1 SÖYLEŞİ SAYI 3 • 9 MAYIS-16 MAYIS 2014 • WWW.BASNEWS.COM HAFTALIK HABER GAZETESİ • FİYATI 2.5 TL Üçlü mekanizma kurabiliriz Kerkük-Yumurtalık ham petrol boru hattının tamamı kullanılıyor olsa bir yıl boyunca oradan 1 milyar TL’ye yakın gelir elde edeceğiz. Bir milyar TL. Türkiye için yaklaşık 500 milyon US dolar ve önemli bir rakam. ➜ 11 ak ur d .o rg İran da petrol denklemine girdi Enerji Bakanı Taner Yıldız BasHaber’e konuştu: FAYSAL DAĞLI rs .a Petrolde yeni denklemler Kürdistan yönetimi, İran ile yaptığı petrol anlaşmasını Bağdat’ın Erbil üzerindeki baskı ve blokajını hafifletmek için kullanacaktır. ➜ 11 w ➜ 10 iv T ürkiye ve Kürdistan petrollerinin dünya pazarına taşınması konusunda sıcak gelişmeler yaşanırken İran ile Kürdistan Bölgesi arasında enerji anlaşması imzalandığı bildirildi. w w Rojava’da seçim hazırlıkları S eçime girmek için herhangi bir ön şart konmazken, hazırlanan seçim evrakında, 18 yaşını dolduran herkesin sandığa gidebileceği belirtiliyor. Adaylık konusunda ise 22 yaşını doldurmuş olmak ve herhangi bir yüz kızartıcı suç işlememiş olma şartı getirildi. ➜ 14 Nilüfer Akbal “Müzik Kürd kimliğimin ifadesidir” ➜ 16 Roman halkının tarihsiz yolculuğu Ayrımcı uygulamalara maruz kalan Romanlar, tarihlerinin kaydını umursamadan yolculuklarına ➜6 devam ediyor. FERHAT KENTEL HAMİYET ÇELEBİ MİTHAT SANCAR Erdoğancılık Kadınların tarımsal miras hakkı tehlikede Avrupa’da ve Türkiye’de demokrasi imtihanı Muktedir kavramı bu yasa ile “ehil” biçiminde yeniden hortlatılıyor. Üyelik sürecine ve hedefine destek, hükümete eleştiri ve basınç. Ne Atatürk Osmanlı padişahlarından tam olarak kopmuş bir şahsiyet idi; ne de Erdoğan Atatürk’ten... ➜9 ➜8 ➜ 10 2 ur d .o rg SÖYLEŞİ w G w üney Kürdistan ulusal direnişinin lideri Mele Mistefa Barzani’nin hayatı bir animasyon filmine konu oldu. Yapımı devam eden film, yakında animasyon dizisi halinde yayınlanacak. w BasNews (Haber Merkezi) – Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani’nin yazdığı ve Doz Yayınevi tarafından iki cilt halinde Türkçe yayınlanan ‘Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ adlı kitaptan uyarlanan filmin senaryosu Emrah Koyuncu’ya ait. Kalabalık bir animatör grubu ve çok sayıda teknik personelin yer aldığı projenin yönetmenliğini yapan Özgür Cengiz-Serkan Karakaş ve filmin yapımcısı Rengin Elçi’yle, animasyon dizisine nasıl başladıklarını ve projenin ne aşamada olduğunu konuştuk. Gazetemiz için filmin iki yönetmeniyle röportaj yapan BasNews Türkçe Editörü Osman Mehmed de projenin seslendirilmesinde dublaj yönetmeni olarak görev alıyor. BasHaber - Mele Mistefa Barzani’nin hayatını anlatan bir animasyon filmi yapıyorsunuz. Öncelikle senaryo kime ait, senaryo oluşumunda hangi kaynaklardan yararlanıldı? Bize yazma sürecinden söz edebilir misiniz? Özgür Cengiz - Senaryomuzu Mesut Barzani tarafından yazılan “Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi” adlı, iki ciltlik kitaptan yola çıkarak Emrah Koyuncu yazdı. Bize yazılı halde geldi. .a rs iv ak Barzani’nin hayatı animasyon filmi oldu Bu anlamda kaynakları karşılaştırma olanağımız olmadı. Animasyon, Mistefa Barzani’nin hayatını ve mücadelesini anlatan 39 bölümlük bir dizi olarak tasarlandı. Daha sonra 26 bölüme indirdik. Barzani’nin animasyonda işlediğiniz görüntüleri hangi dönemini ve hangi yaşlarını kapsıyor? Özgür Cengiz - Bütün animasyon onun hayatı üzerine olduğu için filmimizin ilk bölümü Barzani’nin 3 yaşındaki haliyle başlıyor. O görüntü de mevcut mu? Özgür Cengiz - Evet. Aslında onunla ilgili olaylardan ziyade o zamanın genel problemleri; o dönemde ve Osmanlılar döneminde Kürt halkının genel problemleriyle ilgili konuları işledik. Üç yaşında bir çocukla ilgili anlatacağımız fazla bir şey yok. Ama annesiyle birlikte zindana atıldığı bir yer var, o kısımda anlatımın etkili olduğunu düşünüyorum. Daha sonraki aşamalarda olaylar ve zaman atlayarak gidiyor. Kritik anlara odaklandık. Özellikle abisi Şêx Abdulselam’ın asılmasından sonraki zamanlara. Böylece 10 yaşındaki halinden sonra ikinci bölümde 16 yaşından başlattık. Çünkü 16 yaşında artık Barzani Aşireti içinde savaşçı olarak rüştünü ispatlıyor. Bu dizi Barzani’nin hayatının kaç yılını kapsıyor? Özgür Cengiz - İlk sezon 45 yaşına kadar, ikinci sezon 45 yaşından ölümüne kadar geçen zamanı kapsıyor. Zaten şu an ilk sezonun sonuna yaklaştık. Fikirsel olarak veya teknik anlamda bu projede esinlendiğiniz animasyonlar oldu mu? Özgür Cengiz - Animasyon işinde konsepti oluştururken önce karakterlerinizin neye benzeyeceğine dair bir yaklaşımla başlamanız gerekiyor. Her şey elle çizildiği için önümüzde birkaç alternatif vardı. Ya çizgi film şeklinde yapacaktık örneğin Sinbad vesaire gibi, ya gerçeğe biraz daha yakın yapacaktık veya tamamen gerçekçi yapacaktık. Türkiye şartlarında zaten gerçekçi yapmak için gereken teçhizatımız yok. Dolayısıyla ikinci seçeneği yani olabildiğince gerçeğe benzetme ve yaklaştırma yolunu tercih ettik. Bunu yaparken özellikle Star Wars, Clone Wars seri- SÖYLEŞİ Barzani’nin belli yaşlarını kapsıyor. Gençlik fotoğrafını bulmak çok zordu bizim için. Bir de tabi tek bir fotoğrafını bulmak yetmiyor. Üzerindeki elbisenin dokusu, sarığını nasıl bağladığı, hangi kumaştan olduğu, hareketleri ve bunun yanında O’nun bir konuşma sırasında ne tip mimik ve jestler yaptığı, nasıl yürüdüğü… Tüm bunları da bilmek gerekiyor. Bu nedenle çok fazla referans toplamaya çalıştık. Fotoğraflar, daha önce yapılmış belgesel prodüksiyonlarından yola çıktık. Ve hepsini bir araya getirerek tekrar can vermeye çalıştık.. Şöyle söyleyeyim sadece sarığını bağlama şekli için 15 gün uğraştık. Peki animasyon ekibinde toplam kaç kişi çalıştı? Bunlardan kaçı modelci, kaçı konseptçi? Özgür Cengiz - On kişi çalıştı. Bu on kişiden üçü karakter modeli, ikisi kişi entity (animasyonda mekanların, binaların, mimari yapıların, araç-gereçlerin yapılmasından sorumlu kişi) olmak üzere beşi model. Bir artist, bir konseptçi arkadaşımız çalışıyor. Animasyon ne zaman yayınlanacak? Özgür Cengiz - Bizim planımız ilk sekiz bölümün ardından yayına girme- çe hem Kürtçe metinleri takip ederek ve diğer arkadaşlarımızın yardımıyla yapmaya çalışıyoruz. Yani sesleri, konuşmaları, ağız hareketleri Kürtçe diksiyona göre yapılıyor? Özgür Cengiz - Tabi aslına bakarsanız animasyonu yaparken hangi dil olursa olsun ağzın hareketleri, hecelerin ağızdan çıkış şekilleri önemli. Dolayısıyla Türkçe olmuş Kürtçe olmuş pek bir şey farketmiyor. Örneğin siz a dediğinizde her dilde ağzınızın şekli aynı şekle bürünecektir. Yazılış farkı olabilir ama o yüzden animatör arkadaşlarımız o dilin, tabii burada kullanılan dil Kürtçe olduğun için Kürtçenin hecelerini analiz ettiler. Ve bu hecelere uygun ağız hareketlerini bulup kaydettiler Serkan Karakaş - Ya da o dönem kullanılan ama şu anda kullanılmayan bazı sözcükler… Özgür Cengiz - Haritasından eşyasına kadar her şeyi o dönemden almamız gerekiyor. Örneğin bir evin içini dizayn ederken evin içinde ne olması gerektiği danışmanlara sorularak belirleniyor… Ayrıca Dizimizin müzikleri de orijinal. Sadece bu dizi için yapılmış besteler var. Özellikle Barzani’nin ana tema müziği. Ve her bölümde karşılaştığımız dramatik-trajik öğeler, heyecan, aksiyon gerektiren öğelerin her biri için farklı tema müzikleri bestelendi. Barzani’nin hayatını animasyon dizi yapma fikri kimden ve ne zaman çıktı? Bu proje ne zaman olgunlaşmaya başladı? Senaryo süreci nasıl gelişti? Bu süreci bize anlatabilir misiniz? Rengin Elçi (Yapımcı) - Kürdistan Bölgesi Başkanı Sayın Mesud Barzani’nin, Kürt Hareketi ve Barzanilerle ilgili kitabını okuduğumda bunun mutlaka diğer parçalardaki Kürtlere, özellikle de yeni nesle, çocuklara bir şekilde anlatılması gerektiğine inandım. Ve bunun hikayesini çıkardım. O iki ciltlik kitaptan önce de Mele Mistefa Barzani’nin hayatına dair bilgim vardı. Kökleri eskiye dayanan bir aile Barzaniler. “Barzanicilik” diye bir olgu var. Rahmetli babam da peşmergeydi. Ben açıkçası bu mücadelenin bilinmesi gerektiğine inandım. Bu konu üzerinde çalışırken o iki ciltlik kitapta anlatılanların da öncesine gittim. Daha sonra en etkili şekilde nasıl yapabilirim diye düşünürken aklıma 3D animasyon, çizgi film, belgesel ve dizi şeklinde fikirler oluştu. Sonra üçünü birleştirmeye karar verdim. rg siydi. Şu an 13 bölümlük ilk sezonun sonuna geldik. Ancak bittikten sonra bazı değişiklikler yapmamız gerekiyor. Bu değişikliklerin ardından yayına hazır hale gelmiş olacak. Animasyon filminizi Kürtçe’nin Kurmancî lehçesiyle yapıyorsunuz. Sanırım Kürtçe bilmiyorsunuz. Bu konuda sıkıntı çektiniz mi? Özgür Cengiz - Kürtçe yapılan seslendirmeleri kaydediyoruz. Animatörler sonradan ağızları kaydedilmiş bu seslere uygun görüntü yapıyor. Tabi anlamadığımız için bazı detaylarda zaman zaman sıkıntı yaşayabiliyoruz. Ama aramızda Kürtçe bilen arkadaşlar olduğu için yardımcı oluyorlar. Ve biz de yavaş yavaş öğreniyoruz. Serkan Karakaş - Bizim de gözümüzden kaçıyor bazı şeyler. Tabii zor bir iş. Bilmediğiniz bir dilde önemli, tarihi bir konuyu işliyorsunuz. Aslında çok kritik. Ama bir yandan yavaş yavaş biz de öğrenmeye başladık. Hem Türk- w w w .a rs iv ak ur d sindeki karakterlerin stilizasyonlarını aldık. Animasyonu kısaca anlatabilir misiniz? Serkan Karakaş - İlk olarak konseptler çiziliyor ve gösterim kabul ettiriliyor. Beğenildiği takdirde karakterler yaratılıyor. Sonra modelci arkadaşlar modelliyor. Üç boyutlu ortamda karakterleri var ediyorlar. Sonrasında animatör arkadaşlar tarafından dik dediğimiz aşama gerçekleştiriliyor. Vücudun hareketleri, kemiklerin hareketleri, derinin kemiğin üzerinde oluşan hareketlerini yapan ayrı bir birim var. Son olarak her şeyin bir araya getirildiği rander (ışıklar, sahnedeki diğer efektler, arka plan, ön plan) dediğimiz ve en çok zaman alan kısım başlıyor. Mesela sizin en çok model çizimlerinde zorlandığınız karakter hangisi? ÖZGÜR CENGİZ - Mele Mistefa Barzani. Çünkü elimizde referans fotoğraflar olmasına karşın bu fotoğraflar .o 3 Ne zaman oluştu bu fikir? Rengin Elçi - Yaklaşık dört sene önce olgunlaşmaya başladı zihnimde. Hikâyesini çıkardım. Birkaç arkadaşımla görüştüm. Yapılabilir mi yapılmaz mı, nasıl yapılır… Yukarıda bahsettiğim üç tekniği birleştirmek ciddi anlamda bir finansman gerektiriyordu. Onun haricinde ciddi bir araştırma ve ekibe ihtiyaç vardı. Açıkçası Türkiye’de bunu üstlenecek bir ekibin olabileceğini düşündüm. Ama bulamadım. Onun haricinde Meksika ile irtibata geçtim. Meksika’dan konuyu anlatan bir iki adet demo istedim. Onlardan da memnun kalmadım. Niçin memnun kalmadınız? Rengin Elçi - Çünkü benim istediğim şekilde yapamıyorlardı. Öncelikle buna dair daha önce yapılmış, Kürt kültürünü yansıtan bir çizgi film projesi örneği yoktu. Kürt yöresel kıyafetleri hakkında bilgileri yoktu. Bir ara Çin’de yapabileceğimi düşündüm. Fakat sonra vazgeçtim, çünkü kültür farkı var. Bir de çekik modeller de yapabilirlerdi bana. Tabi bunun öncesinde Güney Kürdistan’da birkaç yere danıştım. En sonunda bir parlamenter ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Derneği’nin Kürdistan temsilcisi vasıtasıyla sayın Sirwan Barzani ile irtibata geçtim. Beni Sirwan Barzani ile tanıştırdılar. Kendisi de bu projeye sıcak baktı. Bir görelim dedi. Emrah Koyuncu ve ben başta olmak üzere bir ekip kurup senaryoyu hazırladık. Senaryo hazırlandıktan sonra bir demo yaptık. Demoya onay gelince başladık. Sözleşmeler yapıldı. Senaryo veya proje aşamasında bu projeyi Türkiye’de gerçekleştiriyor olmaktan kaynaklanan sıkıntılar oldu mu? Rengin Elçi - Evet, önce biz bir ekiple anlaşmaya gittik. Ekibi kurduk, bir şeyler hazırladık. Yalnız senaryonun özüne indiklerinde bir çok kişi çekildi. Ben bu çekilmeyi ırkçı bakış açılarına yordum. Bir çok yer bizi reddetti, biz böyle bir projeye imza atmayız diye. Bu tür sorunlar oldu. Onun haricinde biz kendi halimizde çalışıp durduğumuz için hiç bir yere zararımız yok. Yalnız ekip içinde şöyle bir gelişme de oldu. Çalıştığım kişilerin çoğu Türk. Ama İranlı, Kürt ve Rus da var. Bir çok yerden Amerikalı, Meksikalı insanlarla ortaklaşa çalıştığımız insanlar var. Bu insanlar Mustafa Barzani’yi tandıkça, hayranlık duymaya başladılar. GÜNDEM SÖYLEŞİ Artık Kürdleri susturamazsınız 4 M w .a rs nedenini araştırmamız lazım. Niye beklediğimiz oyu alamadık? Bunun tartışmasını çok ciddi yapmamız lazım. Eğer biz geçiştirirsek, nedenlerini açık bir şekilde önümüze koymasak, doğru bir anlayış geliştiremeyiz. Eksiklikleri tartıştığımızda yeni bir dönemi yani Kürd halkının birlikteliğini sağlayacağız. İnanıyorum ki partimiz bütün bu eksiklikleri, yüksek oy bekleyip almadığımız yerlerin nedenlerini her halde masaya yatıracaklar. Bundan kuşkum yok ki mutlaka yapılması lazım. Bu konuda da bir hazırlığın yapıldığını görüyoruz. Sizce eksik neydi? Neden böyle bir sonuç çıktı? Ben şöyle düşünüyorum; ikna olmayacak insanımız yok, yeter ki ona gidelim yeter ki onun fikrini alalım. Bir seçim yaptığımız zaman, bir görevlendirme yaptığımız zaman halkımız ona nasıl bakıyor? Bunu çok ciddi bir şekilde halkla paylaşarak siyaseti yürütmemiz lazım. Ama bizim birçok komisyonun halkla çoğu şeyi paylaşmadığını inanıyorum. Yani burada eksikliklerimiz var, eğer gerçekten bu işi yapacak veyahut emek vermiş insanları birikimiyle toplum içinde ki konumuyla biz değerlendirirsek halkımız bunu kabullenir. Ama “Ben yaparım. Ben biliyorum. Ben istediğimi getiririm. İstediğimi encümen yaparım.” mantığıyla yaklaşırsanız burada ister istemez halkın düşüncesine halkın isteğine başvurmadığınız için w Yerel seçimlerin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? BDP ne durumda Kürdler ne durumda? Çok açık ve dürüst söylemek gerekir ki, şahsen beklentim daha yüksekti. Aldığımız sonuçların çok başarılı bir sonuç olduğunu söyleyemem. Belki partinin bu yönde bir açıklaması olmasa da, yıllardan beri siyasetin içindeyiz. Oyumuzun artışında farklı bir şey yok. Ama belediye artışı açısından önemli bir kazanım var. Büyük şehir olan yerlerde beldeler çoğu ortadan kalktı. Beldeler olsaydı bu gün yirmi otuz belediyemiz daha olacaktı. Mardin, Diyarbakır ve Van büyük şehir olduğu için beldeler ortadan kalktı. Burada Mardin’in hemen hemen birçok beldesini alabilecek güce sahiptik. Ama Türkiye genelinde ve Kürdistan’da aldığımız oylara baktığımızda bir fark olmadığını görüyoruz. Bizim için süreç daha önemliydi. Kürtlerin birliğinin oluşması, Ortadoğu’da Rojava’da gelişen olaylar artık Kürdlerin bir halk olarak, yönetim anlayışına uygun bir çıkışı yapması gerektiğini gösteriyordu. Çok başarısız olmasak da çok başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Sonuçlarla ilgili parti olarak müzakere yaptınız mı? Tabi ki eksiklerimizi gözden geçirmemiz lazım; parti olarak halk olarak, yönetimler olarak. Bütün bu eksiklerin w RONYA ŞERAN iv ak ur d .o rg ardin Büyükşehir Belediyesi Eş başkanı Ahmet Türk ile 30 Mart yerel seçimlerinin Kürd siyasetindeki yansımasını konuştuk. BDP ve HDP’nin 30 Mart seçimlerinde aldığı oyun beklentilerinin altında olduğunu ifade eden Türk, “seçimlerde çok başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz” diyor. halk burada bir tepki gösterir ve bir kırılma yaşanır. Nusaybin ve Kızıltepe’de seçime katılım oranının yüzde yetmişin altında olduğunu biliyoruz. Bunların nedenini araştırmasanız doğru bir cevap bulamasınız. Burada bir kırılma var burada bir hoşnutsuzluk var. Mardin’de en az kişinin kullanıldığı yerde yüzde seksene yakın kulanım oranı var ama Nusaybin, Kızıltepe gibi politize olmuş büyük ilçelerimizde yüzde altmış beş oy kullanma oranı var. Bunun nedenini çok iyi araştırmak lazım. Ama burada polemiğe de girmek istemem. Basın önünde de konuşmak istemiyorum. Ama partimizde bilmeli ki eksiklikler var. Bunları gidermek için de hemen halkla diyaloğa geçmek lazım. Bundan sonra nasıl bir yol haritası izlenilecek? Ben bir belediye başkanıyım, hizmet alnında görev yapıyorum. Merkezimiz var parti meclisimiz var milletvekillerimiz var. İnanıyorum ki kongre süreçlerinde bunlar değerlendirilecek, düşüncelerimizi söyleyeceğiz. Ama şimdi bir belediye başkanı olarak onların yerine geçip bir şey söyleme hakkını kendimde görmüyorum. Hepimizin mücadelesi özgür demokratik bir gelecek. Nasıl bir yol olacağını merkez ürütme kurulumuz belirleyecek. Mardin’de nasıl bir tablo var, ne umut ediyorsunuz? Mardin sadece Türkiye’nin değil Ortadoğu’nun en kadim şehri. Bir çok kültürün inancın birlikte yaşadığı bir kent. Bir taraftan Rojava’ya bir taraftan Kürdistan’a komşu. Hem stratejik yapısıyla hem de çok kültürlü yapısıyla önemli bir kent. Bu farklılıkları güvence altına alan farklılıkları fırsat gören bir yaklaşımla hareket edeceğiz. Bu gün Suriye de bir savaş var, sonuçta Suriye yeniden yapılamayacak. Ama burada Mardin’in önemi çok büyüktür. Sanayi ticaret şehri yapabilirsek Suriye’nin yeniden yapılanmasından önemli bir rol alacağız. Stratejik konumuyla Mardin’i bu olaylara öncülük edecek konumlara getireceğiz. Belediye binası konusunda bir sıkıntı yaşadığınızı gördük. Başka nasıl sorunlarınız var? Sıkıntı sadece bu değil. Mardin belediyesi büyük şehire dönüştü. Ama bizim kazanacağımızı gördüklerinden, belediye binamızı bile Artuklu’ya devretmişler. Özel idarenin binası var hazine arazisi üzerine bina yapılmış tamam ama milyonlarca para harcanmış. Bunların bir çoğunu hazineye dönüştürülmüş. Biz bu gün bu haksızlığı ortadan kaldırmaya yönelik çalışma yapıyoruz. Biz bu sorunları valilikle bir uzlaşmayla çözmek isteriz. Ama bu halkın malını da kolay kolay kimseye yedirmeyiz. 5 SÖYLEŞİ KÜLTÜR Shakespeare varsa Xanî de var İLYAS ENGİN - DİYARBAKIR Xanî’nin politik derdi vardı Dünya tarihinde edebiyat destanlarının toplumların uluslaşma açısında önemli bir yere sahip olduğunu hatır- mekan tiyatro formunda sahneleneceğini söyledi. Oyunda toplam 45 karakterin bulunduğu anlatan Gün, müzikalde 7 kişilik orkestranın görev alacağını söyledi. Oyunun sahneleneceği tarihi Cemilpaşa konağının tümünün sahne olarak kullanılacağını belirten Gün, “Tiyatro genellikle seyir edilen ve seyir eden şeklinde düzenlenirdi. Bu defa farklı olacak. Seyircide oyunun içinde, oyunu yaşayacaklar. Mekanın tümünü kullanacağız” diye konuştu. Destanın bugüne kadar böyle bir form ile izleyici karşısına çıkmadığını söyleyen Gün, büyükşehir belediyesi olarak 2 müzikal tiyatro hazırladıklarını rg İngiliz edebiyatında Shakespeare neyse, genelinde doğu, özelde ise Kürd edebiyatında Mem û Zîn odur diyor. Sadece metnin çevrisinin 10 aylık zaman diliminde gerçekleştirildiğini belirten Nemir, “Metinleri işlerken 70 tablo çıktı karşımıza. Her tabloya bir sahne düşünüldüğünde çok muazzam bir eser karşımıza çıkıyor. Zengin bir hikaye, hem Kürdler, hem de dünya edebiyatı için çok önemli bir eser” ifadelerini kullandı. biridir. Geçmişte Evdalê Zeynikê, Binewşa Narîn gibi hikâyeleri sahneye taşımıştık. Bu yıl ise Mem û Zîn’i müzikal formatta ve mekan tiyatrosu formunda düşündük. Hikayenin diğer bir özelliği güncelliğini koruyor olması. Metnin kendisi politik bir metin. Ehmedi Xanî’nin kendi söylemi bu. 17. Yüzyılda Xanî bir Kürd edebiyatçı olarak, Mem û Zîn’i, Kürdlerin tarihsel olarak o günkü konumunu, durumunu göz önünde bulundurup kaleme aldığını anlatıyor. Xanî, Mem û Zîn’den kendisinin Kürdistan aşkını anlattığını belirtiyor. Mem û Zîn aşkı, aslında Ehmedi Xanî’nin Kürdistan aşkıdır” dedi. w w w .a rs iv ak ur d .o Ehmedê Xanî’nin 17. Yüzyılda kaleme aldığı Mem û Zîn destanı, Diyarbakır’da Müzikal olarak tiyatro severlerle buluşacak. Cemilpaşa konağında ilk defa mekan tiyatrosu formunda sahnelenecek olan oyunun yazarı Kawa Nemir, “İngiliz edebiyatında Shakespeare neyse, Kürd edebiyatında “Mem û Zîn” odur” diyerek destanın önemine vurgu yaptı. Oyunun sanat yönetmeni Rüknettin Gün ise, Mem û Zîn’in Ehmedê Xanî’nin Kürdistan aşkı olduğunu söyeldi. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Tiyatrosu, Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn destanını sahneye taşıyor. Müzikal olarak tiyatro severlerle buluşacak olan Mem û Zîn destanı, ilk defa mekan tiyatrosu formatında sahnelenecek. Mem û Zîn oyununuzda staranbêjlerin yanı sıra, hikaye anlatıcıları da olacak. Kawa Nemir’in metin yazarlığını yaptığı oyunun sanat yönetmenliğini Rüknettin Gün yapıyor. Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn destanının uyarlandığı tiyatro sahnesinde Mem’i Ali Tekbaş, Zîn’i ise Zelal Gökçe canlandırıyor. Sahnede Kürd kültüründe önemli bir yere sahip olan stranları Dengbejler yerine oyuncuların kendileri seslendirecek. Cumartesi günü sahnelenecek oyun öncesi perdesini mahalle sakinlerine açan ekip, vatandaşın beğenisini kazandı. Oyun cumartesi günü, sayısı sınırlı tutulan davetlilere perdesini açacak. Metinin oyun yazarlığını yapan Kawa Nemir, Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’i latan Nemir, “Ehmedê Xanî’nin kaleminden çıktığı biliniyor. Xanî Mem û Zîn’i politik dertle ele aldığını söylüyor. Sadece bir aşk hikâyesi değil. İçinde ulusal vurgular bulmak mümkün. Kürdler polisit olarak bu eser üzerinde edebiyatlarını kurabilir. Mem û Zîn, üzerinde bir ulusun edebiyatının kurulabileceği kadar güçlü bir eserdir” dedi. Seyirci sahnede hissedecek Oyunun sanat yönetmeni Rüknettin Gün, Mem û Zîn destanının ilk defa FOTO RAMAZAN YAVUZ ve bu iki tecrübeden sonra bir klasiği müzikal olarak seyircilerin önüne çıkaracaklarını söyledi. Mem û Zîn’i sahneye koymak ağır görevdir” diyen Gün, restorasyonu biten Cemilpaşa konağının kendilerine çok iyi imkan sağladığını söyledi. büyükşehir belediyesi olarak toplam 20 yetişkin ve çocuk oyunu sahnelediklerini belirten Gün, “Birkaç yıldır Kürd klasiği yapama fikri vardı ve bu tartışılıyordu. Bu yıl yapmak kısmet oldu. Mem û Zîn bildiğiniz gibi Kürd edebiyatının başyapıtlarından Sırada turne var Diyarbakır’dan sonra turneye çıkacaklarını belirten Gün, “Bu oyun için burası tam aradığımız yer. Diyarbakır’dan sonra oyunu, Kürdistan’daki bir çok tarihsel mekana uyarlayıp, sahnelemeyi düşünüyoruz. Hedefimizde Avrupa da var. Bu oyun daha önce Türkçe sahnelendi, devlet tiyatrolarında sahnelendi. Dans formunda 2004’te dans topluluğu tarafından sahnelenmişti. Filmi çekildi. Birçok kişi Mem û Zîn’i filmden biliyor. Ama unutmamak gerekir ki, film de gerçek destandan uyarlanmış. Bu metnin müzikal olarak sahneliyor olması önemlidir” diye konuştu. DOSYA 6 ur d R iv rs RONYA ŞERAN w w .a çıkmasına neden oldu diyebiliriz. Roman açılımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye siyaseti romanları bu ülkenin asli unsuru olarak görüyor mu sizce? Bence görüyor. Türkiye demokrasisi ilerleme açısından sorun yaşasa da bu yönde bir irade ortaya koyuyor. Demokratikleşme noktasında toplumun tüm kesimlerinin aynı düzeyde olabilmesi gerekiyor. Bu noktada Türkiye’nin önünde çok ciddi ekonomik, toplumsal bilinç ve hukuki sorunlar var. Ancak bu bir takım grupların haklarının geri plana atıldığı anlamını kesin olarak taşımıyor. Beğenelim ya da beğenmeyelim w BasHaber - Roman kimliği günümüzde nasıl temsil ediliyor? Doç. Dr. Suat Kolukırık - Roman aslında daha yumuşak olan, konuşulabilen, zararsız olan, “bizden biri” olarak temsil ediliyor. Çünkü roman kelimesinin olumsuz bir anlamı yok. Roman dediğimiz zaman daha çok müzik, görsel sanatlar, neşeli insanlar, içimizden bir şeklinde algılayabildiğimiz durum çok. Roman kelimesinde sıkıntı yok. Asıl sıkıntı olan “Çingene” kelimesidir. Çünkü “Çingene” dediğimizde daha çok “hırsız, yalan söyleyen, pis olan” gibi bir algı var. Bizden olmayan biri gibi algılanıyor Roman kavramı içerdiği muhteva açısından. Son dönemde romanlara yönelik hoşgörünün arttığı fikrindeyim. Geçmişte de hoşgörü vardı. Ancak bu siyasi konjonktürün değişmesi ile birlikte milliyetçiliğin arttığı dönemlerde yanlışlıklar yapılmış olabilir. Son dönemlerde özellikle yoksullukla mücadele içinde romanları görmek lazım. Kentsel mekanlarda sıkışmışlıkları ve ihtiyaç duydukları o demokratikleşme ya da daha iyi yaşam koşulları noktasında bir takım göstergeler çıktı ortaya. Bu göstergeler Roman toplumunun öne omanlar üzerine yaptıkları çalışmalarla bilinen Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Suat Kolukırık ve Avrupa Konseyi’nin, İsveçli diplomat Raul Wallenberg adına verdiği insani yardım ödülünün sahibi, Roman Yönetmen Elmas Arus ile ‘buçuk’ halkın bu bilinmezliğini BasHaber okuyucuları için konuştuk. ak T arihleri ve coğrafyaları konusunda kesin hiçbir kanıt olmaksızın, Hindistan’ın Pencap-Sind (Karaçi) bölgesinden bütün dünyaya yayılan ve uğradıkları hemen her yerde ayrımcı ve ırkçı uygulamalara maruz kalan Romanlar, tarihlerinin kaydını umursamadan yolculuklarına devam ediyor. .o rg Roman halkının tarihsiz yolculuğu hükümetin son dönemde bazı gruplara karşı, mesela Kürdlere ve Alevilere karşı yürüttüğü açılımı ben olumlu bir süreç olarak değerlendiriyorum. Ama şöyle bir tehlike de var. Bunu dezavantajlı gruplar, Türkiye’de yardıma muhtaç ya da sosyal desteğe ihtiyaç duyan kesimler değerlendirmenin veya etnik bir kimlik üzerinden değerlendirmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu şekilde açılım politikaları da ötekilikleri sergilemiş oluyor. Herkesi tek ve bütün görebilmek, insan merkezli ve vatandaşlık hukuku çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor. Roman politikalarını da takip eden biri olarak açı- lımın ciddi şekilde karşılık bulduğunu söyleyebilirim. AB’nin konuya yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünyada en çok roman nüfusuna sahip iki ülke Romanya ve Bulgaristan’dır. Avrupa’nın ırkçı bir tutuma sahip olması ve bu iki ülkenin AB üyesi olması Avrupa’nın faşist kaygılarından kaynaklı bir takım sorunları beraberinde getiriyor. Özellikle Fransa, Almanya ve İngiltere’nin bu noktada kaygıları var. Bunlar Roman nüfusunun kendi yaşam standartlarına uymasını bekliyorlar. Romanların yaşam koşullarının iyileştirilmesi yönünde beklentileri var. Ancak öbür taraftan yaşadıkları bölgeye sıkıştırılmaları gibi bir sorunla karşı karşıyalar. Sarkozy’nin bu yöndeki politikaları geçen yıl çok tartışılmıştı. AB üyesi oldukları halde serbest dolaşım ve çalışma hakları yönünde engellendiler. AB bu yöndeki önyargılarını henüz atmış değil. Avrupa genişlemeyi ve göçü güvenli hale getirmeye çalışıyor. Ancak bu noktada diğer mülteci ya da azınlıklara yaptığı gibi kullanabileceği kesimini kullanıyor. Diğer kesimi de “hastalıklı” gibi tanımlamalar yapıyor. Açıkçası Avrupa’nın ırkçı tutumunu sürdüreceği yönünde kaygılarım var. 7 DOSYA R oman halkının yakın zamana kadar Türkiye’de yok sayıldığını, Avrupa’da ise politik olarak ötekileştirildiğini ifade eden Yönetmen Elmas Arus ise medyanın da ayrımcılığa uğrayan kesimlere karşı siyasetin ötekileştiren tutumunu destekleyen, popülist bir yaklaşım içinde olduğunu ifade ediyor. ur d .o la eksik taraf, çok fazla önyargı var. Avrupa ülkelerinin birçoğunda bu sorun mevcut. Macaristan’da çok fazla ayrımcılık var. İsveç daha yeni “Beyaz kitap” yani Romanlara uyguladığı ayrımcılık ve şiddetle yüzleşmek için yazılmış bir kitap yayınladı. Bu yüzleşme anlamında çok önemli. Ancak bunlar yeterli değil. Somut olarak ortaya bir şeyler koymak gerekiyor. Bu anlamda AB’nin fonlarıyla bir şeyler yapılıyor. Ama yeterli değil. Romanların durumunu iyileştirilmesi için ülkelerin samimi bir tavır sergileyip ulusal politikalarında bu duruma yer vermeleri gerekiyor. w w .a rs iv ak demokrasinin adaletin terazisi yanlış işliyor. Türkiye topraklarına baktığımız zaman daha çok sosyal, sınıfsal bir ayrımcılık göze çarpıyor. Toplumun Roman toplumuna uyguladığı, farklı yaşam tarzından kaynaklı ötekileştiren bir ayrımcılık tablosu var. Türkiye coğrafyasındaki Romanların hoşgörülü bir ortamda, Türkiye devletinin, Türkiye toplumunun hoşgörüsü içerisinde yaşadığı iddia ediliyor. Hoşgörü beklemek için kötü bir davranış sergilemek gerekiyor. Farklı olmak kötülük mü? Sürekli Romanlara da iyi davranıldığını dillendirmek ayrımcılığın, ötekileş- w BasHaber - Türkiye sosyolojik anlamda çok renkli bir ülke. Sizce bu renkliliğin yanında tüm etnik, politik, kültürel gruplara karşı gerçekten hoşgörülü bir ülkede mi yaşıyoruz? Elmas Arus - Hoşgörü aslında tartışılması gereken bir kavramdır. Neye göre hoşgörü? İnsanlar kendileri gibi düşünmeyen etnik politik kültürel grupların değerlerine düşüncelerine yaşam şekline saygı göstermeyi becerebiliyorsa onları anlayabiliyorsa budur hoşgörü. Şu anda sizce böyle bir ortam var mı? Yani öyle pembe bir tablo çizmek çok mümkün değil. Sahiden hoşgörülüysek bu toplumun çatışma hali neden? Romanların Türkiye şartlarında yaşadığı tüm sorunları göz önünde bulundurduğumuzda karşımıza uzun bir liste çıkıyor. Sizce Romanların en büyük problemi nedir ve nasıl çözülür? Aslında romanların çok fazla birbirine bağlı, çok fazla iç içe geçmiş sorunları var. Yani en çok istihdam, eğitim, ayrımcılık, kentsel dönüşümün yarattığı mağduriyeti temel vatandaşlık haklarına erişimde sıkıntılarla karşı karşıyalar. Bu saydığımız sorunların öncelik sırası bölgesel olarak değişiklik gösterse de sorunların en başını istihdam sorunu ve sonucu olarak derin yoksulluk çekiyor. Bu sorun büyük çoğunluğun sorunu. Bütün sorunlarla paralel giden sosyal ayrımcılık ise sorunların derinleşmesindeki en büyük etken sayılabilir. Romanlar uluslararası arenada da çeşitli ayrımcı politikalara maruz kalıyor. Bu ayrımcılığa neden olan şey nedir? Türkiye’de de Avrupa’da da ayrımcılık sorunu var. Avrupa’da daha çok devlet politikalarında ayrımcılık görünüyor. Devletin politikasında ayrımcı bir tavır varsa halkında kendisinden farklı olana tahammülü olmaz tabi. Birçok Avrupa ülkesi bu durumla henüz yeni yüzleşiyor. Ama Romanlara gelince bu rg Medya Romanlar konusunda ikiyüzlü Romanlar 2010 yılında 500 yıldır yaşadıkları Sulukule’den Kentsel Dönüşüm kapsamında uzaklaştırıldılar. tirmenin ta kendisidir. Türkiye’de Romanlar daha çok görünmeyen kesimin içinde yer alıyor. Son dönemde görünmeye başladı. Görünmemek, yok sayılmak ayrımcılığın en şiddetli hali bence. Yani o kadar yoksun ki sana şiddet bile uygulanamıyor. AB’nin bu yöndeki politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? AB’den ziyade AB’ye üye ülkelerin politikalarını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bir taraftan romanların gördüğü ayrımcı şiddeti gördüğün zaman samimiyeti sorgulaman lazım. Çok faz- Bundan dört yıl önce hükümet tarafından “Roman Açılımı” adıyla başlayan bir süreç söz konusu. Bu girişim Romanlar açısından ne ifade ediyor? Sizce bu açılım uygulama anlamında ne durumda? Biz Roman dernekleri veya sürecin takipçileri olarak açılımı destekledik. Çünkü görünmeyen bir sorunun görünür hale gelmesi bizim için çok önemliydi. Bu Romanlarda STK’ların sayısında artışa neden oldu. Romanların kendisinde, toplumda ve medyada farkındalık yarattı. Bu önemliydi ama salt görünür kılmak yeterli değil. Eğer bu kadar zamanda bunu destekleyecek sosyal politikalar yoksa ortada bir eksiklik vardır. Eğer eğitimde, istihdamda eksiklikler olduğunu söylüyorsanız, bunu çözüme kavuşturmak için derhal somut adımlar atılmalı. Atılan her adım büyüktür. Ama ortada çok büyük bir sorun var. Bu sorunu görünür kılanlar, çözüm için de somut işler yapmalıdır. Açılımı destekliyoruz. Ama acilen altının doldurulması gerekiyor. Bu yıl Roul Wallenberg insani yardım ödülünü aldınız. Ancak birçok medya sizin çalışmalarınızdan çok Roman kimliğinizi ön plana çıkarttı. Medyanın bu yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Medya’nın popülist, ayrımcı yapısı burada kendini gösteriyor. Yaptığınız işten ziyade kimliğinizin görünmesi, size yönelik ön yargıyı çok net ortaya koyuyor. “Bir Roman da ödül almış. Bir Roman de bunu yapmış” söylemi medyanın ayrıştırıcı tutumunun göstergesi zaten. Medyanın iki yüzlülüğü burada kendini gösteriyor. Yani ne olursan ol. Ne yaparsan yap. O zihinlerdeki ayrımcı tablonun dışına çıkamıyorsun. Bunlar seni popülizme de kurban eder. Yaptıklarını da değersizleştirir. Bir söyleşinizde “ Roman kelimesinin altındaki önyargıların ve ayrımcı politikaların ortadan kaldırılması gerekiyor.” demiştiniz. Bu nasıl olacak? Bu kavramın altını temiz söylemlerle doldurmak gerekiyor. Yani Roman kelimesine hakettiği anlamı yüklemek gerekiyor. O kelime bir topluluğu, bir kimliği, bir yaşamı simgeliyorsa o şekilde kullanmak, kelimenin altındaki ayrımcı söylemleri ortadan kaldırmak gerekiyor. Bunun içinde ayrımcılıkla mücadele eden, nefret söylemini cezalandıran bir politikaya ihtiyacımız var. Zihinlerdeki ayrımcılığı yok etmek için belki yüzyıllara ihtiyacımız var. Ama bir yerden başlamak gerekiyor. SÖYLEŞİ HABER 8 Kürd öğrencilere INEPO’da gümüş madalya sunan Mozambik’ten öğrenci Şakira İsufu hem mükemmele yakın sunumu hem de sahne performansı ile adeta salonu coşturdu. Ayrıca yarışmalara Somali’den katılan Abdullah Muhammet ile Mahat Adami’nin birlikte seslendirdikleri Azerice şarkı salondan uzun süre alkış aldı. Pakistanlı öğrenci Mustafa Nuru’nun performansı ise salon tarafından ayakta alkışlandı. Program öğrencilerden oluşan çeşitli folklor gruplarının gösterileri ve organizasyona emeği geçenlere verilen plaketler ile son buldu. İNEPO olimpiyatları, Gülen Cemaati’ne yakın okulların çatı kuruluşu Azerbaycan Uluslararası Tahsil Merkezi, Azerbaycan Milli Eğitim Bakanlığı, SOCAR ve çevre sivil toplum örgütü IDEA tarafından organize edildi. Kürdistan’da durum daha da vahimdi. AB Müktesebatına uyum zorunluluğu ve kuşkusuz ki kadınların da mücadelesinin etkisiyle bahse konu kanun, 2002 yılında yürürlükten kaldırılarak ölü kanunların tozlu raflarına taşınmış, yerine bu gün yürürlükte olan Türk Medeni Kanunu gelmişti. Yeni kanunda böyle ucube hükümler yoktu, tüm toplumun ve özellikle kadınların yaşamını olumlu yönde etkilemişti. Hala tartışmalı maddelerinin varlığına rağmen yeni Medeni Kanun görece de olsa, çağımıza uygun bir çerçeve çizmektedir. Örneğin mirasta eşitlik sağlanmış, kadın ve erkek arasındaki adaletsizlik asgariye indirilmiştir. Ancak geçtiğimiz Cuma günü, kaşla göz arasında geçmiştekini aratmayacak yeni bir düzenleme geçti meclisten. 564 sıra sayılı tasarı ile “5578 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ve Türk Medeni Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair kanun” eğer Cumhur- başkanı tarafından da onanıp yürürlüğe girerse tarım arazilerinin mirasla intikali konusunda 2002 öncesine döneceğiz. Meclisten geçen 564 sayılı tasarı ile iki kanunda değişiklik getiriyor. İlki Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, diğeri Türk Medeni Kanunu. Birbirini destekleyecek şekilde her iki kanunda da yapılan değişiklikler özet olarak miras hakkını sınırlayarak, tarım arazisinin tek bir kişiye, o da “ehil kişiye” verileceği hükümlerini içeriyor. Yasanın detayları bu hükmün nasıl uygulanacağını düzenleyerek, miras kapsamındaki tarım arazisinin mirasçılardan ehil olana hasredileceğini, mirasçılar aralarında anlaşamıyorlarsa mahkeme yoluna gidebileceklerini, mahkemeye gitme halinde hakimin “ehil” olan mirasçıyı tespit edeceğini, bu yollar olmuyorsa taşınmazın bir bütün olarak satılabileceğini zorunlu kılıyor. Özellikle eski Medeni Kanun’da tartışma konusu olan “muktedir” olma kavramının bu yasa ile “ehil” biçiminde yeniden hortlatılması özellikle dikkatlerin yoğunlaşması gereken bir husus. Geleneksel olarak kadınların miras dışı bırakılmasının üzerine böyle bir yasal düzenlemeyi de ekleyince, kadınların tarımsal arazilerde mirasçı olabilme şansları ellerinden alınıyor. Mahkemenin arayacağı “ehil” olma özelliğinin kadınlar için gözetilmeyeceği de muamma değil. Eski kanun uygulamasında kadınların tarım arazilerinin işletilmesi konusunda ehil olarak görülmediği sayısız örnek dava söz konusu. Bir an için yasanın uygulandığını düşünelim. Kadın öncelikle mirasa konu taşınmazı almak için öncelikle diğer mirasçıları ikna etmek zorunda kalacak. Akabinde taşınmazı alabilmek için diğer taraflara taşınmazın değerini, eğer parayı bulabilirse, nakden ödeyecek. Diyelim ki taraflar hiçbir şekilde anlaşmadı ve mahkeme yoluna gitti. O zaman da hakim “kimin toprak ekip biçmekten anladığını, kimin tarım aletlerine hakim olduğunu, bir zirai işletmeyi yönetecek yeteneğin kimde olup olmadığını” kendisi değerlendirerek, karar verecek. Bu seçim sürecinde kadın mirasçıların sıralamaya bile giremeyeceği aşikar. Nitekim “ehil” denilen kavram gerek kararı verecek olan hakimin kafasında, gerekse de kanunun lafzı ve yorumunda erkeğe gönderme yapmakta. Dün yürürlükte olan eski Medeni Kanun uygulayıcılar tarafından bu şekilde yorumlanmıştı, bu gün de değişen bir şey olmayacaktır. ur d .o rg Törende konuşan Azerbaycan Uluslararası Tahsil Merkezi (AUTM) Yönetim Kurulu Başkanı Halik Memmedov da Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in petrol kapitalinin yetişmiş insani kapitaline dönüştürülmesi gerektiği ifadesine atıfta bulundu. Memmedov, ‘’AUTM ve SOCAR’ın ortak projesi olan bu çalışma Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in petrol gelirlerinin gelecek nesillerin çağın gereksinimlerine ayak uydurabilecek donanımda yetiştirilmesi için atılan bir adımdır’’ dedi. Türkiye dışında Azerbaycan’dan 3 ayrı takım altın madalya alırken Hong Kong, Endonezya, Makedonya, Somali ve Güney Afrika temsilcileri de altın madalya sevinci yaşadılar. Azerice sahne performansı coşturdu Olimpiyatların kapanış programını HAMİYET ÇELEBİ w w Kadınların tarımsal miras hakkı tehlikede w .a iv ak BasHaber (Baku) – Erbil Işık Lisesi öğrencileri Ahmet Abdülmecid ve İbrahim Saran’ın olimpiyatlarda gümüş madalya alması okullarında büyük sevinç ile karşılandı. Azerbaycan’da 51 ülkeden 500’e yakın öğrencinin katıldığı INEPO Avrasya Çevre Proje Olimpiyatları yapılan kapanış programıyla sona erdi. Olimpiyatla- rın kapanış programına milletvekilleri, akademisyenler, iş adamları,sivil toplum kuruluşu temsilcileri, öğrenciler ve binlerce davetli katıldı. Bakü Serhatçı Spor kompleksinde yapılan kapanış programı Azerbaycan Milli Marşının okunması ve çevre ile ilgili sine vizyon gösterisi ile başladı. Daha sonra bu yıl 8’incisinin gerçekleştirilen olimpiyatlara katılan 51 ülke takımları, sırasıyla salona davet edildi. Ellerinde kendi ülkelerinin bayraklarını taşıyan öğrencileri izleyiciler uzun süre alkışladı. Olimpiyatların organizasyonunda yer alan Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (SOCAR) Başkan Yardımcısı ve Olimpiyat Organizasyon Komitesi Başkanı Refika Hüseyinzade söz konusu olimpiyatların 17 ülke ile başladığını aradan geçen sürede olimpiyatlara ilginin artarak devam ettiğinin ve bu yıl artık 51 ülkeye ulaştığını ifade etti. Hüseyinzade, ‘’Bu yıl INEPO Avrasya Çevre Proje Olimpiyatlarına 51 ülkeden 500 öğrenci 182 projeyle katıldı’’ dedi. Hüseyinzade dünyanın değişik ülkelerinden gelen öğrencilerin olimpiyat ruhu içerisinde dost olduklarını belirtti. Daha sonra dereceye giren öğrenciler gruplar halinde sahneye davet edilerek madalyaları verildi. rs A zarbaycan’ın Başkenti Bakü’de yapılan INEPO Avrasya Çevre Proje Olimpiyatları’na Kürdistan Bölgesinden katılan iki Kürd öğrenci gümüş madalya aldı. 1 Ocak 2002 yılında, yürürlükten kalkan eski Türk Medeni Kanunu tarım arazilerinin miras yoluyla intikalini düzenleyen bir madde içeriyordu. Bu maddeye göre mirasta yer alan ve iktisadi bütün halinde işletilen zirai mallar, ancak işletmeye “muktedir” olduğu anlaşılan talibe tahsis edilirdi. Daha açık bir ifadeyle tarım arazisini de kapsayan zirai mallar, işletmeye uygun niteliklere sahip olduğu düşünülen kişiye verilirdi. Zamanında çokça tartışılan bu madde en çok Kadın Hareketinin oklarını üzerine çekmişti. Kadınlar bu madde karşısında geliştirdikleri refleksleri nedeniyle hiç de haksız değildiler. Çünkü yasanın aradığı “tarım arazisini işletmeye muktedir olma” niteliği doğrudan erkeği işaret ediyordu. Yasa ile gelenekler bu konuda bir paralellik de arz ediyordu. Toprak mülkiyeti ve üzerindeki tüm tarım araçları ile birlikte miras olarak erkeğe geçerdi. Türkiye bundan muzdarip iken 9 SÖYLEŞİ HABER Çocuklara işkence mağdurların avukatları ise ciddi iddialarda bulundu. Çocuklara ciddi şekilde işkence yapıldığının vücutlarında net şekilde görülebildiğini ifade eden Av. Seval Karaçelik ise daha vahim iddialarda bulundu. Olay akşamı hastanede bulunduğu bir sırada çocukların da kontrol için hastaneye getirildiğini belirten Karaçelik, tesadüfen meseleye tanık olduğunu ve müdahale ettiğini söyledi. Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğundan beri başarıdan başarıya koşuyor. Bütün bu süre boyunca hapse girmeler, partisini kapatma davaları, “Ergenekon”lar, “Balyoz”lar, bugün etrafında fır dönen jöleli aparaçiklerin de dahil olduğu kesimler tarafından kendisine ve partisine yönelik yıpratma kampanyaları ve daha başka türlü çeşitli badireler atlattı. Bütün bu değişik fırsatlarda gösterdiği gibi Başbakan hep “tecrübeli, sağlam politikacı” olarak dikkat çekti. Ne yaparsa, nasıl etki yaratacağını biliyordu. “Hizmet etmek” üzere yola çıktığı zamanlardan bu yana, parti içi ve partiler arası pazarlıklarda çok tecrübe kazandı. “Siyaset” onun o kadar iyi bildiği bir meslek ki, rakiplerini bazen tam da bu hattan aşağılıyor, dalgasını geçiyor; “siyasetten anlamadıkları” için... Kendisi ya da etrafında dönen bazıları da mesela rakiplerini kastederek “Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda belli olmaz ters köşeye yatırırız” gibi ya da 23 Nisan Ermenilere taziye mesajı için “Erdoğan diasporaya gol attı” gibi futbol terimleriyle “siyasetten ne anladıklarını” gösteriyorlar. Dolayısıyla, siyasete girdiğinden beri hep “yenen”; ailesi, çevresi ve kendisini tutan aparaçiklerle birlikte hep “kazanan” Erdoğan, son yerel seçimlerde çok daha net görüldüğü üzere, bugün AKP’yi gölgede bırakan ve onu neredeyse tek başına taşıyan bir karakter olarak belirginleşiyor. Kuşkusuz, Erdoğan’ı Türkiye’deki gerçek bir toplumsal hareket olarak İslami hareketten, bu hareketin şimdiye kadar gelmiş en güçlü türevlerinden biri olan AKP’den, AKP’nin yarattığı yeni güç dengelerinden bağımsız düşünmek mümkün değil. Ancak zaman içinde AKP’nin tabanının orta sınıflaşması ve İslami hareketin yoğun kimlik özelliğini yitirmesiyle birlikte, farklı bileşenleri bir arada tutan şey, partinin ideolojisi değil; Erdoğan’ın bizzat kişiliği oldu. Son seçimlerde de bunu net olarak gördük. Seçmenler bir yanda “Erdoğan’ı yedirmeyizciler”, diğer yanda bütün kötülüklerin kaynağı olarak Erdoğan’ı rg BAYILANA KADAR DÖVMÜŞLER Karaçelik, “Bir yakınımı ziyarete gitmiştim hastaneye. Durumu görünce müdahale etmek zorunda kaldım. Zira yüzleri mosmor durumdaydı “Erdoğancılık” .a rs iv ak ur d .o BasHaber - Bitlis’in Tatvan ilçesinde kısa bir süre önce çıkan olaylarda gözaltına alınan 4’ü çocuk, 5 kişiye emniyette zorla Türk bayrağı öptürüldüğü ortaya çıktı. Çocukların mahkeme tutanaklarına da yansıyan bayrak öptürme meselesi 90’lı yıllardaki JİTEM uygulamalarını hatırlattı. Tatvan’da 30 Nisan günü 7 kişinin tutuklanmasını protesto etmek üzere düzenlenen gösteriye polisin müdahale etmesinin ardından 5 kişi gözaltına alınmıştı. Gözaltında işkenceye maruz kaldıkları ve zorla Türk bayrağı öptürüldüğünü açıklayan 4 çocuk ve bir yetişkinin açıklamaları ve avukatlarının beyanları, ‘işkenceye sıfır tolerans’ söyleminin işlevsiz kaldığına işaret ediyor. Zira FERHAT KENTEL w ve kelepçeler o kadar sıkılmıştı ki çocuklar ellerini oynatamıyorlardı. Kollarının uyuştuğunu söylediler. Ben müdahale ettikten sonra kelepçeleri kısmen gevşettiler ancak çocuklar ayakta durmakta zorlanıyordu. Ertesi gün ifadelerine de girdim. İki saat boyunca aralıksız dövüldüklerini söylediler. Emniyet’e getirildikten sonra yüzlerinin duvara yaslanarak, sürekli dövüldüklerini söylediler. Özellikle bir tanesini çok dövmüşlerdi ki her halinden de belliydi. Bayılana kadar dövüldüğünü söylediler” diye konuştu. w beyanlara göre çocuklara 90’lı yıllarda gündemden düşmeyen işkence yöntemleri uygulandı. Avukatlar olayı adli mercilere taşımaya hazırlanırken, HDP Bitlis Milletvekili Zenderlioğlu da meseleyi meclis gündemine taşıyacağını açıkladı. Gözaltına alınanlardan Bitlis Eren Üniversitesi Kadastro Bölümü Öğrencisi Nihat Tarhan (21), B.Ö. (17), S.D. (16), B.K. ve Ü.B. adlı çocuklar, ara sokaklarda gözaltına alındı. Emniyete getirilmeleriyle birlikte başlarına zorla puşi bağlanarak dövülmeye başlandıkları öğrenilen w HDP Bitlis Milletvekili Zenderlioğlu, çocuklara işkenceyi meclise taşıyacak İmtiyaz sahibi: Botan Tahsin Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı İdare Müdürü: Yeter Polat Haber Merkezi: Ronya Esra Şaran, Özlem Dağdeviren, Leyla Denli, Aziz Tekin, Yunus Demir Grafik: BasNews Grafik Servisi Hukuk Danışmanı: Hamiyet Çelebi görenler şeklinde bölündü. Erdoğan’dan nefret edenler onu “diktatörlükle” özdeşleştirdiler. Öte yandan onun gücüne adeta tapan, onu eleştirmekten ve ondan fırça yemekten korkan parti içi kurmayları, danışmanları, seçim kampanyası yürüten reklamcıları Erdoğan’ın kişiliğini alabildiğine öne çıkardılar. Ve Erdoğan’ın buna uygun kişiliği hiçbir sorun çıkarmadı. Bütün mesajları Erdoğan verdi; bütün okları Erdoğan karşıladı. Erdoğan adeta savaş meydanında en önde savaşan, yaralar alan, ama yaralarını eliyle bastırıp düşmanla çala kılıç savaşmaya devam eden bir kahraman olarak inşa edildi. Geçen yüzyılın gerilimlerini, travmalarını, bastırılmışlıklarını gırtlağına kadar yaşayan, şimdiye kadar Atatürk’le yatıp kalkmış toplumun büyük kesimi için, güven veren böylesine bir kahramanla özdeşleşmek; Atatürk için yanıp tutuşan ağlayan kitlelerin yaşadığı topraklarda Erdoğan için yanıp tutuşmak çok zor olmadı. Erdoğan diktatör değil; faşist de değil; ama etrafında oluşmuş olan muhteşem bir “kutsallık”, hatta memleketimiz topraklarında bol miktarda rastlanabileceği gibi “mehdilik” yakıştırmaları bile var. Parti merkezinden dış halkalara doğru geçildikçe, organik aydınlar aracılığıyla da güçlendirilen, “bu kutsal kişi ne yaparsa doğru yapar” ya da “yaptığı her şeyin bir hikmeti vardır” gibi meşrulaştırıcı söylemlerle, Erdoğan bir “kişi kültü” olarak Türk siyasetinde 2. Atatürk konumuna yerleşti. Dolayısıyla bir zamanlar “eskiyen” Osmanlı rejimini yıkma adına yeni totaliter travmatik Türkiye’yi kuran bir “devrimci hareket” ve o hareketi temsil eden kişi kültü olarak Atatürkçülük gibi, bugün artık, eskimiş “yeni Türkiye”yi yıkma iddiasında yeni bir kutsal siyasi akımımız var: “Erdoğancılık”... Ama bu “yenilik” getirenlerin ortak yönünü unutmamak gerekiyor: ne Atatürk Osmanlı padişahlarından tam olarak kopmuş bir şahsiyet idi; ne de Erdoğan Atatürk’ten... Adres: Meşelik Sokak, No: 22, D: 3, Beyoğlu, İstanbul Tlf: 0 212 243 27 79 Faks: 0 212 243 27 60 E-mail: bashaber@basnews.com basnuce@basnews.com Web: basnews.com Baskı: Mürekkep Matbaası, Tevfikbey Mh. Tahsin Tekeoğlu Caddesi, No: 2, Sefaköy-İstanbul BasHaber / BasNûçe gazetesinde yayınlanan haber, yazı, fotoğraf ve her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketine aittir. SÖYLEŞİ MANŞET İran’ın petrol atağı CESİM İLHAN daki işbirliği anlaşmaları, öbür yandan ABD’nin İran ambargosu dikkate alındığında bu gelişmenin yeni bir konjonktür yaratacağı dikkat çekiyor. Edinilen bilgilere göre anlaşmada, Kürdistan’dan İran’a ham petrol taşıyan iki boru hattı döşenecek. Bu borulardan biri İran’da ham petrol taşırken diğeri Kürdistan’a doğal gaz sevkedecek. İki hattı da İran’ın inşa edeceği belirtilen projenin hayata geçirilmesi için heyetlerin Erbil ile Tahran arasında karşılıklı ziyaretleri de devam ediyor. TANKERLER YERİNE BORU HATLARI Kürdistan’dan İran’a petrol ihracatı Hac Ümran, Başmak ve Perwizxan sınır kapılarından tankerlerle yapılıyor. Günlük 25 ton kapasiteye sahip 5 bin tanker, Kelek sahasından aldıkları ham petrolü, İran’daki Piranşehir rafinerisine taşıyor. Burada işlenen petrol, Afganistan ve Ermenistan’a satılıyor. Söz konusu anlaşma ile aktarılacak ham petrol İran’ın Kermanşa, Sine ve Urmiye’deki rafinerilerine akacak. Öte yandan, Erbil ile Tahran arasında imzalanan enerji anlaşması hakkında AA’ya konuşan İran’ın Erbil ile İlişkiler Sorumlusu Abdullah Akreyi, boru projesi için görüşmelerin 2013 yılında başlandığını belirterek, İran’ın Kürdistan ile Ticareti Geliştirme Sorumlusu Rüstem Kasimi’nin başkanlığındaki heyetle Erbil’de bir araya geldiklerini bildirdi. Akreyi, Kürdistan Bölgesi Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami’nin de katıldığı toplantıda önemli bir enerji anlaşmasının imzalandığını söyledi. Akreyi, İran ile Kürdistan bölgesi arasında iki boru hattı döşenmesi noktasında tarafların anlaştığını, KBY’nin, İran’a vereceği ham petrol karşılığında rs iv ak ur d .o rg Türkiye ve Kürdistan petrollerinin dünya pazarına taşınması konusunda sıcak gelişmeler yaşanırken İran ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) arasında enerji anlaşması imzalandığı bildirildi. Yıllık 4 milyarlık ciro ile Erbil’in bölgedeki en büyük ikinci ticari partneri olduğu bilinen İran ile böyle bir anlaşma imzalamasının petrol piyasalarında ve uluslararası ilişkilerde yeni bir süreç başlatabileceği ifade ediliyor. Bir yandan ABD-Bağdat ve ABD-Erbil arasın- Bu haftanın birkaç gününü Almanya’nın güneyinde, Bavyera Eyaleti’nin önemli merkezlerinde geçirdim. Münih, Augsburg ve Nürnberg’te panellere katıldım, konferanslar verdim. Davet, Alman Yeşiller Partisi’nden gelmişti. Amaç, 25 Mayıs’ta yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi Türkiye’deki gelişmeleri ve AB – Türkiye ilişkilerinin güncel durumunu masaya yatırmaktı. Avrupa Parlamentosu seçimleri dolayısıyla, bu iki konu doğal olarak iç içe geçmiş durumda. Almanya’dan Türkiye’ye bakıldığında, en fazla sorulan soru, Erdoğan ve AKP yönetiminde Türkiye’nin nereye gitmekte olduğu. Gezi olaylarından beri, Erdoğan’ın belirgin bir şekilde otoriterleştiği ve AKP hükümetinin giderek daha keyfi bir yönetim sergilediği yargısı Alman kamuoyunun kahir ekseriyetinde yerleşmiş görünüyor. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin sergilediği acımasız ve kesintisiz şiddet, başta w w w Avrupa’da ve Türkiye’de demokrasi imtihanı .a MİTHAT SANCAR sosyal medya yasakları olmak üzere düşünce ve basın özgürlüğüne yönelik baskılar, hükümetin yargıya müdahaleleri, Erdoğan’ın tehditkâr tavırları, üzerinde en çok durulan meseleler. Kamuoyunun demokrat kesimleri, bu gelişmeleri hem öfkeyle karışık bir kaygıyla izliyorlar, hem de bir ikilem yaşıyorlar. Mesela Türkiye’nin AB üyeliğini başından beri destekleyen Yeşiller, hükümetin icraatını ve Erdoğan’ın tutumunu net ve sert bir şekilde eleştiriyorlar. Ancak, merkez ve aşırı sağın, bunları Türkiye’ye yönelik kategorik dışlayıcı politikalara malzeme etmesinden de rahatsızlık duyuyorlar. Bu atmosferde, Türkiye’nin AB üyeliğini savunmakta zorlanıyorlar. Almanya’nın ve AB’nin en önemli siyasal odağı olan merkez sağ partiler, CDU ve CSU, Türkiye’yle müzakerelerin durdurulmasından yana olduklarını ve tam üyelik hedefinden artık vazgeçilmesi gerektiğini açıkça belirtiyorlar. Bunu yaparken de, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları gibi “Avrupa değerleri”nin dışında yer aldığı gerekçesini kullanıyorlar. Aynı partilerin, başka şartlarda “Avrupa değerleri”ni özcü/kültürcü anlamda kullandıkları bilindiği için, “demokrasi ve insan hakları” vurgusu, haklı olarak inandırıcı bulunmuyor. Lakin Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sicilinin sürekli kötüleştiği gerçeği, demokrat çevrelerin sıkışmasına yol açıyor. Aslında bu mesele yeni değil. Türkiye’nin tam üyelik süreci başladığından bu yana farklı tonlarda ve görünümlerde hep karşımıza çıkan bu “sıkışma”yı aşmak için yeni keşiflere de ihtiyaç yok. Kısaca, “eleştirel destek” diye formüle edilen bir yaklaşım var zaten. Yani üyelik sürecine ve hedefine destek, hükümete eleştiri ve basınç. Bu yaklaşım, AB’ye ve üyelik sürecine demokrasi ve özgürlükler penceresinden bakmayı öneriyor ya da gerektiriyor. Özeti şu: Avrupa’yı sermayenin sınırsız sömürü alanı ve aracı değil, halkların ortak mekanı olarak tasavvur etmek, AB’yi de bürokrasinin hakimiyetindeki kurumlar toplamı değil, özgürlükçü değerlerin ve demokratik yönetimin geliş- 10 K ürdistan’ da 4045 milyar varil petrol, 6-7 trilyon metreküp gaz rezervi olduğu tahmin edilirken, petrol rezervinin ekonomik değeri ise varil başına ortalama 120 dolardan, 5 trilyon olarak hesaplanıyor. 2019 yılına kadar Kürdistan’ın Ceyhan üzerinden günlük 2 milyon varil petrol ve yıllık 20-30 milyar metreküp doğalgaz ihracına başlaması hedefleniyor. Bu da yıllık 90-100 milyar dolarlık bir ciroya tekabül ediyor. Türkiye isteğini kabul ettirirse, enerjinin para trafiğinde ABD ve İngiltere’nin ardından, üçüncü aktör haline gelecek. tirileceği bir imkân olarak savunmak. Ne var ki, birkaç yıl öncesine kadar çok daha güçlü bir sese sahip olan bu yaklaşım, AB içindeki krizler ve çeşitli Avrupa ülkelerindeki gelişmeler yüzünden, ciddi anlamda zemin kaybediyor. Aşırı ve popülist sağ, başta Fransa, Hollanda, Avusturya ve Macaristan olmak üzere AB üyesi birçok ülkede bariz bir yükseliş içinde. Bu durum, Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi, demokrat çevrelerde büyük endişe yaratıyor. Bizatihi AB’ye karşı olduklarını açık açık dile getiren ve kendi ülkelerinde yabancı/ göçmen karşıtı politikaları savunan bu akımların seçimlerde başarı kazanacakları neredeyse kesin gibi. Bunun hem Avrupa, hem Türkiye üzerinde ve hatta dünya çapında önemli sonuçları olacağını öngörmek zor değil. Uzun sözün kıssası: Gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de, demokrasi ve özgürlük mücadelesi, kritik imtihanlar kavşağında bulunuyor. Bu imtihanlar, önümüzdeki uzun yılların siyasal panoramasını derinden etkileyecektir. SÖYLEŞİ MANŞET Bağdat-Erbil-Ankara olarak üçlü mekanizmayı kurabiliriz YILDIZ ÇELİK FAYSAL DAĞLI w w w Petrolde yeni denklemler Türkiye ile Kürdistan Bölgesi arasındaki petrol ve doğal gaz taşınması anlaşmasının yapılması ardından, İran’ın da denklem dışı kalmamak için, Erbil yönetimi ile petrol ve gaz takası anlaşması yaptığı bildiriliyor. Bu girişimin akla getirdiği ilk sonuç; Maliki rejiminin blokajları üzerinden Kürdlerin petrol ihracını engellemeyen Tahran’ın doğrudan sahneye çıktığıdır. İran’ın bölgede yürüttüğü siyasetin temel önceliği Kürdistan Bölgesi’ni Şii Irak’ın egemenliği ve toprak bütünlüğü dahilinde tutmaktır. Tahran, bu nedenle Kürd siyasetinin iç ilişkilerini torpillemek, Süleymaniye bölgesindeki Kürd siyasi elitini etkilemek ve Erbil’de istikrarlı bir koalisyon kurulmasını engellemek istemektedir. Kürdistan’da seçimlerin üzerinden aylar geçmesine rağmen yeni bir kabine kurulamaması sadece YNK-GoranPDK ilişkilerindeki gerilime bağlanamaz. Koalisyon pazarlıkları yapan kimi partilerin bu işi Tahran’da kotar- Kerkük’den Yumurtalık’a akan petrol Türkiye’nin enerji bakımından dışa bağımlılığını azaltır mı? Dışa bağımlılığımız oradaki kazancımızı karşılaştırdığımızda çok mütevazi rakamlar değil. Ama biz, her bir noktadan oluşacak gelirleri önemsiyoruz. Kerkük-Yumurtalık ham petrol boru hattının tamamı kullanılıyor olsa bir yıl boyunca oradan 1 milyar TL’ye yakın gelir elde edeceğiz. Bir milyar TL. Türkiye için yaklaşık 500 milyon US dolar ve önemli bir rakam. Biz boru hatlarından gelen gelirleri, doğalgaz ile alakalı, maliyet masraflarımızın dengelenmesinde kullandığımız için son derece önemsiyoruz. Bu söylediklerim sadece Türkiye’nin boru görevinden elde edilecek gelir içindir. Petrol işleme işlemi ise ayrıdır. Her zaman söylüyoruz, bir ülkede üretilebiliyorsa, her türlü antlaşmasını yaparak Türkiye bunu iletebilir. “reel”in devam olan “politik” uzantıya yoğunlaşmak gerekiyor. İran, Türkiye ile ilişkilerini engelleyemediği, Bağdat’ın baskısı ile ürkütemediği, aralarına çomak sokarak hükümetin kurulmasını engellemesine rağmen sonuç alamadığı Kürd siyasetinden bu kez petrol anlaşması ile rol çalmaya, dış siyasetinde de sıklet merkezi olmaya çalışıyor. Öte yandan Kürd yönetimi, İran ile yaptığı petrol anlaşmasını Bağdat’ın Erbil üzerindeki baskı ve blokajını hafifletmek için kullanacaktır. Çok seçenekli petrol sevkiyatı politikası, Kürd siyasetinin kıvrak bir manevrası olarak petrol sevkiyatında Türkiye’ye mahkumiyeti de hafifletecektir. İran’a açılan yeni petrol boru hatı, ABD baskısına boyun eğmeyen Tahran’ı Ankara karşısında avantajlı kılacak, ABD’yi de Kürdlere baskıyı yumuşatmak ya da İran’a daha fazla itmek gibi bir ikilem ile karşı karşıya getirecektir. Kürdlerin İran’a boru hattı döşemesi konusunda konuşan ABD diplomatlarından Michael Lavali, Kürdlerin İran üzerinden petrol satışına tahdit koyup sakıncalı bulduğunu söylemesine rağmen dikkate alınmaması, Erbil’in ABD’yı artık “en çok” dikkate aldığı pozisyondan çıkardığı da anlaşılıyor. Rusya’ya alternatif olarak uzun süredir Kürdistan’ın gazını almayı düşleyen AB’nin bir süre sonra sürece müdahil olarak, ABD’ye baskı yapması ve petrol sevkiyatı konusunda Barzani ile Erdoğan’a karşı sert tavrını sürdürmeye son vermesini isteyecektir. Yeni durum Türkiye ile İran arasında yeni bir rekabet alanı da yaratacak, Ankara ile Tahran arasında Kürdistan’ın zenginliklerine hakim olma konusunda yeni bir didişmeye neden olacaktır. Irak işgali sonrası bölgeyi dengede tutmak için ateşlenen mezhepler savaşının düşük yoğunluklu bir profili ile seyrilen Tahran-Ankara ilişkilerinde OsmanlıSafevi ilişkilerinin yeni bir varyantını görmemiz kaçınılmaz olacaktır. ABD, Erdoğan’ın daha fazla güçlenmemesi için Kürd petrolünü yakıt olarak kullanmasını engellemek adına Kürdlerin Bağdat’a mecburiyetine kayıtsız kalırken, Bağdat’ın siyasi patronajı Tahran’ın mollalarına davetiye çıkaracaktır. İran’da doğru açılan yeni boru hatları Kürd siyasetinde yeni bir seçenek olacak, Kürdistan’ın Irak’tan ayrılması konusunda Tahran’ın da kaygılarını yumuşatacaktır. ur d .o rg rak kurabiliriz, buna biz her zaman açığız. Bu konu da bir sıkıntı yok, şimdi de hem Bağdat’tan, hem de Erbil’den cevap bekliyoruz. Erbil ve Bağdat bir antlaşmaya vardıktan sonra Türkiye’nin bu petrolde nasıl bir kârı olacak? Irak’tan gelecek ham petrolü dünya piyasalarına dağıtılacak petrol için he zaman gayret ediyoruz. Amacımız Irak’ın normalleşmesi. Irak halkı burada gelirlerini artırmak durumundadır. Türkiye’de katkısını koyacaktır. Ben hem gıda, hem gayrimenkul, hem ulaşım, hem enerji ve pek çok sektörde bu vesile ile çok sağlam firmalarımızla, Türkiye’nin hak ettiği yatırımı bu vesile ile alacağına inanıyorum. Artık aile şirketlerini aşan kurumsallaşan ve Türkiye sınırları dışında iş yapabilecek bir kabiliyet ve kapasite oluştu. Artık, yerli sermaye, hem uluslararası sermaye diye bir şey yok, yeter ki doğru işler doğru paralar olsun. ak Irak Hükümeti ile Kürdistan Bölge Yönetimi arasında petrol konusunda tartışmalar devam ederken BasHaber’in sorularını yanıtlayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ‘Arabulucuya ihtiyaçları olursa hepimiz bir araya gelerek, üçlü mekanizmayı Bağdat-Erbil-Ankara olarak kurabiliriz’dedi… Irak ile Kürdistan Bölgesi sözleşmeler konusunda henüz antlaşamadılar. Arabulucuya ihtiyaçları olursa Türkiye olarak ne yaparsınız? Irak Petrol Bakanı Abdul Kareem Luabi yakın zamanda Türkiye’ye geldi, kendisi ile konuştuk. Petrol konusunun, öncelikle Iraklı kardeşlerimizin problemi olduğunu ve kendi aralarında çözebileceklerini söylediler. Konu olan Irak’ın petrolüne kendileri karar vereceklerdir. Türkiye olumlu tutumunu devam ettiriyor. Arabulucuya ihtiyaçları olursa hepimiz bir araya gelerek, üçlü mekanizmayı Bağdat-Erbil ve Ankara ola- iv TRANSFER MAYISTA Kürdistan petrolünün transferi üzerinden Ankara ile Erbil arasında yeni bir ilişkiler iklimi yaşanırken, Orta Doğu’da yeni denklemler kuruluyor. Türkiye’nin son dönemdeki önemli ekonomik hamlelerinden olan Kürdistan Bölgesi ile enerji işbirliğinde ilk adım atıldı. KBY, 5 Mayıs 2014 tarihinden itibarıyla Türkiye’ye petrol ihracatına başladı. İlk etapta petrolün günlük 400 bin varile ulaşması bekleniyor. Kürdistan bölgesindeki petrol Aralık ayından bu yana Ceyhan’a taşınıyordu. Ceyhan’daki depoda yaklaşık 1.6 milyon varil petrol birikti. Bu miktarın 2 milyon varile çıkması bekleniyor. Yetkililer, petrol satışını Kürdistan’ın yöneteceğini, ilk etapta hedefin uluslararası piyasalar olduğunu vurguladı. Türk ve Kürd bakanları, terminalin doluluk kapasitesine yaklaşması nedeniyle bu ay ilk petrol satışını gerçekleştirmeyi amaçladıklarını söylemişlerdi. KBY Başbakanı Neçirvan Barzani, geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye gönderilen petrol satışını Mayıs’ta başlayacağını duyurmuştu. Ankara ile Erbil enerji anlaşmasından sonra, günlük 300-400 bin varillik petrol gelecek ve toplam kapasitenin 2 milyon varile çıkması öngörülüyor. Ancak Türkiye ile Kürdistan’ın yakınlaşması ve artan ekonomik faaliyetler ABD ve Bağdat’ı huzursuz ediyor. Taner Yıldız: rs günlük 3-4 milyon litre rafine edilmiş mazot ile doğalgaz alacağını söyledi. .a 11 dığı dikkate alınınca İran’ın Kürdistan ile etkisinin ve ilgisinin boyutuda anlaşılabilir. Tahran heyetlerinin geçtiğimiz haftalarda Erbil’de “İran gazına karşılık Kürd ham petrolü” için görüşmeler yaptığı ve ardından Kürdistan Hükümeti Doğal Kaynaklar Bakanı Aşti Hawrami başkanlığındaki bir heyetin Tahran’a giderek konuya dair bir anlaşma yaptığı bildiriliyor. Şimdi akla gelen soruları soralım: -Dünyanın en büyük ham petrol üreticilerinden olan İran’ın Kürdistan’dan ham petrol ithal etmeye ne ihtiyacı var? -Doğal gaz kullanımı için altyapısı olmayan ve devasa oranda gaz rezervi olan Kürdistan Bölgesi’nin İran’dan gaz ithal etmeye ne ihtiyacı var? Bu sorulara verilecek “mantıklı” yanıtlar olmadığını, dolayısı ile konunun ticari olmadığını dahil ve ehil kesimler bilir. O halde kurulan yeni denkleme makul “reel” yanıtlar vermek için bu alışverişin ticari boyutunu elemek ve SÖYLEŞİ HABER Kaçak sigaranın 30 milyar dolarlık dayanılmaz hafifliği! MESUT YEĞEN Kutuplaşmanın kurbanları T RAWÎN STÊRK ürkiye’de yıllık 35,4 milyar liralık sigara tüketilirken, yıllık tüketimin 4,5 milyar paketlik kısmı yasal yollardan alınan markalardan tüketilmekte ve bunun piyasa değeri 32,1 milyar TL. 1,1 milyar paketlik kısmı ise kaçak, yasadışı sigara markalarından oluşuyor ve piyasa değeri de yılda 3,3 milyar TL tutarında. ak ur d .o rg Ortadoğu, Balkanlar, Türkiye ve Avrupa’da giderek büyüyen “kaçak sigara” piyasası, kayıt dışı ekonomi konusunda alınan önlemler ve yasal düzenlemelere karşı sıradışı yöntemler denenen bir alana dönüştü. Dünyada kaçak sigara tüketme oranının vergi sistemleri ve legal ticaret açısından baş ağrıtıcı noktaya geldiği ülkelerin başında Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, İran, Irak ve Türkiye geliyor. Bu da hem kaçak sigara piyasasına büyük baronların girmesine, hem de daha çok sigara çeşidi ve türünün piyasaya girmesine neden oluyor. Türkiye’de TEKEL bandrolü ile piyasada satılan sigara çeşidi sayısı, kaçak sigara piyasasında bulunan ürünlerin yarısı kadar. Türkiye’de bandrolü bulunmayan sigara tekellerinin bile korsan şekilde kaçakçılık piyasasında dolaşımda olduğu söyleniyor. Bütün bunlarla birlikte Yeni Gümrük ve Ticaret Müfettişleri Derneği verilerine göre kaçak sigaranın Türkiye piyasasındaki pazar payı yüzde 15. Avrupa Konseyi’nin 2000 yılı tahminlerine göre, Avrupa’da en büyük kaçakçılık sigarada yapılmaktadır. Bu kaçakçılığın yıllık boyutunun 90 milyar Euroya ulaştığı ve İngiltere’de sigara pazarının yüzde 15-20’sinin kaçak olduğu belirtilmektedir. Dünya Gümrük Örgütü verilerine göre, sahte ve kaçak sigaranın tüm dünyadaki vergi kaybı 30 milyar dolar civarında. Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre ise son 6 yıl içinde Türkiye’de 12 milyon paket kaçak sigara yakalandı. w w .a rs iv dığını ayan beyan gösterdi. Keza, pek çok Ak Parti muhalifi köşe yazarının ya da TV programcısının son birkaç senede işinden olmasının ve bir daha iş bulamamasının sebebi herhalde bunların işlerine devam edebilenlerden daha az kabiliyetli olduklarının anlaşılması olmadı. Belli ki medya sahipleri ve yöneticileri Ak Parti muhalifi etkili isimlere yer vermekten çekiniyor, korkuyor. Elbette başları yasayla ya da otoriteyle belaya gireceğinden değil; tıkırında giden işleri bozulacağından. ‘İşimiz bozulur’ fikriyle yaşamaya maruz bırakılmak dolaylı da olsa medya üzerindeki bir baskı haline işaret ediyor, buna şüphe yok; lakin, medyanın bozulabilecek işlere sahip birilerinin sahipliğinde olması da başka bir sorun, bunu da görmek lazım. Ancak medya üzerindeki baskının ‘açılan telefonlara’ ya da ‘hissettirilen risklere’ sınırlı kalmayan, daha dolaysız biçimleri de var. 17 Aralık operasyonunun ardından gelen Twitter ve YouTube’a erişim yasakları medyanın kimi durumlarda siyasi otoriteden kaynaklanan dolaysız bir baskının altında olduğunu da gösterdi. Keza, yasa ya da uygulama, genel bir sindirme durumuna kapı aralamamakla birlikte, hem yasa hem de uygulama kimi hallerde mevzi sindirmelere kapıyı ardına kadar açık bırakıyor. Basın özgürlüğünün yerli ve yabancı sevdalılarının çok uzun zaman görmekten imtina ettiği Kürt basını üzerindeki sindirme tam da böyle mevzi bir sindirme oldu, hem de neredeyse doksanlardan bugüne. Uzatmak lüzumsuz: Siyasi kutuplaşmanın entelektüel alandaki muharipleri kabul etmek istemeyebilir ama basının, medyanın hali tek bir fotoğrafla anlatılabilir gibi değil. Belli ki ne ‘diktatörlüklere benzedik’ diye feveran edilecek bir durum söz konusu ama ne de ‘herkes sözünü sakınmadan söyleyebiliyor’ hali. Memleketteki başka pek çok şeyin olduğu gibi basının halinin de tek bir yüzü yok. Medyanın hali, ‘ne öyle, ne böyle’ ya da ‘hem öyle, hem böyle’ gibi bir müphemlik arz etse de zannımca şu konunun şüphe kaldırır bir tarafı yok: Ak Parti iktidarı, “memleket Çin’e, Kuzey Kore’ye benzedi, benzeyecek” diye yakınanların zannettiği ya da zannedilmesini istediği gibi, Türkiye’de basın özgür olmadığından, rejim her gün bir öncekinden daha otoriter hale geldiğinden devam etmiyor. Ortada, Ak Parti iktidarını değiştirmek isteyen kuvvetli bir söz, bir siyaset var da, Ak Parti otoriterliği bu sözü, bu siyaseti engelliyor değil. Ak Parti’nin otorite iktidarı devam ediyor çünkü Ak Parti’nin sözünden daha kuvvetli, daha cazip bir söz üretilmiş değil. O söz üretildiğinde ne Ak Parti’nin otoriterliği para edecek ne de basın üzerindeki kısıtlamaları. Lakin, kabul etmek lazım: Türkiye siyasetinin ufkunda henüz bu türden bir söz görünmüyor. w Türkiye siyasetinin son on senesini iyiden iyiye esir alan sekülerlik-muhafazarlık eksenli siyasi kutuplaşma ülke siyasetinin öyle çok da kuvvetli olmayan pek çok ‘meziyetini’ iyiden iyiye zayıflattı. Memleket siyasetinde zaten çok revaçta değildi ama ‘siyasi muhalifini düşman değil de meşru muarız görmek’, ‘muarızla müzakere etmek’, ‘muarıza edebince mukabele etmek’ meziyetleri iyiden iyiye yok oldu gitti. Siyasi kutuplaşmanın kurbanları siyasi meziyetlerle sınırlı değil. Entelektüel alana has pek çok meziyet de sözünü ettiğim kutuplaşmanın kurbanı oldu. ‘Olgulara sadakat’ meziyeti Türkiye entelektüel alanında epeydir zayıflamıştı ama daha yakın bir kurban ‘toplumsal olguların hemen her zaman birden çok veçhesi olduğunu görebilmek’ meziyeti oldu. Gazeteler, TV programları, siyasetçi söylevleri artık kutuplaşmanın hangi tarafında olunduğuna bağlı olarak olguların bazı veçhelerini aşırı vurgulayan, başka bazı veçhelerini de görmezden gelen ‘tespitler’, ‘analizler’, kanaatlerle dolup taşıyor. Bu minvaldeki en taze örnek Freedom House raporuyla bir kez daha gündeme gelen Türkiye’de basının (medyanın) durumu meselesi oldu. Freedom House’un pek de yenir yutulur olmayan raporunun ardından gazeteciler, TV yorumcuları, siyaset erbabı ikiye bölündü ve ‘ya ülke basınının nefes alamayacak denli baskı altında olduğunu’, ‘ya da matbuat işlerinde her şeyin güllük gülistanlık olduğunu’ göstermeye koyuldu. Oysa olgulara birazcık sadakat tabii ki şunu gösteriyor: Türkiye basınının durumu ne Suriye, Çin, Kore vb. diktatörlüklerle kıyaslanabilir ama ne de Avrupa’daki gelişmiş demokrasilerle. “Başbakanın, Ak Parti’nin korkusundan kimse gık çıkaramıyor” diyenler de pek ala biliyor ve görüyor ki, Ak Parti’nin en şedit muhalifleri her gün yüzlerce köşede, programda değerli analizlerini, yorumlarını ‘taraftarlarıyla’ paylaşıyor. Ak Parti’ye, Erdoğan’a dair en sakil değerlendirmeler, en banal yorumlar her gün okunabilir, her saat duyulabilir durumda. Nihayetinde, Sözcü gazetesinin en çok satan 3. gazete olduğu bir ülkenin basınından, medyasından söz ediyoruz. Bu hal Türkiye’de basının üzerinde yasadan ya da uygulamadan kaynaklanan genel bir baskı olduğu şeklindeki kanaati pek de doğrulamıyor. Öte yandan, bu durum, Türkiye basınının öyle aman aman özgür olduğunu filan da göstermiyor. Ak Parti’nin ya da Erdoğan’ın ilgi alanında olmayan yurttaşlara dönük yayın yapan medya baskı altında değil ama Ak Parti’den sırt çevirmesi muhtemel yurttaşlara dönük yayın yapan medya üzerinde hem dolaylı hem dolaysız bir baskının olduğu da ortada. 17 Aralık operasyonu esnasında yayımlanan ‘tapeler’ hem Erdoğan’ın medyayı kontrol etmek istediğini ama hem de medya sahiplerinin ve yöneticilerinin de kontrol edilmekten hiç de rahatsız olma- 12 TÜRKİYE’DE 3,3 MİLYAR TL KAÇAK Konuya dair yapılan araştırmalara göre ise Türkiye’de yıllık 35,4 milyar liralık sigara tüketilirken, yıllık tüketimin 4,5 milyar paketlik kısmı yasal yollardan alınan markalardan tüketilmekte ve bunun piyasa değeri 32,1 milyar TL. 1,1 milyar paketlik kısmı ise kaçak, yasadışı sigara markalarından oluşuyor ve piyasa değeri de yılda 3,3 milyar TL tutarında. Yine aynı araştırma sonuçlarına göre 2012 yılının son çeyreğinde Türkiye pazarındaki kaçak sigara oranı yüzde 13,4 iken, bu rakam 2013 yılının ilk 6 ayında yüzde 19,9’a ulaşmış durumda. Kaçak sigaranın karmaşık yolculuğu Türkiye’ye giren kaçak sigaranın yüzde 80’lik bir kısmı Bulgaristan’daki fabrikalarda üretilip, İstanbul ve Mersin’deki Serbest Bölge’lere geliyor. Piyasanın bu etabındaki büyük baronlar, sigarayı buradan alıp, gümrük ile uğraşmadan ve aynı zamanda ülkeye de sokmadan Irak ya da İran’a götürüyor. Daha sonra ise Şırnak Hakkari ve Van illerindeki sınır hattından kaçak ya da anlaşmalı yöntemlerle ülkeye yeniden sokuluyor. Bu kısımdaki anlaşmalı bölüm ise şu şekilde gerçekleşiyor; sınır bölgesindeki geçiş güzergahlarına yakın karakollardaki rütbeli birine yüklü miktarda rüşvet verilerek, güvenlik bypas ediliyor. Buna benzer değişik ve çokça örnek, bizzat bu baronların beyanlarından alınmıştır. SİGARANIN İÇ YOLCULUĞU Piyasanın bu etabında ise farklı il ve ilçelerdeki güvenlik önlemleri devreye gireceği için, anlaşmalı yöntemler otomatikmen devre dışı kalıyor ve zihin jimnastiği devreye giriyor. Daha önce emekli bir polisi ya da emekli bir askeri eskort olarak çalıştırıp sigarayı başta İstanbul olmak üzere batıya taşıyanların yöntemi de bir süre sonra deşifre olunca, değişik yöntemler deneniyor. Örneğin ambulans olarak dizayn edilen bir minibüse zula yapılıyor. Yaklaşık 3 bin karton sigara araca zulalandıktan sonra, eşi de hasta rolü ile ambulansa yatırılıyor. Önlükleriyle sağlıkçı ve doktor görünümlü elemanlarla sigara yola çıkarılıyor. Uzun bir süre bu yolla taşıma yapıldıktan sonra bir gün Erzincan’da bir denetimde bu yöntem de ortaya çıkarılıyor. Ardından yeni bir yöntem olarak beton mikseri kullanılmaya başlanıyor. Mikser, döne döne sigarayı İstanbul’a ulaştırıyor. Bu yöntem de ömrünü tamamladıktan sonra yeni yola başlanıyor! 13 SÖYLEŞİ HABER A .o ak ur d Öte yandan piyasanın iştah kabartan kar payı, TEKEL bandrollü ürün satan birçok tekel büfesinde de tezgah altında kaçak sigara satıldığını söylemek kanıt gerektirmeyecek kadar gerçek bir durum haline gelmiştir. KAR MARJI NE KADAR? Peki bütün bu maceralardan sonra kaçak sigaradan bunca el değişikliğine rağmen kar payı nedir? Yaptığımız uzun süreli çalışma ve değişik ilişkiler üzerinden aldığımız sonuçlar şu şekilde: Piyasada en çok tüketilen ve Kürdlerin Parlamenti olarak da bilinen Prestij isimli sigaranın paket fiyatı Van ve çevresinde 1.5 lira. Kartonu ise 11 tl. İstanbul’da ise bahsi geçen bor- iv rs .a w w LAHANA İÇİNDE EROİN Sigara kaçakçılığı konusunda bunlar yaşanırken, Yüksekovalı bir baron tarafından denenen yöntem ise akıllara ziyan. İlk baharda bir tarlaya lahana eken vatandaş, lahanalar yumruk büyüklüğüne geldiğinde, yaprakları tek tek ve kırmadan açarak, her lahananın içine bir topak eroin konur ve yaprakları eski haline getirilir. Lahanalar büyüyüp olgunlaştığında ise iyice etrafı sarmalanmıştır malın. Olgunlaşma döneminde lahanaları toplayarak bir kamyona yükler. Kontrol noktalarının birçoğunu atlatıp, iddiaya göre Balaban’a geldiğinde durdurulur. Çadır açılır ve lahanadan başka bir şey olmadığı kanaatine varılır. Lahananın tersten bir yolculuğa çıktığından huylanan kontrol noktasındaki rütbeli, “Ver lan bir lahana, bari akşam sarma yiyelim” der. Kamyonun yükünden bir lahana alarak, eve bırakıp görev yerine geri döner. İki saat sonra lahanayı kesen eşi garip bir şeyle karşılaşınca kendisini arar. Eve giden görevli, uyuşturucu olduğunu anlar ve kamyonun plakası tüm yol güzergahlarına bildirilerek, Kayseri yakınlarında yakalanması sağlanır. TÜKETİCİYE ULAŞMA AŞAMASI Benzer çok sayıda yöntem denendikten sonra kaçak sigara götürüleceği yere ulaştığında ise satış başlar. Örneğin İstanbul’da kaçak sigaranın bir borsası söz konusudur. Emniyet dahil tüm kurumların haberdar olmayışının imkansız olacağı, turistik ve vitrin sayılabilecek bir semtteki bu borsa da, sigarayı bizzat tüketiciye ulaştıracak esnaf, ihtiyacını tedarik eder. Neredeyse Türkiye’nin tüm illerinde olduğu gibi, İstanbul’da köşe başı küçük sigara tezgahlarıyla karşılaşmak mümkün. Örneğin İstanbul’un kalbi, vitrini olan Beyoğlu’nda, sadece Taksim çevresinde yaklaşık 60 tezgah bulunuyor. w Daha küçük ölçekli esnafın sigara sevkiyatı ise doblo tarzı araçlarla sağlanıyor. İstanbul’a getirmek üzere Van merkezden alınan bin karton sigara, önde boş bir binek aracın eskortluğunda Malatya’ya kadar getiriliyor. Eskort ile yüklü araç arasında sürekli telefon açık olacak şekilde, yolculuk başlıyor. Belirlenen şifrelerle yolda kontrol ya da şüpheli bir durum var ise, arkadaki araca, örneğin “çayı koy biz geliyoruz” denerek bildiriliyor. İhbar olmadıkça bu yöntem iyi işliyor. Malatya’dan sonra ise yola otobüs şirketleri ve kargolarla devam ediliyor. rg vrupa Konseyi’nin 2000 yılı tahminlerine göre, Avrupa’da en büyük kaçakçılık sigarada yapılmaktadır. Bu kaçakçılığın yıllık boyutunun 90 milyar Euroya ulaştığı ve İngiltere’de sigara pazarının yüzde 15-20’sinin kaçak olduğu belirtilmektedir. sadaki fiyatı karton başı 25 lira. Küçük tezgahlarda 3 ile 3,5 lira arasında fiyatla satılan sigaradan dolayısıyla herkes kazanmaktadır. Prestij şu an piyasanın amiral gemisi konumunda. Öyle ki kaçak olan bu sigaranın da çakması üretilmektedir. 2013 başında Silivri’de yakalanan bir ‘amatör’ fabrikada ele geçirilen Prestigen isimli sigara, bütün tasarımı ile bu sigaranın çakması idi. Fabrika yakalanmış olmasına rağmen, Prestij isimli sigaranın Prestigen isimli çakmasını da piyasada bulmak hala mümkün. Bu markanın şu sıralar Türkiye’de sahip olduğu piyasa payı Marlboro ile yarışır noktada. gündem SÖYLEŞİ 1414 Rojava seçime hazırlanıyor SENNUR BAYBUĞA sizin cumhurbaşkanı adayınız rg .o ur d ak KÜRDLERİN İLİŞKİLERİ Konuya ilişkin BasHaber’e açıklamada bulunan PYD’nin siyasi danışmanı Sehanok Dibo, Rojava’daKürd partileri arasında herhangi bir sorun olmadığına dikkat çekerek, 57 ku- HALKLAR SEÇİME GİDİYOR Kanton yönetimleri oluşturulurken bölgede yaşayan Kürdler dışındaki etnik ve inanç gruplarına dönük de bazı düzenlemeler yapılmıştı. İlk aşamada oluşturulan 80’i aşkın üyeye sahip Kurucu Meclis seçime gidilmesi yönünde bir düzenlemeye gitmişti. Her üç kantonda yaşayan grupların kendi iradeleri ile seçime gitmesi sağlanmaya çalışılsa da, yerel partiler arasında yaşanan uyuşmazlıklar dikkat çekiyor. Seçime girmek için herhangi bir ön şart konmazken, hazırlanan w w .a rs iv adamlara oy verecek ya da verilmesini teşvik için çalışma yürüteceğim. buna matematikte açmaz, hukukta da taksirle işlenen kabahat deniyor. daha bir ay evvel birbirimizi yediğimiz yerel seçimlerden sonra kimle yeni ittifaklar içine gireceğimizi konuşuyoruz, of yaa, insan sevmezse ömür boyu da sevmesin istiyorum, bu ittifak ne demek ola ki… her gün gazetelerde onlarca köşe yazısı boca ediliyor üstüme üstüme, olasılık hesapları, sözüm ona, yapılırken, aslında hiç de belirleyicisi olamayacağımız bir denklemi hem kurmamız ve hem de çözmemiz isteniyor. daha yetkilerinin bile ne olacağını bilmediğimiz birini cumhurbaşkanı seçmemiz beklenecek bizden. bir oyum olsa sorumlu olduğum hadi vereyim kurtulayım diyeceğim ama, siyasetin matematiğini hala çözemeyen bana bir de oyları için insanları etkilemem söylenecek. muhtemeldir ki ben de bu işi yapacağım. ama peşinen ve şimdiden söylüyorum hakikaten anlamıyorum ben ne yapacağız ve ne anlatacağımızı. bana nasıl bir cumhurbaşkanı istediğim sorulursa cevap veremem gerçekten bu mesele üzerine kafa yormuş değilim. neye hizmet edecek bir cumhurbaşkanı istediğim sorulursa biraz zorlanarak ve düşünerek —hiç hazetmiyorum bu işi de—biraz cevap verebilirim, bana kim olmasın istersin diye sorulursa çok şıklı çok şıklı yüzlerce cevap veririm, ama onlardan en az ikisinin aday olacağını da biliyor olurum. bu durumda benim seçimimin ne öneminin olduğunu anlayamamış durumdayım, yani seçmediğim birini sayısal nedenlerle seçmek zorunda kalacağım. e ben siyasetten anlasam ne olur anlamasam ne olur bu durumda sevgili zahmet edip yazıma bakanlarım. yazıp duralım aylarca bu mesele üstüne, olasılık hesapları yapalım. en fazla vereceğiniz cevap benim ikinci soruda sorduğum soruya cevap aramak değil midir. bu kadar yazıyı hergün neden okumak zorundayım ben. bana, hayatıma dokunmayan bir sorunun cevabının benim için anlamı ne olabilir. işte siyaset dediğiniz şey bu ve ben bu eyleyiş biçiminden fena halde sıkılmış fena halde bıkmış biri olarak, siyasetten anlamadığımı söylemekte hiçbir beis görmüyorum. buyurun ağustosa kadar konuşacak bir sözümüz olsun. nasıl bir dünya değil kimin yönettiği bir dünya. hepinize iyi geceler dilerim. siyaset büyümüş kötü çocukların hala oynadıkları bir oyun mu ki acaba… İlerici Demokratik Partisi Yüksek Konseyi Üyesi Salih Derwêş ise, “Şu an Rojava’da bir seçim yapılırsa çok büyük olayların yaşanması tehlikesi söz konusu. Suriye gündemi seçim gündemi değildir şu durumda. Suriye halkı dağılmış, dışarıya göç etmiştir. Bu rejim silahlı çözümden başka bir şey istemiyor, seçim için karar vermek için çok erken. Ayrıca PYD’nin iddia ettiği gibi bölgedeki Kürd partileri arasında bir birlik ya da konsensüs söz konusu değildir. Rojava’daki 15 partiden sadece 3’ü PYD’ye destek vermektedir” dedi. w Siyasetten pek anlamıyorum. kitle denen soyut insanlar topluluğunun nasıl ve nelerden etkilendiği üzerine bir fikrim olduğunu söyleyemeyeceğim. bu gerçeklikten kopuk, nerede yaşadıklarını, ne yiyip ne içtiklerini nasıl üreyip nasıl yaşadıklarını bilmediğim insanlar topluluğu için yıllardır sürgit devam eden sayfalar dolusu yazıları nasıl döktürü döktürü verdiğimizi bilmiyorum. uzun cümleleri okusam da manasını çözemiyor, sürekli kendimi aptal gibi hissediyorum hem bu yazıları okurken ve hem de bu konuşmacıları dinlerken oturduğum yerden. bu konuda samimiyim, itiraf zamanı artık geldi. anlamıyorum derken bir yandan da ömrümün bu oyuna anlamak için uğraşmakla geçtiğini inkar edecek değilim. kendimi sosyal bir varlık olarak—bayılıyorum bu lafa da—tanımlamaya başladığım andan itibaren dışarıdan ‘politik’ denen tiplerden oldum. neden böyle dendiğini bile anlamıyorum. hayat ve kendim dışındaki insanlara ilgi duymamla, bu insanların yaşamlarını zindan eden o dünyayla tanışmamla sanırım politik biri olup çıkıverdim. ama ne denklemlerini ve ne de bilinmeyenlerini hala da kavrayamadığım bir oyunun içinde figüranım hala. nasıl bir dünya istiyorsam öyle bir parti istiyorum diye düşünüp uzun yıllardan sonra bir partiye üye oldum. nüfus cüzdanı şeyleri, ikametgah, temiz kağıdı derken zaten bir dolu devlete yamanmış ben, siyasi partiler yasasının izin verdiği ölçülerde nasıl bir dünya istiyorsam öyle bir parti inşasının mümkün olabileceğini düşündüm. baştan büyük hata. ikametgahımın ve temiz olup olmadığımın sorulduğu özgür siyaset dünyasından kime ne bana ne. oluyor işte. al sana siyaset. şimdi; yeni ve çok caf caflı bir seçim döneminden çıkmış, kendimi hala yediğim ve beni sersemleten, küçücük ellerden çıkma tokatların etkisinden kurtaramamış ve hala ne olduğunu anlayamamışken, yeni bir seçim sathı mahalline girmeye çalıştığımızın farkına varıyorum. cumhurbaşkanımızı seçecekmişiz. kim, biz. neyle oylarımızla. özgür bir seçim mi hayır, adayları biz mi belirleyeceğiz hayır. karşımıza en son iki aday mı çıkacak, ya onu ya bunu mu denecek evet. buna demokrasi mi deniyor evet. işte benim politikadan anladığım ve anlamadığım bu kadar. adayımı kendimin belirlemediği bir seçimde, benim seçmediğim adamların—kadınlar demiyorum dikkat-belirlediği birtakım olası ki BasHaber - Suriye’de yaklaşık iki yıldır devam eden iç karışıklığın gölgesinde seçime hazırlanan Batı Kürdistan’da, Kürd partileri arasındaki ilişkiler gündemi oluşturuyor. Seçimlerde 15 partiden 3’ü PYD’yi destekliyor. Rojava’da 7 Ocak 2013’de PYD öncülüğünde “Geçici Yönetim” ilan edilmesi ardından; anayasa, yeni yönetim modeli ve seçim yasası açıklandı. Bölge Cizire, Kabone ve Efrin olarak üç kantona ayrılırken, demokratik bir sisteme geçilmesi halinde Suriye’nin bir parçası olarak kalınacağı deklere edildi. YPG ise özerk yönetimin savunma gücü olarak düzenlendi. Ekonomi, altyapı ve sosyal sorunların özerk yönetimin işini ciddi anlamda zorluyor. Cezîre kantonunda güvenlik sıkıntıları bertaraf edilmiş olsa da Efrîn ve Kobanê kantonlarında seçimlerin savaş halinden kaynaklı ertelenebileceği konuşuluyor. rum içerisinde 11 siyasi partinin demokratik özerkliğe PYD ile birlikte imza attığını ve bu partilerden Geçici Yönetim’de yer alanların da olduğunu belirtti. Bugün itibariyle Rojava’daki gelişmelerde diğer partilerle bir konsensüs olduğunu belirten Dibo, PYD’nin Baas rejimiyle ilişki içerisinde dolduğu yönündeki iddianın yanlış olduğu, kendilerinin bunu kabul etmediklerini, rejimle birlikte çalışmadıklarını söyledi. GÜNDEM SEÇİM DEĞİL Suriye’de yaşanan iç savaş ve yıkım haline dikkat çekerek, rejimin silahlı çözümden başka bir seçenek sunmadığını ifade eden Suriye Kürd seçim evrakında, 18 yaşını dolduran herkesin sandığa gidebileceği belirtiliyor. Adaylık konusunda ise 22 yaşını doldurmuş olmak ve herhangi bir yüz kızartıcı suç işlememiş olma şartı getirildi. Seçimler sonunda Meclisa Zagonsaz’ın (Kurucu Meclis) 101 sandalyeli ve her 15 bin kişi için bir temsil hakkı öngörülüyor. Bu noktada Cezîre Kantonu için ayrı bir madde konularak Kürd vekillerin oranı yüzde 20, Süryanilerin yüzde 10, Arapların ise yüzde 10’dan aşağı olmayacağı şeklinde düzenlendi. Yasaya göre teknokratlar ve diğer oluşumların oranı da yüzde 5’in altına düşmeyecek. SÖYLEŞİ gündem rg yor. İŞİD güçlerine; Türkiye, İran, S. Arabistan ve başka birçok ülke destek veriyor” şeklinde konuştu. iv rs w FLORİTA ULUK BENLİ w w “Özümsenmeyen her şey hazımsızlıktır” Kaybın ve eksilenin farkında olanlar, tüm varlığı ile ya içe kapanır ya arayışa girer. Bu içe kapanma ve arama halleri, hayatın bir döneminde mutlaka insanı kavgalar eşliğinde kayıplarla yüzleştirir. Kolay gibi görünse de zor olandır aslında çaresizliği kabul edip kaderinizi başkalarının aklına, vicdanına terk edip teslim olmak. Sığınarak başkalarının ağzına, gözüne, eline, yoluna bakarak bir iç çatışmayla yitip gitmek. Yitikliği/ni arayanların nasibine düşense; sadece “iz“lere bakarak ilerlemektir. Aklın ve vicdanın eşlik ettiği bu yolculukta izleri takip ettikçe kendinizi amansız, çetrefilli bir kavganın ortasında bulursunuz. Bu somut kavga çoklukla Kürdistan ve Kürtlere has bir durum gibi olsa da sadece onlara has bir tercih değildir. Kendi kaderini tayin etmek isteyen, kendi aklına ve vicdanına danışarak tarihin izini süren her insan kendini bu kavganın ortasında bulur. Sonuçları başından özümsenen bir ön kabul ile, cesaretli ve adil olmayı gerektiren “yüzleşme”yi kaçınılmaz olarak dayatır. Aralıksız 471 defadır Galatasaray’da her hafta kayıplarını arayan “Cumartesi partileri siyasi olarak birbirlerine karşı rekabet içinde olabilir ancak savunma konusunda hepsi birlikte hareket edi- ak seferberlik çağrısına uyararak silah alan ve cepheye giden 4 Rojavalı hayatını kaybetmişti. IŞİD’in Kobanê’de binlerce kişilik güç ve tank desteğiyle 3 Mayıs günü bölgenin güneyindeki Girê Sevê’ye yaptığı saldırıda 4’ü kadın 11 Kürd savaşçı hayatını kaybetmişti. YPG, IŞİD saldırısına 4-5 Mayıs gecesi karşı yapılan misillemelerde 36 İslamcı militanın öldürüldüğü, birinin sağ yakalandığı ve 4’ünün de cenazesinin ele geçirildiğini açıklamıştı. IŞİD’e karşı YPG’ye yoğun katılımların olduğunu bildiren Kobanê muhabirimiz Ferhad Hemo, Kobanê’nin çevresindeki kent ve köylerin YPG kontrolünde olduğunu ve Kürd güçlerin gerekli tedbirleri aldığını bildirdi. Kobanê’nin Türkiye sınırının kapatıldığını, Arapların yaşadığı bölgelerin İŞİD kontrolünde olduğunu ve radikal İslamcıların asıl hedeflerinin Kobanê’nin ele geçirilmesi olduğunu belirten Hemo, “Bu şekilde kendilerine coğrafik bir harita çizmek istiyorlar. Ancak Kobanê’deki bütün etnik gruplar YPG ile birlikte hareket ederek bunlara karşı mücadele veriyor. Bütün Kürd partileri bir bildiri ile YPG’nin yanında olacaklarını açıkladı. Hemo, “Burada kimi Kürd .a BasHaber (Kobanê) – Rojava’da Kürd yerleşim bölgelerine saldırı ve kuşatmasını sürdüren radikal Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) güçlerine karşı YPG’nin yaptığı seferberlik çağrısı üzerine, Kuzey’den giden çok sayıda gencin çatışmalara katıldığı bildiriliyor. Rojavalı Kürd güçlerin siyasi rekabetlerine rağmen Kobanê de saldırılara karşı ortak hareket ettiği bildiriliyor. İŞİD’in güney ve Batı yönünden kuşattığı Kobane kenti yakınlarında süren çatışmalarda, geçtiğimiz hafta Diyarbakır’ın Sur İlçesi Eş Belediye Başkanı BDP’li Seyit Narin’in oğlu ‘Dilşat Ahmet’ kod adlı Ali Narin yaşamını yitirmişti. Narin Ailesi’nin taziyesi devam ederken, aynı bölgedeki çatışmalarda Çermik İlçesi’nin BDP İlçe Örgütü Eş Başkanı Haşim Demirkol’un kızı ‘Helin Amed’ kod adlı Helin Demirkol da ölüm haberi geldi. Çarşamba günü de Kobani kentinin 20 kilometere güneyindeki Girê Sêwê bölgesindeki çatışmalarda yaşamını yitiren YPJ’li Kinem Çiçek’in (Ruken Kobani) cenazesi, Mürşitpınar Sınır Kapısı’nda ailesi tarafından teslim alındı. Batı Kürdistan’ın Kobanê’nin Girê Sêvê bölgesinde 3 Mayıs günü başlayan çatışmalarda, 7 YPG savaşçısı ile Öte yandan PYD Eşbaşkanı Salih Müslim, IŞİD’in saldırılarına karşı Rojava’yı korumak için Kürdistan Bölgesi’nden yardım talep etti. “Rojava’nın savunulması ve yeniden yapılanması için Kürdistan Bölgesi, Rojava’ya manevi, ekonomik ve askeri destek vermeli” diyen Müslim, rejimle ilişkileri olduğu iddasını reddetti. Müslim, gerginliğe neden olan hendek kazma çalışmaları içinse, “Bunun sorumlusu PDK’dir” dedi. Hendek kazılan bölgelerden kimsenin Kürdistan Bölgesi’ne zaten geçemeyeceğini vurgulayan Müslim, PYD’nin diğer siyasi kesimleri sindirdiğine ilişkin yorumlara sert çıktı. Müslim, “Rojava’da olmayan, durumu iyi analiz edemeyen ve halkın arasına karışmayanlar, Rojava’nın dertleriyle ilgilenmesin. Dışardan müdahalelerle çözüm üretilemez” diye konuştu. Salih, El-Monitor Plus haber sitesine verdiği demeçte bazı radikal grupların rejim tarafından Kürdlere karşı kullanıldığına dikkat çekerek, başta IŞİD olmak üzere birçok örgüt tarafından hedef haline getirildiklerini söyledi. IŞİD’in başta Suudi Arabistan olmak üzere bazı körfez ülkeleri tarafından desteklendiğine ve Kürdlere karşı kullanıldığına dikkat çeken Müslim, “IŞİD, Kürdlerin ve Türklerin ortak düşmanıdır” dedi. .o Kürdler Kobanê’de ortak savunmada “Kürdistan Bölgesi bize destek vermeli” ur d 15 Anneleri ‘’ yle birlikte elimde, kemikleri bile bulunmayan bir faili meçhul fotoğrafla zaman zaman acıların/ın önünde ben de diz çöktüm. Bu defa elimde 24 Aralık 1994’te gözaltında kaybedilen İhsan Karan’ın fotoğrafı var. Bir erkek sesi ;“Bu nasıl bir vicdansızlıktır ki, yıllardır devlet tarafından akıbetinin ne olduğunu bilmediğimiz yakınlarımızın kemiklerini bulmaktan umut diye söz ediyoruz ‘’diye feryad ediyor. Sessizlikte dokunduğu vicdanlar, ılık ılık acı ve çaresizlik dolu gözlerden akıyor. Sebep olanlara günahı ve utancı daim olsun! Sevdiğim birinin yokluğu üzerine kapanıp ağlayamadığım bir mezarı olmamasını hayal etmeye çalışıp beceremedim. Bu ihtimale sımsıkı kapattım gözlerimi. Zihnimde Berfo Ana ile, buğulu gözlerimi açtığımda karşılaştığım bir fotoğraf yavaş yavaş netleşti. İsmi okudum sessizce; “Keğam Parseğyan’’ Hayal bile etmeye cesaret edemediğim acı, bu fotoğraftaki adamın, babamın gençliğine benzerliği ile tüm bedenime yayıldı. Ne acıdır; biz kendi vatanımızın siyaset hengamesinde sosyalist mücadelenin bir dayatması ile kimliği unutulan ve unutturulan, son 3-5 yıldır 24 Nisan dışında hiç hatırlanmayan, “Kadim halkı, Ermeni’’ leriyiz. Fransız Kültür Merkezi’nde “Berfo Ana” belgeselini izlerken geçmişim hesap sorarcasına yakama yapıştı. Berfo Ana’nın dayanamadığım acısını izlerken bu defa o vicdan; sosyalist olmak adına haksızlık edip yok sayarak, korkudan susarak sahip çıkmadığımız, çıkamadığımız için yok edilenler bir bir utançla boğazımda düğümlendi. Çözülmüştüm. Acı, gözlerimden akarken göğsüme çöreklendi. Her ne kadar mama’mın (Mama=anne) “Kendi başını bağlayamayan düğün evinde gelin başını bağlarmış’’ sözünün eleştirel doğruluğunu kabul edip, kendi geçmişimin izinden yürümeyi doğru buluyorsam da, dönemimde yaşanan insanlık suçlarına susarak ortak olup geleceğime utançlı miras bırakmamak için durduğum yeri aklım ve vicdanımla seçiyorum. Neredeyse kanlı tarihimizin her bir gününe düşen katliamlarından, bugün 4 Mayıs 1938 Dersim katliamının 76. Yılı. Dersim katliamını yaşayanların çoğunluğunun Ermeni’ler gibi savruldukları yerde sessizliği tercih etmeleri, yaşanmışlıkların tarihe gömülmesi için bir fırsattı. Ancak, iz sürenlerin mücadelesi sonucu Başbakan, 23 Kasım 2011’de Dersim katliamı adına CHP kalesine gol atmak için “özür” diledi. Samimiyetsiz- di çünkü, sonrasında hiçbir iyileştirmeye gidilmedi. Şimdi, Ermeni’ler için “taziye” dileğinin acıyı yaşayanları biraz cesaretlendirip dile getirmek dışında hiç bir anlamı yok! Buna ek olarak, her hükümeti yaptığı katliam ve soykırımlardan manevralarla aklamaya çalışması da çabası. Buna rağmen, 2014 yılında geri dönülmez bir yüzleşmenin kapısını araladığı da bir gerçektir. Başka bir gerçek de; 11 yıllık tek adamlık iktidarı süresince, ortada bir mezarları bile olmayan binlerce, milyonlarca kefensiz yatan Ermeni, Süryani, Alevi, Kürt ve Sosyalist vatandaşın kanı üzerine bizzahati kendisi tarafından eklenen 34 Roboski kurbanları var. Hal böyle iken; bu toprakların altında kefensiz yatan bunca ölülerimiz varken “özür ve taziye’’ ile sorumluların bu vebalden böyle kurtulması mümkün değil. Şimdi “özür ve taziye“nin muhatapları olarak söz sırası bizde. Suskunluklarımıza son verip acıları dile getirme zamanıdır. Bu geçmiş hepimizin. Herkesin mutlak bir acısı, bir sözü var. Susanlar, konuş(a)mayanlar ve hatta bu acıları yok sayanlara ısrarla “Berfo Ana’’ların öyküleri anlatılmalı, izletilmeli. Bu sağır eden sessizlik son bulmalı ki toprak artık kanamasın... Zira, özümsenmeyen her şey hazımsızlık getirir. Gerçek; ağrılar sancılar eşliğinde kan kusturmadan söze, sözler eyleme dökülerek gereği yapılmalı... SÖYLEŞİ MÜZİK 16 16 ‘Klasîken Kurdî’ ile içimdeki ustayı çıkarmaya başladım! rg .o ur d ak iv rs .a w Mîro’nun ardından Revingî, Rayê, Sewa ve Herîre albümleriyle müzikal çıtasını hep daha yukarıya taşıyan Akbal, kendi kalitesini, birlikte çalıştığı işinin ehli isimlerin de katkısıyla tartışmasız bir noktaya taşıyor. Albümde Kürdçenin lehçelerinin yanı sıra iki tane de Türkçe eser bulunuyor. Bir süre önce müziği dışında TRT6’de yaptığı programla çokça tartışılan Akbal ile NAM Müzik’ten çıkan albümü ve müzikal yaşamı üzerine konuştuk. BasHaber - Uzun bir aradan sonra yeni bir albümle dinleyicilerinizin karşısına çıktınız. Şarkı seçiminde nasıl bir yöntem izlediniz? Nilüfer Akbal - Repertuar seçimim hem ustalarıma saygı hem de müzikal yolculuğumda bende iz bırakmış şarkıları, kilamları okumaktı amacım. Tabi bunlar bir kısmı, sonrası da gelecek. Son albümünüzde nasıl bir konsept planladınız ve önceki çalışmalarınızdan sonra bu albümü kendi müziğiniz açısından nereye koyuyorsunuz? Önceki çalışmalarımla kendime ve müziğime mümkün olduğunca yeniyi ulaştırmak ise sınırlamak doğru değil ve müziği, hele de Kürd müziğini siyasete boğmak haksızlık olur. Bir dönem TC‘nin yasak ve baskılarıyla zorluklar yaşamış olan bizim kuşak aynı tavrı kendi siyasi çevrelerinden görünce insanın aklına başka şeyler geliyor. Acaba düşmanım mı? Dostlarım mı? Ben empati kurarak baktığımda benim için yeter ki Kürd müziğine katkı ve değer katsın, kim bunu nerde nasıl yapıyor ise yapsın bunlar dostlarımızdır, müttefiklerimizdir diye bakarım. Dolayısıyla bu eleştiriler ancak demoralize eder, ama diğer taraftan kamçılar da. Ben geçtim bunları. Müzik benim var oluşum, yoluma devam edeceğim. Çünkü Kürd’üm ve bu benim kimliğimin ifadesidir, kimsenin tekelinde veya lütfuyla olan şey değil, kendi tercihimdir. Önceki albümleriniz modern ve deneysel zeminli iken şimdi akustik ağırlıklı bir çalışmaya imza attınız. Hangi ihtiyaçtan yola çıkarak işe koyuldunuz? w çalışmasıyla müzik LEYLA piyasasına DENLİ giriş yaptığında, gerek ses ve yorum kalitesi ve gerekse de etno müzikteki otantik ustalığı icra etmesiyle dikkatleri üzerine çeken Nilüfer Akbal, son albümü ‘Klasîkên Kurdî’ ile, kendisi hakkındaki tali tartışmaları bertaraf ederek, dikkatleri yeniden müzik kalitesine çekiyor. eklemek ve kendimi beslemek istedim. ‘Klasiken Kurdi’ ile içimdeki ustayı çıkarmaya başladım. Klasikleri yorumlarken zengin bir enstrüman ve müzikal alt yapı kullanıyorsunuz. Çok sesli enstrüman bileşkesi, klasiklerle sarmalanırken en çok nelere dikkat ettiniz, ya da önceliğiniz ne oldu? ‘’Ben giderim sazım kalır dünyada’’ diyor üstad Aşık Veysel. Bu albümler bizden sonraya da kalacak ve dinlenecek. Dolayısıyla mümkün olduğunca en iyisini yapmaya çalıştık, aranjelerde sevgili Engin Arslan ve Kemal Sahir Güler’in emeğini ve katkılarını unutmamak gerekir. Kendilerine teşekkür ediyorum, beni doğru anladıkları ve ifade ettikleri için. Kürd müziğinde modern yorum ya da batı müziği ile harman konusu sıkça gündeme gelen bir durum. Bu modernleştirme aşamasında piyasada çokça örnek var. Durum klasikler üzerinde nasıl tahribatlara yol açıyor? Sizce batı müziği ile buluşma noktasında nelere dikkat edilmesi lazım? Müzik bir deryadır, sınırlamak doğru değil. Müziğe namus meselesi olarak bakmak ve değerlendirmek haksızlık olur. Tabi ki deneysel çalışmalar olacak ve yeni gelecek olan gençliğe ulaştırmada önemli bir katkı sağlar modern soundlar. Günümüz gelişmelerini de eklemek lazım. Dolayısıyla ben olumlu bakıyorum gelişmekten ve değişimden yana olduğumu belirtmek isterim. Uzun bir süre asli işiniz olan müzik dışındaki mevzularla gündeme geldiniz. TRT6’de program yapmanız eleştirildi ve hatta saldırı boyutunda yaklaşımlarla karşılaştınız. Oysa şimdi yeni bir albümle dinleyicinizin karşısındasınız. Nasıl bir duygu yaşıyorsunuz? Tabii bu meselelere politik baktığımızda siyasi tarafın tepkileri anlaşılır şeylerdi, fakat mesele eğer Kürd müziğini geliştirmek, daha çok dinleyiciye w M îro isimli Önceki çalışmalarım deneysel ve modern soundlardı ve çok kaliteli, nitelikli albümlerdi, eminim zamanı geldiğinde anlaşılacaklardır. Gençliğimde tabii bu tür heyecanlı farklı şeyler yapmak beni motive etti ve katkı sağladı farklı kimlikten müzisyenlerle çalışmak stüdyolarda çalışmak beni, hem teknik hem de müzikal olarak zenginleştirdi, geliştirdi. Gelinen aşamada yaş kemale erdi ve artık tüm bu deneyim ve tecrübelerimle gerek albüm bazında, gerekse sahnede, yelpazesi geniş bir müzikal birikimle daha bütünsel bir anlayışla tüm kitleleri kucaklayan bir sanatçı olarak devam etmek, dileğim ve isteğimdir. Seçtiğiniz şarkıların büyük bölümünün çok değişik tarzlarda yorumlanmış olması, sizin bu eserleri seçmenizde ve yorumlamanızda size ne tür zorluklar ya da kriterler getirdi? Ben yorumcuyum her tarz şarkı okuyabilme yeteneğine sahibim, yeter ki seçtiğim şarkılar sesime, ruhuma hitap etsin. Kürdçe’nin diğer lehçelerinde okuyor olmam zenginliğimdir. Ben hiç bir zaman kendi içimizde ayrım yapmadım tüm lehçe ve müziklerimize aynı duyarlılıkla yaklaştım, aynı hissiyatla sevdim. Benim için önemli olan şarkının, söz ve müziğin derinliği ve ne anlattığıdır, hikayesinin olmasıdır. Hangi dil veya lehçede olursa olsun fark etmez ve bunun içindir ki müziğin dili yoktur. ‘Klasîken Kurdî’ albümün ismi ancak; Türkçe şarkılar da var, ustalara saygı diye nitelendirdiğiniz. Bir çelişki oluşturur mu bu durum müzik açısından ya da sizin açınızdan? Ben inançsal olarak Alevi geleneğinden geliyorum ve müziğe başlangıç noktam alevi deyişleridir, bunun bilinmesini isterim ve hatırlanmasını da. Albüm on beş Kürtçe şarkıyla çıkacaktı, fakat seçtiğim diğer parçaların telif haklarıyla ilgili sorunlar çıkınca üç şarkıyı çıkarmamız gerekti. Yerine kendi bestelediğim Mahsuni Şerif’e ait ‘Bana Bana’ deyişini ve ‘Antep’in Kalesine’ türküsünü koydum ki bu türkü kadınları anlatır, namus cinayetlerine bir eleştiridir. Bu nedenledir ki, iki Türkçe türkü var dediğim gibi, dilin ne söylediği önemlidir hangi dil olduğu değil. Bir noktadan sonra insan olaya daha çok müzikal olarak bakıyor içsel olarak bana o türküler, Kürtçe gibi geliyor. Dilerim dinleyicilerim ve izleyicilerim bu konuda beni anlarlar. Bana gönül koymuş olanlar varsa kendilerinden özür dilemek isterim, samimiyetime inanmalarını ve yaptığım her şey de mutlaka ki haklı sebeplerimin olduğunu bilmelerini isterim.