v\ f ^ 5o t '^ ¿ 'w "77-$ ki,^ÇC K a y b o la n b ir d e ğ e r Â İ R RI ZA T E V F İ K Riiat Necdet EVRİMER Riza Tevfiği de kara toprağa verdik. Biten bir yılı bütün iyilik ve kötülükleriyle maziye devrettiğimiz ve yeni yıla girdiğimiz bir gün­ de!.. Onun yarım asrı aşan hisli, fikirli, müca­ dele] i, ihtiraslı, ümitli, inkisarlı, zevkli, demonlu hayatının türlü fırtınaları artık dindi... Sükûn, asıl huzurunun başladığı yerdir! Yah­ ya K em al: r -------------------------------^ VE SONRA Kalbimizden delice arzuları sökmeden, Yedi rengin dışında bir şekle döndü ufuk. Dizdeki kuvvet neydi?.. Tabiata hükmeden. Mevsimleri unuttuk. Mevsimleri unuttuk yaz mı, bahar mı, kış mı? Kan değil nabzımızda aşkdı, sevgiydi atan. Baktın mı ellerine, ufak bir iz kalmış mı, Son günü hatırlatan?.. Sor. günü hatırlatan ne varsa, hepsi güzel. Onları görmek için gözlerini iğce yum. Ve sonra unutarak lıerşeyi bir daha gel, Sana yalvarıyorum!.. Sana yalvarıyorum ey endişe, ey tasa; Zamanı ağlatsanız keşke benim yerime. Ne olur, sanki öyle mahzun mahzun bakmasa, Gözleri gözlerime... Gözleri gözlerime kurmasa her gün tuzak; O derin bakışları öldürmese insanı. İçinde dolaşırken kabilse bırakmasak, Geçen o hoş zamanı. Geçen o hoş zamanı içmese deli neşem, Aşkın bize sunduğu ümit, bitmese yarın. Ve hâlâ perişansa kimbilir ne muhteşem Dağılan gür saçların. Dağılan gür saçların, gülüşün, dökülüşün, Şimdi neden çok uzak, yanımdaydı vakfıyla, Ey saadet ne hazin birdenbire ölüşün, Zamanın tırnağıyla!.. Zamanın tırnağıyla parçalanınca etim,. Kirli bir kan örtüsü birden kapladı yeri. Köyleyken, saçlarının arasında kaybettim. Bu günahkâr elleri... Gültekin SÂMANOĞLU 10 Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde, der. Fakat zannetmiyoruz ki Riza Tevfiğin di­ namit dolu mahşer olan ruhu bu sükûna ko­ lay kolay kavuşabilsin!... Yaşamak için doğduğunu biliyordu. Üstün zekâsı, aşırı hassasiyeti ve kendi varlığına hay­ ranlığı müsbet ilim zihniyetinden ziyade şair­ lik ruhu onu ifratlara götürdü, tefritlere dü­ şürdü. Felsefenin sağlıyacağı berrak dünya gö­ rüşü yerine hadiseleri biraz da romantik ade­ seden incelemek gibi bidayette zevk, sonra da ıztırap veren bencil, sabit fikirci ve hissi ilcâlar onda devamlı huzursuzluğun, bir iç huzur­ suzluğunun başlıca âmili oldu. Kendisi de böy­ le söyler : Hey Rizâ kederin başından aşkın, Bitip tükenmiyor elemi aşkın! Sende derya gibi daima taşkın, Daima çalkanır bir gönül vardır! Bu aşk, hayatı sevmektir. O da büyük muztarip Nietzsche gibi «hayata, hayata, dai­ ma hayata!..» demişti. O da hayatı realiteleriyle değil, hisler menşûrundan seyretmek istemişti. Ne gariptir ki hayat en çok onu sevenlerle mücadeleden zevk alır. En büyük huzursuz­ luklarda herşeye rağmen üstün yaşamak ihti­ rasının rolü büyüktür, Rıza Tevfiğin de Ada­ nalı Ziya gibi zaman zaman : Ben öyle minnete gelmem Ziya bu saye nedir? Biraz da gün göreyim sâyebânı kaldırınız! dediği vakidir. Adanalı Ziya bunu söyleye, söy­ leye dipsomanie’nin kurbanı oldu. Tıpkı Verla­ ine gibi!.. Rıza Tevfik sâyebânı istemezken marazî hiddetle, ilmin imkâncılarma hissin pe­ şin hükümlerini takdim etmekle, hakikati ken­ dine göre seçmekle kendisi, kendi varlığını za­ man zaman gölgeledi. Muallim Naci gibi o da : Bir siyeh-bahtım ki Hak ezdâde verse içtimâ Tâ ebed olmam yine hemhâne cânânımla ben! dedi. Riza Tevfik te Fahreddin-i Râzı gibi: «Gönlüm hiçbir zaman ilimden mahrum olma­ dı. Keşfedemediğim sırlar pek azdır. Ancak aklıma baş vurup iyice düşününce anlıyorum ki ömrüm geçip gitmiş ve ben hiçbir şey öğ­ renememişim» dedi mi bilmiyoruz. Fransız şairi Tristan Corbière bir şiirinde! «Ayın gülmesinden korkuyorum» diyor! * Temiz, pürüzsüz, işlenmiş bir dil... Duyduğunu çok iyi ifade sihrini taşırdı. Ritim dediğimiz iç âhenk, şiirlerinin müm­ taz hususiyetidir. Riza Tevfiği şiirlerinden ta­ nımaya çalıştığımız zaman mizacının her kö­ şesini açıklayan şu vasıflariyle karşılaşırız : 1 — Riza Tevfik zaman, zaman mistiktir. Bu haletlerinde Mevlâna, Yunus Emre ve Em­ rah en çok okuduğu şahsiyetlerdir. 2 — Lirizm, şiirlerinin ana hususiyetidir. 3 — Realist olmaya çalıştığı zamanlarda dahi romantikliğin ince ve kederli çehresini eserlerinde görmek mümkündür. 4 — Felsefe ile geniş ölçüde meşgul olma­ sına rağmen şiirlerinde felsefî mülâhazalar gönlünün med ve cezrine asla hâkim olama­ mıştır. 5 — Riza Tevfikte ziklotüm ve şizotüm mizaçların elele verdiğini görüyoruz. Ziklotüm mizaç daha galip gelmek şartiyle!... Riza Tev­ fiğin mizacı şimdi realist ve mizahçı, biraz son­ ra autistiktir : Riza Tevfik te en çok taliin gülmesinden korktu! Hayatın son yıllarında Şeyhülislâm Yahya gibi o da : Yele verdi neşâtım kâr-ü bârın bâd-ı âh ile, Figan baht-ı siyahımdan, şikâyet ruzigârımdan! beytini dilinden düşürmedi. Riza Tevfiği şair, felsefe ile müştağil, dok­ tor, hatip, münakkid, siyasî mücadeleci, güreşçi olarak tanıyoruz. Fakat kendisini bize en çok sevdiren tarafı şairliğidir. «Serab-ı Ömrüm» adlı ve muhtelif tarihlerde yazılan şiirlerinin toplandığı bu güzel eser onun kıymetli ve kuv­ vetli bir şair olduğunun en beliğ hüccetidir. Aruzla yazdı. Sonnet, kıt’a ve rubaileri arasın­ da hakiki güzelleri var. Fakat en muzaffer şi­ irlerini hecede verdi. Divanları, koşmaları gi­ bi. Yahya Kemal’in : Bu devrin gerçi son sohbetlerinde, Nefesler dinledik sâz-ı Rizâdan. beyti de Riza Tevfiğin nefeste kuvvetli oldu­ ğuna bir işarettir. Yunus Emre, Emrah, Zihni, Dertli, Karacaoğlan. Fuzuli, Baki, Nedim, sevdiği şairlerdi. Hayyam, Hafız, Hâcu, Mes’ut divanları elinden düşmeyen İran şairleriydi. Riza’nm şiirlerinde en kuvvetli taraf sadelik ve tabiilikli. Süsten, tasannudan uzak kalmak istedi. İztıraplarmı bir kırbaç gibi beyinlerde şaklatmaz, temmuz sıcağında bir yelpaze serinliği ile içe bir ateş halinde indirirdi, Dil onda en güzel şiir dili idi. Halimden hoşnudum, küskün değilim, Süste elbet senden üstün değilim, Bahtıma mağrurum, küskün değilim, Ne korkum, ne hırsım, ne telâşım var! diyen şair, bir şiirinde de şöyle söyler : Ey neş’eli rüyalarımın nazlı hayâli, Ey sevgili hülyâlarımm nûr-i cemali, Ey her gece karşımda duran çehre-i ebkem, Ey ömrüme ağlar görünen nazra-i şefkat. Ey kalb-i gamînimde duran sır-rı muhabbet, Göz yaşlarım ifşâ edecektir seni her dem! 6 — Riza Tevfik, san’atı zaman zaman si­ yasete feda etmeseydi bilhassa lirik şiirler va­ disinde kâbine erişilmez bir kudret olurdu. 7 — Mamafih o, yine 19 uncu asrın ikinci yarısının yetiştirdiği büyük şairlerden biridir. Hece veznini, maharetli ellerinde, aruzdan ay­ rılmak istemiyenlere de sevdirmiş olması san’attaki kudretine bir misal ve Türk edebiyatına sayılı bir hizmettir. Riza Tevfiğe filozof diyemeyiz. Ama iyi ve,kuvvetli bir felsefe hocasiydi. Yalnız İngiliz filozoflarından Spencer’e, Huxley’e, Bacon’a, Hume’e hayranlık göstermekle kalmasaydı!.. Hocalığında Herbert Spencer’den yıllarca bir türlü ayrılamadığını ve onu anlattıkça dağıt­ tığını biliyoruz. Bizde iki «Tevfik» 1er felsefe ile ciddî surette meşgul oldu. Baha Tevfik bir felsefe kütüphanesi kurmaya çalışıyordu. Çok genç yaşında öldü. Riza Tevfik çalışmalarını dağıtmasaydı, hele siyaset girdâbma düşme-% şeydi, kendi kıymet ve cüretini cemiyetin kıy­ met tabloları üstünde görmeseydi, «Kamûs-u (Devamı 15 İnci sayfada) 11 sí RIZA TEVFİK (10 uncu sahifeden devam) felsefe» sini tamamlıyacaktı. »Felsefe dersleri» ni daha mükemmel bir hale getirecekti. «Abdülhak Hâmit ve mülâhazat-ı felsefiyesi» adlı eserinin çok tadil ve tashihe muhtaç olduğunu anlayacak ve belki de yeniden yazmaya lüzum görecekti. Riza Tevfiğin dağınık çalışmaları, memleketimizin esasen fakir olan felsefe kü­ tüphanesine, ne yazık ki kendisinden bekle­ nen büyük şeyleri kazandıramadı. Münekkidliğine gelince, edebî tenkidleri ihmal edilemez. Fakat felsefî sahadaki tenkidleri ««doğrusunu söylemek lâzım gelirse» neslimizi tatmin ede­ memiştir. Samih Rifat ile yaptığı Zerdüşt mü­ nakaşasının verdiği netice Riza Tevfiğin lehi­ ne kaydedilemez. Devrinde kuvvetli bir hatip­ ti, hitabet san’atmı bilirdi. Mizah kabiliyeti, nükteleri, zarif fıkraları, sesinin tatlılığı, insan ruhuna yakınlığı ve sevimli çehresi ile dinle­ yenler üzerinde müspet tesir yapar, tatlı, tatlı dinletirdi. Edirne meb’usu sıfatiyle çalıştığı devrede verdiği nutuklar meşhurdur. Riza Tevfik’te dil öğrenme kabiliyeti harikülâde idi. Beş, altı dili iyi bilirdi. Bilhassa İngilizce ve fransızcaya vukufu derindi. Edebiyat ve felsefe ile uğraşmayı tercih suretiyle mesleği olan doktorluğa vefa gösteremiyen Riza Tevfik için siyasetle uğraşma en büyük gaflet oldu. Bu­ nun ıztırabını, san’atkâr ruhu yıllarca derin olarak duydu. İlmin ve san’atm siyasete feda edilemiyeceğini, feda edilmemesi lâzım geldiler, bugün gözlerimizin önünde sağlam yapılı birer abide gibi yükseliyorlar. Dehâ sahibi bir Mimarın muhayyelesinden çıkan ulu âbideler... Bu mimar, sanatının tekniğini devrin bü­ yüklerinden öğrendi. Buxtehude, Girolombo, Reinken, Bruhns, Lagrenzi gibi bestekârların eserlerini en ince noktalarına kadar inceliyerek, dehâsını daha iyi tanımak fırsatını buldu ve ona en uygun istikameti verdi. Netice olarak şunu söyliyebiliriz ki, o, büyük bir insandı. Başta Beethoven ve Wagner olmak üzere, Men­ delsohn, Schumann, Robert Franz, Brahms gi­ bi daha birçokları, bu büyüklüğü tekdir ede­ rek, onu unutulmak tehlikesinden kurtardılar, bizzat kendi eserlerinde onun sanatını yeniden canlandırdılar. Beethoven: «Bütün kalbim, di­ yordu. Sebastian Bachm, bu ahenk peder şahı­ nın yüksek ve ulu sanatı için çarpıyor.» Wag­ ner, Bacha tapıyor; Goethe, hayranlığını şu kelimeler ile ifade ediyordu: «Onda ebedi ahenk, dünya yaratılmazdan biraz önceki hali ile, daimi olarak tekrarlanıyor». Bugün Bachı dünya tanıyor, O artık ölümsüzler safına geç­ miştir; asırlar onu öldüremez. Tıbbın Hipokratı, Tarihin Heredotu, Mate­ matiğin Talesi, Felsefenin Aristosu nasıl dim­ dik ayakta duruyorlarsa, Koca Bachta, gözle­ rinin huzuru, ruhunun sükûneti, kâlbinin ¡ma­ niyle, ilânihaye yaşayacaktır. Cevad AKGÖNÜL HOŞÇA KALIN Gelip alacak diye bir gün bütün varımı, Oliime ne bir heves besledim, ne de bir kin. Gözlerimden silince ergeç bakışlarımı, Ölüm bana ne birden, ne de uykumda gelsin. Perdeleri yavaşça inen bir yerde gibi, içimdeki ışıklar hafifleyerek sönsün. Hülyama sevinç katan eski günlerde gibi, isterim ki düşüncem sediklerime dönsün. Fısıldamak isterim, beni duymasalar da: «Hatıramı sulara bir çiçek gibi salın. Siz ki beni sevdiniz dönmeyen bir baharda, Unutsanız da şimdi hayatta hoşça kalın». Mübin Manyasığ ğini ne yazık ki geç ve güç anladı! O zaman Muallim Naci gibi o da : Nasıl rehâ bulayım, ben ki bisâfa bulurum, Gelen zamanımı Naci, geçen zamanımdan! dedi. Âkif gibi o da tevazu gösterip : Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir? demesin. Zira ömrünün en feyizli olması gere­ ken yıllarında bir türlü gemliyemediği ve dost­ luğu az olan his ve ihtiraslarla şahlandı, bir serap arkasından koştu, coştu ve cüceyi levend yapmaya çalıştı. Biraz da hotnümalık ihtirası­ nın kamçıladığı bu paradokslarına rağmen Riza Tevfik, «Serab-ı Ömrüm» ü, ile «Kamus-u fel­ sefe» si ile ölümlerin en fecii olan unutulmak­ tan kendisini kurtarmış ve cemiyetin san’at ve felsefe hafızasında adını ebedîleştirmiştir. Bu da nihayetsiz bir devirde bir fâni için en bü­ yük bir mazhariyettir. Bir fransız şairi: «Mesâfelerde toplanan ve duran şeylerin birbirinin kopyası olmasın­ dan korkuyorum. Geçen geliyor, gelen geçiyor. Bu, yılların zinciriyle ölçülemiyecek nihayet­ siz bir devirdir. Kâinatta yeni bir şey yok mudur? Geriye dön, ileriye dön. Her şey ay­ nıdır» diyor! Aziz şairin temiz ruhuna sığına­ rak deriz ki kâinatta tek yeni şey vardır: İn­ sanın yaratması!.. Bahtiyar o insanlardır ki bu ibdalariyle adlarını ebedî devre işlemeye mu­ vaffak olabilmiştir. Riza Tevfiğin şu mısraları üzerinde dü­ şünüyoruz : Varlık o tahavvülle mi kaim? Bu ne hikmet? Lâzım mı adem kaygusu? Bihûde mi ölmek? Ölmek.. Bu sözün dehşeti meçhûl idi bence, Ölmek ne demek? Ben düşünürdüm bunu her gün, Bir emr-i muhâl olsa da me’mûl idi bence... Farzeyler idim kim olacak vuslâtı mümkün. Hayat, başlayıp başta bitmek, ölüm gelmeyen­ lerin yanına gitmektir. Rifat Necdet EVRİMER Ta ha T o ro s Arşivi * 0 0 1 5 8 4 9 5 5 0 1 0 *