1 Sakina: SÖYLEŞİ Müziğimizin eleştirmenlere ihtiyacı var Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL 05 - 11 Ekim 2015 S16 basnews.com w w .a rs iv ak ur d .o rg Sayı:72 w Şam’da Rus ruleti! Suriye’de 4 yıldan bu yana devam eden çatışmalar dünya siyasetine yön veren güçleri bölgedeki vekalet savaşına dahil etti. ABD’nin öncülüğünü yaptığı uluslararası koalisyonun dışında Rusya ve İran’ın Suriye’deki savaşa resmen katılması bölgede 3. Dünya Savaşı’nın prototipi bir çatışma sürecini başlattı. Çıkış için BM, Kürdler ve Suriye BİLAL SAMBUR BM Genel Kurulu’nda konuşan dünya liderlerinin hem KBY hem de Rojava’da Kürdlerin IŞİD’e karşı başarılarını dillendirmeleri, savaşta Kürdlere destek sözü vermeleri, Rojavalı Peşmergeler’in dönüşü ve Cerablus Operasyonu’nun gündeme gelmesi Kürdlerin de yeni dengede aktif rol alacaklarına işaret ediyor. s02 - 03 s06 MESUT YEĞEN CHP’nin çıkmazı ve Kürd sorunu s07 HAKAN TAHMAZ s09 KBY ‘yeni Ortadoğu’yu gözlüyor s04 - 05 02 2 BasHaberSÖYLEŞİ 5 - 11 Ekim 2015 MANŞET Vekalet savaşına asıllar dahil oluyor Rusya’ya karşı ortak bildiri ABD’nin başını çektiği Avrupa ülkeleri Rusya’nın Suriye’deki operasyonlarına tepki göstererek ortak bir bildiri yayınladı. Rusya’nın Suriye’de sivilleri hedef aldığını ifade eden ülkeler; Türkiye, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, Katar ve Suudi Arabistan ortak bildiride Moskova’ya, Suriye muhalefetine ve sivillere yönelik saldırılarına derhal son vermesi ve IŞİD’le mücadele çabalarına odaklanması çağrısında bulundu. Bildiride, Rusya’nın sivilleri hedef almasından endişe duyulduğu belirtildi. Moskova: Sivilleri değil, IŞİD’i vurduk Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rus savaş uçaklarının Suriye’de sivil hedefleri vurduğuna dair iddiaları yalanlayarak ABD’den kanıt istedi. BM Genel Kurulu’nda ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile yaptığı görüşme sonrası soruları cevaplayan Lavrov, iddialarla ilgili kanıtların kamuoyu ile pay- Obama: Kürdlerle çalışacağız ABD Başkanı Obama, eğit-donat programı kapsamında Kürd gruplarla çalışacaklarını söyledi. Başkan Obama, Beyaz Saray’da gazetecilerin Rusya’nın Suriye’ye müdahalesine ilişkin sorularını yanıtlarken, bundan sonra eğit-donat programında başarılı oldukları alanlara bakacaklarını ve “Doğuda IŞİD’i püsKürden bazı Kürd topluluklarıyla çalışarak bunu inşa etmenin yollarına bakacağız” dedi. Suriye’de herşeyin Esad rejiminin barışçıl protestolara vahşi bir şekilde karşılık vermesiyle başladığına dikkat çeken Obama, dolayısıyla bu savaşın ABD veya herhangi bir ülke ile Suriye arasında değil, ‘Suriye halkı’ ile ‘vahşi ve gaddar bir diktatör’ arasında olduğunu belirtti. Obama, Rusya ve İran’ın Esad’a arka çıkma planlarının, bu ülkeleri Suriye’de bataklığa saplayacağını söyledi. Böylesi bir politikanın Suriye’de sonuç vermeyeceğini söyleyen Obama, bu ülkelere farklı bir yol izlemeleri çağrısı yaptı. ABD Başkanı Esad’ın .a Rusya asker gönderiyor Öte yandan Rusya Parlamentosu’nun üst kanadı Federasyon Konseyi, yurtdışına asker göndermeyi oy birliği ile kabul ederek Suriye’ye asker gönderme hazırlıklarını başlattı. Rusya Devlet Başkanı Putin, BM Genel Kurulu’nda ABD Başkanı Obama ile yaptığı zirve sonrası, Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağırdı. Olağanüstü toplantıya Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev, parlamentonun alt kanadı Duma Başkanı Sergey Narışkin, üst kanadı Federasyon Konseyi Başkanı Valentina Matviyenko, Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev, Federal Güvenlik Konseyi Direktörü Aleksandr .o rg “Muhalifler” İstanbul’da buluştu Suriye’de tüm bunlar yaşanırken Türkiye’nin desteklediği Ahrar El Şam, Ceyş El İslam, Sukur El Şam, Ceyş El Mücahidin, Sultan Murat Tugayı ve Özgür Suriye Ordusu’na mensup gruplar İstanbul’da gizlice bir araya geldi. İki gün süren toplantıda Suriyeli silahlı muhalifler, Suriye’nin geleceği için uluslararası platformda gerçekleşen görüşmeler ve Birleşmiş Milletler özel temsilcisi Staffan de Mistura’nın planına karşı nasıl bir tavır belirlemeleri gerektiğini tartıştı. BM Özel Suriye Temsilcisi Staffan de Mistura’nın planına göre rejim, muhalifler ve STK temsilcilerinin içinde olacağı tam yetkili geçici bir heyet kurulacak. Bu heyet, yürütme görevini görecek, ordu ve emniyet kurumlarını yönetecek, Ortak Askeri Konseyi’ni denetleyebilecek. Mistura’nın önerilerine göre Beşar Esad, sembolik yetkilerle Cumhurbaşkanlığı görevine devam edebilir. ur d ak iv rs hala iktidarda kalabilmesinin nedenini bu süreçte Rusya ve İran’dan aldığı desteğe bağlayarak, Rusya’nın, Suriye halkının çoğunluğunun kabul etmediği, çocuklara ve yerleşim yerlerine misket bombası atmaktan çekinmeyen bir rejime arka çıktığını söyledi. IŞİD’in yok edilmesinin ABD ve Rusya başta olmak üzere tüm dünyanın yararına olduğunu Putin’e söylediğini ifade eden Başkan Obama, “Putin’in söylediklerine bakmaksızın, burada açık olan kendisi, IŞİD ve Esad’ın gitmesini isteyen ılımlı Sünni muhalifler arasında ayrım yapmıyor. Onların perspektifine göre bunların tümü terörist. Bu felaketin reçetesi ve ben bunu kabul etmiyorum” ifadelerini kullandı. Başkan Barack Obama, Rusya ve İran’ın farklı bir yol izlememeleri halinde Su-riye bataklığından bir süre çıkamayacaklarını vurguladı. w Rusya, ABD müttefiklerini bombalıyor Suriye Rejimi’nin daveti üzerine, New York’taki BM Genel Kurulu toplantısı devam ederken, Rus savaş uçakları 30 Eylül’de İdlib ve Lazkiye, Hama ve Halep yakınlarında radikal İslamcı gruplara ait 50’ye yakın mühimmat deposu ve karargâhı bombaladığı açıklandı. Bombalanan yerlerin İdlib, Hama ve Halep’te üslenen ve ABD ile Türkiye’ye yakın “ılımlı“ örgütlerin karargâhları olduğu öğrenildi. Yapılan bombalamanın ardından Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Rakka kenti kırsalında gerçekleşen bombardımanda da 12 IŞİD militanının öldüğünü açıkladı. laşılmasını istedi. Rusya’nın Suriye’de IŞİD hedefleri dışında farklı noktaları vurduğuna dair ABD’nin endişeleri olduğunu kaydeden Lavrov Rus uçaklarının Suriye ordusu ile iletişim içinde operasyon gerçekleştirdiğini, IŞİD’le bağlantılı hedeflerin titizlikle vurulduğunu belirterek, vurulan mevzilerde sivillerin yaralandığı yönündeki iddialarla ilgili bilgi olmadığını söyledi. Bu arada Rusya ile ABD arasında Suriye’deki operasyonlara dair ilk gerginlik ifadeleri de yansımaya başladı. Rusya Genelkurmay Başkan Yardımcısı, Suriye’deki hava harekâtıyla ilgili Amerika’ya operasyon gerçekleştirilecek bölgelerdeki uçuşlarını durdurmasının önerildiğini söyledi. ABD ise Rusya’yı, meşru muhalefete saldırmaması konusunda uyardığını açıkladı. Rus Haber Ajansı Interfax’a konuşan Rusya Genelkurmay Başkan yardımcısı Andrei Kartapolov, “Rusya’nın Suriye’ye yönelik hava harekâtı öncesinde Amerika’ya, Rusya’nın Suriye’de operasyon düzenlediği bölgelerdeki uçuşlarını durdurması önerildi” dedi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ise Al Jazeera’ya yaptığı açıklamada “Rusya’ya meşru muhalefete saldırmamalarını söyledik. Onlar da bunu anladıklarını beyan ettiler” dedi. w rtadoğu’da “Arap Baharı” olarak 2010 yılında Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıkan böglgesel kalkışma kısa zamanda tüm dünyayı etkisi altına almaya başladı. Domino taşı gibi Tunus’ta başlayan daha sonra Mısır, Libya, Irak, Suriye, Yemen, Bahreyn’i etkisi altına alan protestolar, mitingler, gösteriler ve iç çatışmalar bölgesel olmaktan çıkarak uluslararası bir boyut kazandı. Özellikle Suriye’de 4 yıla yakın yaşanan çatışmalar dünya siyasetine yön veren güçlerin meydan savaşına dönüştü. ABD’nin öncülüğünü yaptığı uluslararası koalisyonun dışında Rusya ve İran’ın Suriye’deki savaşa resmen dahil olması bölgede 3. Dünya Savaşı’nın prototipi bir çatışma süreci başladığı algısını yarattı. Rusya’nın Suriye’de ABD mütefiki güçleri hedefleyen operasyonlara başlaması, Rusya ve ABD’nin çatışmaların ve Ortadoğu’daki yeni gelişmelerin içinde yer alacaklarını, sahada rakiplerine yakın güçlere yöneleceklerini gösteriyor. Daha önce Suriye’deki müttefiklerine silah ve mühimmat yardımı yapan Washington ve Moskova’nın sahada yürüttükleri vekalet savaşına dahil oldukları söylenebilir. Rusya’nın ABD’nin ve uluslararası koalisyonun desteklediği ÖSO ve El Nusra’nın kontrolündeki Humus, Talbise ve Beşar Esad’ın doğum yeri olan Lazkiye’ye yakın İdlib’i bombalaması Suriye’deki karmaşanın çok oyunculu bir satranç tahtasına dönüştüğünü gösterdi. Öte yandan geçtiğimiz hafta Rusya, İran, Irak ve Suriye’nin istihbarat ve askeri yetkililerinin Bağdat’da toplanması ve Rusya’nın Ortadoğu’da ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar mihverine karşı Şii blokunu oluşturan İran, Irak, ve Suriye’yi desteklemesi Moskova’nın bölgede hala güçlü bir aktör olduğunu ve Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde aktif rol alma istemi ispatladı. Öte yandan dünyanın kulak kesildiği New York’taki BM Genel Kurulu’da liderlerin konuşmalarını değerlendiren uzmanlar da “Ortadoğu’daki siyasi aktörler değişmiştir” değerlendirmesini yaparak, İran ve Rusya’yı işaret etmeye başladılar. Ayrıca New York’ta dünyanın önemli liderleri gövde gösterisi yaparak müttefiklerine mesajlar verir ve stratejilerini açıklarken, BM Genel Kurulu’na Türkiye’nin Ahmet Davutoğlu ile temsil edilmesi ve Türk başbakanın önemli aktrörler ile ikili görüşmelere dahil edilmemesi Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelerde oyun dışı kalabileceğini gösterdi. Yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra BM Genel Kurulu’ndaki liderlerin hem Güney Kürdistan hem de Rojava’daki Kürd güçlerinin IŞİD’e karşı kazandıkları başarıları dillendirmeleri, IŞİD ile mücadelede Kürdlere destek sözü vermeleri ve Rojavalı Peşmergeler’in geçişinin ve Cerablus Operasyonu’nun gündemde olması Kürdlerin de bu yeni oyunda aktif olarak yer alacaklarını ifade ediyor. Bortnikov, Kremlin İdaresi Başkanı Sergey İvanov, İçişleri Bakanı Vladimir Kolokoltsev, Savunma Bakanı Sergey Şoygu ve Dış İstihbarat Servisi Başkanı Mihail Fradkov katıldı. Kremlin, Rusya Anayasası’nın 102. Maddesi gereği uluslararası hukuka ve evrensel prensiplere uygun olarak Rus Ordusu’nun yurt dışında görevlendirilmesi için Federasyon Konseyi’ne tezkere gönderdi. Tezkereyi görüşen Federasyon Konseyi yurtdışına asker göndermeyi oy birliğiyle kabul etti. w O Mehmet Salih Batırhan MANŞET BasHaber 5 - 11 Ekim 2015 3 SÖYLEŞİ “Rusya eskisinden çok daha güçlü” Suriye’de yaşanan son gelişmeleri ve BM Genel Kurulu’ndaki toplantıyı BasHaber Gazetesi’ne değerlendiren Bilgesam Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı Ali Semin, Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki kutuplaşmayı Sovyet dönemindeki soğuk savaşa benzetti. Arap Baharı’nın Ortadoğu’daki dengeleri başta olmak üzere dünya dengelerini değiştirdiğini söyleyen Semin, Rusya’nın bölgedeki politikasını şöyle açıkladı: “Rusya, burada sadece Esad’ı korumaya çalışmıyor, aynı zamanda eski gücüne kavuşarak ve yeni bir Sovyetler Birliği gibi bir blok kurmak istiyor. Şu çok açıktır ki Rusya, eskisinden çok daha güçlü. ABD, eskisi gibi bölgede veya uluslararasına bir jandarma değil; karşısın- da Rusya ve Çin gibi güçler var. Bu, Suriye kriziyle birlikte belirginleşti.” Açıklamasının devamında da Kürdler’in Suriye’de önemli bir konumda olduklarını söyleyen Semin; Rusya’nın PYD’ye destek vereceğini ve rejim ile çatışan grupları hedefleyeceğini vurguladı. “Suriye Rusya’nın Akdeniz’e açılan kapısıdır” Ortadoğu Uzmanı Dr. Mustafa Peköz’ de BasHaber’e BM Genel Kurulu’ndaki zirveyi değerlendirerek Rusya ve İran’ın Ortadoğu’nun yeni aktörleri olduğunu BM Genel Kurulu’nun tek gündem maddesinin Suriye krizi ve stratejileri olduğunu söyledi. Suriye’nin Rusya için önemine dikkat çeken Peköz, Suriye’nin Rusya’nın Akdeniz kapısı olduğunu ifade etti. Rusya’nın Suriye’ye hava operasyonunu da “Putin Ortadoğu’da daha etkin olmak, bölgenin yeniden dizaynında söz ve pay sahibi olduğunu göstermenin tek yolunun Suriye’de askeri gücünü aktifleştirmesi olduğu gördü ve sürece doğrudan müdahale etti” sözleri ile açıklayan Peköz, Suriye’nin kaderinin Ortadoğu’nun kaderine denk düştüğünü vurguladı. Müslim:Rusya ile askeri işbirliğine hazırız Öte yandan PYD Eş Genel Başkanı Salih Müslim, “Suriye’de hava saldırılarına başlayan Rusya’yla askeri koordinasyona hazır olduklarını, Rusların Suriye’nin kuzeyinde hava saldırısı gerçekleştirmesini de hoş karşılayacaklarını” söyledi. Müslim, Rusya’nın Suriye’de hava saldırılarına başlamasını “olumlu bir gelişme” olarak gördüklerini belirttirken, bu müdahelenin Tü-rkiye’nin tek taraflı hareket etmesine engel olabileceğini söyledi. IŞİD karşıtı uluslararası koalisyon içinde yer alan ülkelerin Rusya’ya tepki göstermesini yorumlayan Müslim, “Hava saldırılarının koalisyonla danışıklı olduğunu düşünüyoruz. Perde arkasında olsa bile muhakkak bir şeyler vardır” dedi. Rusya’nın hava saldırıyla ilgili kendilerini bilgilendirmediğini söy-leyen Müslim, Rusya ile aralarında gelişebilecek olası bir askeri koordinasyonun “olumlu olacağını” da söyledi. Müslüm BBC’ye verdiği mülakatında şöyle dedi: “YPG’nin uluslararası koalisyonla koordinasyonu zaten vardır. Rusya ile bizim politik ilişkilerimiz vardır ama askeri bakımdan böyle bir şey gelişmedi. Gelişirse olumlu olur. Sadece bizimle de değil, terörizmle savaşan tüm güçlerle işbirliği olursa çok iyi olur. Bazı gruplar, Rusya ÖSO’yu vurdu, siv-iller öldü diyor. ÖSO’yu vurduklarına inanmıyorum. Bu abartılıyor. Kaygımız rejimin güçlenmesi. Rejim bunu kendi lehine bir gelişme olarak ele alırsa daha da çıldırabilir. Savaşın başka boyutlara tırmanmasından korkuyoruz. Bununla birlikte saldırılar bizim için genel olarak olumlu. PYD’nin hâkim olduğu, Rojava alanlarda Rusya’nın hava saldırıları düzenlemesini hoş karşılarız. IŞİD, Nusra Cephesi, Ahrar’uş Şam aynı zihniyetteki örgütlerdir. Bunlara karşı herhangi bir mücadele, bizim, hatta sadece bizim de değil bütün insanlık için iyi bir gelişme olur.” Cerablus operasyonunu ile de ilgili konuşan Müslim, “Benim bilgim dâhilinde değil. Ama muhakkak Cerablus’tan Azez’e kadarki bölge mücadelenin parçasıdır. Ama böyle bir hazırlık yapıldığını bilmiyorum. Politik olarak da daha zamanı gelmemiştir, taşların yerine oturması gerekiyor” dedi. YPG: Koalisyonla ilişkilerimiz güçlü devam edecek YPG Basın Merkezi yaptığı bir açıklama ile, kamuoyuna yansıtılmaya çalışılan yanıltıcı ve gerçek dışı bilgilerin aksine koalisyon ile ilişkilerinin kararlı ve güçlü bir şekilde devam ettiği bildirildi. Cuma günü yapılan açıklamada, IŞİD karşıtı Uluslararası Koalisyon ile Halk Savunma Güçleri (YPG) arasında bir yılı aşkın bir süredir kurulan aktif ilişki ve işbirliğinin kararlı bir şekilde devam ettiği, hatırlatılarak, “bu iyi koordine edilmiş iletişimin 2014’ün sonlarında Kobanê’deki tarihi direniş ile başladığını ve 2015 Haziran ayında Girê Spî (Tel Abyad) şehrinin özgürlüğüne kavuşturulduğu operasyonda en yüksek işbirliği seviyesine ulaştığı” belirtildi. Bu işbirliği süresince, birlikte IŞİD’e çok ağır darbelerin vurulduğunu ve terör örgütü karşısında büyük zaferlerin kazanıldığına dikkat çekilen açıklamada, “bu işbirliğinin yakın gelecekte de devam edeceği” ifade edildi. Açıklamada herhangi bir güç veya devletin ismi zikredilmeden, “bazı çevrelerin YPG ile Koalisyon arasındaki işbirliğinden rahatsız olduğu ve bozmaya çalıştıkları” belirtilerek şöyle denildi: “İki güç arasındaki ortaklık, karmaşa içindeki bölgesel koşullara rağmen barış ve istikrarı sağladı ve IŞİD’in barbarlığını ortadan kaldırarak, insanların güven içinde Kobanê, Girê Spî ve Rojava’nın diğer bölge-lerindeki evlerine dönmelerine imkan tanıdı. YPG güçleri ile ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon arasındaki çift yönlü destek, ilişki ve işbirliği basit bir şekilde devam etmekle kalmayacak, ortak düşman olan IŞİD teröristlerine karşı güçlenerek artacaktır.“ YPG’nin bu açıklaması, Suriye’ye hava harekatı başlatan Rusya ile ilişkiler geliştirilebileceği şeklinde basına yansıyan haberlerin ardından gelmesi dikkat çekti. YPG, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon ile kurduğu ilişkilere sadık olduğunu ve bu ilişkinin Rusya’nın bölgedeki varlığına rağmen devam edeceğini açıklamasının ABD’ye mesaj verme ihtiyacından kaynaklandığı bilidiriliyor. Öte yandan Kobanê Kantonu Dış ilişkiler Sözcüsü İbrahim Kurdo da BasHaber’e PYD’nin Moskova’da temsilcilik açacağını doğruladı. PYD’nin Ortadoğu’da önemli bir aktör olduğunu ve diplomasi trafiğinin üst düzeyde olduğunu aktaran Kurdo konu ile ilgili; “Moskova’daki PYD’nin büro açacağıyla ilgili haber gerçektir. Rojava yönetimi Güney Kürdistan’da Süleymaniye’de de büro açtı. Hem Güney Kürdistan’daki hem Amerika’daki, hem de Moskova’da veya Avrupa’da 03 açılacak büroları önemsiyoruz ”dedi. “Roj Peşmergeleri IŞİD’e karşı savaşacak” Kürdistan Bölgesi Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Helgurt Hîkmet ise, Rojava Peşmerge Birlikleri’nin PYD ile Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani arasında yapılan anlaşma çerçevesinde bölgeye döneceğini söyledi. Hîkmet, ABD’nin de bu anlaşmada rol oynadığını söyledi. KBY Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Helgurt Hîkmet, Rojava Peşmerge Birlikleri’nin PYD ile Barzani arasında yapılan anlaşma çerçevesinde bölgeye döneceğini söyledi. Sözcü Helgurt Hîkmet, Rojava’ya dönecek Peşmergelerin birkaç birlikten oluştuğunu kayderek, “Bu güçler 1 yıl önce de gitmeye hazırdı fakat Rojava’daki Kürd siyasi partilerinin anlaşmaya varamaması nedeniyle bu gerçekleşmedi. Şu anki süreçte gitmeleri, oradaki savaşa olumlu bir etki yapacaktır” şeklinde konuştu. “Rojava Peşmergeleri geri dönmeli” PDK Başkanlık Divanı Üyesi Ali Teter ise Rojava Peşmergeleri’nin kendi topraklarına geçişi konusuna değinerek, Rojava’daki YPG savaşçılarına yardım için Kobanê’ye gidip IŞİD’e karşı savaşan Peşmergeler örneğini vererek, Rojava Peşmergeleri’nin, Rojavalı olmalarına rağmen kendi topraklarına gidip savunma savaşı yapamamalarının gerekçesinin olamayacağını vurguladı. PYD yetkililerinin ‘Ya gelip YPG çatısı altına girerler ya da Rojava’da ikinci bir askeri gücün varlığına izin vermeyeceğiz’ yönündeki açıklamalarına da değinen Teter, herhangi bir devletleşme yapılanmasının bulunmadığı Rojava’da koordineli faaliyet yürüten askeri güçlerin sorunsuz bir şekilde faaliyete bulunabileceğini söyledi. Teter, YPG’nin bizatihi kendisinin siyasi bir parti olan PYD’ye bağlı bir askeri güç olduğunu, tam tersine totaliter bir şekilde tüm askeri unsurların bir partinin askeri kanadı çatısına mecbur bırakılmasının büyük sorunlara yol açabileceğini ifade etti. Rojava Peşmergeleri’nin IŞİD’e karşı cephedeki başarılarına da değinen Teter sözlerini şöyle bitirdi: “Rojava’da güvenliğin tam tesis edilip özgür seçimlerin yapılması durumunda bütün askeri unsurların tek çatı altında birleştirilmesi gündeme gelebilir. Ama bu haliyle sayıları binlerle ifade edilen ve şu an Güney Kürdistan’da IŞİD’e karşı cephe mücadelesi yürüten Roj Peşmergeleri’nin bir siyasi partinin askeri kanadının bünyesine mecbur bırakılması pozitif bir yaklaşım değildir.” Kobanê Kantonu Dış ilişkiler Sözcüsü İbrahim Kurdo da Rojava Peşmergelerinin geçişi için PYD ve Kürdistan Bölge Yönetimi arasındaki anlaşmaya da değinen “İnanıyorum ki Kürdler askeri ve siyasi açıdan bir araya gelse hiçbir güç Kürdlerin karşısında duramaz. Halkı savunmak için Kürdistanî güçlerin bir araya gelmesi gerekiyor. 3 yıldır IŞİD’e karşı verdiğimiz mücadelede büyük ve önemli başarılar elde ettik. Peşmerge’nin de Rojava’ya gelişi mücadele konusunda gücümüzü daha da arttıracaktır” dedi. 04 4 BasHaberSÖYLEŞİ 5 - 11 Ekim 2015 HABER w .a ‘Dünya liderleri, rolümüzü görmezden geliyor’ KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani geçtiğimiz Cumartesi günü de Twitter hesabından yaptığı açıklamada BM top-lantısına katılan dünya liderlerinin IŞİD karşısında Kürdlerin ve Peşmerge Güçleri’nin rolünü görmezden geldiklerini söyledi. IŞİD’e karşı mücadelede Kürdlerin rolünün göz ardı eden dünya liderlerini eleştiren Barzani şöyle dedi: ‘‘Peşmerge Güçleri, 20 bin km’lik işgal edilen toprakları kur-tarmış ve IŞİD’e karşı durabilen tek güçtür.’’ Twitter hesabından koalisyon güçlerinden 4 aydan fazla bir zamandır Peşmerge’ye herhangi bir silah yardımının yapılmadığını ve bunun kafalarda soru işaretlerinin oluşmasına sebep olduğunu söyleyen Mesrur Barzani, Erbil’de ABD’nin Erbil Başkonsolosu Matthias Mitman’ı kabulünde de konuya vurgu yaptı. Bölgede cereyan eden yeni gelişmeler, IŞİD’le mücadele ve Peşmerge Güçleri ile koalisyon güçleri arasındaki koordinasyonun geliştirilmesiyle ilgili görüş alışverişinde bulunmak için ABD’nin Erbil Başkonsolosu Matthias Mitman ve beraberindeki Amerikalı heyeti kabulünde konuşan Barzani, görüşmede Merkezi Irak Hükümetinin KBY’ye karşı takındığı tavrı eleştirerek, Merkezi Hükümetin Anayasa’da belirlenmiş yasal sorumluluklarını yerine getirmediğini, KBY’nin yüzde 17’lik bütçe payını göndermemesi ve ardından IŞİD’in Irak’a girmesiyle Kürdistan’a yönelen göç dalgasının KBY’yi çok olumsuz etkilediğini, savaşla birlikte bu yükün taşınamaz boyutlara vardığını, ama halkın ve Peşmerge’nin sabırlı ve fedakar tutumuyla bu sorunların üstesinden gelebildiklerini söyledi. Bağdat üzerinden Peşmerge Güçleri’ne ulaştırılması gereken silah yardımlarına da değinen Barzani, dış dünyadan Bağdat’a ulaşan ve Peşmerge Güçleri’ne ulaştırılması öngörülen silahların azının Peşmerge’ye ulaşabildiğini ve bunun IŞİD’e karşı mücadelenin daha etkili yürütülmesine engel olduğunu söyledi. IŞİD’e karşı yürütülen mücadelede Peşmerge’nin yürüttüğü etkili mücadeleye vurgu yapan ABD Erbil Başkonsolosu Matthias Mitman ise ülkesi ABD ve koalisyondaki müttefiklerinin IŞİD’e karşı daha etkili mücadele yürütebilmesi için Peşmerge Güçleri’ne askeri desteği artırmaları konusunda çaba sarf ettiğini ve bu çabalarını devamla sürdüreceklerini söyledi. .o ne de PDK’nin Barzani’nin başkanlığında gözü yoktur ve Sayın Barzani bu görevi Kürdistan halkının emaneti olarak yürütmektedir. Dolayısıyla ne zaman halk geri isterse bu emanet layıkıyla teslim edilecektir; Ama halkın seçimle işbaşına getirme yetkisini parlamenterlere havale etmek isteyen bazı kesimler istedi diye de böylesine bir süreçte KBY’nin geleceği tehlikeye de atılmaz.” ur d ak iv rs larda çözme imkanı bulamadı. Ben, savaşın olmadığı normal bir zamanda bu sorunun bu radeye kadar giriftleşmeyebileceğini düşünüyorum. Burada dikkate alınması gereken şey, içinden geçtiğimiz sürecin olağanüstülüğü. Böyle bir süreçte hem uluslararası arenada güçlü bir itibara sahip hem de Kürdistan halkı nezdinde büyük bir saygınlık kazanmış, büyük tecrübe sahibi Mesud Barzani’nin KBY Başkanlığı’nın devamı Kürdler açısından büyük bir kazanımdır. Zaten kendisi dışında Başkanlık görevini layıkıyla yerine getirebilecek başka birinin olmadığı da aşikar. Böylesine bir süreçte bu kadar pozitif özelliği bulunan sayın Barzani’nin başkanlıktan uzaklaştırılması veya yetkileri kısıtlanarak eli kolu bağlı bırakılması PDK tarafından kabul edilebilecek bir şey değildir. Dolayısıyla diğer 4 siyasi partinin 9. toplantıda da bu tür dayatmalarda bulunmaları uzlaşmanın sağlanamayacağının önceden teyidi anlamına gelecektir; Zira süreç Barzani’sizliği kaldırabilecek bir süreç değildir. Ne Sayın Barzani’nin kendisi w Barzani’siz sürecin tehlikesi Rusya’nın bölgeye müdahalesi, KBY’nin içinde bulunduğu siyasi kriz ve bunlarla bağlantılı konularda BasHaber’e açıklamalarda bulunan PDK Başkanlık Divanı Üyesi Ali Teter, Rusya’nın bölgeye müdahalesinin ‘IŞİD ve diğer radikal gruplara karşı mücadele’ adıyla gerçekleşse dahi bunun Esad rejiminin ayakta kalmasını beraberinde getireceğini, ABD ve müttefiklerinin IŞİD’e karşı daha aktif bir mücadele içerisine girmeleriyle birlikte Rusya’nın nüfuzunun dengelenebileceğini söyledi. Bu dengenin sağlanmaması durumunda bölgenin daha da istikrarsızlaşabileceğini vurgulayan Teter, Irak’ın da Rusya, İran ve Esed cephesine katılması ve Bağdat’ta ortak istihbarat merkezinin kurulmasına önayak olmasıyla ilgili de, Irak’ın zihinlerde var olan devlet kavramıyla tanımlanacak bir yapı olmadığını, kendi başına bir köyünü bile IŞİD’den kurtarabilecek yetkinliğe sahip olmayan kağıt üzerinde varlığının devam ettiğini ancak fiili anlamda parçalandığını ve Rusya ile İran’ın silah ve asker transferinde geçiş kolaylığı sağlaması için Irak’ı kendi cephelerine dahil ettiğini söyledi. ABD’nin İran’ın kucağına düşmesin diye bu güne kadar Irak’a toleranslı yaklaştığını ama bu hamleyle birlikte bu toleransın dondurulabileceğini de ekledi. KBY’nin Suriye’deki meselelere taraf olmayacağını ve temel önceliğinin IŞİD’in Kürdistan’dan çıkarılması olduğunu belirten Teter, başkanlık krizi konusunda da şu şöyle konuştu: “IŞİD’le başlayan zamansız savaş nedeniyle KBY’nin başkanlık krizini daha elverişli şart- w O rtadoğu’da soğuk savaş dönemi dengelerini canlandıran Suriye’deki gelişmeler ve Rusya’nın dahil olduğu operasyonlar devam ederken, yoğunlaşan askeri ve siyasi hareketlilik Suriye ve Irak’ta IŞİD’in işgal ettiği bölgelerden çıkarılmasının arafesine yaklaşıldığını gösteriyor. Uluslararası güçler ile bölge devletlerinin pozisyonlarını tahkim ettiği bu dönemde Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) saflarını sıkılaştırıyor. Suriye’yi de kapsayan olası büyük bir operasyon hazırlıkları yapan Erbil yönetimi, IŞİD’e karşı özellikle Kerkük ve Şengal bölgesinde geniş çaplı temizlik harekatına girişerek, güçlerini tahkim ediyor. KBY, Ağustos ayından beri başkanlık kriziyle boğuşmasına rağmen Başkan Mesud Barzani’nin taraflara diyalogu telkin etmesi, KBY’nin hem IŞİD’e karşı savaşta hem de uluslararası diplomaside sendelemeden yoluna devam etmesini sağladı. Sahada IŞİD’i durdurabilen yegane güç olmasından dolayı da yeni süreçte bölgeye dair hesapları olan tüm güçlerin ilk önce uğradığı başkent olan Erbil’de bir yandan hazırlıklar devam ederken, diğer yandan askeri ve siyasi heyetlerin hareketliliği de sürüyor. Seyri değişen Suriye savaşıyla birlikte bölgede şekillenecek yeni duruma hazırlıksız yakalanma riskiyle de karşı karşıya olan KBY’de bir yandan IŞİD’e karşı mücadele özellikle Kerkük bölgesinde yoğunlaşırken, Musul operasyonu hazırlıkları, bağımsız bütçenin güçlendirilmesi, başkanlık seçimi konusundaki çelişkilerin çözülmesi, iç birliğin sağlanarak bağımsızlık planlarının güncelleştirilmesi gibi önemli ev ödevleri bulunuyor. Washington’daki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısının ana gündem maddesi olan Rus hamlesi bir taraftan Moskova, Tahran, Bağdat, Şam ve Hizbullah’tan oluşan cepheyi resmileştirirken öte yandan Esed’li bir geçiş sürecine yeşil ışık yakmakla birlikte ABD’nin Suriye ve KBY’de IŞİD’e karşı en başarılı mücadeleyi yürüten Erbil ile Rojava Yönetimi arasında operasyonel koordinasyonu geliştirme, bu şekilde Irak ve Suriye’de karada aktif mücadele yürüten müttefikleri üzerinden pozisyonunu güçlü tutması olarak değerlendiriliyor. Suudi Arabistan ve Katar gibi Arap ülkeleri ile İsrail yeni Rus hamlesine karşı şimdiye kadar tavırlarını beyan etmemelerine karşılık Fransa’nın ilk defa Suriye sahasındaki IŞİD hedeflerine yönelmesi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova’da Putin ile gerçekleştirdiği görüşme ardından, Esed’li bir geçişin olabilirliğine dair açıklamalarda bulunması da dikkat çeken gelişmeler. Tüm bu gelişmelerin ortaya çıkaracağı sonuçla birlikte, yerel ve uluslararası güçlerin yeniden konumlandığı bu atmosferde KBY’nin tavrı önem kazanıyor. Musul’u kurtarma operasyonu çerçevesinde Irak Ordusu’nun KBY toprakları içinde başlatacağı hazırlıklar, Kerkük’te Peşmerge Güçleri’nin başlattığı geniş çaplı operasyonlar ve Kurban Bayramı öncesi ABD destekli başlayan KBY-Rojava Yönetimi yakınlaşması hamlesinin gerçekleşmesi halinde Kürdlerin yeni durumun ortaya çıkaracağı askeri ve siyasi güç dengelerinden güçlü çıkmasının tek yolu olarak görünüyor. rg KBY, ‘yeni Ortadoğu’ya hazırlanıyor Mustafa Turan HABER BasHaber 5 - 11 Ekim 2015 5 SÖYLEŞİ “Rojava’da özgür seçimlerin ardından tek ordu” Rojava Peşmergeleri’nin kendi topraklarına geçişi konusuna da değinen PDK Başkanlık Divanı Üyesi Ali Teter, daha önce ihtiyaç duyulması vesilesiyle Rojava’daki YPG savaşçılarına yardım için Kobanê’ye gidip IŞİD’e karşı savaşan Peşmergeler örneğini vererek, Roj Peşmergeleri’nin Rojavalı olmalarına rağmen kendi topraklarına gidip savunma savaşı yapamamalarının gerekçesinin olamayacağını vurguladı. PYD yetkililerinin ‘Ya gelip YPG çatısı altına girerler ya da Rojava’da ikinci bir askeri gücün varlığına izin vermeyeceğiz’ yönündeki açıklamalarına da değinen Teter, herhangi bir devletleşme yapılanmasının bulunmadığı Rojava’da koordineli faaliyet yürüten askeri güçlerin sorunsuz bir şekilde faaliyete bulunabileceğini söyledi. Teter, YPG’nin bizatihi kendisinin siyasi bir parti olan PYD’ye bağlı bir askeri güç olduğunu, tam tersine totaliter bir şekilde tüm askeri unsurların bir partinin askeri kanadı çatısına mecbur bırakılmasının büyük sorunlara yol açabileceğini söyleyerek şöyle bitirdi: “Rojava’da güvenliğin tam tesis edilip özgür seçimlerin yapılması durumunda bütün askeri unsurların tek çatı altında birleştirilmesi gündeme gelebilir. Ama bu haliyle sayıları binlerle ifade edilen ve şu an Güney Kürdistan’da IŞİD’e karşı cephe mücadelesi yürüten Roj Peşmergelerinin bir siyasi partinin askeri kanadının bünyesine mecbur bırakılması pozitif bir yaklaşım değildir.” Başkanlık krizinin çözümü acil sorun ABD’nin Saddam’ın düşürülmesiyle önünü açtığı Şiilerin hakimiyetindeki Irak’ı kaptırdığı Rusya, İran, Esed cephesine karşı yeni bir atağa girişeceği yorumları yapılırken, sahada elini tutan tek gücün KBY olması KBY ile birlikte Rojava Yönetimi’nin de elini güçlendireceği ifade ediliyor. KBY Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cabar Yawer’in Peşmerge’nin Rusya, İran, Irak, Esed cephesinde yer almayacağını açıklaması KBY’nin ABD ile olan stratejik ortaklığı devam ettireceği ve ABD’nin başlatabileceği karşı bir hamlede aktif bir rol üstleneceğini teyid eder nitelikte. KBY’nin yeni süreçten eli güçlü çıkmasının yegane yolunun, Rojava Yönetimiyle KBY’nin Roj Peşmerge Gücünün Rojava’ya geçişi başta olmak üzere aralarındaki pürüzleri giderip ortak bir tavır sergilemelerinin yanı sıra KBY’nin içinde bulunduğu siyasi krizi çözüme kavuşturmasından geçtiği vurgulanıyor. Goran: KBY ve Rojava Yönetimi ortak strateji geliştirmeli Güney Kürdistan’daki Başkanlık krizi ve yeni Rus hamlesinin ortaya çıkarabileceği yeni güç dengesinin KBY’ye yansımaları hakkında BasHaber’in sorularını yanıtlayan Goran Hareketi Siyasi İlişkiler Sorumlusu Dr. Mihemed Heci, yüzyıl önce Ortadoğu’yu dizayn etmek için uygulanan Sykes-Picot Anlaşması’nın hükmünü yitirip sınırların yeniden çizildiği önemli bir eşikte KBY’nin Başkanlık krizi gibi gereksiz bir sorunla boğuşmasının kabul edilemez olduğunu, Güney Kürdistan’da siyasi tarafların her ne şekilde olursa olsun bu yapay krizi geride bırakıp yeni duruma odaklanmaları gerektiğini, bununla birlikte KBY ile Rojava Yönetiminin de ulusal birlik çerçevesinde ortak bir strateji geliştirmeleri gerektiğinin altını çizdi. Yeni durumun Kürdleri birlik olmaya mecbur ettiğini dile getiren Heci, dış güçlerin Başkanlık krizinden faydalanıp Kürdistan’da askeri gücü elinde bulunduran YNK ve PDK’yi karşı karşıya getirme hevesinde olduklarını, bu nedenle bu krizin en azından şiddet olaylarına vesile olmaması için gösterilen hassasiyetin olumlu olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Başkanlık krizinin aşılması için PDK’ye büyük sorumluluk düşmektedir. PDK, tarihsel ve güncel olarak Kürdistan Bölgesi’nin en büyük gücüdür; Ama nihayetinde diğer dört siyasi partinin uzlaşıp kendisine sunduğu ‘Ya yetkileri sabit ama parlamento tarafından seçilen veya yetkileri daraltılmış ama halk tarafından seçilen bir başkan’ önerilerinden birini kabul edip krizi sonlandırması gerekir.” Barzani’nin Rojava ziyareti ihtimali ve öncesi gelişmeler 15 Eylül’de KBY Başkanı Mesud Barzani ile PYD Eşbaşkanı Salih Müslim Erbil’de bir araya gelmiş ve ardından ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk, ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones, ABD Özel Kuvvetler Komutanı James Terry ve ABD’nin Irak’taki Özel Kuvvetler Komutanı Tony Thomas’ın da bulunduğu ABD heyeti de bu toplantıya katılmıştı. Kulislere yansıyan bilgilere göre bu toplantıda karada IŞİD’e karşı en etkili mücadeleyi yürüten KBY ile Rojava Yönetimi ve Uluslararası ittifakın hava operasyonlarının koordinasyonun daha işler hale getirilmesi, başarısızlıkla sonuçlanan Duhok Anlaşması’nın yeniden canlandırılması ve Roj Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçişi gibi bir dizi konunun ele alınmıştı. Toplantı ardından Rojavalı yetkililerin YPG’nin Cerablus ve Rakka’ya karşı saldırı hazırlıklarına başladığı yönündeki açıklamaları ve Cerablus’a karşı top atışlarına başlanması, Musul’u kurtarma operasyonunun gündeme gelmesi ve buna dönük hazırlıklara başlanması toplantıda daha çok başlığın ele alındığını gösteriyordu. Toplantıdan yansıyan bilgilere göre ABD, KBY ve Rojava Yönetimi arasında ortak bir operasyon odası kurulacak, bazı Peşmerge birlikleri ağır silah eşliğinde Rojava’da belirli yerlerde konuşlandırılacaktı. Basında çıkan bu yönlü haberlerde Rojava’ya geçecek Peşmergelerin Roj Peşmergeleri mi yoksa KBY Peşmergeleri mi olacağıyla ilgili belirsizlik varken, KBY Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Hemgurt Hikmet bu belirsizliği giderecek bir açıklamada bulundu. Hikmet, Rojava’ya geçmesi planlananların Roj Peşmergeleri olacağını söyledi. PYD Eşbakanı Salih Müslim’in Erbil’de KBY Mesud Barzani ve ABD’li yetkililerle gerçekleştirdiği toplantının başarılı geçtiğini, bu toplantıda KBY ile siyasi bir uzlaşıya vardıklarını ve KBY, Rojava Yönetimi ve ABD’nin IŞİD’in yenilgiye uğratılması için daha aktif bir ittifak kurabileceğini vurguladı. Toplantı ardından ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Brett McGurk’ih Twitter hesabından Barzani ve Müslim’in katılımıyla önemli bir toplantı gerçekleştirdikleri yönünde açıklamada bulunması ve Müslim’in başka bir basın toplantısında KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Qamişlo’yu ziyaret edebileceğini söylemesi toplantıda önemli bazı kararların alındığını teyit eden gelişmeler. Diplomasiye devam Ortadoğu’da yeni dengelerin temellerinin atıldığı bir süreçte geçtiğimiz Kurban Bayramını Xazir cephesinde Peşmergelerle birlikte geçiren KBY Başkanı Mesud Barzani hafta içinde birçok diplomatik görüşme gerçekleştirdi. Barzani, Erbil’deki Başkanlık Ofisi’nde İngiltere Savunma Bakanlığı Özel Temsilcisi General Tom Beckett ve beraberindeki heyeti kabul etti. Peşmerge’nin IŞİD’e karşı mücadeledeki rolüne ve uluslararası koalisyon ile Peşmerge arasındaki koordinasyonun önemine değinilen görüşmede, Barzani, Peşmerge’nin askeri mühimmata ihtiyacına vurgu yaparken Beckett ise KBY ile uluslararası ittifak arasında yapılan stratejik anlaşmanın IŞİD’e karşı savaşta başarıyı mümkün kıldığını vurguladı. Bağdat-Erbil arasındaki ilişkilerin de konuşulduğu görüşmeden sonra Barzani Irak Petrol Bakanı Adil Abdulmehdi’yi kabul etti. Erbil ve Bağdat’taki siyasi, askeri ve ekonomik gelişmelerin değerlendirildiği görüşmede Ramadi ve IŞİD’le savaşın devam ettiği Irak’ın diğer bölgelerindeki durum da konuşuldu. Barzani, Ortadoğu Asuri Kiliseleri Patrikli- 05 ğine seçilen ve seçilmesiyle 82 yıl sonra Asurilerin merkezinin ABD’den Kürdistan Bölgesine taşınmasına vesile olan Metran Mar Gorgis’i de Ankawa’daki Asuri Kilisesi’nde ziyaret etti. Ziyarette Kürdistan’ın özgürlüğü için canını veren Asurilerin kendileri açısından onur kaynağı olduğunu dile getiren Barzani, Kürdistan’ın Asurilerin de vatanı olduğunu söyledi. Metran Mar Gorgis de ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, kendilerinin de Kürdistan’ı vatanları olarak gördüğünü belirtti. ‘Alan, Kürd mazlumiyetinin sembolü’ Diplomatik görüşmeleri arasında Avrupa’ya geçmeye çalışırken Ege Denizi’nde bindikleri botun batması sonucu boğulup cesedi kıyıya vuran ve kıyıya vuran cesed fotoğrafıyla tüm dünyanın gündemine giren Kobanê’li çocuk Alan Kurdi’nin babası Abdula Kurdi ile de görüşen Barzani, Alan’ın Kürdlerin mazlumiyetinin sembolü olduğunu söyledi. Yaşanan olaydan duyduğu üzüntüyü dile getiren Barzani, eşini ve iki çocuğunu kaybeden Abdula Kurdi’ye başsağlığı dileğinde bulundu. Kerkük operasyonu başarılı sonlandı Peşmerge Güçleri’nin Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) Peşmergeleri’nin katılımıyla geçtiğimiz hafta Kerkük’ün güneyi ve batısındaki yerleşim yerlerini IŞİD’den temizlemek amacıyla başlatmış olduğu geniş çaplı operasyonlar başarılı bir şekilde sonuçlandı. Bölgenin güvenliği açısından stratejik öneme sahip Xere Tepesi ve bölgedeki köylerin IŞİD’den temizlenmesi amacıyla başlatılan operasyonlarda 100’den fazla IŞİD mensubunun öldürüldüğü bildirildi. Operasyonda 14 Peşmerge’nin mayın patlamaları sonucu yaşamını yitirmesi, mayınlara karşı önleyici tedbirlerin yetersizliğini tartışmaya açtı. Gurbiye, Telwerd, Xere, Kiwarssiya Ereb, Kiwarsiya Kurd, Mihemed Xelid ve Seyid Xelef’in de dahil olduğu ondan fazla köyün IŞİD’den alındığı ve Kerkük üzerindeki IŞİD tehdidinin kalmadığı bildirildi. Operasyonlarla ilgili BasHaber’e bilgi veren Kerkük Polis Müdürü Albay Serhed Qadir, Peşmergenin başarılı bir operasyon gerçekleştirdiğini ve hedeflediği bütün yerlerin kontrolünü eline geçirdiğini belirtti. Operasyonlarda çok sayıda IŞİD mensubunun öldürüldüğünü bilgisini veren Qadir, öldürülen IŞİD mensuplarının üzerlerinde kimlik kartları bulunmadığı için kimliklerinin tespit edilemediğini ama öldürülenler arasında emirlerin de bulunduğunu söyledi. Albay Serhed Qadir, Koalisyon hava güçlerinin de destek verdiği operasyon sonucunda Kerkük ve civarında güvenliğin temin edildiğini bildirerek mayın temizleme işlemleri için uzman timlerin görevlendirildiğini söyledi. HABER “Rusya’nın Kürd eksenli bir politikası yok” Rusların Ortadoğu politikasının bir bütünlük arzetmediğini, Suriye, İran ve Irak’a dair ayrı ayrı poli-tikalar yürüttüğünü ve Kürdler’le olan ilişkilerini de bu denklemde organize ettiğini savunan Şeddadi, “Her parçaya ve ülkeye göre politikası değişiyor. İran Ruslar için önemli. Çünkü ambargo “Rusya’nın Kürdlere yaklaşımı Esad merkezlidir” Rusya’nın PYD ile olan ilişkilerini de değerlendiren Gazeteci Şeddadi, “Aslında bu yakın bir ilişki değil. Rojava’daki Kürd oluşumları çok dengeli bir politika izlediler. Her tarafa savaş açmadılar. Hem rejimi üzerlerine çekmediler hem de güçlerini dağıtmadılar. Baştan beri izledikleri politika, biz sadece kendi alanımızı koruyacağız öz savunma Özcan Şahin T .o rg ürkiye’de her seçim döneminde meydanlarda karşılaştığımız propaganda araçlarından biri de toplumun din ve inanç hassasiyeti. Özellikle 7 Haziran seçim döneminde bir üst seviyeye çıkarılarak miting meydanlarında İslamiyet’in kutsal kitabı olan Kuran’ın bir propaganda malzemesi olarak kullanılması tepkilere yol açmıştı.‘Dindar nesil’ yetiştirme amacıyla uygulanan politikalar dini siyasete alet etme eleştirilerine neden olmuş ve uzun süre Türkiye’nin giderek muhafazakarlaştığı üzerine tartışmalar yürütülmüştü. Cumhuriyet tarihi boyunca içerisinde bulunan farklı etnik ve inanç gruplarını din kardeşliği söylemi üzerinden ikna etmeye çalışan siyasi partilerin sonuç alındıktan sonraki uygulamaları her ne kadar söylemleri ile örtüşmese de din hala siyaset meydanında işe yarar bir kavram olarak görülüyor. AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde ‘Haydi Bismillah’ sloganını seçmesinin ardından yapılan itirazlar haklı görünürken, birçok kesim tarafından bu sloganın AKP’nin yeniden inanç söylemi üzerinden siyaset yürüteceğinin göstergesi olarak nitelendi. Türkiye’de geçmişten bugüne din ve siyasetin kesişmesi karşısında Kürdler dini hassasiyetleri nedeniyle etkilenmiş ve birçok siyasi partiyi böylece iktidara taşımıştı. Bütün bu sonuçlar karşısında Kürdler, din ve Siyaset kavramsal bağlarını konuştuğumuz, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Nurettin Turgay, “Din ve inançta samimi olmalarına karşın, Kürdler tarih boyunca din adı altında kandırılıyorlar. Ama bilgi olmadığı için kandırılıyorlar. Yani tarihe baktığımızda İdris-i Bitlis-i Kürdleri bu bölgede toplamış ve Yavuz’un yanında Çaldıran zaferini kazanmış. Daha sonra İstanbul’da Yavuz’un sarayına gidince dalga geçmişler” diyor. ur d ak iv uygulansa da büyük bir pazar. Ambargonun kalkmasını ve yeniden o pazara girmek için fırsat kolluyor. Hem si-lah satışı hem de petrol işletmeleri açısından. O yüzden İran ile ilişkilerine çok büyük önem verir. İleride nasıl olur yine çıkar ilişkileri belirleyecek ama şu anda oradaki Kürd hareketleriyle yakından uzaktan ilişkisi yok. Irak ise tamamen Amerika’nın denetiminde gelişen bir durum olduğundan orada-ki Kürdler’le de bir ilişkisi yok gibi. Suriye’nin durumu ortada. Suriye Ortadoğu’da Rusya’nın tu-tunacağı tek rejimdir. Açıktan destek verdiği tek rejimdir. Libya ve Mısır gibi ülkelerle direniş gös-termeden hemen vazgeçti. Fakat Suriye’de direniş gösteriyor. O yüzden Suriye’deki Kürdlere yak-laşımı da Esad ile olan ilişkileri çerçevesindedir. Güney Kürdistan ile olan ilişkileri de Amerika ile olan ilişkileri çerçevesinde gelişiyor. İran’da zaten ciddi bir Kürd oluşumu olmadığından Kürdler’le herhangi bir ilişkisi yok. Türkiye ile ekonomik ortaklıkları var. Burada Kürdler’le ilişkileri demokratik prensipler çerçevesindedir” dedi. Kürdler’in sadece Rusya patinajında kalmalarının uzun vadede Kürdler lehine bir getirisinin olma-yacağına atıfta bulunan Şeddadi, “Bu Rojava’da da böyledir. Kürdler ne yapsalarda sonuçta yeni bir Suriye’den yanalar. Bu yeni Suriye’nin de Esad’la yürümeyeceği bellidir. Dolayısıyla bugün Esad’la savaşmasalar da bir gün karşı karşıya gelecekler. Esad’ın en büyük destekçisi Rusya olduğu için Kürdler ile Rusya’nın yan yanda yer alacağını düşünmek biraz saflık olur” diye konuştu. Adaletsiz İslam da, insanlık da olmaz rs S uriye’de savaşın seyrinin dünyanın süper güçlerinin dahliyle değişmesiyle birlikte, gidişatın nasıl olacağı konusunda Kürdler’in alacağı pozisyonun belirleyici olması hasebiyle gözler bu noktaya çevrilmiş durumda. PYD’nin Rusya ile olan temasları ve Rusya’nın bölgedeki savaşa artık aktif şekil-de müdahil olması konusunda Kürdler’in temkinli davranmaları gerekiğini belirten Gazetci Kamiz Şeddadi, Rusya’nın tarihin hiçbir döneminde Kürdler’le samimi ve uzun ömürlü ilişki içine girme-diğini belirterek, Kürdlerin yine ‘zayfı halka’ olarak ele alınmaları konusunda dikkatli davranmaları gerektiğini söyledi. Rusların Kürdlere yönelik siyaseti ve ilişkisinin karakterinin tamamen çıkar amaçlı bir ilişki olduğunun altını çizen Şeddadi, “Bu jeopolitiğin doğası gereğidir. Kürdler arasında hakim olan görüş Rusya’nın ezilen halkların kurtarıcısı olarak görmek, ama öyle bir şey yok. Rusya’nın Sovyet döne-minde de öncesinde de yaklaşımı hep böyle oldu. Ruslar kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda ha-reket ediyor. Ve izledikleri politika da o çerçevededir” dedi. Rusya’nın Güney Kürdistan ile olan münasebetlerinin de yine bölgedeki sıkışmışlığıyla bağlantılı olduğunu aktaran Şeddadi, “Rusya Ortadoğu’da çok ciddi bir sıkışma yaşadı. Hatta Amerika ile reka-bet edemeyecek düzeye geldi. Tümüyle Ortadoğu’dan çıkarıldı. Suriye dışında Rusya’nın tutunacağı bir nokta yok. Amerika’nın desteği veya müdahalesi ile gelişen hiçbir oluşumun içinde Rusya’nın rolünün olması mümkün değil. Güney Kürdistan bugünkü haliyle Amerika’nın bizzat müdahalesiyle Saddam rejiminin yıkılması ve Kürdistan’ın federal statüsünün meşrulaşmasıyla buraya kadar gelmiş. Dolayısıyla Amerika’nın bizzat müdahalesiyle ortaya çıkan bir oluşumdur. Rusya’nın bunun içerisinde rol alması veya taraf olması mümkün değil. Rusya ilişkiyi kurmaya çalışsa da ancak çok sınırlı bir ilişkiden bahsedilebilir” ifadelerini kullandı. güçlerimizle üzerimize gelirlerse savaşacağız idi. Bu hem rejime karşı hem de diğer güçlere karşı bir mesajdır. Fakat diğerleri saldırdı ve ciddi bir direniş ile karşılaştı. Rejim saldırmadığı için Kürdler şu anda rejim ile çatışmıyor. Ama bu böyle devam edeceği anlamına gelmiyor. Yarın savaşta denge değişir ve Esad üstünlüğü ele geçirirse elbette ki Kürdler’in üzerine gidecektir. Kim olursa Kürdler’in ciddi bir arazi kontrol ederek etkinlik göstermesini zayıf olmadığı sürece kabul etmeyecektir. Kürdler de bunu çok iyi biliyor. Rusya’nın PYD ve Salih Müslüm ile ilişkileri bu çerçevededir. Salih Müslüm, Esad’ı direk karşısına almadığı için, hatta biraz ılımlı mu-halefetin yanında yer aldığı için Esad’ın da tercihidir. O da radikallerle değil ılımlılarla oturabileceğini biliyor. PYD ılımlı muhalefetin bir parçası. Rusya’nın da Kürdleri, radikal muhalefetin dışında tutma, direk Esad’a karşı bir cepheye girmemeleri için tutmak gibi bir yaklaşımı var. Çünkü Esad ile ilişkileri, askeri, finansal ve siyasi olarak verdiği desteğin yanında Kürdler’in yanında yer alması mümkün değil. O yüzden tamamen dengeleme politikasıyla yaşlaşıyor. Kürdleri karşı cepheye itmeme yaklaşımını gösteriyor. Rusya Kürdler’den ziyade Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını esas alıyor. Türkiye’nin orada oluşturulmasını savunduğu güvenli bölge Rusya’nın kesinlikle karşı çıktığı bir noktadır. Bunu ise Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde ele alır. Rusya güvenlik konseyinin daimi üyelerinden biridir ve bu mesele de kararın oradan çıkmasından yanadır. Ki zaten Suriye ile ilgili güvenlik konseyinin kararları da Rusya ve Çin vetosuna takıldı” ifadelerini kullandı. Gelecekte Rojava’nın bağımsızlıkçı bir minvale gelmesi olasılığı konusunda ise Şeddadi, “Rusya konjektüre göre tavır belirler. Aynı güneydeki gibi olur. Çünkü Suriye’nin de geleceği tartışılır bir noktadıdır. Rusya’daki siyasi gözlemcilerde bunu ifade ediyor. Yani Kürdler’in bugünkü ka-zanımlarından geriye düşmeyeceklerdir. Bunu savunuyorlar. Rusya o çerçevede bir tavır ortaya koyacak. Reel durum Rusya’nın tavrını belirleyecek. Eğer Suriye toprak bütünlüğünü koruyamayacaksa orada bir Kürd oluşumun ortaya çıkması kaçınılmazdır. Rusya’da bu reel durumu kabul etmek zorunda kalacaktır. Karşısına çıkıp savaşması söz konusu değil. Ama herkesten önce bağımsızlığını tanıyacak bir durum da söz konusu değil. Bekle gör politikasını izleyecek” şeklinde konuştu. .a Rusya’nın Suriye’de askeri varlığını arttırması, DAİŞ ve diğer muhalif gruplara saldırılar düzenlemesi, Esad Ordusu’nun önünü açma girişimleri, ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi büyük güçlerin Suriye’de Esad, Rusya ve DAİŞ şeklinde yeni bir tehdit üçgeni okuması yapmalarına neden oldu. ABD ve Avrupa, Rusya’nın DAİŞ’e karşı mücadeleye katılmasını olumlu bulmasına rağmen, DAİŞ’i gerekçe göstererek Suriye’ye ve Ortadoğu’ya İran-Irak-Suriye ittifakı üzerinden yerleşme girişimini büyük bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Suriye, mevcut durumda BM’nin beş daimi üyesinin güç ve hegemonya mücadelesinin gerçekleştiği bir alan haline gelmiştir. Rusya’nın direkt Suriye alanına müdahil olması, büyük güçlerinde artık arkadan değil direkt çatışan taraf olma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Rusya, DAİŞ’e karşı Esad Rejimi’nin ve Kürdlerin etkin mücadele verdiğini söylemekte, muhalif olarak nitelenen unsurların terörist olduğunu vurgulamaktadır. Rusya, terörist olarak nitelediği DAİŞ ve ÖSO gibi unsurları birlikte vurmakta ve askeri müdahalelerini, Amerika liderliğinde oluşan DAİŞ karşıtı koalisyonun dışında kalarak gerçekleştirmektedir. DAİŞ karşıtı koalisyonun liderliğini ABD, Centcom merkezinden idare ederek yürütürken şimdi DAİŞ’e karşı Lazkiye-Tartuş merkezli ikinci bir mücadele cephesi daha açılmıştır. Rusya ve Amerika’nın farklı merkezlerden Suriye’de aktif olması, Ortadoğu ve Suriye’de uzun süreden beri yaşanan yeni bir durumu ortaya koymaktadır. Suriye savaşının, sadece Ortadoğu’yu değil, BM’nin de yapısını da değiştirecek gelişmelere neden olacak sonuçlar üreteceğini öngörebiliriz. DAİŞ, Irak ve Suriye’de Kürdleri ve Kürd yerleşim merkezlerini kendisine ana hedef almaktadır. Kürdler ve DAİŞ arasındaki savaş, kesintisiz bir şekilde devam etmektedir. Kürdlerin DAİŞ’i yenen tek güç olması, ABD ve Rusya’nın PYDYPG başta olmak üzere Kürdlerle işbirliği yapmasını gerekli kılmaktadır. BM Genel Kurul toplantılarında Kürdlerden sadece DAİŞ’le mücadele eden etkin bir güç olarak söz edilmesi, Kürdlerin Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde yaşadıkları büyük sorunların ve krizlerin gündeme gelmemesi, temel bir eksikliktir. DAİŞ’e karşı mücadelede Kürdlerin en etkin güç olduğu vurgulanmasına rağmen BM toplantılarına Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden ve Rojava’dan hiçbir temsilcinin katılmamış olması, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Irak Başbakanı Ibadi’nin DAİŞ’e karşı büyük mücadeleler veren Peşmerge’nin direnişine dair hiçbir şey söylemeyip Irak Ordusu’nu öne çıkarması, Bağdat’ın Kürdistan Bölgesi’ne karşı olan hazımsızlığının bir tezahürüdür. DAİŞ saldırıları yüzünden Kürdler başta olmak üzere milyonlarca insan büyük mağduriyetler yaşadı. Yüz binlerce insan canlarını kurtarmak için tehlikeli yolculukları göze alarak yollara düştüler. Avrupa’ya ulaşmak için her gün denizlerde onlarca insan ölmektedir. Avrupa ülkeleri, sınırlarına yığılan mülteci sorununa çözüm bulma arayışındadırlar. Alan Kurdi’nin cansız bedeni Bodrum sahillerine vurduğu zaman, dünyanın dikkati mültecilerin yaşadığı büyük drama çekildi. Mesut Barzani, Alan Kurdi ve ailesinin yaşadığı dramı, Kürdlerin halk olarak yaşadığı acılarının resmi olarak değerlendirdi. Kürdler, bugün Ortadoğu’nun her tarafında büyük insani dramlar yaşamaktadırlar. Kürdlerin çığlığı, BM’ye henüz ulaşmış değildir. Ortadoğu’nun en büyük sorunu olarak hep Filistin kabul edildi ve son genel kurul toplantısında BM binasına Filistin devletinin bayrağı çekildi. BM, Ortadoğu’nun dördüncü büyük halkı olan Kürdlerle sahici ve ciddi olarak ilgilenmiş değildir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, hala Bağdat tarafından ekonomik, siyasal ve diplomatik yönlerden mağdur edilmektedir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin, Filistin gibi BM’de bağımsız devlet olarak temsil edilmesi gerekmektedir. Geçen yetmiş yılda Kürdleri ihmal eden BM, önümüzdeki dönemde Kürd sorununu yeni, gerçekçi ve kapsamlı bir bakış açısıyla değerlendirmeli, insan hakları, demokrasi ve hukuk çerçevesinde bir Kürd politikası oluşturmalıdır. Rusya’nın siyaseti Esad merkezli Çimen Gümüş HABER 5 - 11 Ekim 2015 07 İlahiyatçı Prof. Dr. Nurettin Tugay: Kamiz Şeddadi: w BİLAL SAMBUR BasHaber 5 - 11 Ekim 2015 w 70. yılında BM, Kürdler ve Suriye BasHaber w 06 “Adaletsiz İslam da, insanlık da olmaz” Türkiye’de dinin her zaman iktidarlar tarafından kullanıldığını söyleyen Turgay, bunun zeminin de toplumun din konusunda bilgisiz olmasından kaynaklandığını ifade ediyor. İslam’da adalet ve emanetin esas olduğunu dile getiren Turgay, devletin din algısında bu esasların olmadığını belirterek, “Müslüman geçiniyorlar ama Müslüman değildirler. Kuran’a da uymuyorlar. Dini siyasete alet ediyorlar. Kuran’da der ki ‘Birilerine karşı olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.’ Adaletsiz İslam da olmaz insanlık da olmaz. Adalet tüm insanlar için eşit düzeyde kullanılmalı ve uygulanmalıdır. Bu yoldan çıkınca bugün ki manzara meydana çıkıyor. Devletler kendilerine göre bir din anlayışı kurup zulmediyorlar. Sen bunlara uyarsan Müslüman oluyorsun. Ben sana uymuyorum, ben de Müslümanım, kendi dilim, kültürüm, siyasetim, fikir ve düşüncemle kendimi temsil edeceğim dediğin zaman sana terörist diyorlar” diyor. “Toplumu menfaatçi alimler, şeyhler satıyor” Devletin özellikle bölgede din alimleri, şeyhler ve bazı kurumları kullanarak halkı etkilediği ve bunun üzerinden menfaat elde ettiğini ifade eden Turgay, hak etmeyenlerin yüksek yerlere getirildiğini söylüyor. Kürdlerin de bu söylem ve kişilere aldandıklarını ve intihara sürüklendiklerini belirten Turgay, Peygamberin, ‘İki sınıf insan vardır ki düzelirse toplum düzelir bozulursa da toplum bozulur. Bunlar alimler ve amirlerdir’ dediğine dikkat çekiyor. Bizim alimlerimiz hakkı söylemiyorlar. Bu toplumu bu alimler, şeyhler satmışlar ve bugün de satıyorlar. Zavallı halk da inanıp bunların peşinden gidiyor. Bunlar gerçekten dini menfaat aracı olarak kullanıyorlar. Devlet de bu bölgede alimleri hep kullanıyor ve onların vasıtasıyla halkı kandırıyor. Ve her seferinde Kürd milleti din adı altında başkasının peşinden giderek intihar ediyor“ diyerek devletin dini malzeme olarak kullandığını söylüyor. “Dini açıdan da bir yüzleşme gerekli” Çözüm Süreci’nde dile getirilen yüzleşme ve helalleşme konularının içerisinde dini açıdan da bir helalleşme veya yüzleşme gerekliliğini sorduğumuz Turgay, bunun da olması gerektiğini nitekim birçok Kürd alimin sözlerinin çarpıtıldığını söylüyor. Özellikle Bediüzzaman Saidê Nûrsî’nin eserlerinde yaratılan tahribata değinen Turgay, şöyle devam ediyor: “Bediüzzaman’ın kitabında yapılan tahribatlar için özür dilemek lazım. Bediüzzaman 100 yıl önce Kürdlere seslenmiş ‘Türkiye’nin siyaseti kirli akıyor. Kendinize temiz bir siyaset kurun’ demiş. Kürd çocukları bunu okumasın deyip çarpıtıyorlar. ‘En kötü devlet, devletsizlikten iyidir’ demiş, bunu kendilerine göre uyarlayıp ‘Yahu devlet zulmetse de uyun ‘ diyorlar. Hâlbuki orada Kürdlere şu mesajı veriyor, “Bir devletiniz olsa ne kadar kötü de olsa devletsizlikten iyidir. Ben 1983’te Diyanet sınavında ataşeliği birinci olarak kazandım. Müftü ‘Kürdlerle oturuyor, Kürdçe konuşuyor’ diye not yazıp vermiş. O yüzden göndermediler. Diyanet İşleri Personel Başkanı bana, ’sen haklısın ama ne yapalım ki Diyanetin kafası İslam’la değil milliyetçilikle çalışıyor’ dedi.“ “Kürdler intihar etmeye devam ediyor” Sınırda bekletilen cenazelere ve mezarlıklara yapılan bombardımana da değinen Turgay, bunların İslamiyet ile alakasının olmadığını, Hz. Muhammed’in savaşta ‘ekine, ağaca bile dokunmayın’ dediğini hatırlatarak, “Bunu hangi dinle insanlıkla bağdaştırabilirsiniz. Ruslar Bitlis’e girdiğinde Ahlat’taki mezar taşlarına dokunmamıştır. Bugün burada yapılanlar Müslüman olmayan Rusların bile yapmadığı çirkin şeylerdir. Sana göre senin ölün şehitse başkasına göre de kendi ölüsü şehit olabilir. Türkiye’nin bütün bütçesini de feda etseniz bir annenin yüreğindeki evlat acısını silemez unutturamazsınız. Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na söylüyorum. Gelin her şeyi Kuran’a göre çözelim. Bütün Kürdler kabul edecektir” diyor. Osmanlı’dan sonra ailelerin bile kendi devletlerini kurduğuna dikkat çeken ve Kürdlerin Müslüman oldukları için Osmanlı’dan ayrılmadığını, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da aynı durumun yaşandığını belirten Turgay, bunun bir intihar olduğunun anlaşıldığını dile getiriyor. Bugünkü durum için de aynı şeylerin geçerli olduğunu savunan Turgay, “Kürd dili, kültürü sizinle eşittir dediğiniz zaman adam yerine konmuyorsunuz. Kürdler zamanında ‘ayrılmıyoruz’ diyerek intihar ettiler. Bugün de Kürdler yine din adı altında bugünkü iktidara tabii olursa yine intihar etmiş olur. Kürdlerin bunu yaptıktan sonra hiçbir şekilde dert yanmaya hakkı yoktur“ diyerek bugün yaşananların bu intiharın sonucu olduğunu söylüyor. Çıkış için MESUT YEĞEN Çocukların ve sivillerin de hayatına mal olan, iyice merhametsizleşen bu çatışma rutininden çıkabilecek miyiz? Çatışmanın taraflarının beyanlarını esas alacak olursak bugünden yarına bu iş olacak gibi görünmüyor. Hükümet, güvenlik kuvvetlerince icra edilen ‘operasyonların’ durmasını PKK’nin toptan silah bırakmasına, hiç olmadı Türkiye dışına çekilmesi şartına bağlamışken, PKK çatışmaların durması için Dolmabahçe mutabakatına dönmeyi şart koşuyor. Bu iki pozisyon arasındaki mesafenin büyüklüğü çatışma rutininin bugünden yarına ortadan kalkmasının zor olduğunu gösteriyor. Yakın zamanda aksi bir duruma yol açabilecek iki gelişme ihtimali var: 1 Kasım seçimleri ve Suriye’de olup bitecekler. Nasıl olur bilmiyorum ama 1 Kasım seçimlerinden çıkan sonuçlar taraflar arasındaki mesafeyi azaltmak için yardımcı olabileceği gibi, Suriye’de bilhassa da Rojava’da oluşabilecek yeni bir statüko taraflar için çatışmayı sürdürmeyi zor ya da manasız kılabilir. Ama tam tersi de mümkün, hatta daha muhtemel. 1 Kasım seçimleri, olur da taraflardan biri için açık bir zafere ya da mağlubiyete işaret ederse, çatışma rutini daha da uzayabilir ve hatta çatışmaların şiddeti yükselebilir. Keza, Suriye’de yakın zamanda yine taraflardan birinin kendisini açık biçimde galip ya da mağlup hissetmesi de çatışma halinin uzamasına ve çatışmanın şiddetlenmesine yol açabilir. Hem yakın zamanda oluşabilecek bu ihtimallerin korkutuculuğu ama hem de mevcut çatışma rutininin sebep olduğu ve giderek büyüyen kayıplar şunu gösteriyor: Bu çatışma rutinini durdurmak ve derinleşmesinin önüne geçmek için acilen bir şeyler yapmak gerekiyor. Ancak, şimdiye kadar yapılan girişimlerin gösterdiği üzere, ne PKK’ye dönük tek taraflı ateşkes çağrılarının ne de iki tarafa birden yapılan ‘çatışmaları durdurun’ davetinin hükmü var. Belli ki, yeni bir şeyleri denemek gerekiyor. Geride bıraktığımız zaman bize şunu göstermiş durumda: Bugün itibarıyla Kürd meselesinin halli iki büyük ve eş zamanlı adımı gerektiriyor. 1. PKK’nin Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi sonlandırması, 2. Kürdçenin eğitim ve yerel bürokrasinin dili kılınması, (en azından Kürdistan’da) kuvvetli bir yerinden yönetim ve PKK’nin siyasallaşmasını içeren bir reform programının kabul edilmesi. Mevcut çatışma halini durdurmak ve tekrarını engellemek için bu iki adımın aynı anda atılmasını kabul eden bir zihniyet durumunun galebe çalmasını sağlamak gerekiyor. Kolay iş değil ama şimdiye kadar yapılmayan bir şeyi yapıp, temel bir işbölümüne gitmek sözünü ettiğim bu zihniyet durumunu kuvvetlendirmekte belki işe yarayabilir. Teklifim şu: Şimdiye kadar yapılageldiği gibi devleti ve PKK’yi birlikte muhatap alan genel çağrılar yapmak yerine, bir tür işbölümü çerçevesinde devleti ve PKK’yi ayrı ayrı muhatap alıp, bu ikisinden somut birkaç şey talep etmek. PKK’den Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi durdurmasını, devletten ve siyasi partilerdense Kürdçeyi eğitim ve yerel bürokrasinin dili kılacak, Kürdistan’da kuvvetli bir yerinden yönetime imkan verecek ve PKK’nin siyasallaşmasını mümkün kılacak bir reform programını kabul etmesini talep etmek. Bu işi, bir işbölümü içerisinde yapmak; Kürd yurttaşların, kanaat önderlerinin ve entelektüellerin PKK’den Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi durdurmasını, Kürd olmayan yurttaşların, kanaat önderlerinin ve entelektüellerin de devletten ve siyasi partilerden Kürdçenin eğitim ve yerel bürokrasinin dili kılınmasını, kuvvetli bir yerinden yönetimin tesisini ve PKK’nin siyasallaşmasını içeren bir reform programını kabul etmesini talep etmesi, şimdiye kadar yapılan genel çağrılardan belki biraz daha etkili olur. Daha ahlaki olacağına ise şüphem yok. 08 8 BasHaberSÖYLEŞİ 5 - 11 Ekim 2015 SÖYLEŞİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sinan Birdal: Federal Bölgesi gibi- destek verilebilir. Bu Güney Kürdistan gibi olacaktır. Hem Rusya, hem de ABD’nin bir toplantıda uzlaştıkları noktalardan biri de Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunarak laik ve demokratik bir rejim olmasıdır. Suriye’nin toprak bütünlüğünde anlaşmaya varıldığına göre Kürdlerin burada bölgesel bir yönetimi olacak. Bu bölgesel yönetim için, Türkiye “benim için bir tehdit unsurudur” diyebilir; ama böyle bir şeye deme hakkı yok. Çünkü kendi sınırları içinde değil. Suriye’de federatif bir yapı mı oluşmuş, demokratik bir yapılanma mı olmuş bunlar Türkiye’yi ilgilendirmiyor. Hukuken ve siyasi olarak söz söyleme hakkı yoktur. Böyle bir yapıya geçilirse eğer Suriye’deki istikrarı bu sağlayacaksa böyle bir durumda Türkiye’nin orada “şu kara parçası buraya verilsin” deme hakkı yoktur. Bu haklı bir talep olarak görülmüyor zaten. PYD kilit pozisyonuna göre hamle yapmalı ABD ve Rusya Esad’la geçişten yana olduklarını ifade etti. Batı ittifakının Esad’dan vazgeçtiği ileri sürülüyor. Sizce göre Esad’dan vazgeçildi mi, vazgeçildiyse bunun sebebi ne? Ben öyle düşünmüyorum. Burada iki yorum yapıldı. Bir yorumda ileride Esad’la geçiş süreci olabilir -ama son tahlilde Esad gidebilir-, ikincisi “bakın ABD de Esad’ın kalabileceği bir formüle ikna olmaya başladı” şeklindeydi. Erdoğan’ın Esad’la ilgili bir açıklaması var. Burada şöyle bir yorum bana göre daha hâkimdir: Sonuçta Putin’in bu hamlesi Esad’ı destekleyen bir hamledir. Esad da bunu görüyor. ABD nasıl hava bom-bardımanı gerçekleştiriyorsa ve karada yerel müttefike ihtiyacı varsa, Esad’a da ihtiyacı var. Dolayısıyla Esad da bu müdahaleyi kendisine verilen bir destek olarak Rusya ve ABD ittifakları, operasyonlarda bir diğerine yakın buldukları mihveri bombalıyor. Rusya, Nusra ve Ahrar’ı; ABD ise IŞİD’i bombalıyor. Bu durum Suriye üzerinde devletlerin karıştığı bir savaşa dönüşebilir mi, bunun sonuçları ne olur? Böyle bir savaşa dönüşmüş durumda. Hâlihazırda Suriye toprakları içerisinde yabancı devletlerin askeri etkinliği var. ‘3. Dünya Savaşı, Suriye üzerinde prova ediliyor’ denilmekte, 3. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olabilecek ihtimalleri barındıran bir savaş mıdır bu ve sonuçları ne olur bu gidişatın? Dünya savaşlarının provası yapılmaz. Dünya savaşları çıkarken kimse bunun dünya savaşına doğru gittiğini düşünmüyordu. Oradaki problem ülkelerin birbirleriyle çok kilit ittifak ilişkilerine girmiş durumda olmalarından kaynaklanıyor. Bu ittifakların gizli maddeleri var. Dolayısıyla hiçbir aktör tam olarak diğer aktörlerin kimlerle ne ittifak yaptığından emin değil. Bu ittifaklar sistemi sonunda birbirlerine verilen taahhütlerden ötürü hiç kim-senin öngörmediği bir kriz gerçekleşebilir. Fakat ABD için Suriye ne anlama geliyor? ABD’nin istediği orayı stabilize etmek olacaktır. ABD’nin şu anda birinci önceliği .o rg Cumhurbaşkanı Erdoğan PYD’ye yönelik ‘terörist örgüt’ söyleminde ısrarcı tutumuna devam ederken, Davutoğlu’nun Kürdlere karşı olmadıkları yönünde daha ılımlı mesajlar verdiği görüldü. HDP Mil-letvekili Sırrı Süreyya Önder, “Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan Feridun Sinirlioğlu’yla birlikte Süley-man Şah Türbesi’nin taşınmasını organize” ettik açıklaması var. Türkiye-PYD ilişkilerinde bir yumuşamaya gidiliyor denilebilinir mi? ‘Devlet çıkarıyla’-AKP/Erdoğan çıkarını birbirinden ayırt etmek gerekiyor. Bir siyasi argüman olarak Kürd so-runu, seçimler, HDP’nin baraj altına çekilmesi için PYD’yi terörist ilan edebilirsiniz belki. Devlet çıkarıyla, aynı Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne verilen tepki Rojava’ya da veriliyor. O zaman Barzani için de Talabani için de dendi. Özal döneminde Türkiye’ye geldiklerinde “teröriste pasaport veriliyor, teröristler Ankara’ya çağrılıyor” açıklamaları yapılıyordu. Yakın zamana kadar KDP de YNK de terör listesindeydi. Bir taraftan böyle bir tehdit algısı işliyor, bir taraftan da sahada reel politikanın gerekleri PYD’yle ilişkilerin yumuşamasını zorunlu kılıyor. Bunun başka bir nedeni yok. 1-2 yıl önce Salih Müslüm Türkiye’ye davet edildi, görüşmeler yapıldı. Bir siyasi diskur olarak, terörizm söylemleri kullanılabilir bunun pratikte bir geçerliliği yok. ABD’nin sahadaki fiili müttefikidir. Bu noktada Tü-rkiye eninde sonunda PYD’yle daha yapıcı bir ilişki geliştirmek durumunda kalacaktır. ur d ak iv Bu tabloya ek olarak Türkiye’nin Suriye’ye yönelik kendi planlarını uygulamakta ısrarcı olacağını düşünüyor musunuz? Türkiye’nin Cerablus ve Azez’de tampon bir bölge oluşturma planı devam ediyor mu? Bunun koşulları çok tartışıldı. Bunun koşulları yok; çünkü ABD başından beri böyle bir planı gerçekçi bul-madığını, bu plana dâhil olmadığını, bu planı onaylamadığını defalarca ifade etti. Çünkü bu, ABD’nin iki müttef-iki olan PYD’yle Türkiye’yi karşı karşıya getirecek bir gelişmedir. ABD, Irak işgalinden sonra da Türkiye’nin Güney Kürdistan’da aktif hale gelmesine onay vermemişti. Kürdistan siyasi güçleri, Talabani veya Barzani olsun Türkiye’nin kendi bölgelerine askeri olarak girmesine karşı çıkmışlardı. Benzer bir durum burada da söz ko-nusudur. Cerablub ve Azez arasındaki bölgede YPG’nin kontrolünün ve Güney Kürdistan’da o dönemde olduğu gibi Talabani ve Barzani gibi egemen olmadığı açık. Sonuç itibariyle birincisi bu bölge bütün uluslararası kaynaklarda cihatçıların beslendiği bir hat olarak gösteriliyor. Tabi ki ABD’nin genel stratejisine aykırı bir du-rum teşkil ediyor. İkincisi Kürdlerin o bölgedeki varlığını ABD tanımış durumda artık. Dolayısıyla birbiriyle dostane ilişkiler içinde olacak olan Kürdlerin o bölgedeki varlığı ABD’nin destekleyeceği bir şey olur. Sonuç itibariyle şöyle bakmak lazım: Türkiye’deki bürokrasi ABD’ye Suriye’de oluşturulacak bir Kürd realitesine -bu federatif bir yapı olabilir, tıpkı Kürdistan rs Bu ülkeler için Suriye krizi ne anlama geliyor? Rusya, bölgesel nüfusunu arttırmaya ve kabul ettirmeye çalışırken; Suriye’yi bir pazarlık çipi olarak görüyor. Şunu düşünün: Trablus, eski Soyvet ülkeleri dışındaki tek askeri üstür, dolayısıyla Rusya’daki nüfusunu kaybetmemek için uğraşması aslında Rusya’nın ‘elindeki bir mevziiyi kaybetmeme savaşıdır’ diyebiliriz. Daha spesifik olarak bakarsak Putin’in iktidarda kalma mücadelesi var. Çünkü Ukrayna krizinden önce Rusya ciddi sosyal ve ekonomik sorunların olduğu bir ülkeydi. Siyasi buhranın gelişmekte olduğu bir ülkeydi. Ukrayna kriziyle ve Kırım’ın itilafıyla beraber rejim desteğini çok arttırdı. Ondan sonra Batıdan ekonomik yaptırımlar geldi. Buna karşı ya geri adım atacaktı Kırım’da, ya da elindeki kozu yükseltecekti. Şu andaki Suriye hamlesi bu elindeki kozu yükseltti. Suriye’de ABD’yle girişilen pazarlıkta emin olun Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımların kaldırılması olacaktır. İran’ın yaptığı gibidir. İran’da nükleer silahlanmaya doğru bir adım atarak, kendi üzerin-deki ekonomik yaptırımları kaldırmak ve böylece ekonomik ve sosyal krizi aşma stratejisi yürütüyor. Putin de benzer bir taktik uyguluyor. Avrupa’ya gelen göçmen akınını durdurmak -çünkü Avrupa’yı da stabilize eden bir gelişmedir bu-, bu çatışmanın Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi diğer ülkelere sıçramasını engellemek, bu çatışmayı çevrelemeye, onu izole etmeye çalışacaktır. On-dan sonra da İran’ın Rusya nüfuzunun dengelendiği, bir şekilde bu bölgenin uluslararası topluma entegre olacağı bir mimari oluşturmaktır. Sonuçta Bağdat’ta olduğu gibi Suriye’de de hem Amerikalıların, hem de İranlıların sözünün geçtiği bir denge oluşturmaya çalışabilir. .a Esad’dan vazgeçildiğine yönelik bir tespitiniz yok anladığım kadarıyla… Rusya’nın verdiği bu destek Esad’ın elini güçlendiren bir destek. Hava bombardımanına destekçi olan güç Esad güçleridir. Bir noktada şu olabilir: Baas Rejimi kalır, kişi olarak Esad değiştirilebilir. şu anki güçler dengesine baktığınız zaman ABD’nin, Batı itti-fakının elindeki araçlar karşı cephede yok. NATO ittifakı gibi bir ittifak sistemi, Rusya ile Çin için geçerli değil. Keza ekonomi ve endüstri olarak Batı çevresi çok kuvvetlidir. Çin bu anlamda Batı ittifakını doğrudan karşısına almak istemez. Kaldı ki Çin ve Rusya arasında da ciddi ihtilaflar baş gösterebilir. Batı ittifakı çok daha ku-rumsallaşmış bir ittifaktır ve sağlam temelleri var. Bu anlamda böyle bir tehlikeyi zor görüyorum, kaldı ki diğer iki dünya savaşında olmayan bir nükleer silah meselesi var. Nükleer silahların varlığı, güçleri böyle bir savaş girişiminden alıkoyuyor. w Suriye’de sürdürülen vekalet savaşının sona erdiği asıl güçlerin sahaya çıktığı izlenmekte. Buna neden ihtiyaç duyuldu. Rusya neden bizzat savaşa katıldı? Hem Batı ittifakı, hem de Rusya esas olarak hava gücüyle müdahale ediyor. O bakımdan hava gücü tabi önemli bir müdahale aracıdır; ama sonuç getirici bir müdahale olamaz hiçbir zaman. Esas olarak sahayı kontrol ede-bilmek için kara gücü gerekiyor. O yüzden daha hibrit-melez bir karaktere büründüğünü söyleyebiliriz. Esas olarak kara gücünü kullanabilecek olanlar bölgesel ve küresel güçlerin müttefikleri olacaktır. Bu nedenle tam olarak bittiğini söylemek mümkün değil. Burada önemli bir şey, Batı ittifakının uçaklarıyla Rus uçaklarının hava sahasında birbiriyle çakışmasıdır. Uçak çarpışması kazara olmaz. Yalnız birbirilerinin hangi hava sahasını, hangi yolu kullandıklarını takip edeceklerdir. Birbirleriyle it dalaşına girebilirler. Böyle bir atmosfere girebilirler fakat o tehlikeli bir şeydir. İt dalaşına girmemeleri gerekiyor. Bizzat iki taraf karşı karşıya gelmekten çekinecektir. görecektir ve bunu sonuna kadar kullanacaktır. Rusya’nın desteğini alan Esad daha yumuşak veya daha uzlaşmacı pozisyona gelmeyecektir. Esad, bu durumu bugüne ka-dar yürüttüğü stratejinin bir başarısı olarak değerlendirecektir. Geçiş hükümetinde Suriye için belki de Lübnan modeli gibi veya Bosna Hersek modeli gibi çeşitli modeller düşünülebilir. Irak’ta olduğu gibi daha federatif bir yapıya dönüşebilir. w Yeter Polat “ABD ve müttefiklerinin desteklediği gruplara saldırmak için bir gerekçe ve Moskova’nın Şam hükümetini savunmanın bir yolu” olarak kullandığını yazdı. Ortadoğu’da değişen yeni denge arayışlarını ve yeni durumu Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Sinan Birdal’a sorduk. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Birdal, PYD’nin kilit önemde bir pozisyonda olduğunu ve ABD ya da Rusya’nın yanında yer almasının doğru bir hamle olmayacağını savundu. Birdal, “PYD’nin şu anda Suriye’de çok farklı bir rolü var, çok özgün bir rolü var. Gerek ABD, gerek Rus tarafıyla konuşabilen tek siyasi güç PYD’dir. Bu da onlara bir arabulucu rol getirecektir ki bu da çok güçlü bir roldür. Dolayısıyla tek bir tarafa yanaşması bence bu özelliğini ortadan kaldırır” dedi. w BM’deki diplomasi atağı ve son haftalarda yapılan askeri yığınağın ardından Rus savaş uçakları geçtiğimiz hafta Suriye’deki hedefleri bombalamaya başladı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yeni Suriye politikasını devreye sokmak konusunda hiç vakit kaybetmediği yorumları yapılırken, Rus yetkililer saldırıların hedefinde IŞİD’li güçlerin olduğunu iddia ediyor. Bu iddiaya karşılık bağımsız gözlemciler, analistler Rusya’nın bugüne kadar vurduğu hedeflerin geçmişte ABD, Körfez devletleri ve Türkiye’den destek alan ‘ılımlı muhalifleri’ kapsadığını ileri sürüyor. Dünya basını Rusya’nın, Suriye savaşına dahil olmasını ‘cüretli bir hamle ve ABD’nin IŞİD’e karşı savaşını elinden alma’ gayreti olarak yorumlasa da diğer bir kesim, SÖYLEŞİ BasHaber 5 - 11 Ekim 2015 9 SÖYLEŞİ Salih Müslim’in Moskova’yı ziyaret etmesi, Moskova’da bir temsilcilik açılacağı yönünde haberler çıktı. Muslim, Rusya ile askeri işbirliği yapabileceklerini de ifade etti. Kürdler bir tercih yapmak zorunda kalırsa bu tercih Rusya-Şam ittifakı yönünde olabilir mi? Bu, ABD’nin IŞİD’e bakışını gözden geçirme-sine sebep olmaz mı? Hayır. Bu, doğru bir hamle olmayacaktır. PYD’nin şu anda Suriye’de çok farklı bir rolü var, çok özgün rolü var. Gerek ABD, gerek Rus tarafıyla konuşabilen tek siyasi güç PYD’dir. PYD, hem Şam rejimiyle Hesekê’de olduğu gibi, gerek IŞİD’e karşı ÖSO milisleriyle ittifak kurabiliyor. Dolayısıyla PYD; hem Şam’la, hem mu-haliflerle konuşabilen yegâne güçtür; keza Hem İran’la, hem Rusya hem de ABD’yle görüşen bir güçtür. Bu da onlara bir arabulucu rol getirecektir ki bu da çok güçlü bir roldür. Dolayısıyla tek bir tarafa yanaşması bence bu özelliğini ortadan kaldırır. Cenevre’de Kürdlerin dışlanması ve Arapların “Esad önce gitsin sonra duruma ba-karız” tavrı şu an PYD’yi daha güçlü bir duruma getirdi. Daha önce masaya oturmuş değil; o zamanlar eli zayıfken karşı tarafa verdiği bir taahhüt yok. Dolayısıyla çok daha güçlü bir şekilde masaya gelecektir. Daha önce masaya oturmuş olmadığı için önceki dönemdeki oluşmuş bazı ittifakların içine de girmiştir. İki tarafı ele alalım: bir tarafta Esad, bir tarafta da Esad muhaliflerinin olduğunu düşünelim. Her iki tarafta iletişimde olabilecek, her iki tarafla da konuşabilecek; belki de her iki tarafın arasını bulabilecek kilit bir noktaya getiriyor. Tıpkı Irak’ta Şii Araplarla-Sünni Araplar arasında bir kilit rolü nasıl görüyorsa Kürdler, Suriye’de de böyle bir yere oturuyorlar. Bütün bu gelişmelerin PYD ve KDP ilişkilerine etkisini konuşmak istiyorum. PYD’nin, RusyaŞam itti-fakına şimdilik yakın gibi göründüğü, KPD’nin ise ABD’ye yakın durduğu gibi bir tablo var. Farklı uçlarda durmak Kürdler ve Kürdistan için neler getirir, nasıl sonuçlara yol açar? PYD ve KDP arasındaki siyasi çatışma, birinin ABD, diğerinin Rusya tarafında olmasından kaynaklanmıyor. Aralarında bir siyasi rekabet var. Hem Rojava’da var, hem Kürdistan’ın dört bir parçasında bu rekabet var. Erbil yönetimi açısından bakıldığından Erbil yönetiminin ABD’yle oturmuş, çok daha kurumsal, çok daha geçmişi olan bir ittifakı var. Kürdler, hem Suriye, hem Irak’ta Araplar arasındaki mezhep savaşında bu ülkeleri bir arada tutan unsurlara dönüştü. Örneğin Talabani’nin Bağdat’taki varlığı, Kürdlerin Bağdat’taki hükümete bakan ver-mesi, o parlamentoya katılması Irak rejimini de bir arada tutan bir unsur haline geldiklerini gösteriyor. Dolayısıyla İranla da, Rusyayla da, ABD ile de görüşecek. Diyelim ki Barzani ABD’ye, Talabani İran’la ya da Rusya’yla daha yakın hareket ediyor gibi görünüyor. Her taraf, diğer taraflarla görüşmek zorundadır. KDP ile PYD arasındaki rekabet, diğer Kürd partileri arasında da var. Örneğin YNK ile KDP; Goran ile YNK arasında da bir rekabet var. Kürd partilerinin bu rekabeti nasıl çözeceklerine dair bir çerçeve çizmeleri gerekiyor. Kürdler bakımından Suriye’deki bu yeni durum bir fırsat anlamına gelebilir mi? Gelebilir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne baktığınız zaman orada şöyle bir şey var: Süleymani’ye de askeri güç YNK’nin elinde, Erbil’deki askeri güç KDP’nin elinde. Henüz ortak bir savunma gücü oluşturulabilmiş değil. Bir bölgede KDP daha hâkim, diğer bölgede YNK daha hâkim. Son başkanlık seçimlerinde ciddi sıkıntılar yaşandı. Barzani’nin görev süresinin uzatılıp uzatılmayacağı gibi tartışmalar yaşandı. Burada bir fikir birliği, uzlaşmaya varmak gerekiyor. Kürd siyasal elitlerinin bir ulusal kongrede bunları konuşması gerekiyor. Kürdlerin yaşadığı tüm coğrafyalarda 4 parçada bütün Kürd parti ve örgütlerinin kendi aralarında nasıl bir hukuk geliştirirecekler? Bunun konuşulması gerekiyor. Yakın dönemde fiili olarak bu sınırlar belirlenecek. Kimin ask-eri gücü ağırlıkta ise o bölgede onun siyasi gücü ağırlık kazanacak. Soruyu doğru anladıysam Kürdlerin yaşam alanları ve can ve mal güvenlikleri anlamında bu dağınıklık bir risk teşkil edebilir. Şengal’de ortak bir Peşmerge gücünün olmaması, Peşmerge arasındaki koordinasyonun olmaması orada bir güvenlik zaafiyetine yol açtı. Bu durumun giderilmesi gerekmekte. 09 Siyasal krizde CHP’nin çıkmazı ve Kürd meselesi HAKAN TAHMAZ Türkiye siyasi krizi seçimleri tekrarlayarak aşmak zorunda bırakıldı. 1 Kasım seçimlerine 25 gün kala partiler seçim beyannamelerini daha yeni açıkladılar. Toplumda seçim heyecanı yok. Bunun başlıca nedeni, partilerde krizin aşılmasına yol açacak bir açılımın, değişimin gözlemlenmemesidir. Krizi, partiler arasında sınırlı sayıda oy kaymasıyla aşma stratejisi krizin kaynağını doğru tesis edememekle ilgili yanlış yığınaktır. AK Parti, stratejini HDP’yi barajın altına itme, MHP’den 1 veya 2 puan oy alma olarak belirledi. Diğer üç parti ise esas olarak savunma pozisyonunda olacaklar gibi görünüyor. Bu siyasal tablo ile oluşacak yeni Meclis dağılımının, siyasi krizi aşmaya yetmeyeceği çok net. Kriz büyük olasılıkla derinleşerek sürecek. Aksi, 25 gün içinde beklenmedik bir gelişmeyle mümkündür. AK Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yeni bir sistem kurma arzunu alenen ilan etmiş durumda. Yeni anayasa arayışları ve başta kronikleşmiş Kürd sorunu olmak üzere bir dizi toplumsal sorunlarımızın ulaştığı boyut, bu tartışmadan kaçmayı imkânsız kılıyor. Bir anlamda bugün fiilen hayata geçirilmek istenen “Erdoğan rejimine” gerilim ve tasarımına ilişkin yanıtın ve açılımın toplum tarafından kabul görmesiyle mümkün olacaktır. Mevcut siyasal tabloda bu konuda belirleyici parti hiç kuşkusuz CHP’dir. CHP ise açık, anlaşılabilir bir rota belirlemiş değil. “Yeni ve Yeniden CHP” söylemi etrafında süren arayışlar “iki adım ileri bir adım geri” biçiminde ilerliyor. Devleti kuran parti, övgüsüyle yapılan küçük açılımlar ise umut verici olmuyor, güçlü siyasal merkez oluşturmaya yetmiyor. 1 Kasım seçim beyannamesini ilk açıklayan parti CHP oldu. Ancak ne yazık ki CHP, seçim beyannamesinde kendini tekrar etmenin ötesine geçebileceğine ilişkin ciddi bir emare sunmuyor. Türkiye’nin siyasal krizinin en önemli dinamiği olan Kürd sorunu konusunda iktidar partisiyle polemik yaparken ettiği bazı küçümsenmesi mümkün olmayan lafların dışında yeni, süren güncel tartışmalara dair hiçbir şey söylemiyor. Başka bir ifadeyle iktidar partisinin çok ilerisinde ve inandırıcı bir açılıma sahip değil. Haksızlık yapmamak gerek. Bildirgenin Kürd sorunu başlıklı bölümün girişindeki “sorunun ‘güvenlikçi’ yöntemlerle çözülemeyeceğini düşünmektedir. Kürd sorununun çözümünde askeri yöntemler bir daha masaya gelmemek üzere gündemden kalkmalıdır. CHP Kürd sorununun tüm boyutlarıyla kalıcı olarak çözülmesini, şiddetin bir yöntem olmaktan çıkarılmasını ve kalıcı barışı Türkiye’nin önündeki en temel siyasi önceliklerden biri kabul etmektedir.” Belirlemesi gibi bir dizi yeni önerinin olması, özellikle savaşın yeniden hız kazandığı bir süreçte oldukça önemli. Ancak bu da bazı sivil toplum örgütlerinin, partilerin HDP ile birlikte 3 ay önce Suriye’ye müdahale olasılığı nedeniyle oluşturdukları Barış Bloğu deneyimine benzer sonuç üretmiş. Barış meselesi Kürd sorununa dayandığında nasıl Mecliste tezkereye evet oyu verildiğiyse, Kürd sorunu da egemenliğin paylaşımı noktasına geldiğinde CHP, devleti kuran parti refleksiyle davranarak birlik, bütünlükten söz etmeye başlıyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, seçim beyannamesini öldürülen çocuklarımıza adıyor ama 7 Haziran sonrasında Cizre’de Diyarbakır’da, Nusaybin’de, Hakkâri’de öldürülen Kürd çocuklarının hiç birinin adını anmıyor. Ya da Kürdlerin egemenliğin paylaşımı konusunda merkezi yönetim modelinden Adem-i Merkeziyetçi yönetim modeline geçilmesi talep ve girişimlerine ilişkin bir şey önerme gereği duymuyor. Kürd illerinde süren savaşı ve yasal olmayan OHAL durumuna ilişkin bir cümle dahi yok. CHP, Türkiye’nin barışın muhatabını aradığını idrak etmiş değil. AK Parti’nin hızla Kürd Sorunu’nun çözüm adresi olmaktan çıktığını, bizzat sorununun bir parçası haline dönüştüğünü görüyor ama çözümün zemini inşa etmede etki rol üstlenme cesaretini göstermekten hala çok uzak. 10 DOSYA BasHaber BasHaber 5 - 11 Ekim 2015 rg bu da o kadar çok büyük bir oran değil.” Bilge Köyü eski muhtarı Abdurrahman Çelebi ise Sözen’in aksine köyde gerçekleşen katliamda kullanılan silahların Koruculara ait olduğunu söylüyor. Çelebi, Bilge Köyü Katliamı’na benzer bir katliamın 1994 yılında yine Korucular tarafından gerçekleştiğini ifade ediyor. Amed Göçder Başkanı Yılmaz Kan ise Koruculuğa dair en büyük suçun köy yakma ve boşaltmaları olduğunu ve Kürdistan’da 90’lı yıllarda boşaltılan, yakılan köylerin sebebinin koruculuk dayatması ve Korucu baskısı olduğunu söylüyor. Bölgedeki aşiretler ve Korucularla görüşerek Koruculuğa dair çalışma yapan Bingöl Üniversitesi’nden Akademisyen Mehmet Seyman Önder ise Korucuların karıştıkları suçlardan birininin de PKK’ye yardım ve yataklık olduğunu ve bu nedenle 2 bin Korucu hakkında soruşturma açıldığını belirtiyor. “Daha etkin hale getirilecek” İçişleri Bakanı Selami Altınok, geçtiğimiz “15 bin korucu alınacak” Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Genel Başkanı Ziya Sözen yeni Korucu alımlarının sadece 5 bin ile sınırlı kalmayacağını söylüyor. 1 Hafta içerisinde Köy Korucularının karıştıkları suçlar Köy Korucularının sayılarının en fazla olduğu kentler 8 Bin 832 ile Şırnak, 7 bin 90 ile Hakkari ve 5 bin 531 ile Bitlis iken Korucuların karıştıkları suçlar ise İHD’nin raporuna göre şöyle; 38 köy yakma, 14 köy boşaltma, 12 taciz ve tecavüz, 22 insan kaçırma, 294 silahlı saldırı; 176 kişiyi silahlı saldırılar sonucu yaralama, 132 kişiyi silahlı saldırı sonucu öldürme, 2 kayıp olayı, 50 infaz, 70 gasp, 454 işkence ve kötü muamele, 9 intihara sebebiyet verme, 17 ormanlık alan yakma yani toplamda .o ak iv rs .a “Koruculuk meslek değil davadır” Korucular’ın bir kısmı hem maaş hem silah alırken bir kısmı ise sadece silah alarak bu işi gönüllü yapıyor. Ancak devletin PKK karşısında koz olarak tuttuğu Korucuların sosyal hakları yok. 1 yıl önce Korucular sosyal haklarını almak için İçişleri Bakanlığı’na Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi dava açmış ve bu dava Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştı. Sosyal hak ve güvence eksikliğine rağmen Sözen “Koruculuk bir meslek değil dava ve yaşam şeklidir” diyor. Ziya Sözen, “Koruculuk PKK’nin sebebi değil sonucudur. Bizim için sosyal güvence, maaş sosyal haklar önemlidir ama söz konusu vatanımızın bekaası ise biz bunların hepsini bir tarafa bırakmak zorundayız” sözleriyle Koruculuğu neden tercih ettiklerini açıklıyor. terör suçlarıyla ilgili 2 bin 384, mala karşı işlenen suçlarla ilgili 934, şahsa karşı suçlarla ilgili bin 234, kaçakçılık suçlarıyla ilgili 420 olmak üzere, toplamda 5 bin civarında Geçici Köy Korucusu suç işledi ve 853 Korucu bu davalardan tutuklandı. Korucular tarafından işlenen en korkunç suçlardan biri Mardin Mazıdağ’ına bağlı Bilge Köyü’ndeki katliam. Korucu silahlarıyla gerçekleşen katliamda kadın ve çocukların da aralarında bulunduğu 44 kişi yaşamını kaybetti. Bilge Köyü katliamından sonra Korucuların tasfiye edilmesi gündeme gelmişti. Ancak dönemin Genelkurmay Başkanı “katliam ile koruculuk arasında bağ kurulmasının yanlış olduğu” ve “katliamdan koruculuk sisteminin sorumlu gösterilemeyeceği” yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Hükümet yetkilileri de “Koruculuğun bir ihtiyaçtan doğduğu, kaldırılmasının söz konusu olamayacağı, ancak ihtiyaca göre gözden geçirilebileceği” söylemişti. Ziya Sözen de bu durumun aksini savunarak “Genelkurmay Başkanı’nın üst düzey polisin suç işlediği bir ülkede Korucu’nun da suç işlmesi normal” diyor. Sözen, Korucuların karıştıkları suçlarda özellikle sınır hattında kaçakçılık ve uyuşturucu ticareti iç bölgelerde ise arazi ve kız kaçırma olaylarının olduğunu doğrulayarak şöyle konuşuyor: “Bilge Köyü Katliamı Korucu silahlarıyla yapılmadı. Köylüler arasındaki bir kavgaydı. Ayrıca koruculuk meselesi değil köy savaşıydı. İşlenen her suçta bütün Korucuları suçlamak doğru değil. Sınır boylarında kaçakçılığa ve uyuşturucuya karışan Korucular var. İç bölgelerde ise Korucuların karıştığı suçlar genelde kız kaçırma suçu w koruculuk için 20 bin başvurunun olduğunu belirten ve yeni Korucuların alınacağı açıklamasından önce 24 Ağustos’ta Başbakan ile görüştüklerini söyleyen Sözen, 1 Kasım seçimleri sonrasında 10 bin Korucunun daha alınacağını belirtiyor. w ilahlı çatışmaların başladığı 1984 yılında gündeme gelen güvenlik siyasetinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve ciddi toplumsal sorunlara ve suçlara neden olan Koruculuğun kaldırılması beklenirken, yeni kadrolar açılacağının ilan edilmesi endişelere neden oluyor. Kürdlerin hak talebini güvenlik sorunu olarak gören devlet 12 Eylül Cuntası döneminde uyguladığı Sıkıyönetim sürecinde uyguladığı koruculuk sistemini 1988’de ilan ettiği Olağanüstü Hal’i Yasası ile kurumsallaştırarak sivil bir milis ordusu kurmuştu. Osmanlı Döneminde özellikle Ermenilere ve muhalif kalkışmalara karşı II. Abdülhamit tarafından oluşturulan Hamidiye Alayları’nın modern versiyonu ve devamı olan koruculuk 1985’te fiilen devreye koyuldu. Koruculuk sistemi, 1984’te başlayan silahlı Kürd hareketinin başlamasının hemen ardından, 1985 yılında, “terörle mücadele” gerekçesiyle, 22 ilde ‘Geçici Köy Koruculuğu’ adı altında yürürlüğe sokulmuş 93’te de 13 kentte daha “Gönüllü Köy Koruculuğu”nun getirilmesiyle, toplam 85 bin kişiden oluşan sivil bir ordu kuruldu. 2000’li yıllara doğru 90 bine yükselen Korucuların sayısı ilan edilen ateşkesler ardından azaltılmıştı. Ancak 2013’te başlatılan Çözüm Süreci’nin en çok tartışılan konularından biri olan Korucular tasfiye edilmemişti. Korucular 3 yıllık müzakere sürecinin ardından geçtiğimiz Temmuz ayında başlayan çatışmalar dolayısıyla yeniden devreye giriyor. günlerde “Doğu ve Güneydoğu’da bulanan koruculuk sisteminin daha etkin noktaya gelebilmesi için boş bulunan 5 bine yakın Korucu kadrosu ilanlarımızı başlatıyoruz” diye açıklamada bulunmuştu. Böylece Çözüm Süreci’nde pasif durumda bekletilen Korucular yeniden sahneye çıkıyor. Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu verilerine göre 46 bin 500 aktif Korucu var. Sadece silah alarak çalışan Korucu sayısı 25 bin. 2007 yılında emekliliğe ayrılan Korucu sayısı ise 25 bin. Ancak İçişleri Bakanı Selami Altınok’un “müjde“ olarak verdiği haberde 5 bin Korucu daha alınacak. Bu durumda devletin sivil milis sayısı bölgede artacak. Genellikle Kürdlerden seçilen Korucular’ın bölgedeki eylemleri, karıştıkları suçlar ve halk arasında neden oldukları bölünmüşlük düşünüldüğünde, bu silahlı milislerin yeniden cepheye sürülmesi durumunda neler yaşanacağını tahmin etmek zor değil. Yeniden devreye sokulan Koruculuğu Bingöl Üniversitesi’nden Akademisyen Mehmet Seyman Önder, Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Genel Başkanı Ziya Sözen, Korucuların geçtiğimiz yıllarda katliam yaptığı Mardin’e bağlı Bilge Köyü’nün eski muhtarı Abdurrahman Çelebi, Amed Göçder Başkanı Yılmaz Kan ve koruculuk sistemi mağdurları BasHaber’e değerlendirdi. w S Rabia Çetin “Toplumsal bölünmeye sebep” Korucuların yeniden devreye girmesini askeri strateji açısından doğru bulduğunu ifade eden Mehmet Seyman Önder, ancak bu durumun toplumsal açıdan bir bölünmeye sebep olduğunu da söylüyor. Bölgede devlet ile PKK arasında sıkışanların çoğunlukla Koruculuğu tercih ettiğini belirten Önder, “TSK açısından PKK’nin önünün kesilmesi için bölgeyi tanıyan Korucuların devreye girmesi önemli bir faktör. Çünkü Korucular bir PKK’li gibi düşünebilir. Ancak bunun devreye girmesiyle özellikle Korucular PKK sempatizanları tarafından “hain, işbirlikçi” olarak görüldükleri için bir toplumsal bölünmeye sebep” diye yorumluyor. ur d Yeniden koruculuk, yeni korucular DOSYA 5 - 11 Ekim 2015 “PKK sempatizanları da korucu olabiliyor” Devlet baskısından dolayı Korucu olanların arasında PKK sempatizanları ya da milliyetçi Kürdlerin de olduğunu söyleyen Önder, “Genellikle PKK alanlarından uzak ancak devlet baskısının olduğu köylerde özellikle milliyetçi Kürdler Korucu olabiliyor. Çünkü operasyona katılmayacaklarını biliyorlar. Özellikle son genel seçimlerde Korucuların yüzde 9’u HDP’ye oy verdiklerini açıklamış yüzde 24’ü de çekimser cevap vermişti. Bu da Milliyetçi Kürdlerin de Korucu olabileceklerini gösteriyor” diyor. Korucuların Çözüm Süreci’nde neden silah bırakmadığı konusunu ise Önder şöyle yorumluyor; “PKK ile Çözüm Süreci yürütüldüğünde PKK silah bırakmadığı için Korucular tasfiye edilmedi. Devlet PKK’ye karşı Korucuları bir koz olarak tutuyor. Ancak Korucular artık 90’lı yıllar karıştıkları suçlar gibi suçlara karışamaz bir durumda. 90’lı yıllara dair AİHM’e taşınan davalarda Türkiye’nin uluslararası prestiji düştüğünden devlet artık bu tür suçlara göz yummayacaktır. Eskiden Koruculara ‘öldürün’ deniliyordu şimdi sadece ‘koruyun’ emri var.” “Çözüm Süreci’ni yaşanmamış sayıyoruz” Ziya Sözen ise bu durum için “Biz Korucular Çözüm Sürecini hiç yaşanmamış saydık” diye değerlendiriyor. “Silahlar üzerine beton dökülünceye kadar savaş devam edecek. Korucu’ya devletimiz ihtiyaç olduğu sürece devletimizin yanına yer alacağız” diyen Sözen sözlerini şöyle sürdüryor: “Çift taraflı silahlar susmayacak, PKK bırakana kadar mücadele edeceğiz. Ama devletimiz silah bırakmayacak. O dönem HDP, Avrupa Birliği’nden ve sözde aydınlar Korucuların kaldırılması konusuna bir beklenti içerisine girdiler. Biz bu süreci yaşanmamış saydık. Korucular Çözüm Süreci’nde tehdit edildi. Asker ve polis kışlasından çıkmadı ama biz Çözüm Süreci’nde baraj inşaatları olmak üzere birçok yeri korumaya devam ettik. O süreçte de 13 arkadaşımız hayatını kaybetti. Barış kardeşlik huzur gelecekse biz gövdemizi taşın altına koymaya hazırız ama bunun gerçekleşmeyeceğiniz görüyoruz.” “Özel Güvenlikli Bölgeler koruculuğa sebep” Yeni Korucu alımındaki başvuruları değerlendiren Seyman en önemli sebeplerden birinin özellikle bölgede ilan edilen Özel Güvenlikli Bölgeler olduğunu söylüyor. Bu bölgelerin ilanıyla hayvancılık ve tarımla uğraşanların bölgelerine girmeleri yasaklanınca Koruculuğa başvurmak zorunda kaldığını ifade eden Önder, “Bölge ekonomisi savaş dolayısıyla çöktüğü için halkın bir kesiminin Koruculuğa başvurmaktan başka çaresi kalmıyor” diyor. Öte yandan PKK ile husumetli olanların da Koruculuğa başvurduğunu belirten Önder, özellikle 90’lı yıllarda Siverek’te Bucak Aşireti ve Hakkari, Şırnak ile Muş’ta Korucu aşiretleri bu duruma örnek gösteriyor. Koruculuk mağdurları anlatıyor Öte yandan bir de koruculuk dolayısıyla Kürdistan’da mağdur olan binlerce insan var. Özellikle koruculuk dayatması ve Korucuların karıştıkları suçlar dolayısıyla Kürdistan’dan metropollere yoğun göçler yaşandı 90’lı yıllarda. Bu aile üyelerinden biri olan 46 yaşındaki Yusuf Çetin, koruculuk sisteminden dolayı yaşadıklarını “Ya Korucu olun ya da köyü boşaltın” sözleriyle özetliyor. Mardin Dargeçit’e bağlı Kumdere Köyü’nden 92 yılında göç eden Yusuf Çetin, o dönem yaşadıklarını şöyle anlatıyor; “1992 sonbaharında Dargeçit Tabur Komutanı Ali Tapan köyümüze gelip koruculuk teklifinde bulundu. Köyün ileri gelen yaşlılarına 7 silah vermiş. ‘Köy halkı olarak ya Korucu olacaksınız ya da köyünüzü boşaltacaksınız’ denildi.. Biz de ’kime karşı Korucu olacağız’ diye itiraz ederek köyü boşaltmayı kabul ettik. Biz köyü boşaltmadan önce 1 hafta boyunca her gün köyün yakınlarına top atışları oldu, hayvanlarımızın yemlerini ateşe verdiler. 120 haneliydi köyümüz. Köyün tamamı Dargeçite taşındı. Hızlıca köyü boşalttığımız için köyden almamız gerekenler olduğunda gidip tabur komutanından izin alarak köye gidiyorduk. Xirabe diye komşu bir köy vardı. Onlar Koruculuğu kabul etmişti. Köye giderken Koruculara da imza vererek gidiyorduk. İzinsiz gidenleri ise vuruyorlardı. İlçede de yapacak bir şey kalmayınca metropole göçmek zorunda kaldık. Benim gibi yüzlerce insan vardı. Sırf toprağından ayrılmamak için kabul etmek zorunda kalan yaşlılarımız da vardı. Biz bu nedenle çok bedel ödedik. Ödemeye de devam ediyoruz.” “Kabul etmedik, işkence yaptılar” Mardin Dargeçit’e Bağlı Sümer Köyü ise Koruculuğu kabul eden köylerden. Korucu olmaktansa göç eden 52 yaşındaki Ahmet Çiçek ise şöyle anlatıyor o günleri; “Sümer Köyü kabul etti. Bizi silahlarla baskı altına almak istediler biz de kabul etmeyerek Alayurt Köyü’ne taşındık. Sümer Köyü’ndekiler zorunlu bir şekilde kabul etmek zorunda kaldı. Kardeşlerimizle ayırdılar bizi. Koruculuğu kabul etmediğimiz için köydeki erkekler askerler tarafından alındı. Bir derenin kenarına götürerek işkence yaptılar. Biz de buna rağmen kabul etmeyerek göç etmek zorunda kaldık.” 11 Erol Taş’ı taşa tutmak FERHAT KENTEL İlkokul çağlarında Karaoğlan’lı, Tarzan’lı ya da kovboylu filmlere gittiğimizde, tuttuğumuz kahraman, zayıfları ve diğer iyi insanları kurtarmak için dörtnala gelip, olaya daldığı zaman, sinema salonu alkıştan inlerdi. Ya da kötü adam iyi insana arkadan saldırmaya niyetlendiğinde, bütün salon iyi insanı uyarmak için “arkana bak!” diye çığlıklar atardık. Sinemayla yeni haşır neşir olmaya başlayan bir toplumun, kırk yılda bir karanlık salonları ya da yazlık açık hava sinemalarını dolduran taze nesilleri olarak perdedeki kurguyu tam olarak algılayamamamız normaldi. Bugünden baktığımızda, kurguyu gerçekle karıştırmak konusunda o dönem için bile anormal olan durumlar da vardı. Mesela sinemanın emektarlarından olan ve genellikle “kötü adam” rollerine çıkan Erol Taş’ın sokağa çıktığı zaman, sinemada yaptığı bütün “kötülüklerden” ötürü taşa tutulduğunu duyardık. Ama içinde bulunduğumuz zaman diliminde buna benzer olayların hâlâ yaşanıyor olmasında patolojik bir hal var. Mesela birkaç yıl önce, memlekette geçici bir süre sokakları boşaltarak trafik sorununu halleden Kurtlar Vadisi adlı dizinin bir kahramanı rol icabı ölünce, halkımızın bazı kesimleri adam için gıyabi cenaze namazları kılmış, mevlitler okutmuştu. En taze olay da “Bihter” vasıtasıyla gerçekleşti. Söyledikleri şarkıların, oynadıkları filmlerin ya da futbol takımlarının müşterisi kaçmasın diye, “abi, ben sanatçıyım”, ya da “ben futbolcuyum, siyaset benim işim değil” deme ucuzluğuna kaçmayan ve toplumsal meselelerde hissettiklerini paylaşan oyuncu Beren Saat’i protesto etmiş bazı seyirciler. Kurgusal bir romanın TV’ye aktarılmış kurgusal versiyonunu ciddiye alıp, o kurgusallıkların görselleştirildiği bir yalıya gidip, Bihter adlı kurgusal bir roman-dizi karakterinin nezdinde gerçek Beren Saat’i protesto etmişler. Aslında bir bakıma, mizah niyetiyle yapılsa, gayet yaratıcı denilebilecek bir eylem bile denebilir. Ama öyle değil; halkımızın protestocu öbeği Beren Saat adlı insanı Bihter’den ayrı düşünemiyor. Bihter’in “günahlarını” Beren Saat’e, Beren Saat’in “günahlarını” (konfor bozan düşüncelerini) Bihter’e yazıyor. Hatırı sayılır sayıda insan kitleleri, kendilerine sunulan bütün kurgulara en derinlerinden inanıyorlar; kurguların konforlu yumuşaklığına kendilerini bırakıyorlar. Belki de, kâbus dolu bir dünyada, kurgulara inanmak istiyorlar ve derleme, kes-yapıştır, hazır-giyim kurguların açıklayıcılığı onları ikna ediyor... Aslında memleket ahvalinde buna benzer “ilginç” vakalar yaşansa da, daha az farkedilen ama çok daha büyük kurgusal dünyalar var; ve onlara sadece küçük öbekler halinde değil; topyekun inanıyoruz. İçinde yaşadığımız modernlik, kapitalizm, laiklik, ulus, kalkınma, serbest piyasa vs., hepsi ideolojik kurgu değil mi? Fakirliğin, sınıfsal farklarımızın normal olduğunu, sermaye sahibinin özgürlüğü karşısında asgari ücretlinin özgürlüğünün lafının bile edilemeyeceğini ezberlemedik mi? Torunlar, Çalıklar, Ağalar, Çakallar, Koçlar, Sabancılar, Doğanlar, Süzerler, Cengizler, Albayraklar gibi bir takım familyalar “şuraya şöyle bir gökdelen dikelim”; “burayı kentsel dönüşüm yapalım”; “burada milletin anasını belleyelim” derken, anası bellenen, kentsel dönüşümle 40 km şehir dışına ışınlanan fakir fukaranın zerre gram etkisinin olmamasının normal olduğunu ezberlemedik mi? Devlet, hükümet, parti, lider ve daha da kötüsü bunların hepsinin tek bir bünyede konsantre olmuş hali bu kurgulara inanmamızı kolaylaştırdı. Çünkü “her yerde var olan” o konsantre “tanrısal” hal karşısında çok basit kullar olduk hep. Daha öncesinde böyle bir tornadan geçtiğimiz için bugün de benzer kutularda sunulan konsantre kurgulara inanıyoruz. Medyanın savaş siperlerine benzemesi de bir pazarlama meselesi aslında... “Milli”li, bayraklı, hamasetli, “döverim”li şovlardan oluşan kurguları pazarlama kavgası... Ama işte gene de herkes Erol Taş’ı taşlamıyor... 12 BasHaberSÖYLEŞİ 5 - 11 Ekim 12 2015 HABER HABER BasHaber 5 - 11 Ekim 2015 13 SÖYLEŞİ 71 günde 21 çocuk öldürüldü Hivda Güneş “İ .o rg nsanlık, çocuklara en iyisini sunmayı borçludur” ifadesi Türkiye’nin ve PKK’nin de imzaladığı Cenevre Sözleşmesi’nde yer alıyor. Ancak buna rağmen Kürdistan’da çatışmalı süreçte en çok zarar gören çocuklar ve anneleri oluyor. Temmuz ayında Türkiye’nin PKK’ye yönelik sınır ötesi bombardımanıyla 3 yıldır dokunulmayan tetiklere yeniden basılırken, bu kez savaş 40 yıllık çatışma pratiğinden farklı olarak kent merkezlerine taşınmaya başlandı. Diyarbakır’ın ilçeleri, Şırnak kent merkezi ve ilçeleri, Varto, Ağrı ve Hakkari kent merkezlerinde süren savaşta, asker, polis ve gerillanın yanı sıra çok sayıda sivil hayatını kaybetti kaybetmeye de devam ediyor. Bu tablonun en acısı ise öldürülen çocuklar. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği kentlerde çoğunluğu Şırnak’tan olmak üzere bugüne kadar 21 çocuk hayatını kaybetti. Savaşın ne zaman son bulacağı silahların karşılıklı ne zaman susturulacağı kestirilemezken hukukçular, insan hakları dernekleri, savaşın sivil alanlarından uzak tutulması çağrılarını sık sık yineliyor. Suruç Katliamı’nın hemen ardından yeniden ve daha derinden başlayan çatışmalar kentlere sıçradı. Özel Güvenlik Bölgeleri’nin ilanıyla hazırlıkları başlayan savaşa bölgede ‘özyönetim’ ilanlarıyla cevap verilmişti. Başta Cizre olmak üzere, Silvan, Lice, Varto, Sur, Ağrı, Silopi, Nusaybin’de son dönemlerde sık sık sokağa çıkma yasağı ilan edilirken sivillerin yaşadığı alanlara sert müdahaleler devam ediyor. Bu müdahalelerin en ağırı 9 günlük sokağa çıkma yasağıyla Cizre’de yaşandı. Bölgede şimdiye kadar devam eden çatışmalarda en küçüğü 35 günlük bir bebek, toplamda 21 çocuk yaşamını yitirdi. Devletin ve PKK’nin birbirini karşılıklı suçladığı sivil ölümlerinde ve devletin sık sık öldürülenler “teröristti” açıklamaları bir yana, 26 Temmuz’da Diyarbakır’da 11 yaşındaki çocuğun ölümünün hemen ardından bu kez de Ağrı ve Şırnak’tan ölüm haberleri gelmeye başladı. Yoğun saldırıların gerçekleştirildiği Şırnak’ın Silopi ve Cizre ilçelerinde toplam 12 çocuk, yine Diyarbakır’ın Bismil İlçesinde, Mardin’de, Ağrı Diyadin’de toplam 9 çocuk daha öldürüldü. “Tercüman istemekle terbiyesizlik yapıyorsunuz!” Mektubunda kendilerine verilen idari ceza için dilekçe yazdıklarını ve 1 Eylül’de hakim karşısına çıktıklarını belirten Gülbahçe, mahkemede anayasal bir hak olan anadilde “Bunlar da Ermeniler gibidir” Mektubunda Yargıcın görevli askerleri kışkırttığını belirten Gülbahçe, Akkaş’ın askerlere “Her gün yanı başınızda arkadaşlarınızı öldürsünler. Polislerinizi öldürüyorlar. Ben kadın halimle bunlarla burada mücadele ediyorum. Siz orada yayılıp seyrediyorsunuz. Bunlar da Ermeniler gibidir” şeklinde sözler sarf ettiğini belirtti. Gülbahçe, mektubunun devamında şunları dile getirdi: “Yargıç ‘önü şimdiden alınmazsan kim bilir nasıl olur’ benzeri suç niteliği tarzında tehdit ve hakaretlerde bulundu. Israrla askerleri üzerime saldırtmak istiyordu. Oradaki askerler soğukkanlılıklarını muhafaza ederek Yargıç Şevval Akkaş’ın tahriklerine gelmediler. Benimle beraber arkadaşlarım Şener Karaca, Mithat Alkan, Mehmet Tiryaki, Sait Tiryaki, Bışar Bilen, Barış Tekin, Salih Menk, Abdurrahman Sever, Zeynel Abdin Andiç, Tayfun Buluk, Serkan Erkuş, İsa Yıldırım ve Bilal Akbaş’da teker teker mahkeme salonundan çıkarılarak benzer hakaretler ve saldırganlık tutumuna ve provokasyon girişimine maruz kaldık.” Selman Gülbahçe’nin uğradığı haksızlıkla ilgili BasHaber’e konuşan İHD Erzurum .a ak iv rs Şubesi Başkanı Medeni Aygül, Erzurum H Tipi Cezaevi’nde bulunan tutuklu ve hükümlülerin iki günlük açlık grevine girdiklerini ve bu grev nedeniyle cezaevi idaresinin bir aylık hak mahrumiyeti cezası verdiğini söyledi. Hak mahrumiyetinden dolayı tutuklu ve hükümlülerin Erzurum 1. İnfaz Hâkimliği’ne itirazda bulunduklarını dile getiren Aygül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mahkemeye çağrılan tutuklular, 1. Sulh Ceza Hâkimliği’nde Kürdçe savunma yapma ve tercüman talebinde bulundu. Buna karşın hâkim, tutuklulara ‘Kürd yoktur, siz bu ülkenin okullarında okudunuz. Tercüman istemekle terbiyesizlik, edepsizlik yapıyorsunuz’ diyor.” w savunma talebinde bulundukları için Yargıç Seval Akkaş’ın hakaretlerine maruz kaldıklarını belirtti. Gülbahçe, mektubunda Yargıcın kendilerine şunları söylediğini yazdı: “Kürd yoktur. Siz bu ülkenin okullarında okumuşsunuz. Tercüman istemekle terbiyesizlik, edepsizlik yapıyorsunuz, çıkın dışarı defolun.” w rzurum Kapalı Cezaevi’nde bulunan bir grup tutuklu, çıkarıldıkları mahkemede Yargıcın hakaret ve nefret söylemine maruz kaldı. Kürdçe savunma talebinde bulunan tutsaklara yönelik davanın Yargıcı Seval Akkaş, “Kürd yoktur. Siz bu ülkenin okullarında okumuşsunuz. Tercüman istemekle terbiyesizlik, edepsizlik yapıyorsunuz” dedi. Tutuklulara “Ermeni dölü” diyen Yargıç, mahkeme salonundaki askerleri de tutuklulara karşı kışkırtarak, tutukluların linç edilmesi için azmettirdi. 7 Haziran seçimlerinin ardından başlayan çatışmalı ortam, ve Batı illerinde Kürd esnaf ve işçilerine yönelik linç kampanyaları ve ülkenin tamamına yayılan protesto gösterilerinde Kürdlere yönelik nefret söylemlerinin etkisi mahkemelerde de kendisini gösteriyor. 24 Temmuz tarihinde PKK’ye yönelik operasyonlarla birlikte birçok adrese baskınlar düzenlenirken; o tarihten bu yana birçok belediye başkanı, parti çalışanı, gazeteci gözaltına alındı ve tutuklandı. Yaşanan gözaltı ve tutuklamaların yanı sıra aralarında 20 den fazla çocuğun da olduğu onlarca kişi yaşamını yitirdi. 2011 KCK operasyonları kapsamında tutuklanan yüzlerce kişinin mahkemelerde anadilde savunma talebine ilişkin Türk mahkemeleri Kürdçe için “bilinmeyen bir dil” yanıtını vermiş ve Kürdçe savunma taleplerini reddetmişti. 2012 yılında ise, PKK’li tutsakların anadilde savunma için başlattıkları açlık grevinin ardından 12 Kasım 2012 tarihinde çıkan 5271 sayılı “Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” kapsamında yapılan değişiklikle “Savunmasını kendisini daha iyi ifade edebileceği başka bir dilde yapabilir” şartı getirilmişti. Böylece Kürdlerin, tercüman yoluyla ana dillerinde savunma yapmalarının önü açılmıştı, ancak Türk mahkemeleri kendi koydukları yasaları uygulamaktan da geri duruyor. 20 Temmuz tarihinde Suruç’ta yaşanan patlamanın ardından 33 kişinin hayatını kaybetmesini protesto etmek amacıyla Erzurum H Tipi Kapalı Cezaevi’nde bir grup tutuklu iki günlük açlık grevine girme kararı aldı. Açlık grevinin ardından tutuklu ve hükümlüler hakkında cezaevi idaresi tarafından bir aylık hak mahrumiyeti cezası verildi. Buna göre havalandırma, kütüphane, görüş ve mektup gibi yasaklarla karşı karşıya kalan tutuklu ve hükümlüler cezaya itiraz etti. 1 Eylül 2015 tarihinde itirazı kabul edilen tutuklu ve hükümlüler mahkemeye çıkarıldı. Mahkemede Kürdçe savunma talebinde bulunan tutuklulara Yargıç Seval Akkaş hakaret etti. Konuyla ilgili İHD Erzurum Şubesi’ne mektup gönderen tutuklu Selman Gülbahçe yaşadıklarını anlattı. w E Sîdar Mîran ur d Yargıç: Kürd yoktur, Kürdçe savunma edebsizliktir! “Askerler mahkemeden sonra tutuklulara müdahale etti” Mahkeme esnasında kadın Yargıç Seval Akkaş sık sık jandarmalara dönerek tutuklular hakkında ‘bunlar Ermeni dölüdür, bunlara yem verirseniz bunların önü alınmaz’ şeklinde tahrik edici ifadeler kullandığını belirten Medeni Aygül, hâkimin jandarmalara “ben kadın halimle bunlarla mücadele ediyorum, siz yan gelip yatıyorsunuz” dediğini söyledi. Hâkimle ilgili Adalet Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunduklarını belirten Aygül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bize 12-13 kişiden mektuplar geldi. Bu mektuplardan gördüğümüz kadarıyla toplam 150 kişi bu durumda ve hepsi de mağdur.” Aygül, Hamza Bulut adlı tutuklunun kendilerine gönderdiği bir mektupta ise, askerlerin Yargıç Akkaş’ın sözlerinden etkilenerek mahkeme çıkışında mahkûmlara saldırdığını söyledi. “Güzel iş çıkardık” Sokağa çıkma yasakları, çatışmalar ve sivil ölümleri hakkında dikkat çeken açıklamalar yapan İçişleri Bakanı Selami Altınok, “Terör bu memleketi rahatsız ettiği müddetçe biz o rahatsızlığı giderebilmek için ne lazımsa yapacağız. Arkadaşlarımız çok güzel işler çıkardılar. Devlet otoritesi ve kamu düzenine karşı ne yapılıyorsa arkadaşlarımız onun karşılığını” vereceklerini söylüyor. “Devlet ve PKK Cenevre Sözleşmesi’ne uymalı” Sivil ve çocuk ölümlerinin en sık yaşandığı İl olan Şırnak’ta Baro Başkanı Noşirevan Elçi, savaşın bir an evvel sivil alanlardan uzak tutulması gerektiğini söylüyor. Özellikle kolluk kuvvetleri olmak üzere hem devletin hem de PKK’nin Cenevre Sözleşmesi’ne uyması gerektiğini belirten Elçi, “Şimdiye kadar 21 çocuk hayatını kaybetti. Bu durum Cizre’de hiçbir sorun yokken 9 gün boyunca sokağa çıkma yasağı gibi ve sivil ölümleriyle devam ederse bu savaş devlet ile PKK savaşı olmaktan çıkar devlet ile halk savaşına dönüşür” diyor. “Yargılanma korkusuyla hastaneye gidemiyorlar” Batı’da yaşanan yasadışı eylemlerde polislerin takip ve baskınlarla “suçluları” yakaladığını söyleyen Elçi, “Eğer Kürdistan’da böyle bir durumun olduğu iddia ediliyorsa sokağa çıkma yasaklarıyla ve sivilleri öldürerek değil Batı’da yaptıkları gibi yapsınlar. İstanbul’da suçluları yakalamak için semtlerde sokağa çıkma yasağı mı ilan ediliyor? Bir an önce bu duruma son verilmelidir. Çünkü bu savaş en çok çocukları vuruyor. Bugüne kadar 20’nin üzerinde çocuk hayatını kaybetti. Bunun yanı sıra çok sayıda çocuk yaralandı. Ancak ağır yaralı çocuklar dışında diğer çocuklar yargılanma korkusuyla hastaneye bile başvuramıyor” sözleriyle son yaşananları değerlendiriyor. Elçi, yaşanan çocuk ölümleri için bölge baroları, Şırnak Barosu ve insan hakları savunucuları olarak hukuki yollara başvuracaklarını da sözlerine ekliyor. “Şehitlerimizin kanı için öldürün” Diyarbakır İnsan Hakları Derneği Başkanı Raci Bilici de bölgede yaşanan çocuk ölümleri için “Polisler sokağa çıkma yasağının olduğu kentlerde araçlarından ‘Şehitlerimizin kanı için öldürün’ anonsları yaparak sivil ölümlerine çağrıda” bulunuyor diyor. Bölgede savaşın gittikçe derinleştiğini ve böyle devam ederse çocuk ölümlerinin artacağı endişesine dikkat çeken Bilici, “Her iki taraf da Cenevre Sözleşmesi’ne uymalı” diyor. “40 yıllık savaş geleneği bu sorunun silahlarla çözülemeyeceğini gösterdi” diyen Bilici, sözlerini şöyle sürdürüyor; “Bölgede kolluk kuvvetleri gelişi güzel hareket ediyor. Çocuk, yaşlı ve kadın demeden öldürmeye devam ediyor. Savaşın başladığı günden bu yana sık sık savaşın sivil alanlardan uzaklaştırılması ve müzakereye dönülmesi için çağrıda bulunuyoruz. Ancak çağrılarımıza cevap ölümlerle geliyor. Ne yazık ki çift taraflı ateşkes ilan edilmezse ve müzakere masasına dönülmezse ölümler katlanarak artacaktır. Her iki taraf da kudretini ölümlerle değil müzakare de barışı konuşarak göstermelidir.” Yaralı çocuklara soruşturma HDP Şırnak Milletvekili Aycan İrmez de son süreçte öldürülen çocuklar için, “Çocuklar devlet terörünün hedefinde” diyor. Öldürülen çocukların kamuoyunda görülmediğini ve devletin ısrarla “öldürülenler terörist” açıklamasını hatırlatan İrmez şöyle dedi: “Bölgede yürütülen savaşta 7’den 77’ye herkes hedefte. Çocukların ve sivil halkın can güvenliği maalesef yok. Herkes her an öldürülme tehdidiyle karşı karşıya” sözleriyle bölgedeki gelişmeleri aktarıyor. İrmez de Noşirevan Elçi’nin dediğini tekrarlayarak çoğu yaralı çocuğun hastaneye gidemediğini gidenlerin de gözaltına alındığını söylüyor. Ağır yaralı olmayanlar dışındaki yaralı çocukların evlerinde tedavi olduğunu belirten İrmez, “Aileler korkudan çocuklarını hastaneye götüremedikleri için evde tedavi etmeye çalışıyor. Polis gözetiminde doğru düzgün tedavisi yapılamıyor. Yapılsa bile polisten kaynaklı ciddi bir psikolojik baskı olduğunu söyleyebiliriz. Şırnak’ın her tarafında hastaneye götürülenlerin büyük bir çoğunluğu çocuktu. Silopi’de hastaneye giden 11 kişinin 5-6’sı çocuktu. Ve bunların hepsi de soruşturmaya maruz kaldı.” 13 Sözde ısrar edelim SENNUR BAYBUĞA Yazı yazmak ve olan biteni insanlara anlatmak dışında bir işi olmayan gazetecilerin, her türlü iktidar ve ‘güç’ tarafından, aynı yöntemle değil, silahın ve fiziksel gücün şiddeti ile susturulmaya çalışılması genelde kimsenin yadsımadığı bir şey yazık ki. Haber alma hakkına kutsallık atfedecek değilim ama siyasetin ve hukukun da sürekli kendi meşrebince saf tuttuğu bu lain durum, kafa yapımız değişmedikçe de sürüp gidecek gibi görünüyor. 1909 yılında Adem Yavuz’un uğradığı suikastle işe başlarsak, onlarca ismin bulunduğu bir ‘infaz edilenler’ listesi çıkıyor karşımıza.. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Cavit Orhan Tütengil, Hrant Dink, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Ümit Kaftancıoğlu, İzzet Kezer, Metin Göktepe.. sayarken bile adlarını atladığımız gazeteciler. Münferiden kendi yazıları nedeni ile şiddete maruz kalan gazeteciler dışında sistematik olarak kurulduğu tarihten beri en çok cinayete kurban veren gazete Özgür Gündem gazetesi. Bu gazete ve maruz kaldığı şiddetin tarihi bu ülkede hem Kürdlerin ve belki de hem de aslında gazeteciliğin acı-yalın tarihinden başka bir şey değil. Aralık 1994 tarihinde Kadırga’da bulunan gazete merkezinin bombalanması ve ulaşım çalışanı Ersin Yıldız’ın ölmesi Özgür Gündem gazetesinin başına gelen ilk olay değildi. Bu gazete kurulduğu tarihten itibaren 8 muhabir ve yazarı ile 19 dağıtımcısını, çoğu faili meçhul cinayete kurban verdi. Gazeteci Hafız Akdemir 8 Haziran 1992 tarihinde Diyarbakır’da, Yahya Orhan 31 Temmuz 1992 tarihinde Gercüş’te, gazeteci Hüseyin Deniz 10 Ağustos 1992 tarihinde Ceylanpınar’da, Musa Anter 20 Eylül 1992 tarihinde Diyarbakır’da, Kemal Kılıç 18 Şubat 1993 tarihinde Akçakale’de, Cengiz Altun 24 Şubat 1992 tarihinde vurularak öldürülmüştür. Burhan Karadeniz, 5 Ağustos 1992 tarihinde Diyarbakır’da uğradığı silahlı saldırı sonucu 19 yaşında felç olmuştur. . Ferhat Tepe 28 Temmuz 1993 tarihinde kaçırılmış ve 4 Ağustos 1993 tarihinde ölü olarak bulunmuştur. Gazetenin 17 yaşındaki muhabiri Nazım Babaoğlu, 12 Mart 1994 tarihinde bir haber için Siverek’e gitmiş, kendisinden bir daha haber alınamamıştır. Burada sayılan isimler, genç muhabir ve gazeteciler isimleri çoğumuz tarafından bilinmeyen belki imzaları ile yazısı dahi gazetelerinde çıkmayan insanlardı. Ve bu ülkede cinayete kurban giden gazeteciler de dahil tümümüzün sessizce izlediği cinayetlere kurban gittiler. Bir hafta önce Diyarbakır’da Kürd haber ajansları basılmış onlarca gazeteci gözaltına alınmış, iktidar ve yaygın ‘fikriyat’ izinsiz arama ve iğdiş etme alışkanlığını bir kez daha sergilemiştir. Ve dün de İslami basından gelen Ahmet Hakan sadece yaptığı gazeteciliği beğenmeyen iktidar müritlerince evinin önünde kemiklerini kıracak kadar ağır şiddete maruz bırakıldı ve şu anda hastanede. Tüm yukarıda sayılanlar, iktidar devlet ve gazeteciye gösterilen muamele hakkındadır. Sol ya da sağ basının da kendi muhaliflerine yönelik barışçıl ve saygılı bir tutum içinde olduğunu söylemek zor. Roni Margulies’in ailesinin yanında, kendisini yeteri kadar solcu bulmayanlarca maruz bırakıldığı şiddet, Melih Altınok’un söyleşi için gittiği yerlerde uğradığı sol fiziksel şiddet görmezden gelinecek girişimler değildir. İlhami Soysal Akşam gazetesinde Genelkurmay başkanını hukuka davet eden yazılar yazdığı dönemde 8 Eylül 1966 gecesi evinin önünden kaçırılır. Onu kaçıranlar, “Sen kim oluyorsun da bizim komutanlarımızı tenkit ediyorsun ?” diyerek öldüresiye dövüp Çayyolu Köyü’nde yol kenarına atarlar... İlhami Soysal ölmez ve olayın arkasında dönemin Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ın olduğunu ortaya çıkarana kadar ısrarla araştırmasına devam eder: Ve kendisini döven subaylara emir verenin Genelkurmay Başkanı olduğunu ispat edince de dönemin Başbakanı Demirel tarafından Cemal Tural görevden alınır. İlhami Soysal ölmemiştir, okurları ve saygınlığı artmıştır. Sözü olmayanın silahının olduğu günlerden geçiyoruz. Sözde ısrara devam edelim. 14 BasHaberSÖYLEŞİ 5 - 11 Ekim 14 2015 OKURDAN DİASPORA BasHaber 5 - 11 Ekim 2015 15 SÖYLEŞİ 15 Fransa: Kürdoloji’nin merkezi A Mahsus mahalden BasHaber’e ‘görülen’ mektuplar Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş, Rabia Çetin / Diyarbakır: Mustafa Turan / Emin Kan / Ankara: Salih Batırhan İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa İdare Müdürü: Esin Alp Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal “Ülkemizdeki ölümler son bulsun” Bir başka okuyucumuz ise mektubunda gazetemize ulaşabildiği için teşekkür etmenin yanı sıra dışarıda yaşanan ölümlere dair şunları söylüyor; “Dilerim ülkemizdeki ölümler bir an önce son bulur ve barışa dönülür…” “Sayenizde her parçadan haber alıyorum” Yine uzun yıllardır tutuklu bulunan bir okuyucumuz da hapishanede bizden aldığı haberler için şöyle yazıyor; “ Gazeteniz kısa bir süre önce bir arkadaşın vesilesiyle elime geçti. Sayenizde Kürdistan’ın her bir parçasından haberler aldım. Bunun için sizlere çok teşekkür ediyorum. Gazetenizin geldiği Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. .a .o ur d ak rs iv “Nefes almadan okudum” 19 yıldır tutuklu bulunan bir başka okuyucumuzun mektubu; “PKK davasından dolayı 19 yıldır tutuklu bulunuyorum. Daha 11 yılım var. Geçtiğimiz günlerde gazeteniz elime ulaştı. Eski bir sayı olmasına rağmen nefes almadan okudum. Bundan sonra da okumak istiyorum” vrupa’nın neredeyse tüm ülkelerine göçen Kürdler’in, bu kıtada yoğun olarak yerleştikleri ülkelerden biri Fransa. Geçmişi Haçlı seferlerine kadar giden Kürd-Fransız ilişkileri, özellikle Fransız araştırmacıların Kürdlerle ilgili yaptıkları tarihi çalışmalarda önemli bir yer ediniyor. Fransız araştırmacılar ve Kürdler’in ortak bir şekilde oluşturdukları Kürdoloji Kürsüsü Kürd dili ve edebiyatı konusunda önemli eserlere imza atarken, Fransa Kürdoloji’nin de hem tarihi hem de yaptığı çalışmalar itibariyle merkezi haline gelmiştir. Haçlı Seferlerine kadar dayanan KürdFransız ilişkileri, tarih içerisinde Kürdlere ilişkin değerli çalışmaların ortaya çıkmasına da zemin oldu. Haçlı savaşları döneminde Kürdlerle tanışan Fransız şövalyelerinin 10. ve 11. Yüzyılda Küdus’ü almak için Ortadoğu’ya geldiklerinde Kürdlerle tanışırlar. Sefer sırasında Selahattin Eyyübi ve Kürdlerle tanışan Frenk şövalyeler, Selahattin Eyyubi ve Kürdlere ilişkin birçok eser yazarken, Kürdleri hala “Selahadin’in çocukları“ diye anıyor. Selahattin Eyyübi’nin Fransızlar üzerindeki etkisi General Napolyon Bonaport’a kadar devam ederken rivayete göre Fransız General Bapolyon Bonapart onun taktikleri ve disiplini ile ordusunu eğitir. Napolyon ordularının Ortadoğu’ya gelmesiyle birlikte Osmanlı topraklarındaki halkların desteğini almak isteyen Fransa Kürdlerle de ilişkilerini geliştirir. Tarihin değişik safhalarında hem ticaret hem de savaşlar yoluyla birçok defa gelişen FransaKürd ilişkilerinin gelgitli süreçler izledi. 1764 yılında Anquetil Du Peron adındaki Fransız araştırmacı Hindistan’a giderek orada yaşayan Bahdini topluluktan Zerdüştilerin kutsal kitabı Avesta’yı alıp Fransa’ya döner ve Fransızca’ya çevirerek, Avrupa’nın Bahdinî ve Kürdleri keşfetmesini sağlar Bilindiği üzere Avesta’nın Fransızca, ardından Almanca ve diğer çevrilmesi ile birlikte, Alman filozou Nietsche’nin “Böyle buyurdu Zerdeşt“ adlı esere kaleme alındı ve Batı dünyasının Kürdler’in bu kadim dinine ilgi duymasını sağladı. rg arkadaşım başka bir cezaevine nakledildi. Bu nedenle BasNûçe’siz kaldım. Kürdistan’dan haberler almak istiyorum. Beni BasNûçe’siz bırakmamanızı rica ediyorum.” w Daktilo, bilgisayar gibi imkanlar yasak. Burada yaşama hakim kılınmak istenen, genelgeler, kurallar ve kameralardır. Sohbet ve spor yerine gidip gelmek için defalarca aramadan geçiyorsun. Ve daha birçok sorun. Aslında mektubumu Kürdçe yazacaktım. Ama maalesef Kürdçe mektuplarımız aylarca bekletiliyor. ‘Tercüman yok’ diyerek aylar sonra mektuplarımızı gönderiyorlar. Türkçe mektuplarda böyle bir sorun olmuyor. Sanırım bize “Türkçe yaz, çok yaz” denilmek isteniyor. Burada ben ve bazı arkadaşlar edebiyatla ilgilenerek geçiriyoruz günlerimizi. Şimdiye kadar 1 deneme, 1 öykü ve 2 şiir olmak üzere 4 kitabım yayımlandı. Ancak kitap yazarken gönderdiklerimiz el yazısı olduğu için yayınevleri de pek ilgi göstermiyorlar. Çünkü hepsini bilgisayara geçirmek onlar için yorucu oluyor. BasNûçe’de renklilik ve farklılık var. Ancak cezaevi kampusu içerisinde bulmakta zorlanıyoruz. Kampuse getirilmesi için talepte bulunacağız. Ancak cezaevi bürokrasisi ağır işler. ” w da teklilik var. Çok ağır bedeller ödendi. Umarım ki bu bedellerin değeri bilinir ve bu ‘tek’lilik anlayışından vazgeçilir. Bu konuda karamsar değilim. Yeter ki aydınlarımız da ağırlıklarını koyup gerçekleri halka göstermekte rol sahibi olsunlar. Dışarıda yaşanan olayların hapishanelere yansımaları çok daha ağır oluyor. Misal Kobanê. Kobanê’ye dair yaşadıklarımızı anlatabilmem, o yoğun duygularımızı anlatabilmem için bir dil, iki dil, üç dil yetmez. Feqiyê Teyran’ın dediği gibi ‘Xwezî min sed serî hebana / Sed hezar dev pê ve bana/ Ew hemû li methê te bana / Hêj bi wan noqsan im ez.’ Kobanê’de çocukluğumun sokakları yıkıldı. O bombalar bir şehrin ruhunu kurtarmaya çalışırken, bedenini yok etti. Tuhaf duygular içindeyim. İşte önemli olan o ruhu kurtarmaktır. Yani var olmak için yaşamından feragat etti. Kobanê metaforik olarak tam da halkımızın durumunu gözler önüne seriyor. Varoluşumuzu korumak için ‘bedenimizden’ vazgeçtik sayılır. Var olmak ile yaşamak arasında bir tercih. Ne olursa olsun bir halk için var olmak yaşamaktan daha önemli. Tarihte bunun binlerce örneği bulunmaktadır. Ama bir halkın özgürlük anlayışı çok önemli. Özgürlük bağımlılıkla olmaz. Özgürlükte minnettarlık olmaz. Halkımız bunu öğrendiği taktirde gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşur. Bağımlılıktan kurtulmak en sahici özgürlüktür Cezaevlerinde yaşadığımız hak ihlallerinin en güncel örneği ise Kürdçe mektup yazamamak. Günlük olarak, normal insani ihtiyaçlar açısından birçok problem var. Üç kişilik odalardayız. Diğer arkadaşlarımızla görüşmemiz genelgelere ve belirlenen birkaç saate bağlı. Telefon haftada 10 dakika, görüş ise haftada bir saati geçmez. Yemekler yenilemeyecek türden. Sağlık sorunları yoğun olarak var. Dışarıyla irtibatımız sadece mektupla oluyor. w K ürd medyasında yeni bir soluk olarak yayın hayatına başladığı günden beri okur yelpazesini genişleten ve kısa sürede ciddi bir prestij edinen gazetemiz BasHaber / BasNûçe’ye cezaevlerinden de yoğun ilgi söz konusu. Onlarca cezavinde bulunan yüzlerce tutuklu ve hükümlüye ulaşan BasHaber / BasNûçe’ye kısa süre içinde yoğun bir mektup akışı başladı. Gerek habercilik anlayışı gerek yayın politikası ve gerekse de içerik bakımından destek mahiyetinde elimize ulaşan onlarca mektupta cezavelerindeki okurun yayınlarımıza duyduğu memnuniyeti dile geliyor. Çoğunlu F Tipi cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlü okuyucularımızın mektuplarını yayınlarken güvenlik gerekçesiyle isimlerini ve bulundukları hapishaneleri saklı tutuyoruz. Sözün devamı hükümlü ve tutuklu okurlarımızın mektubunda. 30 yıl hüküm alan ve 19 yıldır cezaevinde bulunan Kobanêli bir okuyucumuzun satırları: “Rojava’da yaşanan kimi çelişkilerin nedenlerini ve detaylarını bilmiyorduk. BasNûçe’yi okuduğumda yeni bilgilere ve objektif sonuçlara ulaşabilme şansım oluyor. Biz televizyondan izlediklerimizi, radyodan dinlediklerimizi, gazetelerden okuduklarımızı, mantık ve vicdan süzgecinden geçirerek doğru bir sonuca ulaşmaya çalışıyoruz. BasNûçe mantık ve vicdana dayalı yayın yaptığı için işimizi kolaylaştırıyor. Böylece enformasyon gereksinimimiz objektif bir mecrada giderilmiş oluyor. Kürd siyasal hareketlerinin bir olmak anlayışından vazgeçerek birlik olmayı esas almalarını umuyoruz. Biraz tarihten ders çıkarılırsa bir olmanın sakıncaları ve ne kadar tehlikeli olduğu anlaşılır. Birlik içinde olmakta ise renklilik ve zenginlik var. Ama bir olma- Zerya Nergis Fransa, Kürdoloji’nin merkezlerinden biri 1895 yılında Fransa’da kurulan Yaşayan Doğu Dilleri Okulu’nun bünyesinde Kürdlerle ilgili çalışmalar yürütülür. Akabinde 20. Yüzyılın başında Fransız üniversitelerinin gündemi haline gelen Kürdoloji, 1945 yılında Yaşayan Doğu Dilleri Okulunun bünyesini ilk kürsü olarak kurulur. Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Sykes-Picot anlaşması ile birlikte İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı topraklarını işgal edip, Kürdistan’ı bölüştürmesi sürecinde Fransa’nın Kürdlerle aktif ilişkisi başlar. Urfa, Antep Maraş, Amudê, Afrîn gibi Kürd kentlerini işgal eden Fransız ordusuna karşı Kürdler Rojava ve Kuzey’de ciddi direnişler göstererek, bölgeden çekilmelerine neden olur. Suriye ve Lübnan’da mandater rejimler kuran Fransız bilim adamları, diplomatları bu dönem, Beyrut, Şam ve Rojava’ya sığınmış çok sayıda Kürd aydını ve siyasetçisi ile tanıştı. Bu tanışıklık, Şam ve Lübnan’da modern Kürd gazeteciliğinin ilk örnekleri olan Hawar, Jiya Nû ve Stêrk gibi dergilerin yayınlanmasına neden oldu. Bu süreç İkinci Dünya Savaşı yıllarında da yoğunlaştı. Kamuran Ali Bedirxan ve Lescot’un dostluğu Birinci Dünya Savaşı’nda Fransızlarla iyi ilişkiler geliştiren ve Fransızca’yı çok iyi bildiği için bir savaş dergisi çıkaran Kamuran Ali Bedirxan, Fransa’da Selahattin Eyyübi’den sonra en çok tanınan Kürd şahsiyetidir. Dönemin Fransız generalleri ve bürokratları ile iyi ilişkileri olan Kamuran Ali Bedirxan, bu ilişkileri sayesinde Fransa’da iki önemli çalışma yürütür. Bunlardan biri Fransız Roger Lescot ile birlikte Kürdoloji KürKürdolojinin merkez- Fransa’da lerinden biri olmasına rağmen halen Kürdçe eğitim veren bir okul olmadığını dile getiren Doç. Dr. Musa Kaval, Fransa’da yaşayan Kürdler’in de Kürdçe eğitim konusunda herhangi bir girişimde bulunmadığını belirtti. Eğitim ve akademi yaşamını Fransa’da geçiren Dr. Kaval Kürdçe’nin sadece evlerde konuşulduğunu ve Fransa’daki Kürdlere ait derneklerde iste- sününü kurulması iken bir diğeri de Fransız Dışişleri Bakanlığını Kürd öğrencilere burs vermeye başlamasıdır. Fransa’da okuyan Kürd öğrenciler Kamuran Ali Bedirxan’ın katkılarıyla eğitimlerini sürdürebiliyorlar. Yine Kamuran Ali Bedirxan’ın projesi olan ve ölümünün ardından kurulan Paris Kürd Enstitüsü yürütülen çok önemli çalışmalardan biridir. Bedirxan, Lescot ile birlikte Kürd Dili Grameri adlı eseri de yazmıştır. Kürdistan, Suriye ve Lübnan’da Mir Celadet ve Kamuran Ali Bedirxan ile birlikte, Kürdçe gramer ve folklorik eserlerin derlenmesi konusunda çok önemli çalışmalar yürüten anılan dönemde bölgede bulunan Araştırmacı Roger Lescot, Kürdoloji Kürsüsü’nün ilk başkanlığını yapar. Ölümünün ardından Kürdoloji Kürsüsü’nün başkanlığını yapan Kamuran Ali Bedirxan, yaşamının sonuna kadar da bu çalışmayı yürütür. Kürdoloji çalışmaları sonucunda Fransa’da çok sayıda kurum kuruldu. Bunların başında Kamuran Ali Bedirxan’nın da projesi olan ve ölümünden birkaç yıl sonra kurulan Paris Kürd Enstitüsü yer alıyor. 1983 yılında Fransız Kürdologlar ve Kürd aydınları tarafından kurulan Paris Kürd Enstitüsü, Kürdçe ile ilgili çok önemli çalışmalar yaptı. Bu kurumun bünyesinde yıllarca Kürdçe dergi, çok sayıda Kürd tarihi ve kültürü ile ilgili kitaplar yayınlanırken çok sayıda yabancı araştırmacı ise Paris Kürd Enstitüsü’nün desteğiyle Kürdlerle ilgili önemli çalışmalar yürüttüler. Böylece Fransa Avrupa’da Kürdolojinin geliştiği en önemli merkezlerden biri halini aldı. Fransa’da 200 bin Kürd Osmanlı topraklarında 1915 yılında gerçekleşen Ermeni Tehcirinin ardından çok sayıda Kürdistanlı katliamdan kurtulan Ermeniler ile birlikte Suriye ve Lübnan üzerinden Kiliselerin yaptığı organizasyonlarla Fransa’nın Marsilya kentine göç ederler. Fransa’daki Ermeni kolonisinin oluşmasının ardından özellikle Lübnan ve Rojava’dan birçok Kürd 1. Dünya Savaşı yıllarını izleyen süreçte Fransa’ya göçmeye başladı. Kürdler’in Fransızlarla bazı dönemlerde yolları kesişse de bu ülkeye ilk toplu Kürd göçünün 1971-72-73 yıllarında Türkiye ile yapılan işçi anlaşması olduğu söylenebilir. Hem Türkiye’nin para ihtiyacını karşılamak hem de Avrupa’nın işçi ihtiyacını karşılamak için yapılan bu anlaşma sonucu Almanya’ya gibi Fransa’ya da binlerce Kürd göçer. Ardından ailelerini yanlarına almaya başlayan Kürdler’in Fransa’daki sayısı ise gün geçtikçe artmaya başlar. Türkiye’de gerçekleşen 1980 askeri darbesi ile birlikle bu kez binlerce politik Kürd sığınmacı olarak Fransa’nın yolunu tutar. Sadece Türkiye’den değil Kürdistan’ın diğer parçalarında da yaşanan çatışmalar, savaşlar, darbeler ve baskılar tüm parçalardan ve Kafkasya’dan Kürdler’in Fransa’ya göçmesine neden oldu. Çoğunlukla Kuzey Kürdistanlı Kürdler’in göç ettiği Fransa’da yaklaşık olarak 200 bin Kürd yaşıyor. Uzun zamandır Fransa’ya göç etmiş ve eğitimlerini tamamlamış olan Kürdlerden Fransız bürokrasisinde yer alanlar da var. Fransa siyasetinde daha çok mahalli meclisler ve belediyelerde yer alan Kürdler, bakanlıklara bağlı birimlerde ve siyasi partilerde de yer alıyor. Özellikle François Mitterand’ın başkanlığı döneminde hümaniter etkinlikler yapan eşi Daniella Mitterand’ın Kürdlerle geliştirdiği ilişkiler, Paris’te Kürdistan temalı uluslararası konferans ve çalışmalar burdaki Kürd diyasporasının aktif olarak politika yapmasından kaynaklanmaktadır. Fransa’daki Kürd etkinliklerini marjinalize etmeye yönelik Kürdlere karşı yapılan ve Sakine Cansız ile birlikte 3 Kürd kadın siyasetçisinin katledildiği cinayetler de Fransa’nın Kürd meselesindeki dahlinin bir sonucu olarak yorumlanıyor. Fransa devletinin son zamanlarda Erbil Hükümeti ve Rojava’daki Kürdler ile geliştirdiği ilişkiler ve IŞİD karşıtı koalisyona katılması da dönemin ilgi çekici gelişmelerinden biri. Kürdçe eğitim veren okul yok yenin ders alabildiğini kayderek, “Kürdler’in kendi kültürlerini, dillerini büyütmeleri ve geliştirmelerini sağlayacak alanlar yok. Fransa toplumu içindeki yerlerini layıkıyla alabilmelerini sağlayan alanlar yok. Bir entegrasyon durumu söz konusu olsa da bir yabancılaşmadan da bahsedebiliriz. Yeni kuşaklar kendi dilleri ve kültürlerin- den kopuk yetişiyor. Böyle devam ederse birkaç kuşak sonra Kürdçe’yi unutacaklar. Kürdler’in burada iki şeyi yapmaları gerekiyor. Birincisi iyi eğitim alarak Fransa toplumu içindeki yerlerini alarak entegre olmaları ikincisi ise kendi kültürlerini, dillerini ve kendilerine ait öğeleri yaşatmaları korumalarıdır. Fransa bunu bir zenginlik olarak görüp kabul ediyor. Kürdler’in bu konuda çalışması gerekiyor” dedi. 16 SÖYLEŞİ BasHaber 5 - 11 Ekim16 2015 MÜZİK Sakina: Müziğimizin eleştirmenlere ihtiyacı var rg .o ur d ak ve özlü kullanımı, sözün gücü çok önemli. Eski Kürd müziğinde sözün gücü inanılmaz derecede belirgindir. Fakat bugünün müziğinde bu kalite önemsenmiyor. Sözcükler bir araya getirilerek şarkılar yapılıyor. Hikayeleri yok. Halbuki muhakkak şarkıların hikayeleri olmalı. Ve doğru bir dil ile anlatılmalı. Doğru kullanılırsa dile büyük hizmet eder” dedi. Özellikle Kürdçe’nin Zazaca lehçesine özel yer verilmesi gerektiğinin altını çizen Sakina, “Zazaca kaybolmakla yüz yüze olan bir dil. Ve unutulmaması için müzik alanında ciddi çalışmaların yapılması gerekiyor. Özellikle Zaza sanatçıların daha özverili bir şekilde bu konuya eğilmesi gerek. Hepimizin Zazaca’nın diri tutulması için üstümüze düşen büyük sorumluluklar var” dedi. iv rs .a ‘Dünya müziği olarak tanımlıyoruz’ Kendini herhangi bir müzikal kalıp içine sokamadığını aktaran Sakina, yaptığı müziği ise batı enstürmental elementleri taşıyan etnik ve klasik müzik olarak tanımlıyor. Üç kadın olarak oluşturdukları Trio Mara grubunun tamamen batı enstürmanlarıyla çalıştıklarını dile getiren Sakina, esas olarak Kürdçeyi ve Kürdlerin anonim eserlerini batı enstürmanları ile harmanlayarak gelenekselden kopmayan modern bir tarz yakalamaya çalıştıklarını ve bunu da “Dünya müziği” şeklinde tanımladıklarını belirtti. Çok dilli yaptıkları müzik çalışmalarında Kürdçe’ye ağırlık verdiklerini dile getiren Sakina, “Müziğin barışçıl dilini çok önemsiyorum. Anadolu’nun bütün renkleri, dilleri ve kültürleri yüzyıllardır katliam ile karşı karşıya. Yaşanan trajediyi, kayıpları, ölümleri, genç yaşta yitirdiklerimizi dile getirmeye çalışıyoruz. Hayatımız normale dönemediği için müziğimizde normale dönemiyor” dedi. w Trio Mara’dan yeni albüm müjdesi 2006 yılında Avrupa’nın yolunu tutan Sakina’nın profesyonel müzik yaşantısı da bu tarihte başlar. 10 yıllık profesyonel müzik çalışmalarında 4 albüme imza atan Sakina’nın ilk solo albümü dışında albümlerinin çoğu hem ortak projeler hem de anonim şarkılardan oluşuyor. Sanatçı Sakina çıkardığı ilk solo albüm ‘Roye Mi’nın, ardından ikinci albümü Trio Mara ‘Ep Maxi’, üçüncü albümü ise Trio Mara ‘Deri’ son olarak da Anadolu Quartet ile ‘Köprü’ adında bir albüme imza atar. Albümlerinde stüdyodan ziyade konser kayıtlarının yer almasını tercih ettiğini belirten Sakina, “Bu zor bir iş. Çünkü stüdyolarda hataların düzeltilmesi mümkün iken canlı kayıtta mümkün olmuyor. Yani günahınızla, vebalinizle ortadasınız. Çok daha gerçektir ve sıcaktır. O nedenle canlı performans kayıtlarını daha çok önemsiyorum. Dinleyicilerden aldığım tepkiler ise oldukça olumlu. Güven ve güç verici mesajlar alıyorum” diye konuştu. Türkiye’de dağıtımı yeterince yapılmayan ‘Roye Mi’ albümünün İngiltere’de basılarak 64 ülkede yayınlandığını dile getiren Sakina, albümün isminin ise Kürdistan’dan şarkılar olarak yeniden düzenlendiğine işaret etti. Ayrıca Avrupa’da sürgünde yaşayan üç Kürd kadın tarafından oluşturulan ve kadınlar tarafından söylenen, kadına dair geleneksel anonim şarkıların keman ve piyano eşliğinde doğu dillerindeki şarkıları batı müziğiyle birleştiren bir grup olan Trio Mara’da yer alan Sakina, yeni albüm çalışmasına başladıklarının müjdesini vererek albümün yakında dinleyicileriyle buluşacağını belirtiyor. w inema yönetmeni Halil Uysal’ın çektiği Beritan adlı filmin müziği ile tanıdığımız Sakine Teyna, o günden bu yana sesi ve yorumuyla adından sıkça söz ettiren bir sanatçı. Feminist kimliği ile de ön plana çıkan Sakina Teyna, Kürd müziği ve sanatında yaşanan sıkıntıların giderilmesi ve daha kaliteli bir hale gelebilmesi için Kürd sanat ve müzik eleştirmenlerine büyük bir ihtiyaç olduğunu söyledi. Kendi ifadesiyle çocukluğundan beri ve dinleyicinin de Halil Uysal’ın çektiği Beritan Filmi ile sesini keşfettiği Sakina Teyna, berrak sesi ve orijinal yorumuyla kısa sürede dinleyicilerinin gönlünde yer aldı. Vartolu olan Sakina, daha çocukken bağlama çalan dört abisine vokal yaparak Alevi deyişleri ve müziği ile hep iç içe olur. Trakya Üniversitesi’nde öğrenci iken 1991 yılında kurulan Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) bünyesinde müzik çalışmalarına başlayan Sakina, Koma Mezrabotan grubunda bir süre vokalistlik yaptıktan sonra o dönemin siyasi atmosferinin etkisiyle gerillaya katılır. Üniversitedeki amatör müzik grubu ve MKM bünyesindeki müzik çalışmaları sürerken gerillaya giden Sakina, 1991 yılından 2006 yılına kadar dağlarında kalır. w S Helîn Yılmaz “Zazaca’yı yaşatmak için özveriyle çalışmalıyız” Kürdçe müzik yapanların dilin doğru kullanımı için Kürdçe ile çok sıkı bir bağ içinde olması gerektiğine vurgu yapan Sakina, “Bunun bir ilke olması şart. Ben Zaza’yım, Soranca ve Kurmanci biliyorum. Repertuarımda Soranca şarkılar da var ama yine de dilin doğru kullanımı için Soran arkadaşlarımdan destek alıyorum. Sanatın her alanı için dilin doğru ‘Çok satanın iyi olduğu yanılgısı var’ Kürd sanatçıların Avrupa’da yaşadıkları sıkıntıların başında sanatı ele almada bir mentalite eksikliği olduğuna işaret eden Sakina, bu durumun verilen emeğe rağmen ürünün kalitesinin düşük olmasına neden olduğunu belirtiyor. Kürdlerde kendinden olana saygı göstermesi konusunda yetersizlikler olduğunu dile getiren Sakina, şunları söyledi: “Ben şuna inanıyorum; İnsan kendinden olana saygı gösterir, kendinden olanı yüceltir ve severse aynı ölçüde başkalarına da değer verebilir. Bu noktada popüler kültüre kayış var. Çok satanın en iyi olduğu gibi bir yanılgı var. Bu buradaki Kürd sanatçılarının temel problemlerinden biridir. Özellikle örgütlere dayanan sanatçılarda ciddi bir rehavet meydana getiriyor.“ ‘Kürdçe olunca doğal olarak politik oluyor’ Sanat ve siyaset ilişkisini de ele alan Sakina, bunların birbirinden kopuk olmaması gerektiğini ancak dengeli bir ilişkilerinin olması gerektiğini vurguladı. “Kürdçe politiktir” diyen Sakina Kürdistanlı sanatçıların doğal olarak böyle bir sürecin içine girdiğini sözlerine ekleyerek şöyle devam etti: “Ne yaparsanız yapın Kürdçe olunca politiktir. Siyasetle sanatı birbirinden koparamazsınız ama ne sanatı siyasetin içine, ne de siyaseti sanatın içine koyabilirsiniz. Biri diğerinin üzerinde olmamalı. Sanatçılar sanat yapmalı politika değil. Sanat ve siyaset ilişkisi dengeli kurulmalı, yoksa dezavantajlar içeren özellikle de siyasetin sanatı olumsuz anlamda etkilediği bir şeye dönüşür. Mesela şehitler için söylenen şarkılara bakıyorsunuz güzel olanlar da var ama hiçbir derinliği olmayan şarkılarda var. Burada eleştirdiğim salt ajiteye ve propagandaya dair bir sanatsal üründür. Bir sanatçı olarak hizmet etmek salt ajitatif ve propagandatif şarkılar söylemek anlamına gelmez. Yani müzik sınırlandırılıp bir kalıba sokulamaz. Her şeyi içerir.” ‘Müziğimi uluslararası alanda yapmak istiyorum’ En büyük isteğinin dünyanın birçok yerine kendi müziğini ulaştırmak olduğunu dile getiren Sakina, “Daha çok uluslararası alanda bu müziği yapmak istiyorum. Yine ağırlıklı olarak Zazaca şarkıların yer aldığı bir albüm çıkarmak ve esasında gerçek bir müzik yapmak istiyorum. Tabiî ki bunların yanında en büyük çabam müziğimin benimle uyuşması olur. Bu alanda kendimi Sakina olarak ifade etmeye çalışıyorum. Bir diğeri de uzun yıllar Kürd müziğinde kadınların yaptığı çok önemli çalışmalar oldu. Ama belli bir istikrar sağlanamadı. Bu açıdan Trio Mara projesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Yani profesyonel kadınlar tarafından geleneksel müziğin klasik batı müziği enstürmanları ile icra edilmesi. Aranjesine kadar albümle ilgili tüm çalışmalarımızı kendimizin yapmasının çok önemli bir yenilik olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu. Eleştirmenlere ihtiyaç var Kürd müziğinde ve sanatında yaşanan sıkıntıların başında kalitenin gözetilmemesi olduğunu belirten Sakina, “İnsanlarda şöyle propaganda yaparsam, şunu kullanırsam yol alırım algısı var. Bu zemin kurutulmalı. Böyle olunca belli değerleri sloganik bir şekilde kullanarak, içerikten yoksun sözlerle ifade etmek oluyor. Bu da yetersiz ve kaliteden yoksun olmasını sağlıyor. Bunun ayırt edilmesi gerekiyor. Bunun için dinleyicilerin eleştirel bakmaları ve müzik eleştirmenlerinin eleştirmesi önemli. Bu anlamda Kürd müziğinin iyi eleştirmenlere ihtiyacı var” dedi.