1 Mir Dengir Fırat: SÖYLEŞİ Dokunulmazlık kaldırılırsa istifa ederim! Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:96 28 Mart - 04 Nisan 2016 S:08 - 09 bas-haber.com Kürd siyaseti federasyonu destekliyor rs iv ak ur d .o rg S:06 - 07 w .a Bomba tuzaklı dehşet dengesi w w Türkiye ve dünyada son aylarda sivillere yönelik yapılan bombalı intihar saldırıları toplumun pasifikasyonuna neden oluyor. Yaşam kaygısı hisseden kitleler, devletlerin aldığı ‘güvenlik’ tedbirlerinin yarattığı sonuçları sorgulama yetisini kaybediyor. Saldırılar nedeni ile uygulanan olağanüstü tedbirler, demokrasi ve barış kültürünü darbelerken, kurulan dehşet dengesi ortak yaşamı tehdit ederek daha büyük tehlikelere kapı aralıyor. Avrupa’da İslamofobi ve ırkçılığın gelişmesine neden olan radikal dinci saldırılar, Türkiye’de de Kürd düşmanlığına dayanan milliyetçiliğin prim yapmasına sebeb oluyor. Avrupa’da aşırı sağ partilerin yakın tarihte eşi görülmemiş yükselişi sürerken, Türkiye’de çözüm perspektifinin yitirilmesine ve siyaset alanının daralarak şiddetin kontrolden çıkmasına neden oluyor. Uzmanlar çözümün daha fazla demokrasi olduğuna inanıyor. S:02 - 03 Sur çocukları ailelerinden alınıyor Çözüm, AB yolunda dönüm noktası ‘Abe valla biz istemiyoruz’ Sur’daki çatışmaların ardından çocuklar, ailelerinden koparılarak Çocuk esirgeme Kurumu’na veriliyor S:12 Heinrich Böll Vakfı Türkiye Temsilcisi Kristian Brakel, “Çözüm Süreci, Türkiye’nin AB üyeliği için önemli” dedi. S:15 “Bana ulaştığında Diyarbekir’e döndüm, evin yakınındaki polis noktasına gittim yalvar yakar nafile... Terörizm psikolojiyi yok ediyor BİLAL SAMBUR s03 Amed Newrozu ardından HAKAN TAHMAZ Musul Peşmerge’yi bekliyor S:04 - 05 Meclis’te DEP süreci yaşanmayacak! S:14 Alışalım mı, alışır mıyız? s05 MESUT YEĞEN S:10 Emre itaat edenler ve reddedenler s07 FERHAT KENTEL s09 02 MANŞET BasHaber 28SÖYLEŞİ Mart - 04 Nisan 22016 Bomba tuzaklı dehşet dengesi Çözüm barış ve daha fazla demokrasi ‘Dehşete düşen insanların yalnızlaşması daha kolay’ Patlamaların toplumda yarattığı can Prof. Laçiner: Örgütler güçlü görünmek için başkentleri seçerler Uluslararası Güvenlik ve Ortadoğu Uzmanı Prof. Dr. Sedat Laçiner, başta Ankara’da yapılan bombalı saldırıya ilişkin BasHaber’e şunları söyledi: “Ülkelerin başkentlerine yapılan saldırının amaçları, siyasi mesaj vermek içindir. Örneğin Ankara, Paris ve en son Brüksel’de oldu. Siyasi iradeler olduğu için mesaj verilmek isteniliyor. Ankara’nın seçilmesinin nedeni de burasının başkent olması ve mesaj verilmek istendiği içindir. Örgütler daha güçlü olduğun göstermek için genelde başkentleri seçiyorlar.” Eski MİT Müsteşar Yrd. Öneş: PKK bu eylemi Türkiye’nin Suriye politikasına karşı yaptı BasHaber’e konuşan MİT Eski Müsteşar Yar- dımcısı Cevat Öneş, Ankara’da yapılan eylemlerin Suruç’tan sonra gerçekleşen eylemler olduğunu savunarak, şunları söyledi: “Yapılan eylemlerin hedefi ile bağlantılı bir eylemdir. Bu eylemler PKK ve İŞİD tarafından gerçekleştirilen eylemlerdir. PKK tarafından yapılan intihar eylemleri devamlılık kazandırılması ve Türkiye’nin hedef alınarak gerçekleştirildi. Bu olaylar PKK’nın özellikle Suriye’de Kantonların birleştirilmesi karşısındaki politikasına karşı Türkiye’nin farklı politika üretmesi ve bu bütünleşmeyi engellemesi meselesiyle bağlantılı. PKK Güneydoğu’da gerçekleştirmek istediği öz yönetim kurma amaçlarıyla bağlantılı şekilde böylesine bir tasarrufta bulunması meselesidir. Devletin aldığı tedbirler karşısında Suriye’deki gelişmeleri engellemesi karşısında PKK’nın bunun merkezi hükümetin rg .o ur d ak iv rs iktidar çifte yarar sağlamaktadır.”Medyanın rolüne değinen Değirmencioğlu, toplumda ‘garip’ olarak nitelendirilen birçoğu davranışın birden ortaya çıkmadığını aktararak, “Bir kapkaç olayını defalarca yayımlayan, bir çocuğun kaçırılmasını tüm çocuklar tehlikedeymiş gibi gösteren, her türlü korkutucu olayı haber yapan televizyon kanalları Türkiye’de “güvenlik eksik” kanısının yayılmasını sağladılar” dedi. .a ‘Medya ‘güvenlik eksik’ kanısı yaydı’ Patlamaların beraberinde getirdiği dehşet duygusunun insanları evine sinmeye yöneltebileceğini vurgulayan Psikolog Değirmencioğlu, politikacıların bu durumu siyasi malzeme yapabileceğini ifade ederek, şunları söyledi: “İnsanları dehşete düşürebilenler birçok durumda bu davranışların ortaya çıkacağını kestirebilirler. Hatta bunun üzerinden siyaset yapabilirler. Dehşet bir toplumu evine sinmeye, boyun eğmeye, “güvenlik” adı altında en olmadık davranışları sergilemeye veya “güvenlik önlemi” etiketiyle sunulan birçok yanlışı düşünmeden kabul etmeye yöneltebilir. Bugün Türkiye’de bu çift yönlü olarak işlemektedir: Bir yandan insanlar kamu yetkililerinin ve korkunç siyasi hesapların üzerine gitmekten kaçınmakta; diğer yandan, kısa sürede şiddete yöneltilebilecek, örneğin hedef gösterilen işyerlerine, binalara saldırabilecek, muhalifleri linç edebilecek bir çeşit “milis ruhu” taşıyan kişiler çoğalmaktadır. Yani, Çözüm: Demokrasi, barış, adalet ABD, İngiltere gibi ülkelerden tüm dünyaya ‘güvenlik söylemi’ yayıldığına dikkat çeken Değirmencioğlu, “Bu, her binanın önüne bir bekçi kulübesi konmasının, çelik kapıların, alışveriş merkezlerinin metal tarayıcılarla donatılmasının gerekli olduğunu insanlara benimsetiyor. Aynı zamanda tehlikeli insanların bir yere kapatılması gerektiği inancını da yaygınlaştırıyor. Yani, suç algısı ile suçlu kavramı, suçlu kavramı ile toplu zararlı olanlara her tür kötü muamele yapılması w ‘Saldırılar toplumsal travmaya neden oluyor‘ BasHaber’e değerlendirmelerde bulunan Psikolog Serdar Değirmencioğlu, terör olgusunun toplumu dehşete düşürdüğünü ve intihar saldırılarının toplumda daha travmatik sonuçlar doğurduğunu vurgulayarak, “Dehşet yaratmak için yapılan saldırılar canlı bomba ile gerçekleştirilirse, yaratacağı korku daha büyük olabilir. Çünkü artık tehlike bir nesne değil, herhangi bir insandan gelebilir yani her yerdedir. Patlamalar ardından insanlar rahatlamakta, gevşemekte, uyumakta zorluk çekebilir, saldırı ile eşleşmiş kimi görüntüler veya sesler kimi insanların sürekli aklına gelebilir” şeklinde konuştu. Saldırıyı yakından yaşayanların psikolojik olarak daha uzun süreli etkilendiğini dile getiren Prof. Dr. Değirmencioğlu, saldırıların medya organlarında sıkça yer almasının ‘dehşet’ etkisini yaygınlaştırdığını belirterek şöyle konuştu: “Saldırıyı anımsatan yerler, görüntüler, kişilerden kaçınmak yaygındır. Aşırı endişe, psikolojik rahatsızlıklar veya şikayetler ortaya çıkabilir. Bu etkilerin çoğu geçicidir; çoğunluk birkaç ay içerisinde eski durumuna dönebilir. Ancak saldırıyı yakından görenlerin, saldırıdan kurtulanların veya yakın oldukları kişileri yitirenlerin çok daha fazla ve uzun süre ile etkilenecekleri ortadadır. Kızını yitiren bir baba gibi sınıfındaki bir öğrenciyi yitiren bir öğretmen de bu gruba girer. Saldırı ardından yapılan televizyon yayınlarının dehşet etkisini yaygınlaştırması da söz konusudur. Bu görüntülere fazlaca izleyen kişilerin saldırıları doğrudan yaşayan kişilerin verdiği kimi tepkilere benzer tepkiler verdikleri biliniyor.” güvenliği sorununun beraberinde getirdiği sokaklara çıkamama halini değerlendiren Değirmencioğlu, çarpıcı açıklamalarda bulundu. Patlamaların toplumları dehşete düşürdüğünü ve insanların da böylelikle yalnızlaştığını aktaran Değirmencioğlu, “İnsanların en temel duygularından biri olan korku, basit durumlarda yararlıdır. Çünkü hızla kaçmayı ve tehlikeden kurtulmayı kolaylaştırır. Ama patlama, saldırı gibi basit “kaç-kurtul” ile başa çıkılamayan durumlarda garip, çok düşünülmeden yapılan, yani yeterince akıl süzgecinden geçmemiş birçok davranışa neden olabilir. İnsanların bencil davranması, dayanışma içinde olmaya çalışmaktan veya çözüm aramaktan kaçınması da söz konusu olur. Dehşete düşürülen insanların yalnızlaşması kolaydır” diye kaydetti. w on dönemlerde; Türkiye, Avrupa ve Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinde sivilleri hedefleyen ve kitle katliamlarına neden olan bombalı intihar saldırıları, toplumda korku ve paniğe neden olurken, uzmanlar arasında ise yeni bir tartışmanın başlamasına yol açtı. Bazı uzmanlar patlamaların siyaset kurumunu devre dışı bıraktığı görüşünü savunurken, kimileri ise patlamalarla toplumsal refleksin önünün kesilmek istendiği kanısında. Diyarbakır, Suruç, Ankara, İstanbul’da farklı zamanlarda sivillere yönelik yapılan intihar saldırıları insanların korku ve can güvenliği kaygısı hissetmesine neden oldu. Şüphesiz patlamaların toplumda yarattığı öncelikli endişe can güvenliği sorunu oldu. Öyle ki insanlar can güvenliği endişesinden sokağa çıkmaya korkar oldu. Kent merkezlerinde sürekli polisleri gören insanlar kendisini daha çok güvende hisseder oldu. Sivillere yönelik yapılan bu patlamalar sonrasında toplumsal refleks yerini herkesin kendi kabuğuna çekilmesine bıraktı. Patlamalarda ölen insanların cesetlerinin görüntüleri, canlı bombanın kendisini patlatma anının günlerce medyada yer alması, sayısız bomba ihbarları, şüpheli araç, eşya ve paketlerin imhası, ‘Canlı bomba yakalandı’, ‘Yakalanmasaydı kana bulayacaktı’ gibi başlıklı haberler toplumda onarılması güç psikolojik travmalara sebeb oluyor. Saldırıların artık birer ikişer hafta arayla yapılması toplumların şiddet olgusuyla daha fazla iç içe olmasına neden oluyor. Patlamaların toplumda yarattığı etkileri ve güvenlik sorununu uzmanlarla konuştuk. Psikolog ve sosyologlar patlamaların toplumun sosyal dokusuna zarar verdiğini ve insanlarda şiddete bağlı travmalar oluşturduğunu belirtirken, güvenlik uzmanları ise intihar saldırılarını önleyecek uzman ekibin olmadığı ve güvenlik zafiyetinin söz konusu olduğunu düşünüyor. w S Dilan Almaz MANŞET BasHaber 28 Mart - 04 Nisan 2016 3 SÖYLEŞİ bulunduğu yerde bir eylem yaparak bir mesaj verme istemesi olarak yorumlayabiliriz. PKK’nin bu eylemleri tüm Türkiye’ye zarar verirken, Kürdlerin demokratik haklarının gelişimine engel olan bir süreçtir. PKK’nın yaptığı bu eylemleri Türkiye halkı tarafından tepkiyle karşılamıştır. Yine aynı şekilde kendi mahallesinde de tepkiyle karşılamıştır.” yüklüdür ve bunların halen devam ediyor oluşu, hakikat ve adalete olan inancımızı, dayanışma ve birlikte baş etme gücümüzü zayıflatmaktadır. Kutuplaşma ve yabancılaşmanın artması nefret dilini meşrulaştırır. Toplumun ayrışması; getto grupların radikalleşerek kriminalize olması, şoven grupların güçlenmesi gibi sonuçlar doğurur” diye konuştu. Psikolog Aydın: Sessiz kalmak toplumu duyarsızlaştırır Türk Psikologlar Derneği Üyesi Uzman Psikolog Hande Aydın ise travma ve şiddetin doğal bir olay gibi gösterilmesi ve buna sessiz kalınmasının, toplumu duyarsızlaştırdığına dikkat çekerek, “Türkiye toplumunun insanları olarak, toplumsal belleğimiz, insan eliyle yaratılan travmalarla Psikolog Dr. Berber: İnsanlar güvende hissetmiyor Psikolog Doktor Sezai Berber ise bombalı saldırıdan sonra kendini güvende hissetmeyen toplumun ruh haline dikkat çekerek şunları söyledi: “Bombalı saldırılar ile toplum paniğe giriyor. Birçok yerde bombaların patlaması ile insanların yaraları tazelendi. Bundan dolayı kendilerini kolaylaştırılıyor. Toplum bir yandan şiddet siyaseti güden, diğer yandan eşitsizlikleri derinleştiren neoliberal siyasetle sorunlar içine itiliyor. Öte yandan sorun “güvenlik” ve “güvenliği tehdit edenler” gibi sunuluyor. Peki, bu sorunu kim çözer? Polis, daha çok polis. Yani iktidarın istediği oluyor. Toplum kendini korkutanlara, kendi üzerinde daha çok zor kullanma olanağı veriyor; bütçeden polise ve orduya ayrılan pay hiç azalmıyor” şeklinde konuştu. Sorunun çözümünün toplumsal barış ve adaletten geçtiğini hatırlatan Demircioğlu, şunları vurguladı: “Basit ve kapsamlı çözümler düşünmek zorundayız. Görece basit çözümler güven oluşturmak, mahallede barış bahçeleri kurmak gibi somut ve anlamlı işler üretmek, dayanışmayı arttırmak, toplumu dehşetin etkileri hakkında bilgilendirmek. Kapsamlı çözümler ise güvende hissetmiyorlar. Patlamalardan dolayı insanlar kendilerini eve hapsetmiş durumda. Bununla birlikte tedirginlik, korku, endişe, uykusuzluk hakim toplumda. İnsanlar artık kalabalık yerlere giremiyor. Daha önce de benzer saldırılar yaşadık. Bu yeni bir dönem. Bu nedenle insanlara bir şey söylemekte zordur.. İnsanlar aktivelere katılamıyor. Bu saldırıların amacı da toplumu sindirmek. Toplum bunu kanıksamadı. Şimdi mecburen bunu yapıyor. Ankara’da bombalı olaydan sonra sokaklar boşaldı. Araçlarını bile çıkarmayan insanlar, toplu taşıma araçlarını kullanmamak için araçlarını çıkardılar. Toplum çok kaygılı.Bunlar rasyonel tepkilerdir. Yaşananları düşündüğümüzde normaldir. İnsanların tepkileri anlaşılabilirdir.” demokrasi, barış, adalet. Toplumun kendine güvenebilmesini sağlayan, yurttaşı devletin veya zorbaların karşısında güçlü kılan araçlar ve “Kimseden korkum yok, doğruyu söylerim” diyebilmek, korku politikalarına yenik düşmemek demokrasi, barış, adalet kurulmasını gerektirir. Akademisyen Çiçek: Şiddet toplumsal pasifikasyon yaratıyor Artan şiddet olaylarının toplumun bir arada yaşamasını sekteye uğrattığına dikkat çeken Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Cuma Çiçek, şiddetin siyaseti devre dışı bıraktığını belirterek, “Zira, artan şiddetle birlikte toplum içinde bir arada barış içinde yaşamayı mümkün kılacak ortak bir normatif çerçevenin kurulması imkansız hale geliyor. Ortak normatif bir çerçeveden yoksun bir toplumda barışı ve birlikteliği inşa etmek imkansız olmasa da çok zor. Kürd meselesi diyalog ve müzakere anlamında siyaset yolundan çıktıkça ve silah ve şiddet alanına kaydıkça, toplumsal yarılma artıyor, soruna demokratik barışçıl yollarla çözüm bulma inancı, bu konuda siyaset kurumuna olan güven her geçen gün azalıyor” dedi. Güvenlik politikalarıyla birlikte sivil toplum örgütleri ve demokratik kitle örgütlerinin çalışma alanlarını yitirmesinin bir pasifikasyon yarattığını dile getiren Çiçek, şunlara değindi: “Şiddet ve güvenlik politikalarının gri alanları ortadan kaldırdığından bahsedebiliriz. Taraflara eleştirel duran, bu anlamda farklı taraflarla aynı anda konuşma becerisi olan, tam da bu kapasiteleri sayesinde çözüm politikalarına katkı sunma olanakları olan aktörler şiddet ve güvenlik politikalarıyla birlikte büyük oranda sahalarını kaybettiler. “Ya bizdensin ya onlardan” söyleminin şiddet ve güvenlik politikalarıyla birlikte öne çıkması Türkiye’ye özgü bir durum değil. Benzer sorunların yaşandığı bir çok zaman ve mekanda, sorunların diyalog ve müzakere yerine şiddet ekseninde çözülmeye çalışıldığı vakalarda benzer bir atmosferin oluştuğunu biliyoruz. Hem siyaset alanının daralması, hem de sivil toplum aktörlerinin suskunlaşması ve gri alanların kaybolması doğal olarak toplamda Cuma Çiçek bir pasifikasyon yaratıyor. Zira, söz söyleme anlamında siyaset ölüyor.” DİTAM Başkanı Kaya: Kapsayıcı politikalar olmalı Bölgede yaşanan çatışmaları yakından takip eden Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) Başkanı Mehmet Kaya, Türkiye kentlerinde meydana gelen patlamalar ile bölgede yaşanan çatışmaların toplumun davranış kalıplarını olumsuz anlamda etkilediğini aktararak, çatışmalı ortamın siyasetin ve demokratik kurumların müdahale yetkisini olanaksızlaştırdığının altını çizdi. Hükümetin izlediği politikaların toplumu gerginlik ve suçlama noktasına getirdiğini savunan Kaya, “Hükümetin kamu güvenliği sağlama amacıyla başlattığı güvenlik eksenli politikalar bölgede ve ülkede kamu güvenliğini bugüne kadar hiç olmadığı kadar bozmuştur. Batı’da insanlar sokağa çıkmaz hale gelmişken Kürdistan illerinde yaşamı ekonomiyi ve aidiyet duygusunu alt üst etmiştir. Ülkede yaşayan insanlar daha iyi bir yaşam elde etme konusunda umutları tamamen tükenmekle birlikte, asgari yaşam koşullarının yakalanması konusunda bile endişelerin oluşmasına neden olmuştur” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin kaos ortamından kurtulması için iç barışın sağlanması konusunda ve dış politika da bütüncül bir yaklaşımla atılacak reformist adımlara ihtiyaç olduğunu belirten Kaya, “Bu konuda Meclisi çalıştırmak, çatışmaların önüne topyekun siyaseti koymaya çalışmak hükümetin öncelikli görevi olmalıdır. Siyaseti ve meclisi zayıflatmak çatışan güçlerin ellerini kuvvetlendirmenin yanısıra, toplumsal ayrışmanın da oluşmasına zemin hazırlar” diye konuştu. Türkiye’de artık ‘rakip görme’ ve ‘rakibe karşı şiddeti meşru görme’ anlayışının olduğunu iddia eden Kaya, şunları söyledi: “Toplumda ‘artık ne olursa olsun’ anlayışı yavaş yavaş hakim olmaktadır. Bu anlayış bir ülkede oluşabilecek kutuplaşmanın en önemli göstergelerinden biridir. Bunun üzerinden bir siyasi kazanç sağlamaya çalışmak aynı zamanda ülkeyi yönetememeyi de beraberinde getirir. Hükümetin bunu görerek politika oluşturma zorunluluğu vardır.” Mehmet Kaya Serdar Değirmencioğlu 03 Terörizm psikoloji ve sosyolojiyi yok ediyor! BİLAL SAMBUR Türkiye ve dünya arka arkaya gerçekleşen saldırılarla sarsıldı. Diyarbakır-Suruç-Ankara-İstanbul/ Taksim/Sultanahmet katliamları, bütün toplumda derin bir psikolojik ve sosyal tahribat yarattı. Ankara’da beş ay içinde üç büyük katliam yaşanması, bütün toplumda kaygının, korkunun ve şokun derinliğine yaşanmasına neden oldu. Son olarak Brüksel’de havaalanı ve metroya düzenlenen saldırılarda otuz kişinin hayatını kaybetmesi, bütün dünyaya derin bir korku yaşattı. Terör ve şiddet saldırıları, artık gerçekleştikleri ülkenin sınırlarının ötesinde bütün dünyada bir korku toplumunun oluşmasını sağlamaktadır. Ankara-İstanbul-Brüksel saldırılarını gerçekleştiren teröristlerin kimliği ve arka planı, insanların zihninde büyük bir şokun oluşmasına neden olmuştur. Toplumun büyük bölümü, terörist denilen kişilerin genelde kendilerinden çok uzak, anormal ve farklı olduğunu düşünme eğilimindedir. Ancak saldırganların sıradan insanlardan hiç de farklı olmayan hikayeleri, toplumda bu kişilerin nasıl terörist haline geldiği sorusunun sorulmasına neden olmuştur. Teröristlerin, diğer insanlardan farklı olmanın ötesinde diğer insanlarla benzerliklerinin olması, terörün sıradanlaşması gerçeğini önümüze çıkarmıştır. Terörizm, sıradan insanların vahşetidir. İstanbul, Ankara ve Brüksel gibi büyük şehirlerde yaşayan insanlar, kendilerini dengeli, kestirilebilir ve kontrol edilebilir bir çevrede yaşadıklarını sanıyorlardı. Ancak bombalı katliamlar, insanlarda yaşadıkları şehirlerin kestirilemez, dengesiz ve kontrol edilemez mekanlar olduğu algısının yerleşmesine neden olmuştur. İçinde yaşanılan çevrede ne olacağının öngörülememesi, insanlarda yoğun bir güvenlik krizi ve ihtiyacının uyanmasını sağlamıştır. İnsanlar, artık hiçbir yerin güvenli olmadığını, her yerin tehlikeli olduğu korkusuyla yaşamaya başlamışlardır. Terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin kişisel hikayeleri uzun süre gündemde tutulmaktadır. Ayrıca terör saldırılarını organize eden örgütler üzerinden yoğun dini, etnik veya ideolojik konular tartışılmaktadır. Kurbanların kişisel hikayeleri, ideolojik ve dini tartışmalar, insanlarda öfke, nefret, tiksinti, çaresizlik, panik, şüphecilik ve intikam gibi olumsuz duyguların oluşmasına neden olmaktadır. Kişiler, bu olumsuz duygu ve düşüncelerin baskısı altında ezilmekte, psikolojik ve sosyal sağlıklarında ciddi aşınma ve stres durumu oluşmaktadır. Başka bir ifade ile terör ve şiddet, normal insanları anormalleştirmekte, duygularımızı ve düşüncelerimizi zehirlemektedir. Saldırıların arka arkaya gerçekleşmesi ve dünya gündemini işgal etmesi, kişilerin terör saldırılarını gelip geçici saldırılar olarak değil, kalıcı tehdit olarak algılamalarını sağlamıştır. Terörizmin kalıcı tehdit olarak algılandığı bir ortamda terörle yaşamaya alışmak tartışmaları yapılmıştır. Ankara, İstanbul ve Brüksel’in dışında yaşayanlar, en az o şehirlerde yaşayanlar kadar bombalı saldırılardan psikolojik ve sosyal olarak etkilenmişlerdir. Terörizm, bir doğal afet değil, bir insani vahşettir. İnsanlar, terörizmle yüz yüze gelmeyi ölümle yüzyüze gelmek gibi algılamaktadırlar. Terör saldırıları sonucu, insanlar yaşadıkları şehirlerden koptuklarını hissetmektedirler. Terör eylemleri sonrasında insanlar, yaşadıkları şehirlerde tekrar yerlerini bulmaya ve ilişkilerini anlamlandırmaya çalışmaktadırlar. Herkes kendisini potansiyel olarak terör kurbanı olarak konumlandırma psikolojisi içindedir. Herkes sevdiklerini, eşini, çocuğunu ve arkadaşını terörden koruma kaygısıyla hareket etmeye başlamıştır. Terör saldırıları, toplumda tanımlanması zor bir travma ve stres hali yaratmıştır, çünkü son katliamlar, hayatları, kalpleri ve kafaları birlikte tahrip etmektedir. Kısacası psikolojiyi ve sosyolojiyi yok eden terörizmin tahribatı devam etmektedir. HABER G Zeyat Cebo .o ur d ak iv Osman: Erbil’in bağımsızlık ısrarı devam ediyor KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bu açıklaması ile bağımsızlık konusunda kararlılığını bir kez daha gösterdiğini ifade eden Kürd siyasetçi Mahmud Osman, “KBY ısrarla bağımsızlıktan bahsediyor ancak önümüzde girift bir süreç var. Bağımsızlık referandumu için Kürd partilerinin ve Parlamento’nun toplanıp ortak bir karara varması, strateji belirlemesi gerekiyor. İkinci bir konu da iç ve dış koşulların iyice tahlil edilmesidir” değerlendirmesini yaptı. Bağdat ile Erbil arasında güven bunalımı yaşandığına dikkat çeken Osman, “İki taraf arasında güven kalmamış. Erbil bütçeyi, Bağdat da bağımsızlığı bahane ediyor. Ama Bağdat artık Kürdistan’ın bağımsızlık konusunda kararlı olduğunu görüyor. Bu yüzden tüm siyasi, ekonomik ve hatta kültürel ilişkiler donmuş durumda. Bağdat’ta Kürd milletvekillerinin kalması şekli olmaktan öteye bir sonuç vermiyor” şeklinde konuştu. Kürdler’in Bağdat’tan sadece dostluk beklediğini ifade eden Osman, “Kürdler bağımsızlık için Bağdat’tan yardım talebinde bulunmuyor. Bağdat da artık hiç bir şekilde Kürdler’in Irak’la birlikte devam rs yineleyen Barzani, “O zaman Kürdistan halkını kutlayacağım ve başka birinin yerimi almasına izin vereceğim. Bu benim bir sözümdür, bundan sonra Kürdistan Başkanı olarak kalmayacağım. Benim amacım bağımsız Kürdistan’dır, Kürdistan Başkanı olarak kal-mak değildir.” dedi. etmeyeceğine kanaat getirmiş bulunuyor.” ifadelerini kullandı. .a “Bağımsızlıktan başka seçenek kalmadı” KBY Başkanı Mesud Barzani, bağımsızlık dışında başka seçeneklerinin kalmadığını, referandumdan olumlu cevap çıkması halinde bağımsızlık ilan edeceklerini belirtti. Al Monitor’a konuşan Başkan Barzani, “Bağımsızlık dışında başka seçeneğimiz kalmamıştır” dedi. Barzani, ABD’deki Başkanlık seçimleri öncesi referandum yap-mak istediklerini belirterek, “Bu sene ABD’deki Başkanlık seçimi öncesi bağımsızlık referandumunu gerçekleştirmek istiyoruz”dedi. Irak ile beraber yaşamak için çok çaba harcadıklarını, Bağdat hükümetinin Kürdler’in artık bedel ödemeksizin haklarını tanıması gerektiğini belirten Barzani, “Irak sisteminde yer almak için çaba harcadık. Birlikte yaşamanın sağlanması için anayasaya evet dedik. Biz bu ko-nuda elimizden gelen iyi niyeti gösterdik” ifadelerini kullandı. Kürdistan bağımsızlığına kavuştuğu zaman Başkanlık’tan ayrılacağını rg üney Kürdistan’ın tüm kentlerinde Newroz bayramı etkinlikleri bağımsızlık ve referandum coşkusuyla kutlanırken, Irak Ordusu Mahmur’da kurduğu karargahtan Musul Operasyonu için düğmeye bastı. Musul’un doğusundaki Geyar İlçesi’nden başlatılan operasyona Bağdat ile Erbil arasında ön anlaşma olmadığı için Peşmerge Güçleri katılmıyor. Öte yandan bağımsızlık gündeminin alevlenmesi ile birlikte Şii Haşdi Şabi milisleri tartışmalı bölgelerde yeniden Peşmerge ile karşı karşıya geldi. Şii milisler başta Tuzxurmatu İlçesi’nde olmak üzere, Kerkük’ün diğer ilçelerinde de halkı tehdit etmeye ve baskı ile bölgeden uzaklaştırmaya çalışıyor. Gelişmeler üzerine bölgeye yeni Peşmerge birlikleri kaydırıldı. Öte yandan Kerkük ve çevresinde yaşayan Sunni Arap aşiretleri de bölgelerinin Kürdistan idaresine bağlanmasını istiyor. Sunni Araplar bağımsızlık referandumuna da destek vereceklerini açıkladı. Güney Kürdistan’ın en köklü partilerinden biri olan Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) de, Parti Genel Sekreteri Birinci Yardımcısı Kosret Resul Eli’nin, parti içi eleştirileri ile çalkalanıyor. Eli’nin Talabani ailesine yönelik açıklamaları YNK’nin içindeki çatlağı yeniden gündeme taşıdı. Musul Operasyonu için ilk adım atıldı Ayrıca IŞİD ile olan mücadele de devam ediyor. Irak Savunma Bakanı Halit el-Ubeydi, Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u IŞİD’in elinden kurtaracak operasyonun başladığını resmen duyurdu. Şubat ayından beri Mahmur-Guwer hattına askeri sevkiyat yapan ve 15. Tugaya bağlı 72. ve 91. piyade birliklerini bu alanda ko-nuşlandıran Irak Ordusu, 24 Mart günü Mahmur’un güney batısından harekete geçerek, operasyon için ilk adımı attı. Koalisyon güçleri ile Irak Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçaklarının geceden beri Musul’un 60 km doğusundaki Geyar’a düzenlendiği hava saldırılarının ardından sabah erken saatlerde harekete geçen birlikler operasyonun ilk gününde, Metenter, Tilşeîr, Nesir, Xetab, Selahiye, Nezre, Kermirdî, Kudîle, Mehane ve Serab Cebir köylerini kontrol ederek Geyar Köprüsü’ne ulaştı. “Peşmerge operasyona destek verecek, ancak katılmayacak” Operasyon başlatılan bölgelerde Peşmerge Güçleri alanın güvenliğini sağlayarak ve elindeki askeri istihbaratları paylaşarak Irak Ordusu’na destek veriyor. BasHaber’e konuşan Peşmerge Güçleri Mahmur Cephesi Komutanı Necat Eli, operasyon bölgesinde her ihtimale karşı sürekli savaşa hazır halde olduklarını, mevzilerini HABER BasHaber 28 Mart - 04 Nisan 2016 5 SÖYLEŞİ Musul Peşmerge’yi bekliyor w Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) Genel Sekreteri Celal Talabani’nin hastalığı sonrası YNK’de başlayan istikrarsızlık ve parti içi kriz de devam ediyor. YNK Genel Sekreter Yardımcısı Kosret Resul hafta içinde Şark el Ewsed gazetesine verdiği demeçte, YNK içerisinde parçalanma olduğunu, bir tarafta Celal Talabani’nin eşi Hero İbrahim diğer tarafta ise YNK yönetiminin olduğunu açıkladı. Resul’un bu açıklamaları parti içerisindeki durumu gözler önüne sererken yeni bir tartışmanın da başlangıcı oldu. Konuyu BasHaber’e değerlendiren gazeteci Karzan Sabah Hewrami, “YNK’nin üst düzey yöneticileri de artık partinin ikiye bölünme ile karşı karşıya olduğunu gizlemiyor. Bir süre önce eski Parlamento Başkanı YNK’li Ersalan Bayiz de, parti içinde yeni bir Goran vakasının yaşanabileceğini beyan etti” dedi. YNK içersindeki iki başlı bir siyasetin başladığını ifade eden Hewrami, “Bir kanat Bağdat’a dönme ve Irak’ın birliği çerçevesinde siyaset yapma taraftarı. Bir taraf da KBY ile bağımsızlık temelinde yürüme taraftarı. YNK’nin parçalanmasının Kürdistan’da yankıları olacaktır. Parti içerisindeki taraflar birbirleri ile uzlaşmasa da parçalanmaktan da korkuyorlar. YNK’nin yeni bir öndere değil, yeni bir sistem ve yapılanmaya ihtiyacı var. Kosret Resul Eli de bunu görüyor ve bunun için kongreye gitme önerisinde bulunuyor” dedi. 28SÖYLEŞİ Mart - 04 Nisan 42016 w “YNK’de ikinci bir Goran vakası yaşanabilir“ BasHaber w 04 koruduklarını, Irak Ordusu’na destek verdiklerini ancak çatışmalara katılmadıklarını belirtti. Peşmerge Güçleri’nin üç sebepten dolayı operasyona doğrudan katılmadığını ifade eden Peşmerge Komutanı, Necat Eli bu sebepleri şu şekilde sıraladı: “Bağdat ile Erbil arasında, Musul’un nasıl idare edileceği ve yönetiminde kimlerin yer alacağı konusunda bir anlaşma yok. Erbil, operasyon öncesi bu konunun netleştirilmesinde ve taraflar arasında bir anlaşma sağlanmasında ısrar ediyor. İkinci konu ise Peşmerge Güçleri’nin donatılması ve desteklenmesi. İlkesel olarak Musul Operasyonu’nu destekliyoruz. Ancak, Bağdat yönetimi tarafından Peşmerge Güçleri donatılmadan bu operasyona doğrudan katılmayı da doğru bulmuyoruz. KBY ile Koalisyon Güçleri arasında anlaşmalar olmasına rağmen, Bağdat yönetimi Peşmerge Güçleri’ne gereken askeri desteği sunmuyor. Üçüncü sebep de operasyon yapılan bölgelerin Arap köyleri olması. Operasyonda kurtarılması hedeflenen bölgeler tamamen Arapların yaşadıkları alanlar.“ Ayrıca KBY Peşmergeleri’nin kendi imkanları ile 2014 yılından bu yana IŞİD ile savaştığını açıklayan Nejat Eli, merkezi hükümetin Peşmerge’ye silah ve cephane yardımı yapmadığını söyledi. Peşmerge’nin ve Erbil’in şartlarının kabul edilmeden operasyona katılmayacaklarını söyleyerek, “Peşmerge, Ağustos 2014’ten beri elindeki kısmi imkanlar ve eski silahlarla terör örgütüne karşı savaşıyor. Bağdat yönetimi milis güçlerini en modern silahlarla donatıyor, her türlü askeri ve lojistik imkanı sağlıyor. Irak Anayasası’na göre, Irak Savunma Bakanlığı’na bağlı bir güç olan Peşmerge bu imkânlardan faydalanamıyor. Dolayısıyla operasyon için bu şartı belirlememiz anlaşılır” şeklinde konuşuyor. “Peşmerge olmadan Musul kurtarılamaz” Öte yandan operasyon başlatılan bölgelerdeki köylerin savaş meydanı olduğunu, Peşmerge tarafından sürekli bombalandığını söyleyen Peşmerge Komutanı Necat Eli, Peşmerge Güçleri’nin desteği ve katılımı olmadan Irak Ordusunun belirlenen hedeflere ulaşmasının ve Musul’u IŞİD’den temizlemesinin imkansız olduğunu vurguladı. Eli, “Geyar, Musul’un ana damarlarından biri. Musul’u Mahmur, Tikrit ve Hewice’ye bağlıyor. Bu bölgenin alınması ile Musul tamamen çembere alınmış olacak. Dolayısıyla asıl belirleyici olacak olan bundan sonraki aşamadır. Irak Ordusu’nun bölgede konuşlandırdığı 71. ve 92. piyade taburları ve milis güçler, kentin kurtarılması için yeterli kapasite ve kabiliyete sahip değil. 92. taburun çoğunluğu Kürdler’den oluşuyor. Askeri olarak en modern şekilde donatılmışlar ve dakik hava desteğine sahipler. Buna rağmen de Peşmerge kadar askeri deneyime sahip, girişken ve atik değiller. Bu operasyonda da Peşmerge alanın güvenliği için önemli olan tüm stratejik bölgelerin kontrolünü Uluslararası Koalisyon ve Bağdat, Peşmerge’nin Musul Operasyonu’na katılmasını isterken, Erbil ise IŞİD sonrası Musul’un durumunun netlik kazanması gerektiğini ve Peşmerge’ye ağır silahların verilmesini talep ediyor. BasHaber’e değerlendirmeler yapan komutanlar Peşmerge’nin operasyon için hazır olduğunu kaydediyor. sağladı. Operasyon bu desteği arkasına alarak sonuç alabildi. Bundan sonraki aşamalarda, gerek Geyar, gerekse de Musul Operasyonu’nun başarıya ulaşması, Peşmerge Güçleri’nin katılımına bağlıdır. Peşmerge bölgenin yapısını ve IŞİD’i çok iyi biliyor. Peşmerge olmadan Musul’un bu güçler tarafından kurtarılması imkansızdır” dedi. Haşdi Şabi’den yeni girişim Tahran ve Bağdat’ın KBY’nin bağımsızlık girişimlerine karşı kullandığı Haşdi Şabi milisleri bölgede gerginlik yaratmaya devam ediyor. Tuzxurmatu Kaymakamlığı, Haşdi Şabi milislerinin ilçenin belli mahallelerine suikastçı yerleştirdiğini özellikle Kürd vatandaşlarının hedef alındığını açıkladı. Açıklamada, ilçede gezen milislerin belli noktalara geçici kontrol noktaları kurarak Kürd vatandaşları alıkoyduğu, evlerini basarak tehditle göçe zorladığı belirtildi. BasHaber’e konuşan Tuzxurmatu Kaymakamı Şelal Abdul, Şii milislerin taraflar arasındaki anlaşmayı ihlal ederek yeniden ilçenin güvenliğini ve istikrarını tehdit ettiğini söyledi. Gelişmelerden yetkilileri haberdar ettiklerini ve ilçeye yeni bir Peşmerge birliğinin takviye edildiğini belirten Abdul, “Tuzxurmatu’ya gelen Peşmerge birliği içinde Anti-Terör timleri ve ABD’li gözlemciler de var. Bu aşamadan itibaren ilçenin güvenliği tamamen bu güçten sorulacak. Bu güçler, her türlü ihlale anında cevap verme yetkisine sahip olacak. Bağdat yönetimi halkın can güvenliğini sağlamak için güç göndereceğine, asayişi ve istikrarı tehdit amaçlı güç gönderiyor. Peşmerge bu girişimin önünü almak için ilçeye yerleşti. Son olarak ilçeye girmeye çalışan 25 araçlık Haşdi Şabi konvoyu Peşmerge tarafından geri gönderildi” değerlendirmesini yaptı. “Kerküklü Araplar referandumdan yana” Hamrin Dağı’ndan bu tarafa, tartışmalı bölgelerin tümünde yaşayan Sunni Arap ve Türkmenlerin KBY kontrolü altında yaşamak istediklerini ifade eden Şelal Abdul, “Hafta içinde Kerkük ve çevresinde yaşayan Sunni Arap aşiretlerinin ileri gelenleri ve şeyhleri, Kerkük Valisi Necmeddin Kerim ile bir toplantı gerçekleştirdiler. Top-lantıda, IŞİD terörü ve Şii milislerin baskısı karşısında Peşmerge ve KBY’ye bağlı asayiş güçlerinin kendilerini koruduğunu ifade ederek, KBY idaresi altında yaşamak istediklerini ifade ettiler. Bölgelerinin Kürdistan’a bağlanması için referandum istediklerini ifade ettiler” ifadelerini kulandı. 05 Amed Newrozu ardından HAKAN TAHMAZ Amed Newroz’una mitingin ilk saatlerinde katılımın az olmasıyla hükümete yakın gazeteciler HDP’nin sonunun geldiğine hükmettiler. İlerleyen saatlerde alanda ciddi bir kalabalığın toplanmasıyla tersinden hükmü Kürd siyaseti çevresinde verilmeye başlandı. Son üç yılın Newroz ile bu yılınkini kıyaslamak doğru değil. Bundan önceki Newrozlara insanlar barış yolunda nasıl ilerleyeceğiz sorusuna yanıt bulmak, barış umutlarını büyütmek için akın ettiler. Bu yıl ise siyasi kırıma karşı direnişe katıldılar. Bu Newroz, savaşın/çatışmanın yoğun olduğu dönemlerle kıyaslanabilir. Bu noktada da ciddi sorunların olduğu çok açık. Newroz’dan üç gün önce gözlem için Amed’deydim. Doğrusu böylesi bir kalabalık beklemiyordum. Amed, Amedliğini gösterdi. Ama yine de bildiğimiz Amed değildi. Savaşın en yoğun olduğu dönemlerde daha büyük Newrozlar da yapıldı Amed’de. Mitinge katılımı en az etkileyen canlı bomba korkusuydu. Kürdler, korku eşiğini büyük ölçüde aşmış durumdalar. Ancak, hükümetin yasakları ve Kürd illerinde yaşanan vahşet Newroz’u terörize etti. Görülmedik devlet baskısı, yasaklar insanlarda etkinliğe izin çıkmayacağı algısı yaratmış. Bu da hazırlıkları aksatmış. Kent merkezinde dolaşan bunu çok rahat fark edebiliyor. Aklın, hayalin almayacağı yasaklar uygulandı, hukuksuzluk yapıldı. İzinli yapılan bütün Newroz mitinglerine Amed dışında örgütsel ve bireysel katılım çok yoğun olurdu. Hareket nedense, bu yıl bunu yapmamış. İzin verilmemesi durumu için alınmış bir tür tedbir gibi görünüyor. Bu da devlet aklını tanımakla ilgi bir konu. Amed eski, tanıdık Amed değildi: kırgın, küskün öfkeli ve tepkiliydi. Daha öncede benzer şeylerle karşılaştım. Ama bu kez farklıydı. Daha önce genç veya 90’lı kuşaklar için söylenenler şimdi orta kuşak hatta üzerindekiler içinde geçerli. Bariz bir kopuş hali yaşanıyor. Ankara’ya sırtını dönmüşler. Artık devletten hiçbir şey beklemiyorlar. Devlete öfkeli genç ve orta kuşak, her türden seçilmişlere sert eleştiri yapıyor ve kızgınlar. Ama aynı duyguları Kandil’e karşı taşımıyorlar. Yönlerini Kandil’e dönmüşler, kulaklarını Kandil’e kabartmaya başlamışlar. Demokratik mücadeleye/siyasete küskünlük var. Newroz’a katılımı etkileyen en büyük etmen olmuşa benziyor. Bu nedenle Newroz’a katılıma bakarak sevinenler iki nedenle yanlış yapıyorlar. Birincisi Newroz alanı bomboş değildi. İkincisi, alana gelmeyenler, demokratik zemindeki siyasal tercihlerinde değişiklik yapmış değiller. Demokratik mücadele ve siyaset açısından tehlikeli sulara kulaç atma eğilimi içine girmişler. Bunun demokratik siyasete küsüp evde oturmak biçiminde veya yönünü Kandil’e dönmek biçiminde olmasının niteliksel bir farklılığa tekabül etmez. Amed Newroz mitinginin en dikkat çekici konuşmasını HDP Genel Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş yaptı. Konuşmanın içeriği tümden hükümete mesajdı. Konuşma bütün kitle tarafından nefes tutularak dinlenmesi ve Kürd siyasetinde görmeye alışık olmadığımız bir biçimde konuşma sırasında konfetilerin patlatılması Demirtaş’a büyük bir sahiplenme göstergesiydi. Demirtaş’ın masaya dönülmesini merkez alan konuşmasında Cumhurbaşkanını hiç muhatap almadı. Sürekli başbakana seslendi. Çözüm ağırlıklı konuşmasında geçmişe dönük muhasebe yapmış olmanın izleri vardı. Bunun yeni bir strateji olma olasılığını güçlendiren bir başka gelişme daha oldu. Murat Karayılan aynı gün mealen “gerilla sahaya inmeden masaya dönülmeli, biz hazırız çağrısı yaptı. Bir ay önce Kandil “ölüm kalım savaşından” söz ediyordu. AK Parti hükümetini devirmek amaçlı Birleşik Devrim Hareketi’nin kuruluşu ilan edildi. HDP kongresinde, demokratik muhalefet cephesi kurma kararı alındı. CHP’yi de kapsayacak muhalefet hareketi kurma ve AK Parti’den kurtulma hareketi başlatmakla aynı siyasal aktöre masaya dönelim çağrısını yapmanın ikisinin birlikte yapılamayacağını sanırım çözüm sürecinden çıkarmıştır. Amed Newroz’una bu gözle baktığımızda barışa bir yol arayışının olduğunu söyleyebiliriz. Yol bulunup bulunamayacağı tarafların bu yeni durum taktiksel değil, stratejik yaklaşmalarına ve hükümetin tutumuna bağlı. 06 ROJAVA BasHaber BasHaber 28 Mart - 04 Nisan 2016 ROJAVA 28 Mart - 04 Nisan 2016 07 Rojava federasyonunu destekliyoruz! Kürd siyaseti Geveri: İleride bağımsızlık referandumu da olur HDP Van milletvekili Adem Geveri, ‘ilan edilen federasyonu canı gönülden desteklediklerini’ belirterek, bunun Kürdlerin en meşru hakkı ve bütün insanlık için bir başarı örneği olduğunun altını çizdi. Geveri, “Bu Ortadoğu’daki hak, hukuk, adaletin ve özgürlüğün ikamesi adına olumlu bir gelişmedir. Bu açıdan biz sevinerek karşılıyoruz. Aynı zamanda da sadece PYD’nin ya da oradaki birkaç partinin ilanı olduğu için değil bir halkın iradesini yansıttığı için elbette ki destekliyoruz. Ama umut ediyoruz ki bu hem kalıcı hale gelir hem de uluslararası camia tarafından kabul görür” ifadelerini kullandı. Özçelik: Kürd partileri ortak yönetim oluşturmalıdır PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik ise, Erdoğmuş: Suriye için bir katkı olarak görüyoruz HDP Diyarbakır Milletvekili Nimetullah Erdoğmuş, gelinen aşamanın bir merhale olduğunu ifade ederek, Suriye’de 5 yılı aşkın bir süredir iç savaşın doğurduğu birçok mücadelenin Suriye ile katkılarının aşaması Karakoç: Federasyon doğru bir çözümdür Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Başkan Danışmanı Refik Karakoç, öteden beri Suriye’deki sorun başlar başlamaz oradaki en doğru çözümün federasyon olduğunu söylediklerini ifade ederek, Suriye’de dönüşü olmayan bir sürecin yaşandığını söyledi. Federasyon konusunda Güney Kürdistan’ı örnek veren Refik Karakoç, “Rojava için de federasyon bize göre en gerçekçi çözümdür. Bundan sonra yapılması gereken Rojava Kürdlerinin kendi birliklerini sağlamalarıdır. ENKS olarak, TEV-DEM olarak ortak tavır ve siyaset belirleyerek dünya kamuoyu önünde kendi hak ve hukuklarına sahip çıkmaları gerekir. Bize de düşen görev bu süreci onların birlikte götürmeleri halinde onlara destek ve yardımcı olmaktır” dedi. rg .o ur d ak iv YNK: Rojava halkının iradesine saygı duyulmalı Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) Milletvekili Dilêr Mistefa Hesen, “Sykes Picot Anlaşması’nın ardından Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi üzerine kurulan devletler, geçtiğimiz yüzyıl boyunca halklara acıdan ve zulümden başka bir şey yaşatmadı. Bugün varlıkları sadece siyasi harita üzerinde kalan bu devletler, insan hakları, demokrasi, bireysel ve toplumsal haklar ve ekoloji konularında sınıfta kaldı” diyerek, Kürdlerle birlikte ezilen diğer halkların bölge devletlerine demokrasiyi dayattığını söyledi. Kürdlerin kendi kaderlerini tayin etmek istediklerinin altını çizen Hesen, sözlerini şöyle sürdürdü: “Rojava Kürdlerinin statü ve hak sahibi olmaları için Suriye’nin federatif bir yönetim rs Bucak: Federasyonun mihenk taşı Kürdler olmalı Kürd Demokratlar Platformu (PDK-Bakur) Başkanı Sertaç Bucak, Suriye’deki sorunun çözümü için federasyonun en iyi yönetim biçimi olduğunu bunu başından beri savunduklarını ifade ederek, şunları söyledi: “Federatif çözüm konusunda ilan yapıldığında bu ilanın doğru bir adım olduğunu söyledik. Böyle bir federasyon ilanında bir mutabakat gerekiyor. Başta Kürdler arası bir birlik gerekiyor. Bu Kürdler arası birlik henüz yok. PYD Arap ve diğer güçlerle birlikte hareket ediyor. Oysa bu federasyonun mihenk taşının Kürdler olması lazım. O açıdan ENKS önemli ve pozitif bir hamle yaptı.” Federasyonun başarıya ulaşması için Kürdler arası bir konsensüsün gerçekleşmesi gerektiğini de söyleyen Bucak, “Kürdler Rojava’da bir statü elde etmek istiyorlarsa birlik olmak zorundadır. Hiçbir güç kendi başına başarıyı elde edemez. Oradaki tüm Kürd partilerinin ortaklaşması gerekiyor” sözlerini ifade etti. .a PDK’li Cewher Qadir: En makul yol federalizm PDK Milletvekili Ferhan Cehwer Qadir, hem Kürdistan Bölge Parlamentosu, hem de PDK olarak Rojava’daki federalizmi desteklediklerini söyledi. Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) Başkanı Mesud Barzani’nin de açıklamalarında Suriye’deki sorunların çözümü ve bu ülkenin geleceği için en uygun seçeneğin federasyon olduğunu söylediğini aktaran Qadir, “Rojava’daki Kürdler statü sahibi olmak ve haklarını garanti altına almak için büyük bir mücadele verdi. Büyük bedeller ödedi. Bu bedellerin sonunda ilan edilen federatif yönetimi kutluyoruz. Federasyonun kalıcı olması için Kürdlerin kendi aralarındaki ilişkileri geliştirmesi ve tek yürek, tek ses olması gerekiyor. En önemlisi de Güney Kürdistan’daki tecrübelerden ders almaları gerekiyor” dedi. Uluslararası güçlerin federatif sistemi tanımadığını da ifade eden Qadir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ancak tüm dünya gerek Suriye ve Rojava’da ve gerekse de bölgede Kürd halkının demokratik haklarını tanımalıdır. Güney Kürdistan’ın bağımsızlık için çabaladığı bu dönemde, Suriye krizinin de demokratik temellerde çözümü için Rojava Kürdlerinin attığı bu adım çok önemlidir.” olduğunu dile getirdi. Rojava’nın belli bir olgunluğa eriştiğinin de altını çizen Erdoğmuş, “bu olgunluğun sonucunda da meyvesini veriyor. Biz bunu Suriye için bir katkı olarak görüyoruz. Çünkü federasyon dediğimiz zaman şu anda Suriye’nin bütünlüğü içerisinde çoğulcu bir yapının Suriye’nin geleceğiyle ilgili şimdiki durumuyla ilgili bir çıkış yolu olabilir düşüncesinden hareketle yapılan bir ilandır” dedi. w federasyon ilanını önemli bulduklarını ve Rojava Kantonlarının birleşmesinin hayati olduğunu açıkladı. Özçelik TEV-DEM ve ENKS’nin beraber hareket etmesi gerektiğini de belirterek, ”Bizim başından beri söylediğimiz bir gerçeklik var. Kürdler bütün Kürd partileri bir araya gelip kendileri Kürdistani tonda bir ortak program oluşturmadıkları sürece bu tür adımlar gerçek çözümü sağlamayacaktır. Elbette ki coğrafik anlamda kantonların birleştirilmesi ve onların ortak bir yönetime ulaştırılması anlamı daha doğrudur. Ama bizce öncelikle Suriye Kürdistanı’ndaki bütün Kürd partileri ortak bir yönetim oluşturmalıdırlar. Bunun dışındaki çözümler sorunun çözümsüzlüğünü ve ötelenmesini beraberinde getirecektir” şeklinde konuştu. w S uriye rejimine karşı 2011 yılında başlayan protesto ve gösterilerin Suriye’de iç savaşa neden olması ve uluslararası güçlerin bu iç savaşa müdahaleleri devam sürüyor. Mart 2011’den itibaren Beşar Esad rejimi ile Esad’ı devirmeye çalışan Sunni Mihveri’nin Suriye’ye yerleştirdiği Selefi gruplar arasında yaşanan çatışmalar Suriye’deki birçok kenti harabeye çevirirken yüz binlerce insanın ölümüne ve milyonlarca Suriye vatandaşının göç etmesine neden oldu. Giderecek derinleşen ve uluslararası bir mesele olan Suriye krizinin çözüme kavuşması için Suriye muhalefeti ve rejimi Cenevre’de bir araya getiren BM tarafların Şubat ayında vardıkları ateşkes anlaşmasını uzatmalarını ve geçici bir hükümet kurarak ülkeyi seçime götürmelerini istiyor. 2012 yılı itibari ile Selefi grupların Rojava kentlerine saldırılarına cevap veren ve 2014 yılında Rojava kentlerinde ilan edilen kanton sistemi ile bölgeye istikrar getirmeye çalışan Kürdler son olarak 13 Mart’ta Qamışlo’da Rojava- Kuzey Suriye Demokratik Federal Sistemi’ni ilan ettiler. Suriye’de federasyon tartışmalarının başlamasından sonra Rojava’daki siyasi partilere seslenen Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin, “Federal sistemde ısrar edin” çağrısı ve federasyonun ilanından sonra federal sisteme destek vereceklerini belirtmesi Kürdistan’daki tüm siyasi partilerin dikkatini çekti. BasHaber’e konuşan ve Rojava Kürdlerinin ilan ettiği federal yönetim sisteminin önemli bir kazanım olduğunu belirten Kürdistanlı siyasetçiler federasyona destek vermeye hazır olduklarını söylüyor. Rojava Kürdleri’nin 13 Mart’ta ilan ettikleri federal sistemin yankıları sürüyor. Rojava’daki gelişmeleri yakından izleyen siyasi parti temsilcileri Rojava’daki federasyon ilanının tüm Kürdler için önemli bir kazanım olduğunu ve bu kazanıma açık destek vermeye hazır olduklarını belirtiyor. w Zeyat Brûsk / Çimen Gümüş / Salih Batırhan sistemine sahip olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla Rojava’da ilan edilen Federasyon başlangıç için çok önemli bir adımdır. Rojava Kürdleri, Suriye’nin diğer bileşenleri ile sorunlarını diyalog ve barış içinde çözmeyi denemelidir.” Yekgirtu: Rojava Kürdleri birlikte hareket etmeli İslami Birlik Partisi (Yekgirtu) Milletvekili Bahar Abdurahman Mahmud ise Kürdistan Bölge Parlamentosu olarak Rojava’daki kantonları resmen tanıdıklarını ve Rojava’daki mücadeleye güçleri oranında destek verdiklerini söyledi. Kürdlerin dört parçada da bağımsız olma hakkının olduğunun altını çizen Mahmud, şu ifadeleri kul- landı: “Her ne kadar bölgedeki siyasi durum, bugün Kürdlerin dört parçada ortak bir vatan sahibi olmasına ve birleşmesine imkan tanımıyorsa da, Güney Kürdistan’daki federasyondan sonra Rojava’da da federalizmin ilan edilmesi, Kürdler için umut verici ve tarihi bir adımdır.” Kürdlerin her zamankinden daha fazla dayanışma içerisinde olması gerektiğini de söyleyen Mahmud, “Rojava Kürdleri de önce kendi içerisinde, daha sonra da tüm diğer parçalardaki Kürdlerle birlik ve beraberlik içinde olması gerekiyor” şeklinde konuştu. Goran: Rojava halkının iradesi tanınmalı Goran Milletvekili Şêrgo Mihemed Emîn Qadir de, Rojava’da ilan edilen federasyonu ve katılan güçleri kutlayarak, “Goran Hareketi olarak, gerek KBY’de ve gerekse de diğer parçalarda Kürd davasının başarısı için, dört parçanın birliğini savunuyoruz. Dört parçadaki Kürdler asındaki ilişkilerin güçlü olması gerektiğini belirtiyoruz” ifadelerini kullandı. Kürdistan Parlamentosu olarak Rojava kantonlarını tanıdıkları gibi federalizmi de tanıdıklarını dile getiren Emîn Qadir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Eminiz ki Suriye’de yaşayan tüm farklılıkların da bir arada yaşaması için en uygun model budur. Suriye ve Rojava’da yaşayan tüm farklılıkların ve tüm güçlerin, birbirini inkâr etmeden, birbirinin varlığına saygı çerçevesinde bir arada yaşaması açısından bu adım oldukça önemlidir. Kürdler de kendi aralarında birliği sağlamalı, güç olmayı bilmelidir.” İslami Hareket: Rojava’daki, federal bölgeye örnek olmalı İslami Hareket Partisi (Bizotnewe) Milletvekili Şiwan Qeledizeyî de “İslami Hareket olarak Rojava’da ilan edilen federal yapıyı kutluyor ve dört parçada Kürdlerin özgürlük davasına katkıda bulunmasını temenni ediyoruz. Bizce önemli olan Kürdlerin tüm parçalarda barış ve diyalog yoluyla sorunlarını çözmeleri ve en doğal hakları olan statü sahibi olmalarıdır” ifadelerini kullandı. Kürdlerin Rojava’da diğer halklarla ve farklılıklarla demokratik temellerde yakınlaşmasını önemli bulduğunu da söyleyen Qeledizeyî, sözlerini şöyle sürdürdü: “Umarız bu federatif yapı aynı zamanda Suriye’nin demokrasisine de büyük katkıda bulunur, tüm Suriye ve Ortadoğu için örnek bir model olur. Rojava için diğer önemli bir konu da Kürdlerin kendi aralarındaki birliğidir. Tüm siyasi tarafların federal yapıya desteği ve yönetim içinde er alması çok önemli bir husustur. Rojava Kürdlerin birliği, tüm parçalarla birliği anlamına gelir. Rojava federasyonu ilk aşamada dünya devletleri tarafından tanınmasa da bizce önemli olan Kürdlerin kendi tutumudur.” ENKS’li Enwer Naso: Federasyon Kürdlerin kazanımıdır Suriye Kürdleri Ulusal Meclisi (ENKS) Üyesi Enwer Naso da, federal sistemin Kürdlerin kazanımı olduğunu söyledi. ENKS olarak federal sisteme desteklerini açıkladıklarını savunan Naso, ENKS’nin federal sistemi kendi progamına koyduğunu ve federal sistemin Suriye’ye çözüm götüreceğini savundu. Kürd siyasi partilerin federal sisteme destek açıklamalarına ilikin de konuşan Naso, “Rojava halkına destek veren tüm Kürd siyasetçilerine Sayın Mesud Barzani’ye teşşekür ederiz”dedi. PDK-İ’li Rostem Cihangiri: Sonuna kadar destekliyoruz İran Kürdistan Demokrat Partisi (PDKİ) MYK Üyesi Rostem Cihangiri de PDKİ olarak Rojava Kürdlerinin ilan ettiği federal sisteme destek verdiklerini ve tüm Kürdler için hayırlı bir haber olduğunu söyledi. Cihangiri, “Rojava’daki kardeşlerimiz Hafiz Esad, Beşar Esad ve daha sonra Selefi grupların zulümlerini gördüler. Bu zalimler onların özgürlük taleplerini ve iradelerini kırmadı. Federasyon ilanı haktır ve tüm Kürdlere hayırlı olsun diyoruz” açıklamasını yaptı. PYD’li Sehanok Dibo: Tüm Kürdlere hayırlı olsun Demokratik Birlik Partisi (PYD) Dış İlişkiler Sözcüsü Sehanok Dibo da PYD ve Rojava - Kuzey Suriye Demokratik Federal Sistemi, Kurucu Meclisi’nin ilan ettiği yönetim sisteminin Suriye’deki krizi çözeceğini söyledi. Dibo, “Federal sistem tüm Kürdlere, Rojava’daki halkımıza hayırlı olsun. IŞİD, yenilecek Baas rejimi, Suriye halkının temek hak ve özgürlük haklarına son veren tüm iktidarlar Suriye’den çıkarılacak” dedi. Alışalım mı, alışır mıyız? MESUT YEĞEN Önce Ankara’da, ardından İstanbul’da yapılan intihar saldırılarının ardından sorulan iki sorudan bahsediyorum. İntihar saldırılarına, saldırıların yarattığı insani yıkıma, saldırıların ardından oluşan korku ve kapanma hallerine alışalım mı, alışır mıyız? Milletçe, memleketçe bu soruları soruyoruz şimdi. Lafı dolandırmadan kendi cevabımı vereyim: (Mümkünse) alışmayalım ve evet, elbette alışabiliriz, başkalarının ve aslında bizim de çoktan alışmış olduğumuz gibi. Alışmayalım çünkü, alışmak, şimdiye kadar bildiğimiz haliyle insanlığımızdan çıkmamız demek. Sağda solda patlayan bombalarla, ölümlerle yaşamaya alışmak, hayattan vazgeçip, şiddete, korku ve tedirginliğe belenmeye razı olmak, etkileri sadece kendi fani hayatlarımızı değil, çocuklarımızın, torunlarımızın hayatlarını kuşatacak bir kötülük durumuna yuvarlanmak demek. Hayatın güvenlikte olmaya indirgendiği, herkesin bir diğerinden düşman yarattığı, herkesin bir diğerinden yarattığı düşmanı ezecek demir yumruğa bel bağladığı bir hale düşmek istemiyorsak alışmayalım hakikaten. Lakin, alışabiliriz, başkalarının kolayca alışabildiği, hatta aslında bir kısmıyla bizim de çoktandır alıştığımız gibi. Çoklarına bir başka ülkede yaşanmış gibi gelebilir ama onbinlerce insan geride kalan otuz senede Türkiye’de yaşanan çatışmalarda öldü, keza binlerce köy Türkiye’de boşaltıldı, pek çok intihar bombacısı Türkiye’de kendini patlattı. Aslında geride kalan otuz yıla gerek yok, daha yeni, geride kalan birkaç ayda yine Türkiye’de şehirler yıkıldı, yüzlerce insan çatışmalarda hayatını kaybetti. Bir kısmıyla ‘bizim buralarda’, İstanbul’da, Ankara’da yaşanmadığından Türkiye’de yaşanmış gibi hissetmedik belki, ama aslında bir kısmıyla bunlarla yaşamaya usul usul alıştık da. Dolayısıyla, şehirlerimizde her gün birilerinin kendilerini patlatmasına da alışabiliriz. Nitekim, bizim gibi başka insanlar, başka toplumlar çoktan alışmış görünüyor. Irak’ta, Suriye’de yüz binlerce insan daha düne kadar alışveriş yapıp, komşuluk ettiklerince öldürülüyor, bombalanıyor ve ama ‘hayat da devam ediyor’. Suriyeliler, Iraklılar çok değil belki birkaç sene sonra büyük bir utançla, büyük bir hayıflanmayla hatırlayacakları berbat bir hayata epey bir zamandır alışmış görünüyor. Çaresizlikten elbette, alışmaktan başka bir şansları kalmadığından. Dolayısıyla, evet, çaresiz kalırsak, biz de pekala alışırız bu türden bir zillet haline. Bizden önce başkalarının da alıştığı gibi. Toplama kampındaki hayata bile alışabilmiş bir fıtrata sahip mahluklarız ne de olsa. Öte yandan, bundan seneler sonra, yaşamış olduğumuz, engelleyemediğimiz için utanacağımız, hayıflanacağımız bir hayata alışmak istemiyorsak eğer, bu patlayan bombalara, şehirlerin yıkılmasına, hiç bitmeyecekmiş görünen çatışma haline yol veren ve kendi ellerimizle inşa ettiğimiz vasatı ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bu vasatın ne olduğu da sır değil: Kürd meselesi ve Suriye meselesinin iç içe girdiği bir vasat sebebiyledir ki alışırsak insanlığımızdan çıkacağımız bir günlük hayatın eşiğinde duruyoruz bugün. İnsanlığımızdan çıkmak, hayatı güvenlikte olmaya indirgemek, çocuklarımızın, torunlarımızın hayatlarını kuşatacak bir kötülük durumuna yuvarlanmak istemiyorsak, Kürd meselesinde, Suriye meselesinde bir zamandır peşine düşülen yollardan nasıl dönülür, acilen bunun üzerine düşünmemiz gerekiyor. 08 SÖYLEŞİ BasHaber 28SÖYLEŞİ Mart - 04 Nisan 82016 SÖYLEŞİ BasHaber 28 Mart - 04 Nisan 2016 9 SÖYLEŞİ HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat: Dokunulmazlıklar kaldırılırsa istifa ederim Dokunulmazlıklar kaldırılır mı? Kaldırılabilir. Ama kaç kişi olur, nasıl olur bilmiyorum. ‘ Tepki olarak mı? Buranın bağımsız bir parlamento olmadığı kanısına bir kez “Mesud Barzani’yi takdir ederim ve en iyi siyaset okulundan mezun olduğunu düşünüyorum. Melle Mustafa Barzani’nin rahle-i tedrisatından geçmiştir. Bana göre Melle Mustafa, Kürd halkının en iyi stratejistlerindendir. Mesud Bey de bir Peşmerge olarak hem savaşı hem barışı birlikte yaşamıştır. Ortadoğu’yu iyi biliyor. Hem bir ziyaret, hem de bir fikir alışverişiydi.“ Demirtaş ve Yüksekdağ’ın dokunulmazlıklarının kaldırılması da gündemde ve kulislerden hapse girecekleri yönünde söylen- rg .o ur d ak iv rs .a HDP’li diğer vekillerde aynı şekilde istifa ederler mi? Tabi ki değerlendirecek olan partinin yetkili makamlarıdır. Nasıl karar verirler bunu bilemiyorum. Ben kişi olarak tavrımı açıklayabilirim ancak. tiler yayılmakta. HDP Eş Başkanları’nın tutuklanması nasıl sonuçlar doğurur kamuoyunda? Yalan söylüyorlar. Her ikisinin de dokunulmazlıkları kaldırılabilir; ama tutuklanabilecekleri kanısında değilim. Özellikle dünyadaki baskıdan çekinirler. İki Eş Genel Başkan’ın hapse atılmasının izahını yapabilme imkanına sahip değiller. Şu anda kaldırılacak sınırlı sayıdaki milletvekillerini de denemek için kaldırabilirler. Toplumun ve dünyanın vereceği refleksi ölçmek için yaparlar. Eğer büyük bir refleks görmezlerse, hepsini peyderpey ekarte etme yoluna gidebilirler. w Neden? Akılları sıra zeka oyunu yapıyorlar. Çok zekiler ama akıllı değiller. Bir tek akıllı varlık insandır; zeka ise kurtta, tilkide ve köpekte de vardır. Buyurun kaldırın deniliyor. Peki neyi kaldırıyorsun? Bu dönemi kaldırıyorsun. Geçmişteki dönemler de dahil olmak üzere ve bundan sonraki dönemlerde de dokunulmazlık olmasın. Bana göre bu da yanlıştır; çünkü dokunulmazlık, tarihi bir süreç sonucunda alınmış olan parlamenterin iradesini özgürce ifade edebilmesi için bir enstrümandır. Dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’deki sorunları daha da derinleştirir. Böyle bir eylem yapıldığı takdirde ben bu mecliste durmam; aynı gün milletvekilliğinden istifa ederim. Hem de hakkımda herhangi bir fezleke olmamasına rağmen bu Meclis’te durmam. daha varırım ve bir oyunun oynandığı, sadece birilerinin kalkıp inen parmaklarının olduğu bir yerde daha fazla vakit kaybetmeden derhal o gün milletvekilliğini bırakırım. Bu durumda parlamento bana göre anlamsızlaşır ve benim orada durmam doğru olmaz. Dokunulmazlıkları kaldırdıkları gün ben bu Meclis’te yokum. Kendilerini baş başa bırakmakta fayda var. Yaza varmadan şiddetin azalması veya sonlandırılması yönünde kamuoyunda bir beklenti var ve hükümet sözcüleri de benzer açık- w Nasıl bir tepki olur buna karşı? İnanıyorum HDP’li milletvekili arkadaşlarımızın veya hepimizin dokunulmazlıkları kaldırılırsa, hatta boynumuzdan tutularak arabaya sokulup tutuklanırsak büyük bir kesim memnun olur. Ama bir bombayla hepimizi yok ederlerse inanıyorum ki o gün milli bir bayram şekline de getirilebilir. Bu kadar büyük bir nefret ve kinin içerisinde olan bir toplum var. Birinin üzüldüğüne, bir başkası seviniyor. Bu hale getirilmiş ve yönetim bunun üstüne oluşturulmuş. Yüzde 49’un sırrı burada yatıyor. Bunun için düşman yaratmak lazım; düşman da HDP’dir, Kürd halkıdır. Dokunulmazlıkların kaldırılması büyük bir ihtimaldir; hatta yeni bir oyunla bir kereye mahsus olmak üzere 500’ün üzerinde kişinin dokunulmazlıklarının kaldırılması isteniyor. w 1991 yılında Meclis’te DEP’li milletvekillerin tutuklanması ile sonuçlanan o sürecin tekrarlanmasına dair bir endişe var kamuoyunda, bir kez daha vekillere dokunulur mu? TBMM’de milletvekillerinin yaka paça gözaltına alınmasına benzer görüntüler izlenir mi? Milletvekilliği dokunulmazlığı ile kürsü dokunulmazlığını birbirinden ayırmak lazım. Kürsü dokunulmazlığı masum bir hakdır. Türkiye, maalesef Meclis’teki kürsü konuşmaları da dahil milletvekillerini 90’lı yıllarda gözaltına aldı. Parlamento çatısı altında yapılmış her türlü söz-söylem ne kadar ceza gerektirirse gerektirsin masumdur. Nasıl ki Cumhurbaşkanı’nın masumiyetinden bahsediyorsak, bu da böyledir. Türkiye’nin hali hükümetin hoşuna gidiyorsa, ülkenin bir kan gölüne dönmesi tasvip ediliyorsa, ona bir şey diyemem. 90’lı yıllardaki yöntemler kullanılırsa, o günkü sonuçlar alınacaktır. Şiddet, hukuk dışılık Türkiye’de hakim. Devletlerde en azından kurallar vardır; fakat Türkiye’de artık bu da yoktur. Burada hukuktan bahsetmiyorum, hukuk daha ayrı bir şeydir. Saddam’ın ülkesinde de kanunlar vardı, şu an Suriye’de de aynısı var. Esad, daha olayların başlangıcında ifade etmişti zaten, demişti ki; “İç işlerimize müdahale ederseniz, beni düşürmek için her türlü vasıtayı mübah sayarsanız bir gün bu, sizi de aynı şekle getirir.” Türkiye şimdi aynı durumdadır. Bugünkü yönetim öylesine bir çıkmaza girdi ki, bir trenin son sürat bir duvara çarpma olayı gibi görüyorum. Duvara doğru gittiğini görüyor, ama freni olmadığı için durduramıyor. Burada fren yoksa daha çok ölmek için gaza basıyor. Dolayısıyla milletvekillerine dokunulacaktır. Türkiye’de kutuplaşma öyle bir noktaya götürülüyor ki toplum birbirinden nefret eden iki gruba ayrılmış vaziyette. IŞİD garda bombalama yapıyor, fakat IŞİD’e laf söylenilemediği için, kalkıp kokteyl gibi şeyler söyleniyor. Buna bir çocuk bile güler. IŞİD ile Kobanê’de ölümcül bir savaşın içerisine girmiş olan PYD nasıl IŞİD ile birlik olabilir? Mesele IŞİD’i masum göstermek veya onun üstündeki yükü başkalarıyla paylaştırabilmektir. ‘ Yeter Polat lamalar yapıyor. Bu konuda sizin bir umudunuz var mı? Yazdan önce çatışmalar biter mi? Çatışmalar biterse masaya dönüldüğünde neler konuşulur? Bunca yıkımdan sonra müzakereler yeniden nereden başlar? Müzakerelere başlanmayabilir; ama Cumhurbaşkanı, Başkan olursa bu ateş sönebilir. Sönme ihtimali çok fazladır. Ama yeniden başlamayacağı kanısında değilim. Başkanlık verilir Cumhurbaşkanı’na ondan sonra Halifelik meselesi önümüze gelebilir. Yazın seçim olacağı kanısında da değilim ama önümüzdeki baharda bir erken seçimi görüyorum. O zaman eğer Meclis’te çoğunluğu sağlar ve anayasayı değiştirir. Hedefi ve hayali olan o Türk usulü başkanlık sistemini ele geçirirse ben öyle inanıyorum ki bu ateş söner. Ondan sonra ne zaman başlar bir garanti veya süre veremem. kapsaması durumunda dokunulmazlıkların kaldırılmasına sıcak baktıkları yönünde açıklamalar yaparken, HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat dokunulmazlıkların kaldırılması halinde milletvekilliğinden istifa edeceğini söylüyor. Fırat, “Dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’deki sorunları daha da derinleştirir. Bu yapıldığı takdirde ben bu Meclis’te durmam; aynı gün milletvekilliğinden istifa ederim. Hakkımda herhangi bir fezleke olmamasına rağmen Meclis’te durmam” diyor. Geçtiğimiz hafta KBY Başkanı Mesut Barzani ile görüşen HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat ile Erbil ziyaretini, dokunulmazlıkların kaldırılması tartışmalarını, Rojava’da ilan edilen federasyonu ve devam eden şiddetin siyasete etkilerini konuştuk. Geçtiğimiz hafta KBY Başkanı Mesud Barzani’yi Erbil’de ziyaret ettiniz. Akıllara memlekette durumun kontrolden çıktığı bugünlerde başka güçlerin de arabuluculuk yapması fikri geliyor. Bu ziyarette bir arabuluculuk teklifi tarafınızdan gündeme getirildi mi? Mesud Barzani’yi takdir ederim ve en iyi siyaset okulundan mezun olduğunu düşünüyorum. Melle Mustafa Barzani’nin rahle-i tedrisatından geçmiştir. Bana göre Melle Mustafa, Kürd halkının en iyi stratejistlerindendir. Mesud Bey de bir Peşmerge olarak hem savaşı hem barışı birlikte yaşamıştır. Ortadoğu’yu iyi biliyor. Hem bir ziyaret, hem de bir fikir alışverişiydi. Ortadoğu’da yeniden bir yapılanmaya gidiliyor. Bunlar müzakere edildi. Ortadoğu’yu konuştuk. Ne kadar sorun varsa 2 saat içerisinde konuşuldu. Arabuluculuk meselesi konuşulmadı. Ülkedeki kaos ve şiddetin, Kürdlerin öldürülmesinin Mesud Barzani’nin yüreğini yaktığına inanıyorum. Elinden ne gelirse onu yapabileceğine de inanıyorum. Barzani için Irak’taki Kürd ile Türkiye’deki Kürd’ün hiç bir farkı yoktur. KBY’de ekonomik ve siyasi kriz devam ediyor. Türkiye’den beklentiler var ve bunlar karşılanmadı bildiğiniz gibi. IŞİD sonrası Türkiye’den beklenen desteği alamayan Kürdler ikinci kez ekonomik dar boğaz yaşadığı bu günlerde yine bekledikleri desteği alamadı. Bölgedeki atmosferi nasıl buldunuz? Erbil’den bakıldığında Ankara nasıl görünüyor? Orada yeni oluşan bir Kürd topluluğu var. Her zaman şu kanıdayım, üretmeyen toplum millet değildir. Millet vasfını kazanamaz; mutlaka üretecek, kendine ne kadar yetiyorsa o kadar üretecek. O zaman rant ekonomisinin dışında olabilir. Petrolünüz, gazınız var ama bunlar çok fazla bir şey ifade etmez. Sovyetler’in yıkılmasında etkin olan faktör bu ekonomik faktördür. Güney Kürdistan’da lüks AVM’ler, oteller, inşaatlar var; ama maalesef yumurtayı, salatalığı, eti ithal ediyor. Üretmediğiniz zaman, insanlar lükse yönelirler ve işi ranta çevirir. IŞİD’in saldırısı bana göre bir hayra da sebep oldu. Oradaki halkın ve yönetimin o sarsıcı olayda kendini toparlamasına neden olmuştur. IŞİD’le mücadele edip, kendi topraklarını korudular. Herhalde bir daha aynı vahamete düşmezler. Bir an önce birlikteliğin oluşturularak siyasi bağımsızlığın elde edilmesi gerekiyor; Çünkü Irak’ın yeniden bir araya gelmesi mümkün değildir. Şii Araplarla, Sünni Arapların anlaşması mümkün değildir veya Şii Araplarla, Kürdler’in anlaşması hiç mümkün değildir. Bir şekilde Kerkük sorunu halledilmiştir, şimdi Musul sorunu gündemdedir. İnanıyorum ki o da halledilecektir. Musul illa Kürdlerin olsun diye bir şey yoktur, ama Musul’a baktığınız zaman Dicle’nin batısı Kürd bölgesidir. Doğusu belki Araplar’ın çoğunlukta olduğu bir bölgedir. Orada bir özerk yönetim kurulur, sonra oradaki halkın tercihleri alınır. Bu konu halledilmeden de Musul’un kurtarılması mümkün değildir, Peşmerge olmadan Musul kurtulamaz. Peşmerge de buraya girdiği zaman birçok kayıp verecektir. Burası bir başkasına bırakılacaksa neden şehit olsun? Rojava’da federasyon talebi çıktı. Sürpriz bir çıkış olarak değerlendirenler de vardı, bekleyenler de. Siz nasıl değerlendirdiniz? Rojava’da federatif çözümün bölge konjonktüründe bir karşılığı var mı? Federatif sistem, özerk yönetim gibi yönetim biçimleri tamamen merkezi hükümetle yapılan görüşmeler neticesindeki yasal düzenlemelerle mümkün olabilir. Bağımsızlık böyle değildir. Bağımsızlığınızı ilan ederseniz, kabul edilir edilmez o ayrı bir şeydir. Federasyon dediğiniz zaman, Güney Kürdistan’da olduğu gibi Irak’ta yeni bir anayasa yapıldı ve o Anayasa’da Irak Kürdistanı’nın statüsü yer aldı. Rojava’da da aynı durum var. Suriye barışa kavuşmak zorundadır. Ondan sonra oturup bir yapılanmaya gidecektir. İşte o zaman oturup bir pazarlık yapılabilinir. “Ben federatif bir yapı istiyorum” gibi pazarlıkları yapabilirsiniz ama bugün bu pazarlığı yapacak bir muhattap yok. Bana göre zamansız olmuştur, dolayısıyla bu zamansızlık nedeniyle de gerek Esad yönetimi, gerekse ABD ve diğer müttefikleri de bunun zamansız olduğunu söylemiş, imkansız olduğunu ifade etmişlerdi. Röportajın tamamı bas-haber.com’da “Dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’deki sorunları daha da derinleştirir. Böyle bir eylem yapıldığı takdirde ben bu mecliste durmam; aynı gün milletvekilliğinden istifa ederim. Hem de hakkımda herhangi bir fezleke olmamasına rağmen bu Meclis’te durmam.“ ‘ HDP’li Vekillere ‘dokunulsun mu dokunulmasın mı’ tartışması doludizgin devam ederken, Meclis’te dokunulmazlıklarla ilgili değişikliğin kapsamı ve izlenecek yöntemler tartışılıyor. Yeni düzenlemelerin hedefinde ise HDP ve muhalefet milletvekilleri olduğu iddia ediliyor. TBMM Anayasa Adalet Karma Komisyonu’ndaki 507 fezlekeden sadece 42’si 24 AKP milletvekili için verilmişken, muhalefetteki durum ise şöyle: HDP’li 43 milletvekili hakkında 292, CHP’li 47 milletvekili hakkında 154, MHP’li 6 milletvekili hakkında da 15 dosya bulunuyor. Muhalefet partileri, önceki dönemleri de 09 Emre itaat edenler ve etmeyi reddedenler FERHAT KENTEL Bugün, 12 Eylül generallerinin tahammül edemediği meşhur “Aydınlar dilekçesi”ni çağrıştıran bir mesele, güzel ülkemizde, “bombalardan bile daha önemli” hale geldi. Bombacıların maalesef yakalanamadığı –çünkü öldükleri- bir ortamda, devlet-siyasetyargı otoritesi ancak imzacı akademisyenleri yakalayabildi. Ürktüğü için mi bilemem ama yargı erki, bu akademisyenlerden Esra Mungan, Muzaffer Kaya ve Kıvanç Ersoy’u Silivri’de tecrit altına koymuş. Bir klişeyi tekrar edecek olursam, “her ne kadar içeriğine katılmasam da...”, bırakınız terörü, herhangi bir şiddete de çağrı yapmayan bir metin belli ki, yukarıda sözünü ettiğim ve giderek bir bütün haline gelen iktidar yumağı için bir işlevi görmesi bakımından çok fayda sağladı. Bu “fayda” hakkında Alman Nazi Partisinin en meşhur üyelerinden ve Gestapo’nun kurucusu HermannGöring’in1946’da Nuremberg Mahkemeleri sırasında verdiği (daha önce de alıntıladığım) bir röportajda söylediklerinden bir fikir edinebiliriz: “Tabii ki insanlar savaş istemez. Ayrıca fakir bir çiftçi niçin, savaştan elde edeceği tek kazancın tek parça halinde köyüne dönmekten başka bir şey olmadığını bilip, savaşta hayatını riske atsın? Ne Rusya’da, ne İngiltere’de, ne Amerika’da, ne de Almanya’da ister. Fakat neticede, ülkelerde liderler karar verici durumdadır. Ve her zaman insanları istenilen yöne çekmek, ister demokrasilerde olsun ister faşist diktatörlüklerde, ister parlamenter rejimlerde, isterse de komünist diktatörlüklerde hiç de zor değildir. (...) İnsanlar kolayca her zaman liderlerinin, taleplerini kabul etme noktasına getirilebilir. Tek yapacağınız onlara saldırı altında olduklarını söylemek, barış yanlılarını vatansever olmamakla suçlamak ve ülkeyi tehlike ile karşı karşıya bir durumda göstermektir. Bu yöntem her zaman, her ülkede işler.” (GustaveM.Gilbert, NurembergDiary (1995); aktaran: Kudret Tamerler, “Korku mühendisliği”, Açık Radyo, 31 Ocak 2004) ABD’de 1960’ta yapılmış ve bir klasik olan “Milgram elektrik şok deneyi” sırasında, gayet “makbul vatandaş” olarak kabul edilebilecek bir sürü sıradan insan otorite ve onun emirleri karşısında itaat ettiler; sorulan sorulara cevap veremeyen insanlara giderek artan dozlarda elektrik vermeyi kabul ettiler... Birçok tekrardan sonra ortaya çıkan sonuç korkunçtu: aslında gerçek elektrik verilmediğini bilmeyen bu “denekler”in üçte ikisi, soru sordukları insanların acı çektiklerini duymalarına rağmen, “sorumluluğu üstlenen” psikologların emirlerini yerine getirdiler. Yani Almanya, ABD ya da Türkiye çok farketmiyor... Liderler ya da hegemonik konumdaki zihniyet ve ideolojiler, kontrol ettikleri medya teknolojileri vasıtasıyla insanları her zaman “ikna etme” kapasitelerine sahipler. Bu kontrol sadece sokakta ya da evde bütün kanalları kontrol edilmiş televizyon kutusu karşısında uysallaşmış vatandaşlar için geçerli değil... Hatırlayalım; 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında Adnan Menderes ve arkadaşları, hukukun temel ilkelerini çiğnenerek Yassıada’da kurulmuş olan “ihtilal mahkemesinde” yargılandılar. Menderes bu mahkemede adil yargılanma hakkının nasıl ihlal edildiğini anlatmaya çabalarken, mahkemenin başkanı olmayı kabul eden Salim Başolonun sözünü kesti ve “tarihe” kara bir leke olarak geçen şu meşhur lafı etti: “Sizi buraya getiren irade sizin mahkum edilmenizi istiyor.” Salim Başol, o mahkemede kendisinin üzerindeki iradenin sözünü dinlemişti ama bir başka yargıç, dönemin Yargıtay Başkanı Recai Seçkin, bu sürecin başında kendisine teklif edilen mahkeme başkanlığı görevini reddetmişti. Yani bütün yargıçlar kendi üstlerinden gelen ve barış demeye çalışanları hain ilan eden iradeye uyacak diye bir zorunluluk yok... VeMilgram deneyinde, katılan insanların üçte ikisi, cevapları bilemeyenleri elektrik şokuyla cezalandırmayı kabul ederken, üçte birinin de böylesine acımasız ve aptal bir emre itaat etmeyi reddettiğini bilelim. 10 MECLİS BasHaber BasHaber 28 Mart - 04 Nisan 2016 DEP süreci yaşanmayacak! Dokunulmazlıklar tartışması Özcan: Meclis’ten değil, evlerinden alınırlar TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Öğretim Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)’da araştırmacı olarak çalışan Dr. Nihat Ali Özcan dokunulmazlıklarla ilgili BasHaber’e, yapılan tartışma- Elçi: Şahsi dokunulmazlıklarının kaldırılması gerekir Şırnak Barosu Başkanı Av. Noşirvan Elçi ise, 83. Maddde’nin yasama dokunulmazlığı ile ilgili olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Bu. maddenin 1. Bendi’nde ‘milletvekili düşüncesini ve fikrini söylediği için yargılanamaz’ deniliyor. Kürsü dokunulmazlığı denilir buna. Milletvekili içeride ve dışarıda söylediği şeylerden dolayı yargılanamaz. Ancak Meclis Başkanlığı’nın Nihat Ali Özcan Çelebi Araz Noşirvan Elçi Eşref: Vekiller, dışarıda suç işledilerse cezalarını çekmeli Avukat Alparslan Eşref da diğer hukukçular gibi kürsü dokunulmazlıkları hariç, dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğini söyleyerek, şunları ifade etti: “Milletvekillerinin kürsü dokunulmazlığı hariç, dokunulmazlıkların kaldırılması taraftarıyız. Bazı dokunulmazlıkların yerinde kalması gerekiyor. Vekiller, dışarıda suç işledilerse cezalarını çekmeli. Dokunulmazlıklar kaldırılmadan suç işleyen milletvekillerine ne savcı, ne de hâkim dokunabiliyor. Biz buna karşıyız. Bürokrasinin işleyişi açısından bazı dokunulmazlıkların da kalması gerekiyor. Ayrıca, 90’lı yıllarda yaşanan sıkıntıların yaşanacağına inanmıyorum; fakat herkes suçunun cezasını çekmelidir.” .o rg ürkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren Türk olmayan etnik grupları sanatın bütün dallarında bir tür ‘ötekileştirme’ öznesi olarak kullanması ve ulus-inşa süreçlerinde en kudretli yapı harcı olarak buna sürekli başvurmasıyla hayatımıza kaynaştırdığı ötekileştirici dil medya üzerinden ‘düşman’ üretmeye devam ediyor. Salt toplum bilimciler ve sosyologlar değil, kimi oyuncu ve senaristler de aynı biçimli/konulu dizilerin hala iş yapıyor olmasını şaşırtıcı bulduklarını vurguluyorlar. Bu TV dizileri ve sinema filmleri aynı zamanda Cumhuriyet tarihinde her dönemde başvurulan ‘iç düşman’ yaratma projelerinin toplumsal değişim ve dönüşüm dönemlerinin güzide anahtarı olmakta, linç gösterilerini dizayn eden grupları da dinamik tutan, slogan ve söylemlerin de üretildiği kaynaklar olarak gösterilmekte. Sosyolog Prof. Ferhat Kentel’e göre her ulus inşasında olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus inşasında da kendine atfedilen ulusal kimliğe ilişkin bazı özellikler var. Kentel, misafirperverlik, kahramanlık, bağımsızlık gibi kavramların Türk ulusal kimliğinin inşasında işe yaramadığını daha çok, ‘dışarıdakilerin’ işe yaradığını hatta kullanıldığını ifade ediyor. Devletin, idealindeki ulusu kuramadığı için sık sık bu dile başvurduğunu, dışarıdakiler vasıtasıyla içerinin kurulduğunu söyleyen Kentel, “İşte ‘kahrolasıca Ermeniler’, ‘hain Araplar’, ‘düşman Yunanlılar’, ‘eşkıya Kürdler’ gibi… Ermeniler 1915 olaylarından sonra çok konuşulmadı aslında. Anadolu’nun bazı yerlerinde ‘Ermeni dölü’ gibi şeyler vardı. Ama Cumhuriyet’in kendi dilinde Ermeniler yoktu. Utanç taşıyan bir tarih sayfaydı. Daha sonra Ermeniler konuşmaya başladıkça Ermeniler’ de içeride kurucu bir öteki oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal kimliğin inşasında, kurulmasında ötekiler hep işe yaradı. Örneğin 1920-30’ların dergilerinde Dersim Katliamı’nda Türk basınının kullandığı malzemelere baktığımız zaman ‘vahşi’ bir takım yaratıklardan’ bahsedildiğini görürüz” diyor. ur d ak iv rs Araz: Türkiye, dokunulmazlıkların kaldırılmasına hazır değil Dokunulmazlıkların kaldırılması ve fezlekelerin meclise gelmesiyle ilgili BasHaber’in sorularını yanıtlayan Mardin Barosu Başkanı Çelebi Araz, demokrasilerde olması gerekenin kürsü dokunulmazlıkları haricindeki bütün dokunulmazlıkların kaldırılması olduğunu dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü: Türkiye koşularında bu dokunulmazlıklara ne kadar hazır, bunu ayrıca değerlendirmek lazım. Dokunulmazlıkların kaldırılması için daha erken olduğunu düşünüyorum. Türkiye, netice itibariyle yargı anlamında tam olarak rayına oturmadı. Yargı üzerinden bir siyasi çekişme yaşanabilir. Türkiye, buna hazır mıdır, bence değildir.” 1994’te DEP’li milletvekillerinin Meclis’ten yakapaça gözaltına alınması gibi görüntülerinin yaşanmayacağını ifade eden Araz, ‘burada bir dengeden bahsederek, dokunulmazlıklar kaldırılmayacak’ dedi. Dokunulmazlıkların kaldırılması halinde bile 90’lı yıllarda yaşananların yaşanmayacağını tekrarlayan Araz, “Sayın Başbakan, 506 dosyadan bahsetti, ama dokunulmazlıkların kaldırılacağını sanmıyorum, çünkü bu, başka sorunları da beraberinde getirecektir. Bu olay, daha önce de konuşulmuştu. Dokunulmazlığın kaldırılması üzerinden tabiri caizse bir siyasi manevra yürütülebilir” şeklinde konuştu. böylesi bir inandırma operasyonuyla karşı karşıya olduğunu vurguluyor. T tireceğinin altını çizen Elçi, sözlerini şöyle sürdürdü: “Onun yerine Türkiye’de antidemokratik maddelerin değiştirilmesi gerekir. İki yıl süren barış sürecine herkesin destek verdiği bir uygulama oldu. Bunun yerine demokrasinin önünün açılması gerekir. Kürd sorununun çözümünde demokratik siyaset yolu izlenmeli. Kapalı olan yolların tekrar açılması gerekir.” .a bir kararı olmadığı sürece bir yargılama olamaz. Milletvekili olduğu sürece soruşturma ve kovuşturma da yapılamaz.” Elçi, yapılmak istenilenin kürsü dokunulmazlığı dışında şahsi dokunulmazlıklarının kaldırılacağını ifade ederek şöyle devam etti: “Burada kötü olan şey ise bu arada yapılması doğdu değildir. Kürsü dokunulmazlığı dışında bütün vekillerin şahsi dokunulmazlıklarının kaldırılması gerekir. Yoksa birilerini seçerek gönderme yaklaşımı hukuki bir yaklaşım olmaz.” 83. Madde’nin bir seferliğine değiştirilmesini eleştiren Elçi, “Bu zaten çözüm olmadığı gibi hissi bir yaklaşımdır. Sadece HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması diğer partililerin trafik cezaları gibi küçük cezalara ilişkin fezlekelerin hazırlanması da doğru değildir. Genel bir uygulama olarak bütün vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılırsa bu kabul edilebilir bir şey olur. En çok uygulanan yöntem tutuklama olduğu için böyle bir durum olabilir. Ama bir ek madde ile tutuksuz yargılanabilir” ifadelerini kullandı. Çatışmalı sürece de dikkat çeken Noşirvan Elçi, böyle bir süreçte dokunulmazlıkların kaldırılması sürece katkı sunmayacağını söyledi. Bunun var olan süreci daha da derinleş- Besê Çelik w ların günlük siyaset içerisindeki tartışmalar olduğunu söyleyerek, dokunulmazlıkların kaldırılmasının önemli olmadığını, hatta bu tartışmalarda önemli bir sonucun da alınmayacağını ifade etti. Tüm bu tartışmaların kamuoyuna yönelik olduğunun da altını çizen Özcan, şöyle dedi: Günde 20 kişinin öldüğü bir yerde tutuklamalar önemli değildir. Buradan siyasetin genel gidişatını değiştirecek bir şey çıkmaz. Bu biraz PKK’nın taleplerini aşağıya çekmek için baskı kurulmaya çalışılıyor. Olup olmayacağını göreceğiz. Tutuklama çıksa bile bu, Parlamento’da olmaz. Dokunulmazlıklar kaldırılırsa gidip evlerinden alınırlar. Bundan çok büyük bir şey çıkmaz. Yani Türkiye’de çok büyük olaylar yaşanmaz.” Toplumsal dayanışma ağları güncellenmeli! w Meclis’e sunulan fezlekelerin işleme konulması ve dokunulmazlıkların kaldırılması tartışmaları, önümüzdeki günlerde Türkiye’nin ana gündemini oluşturacağı izlenimi veriyor. Dokunulmazlıkları kaldırılmak istenen vekillerin çoğu HDP’li. Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz hafta konuya dair yaptığı açıklamada “Gelin hep beraber dokunulmazlıkları kaldıralım. 506 dokunulmazlık dosyası var, hepsini kaldıralım” demiş, ardından fezlekelerle ilgili tartışmalar hız kazanmıştı. AKP Grup Başkanvekili Naci Bostancı, dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili muhalefet partileriyle görüşmüştü. AKP’nin 506 fezlekeyle ilgili tek maddelik anayasa değişikliği önerisine HDP, kürsü dokunulmazlığı dışındaki bütün dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde karşı öneri sunmuştu. Meclis’e sunulan 506 fezleke 112 milletvekili ile ilgili. 506 fezlekenden 278’i, HDP’li 41 milletvekiline ait. CHP’li 33 milletvekili hakkında da 116 fezleke Meclis’e gönderilirken, AKP’li 21 milletvekili hakkında da 41 fezleke bulunuyor. MHP’li altı milletvekili için ise 14 fezleke düzenlendi. HDP’li vekiller hakkındaki fezlekelerin 57’si Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş, 7’si Figen Yüksekdağ hakkında düzenlendi. TBMM Başkanvekili HDP’li Pervin Buldan hakkında ise 46 fezleke bulunuyor. CHP’li 33 milletvekili hakkında 116 fezleke bulunurken, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu hakkında 37 fezleke bulunuyor.22 AKP milletvekili hakkında ise 40 fezlekesi var. 22 vekil arasında Şamil Tayyar 10 fezlekeyle ilk sırada. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ve Ekonomi Bakanı Naci Ağbal, hakkında fezleke düzenlenmiş AKP’li vekiller arasında. Meclis’te gurubu bulunan tüm partilerden milletvekilleri hakkında 506 fezleke dosyası bulunuyor. Fezlekelerin işleme alınmasını ve dokunulmazlıkların kaldırılması girişimleri ile ilgili BasHaber’in sorularını yanıtlayan hukukçular, Türkiye’nin 90’lı yıllardaki görüntüleri yaşamayacağını ifade ederek, “Kürsü dokunulmazlığı hariç, tüm dokunulmazlıkların kaldırılması gerekiyor” diyor. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin devam eden tartışmalara müdahil olan hukukçular, kürsü dokunulmazlığının kaldırılması sonrası, tutuklanmalar olursa bile 90’lı yıllardaki görüntülerin yaşanmayacağını söylüyor. 11 Prof. Ferhat Kentel: w Eren Dinç / Adem Özgür IRKÇILIK 28 Mart - 04 Nisan 2016 ‘Kürdler ideal ulus tahayyülüne uymuyor’ Kürd meselesinde ise Kürdlerin devletin kafasındaki ideal tahayyüle uymadığını söyleyen Kentel, “Kürdler buna uymadığı için devlet her türlü propagandayı yapıyor” diyor. 90’larda Özel Harp Dairesi tarafından temeli atılan ‘ötekileri’, ete kemiğe büründüren karakterlerin yaratım sahasında şimdilerde gönüllü profesyonel senaryo ekipleri çalışmakta. Kökleri sağlam ve ‘yerli’ bu aklın bugünkü yansımaları sokak linçlerine gaz verse de, sarsıcı etkileri komşu ve hısımlık ilişkilerine kadar tüm toplumsal katmanlarda can yakmaya devam etmekte. ‘Günah Keçisi Romanlar’ Romanların her zaman için ikinci sınıf va- tandaş olarak kabul edildiğini söyleyen Prof. Ferhat Kentel, bunun sadece Türkiye’ye özgü olmadığını Balkanlarda da bu yaklaşımın var olduğunu hatırlatarak, “Her yerde Romanların ırk olarak ikici sınıf vatandaş muamelesi görmesi bizden olmaması, bizden olmayan olarak neredeyse belki en fazla sembolleştirilen halk olmuştur. Dolayısıyla dışarıdan içeriye Romanlara dönük olarak böyle bir şey beslendi. Sosyolojide günah keçisi teorisi var. Size kötü dedikleri zaman kötü olursunuz, kimse size ev vermez, kız vermez, çalıştırmaz. Siz kötü kalırsınız” diyor. Kürdistan’da ağalık bitti dizisi hiç bitmiyor! Ve artık Kürdistan’da tarih olmuş ağalık statüsü günümüzde de devam eden toplumsal bir sistem olarak sunulmaktadır. Kadın-erkek ilişkilerini de bozacak formülasyonları barındıran bu dizilerin izlenme oranları ise ilgi çekici seviyelerdedir. “Örneğin Kurtlar Vadisi, Şefkat Tepe dizileri gibi. Bunlar ırkçı dizilerdir. Türklerle uyum sağlayan, dini bütün, Cumhuriyetçi Türk aşığı ve iyi Kürdler var bu dizilerde. Orada tarif edilenin dışındakilerin hepsi kötü Kürd oldu. Dolayısıyla bütün bunlar biat etmeyen kötü Kürd imajı için çok kullanıldı. Şimdi Sur’a Cizre’ye baktığımız zaman da sanki bunun zihinsel arka planı hazırlanmış gibi. Orada her şey açık açık yapılıyor. Hiç birimizin veya ortalama Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarının ise bu konuda kılı kıpırdamıyor. Çünkü biz bunların ne kadar kötü olduklarını TV’den görüyoruz, biliyoruz. Aynı Romanlara baktığımız gibi, bu operasyonları da makul gördük. Bizler zaten bu insanların ne kadar kötü olduklarını TV dizilerinden öğrendik. Toplum olarak bunu önceden zaten öğrendik” diyen Kentel, piyasanın Kürdlerle ilgili kötü senaryolarla yapılmış filmlerle dolu olduğunu söylüyor. ‘Kürdlük inandırma operasyonunun hedefinde’ İnandırmanın formülleri üzerinde düşünülmesi gerektiğine dikkat çeken Kentel, “Kapitalizme, tüketiciliğe nasıl inanıyoruz? İşte reklamlar ha bire bombardıman halinde. TV’lerle bombalanıyoruz? Neye inanacağımıza dair o kadar çok malzeme var ki. İşte bir tanesi de Kürdlük. Kürdlüğün nasıl bir Kürdlük olduğu. İşte ne kadar kadınsılaşabileceği, ne kadar kötü korkak, çirkin bir şey olduğu. Aslında inandırma mekanizmasının en önemli unsurlarından biri de tehlikeye korku eşliğinde inanmak. Anıtkabiri niye dikiyorsunuz? Bir tür tapınak, mabet gibi, korkuya karşı sembolik bir yer dikiyorsunuz. Biz bununla kendimizi koruyoruz. Bir muska gibi. Eğer siz TV’lerde yere tüküren, şalvarlı, kaba saba konuşan olarak gösterirseniz, kadınları zavallı olarak gösterirseniz, Kürd erkeği denilen yaratığı aşiret reisin o geri kalmışlıkla anlatırsanız Kürdler aynı Romanlar gibi ciddiye alınmayan bir takım yaratıklara, hedefe dönüştürülebilir” diyerek Kürdlerin ‘Kürdler kullanışlı ötekiler mi?’ Kürdleri sürekli suç üreten kimlik olarak gösteren medyanın, barışın tesis edilmesi beklentisinin en yüksek olduğu bugünlerde aynı özensizliği göstererek savaş dilini tercih etmesi yine aynı tarihsel kodların efekti olarak değerlendirilmekte. Bu iklimde beklenen, arzu edilen barış talebinin sokaklara toplumsal şiddet olarak yansıtılması siyasilerin sorumluluğundan çıkmış muhatapsız bırakılmıştır. Kürdlüğün öteki figürü olarak araçsallaştırıldığını söyleyen Ferhat Kentel, “İnsanların güvensizlik yaşayan toplumların, toplulukların ve cemaatlerin başvurduğu kullanışlı olan ötekiler var. Bunlar bir zamanlar canavarlar, cinler, perilerdi. Amerikan toplumunda bol bol uzaylı muhabbeti geçer. Hollywood bunları çok kullanıyor ve niye kullanıyor. Sosyolojik olarak topluluklara bakarsak bunları görürüz. Travmatik olarak baktığımız zaman bu toplum çok güvensiz bir toplum. Amerika’ya benziyor. Mesela Amerika’da komşulardan korkuluyor. Komşuların kim olduğu çok önemli oralarda. Dünya Değerler Araştırması yapıldığı zaman Türkiye’de oranlar inanılmaz yüksek çıkmıştır. Apartmanda Ermeni, ateist, Yahudi, eş cinsel istemem diyenler var. Bu oran yüzde70 - 80’lere varıyor. Kürdler de bu nispeten daha azdır. İnsanlar niye bu kadar diğer insanlardan korkuyor? Çünkü böyle formatlanmış bir toplum bu. Eğitimi, sosyalizasyonu buradan geçmiş. İlkokul kitaplarında Sevr Sendromu ile büyük Ermenistan, büyük Suriye, büyük Kürdistan korkusuyla yetiştirilen bir takım nesiller var. Bu güvensizliğin akabinde Kürdlüğün kolayca nasıl böyle inşa edildiğini” anlayabiliyoruz diyor. Toplumsal dayanışma ağları güncellenmeli Kürdlerin, Türklerin, dindarların, Alevilerin, Ermenilerin ve diğer tüm ötekilerin kendi aralarında dayanışma ağlarını güncellemesi gerektiğini öneren Kentel, “bu öteki dilini ortadan kaldıracak tek şey bütün ötekilerin birbirine yardım etmesi ile mümkün olabilir. Küçük dergiler çıkarmak gibi. Küçük sesleri duyurmak gibi. Radyolarda şarkılar dinlemek gibi. Toplumun binlerce yıldır ürettiği var olma teknikleri vardır. İnsanlar birbirlerini çok öldürdüler ama insan neslini yine sürdürdüler. Kötü bir şey varsa iyi bir şey de vardır. Bunu isterseniz dinde, isterseniz Kürd kültüründeki dengbejlerde görebilirsiniz. Bunun izleri bir sürü yerde var. Diyanet hutbesinde kötülüğe karşı iyilik ile gidin deniliyor. Burada var işte. Başka geleneklerde de insanların kendilerini koruyacak şeyleri vardır. Ama en önemlisi sohbet etmek. Her yerde insanların kendilerini koruyacak bir araçları mutlaka vardır” diyor. 12 ÇOCUK BasHaber 28SÖYLEŞİ Mart - 04 Nisan12 2016 Baro çocukların ailelerine teslimini istiyor! Sur çocukları esirgeme kurumuna veriliyor Çocuklar, ‘örgüt propagandası yapmakla’ suçlanıyor Konuya ilişkin BasHaber’in sorularını yanıtlayan Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Avukat Gazal Bayram Koluman, konunun takipçisi olduklarını ifade etti. Çocukların dosyasına avukatların Ceza Muhakemeleri Kanunu uyarınca “Yapılanlar tamamen yasaya aykırı” Çocuk Esirgeme Kurumu’na 8’inin nakledildiğini belirten ve 3 Mart’ta tahli-ye edilen 11 çocuk ile kuruma sevk edilen 8 “Aileler çocuklarını istiyor!” Çocukların ortalama bir ay kurumda tutulabileceğini, bir ay sonra koşullara bağlı olarak sosyal hizmet uzmanlarınca raporun hazırlanarak mahkeme sunulacağını ifade eden Koluman, mahkemenin çocuğu aileye teslim edip etmeyeceğine karar vereceğini söyledi. Öte yandan ailelerin çocuklarını istediklerinin altını çizen Gazal Bayram Koluman, çocuklarla ilgili kuruma talepte bulundukları halde yazılı bir ce-vabın kendilerine gelmediğini söyledi. Ailelerin çocuklarını istediklerini, bir aile dışında tüm ailelerin müracaatta bulunduğunu dile getiren Koluman, “bu çocukların derhal ailelere teslimi gerekiyor” dedi. 13 Ne verirsen elinle o gelir seninle ÖZTEKİN ÇAÇAN H Dinç Karayazı / Gültekin Çelik ak ur d .o rg aziran seçimlerinden sonra başlayan çatışmalı sürecin ardınan artan gözaltı ve tutuklanmalar nedeni ile cezaevlerinin nüfusunun 82 bin kişiye çıktığı bildiriliyor. 2009’da “KCK Operasyonları“ kapsamında 7 bin 748 kişi gözaltına alınırken, 3 bin 895 kişi ise tutuklanmıştı. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), 2015’te “Kürd siyaseti ile ilgilenen 7 bin 480 kişinin gözaltına alındığını belgelerken, bunlardan bin 421’inin ise tutuklandığını açıkladı. iv halinin suç sayılıp sayılmayacağı, tam anlamıyla akıl ve ruh sağlığının sağlam olması beklenir ki, 12-15 yaş aralığındaki çocuklarda bunun mümkün olmadığını düşünüyoruz. Bu çocuklar bir ayı aşkın bir süre Sur’da çatışma bölgesinde mahsur kalıp mağdur oldu. Bu yetmiyormuş gibi, örgüt üyeliğiyle yargılanınca ikinci kez mağduriyet yaşadılar.” Cezaevlerinin nüfusu 82 bin oldu rs “Çocuklar Sur’dan sonra ikinci kez mağdur oldu” İfadeleri alınan 9 çocuktan 6’sının 12 ile 15 yaş aralığında, diğer 3 çocuğun ise 15 ile 18 yaş aralığında olduğunu aktaran Gazal Bayram Koluman, bu çocukların bulundukları eylemlik halinin ceza kanunu kapsamında suç sayılıp sayılmayacağı, bu dosyada akıl ve ruh sağlının oluşturulması gibi konuların önemli olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: “Burada ilk ifadesi alınan 9 çocuktan 6’sı 12 ile 15 aralığında, 3 çocuk ise 15 ile 18 yaş ar-alığında. Bu çocukların bulundukları eylemlik .a zorunlu müdahil olarak katıldığını dile getiren Koluman, “Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi olarak olayı dışarıdan gözlemci olarak takip etmek zorunda kaldık” dedi. Çocukların tümüyle “terör örgütü üyesi olmak” suçlamalarıyla yargılandığını öğrendiklerini söyleyen Kolu-man, şöyle dedi: “11 çocuktan 2’si birinci basamaktan yaralanma durumları söz konusu olup hastaneye kaldırılmıştı. Diğer 9 çocuktan 1’i tutuklandı, 8’i serbest bırakıldı. Daha sonra hastaneye kaldırılan çocuklardan birinin daha tutuklandığını öğrendik.” w 19 çocuk SHÇEK’e verildi Diyarbakır Sur’da yapılan operasyonlarda aralarında çocukların da bulunduğu birçok kişi tutuklandı. Serbest bırakılan çocuklar ise ailelerine verilmek yerine, çocuk esirgeme kurumlarına nakledildi. Sur’daki çatışma bölgelerinden çıkarılan 19 çocuktan K. Ş. (11), T. A.(7), G. A.(10), R. A. (7), M. A. (6), Ö. A.(4)., Ş.T. (9) ve adı öğrenilemeyen bir çocuğun, hakim onayı olmadan Çocuk Şube’den Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) teslim edildiği bilgileri yer aldı. Sur ilçesinde çıkarılan çocukların SHÇEK’e teslim edilmesi hakkında HDP Milletvekili Sibel Yiğitalp Meclis’e bir soru önergesi verdi. Yiğitalp, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu’nun yanıtlaması istemi ile verdiği soru önergesinde 7 Mart Pazartesi günü tahliye edilen 19 çocuktan sekizinin savcılık kararı ile SHÇEK’e verildiğini söyledi. Bölgedeki çatışmalarda meydana gelen mağduriyetlere çocukların ailelerinden koparılarak çocuk esirgeme kurumlarına verilmesi de eklenmiş durumda. Bu duruma karşı çıkan Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi, bunun hukuksuz bir gerekçe olduğunun altını çiziyor. Son olarak aileleri ile beraber Sur’daki çatıma alanlarından çıkarılan 8 çocuk SHÇEK’e teslim edildi. w nsan hakları ve sivil toplum kuruluşlarının hak ihlalleri ile ilgili yayınladığı verilere göre, çatışmalarda meydana gelen mağduriyetlere çocukların ailelerinden koparılarak çocuk esirgeme kurumlarına verilmesi de eklenmiş durumda. İnsan Hakları Derneği (İHD), Türk Tabipler Birliği (TTB) ve Tü-rkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) yayınladığı hak ihlalleri raporlarına göre sokağa çıkma yasakları ve çatışmaların olduğu bölgelerde çocukların maruz kaldığı mağduriyetler artıyor. Bir yandan çocuk ölüm veya yara-lanmalarında arttış kaydedilirken, diğer yandan çocuklar ailelerinden koparılıyor. TİHV’in son raporuna göre 7 il, 22 ilçedeki sokağa çıkma yasağında yaşamını yitiren 310 kişinin arasında 72 çocuk bulunuyor. çocuğun toplamının 19 olduğunu dile getiren Koluman, 11 çocuğun adli sürece dahil edildiğini, ger-iye kalan 8 çocuğun ise 12 yaş altında olması nedeniyle koruma altına alınarak kuruma sevk edildiğini anlattı. Çocuk Koruma Kanunu’nun 9. Mad-desi’ne göre ailelerin bakım yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde çocuklar kurum korumasına alınır.“ Burada bir hukuksuzluğun yaşandığını, 12 yaşındaki çocukların ‘örgüt üyeliğiyle’ suçlandığını, savcılık fezlekesine suçun bu şekilde kayda geçtiğini dile getiren Koluman, şunları söyledi: “Örgüt üyeliği iddiası var, bu çocukların 12 yaşında altında olması münase-betiyle ceza kanununa göre yargılamayacaklar. Yargılamayacakları için aile bunu teşvik ediyor gibi bir hissle kurum korumasına alınmasını talep ediliyor. Yasa diyor ki; ’5 gün kurum koruması altında kalan çocuğun hakim kararı ile kurum koruması altına alınıp alınmayacağının karara bağlanması gerekir. Bu kararın 5 gün içinde vermesi gerekir. Bu çocuklardan biri 1.5 yaşında, cezaevindeki annesine teslim edildi. Geriye kalan 7 çocuk hakkında da valilik çocukların koruma alınmasını talep ediyor, hakim de karar veri-yor. Dolayısıyla burada 13 günlük bir süreyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu sü-re 8 gün aşılmış durumda. 5 gün içinde verilmesi gerekeen koruma kararı 13 gün içinde veriliyor. Bu durum yasaya aykırıdır.” w İ Azad Celikanî CEZAEVİ BasHaber 28 Mart - 04 Nisan 2016 13 SÖYLEŞİ Bakkalcı: Çatışmasızlık dönemi bir şeylerin olabileceğini de gösterdi TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, konu ile ilgili BasHaber’e yaşananlar karşısında çok üzgün olduğunu belirterek şunları dile getirdi: “2005 yılından itibaren bu ülkede demokratik hayat gerek, yasal düzenlemelerle gerek uygulamalarla olumsuz bir seyir izlemeye başladı. Bu giderek yoğunlaştı. 20015 yılı itibarıyla bir sonucu yaşıyoruz.” Çatışmasızlık döneminden bahseden Bakkalcı, “Kuvvetli ve istekli bir istek çıksa bu meselenin çözümü için bir yol gösterdi. Kimsenin yaşamını yitirmediği bir ortamda bile Türkiye’de demokratik hayat bu yasal düzenlemeleriyle olumsuza gidiyordu. Çatışmasızlığın olumlu havası demokratik hayat açısından olumsuzluğun işaretlerini gösteriyordu. Biz bundan dolayı çığlıklar atıyorduk” şeklinde konuştu. “Cezaevi nüfusu dört misline çıktı“ Yeniden başlayan çatışmalı ortamın hadiseyi bambaşka biri mecraya sürüklediğine dikkat çeken Metin Bakkalcı, sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsan aklının tahayyül edemediği bir süreçteyiz. Bunlardan bir tanesi de gözaltı ve tutuklamalardır. Bunların verilerini hep paylaşırız. Geçmiş yıllarla kıyaslanmayan bir şeydir bunlar. 2005 yılında cezaevinde toplam nüfus 55 bin iken, şimdi bu sayı 82 bine ulaştı. Cezaevinde nüfus dört misline dayandı. Şimdi bugün deniliyor ki ‘ya bizden yanasın ya da terörist’. Ne demek isteniliyor? ’Biz’ her neyse o. Bir toplumsal mutabakatla bütün toplumun üstünde uzlaştığı bir ‘biz’ olmadığı aşikâr. Türkiye olağanüstü kutuplaşmış bir durumda.” Akademisyen, gazeteci ve sivil toplum örgütlerine yönelik baskıları dile getiren Bakkalcı, insanların bir şekilde elemine edildiğinin altını çizerek, “Bu insanlar her zaman gözaltına alınabilir, her zaman tutuklanabilir. Türkiye kritik bir yol ayrımında. Umuyoruz ki bu yol ayrımında tahmin edemeyeceğimiz acılar yaşamayız. Birlikte yaşayabildiğimiz bir ortama dönelim” şeklinde konuştu. Aslan: Tutuklanmayı gerektirecek suç yok Avukat Bayram Aslan ise BasHaber’e yaptığı açıklamada, yaşanan yaygın gözaltı ve tutuklanmalara ilişkin şunları söyledi: “Bu tutuklanmalara ilişkin hukukçu olarak bir cevap vermek isterdim. Ama ne yazık ki ceza hukuku anlamında söylenecek hiçbir şey yok. Bunun hukukla, cezayla, usulle, yargılamayla hiçbir alakası yok. Son dönemdeki gözaltı ve tutuklanmalar pervasız uygulamalarının yargı kolundaki yansımasıdır. Sulh ceza hâkimleri direkt emir alıyorlar.” İnsanların baskı altında tutulmak istediğini söyleyen Aslan, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Yaşanan tutuklanmalara baktığımız zaman hukuk mantığı içerisinde elle tutulur bir şey yok. Bu insanları bırakın tutuklanmayı ceza soruşturması dahi açılmaması gerekiyor. İfade özgürlüğü içinde girebilecek konular ceza hukuku içinde tutuklanmalar, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına kadar gidiyor. Bu tutuklanma furyasının evrensel ceza hukuku açısından hiçbir karşılığı bulunmuyor.” Aslan, tutuklanan akademisyenlerin durumuna dikkat çekerek, “Akademisyen, aydın, bilim insanları ülkenin sorunları hakkında bilgi verip fikir beyan edebilir. Şimdi bunların söylediklerinin suç olabilecek tarafı yoktur. Ortada şiddet bile yok. Ama bu insanlar soruşturmalarla, tutuklanmalarla, susturulmaya, sindirilmeye çalışıyor. Avukatlar görevlerini yapmaya çalışırken, tutuklanıyorlar. Hukukçu olarak yaşanan bu olayları açıklayamıyoruz.” Belediye başkanları da tutuklanıyor Tutuklama ve gözaltıların çatışmaların devam ettiği kentlerde belediye başka nları ile siyasileri de kapsadığı, çeşitli operasyonlarda gözaltına alınan 17 belediye eş başkanının hala tutuklu olduğu bildirildi. 7 Haziran seçimi sonrası birçok il ve ilçede çok sayıda Belediye Başkanı, parti yöneticisi, meclis üyeleri, il, ilçe eş başkanları ve üyeleri tutuklandığını ifade eden DBP Parti Meclis ve Hukuk Komisyonu Üyesi Av. Muzaffer Özdemir, 17 belediye eş başkanlarının tutuklu, 5 belediye eş başkanının da tutuklandıktan sonra tahliye olduklarına dikkat çekt. Özdemir, toplamda hakkında işlem başlatılan 54 belediye eş başkanının tutuklandığını, gözaltına alındığını veya tutuklanıp serbest bırakıldığnı, bir kısmı hakkında soruşturma açıldığını söyledi. Özdemir, şu an da firari konumda olan ve hakkında yakalama kararı olan 10 belediye eş başkanlarını olduğunu söyleyerek, bu başkanlardan 25’i İç İşleri bakanlığının kararı ile görevden alındığını ifade etti. Tutuklama furyası Dosyaların genel takibini yapıp ve listelerini tutmaya çalıştıklarını, çünkü listelemeye yetişemediklerini belirten Özdemir, DBP, HDP ve diğer sol muhalefete yönelik ciddi saldırılar geliştirildiğini, hemen akabinde Suruç ve Ankara patlamalarıyla yüzün üzerinde vatandaşın yaşamını yitirdiğini ve bir şiddet sarmalının içerisine girildiğini kaydetti. Av. Özdemir söyle dedi: “Batman belediyemizin iki eş başkanı ve bütün yöneticilerini gözaltına almışlardı, Nusaybin eş başkanı tutuklandı, yakın zamanda Derik eş başkanları tutuklandı, Şırnak, Cizre, Silopi eş başkanları gözaltına alınıp serbest bırakıldı ve neredeyse gözaltına alınmayan ve sorgulanmayan kimse kalmadı.” Özdemir, 2009’da başlayan KCK Davası kapsamında Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Bekir Kaya’ya örgüt üyeliğinden ve bunun en üst sınırından 15 yıl, ilçe belediyeleri ve parti yöneticisi olanlara da aynı oranda cezalar verildiğini ve Ağrı, Kars ile Iğdır belediye eş başkanlarının ve il başkanlarının da tutuklu olduğunu aktardı. Ben Kürd olmaktan hayatımın hiçbir döneminde eziklik duymadım. Kendimi hiçbir milletten, hiçbir halktan hatta hiçbir kişiden eksik görmedim. Bunun en büyük sebebi Diyarbekir’dir. Çok güçlü bir kent hafızası, ciddi bir kent bilgisi üretmiştir bu şehir. Kürdün en kent kentidir. Kendi dilinde yazsın ya da yazmasın yüzlerce şair yüzerce romancı üretmiştir. Günümüz koşullarında bile ödüle doymayan Kemal Varol, Murat Özyaşar gibi edebiyatçıları, Yılmaz Odabaşı, Ahmet Hicri İzgören gibi şairleri, Faysal Dağlı gibi gazetecileri adını anamadığımız daha birçok yazı insanını üretebilmiştir. Sevgilisine Cahit Sıtkı’dan şiir okumayan kaç ‘âşık’ var? Ahmet Arif’in şiirini bilmeyen kaç ‘devrimci’ var? Sezai Karakoç’u tanımayan kaç ‘Müslüman’ var? Bunların tamamı bu kadim kentin insanıdır. Bu insanlar Diyarbekir’in bize armağanıdır. Ve merak etmeyin eğer biz Diyarbekir’i, kentin ruhunu öldürmezsek daha yüzlercesi sırada beklemektedir. Ne verirsen elinle o gelir seninle… Her perşembe sabahın dokuzunda şakşaklı kapının sesi yankılanırdı avlumuzda. O sesle zamanın “kodu” belirirdi çocuk dimağlarımızda. Her şakşak sesinde avlu kapısını açmaya hızla koşan biz çocuklar o gün o saatte gelenin kim olduğunu bilir yerimizden kımıldamazdık. Çünkü o gün o saatte çalınan kapıya bir tek ninem bakardı. İçeriye giren yazın avluda, kışın avluya bakan bizim iki göz odamızın birinde ‘misafirimiz’ ağırlanırdı. Her perşembe gelen konuğumuz, önce ona ikram edilen kahvaltısını bitirir ninemle sohbete koyulurlardı. Konu hep aynı biraz ortak tanıdıklar, arkasından bolca fukaralık, çaresizlik sohbetleri. Çoğunlukla anamın da dâhil olduğu bu sohbetler bir saat kadar sürer sonrada misafirimiz kısa bir sessizliğe bürünürdü. Anam ya da nenem yerinden kalkar ve avlunun diğer sakinleriyle ortak kullandığımız mutfağa geçer. Bir şeyler hazırlar, konuğumuzun yanında getirdiği eski şeker çuvalına ‘Allah ne kısmet etmişse’ babından bir şeyler yerleştirir misafirimize teslim ederdi. Altmışlı yaşların yorgunluğuyla yerinden doğrulan misafirimiz Diyarbekir’in kendine ait olan başka yerde kolay rastlayamayacağımız bir cümle kullanırdı ‘Ne verirsen elinle o gelir seninle’ derdi. Kapıya doğru yürürken avludan her geçtiğinde dualar okur ve avluya üflerdi. Sefalet çeken ama ‘şehirli’, ‘yerli’ ailelerin hiçbiri dilenme yolunu seçmez genellikle ev, dükkân ziyaretleri şeklinde nasip peşinde koşarlardı. Dilenmek ciddi ayıp sayıldığından sosyal dayanışma ağlarına sığınırlardı. Diyarbekir bize ne verdi biz onun çocuklarına neler ediyoruz… İnsanın beynini, yüreğini doyuran kentler ve insanlar vardır. Diyarbekir bir de karnını doyurur insanların. Karnını doyurduğu için dayanışma ağları mevcut olduğu içindir ki ruhu vardır bu kentin. Çünkü kent insanlarını bütünleştirdiği, dayanışma üretebildiği oranda kenttir. Bunun için medeniyet, sanat ve edebiyat üretebilir. Yani sanat ve edebiyatımızı medeniyetimize borçluyuz. Medeniyetimizi de dayanışmamıza, birlikte yaşayabilmemize borçluyuz. Suriçi çatışmaları sırasında Sur dışına göç edenler sadece köy yakmalarla gelen insanlar değildi. Bugün Diyarbekir sokaklarında rızık arayan sadece ‘Suriyeli’ ya da ‘köylü’ fukaralar değil. Üç beş kuşaktır Diyarbekir de yaşayan, ama zenginleşememiş, lüks semtlere göçememiş insanlarda var içlerinde. Ve ben yıllar sonra ilk defa ‘Ne verirsen elinle o gelir seninle’ diyerek tanımadığı insanların yanına yaklaşarak rızık arayan insanlara rastladım. Dayanışma ağları dağılmış kent ruhunu kaybetmeye başlamış demektir. Diyarbekir şairlerin, yazarların kadim kenti, sen bize ne verdin biz sana ne ettik. Galiba sana da kendimize de yazık ettik. 14 AMED BasHaber 28SÖYLEŞİ Mart - 04 Nisan14 2016 Kristian Brakel: Bağlar’da bir özerklik denemesi! “Abe valla biz istemiyoruz” Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş, Dilan Almaz, Adem Özgür, Rumet Serhat, Ercan Ekinci, Murat Özdemir, Eren Dinç İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: bas-haber@bas-haber.com www.bas-haber.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. Akibetimiz ne olacak? Bağlar ablukası ile ilgili görüştüğümüz birçok kişinin ortak kaygısı çatışmaların şimdilik durduğu yönünde. Bu yüzden daha kalıcı boşaltmalar devam ediyor. Evinden birkaç parça eşya alarak çıkmış ailelerin bir kısmı, şimdi dönüp geri kalan eşyalarının tamamını götürüyorlar. Berberde yaptığımız sohbet sırasında PKK davasından 11 yıl cezaevinde kalmış Soner G. yaşanan hendek ve abluka olaylarını, şiddeti hiçbir şekilde onaylamadığını belirterek halkın “birlik” içinde davranamadığını dile getiriyor. Yan koltuktakilerden biri, “yıllardır yaşanların doğal sonucu bu“ diye yorum yapıyor. Ancak Soner ‘halk denilen ve herşeyi çözebilen’ güce sığınmaktan yana: “Biz kendimizi kurtaramayacaksak kim bizi kurtaracak? Yaşananlara kim ‘dur’ diyecek. Yoksa bu halk yüz yıldır yaptığı gibi birilerinin gelip kendisini kurtarmasını beklemeye devam mı edecek?” Rumet Serhat H .o rg einrich Böll Vakfı’nın Türkiye Temsilcisi Kristian Brakel Türkiye’nin iç ve dış siyaseti üzerine BasHaber’e yaptığı açıklamada Kürd Sorunu’nda Çözüm Süreci’ne dönülmesi gerektiğini belirtti. Meclis’te yapılan yeni anayasa çalışmalarına değinen Türkiye uzmanı Brakel, çatışmalı sürecin sona ermesi umudunu dile getirdi. Türkiye’de 1994 yılından beri faaliyet gösteren Heinrich Böll Vakfı Temsilcisi Kristian Brakel Diyarbakır başta olmak üzere çatışmalı sürecin yarattığı can kaybı, tarihi eserlerin tahrip edilmesi ve yaşanan göçlerden dolayı üzüntülerini dile getirerek, Türkiye’de devam eden şiddetin bir an önce sona erdirilip tarafların tekrar masaya dönmesi gerektiğini vurguladı. Brakel, Türkiye’deki sorunların daha fazla demokrasi ile çözülebileceğine dikkat çekerek, demokratik bir anayasaya ya da mevcut anayasada değişiklik yapılmasına ihtiyaç duyulduğunu ifade etti. Türkiye’deki Başkanlık tartışmalarına da değinen Brakel dünyada; Demokratik başkanlık, yarı başkanlık ve parlamenter sistemler olduğu gibi farklı örnekler olduğunu da hatırlatarak, bu konuda Almanya ve Mısır’ı örnek verdi: “Almanya’daki federal parlamenter sistem Türkiye’ye örnek olabilir. AKP gerçekten de sistem değişikliğinde kararlıysa Başkanlığın Türkiye’ye demokrasi anlamında neler getireceğini ortaya koymalıdır.” Brakel, Türkiye’de son zamanlarda yaşanan saldırı ve patlamalara ilişkin, hükümetlerin saldırılara göre mevcut durumu gözden geçirmeyeceğini, böyle düşünmenin stratejik hata olacağı yorumunda bulunarak, siyasi istikrarsızlığın geçici de olsa gücü elinde tutanlara hizmet ettiğini savundu. Şiddetin her türlüsüne karşı olduklarını ifade eden Brakel, “Daha önce görev yaptığım bölgelerdeki ortam Türkiye’ye göre daha şiddetliydi. Türkiye’de insanların geleceği için aklı selimin hâkim olması gerekiyor. Bunun için hükümet güvenlikçi politikalarla çözümü düşündüğü noktadan vazgeçip, tüm taraflar şartsız müzakere masasına geri dönmeli” şeklinde konuştu. ur d ak iv rs Ya Hizbullah’la çatışma çıksaydı? Ofis semtinde bir berber dükkânında sıradayım. Konu tabi ki Bağlar. Müşterilerden V. Aslan bir konuya dikkatimizi çekiyor. Bağlar’da Hizbullah‘a yakınlığıyla bilinen ciddi bir kitle olduğunu hatırlatıyor. Olayların kontrolden çıkması, yeniden Yasin Börü vb. vakaların oluşması halinde ortaya çıkabilecek felaketlerden söz ediyor. Herkes hak veriyor tabi. Hizbullahçıların sinirlerine hâkim olamaması halinde nelerin yaşanabileceği herkesin hafızasında oldukça canlı çünkü. Ama Allah’tan İran, PKK ile Hizbullah’ı dengede tutabiliyor bu aralar! .a “Ortalık birden mahşer yerine döndü.” Eski aile dostumuz Nasır Ö. uzun yıllar zengin mahallerinde kapıcılık yaptıktan sonra Bağlar Kaynartepe Mahallesine yerleşmiş kendine ancak oradan bir ev alabilmiş. Telefonla ulaşıyorum. Anlattıkları çok çarpıcı: “Daha önce olaylar başlayacak diye duymuştuk ama mahallede birden bire gündüz gözü silahlı gençler belirdi. Birkaç aracı sokağımızın başına yanaştırıp barikat yapıp ateşe verdiler.“ Hendekçi silahlı gençler hemen zemin katlardaki evlerin yan duvarlarını binadan binaya geçiş kolay olabilsin diye balyozlarla oyuklar açmaya girişmişler. Birçok arabanın aküsünü söküp uzaktan patlatmalarda kullanılmak üzere almışlar. Akabinde silahlı gençleri, hendekleri farkeden mahalle halkı hızla evlerini boşaltmaya başlamış. Mahalle aralarına ve Gürsel Caddesi, Nüket Coşkun Caddesi gibi geniş caddelere onlarca pikap doluşuvermiş. Ve millet Kaynartepe Mahallesi’ni terk etmeye başlamışlar. “Bize engel olmak istediler“ diyor Nasır Ö. “Ama milleti can korkusu sardı engel olamadılar kimseye“ diyor. Bu arada “Pikaplar 200 tl ile 400 tl arası evleri boşaltıyorlardı” diyerek eklemeyi ihmal etmiyor. Kendisi eşi ve torunlarını alarak yine Bağlar’da başka bir mahallede oturan kızının yanına sığınmış. w “Abe valla biz istemiyoruz” Ablukanın kalkmasından birkaç gün önce “özerklik göçzedelerden“ kimi bulabilir, kimle konuşabiliriz diye birkaç mekâna bakınmaya başladık. Uğradığımız kahvelerden birinde “hendek kaçkınlarına” tesadüf eder miydik bilmeden dolaşıyorduk. Sakinlerinden hiç birini tanımadığımız Huzurevleri Mahallesi’nde bir kahvehaneye girdiğimizde 55-60 yaşlarında tek başına oturan yaşlı bir hemşerimizin masasına iliştik. ‘Oturabilirsiniz’ ruhsatından sonra arkadaşımla kendi aramızda Bağlar’dan söz etmeye, olaylardan laflamaya başladık. Ev sahibimizin ’ne iş yapıyorsunuz?’ sorusuna aldığı ’gazeteciyiz’ cevabı yarasının deşilmesine sebep olmuştu. O da evini terk etmek zorunda kalanlardan biriydi. Neredeyse hiç bir şey sormadan başladı anlatmaya. Her şey birden bire gelişmiş. Hendeklerin kazılmaya başlaması, hızla evlerin boşaltılması ve hatta çatışmalar “Hanımı zor kurtardım” Az sonra masamız ilgi çekmeye başlıyor ve isminin Ahmet O. olduğunu söyleyen 60 yaşlarında bir Kaynartepe sakini kendi başına gelenleri anlatıyor. Evi hemen Ofis semtine yakın, tren rayının Bağlar tarafında ara sokaklardan birindeymiş. “Çocuklarım İstanbul’da çalışıyor ben de mahalede hendek kazılmasının başladığı gün köydeydim“ diyor. Şeker hastası eşi evde yalnız ve uyuyormuş. Uyanınca bakmış binada ses, seda yok. Karşı komşunun kapısını çalmış açan olmamış. Merak içinde dışarı çıkmış sokakta kimse yok. Caddeye çıkmış polislerle karşılaşmış ona “evine geri dön“ demişler. Anlatıyor Bağlar’ın özerk vatandaşı: “Bana ulaştığında Diyarbekir’e döndüm, evin yakınındaki polis noktasına gittim yalvar yakar nafile. Etraftan silah sesleri geliyor, hanım korkudan dışarı çıkamıyor. Elektrik yok. Telefonunun şarjı bitti ulaşamıyoruz. Polise, ‘beraber girelim alalım’ diyorum cevap, ’Hayır, biz giremeyiz’ diyorlar. Köyden geldiğim günün, akşamüzeri hanım yan apartmandan bir komşumuzun telefonundan bana ulaştığında rahatladım. Polisten rica ettim bana ’buraya kadar gelebilse sorun yok, çıkarırız’ dediler. Hanımı zor kurtardım. Birlikte kaynanamın Şehitlik semtindeki evine geçtik.“ w iyarbakır Suriçi ablukasının kaldırılmasının üzerinden daha bir kaç gün geçmiş ve Newroz iyice yaklaşmışken Bağlar semtinde de hendekler kazılmaya başlanmıştı. Sanki bu defa hükümet değil de başka birileri, kamuoyunda “gençler” diye adlandırılan hendekçiler, kutlamaların yapılmasını istemiyor gibiydi. Çünkü Suriçi çatışmalarının sonrasında harabeye dönen mahallelerden bomba dumanları yükselmeye devam ederken, çatışmaların yaktığı yürekler bir nebze dahi olsa soğumamışken meydanda halay çekmek nasıl olacaktı? Ya da bu durum “kitleye” nasıl anlatılacaktı? Gençler kutlama istemeyebilirdi ama Kürd meselesinde önemli aktörlerden biri olan “sivil” siyaset erbabları Newroz’un kitlesel kutlanması için ellerinden geleni yapıyorlardı. Diyarbakır en büyük gazetesi ‘Fısıltı Haber’e göre aracılık faaliyetlerine başlanmıştı. Askerlerle, hendekçi gençler arasındaki ‘barış görüşmeleri’ olumlu sonuçlanmış olmalı ki 21 Mart sabahı saat 06.00 itibariyle, 15 Mart’da Bağlar’da başlayan altı günlük abluka apar topar kaldırılmıştı. Valilik “Yarın sabah okullarımızı açacağız. Kaynartepe’deki bütün çocuklarımızın okullarına gelmelerini bekliyoruz” şeklinde açıklamalarda bulunuyordu. aynı anda yaşanmaya başlamış. “Ortalık tam bir keşmekeş içerisindeydi” diyor. “Evimde yetişkin çocuklarım yoktu o sıra“ diyor ayaklarını ve koltuk değneğini göstererek “Ben de sakat olduğumdan dolayı sadece gelinimi, torunumu ve karımı alıp çıktım.“ Göçzedemiz yedi yıl kadar önce sakatlık raporu alarak resen emekli olmuş, ikramiye, birikim neyi varsa denkleştirmiş ve olaylarla birlikte boşaltmak zorunda kaldığı evi ancak alabilmiş. Bütün serveti sadece o ev. Evi terk etmeye uğraşırken komşularından biri dikilmiş karşısına ve “Neden terk ediyorsun, terk etmemek lazım, burada gerekirse ölmek lazım“ türünden sözler söylemiş. Ama başarılı olamamış. Bize dönerek “Abe valla biz savaş, mavaş istemiyoruz. Biz yaşamak istiyoruz bu olayları istemiyoruz” diyor. Biz de “kader“ vb cümlelerle teselli etmeye çalışıyoruz ama nafile. Derdi var ve devam ediyor anlatmaya. Üç gün Huzurevleri semtinde oturan kızlarının evine yerleşmişler ailecek. Ve çok karamsar. “Ne arayanımız, ne soranımız var, millet çok duyarsız“ diyor. Biz de ona “sen de öylesindir“ dEyip üsteliyoruz ve örnek veriyoruz. “Suriçi’nde aylarca devam eden çatışmalarda evini terk etmek zorunda kalan insanlar için sen ne yaptın?“ Cevabı sadece sessizlik oluyor. Çözüm, AB yolunda dönüm noktası w D Çaçan Amedi AB SÜRECİ BasHaber 28 Mart - 04 Nisan 2016 15 SÖYLEŞİ ‘Çözüme uluslararası katılım artmalı’ AB’nin Türkiye’de yaşanan çatışmalı sürecin daha fazla büyümeyeceği görüşünde olduğunu ifade eden Brakel, “Eğer Türkiye, Suriye’yi işgal etseydi bu NATO için ciddi bir sorun olurdu. Ama böyle bir ihtimal görülmüyor ve Türk Ordusu’nun da bunu istemediği belli” dedi. Kürd meselesinin çözümüne daha fazla uluslararası katılım olması gerektiğinin önemine değinen Brakel, katılım için AB kurumları ya da süreçte müdahil olması açısından Soğuk Savaş döneminde, ABD, Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği’ni barışçıl çözümler için bir araya getiren ve Balkanlarda yaşanan savaşta da çözüme katkıda bulunduğu için AGİT’in olması gerektiğini belirtti. Birleşmiş Milletler’in de taraf olma ihtimali olabileceğini belirten Brakel’a göre Türkiye’de yaşanan bu durumun, BM için göreceli olarak daha küçük bir sorun olduğunu belirtti. Brakel, tarafların birbirleriyle görüşebilecekleri bir yere ihtiyaç duyulması ve bunların dışarıdan paylaşılması, bölgede sivil gözlemcilerin olması gerektiğinin altını çizerek, “Ateşkes olması durumunda veya güncel şiddete göre her iki tarafın da birbirini suçladığını göz önünde bulundurarak yabancı organizasyonların aracı olması güvenilirlik katar” dedi. Savaş suçlarının işlenmesini engellemek ve çatışma sürecini gözlemlemek, sivillerin çatışma alanından çıkartılması, yaralılara müdahale için Kızıl Haç’ın dâhil olması gerektiğini belirten Brakel, “Eğer her iki taraf kesinlikle çatışmak istiyorsa, bunu siviller olmadan yapmalı” şeklinde konuştu. ‘Çözüm AB yolunda dönüm noktası’ Alman basını, kamuoyu ve üyesi olduğu Alman Yeşiller Partisi’nin de dâhil olduğu Federal Almanya Parlamentosu’nda Türkiye’deki Kürd meselesinin hassasiyetle takip edildiğini söyleyen Brakel “Mevcut durumda ufukta Türkiye için AB’ye tam üyelik görülmüyor, fakat Kürd Sorunu’nu barışçıl yöntemlerle çözebilmesi kesinlikle bu yolda bir dönüm noktası olacaktır. Üyeliğin önündeki bir diğer önemli engel ise Kıbrıs Meselesi” dedi. AB üyesi ülkelerden İspanya’nın da kendi etnik sorunları varken üye olabildiğini, ama bu durumun Türkiye’den farklı olduğuna dikkat çeken Brakel, ETA ve PKK’nin birbirinden çok farklı olduğuna dikkat çekti. Brakel’e göre bu farkların başında ETA’nın, PKK kadar geniş halk desteği olmaması geliyor. Bir diğer husus ise İspanyol Devleti’nin Basklara sunduğu anayasal özgürlük ve hakların Türkiye’de Kürdlere sunulandan çok çok daha fazla olması. ‘Müzakereye dönülmesi herkesin menfaatine’ HDP’ye yapılan baskıları eleştiren Brakel şunları söyledi: “Her ülke iç çatışmaları ilk başladığında bunun sadece kendisine has olduğunu düşünür. Yanıldıkları nokta budur, aslında dünyanın pek çok yerindeki iç çatışmalar neredeyse tamamen benzerlik gösterir. Mesela, İsrail’in muhatap kabul etmediği uzlaşmacı El Fetih yerine, daha çatışmacı Hamas geldi. Şimdi Hamas’ın müzakere isteklerine İsrail ‘Biz teröristlerle görüşmeyiz’ diyor ve bu durumda Hamas’ın yerine daha Selefi bir grup gelecek. Türkiye’de de devlet ‘HDP’nin PKK ile bağı olduğunu’ ileri sürerek aynı bahanelerle hareket ediyor. Zaten HDP’nin PKK bağlantısı olmasaydı neden onlarla görüşülecekti, gerek olmazdı. HDP’ye yapılan bu baskılar sadece daha çatışmacı bir grubun gelmesine olanak sağlar. Eğer Demirtaş ceza alıp hapse gönderilirse bile bir şey değişmez HDP’nin doğduğu fikirler var olmaya devam eder. Sürekli olarak Türkiye’de bir Kürd partisi zaten olmuştu, HDP ise tüm muhalifleri bir araya getirebilen tek parti oldu ve iyi bir iş çıkarttı.” Son olarak, masaya dönülmesinin herkesin menfaatine olduğunu tekrarlayan Brakel, olayların kısa zamanda hızla daha da şiddetlenmesini eleştirerek, “Yakın zamanda Suriye’de barış yönünde gelişmeler olması sonucunda Türkiye’de de devletin Kürd politikasını olumlu etkileyebileceğini düşünüyorum. Statükonun devamı halinde devlet ve PKK’nin kendiliklerinden tekrar masaya dönmeleri ihtimali zayıf. Türkiye şaşırtıcı bir ülke, her an barış süreci tekrar başlayabilir ve ben de 2 ay sonra öngörümde yanıldığımı kabul etmek zorunda kalırım. Ve barışın erken gelmesinde yanılgımı kabul etmek beni çok mutlu edecektir” dedi. 15 21 Mart’ta Sur’u kamulaştırmak SENNUR BAYBUĞA 21 Mart’ta Kürdlerin Newroz’una denk gelen günde hafızası sağlam, kindar devlet, Kürdler topraklarında baharın uyanışını kutlarken, Ankara’nın kapalı arka odalarında UNESCO Uluslararası Kültür Mirası Listesi’nde de yer alan ve Kürdlerin tarihine ait olan Sur ilçesini ‘kamulaştırmış’ bulunuyor. 2 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır’ın Sur ilçesinde altı mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Biz 9 Mart tarihine kadar her gün ölen öldürülen cesedi sürüklenen soyulup teşhir edilen, sokaklarda ölü bedenleri çürümeye terkedilen insanların fotoğraflarına baka baka kendimizi kaybettik, insanlığın karartılmış sokaklarında. Sur ilçesinin içinde hendek kazan teröristler vardı ve ilçe onlardan temizlenmeliydi, böyle düşünüp bunun propagandasını yaptılar, sahip oldukları medya gücü ile öldürdükleri masum sivilleri de bir savaşın tarafı yaparak, suçlu ilan ederek herkesi ve en çok da kendilerini kandırmaya devam ettiler. 9 Mart’ta sokağa çıkma yasaklarının sona ermesi ile ve Sur’u temizledik açıklamaları ile bıraktıkları yıkılmış evler, sokaklara düşmüş çoluk çocuk evlerinden olmuş binlerce insan yıkıntısı arasında, dün yani 25 mart tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bir karar ile boşalttıkları ve halksızlaştırdıkları bu ilçede ‘acele kamulaştırma kararı’ verildiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu karar ile Sur’un 15 mahallesinde bulunan toplam 368 adadaki 6300 parselin kamulaştırmasına karar vermiş merkezi devletimiz. ‘Diyarbakır ili Sur İlçesi’nde ilan edilen riskli alan sınırları içerisinde bulunan ve ekli listede bulundukları yer ile ada ve parsel numaraları belirtilen taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılması, adı geçen Bakanlığın 16.03.2016 tarihli ve 2988 sayılı yazısı üzerine 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 27’nci maddesine göre Bakanlar Kurulu’nca 21.03.2016 tarihinde kararlaştırılmıştır’ diyor gazetede. Afet Yasası ve 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 3. Maddesi’nde yer verilen ‘iskan projelerinin gerçekleştirilmesi’ hükmüne göre ‘acele kamulaştırma’ yapılıyor. 3.Madde’nin devamı fıkrasına göre kamulaştırma bedelinin ilk taksidi beşte bir oranında belirlenen tutarına göre yapılıyor, belirleyen kim devlet. Bakanlık; İdare ve TOKİ kamulaştırma işlemlerinin yürütülmesi için açılacak tüm davalarda işlem yapmaya yetkili bulunuyor. Adı tam anlamı ile acele kamulaştırma olan bu olağanüstü işlem ile aslında kamulaştırma değil alenen devletleştirmenin yapıldığı anlaşılıyor. Ne orada yaşayan mülk sahipleri taşınmazlarının değerini tam olarak alabilecekler ve ne de bu işleme itiraz edebilme hakları var tabi de sonuca yönelik ne yapılabinilir belli değil. Belediyeye ait yerlerin ve kamusal alanların da kamulaştırma işlemi içinde olduğu anlaşılıyor. Esasen kamulaştırma yapılırken ne bölgenin ihtiyaçları göz önüne alınmış ne bölgede faaliyet yürüten sivil inisiyatiflerden, yerel belediyelerden, STK’lardan görüş alınmış değil. Devlet, boşalttığı ve insansızlaştırdığı yerleri, aynı zamanda ‘halksız’ da kılmak için orada yalıtılmış bir bölge yaratmaya ve Sur’u, Sur’un insanından koparmaya yemin etmiş görünüyor. Bunu evvelce de defalarca da yaptılar. Kırımlar daha çok sivillerin katli ve başka sivillerin onların mülkü üzerine el koyması ile gerçekleşirken, yani az da olsa bir utanma duygusu resmi devlette hala mevcutken, şimdi ve artık bunun da kalmadığı görülüyor. Evlerini boşaltan sokaklara düşen binlerce Kürd artık Sur’un kapı önlerinde çay içemeyecek. Önce Hasankeyf sonra Sur, bir halkın tarihine kırım uygulanıyor. Kırım devam ediyor ve bizim devletimiz gözlerimizin önünde modern çağda bunu resmi gazetesinden ilanla yapıyor. 16 MART BasHaber Mart acıdır 28 SÖYLEŞİ Mart - 04 Nisan16 2016 Adar azar e! Mart Rojhilat Kürdlerinde yılın başladığı ay Kuzey dışındaki diğer parçalarda Mart Avlidar-Adar-Azar / Bereket-yaşam-acı Mart’ın etimolojisi bu ayın Kürdlerin için ne anlama geldiğini gösteriyor. Baharın başlangıcını ifade eden Mart aynı zamanda, soğuğun bitmesi ve sıcağın başlaması, karanlığın yerini aydınlığa bırakması, kışın yerini bahara bırakması bütün bu olaylar ile ifade edilir. Kürdler bütün bu coğrafik ve astrolojik olaylar itibariyle Mart ayına Adar derler. Adar sözcüğü Avlidar’dan (Av-li-dar zaman içinde Adar’a dönüşüyor) gelir. Avlidar ise suyun yaşama yürümesi, yaşamın bereketlenmesi ve başlaması anlamında ağaç ile ifade edilir. Kürdlerin karşı karşıya kaldığı yıkımlar ise Adar’a “azar/acı“ demelerine yol açmıştır. Bir atasözüne dönüşerek “Adar, azar e” şeklinde telaffuz edilir. Aynı zamanda ateş anlamına gelen Avestik bir sözcük olan Azar, çok eski Kürdçe bir sözcüktür. Ateşin ülkesi anlamına gelen Azerbaycan’ın kelime kökü de bu sözcükten gelir. Ateş acıyı, aydınlığı ve sıcağı ifade ettiği gibi ateşler içinde bir yaşamı, Kürdlerin maruz kaldıkları acıları da ifade ediyor. Azar sözcüğü bu şekilde Adar sözcüğü ile anılmıştır. Mart ayı isyanları Kürdistan’da Newrozlar aynı zamanda politik isyanların da başlangıcı olmuştur. Özellikle Newroz’un yasaklandığı Kürdistan parçaları olan Bakur ve Rojava’da büyük acılar yaşanır. Newroz bayramları bastırılmış ve kanlı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Güney Kürdistan’da ise Peşmerge’nin yaptığı büyük saldırılara yine büyük operasyonlar ile yanıt verilir. Bu nedenle Mart aylarında ve Newroz’da çok sayıda Kürd katledilir. Bu katliamların zirvesi ise 1988 yılında yaşanan Helebçe Katliamı’dır. 16 Mart’ta gerçekleşen bu katliamda Saddam ordusu 5 bin üzerinde Kürdü kimyasal silahla bombalayarak katleder. Yakın tarihimizin en acı olaylarından biri de 28 Mart 2006’da yaşanan Diyarbakır Serhildan’ıdır. w .a rs iv ak ur d .o rg dern tarihinde Mart’ın önemli bir yeri var. Dağlık bir coğrafyaya sahip olan Kürdistan, isyanların da dağlardan başlamasına ve sosyal yaşamın dağlarda vücut bulmasına neden olur. Dağ ve mücadele olgusu Kürd tarihinde karların başlaması ve yeni isyanlar beraberinde yeni saldırılar anlamına gelir. Kürdlerin en büyük başkaldırıları Mart’ta olduğu gibi en büyük acıları da yine bu ayda yaşanır. Bu nedenle Kürdistan’da büyük acılar yaşandı. Mart ile birlikte yolların açılması, baharla birlikte başlayan isyanlar ve bu ayaklanmaların bastırılması olarak bilinir. Bu nedenle büyük acılar yaşandı. Mart Kürdistan’ın Rojava parçasında da katliam ve acılarla hafızalardaki yerini korur. 2004 yılında Qamişlo’daki bir stadyumda 30’dan fazla Kürd katledildi. Bu katliam Rojava Kürdlerinin yakın siyasi hafızalarında önemli bir travmaya sebep oldu. w “Bir gemi inşa et! …Ve o gemiye bütün canlılardan bir çift yerleştir. Bir tufan kopacak ve bütün yaşamı silecek. Büyük Tanrı Nuh’a böyle buyurmuştu” Tevrat ve Kuran’ın Tufanı anlatan bölümleri böyle başlar. Sümer anlatılarına göre Ziusudra’nın (Nuh) gemisini tamamlayıp suya indirmesi Mart ayındaki Newroz gününe denk gelir ve şenlik yapılır. Tufan olup bittikten, sular çekildikten sonra da gemi bugünkü Şırnak’ta bulunan Cudi Dağı’nda durur. Gemiden inen 80 kişi Cudi eteklerinde Heştan (Seksenler) Köyü’nü inşa eder. Kürdlerin tarihinde Tufan ile başlayan Mart’ın özel olma hali günümüze kadar hem sevinç hem de en acılı tarihlerinin de ayı oldu. Kürdler diğer halklarla farklı olarak en büyük sevinçlerini ve en büyük acılarını da Mart’ta yaşadı. Mart denince Kürdler için direniş ve dirilişin sembolü haline gelmiş olan Newroz ile yine Kürdlerin tarihindeki en acılı sayfalardan biri olan Halepçe katliamı gelir akla. Güney Kürdistan’daki 1991 Mart ayaklanması, 1925 yılındaki Şeyh Sait Ayaklanması, 2004’te Rojava’da yaşanan Qamişlo katliamı, 1970’teki 11 Mart Özerklik Anlaşması, felaketle sonuçlanan 6 Mart Cezayir Anlaşması, bütün bunlar Mart ayını Kürd tarihinde önemli kılan olaylardan sadece bazıları. Bütün bunların yanında Kürdlerin bugün karşı karşıya kaldığı sorunların başlangıç noktası olan Skyes – Picot Anlaşması’nın başlangıcı da 4 Mart’a denk gelir. Kürd tarih bilincinin oluşmasında önemli olayların büyük bir kısmı Mart ayında gerçekleşmesi bu ayın Kürd sosyo-kültürel tarihinde olmasının sebeplerinden biridir. Kürdlerin Mart ile tarihsel ilişkileri, bu ayın özel olmasını beraberinde getirdi. Kürdistan’ın dört parçasında da birbirinden ayrı olarak yaşanmış acılar ve sevinçler tarihten günümüze kadar bu ayda ifadesini bulur. Mart ayının Kürdlerde sosyo-ekonomik, astrolojik e coğrafik boyutları olan öneme sahip. Bununla birlikte politik tarihte de isyanlara vesile olmuştur. Kürd politik ve savaş tarihinde Mart en önemli aydır. Bütün Mart aylarında Peşmerge ülkesini korumak için hamle yapmış ve karşı saldırılarla karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle de adına aynı zamanda Newroza Xwînavî / Kanlı Newroz denmiştir. Kürdler açısından sosyo-kültürel bir değerdir. Özellikle Rojhilat Kürdleri için Mart hala yılın başladığı ay, Newroz ise yılbaşı olarak kutlanır. Buradaki Kürdler için yıl Mart ayında başlar. Kadim Kürd kültüründe, İran ve Irak’taki Kürdlerin bu ayı yılbaşı olarak kabul etmeleri ve Newroz ile şenlikle başlatmaları, tarihsel ve kültürel yaşamlarının en büyük ve önemli günleri ile başlatmaları Mart’ı özel kılan bir olgudur. Kürdlerin Mart ile özel bağlantılarından biri de budur. Newroz Kürdllerin de dahil olduğu eski Aryenlerde hala yılbaşı olarak kutlanır. Mart ayı İran’da Ferverdin olarak kabul edilir. Ve Newroz Ferverdin’in 1’ine denk gelir. Dünyada kabul edilen Miladi takvimin aksine orada hala eski takvim kullanılır. Kürdlerin dışında; Beluciler, Azeriler, Peştunlar, Farslar bu tarihte yılbaşını kutlar. w Zerya Nergis İsyan ve katliamlar zamanı Kürd coğrafyasında ve tarihinde politik sorunların büyük bir kısmının Mart ayında yaşanmış olmasından dolayı Kürd mo- Şeyh Sait ve Güney ayaklanmaları Kürdistan tarihiyle ilgili unutulmaması gereken en önemli olaylardan biri de Şeyh Sait isyanıdır. 4 Mart 1925 yılında başlayan bu ayaklanmanın sonucunda binlerce kişi katledilir. Güney Kürdistan’daki 1991 ayaklanma ve bugünkü devletleşme serüveninin başlangıç noktası da Mart ayıdır. 1991 Mart’ın da genel bir ayaklanma silsilesi olan Güney Kürdistan’daki kentlerin neredeyse hepsi tek tek ayaklandı. Duhok kenti bunların başlangıcının olduğu kentti. Bu ayak- lanma sonucunda Saddam Ordusu teslim olur ve Kürdler askeri karargahlara el koyar. Bazı askeri birlikler çekildi ve bugünkü sürece yol açan gelişmeler yaşanır. Kürd liderleri ve Mart ayı Kürd tarihinde çok önemli yeri olan çok sayıda Kürd lider Mart ayı ile ifade edilir. Bunlardan bazılarının ölümü ve katledilmesinin yıl dönümüdür. Bunlardan en önem olanlarından biri ise Kürdistan Cumhuriyeti’nin Başkanı Qazi Muhammed’dir. Qazi 31 Mart 1947 yılında iki arkadaşıyla birlikte Çarçıra Meydanı’nda asılarak katledilir. Dünya tarihine mal olmuş Kudüs’u fetheden Selahattin Eyyubi 4 Mart 1193 yılında ölür. Yine dünyaya mal olan bir diğer kişi ise Kürd alimi Saîdê Kurdi’dir. Dinsel bir kişilik olarak ön plana çıkan Saîdê Kurdi 23 Mart 1960’ta hayatını kaybeder. Kürd tarihinin en önemli liderlerinden olan Mele Mustafa Barzani’de 1 Mart 1979’da hayatını kaybeder. Yine Ağrı Dağı İsyanı’na komutanlık eden İhsan Nuri Paşa 25 Mart 1976’da yaşamını yitirir. PKK’nin kurucularından Mazlum Doğan 21 Mart 1982’de yılında yaşamına son verir. Yine askeri liderlerden Mahsum Korkmaz 28 Mart 1984’te yaşamını yitirir. Mart’ın güzellikleri Mart ayında yaşanan acıların yanı sıra Kürd tarihinde çok sayıda güzel olayda yaşanmıştır. Kürdistan tarihiyle ilgili yaşanan en önemli olayların başında 11 Mart 1970 yılında Kürdler ve Irak hükümeti arasında otonomi anlaşması yapılır. Mele Mustafa Barzani ve Saddam Hüseyin arasında yapılan bu anlaşma sonucunda Kürdistan’da bugün yaşanan sonuçlar ortaya çıkar. Bu anlaşmanın yanı sıra Kürdistan’da kanlı bir savaşın başlamasına neden olan 1975’te Cezayir Anlaşması da Mart’ta olur. Bu aynı zamanda savaşın yeniden başlamasına tekabül eder ve Güney Kürdistan’ın yakılıp yıkılmasına ve Mele Mustafa Barzani’nin Kürdistan’dan ayrılmasına neden olur. Mart’ın gazeteleri: Reya Taze ve Roja Nû Kürd tarihinde kimi önemli çalışmalar da Mart ayında başlar. Kürdistan’ın mevcut durumundan kaynaklı Kürdistan dışında farklı coğrafyalarda yayına başlayan Riya Taze Gazetesi 1930’un Mart ayında Ermenistan’da yayın hayatına başlar. Yine Kürd gazeteciliğinde önemli yeri olan gazetelerden biri de Roja Nû’dür. Lübnan’da Bedirxan kardeşler tarafından çıkarılan bu gazete de 1943’ün Mart ayında yayına başladı.