmüştü.91 Ancak bu iki sahabenin arası Hz. Ali’nin, Abdullah b. Abbas’ı devlet hazinesinden aldığı bir şey ile ithamda bulunmasıyla birlikte bozulmuştur. Duruma kızan Abdullah b. Abbas hem Basra valiliğini bırakmış, hem de siyasetten uzaklaşmıştır. Mekke’ye dönmüş ve kendini ilme vermiştir.92 Muaviye b. Ebu Sufyan hilafet makamına geçmesiyle birlikte Abdullah b. Abbas onun yanına geçmiştir. Ayrıca Yezid’in idaresinde Konstantin seferine katılır (49/669).93 Ancak bütün bunlar Abdullah b. Abbas’ın Alioğulları ile ilişkisinin kesildiği anlamına gelmemektedir. O, Alioğulları ile iyi ilişkilerini devam ettirmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz iyi ilişkilerin aslında genel itibariyle bütün Abbasoğulları ile Alioğulları arasında vardı. Mesela Mekke’de baş gösteren kıtlık üzerine, Ebu Talib’in yükünü hafifletmek için, Hz. Peygamber ve Hz. Abbas onun oğullarını yanlarına almışlardır. Hz. Peygamber Hz. Ali’yi, Hz. Abbas da Cafer’i almıştır. Ca’fer Müslüman olana kadar Hz. Abbas’ın yanında kalmıştır.94 Ayrıca Hz. Hasan, Muaviye ile giriştiği mücadelede Ubeydullah b. 89 Taberî, Târîh, V, s. 15. Taberî, Târîh, V, s. 15. 91 Taberî, Târîh, V, s. 232. 92 İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, s.323; el-Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, II, s.330. 93 Taberî, Târîh, V, s. 232. 94 Fığlalı, İmamiyye Şiası, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul 2008, s.73. 90 22 Abbas’ı komutan olarak tayin etmiştir.95 Alioğullarına mensup olan biri, Abbasoğullarından birini komutan yapıyor Şunu açıkça söyleye biliriz ki, hicri birinci asırda bir Abbasiyyun-Talibiyyun farklılaşması söz konusu değildi. Çünkü bu iki kabile arasında ki ilişki, karşılıklı dostluk ve samimiyet üzerine inşa edilmişti.96 Bu kabileler Müslüman olmalarına rağmen eski Arap örf ve adetlerini uygulamaya devam ediyorlardı. Yeri geldiğinde gene kabilecilik ve kan bağı gibi konular tekrar gün yüzüne çıkabiliyordu. Bir misal vererek konumuzu daha anlaşılır kılmak istiyoruz. Hz. Abbas’ın, sikâye görevini Ebu Talib’den devralması97 ve Taif’de bir üzüm bağının olması,98 onun ve kabilesinin hem ekonomik, hem de sosyal anlamda yüksek itibara sahip olduğu anlamına gelir. Ayrıca Mekke’nin fethinden sonra, Hz. Peygamber sikâye görevini tekrar Abbasoğullarına vermiştir. Taliboğullarından Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ise bu görevin tekrar, Ebu Talib’de olduğu gibi kendilerine verilmesini istemiş ve Abdullah b. Abbas ile görüşmüştür. Ancak Abdullah, Muhammed b. Ali elHanefiyye’nin bu teklifini sert bir şekilde reddetmiştir.99 Bu olay, iki kabile arasında vuku bulan ilk çekişmelerden görülebilir. Çünkü bundan önce ciddi bir muhalefetin olduğunu söylemek güçtür. Kaldı ki, bu çekişme şahıslar düzeyinde kalmıştır. Bir Abbasiyyun, Talibiyyun farklılaşmasına sebep olmamıştır. Abbasoğulları, Hz. Ali dönemi hariç, hicri I. yüzyıl boyunca, siyasi ve askeri alanlarda ciddi rol oynamamışlardır. Ayrıca Abbasoğullarının, Şiî ve 95 İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, s.404. Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Ammâr b. Yezid”, Dini Araştırmalar, cilt 8, sy. 22, s.88. 97 el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.64. 98 el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.57. 99 el-Ezrakî, Ahbâru Mekke, I, s.66. 96 23 Harici gibi gruplara siyasi mezheplere topluca dahil olduğu ve desteklediği de görülmemektedir.100 Hz. Ali’nin hilafete seçilmesinden vefatına kadar ki çalkantılar döneminde, Abbasiler Alioğulları ile birliktelerdi, onların tarafındalardı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Abbasilerden olan Abdullah b. Abbas Muaviye’nin hilafet makamına geçmesiyle birlikte onun tarafına geçmiştir. Ancak bu sadece bireysel düzeyde olmuştur. Yoksa Abbasilerin büyük bir çoğunluğu Alioğulları tarafındaydı. Haşimoğulları kendi içlerinde genel itibariyle iyi ilişkiler içinde olmuşlardır. Bir Abbasoğlu-Talipoğlu farklılaşmasından bahsetmek mümkün gözükmemektedir. 1.2.KERBELA OLAYINDA HAŞIMOĞULLARI Hulefai Raşidin dönemin son bulmasıyla birlikte Emeviler dönemi başlamış oldu. Bu devleti kuran Muaviye, halifeliği başka bir kabileye kaptırmamak için daha önce bir örneği olmayan yola başvurmuştur. O da veliahtlık idi. Muaviye kendinde sonra halife olarak oğlu Yezid’i seçmişti. Onun bu kararına çok tepki verilmesine rağmen, o kararından vaz geçmedi ve bunu adım adım hayata geçirdi. Muaviye oğlu adına halktan biat almaya başlamıştır. Muaviye bunu hayatta iken ve siyasi anlamda çok güçlü olduğu bir zamanda yapmıştır.101 Bu sayede Şam ve Irak’ın biatını almayı başaran Muaviye, Hicaz’ın biatını alamamıştır. Çünkü buranın biatını almak Hz. Hüseyin, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr gibi Medine’nin önde gelen şahsiyetlerinin onayını almaktan geçiyordu. Muaviye uzun uğraşlar sonucunda Abbasilerden olan Abdullah b. Abbas’ı, Yezid’e biat 100 101 Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.363. Kılıç, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, I, s.16. 24 etmeye ikna etmiş102, ancak Hz. Hüseyin biat etmeme fikrinden geri dönmemiştir. Hz. Hüseyin, Muaviye’nin halifeliği döneminde vukuu bulan olaylara ses çıkarmamış, vaktin çoğunu ibadetle geçirmiştir. Ancak Muaviye’nin oğlu Yezid’i veliaht olarak tayin etmesi Hz. Hüseyin tarafından doğru karşılanmamıştır.103 Bunun bilincinde olan Muaviye, oğlu Yezid’e hilafete geçtikten sonra Hz. Hüseyin ile ilgili bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Bu tavsiyelerle Muaviye, Hz. Hüseyin’i muhtemel bir düşman olarak gördüğünü anlıyoruz. Kûfe’liler Hz. Hüseyin’in peşini bırakmayıp onu isyana teşvik edebileceklerini ve şayet Hz. Hüseyin gerçekten isyan edecekse onu affetmesini tavsiye etmiştir.104 Muaviye, bu tavsiyelerinde de siyasî dehasını göstermiştir. Oğluna yaptığı tavsiyelerle hilafetin Ümeyyeoğullarında kalmasını ve kurduğu Emevî devletinin uzun ömürlü olmasını hedeflemektedir. Genel olarak Yezid’in veliahtlığına karşı çıkanların ileri sürdükleri argümanlar şunlardır; Halifenin şûra yoluyla seçilmesi, hilafetin Ümeyyeoğullarına geçmesi ve Yezid’in İslam’a uymayan yaşantısı. Bütün bunların ötesinde şu da denebilir ki, aslında Hz. Hüseyin kendisini Yezid’den daha üstün görüyor ve bu sebeple halifelik makamına geçmesinin gerektiğini düşünüyordu. Yezid’den hem ilmi bakımdan, hem yaşantı bakımından, hem soy bakımından ve diğer birçok bakımdan üstün görüyordu.105 Gerçi Hz. Hüseyin Ehl-i Beyt kavramını çok belirgin bir şekilde siyasî bir malzeme 102 Taberi, Tarih, IV, s.254; İbn Kesir, Bidaye, VIII, s.150. Fığlalı, “İslâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Tedkik)”, AÜİFD, XXVI (1983), s.360-361; Bunun için ayrıca bkz. Abdülbâki Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik, Derin Yayınları, İstanbul 2011, s.384. 104 Dîneverî, Ahbaru’t-Tivâl, s.209. 105 Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe (276/889), el-İmame ve’s-Siyase, tsh. Muhammed Mahmud er-Râfiî, Mısır 1904, I, s.161, 163. 103 25 olarak kullanmamıştır. Bu kavram kendisinden sonra siyasallaşmaya başlamıştır. Ehl-i Beyt kavramının siyasallaşması makam mevki gözeten kişilerin işine gelmektedir. Çünkü ancak bu şekilde idareyi ele geçirir, insanların vicdanlarını hoşnut edebilir ve bu şekilde onları devlete bağlı kılınabilir.106 Yezid b. Muaviye babasının ölümüyle birlikte hilafet makamına geçmiştir. Ancak kendisine birçok kişinin biat etmemesi onu rahatsız etmiştir. O da buna karşı mücadeleye girilmesi gerektiğini düşünmüştür. Çünkü ona biat edilmemesi onun siyasi otoritesinin meşruiyetinin tartışılmasını beraberinde getirecektir. Bunun bilincinde olan Yezid, buna karşı her türlü yola başvuracaktır. Bunu yaparken de en nüfuzlu kişilerden başlamıştır ki Hz. Hüseyin bunların en önemlilerden biridir. Çünkü onun biat etmesi Yezid’e büyük bir güç katacaktır. Netice de Hz. Peygamberin torunu ve Mekke ve Medine halkı tarafından çok sevilen ve sayılan birisiydi. Ancak Hz. Hüseyin Yezid’e biat etmeme hususunda kararlıydı. Çünkü ona göre hilafet makamına oturan kişi orayı hak etmiyordu. O makama ondan daha efdal biri olan kendisi oturması gerekiyordu. Bu düşüncelerle hareket eden Hz. Hüseyin Yezid’e karşı bir kitle oluşturmaya çalışmıştır. Ona en büyük desteği Kufe vermiştir ve Hz. Hüseyin bunu kullanmak istemiştir. Onlar her fırsatta Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet ediyor ve girişilecek olası bir ayaklanmaya Mekke’den ziyade Kufe’de başlanması daha isabetli olacağına inanıyor ve Hz. Hüseyin’i buna inandırıyorlardı. Ancak Mekke ahalisi Kufe’liler gibi düşünmüyor ve Hz. Hüseyin’in oraya gitmemesini istiyorlardı. Onlar Hz. Hüseyin’in bu şekilde 106 Mehmet Bahaüddin Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Yediveren Yayınları, Konya 2004, s.157. 26 ayaklanmasının doğru olmadığını, eğer ayaklanırsa ciddi anlamda zarar göreceğini söylüyorlardı.107 Abdullah b. Abbas, Hz. Ali taraftarlarının ısrarlı daveti üzerine Kufe’ye doğru yola çıkan Hz. Hüseyin’e engel olmaya çalışmıştır. O, Hz. Hüseyin’e Kûfe’lilere güvenilemeyeceğini, babasını terk ettikleri gibi kendisini de terk edeceklerini söyleyerek onu düşüncesinden vazgeçirmek istemiş108 ama ancak sözünü dinletememiştir. Bunun üzerine Kerbela faciası vukuu bulmuş ve bu haberi alan Abdullah b. Abbas çok üzülmüştür.109 Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gitmemesi için uyaranlardan biri de Abdullah b. Ca’fer’dir. O, Hz. Hüseyin’e, bugün helak olursa yeryüzünün nurunun söneceğini ve kendisinin doğru yolu gösterilen seçkinlerden olduğunu söyleyerek onu ikaz etmştir.110 Hz. Hüseyin Kûfe’ye gittiği takdirde helak olacağı endişesini dile getiriyor. Ancak Abdullah b. Ca’fer ne Hz. Hüseyin’e, ne de kendi çocuklarına kendini dinletemedi. Yapılan tüm uyarılara aldırış etmeyen Hz. Hüseyin, Kufe’nin yolunu tutmuştur. Abdullah b. Cafer’in oğulları da, kadınlı ve çocuklu onunla birlikte giderler. Ancak Abbasoğullarından kimsenin katılmaması altı çizilmesi gereken bir husustur.111 Hz. Hüseyin kafilesiyle birlikte Kerbela’ya varınca karşısında Hurr b. Yezid kumandasında bin kişilik bir orduyla karşılaşır. Ardından Ömer b Sa’d b. Ebî Vakkas dört bin kişilik bir kuvvetle ilave destek sağlar. Hz. Hüseyin’e Yezid’e biat etmesi için bir teklif götürürler. Ancak Hz. Hüseyin bu teklifi 107 Belazuri, Ensâb, III, s.376-377. Dineverî, Ahbâru’t-Tivâl, s.224. 109 Taberi, Târîh, V, s.383-384. 110 Taberî, Târîh, V, s.387. 111 Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989, s.104. 108 27 reddeder. Bunun üzerine savaş başlar. Şiddetli bir çarpışmanın sonucunda, 10 Muharrem 61/ Ekim 680’de Hz. Hüseyin kendisini Kufe’ye davet eden ve ancak onu yarı yolda bırakanların gözleri önünde hunharca katledilir. Hz. Hüseyin’in kabilesinde bulunanların çoğu bu savaşta hayatını kaybederler ve bu şekilde Emeviler bir isyanı daha bastırmışlardır. Ümeyyeoğullarının, bilhassa Muaviye’den sonra siyasi anlamda bu kadar hırslanmaları, öyle zannediyoruz ki Hz. Peygamber’den sonra kaybettikleri eski nüfuslarını tekrar elde etmek içindir.112 Hz. Hüseyin’in ailesinin birçoğu ve taraftarlarından yetmişi aşkın kişinin öldürüldüğü113 Kerbelâ114 hadisesi kaynaklarımızda ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır. İslam tarihinde önemli bir kırılma noktası olan bu “seçilmiş travma”115 hadisenin, kaynaklarımız da bu kadar geniş yer alması, bu olayın Müslümanların zihninde ne kadar derin bir iz bıraktığını göstermesi açısından önemlidir.116 Bu hadise, akabinde gelişen birçok olaya öncülük etmiştir. Başarısız olunan bu isyan sonucunda Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet eden, ancak şehit edilmesine seyirci kalarak onu yarı yolda bırakan Kufe’liler, yaptıklarından dolayı pişman olmuş ve Hz. Hüseyin’e reva görülen muamelenin intikamını almak için harekete geçmişlerdir. Kaynaklarda bu 112 Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.29-30. Öldürülenlerin sayısı hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Toplam seksen kişinin öldüğünü söyleyen rivayet için bkz. Mes’ûdî, Murucu’z-Zeheb, III, s.72. 114 Kerbelâ hadisesiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Editör Alim Yıldız, Asitan Yayınları, I-III, Sivas 2010; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi: Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Fâciası, Akçağ Yayınları, Ankara 1984; Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, c. 18, s.518-521. 115 Onat, “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Orta Doğu Dergisi, c. 2, sy. 1, s.2. 116 Kerbela vakası, bilgi, belge ve bulgulara tam anlamıyla başvurulmadan veya taraflı okumalar ve değerlendirmeler sebebiyle hala kanayan bir yaradır. Eleştirel bir bakış açısı olmadığı müddetçe de bu yara kanamaya devam edecektir. Bunun için bkz. Sönmez Kutlu, Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, OTTO Yayınları, Ankara 2012, s.111-136. 113 28 hareket “Tevvabun” hareketi olarak geçmektedir.117 Bu hareketi bazı düşünürler “Şiî” hareketi olarak değerlendirirken,118 bazı düşünürle de “İlk-Şiî” hareketi olarak değerlendirmişlerdir.119 Bu hareketin “Şiî”mi yoksa “İlk Şiî”mi olduğunu burada değerlendirip konumuzdan uzaklaşmak istemiyoruz, sadece şunu diyebiliriz ki, bu hareket “Fikir-Hadise İrtibatı”120 çerçevesinde incelenmesi durumunda, daha sağlıklı sonuçlar çıkaracağı kanaatindeyiz.121 1.3.ALİOĞULLARININ SİYASİ KARİZMASI: MUHAMMED B. ALİ ELHANEFİYYE VE EBÛ HÂŞİM Muaviye’nin vefatından sonra hilafet makamına gelen Yezid’i bekleyen işlerin başında, ona yapılması gereken biatlerin tamamlanması idi. Bu biatlerin en önemlilerinden biri Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in biatıydı. Bunun içinde o sırada Medine valisi olan el-Velid b. Utbe b. Ebu Sufyan görevlendirilmişti.122 Vali Velid, Hz. Hüseyin’i yanına çağırtır ve ondan Yezid adına bey’at almak ister. Bu arada Muaviye ölmüş, ancak ölüm haberi gizli tutulmaktadır. 117 Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.62. İbrahim Hasan, Târihu’l-İslâm, I, s.401 119 W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Sarkaç Yayınları, Ankara 2010, s.53 vd.; Ethem Ruhi Fığlalı, "İlk Şiî Olaylar”, AÜİFD. Cilt XXVI (1983), s.335 vd. 120 Fikir-Hadise irtibatı, bir fikrin veya inancın varlığını, sosyal, siyasi, ekonomik ve dini hadiselerdeki tezahürlerinin tespit edilmesi demektir. Yani herhangi bir mezhebin tarih sahnesine çıkmasında etkili olan hadiselerle o mezhebi diğer mezheplerden ayıran ilk fikirlerini ve etkilerini araştırarak bu ikisi arasında bir ilişkinin olup olmadığını ortaya koymak demektir. Yani bir fikrin o hadisenin sebebi olup olmadığını incelemektir. Bu tek yönlü bir yöntem değildir. Fikirden hadiseye gidile bildiği gibi, hadiseden de fikre ulaşılabilir. Yani ortada bir fikir varsa, bunun tezahürleride vardır veya tezahür varsa bunun etkisinde ortaya çıkan fikirlerde vardır. Sönmez Kutlu, "İslâm Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu", İslâmî İlimlerde Metodoloji Mes’elesi I, Ensar Neşriyat, s.435-436; Bu metot ilk defa Hasan Onat tarafından sistemli bir hale getirilmiştir. Mesela Şîa ve Teşeyyu’ kavramları bu metot sayesinde aydınlatılmıştır. Bunun için bkz. Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri, s.12-20; a.mlf. “Şiiliğin Doğuşu Meselesi (Hicri Birnci Asır)”, AÜİFD, XXXVI (1997), s.79-117. 121 Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.62. Bu tarihteki olaylar Şiîliğin tanımına uymamaktadır. Dolayısı ile bu harekete "Şiî" veya "İlk Şiî" demek biraz güçtür. Şia’nın tanımını şu şekilde yapabiliriz: "Şîa, Ali b. Ebî Talib’in, Hz. Peygamber’den sonra nass ve tayinle halife olduğuna inanan, imametin kıyamete kadar onun Fatıma’dan olan soyundan çıkmayacağını ileri süren toplulukların müşterek adıdır" bkz. Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.15. 122 Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, II, s.229. 118 29 Hz. Hüseyin bunun farkına varır ve Velid’e, kendisinin gizlice biat etmesinin doğru olmayacağını ve ayrıca gizli yapılan biate halkın da razı olmayacağını söylemiştir.123 Bu sözlerden sonra Velid’in yanından ayrılan Hz. Hüseyin, baba bir anne ayrı olan kardeşi Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin124 yanına gider ve ona bu durumdan bahseder. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ona şehirlerden uzak durmasını, halka elçiler göndererek kendisine biate davet ettirmesini, eğer kabul etmeyip başkasına giderlerse, bundan dolayı dininin, aklının ve faziletinin eksilmeyeceğini belirtir. Ayrıca şehirlerden birine gittiği takdirde halkın kendi hakkında anlaşmazlığa düşerek çarpışabileceğini ve bundan da onun zarara uğrayabileceğini; bu sebeplerden dolayı Mekke’ye, orada rahat edemediği takdirde Yemen’e, orada da rahat edemezse dağ başlarına gidip halkın işlerinin sonucunu beklemesini tavsiye eder. Hz. Hüseyin bu tavsiyelere uyar ve 28 Recep 60/ 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak Mekke’ye gider.125 Bu örnekte görebildiğimiz gibi Muhammed b. Ali elHanefiyye, Hz. Hüseyin’in gibi topluma mal olmuş kişilerin bile gelip fikir danıştıkları bir şahsiyettir. Ayrıca bu, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin Alioğulları arasında belli bir ağırlığının olduğunu ve aynı zamanda bir liderlik 123 Lût b. Yahya Ebu Mihnef (150/767), Maktelu’l-Hüseyin, Bağdad 1977, s.12-13. Muhammed b. Hanefiyye, asıl adı Muhammed b. Ali b. Ebi Talib, künyeside Ebu’l-Kâsım’dır. Âlim, fazıl ve cesur bir kimse idi. Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.31; Hz. Ali’nin Yemen bölgesinde yaşayan ve Beni Hanife kabilesine mensup olan Havle bt. Ca’fer b. Kays’ten olma oğlu Muhammed b. Hanefiyye, 16/637 yılında doğmuş ve 81/700 yılında vefat etmiştir. Bunun için bkz. ez-Zehebî, el-’İber fi-Haberi Men Ğaber, thk. Ebû Hacir Muhammed Said, Beyrut 1985, I, s. 93; Hayatı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Atalan,Türk Kültüründe Muhammed Hanefi Cenknâmeleri, Tarih Bilincinde Buluşanlar Derneği Yayınları, İstanbul 2011, s.53-97 ; Kendisine annesinin mensup olduğu Beni Hanife kabilesinden dolayı İbnu’l-Hanefiyye denilmiştir ki o da bu isimle meşhur olmuştur. Bunun için bkz. Ebû Abdillah el-Mus’ab b. Abdillah ez-Zübeyrî (236/850), Kitâbu Nesebi Kureyş, thk. E. Levi Provençal, Kahire, 1951, s.41; Muhammed b. Hanefiyye’nin farklı hanımlardan toplam on erkek çocuğu vardı. Bunlar Hasan, Abdullah (Ebû Hâşim)! Ca’fer el-Ekber, Hamza, Ali, Ca’fer el-Asğar, Avn, Kâsım, Abdurrahman ve İbrahim’dir. Bunun için bkz. ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut, Beyrut 1981-1988, IV, s.129-130. 125 Belazuri, Ensâb, IV, s.13. 124 30 konumunda olduğunun somut bir göstergesidir. Ayrıca Abdullah b. Zübeyr Mekke’de halifeliğini ilan edip halkın da kendisini halife olarak tanıdığı zaman, Abdullah b. Abbas ona biat etmedi ve Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ile birlikte Taif’e sürgüne gönderildi.126 Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Hz. Hüseyin gibilerinin kendi fikirlerine itibar ettiği biri olmanın yanında, halifeliğini ilan eden Abdullah b. Zübeyr gibilerinin de bir tehlike olarak gördükleri biriydi. Yukarıda da gördüğümüz gibi, Hâşim oğullarının, İslamiyet’ten öncesi de dahil olmak üzere bir karizması vardı. Bu karizma, İslamiyet’ten önce, miras yoluyla kabile soyu vasıtasıyla geçmekteydi. İslamiyet’ten sonra buna bir de tabiatüstü veya ilahi bir boyut eklenmiştir. Bunun somut bir örneği Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve oğlu Ebu Hâşim’dir. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin karizması diğer kardeşleri Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’de yoktu. Hz. Hüseyin’in karizması sonradan, yavaş yavaş, kademe kademe olmuştur. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin karizmasında o kadar ileri gidilmiştir ki, onun ölmediğini, “gâib” (gizli) olduğunu ve bir gün tekrar geri geleceğini iddia eden kişiler ve topluluklar olmuştur.127 Bu topluluk Keysaniyye fırkasıdır.128 Bu grup kendini, Ebu Kerb ed-Darîr’den dolayı “elKerbiyye” diye de adlandırmaktadır.129 Bunlara göre Muhammed b. Ali elHanefiyye ölmemiştir. O sağdır ve Radva dağındadır. Yiyeceklerini yanında 126 İbnu’l- Esîr, el-Kamil, VI, s. 253-254. Muhammed b. Hanefiyye’nin kişiliği ve adına oluşan fırkalar için bkz. Sayın Dalkıran, "Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar", Dini Araştırmalar Dergisi, VII, s.19, Ankara 2004, s.139-158. 128 İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, V, s.101; el-Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.40; Sabri Hizmetli, "İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna İçtimai Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme", AÜİFD., XXVI (1983), s.675. 129 Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak- Fıraku’ş-Şia, çev. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Sabri Hizmetli, Ramazan Şimşek, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2004, s.112. 127 31 bulunan su ve bal pınarlarından sağlamaktadır. Onu, sağında bir aslan ve solunda bir panter, ortaya çıkacağı güne kadar koruyacaktır.130 Hatta bu fırkanın içinde onu Mehdi131 olarak görenlerde vardır132 ki bu fikir açık bir şekilde ilk defa onun adına kullanılmıştır denebilir.133 Ancak böyle bir iddia, yani gâib veya Mehdi olduğu, ne Hz. Hasan’da, ne de Hz. Hüseyin’de mevcuttu.134 Ancak şunu belirtmek istiyoruz ki, toplum tarafından çok sevilen ve saygı gösterilen, bir karizması olan kişilerin ölümsüzlüğü genel de vurgulanmıştır. Bulunduğu dönemde ki insanların zihninde de, o kişinin ilahi bir boyutu olduğu için ölümsüz olması gerekir düşüncesi hâkimdi. İşte bu düşüncenin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için oluşmaması, aslında Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin statüsünün kardeşler arasında hangi düzeyde olduğunun somut bir göstergesidir. İmamiyye’nin ilk dört imam olarak kabul ettiği Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Ali b. Hüseyin (Ali Zeynel Abidin) hicri I. asırda yaşamışlardır. 130 el-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.31-32; Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s.112; Ayrıca bkz. Donaldson, The Shi’ite Religion, s.227; Bunu, Emevi Devletinin ünlü şairi Kuseyyir (105/723) bir kasidesinde şu şekilde ifade etmiştir: "Doğrusu imamlar Kureyş’tendir; Hakk’ın dostları birbirine eşit dörttür. Ali ve onun üç oğlu; onlar torunlardır; onlardan gizli bir şey yoktur. Torunlardan biri imân ve doğruluk torunudur. Bir torunda Kerbela’da kaybetmiştir. Bir torunu ise, önünde sancakla süvarilere komutanlık edene kadar ölümü tatmayacaktır; O kaybolmuştur; bir süre halkın arasında görünmez; Radvâ dağındadır; yanında da bal ile su vardır." Bunun için bkz. el-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32-33; Bu şiir için ayrıca bkz. Kummi/Nevbahti, Şiî Fırkalar, s.114. Ayrıca Kuseyyir’in bu konu ile ilgili bir başka şiiri için bkz. Kummi/Nevbahti, Şiî Fırkalar, s.114. 131 Mehdi kelime olarak kendisine rehberlik edilen, Allah tarafından yol gösterilen manasına gelmektedir. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/354; Emevi idaresinden memnun olmayan birçok Müslüman, bilhassa Kerbela’dan sonra Allah tarafından rehber olarak gönderildiğini düşündükleri bir lider, yani mehdi fikrine inanmaya başladılar. Bu bağlamda bu ünvan, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye için kullanılmıştır. Özellikle Şiîler bu inancı daima canlı tutmuşlardır. Mehdi inancı ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, "Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Bakış)”, AÜİFD, XXV (1981), s.196-214; Ayrıca bkz. Ahmed el-Kâtib, Şiada Siyasal Düşüncenin Gelişimi- Şûrâdan Velâyet-i Fakîhe-, çev. Mehmet Yolcu, Kitâbiyât Yayınları, Ankara 2005, s.272-302. 132 Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s.109. 133 Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.75; Hizmetli, "İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna İçtimai Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme", s.675. 134 Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Dervri, s.73-74. 32 Ancak “ilk Şiî farklılaşmalar”, aynı dönemde yaşamış olan Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin adı etrafında oluşmuştur. Mehdilik, vâsilik ve rec’at gibi kavramlar ilk onun adına kullanılmıştır. Bu aynı zamanda farklılaşmanın ilk belirtisi olarak görülebilir.135 Ayrıca Hz. Hasan’ın ölümü, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi ve Ali b. Hüseyin’in Emevilere karşı pasif olması, Alioğulları taraftarlarını Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin etrafında birleştirmiştir.136 Onun adına yapılmış olan bu gibi hareketlerden biri de Muhtar es-Sakafi hareketidir. Muhtar es-Sakafi giriştiği isyan hareketini137 Ehl-i Beyt mensubu birisiyle ilişkilendirmek istiyordu. Bu sayede daha çok taraftar bulabileceğini ümit ediyordu. O dönemde böyle bir potansiyelin varlığından söz edilebilir. Bilhassa Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi, toplumu Ehl-i Beyt’e daha da yakınlaştırmış ve aynı zamanda Emevî iktidarına karşı olan öfkeleri de artırmıştı. Bu düşüncelerle hareket eden Muhtar, Ehl-i Beyt’ten olan, bilhassa Hz. Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Ehl-i Beyt’in en güçlü ve lideri durumunda olan Muhammed b. Ali el-Hanefiyye adına yola çıktığını söyler.138 Bu durumu teyit etmek için el-Esved b. Cerad et-Kindi ve bir kaç arkadaşı Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin yanına gider ve Muhtar’ın söylediklerini kendisine aktarırlar. Muhtar’ın Allah’ın kitabına, Hz. Peygamber’in sünnetine ve Ehl-i 135 Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s. 115 vd. Ayrıca bkz., Atalan, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, s.36. 136 Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî ibn A’sem (314/926), Kitabu’l-Futuh, Beyrut 1986, I-II, s.584. 137 Bu isyan hakkında geniş bilgi için bkz. Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.93-114. 138 Muhtar’ın başlattığı bu hareketin her aşamasında Muhammed b. Hanefiyye’nin ismini zikretmesine rağmen, onun imam olduğunu veya onun imameti için hareket ettiğini söylememesi dikkat çekicidir. Yaninbir Şiî unsur taşımamaktadır. Bunun için bkz. Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri, s.113. 33 Beyt’in kanlarını talep etmek için kendilerini Muhammed b. Ali el-Hanefiyye adına bu harekete davet eder. Kendilerinin bu çağrı karşısında nasıl bir tutum takınmaları gerektiğini öğrenmek için bizzat Muhammed b. Ali elHanefiyye’nin huzuruna çıkar.139 Ebu Mihnef’in naklettiği bu rivayette, Muahmmed b. Hanefiyye bu heyete, Allah’ın, Allah düşmanlarına karşı kendilerine dilediği kimse ile yardım etmesini arzu ettiğini bildirmiştir. Heyet, bu cevabı Muhtar’a destek verilmesi gerektiği şeklinde yorumlamış ve tekrar geriye dönmüşlerdir.140 Muhtar, giriştiği bu isyan hareketinde başarılı olabilmek için çok çaba sarf etmiştir. Örneğin Kufe’nin şöhretli ve büyük bir kabilenin reisi olan İbrahim b. el-Eşter’i kendi saflarına katmaya çalışır.141 Çünkü bilindiği gibi bir isyan hareketi başlatmak ciddi anlamda bir ekonomik kaynak ve itibarlı kişilerin desteğini gerektirir. Muhtar da bu düşüncelerle hareket ederek onun evine gider ve onu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin gönderdiği bir mektupla hareketine davet eder.142 Mektubu okuyan İbrahim b. el-Eşter, Muhtara biat eder.143 Ancak burada hemen şunu belirtmemiz gerekir ki, Muhtar’ın el-Eşter’e verdiği mektubu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye değil, Muhtar’ın kendisi kaleme aldığını söyleyen kaynaklar vardır.144 Bu rivayetlerle Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin nasıl bir siyasi gücünün olduğunu ve aynı zamanda Muhtar’ın nasıl kurnaz bir siyasetçi olduğunu görmekteyiz. Ancak bu mektup hangi şartlar altında yazılmış olursa olsun, neticede el-Eşter bu 139 İbnu’l Esîr, el-Kamil, IV, s.214. Taberî, Târîh, VI, s.14. 141 Taberî, Târîh, II, s.609. 142 Mektubun içeriği hakkında detaylı bilgi için bkz. Belazuri, Ensab, V, s.222-223. 143 Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.289-290. 144 Bu husus için bkz. Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.290. 140 34 mektubun Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’den geldiği için Muhtar’a biat etmiştir. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin sadece halktan değil, aynı zamanda aristokratlar nezdinde de yüksek bir itibarı olduğunu göstermektedir. Muhtar es-Sakafi, isyan hareketi için kendine cemaat oluşturmak için, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’den aldığı onayı taraftarlarına ilan etmiştir. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin kendisini vezir ve seçilmiş emir olarak gönderdiğini ve kan dökücülerle savaşıp Ehl-i Beyt’in kanını talep etmesi istediğini belirtmiştir.145 Bu ifadelerle, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin Kufe’de büyük bir kitleye sahip olduğunu ve Muhtar’ın da onun tarafından gönderildiğini söylemekle bu kitleden faydalanmak istediğinin bir göstergesidir. Muhtar, Kufe’ye gidip isyan hareketini başlatmak istediğinde, onlara kendisinin, el-Mehdi146 Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin veziri sıfatıyla geldiğini söylemiştir.147 Ancak Muhtar’ın giriştiği bu isyan başarısızlıkla sonuçlanmış ve Muhtar bunu hayatı ile ödemiştir. Burada dikkatimizi çeken ve vurgulamak istediğimiz husus Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin durumudur. Çünkü bu örnekten anlaşılacağı üzere, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin İslam toplumunda ciddi bir ağırlığı vardır. İsyan hareketini başlatan bir kişinin, bir hareketin liderinin onun veziri olduğunu söylemesi, Muhammed b. Ali elHanefiyye’nin statüsünün hangi derecede olduğunu bize açıkça göstermektedir. Hz. Ali’nin şahsi değerine ve meziyetlerine duyulan inanç, Şiiliğin temelini oluşturmaktadır. Ancak bu inanışta, sadece Hz. Ali’ye mahsus özel bir 145 Belazuri, Ensab, V, s.218; Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.139. Muhammed b. Hanefiyye kendisine Mehdi denmesinden pek hoşlanmazdı. Bunun yerine kendisine ismi olan Muhammed veya künyesi olan Ebu’l-Kâsım ile hitab edilmesini isterdi. Bunun için bkz. İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübrâ, V, s.94. 147 İbnu’l-Esir, el-Kamil, IV, s.163 ve s.172. 146 35 karizma yok gibidir, çünkü, önderlik de dahil olmak üzere insanüstü vasıfların insanlarda tezahür ediş fikri anlamına gelen karizma anlayışı, sadece Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’de değil, aynı zamanda Hz. Ali’nin üçüncü oğlu olan Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve diğer oğlu Ebu Haşim’e de tahsis ediliyordu. Hz. Hüseyin’den sonra Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’ye tâbi olan Alioğulları ve Ali taraftarları, onun vefatından sonra oğlu Ebu Haşim’e bağlanmışlardır. Bunun nedeni ise, Emeviler’e düşman olan pek çok Ali taraftarının onu, babasının halefi ve ondan sonra ki imam olarak kabul etmelerinden gelmektedir.148 Ebu Haşim’e bağlananlar, ileride oluşacak olan Haşimiyye fırkasına öncülük edecek olan kişilerdi. Haşimiyye fırkasına göre Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Ebu Haşim’e ilimlerin sırlarını öğretti, ona görünenlerin görünmeyenler üzerine uygulaması gereken metotları bildirdi. Onlara göre her ayetin bir te’vili, her zahirin de bir batını vardır. Görülenlerdeki hikmet ve sırların bir kişinin şahsında toplanacağına ve o kimsenin de gerçek imam olacağına inanırlar. Bu bilgilerin Hz. Ali’den Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’ye ve ondan da oğlu Ebu Haşim’e geçtiğini iddia ederler.149 Yukarıdaki bilgiler ışığında şunu diye biliriz, Muhammed b. Ali elHanefiyye ve oğlu Ebu Haşim’in toplumda ciddi bir karşılığı vardı. Bu aynı zamanda Alioğullarının da bir karşılığının olduğu anlamına geliyordu. Dolayısı ile hicri I. asırda Abbasoğullarından ziyade Alioğulları fenomeni olduğunu 148 149 Onat, “Ebu Haşim”, DİA, X, s.146; Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32. Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.150-151. 36 diye biliriz. Abbasoğullarını da, Alioğulları bünyesinde hareket eden bir kitle olarak görebiliriz. Bu bilgi bize hicri I. asırda bir Abbasiyyun- Talibiyyun farklılaşmasından bahsedilemeyeceğini göstermektedir. Ancak hicri II. asırda Abbasiler ile Talibilerin birbirine düşman olduklarını söylenebilir.150 Bu konuyu birazdan daha detaylı bir şekilde inceleyeceğimiz için burada bu kadar ile yetinip diğer bölüme geçmek istiyoruz. 150 Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, IV, s.22. 37 II.BÖLÜM İHTİLALE GİDEN YOLDA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI İLİŞKİSİ 2.1.EBÛ HÂŞİM’İN HİLAFET HAKLARINI MUHAMMED B. ALİ’YE DEVRETMESİ Abbasoğulları, hicri birinci asırda, siyasi anlamda sessiz kalmayı ve tarafsız gözükmeyi tercih eden bir politika takip etmiştir.151 Ancak hicri II. asır için aynı şeyi söylemek mümkün gözükmemektedir. Çünkü bu asırda artık siyasi bir taraf olmaya başlamışlardır. Tabii taraf derken, önce Alioğulları ile birlikte hareket etmiş, ancak sonradan kendi taraflarını oluşturmuşlardır. Abbasiler, Alioğulları ile olan ilişkilerini, onların desteğini kaybetmemek için çok hassas bir zemin üzerine oturtmuştur.152 Bunu yaparken de Alioğullarının bir bütünlük içinde olmayışlarını kendi aleyhlerine kullanmasını da bilmişlerdir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, Alioğullarının bir bütünlük içinde olduklarını söylemek güçtür. Çünkü Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in ailesi ile Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin ailesi arasında bazı tartışmaların olduğunu görmekteyiz. Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olan torunu Zeyd b. Hasan bu kişi o dönemde kendi neslinin en yaşlısı idi ile Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olmayan torunu Ebû Hâşim Hz. Ali evladının o dönemde, bütünün içinde en yaşlısı idi, arasında Hz. Ali’nin mirasını paylaşamama sorunu çıkmıştır. Konu Medine kadısına intikal etmiş ve kadı Ebû Hâşim lehine karar vermiştir.153 Sonucu 151 Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, s.13. Krş. Ünal Kılıç, “Ebû Seleme el-Hallâl ve Abbâî Devletinin Kuruluşundaki Rolü”, CÜİFD, Sayı III (1999), s.514. 152 Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar Dergisi, cilt 18, sayı 2, s.187. 153 Alioğularının iç çekişmeleri için bkz. Atalan, “Alioğullarının İç Çekişmesi”, FÜİFD (2009), Cilt 14, Sayı 2, s.63-76. 38 beğenmeyen Zeyd b. Hasan, bu meseleyi hac için 91/710154 yılında Medine’ye gelen halife Velid b. Abdülmelik’e götürür. Ayrıca halifeye, Ebû Hâşim’in Muhtar es-Sakafi’nin adamlarında zekât topladığını söyler155 ve bunun üzerine halife Ebû Hâşim’i tutuklatıp Şam’a götürür ve hapsettirir. O dönemde Hüseyin oğullarının lideri konumunda ki Zeynelabidin’in bizzat halifeden yoğun talebi üzerine Ebû Hâşim serbest bırakılır.156 Ancak, beklediği itibarı alamadığı için Medine’ye geri dönmez. Kendisine büyük sevgi ve saygı gösteren, aynı zamanda Keysaniyye’nin güçlü olduğu Kufe’ye gitmek istemiş, ancak hapisten yeni çıktığı için sıkı kontrol altında bulunduğundan dolayı bundan da vaz geçer. Bu sebeple o Şam’da kalmaya karar verir. Burada, Muhammed b. Ali ile talebesi olması hasebiyle iyi bir ilişki kurar. Ayrıca, Ebû Hâşim’in hanımı Fatıma, Muhammed b. Ali’nin babası Ali b. Abdullah ile amca çocukları olması,157 bu ilişkinin daha da iyi olmasına vesile olan sebeplerden bir tanesidir. Hac vazifesini eda etmek için yola çıkan Ebû Hâşim158, Humeyme’ye uğrar ve hareketin liderliğini Muhammed b. Ali’ye devreder.159 Ebu Haşim’in bunu yapmakta maksadı, Muhammed b. Ali’de bu hareketi yönetebilecek kabiliyeti görmesidir.160 Bunu Ebu Haşim’in kendi söylemlerinden çıkara biliriz. Ona, kendisinden sonra kime biat edecekleri sorulunca, o, Muhammed b. Ali’yi işaret etmiştir ve ondan daha hayırlı ve 154 Taberî, Târîh, VI, s.467. Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.173-174. 156 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.174-175. 157 ez-Zübeyrî, Kitâbu Nesebi Kureyş, s.76. 158 Ebu Haşim’in hilafeti Muhammed b. Ali’ye devretmesiyle ilgili farklı rivayetler için bkz. Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, s.24-34. Krş. Mehmet Dalkılıç, Horasan’da İktidar Mücadeleleri (M.705-796), EÜSBE, Kayseri 2009, s.26. 159 el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.95; Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.151. 160 İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.293-294. 155 39 bilgili birini bulamadığını ilave etmiştir.161 Ebu Haşim dar bir kabilecilik zihniyetiyle hareket etmiyor. O, bu ihtilal sürecini duygusal değil, akli olarak çözmek istiyordu. Kaynaklarda Muhammed hilafeti oğlu İbrahim’e,162 onun da kardeşi Ebu’l-Abbas’a,163 onunda kardeşi Mansur’a164 vasiyet ettiğini ve böylece imametin Abbasoğullarına geçtiğini belirtirler.165 Görüldüğü gibi Abbâsîler, babadan oğula geçen veliahtlık sistemini Emevîlerden aynen devralmışlardır. Hatta daha devlet kurulmadan önce bu müesseseyi başlatmışlardır.166 Vasiyet konusu belli bir zaman sonra farklı bir boyut kazanmaya başlar. Çünkü Abbasoğulları taraftarı olan Ravendiyye fırkası, Ebu Haşim’in vasiyet konusunu reddederler. Onlara göre hilafet baştan beri Hz. Abbas yoluyla Abbasoğullarından gelmiştir. Hatta bizzat Hz. Peygamber’in, hilafeti amcası Hz. Abbas’a vasiyet ettiğini söylerler.167 Bu söylem ilerleyen yıllarda Abbasi halifeleri tarafında da dile getirilecek ve bu şekilde artık adeta bir devlet politikası haline getirilecektir. İlerleyen bölümlerde buna değineceğimiz için burada bu kadar bilgi ile yetinmek istiyoruz. Muhammed b. Ali’nin babası Ali b. Abdullah bir defasında hilafetin kendi oğullarına geçeceğinden bahsetmiştir. Bu bilgi, dönemin halifesi Velid b. Abdilmelik’in kulağına gitmiş ve onu dövdürtmüştür.168 Acaba Ali b. Abdullah, hilafetin kendi oğullarına geçeceğini neye dayanarak söylemiştir? 161 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.173. Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.237. 163 Taberî, Târîh, VII, s.423. 164 İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.461. 165 el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.21. 166 Azimli, Halifelik Tarihine Giriş, s.152. 167 el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.21, Kummi/Nevbahti, Şiî Fırkalar, s.171. Ayrıca Ravendiyye’den imametin Ebu Haşim’den vasiyet ile Muhammed b. Ali’ye geçtiğini söyleyenlerde vardır. Bkz. Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32. 168 Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.138-139. 162 40 Bu sadece bir temennimiydi, yoksa güvendiği sağlam kaynaklarımı vardı? Kanaatimizce Ali b. Abdullah bu sözü söylerken güvendiği bir yerler vardı. Muhtemelen, Muhammed b. Ali, Ebu Haşim’in talebesi iken169 onunla sıkı bir ilişki içinde idi. Ebu Haşim’in oğlu olmadığı için170 yerine Muhammed b. Ali’yi düşünmüş ve bunu ona iletmiştir. Ebu Haşim, Muhammed b. Ali’ye sadece imameti değil, aynı zamanda Haşimiyye diye bilinen kurulu teşkilatını da devretmiştir.171 Yani Muhammed b. Ali ihtilal hareketine hazır bir teşkilat ile başlamıştır. Bu ona hiç şüphesiz çok büyük bir avantaj sağlamıştır. Ayrıca Muhammed b. Ali ve oğlu İbrahim, toplumun Haşimilere gösterdiği yakınlığın gücünü fark edip onu kendi maksatları için kullanmayı başarmışlardır.172 Netice itibariyle kaynaklarda verilen bilgiler ana hatlarıyla şöyledir. 1. Ebu Hâşim imamet haklarını Muhammed b. Ali’ye devretmiştir. 2. Ebu Hâşim, Emevileri devirmek için bir hareket başlatmış ve vefat edeceği zaman hilafet haklarının yanı sıra kurmuş olduğu teşkilatı da Muhammed b. Ali’ye devretmiştir.173 Günümüz tarihçileri bu konuyu değişik değerlendirmeler yaparak ele almışlardır. Farklı bakış açılarının yanı sıra, Hasan İbrahim Hasan,174 gibi çağdaş tarihçiler, Muhammed b. Ali’nin imameti Ebu Haşim’den devraldığını kabul etmiş ve Abbasi Davetini Ebu Haşim’in teşkilatı üzerine 169 Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.173-174. Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.177. 171 İsfehânî, Mekâtil, s.123-124; Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.188. 172 Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.211. 173 Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, s.30. 174 İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.293-294. 170 41 bina ettiğini belirtmişlerdir. Ancak Wellhausen,175 gibi bazı tarihçiler ise bu rivayeti reddetmişlerdir. 2.2.ABBASÎ PROPAGANDA DÖNEMİ VE ALİOĞULLARININ TUTUMU Değişen zaman ve şartlarla birlikte, İslam toplumun siyasi ve içtimai yapısı da değişmeye başlamıştır. Bu sebeple Emevî devrinde toplum dört ayrı tabaka halindeydi. Bunlar, Müslüman Araplar, mevali, zimmiler ve köleler idi.176 Abbasî ihtilaline mevalinin desteği de olmuştur. Onlar, Müslüman oldukları halde, diğer Müslümanlar, yani Müslüman Araplar gibi muamele görmüyorlardı. Çünkü onlar sonradan Müslüman olmuşlardı. Hâlbuki ister Müslüman Arap olsun isterse gayr-i Arap olsun aynı haklara sahip olmaları gerekirdi. Teorik olarak böyle idi, ancak pratikte uygulama farklıydı. Bilhassa vali Haccâc döneminde mevaliden, sanki Müslüman değillermiş gibi vergi alındı.177 Bu tutum mevaliyi Abbasi propagandayı desteklemeye mecbur etmiştir. Yani Abbasi propagandaya sadece Abbasiler değil, mevali de ve Emevi zulmünden bıkmış olan herkes destek vermiştir. Zeyd b. Ali isyanını devam ettirmeye çalışan ve ancak başarısız olan oğlu Yahya b. Zeyd’in ölümü ile birlikte bir boşluğa düşen Horasanlıları kendi tarafına çekmekte zorlanmayan Muhammed b. Ali, onları, kendi içlerinden olan Ebu Müslim aracılığı ile “Resulullah ailesine itaate” çağırmıştır.178 Daha sonra bu çağrı, “er-rızâ min âl-i Muhammed” (Muhammed ailesinden razı 175 Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.239. Hitti, İslam Tarihi, II, s.363 vd.. 177 Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.132; Ayrıca Emevi devrindeki mevâlinin durumu için bkz. Ignaz Goldziher, Muhammedanische Studien, Georg Olms Verlag, I-II, Hildesheim- ZürichNew York 2004, I, s.101 vd.; İbrahim Hasan, Tarih’u-İslâm, I, s.529, Bernard Lewis, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 1979, s.82 vd.. 178 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.167. 176 42 olunan bir şahıs) şeklinde ihtilalin kapsayıcı ve en popüler sloganı haline gelecektir.179 Bir başka slogan da “Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti” iken, bunun yanına bir de “Ali b. Ebî Talib’in sünnetini ilave etmişlerdir.180 Görüldüğü gibi Abbasiler, Emevilere karşı başlattıkları isyan hareketinin sloganını özenle seçmişlerdir. Geçmişte yapılan isyan hareketlerinde kullanılan “Ehl-i Beyt’in kanını talep” şeklinde bir agresif slogan yerine, “er-rıza min âl-i Muhammed” şeklinde daha sakin ve kapsayıcı bir sloganı tercih etmişlerdir. Bu kurnazca hamle, Abbasîleri ihtilalinin başarılı olmasında etkili olmuştur. Çünkü bu slogan da, diğer sloganlar gibi, Abbasoğullarının, Alioğullarına, bu ihtilali “birlikte” yapıyoruz psikolojisi vermiştir.181 Ayrıca bu slogan, Alioğullarına sempati duyan bütün unsurları da Abbasî Daveti etrafına toplamıştır.182 Er-rıza min âl-i Muhammed söylemi Alioğulları taraftarlarının çoğunluğunun kabul ettiği bir slogandır denebilir.183 Zaten Alioğulları varken imametin Abbasoğullarında olduğunu hiç kimse kabul etmezdi.184 İşte bundan dolayı bu slogan Abbasiler açısından yerinde bir davranıştı. Görüldüğü gibi Abbasiler “Ehl-i Beyt” kavramı yerine “Âl-i Beyt” kavramını kullanmışlardır. Ehl-i Beyt kavramı zihinlerde daha çok Alioğullarını çağrıştırdığı için, Abbasiler daha kapsayıcı olan ve zihinlerde bir aileyi çağrıştırmayan Âl-i Beyt 179 Celaluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir es-Suyûtî (911/1505), Tarihu’l-Hulefa, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut 1995, s.312; Hüseyin Atvan, ed-Da’vetu’l-Abbâsiyye, Mebâdi’ ve Esâlîb, Beyrut, s.93. 180 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.284. 181 Hakyemez, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî Tehdidi”, AÜSBED (2007), c. IV, sy. I, s.328. 182 Abdulaziz ed-Dûrî, Îslâm İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman, İstanbul 1991, s.76-77. 183 Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar Dergisi, cilt XVIII (2005), sayı II, s.191. 184 İsa Doğan, “Hicri I. ve II. Asırlarda Muhtelif Yönleriyle Abbasi Hareketi”, OMÜİFD (1996), sy.VIII, s.34. 43 kavramını kullanarak kurnazca bir hamle yapmıştır.185 Gerçi her ne kadar da bu kapsayıcı politikayı takip etseler de, ihtilalin liderliğini hep Abbasoğulları yapmıştır. Aslında Emevilerden sonra hilafete de kendilerinin geçeceğini, Muhammed b. Ali’nin liderliği oğlu İbrahim’e vermesi ile bir nevi ilan veya ima etmişlerdir.186 Yani, yukarıda da değindiğimiz gibi, Abbasiler veliahtlık sistemini daha devleti kurmadan başlamışlardır. Abbasoğulları, başarısız olan Alioğulları isyanlarından kendilerine ders çıkarmışlardır. Onların düştükleri hatalara düşmemek için daha iyi planlanmış ve gizli187 bir şekilde yürütecekleri bir ihtilal hareketi olması gerektiğini belirlemişlerdi.188 Ayrıca ihtilal merkezi olarak da bundan önce olmayan farklı bir bölge seçilecekti.189 Bu düşüncelerle hareket eden Muhammed b. Ali, gizli bir propaganda stratejisi takip etmiş ve ihtilal merkezi olarak Humeyme’yi seçmişti. Horasan’ı ise propaganda merkezi ilan etmişti.190 Bu iki şehir arasında ki bağlantıyı ise Kufe kuracaktı. Propaganda amaçlı Horasan’a gönderilen dâiler (davetçiler, propagandacı) orada tüccar kılığı altında Abbasi propagandasını yapıyorlardı.191 Ayrıca dailerin yanı sıra Horasan’a nâkiblerde (temsilci) gönderildi. Bunlarda dâiler gibi Abbasî propagandası yapıyorlardı. Ancak nakiblerin imamla bir irtibatı olmazdı. Aslında dailerin de hepsi 185 Namık Kemal Karabiber, Ehl-i Beyt Tasavvuru ve Erken Dönemdeki Yansımaları (Hicri I. ve II. Asır), Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE, Ankara 2007, s.170. 186 Bozkurt, “Abbasilerde İktidarın Meşruiyeti Üzerine Bir Analiz”, İslamiyat (2000), cilt III, sy.III, s.149. 187 Abbasiler, Muhammed b. Ali ile birlikte devraldıkları ihtilal hareketinde ki asıl amaçlarını sürekli gizli tutmuşlardır. Bu sayede Emevilerin dikkatinden uzak kalmışlar ve aynı zamanda Alioğullarının desteğini almış ve düşmanlık beslememelerini sağlamışlardır. Bunun için bkz. Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, s.187. 188 Abbasi ihtilali biri gizli (100-127), biri de açık (127-132) propaganda dönemleri olarak yürütülmüştür. Abbasoğulların gizli ve açık propaganda dönemleri hakkında geniş bilgi için bkz. Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.41-67. 189 Moshe Sharon, Black Banners From The East, Leiden 1983, s.46-47. 190 Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.34. 191 Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.333. 44 doğrudan imam ile görüşemezdi. Bilhassa Horasan da bulunan dailer için bu geçerliydi.192 Çünkü Humeyme ve Horasan arasında ki bağı kuran Kufe şehri ve burada bulunan Abbasi daileri bu iki şehir arasında mekik dokuyorlardı. Bu şekilde hem Horasandaki daileri idare ediyorlardı, hem de Humeyme’de doğrudan imamla görüşebiliyorlardı. İşte böyle bir köprü vazifesi gören Kufe’nin liderliğini Ebu Seleme yapmıştır. Bu açıdan Ebu Seleme Abbasi davetinde önemli bir şahsiyettir. Ayrıca, ileride de değineceğimiz üzere, Ebu Seleme’nin hilafetin Alioğulların hakkı olduğu düşüncesinin oluşması, her halde doğup ve yetiştiği Kufe şehrinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Kufe şehri Ali taraftarlarının güçlü olduğu bir şehirdir.193 Böylelikle çocukluğu, gençliği ve yetişkinliği hep Ali taraftarları içinde geçiren biri, onlardan bir şekilde etkilenmiştir denebilir. Her ne kadar bu ihtilal hareketinde Abbasoğulları ile Alioğulları birlikte hareket etmişlerse de, tam bir birlik içerisinde olmadıklarını görmekteyiz. Örneğin Halife Mervan bir gün Abbasoğullarına mensup olan İbrahim b. Ali’yi huzuruna çağırtır ve ona, Hasanoğullarından Abdullah b. Hasan’ın kendisine gönderdiği bir mektubu verir. Mektupta İbrahim b. Ali ve Abbasoğullarının, Horasan’da devlete karşı bir isyan hareketinde olduklarını yazıyor. İbrahim b. Ali bu iddiaların yalan olduğunu, tam aksine Abdullah b. Hasan’ın Emevilere karşı bir harekette olduğunu ve ayrıca oğlu Muhammed’i Mehdi ilan ettiğini söyler, ama halife bunu itibar etmez ve İbrahim’i hapsettirir. Nitekim İbrahim 192 Muhammed Abdu’l-Fettah Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, Mısır 1994, s.44. Muhammed b. Ali, nakiblerine Horasan’a gitmelerini söylemiştir. Çünkü Şam Emevilerin, Basra Osman taraftalarının ve Kufe ise Ali taraftarlarının kontrolünde idi. Aslında Muhammed b. Ali’nin bu söylemi, Ali taraftarlarına karşı olan tutumunu da göstermektedir. Bunun için bkz. Muhammed Hudari Bek, Muhadaratü’t-Tarih’u-Ümemi’l-İslamiyye, Beyrut 1986, s.14. 193 45 de yirmi gün sonra hapiste vefat eder.194 Bu misalde Abbasilerin aslında Alioğulları ile birlikte çalışmaktan çok da memnun olmadıklarını görmekteyiz.195 Ancak genel itibariyle bakıldığında bu ikisi arasında bu dönemde çok ciddi denecek düzeyde bir huzursuzluk da olmamış, çıkan bazı sorunlar ise şahsi düzeyde kalmıştır. Bu propaganda döneminde Abbasoğulları ile Alioğulları arasında ciddi bir ayrışmanın olmaması belki de ağırlıklı olarak Alioğullarının Kufe’de ve Abbasoğullarının da Horasan da bulunmalarından da kaynaklanıyor olabilir.196 Alioğulları da Abbasoğulları gibi davet döneminde ciddi anlamda çalışmışlardır. 2.3.ZEYD B. ALİ İSYANI Hz. Hüseyin’in torunu olan Zeyd b. Ali, 80/699 yılında Medine’de dünyaya gelmiştir. Annesi, Muhtar es-Sakafi’nin Ali b. Hüseyin’e hediye ettiği Sindli bir cariyedir.197 Babası Ali, dördüncü imam Zeynelabidin, Kerbela faciasından kutulan az sayıda insanlardan biridir. Babası vefat ettiğinde Zeyd on dört yaşındaydı. Bundan sonra onun yetişmesinde ve bakımında ağabeyi Muhammed Bakır ilgilenmiştir. Babası ve ağabeyi Muhammed Bakır’dan ders almıştır. Hayatının büyük bir kısmını Medine’de geçirmiştir.198 Zeyd b. Ali, başta Kufe olmak üzere Hicaz ve Irak’ın pek çok şehrine seyahat etmiştir. Bu sayede, daha genç yaşta İslam dünyasındaki siyasi ve fikri 194 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.394-395; Ayrıca buna benzer bir rivayet için bkz. İsfehânî, Mekâtil, s.257. 195 Karabiber, Ehl-i Beyt, s.166. 196 Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.24-28. 197 el-İsfehânî, Mekâtil, s.127. 198 el-Belazüri, Ensab, III, s. 229 vd.. 46 hareketleri tanıma fırsatı bulmuştur.199 Ayrıca Zeyd b. Ali, Vasıl b. Ata200 ve Ebu Hanife ile görüşmüş, bu sayede bilgi ve tecrübesini artırmıştır.201 Kerbela hadisesinden sonra Alioğulları siyasetten uzaklaşmış ve ilme yönelmişlerdir. Bu sayede Emevi idarecilerinden ve Kufe halkından uzak durmuşlardır.202 Kerbela hadisesinden sonra Alioğulları uzun süren bir sessizliğe girmiştir. Bu sessizlik, muhtemelen Alioğullarının büyük bir kısmının Muhammed b. Ali liderliğindeki Abbasi ihtilal hareketine vermiş oldukları destekten kaynaklanmaktadır.203 Hz. Hüseyin’den sonra Hz. Ali’nin neslinden Emevi iktidarına karşı ilk isyan eden ve bu sessizliği bozan kişi Zeyd b. Ali idi.204 Zeyd, Emevilere karşı isyan etme konusunda babası Ali b. Hüseyin’den farklı düşünüyordu. Babası Emevilerle uyum içinde yaşamıştır. Ancak Zeyd, Kerbela’da dedesini öldüren, Harre vakasını gerçekleştiren ve Kâbe’yi mancınıkla taşlayanlara karşı isyan edilmesi gerektiğini düşünüyordu.205 Bunun üzerine harekete geçen Zeyd b. Ali, geniş bir halk kitlesi kazanmak için, Müslümanların çoğunluğunun kabul ettiği Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i meşru halife olarak gördüğünü açıklamıştır. Bu, halifelik fikri mehdilik fikrini kullanmaktan daha kurnazca bir işti. Çünkü mehdilik, halifeliğin idaresini üstlenmek gibi bir faaliyete yer vermiyordu. Bu 199 ez- Zehebî, Nübela, V, s.391. Zeyd b. Ali ve Vasıl b. Ata ilişkisi için bkz. Mehmet Ümit, Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi Zeyd b. Ali’den Kâsım er-Ressî^nin Ölümüne Kadar, İSAM Yayınları, İstanbul 2010, s.81-103. 201 Ahmed b. Muhammed el-Endelûsî İbn Abdirabbih (327/939), el-Ikdu’l-Ferîd, tah. Abdülmecid et-Terhînî, Beyrut 1987, IV, s.482-488; Yusuf Gökalp, Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, AÜSBE, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara s.36. 202 Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ İbnu’t-Tiktakâ (709/1309), el-Fahri fi Adâbi’s-Sultâniyye ve’dDuveli’l-İslâmiyye, Beyrut 1966, s.129. 203 Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, Dinî Araştırmalar Dergisi, Cilt V, Sayı XIII, s.107. 204 Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.74. 205 Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29. 200 47 bakımdan da gerçekçi değildi.206 Bu düşüncelerle taraftar bulmaya çalışan Zeyd b. Ali, muhalefet anlayışını Emevi- Hâşimi çekişmesini temel alarak iktidara karşı çıkmıştır.207 Zeyd b. Ali isyanı, tarihi Emevi- Hâşimi çekişmesi zemininde ortaya çıkan siyasî bir harekettir.208 Ca’fer es-Sadık, Zeyd b. Ali’yi başlatmak istediği isyan hareketi dolayısı ile uyarmıştır. O, Zeyd’in bu ayaklanmasının başarısız olacağını ve sonucunda da öldürüleceğini tahmin etmiştir.209 Ancak Zeyd b. Ali Ca’fer esSadık’ı dinlememiş ve isyan hareketini başlatmıştır. Zeyd b. Ali isyanı, Alioğullarının Emevi iktidarına karşı en güçlü son başkaldırışı idi.210 Zeyd b. Ali isyana başladığında, Muhammed b. Ali da’vetçilerine bu isyana katılmamalarını emretmiştir.211 Onlara evlerinde kalmalarını ve Zeyd’den uzak durmalarını söylemiştir.212 Böylece o, Alioğullarından çıkan bir lideri Emeviler karşısında yalnız bırakarak tasfiye etmiş ve böylelikle alan ona kalmış oldu. Ayrıca Muhammed, Zeyd b. Ali’nin ölümü üzerine oluşan sosyal tepkiyi de Abbâsî da’vetine kanalize etmeyi başarmıştır.213 Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Abbasilerin aslında Alioğulları ile birlikte çalışmaktan çok da memnun olmadıklarını bu örnekte net bir şekilde görmekteyiz. Abbasiler her fırsatta Alioğullarının zarara uğramasını istercesine onların giriştiği isyanlara katılmamış ve destek vermemişlerdir. 206 Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.162. Taberî, Târîh, VII, s.160. 208 Onat, 99 Soruda İslam Mezhepleri (Basılmamış Ders Notları), s.60. 209 Taberî, Târîh, VII, s.57-58. 210 Zeyd b. Ali’nin neden isyan ettiği konusunda farklı rivayetler vardır. Bunun için bkz. Gökalp, Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, s.33-36. 211 Nebîle Abdulmunim Dâvûd, Neş’etu’ş-Şîati’l-İmâmiyye, Beyrut 1986, s.178-179. 212 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.230. 213 Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.216. 207 48 İsyan hazırlıkları tüm hızıyla devam ederken, Zeyd b. Ali, Kufe’den on beş bin kişinin biatını almıştır.214 Bu, Zeyd için müthiş bir rakamdı. Ancak unutulmamalıdır ki isyan ederken sayıdan çok cesur ve vefakâr kişilere ihtiyaç vardır. Ayrıca bu on beş bin kişinin Kufe’li olması da bir başka dezavantajdır. Zaten Zeyd bu konuda ikaz edilmektedir. Şöyle ki; Zeyd b. Ali Medine-ŞamKadisiye yolculuğuna çıktığında yanında yer alan Dâvud b. Ali (v. 133/750) tarafından, Kûfe’lilere güvenilemeyeceğini, geçmişte söz verdikleri halde atalarını nasıl yalnız ve desteksiz bıraktıklarını hatırlatmış ve onu ikaz etmiştir. İlk Abbasi halifesi Saffah’ın amcası olan Dâvud b. Ali’ye karşılık Kûfe’liler Zeyd b. Ali’ye, “Dâvud b. Ali senin kendisinden daha başarılı olmanı istemiyor. O, bu işe kendisini ve ailesinden olanlarını daha layık görüyor” diyerek Zeyd’i kendi saflarına çekmeyi başardılar. Zeyd’in yanındakilerle birlikte Kûfe’ye gitmesiyle birlikte Dâvud b. Ali Medine’ye dönmüştür.215 Yapılan uyarılara aldırış etmeyen Zeyd, Kufe’liler ile birlikte Irak valisi Yusuf b. Ömer es-Sakafi’ye karşı savaşmıştır. Savaş hazırlıkları sürerken Zeyd b. Ali’nin ordusunun içinden bir grup Zeyd’in yanına gelir ve ona Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer hakkında ne düşündüğünü sorarlar. O da ailesinin onlar hakkında kötü şeyler söylemediğini ve kendisinin de onları tasdik ettiği mealinde cevap vermiştir.216 Zeyd b. Ali taraftarlarından bir grup ona, hangi gerekçe ile ailesinin intikamını almak istediğini, yani sadece halifeliği ellerinden aldılar diye mi isyan edeceğini sordular. Bu soruya Zeyd, kendilerinin Hz. Peygamber’in hilafet hakkına tüm insanlardan daha çok layık 214 Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29. Taberî, Târîh, VII, s.167-168. 216 Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şîa, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1983, s.66. 215 49 olduklarını ve onların bu hakkı onlardan aldıklarını belirtmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen onların Kur’ân ve Sünnetten ayrılmadıkları ve insanlar arasında adaletle hükmettikleri sürece hilafetin onların elinde olmasında bir sakınca görmediğini söylemiştir.217 Taraftarlar bu sefer ona bunlar sana zulmetmedi, sana zulmetmeyen kişileri savaşa çağırmanın manası nedir? şeklinde yeni bir soru yönelttiler. Bunun üzerine Zeyd b. Ali şu cevabı vermiştir: “Bunlar bana da, size de ve kendilerine de zulmedenlerdir. Biz sizi Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine ve sünnetlerin diriltilmesine, bid’atlerin kaldırılmasına çağırıyoruz. Çağrımıza icabet ederseniz, mesut olursunuz, itina ederseniz size karşı sorumlu değilim.” Bu cevaba çok kızan grup, ona olan biatlerini bozup ona, Ca’fer es-Sadık’ın bu işe ondan daha layık olduğunu söyleyip onu terk ettiler. Hâlbuki Ca’fer es-Sadık yanına gelenlere “gidin Zeyd’e biat edin, o bizim en faziletlimiz, en efendimiz ve en hayırlımızdır” demiştir.218 Yani Ca’fer es-Sadık hiç bir zaman kendini Zeyd b. Ali’den üstün görmemiştir. Bu ayrılanlara sonradan “Rafıza” denmiştir.219 Bu ayrılık Zeyd’in ordusunu ciddi anlamda etkilemiş ve neticede savaşı kaybetmelerine sebep olmuştur. Savaş esnasında Zeyd b. Ali anlına isabet eden bir okla öldürülür,220 sonra kabrinden çıkarılır idam edilir ve sonra yakılır.221 Kufe’lilerin Zeyd b. Ali’nin ordusunu terk etmeleri aslında yeni bir şey değildi. Bundan öncede bu tür davranışlarda bulunmuşlardır. Kufe’liler Hz. Hüseyin’e mektup yazarak, ona Yezid b. Muaviye’ye karşı destek 217 Ebu’l Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed İbn Hallikân (681/1282), Vefâyatu’l-A’yan ve enbâu enbâi’z-Zamân, thk. İhsan Abbas, Beyrut 1978, V, s.120; Atalan, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, s.160. 218 Taberî, Târih, V, s.498-499. 219 Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29. 220 İbn Tiktakâ, el-Fahrî, s.117 vd.; İsfehânî, Makâtil, s.137. 221 Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.30. 50 vereceklerini, bu sebepten dolayı kendisini Kufe’ye davet ettiklerini bildirirler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin çoğunu kadın ve çocukların oluşturduğu bir grupla yola çıkar. Ancak Kufe’ye varmadan Kerbela’da Yezid’in ordusu ile karşılaşır. Hz. Hüseyin ve yanındakiler feci bir şekilde can verirler. İşin ilginç tarafı ise, Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet edenlerin buna seyirci kalmasıdır. Bu iki husustan dolayı Kufe’liler vefasızlık ve cimrilikle vasıflandırılmıştır. Hatta “Kufe’liden daha cimri, Kufe’liden daha hain ve vefasız”, deyimi söylenir olmuştur.222 Hz. Hasan, Muaviye ile barış yapmak zorunda kaldığında ona bunun sebebi soruldu. O da Kufe’lilere asla güvenilemeyeceğini, şayet onlara güvenip bir iş yapmaya çalıştığında sonunda mutlaka mağlup olacağı şeklinde ilginç cevabı vermiştir.223 Vâli Yusuf b. Ömer es-Sakafî isyanı bastırdıktan sonra Kufe’ye gider. Mescidde minbere çıkar ve Hz. Ali soyuna ve Kufe halkına çirkin sözler söyler.224 Zeyd öldürüldükten sonra, ona söz verdikleri halde destek olmayan Kufe’liler onun için ağıt yakmaya başlamışlardır.225 Kufelilerin bu davranışı aslında bilindik bir durumdur. Onların dedeleri Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’i terk ettikleri gibi, kendileri de Zeyd b. Ali’yi terk etmişlerdir. Aslında Kufe’lilerin Alioğulları adına çıkan isyanlara destek vermelerinin sebebi, onların taraftarlığından değil, tam aksine Emevilere karşı kendi bağımsızlıklarını kazanma isteğidir.226 222 Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.30. İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, s.407. 224 İbn A’sem, Kitâbu’l-Futûh, III-IV, s.323. 225 Taber, Tarih, VIII, s.61. 226 Abdulaziz ed-Dûrî, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, İstanbul 1991, s.106. 223 51 Netice itibariyle 121/739 yılında Kufe’de isyan hazırlıklarına başlayan Zeyd b. Ali, bundan bir yıl sonra, 122/740’da isyanı fiilen başlatmıştır.227 Ancak kısa bir süre sonra Irak vâlisi Yusuf b. Ömer es-Sekafi ile giriştiği savaşta mağlup olmuş ve vali tarafından öldürülmüştür.228 2.4.YAHYA B. ZEYD İSYANI Zeyd b. Ali’nin oğlu Yahya, babasının öldürülmesi üzerine bir süre Kufe’de gizlenmiştir. Kendisine Ali taraftarlarının sevildiği yer olan Horasan’a gitmesi tavsiye edildi. Yahya’da bu tavsiyeye uyarak bir grup ile birlikte oraya gitmişlerdir. Yahya b. Zeyd’in bu harekette onun çok taraftar bulmasına fayda etmemiştir. Muhtemelen Horasanlılar Emevi iktidarından korktukları için Yahya’yı açık bir şekilde destekleyememişlerdir. Ancak, daha çiçeği burnunda bir imam olan İbrahim’e Yahya b. Zeyd sorulunca, o onlara biraz sabırlı olmaları gerektiğini, zamanı geldiğinde intikamlarının alınacağını söylemiştir.229 Ancak bu intikam sözü sadece laf da kalmış, ne Zeyd b. Ali’nin, ne de Yahya b. Zeyd’in intikamı alınmamıştı. Hatta bir rivayete göre Abbasiler kendi taraftarlarına Yahya’nın isyanına katılmamalarını, çünkü onun bu isyanı başarısızlıkla sonuçlanacağını ve onunda öldürüleceğini söylemişlerdir.230 Görüldüğü gibi ne imam Muhammed b. Ali döneminde bir Şiî ayaklanması olan Zeyd b. Ali’ye, ne de imam İbrahim b. Muhammed döneminde bir başka Şiî isyanı olan Yahya b. Zeyd’e yardım edilmemiştir. Onun sonu da babası gibi olmuş ve 125/743’de babasından devraldığı isyan hareketi sonucunda 227 Zeyd b. Ali isyanının hangi tarihlerde başladığı ile ilgili farklı rivayetler vardır. Dineverî’nin verdiği bilgiye göre bu isyan 118/736’da başlamıştır. Bunun için bkz. Dineverî, el-Ahbaru’t-Tivâl, s.316; Taberî ve İbnu’l-Esîr’in verdiği bilgiye göre bu isyan 121/739 veya 122/740’da başlamıştır. Bunun için bkz. Taberî, Tarih, VII, s.181 veya V, s.499; İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, V, s.245-256. 228 ez- Zehebî, Nübela, V, s.391. 229 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.241. 230 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.242. 52 öldürülmüştür. Ancak Yahya b. Zeyd’in ölümü Horasan’da büyük yankı uyandırmıştır. Onun öldüğü yıl doğan erkek çocuklara Yahya ve Zeyd isminden başka isim verilmediği belirtilmektedir.231 Bu örneklerde görebildiğimiz gibi, Abbasiler ile Alioğulları arasında tam anlamıyla bir birlik yoktu. Aslında Alioğullarının kendi içlerinde de bir birlik yoktu. Zeyd b. Ali isyanı başlatmadan önce Abbasilerle ve kendi yakın akrabalarıyla istişare etmiş olsaydı sonuçlar çok farklı olurdu. Ancak bunlar yapılmadığı için şunu diyebiliriz ki başarısız olan Şiî ayaklanmalarının meyvesini Abbasîler toplamıştır.232 2.5.İHTİLALDEKİ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER 2.5.1.Abdullah b. Muaviye Abdullah b. Muaviye’nin doğumu ve hayatıyla ilgili kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Onun hakkındaki bilgiler siyasi anlamda aktif olduğu ömrünün son üç yılı ile ilgilidir. Abdullah b. Muaviye’nin asıl ismi Abdullah b. Muaviye b. Abdullah b. Ca’fer b. Ebu Talib’dir. Yani Abdullah’ın isyanını bir Alioğlu’ndan ziyade, bir Taliboğlu isyanı olarak görebiliriz. Abdullah b. Muaviye, Emevilerin iktidardan uzaklaştırılmasına ve yerine Haşimilerin getirilmesini istiyor ve bu uğurda bir isyan hareketi başlatıyordu.233 Mevcut iktidara karşı olan veya onlardan hoşnut olmayanlar Abdullah b. Muaviye etrafında toplanmıştır. Değişik dini ve siyasi görüşleri etrafında toplaya bilmesinin sebebi ortak düşmanlarının olmasıdır.234 231 Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, III, s.225. Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, s.163. 233 Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.360. 234 Atalan, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, DEÜİFD, XXIII 2006, s.48. 232 53 Kufe’liler, Abdullah b. Muaviye’yi isyan etmeye teşvik etmişlerdir. Onlara göre Haşimiler, Mervanilerden bu işe, hilafete daha layıktır. Bu düşüncelerle Abdullah b. Muaviye için halktan biat alıyorlardı.235 Ancak Abdullah b. Muaviye Kufelilerin yoğun teşvik sonucu isyan ettiğini belirtmek, kanaatimizce doğru değildir. Çünkü sırf teşvik ile bir isyan hareketi başlatılmaz. Şunu diye biliriz, Abdullah b. Muaviye’nin de zihninde Emevilere karşı isyan etme gibi bir düşünce vardı. Kufelilerin teşviki onun harekete geçmesine vesile oldu. Abdullah b. Muaviye İstahr’da adeta bir bağımsız devlet gibi vergi toplatıyor ve kendi adına para bastırıyordu.236 Yani bir nevi bağımsız bir devlet başkanı gibi hareket etmeye başlamıştı. Abdullah b. Muaviye’yi bu isyan hareketinde destekleyenler şunlardı; Kufeli mevali, hariciler, Ebu Mansur ve İsa b. Ali gibi Abbasiler.237 Abbasilerin Zeyd b. Ali’nin isyanına katılmamaları, ancak Adullah’ın başlattığı bu isyana destek vermeleri ilginçtir. Öyle zannediyoruz ki, Zeyd’in isyan ettiği dönemde Abbasi ihtilalinin lideri Muhammed b. Ali idi. Ancak Abdullah b. Muaviye’nin isyan ettiği dönemde Abbasilerin lideri İbrahim b. Muhammed idi. Muhammed b. Ali kendilerinin kontrolü dışında gerçekleşen hiçbir isyana katılmamış ve destek vermemiştir. Bu isyanlar ortak düşmanları olan Emevilere karşı yapılmasına rağmen bu tutumunu değiştirmemiştir. Ancak oğlu İbrahim babasından farklı düşünüyordu. Ortak düşman olan Emevilere 235 Taberî, Târîh, VII, s.303. Muhammed İbn Habîb (245/859), Esmau’l-Muğtâlîn Mine’l-Eşrâf fi’l-Cahiliyye ve’l-İslâmiyye, thk. Abdusselâm Hârûn, Kahire 1973, s.189. 237 Ebu Zekeriyya Yezid b. Muhammed b. İlyas b. Kasım el-Ezdî (334/945), Tarihu’l Mavsil, thk. Ali Habîbe, Kahire 1967, s.107. 236 54 karşı isyan eden Abdullah b. Muaviye’ye destek vermiştir. İbrahim, siyasi anlamda babasından farklı düşünüyor ve farklı hareket ediyordu. Ayrıca Abbasilerin tahminine göre Zeyd ve oğlu Yahya’nın isyanları başarılı olma ihtimalleri yüksek olan hareketlerdi. Zeyd ve Yahya başarılı olsalardı hilafeti elde edecek ve bu şekilde Abbasi ihtilali fiili olarak bitmiş olacaktı. Ancak Abdullah b. Muaviye isyanını çok etkili bulmadıkları için ona kısmi destek vermişlerdir. Bu şekilde Emevilere isyan edenleri destekliyoruz havası verilmiş ve aynı zamanda dikkatlerin başka yöne çevrilmesine sebep olmuşlardır.238 Abdullah b. Muaviye, her ne kadar Abbasilerden olan bazı kimselerin desteğini almış olsa bile, o, “er-rıza min âl-i Muhammed” sloganını kullanmamıştır diyen bazı rivayetler vardır. Abdullah bunun yerine, yani Abbasi ihtilalinin sloganı altında biat almaktansa, doğrudan kendi adına biat almıştır.239 Aynı müellifin bir başka yerde ise “er-rıza min âl-i Muhammed” adına biat aldığını belirtmektedir.240 Şunu açık bir şekilde diye biliriz ki, hangi şekilde biat almış olursa olsun netice itibariyle “er-rıza min âl-i Muhammed” söyleminden bir şekilde faydalanmıştır.241 Merv-i Şazan’da gerçekleşen savaşı kaybeden Abdullah b. Muaviye, Ebû Müslim’in yanına sığınmak ister.242 Ancak Ebû Müslim bunu kabul etmemekle birlikte onu yakalatır ve öldürtür.243 Burada ilginç olan husus şudur; Abbasi ihtilalinin lideri İbrahim b. Muhammed, Abdullah b. Muaviye isyanına 238 Atalan, “Bir Muhalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, DEÜİFD, Sayı XXIII (2006), s.49-50. 239 İsfehânî, Makâtil, s.157. 240 İsfehânî, Makâtil, 155. 241 Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri, s.135. 242 Ali b. Hüseyin b. Muhammed Ebu’l-Ferec el-İsfehânî (356/967), Kitâbû’l- Eğani, thk. Ali Muhennâ ve Yûsuf Câbir, Beyrut 1995, XII, s.4396. 243 İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.373. Rivayetlerde Abdullah b. Muaviye, Ebu Müslim’in yanına sığınmak için mektuplaştıkları söylenmektedir. Bu mektuplarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. İsfehânî, el-Eğani, XII, s.230-231. 55 destek verirken, İbrahim’in emrindeki bir komutan olan Ebu Müslim, Abdullah’ı neden ve hangi gerekçe ile öldürür? Acaba İmam Muhammed’in, Ebu Müslim’in bu hareketinden haberi var mıydı? Cevaplanmayı bekleyen bu sorulara girip konumuzu dağıtmak istemiyoruz, ancak şu kadarını diye biriz ki bu sorular cevaplandığı takdirde Ebu Müslim’in neden bu şekilde davrandığını daha iyi anlaya biliriz. Abdullah b. Muaviye isyanını bir Şiî hareketi olarak görmek zordur. Çünkü bu hareket Emevilere karşı düşmanlık besleyen ve onlardan hoşnut olmayanların oluşturdukları bir güç ittifakıdır.244 Yani sadece Şiî’lerden oluşan veya Şii motifleri taşıyan bir isyan değildir. Abdullah b. Muaviye isyanını diğer isyanlardan farkı, açık ve tutarlı bir fikir sisteminin olmayışıdır.245 Yani yukarıda da değindiğimiz gibi, mevcut siyasi yapıdan memnun olmayan kişilerin oluşturdukları bir ittifak hareketidir denebilir.246 Daha önce bir araya gelmemiş ama bu isyan hareketi için bir araya gelmiş kişilerden oluşan bir hareket. Düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesiyle hareket etmişlerdir. Böyle hareketlerin de ufak bir sarsıntıda hemen dağılabileceğini görebilmekteyiz. 2.5.2.Ebû Müslim ve Ebu Seleme Ebu Seleme el-Hallâl247 (127-132/744-750) Kufe’de Abbasî propagandasının temsilciliğini yapmaktaydı. Ebu Müslim el-Horasani ise Horasan’da Abbasî propagandasının temsilcisi 244 idi. Bu ikisi Abbasi Atalan, “Bir Muhalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi”, s.59-60. Fığlalı, “Abdullah b. Muâviye”, DİA, I, s.119. 246 Atalan, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, s.59-60. 247 Hakkı Dursun Yıldız, “Ebû Seleme el-Hallâl”, DİA, X, İstanbul 1994, s.228-229; K. V. Zetterstéen, “Ebû Seleme”, MEBİA, IV, Eskişehir 1997, s.49. 245 56 davetçilerinin lideri konumundaydı.248 Ayrıca bunlar aynı zamanda Abbasi ihtilalinin en önemli komutanlarındandı. İbrahim b. Muhammed’in zamanında Abbasi Davetinin idari yönetimi Ebu Seleme’ye, askeri yönetim ise Ebu Müslim’e verilmişti. Bu sebepten ötürü Ebu Seleme’ye “Vezîru Âl-i Muhammed”,249 Ebu Müslim’e de “Emîru Âl-i Muhammed”250 denmiştir. İslam Tarih’ine baktığımız zaman, vezirliğe atanan ilk kişi olarak Ebu Seleme karşımıza çıkacaktır.251 Hatta ilk Abbasi halifesi Ebu’l-Abbas daha halife unvanını almadan önce, Ebu Seleme’nin vezirlik unvanını alması zikredilmeye değer bir olaydır.252 Daha önce Muhammed b. Ali tarafından Kufe sorumlusu yapılan Bukeyr b. Mahan geçirdiği ağır bir hastalık sebebiyle253 Kufe liderliğini 127/744-745 yılında254 damadı Ebu Seleme’ye bırakmıştır.255 İbrahim b. Muhammed’in de onayladığı, bu atama ile birlikte Abbasi ihtilalinin en önemli komutanlarından olan Ebu Seleme tarih sahnesinde yerini alacaktır. Muhammed b. Ali etrafındakilere kendisinden sonra imam olarak oğlu İbrahim’i işaret etmiştir. İbrahim’e de tavsiyelerde bulunmuştur. Bu tavsiyelerden biri Bukeyr b. Mahan’a ve Ebu Seleme’ye güvenmesi ve bu davada onlarla birlikte yürümesi olmuştur.256 Babasının tavsiyelerine uyan İbrahim, Bukeyr b. Mahan’ın Ebu Seleme’yi Kufe’ye tayin etmesini onaylamıştır. Hatta bu haberi Horasan’a bildirmiş ve Ebu Seleme’yi de biat 248 Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, s.422. İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s.197. 250 Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.57. 251 Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, II, s.287; Taberî, Târîh, IV, s.341. 252 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, III, s.27. 253 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.249. 254 Taberî, Târîh, IV, s.291. 255 Ebu Seleme, Bukeyr b. Mahan’ın Hamame adlı kızı ile evli idi. Ahbar, s.247-248; İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.283. 256 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.237-238. 249 57 alması için oraya göndermiştir.257 Ayrıca şunu da belirtmek isteriz ki Ebu Müslim Horasan temsilciliğine atanmadan önce o bölge Abbasi ihtilal hareketini organize eden de Ebu Seleme idi.258 Abbasi davetin açıktan yapılmaya başlamasıyla birlikte savaşlarında hız kazanması, Abbasi ordusu ciddi anlamda başarılar elde etmeye başlamıştı. Devam eden bu süreçte Emevi halifesi II. Mervan, imam İbrahim’i yakalatıp hapse attırır.259 Burada öldürüleceğini sezen İbrahim, Ebu’l-Abbas’a ailesiyle birlikte Kufe’ye gitmesini bildirmiştir. Ayrıca onu kendi yerine vasiyet de etmiştir.260 Yani İbrahim’den sonraki imam kardeşi Ebu’l-Abbas olacaktır. İbrahim’in dediklerine uyan Ebu’l Abbas, ailesi ve etrafındakilerle Kufe’ye doğru yola çıktı. Onları Kufe’de Ebu Seleme karşıladı ve yakalanmamaları için Velid b. Sa’d’ın evinde sakladı.261 Bundan sonra ise Ebu Seleme ilginç bir siyaset izlemiştir. Kaynaklarda, Ebu Seleme hilafetin Alioğullarına geçmesini istemiş ve bu yolda da gayret sarf etmiştir diye geçmektedir. O, dönemin Alioğullarının ileri gelenlerinden üç kişiye birer mektup göndererek onlardan birinin bu makama geçmeleri için bir teklifte bulundu. Bu üç kişi Ca’fer b. Muhammed (Ca’fer es-Sadık), Abdullah b. Hasan ve Ömer b. Ali idi. Ancak üçü de onun bu teklifine olumsuz cevap vermişlerdi.262 Bu üç Alioğlunun ret cevabı henüz Ebu Seleme’ye ulaşmamıştı. O da, gönderdiği elçiden haber beklerken, zaman kazanma adına da Abbasi taraftarlarını oyalıyordu. Abbasiler 257 Taberî, Târîh, VII, s.294-295 veya s.329 veya Taberi, Tarih, IV, s.291; İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.283. 258 Yıldız, “Ebu Seleme”, s.229. 259 İmam İbrahim’in nasıl yakalandığı ile ilgili farklı rivayetler vardır. Bunlar için bkz. Bozkurt, Abbasi İhtilali, s.84-87. 260 Taberî, Târîh, VII, s.423. 261 Belâzurî, Ensâb, IV, s.184. 262 Belâzurî, Ensâb, IV, s.184 veya III, s.139; İbn Tiktakâ, el-Fahri, s.122-123. 58 sürekli Ebu Seleme’ye hilafetin ilanı ile ilgili sorular soruyorlardı. O da bunun vaktinin henüz gelmediği şeklinde oyalayıcı cevaplar veriyordu. 263 Ebu Seleme elçisinden haber beklerken, Horasanlı bir komutan olan Ebu Humeyd imam İbrahim’in kölesi Sabık el-Harezmî’ye rastlar ve ona imamı sorar. O da imamın öldürüldüğünü, yerine de Ebu’l- Abbas’ı vasiyet ettiğini, onun da Kufe’ye geldiğini bildirir.264 Bunun üzerine harekete geçen Ebu Humeyd Ebu’lAbbas’ın kaldığı yeri öğrenir ve Kufe ordusunun ileri gelen komutanlarından Ebu Cehm ile birlikte onun yanına gider. Ebu’l-Abbas’ı halife olarak selamlar, elini ve ayağını öper. Haberi alan Ebu Seleme derhal Ebu’l-Abbas’ın bulunduğu eve intikal ederek elini ve ayağını öperek ona halife olarak biat eder265 ve ondan kendisini affetmesini diler. Ebu’l-Abbas da kendisini affettiğini, yaptığı iyilikleri unutmadıklarını söyleyerek ona, fitne çıkmasın diye ordusunun başına gitmesini söyler. O da buna uyarak ordusunun yanına gider.266 Göre bildiğimiz gibi Ebu Seleme’nin bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış ve Ebu’l-Abbas’a biat etmek durumunda kalmıştır. Burada dikkatimizi çeken husus, uzun yıllar Abbasi ihtilali için var gücüyle mücadele eden Ebu Seleme’nin, tam halife ilan edileceği vakit fikir değişikliği yapması ve hilafete Alioğullarının geçmesini istemesidir. Acaba kendisi “er-Rıza min Âl-i Muhammed” sloganından Alioğullarının hilafete geçeceğini mi anlamıştır? Ancak bunu anlaması mümkün gözükmemektedir, çünkü bu ihtilalin Alioğulları adına yapıldığı ile ilgili hiçbir ipucu bulunmamaktadır.267 Ayrıca neden hilafeti Alioğullarına verme gereği duymuştur? Veya hilafeti 263 Ayrıntılı bilgi için bkz. İbnu’l- Esîr, el-Kamil, V, s.335-337. Belâzurî, Ensâb, IV, 174-175. 265 Belâzurî, Ensâb, III, s.140. 266 Taberî, Târîh, VII, s.423-424. 267 Bozkurt, Abbasi İhtilali, s.90. 264 59 birine verme yetkisini kendisinde nasıl görmüştür? gibi sorular insanın zihninde soru işaretleri oluşturuyor. Burada bu sorulara detaylı bir şekilde cevaplandıracak değiliz, ama şu kadarını diyebiliriz ki Ebu Seleme, Ebu’lAbbas’ın halifeliğinin ilanını kasıtlı olarak geciktirmiştir. Ayrıca Ebu Seleme’nin bu hareketi hem o dönemde halifelik görevini yapa bilecek yetenekte Alioğullarından kişilerin olduğunu, hem de Alioğulları hilafete bir alternatif olarak görüldüğünü göstermektedir. Ebu Seleme başarısız olduğu bu siyasi hareketinin cezasını hayatı ile ödemiştir.268 Her ne kadar Ebu’l-Abbas onu affettiğini söylemiş ise de, görülen o ki gerçek anlamda yapmış olduğu ihaneti unutamamış ve öldürülmesi için emir vermiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Abbasi ihtilalin bir diğer önemli komutanı ve temsilcisi Ebu Müslim idi. Muhtemelen 100/ 718-719 yılında dünyaya gelen Ebu Müslim’in doğduğu yer ve kimliği ile ilgili birbirine zıt birçok rivayet bulunmaktadır.269 Ebu Müslim çok genç yaşta Horasan temsilciliğine atanmıştır. İmam İbrahim’in 128/ 746 yılında atadığı bu genç adam çok kısa bir sürede bölgenin kontrolünü tamamen eline almıştır.270 O, son derece başarılı bir komutan idi. Ayrıca komutanlığının yanında siyasi anlamda da iyi bir liderdi. Öyle ki o, bir gecede tam altmış köyün kendisine katılmasını sağlamıştır.271 268 Belâzurî, Ensâb, III, s.154. Ebu Müslim hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yıldız, “Ebû Müslim el- Horosânî”, DİA, X, s.197-199; W. Barthold, “Ebû Müslim”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.39-41; Ebu Müslim’in kimliği ile ilgili farklı rivayetler için bkz. Bozkurt, Abbasi İhtilali, s.52-57.. 270 Taberi, Tarih, VII, s.344. 271 Taberi, Tarih, VII, s.355. 269 60 Ebu Müslim’in bu gücü hiç şüphesiz hilafeti düşünen kişileri rahatsız edecekti ve etti de. Ebu Müslim’in gücünden rahatsız olanlardan biri veliaht Mansur idi. O, ağabeyi Ebu’l-Abbası, Ebu Müslim’in yaşadığı müddetçe kendisinin tam anlamıyla halife olamayacağını bildirmesi, onun Ebu Müslime karşı olan nefretini ve aynı zamanda korkusunu göstermektedir. Çünkü Mansur bu sözleri Ebu Müslim’in Horasan’daki nüfuzunu gördükten sonra sarf etmiştir.272 Ancak ne gariptir ki Mansur halife olunca ona ilk biat edenlerden biri Ebu Müslim oldu. Hac emiri olarak bulunduğu Mekke’de iken Ebu’lAbbas’ın ölüm haberini alan Mansur buna çok üzülmüştür. Yanında bulunan Ebu Müslim üzülmemesini, onun artık yeni halife olduğunu ve kendisinin de ona biat ettiğini söylemiştir.273 Mansur ise üzüntüsünün asıl sebebinin amcası Abdullah b. Ali’nin isyan edebilmesinden kaynaklandığını belirtmişti. Çünkü kendisi başkent Enbar’da değildi. Ebu Müslim ise onu rahatlamasına vesile olmuş ve Abdullah b. Ali’yi kendisine bırakmasını onun hakkından kendisinin geleceğini söylemiştir.274 Yukarıda da değindiğimiz gibi, artık yeni halife Ebu Müslim’e kin ve nefret duyan ve onu ilk fırsatta ortadan kaldırmaya çalışan Mansur olmuştu. Ebu Müslim’in öldürülmesi için ağabeyi Ebu’l-Abbas’a birçok kez teklifte bulunmuş, ama her seferinde olumsuz cevap almıştır.275 Ancak artık Ebu Müslim’i koruyan Ebu’l-Abbas yoktu. Mansur artık istediği gibi hareket edebilecekti. 272 İbn Kesîr, el-Bidaye, X, s.54. İbnu’l-Esîr, el-Kamil, IV, s.347. 274 Taberi, Tarih, VII, s.473. 275 Taberi, Tarih, VII, s.468-469. 273 61 Ebu Müslim’in geniş bir kitleye nüfuz etmesi Mansur’u tedirgin ediyor ve bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyordu. Ancak Ebu’lAbbas bunu her seferinde reddediyordu. Ancak Mansur’un yoğun talebine fazla dayanamayan Ebu’l-Abbas, Mansur’a, Ebu Müslim’in öldürülmesi için onun Horasan’dan uzaklaştırılması gerektiğini, aksi halde başarısız olacağını söylemiştir. Artık Ebu Müslim’in Horasan’dan çıkartılması için uğraşılıyordu. Uzun uğraşlar sonucunda onu hac niyetiyle Horasan’dan çıkartmayı başarmıştır. Ancak Ebu Müslim’in hacca gitmesi demek, onun aynı zamanda hac emiri olması demekti. Bunu bilen Ebu’l-Abbas, Azerbaycan ve Ermenistan valisi olan kardeşi Mansur’a bir mektup yazmıştır. Ona, kendisine hacca gitmek istediğini bildiren bir mektup yazmasını istedi. Çünkü halifenin kardeşi hacca giderken emirlik bir başkasına verilmez. Ebu Müslim’de bu usulü bilip emirliği isteyemezdi. Ebu’l-Abbas ve Mansur’un hac emirliği konusuna bu kadar önem vermelerinin sebebi şöyle açıklana bilir: O dönemde hac emirliği vazifesini yapan kişi büyük itibar görürdü. Bu nedenle böyle bir vazifenin Ebu Müslim’e verilmesi onun popülerliğini artırırdı. Bu da Abbasilerin lehine bir gelişme olurdu. İşte bunu önleme adına o yıl hac emiri Ebu Müslim değil, Mansur olması gerekiyordu.276 Hac vazifesi için yola çıkan Ebu Müslim önce halifenin yanına gidip oradan Mekke’ye gidecekti. Bunun için halife, Ebu Müslim’in güzel karşılanması için şehirde hazırlıklar yaptırdı. Çok görkemli bir şekilde karşılanan Ebu Müslim’e her türlü ikramda bulunuldu.277 276 277 Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.345-346. Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.345. 62 Mansur ve Ebu Müslim birlikte hacca gitmişlerdir. İkisi de insanlara ikram etme konusunda birbiriyle yarışıyorlardı ve bu Mansur’un hiç hoşuna gitmiyordu. Çünkü kendisi veliaht idi ve bir başkası onun önüne geçemezdi; geçtiği taktirde veliahttın itibarı zarar görürdü. Bu şekilde sıkıntılı geçen hac döneminin dönüşünde Ebu’l-Abbas’ın ölüm haberi geldi. Haber alan Ebu Müslim, Mansur’a biat etti ve kendisinin emri doğrultusunda isterse Horasan’da veya merkeze de kendilerine hizmet edebileceğini veya Abdullah b. Ali’nin üzerine gidebileceğini söylemiştir.278 Mansur da onu Abdullah b. Ali isyanını bastırması için vazifelendirdi.279 Uzun bir çatışmanın sonunda Ebu Müslim Abdullah b. Ali’yi yenerek Mansur’un rahat bir nefes almasını sağlamıştır. Bu durum karşısında Mansur’un Ebu Müslim’i takdir etmesi beklenirken, o enteresan bir şekilde bu savaşta elde ettiği ganimetleri tespit etmek için kişiler görevlendirdi. Bu ise Ebu Müslim’i çok sinirlendirdi. Mansur’un bu hareketi, bu iki kişinin birbirine karşı olan öfkelerini gün yüzüne çıkartmıştı.280 Olay neticesinde Ebu Müslim Horasan’a doğru yola çıkması Mansur’u tedirgin etmişti. O, Ebu Müslim’in Horasan’a varmadan durdurulması ve kendi huzuruna getirilmesi gerekiyordu. Bunun için birçok girişimde bulunan Mansur hiçbir netice alamadı. Ancak Mansur’un pes etmeye niyeti yoktu ve kurnazca bir hamlede bulundu. Ebu Müslim’in Horasan’daki temsilcisi olan Ebu Davud’a, Ebu Müslim’i saraya getirmesi halinde kendisini bulunduğu bölgeye vali yapacağını vadetmiştir. Teklifi cazip bulan Ebu Davud, 278 Taberi, Tarih, VII, s.470-471. Yakubi, Tarih, II, s.365-366. 280 Yakubi, Tarih, II, s.366. 279 63 Ebu Müslim’i ikna etmeyi başardı ve Mansur’un huzuruna çıkıp ondan af dilemeye razı olmuştur.281 Ebu Müslim halifenin huzuruna çıktığında, Mansur derhal bir mahkeme kurdurdu ve Ebu Müslim’i yargılamaya başladı. İşin ilginç tarafı ise davacı olan ile mahkemenin başkanı aynı kişinin olması idi. Yargılama başlamış ve ses tonları gittikçe artıyordu. Sonra halifenin daha önce planladığı bir şekilde ellerini çırptığı an gizlendikleri yerden çıkan Mansur’un adamları Ebu Müslim’i orada öldürdüler.282 Bu şekilde halife Mansur Ebu Müslim’in eliyle Abdullah b. Ali’den, sonrada kendi planladığı bir suikast ile Ebu Müslim’den kurtulmuş oldu ve bu sayede rahat bir nefes almıştı. Gerçi Ebu Müslim’in katledilmesi Horasan’da ciddi ayaklanmalara sebep olmuştu, ama halife Mansur bu isyanları bir şekilde bastırmayı başarmıştır.283 281 Taberi, Tarih, VII, s.482-488. Taberi, Tarih, VII, s.488-489. 283 Bu isyanlarla ilgi ayrıntılı bilgi için bkz. Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar, s.128-159. 282 64 III. BÖLÜM İHTİLALDEN SONRA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI MÜCADELESİ Şu muhtemeldir ki, Alioğulları ile Abbasoğulları arasındaki ilişki genel itibariyle karşılıklı dostluk ve samimiyet üzerine inşa edilmiştir.284 Bazen ufak sıkıntılar çıkmış olabilir, ama bunlar ilişkilerin bozulması için birer sebep değillerdi. Ancak Abbasî ihtilali gerçekleştikten sonra, o dostluk ve samimiyet üzerine kurulmuş olan ilişki bozulmuş ve yerini nefret, kin ve intikam duygularına bırakmıştır. Nitekim Abbasoğulları ile Alioğulları birlikte hareket ederek 132/749 yılında285 Emevileri devirmiş ve bu sayede artık yeni bir dönem başlamış oldu. Bu dönem kaynaklarımızda Abbasiler dönemi olarak yer almaktadır. Yani artık iktidarda Abbasoğulları vardı ve en başta bu Alioğullarını rahatsız etmemekteydi. Çünkü daha henüz nasıl bir muameleye tabi tutulacaklarının farkında değillerdi. Aslında Ebu’l-Abbas’ın ihtilalden sonraki ilk Cuma hutbesinde286 nasıl bir politika izleyeceklerini ve hilafet hakkındaki düşüncelerini satır aralarında okumak mümkün. Ancak asıl tartışmalar halife Mansur devrinde başlayacaktı. Bu bölümümüzde bu iki kabilenin mücadelesini incelemeye çalışacağız. 3.1.ABBASOĞULLARI VE ALİOĞULLARININ HİLAFETİ KENDİ HAKLARI OLARAK GÖRMESİ Her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de hadisler istismar edilmiştir. Çünkü hadisler çok güçlü bir meşruiyet kaynağıdır. Ne yazık ki, kendi gücünü veya iktidarını meşrulaştırma yolunda siyasi bir malzeme haline getirilmiştir. 284 Atalan, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sadık’ın Yeri, s.61. Taberi, Tarih, VII, s.420. 286 Hutbenin detayları için bkz. Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.91-92. 285 65 Bu şekilde hadisler, kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde basitleştirilmiştir. Abbasoğullarının ve Alioğullarının her biri hilafetin kendi hakkı olduğunu iddia etmeye başlamışlardı. Abbasilerin söylemlerine göre Hz. Peygamber’den sonra hilafetin Hz. Abbas’a geçtiği şeklinde iken, Alioğullarına göre hilafetin Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’ye geçtiği şeklindeydi. İki tarafta kendi iddialarını meşrulaştırma yolunda Kur’an ve Hadisi kullanmaktan geri durmamıştır. Kur’an sabit olduğu için orada sadece yoruma gidilmiştir. Ancak Hadiste durum farklı idi. Orada kendini haklı göstermek için, Hz. Peygamber’in ağzından bir çok Hadis uydurulmuştur. Siyasi bir malzeme olarak kullanılan hadislerden en ilgi çekicileri, bizzat Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye, imametin Abbasoğullarının olacağını söyleyen hadislerdir. Mesela bir gün Hz. Peygamber Hz. Ali’ye şöyle demiştir: “Ey Ali! Kim babamın, amcamın, soyumun ve Abbas b. Abdülmuttalib’in soyunun haklarını ve amcamın Allah ve Resulü katında (üstün) yerini tanımaz ise benim hakkımı tanımamış olur”.287 Ayrıca Hz. Peygamber, Hz. Abbas’ın yolunda mücadele edenlerin siyah bayrakları ile birlikte Horasan’a gidip zulmü ortadan kaldıracaklarını ve adalet ile hükmedip İslam’ı yücelteceklerini bildirmektedir.288 Hz. Peygamber’in söylediği iddia edilen bu hadiste, Horasan ve siyah bayraklar gibi Abbasî ihtilalinin önemli siyasi sembollerine atıfta bulunulmaktadır. Hatta Hz. Peygamber’in Abbasîlerin ilk üç halifelerinin ismini bile zikretmiş289 ve ayrıca bu halifelerin çocuklarının dünyanın sonuna 287 Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasan İbn Asâkir, Tehzîbu Târihi Dimeşki’l-Kebîr, thk. A. Bedrân, Beyrut 1399/1979, VII, s.246. 288 Bu mealdeki hadisler için bkz. Sadık Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun 1997, s.155-164. 289 Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Hatîb el-Bağdâdî (463/1071), Târîhu Bağdâd (Medînetu’s-Selâm), Beyrut 2001, V, s.391-392. 66 kadar yönetimde kalacaklarını ve kıyamete yakın bir zamanda bu makamı semadan ineceğine inanılan İsa peygambere teslim edeceklerini bildirmektedir.290 Abbasoğullarının, Alioğullarına karşı giriştikleri bu mücadelede, Hz. Peygamber’i ve onun sözlerini propaganda malzemesi olarak kullandıklarına yukarıda değinmiştik. Burada Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye de geçen ve Abbasoğullarının hilafeti ile ilgili olan bir hadisi aktarıp konumuzu daha anlaşılır kılmak istiyoruz. Nakledilen bu hadiste, Hz. Abbas bir gün Hz. Peygamber’i ziyarete gider. Gittiğinde Hz. Peygamberin yanında Hz. Ali oturuyordu. Hz. Peygamber, Hz. Abbas’ı yanına oturmasın söyler ve Hz. Ali’nin duymayacağı bir şekilde kulağına bir şeyler fısıldar. Hz. Abbas da kalkar ve oradan ayrılır. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye dönerek üzülmemesi gerektiğini ve hilafetin Hz. Abbas ve onun çocuklarının olacağını bildirmiştir. Bu işin, yani halifeliğin çalışarak değil de, bir lütuf olarak elde edildiğini de söylemiştir.291 Alioğulları buna karşılık kaynaklarda “Kisâ” hadisi diye meşhur olmuş olan hadisi kullanmışlardır.292 Şöyle ki, bir seferinde Hz. Peygamber önce Hz. Hasan’ı, sonra Hz. Hüseyin’i, sonra Hz. Ali’yi ve en sonda kızı Hz. Fatıma’yı bir örtünün altına toplayarak onlara: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”293 ayetini okumuştur.294 Görüldüğü Hz. Peygamber ve onun hadisleri sürekli bir meşruiyet kaynağı olarak kullanılmıştır. 290 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.168. Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.187. 292 Hadisin içinde geçen Kisâ kelimesinden dolayı Kisâ hadisi diye adlandırılmıştır. 293 33/Ahzâb, 33. 294 Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Müslim (261/874), el-Câmiu’s-Sahîh (Fedâilu’s-Sahâbe), İstanbul trz., s.61. 291 67 Hz. Peygamber’in erkek çocuklarının erken yaşlarda ve Hz. Peygamber’den önce vefat etmeleri, geriye kalan tek çocuğunun kızı Fatıma olması Abbasilerin veraset iddialarını güçlendirmekteydi. Çünkü kızlar miras konusunda İslam hukukuna göre birinci derecede hak sahibi değillerdi. Dolayısı ile Hz. Peygamber’in amcasının oğlu olan Hz. Ali ve kızından olan torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de mirasçı olamazlardı, çünkü Hz. Peygamber vefat ettiğinde amcası Hz. Abbas hayattaydı. Amca, baba yerine geçmekteydi ve bunun Kur’an’da bir örneği de bulunmaktaydı. “Ya’kûb oğullarına, “benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” diye sordu. Onlar da “senin ilahına ve babaların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz” dediler”.295 Görüldüğü gibi Kur’an, amca İbrahim’i baba yerine koymuştur.296 Ayrıca halife Mansur’un, Nefsu’z-Zekiyye’ye yazdığı mektubunda da bunu dile getirdiğini görmekteyiz; “...Allah, kadınları amcalar ve babalar gibi saymamıştır; akrabalar gibi de saymamıştır. Çünkü Allah, amcayı baba mertebesinde saymış ve kitabında daha yakın olan anneden önce onun ismiyle başlamıştır”. Mektubun devamında da şunlardan bahsetmektedir: “...Yine sen biliyorsun ki Peygamberden sonra Abdülmuttalib oğullarından Abbas’dan başka hiç kimse kalmamıştı. Böylece amcalık yönünden onun varisi olmuştur. Daha sonra bunu Hâşimoğullarından birçok kimse talep etmiş, ancak onu Abbas’ın oğlundan başkası alamamıştır. O halde hacılara su verme işi onundu, Peygamberin mirası ona aittir, hilafet onun evladındadır. Artık 295 2/Bakara, 133. Bu delil için bkz. Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezîd el-Müberred (285/898), el-Kâmil fi’l-Luga ve’l-Edeb, Mısır trz., s.619-620. 296 68 Cahiliyye ve İslam devrinde din ve dünyaya ait şeref ve fazilete dair ne varsa, Abbas onların hem varisi hem de miras bırakanıdır.”297 Bu iddia, aynı zamanda dönemin edebiyatına yansımış ve şairler tarafından şiirleştirilmiştir. Müberred’in naklettiği bir şiirde, Abbasiler Alioğullarına karşı propagandalarını şu şekilde ifade etmekteydiler: “Dedeniz ile dedemiz keşke burada olsalardı, Bu husumetten dolayı aralarında tartışsalardı. Miras, dedenizin değil dedemizin olurdu, Ona akrabalık ve İslam ile malik olurdu. Kızın mirastaki hakkı bellidir, muayyendir, Amca ise amca çocuklarından daha önceliklidir.”298 Görüldüğü gibi Abbasiler, Hz. Abbas’ın asıl varis olduğunu söylüyorlardı. Dayandıkları temel delil ise Kur’an’daki “Allah’ın kitabına göre, kan akrabaları birbirine, (vâris) olmaya daha uygundur.”299 ayetidir. Bundan dolayı onların içinden bazı gruplar, imameti Hz. Ali ve ilk üç halifeden ziyade Hz. Abbas’ın hakkı olduğunu söylüyorlardı. Bu gruplar, ilk dört halifeyi hilafete getiren müslümanları, Hz. Abbas’ın hakkını gasp ettikleri için suçlu ve günahkâr görmekteydiler.300 Varislik konusuyla ilgili şöyle bir rivayet nakletmek kanaatimizce yerinde olacaktır. Bir gün Hz. Ali ile Hz. Abbas Benî Nadîr ganimetlerinden 297 Taberî, Târîh, VII, s.568-571. el-Müberred, el-Kâmil, s.620. 299 El-Enfâl, 75. 300 Ca’fer b. Harb en-Nâşi el-Ekber, Mesâilu’l-İmâme ve Muktetafât mine’l-Kitâbi’l-Evsât fi’lMakâlât, thk. Josef Van Ess, Beyrut 1971, s.31-32, 35; el-Mes’udî, Murûcu’z-Zeheb, III, s.252. Bu gruplardan biri Ravendiyye’dir. Onlar üç halifeyi meşru kabul etmezler. Ancak Hz. Ali’nin imametini Hz. Abbas desteklediği için, Hz. Ali’nin hilafetini caiz görmüşlerdir. Bunun için bkz. el-Mes’udî, III, s. 252. 298 69 Hz. Peygamber’e kalan arazinin mülkiyetine, onun mirasçıları olarak hak iddia etmiş ve bu yüzden aralarında tartışma çıkmıştır. Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in kendi öz yeğeni olduğunu söylerken, Hz. Ali’de eşi Hz. Fatıma’nın gerçek varisi olduğunu iddia etmekteydi. Bu olaya bakan dönemin halifesi Hz. Ömer ise, Hz. Peygamber’in mirası hususunda Hz. Ebu Bekir’in uygulamasını esas almış ve söz konusu arazinin mülkiyetini ne Hz. Ali’ye, ne de Hz. Abbas’a vermemiştir.301 Aslında bu olay, bize varislik konusunun ne kadar erken dönemlere dayandığını göstermektedir. Netice olarak Abbasilerin hilafet iddialarında ki argümanlarını şu şekilde sıralayabiliriz. Birincisi, Abbasoğullari hilafet haklarını Ebu Haşim’in vasiyetine dayandırmaktadırlar.302 İkincisi, Şeriata göre amca, yani bu durumda Hz. Abbas, yeğenin, yani Hz. Peygamber’in varisidir.303 Üçüncüsü, Abbasiler, şairleri ve yazarları kendi iddialarını destekleyen yazılar ve şiirler yazmaya teşvik etmişlerdir.304 Dördüncüsü Halife Mansur’un kendi oğluna “Mehdi” ismini vermesidir ki o dönemki toplumun zihninde bu kavram, beklenen kurtarıcı manasına gelmekteydi.305 Bazı rivayetlere göre Hz. Ali hilafeti başından beri hep kendi hakkı olarak görüyordu. Belazuri’nin naklettiği bir rivayette bunu açıkça görmemiz mümkündür. Hz. Ebû Bekir’e topluca biat edildiğini duyunca onun yanına gidip, “Ey Ebû Bekir, bu işte bizimde hakkımı yok muydu?” deyince, Hz. Ebû Bekir’de, “Evet vardı, ama fitne çıkmasından korktum” cevabını vermiştir. 301 Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256/870), Cami’u’s-Sahîh, Farzu’l-Humus, 1., İstanbul 1981 302 Ulyân, Kıyâmu’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.32. 303 Ulyân, Kıyâmu’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.32-33. 304 Abdülmünim Dâvûd, Neş’etu’ş-Şiati’l-İmamiyye, Bağdad 1968, s.181. 305 Ahmed Emîn, Mehdî ve’l-Mehdeviyye, Kahire 1951, s.12. 70 Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Peygamber’in namaz kıldırmak için kendisini görevlendirdiğini, kendisinin mağarada bulunan iki kişiden ikincisi olduğunu, ancak hilafet konusunda kendisinin de hakkı olduğunu ve kendisiyle istişare edilmemesini eleştirmiş ve Hz. Ebû Bekir’e biat ederek oradan ayrılmıştır.306 Taberî’nin naklettiği bir rivayette ise, Cemel vak’ası sonrasında Hz. Ali ile oğlu Hz. Hasan arasında geçen bir diyalogdan bahsedilir. Bu diyalogda Hz. Hasan, babasına kendi tavsiyelerine uymadığı için bu hadiselerin ortaya çıktığını söylemiştir. Hz. Ali’de kendisine şu şekilde cevap vermiştir: “ey oğlum, ben olayların bu duruma gelmesini istemedim. Resulullah vefat ettikten sonra, hilafet konusunda benden daha layık biri olmadığı halde herkes Ebû Bekir’e biat etti. Onlar gibi bende ettim. Ebû Bekir vefat ettikten sonra hilafete gene en layık kişi ben olmama rağmen, insanlar Ömer’e biat ettiler. Onlar gibi bende ettim. Ömer vefat ettikten sonra yine benden daha layıkı yoktu, ama bu seferde Osman’a biat ettiler. Onlar gibi bende ettim. Sonra onlar Osman’a isyan edip onu öldürdüler ve kendi istekleriyle bana gelip biat ettiler. Bundan dolayı da bana muhalefet edenlerle, Allah’ın benimle onlar arasında hüküm vermesine kadar mücadele edeceğim.307 Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin halife Mansur’a yazdığı şu mektup, Alioğullarının da hilafet konusunda Hz. Ali’den farklı düşünmediklerini göstermektedir. “..Şüphe yok ki babamız Ali vasi ve imamdı. O halde onun çocukları sağ iken siz ona nasıl varis oldunuz? Sen kesin olarak bilirsin ki, bu işe talip olanların hiç biri şeref, nesep, hal ve babalarının şerefi bakımından bize denk değildir. Biz ne lanetlenmiş ne de kovulmuş ve ne de 306 307 Belâzurî, Ensâb, II, s.263. Taberî, Târîh, IV, s.458. 71 esir alınıp serbest bırakılmış kimselerin çocuklarındanız. Hâşimoğullarından hiçbirinin, Peygamber’e akrabalık, İslam’a girmeden öncelik ve fazileti bizim kadar vesile edinme hakkı yoktur. Cahiliyye devrinde Resulullah’ın annesi Fatıma bt. Amr’ın; İslam’da Resulullah’ın kızı Fatıma’nın çocukları siz değil, biziz. Muhakkak ki Allah bizi seçti. Babamız Peygamberden Muhammed’dir. İslâm’a ilk giren Ali’dir...”308 Siyasi bir mesele olan bu konuda kimin haklı veya haksız olduğu dönemin siyasi, sosyal ve kültürel şartlarının detaylı bir şekilde incelendiğine ortaya çıkabilecektir. Ancak siyasi olan bu konuyu dönemin insanları adeta dinin bir rüknü gibi değerlendirmiş ve sonucunda kavgalar kaçınılmaz olmuştur. Aslında şimdi vereceğimiz örnek bize bu işin ne kadar ne dini veya ne kadar siyasi olduğunu açıkça gösterecektir. Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in sağlık durumunun ağırlaşması üzerine Hz. Ali’ye şöyle bir teklifte bulunmuştur: “Resûlullah’a gidelim, bu işi (hilafeti) kendisinden sonra bize vermesini isteyelim. Eğer bize verecekse bunu bilelim. Bizden başkasına verecekse de bizim için ona vasiyette bulunsun”. Bunun üzerine Hz. Ali’nin cevabı şöyle olmuştur: “Bunu istersek ve Resûlullah da bize vermezse, ondan sonra gelecek olanlar bizi onu hiç vermezler. Vallahi hiç bir zaman böyle bir talepte bulunmam”.309 Bu iki sahabenin arasında geçen bu diyalogda anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber siyasi anlamda her hangi bir vasiyet 308 Taberî, Târîh, VII, s.566-568; Zehebî, Tarih, s.24; Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı”, s.116. 309 İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, II, s.246-247; Takiyuddîn Ebu’l-’Abbas Agmed b. Ali el-Makrîzî (845/1441), Kitâbu’n-Nizâ ve’t-Tehâsum fîmâ beyne Benî Umeyye ve Benî Hâşim, thk. Hüseyin Munis, Kahire 1988, s.75. 72 bırakmamıştır.310 Sadece siyasi değil, dini anlamda da bir vasiyeti bulunmamaktadır.311 Aslında Hz. Ali’de, Hz. Peygamber gibi kendinden sonra ne bir dinî, ne de siyasî bir halef bırakmamıştır ki bunu kendi söylediklerinden anlıyoruz. Hz. Ali, sabah namazı için gitti mescidden, bir harici olan İbn Mülcem tarafından başına aldığı kılıç darbesiyle ağır yaralanmış312 ve üç gün sonra da vefat etmiştir.313 İşte bu üç gün içerisinde insanlar Hz. Ali’nin yanına gelip kendisinden sonra bir halife tayin etmesini istemişlerdir. Hz. Ali de kendilerini “sizi Resulullah’ın bıraktığı gibi bırakıyorum” demiştir.314 Bu işi Müslümanların kendi aralarında çözmesini istemiştir. Başka bir rivayette de Cündeb b. Abdullah adlı kişinin onun yanına gelip, “senden sonra Hasan’a biat edelim mi?” diye sorduğunu ve Hz. Ali’nin de bunun üzerine “size bunu ne emrederim, ne de nehyederim” şeklimde cevap vermiştir.315 Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Hz. Ali kendinden sonra kimseyi bırakmamıştır. Bu iki örnek buna en güzel delil olacağı kanaatindeyiz. Bütün bunlara rağmen Abbasoğulları hilafeti hem dini, hem de siyasi anlamda artık kendi hakları olarak görmeye başlamışlardır. Abbasiler iktidarı ele geçirince, amcaoğulları olan Alioğullarına sırt çevirmişlerdir.316 Abbasoğullarının bu tutumu hiç şüphesiz Alioğullarını öfkelendirmiş ve 310 Muslim, Fedai’l, 4, Vesâyâ, 25. İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, II, s.261. 312 Taberî, Târîh, V, s.145; Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.198. 313 Belâzurî, Ensâb, III, s.256. 314 İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, s.13; Vecdi Akyüz, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991, s.140. 315 Mes’udî, Murucu’z-Zeheb, II, s.425; es-Suyûtî, Tarihu’l-Hulefâ, s.9. 316 Adem Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, Ensar Yayınları, İstanbul 2006, IV, s.36 311 73 iktidarı ele geçirebilmek için tekrar uzun bir dönemi kapsayacak olan mücadeleye girişmişlerdir. 3.2.ALİOĞULLARININ AKTİF MUHALEFET KANADI: HASANOĞULLARI 3.2.1.Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı Künyesi Muhammed b. Abdullah b. el-Hasan b. el-Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib’dir. 100/718’de317 Medine’de doğan ve büyüyen Muhammed b. Abdullah318 âlim, cömert, güçlü ve cesur biri idi.319 Kendisine el-Erkat, elMehdî ve en-Nefsu’z-Zekiyye (Arınmış Ruh) lakapları verilmiştir.320 Abbâsî devleti kurulduğu dönemde, Alioğulları içerisinden iki kişi göze çarpmaktadır. Bunların biri Ca’fer es-Sadık, diğeri ise Abdullah b. Hasan’dır. Ca’fer es-Sadık, siyasî haklarının talebi için şartların uygun olmadığı düşüncesinde olup, kendini ilme vermiş ve Abbâsî devletine karşı hiç bir harekette bulunmamış, bulunanlarında hareketlerine katılmamıştır. Onun bu tutumu, Abdullah b. Hasan’ın önünü siyasî arenada tamamen açmıştır.321 Abdullah b. Hasan siyasi anlamda Abbasilere muhalif biri değildi. Ebu’l-Abbâs, Abbâsilerin ilk halifesi olunca, bir grup Alioğulları başkent Enbâr’a giderek halifeye biat etmişlerdir ki Abdullah b. Hasan’da bu grubun içerisinde yer alanlardan birisi idi.322 Ancak Abdullah’ın oğulları Muhammed ve İbrahim, babalarından farklı hareket etmişlerdir. Onlar halifeye biat 317 İsfehânî, Makâtil, s.210; Bir başka rivayete göre 93/712 yılında doğmuştur. Bunun için bkz. Taberî, Târîh, III, s.190. 318 Hayreddin ez-Ziriklî, el-A’lâm, Kâmûs’u Terâcim, Kahire 1954-1959, VI, s.220. 319 İsfehânî, Makatil, s.233. 320 Ziriklî, el-A’lâm, VI, s.284; Mesûdî, dindarlık ve zahitliğinden dolayı ona en-Nefsu’z-Zekiyye denildiğini belirtmektedir. Bunun için bkz. Mesûdî, Murûc, III, s.306. 321 Muhammed Hüseyn Muzaffer, Târîhu’ş-Şîa, Beyrut 1979, s.52. 322 İsfehânî, Makâtil, s.173-175. 74 etmeyerek gizlenmişler ve başlatacakları isyan hareketinin hazırlıklarına o zamandan başlamışlardır.323 Muhammed’in hilafet iddiası Emeviler döneminde başlamış ve Abbasiler döneminde de devam etmiştir. Ebu’l-Abbas’a biat etmemesi de bundan olsa gerek. Fakat yeni kurulmuş bir devletin getirdiği sorunlarla ilgilenen Ebu’l-Abbas, Muhammed’in biatı konusunda fazla ısrarcı olmamış, hatta Alioğullarına karşı ılımlı bir politika izlemiştir.324 Ancak bu ılımlı politika Mansur ile birlikte daha sert bir politikaya dönüşmüştür. Aslında Mansur’un daha sert bir politika izleyeceğini halife olmadan önce sinyallerini vermiştir. 136/754 yılında hacc vazifesini yerine getirmek için gittiği Mekke’de, vali Ziyâd b. Ubeydullah el-Harisî’ye Muhammed ve İbrahim’in nerede olduklarını sorması bunun en belirgin özelliğidir.325 Mansur, çıktığı hac yolculuğundan Irak’a geri dönerken yolda Ebu’lAbbas’ın vefat haberini alır. Yanındakiler, Medine ve Mekke halkı ona biat ederler,326 ancak Muhammed ve İbrahim’in Mansur’a biat ettiklerine dair bilgi kaynaklarda geçmemektedir. Muhammed ve İbrahim’in iddialarını daha iyi analiz edebilmek için önceki yıllara bakmak gerektiği kanaatindeyiz. Emevilerin son dönemlerinde içine düştükleri siyasî ve sosyal sıkıntılar üzerine Haşimoğulları bir değerlendirme327 yapmak için Ebvâ’da328 bir araya gelirler. 127/744 yılında 323 İsfehânî, Makatil, s.175-176; a. mlf. aynı eserin bir başka yerinde Muhammed’in faaliyetlerine, Velîd b. Yezid’in 126/743’de öldürülmesinin akabinde başladığını belirtmektedir. Makatil, s.257258. 324 Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.225. 325 Taberî, Târîh, VII, s.517-518. 326 Taberî, Târîh, VII, s.471-472. 327 Bozkurt, "Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı", s.111. 75 vukuu bulan bu toplantı, kaynaklarda genişçe yer bulmakta ve birçok tartışmayı da beraberinde getirmektedir. İddiaya göre bu toplantıda Nefsu’zZekiyye’ye halife olarak biat edilmiştir. Bir kısım yazar bunu kabul etmekle beraber, bir kısım yazar da bunu reddetmektedir. Ebu’l-Ferec, Ebvâ’da ki bu toplantıya imam İbrahim, Ebu’l-Abbas, Mansur ve Sâlih b. Ali gibi Abbasoğullarının ileri gelenleri ile Abdullah b. Hasan, Muhammed (Nefsu’zZekiyye) ve kardeşi İbrahim ve Muhammed b. Abdullah b. Amr gibi Alioğullarının ileri gelenleri katılmıştır. Sâlih b. Ali bir konuşma yaparak, artık birine biat edilmesi gerektiğini belirtmiş ve Abdullah b. Hasan’da mehdi olarak bilinen oğlu Muhammed’i aday göstermiştir. Bunun üzerine orada bulunan herkes, imam İbrahim, Ebu’l-Abbas ve Mansur da dahil olmak üzere Muhammed’e biat etmişlerdir. Bu biatten sonra, toplantı henüz dağılmadan yetişen Ca’fer es-Sadık, hilafetin Abbasoğullarına geçeceğini ve Muhammed ve İbrahim’in öldürüleceğini söyleyerek bu biate karşı çıkmıştır.329 Ebu’l-Ferec’in ayrıntılı olarak naklettiği bu rivayete, diğer tarihçilerde eserlerinde yer vermiştir. Mesela Taberi, toplantının Mekke’de yapıldığını ve Ebu’l-Abbas ve Mansur’unda Muhammed’e biat ettiklerini belirtmektedir.330 İbn Tiktakâ’da fazla detaya girmeden benzer bir rivayet nakletmektedir.331 127/744 yılında vukuu bulduğu kabul edilen Ebvâ toplantısında Nefsu’zZekiyye’ye biat edildiğini tarihi gerçeklere ters düşmektedir. Çünkü Abbasi da’veti, yaklaşık 20 yıldır sosyal ve askerî taban bularak büyük aşamalar kat 328 Medine’ye bağlı bir köy. Bunun için bkz. Şihabuddin Ebû Abdillah b. Abdillah Yâkût elHamevî (626/897), Mu’cemu’l-Büldân, Beyrut 1979, I, s.102; Kaynaklarda Ebvâ Kongresi veya Ebvâ Toplantısı olarak geçmektedir. 329 İsfehânî, Makâtil, s.206-208, 253-257. 330 Taberî, Târîh, VII, s.517. 331 İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahrî, s.164-165 veya s.130-131. 76 etmiştir. Bunun üzerine birde İbrahim’e de biat alınmışken, Abbasoğullarının her şeyden feragat ederek bütün yetkileri Muhammed’e vererek ona biat etmeleri aklen mümkün değildir.332 Ayrıca Nefsu’z-Zekiyye’nin isyanından önce, Muhammed ile Mansur’un birbirlerine yazdıkları mektuplarda hiç bu biatten bahsedilmemiştir. Eğer gerçekten böyle bir biat olmuş olsaydı Muhammed bunu kendi aleyhine bir ispat olarak kullanırdı. Şunu da belirtmek isteriz ki, bu rivayetlerde bir takım sıkıntılar vardır. Rivayetin bir yerinde Muhammed’e biat edildiğinden bahsedilirken, diğer yerinde de Ca’fer esSadık’ın toplantıya gelip, hilafetin Muhammed’e değil de Abbasoğullarına geçeceğini ve Muhammed ve İbrahim’in öldürüleceğinden bahseder. Bu rivayet Kur’an’ın; “Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez”,333 ayetine terstir. Sadece Ca’fer es-Sadık değil, Peygamberler bile geleceği bilmemektedir. Geleceği sadece ve sadece Allah bilmektedir. Bu olayı naklettikten sonra, şimdi Mansur’un halifelik dönemine gelmek istiyoruz. Mansur halife olunca, art arda gelişen büyük problemlerle uğraşmak zorunda kalmıştı. Abdullah b. Ali, Ebu Müslim ve diğer vali ve komutanlarının oluşturduğu sorunlar; Ebu Müslim’in öldürülmesinden sonra Horasan’da vukuu bulan ayaklanmalar ve Harici isyanlar gibi Abbasi devletini derinden sarsa bilecek kitlesel hareketlerle meşguldü. Dolayısı ile Muhammed b. Abdullah ve kardeşinin faaliyetleri ile fazla ilgilenemiyordu. Ancak onlarla ilgili istihbarat almayı da ihmal etmiyordu. Kufe, Basra ve Horasan’da yayıldıklarına dair bilgileri ona sürekli ulaşıyordu. Mesela Horasan valisi Ebu Avn Abdulmelik b. Zeyd el-Ezdî, Muhammed’in Horasan’da gün geçtikçe 332 333 Ömer, el-Abbasiyunu’l-evail, s.170-171. 6/En’am, 59. 77 daha da güçlendiğini halife Mansur’a bildirmiştir.334 Ayrıca, halife Mansur 138/755 yılında Fadl b. Sâlih b. Ali’yi hac emiri yapmış ve ona “Muhammed ve İbrahim’i görürsen kaçmalarına izin verme. Görmezsen de sorma”, şeklinde tembih etmiştir. Bu şekilde Muhammed ve İbrahim’i şüphelendirmemek istiyordu. Fadl Medine’ye vardığında halk onu karşıladı, ama Nefsu’z-Zekiyye ve İbrahim yine aralarında yoktu. Mansur’un tembihlerine rağmen Fadl, Nefsu’z-Zekiyye’nin babası Abdullah b. Hasan’a oğullarının nerede olduklarını sormuş, Abdullah da onların ava gittiklerini söyleyerek işi geçiştirdi.335 Nefsu’z-Zekiyye ve İbrahim’in sürekli gizlenmeleri ve biat etmemeleri Mansur’un, onların isyan başlatacakları endişesini güçlendirmeye başlamıştı. Halifenin, Nefsu’z-Zekiyye ve İbrahim’in akrabaları ile yaptığı görüşmelerden336 bir sonuç elde edemeyeceğini anlayınca farklı bir strateji izlemeye karar verdi. O, göçebe Araplardan köleler satın alarak onları değişik kılık kıyafete büründürüp Muhammed’in olduğu bölgelere göndererek istihbarat toplamaya çalışmıştır.337 Mansur, ayrıca Ukbe b. Selim adında bir casusu Abdullah’dan bilgi almak için onu yanına gönderir. Abdullah’ın güvenini kazanan Ukbe, bu sayede Muhammed’in ne zaman isyan edeceğini338 ve nerede olduğunu öğrendi. Muhammed Yenbu’ bölgesindeki Cuheyne dağında gizlenmekteydi ve bu bilgi hemen Mansur’a ulaştırıldı,339 ancak Muhammed, Mansur’un kendisinin nerede olduğunu öğrendiğini duyunca hemen oradan uzaklaştı. 334 Taberî, Târîh, VII, s.547. Taberî, Târîh, VII, s.520-521. 336 Bu görüşmeler için bkz. Taberî, Târîh, VII, s.518; İsfehânî, Makâtil, s.210. 337 İbn Abdirabbih, el-’Ikdu’l-Ferîd, V, s.334. 338 Taberî, Târîh, VII, s.519-520; İsfehânî, Makâtil, s.211-212. 339 İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.138-139. 335 78 Halife Mansur 140/757 yılında hac niyetiyle Mekke’ye gitti. Halka bol miktarda para ve mal dağıttı. Bilhassa Alioğllarına bolca para ve mal vererek, Muhammed ve İbrahim hakkında bilgi elde etmeyi hedeflemişti. Ancak umduğunu bulamamıştı. Bunun üzerine Mansur, Abdullah b. Hasan’ı huzuruna çağırtarak, oğullarını kendisine getirmesini söyledi. Aralarında çok sert bir tartışma geçti.340 Ancak Abdullah yerlerini söylememekte kararlıydı. Uzun tartışmaların sonunda Mansur, Abdullah’ı tutuklatıp hapse attırdı.341 Bunun üzerine teslim olmayı düşünen Nefsu’z-Zekiyye, annesini bir şekilde babasının yanına gönderip bu konu hakkında fikrini ister. Ancak babası, teslim olmasını reddederek, sabırlı olmasını, davasından dönmemesini, sonunda Allah’ın onu başarıya ulaştıracağını söylemiştir.342 Babasından aldığı bu cevap ile Muhammed daha çok gayret göstererek yoluna devam etmiştir. Ancak babası Abdullah b. Hasan, oğlunun isyanını göremeden 145/762 yılında vefat etmiştir.343 Nefsu’z-Zekiyye, gizlenmesine rağmen Abbasilere ve halife Mansur’a karşı tavrını açık bir dille ifade etmekten de geri durmuyordu. Emevilerin, Abbasilerden daha kötü olduklarını ve onlara karşı bir isyan hareketinin başlatılmasının artık kaçınılmaz olduğunu344 şeklinde ki açıklamaları buna somut örnek teşkil etmektedir. Nefsu’z-Zekiyye isyanı başlattığını ilan ettiğinde, halife Mansur Bağdat şehrinin inşası ile meşguldü ve bundan dolayı bunun haberini dokuz gün sonra 340 Taberî, Târîh, VII, s.522-523. İsfehânî, Makâtil, s.213-214. 342 Taberî, Târîh, VII, s.538-539; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.233. 343 İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.146. 344 İsfehânî, Eğânî, XI, s.301; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.227. 341 79 alabildi.345 Haberi alır almaz hemen Küfe’ye, oradan da Başkente geçerek, izleyeceği sert politikayı istişare etmeye başladı346 ve Nefsu’z-Zekiyye’ye şöyle bir mektup yazmaya karar verdi: “Allah ve Resûlüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük bir azap vardır. Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce tövbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”,347 ayetiyle başladığı mektubuna Mansur, tövbe ettiği takdirde kendisini ve kendisine uyan herkesi affedeceğini, ayrıca ona bir milyon dirhem vereceğini ve her türlü ihtiyacını karşılayacağını bildirmiştir.348 Bu mektupla birlik Mansur, Nefsu’z-Zekiyye’nin isyandan vazgeçmesini istemektedir. Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye, Mansur’a şu mektupla cevap vermiş ve onun gibi, o da bir ayet ile başlamıştır sözlerine: “Tâ. Sîn. Mîm. Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir. İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere) Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle nakledeceğiz. Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı. Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk. O yerde onları hâkim kılmak; 345 İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahri, s.166; Ya’kubi, II, s.315. Taberî, Târîh, VII, s.564-565. 347 5/ Mâide, 33-34. 348 İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.79 veya s.338; Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, s.115. 346 80 Firavun ile Hâmân’a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye) korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).”349 Bu ayetten sonra Nefsu’z-Zekiyye, Mansur’a aynı eman teklifini, yani tövbe ettiği takdirde kendisini affedeceğini bildirmiştir. Çünkü halifelik hakkı kendilerinin hakkı idi. Ayrıca onların bu makamı kendileriyle birlikte iddia ettiler. Vasi ve imam olan Hz. Ali’nin çocukları sağ iken kendisinin varis olamayacağını, ayrıca bu işe talip olanların hiç birinin şeref, nesep ve hal bakımından kendilerinin dengi olmadığını belirtmiştir. Ayrıca akrabalık bakımından Hz. Peygamber’e en yakın kişilerin kendilerinin olduğunu ve İslam’a ilk giren kişinin de Hz. Ali olduğunu söyleyerek, Allah’ın kendilerini seçtiğini vurgulamaktadır.350 Görüldüğü gibi Nefsu’z-Zekiyye, Abbasilerin hilafeti kendileriyle birlikte iddia ettiklerin ve kendileri sayesinde başarıya ulaştıklarını belirterek, hilafetin asıl sahiplerinin kendilerinin olması gerekirken, bu göreve getirilmediklerini söylemektedir. Görüldüğü gibi Nefsu’z-Zekiyye kendilerini hilafete Abbasoğullarından daha layık görüyordu. Hz. Ali’nin varis ve imam oluşundan dolayı, yani akrabalık açısından hilafetin kendi haklarının olduğunu ve bu işe daha layık olduğunu söylüyor. Bu argümanlara baktığımız zaman şunu çok net bir şekilde söyleye biliriz ki, bu mesele dinî bir mesele olmaktan ziyade bir siyasî meseledir. Muhammed, hilafete kendilerinin daha layık olduğunu söylerken, Hz. Ali’nin kendilerini imam veya halife olarak tayin ettiğinden bahsetmez. Eğer bir takım Şiî’lerin iddia ettikleri gibi, “Hz. Ali’nin neslinin nass ve tayinle imam oldukları” şeklinde bir şey olsaydı, Nefsu’zZekiyye bunu, bir haklı gerekçe olarak dile getirirdi diye düşünüyoruz. 349 350 28/Kasas, 1-6. Taberî, Târîh, VII, s.566-568. 81 Bunun üzerine Mansur, Nefsu’z-Zekiyye’ye uzunca bir cevap yazmıştır. Mektubunda Mansur, Hz. Peygamber’den sonra Abdulmuttaliboğullarından Hz. Abbas’dan başka kimsenin kalmadığını ve onun amcası olması hasebiyle varisi olduğu belirtmekteydi. Yani Hz. Peygamberin mirası Hz. Abbas’a aitti ve dolayısı ile hilafet de onun evladının hakki idi. Ayrıca din ve dünyaya ait şeref ve fazilete dair ne varsa, Hz. Abbas onların hem varisi hem de mirasçısıydı.351 Mektuplaşmalarda gördüğümüz gibi, hilafet konusunun din ile bir ilgisi gözükmemektedir. Bu tamamen siyasi bir meseledir ki bunu bizzat hem Mansur’un, hem de Nefsu’z-Zekiyye’nin mektuplarında görebilmemiz mümkün. Bu mektuplaşmalarda aslına şunu da görmekteyiz ki, ne Mansur, ne de Nefsu’z-Zekiyye birbirini ikna etme derdinde değiller. Onlar, kanaatimizce, bunu tamamen kamuoyunu ikna etmek için bir propaganda malzemesi olarak kullanmanın derdindeydiler. Çünkü ikna etmek isteyen biri, karşısında ki kişiyi küçük düşürecek ithamlarda bulunmaz. Şunu da belirtmek isteriz ki, bu iki şahsiyetin, Hz. Peygamber’e olan yakınlıklarını temel alarak giriştikleri bu mücadele, aslında İslam öncesi geleneksel kültürünün bir devam olarak görebileceğimiz kan bağını352 temel alış fikridir.353 Yapılan tüm yazışmalara rağmen bir sonuç çıkmayınca, savaş kaçınılmaz oldu. Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye Reveb 145/Eylül 762’de Medine’de 150 kişilik354 bir grupla isyan hareketini başlattığını açıkça ilan 351 İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.81-81 veya 339-342. İbn Haldun, Mukaddime, I, s.335. 353 Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, s.117; Ayrıca bkz. Karabiber, Ehl-i Beyt, s.181. 354 Taberî, Târîh, VII, s.554; İbn Kesir bu sayıyı 250 olarak vermektedir, bunun için bkz. Ebu’lFidâ İbn Kesir (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut 1974, X, s.86. 352 82 etmeye başlar.355 Yapmış olduğu ilk icraatlardan biri, Medine’de ki hapishaneye gidip oradaki tutukluları çıkartmak ve vali Riyah’ı tutuklatmak oldu.356 Ertesi gün Medinelilerden biat aldı ve Mescid-i Nebevî’nin minberine çıkarak, Abbasilerin helali haram, haramı da helal kıldıklarını ve hilafet haklarını gasp ettiklerini bildiren bir hutbe okumuştur.357 Medine halkının hemen hemen tamamı Muhammed’e biat etmiştir.358 Nefsu’z-Zekiyye ve taraftarları, manevi bir güç oluşturmak için imam Mâlik’den isyana cevaz vermesi için bir fetva istediler ve imam Malik de halife Mansur’a zorla biat edildiğini ve zorla edilen biatın da geçerli olmadığı şeklinde onları onaylayan bir fetva vermiştir.359 Şehirde kontrolü ele geçiren Nefsu’z-Zekiyye, adeta bir devlet başkanı gibi bürokratlar atamaya başlamıştır. Medine valiliğine Osman b. Muhammed b. Hâlid b. Zübeyr’i, kadılığa Abdulaziz b. Muttalib b. el-Mahzûmî’yi, cephaneliğin başına Abdulaziz b. Muhammed ed-Derâverdî’yi, güvenlik teşkilatının başına Ebu’l-Kalemmes Osman b. Ubeydullah b. Ömer b. Hattab’ı ve divanu’l-Atâ’nın başına da Abdullah b. Ca’fer’i atadı.360 Mansur, iktidar mücadelesinden vaz geçmeyen Nefsu’z-Zekiyye ile savaşmak için kardeşinin oğlu İsa b. Musa’yı görevlendirmişti.361 İsa, dört bin süvari362 ve iki bin 355 Ya’kubi, Tarih, II, s.376. İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.148. 357 Taberî, Târîh, VII, s.558. 358 İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahri, s.166. 359 Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali İbnu’l-Cevzi (597/1200), el-Muntazam fi Tarihu’l-Umem ve’lMuluk, thk. Muhammed Abdulkâdir, Beyrut 1992, VIII, s.64; Mektuplaşmalarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, s.115-117. 360 İsfehânî, Makâtil, s.282; İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, s.64. 361 İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.543. 362 Mes’udi, Muruc, III, s.307; İsfehânî, Makâtil, s.267. 356 83 piyade363 ile Medine’ye doğru hareket eder. Haberi alan Nefsu’z-Zekiyye, ekibiyle birlikte nasıl bir strateji izleyeceklerini belirlemek için toplanır. Yapılan istişareler sonucunda, şehirde kalınmasına364 ve hendek kazılmasına karar verilmiştir.365 Bu şekilde Hz. Peygamber’in yolunun takip edildiği imajı verilmiştir. İsa b. Musa, ordusuyla birlikte A’ves’e366 varınca, Nefsu’z-Zekiyye taraftarlarını toplayarak onlara İsa’nın ordusunun kendilerinden sayıca çok olduğunu, ancak gücün, Allah’ın elinde bulunduğunu söylemiş ve gitmek isteyenin gidebileceğini, kalmak isteyenin de kala bileceğini bildirmiştir. Bu konuşma üzerine Nefsu’z-Zekiyye çok taraftar kaybeder, yanında ise çok az kişi kalır.367 Yapılan bu konuşmadan önce 100 bini368 bulan Nefsu’z-Zekiyye’nin taraftarları, konuşmadan sonra 313 kişiye369 düşmesi, onun saflarında nasıl bir çözülme olduğunun en somut göstergesidir. Netice itibariyle 313 kişiyle giriştiği mücadeleyi kaybeden Nefsu’zZekiyye, 14 Ramazan 145/ 6 Aralık 762’de,370 göğsüne aldığı darbeyle,371 kırk beş yaşında372 hayatını kaybetmiştir. Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin isyan etmesinin temel sebebi, hilafete, kendini halife Mansur’dan daha layık görmesidir diyebiliriz. Bir başka 363 Mes’udi, Muruc, III, s.307. İsfehânî, Makâtil, s.268. 365 Taberî, Târîh, VII, s.581. 366 Medine’nin yakınlarında bir yer. Bunun için bkz. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, I, s.264. 367 Taberî, Târîh, VII, s.582-583; Geniş bilgi için bkz. Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.248. 368 İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.90. 369 Zehebî, Tarih, s.28. 370 İsfehânî, Makâtil, 275. 371 Taberî, Târîh, VII, s.595. 372 Mes’udi, Muruc, III, s.307. 364 84 ifadeyle hilafetin Alioğullarının hakkı olduğunu ve Abbasoğulların bu hakkı gasp ettiklerini düşünüyordu.373 Bunu, Nefsu’z-Zekiyye’nin halife Mansur’a yazdığı mektupta, Vasi ve imam olan Hz. Ali’nin çocukları sağ iken kendisinin varis olamayacağını, dolayısı ile hilafetin kendi hakları olduğunu söylemesinde görebiliyoruz.374 Nefsu’z-Zekiyye’nin neden isyan etmek için bu zamanı seçtiği ile ilgili tarihçiler farklı düşünmektedir. Taberi ve Ebu’l-Ferec’e göre, Medine valisi Riyâh’ın, kardeşi Mûsa b. Abdullah’ı bir komplo ile öldürmeye çalışmasından dolayı isyan etmiştir.375 Ayrıca Muhammed’in yakın çevresinin, ona isyanı açığa çıkartması için baskı yaptığını da kaydetmektedirler.376 Ezdî, isyan hareketini Nefsu’z-Zekiyye’nin babasının ölümüne bağlamaktadır.377 Mes’udî ise, akrabalarının öldürülmesininden dolayı isyan ettiğini belirtmektedir.378 Bu arada Mansur’un izlediği kurnaz strateji sayesinde, Nefsu’z-Zekiyye hazırlıklarını tamamlayamadan isyanını ilan etmiştir. Mansur, komutanlarının ağzından Muhammed’e mektuplar yazarak, isyan etmesi durumunda kendisinin safına geçeceklerini bildirmiştir.379 Muhammed, yüz yüze gelindiğinde bütün komutanlar onun safına geçeceğini380 söyleyerek Mansur’un tuzağına farkında olmadan düşmüştür. Nefsu’z-Zekiyye, isyanı için Medine’yi seçmişti. Askerî bir alt yapısı olmamasına rağmen bu şehri seçmesinde ki maksat, akrabalık ilişkileri ve ona 373 İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.427. İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.152. 375 İsfehânî, Makâtil, s.224. 376 Taberî, Târîh, VII, s.553; Zehebî, Tarih, VI, s.214. 377 el-Ezdî, Tarihu’l-Mevsıl, s.181. 378 Mes’udi, Muruc, III, s.306. 379 Taberî, Târîh, VII, s.559. 380 İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.148; Zorlu, Abbasilere Yönelik, Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.236. 374 85 gönül vermiş kişilerin çok olmasından kaynaklandığını söyleye biliriz.381 Ancak Nefsu’z-Zekiyye’nin bu tercihi, isyan hareketinin başarısızlığa uğramasında ki en önemli etkenlerden biri olduğu düşüncesini taşımaktayız. Çünkü Medine, o dönemlerde dinî, ilmi ve kültürel bir merkez idi. Hz. Ali’nin başkenti Kûfe’ye taşımasıyla birlikte bu şehir, siyasî ve askerî özelliklerini yitirmiştir. Nitekim Abdullah b. Zübeyr gibi Medine merkezli isyanların başarısız olmalarının sebebi de bu idi.382 Kanaatimizce, isyan hareketinin başarısız olmasının diğer bir etkeni de, Nefsu’z-Zekiyye’nin savaştan önce yaptı konuşmadır. Onlar sayıca bizden fazladır, isteyen gidebilir isteyen kalabilir, şeklinde ki açıklamalar, azimsiz ve kararsız bir lider portesi çizmektedir. Davasından bıkmış ve usanmış bir hava veren bu konuşma, hiç şüphesiz bu sonucu doğurur. Bir lider olarak siz, davanıza sımsıkı sarılmazsanız, etrafınızdakilerin nezdinde inandırıcılığınızı kaybedersiniz. 3.2.2.İbrahim b. Abdullah İsyanı Nefsu’z-Zekiyye’nin kardeşi olan İbrahim b. Abdullah, abisi gibi âlim, şair ve cesur biri idi.383 İbrahim, abisinin başlatmış olduğu isyan hareketinin hem davetçisi,384 hem de veliahdı385 idi. O, davetin merkezi olarak Basra’yı seçmişti.386 Aslında Basra, isyan etmek için Medine’den uygun bir yerdi. 381 Taberî, Târîh, VII, s.558. Muhammed Takî el-Medresî, et-Târîhu’l-İslâmî: Durûs ve ‘Iber, Beyrut 1984, s.199. 383 İsfehânî, Makâtil, s.315-316. 384 İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94. 385 İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.336. 386 İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.93. 382 86 Önemli bir ticaret merkezi olan Basra, aynı zamanda bir askerî üs olarak kurulmuştur.387 Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim, aslında biri Medine’de biri de Basra’da olmak üzere aynı zamanda ayaklanmaya başlayacaklardı.388 Ancak İbrahim, Nefsu’z-Zekiyye’den iki ay sonra389 isyan bayrağını çekmiştir. Eğer ikisi de aynı anda isyan etselerdi, belki sonuç çok farklı olabilirdi. Peki, İbrahim neden daha sonra isyan etmiştir? Kaynaklarda üç farklı rivayet vardır. Birincisi, Muhammed’in hareket alanı gittikçe daraldığı için isyana karar vermiştir. Buna binaen İbrahim’den ayrı hareket ederek, vaktinden önce isyan etmiştir. Yani Mansur’un baskı politikaları, Nefsu’z-Zekiyye’yi erken davranmasına sebep olmuştu.390 İkincisi, İbrahim, yakalandığı geçici bir hastalığı sebebiyle isyan etmekte gecikmişti.391 Üçüncüsü, İbrahim Basra’ya geldikten sonra, Behkene bt. Ömer b. Seleme adlı biri ile evleniyor. Eşi şık elbiselerle yanına gelerek ona cilve yapıyor. Bu şekilde onu yapacağı işlerden alıkoyuyordu.392 Bize, bu rivayetlerin ilki daha makul gelmektedir. Çünkü Mansur’un sürekli Nefsu’z-Zekiyye’yi sıkıştırdığını ve onun isyanı planlamadığı bir vakitte başlatmasını istiyordu. İkinci rivayette geçişi hastalığın ağabeyinden geç hareket etmesine bir engel değildi. Neticede güvendiği birçok komutan ve askeri vardı, onun bir emriyle hemen hareket edebilecek. Son rivayette eşinin onu alıkoyması mantıklı gelmemektedir. Eğer gerçekten böyle bir şey söz konusu olmuş olsaydı hem ağabeyi Nefsu’z- 387 Ömer, el-’Abbâsiyyûne’l-Evâil, Beyrut 1930, s.204-205. İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.85. 389 Ya’kubi, Tarih, I, s.377. 390 Taberî, Târîh, VII, s.552. 391 İbnu’z-Cevzi, el-Muntazam, VIII, s.63. 392 Taberî, Târîh, VII, s.641; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.264. 388 87 Zekiyye’den hem de etrafında ki komutanlarından uyarılar alırdı. Netice olarak şunu diyebiliriz ki isyan hareketini önce başlatan İbrahim değil, Nefsu’zZekiyye’dir. İbrahim, Nefsu’z-Zekiyye ölmeden önce onun adına biat alırken, o öldükten sonra artık kendi adına biat almaya başlamıştır.393 Kısa bir sürede dört bin taraftar bulan İbrahim, bir grup adamıyla birlikte vali konağına gider ve vali Sufyan b. Muaviye’yi tutuklattırır. Bunu duyan 600 kişilik Abbasi taraftarı bir grup vali konağına hareket eder. Ancak, İbrahim’in askeri birlikleri onları mağlup etmiştir394 ki bu aynı zamanda İbrahim’in ilk zaferi olmuştur. Basra’da kontrolü ele geçiren İbrahim, hazinede ki iki milyon, diğer bir rivayete göre 600 bin dirheme395 el koymuş ve bu sayede hem ekonomik, hem de askeri bir güce ulaşmış oldu. İsyan hareketini daha da genişletmek için diğer şehirleri de ele geçirmek istiyordu. Bunun için Ahvâz’a Muğire b. Fez’i, Fars’a Amr b. Şeddâd’ı ve Vâsıt’a Harun b. Sa’d el-Iclî’yi göndererek oraları ele geçirdi. Bu sayede İbrahim yüz bin kişilik396 devasa orduya sahip oldu. Bu rakam Mansur’u ciddi anlamda sıkıntıya sokabilecekti ve bunu da kendisi çok iyi biliyordu. Çünkü bir keresinde ordusunu devletin diğer yerlerine dağıttığını ve yanında az kişinin kaldığını söylemişti ve eğer bu sıkıntıyı atlatırsa yanından otuz bin kişilik bir birliği eksik etmeyeceğini belirtmişti.397 Mansur’un sabırlı 393 İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94. İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.170. 395 İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94. 396 Taberî, Târîh, VII, s.643; Ya’kûbî bu sayıyı 60 bin olarak vermektedir, bunun için bkz. Yakûbî, Tarih, II, s.377. 397 İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.95; Zehebî, Tarih, 38-39. 394 88 ve soğukkanlı oluşu398 onun için çok büyük bir avantajdı. Paniğe kapılmadan hareket eden Mansur, kısa bir süre sonra kaybettiği şehirleri tekrar ele geçirmeyi başardı. İbrahim, 1 Zilkade 145/ 21 Ocak 763 Cuma günü yüz bin kişilik ordusuyla Kûfe’ye doğru yola çıktı.399 Kûfe’ye 90 km mesafede olan Bâhamrâ400 mevkiine karargâhını kurdu. Buna karşılık İsa b. Mûsa’da İbrahim’in yakınına karargâhını kurdu. Bu iki ordu 25 Zilkade 145/ 14 Şubat 763 karşı karşıya geldiler. İbrahim’in ordusu önce İsa b. Musa’nın ordusuna üstünlük sağlarken, beklenmedik bir anda arkalarından gelen diğer Mansur güçleri onları iki arada bırakarak feci şekilde can vermelerine ve neticede İbrahim b. Abdullah’ın savaşı kaybetmesine sebep olmuştur. Öldürüldüğünde kırk sekiz yaşında olan İbrahim401 Bâhamrâ’ya defnedildi. Savaşı kazanan Mansur, Kûfe’lilere çok sert ve tehditlerle dolu bir hutbe okudu.402 Bu hutbe Kûfe’liler üzerinde ciddi bir etki bıraktı ve şehirde sükûnet sağlanmış oldu. İbrahim’in merkez konumunda ki Basra ise, bunun bedelini daha ağır bir şekilde ödedi. Basra’ya yeni atanan vali Muhammed b. Süleyman, birçok kişiyi tutuklatıp öldürmüş, kimilerini hapise attırmış, kimilerini ise evlerini ve hurma bahçelerini yaktırmıştır.403 3.3.ALİOĞULLARININ PASİF MUHALEFET KANADI: HÜSEYİNOĞULLARI Abbasi devletinin kurulduğu yıllarda, Hz. Hüseyin’in soyundan birinin imam olarak tanınması, oldukça umumileşmişti. Ancak, Hz. Hüseyin’den sonra 398 Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.252. Yakûbî, Tarih, II, s.377. 400 M. Streck, “Bâhamrâ”, İA (MEB), II, Eskişehir 1997, s.221. 401 Taberî, Târîh, VII, s.647. 402 Hutbenin tam metni için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, s.269. 403 Ali Zarîf el-A’zamî, Muhtasar Târîhi Basra, Bağdat 1927, s.64-65. 399 89 gelen imamların hiç biri, onun gibi aktif muhalefeti benimsememişlerdir. Bunun nedeni belki de Kerbela olayıydı denebilir.404 Ancak, yukarıda uzunca anlattığımız Zeyd b. Ali hariç. Zeyd on iki imamdan biri olarak zikredilmemektedir, ancak o, dedesi Hz. Hüseyin gibi imam olduğu iddiasında bulunmuş ve aktif bir muhalefet anlayışını takip etmiştir. Nitekim Hz. Hüseyin’den sonra imam olarak kabul edilen Ali Zeyne’lAbidin (95/713), Muhammed el-Bakır (114/733), Cafer es-Sadık (148/765), Musa el-Kazım (183/799) ve Ali er-Rıza’dan (203/818) hiç biri ciddi anlamda siyasete bulaşmamıştır.405 İlerleyen asırlarda en büyük Şiî mezhebi olacak olan İmamiyye Şia’sı, bu dönemde en pasifiydi.406 Burada sadece ilk sekiz imamı pasif muhalefet kanadında zikretmemiz, diğer dört imamın aktif muhalefet ettikleri anlamına gelmez. Tam aksine, onlarda pasif muhalefeti tercih etmişlerdir. Ancak biz tezimizi hicri ikinci asırla sınırlı tuttuğumuz için, Ali erRıza’dan sonrasına değinmeyi uygun görmedik. 3.3.1. Ca’fer es-Sadık Ca’fer b. Muhammed es-Sadık, Muhammed Bakır (114/733)’ın en büyük oğlu olup 80/699-700’de Rebiulevvel ayının on yedinci gününde Medine’de doğmuştur.407 Sözlerinin doğruluğundan ve yalan söz söylemediğinden dolayı kendisine Sadık lakabı verilmiştir.408 404 Metin Bozan, İmâmiyye’nin İmâmet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İSAM Yayınları, İstanbul 2009, s.62. 405 Fığlalı, İmamiyye Şiası s.167. 406 Etan Kohlberg, “Şiî Hadis”, çev. M. Ali Büyükkara, EKEV Akademi Dergisi, c. 2, sy. 2, Mayıs 2000, s.48. 407 Taberî, Târîh, V, s.138; İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.327. 408 İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.185; Bu lakabın Halife Mansur tarafından verildiğine dair rivayetler için bkz. İsfehânî, Mekâtil, s.256. 90 Babası Muhammed Bakır’ın yanında yirmi üç yıl kalan Ca’fer es-Sadık, babası öldüğünde 37 yaşlarında idi.409 Ca’fer es-Sadık babası gibi geniş bilgi sahibiydi. Şehristanî onu şöyle anlatmaktadır: “Onun dini ve kültürel bilgisi ileri seviyede olup, dünyada takva sahibi ve şehvanî arzulardan tamamen kaçınırdı...”410 Malik b. Enes onun öğrencisi olmuş, Ebu Hanife’de onunla aynı ilim meclislerinde bulunmuştur.411 Şia’ya göre, Şiî hukukun ve teolojisinin gelişiminde en önemli kişilerden biri Ca’fer es-Sadık’tır.412 Ca’fer es-Sadık kendini siyasetten tamamen soyutlamıştır.413 Ca’fer hayatının büyük bir bölümünü Emeviler döneminde, son 16 yılını ise Abbasiler döneminde geçirmiştir.414 Onun yaşadığı dönemde vukuu bulan hiç bir isyana katılmamış ve hiç bir isyana da destek vermemiştir.415 Yani bir “hareketsiz liderlik”416 portresi çizmiştir. Halife Hişâm, kendi döneminde ki insanların hiç bir isyana katılmamalarını istemiştir.417 Ancak hiç bir yerde Ca’fer es-Sadık’ın ismi 409 Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kûb er-Râzî el-Kuleyni, el-Usûl mine’l-Kâfi, Beyrut 1401, I, s.193. 410 Şehristanî, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.166. 411 İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.105; Ca’fer es-Sadık ve Ebu Hanife aynı dönemde ve yakın muhitlerde yaşamış iki büyük alimdir. İlmi anlamdaki ilişkileri hoca talebe ilişkisi olarak değil de, çağdaş iki alim ilişkisi olarak görmek lazım. Ca’fer es-Sadık’ın, Ebu Hanife’ye "Irak Fakihi" ünvanıyla hitap etmiş ve ona karşı bir alim muamelesinde bulunması buna somut bir örnektir. Ebu Hanife ve Ca’fer es-Sadık arasındaki ilişki için bkz. Atalan, Cafer-i Sadık, TDV. Yay., III. Baskı, Ankara 2013, s.57-61. 412 el-Kuleyni, Kâfi, I, s.51-53. 413 Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshâk b. Mûsa Ebu Nuaym el-İsfehânî (430/1038), Hilyetu’lEvliyâ’ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Mısır 1932-1938, III, s.194. 414 Ca’fer es-Sadık, Emevi halifeleri Hişam b. Abdilmelik (105-125/724-743), Velid b. Yezid (125-126/743-744), Yezid b. Velid (126/744), İbrahim b. Velid (126-127/744) ve Mervan b. Muhammed (127-132/744-749) ile Abbasi halifeleri Ebu’l-Abbas es-Saffah (132-136/749-754) ve Ebu Cafer el-Mansur (136-158/754-775) dönemlerinde yaşamıştır. 415 Ca’fer es-Sadık döneminde Beyân b. Sem’ân, Muğire b. Saîd, Zeyd b. Ali ve oğlu Yahya b. Zeyd ve Muhammed b. Abdullah en-Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim b. Abdullah gibi Şiî karakterli isyanlar vukuu bulmuştur. 416 I.K..A. Howard, “Şi’î Kelâm Edebiyâtı”, çev. Mehmed Ali Büyükkara, Kur’an Mesajı İlmî Araştırmalar Dergisi, XXII (1999), s.208. 417 Ebû Osman ‘Amr b. Bahr el-Cahız (255/868), el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn, Kahire 1975, I, s.311-312. 91 geçmemektedir. Bu bilgi bize Ca’fer es-Sadık’ın aktif muhalefet edenlerin tarafında olmadığını açıkça göstermektedir. Siyasetten uzak duran Ca’fer es-Sadık’ı Halife Mansur bir gün Irak’a çağırır. Ca’fer mazeret bildirerek bu davete icabet etmez. Ancak Halife Mansur mazereti kabul etmez. Bunun üzerine Ca’fer es-Sadık Mansur’a şöyle demiştir: “Ben babamdan, o da babasından, o da dedesi Resulullah’dan duyduğuna göre “Resulullah, kim ki rızık talep etmek için yola çıkarsa Allah onu rızıklandırır, kim ki ailesinin yanında kalmak isterse onunda ömrünü uzatır”. Mansur’da, “ben bunu Resulullah’dan gelen hak bir söz olarak kabul ettim. Allah’ı da şahit tuttum”, şeklinde cevap vermiş ve Ca’fer’in Medine’de kalmasına müsaade etmiştir.418 Nefsu’z-Zekiyye öldürüldükten sonra, Halife Mansur Ca’fer es-Sadık’ı bir kez daha huzuruna çağırır. Bu davet Ca’fer’i korkutur. Ancak Ca’fer’in korktuğu başına gelmez. Halife onu son derece güzel ağırlar ve ikramlarda bulunarak geri gönderir. Ca’fer’e Nefsu’z-Zekiyye isyanı sorulunca, o şu ayet ile cevap verir: “Andolsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalarını dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez”.419 Bu cevap Halife Mansur’u memnun etmiş ve Ca’fer es-Sadık hakkında ki şüphelerinin azalmasına sebep olmuştur.420 418 İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s. 112. 59/Haşr, 12. 420 İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s.112. 419 92 Ca’fer es-Sadık’ın bu tutumu, yani siyasetin dışında kalması ve mevcut iktidarla ters düşmemeye özen göstermesi, Abbasilerin kendisine iyi davranmasına sebep olmuştur.421 3.3.2. Musa Kâzım 7 Safer 128/ 8 Kasım 745 veya 17 Safer 128/ 18 Kasım 745’de Ebvâ’da dünyaya gelmiş422 olan Musa Kâzım, Halife Mansur ile arasında ciddi bir sorun geçtiğine dair kanyaklarda geçmemektedir.423 Mansur’un 158/775 yılında vefat etmesi üzerine tahta geçen oğlu Mehdi, zındıklarla mücadelede Musa Kâzım’ı hapsettirir. Muhtemelen Mehdi’nin zihnindeki zındık kelimesinin karşılığı tüm siyasi rakipleriydi.424 Ancak, yaptığı bu hareketten dolayı pişman olan Mehdi, kısa bir süre sonra Musa Kâzım’ı serbest bırakır.425 Muhammed Mehdî b. Mansur halifeliğinin ilk yıllarında, babasının Ali oğullarına karşı güttüğü sert politikayı takip etmemiş ve onlara karşı ılımlı bir siyaset izlemiştir. Yani, adeta Alioğulları ile bir uzlaşma çabası içerisindeydi. Halifeliğin ilk yıllarında genel af ilan edip, siyasî sebeplerden dolayı hapiste bulunan Alioğulları serbest bırakılmış426 ve mallarına el konanların malları geri iade edilmiştir.427 Yine hilafetin ilk yıllarında, hac vazifesini yerine getirmek için gittiği Mekke ve Medine’ye bol ikramda ve bağışlarda bulunmuştur. 421 el-Ezdî, Tarihu’l Mavsil, s.183. Ayrıca bkz. Muhammed Âbid el-Câbirî, Arap-İslam Aklının Oluşumu, çev. İbrahim Akbaba, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2000, s.236. 422 Kuleyni, el-Kâfî fî ‘İlmi’d-Dîn, I, s.476. 423 M. Ali Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, MÜİFV Yayınları, s.128. 424 Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s.136. 425 Serbest bırakmasıyla ilgili kaynaklarda iki farklı rivayet vardır. Bunlardan biri: Namazda “Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabağlık bağlarını kesmeye dönüş olmaz mısınız?”, (47/Muhammed, 22) ayetini okur, duygulanır ve Musa Kâzım’ın serbest bırakılmasını emreder. Bunun için bkz. Taberî, Târîh, III, s.533; diğer bir rivayete göre ise Mehdi, rüyasıdna Hz. Ali’yi görür. Hz. Ali, Musa Kâzım’a iyi davranmadığı için onu azarlar. Rüyanın etkisidne kalan Mehdi, derhal Musa Kâzım’ı serbest bırakır. Bunun için bkz. İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.183. 426 Taberî, Târîh, VIII, s.117. 427 Taberî, Târîh, VIII, s.112. 93 Bilindiği gibi bu şehirlerde Alioğullarının ciddi bir nüfusu vardı.428 Ayrıca Alioğullarından birçok kişiyi düzenli bir maaşa bağlamıştır.429 Halife Mehdî, sırasıyla Hz. Ali- Muhammed b. Ali el-Hanefiyye- Ebû Hâşim- Muhammed b. Ali’den kendisine kadar geldiği iddia edilen imamet silsilesini iptal edip yerine, Hz. Peygamber- Hz. Abbas- oğlu Abdullah- oğlu Ali’den bilinen sırasıyla kendisine kadar gelen bir silsile yerleştirmiştir.430 Bu iddiayı resmi olarak ilk defa Mehdî açıklamıştır.431 Burada dikkatimizi çeken husus şudur; halife Mehdi’nin Alioğullarına karşı güttüğü ılımlı siyaset, onu hilafetin kendi hakları olduğu fikrinden alı koymadı. Yani Mehdi, hilafetin başından beri kendi hakları olduğunu düşünüyor ve bu şekilde de hareket ediyordu. Harun Reşid zamanında 179/795’de tutuklanan432 Musa Kâzım,433 5 Recep 183/12 Ağustos 799’yılında vefat eder.434 Musa Kazım döneminde vukuu bulan Hasani isyanlar şunlardır: Hüseyin b. Ali b. Hasan b. Hasan b. Hasan b. Ali (Sahibu’l-Fah) isyanı435 ve Yahya b. Abdullah b. Hasan b. Hasan isyanı.436 Hüseyin b. Ali isyanı Mekke ve Medine civarlarında vukuu bulmuş bir isyandır. Muhammed en- Nefsu’zZekiyye isyanından sonra Abbasilere karşı girişilen ikinci büyük Hasani isyanıdır. Ayrıca ağır bir şekilde bastırılan bu isyan ikinci bir Kerbela olayı olarak da anılmıştır. Halife Mehdi döneminde patlak veren bu isyan dokuz ay 428 Taberî, Târîh, VIII, s.133. Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.142. 430 Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.165. 431 Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, s.37. 432 Tutuklanmasıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s.150-185. 433 İbnu’l-Esîr, el-Kamil, VI, s.112. 434 İbnu’z-Cevzi, el-Muntazam, IX, s.88. 435 Bu isyan için bkz. Mes’udi, Murucu’z-Zeheb, III, s.339-340. 436 Bu isyan için bkz. Taberî, Târîh, VIII, s.242. 429 94 civarında sürmüştür. Hüseyin b. Ali diğer Alioğulları gibi Abbasi zulmüne karşı isyan etmiş ve sonu da onlar gibi olmuştur.437 İsyan eden bir diğer Hasani ise Muhammed en- Nefsu’z-Zekiyye’nin diğer kardeşi Yahya b. Abdullah’dır. O, Hüseyin b. Ali’nin isyanına iştirak etmiş ve kaçarak hayatını kurtarabilmişti. Deylem’e yerleşen Yahya b. Abdullah, burada teşkilatlanmış ve halife Harun Reşid döneminde Abbasilere karşı ayaklanmıştır. Uzun uğraşlar sonucunda Harun Reşid, Yahya’ı isyan hareketinden vazgeçirdi ve Bağdat’a gelmesini sağladı. Verdiği birçok sözde durmayan halife Harun Reşid, Yahya b. Abdullah’ı hapse attırdı. Neticede de Yahya burada ölmüştür. Görüldüğü gibi bu isyan diğerlerinden biraz farklı olarak bastırılmıştır. Diğerlerinden birçok ölü ve maddi zarar varken, Yahya b. Abdullah da bunlar yoktu.438 Musa Kâzım, Abbasi iktidarına karşı vukuu bulan hiçbir isyan hareketine katılmamış ve destek vermemiş439 olmasına rağmen, hapse440 düşmüştür. Ancak, bu bile onu Abbasilere karşı bir isyan etmeye teşvik etmemiştir. Siyasete uzak olmasına rağmen, mevcut iktidarlar tarafından sürekli bir tehdit olarak algılanmıştır. Halife Mehdî’nin düzenli olarak Ali oğullarına bağladığı maaşa, kendisinden sonra halife olan oğlu Musa el-Hâdî son verdi.441 437 Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma Evladı, MÜİF Yayınları, İstanbul 2008, s.281-292. 438 Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt, MÜİF Yayınları, İstanbul 2008, s.297-303. 439 Krş. İsfehânî, Makatil, s.383. 440 Musa Kâzım’ın tutuklanmasıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s.150-185. 441 Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.142. 95 3.3.3. Ali er-Rızâ Ali er-Rıza 148/765 yılında dünyaya gelmiştir.442 Bazı rivayetlere göre ise 153/770 yılında doğmuştur.443 Ali er-Rıza’da geleneği bozmamış ve kendinden önceki imamlar gibi siyasetten uzak durmuştur. Ali er-Rıza döneminde vukuu bulan isyanlar şunlardır. Muhammed b. İbrahim er-Ressî (et-Tabâtâbâ) isyanı.444 Ebu Seraya adlı kişinin teşvikiyle ayaklanan ibn Tabataba birçok başarı elde etmiş ve bu sayede gücü artmıştır. Ancak elde ettiği ganimetler yüzünden Ebu Seraya ile arası açılmış ve Ebu Seraya onu zehirlemiştir. İsyan hareketini devralan Ebu Seraya, Abbasi ordusuna karşı ayakta duramamış ve savaşı kaybetmiştir.445 Ali er-Rıza kendinden öncekiler gibi hiçbir isyana karışmamış ve cemaatinden de hiç kimsenin bir isyana karışmasına müsaade etmemiştir. Ancak yedinci Abbasi halifesi el-Me’mun (198-218/813-833) onu hilafete veliahd tayin etmesi ile birlikte (201/816),446 artık siyaset sahnesinde isminden söz edilmeye başlanır. Ayrıca halife Me’mun altın ve gümüş paraların üstüne, “Mü’minlerin Emiri ve Halifesi el-Me’mun ve Müslümanların İmamı er-Rıza” yazısını yazdırıp bastırmıştır.447 İmamiyye Şia’sına göre imamlar, dinin tamamlayıcısı448 ve özel sıfatlar ile donatılmış kimselerdir.449 Bunlar hatadan ve günahtan münezzeh olup, 442 İbnu’l- Esîr, el-Kamil, VI, s.249. Mes’udi, Muruc, III, s.441. 444 Bu isyan için bkz. Taberî, Târîh, VIII, s.528. 445 Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt, MÜİFY, İstanbul 2008, s.307-313. 446 Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.183. 447 Canon Seli, Ithna Ashariyya (Madras, 1923), p.32’den Donaldson, The Shi’ite Religion, s.166; Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.174. 448 Muhammed b. Ali b. Hüseyin es-Sadûk (381/991), Uyûnu Ahbâr-ı Rızâ, Meşhed, 1413, s.427428. 449 Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan et-Tûsî, (460/1067), el-İktisâd fî mâ Yete’allaku bi’l-İtikâd, Necef 1979, s.297. İmamet hakkında daha geniş bilgi için bkz. Onat, “Şiî İmamet Nazariyesi 443 96 insanların din ve dünya işlerini düzenlemek ve adaletle hükmetmekle görevlendirilmiştir.450 Yani onlar insanları yönetmekle görevlendirilmiştir. Ancak bütün bunlara rağmen iktidarı başka kişiler ele geçirmiş olabilir. Bu durum karşısında imamlar açıktan veya gizli bir şekilde bunlara karşı mücadele etmek zorundadır. Şimdi bu inanca bakıldığında Ali er-Rıza’nın Halife Me’mun’a karşı mücadele etmesi gerekirdi. Çünkü İmamiyye’ye göre halifelik onun hakkı idi. Ancak Ali er-Rıza, halifeye karşı bir girişimde bulunmamış, tam aksine halifenin velahtı olmuştur.451 Bu tablodan, genel olarak halifelik tartışmalarının, özelde ise Abbasoğulları ve Alioğullarının hilafet mücadelesinin dini bir boyut olmaktan ziya siyasi bir tartışma olduğunu anlamaktayız. Görüldüğü gibi Alioğullarının Hüseyni kolundan olan ve sonradan On iki imam olarak karşımıza çıkan Ca’fer es-Sadık, Musa Kazım ve Ali er-Rıza hiçbir şekilde aktif muhalefeti uygun bulmamışlardır. Yaşadıkları tüm olumsuzluklara rağmen isyan etmekten uzak durmuşlardır. Belki böyle yaparak dönemin iktidarlarını bütün Alioğullarını topyekûn bir rakip olarak görebilir ve hepsini sıkıntıya sokabilirlerdi. Belki bu tutumları, yani pasif muhalefet etmeli iktidarı çok da hırslandırmamalarına sebep olmuş olabilir. (Kuleynî, Kummî ve Tûsî Görüşleri Çerçevesinde)”, AÜİFD, XXXII (1992), s.89-110; a.mlf. “İmâmet Risalesi”, AÜİFD, XXXV (1996), s.179-191. 450 Sadûk, Uyûnu Ahbâr-ı Rızâ, s.429. 451 Metin Bozan, “Ali er-Rıza’nın Veliahtlığı Meselesi (İmamiyye’nin İmamet Nazariyesine Teorik-Pratik Açısından Eleştirel Bir Yaklaşım)”, Dinî Araştırmalar Dergisi, c. 7, sy.19, s.159160. 97 SONUÇ İslam öncesi dönemde, köklü bir devlet geleneğinden yoksun Arap yarımadasında kabilecilik anlayışı hakimdi; sosyal hayatta, belirleyici olan gelenekler ve kabilecilikti. İslam yeni bir insan ve toplum anlayışı ile ortaya çıktı. Hz. Peygamber, evrensel nitelik taşıyan yüksek İslami değerleri hayata geçirmek için çaba sarf etti. Artık sosyal hayatta belirleyici olan liyakat oldu. Ne var ki, toplumda kökleşmiş birtakım alışkanlıkları bütünüyle ortadan kaldırmak her zaman mümkün olmamaktadır. Nitekim, Hz. Peygamber’in vefatını müteakip, kabileciliğin tekrar ortaya çıkmaya başladığını görmekteyiz. Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifelik makamına oturan Ebubekir de, Ömer de, Osman da Haşimoğullarından değildir. Hiç kuşkusuz Haşimoğullarının halifelikle ilgili beklentileri mevcuttur. Ancak Hz. Ali’nin hilafeti meselesinin Haşimoğullarının bir iç meselesi olduğunu unutmamak gerekir. Hz. Peygamber’in vefatından sonraki gelişmeleri dikkatlice takip ettiğimizde, toplumda Haşimoğullarına yönelik bir antipatinin de mevcut olduğunu düşündürecek pek çok veri vardır. Hz. Ebu Bekir’in hilafete gelişinde, onun ehliyeti kadar, kabileler arasındaki denge politikasının da belirleyici olduğunu görmek mümkündür. Bu süreçte en çok dikkat çeken husus, Hz. Peygamber’in naşı ortada dururken, Medinelilerin kendi içlerinden birisini lider olarak belirlemek için toplanmış olmalarıdır. Bu tartışmaların toplumsal zemini, Ensar-Muhacirun farkı olmuştur. Hz. Ebu Bekir’in hilafete geliş biçimi, geleneksel tecrübeden yararlanılarak, bir siyasi lider arayışının sonucu gerçekleşmiştir. 98 Hz. Ömer’in oluşturmuş olduğu hey’ette Ali ile Osman’ın karşı karşıya gelmesi, kökleri İslam öncesi döneme uzanan Emevi- Haşimli çekişmesini yeniden canlandırmıştır. Onun vefatı üzerine Hz. Ali hilafet makamına gelmiş, fakat Müslümanların birliğini sağlayamamıştır. Şam’da Muaviye’nin baş kaldırısı, hilafet tartışmalarının yeniden Emevi- Haşimi zeminine kaymasına yol açmıştır. Hz. Ali’nin vefatından sonraki gelişmeler, Hz. Osman ile başlayan Emevi iktidarının kökleşmesi s ağlamıştır. Hz. Ali’nin vefatından sonra, bazı kimseler Hasan’ı halife olarak tanımış ise de, ilk savaşta yalnız bırakılan Hasan, Muaviye’nin teklifini kabul ederek, siyasi hayattan çekilmiştir. Muaviye’nin ölümünden sonra, Kufelilerin ısrarlı talepleri Hüseyin’i Kufe’ye yönlendirmiştir. Hüseyin de Kerbela’da hunharca kataledilmiştir. Kerbela hadisesinin zemini de, tarihi Emevi-Haşimi çekişmesinini oluşturduğu bir zemindir. Kerbela hadisesinden sonra, Haşimi muhalefetin önde gelen ismi Muhammed b. El-Hanefiyye olmuştur. Özellikle Mevali arasında, muhalefetin sembol ismi, Muhammed b. El-Hanefiyye’dir. Daha sonra onun oğlu Ebu Haşim’in etrafından kümelenmeler olmuştur. Ebu Haşim de bu hakkı Abbasilerden olan Muhammed b. Ali’ye devretmiştir. Ebu Haşim’in hilafeti yanında yetişmiş olan ve kurmuş olduğu teşkilatı bilen Muhammed b. Ali’ye devretmesi tabiidir. Ancak onun bu tercihinde “Abbasi” olguyu hesaba katmadığını düşünmekteyiz. Gerçekten de davetin sessiz hazırlık döneminde uyguladığı başarılı politikalarla zorlu kısmın aşılmasında büyük rolü olan Muhammed b. Ali’nin “Abbasi” yönünün açığa çıkması, oldukça geç bir zamana rastlamaktadır. Emevilere karşı birlikte hareket eden bu iki kabile, 99 “Hz. Muhammed’in ailesinden razı olunacak kişi” sloganı altında hareket ettiler. Bu süreci yöneten Abbasilerin gerçek niyetini ilk halife Ebu’l-Abbas’ın yaptığı ilk hutbede görmekteyiz. Siyasi bir altyapısı olmayan, siyasetin inceliklerini henüz kavramamış olan Alioğulları yeniden mağdur duruma düşmüşlerdir. Bu dönem, yani Abbasilerin iktidara gelmesi, Alioğulları ile olan ilişkileri açısından önemlidir. Çünkü bu tarihten sonra bu iki kabile bir mücadelenin içine girmişlerdir. Onurlarıyla oynandığını anlayan Alioğulları’nın yeni düşmanı artık Abbasilerdi. Abbasilerin kendilerine alternatif olabilecek bütün kişi ve hareketleri, özellikle de Ali evladını çok yakından takip ettiklerini görmekteyiz. Nitekim Zeyd b. Ali ve Abdullah b. Muaviye’nin ayaklanmalarında, yakınlarında bir Abbasi’nin oluşu dikkate değerdir. Bunda, bu hareketlerin gidişatının kontrol altına alınma çabası rahatlıkla görülebilir. Zeyd b. Ali örneğinde, imam Muhammed’in kardeşi Davud b. Ali’nin Zeyd’i ayaklanmadan vazgeçirme çabasına şahit olurken, Abdullah b. Muaviye örneğinde, aralarında oğlu Mansur ve yeğeni İsa da olmak üzere bir grup Abbasi’nin Abdullah’a destek verdiğini görmekteyiz. Böyle ikili bir tavır, şüphesiz hareketlerin mahiyeti itibariyle farklı olmasından kaynaklanıyordu. Zeyd ve Yahya’nın hareketleri, henüz Abbasi hareketin çok güçlü olmadığı bir döneme rastlaması sebebiyle teşkilatı dağıtabilecek bir potansiyele sahipti. Böyle bir ihtimalin farkında olan Abbasiler için bu hareketin engellenmesinin lüzumu açıktır. Diğer yandan Abdullah b. Muaviye’nin hareketi, Horasan’da kendisini alenen ortaya koyabilecek bir güce erişmiş olan Abbasi daveti için ciddi bir tehlike olarak görülmüyordu. İhtilali yapmaya hazırlanan Abbasiler için böyle bir harekete 100 destek vermek hem bu hareketten gelecek zararı bertaraf etmek, hem de Emeviler’i zayıflatmak anlamı taşıyordu. İhtilalin başlamasından kısa bir süre sonra İbrahim b. Ali’nin yakalanıp öldürülmesi, başarıya giden bir hareketi son aşamasında başarısız bırakmış ve davetin güçlü isimlerini karşı karşıya getirmiştir. Bunlardan Kufe’nin baş sorumlusu Ebu Seleme, Kufe’ye kaçan Abbasi ailesini saklayarak, hilafeti zamanın önde gelen Alioğullarına teklif etmiştir. Ancak olumsuz bir cevap almış ve bu hareketi hayatına mal olmuştur. Ebu Seleme’nin bunu yapmaktaki maksadı Ali evladını hilafete en ehil kimseler olarak görmesinden kaynaklanıyordu. Davetin diğer güçlü ismi olan ve Horasan’dan gelen ordunun komutanlığını yapan Ebu Müslim ise, tavrını Abbasoğulları lehine koymuş ve adamlarının çabaları sayesinde saklandığı yeri tespit edilen İbrahim b. Ali’nin kardeşi Ebu’l- Abbas’ı yeni devletin halifesi sıfatıyla biat edilmiştir. İhtilal sonrası Ali evladının hayal kırıklığı, ilk Abbasi halifesi Ebu’lAbbas’ın izlediği ılımlı politika sayesinde yumuşamıştır. Ancak ikinci halife Mansur’un sert politikası bir infiale sebep olmuş ve bu infial Hasanoğullarından olan Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim’in isyanları şeklinde tezahür etmiştir. Buna karşılık olarak Hüseyinoğulları pasif mücadele yöntemini izlemişlerdir. Abbasilere karşı yapılan hiçbir isyana destek vermemişlerdir. Başarısız olan Alioğulları isyanları sonucunda Ali evladı taraftarlığının kendine has bir inanç sistemi oluşturma yoluna girdiğini söylemek mümkündür. 101 KAYNAKÇA Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, Yazarı meçhul (hicri 3. asır), thk. Abdulaziz ed-Dûrî ve Abdulcebbâr el-Muttalibî, Beyrut 1971 Ahmet, Mümtaz, İslamî Siyaset Teorisi ve Sorunları, çev. Halim Sırçancı, İstanbul 1997 Akbulut, Ahmet, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”, AÜİFD, XXXI, s.331-348 Akyüz, Vecdi, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991 Ali Haydar Emin Efendi, Düreru’l-Hukkam, Şerhi Mecelletu’l-Ahkâm, İstanbul 1330 Apak, Adem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, Ensar Yayınları, I-IV, İstanbul 2013 Apak, Adem, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul 2012 Atalan, Mehmet, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, Araştırma Yayınları, Ankara 2005. ----------, Cafer-i Sadık, TDV. Yay., III. Baskı, Ankara 2013. ----------, Türk Kültüründe Muhammed Hanefi Cenknâmeleri, Tarih Bilincinde Buluşanlar Derneği Yayınları, İstanbul 2011. ----------, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar Dergisi, cilt XVIII (2005), sayı II, s.183-191. ----------, “Abbasi Daveti Sürecinde Ammâr b. Yezid”, Dini Araştırmalar, cilt 8, sy. 22, s.287-296. 102 ----------, “Alioğullarının İç Çekişmesi”, FÜİFD (2009), Cilt 14, Sayı 2, s.63-76. ----------, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-”, DEÜİFD, XXIII 2006, s.41-63. ----------, Atalan, “Hz. Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet Tartışmaları”, FÜİFD, c. IX, sy. II (2004), s.55-68. Atay, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şîa, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1983. Atvan, Hüseyin, ed-Da’vetu’l-Abbâsiyye, Mebâdi’ ve Esâlîb, Beyrut trz. Ateş, Ahmet, “Asabiyet”, MEBİA, Cilt I, s.663-664 Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2010. el-A’zamî, Ali Zarîf, Muhtasar Târîhi Basra, Bağdat 1927. Azimli, Mehmet, Halifelik Tarihine Giriş Başlangıçtan IX. Asra Kadar, Çizgi Yayınları, Konya 2012. el-Bağdâdî, Abdülkahir ibn Tahir ibn Muhammed (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2011 el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Hatîb (463/1071), Târîhu Bağdâd (Medînetu’s-Selâm), Beyrut 2001, I-XVII Barthold, W., “Ebû Müslim”, MEBİA, IV, Eskişehir 1997, s.39-41 el-Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ b. Cebir (279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, I. Cilt thk. Muhammed Hamidullah, trz.; II, III, IV ve V Ciltler thk. Süheyl Zekkâr ve Riyad Ziriklî, Beyrut 1996 103 Bozan, Metin, İmâmiyye’nin İmâmet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İSAM Yayınları, İstanbul 2009 ----------, “Ali er-Rıza’nın Veliahtlığı Meselesi (İmamiyye’nin İmamet Nazariyesine Teorik-Pratik Açısından Eleştirel Bir Yaklaşım)”, Dinî Araştırmalar Dergisi, Cilt 7, Sayı 19, s.159-171 Bozkurt, Nahide, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2000 ----------, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemiİlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, Dinî Araştırmalar Dergisi, Cilt V, Sayı XIII, s.107-118 ----------, “Abbasilerde İktidarın Meşruiyeti Üzerine Bir Analiz”, İslamiyat (2000), cilt III, sy.III, s.147-158 Brockelmann, Carl, Geschichte der Islamischen Völker und Staaten, R. Oldenbourg Verlag, Münih ve Berlin 1943 el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (256/870), Cami’u’sSahîh, İstanbul 1981 Büyükkara, Mehmet Ali, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, Rağbet Yayınları, İstanbul 1999 ----------, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2010 el-Câbirî, Muhammed Âbid, Arap-İslam Aklının Oluşumu, çev. İbrahim Akbaba, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2000 el-Cahız, Ebû Osman ‘Amr b. Bahr (255/868), el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn, Kahire 1975, I-IV 104 Cevad Ali, Tarihu’l-Arab Kable’l-İslam, I-VIII, Bağdat 1950 Cihan, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla İlgisi, Samsun 1997 Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Editör Alim Yıldız, I-III, Asitan Yayınları, Sivas 2010 Dalkılıç, Mehmet, Horasan’da İktidar Mücadeleleri (M.705-796), EÜSBE, Kayseri 2009 Dalkıran, Sayın, “Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar”, Dini Araştırmalar Dergisi, VII, s.19, Ankara 2004, s.139-158 Dâvûd, Nebîle Abdulmunim, Neş’etu’ş-Şîati’l-İmâmiyye, Beyrut 1986 ed-Dineverî, Ahmed b. Dâvûd Ebû Hanife (282/895), Ahbâru’t-Tival, thk. Abdülminim Âmir ve Celâluddîn eş-Şeyyâl, Kahire 1960 Doğan, İsa, “Hicri I. ve II. Asırlarda Muhtelif Yönleriyle Abbasi Hareketi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (1996), sy.VIII, s.34 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İlmi Müşavir ve Redaktör Hakkı Dursun Yıldız, I-XV, Çağ Yayınları, İstanbul 1992-1993 Donaldson, Dwight M., The Shi’ite Religion, Luzac & Company, London 1933 ed-Dûrî, Abdulaziz, Îslâm İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman, İstanbul 1991 ----------, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, İstanbul 1991 ----------, en-Nuzumu’l-İslâmiyye, Bağdad 1988 105 Ebu Ubeyde, Ma’mer b. Musennâ (209/824), Eyyamu’l-Arab Kable’l İslam, tah. Âdil Casim el-Beyâtî, I-II, Beyrut 1987 Ebu Mihnef, Lût b. Yahya (150/767), Maktelu’l-Hüseyin, Bağdad 1977 Ebu Nuaym el-İsfehânî, Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshâk b. Mûsa (430/1038), Hilyetu’l-Evliyâ’ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Mısır 1932-1938, I-X Ebu’l-Ferec el-İsfehânî, Ali b. Hüseyin b. Muhammed (356/967), Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn, thk. es-Seyyid Ahmed Sakr, Beyrut 1966 ----------, Kitâbû’l- Eğani, thk. Ali Muhennâ ve Yûsuf Câbir, I-XXVII, Beyrut 1995 el-Ekber, Ca’fer b. Harb en-Nâşi, Mesâilu’l-İmâme ve Muktetafât mine’l-Kitâbi’l-Evsât fi’l-Makâlât, thk. Josef Van Ess, Beyrut 1971 Emîn, Ahmed, Mehdî ve’l-Mehdeviyye, Kahire 1951 el-Eş’arî, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmâîl (330/941), Makâlatu’l-İslâmiyyîn ve’l-İhtilâfu’l- Mûsâllîn, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-II, Beyrut 1990 el-Ezdî, Ebu Zekeriyya Yezid b. Muhammed b. İlyas b. Kasım (334/945), Tarihu’l Mavsil, thk. Ali Habîbe, Kahire 1967 el-Ezrakî, Ebû’l-Velîd Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Ahmed (222/837), Ahbâru Mekke, I-II, Mekke 1352, 1357 Fığlalı, Ethem Ruhi, İmamiyye Şiası, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul 2008 ----------, “İlk Şiî Olaylar”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt XXVI (1983) 106 ----------, “İslâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Tedkik)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXVI (1983), s.353-370 ----------, “Hüseyin”, DİA, Cilt XVIII, s.518-521 ----------, “Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Bakış)”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, XXV (1981), s.179-214 Gökalp, Yusuf, Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, AÜSBE, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Goldziher, Ignaz, Muhammedanische Studien, Georg Olms Verlag, I-II, Hildesheim- Zürich- New York 2004 Gölpınarlı, Abdülbâki, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik, Derin Yayınları, İstanbul 2011 Hakyemez, Cemil, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî Tehdidi”, AÜSBED (2007), c. IV, sy. I. Hamidullah, Muhammed, İslâm Müesseselerine Giriş, çev. İhsan Süreyya Sırma, Beyan Yayınları, İstanbul 2007. Hatiboğlu, Mehmed Said, İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik- Hilafetin Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011 Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, MÜİFVY, İstanbul 1995 I-IV, İstanbul 1995 Hizmetli, Sabri, “İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna İçtimai Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, XXVI (1983), s.653-680 107 Howard, I. K. A., “Şi’î Kelâm Edebiyâtı”, çev. Mehmed Ali Büyükkara, Kur’an Mesajı İlmî Araştırmalar Dergisi, XXII (1999), s.206-226 Hudari Bek, Muhammed, Muhadaratü’t-Tarih’u-Ümemi’l-İslamiyye, Beyrut 1986 İbn Abdirabbih, Ahmed b. Muhammed el-Endelûsî (327/939), elIkdu’l-Ferîd, tah. Abdülmecid et-Terhînî, I-IX, Beyrut 1987 İbn Asâkir, Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasan, Tehzîbu Târihi Dimeşki’l-Kebîr, thk. A. Bedrân, Beyrut 1399/1979, VII, İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî (314/926), Kitabu’l-Futuh, I-VIII, Beyrut 1986 İbnu’l-Esîr, Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdulkerim (630/1233), elKâmil fi’t-Târîh, thk. Ebû’l-Fidâ Abdullah Kâdi, I-X, Beyrut 1987 İbn Habib, Muhammed (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari Kureyş, thk. Hurşid Ahmed Farık, Haydarâbâod 1964 İbn Habîb, Muhammed (245/859), Esmau’l-Muğtâlîn Mine’l-Eşrâf fi’lCahiliyye ve’l-İslâmiyye, thk. Abdusselâm Hârûn, Kahire 1973 İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut 1974 İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe (276/889), el-İmame ve’s-Siyase, tsh. Muhammed Mahmud er-Râfiî, I-II, Mısır 1904 İbn Ebi’l-Hadîd, Abdulhamîd Hibetullah b. Muhammed b. el-Hüseyin (655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa, I-VI, Beyrut 1957 108 İbn Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, I-II, İstanbul 2012 İbn Hallikân, Ebu’l Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed (681/1282), Vefâyatu’l-A’yan ve enbâu enbâi’z-Zamân, thk. İhsan Abbas, IVIII, Beyrut 1978 İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretu’nNebeviyye, tah. Mustafa es-Sakkâ, I-II, Kahire 1955 İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Cemâluddin Muhammed b. Mükerrem elEnsâri (711/1311), Lisanu’l-Arab, I-XV, Beyrut 1955-1956 İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed (230/844), et-Tabakatü’l-Kübra, IVIII, Beyrut 1985 İbnu’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), elMuntazam fi Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, thk. Muhammed Abdulkâdir, Beyrut 1992 İbnu’l-Esîr, Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdulkerim (630/1233), elKâmil fi’t-Târîh, thk. Ebû’l-Fidâ Abdullah Kâdi, I-X, Beyrut 1987 İbnu’t-Tiktakâ, Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ (709/1309), el-Fahri fi Adâbi’s-Sultâniyye ve’d-Duveli’l-İslâmiyye, Beyrut 1966 Karabiber, Namık Kemal, Ehl-i Beyt Tasavvuru ve Erken Dönemdeki Yansımaları (Hicri I. ve II. Asır), Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE, Ankara 2007 el-Kâtib, Ahmed, Şiada Siyasal Düşüncenin Gelişimi -Şûrâdan Velâyeti Fakîhe-, çev. Mehmet Yolcu, Kitâbiyât Yayınları, Ankara 2005 109 Kayapınar, Akif, “İbn Haldûn’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir Açılım”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. XV (2006), s.83-114 Kılıç, Ünal, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Asitan Yayınları, Sivas 2010 Kılıç, Ünal, “Ebû Seleme el-Hallâl ve Abbâî Devletinin Kuruluşundaki Rolü”, CÜİFD, Sayı III (1999), s.509-534 Kohlberg, Etan, “Şiî Hadis”, çev. Mehmet Ali Büyükkara, EKEV Akademi Dergisi, c. 2, sy. 2, Mayıs 2000, s.47-56 Köksal, Mustafa Asım, İslâm Tarihi: Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Fâciası, Akçağ Yayınları, Ankara 1984 Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Hazırlayanlar Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kâfi Dönmez, Mustafa Çağrıcı, Sadrettin Gümüş ve Ali Turgut, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2007 el-Kuleyni, Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kûb er-Râzî, el-Usûl mine’lKâfi, Beyrut 1401 Kutlu, Sönmez, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV Yayınları, Ankara 2010 ----------, “İslâm Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu”, İslâmî İlimlerde Metodoloji Mes’elesi adlı kitabın içinden (s.), I-II, Ensar Neşriyat, İstanbul 2005 ----------, “Ehl-i Beyt Sembolik Kapitalinin tarihi Süreç İçinde Semerelendirilmesi” İslamiyat (2000), cilt III, sy.III, s.99-120 ----------, Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, OTTO Yayınları, Ankara 2012 110 Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak- Fıraku’şŞia, çev. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Sabri Hizmetli, Ramazan Şimşek, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2004 Lewis, Bernard, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 1979 el-Lümeylim, Abdülazîz Muhammed (98-232), el-Alâkât beyne’lAleviyyîn ve’l-Abbâsiyyîn, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1993 el-Makrîzî, Takiyuddîn Ebu’l-’Abbas Agmed b. Ali (845/1441), Kitâbu’n-Nizâ ve’t-Tehâsum fîmâ beyne Benî Umeyye ve Benî Hâşim, thk. Hüseyin Munis, Kahire 1988 el-Mâverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed (450/1058), A’lâmu’nNübüvve, thk. Muhammed el-Mu’tasım, Beyrut 1987 el-Medresî, Muhammed Takî, et-Târîhu’l-İslâmî: Durûs ve ‘Iber, Beyrut 1984 el-Mes’ûdî, Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyin (346/957), Murucu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-IV, Kahire 1964 Mittwoch, E., “Eyyamu’l-Arab”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.421 el-Müberred, Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezîd (285/898), el-Kâmil fi’l-Luga ve’l-Edeb, Mısır trz., I-III el-Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc (261/874), el-Câmiu’sSahîh (Fedâilu’s-Sahâbe), İstanbul trz. Muzaffer, Muhammed Hüseyn, Târîhu’ş-Şîa, Beyrut 1979 111 en-Nüveyrî, Şihabuddin Ahmed b. Abdilvehhab (732/1332), Nihâyetu’l-Ereb fi Funûni’l-Ereb, I-XVIII, Kahire 1923-1955 Onat, Hasan, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Siîliği, TDV Yayınları, Ankara 1993 ----------, “Ebu Haşim”, DİA, Cilt X, s.146 ----------, “Şiî İmamet Nazariyesi (Kuleynî, Kummî ve Tûsî Görüşleri Çerçevesinde)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXII (1992), s.89-110 ----------, 99 Soruda İslam Mezhepleri (Basılmamış Ders Notları) ----------, “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Orta Doğu Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, s.1-9 ----------, “Şiiliğin Doğuşu Meselesi (Hicri Birnci Asır)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXVI (1997), s.79-117 ----------, “İmâmet Risalesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXV (1996), s.179-191 ----------, “Türkiye’de İslam Mezhepleri Tarihinin Gelişim Sürecinde Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’nın Yeri”, Ethem Ruhi Fığlalı’ya Armağan, Vadi Yayınları, Ankara 2002 Ömer, Faruk, el-’Abbâsiyyûne’l-Evâil, Beyrut 1930 er-Râğıb el-İsfahânî, Ebû’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed (502/1108), el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’ân, Mısır 1452 es-Sadûk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (381/991), Uyûnu Ahbâr-ı Rızâ, Meşhed, 1413 Sharon, Moshe, Black Banners From The East, Leiden 1983 112 Sarıçam, İbrahim, Emevi- Haşimi İlişkileri İslam Öncesinden Abbasilere Kadar, TDV Yayınları, Ankara 2011 Seyyid Bey, Hilafetin Mahiyeti Şeriyesi, Ankara 1340 Streck, M., “Bâhamrâ”, MEBİA, II, Eskişehir 1997, s.221 es-Suyûtî, Celaluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir (911/1505), Tarihu’lHulefa, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut 1995 eş-Şehristânî, Ebû Feth Muhammed b. Abdilkerim (548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, I-II, Beyrut 1993 eş-Şiblî, Numani, Asrı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, V, İstanbul 1979, et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târihu’r-Rusul ve’l-Muluk, thk. Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhîm, I-XI, Kahire 1119. et-Tûsî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan, (460/1067), el-İktisâd fî mâ Yete’allaku bi’l-İtikâd, Necef 1979 Uyar, Gülgün, Ehl-i Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma Evladı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2008 Ulyan, Muhammed Abdu’l-Fettah, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, Mısır 1994 Ümit, Mehmet, Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi Zeyd b. Ali’den Kâsım er-Ressî^nin Ölümüne Kadar, İSAM Yayınları, İstanbul 2010 Varol, Mehmet Bahaüddin, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Yediveren Yayınları, Konya 2004 113 Watt, W. Montgomery, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. M. Rami Ayas, Azmi Yüksek, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 175, Ankara 1986 ----------, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Sarkaç Yayınları, Ankara 2010 ----------, “Abd al-Muttalib”, Encyclopedia of Islam (new edition), s.80. Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Cilt XLII, Ankara 1963 ----------, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989 el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (292/904), Târîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut 1960 Yâkût el-Hamevî, Şihabuddin Ebû Abdillah b. Abdillah (626/897), Mu’cemu’l-Büldân, I-V, Beyrut 1979 Yıldız, Hakkı Dursun, “Ebû Seleme el-Hallâl”, DİA, X, İstanbul 1994, s.228-229 ----------, “Ebû Müslim el- Horosânî”, DİA, X, İstanbul 1994, s.197-199 ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed (748/1374), et-Târîhu’l-İslâm ve Vefayâtu’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, thk. Ömer Abdusselâm Tedmurî, Beyrut 19941998 ----------, el-’İber fi-Haberi Men Ğaber, thk. Ebû Hacir Muhammed Said, I-IV, Beyrut 1985 ----------, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut, I-XXV, Beyrut 1981-1988 114 Zetterstéen, K. V., “Ebû Seleme”, İA, MEB, IV, Eskişehir 1997, s.49 Zeydan, Corci, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, çev. Zeki Meğamiz, I-V, Dersaadet, 1328-1330 (1910-1912) ez-Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm, Kâmûs’u Terâcim, Kahire 1954-1959, I-X Zorlu, Cem, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001 ez-Zübeyrî, Ebû Abdillah el-Mus’ab b. Abdillah (236/850), Kitâbu Nesebi Kureyş, thk. E. Levi Provençal, Kahire, 1951 115 ÖZET Koçak, Yusuf, Abbasiler’in Kuruluş Döneminde Abbasiyyun-Talibiyyun Mücadelesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hasan Onat, 101 s. Hicri birinci asırda Emevi-Haşimi çekişmesinin ana hatlarının belirlenmesi, bu çekişme içerisinde Haşimi kanadın rolünün ortaya konulması ve Haşimi kanat içinde de Alioğulları ile Abbasoğullarının ayrımın ne zaman ve ne şekilde ortaya çıkışının değerlendirilmesinin amaçlandığı bu çalışmada, hicri I. Asırda Haşimoğulları, ihtilale giden yolda Abbasoğulları-Alioğulları ilişkisi, ihtilalden sonra Abbasoğulları-Alioğulları mücadelesi ele alınmıştır. Bu çalışmanın Mezhepler Tarihi açısından hicri birinci asrın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. 116 ABSTRACT Koçak, Yusuf, The Conflict between Abbasiyyun and Talibiyyun in the Establishment Period of Abbasid, Master’s Thesis, Advisor: Prof. Dr. Hasan Onat, 101 p. In this thesis, the determination of principal point of conflict between Umayyad and Hashemi, the revealing the role of Hashemi in this conflict, when and how the separation of Aliiyyun and Abbasiyyun would be in the hegira first century are evaluated. The thesis composed of Hashemiyyun in the hegira first century, the relation of Abbasiyyun and Aliiyyun in the revolution way and the conflict between Abbasiyyun and Aliiyyun after the revolution. It has considered that the thesis will be explanatory the situation of the hegira first century in terms of history of Islamic sects. 117