Mise en page 1

advertisement
BÜ TÜ N Ü LKELER İ N İ Ş Ç İ LER İ Bİ R LEŞ İ N
7
PARTİNİN
SESİ
Sayı:72
Temmuz
Ağustos
2012
2TL
MARKSİST LENİNİST KOMÜNİST PARTİ MERKEZİ YAYIN ORGANI
Askeri/Sivil Faşist Savaş Konseptlerine Karşı
Birleşik Devrimci Mücadeleyi Yükseltelim!
Temmuz-Ağustos Şehitleri Yaşıyor
Devrimci Anıları Yol Göstermeye Devam Ediyor
2 Temmuz Sivas katliamı şehitlerini, Partimizin Merkez
Komitesi üyesi Hüseyin Demircioğlu yoldaşı ve 96 Ölüm Orucu
şehidi olan siper yoldaşlarımızı, üç kuşağın devrimci
değerleriyle yoğrulmuş, büyük bir ideolojik öğretmen rolü
oynayan Işık’ımız Kutsiye Bozoklar’ı, Kızıl Müfreze Komutanı
Ali Haydar Göçer yoldaşı, Aynur Karaman, Erol İspir ve
Temmuz-Ağostos ayında şehit düşmüş devrim ve komünizm
şehitlerini saygıyla anıyoruz. Onların bize devrettiği büyük
tarihsel birikim ve değerleri büyütecek, er ya da geç zaferle
taçlandıracağız.
Daima Bizimlesiniz!
Daima Sizinleyiz!
AKP hükümeti ve sömürgeci faşist diktatörlük, uyguladığı savaş ve
tasfiye konseptinin gerillanın direnişi ve Kürt halk serhıldanları ve son
olarak da Güneybatı Kürt ulusal demokratik iktidarlaşması karşısında iflas
etmesiyle, ırkçı-ulusalcı gerici bir kitle hareketi dalgasını geliştirmeye, gerici
bir iç savaşı tırmandırmaya yönelmektedirler. Derinleştirilerek sürdürülen
askeri savaş konseptini, bir sivil savaş konsepti izlemektedir. Sömürgeci
inkar ve imha rejimi, uygulaya geldiği savaş konseptini geriye çekmeden,
kirli sömürgeci savaşın ‘’sivil ‘’ayağını güçlendirmeye, onu sivil savaş
konseptiyle tamamlamaya, yeni sürecin ihtiyaçlarına ve bölgedeki
gelişmelere göre savaş konseptini yeniden gözden geçirip
kapsamlaştırmaya çalışmaktadır.
Devamı syf.2’de
B A Ş YA Z I
KÜRT BAHARI
‘‘Sınıflar ve ülkeler durağan değil
dinamik yönleriyle değişmez bir
halde değil, hareket içinde ele
alınmalıdır. Bu hareketlerin yasaları
ise, ‘hem geçmiş açısından, hem de
gelecek
açısından’
dikkate
alınmalıdır.
Devamı Syf.4’de
İÇİNDEKİLER
Askeri/Sivil Faşist Savaş Konseptlerine Karşı
Birleşik Devrimci Mücadeleyi Yükseltelim!...... syf. 1 – 3
KÜRT BAHARI…… syf. 4-7
YOLDAŞLIK SEVGİSİ,YADA YABANCILAŞMA….. syf. 8-13
CİNS BİLİNCİ MLKP’LİLEŞMEDE ISRARDIR….. syf. 14-21
AKLIN VE YÜREĞİN DUYGUDA DEVRİMCİ
BULUŞMASI….. 22-36
YOLDAŞLIK SEVGİSİ, YADA YABANCILAŞMA….. 37-43
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Rejim krizinin temel unsurunu bu gün de Kürt sorunu oluştursa da,
Alevi sorunu, her durumda önemli bir yer tutmaya devam etmektedir.
Rejim, bu iki önemli sorunda halklarımızı düşmanlaştırmayı; Türk halkını
Kürt halkıyla, Sünni halkı Alevi halkla karşı karşıya getirmeyi/çatıştırmayı
hedeflemekte, gerici iç savaş taktiklerine oynamaktadır.
Bu bakımdan, son süreçte Alevilere ve Kürtlere yönelik ırkçı faşist
saldırıların artması bir tesadüf değildir. Malatya’nın Doğanşehir ilçesinin
Sürgü beldesinde Kürt ve Alevi bir ailenin evi bir grup tarafından
taşlanarak kundaklandı. Ramazanda sahura kalkmadıkları gerekçesiyle
ve sözüm ona İslam ve şeriat adına harekete geçen saldırganları devlet
korudu. Devlet eliyle geliştirilen ve kışkırtılan bu örnek, gelişmenin
yönünü de gösteriyordu. Nitekim, Malatya’dan sonra İstanbul Kartal’da
da Alevi halkımızdan insanların evleri işaretlendi ve aynı bölgedeki Cem
Evi kundaklandı. Sünni-Alevi kışkırtması ve çatışması biçiminde devletin
geliştirmeye çalıştığı provakatif bir yönelim söz konusu olduğu gibi, bu
yönelim kontrollü bir şekilde geliştirilmektedir de. Bu kışkırtma ve
saldırılarla Sünni halk, İslami gericiliğin ve devletin ve hükümetin
kontrolünde daha fazla tutulmaya çalışılırken, aynı zaman da Alevilerin
demokratik hak arayışları etkisizleştirilmeye ve Kürt ulusal demokratik
hareketiyle ortak bir paydada buluşmaları önlenmeye çalışılmaktadır.
Bölgede Sünni bir eksen yaratmaya çalışan AKP ve hükümeti, içeride
de Sünni hegemonyanın zayıflatılmasının önüne geçmeyi ve yine İslami
gericiliğin ve tarikatların pozisyonlarını güçlendirmeyi, Kürt halkının
ulusal demokratik direnişini Türk-İslam senteziyle zayıflatmayı ve
böylece de çözülen Kemalist ideolojik hegemonyayı yeni bir düzlemde
sürdürmeyi hedeflemektedir.
AKP ve sömürgeci faşist rejim, Sünni ve Alevi halkımızı karşı karşıya
getirmeye çalıştığı gibi, Türk ve Kürt halklarımızı da düşmanlaştırmakta
ve çatışmalı bir sürecin içerisine sokmaktadır. Rejim, askeri alanda
2
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
örgütleyememiş, gerilikleri olan yoldaşların partiye ve yöneticilere karşı
güvensizlik duymasının önünü açarlar. Güven-güvensizlik ilişkisinde
belirleyici ölçüt, parti çizgisidir. Bu çizgiyi aşan ve aşındıran yoldaşlar
kendilerini sorgulamalıdırlar. Yönetici yoldaş yönettiği yoldaşının
zayıflıkları olsa dahi değişimi için emek vermiyorsa, sorunlarını
tartışmıyorsa, paylaşmıyorsa, güven ilişkisini kuramıyorsa nasıl olur da
yönetme işini gereklerine göre yerine getirir. Kişileri yönetemeyenler,
çıkan sorunlarla devrimci tarzda ilişkilenmeyenler kitleleri nasıl yönetirler.
Esas olan yoldaşca paylaşımı ve eşit ilişkilenmeyi başarmaktır. Özellikle
mücadeleye yeni başlamış olan yoldaşlar kendilerinin önemsendiklerini,
sözlerinin dinlenildiğini ve eşit ilişkiler kurulduğunu gördüklerinde
kavgaya daha sıkı sarılırlar. Yöneticilik ve yönetme işi devrim
mücadelemizin en zor işlerinden biridir. Doğru yapılırsa yüzü hep
aydınlığa çevrili, yanlış yapılırsa karanlığa dönüktür. Eşit ilişkilenmeyi
beceremeyen, paylaşımları zayıf olan, yoldaşlarının gelişimine emek
vermeyen, sempati-antipatileriyle hareket eden yöneticilik tarzı partimizin
yöneticilik tarzı/çizgisi değildir, aslada olmayacaktır. Tarzı böyle olan
yönetici sevgi üretmediği gibi yoldaşları tarafından da sevilmez.
Yoldaşlık sevgisi karşılıklı olur. Yoldaşlarını sevmeyen birey, zaman
içinde sevilmeyen bir yoldaşa dönüşmekten kurtulamaz. Kendisini sürekli
kusursuz ve hatasız gören, yoldaşlarının kendisini anlamadığını veya
haksızlık ettiğini düşünen yaklaşımlar bu sonucu doğurur.
Toplamda
gerek
bireyler,
gerekse
de
parti
olarak
çözülmeye/çürümüşlüğe götüren sevgisizlik hallerine karşı güçlü ve
sabırlı mücadele yürütmemiz gerektiği açıktır. Daha güçlü paylaşımlar
ve yoldaşlık sevgisi için zaaflara karşı eleştiri-özeleştiri silahını
kuşanmak, en güçlü sevgileri mayalamak yoldaş devrimciliğinin temel
sorumluluğudur.
43
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
yoldaş yanı başındaki toldaşını ne kadar benimseyebilir? Yoldaşının
sorununu ve sıkıntısını anlayıp çözebilmesi için kişinin önce kendisinde
sorumluluk ve sevgi hissetmesi gerekir. Sevgi ise emek isteyen birşeydir.
Sorunların çözümünde sabırlı ve özenli davranmayan, kısa sürede sonuç
almak isteyen, bir kaç görüşme ya da eleştiriden sonra kendisinde
değişmez duygusunu örgütleyen biri emek ve sevgiden yoksundur.
Bananeci davranıp, güçlü emek vermeyen ve sadece kendisini yaşayan
biri doğaldır ki sevgisizlik doğurur .
Bilinen en temel sorunlardan birisi de, yöneten-yönetilen ilişkisindeki
sevgisizlik halleridir. Yönetici yoldaşların başarısının sırrı kapsayıcılığı,
mütevaziliği, derin bilgisi, paylaşımı, yoldaşlarının gelişimine verdiği
emek ve düşman karşısındaki duruşuyla ölçülür. Bu özelliklerden ve
yoldaş sevgisiden yoksun yönetici ise yanıbaşındaki yoldaşlarına
hükmeder, ezer. Yaptırmak istediklerini emir ve talimatlar yoluyla
yapmaya çalışır. Yoldaşlarını ezen, azarlayan birisi örnek bir yönetici
olabilir mi? Bu yönetim tarzı burjuva yönetim geliştirmez, kollektif aklı ve
iradeyi geliştirmez. Diğer yanı küçükburjuva alışkanlıklarından
kurtulamamış, hep yönetmeye alışmış, etrafında her söylediğini yapan
kişilerin olmasını ister. Eleştiriye kapalıdırlar, kendilerine itiraz
edilmesinden hoşlanmazlar. Yöneticilerin eleştirilmesini de doğru
bulmazlar, şiddetle karşı çıkarlar. Bu hakkı sadece kendilerinde görürler.
Kolay kolay özeleştiri vermezler, eleştiriyi de bir silah gibi kullanırlar ama
sadece kendileri için. Tarzında kabul edilmez bu gerilikleri barındıran
yönetici yoldaşın bir diğer özelliği ise sempati-antipatilerinden dönük
ilişkilenme biçimidir. İlişkilerini sempati-antipati üzerine kurar. Kendisiyle
uzlaşan, eleştirmeyen, her sözüne itaat edenlere karşı sempatik ve
sevecendir. Eleştiren, yanlış ve eksikliklerini tartışanları ise sevmez ve
antipati duyar. Sempatiler ve antipatiler üzerine kurulu bu ilişkiler baştan
sona sorunludur. Yönetme tarzında sorun olan yoldaşlar güven ilişkilerini
zedelerler. Mücadele içerisinde yer alan, kendisini halen tam anlamıyla
42
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
zorlandığı her durumda yedeğindeki sivil faşist beslemelerini, resmi ve
yarı resmi çetelerini Kürt halkımıza ve onun kurumlarına
saldırtabilmektedir. Son süreçte de öyle olmaktadır. Bunun daha
öncekilerden farkı, bunların artık tekil eylemler olmaktan çıkarılarak,
sistemli bir planla, ırkçı-faşist bir gerici kitle dalgası yaratma hedefiyle
bağlı sürdürülmesidir. Bu dermektir ki, Batı’da Kürt halkımıza, özellikle
de BDP’ye yönelik ırkçı saldırılar organizeli bir şekilde ve devletin
kontrolünde artacaktır. Ve yine Kürt ulusal özgürlükçü hareketle işbirliği
ve dayanışma içerisinde olan Türkiyeli ilerici, devrimci ve komünist
güçleri ya da HDK gibi halklarımızın ortak örgütlenmeleri de bu faşist
saldırıların daha fazla hedefi haline gelecektir, gelmektedir.
Yeni süreçte ırkçı faşist saldırıları daha da önemli ve anlamlı kılan
bunların, askeri savaş konseptinin bir parçası ve tamamlayanı olarak,
bir sivil savaş konseptiyle bağlı bir tarzda ele alınması olduğuna göre,
demek ki, sorunla da buna göre ilişkilenmek yaşamsal bir önemdedir.
Devrimciler, ilericiler, yurtseverler ve komünistler olarak her alanda
ve her düzeyde, devletin saldırılarına ve kirli savaş politikalarına karşı
olduğu kadar, sivil faşist çetelerin saldırılarına karşı da kararlı bir duruş
sergilemeliyiz. Türk halkımızı, Kürt sorunuyla muhataplaştırmada ısrar
ederek, ırkçı faşist çetelerin saldırılarını birlikte püskürtecek şekilde ortak
örgütlenmeler geliştirelim ve direnişi birlikte örelim. Alevi ve kürt
halkımıza dönük saldırı ve provakasyonları, anında yanıtlama yoluna
gidelim, Alevi ve Kürt halkı olarak kendi savunmalarımızı alalım, ama
bunu herhangi bir şekilde sadece Alevilerle ve Kürtlerle sınırlamayalım,
Sünni ve Kürt halkımızla birlikte antifaşist bir cephe oluşturma yoluna
gidelim. Askeri ve sivil savaş konseptini, Türküyle, Kürdüyle, Alevisiyle,
Sünnisiyle bütün emekçi halklar olarak birlikte püskürtelim, halkların
kardeşleşmesini ve özgürleşmesini esas alalım ve birleşik devrimci
direnişi hep birlikte yükseltelim!
3
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Başyazı
Hareket evrimci bir görüş açısıyla değil, diyalektik bir görüşle
incelenmelidir.’’ (Lenin)
Kuzey Afrika”dan başlayarak parça parça tüm Ortadoğu’ya yayılan
halk isyanları bölgedeki bütün gerici rejimleri olduğu kadar, güç
dengelerini de esaslı bir şekilde sarstı. Halkların çözüm iradesini açığa
çıkaran Arap Baharı, giderek Güneybatı Kürdistan’daki (Rojava) devrimsel
gelişmeyle de buluştu. Kürdistan’nın bütün parçaları ve Türkiye
bakımından olduğu gibi, bölge bakımından da bu yeni bir durumdur.
Suriye, Tunus ya da Mısır değildir; hele Libya hiç değildir. Suriye’nin
kendisi aslında küçük bir Ortadoğu’dur. Suriye’ye bakarak bölgeyi,
bölgeye bakarak da Suriye’yi değerlendirmek mümkündür. Suriye’de güç
ilişkilerinin değişmesi, bölgede de güç ilişkilerinin değişmesi anlamına
gelmektedir. Suriye’nin bölünmesi Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesi
demektir. Mevcut durumda, ne emperyalistler ve ne de gerici bölge
devletleri böylesi bir gelişmeye sıcak bakmazlar ve bakmıyorlar da.
Bölgedeki güç dengesi olduğu kadar emperyalist güç dengeleri de
Suriye’ye bir emperyalist askeri müdahaleyi olanaklı kılmamaktadır. Olası
bir emperyalist askeri müdahale bir bölge savaşına doğru gelişebilir. Ve
bu, bölge çapında devrimsel bir gelişmeyi de getirebilir.
Arap Baharı süreci Suriye’de Esat rejimi karşıtı bir halk hareketini
doğrudan ivmelendirmedi. Kuşkusuz gerici Esat rejimine karşı işçi ve
emekçilerde biriken ciddi hoşnutsuzluklar vardı. Ve bunlar şu ya da bu
şekilde eyleme de dönüşebiliyordu. Sünni eksenli İslamcı grupların, halkın
birikmiş bu tepki ve hoşnutsuzluğunu istismar ettikleri de bir gerçektir.
Arap Baharı’yla bölgede kimi gerici rejimlerin çatırdaması ya da
yönetimlerindeki değişiklikler bu çevreleri de hareketlendirdi. Bu grupların
belli kesimlerini başından beri ABD ve emperyalist saldırı ve savaş örgütü
olarak NATO desteklemekte ve kışkırtmaktadır. AKP hükümeti ve
sömürgeci faşist Türk burjuva rejimi de bu sürece gecikmeden dahil oldu.
AKP hükümeti ve Türk devleti, ‘’kardeş’’ilan ettiği Esat’ı ve rejimini bir
4
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Diyelim bir parti okulunda eğitim alan belli sayıda yoldaşlar içinde yer
alan böylesi biri nasıl davranır? Birlikte eğitim aldığı yoldaşlarını
beğenmeme, onları küçük görme, horlama bilinen en görünür davranış
biçimleri iken eğitim veren yoldaşını da hafife alan yaklaşımlar gösterir.
Sürekli kavgalıdır yoldaşlarıyla, eleştirilerinde abartılı yaklaşır yada niyet
okumaları yapar. Kendisinden daha iyi ve yetenekli olan yoldaşını
kıskanır, rakip görür. Sevmedikleriyle ilgili sürekli gizli gizli duygu örgütler.
Onların zayıf yanlarını, eksikliklerini, hatalarını bulmaya çalışır. Fakat bu
davranışların hiçbiri yoldaşça değildir. Bütün bunlara rağmen istediğini
başaramamışsa ortamı gerer, küser, konuşmaz. Aynı ortamda bulunmak
istemez. Bu tarzda hareket eden birisini eleştirdiğinizde de “ben yoldaşı
sevmiyorum, onu sevmek zorunda değilim” der. Buradaki sevgisizlik hali
birden açığa çıkan birşey değildir. Küçük burjuva alışkanlık ve ilişki
tarzından kopuşamamanın, devrimci değerleri örgütleyememenin
göstergesidir. Partili kültürle bütünleşememiştir bu kişiler. Bu kişiliklerin
sevmediği kişi eğer bir yönetici ise davranış biçimleri daha da farklılaşır.
Yöneticisini boşa çıkaran, söylediklerini yapmayan, ayak direyen,
yapmak zorunda kaldığında ise “aslında bu iş böyle yapılmaz, yoldaş
anlamıyor, bu işleri bilmiyor, bize iş yaptırdığında hiç fikrimizi sormuyor”
gibi sözlerle sürekli aleyhinde duygu örgütleyen bir pratikleri vardır. Bu
özellikleri olan birinin sadece sözünü dinletebildikleriyle arası iyidir. Yada
kendisiyle uzlaşan, eleştirmeyen ve kendisi gibi düşünen kişilerle. Geriye
kalan herkes ya onun için beceriksiz, yada kendisini anlamak
istemeyenlerdir. Böylesi yoldaşların bırakalım yoldaş sevgisini insan
sevgileri körelmiştir. Tüm bu kararsızlık, kaygı ve zayıflıkların üstünü,
kendisi dışındakileri suçlayarak örtmeye çabalarlar.
Yoldaşça paylaşımları zayıf olanların kavgaları da derinlikli olamaz.
Aynı evi paylaştığı yoldaşının sorunlarıyla ilgilenmeyen, yaşadığı
sıkıntılara ilgisiz kalan, bananeci tavırlarla kurduğu ilişki ne kadar
devrimcidir? “Kendi sorununu kendisi çözsün” yaklaşımı gösteren birisi
41
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
yürütülmeden partide duygu ve ruh bütünlüğünü oluşturabilir miyiz?
Birbirini anlamayan, birbirini sevmeyen, yoldaş olarak görmeyen, iş
arkadaşı gibi davranan bireyler, akıl ve ruh birliğini nasıl sağlayabilir?
Ortamımızı zehirleyen bu yaklaşımların ne tür tahribatlara yolaçtığını,
güven ilişkilerine baktığımızda görürüz. Yoldaşlık ortamlarında olması
gereken yoldaşlık sevgisi, duygu birliği ve ruhsal bütünlüğün içgüven
ilişkilerinde önemli bir yeri vardır. Bir parti üssünü düşünün ve burada
kalan yoldaşların sevgisizlik hallerini gözünüzde canlandırın. Eğer bu bir
hücre ise bu hücreden bir eylem çıkar mı? Kolektif akıl, parti sorunlarına
müdahale gücü, güçlü bir paylaşım çıkar mı? Birbirini sevmeyen,
paylaşmayan, emek vermeyen yoldaşların, eylem anında yada düşman
karşısında yanıbaşındakine güven duymasını bekleyebilir miyiz? Hayır.
Sorular epeyce çoğaltılabilinir. Güven ilişkilerinin zedelendiği bir hücrede,
bir alanda, bir kurumda devrimcilik üretilemez. İster açık, ister kapalı
veya askeri çalışma olsun, hergün toplam parti faaliyeti içinde onlarca
devrimci çalışma örgütleniyor. Bu devrimci çalışmaların başından
sonuna kadar belirlenen çerçevede yürütülmesi ve sonuç alıcı tarzda
örgütlenmesi için, öznelerin herbirinin kendini sınırsızca ortaya koyması
gerekir. Tek tek yoldaşların emeği ve cüreti yetmez, aynı zamanda bu
yoldaşların akıl, duygu, irade birliği de zorunludur. Bütün bunların
yapılabilmesi için yoldaşların birbiriyle anlayan, önemseyen, gözeten,
değer veren tarzda ilişkilenmesi gerekir. Bu değerlerin mayası olan
duygu ise, parti ve yoldaşlık sevgisidir.
Bilinen tipik sevgisizlik halleri; duygularını kontrol edememe yada
duygularıyla hareket etme, kendisini fazlaca önemseme, başkalarının
yaptığı işi beğenmeme, en doğru ve en güzelini her zaman kendisinin
yaptığını düşünme, kendini beğenmişlik ama yanıbaşındakini sevmeme,
yönetenlere sürekli tepkili yaklaşımlar, kıskançlık, rekabet olarak
karşımıza çıkar. Biraz üzerine düşünelim, bu ve benzer özellikleri
kendisinde barındıran biri ortamlarımızda hangi sonuçları açığa çıkarır?
40
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
çırpıda gözden çıkardı. Bölge Kürtlerini bölüp parçalamaya, güçten
düşürmeye ve çatışmalı hale getirmeye; bölgede ABD’nin taşeronu olarak
iş yapmaya daha fazla yöneldi ve Nato’nun savaş arabasına daha fazla
bağlandı. Böylece “sıfır sorunlu’’ dış politika iflas etti ve yeniden herkesle
düşmanlık noktasına gelindi. AKP’nin ve Türk devletinin Suriye’yle ve
dolayısıyla bölgeyle ilişkilerinde Rojava Kürtlerinin durumu öne geçti. Kürt
sorunu, giderek sömürgeci Türk burjuva devletinin bölge politikasının
merkezine oturdu. AKP hükümeti ve Türk Genelkurmayı bu sorundaki
gelişmeyi Suriye’ye müdahale ve savaş gerekçesi olarak ilan etti.
Ne var ki, Rojava’da 19 Temmuz’dan itibaren yaşanan devrimsel
gelişme, ABD’nin ve güdümündeki gerici bölge devletlerinin Sünni bir
eksen yaratma arayışlarına olduğu kadar, AKP hükümetinin ve Türk
burjuva faşist imha ve inkar rejiminin de politikalarına ağır darbe vurdu.
Rojava Kürtleri gerici Esat rejimiyle İslamcı muhalifleri arasındaki gerici
çatışmada taraf olmadıkları gibi, konjoktürü de iyi değerlendirdiler.
Yaklaşık iki yıllık çok yönlü ve kapsamlı çalışmalarla sürece iyi
hazırlandılar. Kobani, Afrin, Derik, Amude, Dırbesi, Tırbesıpi, ve diğer bir
çok yerde Kürt halkı yönetime el koydu. Bu gelişme devrimsel bir
karakterde olduğu kadar, Kürt halkının da büyük bir zaferidir.
Rojava Kürtlerinin yönetime el koymaları, görkemli ve tarihsel bir
kazanımı olduğu kadar, PKK’nin yürüte geldiği mücadele ve direnişin de
ortaya çıkardığı son derece önemli bir sonuçtur da. PKK’nin Rojava
Kürtleri üzerindeki siyasal ve manevi etkisi biliniyor. Rojovalı binlerce Kürt
gerillasının PKK saflarında şehit düştüğü de bir gerçektir. KCK sistemine
paralel örgütlendiğini ilan eden PYD’nin Kürtleri kucaklayan yaygın ve
güçlü bir örgütlülüğü mevcuttur. İşte Kürt halkı bu örgütlü gücüne ve
hazırlığına dayanarak yönetime el koydu.
Esat rejimi ve İslami muhalifleri arasındaki gerici çatışmaların
şiddetlendiği, kanlı bir gerici boğazlaşmanın tırmandırıldığı böylesi bir
süreçte, Kürt halkının yönetime el koyması devrimsel bir gelişme olarak
başta bütün parçalardaki Kürt halkına, Türkiye halkına ve bölge halkına
5
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
her düzeyde güç ve moral vermiştir/vermektedir. Bu gün Kürdistan ve
bölge halkının nabzının büyük ölçüde Rojava’da attığını söylemek abartı
değildir. O, Arap Baharı’ndan farklı olarak, aynı zamanda kendi iktidar
alanını da açmış ve de iktidara bir taraf olarak oturmayı başarmıştır. Aynı
zamanda Kürt-Arap ilişkilerinin demokratik bir zemine oturabilmesinin de
önünü açmıştır.
Kuzey Kürdistan’daki Kürt ulusal özgürlükçü devrimin ısrarı,
Rojava’daki gelişmeyi de beslemiş, güçlendirmiştir. Bir süreç olarak
düşünüldüğünde, Kuzey Kürdistan’daki gerilla savaşının ve halk
serhildanlarının Rojava üzerinde derin ve köklü etkiler bıraktığı bu gün
daha iyi görülebilmektedir. Eğer bu durum olmamış olsaydı, sadece
mevcut konjöktürün sağladığı olanaklar üzerinden bir devrimsel
gelişmenin yakalanamayacağı da açıktır. Rojava Kürtleri, Suriye’deki
konjöktürü ustalıkla değerlendirdi. Dolayısıyla konjöktürün muhtemel
gelişimi ve alabileceği biçim ve düzey, devrimin bundan sonraki gelişimini,
hızını ve derinliğini ve hatta sonucunu da etkileyecektir. Burada da ayağa
kalkmış ve kendi yönetimini ilan etmiş Kürtlerin bundan sonraki hazırlığı
ve uyanıklığı kadar, Kürdistan’ın diğer parçalarının ve başta Türkiye
gelmek üzere bölge halkının bu devrimi ve de onun ulusal demokratik
yönetimini sahiplenmesi, emperyalistlerin ve gerici bölge devletlerinin
olası müdahalelerinin karşısında devrimci direnişi yükseltmeleri yaşamsal
önemdedir. Ve yine Kuzey Kürdistan’daki ulusal özgürlükçü devrimin
sömürgeci faşist Türk burjuva devletinin savaş iradesini kırma yönünde
derinleşmesi ve Batı’da bir direniş cephesinin büyütülmesi de bu
bakımdan ayrıca özel bir önemdedir.
Her devrimin temel sorununun politik iktidar sorunu olduğu bilinen
bir gerçektir. Kuşkusuz Rojava’da bu gün olan da budur. Kürtler kendi
ulusal demokratik yönetimlerini ilan ettiler. Bu ilan ediş yaklaşık iki yıllık
bir hazırlığa dayanmaktadır. Köy köy, mahalle mahalle, ilçe ilçe, il il, vb
kendi temsilcilerini seçerek, “Halk Meclisleri”ni oluşturdular. Bu
meclislerde sorunlarını tartışarak, çözüm gücü oluşturarak, inisiyatif
geliştirerek, güvenliklerini sağlayarak kendilerini adım adım yönetmeye
6
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Kesinlikle hayır.
Peki bizi bu tür sakat yaklaşımlara doğru götüren asıl sebepler
nelerdir? En temel neden parti kültürü ve komünist devrimci ahlakı
içselleştirememektir. Marksist-Leninist temel özelliklerden uzaklaşma,
burjuva kültür ve yaşamdan kopuşamamaktır. Devrime inançsızlıktır.
Böylesi yoldaşların tarzı sevgi ve saygıdan yoksun, bürokratiktir. İçinde
insan sevgisi olmayan bu tarzı kendinde yaşatan birey elbetteki yoldaşlık
sevgisini unutur. Bu kavramın yarattığı heyecanı ve çoşkuyu hissetmez.
MLKP’nin bütün üye, kadro ve yöneticileri herşeyden önce yoldaştırlar.
Bu yoldaşlık bağı, partimizin en temel özelliği ve niteliğidir. Hem parti
üyesi olup hem de yoldaşça davranmayanlar, ya da yoldaş sevgisi
zayıfolanlar, şu gerçeği gözardı edemezler. Biz önce yoldaşız diğerleri
talidir. Bu duygu ve düşünceyle hareket eden, içselleştiren herbir yoldaş
güçlü yoldaşlık ilişkileri kurar. MLKP”li kimlik ve bütünlük böylece
güçlenir, çelikleşir. “Ben her yoldaşımı sevmek zorunda değilim” söylemi,
bu tarz kişiliklerin kendilerini savunma mekanizmalarıdır. Aslında “biz iş
arkadaşıyız yoldaş değiliz” sözüyle direk bağlantılıdır. Birbirini üreten
burjuva teorilerdir. Cümlenin muhatabı yoldaşları gözünüzün önüne
getirin, davranışlarına ve kurdukları ilişkilere bakın, gerçeği apaçık
görürsünüz. En başta bu yoldaşlar kendilerine aşıktırlar. Kendilerini hem
çok severler, hem de önemserler. Bu kişilikler kusursuz olduklarını, her
işin en iyisini kendilerinin yaptıklarını, bütün bedellerin kendilerince
ödendiğini zanneden bir kibre sahiptirler. Sevmek zorunda olmadıklarını
söyledikleri yoldaşlarının da, kendileri düzeyinde devrimcilik
yapmadıklarını düşünürler. Bu yoldaşlarına tepeden bakarlar. Etraflarına
hiç bakmazlar, kafalarını kuma gömmüş deve kuşu misali kimsenin
gerçeği göremeyeceğini sanırlar. Böyleleri kendilerine duydukları
sevginin ne kadarını yoldaşlarına gösterirler?
En sakat yaklaşımlardan biri olan sevgisizlik halleriyle ve bunun şöyle
ya da böyle gerekçelendirilmesiyle, gerçek anlamda bir mücadele
39
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
yokolmaya mahkumdur. Kendine dönen, sınırları olan, kalıplarıyla
yaşayan biri bu sevgiyi üretemez, hatta sevgisizlik üretir. Bu duruş ise,
partili ortamı bozar, yoldaşlık ilişkilerini zedeler.
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Devrimci yaşamda insanların biraraya gelişi ideolojik-politik inanca
dayalı ortak amaçlar doğrultusunda gerçekleşen bir beraberliktir. Ortak
davaya bağlılık herkesin kendisini tereddütsüzce ve militanca ortaya
koymasıyla olur. Yoldaşlık bağları böylece güçlenir ve birbirine sıkı
dokunmuş bir bağa dönüşür. Bu bağı güçlü kılan kişideki dürüstlük,
samimiyet ve sevgidir.
yöneldiler. PYD’nin yönetimindeki “Halk Meclisleri’’ Kürtlerin temsili
organları haline geldi. Aynı zamanda Afrin gibi bazı yerlerde Barzani
çizgisine yakınlığıyla bilinen ve kendilerini “Halk Cephesi’’ olarak ilan eden
kesimlerle de Halk Meclisinin yönetimsel ittifaka gitmesi, yönetimi
paylaşması Kürt halkı arasındaki bütünlüğü de sağlayıcı bir rol oynadı.
Bütün Kürt güçlerinin yönetimdeki temsiliyetleri ve yine temsili organlar
olarak Meclislerin Kürtler dışındaki ulusal ve dinsel topluluklara açık
olması yönetimin demokratik karakterini güçlendirdiği gibi, PYD’yi yalıtma,
PKK’nin etkisini kırma biçimindeki gerici planları da bozucu bir rol
oynamaktadır.
Yoldaşlar topluluğu, ortak amaç uğruna bütün kaygı ve küçükburjuva
özlemlerinden arınmış, kapitalizmle görünür-görünmez bağlarını
koparmış ve bunun mücadelesini veren insanlar topluluğudur.
Dolayısıyla yoldaşlar bir fabrikada üretim için birarada bulunan işçiler
yada bir emekçi semtinde komşuluk ilişkisi içinde yaşamını sürdürenler
değildir. Ya da bireysel çıkarları, hırsları için bir arada bulunan kişiler de
değildir. Devrimci bir görev üzerinden bir araya gelinmiş olsa dahi,
tarzları kolektiftir, ortakçadır. Devrim ve sosyalizm uğruna herşeylerini
ortaya koymuş, bedel ödemekten çekinmeyen, marksist bilinçle, bilimle
donanmış, zor zamanların kavga insanlarıdır. Böylesi çelikten halkalarla
birbirine bağlanmış zincirin parçaları olan yoldaşlar arasında dönem
dönem ifade edilen bazı kavramlar, parti bütünlüğünü bozan, parti
kültürünü yozlaştıran tarzda rol oynar. “Biz iş arkadaşıyız yoldaş değiliz”
yaklaşımını, birçok yoldaş duymuş veya birebir tanığı olmuştur.
MLKP”nin program ve tüzüğünü kabul etmiş ve ilkelerini benimsemiş
herkes yoldaştır. Bu program ve tüzüğü kabul dahi bireyleri yoldaş kılar.
Tek tek bireylerle yaşadığımız sorunlardan yola çıkarak bu cümleyi
rahatça kullanabiliyorsak bunun adı yabancılaşmadır. Partiye,
yoldaşlarına, sosyalizme, insan sevgisine yabancılaşmadır. Bu durumda
olan veya bu cümleyi kullanan birisi acaba devrimciliğini hiç sorgulamış
mıdır? Kendisini bu düşünceye iten nedenler üzerine düşünmüş müdür?
Rojava devrimi ve ulusal demokratik yönetimi henüz işin başındadır.
Sürecin hangi yönde ve nasıl sonuçlanacağı konusunda henüz kesin bir
şey söylenemez. Fakat Kürt halkının devrimsel gelişmesini gidebileceği
yere kadar götürmesi ve atacağı adımlarda derinleşmesi dışında bir şansı
yoktur. Kuşkusuz devrimci bir süreç her zaman düz bir şekilde
gelişmeyebilir. Rojava devriminin gelişimini bir yönüyle Suriye’deki
konjöktür belirleyeceğine göre, yerel ve bölgesel yeni Kürt ulusal
demokratik yönetimi de hazırlığını buna göre yapmak, özelikle de
savunmasını yeniden ve yeniden düzenlemek, bölgedeki devrimci ittifak
arayışını her durumda kararlılıkla sürdürmek ve sürekli güçlendirmek
durumundadır. Suriye’de mevcut Esat rejimi çözülmeye başlasa ve
Rojava’da egemenliği yıkılsa da hala varlığını sürdürdüğü bir gerçektir.
Ve yine Esat muhalifi İslamcı grupların önemli bir direnişi olsa da onlar da
mevzilerinde zorlanıyorlar. Bu demektir ki onlar arasındaki güç dengesi
ve bunun Suriye’nin yeni durumuna yansıması Kürt iktidarlaşmasının
alacağı biçim ve düzeyi de doğrudan etkileyecektir. Çatışan bu iki gerici
güçten birinin kesin üstünlüğü ele geçirmesi, Kürtlerin ulusal demokratik
iktidarının varlığı bakımından ciddi bir tehdittir. Ve yine Kürt
iktidarlaşmasını tasfiye edemedikleri koşullarda elini kolunu budamaya
çalışacakları da kimse için sır değildir. Özellikle dengenin İslamcı gruplar
yönünde değişmesi, Amerikancı bir Suidi-Katar-Türkiye Sünni ekseninin
oluştuğu ya da mevut Suriye rejiminin yeniden düzenlendiği vb. koşularda
Türk devletinin bu iktidarlaşmaya karşı hareketsiz kalmayacağı, “tampon
38
7
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
bölge’’ yoluyla olanaklı olduğu ölçüde sınırlı bir alana hapsetmeye
çalışacağı, bütün hazırlıklarını buna göre yaptığı; olmuyorsa Barzanigiller
üzerinden gelişmeyi sınırlandırıp güdükleştirmeye, ekonomik ablukayla
boğmaya çalışacağı söylenebilir. Yani her halükarda Rojava kendisini de
aşan bir rol oynayacaktır. Demek oluyor ki, Rojava, yeni bir Filistin olmaya
adaydır.
Sömürgeci faşist Türk burjuva rejimi, Suriye’de, Güney
Kürdistan’daki gibi bir Kürt ulusal oluşumuna bile şiddetle karşıdır. Hatta
böylesi bir durumun önüne geçmek için Barzanigillerle el altından
anlaştıkları da biliniyor. Barzanigilllerin, ABD’nin ve Türk burjuva
sömürgeci devletinin bilgisi ve onayı dahilinde üstlendiği kimi rolleri yerine
getirme çabaları sonuç vermeyecektir. Zira burada yönetime el koyan Kürt
halkının PKK’ye düşmanlaştırılamayacağı çok açıktır. Diğer yandan, Esat
rejimi karşıtlarının da bir bütün oluşturmadıkları ve hatta El Kaide
gibilerinin varlığının ABD’yi daha şimdiden rahatsız ettiği ve ABD’nin de
bu durumu dikkate alarak Esat’ın ülkeden ayrılmasını sağlayarak, mevcut
rejimin restore edilmesi konusunda arayışlara ağırlık vermeye yöneldiği
görülmektedir. Gerek ABD’nin ve gerekse de Türk faşist burjuva rejiminin
ortaklaştığı temel bir konu da PKK’nin etkisinin sınırlandırılmasıdır. Onlar
ayrı ayrı ve birlikte Esat sonrasına hazırlık yapmaktadırlar. “ABD–Türk
Operasyonel Mekanizması’’ da bu amaçla oluşturulmuştur.
Rojava’daki devrimsel süreçle, Kuzey Kürdistan’da gerillanın yeni
taktik hamlesinin buluşması, stratejik denge durumunu PKK ve gerilla
lehinde güçlendirdi. 19 haziran Şitaza-Oramar eylemleriyle start veren
gerilla, yeniden inisiyatif üstlenici bir hamle geliştirdi. Zağros ve Botanda
gerillanın alan tutarak, düşmanın kırdaki hareket alanını daraltarak
kentlere hapsetmesi etkili sonuçlar doğurmaktadır. Gerillanın bu taktik
hamlesiyle sömürgeci imha ve inkar rejimi zorlanmakta, psikolojik üstünlük
giderek belirgin bir şekilde gerilla ve Kürt ulusal demokratik hareketinin
lehine kaymaktadır. AKP ve Genelkurmayın 2011 genel seçimlerden
hemen sonra oluşturdukları yeni savaş konsepti de sonuçsuz kalmıştır.
Rojava, sömürgeciliğin Suriye politikasının iflasıysa, gerillanın yeni taktik
8
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
YOLDAŞLIK SEVGİSİ
YADA YABANCILAŞMA
Komünist bireyin en temel özelliklerinden birisidir yoldaşlık sevgisi.
Partimizin yeni insanı yaratma mücadelesinin harcı, Marksist-Leninist
temel özelliklerin olmazsa olmazıdır. Devrimci ahlak ve değerlerin temel
kriterlerinden biridir. Kişinin gelişiminde, kavgadaki duruşunda, parti
ortamının gelişiminde, güven ilişkilerinin büyütülmesinde yoldaşlık
sevgisi belirleyici bir yerde durur. Yoldaşlarını sevmeyen, onların
gelişimine, sorunlarına emek vermeyen, paylaşmayan, kendini yaşayan
biri ilişkilerinde ne kadar güçlü olabilir. Yoldaş sevgisi güçlü partili birey,
yoldaşlarının duygu dünyasına inen, sıkıntılarını, üzüntülerini,
sevinçlerini, eksikliklerini, hatalarını ve güçlü yanlarını kendi eksik ve
güçlü yanları olarak ele alandır. İlişkilerinde bürokratik, sekter,
benmerkezci, vb. olan bir komünistte yoldaşlık sevgisinin varlığından
nasıl ve ne ölçüde sözedilebilir?
Yoldaşlık sevgisi proletaryaya, emekçi kitlelere olan sevgiden
bağımsız düşünülemez. Devrime, sosyalizme ve partiye duyulan
sevgiden ayrı ele alınamaz. Bu unsurlara gerçek bir sevgi varsa,
yoldaşlarına karşı sevgi de vardır. Ya da tersinden, yoldaş sevgisi zayıf
bireyin, ezilenlere, işçi ve emekçilere, devrim ve sosyalizme duyduğu
sevginin gerçekliğinden nasıl bahsedebiliriz. Hiçbiri diğerinden kopuk
değil, birbirini tamamlayan ve büyüten sevgilerdir.
Komünist bireyin yoldaş sevgisi somut şekilde yansır. Eğer yoldaş
sevgisi güçlüyse ve bunu hissettiriyorsa; canlı, dinamik, moralli, üretken,
paylaşımcı, emekçi yani karşısındakine değer veren bir ilişkileniş
görürüz. Bu temel nitelikten yoksun biri ise kendini yaşamaya ve
37
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Duygularını örgütleyemeyen, kendini yönetemeyen bir tarzla, güçlü bir
devrimcilik üretilmesini bekleyebilir miyiz? Mantığıyla güçlendirmediği
duygularına ve isteklerine yenik düşen birinin, devrimci adımlarla
ilerlemesini bekleyebilir miyiz? Duygularını yönetemeyen, duygularının
komutanı olamayan birinin; devrimi yöneten aklın, devrimin komutanı
olmasını düşleyebilir miyiz?
İdeolojik, siyasi ve askeri olarak tepeden tırnağa silahlanmış erkek
egemen kapitalist sistem karşısında, aklını ve yüreğini uyumla çalışan bir
silaha dönüştürmeyen, kendini tepeden tırnağa örgütlemeyen bir devrimci,
burjuva alışkanlıklara yenik düşmeye mahkumdur. Duyguların her
yönetilemeyişi, partili yaşamın her anında yeni tartışmalara, çatışmalara
ve parti içi sorunlara neden olmaktadır. Yönetilemeyen duygular, sorunlu
bir tarz olarak, parti enerjisini gereksiz yere tüketen bir rol oynamaktadır.
Değişime ayak diretilen her duygusallığa harcanan zaman ve emek,
başkaca yoldaşlara ve devrimci görevlere harcanabilecek emek ve
zamandan çalmak anlamına gelmektedir.
Amacımız, birey olarak bizi zorlayan her türlü duygulanım biçimi
karşısında, duygusal değil duygulu bir yaklaşımla durabilen, devrimci
iradeyi açığa çıkarmak olmalıdır. Duygusallığa yenik düşmeyen devrimci
aklı örmek ve işletmek olmalıdır. Bu, partili saflarda, yeni insanın,
komünizmin insanının tarzına hayat vermektir. Görülmektedir ki,
duygularını örgütleyemeyen bir devrimci, ne devrimci görevleriyle, ne
yoldaşlarıyla, ne eleştiriyle, ne kolektif ortamlarla, ne de yaşamla doğru
bağlar kuramamaktadır. MLKP’nin kadrolarından beklediği, kendini
tepeden tırnağa örgütlü kılmış, aklını ve yüreğini devrim düşünde
buluşturmuş bilinçli bir duygu düzeyidir. Duygularını devrimci niteliklerle
donatmış iradi düzeydir. Bu nitelik, her bir kadronun kendine yoğunlaşma
düzeyi, kendisi üzerinde çalışma emeği, kendini değiştirme istek ve
iradesiyle açığa çıkacaktır. Aklımızda ve yüreğimizde örgütsüz olan,
yönetemediğimiz her şeye saldırmak, MLKP’li herbir kadronun
sorumluluğudur. Partili kadroları sımsıkı örgütlenmiş bir güce
dönüştürecek şey budur.
36
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
hamlesi de uygulanmakta olan savaş konseptinin iflasıdır. Askeri
bakımdan zorlanan AKP ve Genelkurmay, ırkçı ulusalcı gerici bir kitle
hareketini yaratarak, kafatasçı linç güruhlarını, sivil faşist çeteleri ve kontra
unsurlarını harekete geçirerek buradan kendi lehine bir durum yaratmaya
yönelmektedir. Kürtlere yönelik saldırılar, Kürt işyerlerinin kundaklanması,
başta BDP gelmek üzere Kürt kurumlarının tahrip edilerek kullanılamaz
hale getirilmesi, bunu göstermektedir Ve yine Antep’te sivillerin zarar
gördüğü bir patlamayı gerekçe gösteren –ki HPG Ana Karargahı
patlamayla bir ilişkilerinin olmadığını açıklamasına rağmen- hemen tüm
gerici/faşist partilerin koro halinde BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının
kaldırılmasından dem vurmaları AKP ve Genel Kurmayın yeni saldırı
planlarının diğer unsurlarını oluşturmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, uygulaya
geldiği savaş/askeri saldırı konseptleriyle sonuç alamayan AKP ve
sömürgeci faşist imha ve inkar rejimi, şimdi bunu sivil saldırı/savaş
konseptleriyle tamamlamak, buradan aldığı güçle, hem Rojava devrimi
karşısına ve hem de gerillanın yeni taktik hamlesi karşısına dikilmek
istemektedir. AKP’nin ve faşist rejimin Kürt Baharına yanıtı budur!
Kürt Baharı, sömürgeci ve emperyalist savaş/saldırı ve tasfiye
planlarını boşa çıkardığı gibi, bölgedeki, Kürdistan ve Türkiye’deki bütün
ilerici, devrimci ve yurtsever güçlere de güç ve moral vermektedir. Rojava
Kürt ulusal demokratik devrimini eylemsel olarak sahiplenmek, sadece
Kuzey Kürdistan devrimimiz ve birleşik devrimimiz bakımından değil, aynı
zamanda bölgedeki devrim olanaklarının büyütülmesi ve ortak devrimci
bir dayanışma hareketine dönüştürülmesi bakımından da son derece
önemlidir. Kuzeyden ve Güneybatı’dan sömürgeci faşist imha ve inkar
rejimini kuşatan Kürt Baharı’nın coşkusunu Batı’ya/Türkiye’ye taşıyarak,
büyük bir mücadele gücüne dönüştürelim. Türk-Kürt emekçi
kardeşleşmesini sokaklarda, barikatlarda, grev ve direnişlerde, yaşam
alanlarında yükseltelim. Devletin ve sivil faşistlerin saldırılarına karşı ortak
savunma ve direniş komiteleri/grupları/meclisleri oluşturalım ve işlevli
kılalım, hesap soran bir pratiği esas alalım.
9
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
AYRINTILARIN ANLAMLI BİRLİĞİ
Zorlu ve onurlu bir yol bizimki. Mücadele büyük bir ciddiyet ve
sorumluluk gerektiriyor.
Yaşamımıza, kişiliğimize, kimliğimize,
değerlerimize, sevdiklerimize, emeğimize ve geleceğimize her gün ve her
an saldırılar düzenleyen, el koyan, yok eden kapitalist sistemin
coğrafyamızdaki iktidarına ve onun zor aygıtlarına karşı ezilenlerin
silahlanması ve ayaklanması için, savaş siperlerinin en önünde
mevzilenmiş durumdayız. Varlığımız, gücümüzü aldığımız milyonların
umudu ve gelecek düşü iken rejimin korkulu rüyası. Faşist diktatörlük bu
gerçekliğe göre pozisyon almış durumda. İdeolojik, politik ve askeri olarak
her an tetikte ve pratik hamleler içinde.
Devrimci mücadele de kendi zemininde ideolojik, politik, örgütsel ve
askeri olarak pozisyonunu almış. Boşluklara fırsat tanımaksızın özgür ve
otorite alanlarını yaratarak, alan genişleterek yoluna devam edecek. Iki
düşman kuvvet, tam da olması gereken yerde konumlanmış durumda.
Konumlanmış olduğumuz zemini güçlendirmek, yeni alanlara açılmak,
saldırı ve savunma hattında ustalaşmak, süreklilik ve başarı için
zorunluluk. Bu noktalarda gösterilecek her başarı veya başarısızlıkta,
detaylara gösterilecek devrimci ilgi, çalışmanın amaçla uyumu ve derinliği
önemli bir yerde durur. Evet hedeflerimiz büyüktür. Bu büyüklük içinde
ayrıntılar bir binanın kolonları gibidir. O büyüklüğü ve bütünlüğü ayakta
tutan, ayrıntı gibi görünen kolonlardır. Devrimci çalışma da bütünsel bir
büyüklükten oluşur. Ayrıntılar bu bütünün parçalarını meydana getirir.
Ayrıntı deyince neler gelir aklımıza?
Yoğunlaşma-derinleşme-hakimiyet. Tanımak. İçerik-biçim. Bütünparça. Dinamik bir varoluş. Olgu ve bilgiye sorular sormak. Belirsizliğe
fırsat vermemek. Çok yönlü bakmak, geniş düşünmek. Bağlantıları, geçiş
kanallarını görmek. Yetinmemek. Daha fazlasını bilmeye/görmeye ve
almaya çalışmak. Bilgiyi ayrıştırmak, ama bütünden koparmamak.
Bilgiden tasarruf ve yeni inisiyatifler geliştirmemek. Olgu ve bilgiye
kendine göre yaklaşmamak. Öğrenirken, öğretirken ve aktarırken objektif
gerçeğe yoğunlaşmak. Politikada, eylem ve örgütte. istihbarat ve
10
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
bir duygu yoktur. Devrimci bilinç içerilmiş, örgütlenmiş duygular yoktur.
Aksine, kişiyi yöneten, kişinin denetleyemediği duygular vardır. Kişiyi esir
almış alışkanlıklar ve bağımlılıklar vardır.
Süregiden ilişkiler içinde duyguların örgütlenmesi sorunu ise, ilişkinin
sürüp sürmeyeceği noktasında hassas bir soruna dönüşür. Duyguların
örgütlenip yönetilmediği her durumda, sınıflı toplumların kadın ve erkeğe
biçtiği öğretilmiş sevgili rollerinin yansımaları ilişkiye eşlik eder. Sevgili
ilişkisi, biraz devrimci nitelikler, biraz kopuşulması gereken ama
kopuşulmamış alışkanlıklar toplamıyla yürür. Bu ise, duygularını yönetme
gücü gösteren taraf için ilişkinin geleceği bakımından büyük bir sorundur.
Duygu kontrolünü başaran ve kendini yöneten taraf, birlikte sevgisini
yaşayacağı kişiden de aynı duygu örgütlemesini, kendini yönetme gücünü
bekler. Bunu yaratmak için emek de verir. Ancak karşılığında duygularını
örgütleme ve kendini devrimci tarzda yönetme adına bir adım
görmediğinde, o kişi için ilişki artık bitmiş demektir. Ilişkide duygularını
yönetme sorunu olan taraf, kolektif ortamların basıncıyla belli duygularını
örgütlemiş gibi yapıp baskı altında tutuyorsa bile, sevgili ilişkilerini
yaşadığı ortama geldiğinde hiçbir duygu kontrolüne ihtiyaç duymaksızın
ilişki kurar. Öfkesini kontrol etme ihtiyacı duymaz örneğin. Ya da her türlü
moral bozukluğunu, gerilimini veya stresini sevgilisine yansıtma hakkını
görür. Sevgilisi, yoldaşlarına olan kızgınlıklarını-öfkesini akıttığı, bir nevi
iç dökme aracıdır onun için. Kişi sadece kendini yaşar, kendi istekleri,
duyguları yaşamının merkezini oluşturur. Duygu kontrolü yoksa eğer
sevinç de, üzüntü de, kızgınlık veya öfke de aşırı biçimlerde ilişkiye yansır.
Duygularını yönetemeyen kişi, sevgiyi, iki devrimcinin üretmesi gereken
karşılıklı bir değer olarak görmez. Emeği de, paylaşımları güçlendirmeyi
de karşıdan bekleyen bir tarzla, ilişkiyi tek tarafı yoran bir yüke dönüştürür.
Böyle bir ilişkide eşit konumlanan, birbirine saygı duyan, karşılıklı emek
harcanan, eleştiri ile ilişkiyi güçlendiren ve devrimci aşkı üreten bir irade
açığa çıkmaz. Çünkü devrimci bilinciyle duygularını yüceltmemiş bir
bireyin, sıradan insan duygusallıklarından arınmış bir ilişki yaşaması
imkansızdır. Duygularını örgütleme başarısı gösteremeyen birinin,
karşısındakinin duygularını incitmemesi, kırıp dökmemesi imkansızdır.
Duygularını yönetemeyen bireyin, devrimci bir ilişkiyi üretmesi ve
yönetmesi ise tümden olanaksızdır.
35
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
gerçeğe denk düşmeyen ve yoldaşını olduğundan daha zayıf, başarısız
gösteren aktarımlara gidebileceklerdir. Tersinden de, iyi anlaştığı
yoldaşının durumunu duyduğu sempatiden kaynaklı olumlu anlamda
abartarak aktaracak, eksiklerini görmezden gelecek ve onun yanlışlarıyla
uzlaşacaktır. Görevlendirme yapmak söz konusu olduğunda ise sempati
ve antipatilerine göre kişileri göreve önerme pratiği açığa çıkacaktır. Daha
üst görevlere sempatiyle baktığı yoldaşlarını önerirken, ilişkilenmekte
sorun yaşadığı yoldaşlarını bu tür görevlere önermeyecektir. Böyle bir
yaklaşım sonucunda ise, ne parti kadrolarıyla ilgili somut ve gerçek
bilgilere sahip olabilir, ne de kadrolarını doğru tarzda konumlandırabilir.
Aslında, kişilerin görevler almasında, yöneticilikleri noktasında söz sahibi
olan komünistler, duygularını yönetemeden aldıkları her karar, aktardıkları
her bilgiyle, partinin kadro ve örgüt konusundaki her başarısızlığından
sorumlu olmaktadır. Çünkü partiyi objektif gerçekler ışığında değil,
duygularının etkisiyle yanlış yönlendirmektedirler.
Sevgili ilişkilerinde duyguların örgütlenmesi
Duygularını örgütleyemeyen kişilerin sevgili ilişkilerinde alışkanlıkların
gücü öne çıkar. Duyguların devrimci tarzda örgütlenmediği,
duygusallıklardan kopuşulmadığı her durumda burjuva alışkanlıklar bizi
yaşam içinde yöneten en güçlü şey halini alır. Örgütlenmemiş duygular
olan duygusallık hali, ilişkilerde daha çok bağımlılık olarak yansır. Aslında
bir ilişkinin devrimci tarzda üretilemediği, tarafları geri çektiği, kişilerin ileri
çıkmasının önünde bir engele dönüştüğü ve giderek karşılıklı iki bireyi de
yıpratan bir sürece dönüştüğü görüldüğü halde bitirilemeyen ilişkiler,
duyguların örgütlenememesine önemli bir örnektir. Bir taraftan, çok emek
verildi ile başlayan vefa borcu duygusunun ağırlığı altında ezilen,
duyguları ölmüş ve sevgisiz bir ilişkiyi yürütme mecburiyeti olarak
karşımıza çıkar bu. Diğer taraftan bağımlılık öyle derinleşir ki, onsuz
yapamayacağı, devrimciliğini tek başına üretemeyeceği duygusu ile
karşılıklı sevgi üretimi olmadığı halde, bir ilişkiyi tek taraflı yürütme çabası
olarak görünür. Her iki durumda da, sevgili ilişkisinde sevgi kalmamıştır,
karşılıklı emek tükenmiştir, iki kişinin devrimci bir ilişki çabası ve paylaşımı
sonlanmıştır; ancak bir tarafın bağımlılık duygusu nedeniyle aslında ilişki
olmayan ama adına ilişki denilen şey sürdürülmektedir. Burada yönetilen
34
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
teknikte... Ayrıntılar, ayrıntılar...
Kritik bir andaki sloganda. Genel içinde kaybedilmeye çalışılan o,
“zincirin en zayıf halkası”nı bulup açığa çıkarmada. Mekan değil, hangi
mekanı tutacağında. Bir pankartın sopasında. Cebindeki fularında...
Ya da bazen bir fünyenin barutundadır hayati ayrıntı, yaşamı
sonlandırır. Bazen bir silahın horozunda. Bir eldivende. bir küçük
parmağın bıraktığı var yok arasındaki izde. Kimi zaman bir kapının
anahtarında, saçının telinde...
Bir randevunun mekanında, zamanındadır bütün tılsım. Kamuflajdadır.
Hayatı kolaylaştırır, eylemin ana güvencesidir. Üs’tedir, her gün, her an
yeniden anlam kazanır. Bilincin sese dönüştüğü, aklın eyleme geçtiği
sözdedir, kelimelerdedir ayrıntı. Bir bakışta, reflekstedir.
Yaşamdadır ayrıntı. Bütün ve parça arasındaki ilişkinin düzgün
işleyişindedir. Sen dikkat etmezsen, şeytan tetiktedir.
Kimi zaman tümden gelim, kimi zaman tüme varım yoluyla olgunun
bütünlüklü yapısına ulaşılır. Her iki yöntemde de parça bütün ilişkisi
gözetilir. Parçanın önemi küçümsenmez, o olmadan bütüne
ulaşılamayacağı ya da eksik kalınacağı bilinir. Komünist savaşçı da
devrimci yaşam pratiğini bu görüş açısıyla örgütler. Bütünü kavramak,
anlamlandırmak için parçaya yoğunlaşır. Özümsenen ve birleştirilen tek
tek parçalar anlamlı bir bütün oluşturur.
Ayrıntılar neden önemlidir? Gereksiz bir soru gibidir. Ancak devrimci
pratiğimize eleştirel bir bakış, hiç de ilk anda düşündürdüğü gibi soruyu
gereksizleştirmez, bilakis yeniden yeniden üzerinde durmayı gerekli kılar.
Politika, örgüt ve eylem bütünselliği, detayla mümkündür. Bu alanlara
dair detayların anlamlı birliğinden bütünsellik doğar. Birinde sorun varsa
şayet, bütünde eksiklik var demektir. Gözden kaçırılan bir ayrıntı,
bütünselde açılan bir yaradır. Düşünün, bir atın nalındaki çivinin eksikliği
savaşı kaybetmenin nedeni olabilir mi? Bir atın nalının çivisi! Cengizhan’ı
okuyanlar mantığını bilir. Evet, işte bir mağlubiyetin nedeni. Demek ki bir
çivi deyip geçmemek gerekiyormuş. Ayrıntı böyle bir şeydir. Yalnız başına
alındığında mini minnacıktır. Hatta bir değeri de olmayabilir. Gözden de
çıkarılabilir. Ama o ayrıntı, toplam içinde olmazsa olmazdır. Koskoca bir
makinada bir vida görülmez bile. Ama o oradadır ve o aksamın çalışması
için kritiktir. Çivi savaşta, vida bir makinada, makina bir fabrikada ayrıntı
gibidir. Hatta ayrıntıdır. Ama işte, bir hareketi sekteye uğratacak kadar
11
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
gücü/kuvveti olan bir bileşendir. Böyle birşeydir ayrıntı dediğimiz şey.
Varlığı veya yokluğuyla bütüne güç katar ya da sabote edip gücünü kırar.
Ayrıntılarla ilişkileniş düzeyimiz nedir?
Ayrıntılarla ilgili sorunlarda en çok karşılaştığımız şey bunun “unutmak”
ile açıklanabiliyor oluşudur. Doğru, unutmak da insana dairdir. Ama yine
de unutmanın nedenleri üzerinde durmak gerekmez mi? Neden
unutulmaktadır? Kurulan ilişki, çalışma tarzı, yöntem, yoğunlaşmama,
plansızlık, dağınıklık, yüzeysellik, değerli ve önemli bulmama, ilgi ve
gündemlerin o anda farklı olması vb. nedenler unutmanın en bilinen
nedenleri olarak görülebilir. Unutmak hızla masumlaştırılabilecek bir
durum gibi ele alınır. Oysa zerinde önemle durulması gerekir. Hatta kişiye
özel biçimde irdelenmesi, nedenlerinin açığa çıkarılması, kişinin
devrimcilikle kurduğu bağı açığa çıkarmak bakımından önemlidir. Ancak
bu ayrıntıda ele alarak bu önemli sorunu çözümlemeye ve çözmeye
girişebiliriz.
Bir diğer karşılaştığımız durum ise “dikkat etmedim” açıklamasadır.
Dikkat edilmemiştir. Doğru. Ama neden dikkat edilmemişitr? Örneğin;
aceleden mi, anın baskılanmasından mı, panikten mi, doğuracağı
sonuçları kestirememekten mi, durumu kavrayamamaktan mı, üzerinde
yeterince düşünememekten, rahatçı ve kolaycı davranmaktan mı,
bilmemezlikten mi? Ya da başka hangi nedenlerden dikkat edilmemiştir?
Bir nedeni olmalıdır değil mi?
“Üzerinde durmadım” karşılaşılan başka bir açıklamadır. Neden?
Neden üzerinde durmuyoruz? Önemsiz mi görüyoruz, “o da olmasa birşey
kaybetmeyiz” mi diyoruz. Üzerinden atlanabilecek denli değersiz mi
görüyoruz?
Neden ayrıntıları anlamlandıracak bir yaklaşım geliştiremiyoruz?
Aklımız nerede, düşünsel gücümüze, devrimci bilincimize ne oldu?
Düşünme emekçiliğinin işte tam da bu anda devreye girmesi gerekmez
mi? Ayrıntılar söz konusu olduğunda düşünsel yoğunlaşma gerekmez mi?
Aldığımız göreve, yaptığımız işe yeterli ve nitelikli bir emek
verdiğimizde ve bunu işler/görevlerle sınırlamayıp bir yaşam tarzı olarak
geliştirdiğimizde, ayrıntılar görüş ve duyuş mesafemizin dışında
kalmayacaktır, kalmaz. Her an ki eylemimize hakimiyet ve bu hakimiyetin
12
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
ve bitkin tavırlarla ortamın moral ve motivasyonunu da olumsuz etkilerler.
Can sıkıntısıyla ortamlarda sıkıntı üretir, neşe dağıtırlar. Ne bedeni
üzerinde bir yönetme gücü gösteren, ne de duygularını örgütleme gücü
gösteren bir pratiktir bu.
Nedeni ne olursa olsun, ortamlara gerilim, can sıkıntısı, surat asma,
mesafe koyma, sekter yaklaşımlar, gergin tavırlar, dışlayan tutumlar,
agresif çıkışlar yansıtan her bireyin tarz sorunları olduğunu bilmemiz
gerekir. Kendini yönetemediğini ve duygularını örgütleyemediğini, o
bireyleri duyguları ve tepkilerinin yönettiğini görmemiz gerekir. Ve bu tarz
başat mücadele konularımızdandır.
Örgüt-Kadro Politikası Ve Duyguları Örgütleme
Bir örgütü yönetirken karşılaştıkları eksiklik veya hatalarla sağduyulu
bir devrimci gibi ilişki kuramazlar. Hataları genelde kendi dışında görme
algısı güçlüdür. Hata yapan başka bir yoldaşıysa da, o yoldaşına karşı
güvensizlik duyma yönelimi vardır. Işlerin en doğrusunu kendisi
yapıyordur ve yanıbaşındaki yoldaşlarının aklına, emeğine güveni zayıflar.
Kendini yönetme, duygularını örgütleme sorunları olan bireyler hata yapan
yoldaşlarına karşı sert, bazen de acımasız olur. Çünkü kendini yönetmeyi
başaramayan kişi kızgınlık duyduğu anda, ne dilini ve üslubunu, tepkilerini
ne de öfkesini kontrol edebilir. Yarattığı sorunlar tartışıldığında ise kendi
payını kabul etmeme gibi tutumlar alabilirler.
Görevlendirmeler veya yönettiği kişilerle ilgili partiye bilgi aktarımı söz
konusu olduğunda bir yöneticinin veya aynı organda yer alan yoldaşların
kendini yönetmesi, duygularını örgütlemesi önemli bir yerde durur. Eğer
bu durumdaki yoldaşların duygularını örgütleme sorunları varsa,
yönettikleri veya aynı bileşimde yer aldıkları kişileri objektif
değerlendirmesi ve ilgili parti örgütlerine doğru, yorumsuz bilgiler
aktarması imkansızdır. Değerlendirmelerine duygularını katmadan,
gerçeği olduğu gibi partiye maletmesi zordur. Duygularını yönetemediği
her an’da, duyguları bu kişilerin aklının önüne geçecek, kişilerle ilgili
sempati veya antipatilerinden dönük değerlendirmelere sürükleyecektir.
Bilgisini sundukları yoldaşıyla ilişkilerinde sorun varsa, o yoldaşı hakkında
33
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
büyük bir sorundur. Bu karar süreci boyunca ortama, bunalım olarak ifade
edilebilecek bir ruh hali yansır. Duygularını örgütleyemeyen bireyin “ben”
duygusu güçlü olduğundan kendini yardımlara da kapatır. Bu andan
itibaren kolektif ortamdan kopmuş demektir. Ortamdan kendini soyutlayan,
yoldaşlarıyla tartışmayan ve onların düşüncelerini alma ihtiyacı
duymayan, donuk bakışlarla saatler boyu düşünen ve bir türlü işin içinden
çıkamayan biri durur karşımızda. Hatta bazen yemeden içmeden kesilir.
Bunun yanında yemesi için ısrarcı olunmasını ve aşırı bir ilgi de bekler.
Yetişkin bir yoldaş diye düşünüp bu aşırı ilgiyi göstermeyenler karşısında,
ben duygusu öyle öne geçer ki, bu durum onun için yeni bir bunalım
sebebidir. Kendini yönetemeyen, duygularını örgütleyemeyen kendinden
menkul yaşayan bir komünist durur karşımızda. Bu ruh haliyle alacağı
karar da devrimci sonuçlar üretecek, kendi komünist devrimciliğini veya
kolektifi güçlendirecek kararlar olmaktan uzaktır. Bir türlü doğru kararın
ne olduğunda netleşemeyen, sorunun çözümünde ertelemeci, sorunları
sürüncemeye bırakan bir pratik çıkar karşımıza. Hem günlerce kendini
yiyip bitiren bir pratik görürüz hem de ortamların moral/motivasyonunu
olumsuz etkileyen bir duruş. Bu kolektif paylaşımlarda sığlık, yoldaş
ilişkilerde yüzeysellik, yoldaşlık duygularında aşınma üretir,
yabancılaştırır.
Duygularını örgütleme sorunları olan bireylerin kendileriyle kurdukları
ilişki de sorunludur. Bedeni, fiziksel sorunları veya bir hastalığı söz konusu
olduğunda da sorunlu yaklaşımlarla karşılaşırız. Kendilerini çok
önemserler, bedenlerine en küçük zarar geldiğinde dünyaları kararır.
Hemen kendini koruma amaçlı sınırlar oluştururlar ve asla kendisini
zorlamazlar. Bu emekçilikten kaçmaya dek varan sonuçlara da uzanır.
Asıl tehlikeli olanı da, kendilerini bu halleriyle ortama dayatmalarıdır. Hız,
tempo, emek gerektiren her durumda yaşadıkları sağlık sorunları ilk dile
gelen şey olur. Aşırı bir şekilde bedenlerini dinler, her küçük rahatsızlıktan
olumsuz düşüncelere kapılırlar. Kendileriyle bazen hastalık hastası
diyebileceğimiz tarzda bir ilişki kurarlar. Bu tarzlarını da organına, kolektif
ortamın gündemine sürekli taşıyarak, kolektifi, kendisini zorlamayan
hallerini kabule zorlarlar. Yoldaşlarında gözetilmesi, sürekli yardımcı
olunması, bazı ağır işlerden sakınılması gereken biri duygusunu
örgütlerler. Aynı zamanda hasta ruh haliyle; morali bozuk, yüzü düşmüş
32
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
sürekli geliştirilmesi, bize detayları görecek bir bakış açısı kazandırır. Bir
plan ve hazırlığa sahip olmak da, ayrıntıları görmemizi güçlendiren önemli
unsurlardandır. Duruma değişik ve çapraz sorular sormak ve yanıtları
üzerine düşünmek de ayrıntıları yakalamanın bir unsurudur. Çünkü ne
aradığımızı, aşağı yukarı neleri görebileceğimizi kestirmek ve bunlara
yoğunlaşmak, görüş açımızı genişletecek ve derinleştirecektir. Hakim
olduğumuz her detay, bunları lehte ve alayhte kullanma olanağı
yaratacaktır. Ancak bu koşulda her duruma göre önlemlerimizi alır, her bir
detayı eylemimize yoldaş eyleriz.
Ancak güçlü iktidar bilincine sahip ve kazanmaya kilitlenmiş bir
çalışma, ayrıntılarla uğraşmanın öneminin farkındadır. Çünkü ancak böyle
bir çalışma kendini genellemelerden kurtarma gücü kazanabilir.
Sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı düşmanlaşma düzeyi kaba, düşman
algısı zayıf ve yetersiz bir devrimcilikle, detaylara yeterli ilgiyi göstermekte
zorlanırız. Çoğu zaman da bir çok detayı göremeyiz. Düşmanın çeşitli
görüngülerinin hareket tarzını sürekli takip altında tutmaksızın ve her
adımını öğrenmeksizin detaylara hakettiği değeri veremeyiz. Düşmanı
küçümsemek, “birşey olmaz”cılık, “bu kadar da değil” yaklaşımları çoğu
zaman gözlerin detaylara kapatılmasına neden olur. Her durum
değerlendirilmeli, her ayrıntı ele alınmalı, her olasılık gözden geçrilmelidir
ki düşman karşısında yenilgilere yol açacak açıklar yok edilsin.
Sıradan, sürdürülebilir devrimcilikten, devrim yapmak için devrimci
olmaya geçişimizin derinliği oranında bizler için flu olan herşey berraklaşır.
Bu aydınlık koşullarda detayları görmek, samanlıkta iğne aramaya
benzemez. Elbette tüm bunlara rağmen ayrıntıları yine de kaçırabilir,
yakalayamayabiliriz. Sorun bu değildir zaten. Sorun, bunun ne kadar
sorunlaştırıldığıyla, tekrarından ne kadar kaçınıldığı ile ilgilidir. Yoksa en
mükemmel bakışın bile es geçtiği şeyler vardır ve olacaktır.
Dikkat, ilgi, yoğunlaşma, derinleşme, emek, baştan sonadır ve bir süreç
işidir. Eylem bir bütündür. Her anında aynı duyarlılık, amaca uyumluluk
olmalıdır. Parçalayıp bölersen bütünlük bozulur, ahenk kaybolur, uyum
dağılır, disiplin zayıflar... Güçlü bir devrimcilik için buna geçit vermeyelim.
Her alanda ayrıntılara hakimiyeti güçlendirelim, niteliği yükseltelim, savaş
gücümüzü büyütelim. Bunun için ayrıntılara hak ettikleri değeri verelim.
Eylemimizi, ayrıntıların anlamlı bütünlüğünün gücüyle donatalım.
13
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
CİNS BİLİNCİ
MLKP’LİLEŞMEDE ISRARDIR
ve yönetme sorunu varsa, yaşadığı sorun ne olursa olsun ortamda
yansımalarını mutlaka görürüz. Bu, duygularını örgütleme sorunları olan
bireylerin, sorunla doğru bağlar kuramadığının göstergesidir.
Cins bilinci, bir MLKP militanı bakımından ne anlam ifade eder?
Partimiz cins bilincini, kişinin kendisi için devrimin bir düzeyi ve
kapsamını yaratmak olarak, kadın devrimi perspektifiyle beraber ele almış
ve kendi gelişimine de anlamlı bir müdahalede bulunmuştur. MLKP
kimliğine de, kadın devrimine yürüyen cins bilinci güçlü kimlik vurgusunu
yapmıştır.
Bu anlamlı müdahale Partiyi boydan boya sardıkça, tüm
hücrelerinde yaşama geçtikçe, Partili herbir militan pratikte ve perspektifte
bu bilinçle devrimci bir ilişki kurdukça ve bunu her yeni gün ve adımında
kişiliğinde derinleştirdikçe amacına ulaşacaktır.
Kapitalizm koşullarında kadın devriminin zaferi mümkün değildir.
Kadın devrimi bugünden başlayıp komünizme dek sürecek olan bir
mücadeleyi kapsamaktadır. Kapitalizm koşullarında asıl hedefi kapitalist
erkek egemen sistem ve erk zihniyet iken, sosyalizm koşullarında ana
hedefi erkek egemen zihniyet olacaktır. Kapitalizm koşullarında kadın
devriminin tamamlanamıyor oluşu, cins mücadelesinde kapitalist erkek
egemen sistemi hedefimiz olmaktan çıkarmaz. Çünkü kadın devrimi, ikili
bir karaktere sahiptir. Hem toplumsal devrimi, hem de bir cins devrimini
kapsamaktadır; hem erkek egemen sistemle, hem de egemen erkeklikle
mücüdeleyi içerir. Bu nedenle cins bilinci, kapitalizme karşı şiddetli bir
devrimci eleştiri getirmiyor ve bunun pratik yönelimlerine girmiyorsa ve bu
eleştirisini bir bütünlüğe dönüştüremiyorsa gerçek bir değişim yaratamaz.
Cins bilinci; sınırlı bir erkek ekeştirisi, erk eleştirisi değildir. Elbette somut,
pratik bir “erk” mücadelesini içerir ve ancak bu koşullarda ilerleyebilir. Ama
sistem karşıtlığı zemininde, bir iktidar mücadelesi içinde ilerlerse, verili
erkek egemen zihniyet üzerinde çözücü bir rol oynayabilir. Nihayetinde
kadın devrimi, kadının da, erkeğin de toplumsal cinsiyetçi rollerden
arınması ve “insan”da buluşmasıyla amacına ulaşacaktır.
Dikkat edilirse, kadın devrimi ve cins bilincine bu girişte kadın ve
erkeği birbirinden ayırmadık. Çünkü Kadın Devrimi bilindiği üzere sadece
Örneğin bir yoldaşıyla bir tartışma mı yapmış; tartışma bir sonuca
vardırılmış, üzerinden bir zaman da geçmiştir ama ortama can sıkıntısı,
surat asıklığı, suskunluk halleri yansıttığını görürüz. Veya tartışmayı
yaptığı yoldaşıyla ilişkilerine mesafe koyan, uzak duran davranışlara tanık
oluruz. Bu tür bireyler kendinde, tepkilerini, gerilimlerini ortama yansıtma
hakkı görür. Ortamı gerecek davranışlar gösterme, konuşmalarında veya
davranışlarında kırıcı olma hakkını da görürler. Oysa kendini yönetmeyi
bilen, duygularına hükmetmeyi ve örgütlemeyi başaran bir komünist bilir
ki, yaşadığı herhangi bir sorunla, yoldaşlarının canını sıkmaya, onları
germeye, ilişkilerinde mesafeye zorlamaya, kolektif ortamların moral ve
motivasyonunu etkileyerek ortamlarımızı bozmaya hakkı yoktur.
Duygularını örgütleyemeyen bireyler diğer yoldaşlarında bu tür bozucu
davranışlara karşı büyük bir tepki duyar, ortamları etkilemeye hakları
olmadığını savunurken, kendilerine ise her türlü şeyi hak görürler.
14
Duygularını yönetme sorunları olan birey sorumlu olduğu işlerle ilgili
bir sorun mu yaşamış. Birşeyleri yetiştiremeyen ruh halinin eli ayağına
dolanan davranışlarını, oflayıp puflamaları, telaş halini ve bunun ortama
yansıyan gerilimlerini ve moral bozukluğunu görürüz. Hatta yönettiği
kişilerle ilgili sürekli ortamda söylenen, işlerin yerinde ve zamanında
yapılamamasının sorumluluğunu onlara yükleyen tarzda yakınmacı ruh
haline tanık oluruz. Ortamda başarılamıyor duygusu da yaratabilecek
mızmızcı bir pratiktir yaşanan. Ortamda negatif algıların oluşmasının
nedenlerindendir. Bu pratik, bireyin duygularını örgütleyemediğini
göstermesi kadar, işlerini örgütleme ve yönetme sorunları olduğunu da
ele verir.
Bir karar sürecinde ve kendisiyle yürüttüğü bir iç tartışma söz konusu
olduğunda, duygularını yönetemeyen birey büyük bir sorun demektir.
Kendini ve duygularını yönetemeyişin tüm ayrıntıları karar süreci boyunca
gözlemlenir. Sanki devrimin bütün sorunları ve işleri onun omzuna
yıkılmıştır. Üzerine düşündüğü şey, devrimin gidişatını etkileyecek denli
31
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
yerine, yanlış anlaşıldığı veya anlaşılmadığı duygusuna kapılarak içe
dönme, paylaşımları azaltma yoluna gider. Sorunu devrimci tarzda çözme
adımları atmak, sorunu tartışmak, varsa kendi payını kabul etmek yerine,
kendi içinde partiye ve yoldaşlarına karşı güven zayıflığı örgütleyen bir
ruh hali oluşturur. “Ben”i öne çıkan, kendini aşırı önemseyen ve kendi
hatalarını asla kabul etmeyen bir tarz açığa çıkar. Sonucunda, haksızlığa
uğramışlık psikolojisi baskın gelir ve kendini anlatmadan anlaşılmayı
bekleyen bir pratik sergilenir. Duyguların örgütlenmemesi, bireyin
kendisiyle ilgili bu tarz sorunlar olduğunda tersinden davranışlarla da
sonuçlanabilir. Duygusallık bu kez, durumu anlamadan aşırı tepki verme,
hatalarını bırakalım kabul etmeyi tartışmaya dahi tahammül göstermeme,
ilişkilerini koparmaya varan gerilimli ruh hali ve kestirip atma, küserek değil
ama kolektif bileşenleri küstürecek denli sekter-dağıtıcı davranma olarak
yansır. Her iki biçimiyle de bireyin sorunlar karşısında duygularını
örgütlemedeki zaafiyeti açığa çıkar.
Duygularını devrimci tarzda örgütleyemeyen bireyin, tanığı olduğu
haksız bir uygulama karşısındaki tavrı da farklı değildir. Örneğin daha
fazla güvendiği bir yoldaş başka bir yoldaşına haksızlık yaptığında,
devrimin ve partinin doğruları temelinde sorunu ele alıp tartışma gücü
gösteremez. Duyguları bu bireyi sürükler ve doğru olandan yana tutum
alan karşı çıkışlar örgütleyemez. Böylece bir haksızlığın uygulanmasına
göz yummuş olur. Bu haliyle başka yoldaşlarının kendine karşı güveninin
kırılmasına neden olduğu gibi, parti adaletine olan güvenlerinin
zedelenmesinde de pay sahibi olur. Kişiyi duyguları yönettiği sürece,
duygularını örgütleyemeyip onların esiri olmayı sürdürdüğü sürece; parti
adaleti, partili güven ilişkileri, sorunlara devrimci çözümler üretme
noktasında hep geri olanı, kopuşulması gerekeni üretmeye devam eder.
Ve an be an çözümsüzlüklerin parçası olur.
Ortamla Kurulan İlişkilerde Duyguların Örgütlenmesi
Duygularını örgütleme sorunları olan bireyler, büyük-küçük farketmez
yaşadıkları her sorunu ortamlarına da yansıtır. Bu kişilerle yaşadıkları bir
sorun olabilir, çalışmalarıyla ilgili bir sorun olabilir, iç dünyasının bir sorunu
olabilir veya sağlığından dönük bir sorun olabilir. Kişinin kendini örgütleme
30
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Partili kadın militanlar için bir devrim değildir. Evet bu devrimin öncü ve
önder kuvveti kadınlardır. Ama bu devrimin bir diğer bileşeni de erk
zihniyetten ve erkekliğinden arınmak, benliğinde insanı yaratmak zorunda
olan partili erkeklerdir. Kadın devrimi, erkek cinsin önüne de
azımsanmayacak görevler koymuştur. Bu devrimin zaferi, devrimin öznesi
olan kadının birkaç adım önde yürümesinde, değişimi başlatan öncü güç
olmasında ve aynı zamanda toplumsal devrime dek ittifak kuvvetleri olan
erkeği değişime zorlamasında ve kazanmasındadır. Kadınlar kendi
pratikleriyle erkeği bu değişime mecbur bırakmalı, değişmemekte ısrar
eden erkekle arasına düşünsel, pratik ve duygusal olarak kesin mesafeler
koymalıdır. Çünkü erkliğinde ısrar eden, devrimciliği zayıf, iddiası sınırlı,
öfkesi ehlileşmiş olanın cins bilinci de, kadın devrimine katılımı da zayıf
ve yüzeysel olacaktır. Ve kadın devrimi, yüzeysel ilişkilenişlerle, zayıf
pratiklerle yaşam bulacak, zafere yürüyecek bir devrim değildir. Her iki
cinsten de, toplumsal cinsiyet rollerinden kurtulmak için muazzam bir
emek, çaba, irade ve değişim istemektedir.
Bu devrimde özne ve bu devrimin yoldaşı olmanın yolu,
kapitalizme, faşizme, sömürgeciliğe ve erkek egemen zihniyete karşı
mücadelenin ihtiyaçlarına göre kendini doğru ve devrimci
konumlandırmaktan geçmektedir. Bu konumlandırmanın birinci
sorumluluğu Partiyle kurulan ilişkide verilidir. Çünkü MLKP’li omak, bu
mücadeleye doğru katılımının önselidir. Partiyle doğru bağlar kurmayan
bir öznenin, kadın devrimi perspektifiyle doğru ilişkilenmesi düşünülemez.
Partiyle sorunlu ve sınırlı bir ilişkinin sürdürüldüğü koşullarda, bu bilinç
düzeyinin elleri bağlanmış, ayakları zincirlenmiş, gözlerine mil çekilmiştir.
Bu duruşta, mücadelede ısrar yoktur. MLKP’lileşmede ısrar yoktur. Bugün
için, 4.Kongreyle ortaya konan kadın devrimi perspektifinde ısrar, erkek
egemen düşünüş, duyuş ve pratiğine karşı mücadelede ısrar ve egemen
zihniyetin her türden görüngüsüne karşı savaşta ısrar, Partili olmakta
ısrardır.
Parti çizgisini kavramak için canlı bir öğrenme sürecine girmeyen,
Parti deneyimlerine yaslanarak devrimciliğini ve pratiğini geliştirmeyen,
Parti kültürünün somut bir yapıcısı ve taşıyıcısı olmayan, zihniyet ve moral
değerleri MLKP ile birleşmeyen, Parti görev ve sorumluluklarını
15
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
sorunlaştıran bir zihniyet ve pratiğin bir çizgi militanlaşmasını
sağlayamayacağı ortadadır. Bu koşullarda bu çizginin bir ürünü olan kadın
devrimiyle de doğru bir ilişki kurulamaz. MLKP’nin yönelimine yüzünü
dönmeyen, bu yönelimi güçlendirme çabası göstermeyen, derinleşme
emeği vermeyen bir pratikle ne MLKP’nin yeni yönelimi anlamlandırılabilir
ne de kadın devriminin bir öznesine dönüşülebilir.
Ancak ve ancak, devrimci mücadelenin büyütülmesi, devrimciliğin
içselleştirilmesi, devrimin zaferi ve MLKP’nin önder bir Parti düzeyine
yükseltilmesi için mücadele zemininde kuşanılacak olan cins bilinci, erkek
egemen sisteme yıkıcı hücumlar gerçekleştirme yeteneğine sahip
olacaktır. Ancak böylesi bir cins bilinci, hem erkek egemen sisteme hem
de erkek egemen zihniyet ve saflarımızdaki tüm yansımalarına karşı
savaşım yürütme gücünde olacaktır.
Bu mücadelede kadın yoldaşlarımız en önde olacaktır. Kadın
devriminin önder gücü olmanın gerektirdiği sorumlulukla hareket
edeceklerdir. Kadın yoldaşlarımız doğru bir mücadele, tarz ve yaklaşımla
hem kendilerini özgürleştirecek ve hem de erkeği değişime
zorlayacaklardır. Önce kadın değişmelidir. Önce MLKP’li kadın bilinci cins
ayaklanmasına durmalıdır. Kadın bilinci, erkek aklına ve tutumuna karşı
isyanı ateşleyen fitil olmalıdır. Ancak kadın bilmelidir ki, kendi değişim,
gelişim ve özgürleşmesinin sorunlarına güçlü bir çözüm iradesi geliştirdiği
oranda başarılı olacaktır. Ancak bu durumda kadının insiyatif gücü
artacak, binlerce yıllık erkek egemen sistemin ürünü olan erk’ek yoldaşına
karşı uzlaşmaz bir mücadelenin sahibi olacaktır. Ve kadın bu mücadele
esnasında özgürlük sınırlarını gün be gün genişletecektir. Kadının
kendinde devrimler yaratmaksızın iyi niyetli ve maalesef saf bir biçimde
erkekten değişmesini beklemesi ve istemesi boşa kürek sallamak, erkeği
tanımamaktır. Kadın, hiç bir iktidarın güle oynaya iktidarını terk
etmeyeceğini asla unutmamalıdır. Karşısında bir güç görmeyen, zorun
kuvvetiyle karşılaşmayan hiçbir iktidar, olanaklarını tepsiyle sunmaz. Bu
kişi olan erkek için de böyledir. Erkek birey, erkek egemen sistemin kişi
olarak kendine bahşettiği, her şeyi hak görme, yönetme, ezme, baskı
altında tutma vb hiç bir hak ve olanaktan kendi isteğiyle
vazgeçmeyecektir. Bu haklardan erkeği vazgeçirecek olan, kadınla eşit
16
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
devrimciliğini ve birikimini hem zayıf görmek hem de zayıflatmak,
yönetebileceği ve ezebileceği bir cins olarak görmek, devrimci duygular
örgütleyememiş erkek komünist için normal şeylerdir. Çünkü duygularını
devrimci, eşitlikçi tarzda örgütleyemeyen her erkek komünist, örgütsel
yaşamın bütünüyle, egemen erkeğin aklıyla ilişkilenmektedir. Kadına karşı
ezici, egemen tavırlarını sürdürdüğü gibi, kendi erkekliğine de
dokundurmayan bir pratik sergilemektedir. Kendini güçlü, herşeyin
doğrusunu bilen, yönetmeye muktedir, inisiyatifli, emekçi kabul eden,
erkekliğinden kaynaklı hata ve zaafları kabul etmeyen ve tamamlanmış
bir devrimci olarak gören duygusu baskındır. Duygularını devrimci tarzda
örgütleyemeyen bir erkek komünistin ne hemcinsleriyle ne de kadın
cinsiyle güven ilişkileri temelinde bir yoldaşlık örgütlemesi mümkündür.
Kadınlara karşı güvensizliği had safhadadır ancak erkek yoldaşları
karşısında da en çok kendi aklına, emeğine, pratiğine güvenir. Kadının
karşı çıkışlarına, erkekliğiyle mücadelesine tahammülü yoktur. Egemen
erkekliğin bariz özelliklerinden olan bu kendini önemseme ve kof aşırı
özgüven kendini değişime kapatmasının, duygularını örgütleyememesinin
önemli etkenlerindendir. Duygularını örgütleyemeyen bu haliyle, erkek akıl
ve pratiğiyle barışık, kendinden memnun tarzda yaşamaya devam eder
ve partili saflarda erkek zihniyetin tekrar tekrar üretilmesinin öznelerinden
biri olur.
Hatalar, Haksız Uygulamalar Ve Duygularını Örgütlemek
Duygularını örgütleyemeyen bireylerin bu tür sorunlar karşısındaki
tutumları tamamen duygusaldır. Bu duygusallıklarından ötürü ya aşırı
tepkici, sekter, ilişkileri dağıtan bir tarzla sorunu ele alırlar; ya da içe
kapanan, susan ve haksızlığa göz yuman bir tarzla. Duygusallıkları bu
kişileri, sorunları uçtan ele almaya sürükler, sorunu bir mantık
çerçevesinde çözmelerinin önüne geçer. Bu halleriyle küçük bir sorunu
bile içinden çıkılmaz, uzun zamana yayılan ve çözülemeyen, örgütsel
çalışmaya zarar verebilecek düzeye dahi götürebilirler. Duygusallık,
sorunlar karşısında çözüm değil çözümsüzlük üretir.
Duygularını örgütleyemeyen birey, yanlışlık, hata veya haksızlık
kendisiyle ilgili olduğunda, bunlarla devrimci tarzda mücadele etmek
29
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
saflarda yeniden yeniden üreten bir pozisyonda yer alır.
Erkek egemen zihniyet ile mücadele söz konusu olduğunda,
duyguların örgütlenmesi kadın komünistler bakımından daha bir önemlidir.
Kadın komünistlerin, duygularını yeniden kalıba dökerken bir kadın gibi,
kadın iradesi, aklı ve rengiyle, kadın bilinciyle duygularını örgütlemesi
belirleyicidir. Duygularını örgütleyemeyen, duygularını akıl gücü ve
devrimci iradesiyle işleyemeyen, cins bilincini ayaklandırarak
duygusallıklarından arınamayan kadın komünistler; erkek egemen
zihniyetin baskıları, geri çekmeleri, ön kesmeleri, yer yer ezmeye varan
tutumları karşısında geri adım atan, teslim olan, erkek egemen zihniyet
ve tezahürleriyle mücadele edemeyen geleneksel kadın rolüyle yürümeye
mahkum olur. Duygularını örgütleyemeyen kadın devrimci, kadının
inisiyatifi ve iradesini tanımayan her türden erkek egemen algı ve davranış
karşısında kırılmalar ve içe dönmeler yaşar. Bu kırılmalar, kendini ve
duygularını yönetmeyi başaramayan kadının pratiğinde; bir daha o işi
yapmak istememe, erkekle karşı karşıya gelmeyi göze alamayış, kolektif
saflarda daha üst düzey görevler almaktan vazgeçme, erkeğin egemen
tutumlarıyla mücadele edemeyiş ve kabulleniş gibi geri pratikler olarak
karşımıza çıkmaktadır. Inisiyatifini kullanma sorunları, parti faaliyetlerine
aklını ve emeğini katmada sınırlar, özgüvensiz tutuk davranışlar, gerçek
potansiyelini kullanamama olarak kendini göstermektedir. Devrimci tarzda
mücadele etmek yerine küsme ve geri adım atma, özgüven kırılması ve
erkekliğin her haline teslim olma açığa çıkmaktadır. Bu kendini ve
duygularını örgütleyemeyen, mücadeleci bir duruş yaratamayan pratikten
de, inisiyatifli, öne çıkan, özneleşen, önderleşen ve komutanlaşan kadınlar
yaratılamamaktadır.
Duygularını örgütleyemeyen ve kendini yönetemeyen erkek
komünistler de, egemen erkeğin duygu ve davranış biçimleriyle
devrimciliğini sürdürmeye devam etmektedir. Onlar da duygularını
devrimci aklın süzgecinden geçirmedikleri, devrimci bilinçle
yoğurmadıkları için egemen erkeği yaşatmayı, kadın yoldaşlarıyla ve
rekabet etmeye değer görmedikleri erkek yoldaşlarıyla egemen akıl ve
duygularla ilişkilenmeyi sürdürür. Kadının iradesini tanımamak, inisiyatifini
kırmak, ileri çıkmaya çalışan kadın yoldaşının önünü kesmek, onun
28
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
koşullarda yaşamaya mecbur bırakacak olan, cins ayaklanmasına duran
kadınların egemen erkeklikle yürüttüğü güçlü savaşımı olacaktır. Cins
bilincine sarılan kadın, erkek tarafından kandırılmasına izin vermemeli,
erkekliğin her türlü yansımasına karşı uyanık olmalıdır. Onun süslü püslü
sözleri duygusallıklara neden olmamalı, gerçekçi yaklaşmalıdır.
Erkek egemen sistem ve onun Partimizdeki uzantıları kadının
kendi gücüne güvenini kırarak iktidarlaşmışlardır. Kendi gücüne güvenen
kadın özgürleşir. Kendine güven, gücünün farkına varmaktır. Kapitalizmin
ve erkeğin uzantısı olmayı reddetmek, kendisi için özne olmaktır. Kadın
yoldaşlığına güvendir. Güçlü bir kadın ve cins sevgisidir. Büyük bir eleştiri
ve güçlü bir özeleştiridir. Saflarımızda erkekliğin her türlü uzantısını ve
iktidarını yok edecek şey, bu güçlü özgüven ve cins bilinci olacaktır.
Bu güven, mücadelenin her alanında var olmakla örgütlenir. Ama
en çok da tarihsel bir bilinç ve “planla” uzaklaştırıldığı alan ve konularda
varlığını kabul ettirme yolundan yürünerek bu güven kazanılacaktır. Kadın,
köleleştirildiği andan itibaren, kendini güç yapacak, hakim kılacak bilgiden
hep uzak tutulmuştur. Teoriden, siyasetten, politika yapmaktan, silahtan
koparılmıştır. O halde yürünecek yol, binlerce yıldır dokundurulmadığı bu
alanların yolu olmalıdır. Teorik siyasal gelişmişlik kazanmak (sözü
olmayanın eylemi derinleşmez) özgüvenle yürümekte önemli bir yerde
durur. Bu nedenle kadın yoldaşlarımız, sürekli planlı ve hedefli bir
öğrenme ve biriktirme halinde olmalıdır. MLKP’li her kadın, devrimin
sorunları, mücadelinin ihtiyaçları, bulunduğu alanın gelişip güçlenmesinin
gereklerini bu öğrenme sürecinde sorunlaştırmalı, biriktirmeli ve bir güce
dönüştürmelidir. Bilgi, eylemi çoğaltmalı, eylemin alanını genişletmeli,
derinleştirmelidir. Eylem, bilgiyi yeniden bir güce dönüştürmelidir.
Bir diğer alan, kadının silahla, teknikle kurduğu ilişkidir. Bu alana
karşı mesafeli duruş kadın özgürleşmesi ve Partinin önderleşmesinde
özel bir anlama sahiptir. Kadın için ne silah sadece silah, ne de teknik
sadece tekniktir. Her ikisi de erkek egemen iktidarın tahakkümü altında
kadının uzaklaştırıldığı, uzak tutulduğu stratejik alanlardır. Cins bilinci işte
tam da burada rolünü oynamaktadır. Kendisinin dışında kurulan ve
kendisine uzak hale getirilen bu alanlarda ısrarlı biçimde var olmak, erkek
17
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
barikatlarını yıka yıka bu alanların öznesine dönüşmek güçlü bir cins
bilinci gerektirir. Binyıllardır uzak tutulduğu alanların bir öznesi olmayı
kendine sorun etmeyen, bu alanlara yönelmeyen ve hemcinslerini bu
alanlara yöneltmeyen kadın komünistler bilmelidir ki, parti saflarında ne
kendine güvenen kadınlar yaratabilir, ne de saflarımızdaki erkek
egemenliğini yok edebilir. Oysa partinin yönelimi de, bu güne dek kadın
kadrolarının bulunmadığı her alanda kadınları özne yapmaktır. Kadınları,
partinin her çalışma alanında birkaç adım önde duran güce
dönüştürmektir. Her kadın komünist aklını, emeğini ve iradesini,
bulunmadığı her alanda kendini ve kadın cinsini varetme mücadelesine
seferber etmelidir.
Mutfağın, evin, sokağın...dışına çıkmaktan korkan, en kabul
gördüğü mekanda olmayı tercih eden, oluşmuş dengelerin “huzur” verici
rahatlığı ve kolaylığında “mutlu” bir kadın nasıl özgürleşemez ise; benzer
duygu ve konumlanış biçimini Partili yaşamında sürdürmekte ısrar eden
kadın da iradeleşemez, özgürleşemez. Verili devrimcilik düzeyinden ve
konumundan memnun olan, gözünü daha güçlü ve inisiyatifli bir kadına
dikmeyen, koparıp alma bilinciyle ileriye yürümeyen kadın önderleşemez.
Her kadın için, devrimci sorumluluk, ezilen kadın cinsinin sorumluluğu ve
Partinin ihitiyaçları yönetici bir perspektif olmalıdır. Kadın komünist,
devrimin onu çağırdığı her yerde olabilecek bir bağımsızlığa ve toplumsal
sorumluluğa sahip olmalıdır. Her türlü bağımlılığa, alışkanlığa, tutukluğa,
edilgenliğe ve statükoya karşı özgürleşerek karşı durmalı, devrimci olana,
ileriye işaret edene sarılmalıdır. Kadın devrimi bu iradeyi gerektirmektedir.
Kadın özgürleşmesi bu gücü istemektedir. Partinin erkek egemen
zihniyetten kurtulması bu sorumluluğu beklemektedir.
Hata yapmaktan çekinmemelidir kadınlar. Her yeninin, eksiklikler
veya hatalarla berraklaştığını bilmelidir. Hataları cesaretini kırmamalı,
yeniye yönelmekte tereddüte neden olmamalıdır. Zorluklar karşısında pes
etmemelidir kadınlar. Korkmamalıdır, tersine korkularının üzerine giderek
yenme başarısını kendine armağan etmelidir. Erkeğin denetleyici ve
üstten yaklaşımları geri adım atmasına neden olmamalıdır. Aksine, kadın
bilincini ayaklandırmalı, cins mücadelesi noktasında kadını teşvik etmeli,
18
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
karşımıza çıkar. Duyguların örgütlenmesinde sorun varsa malesef, geri
tutumlar bununla da sınırlı kalmaz. Kendisini eleştirenlere karşı içinde öfke
biriktiren bireyler, yaşadıkları ilk küçük sorunu büyük bir devrim sorununa
dönüştürür. Yoldaşının üzerine yürüme ve hatta ona vurmayı bile içinden
ge.irebilen devrimcilikten uzak pratikler gösterir, sinir boşalmaları yaşar.
Örgütlenemeyen her duygu, eleştiri karşısında devrimci bireyin kopuşmuş
olması gereken, bu ve benzer türden küçük burjuva geri davranış biçimleri
olarak karşımıza çıkar. Içe veya dışa dönük ama devrimcilikten uzak bu
tür yaklaşımlar göstermektedir ki, duygularını örgütleyemeyen bireyler
eleştiriye açık davranamamakta, tahammül edememektedir. Dahası bu
tür yaklaşımlarıyla “beni bir daha eleştirmeyin” demekte ve eleştirilerin
önünü kesmektedir. Bu tutumlar, kişilerin kendi gerilikleriyle uzlaştığının,
değişimlerinin tamamlandığını sanıp geri gerçeklerini partiye dayattığının,
eksikliklerini kabul edemediklerinin ve küçük burjuva gururlarının ne denli
güçlü olduğunun kanıtıdır. Daha da önemlisi, kendilerini
yönetemediklerinin, duygularını yönetemediklerinin kanıtıdır.
Oysa duygularını örgütlemiş bir devrimci, eleştiri karşısında gönül
rahatlığıyla durabilen, üzerine düşünen, sonuçlar çıkaran ve devrimciliğini
güçlendirmek için öğrenmesini bilen kişidir. Devrimci gelişimin
diyalektiğine sarılan kişidir. Eleştirinin dili-tarzı-yönteminde sorun olsa bile
duygularını yönetebilen ve bunlara takılmayan, eleştirinin özüyleiçeriğiyle-amacıyla ilişkilenen kişidir. Eleştiri karşısında küçük burjuva
alışkanlık ve duygularına yenilmeyen, örgütlü ve devrimci duygularla
eleştirileri karşılayan bireydir. Eleştirileri, yoldaşlarının kendisine verdiği
bir emek olarak gören, buradan da yoldaşlık sevgisi güçlenen kişidir.
Eleştiri karşısında yoldaşlık ilişkilerine, emeğine, parti içi mücadelesine
sınırlar koyan değil, tersine bunları güçlendiren ve büyüten, yoldaşlarına
olumlu örnek olan kişidir.
Erkek Egemen Zihniyet Karşısında Duyguların Örgütlenmesi
Ilk elden şu belirtilmelidir ki; kadın da olsa erkek de olsa, duygularını
örgütleyip yönetemeyen devrimci birey, parti saflarında geleneksel rollerle
konumlanmaya devam eden, burjuva toplumun alışkanlıkları ve kendi
cinsine biçtiği rollerle kolektif ilişkilerini sürdüren ve bu geri rolleri kolektif
27
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
eleştiri sunan yoldaşıyla ilgili dedikodu yapmak, onunla ilgili olumsuz
duygu örgütlemelerine gitmek, eleştiren kişiyi ezmeye çalışmak, aynı
ortamdayken ilişkilere gerginlik yansıtmak, birlikte iş yapıyorsa devrimci
görevleri sekteye uğratacak çatışmalara neden olmak ve sorunlar
kendisini eleştiren kişiden kaynaklanıyormuş gibi göstermek vb. tutumlar
izler. Saldırı olarak gördüğü eleştiriye, kendini savunma ve karşı saldırıyla
yanıt verme duygusu, kişiyi yöneten temel duygudur burada.
Eleştiri karşısında duygularını örgütleme sorunlarının temel
görünümlerinden biri de, içe kapanmak ve eleştiri karşısında küsmektir.
Eleştiri yapan yoldaşına küsmek, mecburi haller dışında konuşmamak,
yoldaşlık ilişkisine mesafe koymak, paylaşmamak, o yoldaşı
yokmuşcasına saygısızca davranışlar gösterebilmek olarak yansır bu
tutumlar. Duygularına hükmedemeyen, onları devrimci bir akıl
süzgecinden geçiremeyen bireyler, sadece eleştiri yapanla değil,
ortamdaki tüm yoldaşlarıyla ilişkilerini kesecek düzeye vardırma hakkını
da kendinde görür. Eleştirildiği için ortamdaki yoldaşlarını cezalandırır.
“Ben” duygusu çok güçlüdür böylesi anlarda bu kişilerin. Çok
hassaslaşırlar, kırılgandırlar, dokunsan ağlayacak ya da patlayacak denli
iç gerilim oluşturmuşlardır. Bu içe kapanmalar ve kendine dönmeler,
kişinin partiyle güven ilişkilerini sorgulamasına dek varan kırılmalara,
yoldaşlarına güvenini zayıflatan algı oluşturmalara ve devrimciliğinde geri
düşmelere dek uzanabilir. Bu tür yaklaşımları olan bireyler, mücadeleci
yanları zayıf gerçekliklerini de ortaya koymuş olurlar. Sorun olarak
algıladıkları şeylerle devrimci tarzda mücadele edemedikleri için sürekli
bir iç savaş yaşarlar. Kendi zayıflıklarını kabul etmedikleri için de, sorunu
ya tek tek yoldaşlarında, ya örgütlerinde ya da partide görürler. Bu algıdaki
bireyler, sorunlar söz konusu olduğunda kendilerine pay biçmezler.
Sorunların kaynağını hep kendi dışında arar ve giderek kendi
dışındakilere karşı güveni kırılan, sevgisi azalan bireylere dönüşürler.
Duygularını örgütleme başarısızlığı öyle düzeyde olanlar vardır ki,
mecburi haller dışında günlerce odasından çıkmayan, ağlayıp sızlanan
ve daha da tehlikelisi yoldaşlarına karşı içinde kızgınlık, öfke biriktirenleri
de olur. Bu içinde biriktirmeler zaman içinde ilişkilerde öfke patlamaları,
sekter yaklaşımlar, kırıcı ve ezici tutumlar, ortamı geren davranışlar olarak
26
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
kışkırtmalıdır. Kendisiyle yarış içinde olmalıdır her kadın yoldaşımız.
Parolası “durmak yok hep daha ileri!” olmalıdır. Erkek egemen engeller,
ön kesmeler, inisiyatifi karşısında ayak diremeler, küçümsemeler kadın
özgüvenini kırmak bir yana, erkeğen üstüne üstüne yürüyeceği iradeyi
açığa çıkarmalıdır. Durması istendikçe bir adım daha atmalıdır her kadın.
Bulunduğu ortamda, görev ve sorumluluklarda kadının varlığı ayırt
edilebilmelidir. Kendini ortaya koyuşuyla, emeği ve aklıyla, değişmedeğiştirme isteği ve pratiğiyle sürükleyici olmalıdır. Erkeğin gölgesinin
güçlü olduğunu, nerde başlayıp bittiğini görmenin her zaman o kadar
kolay olmadığını bilerek yürümelidir. Hem keskin bakışlara ve hem de o
gölgenin serinliğine kendini kaptırmamak için, cins bilinci eğreti bir bilinç
değil, içselleşmiş bir yaşam ve yaklaşım tarzı haline gelmelidir. Erkek tarzı
karşısında, güveni kırılmak, söylenmek, olumsuzluklarla karşılaştığında
geri çekilmek, kendine dönmek, küsmek, sekterleşmek gibi
yaklaşımlarıyla uzlaşmamalı, erkeklikle bilinçli bir mücadele yürütmelidir.
Kadının güçlü duyguları tutsaklığının değil özgürleşmesinin bir
kaldıracına dönüşmelidir. Yıkıcı ve bozucu değil, kurucu olmalıdır bu
duygular. Dağıtıcı değil kapsayıcı ve toparlayıcı olmalıdır. Sığ ve yüzeysel
değil, paylaşımcı ve derin olmalıdır. Ezici ve hükmedici değil, eşit ve
kazanıcı olmalıdır. Bireysel değil kolektif ve toplumsal duygular olmalıdır.
Duygularının nasıl bir devrimcilik ürettiğine bakmalıdır kadın. Duygularının
nasıl bir kadın devrimci pratiği ortaya çıkardığına bakmalıdır. Bağımsız,
özgür ve kendi gücüne dayanan kadın gerçeğinin, çözmesi gereken
sorunlardan biri de sevgili erkekle kurduğu ilişkidir. Bu ilişki içinde nasıl
bir yerde durduğuna bakmalıdır her kadın. Ne kadar kendisi, ne kadar
sevgilisinin istediği kadındır? Kendi özgür kimliği ile kendini varedebilen,
ilişki içinde özne olan bir pozisyonda mıdır? Emekçiliği, paylaşımı,
sevgiliyle kurulan ilişki alışkanlıklar ve statükolar mı yaratıyor, yoksa
devrimci bir ilişki yönünde değişime mi zorluyor? Beraberlik süresince,
emek, saygı, vefa diye diye bir bağımlılık mı, bir özgürleşme mi üretiliyor?
Kişiliği, kimliği ve amaçları ile sürtünme içine girdiğinde erkeği
reddedebilecek bir duruşa, bir özsaygıya sahip midir? Sorular
çoğaltılabilir, özelleştirilebilir ancak sorun, her yerde ve alanda özne
19
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
olmak, kendisi için var olma sorunudur. Sevgili ilişkileri devrimci
yaşamımızdan ayrı, özel alanlar değildir. Tersine devrimci bilincimizin,
duruşumuzun ve pratiğimizin daha açık ve net orta yere serildiği,
ayrıntılarıyla açığa çıktığı bir alandır. Kimliğimizi, kişiliğimizi ve özgürleşen
kadın duruşumuzu hangi düzeyde varettiğimizin aynasıdır.
Kadının kendine güveni geliştikçe iddiası büyüyecek, ufku
genişleyecek, pratiği devrimcileşecek ve özgür kadına yürüyecektir.
Kapitalist-özel mülkiyet dünyasının tüketici, bireyci, rahatçı ve iradesi
düşürülmüş kişiliğine karşı mücadele ile; kollektif, emekçi, bilinçli, iradesi
özgür, kadına güvenen ve erkekten değil kadın gücünden beslenen, kadın
yoldaşlığında kendini tamamlamayan kadın gerçeği ortaya çıkacaktır.
Yasemin Yoldaşın kendini var ediş tarzı, cins bilincinin bir komünist kadın
bakımından anlamının ifadesidir. Bu güzel örnekten iyi öğreneceğiz.
Yaseminleşeceğiz ki adımlarımız O’na eşlik etsin.
Erkek Yoldaşlarımız Kadın Devrimine Nasıl Bağlanacaklardır?
Herşeyden evvel kadın devriminin kendileri için de bir devrim
olduğunu samimiyetle kabul etmekle başlamalıdırlar. Kadını anlamak için
değil, kendi erkek egemen zihniyet ve eylemlerini çözmek, erkeklikten
kurtulmak için bu devrime ihtiyaçları olduğunu görmelidirler. Bu zihniyet
devriminin önemli bir parçası olduklarını kabul etmeli, Kadın Devrimi’nin
erkek cinsi olarak önlerine önemli görevler koyduğunu bilmelidirler. Ne
kadınlar için ne de parti veya devrim için değil, kendi devrimcilikleri için,
komünizmin erkeğini yaratma amaçlarına ulaşmak için değişmek zorunda
olduklarını bilince çıkarmalıdırlar. Ve bu görevi geleceğe havale edilmiş,
yarının bir görevi olarak görmemelidirler.
Erkek yoldaşlar, kendi devrimlerini örgütlemenin adımlarını hemen
şimdi atmalıdır. Her günkü kolektif yaşam, örgüt çalışması, kadınla her
yan yana gelişte bu adımları atmalıdır. Kadının eksik ve yetmezliklerinden
yararlanarak kadın üzerinde inisyatif kurma kurnazlıklarından
vazgeçmelidir. Sürekli, kadının kendine güvensizliğini üreten ve büyüten
kendini beğenmiş, kibirli, burun kıvıran, kadının pratiğini beğenmez
20
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
nasıldır? Duygularını örgütleyemeyen biri eleştiri-özeleştiri ile, bir örgütü
örgüt yapan temel ilkelerden biri olarak ilişkilenebilir mi? Eleştiriyle,
devrimci değişim ve gelişimin önemli silahlarından biri olarak gören
komünist bir akılla güçlü bağlar kurabilir mi? Eleştirileri, devrimciliğini
güçlendirmenin olanağı olarak görüp gönül rahatlığıyla kabul edebilir mi?
Eleştiriyi kimin yaptığından çok içeriğiyle ilgilenebilir mi? Haklı-haksız
ayrımı yapmadan, maddi hatalara takılmadan eleştiriler üzerine
düşünebilir mi? Eleştirilerden öğrenir, sonuçlar çıkarır ve devrimciliğini
güçlendirerek yürüyüşünü sürdürebilir mi? Ya da duygularını örgütleme
sorunları olan biri, devrimci bir sadelikle özeleştiri verebilir mi? Malesef
hiçbir soruya evet yanıtı veremeyiz. Çünkü duygularını örgütlemeyi
başaramayan birey, eleştiriyle doğru ve devrimci bir ilişki kuramaz. Böylesi
kişileri yöneten tek duygu küçük burjuva gurur ve küçük düşürülmüşlük,
haksızlığa uğramışlık psikoloji olur. Duygularını örgütleme sorunları olan
bireyin küçük burjuva duyguları öyle bir an gelir ki, eleştiri yapılmasını
kişiliğine bir saldırı olarak algılar. Artık o kişiyi, mağdurluk, rencide
edilmişlik, devrimci çabasının ve emeklerinin görülmemesi, ne yapsam
yaranamıyorum duygusu yönetir. Ve hızla savunma kalkanlarını oluşturur,
duvarlarını yükseltir.
Duygularını yönetemeyen bireylerin eleştiri algısı böyle olunca, eleştiri
karşısındaki tutumları da çok gerici, savunma hatta yer yer saldırgancadır.
Kendisine dönük bir eleştiri olduğunda, daha o eleştiriler sürerken bir
kıvranma hali göze çarpar. Yüz hatlarının gerildiği, renginin değiştiği,
içinde öfke patlamaları yaşandığı her halinden görülmeye başlar. Fırsatını
bulduğu ilk anda savunmaya geçmek için tetikte bekler, hemen yanıt
vermeye çalışır. Eleştiri aldığı konuda gerekçeler arayan, genelde de bu
gerekçeleri kendi dışında bulan savunmacı ruh hali ile karşılaşırız. Kendi
benliğine dokunmaz, çünkü eleştiriye tahammülü yoktur böylesi kişilerin.
Ve kendilerini olmuş-bitmiş, tamamlanmış devrimciler olarak görürler.
Onların pratiğinde yanlış yoktur, herşeyin doğrusunu bilirler ve yaparlar!
Duygu kontrolü zayıf birey, eleştiriye hemen yanıt vermeyi, kendini
savunmayı başaramamışsa, başlar eleştiri yapan kişiyi gözetim altında
tutmaya. O kişinin her hareketi kendisini rahatsız eder artık ve eleştiri
malzemesidir. Ilk fırsatta da misillemeci tarzda, daha önce kendisini
eleştiren o kişiye salvo atışları düzenler. Bu tür karşı saldırı hamlelerini;
25
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
algıdır. Çünkü duygu, sadece sevgili ilişkilerinde yaşanılan, sadece
sevgiliye karşı hissedilen birşey değildir. Devrimci birey yaşamının her
anında her türden duyguyu yaşar. Yeri gelir sevinçten uçar, yeri gelir
üzüntüye boğulur, gün olur özlem duyar, gün olur kızgınlık, öfke duyar.
İzlediğimiz bir haber, tanık olduğumuz bir haksızlık, bir çocuğun açlığı, bir
emekçinin yoksulluğu, ezilenin isyanı, bir eylem, yanıbaşında bir yoldaşını
kaybetmek vb. her biri devrimciye değişik türden duygular yaşatır. Bu
anlarda hangi duyguları daha güçlü yaşayacağını, hangi duygulara gem
vurmak gerektini bilmektir duygularını örgütlemek. Ama aynı zamanda
kime en güçlü sevgiyle el uzatacağını, en büyük kin ve öfkeyi kime
yönelteceğini de bilmektir. Duyguların örgütlenmesi, öfkenin, tepkinin,
kızgınlıkların, acıların, özlemlerin ve sevginin bilinçle örgütlenmesi
zorunluluğunun kavranmasıdır. Duygulardan kaynaklanan tüm bağımlılık
ilişkilerinden arınmış, devrim mücadelesinde ayağına bağ olan her türlü
duygulanım biçiminden kopuşmuş, aşkı da dahil her duygusunu devrimin
ve partinin gerekleri noktasında örgütlemeyi başaran tarzın yaratılmasıdır.
Duyguların örgütlenmesi, devrimci bireyin insana özgü her türden
duygusunun bilinç ve iradeyle yeniden kalıba dökülmesi, akıl gücüyle
yönetilmesidir. Kendisini her durum ve an’da yönetmeyi başaran, anlık
duygulanımlarının peşinden sürüklenmeyen; sevgi, öfke, kin, özlem vb.
tüm duygularını yönetebilen bir tarzın örgütlenmesidir. Duyguların
hükmünde yaşayan değil, duygularına hükmeden bir tarzın
örgütlenmesidir. Özlem, sevgi, kırgınlık, haksızlık vb türden duyguların
altında ezilmeyen bir gücün açığa çıkarılmasıdır. Bu, akıl ve mantıkla
yoğrulmuş en yüce duyguların yürüyüşünün örgütlenmesidir.
Ayaklanmaya duran duygularını akıl gücüyle yönetebilen, duygulu insan
tarzının yaratılmasıdır. Bu, kendini her koşulda devrimci tarzda yöneten,
duygularının komutanı olan bireylerin örgütlenmesidir. Duygusallıktan
arınmış, bilinçle buluşmuş duyguların yön verdiği bireylerin ete kemiğe
bürünmesidir. Peki bu başarılamadığında karşımıza devrimci olmayan
hangi tutumlar ve sorunlar çıkmaktadır?
Örgütsüz Duygular Ve Eleştiri/Özeleştiri
Duygularını örgütleyemeyen bir devrimcinin eleştiriyle kurduğu ilişki
24
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
davranışlarını denetim altına almalı ve devrimci bir tarzda aşmalıdırlar.
Kadının başarısını içten takdir edip etmediğine, bu başarı için katkı verip
vermediğine samimiyetle bakmalıdırlar. Kadın denetimine açık
olabilmelidir erkek komünistler. Kadın yoldaşından aldığı eleştirilerin
kendisi için çok değerli olduğunu bilmelidir. Bu eleştiriler karşısında
savunma silahlarına sarılmamalı, saldırıya geçmek gibi bir bencilliğe
düşmemelidir. Kadından öğrenmeye açık, onun tarafından kişilğinin
onarılması çabasından mutlu olmalı, anlamaya ve öğrenmeye
çalışmalıdır. Öğreniyormuş gibi yapıp öğretmeye kalkmamalıdır. Yönetme
alışkanlıklarına karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütmelidir. Yönetmek zevk
vermemelidir. Bir zorunluluğun ürünü olduğunu pratik yaşamında ortaya
koymalı, geri çekilmesini bilmelidir.
Erkeklik gururunun, erk zihniyetinin bir yansıması olduğunu artık
kabul etmelidirler. Kadının eleştirisi üzerinden kendini tanımlamaktan vaz
geçmeli, kendini tanımalı, “erkek kimdir” sorusuna yoğunlaşmalı,
erkekliğini kendisi açığa çıkarmalıdır. “İktidarcılık nedir, bendeki karşılıkları
nasıldır” sorusuna yan yollara sapmadan cevaplar vermelidir. Mülkiyetçi,
bencil, hesaplı yaklaşımlarını çözümlemelidir. Kadını koruma ve
kollamanın erkeğe kalmadığını bilmelidir. Hele ki bu erkek devrimciyse,
hiç hakkı olmadığını görmelidir. Samimiyet, nezaket, yardımcı olma vb
adlar altında böyle yapan yoldaşlarımız kimsenin hamisi olmaya
haklarının olmadığını bilmeli, hem kadınlara hem de kendilerine böyle bir
kötülük yapmamalıdır. Yoldaşlık kamuflajı altında babalık, abilik, kocalılık
gibi ataerkil hallerini Parti ortamına dayatmamalıdırlar. Parti hukuku ve
gerçek yoldaşlık hepimizin dayanacağı yegane güçtür. Bunun dışında ne
desteğe, ne de kösteğe ihitiyaç vardır..
Değişmek, değiştirmek, inanmak, istemek! Kazanmaya
kilitlenmek... Tarihin bir nesnesi değil, öznesi olmak için, tepeden tırnağa
devrimin içine girmek için cins bilinci...Kendimizi kazanmak, devrimi
yapmak, sosyalizmin güçlü inşası için cins bilinci. Kadınları, kadın olarak
var edecek güç burada gizlidir.
Ezilenin de ezileni kadının öncülüğünde zaferi kazanacağız.
Başka yolu yok!
21
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
Partinin Sesi: 72
Temmuz-Ağustos2012
AKLIN VE YÜREĞİN DUYGUDA DEVRİMCİ BULUŞMASI
“Devrimci kişi duygusal değil duygulu insandır.” derdi Işık yoldaş. Ve
eklerdi; “duygularını bilinciyle örgütlemiş insandır.” Vurguyu, duygularını
örgütlemiş devrimcilere yapardı.
Duygulu insan; olaylar, olgular, kişiler, gelişmeler ve sorunlarla akıl ve
duygunun dengeye oturduğu bir mantıkla ilişkilenen, bilinçle yoğrulmuş
duygular bütünlüğünden oluşan bir akılla sorgulayan ve sonuçlara giden
kişidir. Duygulu insan, duyguları en yüce haliyle yaşarken, bu duyguları
örgütleme ve yönetme başarısı gösteren kişidir. Duygusal insan ise; tüm
bunlarla sadece duygularıyla bağ kuran, tüm bunları duygularının
egemenliğinde değerlendiren ve duygularının basıncıyla sonuca giden
kişidir.
Duyguların örgütlenmesi, mantığımız ile duygularımızın girdiği her
çarpışmadan, devrimci aklın galip çıkmasıdır. Akıl ile yüreğin karşı karşıya
geldiği her savaşın, devrim için çarpan bir yüreğin örgütlenmesiyle
sonlanmasıdır. Duygu dünyamızın, akıl ve mantık içerilmiş bir özle
yeniden yaratılmasıdır bu. Duygularımızın devrimci bilinçle yoğrulması,
devrimci aklın yol gösterdiği bir yürek gözüyle dünyaya bakışın
örgütlenmesidir. Bilincimiz devrimcidir, yıkmayı ve yeniden kurmayı içerir.
Sınıflı toplumların cinsiyet rollerinin duygularını yaşayış biçimleri söz
konusu olduğunda da, devrimci birey bunları yıkıcı ve devrimci tarzı
kurucu olmalıdır.
Duygulu insan duygusal değildir, duygularına akıl içeren, tüm
duygularını örgütlemeyi başaran kişidir. Duygularını aklıyla yöneten,
duygularına yön verebilen kişidir. İradesi ve aklı duygularına yenilmeyen
kişidir. Duygulu insan yaşadıklarını mantık süzgecinden geçiren, olay,
olgu, kişi veya gelişmelerle bilinçle güçlendirilmiş duygular ve akıl gücüyle
ilişkilenen kişidir. Duygularını yönetmeyi bilen, onları an’a, duruma ve
ihtiyaçlara göre örgütlemeyi başaran kişidir. Sadece duygular
penceresinden değil, akıl ve yüreğin her çarpışmasından sağduyu
örgütleyerek, mantık penceresinden de bakan kişidir.
22
Duygusal insan, mantık gücünü kullanamayan, gelişmeleri akıl
süzgecinden geçirmekte zorlanan, yaşadıklarıyla sadece duygularından
dönük ilişkilenen kişidir. Akıl hükmünü yitirmiştir burada, akıl duygulara
yenilmiştir. Örgütlenmemiş duyguların öne geçtiği her anda akıl
silahsızlandırılmıştır. O andan itibaren kişiye yön veren duygu dünyasında
yaşadıklarıdır, hissettikleridir ama aklı ve mantığı değildir. Örgütsüz
duygularla yol alan birey, doğru sonuçlara gidemediği gibi doğru kararlar
verip doğru tercihlerde de bulunamaz. Bilinçten azade hükmünü süren
duyguları onu nereye götürürse kişi de oraya sürüklenir. Mantık saf dışı
kalmıştır artık, akıl işlemez olmuştur. Doğru ile yanlışın ayrımına varacak
bilinç işletilemez hale gelmiştir. Kaygılar, korkular, endişeler veya
tersinden sevinçler, özlemler vb. kişiyi yöneten asıl şey haline gelmiştir.
Kendi içinde yaşadığı şeyler olan duygular, örgütlenemediği her an, kişinin
kendisini de yöneten, onu da içine alıp sürükleyen bir anafora
dönüşmüştür. Akıl gücü yitmiştir bu an’da, duygular hükmünü sürmektedir.
Aşk, sevgi, sevinç, mutluluk, özlem, küskünlük, kırılma, kıskançlık,
üzüntü, öfke, tepki, kin, nefret... Hepsi insana dairdir. İnsana dair olan tüm
duyguların yok sayılması, öldürülmesi değildir duyguların örgütlenmesi.
Tersine, sınıflı toplumlar boyunca insanın kendisine yabancılaştırılmasının
sonucu olarak özünden koparılmış bu duyguların insanca ve bilinçlice
yeniden örgütlenmesidir.
Duygulu olmak, duyguları reddetmek değildir, duygu selinde akıntıya
kapılıp gitmeyi reddetmektir. Duyguları, “insanı aşan ve yönetilemeyen
şeyler” olarak gören algıyı reddetmektir. Duygulu insan, kendini
duygusallığın iç çalkantılarında çırpınmaktan, gerçek dünyayla bağları
koparan yıpratıcı duygusallıklardan kurtaran, kendini akıl gücüyle yöneten
bireydir. Devrim düşü ile, devrim hedefi ile yüceltilmiş duygularla kendini
donatmış, aklının ve yüreğinin irade birliğini sağlamış kişidir.
Duygulu insan veya duyguların örgütlenmesiyle kastedilen, sadece
sevgili ilişkilerinin devrimci tarzda örgütlenmesi değildir. Bu çok dar bir
23
Download