ll " ISLAM'DA • AILE ve ÇOCUK • • TERBIYESI (II) o İstanbul2005 {Qj ~ ENSAR NEŞRİYAT Ticaret Anonim Şirketi © Tebliğierin muhteva ve dil bakımından sorumluluklan tebliğ sahibine, telif haklan İSAV'a eserin her türlü basım hakkı anlaşmalı olarak Ensar Neşriyat'a aittir ISBN : 975-6794-39-9 İslami İlimler Araşhrrna Vakfı Tarhşmalı İlmi Toplanhlar Dizisi: 18 Kitabın Adı İslam' da Aile ve Çocuk Terbiyesi (Il) Yayma Hazrrlayanlar Dr. İsmail Kurt Seyit Ali Tüz Editör Prof. Dr. İbrahim Canan Dizgi- Mizanpaj Ensar Neşriyat Kapak Tasanm Kenan Ağırman Baskı Karmat 2. Basım Nisan 2005 İsterne Adresi Ensar Neşriyat Tic. A.Ş. Süleymaniye Cad. No: 13 Süleymaniye 1İstanbul Tel : (0212) 513 43 41 - 513 03 09 Faks : (0212) 522 46 02 www .ensarnesriya t.com KUR'AN'DA ve BAZI ÇAGDAŞ TELAKKİLERDE İNSAN AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUREVLERi Yrd. Doç. Dr. Nasnıllalı HACIMÜFTÜOGLU Atatiirk Üniversitesi İlalıiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İnsanoğlu için çok önem taşıyan iki kaçınılmaz "netice" vardır: Birisi yaşlılık, diğeri de ölümdür. Yaşhlık, uzun ömür mukadder ise varılabilen bir neticedir. Lakin diğe­ rinin yaşı ve zamanı yoktur. Mademki her insan uzun yaşama arzusuna sahiptir ve mademki kaçınılmaz bir ölüm neticesiyle karşı karşıyadır; öyle ise imkanlar elde iken bu iki neticeye tedarikli olmak lazımdır. "O -Allah-, hangüzizin daha güzel davrmıacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayzcıdır" (Mülk, 67/2). Demek ki hayat, anlamsız bir var oluş olmadığı gibi; ölüm de sonu hiçlik olan bir yok oluş da değildir. Aksine hayat, bir hayırlı faaliyetler alanı, ölüm ise bu faaliyetlerin karşılığını bulacağımız ebed1 varlık sahasınageçiş sağlayan bir dönüm noktası ve Peygamber (s.a.v)'in de belirttiği gibi, bir uyarıcıdır. Kimileri yaşlıhğı, "fizik! ve ruh! çöküş" olarak tarif ederler. '1Fizik1" çöküş şıkkına katılırız. Çünkü maZı muhal olduğundan, yaşlılığı fiziki olarak gençlikle değiştirmek mümkün değildir. Fakat "ruh!" çöküşe katılmıyoruz; İSLAM'DAAİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 304 çünkü ruhun özünde ve cevherinde, bedene sirayet ettiği andan itibaren onu terk edene kadar bir değişikliğin olması düşünülemez. Ancak umduğu ve beklediği çevreyi, ilgi ve değeri, mahiyetiyle mütenasip potayı bulamayınca üzülür. Öyle görüyoruz ki, günümüzde bu ruh! ıztırap, yaşlılardan çok gençIerde görülen bir durumdur. Fizik! yapıya müteallik beyin hücrelerinin zayıflamaması ve tabipierin demons (bunama) dedikleri rahatsızlık or-taya çıkmaması halinde insan, özellikle müslüman "kocadıkça" koç olur. En isabetli kararların, tecrübeli yaşlılar tarafından alındığı unutulmamalıdır. İslam! savaş gelerieklerinde, fizik! çöküntüye maruz kalan yaşlıların öldürülmeyeceği; fakat düşmana görüş, tecrübe ve strateji desteği veren yaşlıların öldürülebileceği hükmünün yer alması, bu düşünceyi doğrular mahiyettedir, Öyle inanıyoruz ki, yaşlılıktaki fizik ve ruh bağlantısını, Hz. Zekeriya dilinden en tatmin edici biçimde Kur'an-ı Kerim bildirmektedir: "Hani O -Zekeriya-, gizli ve cılız bir sesle Rabbi'ne niyaz etmişti: Rabbim, dedi; benim kendimde kemik yıp:·mıdı, zayıfladı, baş bembeyaz alev aldı. Ve ben Rabbim saııa (ettiğim) dua sayesinde bedbaht olmadım." (Meryem, 19/3-4). (a.s.)'nın Burada "nidii-i hafi", "ve/ın-i aznı" ve "işt'iil-i re's"; yani cılız ve cansız ses, iskelet zayıflaması ve saç ağarması, tam bir "fiziki" çöküşü ifade ederken; samimi "dua" ilişkisiyle, hiç de yaşlanmıyan bir ruh tazeliği sergilenmektedir. Bu fizik! çöküşle orantılı olamayan talep ne idi bir görelim: "Doğrusu ben, arkamda iş başına geçecek olmılardan endişe ediyorum. Karım da kısırdır. Tarafmdaıı bana bir veli (oğul) ver ki o bana ve Yakiib hmıedanıııa varis olsun. Rabbim, onu rızaııa Iliyık kıl." (Meryem, 19/5-6). "Hani Zekeriya şöyle niyaz etmişti: Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen varisierin hayırlısısııı (her şey sonunda senindir)" (el-Enbiya, 21/89). Müfessirlerin beyanına göre Hz. Zekeriya bu talepleri yaptığındc;ı kendisi 100, hanımı da 99 yaşlarında idi. H~. Zekeriya fiziki engelleri hep sıralıyor, kendi yaşlılığını, hanımının kısıriığ·inı dile getiriyor. Ama kemal-i edeple, eskimeyen bir fıtrl ve ruh! isteği de ortaya koymaktan geri durmuyor. Kendisini yalnızlıktan kurtaracak AI-i Yakub'u devam ettirecek evlat istiyor. Bütün ruh! samirniyetle Rabbi'ne yalvaran yaşlının duasını Allah kabul etmez mi? Hele de peygamber ve samimi bir mi.i'min ise. "Biz oııım dııasıııı kabul ettik ve O'ııa Yahya'yı verdik; cşi11i de kendisi için (çocuk do,~ımnaya) elverişli kıldık" (el-Enbiya,_ 21/90). AİLE, YAŞLİLIK ve HUZUR EVLERİ 305 Hz. Zekeriya muradına erdi. AlHıh'ıiı. Yahya adihı koyduğu, anababasına muti bir evlat sahibi oldu. "Yahya, mıa-.babasıniı iyilik ederdi; isyaııkar, dik kafalı değildi" (Meryem, 19/14). Babamız İbrahim (s.a.v)'ih mübarek beldesinde yaşlılığı tartışırken; O'nun yaşlanmaya rekmekh{dir: nasıl baktığına bir cümle ile dahi olsa yer verinemiz ge- İmam Malik der ki: Ademoğullarından saç ve sakalında ilk aklığı gören Hz. İbrahim' dir. Görlin ce biraz garip katşılamiş ve: - Rabbim! Bu nedir? diye sormuş. Allah: - Vakardır, demiş .. - Öyle ise vakarımı artır, diye niyazda bulunmuş. Bu duygu ve düşünceler içinde insanı, insan olarak değerlendirebilmemiz için tebliğimizi üç kısımda ele almayı uygun gördük. Birinci kısımda İslam'ın insana bakış ve değerlendirmesi ile; çağdaşlık ve öğretime musaHat olan, insanı tahkir ve tcızyif eden birtakım görüş ve nazariyeler dile getirildi. .adı altında eğitim İkinci kısımda aileyi hazırlayan amiller, ailevi bağlılık, aile huzursuzluğunu hazırlayan sebepler, çocuk ve aile terbiyesinde yaşlıların yeri ve rolü, aile biçimleri, İslam! aile bireyleri arasında entegrasyonu meydana getiren hüküm ve tavsiyeler sergilendi. Üçüncü kısımda, ülkemizde yaşlılara yönelik sosyal gelişmelere; huzurevi, dinlenme ve bakımevlerine; faaliyetlerine, gaye ve hedeflerine, meşruiliklerine; huzurevi sakinlerinin tatminsizliklerine ve alternatif tedbirlere yer verilmiştir. 1. KlSlM İslam ve Bazı Çağdaş Telakkilere Göre insan Müslüman mütefekkirler insanoğlunun üstünlüğünü, her şeyden önce sarih iradesine bağlamışlardır. O yüce irade ki ademoğlunu yeryüzündeki öz halifesi (sözcüsü, temsilcisi) mertebesine yükseltınek için kulları­ nı, diğer varlıklardan üstün ve hiçbirine benzemez olarak yaratmıştır. Bir yerde Kur'an-ı Kerim "Sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? diyorsa da; başka bir yerde onu, bir avuç çamurla Allah'ın nefhasından (ruh üflemesinden) mürekkep komplike bir varlık olarak tanıtmıştır. Allah'ın İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 306 O, ilah değildir; çünkü ilah! bir mahluk ve halifedir. O, melek veya şeytan değildir; çünkü bedeni cihetiyle didir ve ayrıca şeytanla rakiptir. · O, hayvan O, değildir, "insandır" topraktır, mad- çünkü ruhu cihetiyle ulvi ve manev!dir. ve madde ile mananın bir sentezidir. Onun insanlığı, ruhun ana rahmindeki birkaç santim ve birkaç gramlık vücuduna intikal ettiği andan itibaren başlar ve musalla taşına kadar devam eder. Ölüsü de en yüksek ta'zim ve tebcile şayandır. O, çocuk olsun, yaşlı olsun, üretici olsun, tüketici olsun her pozisyon ve platformda yaratıkların en şereflisidir. Hür ve günahsız olarak doğar. Mü'min ve Müslim olarak 80'ini devirince, çocukluk dönemi günahsızlığına döner. İnsan hakkındaki bu temel inançlara kopmaz bağlılıklarının neticesidir ki Müslüman fikir adamları, kainat bütünlüğünde tekamül prensibinin geçerliliğini tanımış olmalarına rağmen, Batı düşünce aleminde görüldüğü gibi, insanın hayvandan türediği nazariyesinin kirli ve yıkıcı mahiyetine, tek kırıntı olarak bile kafalarında yer vermemişlerdir. Kur'an İnsanı Nasıl Tanıhyor? 1) İnsan, Allah' ın, emir ve yasaklarını tebliğ ve infaza memur hallfesidir: "Hatırla ki: Rabbin meleklere, Ben yeryüzünde bir halife (bana nıuhatap bir mahlılk, fidem) yaratacağım dedi. Onlar, Bizler hamdinle sana tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılı­ yorsım? dediler. Allah da onlara Sizin bilemeyeceğinizi lıerlıalde ben bilirim dedi" (el-Bakara, 2/3). 2) Onu, ta baştan yaratıkların en bilgilisi olarak yaratmıştır. Eşyanın hakikatini, özünü ve mahiyetini öğretmiştir. ~izik, kimya, biyoloji, jeoloji, astronomi ve benzeri tüm tabi! ilimlerle mücehhez olarak yaratılmıştır. Bu ilmi üstünlük, ona melekleri eğdirmiştir: "Alla/ı Adem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları önce meleklere arzedip 'Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimlerini bana bildirin dedi. Melekler: 'Yfi Rab! Seni ııoksan sıfatıardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bilgimiz yoktur. Şiiplıesiz filim ve hfikim olan ancak sensin' dediler. (Buııım üzerine) 'Ey Ademi Eşyaımı isimlerini meleklere anlat' dedi. Adem onların isimleriııi onlara anlatınca: 'Ben size, muhakkak semavfit ve arzda AİLE, YAŞLıLIK ve HUZUR EVLERi 307 görülmeyenleri (aralardaki sırları) bilirim. Bundan da öte, gizli ve açık. yapmakta olduklarınızı da bilirim, dememiş miydiln?' dedi. Hani biz meleklere (ve cinlere): Adem 'e secde edin, denıiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük · tasladı, böylece kiifirlerden oldu" (el-Bakara, 2/30-34). "Onu tamamlayıp, içine de ruhumdmı üfiirdüğüın zammı, derhal ona secdeye kapanın!" (Sad, 38/34). ~ 3) Onu iş yapmaya kadir, aralarını keramet ve üstün şerefle mümtaz kılmış, muhassar- etmiştir. mütena~ip, diğer tüm güzel ve hoş yaratmış, yaratıkları emrine ram - "Biz insam en güzel biçimde yarattık" (et-Tin, 95/3). "0, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı" (el-Bakara, 2/29) "Yeri sizin için yerleşim alam, göğü de bir bina kılan, size şekil verip de şekli­ nizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklmıdırmı Allah'tır. İşte Allah, sizin Rabbinizdir. Alemierin Rabbi Alla/ı, yücelerden yücedir" (el-Mü'min, 40/64). ": .. izni ile denizde yüzüp gitmeleri için gemileri enırinize verdi; ııehirleri de sizin (yararlanmamz) için akıttı" (İbrahim, 14/32). "0, geceyi, giindüzü, "Allalı'ııı ni, nimetlerini man, 31/20). güneşi ve ayı sizinhizmetinize verdi" (en-Nahl, 16/2). göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emriııize verdiği­ ve gizli olarak size bolca ilısan ettiğini gönnediniz mi?" (Lo k- açık "Görmedin mi, Alla/ı, yerdeki eşyayı ve emri sizin hizmetinize verdi ..." (el-Hac, 22/65). "Allah o (yüce) uyarınca denizde yüzen gemileri varlıktır verdiği nzkı aramdnız ki, emri gereğince içinde gemilerin yüzınesi ve lütfedip için ve de şükredesiniz diye denizi size hazır hale getirmiştir" (el-Casiye, 45/12). "Biz, lıakikateıı insanoğlunu şan ve şeref salıibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vaile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarınıızın birçoğundan cidden üstün kıldık" (el-İsra, 18/70). sıtaları "O Rab ki, yeri sizin için bir döşek, göğü de (kubbemsi) bir tavan yaptı. Gökten su in direrek onunla, size besin olsım diye (yerden) çeşitli ürünler çıkardı" (elBakara, 2/22). "Gökten suyu indiren ·O'dur. Ondan hem size içecek vardır, lı em de lıayvanla­ rıııızı otla.tacağıııız bitkiler. (Allah) su sayesinde sizin için ekinler, zeytin/er, lzımııa­ lar, üzümler ve diğer meyvelerin hepsinden bitirir" (en-Nahl, 16/10-11). 308 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) "De ki:Allalı'ııı kullan için yarattığı süsü ve temiz nzıkları kim (el-A'raf, 7/32). 4) Onu, kendisine kulluk etsin, diye yaratmış ve haranı kıldı?" insanlığını kulluğuyla orantılı kılmıştır. İnsanın kemalini ibadete bağlamıştır: "Ben cinleri ve insmıları, dmı nzık istemiyonmı. ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlarBeni doyurmalarım da istemiyorum" (ez-Zariyat, 51/56- 57). "Halbuki onlara ancak dini yalnız O'na has kılarak ve hanif/er olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekat vemzeleri emroiumnuştu. Sağlam din de budur" (el-Beyyine 98/5/). "Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi smzıyorsım? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktır­ lar".(el-Furkan, 25/33). "Şüphesiz Allah katmda sizlerdir" (el-Enfal, 8/22). hayvaıiların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dil- "Rahnımı Kur'fin'ı öğretti. İnsaııı yarattı. Ona açıklanıayı öğz-etti" (erRahman, 55/1-3). (Bu son ayette "Kur'an", "insan" ve "beyan" kelimelerinin dizilişine baktığımızda önce Kur'an zikredilmiştir. Oysa ilk planda "Allah insanı yarattı; ona konuşmayı ve Kur'an'ı öğretti" tarzında olması akla gel- · mektedir. Öyleyse, Kur'an'ın ilk başta zikredilmesi, insanın ancak O'na inanmakla kamil insan olabileceğini vurgulamaktadır). 5) Onu birçok imkanla mücehhez kılmış; hilafet görevini yüklem"ekle aynı zamanda ona emaneti ve arzın J:mar ve inşasını da yüklemiştir: "Biz emmıeti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler (sorumluluğımdaıı) korkhtlar. Onu insan yüklendi" (el-Ahzab, 33/72). "Seınud kavnıine de kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavnıim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tmmmz yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı. Ve sizi orada yaşattı. O halde O'ndan mağfiret isteyin; sonra da O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakıııdır, (dualarını) kabul edeııdir" (Hud, 11/61). "Biz, insmılamı hangisinin daha güzel amel edeceğini d(meyclim diye yeı~JÜ­ ziindeki her şeyi diiııymıııı kendine malısus bir ziJieti yaptık" (ei-Kehf, 18/7). AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi 309 her ikisini aynı orijinden yarattığını; yakınlara iyi davranmalarını, üstünlük iddialannda bulunulmamasını söylüyor: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefistell yaratan ve ol!dan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakııım. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulımduğımuz AiZalı'tan ve akrabalık haklarına riayetsiziikten de sakının. Şüphesiz Allah !rizin üzerinizde gözetleyjcidir" (en-Nisa, 4/1). 6) Kadın-erkek, "Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tamşmaııız için sizi kavimZere ve kabileZere ayırdık" (el-Hucurat, 49/13). İslam insanı o kadar ulv1 makamlara yükseltiyor ki, hiçbir beşeri düşüncede bu mertebenin kırıntısına bile rastlanamaz. Allah yarattığı bu varlığı çok sevdiğini ve O'na inananların da O'nu çok sevdiğini beyan ediyor. Allah ile kullar arasındaki bu sevginin zayıflaması, aileler ve diğer insanlar arasındaki münasebetlerin kopmasına yol açıyor. Eski Yunan tanrılarının sürekli insanlarla kavgalı olmaları, sanki günümüz insanları arasındaki aHikayı çok derinden etkilediği izlenimini veriyor. İnsanı Küçük Düşüren Görüşler ve Bazı Gelişmeler· Pekiyi, Allah'ın bu kadar övüp sevdiği bu insanı, oturduğu şeref kürsüsünden alaşağı eden hangi zihniyettir ki, yavrusu istenmiyor; bazı hallerde katiediliyor ve yaşiısı da bir kenara itilerek ölüme terk ediliyor. Biraz işin bu cihetine göz atalım. · ile 20. yüzyıl başlannda ortaya çıkan ve insanın tüm değerlerini ayaklar altına almak suretiyle onu şahsiyetsiz ve kimliksiz t-:~ hale sokan bir takım muğfil nazariyelere ve sahiplerine işaret etmemiz icap etmektedir. 19. yüzyıl sonları Charles Darwin' e Göre İnsan: 1809-1882 yıllan arasında yaşayan biyoloji hacası İngiliz Darwin, canlı türlerin ayrı ayrı yaratılarak değil, ortak bir kaynaktan tekamül ederek meydana geldiğini ileri sürer. Bu nazariyenin özeti türleri, eksiksiz bir Tmırı pliiıııllm bağımsız eserleri olarak yaratek lıiicreli lıayvmıdmı başlayarak basamak basamak tekiinıiii ettiren asıl faktör, YAŞAMA KA VGASJ'dır. Yaşama~ isteyen canlılar çok, fakat yaşama imldi11ları kıt ve smırlıdır. Bıma göre ~ncak çevrenin haşin şartlarına karşı "Biitiin canlı şudur: tılmış değildir. Canlıları ""- .... İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) ·310 direııebilen, keııdisi gibi yaşamak isteyeıı diğer cmzlz rakiplerini alt edebilen, hayatta kalmaya lfiyzk olduğunu her anıanszz mücadelede baskm çıkarak ortaya kayabilen seçkin ve dayanıklı canlılar yaşayabilmektedirler". Güçlünün zayıfı yiyerek yaşama hakkı kazandığını belirten bu insafsız yarışa Darwin "Tabii Ayıklama Kanunu" (Naturel selection) demektedir. Buna göre insanoğlu da bu .çetin ayıklama türlerinden ayrışarak meydana çıkmıştır. işlemi sonunda diğer hayvan Tilrlerin Kaynağı ve İnsanııı Menşei adlı eserleriyle Darwin, müthiş ve o güne kadar işitilenlerin hiçbiri ile kıyaslanamaz, gök gürültüsü çapında bir iddia ile geliyor ve bütün dünyaya net ve açık bir biçimde "insanin aslı hayvandır" hükmünü dekiare ederek insanı "kutsllik" zırhından soyuyor, seçkinlik ve üstünlük rütbelerini sökerek bu şerefli yaratığı hayvanla aynı kazı­ ğa bağlıyordu. Kilise'nin Darwin'i "kafir" ilan etmesi, önceleri gelişim hızını biraz de, bir zaman sonra Batı toplumunun Darwin'in tarafına kayması, yani baskıcı Kilise'ye karşı bir cephede yer alması, Darwin'in galibiyeti ile sonuçlandı. Darwin'e gürültülü alkışlar tutuldu; Kilise'nin zalim otoritesini kökünden yıkmak için ellerine verdiği sözüm ona "müspet ilim" siH1hından 'ötürü ona minnet ve şükran belirtildi. Yeni nazariyenin adı "tekamül" oldu ve ilim adamları bu işin bayraktarlığını yapınağa başladı, arkadan yığın yı­ ğın halk tabakaları yürüdü. kesmişse Böbürlenerek söylenen, aslında insanı yerin dibine sokan iddianın özü idi: Hayat hadisesi tek hü.creden başlayarak basamak basamak başkalaştıktan sonra girift bünyeli ve en mütekfi.mil varlık olan insan sajhasına ulaşıyor. Bizzat insan ferdinin kendisi de tekfi.mül zincirinin bir önceki halkasında hayvan olarak gelişimini yürüterek insan benzeri bir hayvan (bir maymun türü) kılığına bürünüyor; arkasından hayvan azmanı bir beşer lıüviyetine giriyor. Derken kim bilir kaç yüzyıl mağaralarda domuz eti ve iaşeler yiye yiye bugün bildiğimiz görünüşu şünü kazanıyor. Bu denli alçaltılan insanoğlunun gencinde ne değer kaldı.ki, bunun yaş­ bir kıyınet aransın. bsında Hıristiyan olan Darwin'in insanı hiçe indiren bu evrim teorisi, Yahudiler tarafından fazlasıyla hüsn-i kabul gördü. Bu ıı·kın çağımızda en meşhur üç siması; Karl Marks, Sigmund Freud ve Emi! Durkheinı Avrupa'nın dolayısıyla da hemen hemen tüm dünyanın iktisadi, sosyolojik ve psikolojik AİLE, YAŞLILIK ve HUZUR EVLERİ alanlarındaki tüler.1 ilm! çalışmalarını tekamül felsefesinin rayları 311 üzerinde yürüt- · Fikir hayatının üç ayrı köşe başını tutan bu Yahudi üçlüsü, ayrı ayrı yollardan giderek, birçok prensipte aynı noktalarda buluştular. Bir defa her üçü de Darwin'in insanın HAYVAN ve MADDE köküne dayandığını ileri süren tezint araştırmalarının her satırında kılavuz fikir diye benimsediler. Marks'a (1818-1883) Göre İnsan Buna göre insan, ezell hak ve adalet için değil, ancak yemek için koşar ve çırpınır. İnsanoğlu inançsız, ilkesiz, idealsiz ve duygusuz yaratıktır. Sırf midesinin dayması için yaşayan hayvandır. Onu iki tarafa koşturan başka sebepler değil, sadece maddi yapısından fış~ıran yiyecek arama duygusudur. O (İnsan), her ne kadar faydasız "hak" ve "adalet" arkasından koşsa da, madde ve iktisat kanuniarına mahkumdur. Din, ahlak ve gelenekler; zatı ile kaim asli kıymetler değil, sadece cemiyette meydana gelen iktisadr ve içtimar durumların bir yansımasıdır. Önceleri ismine "İNSAN" denen sabit yapılı bir varlık yoktu. İnsan karakter ve içgüdüleri de mevcut değildi. İnsanın maddi ve manev! yapısına Yeni Darwincilik (Neo-Darwinizm)'de ağababasına bağlı kalarak tekamül fikrine inanı­ yor, fakat insanın hayvandan türediğini ve madde yığınından ibaret olduğunu kesinlikle reddediyor. Bu görüş biyolojik ve psikolojik yönden insanın diğer canlılar arasında apayrı ve başlı başına bir örnek olduğu; hiçbir gelişme zincirinin halkası olarak ortaya çıkı­ vermiş bir türedi olmadığı; kendine mahsus insanlık temeli üzerinde tekamül gösterdiği; hayvanlık tabanının bilmem hangi basamağından hareket ederek bugünkü hüviyetine büriinmüş olmadığı kanaatindedir. Ancak yeni Darwincilik insanın itibarını iade etme gayreti gösteriyorsa da, orijinal Darwinizm'in tasallutunu henüz kırabilmiş değildir. Bu gerçeği, Neo-Darwinizm'in ileri gelen alimlerinden Julian Huxley (Culyan Haksli) Modem Dünyada İnsan adlı eserinde Şu sözleriyle dile getirmektedir: Danııiıı nazariyesinden sonra insmıoğlu, asluıııı hayvandmı geldiği diişiincesinden kendini bir tiirlii kurtaramamıştır G.Huxley, Man in The Modem World). Neo-Darwinizm'in bu sözcüsü, aslında Darwin'den farklı düşürunüyor ve şöyle diyor: "Bımdmı önceki yiizyıllarda insaııoğlu, olup biten lıer şeyin sorumlııluğımu, kimliği belirsiz ve mukaddes bir tabialiisi ii varlığa yüklemek alışkmılığında idi. Böyle olunca problemler dalıa içinden çıkılmaz bir esrar perdesine biiriiniiyordıı. Oysa insanoğlu, artık eskilerinlıatalı ve tembel yo-. lım da gitmemeye karar/ıdır. Çiinkii varlık iiieminin sırları lıakkıııda zengin bilgi ve görgii hazinesinin salıibi olmayı başarmıştır". Bu cümlelerin manası şudur: Eski zamanlarda "Allah'ın ortaksız iradesine" dayandırılan tüm varlıklar, günümi.izün insanı üzerine alınmalı. "Külli irade" nin fonksiyonu zihinlerden silinmelidir. İSLAM'DA A,İLE v~ ÇQCUI( TER,Bİ);'ESİ SEMPOZYUMU (Il) 31? dahil her parça değişmeye elverişlidir. F~rd'i, içtimal ve cins! kiyet, ev~enrne, aile ... her şeyi; evet her şeyi çleğişebilir. alakalcırı, mü.l~ iç:tima1, siyası ve ınanevi hayat tezahürlerine genel ve karakteristik çizgiler ile belirleyen ana faktör, madde hayatında geçerli olan üretim tarzıdır. Marksist anlayışa göre insanın "asli" ve "çleğişmez" bir yapı tabanı yoktur. İnsan, gününün cemiyetinde yürürlükte olan maddi ve iktisadi şartların basit bir ürünüdür. Freud'a (1856-1939) Göre İnsan Viyana'nın zengin ailelerine sosyete doktorluğu yaparak hayatını ve kazanan Freud, araştırma sahası olarak psikolojiyi seçmişti. Ona göre nefs (eros ve bazan libido), insan varlığının en köklü tabakasıdır. Bu iddiasıyla Freud, insanda bir "iç" kompleksler alemi meydana getirerek hayatın temelini insanın karanlık nefis kuyusuna tıkarken; "üretim tarzı ve mübadele biçimi" sloganıyla hayatın temel direğini insanın "dışında" gören Marks'la görünüşte ayrı düştükleri imajı veriyorsa da; insanı alçaltmada, din ve ahlak konularını tahkir ve tazyif planında aralarında hiçbir fark yoktur. Hatta Freud, Marks'tan birkaç adım ileridir. Çünkü ona göre insan nefsi sadece hayvan asıllı olarak damgalanmakla kalmaz; aynı zamanda hayatın bütünü tek bir ·şu uraltı kanalından fışkırmaktadır. Söz konusu hayvan! kaynak, insanoğlunun bütün hareketlerine rakipsizce yön çizmekte olan cinsiyet içgüdüsüdür. Ona göre insan, minicik bir hayvan yavrusunun postuna bürünerek katıksız ve ham bir "cins! enerji" halinde kainata gözlerini açar. şöhretini Yeni doğan bebeğin bütün masum davranışları, Freud'a göre aslında cins! içgüdünün manalı ifadesidir. Ruh diye adlandırılan bir realitenin insanda var olduğu, asla söz konusu değildir. Freud'w1, bilimsellik yaftası altında, aile efradı arasında meydana gemünaferetin esasına özet olarak göz atmaınız, konumuz açısından önem arz etmektedir. tirdiği Ona göre yavru erkek, henüz kundakta iken, cinsiyet içgüdüsünün dürtmesi neticesinde annesine aşık olur. Sonra büyüyünce, kökleşmiş aşkıyla aımesi arasında babasının engel olarak dikildiğini görerek hayal kırıklığına uğrar. Böylece hedefini ele geçiremeyen derin aşkını baskı altına alarak "şu­ uraltı"nın karanlık zindanına gömnıeye nıecbiır olur. Genç delikanlıların şuuraltında "odip kompleksi" teşekkül etmesine yol açar. Genç kız da daha AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERİ 313 bebeklik (4.yaş) günlerinden itibaren aynı cinsi (sexuel) aşkı babasına karşı duyar. Sonra önüne annesinin dikilmesi yüzünden bastırılan ve şuuraltının gipsiz kuyusuna itilen derin aşkı, genç kızın "şuuraltı" (id) tabakasında "Elektra kompl~ksi" kılığına girerek cins! hayatına yeni bir yön ve şahsiyeti­ ne değişik bir ifade verir. OiClipus (Odipyus) ve Elektra efsanel~rini anlatmaya gerek kalmadan2 sıcağı sıcağıı:ıa sorı::ı,1ak istiyoruz: Eğitim ve öğretim kurumlarımızda, çağdaş­ lık adı altında, putperest eski Yunan masallarından hareketle haHi çocuklarımıza anne ve babalarına karşı cinsi rekabet yüzünden düşman oldukları, her imkan ve fırsatta bu rakiplerini bertaraf etme kompleksine sahip bulundukları ısrarla telkin ediliyorsa, böyle bir kuşaktan yaşlılara nasıl hürmet ve saygı beklenebilir? Çocuklarının kendilerine rakip olduklarına, potansiyel ' düşman beslecİiklerine inandırılmış anne-babadan n!'lsıl şefkat umulabilir? Küçük veya büyük aile efradı arasında samimi entegrasyon nasıl düşünüle­ bilir? Böylesine hayvan bir fertten nasıl.insanl bir toplum oluşturulabilir? Ona göre; - Ahlaki fazilet, tek tül< rastlanan bir nesne olduğundan da anlaşılabile­ ceği gibi gerçeği saklayan hir yutturmacadan başka bir şey değildir. · - En müsamahakfu ve tabii hudutları içinde bile ahlak, insanoğlunun, cemiyet baskıları karşısında katlanmak zorunda kaJdığı nefs! fedakarlıkların acı bir sembolüdür. bayı - Hıristiyanlık dininin temel masalları aslında oğulun (Hz.İsa'nın) ba(yani Allah' ı) öldürmek isteyen nefs! arzusunu hikaye eder. - Diri, ahlak ve maddi kültür ürünleri, fertlere karşı uygulanan cins! ürünleridir. 3 Denebilir ki, insanlığı aldatma ve tüm insan! değerleri yok etme yarışında; Viyanalı aristokratların şehvet çılgınlıklarını, gelmişgeçmiş bütün ademoğullarına malederek, değişmez kanun diye yutturmaya kalkış;:ı.n Freud'un adı, diğer tüm yıkıcıların önünde gelir. baskının ızdıraplı Bk. M. Kutup, Tekanıiil, dipnot, s. 103 vd.; doktriııi, s.54 vd. Bütün eserleri. ayrıca bk. Felicien Challaye, Freud ve Freud İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) 314 Durkheim (1858-1917) ne diyor? 4 Durkheim, ferdi davranışlarla sosyal tezahürleri birbirinden tamamen ayrı şeyler düşünerek, Freud'un tam karşısina dikilen bir fikrin savunucusu- dur. Çünkü Freud; ferdin psikolojik yapısını, toplumsal (içtimal) gelişmele­ rin temel kaynağı olarak ileri sürerken; Durkheim, ferdi şuurun yapısını kuran tuğla taşlarının, toplumsal hayatın akımlı fırınında piştiğini söyler. Burada tekrar belirtelim ki, Marks, Freud ve Durkheim üçlüsünün sırasıyla iktisat, psikoloji ve sosyoloji gibi ayrı ayrı cephelerde yer almış olmaları, sadece taarruz cephelerinin farklılığını ortaya koyar. Yoksa her üçünün şaşmaz hedefi tektir: O da tüm insan! değerlerin tek çırpıda yok edilmesidir. Durkheim'ın, konumuzu ilgilendiren görüşleri şöyledir: * Bir kısım alimlerin, ferdin iç yapısında yatan ve doğuştan gelen (fıtrl) bir dini heyecanın varlığını ileri sürmeleri, yine her hadiseyi nefs! içgüdülere dayandıran yanlış zihniyetin neticesidir. Böyle düşünen kimseler derler ki, din! inancın yapısı; biraz· ana-baba bir parça evlat şefkati, biraz cins! kıskançlık ve bunların benzeri olabilen ferdi hislerin bir arada kaynaşması ile örülmektedir. Nitekim dini evlenmeyi ve aile müessesesini bu çeşit psikolojik hislerin temeline indirgeyerek açıklayan düşünürlere sık sık rastlanır. Fakat insanlık tarihi yolumuz üzerine dikilerek kulaklarımıza fısıldayarak der ki; bir defa bu sayılan içtimai kurumların hiç birisi, doğuştan (fıtrl) müesseseler değildir. saygısı, Aslında hiç sağlam bir varlığı olmayan ve köksüz olarak boşlukta sallanan ahlak kaidelerinin tümü, bu görüşe göre, ancak ahlak ilminin konusu olarak ele alınabilir (Sosyolojik Araştırmalarda Metod İlkeleri). Durkheim'ın görüşleri *Din doğuştan gelen gayet açık ve nettir: (fıtrl) bir olgu değildir. "Allah mı cemiyeti, cemiyet mi Allah' ı yarattı?" sorusunu ortaya atarak gizlice "Cemiyet Allah' ı yaratmıştır" cevabını veren bir sosyologdur. Görüşleri kendi sağlığında çok ağır eleştirilere uğramasına rağmen, başta biz olmak üzere bütün dünya onun fikir tasallutundan kurtulamamıştır. Başta biz olmak üzere diyoruz; çünkü "Fert yok, cemiyet var'~ ve "Ben, sen yok; biz varız" gibi Durkheimci tekerlemelerin sahibi Ziya Gökalp, yetkili bir bilim ve fikir adamı olarak sayılmış; ittihak ve Terakki Fırkası'nın uzun yıllar akıl ve fikir hocalığını yüriitmüş; Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra da, resmi şahsiyetler Ü7t•rindeki etkisini sürdürmüştür. AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi . 315 * Evlilik ve aile kurumları da böyledir. * AhHik kaidelerinin tümü, sallantılı ve değişken kavramlardır. Ahlak, biçim ve kılığını içinde geliştiği cemiyetten alır. Çünkü bütün içtima.i tezahürlerin kaynağı, "insan" değil, "cemiyet'tir. B~u görüşleriyle Durkheim, sözünü ettiğimiz ünlü iki ırkdaşını (Marks ve Freud' u) yaya bırakan bir el çabuk! uğu göstermiş ve Darwin' den çok şey aşırmışhr: 1) Tekamül nazariyesine sadakatla bağlıdır. 2) Ferdi, öz; idaresi dışında baskı altına alarak tekamül tılmaya zorlayan dış baskı yutturmacasını Darwin' den alır. kavramına ka- 3) İnsanı, hayvanlar aleminin gelişmiş bir halkası olarak kabul eden Darwinci görüşü benimser. Çünkü Durkheim, herhangi bir içtima1 hadiseyi açıklamak isterken, daima hayvanlar alemine başvurarak orada bulacağı örneklerin kuvvetine dayanır. Mesela cemiyet halinde yaşamanın fıtr1 bir içgüdü olmayıp, tarih! bir miras olduğunu aniatma sadedinde şöyle demektedir: "Hayvanlar, barındık­ ları yerlerin gösterdikleri tabii özelliğe bağlı olarak bazan bir arada yaşadık­ ları gibi, kimi zaman da tek tek hayat sürdürmektedirler. Barınaklarının şart­ ları, bir arada yaşamayı daha yararlı kılıyorsa toplu olarak, tek tek kalmalarını zorluyorsaferdi olarak yaşadıklarını görüyoruz" (Sosyolojik Araştırmalar­ da Metod İlkeleri). hakim olacağı bir toplumda, bir dünyada, barınağın yetersizliği durumunda ilk itilecek varlık yaşlılardır, değil mi? Avrupa'ya, dolayısıyla bütün dünyaya zehir li ve yıkıcı tohumlarını eken, insanlık şuu­ runu ipe çeken masal türü tüm ideolojilerin buluşma noktaları şöyle özetlenebilir: Bu düşüncenin 1) Din, ahlak ve kökleşmiş cemiyet geleneklerine alabildiğine yüklenmek; mukaddes dokunulmazlıklarını silmek; halkın gönlündeki itibarlarını lekelemek veya hiç değilse değerleri hakkında zihinleri şüphe karanlığına _boğmak. 2) Elbirliği halinde açılan bu ma" perdesi altında yürütmek. yıkıcı hücumun harekatını "ilm! araştır­ 316 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 3) Dini ve ahlaki çözüldüğü ile yeni doğan "tekamül" nazariyesinin kanunları arasında, zihinlerde bağıntı kurmak. Arkasından da bu acı kopuş ve çÖzülüşü, karşı durulmaz ve hiç kimse tarafından yolu kesilmez tekarnül selinin kaçınılması imkansız bir neticesi diye yutturmak. 2.KISIM AİLE ve YAŞLlLAR hip Aile; din, hürriyet ve mülk edinme duyguları gibi, insanın doğuştan sabir duygudur. Hiç bir güç, insanı bu fıtrlliğinden ayırarnaz. olduğu Meveddet ve merhamet mahsulü bir aile ortarnında alkışlarla dünyaya gelen yaşlı, aynı aile sıcaklığı içinde bu kez firak üzüntüleriyle uğurlanmalı­ dır. Bu sebeple çalışmarnızın bu kısmında; farklı alt başlıklar içine serpişti­ ·rerek, ailenin en tabi! ve en saygın üyeleri olan yaşlıların bu "tabii kurum" içindeki yerlerini, rollerini, maruz kaldıkları haksızlıkları ve İslam'ın onlara tanıdığı imtiyazları dile getirmeye çalışacağız. Aileyi Hazırlayan Arniller Aile, "nikah" ve "sahih neseple" vücut bulan en eski içtimal kururnlardan biridir. Beşer nevinin ilk çifti olan Hz. Adem ile Hz. Havva, asgar1 iki zıt cinsiyet unsuru ile ilk aileyi ta cennette teşekkül ettirmişlerdir. (Ey Adenı!. Sen ve ·eşin (zevcen) şu cennette otıınmıız) (el-Bakara 2/35) ayeti, bu hakikati saraheten gösterdjği gibi, cennetin, cennet dahi olsa ailesiz, huzurun orada dahi alamıyacağını, ilk erkekten hemen sonra kadın yaratıla­ rak ona eş yapıldığını ve ancak b~ yolla huzurlu bir iskanın vücut bulacağını ortaya koymaktadır. Bu ayetin kapsamlı manasını kafamda yağurmaya çalıştığırn bir anda, yaşlı bir huzurevi sakinine "Hanırnınız var mı?" diye sordum. O da sert bir eda ile "O yaşasaydı ben buralara düşer miydim?. Sürünür, ben ona hizmet ederdim" cevabını verdi ki, hilkat sadece cennette değil, esas bu dünyada huzur ve sükilnun ancak aile ile vücut bulacağını ortaya koydu. Aile kurumunun temeli olan erkek ve kadını bir araya getiren ve bu yuvanın kurulmasına sevk eden anıilieri Kur'an şu şekilde anlatır: AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi 317 "Kaynaşmamz için size kendi cinsinizden eşler yaratıp da sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun varlığ11im delillerindeııdir. Doğrusu bunda, iyi düşünenler için ibretler vardır" (er-Rum, 30/21). Bu ayete göre: f- İnsanın bir "eş" sahibi olmak için hissettiği tabii bir rneyli vardır. Bu meyil, hem erkekte ve hem de kadında fıtrldir ve aynı zamanda eşittir: "Liteskunfı ileyhi:l." şıkkı bu rneyli, yani cinsi istekleri ve mesken edinme duygularını ifade eder. Ancak bu duygular, huzurlu aileyi kurmaya kafi değildir. 2- Sevme ve esirgem e: "Meveddetün ve rahrnetün" hisleriyle o meyil ve ısPı.rna pekiştirilrniştir. Öyle insani bir seviş ve esirgeyiş ki, hayvanlar gibi kızışma zamanlarına rnünhasır kılınrnarnıştır. Eşierin birbirine ısınması ve bu ısınma yüzünden birbirlerine sevrneleri ve birbirlerini esirgerneleri sayesinde aile hayatı, ıstıraplar ve sıkıntılar içinde de, refah ve nimet içinde de bir saadet yuvası olabilmektedir. Ailede huzur ve güvenin ilk şartı, sıcak yuvadır. Niki:l.h akdi, ebedi arkadaşlık ve ebedi ortaklık rnisakıdır. Bu misak iki tarafın serbest arzusuyla, serbest ihtiyar ve rızasıyla, serbest ikrarlarıyla vücut bulur. Yoksa aile misakı, bir kadının cinsiyetini bir erkeğe temliki değil­ dir. Ayetin anlattığı gibi, birbirine ısinan, birbirini seven ve esirgeyen iki eşin ahlak faziletine dayanan hayat arkadaşlığı ve bu arkadaşlığını sonuna kadar yaşatmayı hedef alan medeni bir antlaşma olarak telakki etmek icap eder. Böyle bir misak sayesinde her iki tarafı bürüyen sevgi ve merhamet "Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbise gibisiniz" (el-Bakara, 2/187) ayetinde gösterilen kemale erer. Örf, adet, an'ane, ahlak gibi rnilll haslet ve değerlerin korunma ve intikalinde en büyük rolü aile müessesesi oynamaktadır. Bundan dolayı İslam, bu kutsal yuvaya büyük önem vermiş ve nik~hı, hukuki bir kurum olduğu kadar dini bir müessese saymıştır. Milli varlık ve ahiakın bekası, sevgi ve merhamet esasları üzerine kurulu bir aile yapısına bağlıdır. Ismnıa, def nedir? sevgi ve merhamet üzerinde kurulan "evlilik ailesinde esas gaye ve he- İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 318 Evlilikte esas gaye: Ayet ve hadisiere bakıldığında, birçok yan maksat bulunmakla beraber, evliliğin iki önemli gayeye yönelik olduğu anlaşılmak­ tadır: 1- Biyolojik hedef: Neslin çoğalmasını ve devamını temin etmek: (Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; adım kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğımuz Allalı'tan ve akrabalık lıaklarıııa riayetsiziikten de sakının. Şüphesiz Allah, . sizin üzerinizde gözetleyicidir) (en-Nisa, 4/1). "Nefs-i vahide" ayette nekre olarak yer aldığından Hz. Adem'in şahsı için geçerli olduğu kadar, zürriyet babası olan her kişi için de geçeı·Jidir. Şu halde ayette ilk planda ailenin ilk iki unsuru o~an erkek ile aynı cins ve özden yaratılan ve fakat ayrı cinsiyetten eşi zikredildikten sonra, "bu ikisinden bir çok erkekler ve kadınları yeryüzüne yaydı" kısmıyla bu eşleşme­ nin esas gaye ve maksadı ifade edilmiş oldu.5 Rasulullah bir sözlerinde önce emretrnektedir: nikahlanmayı ve ardından hemen ço- ğalmayı "Evleniniz ki, iireyip çoğalasıııız. Çünkü ben kıyamet günü, düşük çocuk bile olsa diğer ümmetiere karşı sizinle iftihar edeıim" (Keşfu'l-Hafa, I, 318, 380 Hemen ifade edelim ki; Rasulullah, ümmetimin çoğalmasını istiyor. Emir ve tavsiyeleri, O'na "ümmet" olma şerefini kabul edenlere aittir. Başka bir hadisinde: "Doğuran siyah kadııı, doğumzayan beyaz kadındmı daha iyidir" demektedir. Burada tekrar hatırlatalım ki; İslam, cinsi ihtiyacın giderilmesini "Eşiyle sükunet bulsun" diye "Li teskunu ileyha" ifadesiyle tabii karşılamıştır. Ancak evliliğin gayesinin bundan ibaret olmasını hoş görmemiştir. Sadece cinsi isteklerini tatmin maksadıyla hayatlarını birleştiren çiftler, herhalde bir gün ihtiyarlayacaklarını, kuvvet ve kudretlerini yitirip muhtaç 5 Bugün var olan Insanların hepsinin· yaratılışı önce birer babadan (nefs-i vahideden) başlıyor. Anneler, aşılamayı babalardan alıyor. Fakat hayret edilecek şey odur ki erkek olan babadan gelen çocuklaf hep erkek olmuyor. Bunda tabiatın uyum kuralı vuku bulmuyor. Bilakis erkek cinsinin eşi olan dişi cinsi dPtabiata ayj<:ırı olarak erkekten yaratılıyor. Ve erkekle dişinin evlenmesinden bu sayesed" erkek ve kadın birçok çocuk meydana geliyor (Daha geniş bilgi için. b k. M. Harndi Yazır. H,; Kur'an Dili, Il, 499 vd.). AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi 319 olacaklarını; sıcak yuvalarından uzak, mecburi iskan kurumlarında Azrail'i dört gözle bekler hale düşeceklerini hiç düşünmemişler ve çocukların, anababa için bir yaşlılık sigortası olduklarını asla hesaba katmamışlardır. Ailev1 Bağlılık (Sıla-ı Rahim): Ayetin son şıkkında yer alan " ...Allalı'tmı riayetsiziikten de sakınıııız ... " .ifadesi, oluşan "büyük aile" efradı arasında yediden yetmişe kadar herkesin ahlaki ve hukuk! haklarına riayet edilmesini vurgulamaktadır. Ayetteki "Erham" kelimesi, "rahim"in çoğul udur. Bu da kadında bilinen "döl yatağı" dır. Herhalde aynı rahimde . birleşmiş olmalarından olacak ki, yakınlık ve akrabalık sebeplerine de "rahim" denmiştir. Nitekim akraba arasındaki ziyaretleşme, hediyeleşme ve iyilikle muamele "sıla-i rahim" adını aldığı gibi yakınlık ilişkisini kesmek de "kat-ı rahim" adını almıştır. ve akrabalık haklarına Rahim kelimesinin sevgi, merhamet ve şefkat manalarına geldiği akılda tutularak, yakın akrabayı ve özellikle yakın büyükleri ziyaret etmenin (sıla-i rahimde bulunmanın) önemine ve kat' etmenin de hüsranına Rasulullah (s.a.v)'ın birkaç sözü ile işaret etmede yarar mülahaza ediyoruz: Rahim (akrabalarla ilişkiyi sürdürmek) arşa asılı olarak şöyle der: Beni gözeteni Allali gözetsin, beni terk edeni Allalı terketsin. (Müslim, Birr, 17). buyurur; Ben, Ralımaııım, o ralıinıdir. Ben, ona isnıimden bir isim türettinı. Bundan dolayı onunla ilgilenen, akrabalarla ilişki sürdüren ve iyilik yapana ilısanda bıilımurııın, akrabalıkla ilişkisini keseni de malınını ederim (Ebfı Davud, Zekat, 45). Allah şöyle "Allah'a itaat edilen şeylerde akrabalık ilişkilerini sürdürmekten daha çabuk sevabı verilen hiçbir şey yoktur". Sözü edilen ayette "Rabbinizden korkun" ve " Allah'tan korkun" uyarılarının ayrı ayrı yer alması çok calib-i dikkattir. Birinci ifade, genel olarak insanlar arasındaki umumi kardeşliğin bozulmasmdan ve erkekle kadın arasındaki cinsel meyilierin kötüye kullanıl­ masından; ikinci ifade ise, aile ve akraba haklannın ve ilişkilerinin bozulmasından sakınınayı kapsamaktadır. Amerika' da yapılan bir araştırmada, huzurevlerinde kalan yaşlıların yüzde 60'ının hiç ziyaretçisi olmadığı, yalnızlık ve yabancılık hissiyle deprasyon geçiren yaşlıların intihan tercih ettikleri ortaya çıkmıştır. İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 320 2- Sosyal hedef: Evliliğin ikinci temel hedefi, ailenin saadeti ve toplumun selameti için çocukları iyi eğitip öğretmek, onları kamil ahiakla kemale erdirmektir. Çocuğu bizzat emzirip büyü tmek, ona ahlak! telkinlerde bulunmak baş­ ta anaya; yiyecek, giyecek, mesken ve benzeri madd'i, talim ve terbiyesi gibi ruh! ve fikr'i ihtiyaçların giderilmesi de başta babaya aittir. İslam ahlak ve ilme çok büyük ağırlık veren bir dindir. Çocukların bu vazifesi de ilk planda ana-babaya yükletilmiştir: her şeyi; özellikle peygamber ve ehli beyt sevgisini, Kur'an okumayı öğretiniz", "Çocuklarııııza ikram etmeyi, güzel ahlfikı öğretiniz"; "Çocuklarınıza yüzmek ve aiıcılık öğretiniz" gibi hadisler, bunun açık örneğini teşkil eder. istikamette yetiştirilmesi "Çocuklarınıza Dağuracağı çocukları iyi yetiştirmede ve yaşlıların da dahil olduğu diğer aile bireyleri ile iyi münasebet kurİnada başarılı olabilecek bir eşi bulmada, Resfılullah'ın koyduğu şu ölçülere azam! derecede dikkat edilmesi kap eder: "Kadın dört şeyi sebepiyle nikah edilir: Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı. Eli toprak olasıca, sen dindarını seç!" Burada dindarlık, şüphesiz ki İslami şu­ urdur. Yoksa geleneksel ve taklidl bir dindarlık, problem çözümünde fazla etkili olamaz. Kuşak Çatışmasıııı ve Aile Huzursuzluğunu Hazırlayan Sebepler: Tarafımız­ ca 10' a yakın huzurevi sakinleri üzerinde yapılan incelemede yaşlıların %70'inin gelinlerinden ve torunların ilgisizliğinden müştekl oldukları tespit edilmiştir. Yani ülkemizde bir "gelin-kaynana" ve dolayısıyla da "gelinkayınpeder" problemi vardır. Torunlardaki ilgisizlik ve annelerinin büyüklerle olan bu sürtüşmelerinden ve bu annenin çocuklarına, büyükleri sevip saymanın "din!" bir veeibe olduğunu telkin etmen:ıesinden ileri gelmektedir. Kanaatimize göre bu problemin temelinde, kültür değişikliğinden kaynaklanan bir kuşak çatışması söz konusudur. Bu çatışmayı hızlandıran üç önemli sebep göze çarpmaktadır: 1) Radyo-televizyon ve basın. 2) Eğitim ve öğretimdeki birtakım çarpıklıklar 3) Endüstriyel kentleşme olgusunun aile ve sonuçlar. Sırasıyla konuyu biraz açalım: ve eksiklikler. kadın aleyhinde doğurduğu AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERİ 321 dinleyip seyrettiğimiz, halen de çoğaltılarak seyretmekte olduğumuz aile dizilerinde, aile efradı; hep boğuşup didişen, devamlı küfürleşen, saç-baş yolan, kimsenin kimseyi tanımadığı çingene tipli aileler uydurularak takdim edilmekte; vakur, şuurlu ve müşfik "geniş Anadolu İslam ailesine maalesef yer verilmemektedir. Boyalı basın; uyumlu, mütedeyyin ve namuslu aileyi değil, gırtlak gırtlağa boğuşan gelin ve kaynanayı mahremler arasındaki gayri meşru ilişkileri ve nikah tanımayan zanilerin birlikteliklerini, boy boy resimlerle takdim ederek geçimini sürdürmektedir. Olduk olası ~ Eğitim ve öğretimde, insana layık olduğu değer verilmemiş, birinci bölümde de izah edildiği gibi, tam tersine birtakım aldatıcı nazariyeler uydumlarak insanın değeri hiçe indirilmiştir. İnsana üretkenliği ile orantılı bir değer biçilmiş ve bunun tabii sonucu olarak, fiziki gücünü kaybeden yaşlı, aile ve toplumdan tecrit edilmiştir. Keza genç dimağlara yeni birtakım şeyleri yerleştirme gayreti gösterilirken bütün şiddetiyle eskiye yüklenilmiş; ilkokul 2. sınıftan itibaren çocuklarımızın eline tutuşturulan bazı dergi ve ansiklopedilerde yer alan ifade ve resimlerle, yaşlandıkça güzelleşen eli öpülesi müslüman.yaşlılarımızın yüz ve kıyafetleri çirkin portrelerle takdim edilerek tazyif ve tahkir edilmişlerdir. Ahlak ve fazilet hamulesi olan bu insanların çevrelerine ve özellikle evlat, gelin ve torunlarına "kültür" cihetiyle hizmet etme arzuları "eski" ve "geri" yaftasıyla safdışı edilmiştir. Kılık ve kıyafetleriyle, kültür ve değerleriyle yeni neslin gözünde küçük düşürülen ve hatta zımnen yok edilmesi öğütlenen bir yaşlı insan var ortada. Birinci bölümde sözü edilen Darwin'in "tekamül" nazariyesine paralel olarak, bütün milletierin toplum hayatını, zelzeleye tutulmuşçasına temelden sarsan önemli hadiselerden birisi şüphesiz ki "sanayi inkılabı" dır. Sanayi İııkılabı: Bu inkılap; _aile yuvasını kenetleyen bağları, günden güne artan bir hızla çözen bir inkılaptır. Erkek bir işte çalışıyor, kadın başka bir işte, çocuklar da daha başka bir işte ... Aile yuvası, bu fertlerin hislerinde artık eskisi gibi, üyelerini birbi'rine kopmaz bağlarla kaynaştıran mukaddes bir ocak olma vasfını yitirmiş, ailenin şefkat ve heyecan bağları kopuvermiştir. İş hayatının türlü sıkıntılarıyla p·ençeleşen evin dinamik unsuru, ailenin orta direği genç kadın, biraz da haklı olarak, eviı1 yaşlılarına karşı hırçınlaşmış; çocuk doğurmaktan ve hatta İSLAM'DA AİLE 322 ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) doğurduğu çocuğa bakmakt3!1 dahi istinkaf eder hale gelmiştir. Daha da iktisaden hür bir fert olarak erkek ile ev içinde "otorite" yarışına girmiş; aile bütünlüğü bu yoldan da ayrı bir çözüntüye maruz kalenteresanı, kadın mıştır. Hülasa olarak; kırgınlıkların reklam edildiği, ekonomik çıkarların ön planda tutulduğu, tecrübe ve birikimiyle evin sultanı konumundaki kayınva­ lidelerin (büyükannelerin) ve otorite sahibi olması icap eden kayınpederlerin (büyukbabaların) çeşitli vasıtalarla devamlı tazyif ve tahkir edildiği yoğun bir kültür tasalluru altında kimlik bunalımına sürüklenen aile ve toplum bireylerinin birbirine karşı şefkatli, merhametli ve saygılı olmalarını beklemek; samimi ve ciddi olmayan yüzeysel bir gösterişten ibarettir. Bugün kayınyalide konumundaki dünkü gelin ile bugünkü yeni gelini ortak değerler etrafından birleştiren, her ikisine de hukuk!, ahlaki, insani ve medeni pek mühim vazife ve sorumlulukları karşılıklı olarak yükleyen Rasfılullah (s.a.v)'ın, sözünü ettiğimiz eş seçimindeki sözü; umfım'i manada aileyi, husfıs'i manada da yaşlıyı himaye etmeyi hedefleyen, eskimez muhallet bir mesajdır. Rasfılullah'tan 14 asır sonra gelen koyu Hıristiyan bir doktor olan Alexis Carre!, belkide peygamberimizin bu " ... dindar olanı tercih ediniz" sözünü hiç duymadan, adeta bu sözü şerh eder mahiyette şöyle demektedir: . " ... Yavrularının bakımından kaçan an1ıeler, çoğu kere de sözde sosyal faaliyetlerde boy göstermek, eğlence partilerine rahatlıkla katılabilmek, sanat ve edebiyat ile ilgili salon ve matinelerde arz-ı endam etmek, briç oynamak veı;a sinemalarda film seyretmek için çocuklannı peşin olarak baştan savmaktadırlar." Çocukları büyükZere saygıyla bağlayan, çocukların ana-babalarından birçok gerekli bilgiler edinmesine fırsat hazırlayan muhafazak/ir aile yuvasının çözülüp dağılmış olmasından eıı başta evini ve çocuklarını hiç de umursar görünmeyen kadın­ lanmız sorumludur". Kadınlar isteye isteye keııdilerini alkol ve tütünle harap ediyorlar. Vücut hatlarının itibari bir uzamasım gerçekleştirmek üzere kendilerini tehlikeli bir besienim rejimine tfibi tutuyorlar. Bımdaıı başka, çociık sahibi olmaktan kaçınıyorlar'' (İnsan Bu Meçhul, s. 274). "Müstakbel anne ve babaımı frengili, alkol diişkiinii, yahut morfin veya kolmin tiryakisi olmamaları liizımdır. Hamile kalma (ilkalı) csnasıııda eşleı~den birinin içkili ' . AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi 323 olması bir cinayettir. Zira bu şartlar altmda vuku bulan ilkahııı nıahsulü olan çocuklar ekseriya tedavisi imkansız, irsi sinir yahut zihin bozukluklarına duçar olurlar. Umumiyetle nev'in ıslahı prensibini tariınıayan anne ve babalar, işledikleri suçun cezasını çocukları vasıtasıyla çekerler" (İnsanlar Uyanın, s. 115). İşte dindar insan, Carrel'in bu söylediklerinin hiçbirini yapmaz, yapamaz. Çocuk Terbiyesi ve Aile Huzurunun Temin ve Devanıında Yaşlıların Yeri ve Rolü: Yaşlılar evin kültür abideleridir. Geçmişi geleceğe bağlayan köprülerdir. Hayat tecrübelerinin fazla olması nedeniyle, genç kuşakların birinci derecede rehberleridir. Günümüz resmi eğitim ve öğretim anlayışı, aile ve çocuk terbiyesini bütün bütüne okul eğitimi ile değiştirmekle çok ağır bir hataya düşmüştür. Çünkü büyüme çağında olan bir çocuk fizyolojik, akli ve duygusal gelişme­ sini çevresinde var olan eğitici kalıpların etkisi altında şekillendirmektedir. Buna göre kendi yaşdaşları arasına salıverilmiş olan bir yavru, minicik arkadaşlarından çok az şey öğrenebilme imkanına sahiptir. Ayrıca çocuk yuvalarında veya anaokullarında yürütülen tek tip programlı eğitim sistemi, yavruların gelişmesini kaçınılmaz bir şekilde eksik bırakacaktır. Ahlak, estetik ve din kültürü potasında yaşı ve kafası kemale eren anababa, büyükanne ve büyükbabaların yetiştireceği çocuklarla, yuvalarda veya anaokullarında eğitilecek çocuklar arasındaki farkı; köpek yavruları üzerinde yaptığı bit deneyle, Dr. Alexis Carre! İnsan bu Meçhul adlı eserinde şöyle dile getirmektedir: "Hayvanat bahçesi, içerisinde kendi yaşdaşı olan eııiklerle bir arada büyüyen köpek yavrusu ile serbest olarak anasının yanında yetişebilen köpek yavrusunun gelişmesi arasmdıı, ana bağnnda barman köpek yavrusunun leyhine olarak. bir çok bağdaşmaz farkların bulunduğunu laboratuvarlardan öğreniyoruz. Aynı farklılık, kendi yaşlarındaki çocuklardan kurulu bir yuva soğukluğu içinde büyütülen bir çocuk ile yaşça ve kafaca kemale ermiş ana-aabasının sıcak gözetimi altmda yetiştirilen bir yavru arasında da noktası noktasına geçerlidir" (bk. M. Kutup, Tekiimül ..., s. 356). Çocuğun yaşayacağı toplumun davranış kalıpları, değerleri, tutumları, önce ailede öğrenilir; daha sonra aile dışındaki birimlerde bu öğ­ renme devam eder. Bu süreçte ailenin yerini hiçbir birim tutamaz. inançları, 324 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) Değerli ilim adamımız Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre İlinıde Demokrasi eserinde iyi yetişmiş· büyükleri, çocuk ve aile terbiyesi üzerindeki olumlu etkilerini, kendinden örnek vererek şöyle açıklamaktadır: Olmaz (s. 148) adlı · "Babamııı kadrini kıymetini tam mfiııfisıyla ancak 40 yaşmdaıı sonra idrak edebildim. Keııdisini kaybettikten sonra bir kaç yılını, hep onun nasihatlerini' ve çeşitli hadiseler karşısında izhar ettiği o harikıılade dirayeti ha tırlamakla geçti. İlk nıuhatap olduğumda şuurumda pek yer etmemiş olan nasihatlan, unutkanlığınıdmı yavaş yavaş şuuruma taht kurdular ve oldular." kırk (40) yükselerek bütün ,beııliğim üzerinde muhteşem bir de bütün hayat tarzıma hükümran yaşundan itibareıı Neydi acaba "nükleer enerji" profesörünün kafasında, 40'ından sonra bu kadar etkili olan öğütler? Şüphesiz hepimizin aile. ve çevre büyüklerimizden duyduklarımızdan farklı değildi bunlar. "Evladım! ... Mah~eme Kadı'ya mülk olmaz. Bir makama getirildiğinde, günün birinde o makamdan ayrzlacağın idrakiııi daima diri tut. Yavrum! Bir Arap atasözü şerefii'l-mekaıı bi'l-mekin der. Yani mekaııın şerefi, onu doldurandan ötürüdür. Sen sen ol, sakın bulımduğım makanıdmı kendine bir şeref payı çıkanna. Bilakis sen, o makama şeref kazandır. Evladım! Dünyamız en kolay, en tatlı ve de ııefsi en çok okşayan işi, amir olmaktır. Sen sakııı bu aldatıcı görünüşe kapılma. Hasbelkader fimir olduğıtnda zor yolu seç: Hfidimü'l-hüdemfi (hizmetkG.rlarınlıiznzetkfirz) ol. Örtücü ve bağışlayıcı ol. Başkalarıımı ayıp ve günahlarını örter ve bağışlarsan, ·ümit edilir ki, alıire tte de senin uyubun ve zunılbım örtülür." Şimdi soruyoruz: Yaşlı kültür abidelerinin huzurevlerine sürülmesi halinde, bizi biz yapan bu tür insani prensipleri, geleceğimizin her şeyi çocuklarımızın kafasına hangi müessese yerleştirecek? Okul mu? Birkaç ay önce Erzurum'da sohbetiyle müşerref olduğumuz Devlet İsta­ tistik Enstitüsü Başkanı kolej kökenli Sn. Prof. Dr. Orhan Güvenen Beyde Özemre hocadan farklı düşünmüyor. Çocuk eğitiminde ailenin önemini ve yerini belirtirken şöyle diyor: "Beııim rzılı ne aldınısa terbiyemde finıil olan onlardan aldım ... " şey, babam ve mınemdir, hayatınıda müspet AİLE, YAŞLILIK ve HUZUR EVLERi 325 Gelin, iki aile arasındaki kültür elçisidir; baba evinden koca evine, koca evinden baba evine kültür taşıyıcılığı yapar. Bu bakımdan aile ile mahallenin ve netice olarak da toplum kültürünün korunması için her iki aile arasındaki ilişkiler çok sıkı olmalıdır. Lise yeya üniversite tahsilini bitirip, kitabını, çantasını bir kenara koyduktan birkaç ay sonra evlenen genç hanım; ev işleri, ev ekonomisi, çocuk bakımı ve terbiyesi gibi hususlarda ayrıca üyesi olduğu yeni aile bireyleri arasındaki sosyal münasebetlerin örf ve adetlere uygun olarak tesisinde yeni muallimlere şiddetle muhtaçtır. Şüphesiz ki bu muallimlerin başında kayın­ valideler ile kayınpederler olmak üzere ailenin diğer tecrübeli elemanları gelir. Yine Dr. A. Carre! (İnsan Bu Meçhul, s. 276) çocuk terbiyesi sadedinde diyor: "Kadınlar; doktor, avukat, mühendis ve profesör olmak için değil, kendi çocuklarım üstün kalite insanlar olarak yetiştirnıeye kabiliyet kazanmak için yüksek bir terbiye almalıdırlar." Bizce de pratik olarak anı1e adayının bu terbiyesi, ancak aile içinde alınabilir. şöyle Bilindiği üzere evliliğin ilk yıllarında tarafların biraz da nazlanmaların­ dan kaynaklanan birtakım tartışmalar zuhur eder. Mesela annesinin yemeklerine alışkın olan delikanlı, ciamak zevkini yeni eşinin yemeklerinde bularnazsa dudak büker. Sen misin dudak büken? İşte bu ve benzeri, zuhuru her zaman mümkün tartışmaları anında ve zamanında bastıracak tecrübeli zevatın müdahalesine şiddetle ihtiyaç vardır. Dargın eşierin arasını bulmak, müslümanların tümü üzerine düşen büyük bir sorumluluk ise de din, bu ara bulma görevini her iki aile büyükleri üzerinde farz-ı ayın kılmıştır. Ailenin dağılıp gitmesinin sorumluluğu -eğer bütün yolları denememişlerse- önceli]:<le onlara aittir. Çünkü Kur'an-ı Kerim barıştırma sorumluluğundan söz ederken önce aile hakemlerini zikreder: "Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah · aralarım bulur. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar alandır" (enNisa, 4/35). Ayette çok dHib-i dikkat olan bir husı:ıs vardır ki o da şudur: Hakemlik görevinin her iki aile içinde münhasır bırakılması, Allahu alem, bunun lükmeti, aile sırlarının etrafa yayılmasını engellemektir. Ayrıca hakemierin adil, samimi ve dürüst olmaları vurgulanmaktadır. İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) 326 Yapılan araştırmalara göre (bk. Aile Yazılarz/2, s. 273) ülkemizde yarıdan fazla aile (%60'a yakın), yaşlıların içinde yer almadığı, modern, "çekirdek aile" özelliği taşımaktad~r. Yani bu ailelerde kaynana-kayınpeder problemi yoktur. Fakat esefle müşahede ediyoruz ki, ülkemizde yılda 130 bin çift boşanıyor; çocuk yuvaları yetmiyor, hırsızlık ve fuhuş en büyük sosyal problem olarak ortada görülüyor. Hısımlık ve akrabalık bağları aşınarak kopma noktasına gelmiş bulunuyor. Oğlunun evinde kiracı olarak oturan babanın kirayı ödememesi üzerine oğlu tarafından bıçaklanarak ağır şekilde yaralandığı, istediği harçlığı verememesi üzerine oğlunun ağır yumruklarına maruz kalıp vefat eden babanın üzücü haber ve resimleri basında yer alıyor. Öyle sanıyoruz ki ailenin maruz kaldığı bu korkunç tehlike, ekonominin içinde bulunduğu vahim durumdan 1000 kat daha vahimdir. AİLE BİÇİMLERİ ve YAŞLlLAR Sosyolojik ve antropolojik tespitlerde en genel ve en yaygın olan aile biçimleri "geniş aile" ve "çekirdek aile" biçimleridir. Geniş Aile: İki veya daha çok çekirdek aile birimlerinin baba evinde, aynı çatı altında yerleşmesidir. Geleneksel toplumların ideal aile tipi budur. Bu ailede ana, baba, evli çocuklar, torunlar, evlenmemiş kardeşler yer alır. Geniş aile değişik adlarla da anılır: Geleneksel eski aile, köy ailesi ve kandaş aile gibi. Nimkof'a göre (Aile Yazıları, II, 228) geniş geniş aile, buyük aile, aile tipinin üç önemli özelliği vardır: - Çeşitli kuşakların birlikte oturmaları, - Aynı tencereden yemek yemeleri, -Ortak mülkiyete sahip olmaları. Geniş ailenin yararlan ya da fonksiyonlan şu şekilde sıralanabilir: 1) Yeni yetişen kiışakların sosyalleşmesinde sadece ana-babanın değil, geniş ailedeki bütün yetişkinlerin sorumluluk ve yükümlülükleri vardır; çocuklar daha geniş bir akrabalık sistemi ile karşılaşmaktadır. Ayrıca mesleki öğrenim ve eğitim geniş aile içinde verilir. rı 2) Geniş aile, üyeleri için bir yardımlaşma ve güvence kaynağıdır. Onlatehlikelere karşı korur. Elden ayaktan düşen yaşlıların bakımını sağlar. Bu AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi aife tipi, çağdaş toplumdaki polis ve sosyal güvenlik ların görevlerini üstlenmiştir. 3) Geniş aile, bireylerinin din layabilecekleri ortamı sağlar. 4) 327 kuruluşları gibi kurum- ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri ve uygu- Geniş tiyaçları aile, üreme-çoğalma ve psikolojik (duygusal ya da nefsan!) ihiçin gerekli ortamı sağlar. 5) Geniş aile ekonomik bir birim _veya ortaklaşa bir işletme özelliği taşır. 6) Geniş ailede en yaşlı e~kek toprağı denetiediği gibi, bütün ailenin de söz götürmez başkanıdır (bk. Ayg~n Erdentuğ, "Çeşitli İnsan Toplulukların­ da Aile Tipleri", Anh·opoloji Dergisi, Sayı: 12; İbrahim Yasa,. "Evlilik ve Geniş Aile Kurıımlarmm Yazgısı", A.Ü. Siyasal Bilgiler Fak. Dergisi, Sayı: 1-2). Ayrıca ilave edebileceğimiz şu hususlar da zikredilebilir: 7) Geniş aile bireyleri gurur ve kibirden uzak olur. Çünkü kendisinden büyük, küçük ve yaşdaşlarından sert bir karşılık görür. ailede yer alan kadınların bir bölümü harici işl~rde daha rahat çalışabilirler. Çünkü evde, kadının kocasına, çocuklarına ve ailenin diğer fertlerine karşı sorumlu olduğu işleri yürüten başkaları vardır. Yorgun olarak evine döndüğünde, ayrıca ev işi sıkıntısı yoktur, kadınlık ve annelik görevini ifa ederneme sıkıntısı da yoktur. 8) Geniş 9) Geniş aile, kuşak çatışmasına mahal bırakmaz. Çünkü üç ve hatta daha fazla nesil birlikte yaşar. Çatışma biribirinden ayrı yaşayan kuşaklarda cereyan eder. 10) dul Geniş kalmış aile, bireylerinin yalnızlığını giderir. Evlenmemiş, hiçbir kadın bu aile tipinde garip değildir. Hülasa, özelliklerini verrneğe Müslür,Mn ailesinin biçimidir. çalıştığımız "geniş boşanmış, aile" biçimi, Anadolu Bu aile biçiminde 3-4 kuşak birarada oturduğundan, yaşlı kuşağa saygı ve bakım daha sağlıklı ve daha mükemmel bir tarzda gerçekleşmektedir. Yaşlılar oğullarıyla, gelinleriyle, torunla.rıyla birlikte oturmakta, onlar için herhangi bir problem olmamaktadır. Yaşlı kadın kaynanadır. Ev işlerinde, gelin üzerinde, torunlar üzerinde söz sahibidir, yetkilidir, otoriterdir. Yaşlı erkek karar organıdır. Oğulları, torunları üzerinde söz sahibidir. Torunlarda İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) 328 en fazla hoşgörüyü, yumuşak emirleri dedelerinden, ninelerinden aldıkları için yaşlıları ana-babalarından daha çok sevebilirler, (bk. Tezcan, Toplumsal Değişme ve Yaşlılık, Aile Yazı.lan, II, 239)." Çekirdeğini "geniş aile"nin oluşturduğu bir toplum yapısında ailesi olanlar için huzurevlerine, çocuk yuvalarına ve kadın konuk evlerine asla ihtiyaç yoktur. Çekirdek Aile: Biri ana-baba, diğeri de çocuklar olmak üzere, en fazla iki içine alan en küçük aile birimidir. kuşağı le, Çekirdek aileye küçük aile, dar aile, de denir. şehir ailesi, modern demokratik ai- çağdaş ail~ Modern toplumların ideal aile tipi budur (bk. Faruk Kentsel Aile, ~ile Yazıları, Il, 269). Kocacık, Sivas'ta Hilmi Ziya Ülken (Sosyoloji, İst. 1943), modern aileyi tarif ederken şöyle der: "Aile sınırlarıımı daralması, ailenin laikleşnıesi ve otoritenili devlete geçmesinden doğan modern şekle, kan-koca ailesi denir." Sosyolojik tespitiere göre "çekirdek aile", ekonomik şartların zamanla değişmesi ve endüstrinin gelişmesi sonucu "geniş aile"nin yerine geçmeye başlamıştır. Büyük şehirlerdeki fabrika ve diğer işyerlerinde çalışan gençler bağımsızlığa kavuşunca, ana-babanın çocuklar üzerindeki otoritesi gittikçe zayıflamıştır·. Bu aile tipinin "laikleşme" niteliğinden kaynaklanmış olacak ki, bireyleri arasında manevi entegrasyon yok denecek kadar azdır. Ekonomik menfaat sağlamayan; sözgelimi çocuğa bakamayan, ev işlerinde gelinine veya kızına yardımı olamayan yaşlıların bu aile tipinde yeri yoktur. Zaten bu ailenin eşleri, kendi kararları ile ·evlenir ve evlerini büyüklerden uzak yerlerde tutarlar. Özet olarak, "çekirdek aile"nin özellikler,i şöyle sıralanabilir: - Fatalizme (kaderciliğe) karşı - Derin akrabalık bağiarına karşı - Kararların aile ya da köyün diyetçilik -Dıştan gelen aktivizm akrabalada düşük yaşlıları tarafından baskılarla doğum entegrasyon verilmesine kontrolünün benimsenmesi karşı fer- AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi 329 - Otoriter olmayan aile ilişkileri ve oldukça basit bir aile yapısı (bk. 1994 Uluslararası Aile Yılı Özel ihtisas Komisyonu Raporları, s.8). Her iki aile tipi üzerinde değerlendinne: Yaratılış sebepini müdrik olarak ömrünü geçiren bir insanın, dünyayı mezara tercih edeceği rnuhakkaktır. Ancak insanoğlu, aleyhindeki gelişmeleri gözden kaçırmış, gerekli tedbirleri almada gecikmiştir. Mesela değişen toplumun genel yapısına bağlı olarak aile tipi değişmiştir. Sanayi toplumunun hedeflediği çağdaş, modem ailede bir veya iki çocuk planlanmış, yaşlılara (büyükbaba ve büyükannelere) bu ailede yer verilmemiştir. Daha kötüsü, marjinal dahi kalsalar, çekirdek aile olgusuna bile yer vermeyen alternatif ilişki biçimlerini savunan gruplar türemiştir. Geleneksel büyük ailede yaşlıların hiç mi problemi olll}amıştır? Olmuş­ tur tabii... Arıcak bu problemler, İslam'ın kazandırdığı ahlak! ve hukuk! sorumlulukla, büyük aile bireyleri arasında bölüşülrnüş, aile yuvaları içinde halledilmiştir. Nirnetler, külfetler mütesaviyen paylaşılagelmiştir. Büyük ailede yaşlı, ölünceye kadar sorumluluk üstlenmiş, işini tarnamlama sevinci içinde ömrünü noktalamıştır. Oysa çekirdek ailenin dahi tehdit altında bulunduğu günümüzde yaşlı; desteksiz, güçsüz ve sorumsuz bir halet-i ruhiyeye itilmiş, acınır ve ağlanır bir hale düşürülmüştür. İslam'ın "geniş aile" efradı arasındaki eııtegrasyonu: İslarn1 büyük aile; biyolojik, psikolojik, ekonomik, din!, si yas'i, so s: ·alleştirici ve eğitici tüm fonksiyonları içine alan geniş bir aile yapısını hedeflemektedir. İslam! geniş ailede anne-baba, dedeler, büyükanneler, amcalar, halalar, dayılar ve teyzeler, bunların çocukları yer alır. Üç kuşak bir arada yaşar. Ayrı ayrı mekanlarda alakalar vardır. yaşasalar dahi, onları birbirine bağlayan derin ve geniş İslami aile, geniş aile olmak zorundadır. Bu genişlik, içtimar gelişJm zorunluluğundan değil, Allah'ın lüktür. Aile efradı arasındaki kiştirilerek güçlendirilir. Aşağıdaki emriyle vücut bulan bir genişlik, bir büyükKur'an ve sünnetle tanzim edilir, pe- ilişkiler ayetler İslami geniş aileyi, bu aile bireylerinin Yüce Allah'a, sonra birbirlerine ve tüm insanlık ailesine karşı yükümlü oldukları hak ve vazifeleri, rnütekabil rnesuliyetleri ihtiva eden önemli hükümler taşımakta­ dır. 330 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) Allah'tan sonra anne ve baba: "Rabbiıı, sadece kendisine kulluk etmeıiizi, da iyi davrmımmıızı kesin bir şekilde emretti. Onlardmı biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendileı:iııe "öf bile deme; oııları azarlama. İkisine de güzel söz söyle, onları esirgeyerek üzerlerine kanat ger ve Rabbim, kiiçiiklüğümde oııl ar beni nasıl yetiştirmişlerse, sen de onları esiı-ge" diye dua et. mza-babanıza "Rabbiniz, sizin kalblerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allalı kötülükten yüz çevirerek tövbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır." "Bir de akı·abaya, yoksula, yolcuya hakkım ver. Gereksiz yere de saçıp savurma" (el-İsra 17/23-12); "Biz insana, mza-babasma iyi davranmasmı tavsiye etmişiz­ dir. Çünkü mıası oııu ııice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. İşte bımım için önce baııa, sonra da mıa-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Döııüş, ancak bmıadır'' (Lokman, 31/14); "Bir zammılar biz Benf İsra­ il'e yalnızca Allalı'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya iyi davranacaksıııız, yakın akrabaya, yetimlere, miskinZere iyilik ·edeceksiniz diye emretmiş, onlardan bunu tutacaklıırma dair söz almış ve "insanlara güzel söyleyin"; "Allalı'a ibadet edin ve O'na lıiç bir şeyi ortak koşmaym. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşu­ ya, eş, dost ve arkadaşa, uzak komşuya, yolcuya, elleriniz altmda (emr-i lıimayeniz­ de) bulunanlara iyi davrmım. Allalı kendinf beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez" (en-Nisa, 4/36). , "Muhakkak ki Allalı adaleti, iyiliği, alerabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin iş­ leri, fenalık ve azgmlığı da yasaklar. O, düşünüp tııtasmız diye size öğüt veriyor'' (en-Nahl, 16/90); "Ana ve babanın ve yakmlarm bıraktıklarından erkeklere bir pay v·ardır; mıa babaııın ve yakmlarm bıraktıklarıııdmı kadınlara da bir pay vardır. Gerek azmdaıı, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır" (en-Nisa, 4/7). Bu ayet cahiliyet devri geleneklerini yıkarak mirastan kadınında payı onlar için ayırdığı bu payın mutlaka kendilerine verilmesi gerektiğini beyan etmektedir. "Miras ta payı olmayan yakmlar, yetinıler ve yoksullar, miras taksiminde hazır bulunursa ondan bunları da rızıklmıdınn ve onlara güzel söz söyleyin" (en-Nisa, 4/8). · olduğunu, Allah'ın Bu ayet, İslam'ın getirdiği en geniş kardeşlik ve insanı dayanışma anlave sosyal adalet prensibi içinde, nıirasta payı olmayan -nispeten- uzak akrabaya, o civarda bulunan fakir fukaraya da mirastan bir şeyler verilmesini, gönüllerinin alınmasını, emeksiz elde edilen servete karşı muhtemel olumsuz duyguların önlenmesini emretme~tedir. yışı AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERİ 331 ~'Allah size, çocuklarınız hakkında erkeğe, kadıııııı payının iki misli miras ver- menizi emreder. Çocuklar ikiden fazla kadın iseler ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalııız bir kadmsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana babasmdmı her birinin altıda bir (116) hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana babası ona ise anasıııa ilçte bir (113) düşer. Eğer ölenin kardeşleri varsa anasıııa altıda bir (116) düşer. Bütün bu paylar ölenin yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullanmzdan hangisinin size fayda bakımından daha yakııı olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allalı tarafından konmuş farzlar (paylar)dır. Şüphe­ siz Allah, ilim ve hikmet sahibidir" (en-Nisa, 4/11). varis alımış Buraya kadar sıralanan bu ayetlerde ilk mesaj olarak kulluğun sadece Allah'a hasredilrnesinin vücubu vurgulandıktan sonra sırayla ebeveyne, yakın akrabaya, kornşulara ve bütün insanlara karşı yerine getirilmesi icab eden hukuk! ve ahlak! pek rnühirn rnüeyyidelere saraheten işaret edilmiştir. Ayetlerdeki "onlara iyi davranın", "onlara öf dahi demeyin", "onları azariarnayın", "en güzel sözü yumuşak bir üslU.pla arzedin", "yakınlara adil davranın" gibi şıklar, yaşlının en az fizik! korunma kadar psikolojik korunmaya, sayılıpsevilrneyede muhtaç olduğunu ortaya koymaktadır. İslam'ın yaşlılar lehine koyduğu miras ve nafaka gibi hukuk! haklar da ernsali ile rnukayese kabul etmez çapta çok ileri durumdadır. Mesela yukanda kaydedilen son ayette (en-Nisa, 4/11); ana-babanın, büyükbaba ve büyükannelerin, müteveffa çocuklarının terikelerine, belirtilen paylarla mirasçı olacakları açıkça belirtilmektedir. İslami uygulama da hep böylece süregelmiştir. Bu bir yaşlılık sigortasıdır. Oysa yürürlükteki miras hukukunda, sözü edilen aile büyüklerinin, yani ana-baba, dede ve büyükarınelerin evlat ve torunlarına mirasçı olma hakları yoktur. "Ana-babaya iyilikle muamele s ;leyiniz" ve "dünyada onlara iyi davgibi ayetler ile "sen ve malın babana aitsiniz" gibi hadisler, muhtaç olan ebeveynin nafakalarının çocuklarına ait olacağını ifade etmektedir (de-' deler ile nineler, ebeveyn tabirine dahildir). ranın" Tercih edilen görüşe göre çalışabilir dururndaki muhtaç ana-babaya çodiyemez, nafakalarını terninle mükelleftirler. cukları, "çalışsınlar" Nafakanın şunıülü hısıını) oidukça geniştir. Hanefilere göre Zevi'l-erhaın (kan olup aralannda evlenmek caiz olmayan hısımlar, karşılıklı olarak 332 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) nafaka mükellefiyetini yüklenirler: Amca, kardeş, kardeş çocuğu, hala, teyze ve dayı gibi... Hz. Ömer başta olmak üzere birtakım İslam mütefekkirleri, kapsamı biraz daha genişleterek aralarında evlenmek caiz olsun olmasın, sıra kendilerine geldiğinde biri diğerinevaris olabilecek bütün hısımlar arasında nafaka caridir, derler. Bu görüş, İslam'ın içtimai adalet anlayışına daha uygundur. Burada yine İslam nafaka hukuku ile yürürlükteki nafaka hukuku arasındaki bir farka işaret etmek icap eder. İslam nafaka hukukuna göre usul, furıl ve eşierin nafakası, mahkemeye başvurmadan sabit olur. Nafaka, borçlusunun sına bağlı değildir. Diğer hısımların nafakası, rızasına ya rıza veya hazır bulunmaile veya mahkemenin hükmü ile kesinlik kazanır. TMK'ya göre nafakanın tahakkuku için ya mukavele veya dava (bk. Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, s. 352). şarttır Özet olarak denebilir ki; ana-baba, büyükbaba ve büyükannelerin pay sahibi (ashab-ı feraizde) olmaları; ayrıca baba ile dedenin taksimattan artakalanı direkt(binefsihi asabe olarak) almaları; yaşlı­ ların gerek miras ve gerekse nafaka cihetinden tam bir korunma altına alın­ dıklarını serahaten ortaya koymaktadır. mirascılar arasında Yukarıdaki ayetlerde "yakın akraba" anlamına gelen "zevi'l-kurba" ve "el-akrabiln" kelimeleri ile hukukta "kan hısımlığı" manasma gelen "zevi'lerham" çerçevesinde oluşturulan· İslami büyük aile efradı arasında gerek ahlak! ve gerekse hukuki bağlarla, çok sağlam bir entegrasyon sağlanmıştır. Yaşlılar, sahip oldukları birikimle, bu ailedelayık oldukları yere oturtulmuş; sosyal, psikolojik ve iktisadi bütün problemleri!!, yine aynı aile içinde sağlık­ lı çözüme kavuşturulması öngörülmüştür. 3.KISIM Huzurevleri ve İçinde Yaşamak Zorunda Kalan Yaşlılar Ülkemizde din!, ahlak!, iktisadi ve sosyal yapıdaki gelişme ve değişik­ likler, gün be gün çeşitli sosyal pro_blemlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Gelişen nüfusla orantılı ve şişen ailenin hacn:ıiyle mütenasip yerleşim ve mesken projelerinin vaktinde ürc•tilmeyişi; hep genç ve güçlü kalacağını sanan insanoğlunun, gelecek güçsüzlüğüne maddi ve manevi tedbirleri ken- AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi 333 di aile çerçevesinde önceden düşünmeyişi; köyden şehre olan sür'atli göç olarak "geniş aile"nin hudanarak "çekirdek aile" konumuna düşmesi ve hatta "ailesizlik" temayüllerinin doğması; iki insanın dahi zor barınacağı gecekondu ve benzeri barınakların inşası gibi sebepler insanı, özellikle yaşlıyı himaye eden madd'i yardımların ve aileye alternatif olarak yeni birtakım müesseselerin ihdasını zorunlu kılmış bulunmaktadır. akışına bağlı Endüstrileşme sadrnesiyle sarsılan ailenin birinci derecede mağdurları, şüphesiz ki yaşlılardır; çocuklar sonra gelir. Çünkü çocuklar hayat eğrisinin çıkış tarafındadırlar; zor şartlarda dahi olsalar, gün geçtikçe güç ve kuvvet kazanır, evlenir ve arhk içinde başkalarını himaye edebilecekleri bir yuvanın ya sahibi olurlar veya en azından ileride bu hayali gerçeğe çevirebilecekleri ümidiyle mutlu olmaya çalışırlar. Fakat yaş­ lılar? Onların geleceğe ma'tuf arzu, plan ve gayeieri eskimese de; zamanın bir gayeye doğu olan akışını ters yöne çeviremezler. ·Maz'i muhaL. Hayat eğrisinin iniş kısmında seyreden bu in<;anlar, Hz. Zekeriya'nın "vehm-azm" (iskelet zayıflaması) dediği fizik! b' çök lşle son durağa doğru yürümektediri er. İlahl fermanın, İlah'i sünnetin~- -_.lisi böyledir: "Sizi güçsüzlükten yaratan, sonra güçsiizlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allalı'tır. Çünkü O, dilediğini yaratır. Hakkıyla bilen ve üstün kudret sahibi olan ancak O'dur" (er-Rum, 30/54). ve toplumsal değişmenin Birinci kısımda· işaret edildiği gibi, Rasulullah bu iki zayıfın korunma- . sını, sevilip sayılmasını; lafız ve mana ellietiyle hemen hemen aynı paralellik arz eden (Li_::$' ) Y-J ü_Jj-P ~-'-!. t ıJ" \.:.o ır:l) "Bizim lcüçüklerimize merhamet ve büyüklerimize de lıünnet göstenneyen bizden değildir" sözleriyle çok defa beyan buyurmuşlardır. İşte takdir-i İlah'i olarak zayıflıktan kuvvete yeniden dön- meleri umulmayan, ölünceye kadar insan gibi yaşama hakkına sahip olan, muhtaç yaşlıların sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla çeşitli tedbirlerin alınmasına ihtiyaç hasıl olmuştur. bakıma Huzurevlerinin Gelişmesi ve Gayesi Ağustos 1977 tarihli Sosyal Hizmetler Bülteni'nin 2. sayısında (s. 13-14) şöyle denilmektedir: "Bugün, himaye ve bakıma muhtaç yaşlıların bakımı, tedavi ve rehabilitasyonları ile psikolojik ve sosyal yönden doyurucu bir yaşantının sağlanması ve her türlü gereksinimlerinin giderilmesi amacıyla çağdaş anlayışa uygun olarak hizmet veren kurumların gerekliliği ortaya İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) 334 çıkmıştır. Bu gereksinimi göz önünde tutan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakan"huzurevi" adı altında yaşlılar için kurumlar açmaya başlamış ve bu tür hizmetlerin artırılması yönünde programlar geliştirmiştir. Aynı zamanda belediye karıununda yer alan hükümler gereğince de bazı belediyeler yaşlı bakım evleri açmış bulunmaktadır. Bunun yanı sıra sosyal amaçlı derneklerin de bu alandaki katılımlarının geliştiği görülmektedir." lığı, 1977 yılı başlarında, ülkemizde çeşitli adlar altında yaşlıların bakımını 31 kurumdan sadece 5 huzurevi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlı­ ğı'na bağlı idi. Geride kalan 15'i belediyelere, 5'i derneklere, 5'i azınlıklara ve 1'i gerçek kişiye ait bulunmakta idi. sağlayan 1993 Eylül ayı dokümarılarına göre, sadece Sosyal ~izmetler ve Çocuk EsirgemeKurumu'na bağlı huzurevlerinin sayısı 36'ya yükselmiş ve bu yıl (1994) içinde tamamlarıması pHinlanarı 6 tanesinin ilavesiyle tamamı 42'ye baliğ olacaktır. 1977'den 1994'e kadar geçen 17 yıl içinde, bugün bir Devlet Bakanlığı bünyesinde faaliyetlerini sürdüren huzurevleri sayısının 5' den 42'ye çıkması, oldukça calib-i dikkat bir gelişmedir. Bu huzurevlerinin dışında kalan ve aynı gayeye yönelik hizmetler veren bakım ve dinlenme yerleri sayısında da artışlar kaydedilerek belediyelerin 19' a, vakıf ve derneklerin 18' e, azınlıkla­ rın 6'ya ve özel kişilere ait olarıların da 2'ye yükseldiği anlaşılmaktadır. Son edindiğimiz bilgilere göre (Temmuz-1994), dört ayrı bakanlık bünyesinde 860 kapasitı:;li bakım ve dinlenme müesseseleri (PTT gibi) kurulmuş bulunmaktadır. Yukarıda sözü edilen Ağustos 1977 tarihli Sosyal Hizmetler Bülteni'nde "gaye" şöyle özetlenmektedir: "Maddi gücü yeterli olsun veya olmasın aile çevresinin şefkat ve yardımından yoksun olup, yaşamını tek başına yardımcısız devam ettiremeyecek durumdaki yaşlıların bir aile ocağı havasını aratmayacak ortam içinde bakımlarının sağlanmasını gerçekleştirmektir. Huzurevlerine ağır bir sakatlığı ve yatalaklığı bulunmayan, günlük ihtiyaçlarını (yemek, içmek, tuvalet gibi) kendi başına başarabilen akll dengesi yerinde yaşlılar alınır". 1993 yaşlılara Yılı Çalışmaları Değerlendirme yönelik çalışmalar şıkkında Raporu ve 1994 yılı hedeflerinin, (s. 25) şöyle denilmektedir: "Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgenıe Kurumu Genel Müdürlüğü'ne bağlı huzurevlerinde 60 ve daha yukarı yaşta sosyal veya ekonomik yoksulluk içinde olan huzurevindeki AİLE, YAŞLILIK ve HUZUR EVLERİ yaşamma 335 fiziki, ruhsal özrü ve alkol, uyuşturucu bağımlılığı olkabul edilmektedir. Ancak huzurevine kabulü sonrasında yatağa bağımlı hale gelen veya özel bakını gerektiren yaşlılar için de özel bakım üniteleri açılmaktadır. u mayan engel oluşturacak yurttaşlar Sözü edilen 76 faal kurumda 9.500-10.000 civarında sana ücretli ve ücretsiz olarak hizmet sunulmaktadır. 1992 yaşlı ve düşkün in- yılı özel bakım resmi raporlarına göre bir yaşlının kuruma aylık maliyeti 2.5, üniteterindeki yaşlının aylık maliyeti ise 3.5 milyondur. Yaşlılar Dairesi'nde çalışan uzmanlardan şifah'i olarak son aldığımız (Temmuz-1994) bilgilere göre huzurevlerinde sakin her fert için, huzurevinin tam kapasite çalışıp çalışmamasıyla orantılı olarak, 3 ile 8 milyon aylık harcama yapılmaktadır. Tefriş, donanım, yatırım ve personel giderleri bu maliyetin dışındadır. Burada kurum ve bakım maliyet dokümanlarını sunmamızdaki sebep, bu yolla yaşlılara hizmet götürmenin çok pahalıya mal olduğunu vurgulamaktır. Devletin, belediyelerin, vakıf ve derneklerin bunca gayret ve masrafıarına rağmen, yukarıda işaret edildiği gibi, sadece 9-10 bin kişiye bakılabil­ mektedir. Oysa 1990 nüfus sayımına göre 60 ve daha yukarı yaşta 4 milyona yakın insanımız vardır. Genel nüfusun %7'sini yaşlılarımız teşkil etmektedir .. Büyük ailenin hızla eridiği günümüzde, acaba bu yaşlılarımızın çoğunu nasıl bir gelecek beklemektedir? Bu pahalıya mal olan ve halen bu kurumlarda meskı1n kişileri ruhen pek de tatmin edemeyen "huzurevi" ve benzeri projeler üzerinde ısrarlı olmanın acaba faydası var mıdır? Kurumların Meşru'iycti: Sebepleri ne olursa olsun, sokakta kimsesiz kal- mış bir insanı alıp barındırmak devletin görevleri arasındadır. Bunu yapan devlet alkışlanır. İsHim'a göre, zengin hısmı olmayanın nafakasını devlet karşılar. İslam hukuk ~aynakları, hazine giderlerini sayarken uFukaranın bakım ve tedavi nıasraflannı, tereke bırakmadmı ölenlerin cenaz!! masraflarını, sahipsiz ve kimsesiz çocuklann nafaka ve işledikleri suçlann diyetlerini, bizzat kazanına imkanından ve hukuken kendilerine bakınakla yükümlü zengin hısımlan da bulunmayan kimselerin nafakalannı ... u bu görevler içinde saymıştır (b k. H. Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku Tarihi, s. 325; S. a. Sıddıki, İslam Devletinde Mali Yapı, s. 154). 336 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) Ülkemizde, sosyal hizmetlerin çok köklü bir geçmişi vardır. Din ve dinin oluşturduğu içtima! değerlerin tesiriyle oluşturulan yardım kuruluŞları, geler...!ksel sosyal dayanışma ve yardımlaşma sahasında çok uzun zaman başarılı örnekler vermiştir. Fakirlerirıi, zayıf ve muhtaçlarını korumak maksadıyla kurduğu muhteşem vakıflada dünyaya örnek olan bir medeniyetle ne kadar iftihar edilse azdır. Cumhuriyet öncesi dönemde, vakıflara paralel olarak kurulmuş, aynı isimle veya isim değiştirerek varlığını günümüze kadar sürdüren ve ha.len çok aktif görevler ifa eden bir hayli müessese vardır. Mesela, 1868'de "Mecruh!n ve Marda-yı Asker!ye İmdat ve Muavenet Cemiyeti" adıyla kurulan müessese, 1877'de "Hilal-i Ahmer" ismini alan bugünkü Kızılay'ın ta kendisidir. 1868' de ıslahathaneler, 1872' de daru' ş-şefaka, 1896' da darü'l'aceze, 1915'de darü'l-eytamlar ve 1921'de Himaye-i Etfal (Çocuk Esirgeme Kurumu) kurulmuştur. Sözü edilen kuruluşlar içinde orijinal ismini muhafaza eden ve sanki huzurevleri projesini de içine alan bugünkü "Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu" na örnek teşkil eden tek kuruluş, "Daru'l-aceze" dir. İs­ tanbul Belediyesi'ne bağlı olarak çalışan bu kurumun 1329/1906 tarihinde basılan "alimatname"sinin 64. maddesinde: " ... Dersaadet'te tavattun edup 'alll ve mariz ve muhtac-ı muavenet olarak akraba ve velisi ve kendisine şer'an bakacak kimsesi olmayan veyahut vacibü'l-infak kimsesi bulunduğu halde, onun da infaka kudreti olmadığı tebeyyün eden ve işe ve güce iktidarı bulunmayan aceze ile ebeveynden mahrum olan etfal-i eytam kabul olunur" denilmektedir. Maddeden de anlaşıldığı gibi Darü'J-aceze: * Hasta ve sakatlara * Çalışamayan muhtaç yaşlılara ve *Öksüz çocuklara hizmet vermektedir-'ki, bunlar SHÇEK'yi oluşturan ayrı ayrı birimlerdir (Yaşlı Hizmetleri Dairesi ile Yetiştirme Yurtları, Sakatların ve Felçiiierin Rehabilitasyonu Daireleri gibi). Hülasa, insan lehine yapılan ve geliştirilen bütün çalışmaları destekliyor ve diyoruz ki; Hz. Peygamber (s.a.v)'in: "Yerdeki her cmılıya merlıaınet et ki senıadalcilerin tiinıii saııa merhamet etsin" ve "İnsaıılarzn en lıayırlısı, onlara e11 çok yaraymıdır" gibi evrensel mesajiarına biraz olsun kulak veren bir devleti veya toplumun sokaklarında, mez- AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERi hep ve meşrebi, cinsi ve cibilliyeti ne olursa olsun, 337 ağlayan ve sürünen ade- ınoğlu olmamalıdır. Huzurevlerinde Yaşayanlann Durumu Çeşitli bilgi huzurevi ve bakımevleri sakinleriyle yaptığımız mülakatlarda, ve güvenirlik bakııpından üç tip insanla karşılaştık: aktanını 1) Bir çekingenlik (bizden mi, idarecilerden mi bilemedik) belirtisiyle konuşmak istemeyenler, 2) Kurumları çok övenler veya çok yerenler (hissi konuşanlar), 3) Bildiğini çekinmeden mertçe söyleyenler, verenler. Konuşabildiğimiz mamı şu ve konuşturabildiğimiz iki cümlede birleşiyorlar: kişilik tavırlarıyla yaşlıların güven hemen hemen ta- "Allah, devletin zevalini vermesin, bize çok iyi bakıyorlar. Fakat, aileolsa şurada bir gün kalmayız." Burada hemen kaydedelim ki, hanımı ve kendisine bakacak çoluk çocuğu olduğu halde huzurevinde kalmayı tercih eden az da olsa bazı kişilere rastlanmaktadır. Şimdi biraz huzurevi sakinlerini dinleyelim: ınizde bakanımız 1) Trabzon Huzurevi: 77 yaşında olduğunu söyleyen Mehmet dede (Akçaabat) şöyle diyor: "Benim erkek oğlumyok, iki kızım var. Onlar da bakmak istemiyorlar. Erkek oğlum da olsa belki bakmayacaktı. Eskiden amcalara, dayılara, hala ve teyzelere bakılırdı; fakat bugün ana-babaya bakılmıyor. Herhalde en önemli eksiklik, çocuk terbiyesidir. Geçim bakımından burada en ufak bir sıkıntımız yok. Fakat vücudum burada, ruhum köyümdedir. Yakınlanından birinin yanında kalmayı çok arzu ederdim." "Alnımıza yazıldı bu kara yazı/Ağiarım bazı bazı." 75 yaşında olduğunu söyleyen Kaya dede (Bayburt) şöyle diyor: "4 erkek, 1 kız; S çocuğum var. Gelinler çok gaddar. Torunlarımı sevmek isterim fakat kaçarlar. Ziyarete dahi gelmezler. Ben babama yapmadım ama buldum ..." 62 yaşlarındaki Saaddettin Bey şöyle diyor: "Allah, devletin zevalini vermesin. Eşim, çocuklarını yok. Yakınlarını, akrabanı hepsi var, ama hiç birisi ziyarete bile gelmiyor. Halbuki ben hepsini çok özlüyorum. Allah'a. İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (II) 338 havale ediyorum. Burada çok iyi bakılıyoruz fakat bunalım içindeyiz. Devletten şikayetçi değilim. Lakin geçim imkanım olsa burada bir saat durmam." 2) Darii'l-aceze- İstanbul: Üniversite mezunu, zeki ve akıllİ, sakat 67 yaş­ larındaki Marifet hanım, çok değişik şeyler anlattı: "Biz gençlerden merhamet değil, saygı ve sevgi bekliyoruz. Eğer aranır, sorulursanız yalnız değilsiniz. Yalnızlık, insanın yaşıdır. Yani aranır sorulo zaman yaşlısınız. Beni çok düşündüren iki hadiseden size söz etmek isterim; birisi şudur: Beraber ka ldığımız bir bayanın oğlu Amerika' da kalıyormuş. Bu zatın kızı İstanbul' da bir lisede okuyormuş. Bu adam Türkiye'ye gelmiş ve bir gün sözünü ettiğimiz kızıyla birlikte annesini ziyarete gelmişti. Ne hazindir ki; bu genç kız, babaannesini ilk defa görmüştü, tanımıyordu. Kendisine, annerıi neden evine almıyorsun? dediğimde; "Hanım ~gelin- istemiyor" cevabını vermişti. Bu cevap beni çok şaşırtmıştı, çünkü biz aile büyükleri içinde sevilmeme veya istenınerne gibi kavramları hiç tanımıyorduk. Beni üzen bir diğer konuda şudur: Kayınvalide yüzünden bir boşanma davası açılmış, hanım "ya ben, ya da anası" diye diretmiş. Mahalll mahkeme hanımı boşamış ve yaşlı anneyi evinde b~rakmış. Ne hazindir ki Yargıtay bunun tersiyle hüküm vermiş; yani hanımı evfne çevirmiş ve o yaşlı anneyi kapı dışarı etmiş." mazsanız Marifet Hanım haklı olarak üzüldüğü _bir üçüncü hususu da şöyle anla- tıyor: "Yaşlılar günü münasebetiyle Taksim' de bir yürüyüş yapılacaktı ve yaş­ hiara saygı, yaşlılara hizmet pankartları taşınacaktı. Bu ne demektir? Bir toplum yaşlısını bu kadar düşürür mü? Bugünün gençleri iyi bilmeliler ki, yaşlılara ne yapıyorlarsa, ileride kendilerine aynısı yapılacak." Yine Darü'l-'aceze'de ikamet eden bir yaşlının: "Kimsesiz insan olmaz, Herkesin var kimsesi Kimsesiz kaldım yetiş, Ey kimsesizler kimsesi" tarzındaki manidar feryadı, bizlere çok şeyler an- latınaktadır. 3) Ankara - Seyranbağları Huzurevi: Büsniye yılında kocasını kaybettiğini ve dünyada en çok Hüsniye Hanım şöyle demektedir: Hanını 82 yaşındadır. çocukları sevdiğini 1949 söyleyen AİLE, YAŞLlLIK ve HUZUR EVLERİ "Şimdi çocuklarım 339 durumu da pek iyi değil. Fakat ne olursa olsun beni arayıp sormaları gerekir~ Burada unutulup gitmiş insanlar gibi hissediyoruı hepimiz kendimizi. Burada bize çok iyi bakılıyor, çocuklarıni.ızdan daha çok hizmet ediyorlar. Ama insanın evinin, yuvasının özlemi bir başka oluyor. Bir yuvanın sıcaklığını her zaman özlüyoruz. Gençler, bizim kenGlilerine gösterdiğimiz hoşgörü kadar bize saygı gösterse yeter. Yaş­ lıyız diye bizi küçümsemesinler, bizim de fikirlerimize saygı göstersinler. Bir zamanlar bizim de kendileri gibi genç olduğumuzu ve bir süre sonra kendilerinin de bizim gibi yaşlanacaklannı asla unutmasınlar." var ama onların Çocuklarının hayırsız çıktığını ve kendisine bakmadıklannı söyleyen 80'lik Cemal dede ise; "Bir gün onlarda yaşlanacak ve bana sırt çeviren çocuklarıma onların çocukları da sırt çevirecek" sözleriyle yetindi. Örneklerde görüldüğü gibi hemen hemen her yaşlı, huzurevlerinde kendilerine sunulan hizmetlerden çok memnun olduklannı· fakat büyük bir aile ve akraba özlemi duyduklarını istisnasız anlatmaktadırlar. Mülakat yapabildiğimiz yaşlıların ortak düşünceleri şu şekilde özetlenebilir: "Bu yaştan sonra çok yemek, çok giyrnek zaten bizi ilgilendirıniyor. Bizim istediğimiz, çocuklarımızdan, torunlarımızdan ilgi görebilmek, onları sevebilmek ve onlar tarafından sayılmak, yaşlılığımızda bir kenara itilmemek. .. Bir zamanlar çocuklarımıza bizim baktığımızı ve yaşıandığımızda da onların bize bakmalannın görevi olduğunu unutmamaları lazımdır." İnsanın en huzurlu yaşayabileceği yer ailesi, yakın akrabası ve mahalle- sidir. Gerontologistler (ihtiyarlıkla ilgili bilim dalı) tarafından yayınlanan Yaşlılar Arası Uzun Vadede Tedavi İmkiiııları adlı eserde maddi her türlü imkanın mevcut olduğu ABD huzurevlerinde kalan yaşlılarda, fizik! ve akil zayıf­ lamanın yaşıtlarına göre daha fazla olduğu ve bunların %60'ının ya çok az, ya hiç ziyaretçisi olmadığı belirtiliyor. Huzurevlerinde kalan yaşlılarda, bir kurumda kalmanın getirdiği stı·es, evini ve mülkünü kaybetmenin ve şahs1 özgürlüğünün olmamasının getirdiği stresle birleşince intihara giden yollar da açılmış oluyor. Bize göre, bizdeki huzurevlerinde intiharların olmayışında "İsHım faktörü" önemli rol oynamaktadır. *İslam, "tevekkül" ve "kadere rıza" inancını farz kılar. *İslam, intiharı haram, normal ölümü de zevkleri n en büyüğü olan "Allah'a vuslat" olarak kabul eder. İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) 340 * İslam, Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsiziikten sakınrnayı; velev ki bir kuru selarnla dahi olsa, akrabalar arası ziyaretleşrneyi ernreder. Urnilrn'i ve husils'i (din kardeşleri ye akrabalar arası) ziyaretleşrneyi 'kesenlere, cennetin kokusunu bile koklatmaz. Sonuç ve Teklifler İnsan ruh ve bedenden oluşan bir yarahktır. Bedelli ihtiyaçları karşıla­ mada niha'i hedef, şüphesiz ki ruhi istekleri tatmin ve teskin etmektir. Başka bir deyişle insan yer, içer ve bir rneskende barınır; bu sadece fizik! ihtiyaçların karşılanması demektir. Bu ihtiyaçları, HUZUREvi ve benzeri kururnların karşıladığını söylernek mümkündür; ancak niha'i gaye olan insan! kimliğin, psikolojik tatmin ve teskinin huzurevlerinde sağlanabileceğim söylernek çok zordur. Yani oradaki insan: *Eşref-i mahlukat, hallfe-i arz olduğuna; *Seven ve sevilen olup, itilip kakılan biri olmadığına; * Sözü dinlenen, otoriter, güçlü ve güvenilir biri olduğuna inanabiliyor mu? Yaşı icabı gösterişi ve israfı olmayan; bir çocuk kadar rnadd'i tüketimi bulunmayan, sadece insan! kimlik arayışı içinde bulunan bir yaşlıyı, başka usilllerle mutlu kılmak mümkün mü? İnsanı her şeyin üstünde tutan bir dine ve köklü bir rnaziye sahip olan bir millet, elbette ki sokağa terkedilmiş gözü yaşlı ihtiyarını, Japonya, Güney Amerika ve Kuzey Avrupa'da görülen birtakım ilkel topluluklarda olduğu gibi aç, susuz ve barınaksız ölüme terk edemez. Biz yalnızlığa terk edilen bu . saygın insanların huzurevine alınmalarını sorgularnıyoruz; tersine alkışlıyoruz. Fakat evini barkını kurmuş, sıcak bir aile yuvası içinde rahatlık­ la ibadetini yapabileceği ve birikimini torunlarına ve çevresine·aktarabileceği bir dönemde, bu insanın neden yalnızlığa terkedildiğini merak ediyor ve birtakım sorulara cevap arıyoruz. Teklifler 1) İnsanı tahkir ye tazyif eden her türlü düşünce nazariyeleri eğitim ve öğretimin her kadernesinden sökülüp atılmalı ve İslam'ın insana tanıdığı kimlik ve kişilik iade edilmelidir. 2) Ana-babayı, yakın akrabayı, inananları ve bütün insaniari sevip say"din'i bir vecibe" olduğu eğitim ve öğretimin her kademesindeki nes- manın AİLE, YAŞLILIK ve HUZUR EVLERİ 341 lin kafasına nakşedilmeli. Analar, babalar ve yaşlılar günü gibi, senede bir gün ha~ırlatmakla değil; "Buda, Konfüçyüs, falan filozof ve filan ~ilim der ki..." tarzında başlayan bir eda ile de değil; "Allah ve Rasfı.lü buyuruyor ki..." tarzındaki bir üslupla insan sevgisi ve büyüklere saygı duyguları yerleştiril­ melidir. 3) Anayasanın 41. maddesinde yer alan "Aile, Türk toplumunun temeli dir. Devlet ailenin huzur ve refahı ile, özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır" ilkesine yine aynı maddede yer alan "Aile pHinlaması" ilkesinden çok daha fazla ağırlık verilmeli ve bu yolla yaşlıya kendi ailesi içinde mutlaka destek sağlanmalıdır. Aile pHinlaması adı altında, ana-babalar da konuşturularak sergilenen çocuk düşmanlığına son verilmeli, bu i:ür programları izleyen çocuklarda kin, nefret ve intikam duygularının oluşmasına engel olunmalıdır. 4) Bugünkü yaşlıların, bizim ve nesiimizin geleceği için "Kentsel Büyük Aile" projeleri üretilmeli ve yeni bir şehir mimarisi geliştirilmelidir. Şayet dünyada ve hatta k~Hnatta her şey insan için yaratılmışsa; keşif, teşebbüs ve yatırımların temel gayesi şayet insanı mutlu kılmaksa, o zaman insanın doğup büyüdüğü ve içinde ölmeyi arzuladığı aile yuvası da zamanın icap ve şartlarına göre yeniden düzenlenıneli ve her halükarda genişletilmelidir. 5) Fakir ve düşkün yaşlılar, kendi aile ve mahallesi içinde desteklenmeli; bakım ve faaliyetleri çok pahalıya mal olan ve içindeki yaşlıları ruhi yönden bir türlü tahnin edemeyen huzurevleri yerine "yaşlılık maaşı" yaygınlaş­ tırılmalıdır. 6) 1993 yılında başlatılan "Evde yaşh-özürlü planda bir teşebbüs olarak sür'atleştirilmelidir. bakımı" projeleri, mikro Mevzumuzu burada bitirirken sözlerin en güzelinden bir ayetle insanı noktalamak istiyorum: "Doğduğu gün, öleceği gün ve dirileceği gün sana selfim olsun" (Meyem, 19/15). selamıayarak KAYNAKLAR (Konunun iskeletini teşkil eden ayetler dışında) 1994 Ulııslarnrası Aile Yılı Özel İhtisas KomisıJonıı Rapor/an, Ankara, 1994. Alunet Yüksel Özemre, İliıııde Demokrasi Olmaz, İstanbul, 1991; Aile ve Top/ımı Dergisi, Sayı: I, Ankara 1991. 342 İSLAM'DA AİLE ve ÇOCUK TERBİYESİ SEMPOZYUMU (Il) HI, Derleyenler, B. Dikeçligil-A. Çiğdem, Ankara 1990 (Başbakanlık Aile Kur.). Alexis Carre!, İnsan Bu Meçhul, tre. Vedat B. Nazikoğlu, İstanbul1965. İnsmılnr Uyanın, tre. L.Yazıeıoğlu, İstanbul1965. Aygen Erkentuğ, Çeşitli İnsan Topl11lııklnrmdn Aile Tipleri, Antropoloji Dergisi, Sayı: 12. Diirıı'l-aceze Tnlimatnnmesi, İstanbul, 329. el-Aclüni, Keşfıı'l-Hnfd, Beyrut 1351. es-Suyüt!, el-Camiu's-Snğir (Feyzu'l-Kadir ile), Beyrut 1977. Fahruddin er-Razi, Tefsirıı'l-Kebir, ilgili ayetler. Felieien Challaye, Freud ve Freud Doktrini, tre. Halis Özgü, İstanbul 1973. Hayrettin Karaman, Mukayeseli İsliim Huhıkıı, İstanbul1974. Hilmi Ziya Ülken, Sosyoloji, İstanbul1943. İbrahim Canan, Kur'iin'da Çocuk, İstanbul1984. Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye (Doçentlik Tezi), Erzurum 1977. İbrahim Yasa, Evlilik ve Genç Aile Kurıımlnmım Yazgısı, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı: 1-2. İsliim-Türk Ansiklopedisi, I, Aile mad., s. 171. İsmail Faruk!, "Nazariyetü'l-İnsan fi'l-Kur'an", el-Mu'temer es-Snni li'1-Filo-i'l-İsliinıi içinde makale, Tahran 1986. Lami'a Faruki, el-Mer'ehı fi'l-Müeteme'il-Kur'ani, el-Mıı'temer es-Snni li'1-Fi"kri'l-İsliimi içinde makale, Tahran 1986. M. Harndi Yazır, Hak Dini Kıır'iin Dili, İlgili ayetler. M.Kutup, Taklit/erin Çnrpışması, tre. Erol Ayyıldız, İstanbul1967. Teknıniii mü. SoysHzlnşnın mı, tre. Salih Uçan, İstanbul1971. Yirminci Asrın Cnhiliyeti, tre. Hasan Beşer, Ankara ts. Muhammed el-Münavi, Feyzu'l-Kadir, I-VI, Beyrut 1977. Ragıb el-Isfahani, Tafsirii'ıı-Neş'eteyn ve Tnlısilü's-Sandeteı}n, nşr. E'ad es-Sehmerani, Lübnan 1988. S.A. Sıddıki, İsliim Devletinde Mali Yapı, tre. Rasim Özdenören, 1972. SHÇEK Genel Müdürlüğü, 1992 Yılı Çalışmaları ve 1993 Hedefleri, Ankara 1993. SHÇEK Genel Müdürlüğü, 1993 Yılı Çalışmaları Değerlendirme ve 1994 Hedefleri, Ank. 1993. Sosyal Hizmetler Bülteni (Sosyal Hiz. Gen. Müdürlüğü Yayını), Ankara 1977. Tirmizi, Siinen, kullanılan hadislerin bir kısmı. Şihabuddin en-Nedvi, Beı;ne İlmi Ademe ve İlnıi'l-Hadis, Mekke 1986. Aile Yazıları, Araştırma