Tik Tak Tik Tak Beyin ve kalp… Zaman durmadıkça birbirini takip eden ve etmek zorunda olan iki kavram. Tıpkı akrep ve yelkovan gibiler. Ne zaman saat bozulur işte o zaman akrep ve yelkovan aynı anda durur, aynı anda durmak zorunda kalır. Yaşamımız boyunca kalbimiz ve beynimiz bizi yönlendirir. Duygular, tavırlar, davranışlar, ilişkiler ve hatta korkular... Daha birçok örnek verilebilir bu konuda kuşkusuz. Ancak insanı en çok etkileyen korku belki de bu örneklerin en önemlisi. Çünkü korku sınırdır, korku beyin ve kalp arasında köprü kurarken, korktukça uzar o köprü. Kötü bir duygudur, sinsidir. Kendinden kaçmasını iyi bildiği gibi insanın içine işler. Kendi kendini beslemesini de iyi bilir. Büyür, büyür ve büyür. Ne bir sınır tanır ne de sonlanır, çoğu duyguda olduğu gibi. Mathea da beyni ve kalbi arasında gidip gelirken bu köprüden bir türlü geçememiş ne yazık ki. Küçükken kapıldığı ölüm korkusunun hayatına mal olacağını ve geri dönüşünün olmadığını nereden bilebilirdi ki? Zaman o küçücük saat kutusundan ibaret olan zaman. Zaman değildir sadece. Zaman yaşamdır, yaşadığımız süredir, yaşamımızdır bizim zamanımız. Bu hususta akrep ve yelkovan birbirini kovalarken; olaylar silsilesinde çırpınırız, düşeriz, kalkarız ama yine en sonunda nefes alacağımızı bilerek hayata tutunuruz. Nefes aldığımız süre boyunca hayata tutunmak ve hayatın akışına kapılmak hayatı dolu dolu yaşamak olacaktır. Aksine hayatı yaşamaktan kaçmak beraberinde birçok korku getirir. Oysaki insan kendisiyle, karşılaştığı zorluklarla ve korkularıyla yüzleşecek güce sahiptir ve sahip olduğunu bilerek yaşamalıdır. Böyle yaşasın ki harekete geçebilsin, yaşamını iyi değerlendirebilsin, bir korkak gibi tik tak sesinin kesilmesini beklemesin. Akıp giderken zaman, geri dönüşü olmayan olaylar genellikle telafisi zor olanlardır. Zor demek az bile kalır, telafisi yok denecek kadar azdır. Mathea sürekli ölüm korkusuna yenilerek bir köşede oturmayı tercih eder. Ancak bunun pişmanlığını yaşlılığının son dönemlerinde, ölümüne en yakın olan zamanda, yaşaması da cabası olmuştur. Ölüm korkusu çoğumuzda vardır elbet. Bu bir örnektir sadece. Korkunun insana pişmanlıklara, telafisi olmayan olaylar yaşatacağına dair bir örnek. Nereye kadar kaçılabilir ki? Trajikomik olacak fakat ölene kadar mı? Hayır! İnsanın insana ihtiyacı vardır her zaman. Destek almak ve yardım istemek ve bunların sonucunda korkularımızı yenmek iyi bir çözüm yolu olabilir. Çevremizdeki insanlar, ailemiz, arkadaşlarımız ve hatta hiç tanımadığımız biri bile yardımcı olabilir bize. İçimizdekileri anlatmadığımız sürece, karşılaştığımız zorlukların çözümlerinin ne kadar kolay ya da ne kadar zor olduğunu bilemeyiz. Bizi korkudan öldüren olaylar kimileri için çocuk oyuncağı olabilir çünkü. Birçok insan psikologları ve hatta psikiyatrları bile bir alternatif olarak göz önünde bulundururken içimizde tutmak, çözüm aramamak niye? İnsan elbette korkar. Büyük korkulara sahip olduğu gibi küçük korkular da besler içinde. Günlük hayatımızda başlangıçta kaygılanacağımız daha sonrasında ise korkacağımız nice olaylarla karşılaşırız. Önemli olan bunların üzerine gitmek ve yüzleşmektir, bana soracak olursanız. Çünkü o zaman insan, yüzleşerek öğrenmeye başlar, hayata karşı bir adım daha dik durur, olgunlaşır ve bu yolda kaçmadan başarmayı, korkularını yenmeyi öğrenir. Nitekim çoğu telafisi olmayan olaylardan ve pişmanlıklardan da kaçınmış olacaktır. Çünkü ertelemeyip yüzleşmiştir ve bunları zamanında yapmıştır. Korkularımızın her anımızda var olabileceğini bildiğimiz bir hayatta, onlarla yüzleşmeyi de iyi bilmeliyiz. Elbette ölüm korkunçtur fakat ondan korkacak vaktimizin olmadığını bizlere sürekli hatırlatan yaşamımız vardır öncesinde. Bu yaşam bize sunulmuş, kalbimiz ve beynimiz de bizim destekçimiz olmuş. Tik tak sesini son nefesimize kadar gümbür gümbür duymak da bize kalmış. Dila Yener