BÜ TÜ N Ü LKELER İ N İ Ş Ç İ LER İ Bİ R LEŞ İ N 7 PARTİNİN SESİ Sayı:72 Temmuz Ağustos 2012 2TL MARKSİST LENİNİST KOMÜNİST PARTİ MERKEZİ YAYIN ORGANI Askeri/Sivil Faşist Savaş Konseptlerine Karşı Birleşik Devrimci Mücadeleyi Yükseltelim! Temmuz-Ağustos Şehitleri Yaşıyor Devrimci Anıları Yol Göstermeye Devam Ediyor 2 Temmuz Sivas katliamı şehitlerini, Partimizin Merkez Komitesi üyesi Hüseyin Demircioğlu yoldaşı ve 96 Ölüm Orucu şehidi olan siper yoldaşlarımızı, üç kuşağın devrimci değerleriyle yoğrulmuş, büyük bir ideolojik öğretmen rolü oynayan Işık’ımız Kutsiye Bozoklar’ı, Kızıl Müfreze Komutanı Ali Haydar Göçer yoldaşı, Aynur Karaman, Erol İspir ve Temmuz-Ağostos ayında şehit düşmüş devrim ve komünizm şehitlerini saygıyla anıyoruz. Onların bize devrettiği büyük tarihsel birikim ve değerleri büyütecek, er ya da geç zaferle taçlandıracağız. Daima Bizimlesiniz! Daima Sizinleyiz! AKP hükümeti ve sömürgeci faşist diktatörlük, uyguladığı savaş ve tasfiye konseptinin gerillanın direnişi ve Kürt halk serhıldanları ve son olarak da Güneybatı Kürt ulusal demokratik iktidarlaşması karşısında iflas etmesiyle, ırkçı-ulusalcı gerici bir kitle hareketi dalgasını geliştirmeye, gerici bir iç savaşı tırmandırmaya yönelmektedirler. Derinleştirilerek sürdürülen askeri savaş konseptini, bir sivil savaş konsepti izlemektedir. Sömürgeci inkar ve imha rejimi, uygulaya geldiği savaş konseptini geriye çekmeden, kirli sömürgeci savaşın ‘’sivil ‘’ayağını güçlendirmeye, onu sivil savaş konseptiyle tamamlamaya, yeni sürecin ihtiyaçlarına ve bölgedeki gelişmelere göre savaş konseptini yeniden gözden geçirip kapsamlaştırmaya çalışmaktadır. Devamı syf.2’de B A Ş YA Z I KÜRT BAHARI ‘‘Sınıflar ve ülkeler durağan değil dinamik yönleriyle değişmez bir halde değil, hareket içinde ele alınmalıdır. Bu hareketlerin yasaları ise, ‘hem geçmiş açısından, hem de gelecek açısından’ dikkate alınmalıdır. Devamı Syf.4’de İÇİNDEKİLER Askeri/Sivil Faşist Savaş Konseptlerine Karşı Birleşik Devrimci Mücadeleyi Yükseltelim!...... syf. 1 – 3 KÜRT BAHARI…… syf. 4-7 YOLDAŞLIK SEVGİSİ,YADA YABANCILAŞMA….. syf. 8-13 CİNS BİLİNCİ MLKP’LİLEŞMEDE ISRARDIR….. syf. 14-21 AKLIN VE YÜREĞİN DUYGUDA DEVRİMCİ BULUŞMASI….. 22-36 YOLDAŞLIK SEVGİSİ, YADA YABANCILAŞMA….. 37-43 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Rejim krizinin temel unsurunu bu gün de Kürt sorunu oluştursa da, Alevi sorunu, her durumda önemli bir yer tutmaya devam etmektedir. Rejim, bu iki önemli sorunda halklarımızı düşmanlaştırmayı; Türk halkını Kürt halkıyla, Sünni halkı Alevi halkla karşı karşıya getirmeyi/çatıştırmayı hedeflemekte, gerici iç savaş taktiklerine oynamaktadır. Bu bakımdan, son süreçte Alevilere ve Kürtlere yönelik ırkçı faşist saldırıların artması bir tesadüf değildir. Malatya’nın Doğanşehir ilçesinin Sürgü beldesinde Kürt ve Alevi bir ailenin evi bir grup tarafından taşlanarak kundaklandı. Ramazanda sahura kalkmadıkları gerekçesiyle ve sözüm ona İslam ve şeriat adına harekete geçen saldırganları devlet korudu. Devlet eliyle geliştirilen ve kışkırtılan bu örnek, gelişmenin yönünü de gösteriyordu. Nitekim, Malatya’dan sonra İstanbul Kartal’da da Alevi halkımızdan insanların evleri işaretlendi ve aynı bölgedeki Cem Evi kundaklandı. Sünni-Alevi kışkırtması ve çatışması biçiminde devletin geliştirmeye çalıştığı provakatif bir yönelim söz konusu olduğu gibi, bu yönelim kontrollü bir şekilde geliştirilmektedir de. Bu kışkırtma ve saldırılarla Sünni halk, İslami gericiliğin ve devletin ve hükümetin kontrolünde daha fazla tutulmaya çalışılırken, aynı zaman da Alevilerin demokratik hak arayışları etkisizleştirilmeye ve Kürt ulusal demokratik hareketiyle ortak bir paydada buluşmaları önlenmeye çalışılmaktadır. Bölgede Sünni bir eksen yaratmaya çalışan AKP ve hükümeti, içeride de Sünni hegemonyanın zayıflatılmasının önüne geçmeyi ve yine İslami gericiliğin ve tarikatların pozisyonlarını güçlendirmeyi, Kürt halkının ulusal demokratik direnişini Türk-İslam senteziyle zayıflatmayı ve böylece de çözülen Kemalist ideolojik hegemonyayı yeni bir düzlemde sürdürmeyi hedeflemektedir. AKP ve sömürgeci faşist rejim, Sünni ve Alevi halkımızı karşı karşıya getirmeye çalıştığı gibi, Türk ve Kürt halklarımızı da düşmanlaştırmakta ve çatışmalı bir sürecin içerisine sokmaktadır. Rejim, askeri alanda 2 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 örgütleyememiş, gerilikleri olan yoldaşların partiye ve yöneticilere karşı güvensizlik duymasının önünü açarlar. Güven-güvensizlik ilişkisinde belirleyici ölçüt, parti çizgisidir. Bu çizgiyi aşan ve aşındıran yoldaşlar kendilerini sorgulamalıdırlar. Yönetici yoldaş yönettiği yoldaşının zayıflıkları olsa dahi değişimi için emek vermiyorsa, sorunlarını tartışmıyorsa, paylaşmıyorsa, güven ilişkisini kuramıyorsa nasıl olur da yönetme işini gereklerine göre yerine getirir. Kişileri yönetemeyenler, çıkan sorunlarla devrimci tarzda ilişkilenmeyenler kitleleri nasıl yönetirler. Esas olan yoldaşca paylaşımı ve eşit ilişkilenmeyi başarmaktır. Özellikle mücadeleye yeni başlamış olan yoldaşlar kendilerinin önemsendiklerini, sözlerinin dinlenildiğini ve eşit ilişkiler kurulduğunu gördüklerinde kavgaya daha sıkı sarılırlar. Yöneticilik ve yönetme işi devrim mücadelemizin en zor işlerinden biridir. Doğru yapılırsa yüzü hep aydınlığa çevrili, yanlış yapılırsa karanlığa dönüktür. Eşit ilişkilenmeyi beceremeyen, paylaşımları zayıf olan, yoldaşlarının gelişimine emek vermeyen, sempati-antipatileriyle hareket eden yöneticilik tarzı partimizin yöneticilik tarzı/çizgisi değildir, aslada olmayacaktır. Tarzı böyle olan yönetici sevgi üretmediği gibi yoldaşları tarafından da sevilmez. Yoldaşlık sevgisi karşılıklı olur. Yoldaşlarını sevmeyen birey, zaman içinde sevilmeyen bir yoldaşa dönüşmekten kurtulamaz. Kendisini sürekli kusursuz ve hatasız gören, yoldaşlarının kendisini anlamadığını veya haksızlık ettiğini düşünen yaklaşımlar bu sonucu doğurur. Toplamda gerek bireyler, gerekse de parti olarak çözülmeye/çürümüşlüğe götüren sevgisizlik hallerine karşı güçlü ve sabırlı mücadele yürütmemiz gerektiği açıktır. Daha güçlü paylaşımlar ve yoldaşlık sevgisi için zaaflara karşı eleştiri-özeleştiri silahını kuşanmak, en güçlü sevgileri mayalamak yoldaş devrimciliğinin temel sorumluluğudur. 43 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 yoldaş yanı başındaki toldaşını ne kadar benimseyebilir? Yoldaşının sorununu ve sıkıntısını anlayıp çözebilmesi için kişinin önce kendisinde sorumluluk ve sevgi hissetmesi gerekir. Sevgi ise emek isteyen birşeydir. Sorunların çözümünde sabırlı ve özenli davranmayan, kısa sürede sonuç almak isteyen, bir kaç görüşme ya da eleştiriden sonra kendisinde değişmez duygusunu örgütleyen biri emek ve sevgiden yoksundur. Bananeci davranıp, güçlü emek vermeyen ve sadece kendisini yaşayan biri doğaldır ki sevgisizlik doğurur . Bilinen en temel sorunlardan birisi de, yöneten-yönetilen ilişkisindeki sevgisizlik halleridir. Yönetici yoldaşların başarısının sırrı kapsayıcılığı, mütevaziliği, derin bilgisi, paylaşımı, yoldaşlarının gelişimine verdiği emek ve düşman karşısındaki duruşuyla ölçülür. Bu özelliklerden ve yoldaş sevgisiden yoksun yönetici ise yanıbaşındaki yoldaşlarına hükmeder, ezer. Yaptırmak istediklerini emir ve talimatlar yoluyla yapmaya çalışır. Yoldaşlarını ezen, azarlayan birisi örnek bir yönetici olabilir mi? Bu yönetim tarzı burjuva yönetim geliştirmez, kollektif aklı ve iradeyi geliştirmez. Diğer yanı küçükburjuva alışkanlıklarından kurtulamamış, hep yönetmeye alışmış, etrafında her söylediğini yapan kişilerin olmasını ister. Eleştiriye kapalıdırlar, kendilerine itiraz edilmesinden hoşlanmazlar. Yöneticilerin eleştirilmesini de doğru bulmazlar, şiddetle karşı çıkarlar. Bu hakkı sadece kendilerinde görürler. Kolay kolay özeleştiri vermezler, eleştiriyi de bir silah gibi kullanırlar ama sadece kendileri için. Tarzında kabul edilmez bu gerilikleri barındıran yönetici yoldaşın bir diğer özelliği ise sempati-antipatilerinden dönük ilişkilenme biçimidir. İlişkilerini sempati-antipati üzerine kurar. Kendisiyle uzlaşan, eleştirmeyen, her sözüne itaat edenlere karşı sempatik ve sevecendir. Eleştiren, yanlış ve eksikliklerini tartışanları ise sevmez ve antipati duyar. Sempatiler ve antipatiler üzerine kurulu bu ilişkiler baştan sona sorunludur. Yönetme tarzında sorun olan yoldaşlar güven ilişkilerini zedelerler. Mücadele içerisinde yer alan, kendisini halen tam anlamıyla 42 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 zorlandığı her durumda yedeğindeki sivil faşist beslemelerini, resmi ve yarı resmi çetelerini Kürt halkımıza ve onun kurumlarına saldırtabilmektedir. Son süreçte de öyle olmaktadır. Bunun daha öncekilerden farkı, bunların artık tekil eylemler olmaktan çıkarılarak, sistemli bir planla, ırkçı-faşist bir gerici kitle dalgası yaratma hedefiyle bağlı sürdürülmesidir. Bu dermektir ki, Batı’da Kürt halkımıza, özellikle de BDP’ye yönelik ırkçı saldırılar organizeli bir şekilde ve devletin kontrolünde artacaktır. Ve yine Kürt ulusal özgürlükçü hareketle işbirliği ve dayanışma içerisinde olan Türkiyeli ilerici, devrimci ve komünist güçleri ya da HDK gibi halklarımızın ortak örgütlenmeleri de bu faşist saldırıların daha fazla hedefi haline gelecektir, gelmektedir. Yeni süreçte ırkçı faşist saldırıları daha da önemli ve anlamlı kılan bunların, askeri savaş konseptinin bir parçası ve tamamlayanı olarak, bir sivil savaş konseptiyle bağlı bir tarzda ele alınması olduğuna göre, demek ki, sorunla da buna göre ilişkilenmek yaşamsal bir önemdedir. Devrimciler, ilericiler, yurtseverler ve komünistler olarak her alanda ve her düzeyde, devletin saldırılarına ve kirli savaş politikalarına karşı olduğu kadar, sivil faşist çetelerin saldırılarına karşı da kararlı bir duruş sergilemeliyiz. Türk halkımızı, Kürt sorunuyla muhataplaştırmada ısrar ederek, ırkçı faşist çetelerin saldırılarını birlikte püskürtecek şekilde ortak örgütlenmeler geliştirelim ve direnişi birlikte örelim. Alevi ve kürt halkımıza dönük saldırı ve provakasyonları, anında yanıtlama yoluna gidelim, Alevi ve Kürt halkı olarak kendi savunmalarımızı alalım, ama bunu herhangi bir şekilde sadece Alevilerle ve Kürtlerle sınırlamayalım, Sünni ve Kürt halkımızla birlikte antifaşist bir cephe oluşturma yoluna gidelim. Askeri ve sivil savaş konseptini, Türküyle, Kürdüyle, Alevisiyle, Sünnisiyle bütün emekçi halklar olarak birlikte püskürtelim, halkların kardeşleşmesini ve özgürleşmesini esas alalım ve birleşik devrimci direnişi hep birlikte yükseltelim! 3 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Başyazı Hareket evrimci bir görüş açısıyla değil, diyalektik bir görüşle incelenmelidir.’’ (Lenin) Kuzey Afrika”dan başlayarak parça parça tüm Ortadoğu’ya yayılan halk isyanları bölgedeki bütün gerici rejimleri olduğu kadar, güç dengelerini de esaslı bir şekilde sarstı. Halkların çözüm iradesini açığa çıkaran Arap Baharı, giderek Güneybatı Kürdistan’daki (Rojava) devrimsel gelişmeyle de buluştu. Kürdistan’nın bütün parçaları ve Türkiye bakımından olduğu gibi, bölge bakımından da bu yeni bir durumdur. Suriye, Tunus ya da Mısır değildir; hele Libya hiç değildir. Suriye’nin kendisi aslında küçük bir Ortadoğu’dur. Suriye’ye bakarak bölgeyi, bölgeye bakarak da Suriye’yi değerlendirmek mümkündür. Suriye’de güç ilişkilerinin değişmesi, bölgede de güç ilişkilerinin değişmesi anlamına gelmektedir. Suriye’nin bölünmesi Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesi demektir. Mevcut durumda, ne emperyalistler ve ne de gerici bölge devletleri böylesi bir gelişmeye sıcak bakmazlar ve bakmıyorlar da. Bölgedeki güç dengesi olduğu kadar emperyalist güç dengeleri de Suriye’ye bir emperyalist askeri müdahaleyi olanaklı kılmamaktadır. Olası bir emperyalist askeri müdahale bir bölge savaşına doğru gelişebilir. Ve bu, bölge çapında devrimsel bir gelişmeyi de getirebilir. Arap Baharı süreci Suriye’de Esat rejimi karşıtı bir halk hareketini doğrudan ivmelendirmedi. Kuşkusuz gerici Esat rejimine karşı işçi ve emekçilerde biriken ciddi hoşnutsuzluklar vardı. Ve bunlar şu ya da bu şekilde eyleme de dönüşebiliyordu. Sünni eksenli İslamcı grupların, halkın birikmiş bu tepki ve hoşnutsuzluğunu istismar ettikleri de bir gerçektir. Arap Baharı’yla bölgede kimi gerici rejimlerin çatırdaması ya da yönetimlerindeki değişiklikler bu çevreleri de hareketlendirdi. Bu grupların belli kesimlerini başından beri ABD ve emperyalist saldırı ve savaş örgütü olarak NATO desteklemekte ve kışkırtmaktadır. AKP hükümeti ve sömürgeci faşist Türk burjuva rejimi de bu sürece gecikmeden dahil oldu. AKP hükümeti ve Türk devleti, ‘’kardeş’’ilan ettiği Esat’ı ve rejimini bir 4 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Diyelim bir parti okulunda eğitim alan belli sayıda yoldaşlar içinde yer alan böylesi biri nasıl davranır? Birlikte eğitim aldığı yoldaşlarını beğenmeme, onları küçük görme, horlama bilinen en görünür davranış biçimleri iken eğitim veren yoldaşını da hafife alan yaklaşımlar gösterir. Sürekli kavgalıdır yoldaşlarıyla, eleştirilerinde abartılı yaklaşır yada niyet okumaları yapar. Kendisinden daha iyi ve yetenekli olan yoldaşını kıskanır, rakip görür. Sevmedikleriyle ilgili sürekli gizli gizli duygu örgütler. Onların zayıf yanlarını, eksikliklerini, hatalarını bulmaya çalışır. Fakat bu davranışların hiçbiri yoldaşça değildir. Bütün bunlara rağmen istediğini başaramamışsa ortamı gerer, küser, konuşmaz. Aynı ortamda bulunmak istemez. Bu tarzda hareket eden birisini eleştirdiğinizde de “ben yoldaşı sevmiyorum, onu sevmek zorunda değilim” der. Buradaki sevgisizlik hali birden açığa çıkan birşey değildir. Küçük burjuva alışkanlık ve ilişki tarzından kopuşamamanın, devrimci değerleri örgütleyememenin göstergesidir. Partili kültürle bütünleşememiştir bu kişiler. Bu kişiliklerin sevmediği kişi eğer bir yönetici ise davranış biçimleri daha da farklılaşır. Yöneticisini boşa çıkaran, söylediklerini yapmayan, ayak direyen, yapmak zorunda kaldığında ise “aslında bu iş böyle yapılmaz, yoldaş anlamıyor, bu işleri bilmiyor, bize iş yaptırdığında hiç fikrimizi sormuyor” gibi sözlerle sürekli aleyhinde duygu örgütleyen bir pratikleri vardır. Bu özellikleri olan birinin sadece sözünü dinletebildikleriyle arası iyidir. Yada kendisiyle uzlaşan, eleştirmeyen ve kendisi gibi düşünen kişilerle. Geriye kalan herkes ya onun için beceriksiz, yada kendisini anlamak istemeyenlerdir. Böylesi yoldaşların bırakalım yoldaş sevgisini insan sevgileri körelmiştir. Tüm bu kararsızlık, kaygı ve zayıflıkların üstünü, kendisi dışındakileri suçlayarak örtmeye çabalarlar. Yoldaşça paylaşımları zayıf olanların kavgaları da derinlikli olamaz. Aynı evi paylaştığı yoldaşının sorunlarıyla ilgilenmeyen, yaşadığı sıkıntılara ilgisiz kalan, bananeci tavırlarla kurduğu ilişki ne kadar devrimcidir? “Kendi sorununu kendisi çözsün” yaklaşımı gösteren birisi 41 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 yürütülmeden partide duygu ve ruh bütünlüğünü oluşturabilir miyiz? Birbirini anlamayan, birbirini sevmeyen, yoldaş olarak görmeyen, iş arkadaşı gibi davranan bireyler, akıl ve ruh birliğini nasıl sağlayabilir? Ortamımızı zehirleyen bu yaklaşımların ne tür tahribatlara yolaçtığını, güven ilişkilerine baktığımızda görürüz. Yoldaşlık ortamlarında olması gereken yoldaşlık sevgisi, duygu birliği ve ruhsal bütünlüğün içgüven ilişkilerinde önemli bir yeri vardır. Bir parti üssünü düşünün ve burada kalan yoldaşların sevgisizlik hallerini gözünüzde canlandırın. Eğer bu bir hücre ise bu hücreden bir eylem çıkar mı? Kolektif akıl, parti sorunlarına müdahale gücü, güçlü bir paylaşım çıkar mı? Birbirini sevmeyen, paylaşmayan, emek vermeyen yoldaşların, eylem anında yada düşman karşısında yanıbaşındakine güven duymasını bekleyebilir miyiz? Hayır. Sorular epeyce çoğaltılabilinir. Güven ilişkilerinin zedelendiği bir hücrede, bir alanda, bir kurumda devrimcilik üretilemez. İster açık, ister kapalı veya askeri çalışma olsun, hergün toplam parti faaliyeti içinde onlarca devrimci çalışma örgütleniyor. Bu devrimci çalışmaların başından sonuna kadar belirlenen çerçevede yürütülmesi ve sonuç alıcı tarzda örgütlenmesi için, öznelerin herbirinin kendini sınırsızca ortaya koyması gerekir. Tek tek yoldaşların emeği ve cüreti yetmez, aynı zamanda bu yoldaşların akıl, duygu, irade birliği de zorunludur. Bütün bunların yapılabilmesi için yoldaşların birbiriyle anlayan, önemseyen, gözeten, değer veren tarzda ilişkilenmesi gerekir. Bu değerlerin mayası olan duygu ise, parti ve yoldaşlık sevgisidir. Bilinen tipik sevgisizlik halleri; duygularını kontrol edememe yada duygularıyla hareket etme, kendisini fazlaca önemseme, başkalarının yaptığı işi beğenmeme, en doğru ve en güzelini her zaman kendisinin yaptığını düşünme, kendini beğenmişlik ama yanıbaşındakini sevmeme, yönetenlere sürekli tepkili yaklaşımlar, kıskançlık, rekabet olarak karşımıza çıkar. Biraz üzerine düşünelim, bu ve benzer özellikleri kendisinde barındıran biri ortamlarımızda hangi sonuçları açığa çıkarır? 40 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 çırpıda gözden çıkardı. Bölge Kürtlerini bölüp parçalamaya, güçten düşürmeye ve çatışmalı hale getirmeye; bölgede ABD’nin taşeronu olarak iş yapmaya daha fazla yöneldi ve Nato’nun savaş arabasına daha fazla bağlandı. Böylece “sıfır sorunlu’’ dış politika iflas etti ve yeniden herkesle düşmanlık noktasına gelindi. AKP’nin ve Türk devletinin Suriye’yle ve dolayısıyla bölgeyle ilişkilerinde Rojava Kürtlerinin durumu öne geçti. Kürt sorunu, giderek sömürgeci Türk burjuva devletinin bölge politikasının merkezine oturdu. AKP hükümeti ve Türk Genelkurmayı bu sorundaki gelişmeyi Suriye’ye müdahale ve savaş gerekçesi olarak ilan etti. Ne var ki, Rojava’da 19 Temmuz’dan itibaren yaşanan devrimsel gelişme, ABD’nin ve güdümündeki gerici bölge devletlerinin Sünni bir eksen yaratma arayışlarına olduğu kadar, AKP hükümetinin ve Türk burjuva faşist imha ve inkar rejiminin de politikalarına ağır darbe vurdu. Rojava Kürtleri gerici Esat rejimiyle İslamcı muhalifleri arasındaki gerici çatışmada taraf olmadıkları gibi, konjoktürü de iyi değerlendirdiler. Yaklaşık iki yıllık çok yönlü ve kapsamlı çalışmalarla sürece iyi hazırlandılar. Kobani, Afrin, Derik, Amude, Dırbesi, Tırbesıpi, ve diğer bir çok yerde Kürt halkı yönetime el koydu. Bu gelişme devrimsel bir karakterde olduğu kadar, Kürt halkının da büyük bir zaferidir. Rojava Kürtlerinin yönetime el koymaları, görkemli ve tarihsel bir kazanımı olduğu kadar, PKK’nin yürüte geldiği mücadele ve direnişin de ortaya çıkardığı son derece önemli bir sonuçtur da. PKK’nin Rojava Kürtleri üzerindeki siyasal ve manevi etkisi biliniyor. Rojovalı binlerce Kürt gerillasının PKK saflarında şehit düştüğü de bir gerçektir. KCK sistemine paralel örgütlendiğini ilan eden PYD’nin Kürtleri kucaklayan yaygın ve güçlü bir örgütlülüğü mevcuttur. İşte Kürt halkı bu örgütlü gücüne ve hazırlığına dayanarak yönetime el koydu. Esat rejimi ve İslami muhalifleri arasındaki gerici çatışmaların şiddetlendiği, kanlı bir gerici boğazlaşmanın tırmandırıldığı böylesi bir süreçte, Kürt halkının yönetime el koyması devrimsel bir gelişme olarak başta bütün parçalardaki Kürt halkına, Türkiye halkına ve bölge halkına 5 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 her düzeyde güç ve moral vermiştir/vermektedir. Bu gün Kürdistan ve bölge halkının nabzının büyük ölçüde Rojava’da attığını söylemek abartı değildir. O, Arap Baharı’ndan farklı olarak, aynı zamanda kendi iktidar alanını da açmış ve de iktidara bir taraf olarak oturmayı başarmıştır. Aynı zamanda Kürt-Arap ilişkilerinin demokratik bir zemine oturabilmesinin de önünü açmıştır. Kuzey Kürdistan’daki Kürt ulusal özgürlükçü devrimin ısrarı, Rojava’daki gelişmeyi de beslemiş, güçlendirmiştir. Bir süreç olarak düşünüldüğünde, Kuzey Kürdistan’daki gerilla savaşının ve halk serhildanlarının Rojava üzerinde derin ve köklü etkiler bıraktığı bu gün daha iyi görülebilmektedir. Eğer bu durum olmamış olsaydı, sadece mevcut konjöktürün sağladığı olanaklar üzerinden bir devrimsel gelişmenin yakalanamayacağı da açıktır. Rojava Kürtleri, Suriye’deki konjöktürü ustalıkla değerlendirdi. Dolayısıyla konjöktürün muhtemel gelişimi ve alabileceği biçim ve düzey, devrimin bundan sonraki gelişimini, hızını ve derinliğini ve hatta sonucunu da etkileyecektir. Burada da ayağa kalkmış ve kendi yönetimini ilan etmiş Kürtlerin bundan sonraki hazırlığı ve uyanıklığı kadar, Kürdistan’ın diğer parçalarının ve başta Türkiye gelmek üzere bölge halkının bu devrimi ve de onun ulusal demokratik yönetimini sahiplenmesi, emperyalistlerin ve gerici bölge devletlerinin olası müdahalelerinin karşısında devrimci direnişi yükseltmeleri yaşamsal önemdedir. Ve yine Kuzey Kürdistan’daki ulusal özgürlükçü devrimin sömürgeci faşist Türk burjuva devletinin savaş iradesini kırma yönünde derinleşmesi ve Batı’da bir direniş cephesinin büyütülmesi de bu bakımdan ayrıca özel bir önemdedir. Her devrimin temel sorununun politik iktidar sorunu olduğu bilinen bir gerçektir. Kuşkusuz Rojava’da bu gün olan da budur. Kürtler kendi ulusal demokratik yönetimlerini ilan ettiler. Bu ilan ediş yaklaşık iki yıllık bir hazırlığa dayanmaktadır. Köy köy, mahalle mahalle, ilçe ilçe, il il, vb kendi temsilcilerini seçerek, “Halk Meclisleri”ni oluşturdular. Bu meclislerde sorunlarını tartışarak, çözüm gücü oluşturarak, inisiyatif geliştirerek, güvenliklerini sağlayarak kendilerini adım adım yönetmeye 6 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Kesinlikle hayır. Peki bizi bu tür sakat yaklaşımlara doğru götüren asıl sebepler nelerdir? En temel neden parti kültürü ve komünist devrimci ahlakı içselleştirememektir. Marksist-Leninist temel özelliklerden uzaklaşma, burjuva kültür ve yaşamdan kopuşamamaktır. Devrime inançsızlıktır. Böylesi yoldaşların tarzı sevgi ve saygıdan yoksun, bürokratiktir. İçinde insan sevgisi olmayan bu tarzı kendinde yaşatan birey elbetteki yoldaşlık sevgisini unutur. Bu kavramın yarattığı heyecanı ve çoşkuyu hissetmez. MLKP’nin bütün üye, kadro ve yöneticileri herşeyden önce yoldaştırlar. Bu yoldaşlık bağı, partimizin en temel özelliği ve niteliğidir. Hem parti üyesi olup hem de yoldaşça davranmayanlar, ya da yoldaş sevgisi zayıfolanlar, şu gerçeği gözardı edemezler. Biz önce yoldaşız diğerleri talidir. Bu duygu ve düşünceyle hareket eden, içselleştiren herbir yoldaş güçlü yoldaşlık ilişkileri kurar. MLKP”li kimlik ve bütünlük böylece güçlenir, çelikleşir. “Ben her yoldaşımı sevmek zorunda değilim” söylemi, bu tarz kişiliklerin kendilerini savunma mekanizmalarıdır. Aslında “biz iş arkadaşıyız yoldaş değiliz” sözüyle direk bağlantılıdır. Birbirini üreten burjuva teorilerdir. Cümlenin muhatabı yoldaşları gözünüzün önüne getirin, davranışlarına ve kurdukları ilişkilere bakın, gerçeği apaçık görürsünüz. En başta bu yoldaşlar kendilerine aşıktırlar. Kendilerini hem çok severler, hem de önemserler. Bu kişilikler kusursuz olduklarını, her işin en iyisini kendilerinin yaptıklarını, bütün bedellerin kendilerince ödendiğini zanneden bir kibre sahiptirler. Sevmek zorunda olmadıklarını söyledikleri yoldaşlarının da, kendileri düzeyinde devrimcilik yapmadıklarını düşünürler. Bu yoldaşlarına tepeden bakarlar. Etraflarına hiç bakmazlar, kafalarını kuma gömmüş deve kuşu misali kimsenin gerçeği göremeyeceğini sanırlar. Böyleleri kendilerine duydukları sevginin ne kadarını yoldaşlarına gösterirler? En sakat yaklaşımlardan biri olan sevgisizlik halleriyle ve bunun şöyle ya da böyle gerekçelendirilmesiyle, gerçek anlamda bir mücadele 39 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 yokolmaya mahkumdur. Kendine dönen, sınırları olan, kalıplarıyla yaşayan biri bu sevgiyi üretemez, hatta sevgisizlik üretir. Bu duruş ise, partili ortamı bozar, yoldaşlık ilişkilerini zedeler. Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Devrimci yaşamda insanların biraraya gelişi ideolojik-politik inanca dayalı ortak amaçlar doğrultusunda gerçekleşen bir beraberliktir. Ortak davaya bağlılık herkesin kendisini tereddütsüzce ve militanca ortaya koymasıyla olur. Yoldaşlık bağları böylece güçlenir ve birbirine sıkı dokunmuş bir bağa dönüşür. Bu bağı güçlü kılan kişideki dürüstlük, samimiyet ve sevgidir. yöneldiler. PYD’nin yönetimindeki “Halk Meclisleri’’ Kürtlerin temsili organları haline geldi. Aynı zamanda Afrin gibi bazı yerlerde Barzani çizgisine yakınlığıyla bilinen ve kendilerini “Halk Cephesi’’ olarak ilan eden kesimlerle de Halk Meclisinin yönetimsel ittifaka gitmesi, yönetimi paylaşması Kürt halkı arasındaki bütünlüğü de sağlayıcı bir rol oynadı. Bütün Kürt güçlerinin yönetimdeki temsiliyetleri ve yine temsili organlar olarak Meclislerin Kürtler dışındaki ulusal ve dinsel topluluklara açık olması yönetimin demokratik karakterini güçlendirdiği gibi, PYD’yi yalıtma, PKK’nin etkisini kırma biçimindeki gerici planları da bozucu bir rol oynamaktadır. Yoldaşlar topluluğu, ortak amaç uğruna bütün kaygı ve küçükburjuva özlemlerinden arınmış, kapitalizmle görünür-görünmez bağlarını koparmış ve bunun mücadelesini veren insanlar topluluğudur. Dolayısıyla yoldaşlar bir fabrikada üretim için birarada bulunan işçiler yada bir emekçi semtinde komşuluk ilişkisi içinde yaşamını sürdürenler değildir. Ya da bireysel çıkarları, hırsları için bir arada bulunan kişiler de değildir. Devrimci bir görev üzerinden bir araya gelinmiş olsa dahi, tarzları kolektiftir, ortakçadır. Devrim ve sosyalizm uğruna herşeylerini ortaya koymuş, bedel ödemekten çekinmeyen, marksist bilinçle, bilimle donanmış, zor zamanların kavga insanlarıdır. Böylesi çelikten halkalarla birbirine bağlanmış zincirin parçaları olan yoldaşlar arasında dönem dönem ifade edilen bazı kavramlar, parti bütünlüğünü bozan, parti kültürünü yozlaştıran tarzda rol oynar. “Biz iş arkadaşıyız yoldaş değiliz” yaklaşımını, birçok yoldaş duymuş veya birebir tanığı olmuştur. MLKP”nin program ve tüzüğünü kabul etmiş ve ilkelerini benimsemiş herkes yoldaştır. Bu program ve tüzüğü kabul dahi bireyleri yoldaş kılar. Tek tek bireylerle yaşadığımız sorunlardan yola çıkarak bu cümleyi rahatça kullanabiliyorsak bunun adı yabancılaşmadır. Partiye, yoldaşlarına, sosyalizme, insan sevgisine yabancılaşmadır. Bu durumda olan veya bu cümleyi kullanan birisi acaba devrimciliğini hiç sorgulamış mıdır? Kendisini bu düşünceye iten nedenler üzerine düşünmüş müdür? Rojava devrimi ve ulusal demokratik yönetimi henüz işin başındadır. Sürecin hangi yönde ve nasıl sonuçlanacağı konusunda henüz kesin bir şey söylenemez. Fakat Kürt halkının devrimsel gelişmesini gidebileceği yere kadar götürmesi ve atacağı adımlarda derinleşmesi dışında bir şansı yoktur. Kuşkusuz devrimci bir süreç her zaman düz bir şekilde gelişmeyebilir. Rojava devriminin gelişimini bir yönüyle Suriye’deki konjöktür belirleyeceğine göre, yerel ve bölgesel yeni Kürt ulusal demokratik yönetimi de hazırlığını buna göre yapmak, özelikle de savunmasını yeniden ve yeniden düzenlemek, bölgedeki devrimci ittifak arayışını her durumda kararlılıkla sürdürmek ve sürekli güçlendirmek durumundadır. Suriye’de mevcut Esat rejimi çözülmeye başlasa ve Rojava’da egemenliği yıkılsa da hala varlığını sürdürdüğü bir gerçektir. Ve yine Esat muhalifi İslamcı grupların önemli bir direnişi olsa da onlar da mevzilerinde zorlanıyorlar. Bu demektir ki onlar arasındaki güç dengesi ve bunun Suriye’nin yeni durumuna yansıması Kürt iktidarlaşmasının alacağı biçim ve düzeyi de doğrudan etkileyecektir. Çatışan bu iki gerici güçten birinin kesin üstünlüğü ele geçirmesi, Kürtlerin ulusal demokratik iktidarının varlığı bakımından ciddi bir tehdittir. Ve yine Kürt iktidarlaşmasını tasfiye edemedikleri koşullarda elini kolunu budamaya çalışacakları da kimse için sır değildir. Özellikle dengenin İslamcı gruplar yönünde değişmesi, Amerikancı bir Suidi-Katar-Türkiye Sünni ekseninin oluştuğu ya da mevut Suriye rejiminin yeniden düzenlendiği vb. koşularda Türk devletinin bu iktidarlaşmaya karşı hareketsiz kalmayacağı, “tampon 38 7 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 bölge’’ yoluyla olanaklı olduğu ölçüde sınırlı bir alana hapsetmeye çalışacağı, bütün hazırlıklarını buna göre yaptığı; olmuyorsa Barzanigiller üzerinden gelişmeyi sınırlandırıp güdükleştirmeye, ekonomik ablukayla boğmaya çalışacağı söylenebilir. Yani her halükarda Rojava kendisini de aşan bir rol oynayacaktır. Demek oluyor ki, Rojava, yeni bir Filistin olmaya adaydır. Sömürgeci faşist Türk burjuva rejimi, Suriye’de, Güney Kürdistan’daki gibi bir Kürt ulusal oluşumuna bile şiddetle karşıdır. Hatta böylesi bir durumun önüne geçmek için Barzanigillerle el altından anlaştıkları da biliniyor. Barzanigilllerin, ABD’nin ve Türk burjuva sömürgeci devletinin bilgisi ve onayı dahilinde üstlendiği kimi rolleri yerine getirme çabaları sonuç vermeyecektir. Zira burada yönetime el koyan Kürt halkının PKK’ye düşmanlaştırılamayacağı çok açıktır. Diğer yandan, Esat rejimi karşıtlarının da bir bütün oluşturmadıkları ve hatta El Kaide gibilerinin varlığının ABD’yi daha şimdiden rahatsız ettiği ve ABD’nin de bu durumu dikkate alarak Esat’ın ülkeden ayrılmasını sağlayarak, mevcut rejimin restore edilmesi konusunda arayışlara ağırlık vermeye yöneldiği görülmektedir. Gerek ABD’nin ve gerekse de Türk faşist burjuva rejiminin ortaklaştığı temel bir konu da PKK’nin etkisinin sınırlandırılmasıdır. Onlar ayrı ayrı ve birlikte Esat sonrasına hazırlık yapmaktadırlar. “ABD–Türk Operasyonel Mekanizması’’ da bu amaçla oluşturulmuştur. Rojava’daki devrimsel süreçle, Kuzey Kürdistan’da gerillanın yeni taktik hamlesinin buluşması, stratejik denge durumunu PKK ve gerilla lehinde güçlendirdi. 19 haziran Şitaza-Oramar eylemleriyle start veren gerilla, yeniden inisiyatif üstlenici bir hamle geliştirdi. Zağros ve Botanda gerillanın alan tutarak, düşmanın kırdaki hareket alanını daraltarak kentlere hapsetmesi etkili sonuçlar doğurmaktadır. Gerillanın bu taktik hamlesiyle sömürgeci imha ve inkar rejimi zorlanmakta, psikolojik üstünlük giderek belirgin bir şekilde gerilla ve Kürt ulusal demokratik hareketinin lehine kaymaktadır. AKP ve Genelkurmayın 2011 genel seçimlerden hemen sonra oluşturdukları yeni savaş konsepti de sonuçsuz kalmıştır. Rojava, sömürgeciliğin Suriye politikasının iflasıysa, gerillanın yeni taktik 8 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 YOLDAŞLIK SEVGİSİ YADA YABANCILAŞMA Komünist bireyin en temel özelliklerinden birisidir yoldaşlık sevgisi. Partimizin yeni insanı yaratma mücadelesinin harcı, Marksist-Leninist temel özelliklerin olmazsa olmazıdır. Devrimci ahlak ve değerlerin temel kriterlerinden biridir. Kişinin gelişiminde, kavgadaki duruşunda, parti ortamının gelişiminde, güven ilişkilerinin büyütülmesinde yoldaşlık sevgisi belirleyici bir yerde durur. Yoldaşlarını sevmeyen, onların gelişimine, sorunlarına emek vermeyen, paylaşmayan, kendini yaşayan biri ilişkilerinde ne kadar güçlü olabilir. Yoldaş sevgisi güçlü partili birey, yoldaşlarının duygu dünyasına inen, sıkıntılarını, üzüntülerini, sevinçlerini, eksikliklerini, hatalarını ve güçlü yanlarını kendi eksik ve güçlü yanları olarak ele alandır. İlişkilerinde bürokratik, sekter, benmerkezci, vb. olan bir komünistte yoldaşlık sevgisinin varlığından nasıl ve ne ölçüde sözedilebilir? Yoldaşlık sevgisi proletaryaya, emekçi kitlelere olan sevgiden bağımsız düşünülemez. Devrime, sosyalizme ve partiye duyulan sevgiden ayrı ele alınamaz. Bu unsurlara gerçek bir sevgi varsa, yoldaşlarına karşı sevgi de vardır. Ya da tersinden, yoldaş sevgisi zayıf bireyin, ezilenlere, işçi ve emekçilere, devrim ve sosyalizme duyduğu sevginin gerçekliğinden nasıl bahsedebiliriz. Hiçbiri diğerinden kopuk değil, birbirini tamamlayan ve büyüten sevgilerdir. Komünist bireyin yoldaş sevgisi somut şekilde yansır. Eğer yoldaş sevgisi güçlüyse ve bunu hissettiriyorsa; canlı, dinamik, moralli, üretken, paylaşımcı, emekçi yani karşısındakine değer veren bir ilişkileniş görürüz. Bu temel nitelikten yoksun biri ise kendini yaşamaya ve 37 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Duygularını örgütleyemeyen, kendini yönetemeyen bir tarzla, güçlü bir devrimcilik üretilmesini bekleyebilir miyiz? Mantığıyla güçlendirmediği duygularına ve isteklerine yenik düşen birinin, devrimci adımlarla ilerlemesini bekleyebilir miyiz? Duygularını yönetemeyen, duygularının komutanı olamayan birinin; devrimi yöneten aklın, devrimin komutanı olmasını düşleyebilir miyiz? İdeolojik, siyasi ve askeri olarak tepeden tırnağa silahlanmış erkek egemen kapitalist sistem karşısında, aklını ve yüreğini uyumla çalışan bir silaha dönüştürmeyen, kendini tepeden tırnağa örgütlemeyen bir devrimci, burjuva alışkanlıklara yenik düşmeye mahkumdur. Duyguların her yönetilemeyişi, partili yaşamın her anında yeni tartışmalara, çatışmalara ve parti içi sorunlara neden olmaktadır. Yönetilemeyen duygular, sorunlu bir tarz olarak, parti enerjisini gereksiz yere tüketen bir rol oynamaktadır. Değişime ayak diretilen her duygusallığa harcanan zaman ve emek, başkaca yoldaşlara ve devrimci görevlere harcanabilecek emek ve zamandan çalmak anlamına gelmektedir. Amacımız, birey olarak bizi zorlayan her türlü duygulanım biçimi karşısında, duygusal değil duygulu bir yaklaşımla durabilen, devrimci iradeyi açığa çıkarmak olmalıdır. Duygusallığa yenik düşmeyen devrimci aklı örmek ve işletmek olmalıdır. Bu, partili saflarda, yeni insanın, komünizmin insanının tarzına hayat vermektir. Görülmektedir ki, duygularını örgütleyemeyen bir devrimci, ne devrimci görevleriyle, ne yoldaşlarıyla, ne eleştiriyle, ne kolektif ortamlarla, ne de yaşamla doğru bağlar kuramamaktadır. MLKP’nin kadrolarından beklediği, kendini tepeden tırnağa örgütlü kılmış, aklını ve yüreğini devrim düşünde buluşturmuş bilinçli bir duygu düzeyidir. Duygularını devrimci niteliklerle donatmış iradi düzeydir. Bu nitelik, her bir kadronun kendine yoğunlaşma düzeyi, kendisi üzerinde çalışma emeği, kendini değiştirme istek ve iradesiyle açığa çıkacaktır. Aklımızda ve yüreğimizde örgütsüz olan, yönetemediğimiz her şeye saldırmak, MLKP’li herbir kadronun sorumluluğudur. Partili kadroları sımsıkı örgütlenmiş bir güce dönüştürecek şey budur. 36 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 hamlesi de uygulanmakta olan savaş konseptinin iflasıdır. Askeri bakımdan zorlanan AKP ve Genelkurmay, ırkçı ulusalcı gerici bir kitle hareketini yaratarak, kafatasçı linç güruhlarını, sivil faşist çeteleri ve kontra unsurlarını harekete geçirerek buradan kendi lehine bir durum yaratmaya yönelmektedir. Kürtlere yönelik saldırılar, Kürt işyerlerinin kundaklanması, başta BDP gelmek üzere Kürt kurumlarının tahrip edilerek kullanılamaz hale getirilmesi, bunu göstermektedir Ve yine Antep’te sivillerin zarar gördüğü bir patlamayı gerekçe gösteren –ki HPG Ana Karargahı patlamayla bir ilişkilerinin olmadığını açıklamasına rağmen- hemen tüm gerici/faşist partilerin koro halinde BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından dem vurmaları AKP ve Genel Kurmayın yeni saldırı planlarının diğer unsurlarını oluşturmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, uygulaya geldiği savaş/askeri saldırı konseptleriyle sonuç alamayan AKP ve sömürgeci faşist imha ve inkar rejimi, şimdi bunu sivil saldırı/savaş konseptleriyle tamamlamak, buradan aldığı güçle, hem Rojava devrimi karşısına ve hem de gerillanın yeni taktik hamlesi karşısına dikilmek istemektedir. AKP’nin ve faşist rejimin Kürt Baharına yanıtı budur! Kürt Baharı, sömürgeci ve emperyalist savaş/saldırı ve tasfiye planlarını boşa çıkardığı gibi, bölgedeki, Kürdistan ve Türkiye’deki bütün ilerici, devrimci ve yurtsever güçlere de güç ve moral vermektedir. Rojava Kürt ulusal demokratik devrimini eylemsel olarak sahiplenmek, sadece Kuzey Kürdistan devrimimiz ve birleşik devrimimiz bakımından değil, aynı zamanda bölgedeki devrim olanaklarının büyütülmesi ve ortak devrimci bir dayanışma hareketine dönüştürülmesi bakımından da son derece önemlidir. Kuzeyden ve Güneybatı’dan sömürgeci faşist imha ve inkar rejimini kuşatan Kürt Baharı’nın coşkusunu Batı’ya/Türkiye’ye taşıyarak, büyük bir mücadele gücüne dönüştürelim. Türk-Kürt emekçi kardeşleşmesini sokaklarda, barikatlarda, grev ve direnişlerde, yaşam alanlarında yükseltelim. Devletin ve sivil faşistlerin saldırılarına karşı ortak savunma ve direniş komiteleri/grupları/meclisleri oluşturalım ve işlevli kılalım, hesap soran bir pratiği esas alalım. 9 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 AYRINTILARIN ANLAMLI BİRLİĞİ Zorlu ve onurlu bir yol bizimki. Mücadele büyük bir ciddiyet ve sorumluluk gerektiriyor. Yaşamımıza, kişiliğimize, kimliğimize, değerlerimize, sevdiklerimize, emeğimize ve geleceğimize her gün ve her an saldırılar düzenleyen, el koyan, yok eden kapitalist sistemin coğrafyamızdaki iktidarına ve onun zor aygıtlarına karşı ezilenlerin silahlanması ve ayaklanması için, savaş siperlerinin en önünde mevzilenmiş durumdayız. Varlığımız, gücümüzü aldığımız milyonların umudu ve gelecek düşü iken rejimin korkulu rüyası. Faşist diktatörlük bu gerçekliğe göre pozisyon almış durumda. İdeolojik, politik ve askeri olarak her an tetikte ve pratik hamleler içinde. Devrimci mücadele de kendi zemininde ideolojik, politik, örgütsel ve askeri olarak pozisyonunu almış. Boşluklara fırsat tanımaksızın özgür ve otorite alanlarını yaratarak, alan genişleterek yoluna devam edecek. Iki düşman kuvvet, tam da olması gereken yerde konumlanmış durumda. Konumlanmış olduğumuz zemini güçlendirmek, yeni alanlara açılmak, saldırı ve savunma hattında ustalaşmak, süreklilik ve başarı için zorunluluk. Bu noktalarda gösterilecek her başarı veya başarısızlıkta, detaylara gösterilecek devrimci ilgi, çalışmanın amaçla uyumu ve derinliği önemli bir yerde durur. Evet hedeflerimiz büyüktür. Bu büyüklük içinde ayrıntılar bir binanın kolonları gibidir. O büyüklüğü ve bütünlüğü ayakta tutan, ayrıntı gibi görünen kolonlardır. Devrimci çalışma da bütünsel bir büyüklükten oluşur. Ayrıntılar bu bütünün parçalarını meydana getirir. Ayrıntı deyince neler gelir aklımıza? Yoğunlaşma-derinleşme-hakimiyet. Tanımak. İçerik-biçim. Bütünparça. Dinamik bir varoluş. Olgu ve bilgiye sorular sormak. Belirsizliğe fırsat vermemek. Çok yönlü bakmak, geniş düşünmek. Bağlantıları, geçiş kanallarını görmek. Yetinmemek. Daha fazlasını bilmeye/görmeye ve almaya çalışmak. Bilgiyi ayrıştırmak, ama bütünden koparmamak. Bilgiden tasarruf ve yeni inisiyatifler geliştirmemek. Olgu ve bilgiye kendine göre yaklaşmamak. Öğrenirken, öğretirken ve aktarırken objektif gerçeğe yoğunlaşmak. Politikada, eylem ve örgütte. istihbarat ve 10 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 bir duygu yoktur. Devrimci bilinç içerilmiş, örgütlenmiş duygular yoktur. Aksine, kişiyi yöneten, kişinin denetleyemediği duygular vardır. Kişiyi esir almış alışkanlıklar ve bağımlılıklar vardır. Süregiden ilişkiler içinde duyguların örgütlenmesi sorunu ise, ilişkinin sürüp sürmeyeceği noktasında hassas bir soruna dönüşür. Duyguların örgütlenip yönetilmediği her durumda, sınıflı toplumların kadın ve erkeğe biçtiği öğretilmiş sevgili rollerinin yansımaları ilişkiye eşlik eder. Sevgili ilişkisi, biraz devrimci nitelikler, biraz kopuşulması gereken ama kopuşulmamış alışkanlıklar toplamıyla yürür. Bu ise, duygularını yönetme gücü gösteren taraf için ilişkinin geleceği bakımından büyük bir sorundur. Duygu kontrolünü başaran ve kendini yöneten taraf, birlikte sevgisini yaşayacağı kişiden de aynı duygu örgütlemesini, kendini yönetme gücünü bekler. Bunu yaratmak için emek de verir. Ancak karşılığında duygularını örgütleme ve kendini devrimci tarzda yönetme adına bir adım görmediğinde, o kişi için ilişki artık bitmiş demektir. Ilişkide duygularını yönetme sorunu olan taraf, kolektif ortamların basıncıyla belli duygularını örgütlemiş gibi yapıp baskı altında tutuyorsa bile, sevgili ilişkilerini yaşadığı ortama geldiğinde hiçbir duygu kontrolüne ihtiyaç duymaksızın ilişki kurar. Öfkesini kontrol etme ihtiyacı duymaz örneğin. Ya da her türlü moral bozukluğunu, gerilimini veya stresini sevgilisine yansıtma hakkını görür. Sevgilisi, yoldaşlarına olan kızgınlıklarını-öfkesini akıttığı, bir nevi iç dökme aracıdır onun için. Kişi sadece kendini yaşar, kendi istekleri, duyguları yaşamının merkezini oluşturur. Duygu kontrolü yoksa eğer sevinç de, üzüntü de, kızgınlık veya öfke de aşırı biçimlerde ilişkiye yansır. Duygularını yönetemeyen kişi, sevgiyi, iki devrimcinin üretmesi gereken karşılıklı bir değer olarak görmez. Emeği de, paylaşımları güçlendirmeyi de karşıdan bekleyen bir tarzla, ilişkiyi tek tarafı yoran bir yüke dönüştürür. Böyle bir ilişkide eşit konumlanan, birbirine saygı duyan, karşılıklı emek harcanan, eleştiri ile ilişkiyi güçlendiren ve devrimci aşkı üreten bir irade açığa çıkmaz. Çünkü devrimci bilinciyle duygularını yüceltmemiş bir bireyin, sıradan insan duygusallıklarından arınmış bir ilişki yaşaması imkansızdır. Duygularını örgütleme başarısı gösteremeyen birinin, karşısındakinin duygularını incitmemesi, kırıp dökmemesi imkansızdır. Duygularını yönetemeyen bireyin, devrimci bir ilişkiyi üretmesi ve yönetmesi ise tümden olanaksızdır. 35 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 gerçeğe denk düşmeyen ve yoldaşını olduğundan daha zayıf, başarısız gösteren aktarımlara gidebileceklerdir. Tersinden de, iyi anlaştığı yoldaşının durumunu duyduğu sempatiden kaynaklı olumlu anlamda abartarak aktaracak, eksiklerini görmezden gelecek ve onun yanlışlarıyla uzlaşacaktır. Görevlendirme yapmak söz konusu olduğunda ise sempati ve antipatilerine göre kişileri göreve önerme pratiği açığa çıkacaktır. Daha üst görevlere sempatiyle baktığı yoldaşlarını önerirken, ilişkilenmekte sorun yaşadığı yoldaşlarını bu tür görevlere önermeyecektir. Böyle bir yaklaşım sonucunda ise, ne parti kadrolarıyla ilgili somut ve gerçek bilgilere sahip olabilir, ne de kadrolarını doğru tarzda konumlandırabilir. Aslında, kişilerin görevler almasında, yöneticilikleri noktasında söz sahibi olan komünistler, duygularını yönetemeden aldıkları her karar, aktardıkları her bilgiyle, partinin kadro ve örgüt konusundaki her başarısızlığından sorumlu olmaktadır. Çünkü partiyi objektif gerçekler ışığında değil, duygularının etkisiyle yanlış yönlendirmektedirler. Sevgili ilişkilerinde duyguların örgütlenmesi Duygularını örgütleyemeyen kişilerin sevgili ilişkilerinde alışkanlıkların gücü öne çıkar. Duyguların devrimci tarzda örgütlenmediği, duygusallıklardan kopuşulmadığı her durumda burjuva alışkanlıklar bizi yaşam içinde yöneten en güçlü şey halini alır. Örgütlenmemiş duygular olan duygusallık hali, ilişkilerde daha çok bağımlılık olarak yansır. Aslında bir ilişkinin devrimci tarzda üretilemediği, tarafları geri çektiği, kişilerin ileri çıkmasının önünde bir engele dönüştüğü ve giderek karşılıklı iki bireyi de yıpratan bir sürece dönüştüğü görüldüğü halde bitirilemeyen ilişkiler, duyguların örgütlenememesine önemli bir örnektir. Bir taraftan, çok emek verildi ile başlayan vefa borcu duygusunun ağırlığı altında ezilen, duyguları ölmüş ve sevgisiz bir ilişkiyi yürütme mecburiyeti olarak karşımıza çıkar bu. Diğer taraftan bağımlılık öyle derinleşir ki, onsuz yapamayacağı, devrimciliğini tek başına üretemeyeceği duygusu ile karşılıklı sevgi üretimi olmadığı halde, bir ilişkiyi tek taraflı yürütme çabası olarak görünür. Her iki durumda da, sevgili ilişkisinde sevgi kalmamıştır, karşılıklı emek tükenmiştir, iki kişinin devrimci bir ilişki çabası ve paylaşımı sonlanmıştır; ancak bir tarafın bağımlılık duygusu nedeniyle aslında ilişki olmayan ama adına ilişki denilen şey sürdürülmektedir. Burada yönetilen 34 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 teknikte... Ayrıntılar, ayrıntılar... Kritik bir andaki sloganda. Genel içinde kaybedilmeye çalışılan o, “zincirin en zayıf halkası”nı bulup açığa çıkarmada. Mekan değil, hangi mekanı tutacağında. Bir pankartın sopasında. Cebindeki fularında... Ya da bazen bir fünyenin barutundadır hayati ayrıntı, yaşamı sonlandırır. Bazen bir silahın horozunda. Bir eldivende. bir küçük parmağın bıraktığı var yok arasındaki izde. Kimi zaman bir kapının anahtarında, saçının telinde... Bir randevunun mekanında, zamanındadır bütün tılsım. Kamuflajdadır. Hayatı kolaylaştırır, eylemin ana güvencesidir. Üs’tedir, her gün, her an yeniden anlam kazanır. Bilincin sese dönüştüğü, aklın eyleme geçtiği sözdedir, kelimelerdedir ayrıntı. Bir bakışta, reflekstedir. Yaşamdadır ayrıntı. Bütün ve parça arasındaki ilişkinin düzgün işleyişindedir. Sen dikkat etmezsen, şeytan tetiktedir. Kimi zaman tümden gelim, kimi zaman tüme varım yoluyla olgunun bütünlüklü yapısına ulaşılır. Her iki yöntemde de parça bütün ilişkisi gözetilir. Parçanın önemi küçümsenmez, o olmadan bütüne ulaşılamayacağı ya da eksik kalınacağı bilinir. Komünist savaşçı da devrimci yaşam pratiğini bu görüş açısıyla örgütler. Bütünü kavramak, anlamlandırmak için parçaya yoğunlaşır. Özümsenen ve birleştirilen tek tek parçalar anlamlı bir bütün oluşturur. Ayrıntılar neden önemlidir? Gereksiz bir soru gibidir. Ancak devrimci pratiğimize eleştirel bir bakış, hiç de ilk anda düşündürdüğü gibi soruyu gereksizleştirmez, bilakis yeniden yeniden üzerinde durmayı gerekli kılar. Politika, örgüt ve eylem bütünselliği, detayla mümkündür. Bu alanlara dair detayların anlamlı birliğinden bütünsellik doğar. Birinde sorun varsa şayet, bütünde eksiklik var demektir. Gözden kaçırılan bir ayrıntı, bütünselde açılan bir yaradır. Düşünün, bir atın nalındaki çivinin eksikliği savaşı kaybetmenin nedeni olabilir mi? Bir atın nalının çivisi! Cengizhan’ı okuyanlar mantığını bilir. Evet, işte bir mağlubiyetin nedeni. Demek ki bir çivi deyip geçmemek gerekiyormuş. Ayrıntı böyle bir şeydir. Yalnız başına alındığında mini minnacıktır. Hatta bir değeri de olmayabilir. Gözden de çıkarılabilir. Ama o ayrıntı, toplam içinde olmazsa olmazdır. Koskoca bir makinada bir vida görülmez bile. Ama o oradadır ve o aksamın çalışması için kritiktir. Çivi savaşta, vida bir makinada, makina bir fabrikada ayrıntı gibidir. Hatta ayrıntıdır. Ama işte, bir hareketi sekteye uğratacak kadar 11 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 gücü/kuvveti olan bir bileşendir. Böyle birşeydir ayrıntı dediğimiz şey. Varlığı veya yokluğuyla bütüne güç katar ya da sabote edip gücünü kırar. Ayrıntılarla ilişkileniş düzeyimiz nedir? Ayrıntılarla ilgili sorunlarda en çok karşılaştığımız şey bunun “unutmak” ile açıklanabiliyor oluşudur. Doğru, unutmak da insana dairdir. Ama yine de unutmanın nedenleri üzerinde durmak gerekmez mi? Neden unutulmaktadır? Kurulan ilişki, çalışma tarzı, yöntem, yoğunlaşmama, plansızlık, dağınıklık, yüzeysellik, değerli ve önemli bulmama, ilgi ve gündemlerin o anda farklı olması vb. nedenler unutmanın en bilinen nedenleri olarak görülebilir. Unutmak hızla masumlaştırılabilecek bir durum gibi ele alınır. Oysa zerinde önemle durulması gerekir. Hatta kişiye özel biçimde irdelenmesi, nedenlerinin açığa çıkarılması, kişinin devrimcilikle kurduğu bağı açığa çıkarmak bakımından önemlidir. Ancak bu ayrıntıda ele alarak bu önemli sorunu çözümlemeye ve çözmeye girişebiliriz. Bir diğer karşılaştığımız durum ise “dikkat etmedim” açıklamasadır. Dikkat edilmemiştir. Doğru. Ama neden dikkat edilmemişitr? Örneğin; aceleden mi, anın baskılanmasından mı, panikten mi, doğuracağı sonuçları kestirememekten mi, durumu kavrayamamaktan mı, üzerinde yeterince düşünememekten, rahatçı ve kolaycı davranmaktan mı, bilmemezlikten mi? Ya da başka hangi nedenlerden dikkat edilmemiştir? Bir nedeni olmalıdır değil mi? “Üzerinde durmadım” karşılaşılan başka bir açıklamadır. Neden? Neden üzerinde durmuyoruz? Önemsiz mi görüyoruz, “o da olmasa birşey kaybetmeyiz” mi diyoruz. Üzerinden atlanabilecek denli değersiz mi görüyoruz? Neden ayrıntıları anlamlandıracak bir yaklaşım geliştiremiyoruz? Aklımız nerede, düşünsel gücümüze, devrimci bilincimize ne oldu? Düşünme emekçiliğinin işte tam da bu anda devreye girmesi gerekmez mi? Ayrıntılar söz konusu olduğunda düşünsel yoğunlaşma gerekmez mi? Aldığımız göreve, yaptığımız işe yeterli ve nitelikli bir emek verdiğimizde ve bunu işler/görevlerle sınırlamayıp bir yaşam tarzı olarak geliştirdiğimizde, ayrıntılar görüş ve duyuş mesafemizin dışında kalmayacaktır, kalmaz. Her an ki eylemimize hakimiyet ve bu hakimiyetin 12 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 ve bitkin tavırlarla ortamın moral ve motivasyonunu da olumsuz etkilerler. Can sıkıntısıyla ortamlarda sıkıntı üretir, neşe dağıtırlar. Ne bedeni üzerinde bir yönetme gücü gösteren, ne de duygularını örgütleme gücü gösteren bir pratiktir bu. Nedeni ne olursa olsun, ortamlara gerilim, can sıkıntısı, surat asma, mesafe koyma, sekter yaklaşımlar, gergin tavırlar, dışlayan tutumlar, agresif çıkışlar yansıtan her bireyin tarz sorunları olduğunu bilmemiz gerekir. Kendini yönetemediğini ve duygularını örgütleyemediğini, o bireyleri duyguları ve tepkilerinin yönettiğini görmemiz gerekir. Ve bu tarz başat mücadele konularımızdandır. Örgüt-Kadro Politikası Ve Duyguları Örgütleme Bir örgütü yönetirken karşılaştıkları eksiklik veya hatalarla sağduyulu bir devrimci gibi ilişki kuramazlar. Hataları genelde kendi dışında görme algısı güçlüdür. Hata yapan başka bir yoldaşıysa da, o yoldaşına karşı güvensizlik duyma yönelimi vardır. Işlerin en doğrusunu kendisi yapıyordur ve yanıbaşındaki yoldaşlarının aklına, emeğine güveni zayıflar. Kendini yönetme, duygularını örgütleme sorunları olan bireyler hata yapan yoldaşlarına karşı sert, bazen de acımasız olur. Çünkü kendini yönetmeyi başaramayan kişi kızgınlık duyduğu anda, ne dilini ve üslubunu, tepkilerini ne de öfkesini kontrol edebilir. Yarattığı sorunlar tartışıldığında ise kendi payını kabul etmeme gibi tutumlar alabilirler. Görevlendirmeler veya yönettiği kişilerle ilgili partiye bilgi aktarımı söz konusu olduğunda bir yöneticinin veya aynı organda yer alan yoldaşların kendini yönetmesi, duygularını örgütlemesi önemli bir yerde durur. Eğer bu durumdaki yoldaşların duygularını örgütleme sorunları varsa, yönettikleri veya aynı bileşimde yer aldıkları kişileri objektif değerlendirmesi ve ilgili parti örgütlerine doğru, yorumsuz bilgiler aktarması imkansızdır. Değerlendirmelerine duygularını katmadan, gerçeği olduğu gibi partiye maletmesi zordur. Duygularını yönetemediği her an’da, duyguları bu kişilerin aklının önüne geçecek, kişilerle ilgili sempati veya antipatilerinden dönük değerlendirmelere sürükleyecektir. Bilgisini sundukları yoldaşıyla ilişkilerinde sorun varsa, o yoldaşı hakkında 33 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 büyük bir sorundur. Bu karar süreci boyunca ortama, bunalım olarak ifade edilebilecek bir ruh hali yansır. Duygularını örgütleyemeyen bireyin “ben” duygusu güçlü olduğundan kendini yardımlara da kapatır. Bu andan itibaren kolektif ortamdan kopmuş demektir. Ortamdan kendini soyutlayan, yoldaşlarıyla tartışmayan ve onların düşüncelerini alma ihtiyacı duymayan, donuk bakışlarla saatler boyu düşünen ve bir türlü işin içinden çıkamayan biri durur karşımızda. Hatta bazen yemeden içmeden kesilir. Bunun yanında yemesi için ısrarcı olunmasını ve aşırı bir ilgi de bekler. Yetişkin bir yoldaş diye düşünüp bu aşırı ilgiyi göstermeyenler karşısında, ben duygusu öyle öne geçer ki, bu durum onun için yeni bir bunalım sebebidir. Kendini yönetemeyen, duygularını örgütleyemeyen kendinden menkul yaşayan bir komünist durur karşımızda. Bu ruh haliyle alacağı karar da devrimci sonuçlar üretecek, kendi komünist devrimciliğini veya kolektifi güçlendirecek kararlar olmaktan uzaktır. Bir türlü doğru kararın ne olduğunda netleşemeyen, sorunun çözümünde ertelemeci, sorunları sürüncemeye bırakan bir pratik çıkar karşımıza. Hem günlerce kendini yiyip bitiren bir pratik görürüz hem de ortamların moral/motivasyonunu olumsuz etkileyen bir duruş. Bu kolektif paylaşımlarda sığlık, yoldaş ilişkilerde yüzeysellik, yoldaşlık duygularında aşınma üretir, yabancılaştırır. Duygularını örgütleme sorunları olan bireylerin kendileriyle kurdukları ilişki de sorunludur. Bedeni, fiziksel sorunları veya bir hastalığı söz konusu olduğunda da sorunlu yaklaşımlarla karşılaşırız. Kendilerini çok önemserler, bedenlerine en küçük zarar geldiğinde dünyaları kararır. Hemen kendini koruma amaçlı sınırlar oluştururlar ve asla kendisini zorlamazlar. Bu emekçilikten kaçmaya dek varan sonuçlara da uzanır. Asıl tehlikeli olanı da, kendilerini bu halleriyle ortama dayatmalarıdır. Hız, tempo, emek gerektiren her durumda yaşadıkları sağlık sorunları ilk dile gelen şey olur. Aşırı bir şekilde bedenlerini dinler, her küçük rahatsızlıktan olumsuz düşüncelere kapılırlar. Kendileriyle bazen hastalık hastası diyebileceğimiz tarzda bir ilişki kurarlar. Bu tarzlarını da organına, kolektif ortamın gündemine sürekli taşıyarak, kolektifi, kendisini zorlamayan hallerini kabule zorlarlar. Yoldaşlarında gözetilmesi, sürekli yardımcı olunması, bazı ağır işlerden sakınılması gereken biri duygusunu örgütlerler. Aynı zamanda hasta ruh haliyle; morali bozuk, yüzü düşmüş 32 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 sürekli geliştirilmesi, bize detayları görecek bir bakış açısı kazandırır. Bir plan ve hazırlığa sahip olmak da, ayrıntıları görmemizi güçlendiren önemli unsurlardandır. Duruma değişik ve çapraz sorular sormak ve yanıtları üzerine düşünmek de ayrıntıları yakalamanın bir unsurudur. Çünkü ne aradığımızı, aşağı yukarı neleri görebileceğimizi kestirmek ve bunlara yoğunlaşmak, görüş açımızı genişletecek ve derinleştirecektir. Hakim olduğumuz her detay, bunları lehte ve alayhte kullanma olanağı yaratacaktır. Ancak bu koşulda her duruma göre önlemlerimizi alır, her bir detayı eylemimize yoldaş eyleriz. Ancak güçlü iktidar bilincine sahip ve kazanmaya kilitlenmiş bir çalışma, ayrıntılarla uğraşmanın öneminin farkındadır. Çünkü ancak böyle bir çalışma kendini genellemelerden kurtarma gücü kazanabilir. Sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı düşmanlaşma düzeyi kaba, düşman algısı zayıf ve yetersiz bir devrimcilikle, detaylara yeterli ilgiyi göstermekte zorlanırız. Çoğu zaman da bir çok detayı göremeyiz. Düşmanın çeşitli görüngülerinin hareket tarzını sürekli takip altında tutmaksızın ve her adımını öğrenmeksizin detaylara hakettiği değeri veremeyiz. Düşmanı küçümsemek, “birşey olmaz”cılık, “bu kadar da değil” yaklaşımları çoğu zaman gözlerin detaylara kapatılmasına neden olur. Her durum değerlendirilmeli, her ayrıntı ele alınmalı, her olasılık gözden geçrilmelidir ki düşman karşısında yenilgilere yol açacak açıklar yok edilsin. Sıradan, sürdürülebilir devrimcilikten, devrim yapmak için devrimci olmaya geçişimizin derinliği oranında bizler için flu olan herşey berraklaşır. Bu aydınlık koşullarda detayları görmek, samanlıkta iğne aramaya benzemez. Elbette tüm bunlara rağmen ayrıntıları yine de kaçırabilir, yakalayamayabiliriz. Sorun bu değildir zaten. Sorun, bunun ne kadar sorunlaştırıldığıyla, tekrarından ne kadar kaçınıldığı ile ilgilidir. Yoksa en mükemmel bakışın bile es geçtiği şeyler vardır ve olacaktır. Dikkat, ilgi, yoğunlaşma, derinleşme, emek, baştan sonadır ve bir süreç işidir. Eylem bir bütündür. Her anında aynı duyarlılık, amaca uyumluluk olmalıdır. Parçalayıp bölersen bütünlük bozulur, ahenk kaybolur, uyum dağılır, disiplin zayıflar... Güçlü bir devrimcilik için buna geçit vermeyelim. Her alanda ayrıntılara hakimiyeti güçlendirelim, niteliği yükseltelim, savaş gücümüzü büyütelim. Bunun için ayrıntılara hak ettikleri değeri verelim. Eylemimizi, ayrıntıların anlamlı bütünlüğünün gücüyle donatalım. 13 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 CİNS BİLİNCİ MLKP’LİLEŞMEDE ISRARDIR ve yönetme sorunu varsa, yaşadığı sorun ne olursa olsun ortamda yansımalarını mutlaka görürüz. Bu, duygularını örgütleme sorunları olan bireylerin, sorunla doğru bağlar kuramadığının göstergesidir. Cins bilinci, bir MLKP militanı bakımından ne anlam ifade eder? Partimiz cins bilincini, kişinin kendisi için devrimin bir düzeyi ve kapsamını yaratmak olarak, kadın devrimi perspektifiyle beraber ele almış ve kendi gelişimine de anlamlı bir müdahalede bulunmuştur. MLKP kimliğine de, kadın devrimine yürüyen cins bilinci güçlü kimlik vurgusunu yapmıştır. Bu anlamlı müdahale Partiyi boydan boya sardıkça, tüm hücrelerinde yaşama geçtikçe, Partili herbir militan pratikte ve perspektifte bu bilinçle devrimci bir ilişki kurdukça ve bunu her yeni gün ve adımında kişiliğinde derinleştirdikçe amacına ulaşacaktır. Kapitalizm koşullarında kadın devriminin zaferi mümkün değildir. Kadın devrimi bugünden başlayıp komünizme dek sürecek olan bir mücadeleyi kapsamaktadır. Kapitalizm koşullarında asıl hedefi kapitalist erkek egemen sistem ve erk zihniyet iken, sosyalizm koşullarında ana hedefi erkek egemen zihniyet olacaktır. Kapitalizm koşullarında kadın devriminin tamamlanamıyor oluşu, cins mücadelesinde kapitalist erkek egemen sistemi hedefimiz olmaktan çıkarmaz. Çünkü kadın devrimi, ikili bir karaktere sahiptir. Hem toplumsal devrimi, hem de bir cins devrimini kapsamaktadır; hem erkek egemen sistemle, hem de egemen erkeklikle mücüdeleyi içerir. Bu nedenle cins bilinci, kapitalizme karşı şiddetli bir devrimci eleştiri getirmiyor ve bunun pratik yönelimlerine girmiyorsa ve bu eleştirisini bir bütünlüğe dönüştüremiyorsa gerçek bir değişim yaratamaz. Cins bilinci; sınırlı bir erkek ekeştirisi, erk eleştirisi değildir. Elbette somut, pratik bir “erk” mücadelesini içerir ve ancak bu koşullarda ilerleyebilir. Ama sistem karşıtlığı zemininde, bir iktidar mücadelesi içinde ilerlerse, verili erkek egemen zihniyet üzerinde çözücü bir rol oynayabilir. Nihayetinde kadın devrimi, kadının da, erkeğin de toplumsal cinsiyetçi rollerden arınması ve “insan”da buluşmasıyla amacına ulaşacaktır. Dikkat edilirse, kadın devrimi ve cins bilincine bu girişte kadın ve erkeği birbirinden ayırmadık. Çünkü Kadın Devrimi bilindiği üzere sadece Örneğin bir yoldaşıyla bir tartışma mı yapmış; tartışma bir sonuca vardırılmış, üzerinden bir zaman da geçmiştir ama ortama can sıkıntısı, surat asıklığı, suskunluk halleri yansıttığını görürüz. Veya tartışmayı yaptığı yoldaşıyla ilişkilerine mesafe koyan, uzak duran davranışlara tanık oluruz. Bu tür bireyler kendinde, tepkilerini, gerilimlerini ortama yansıtma hakkı görür. Ortamı gerecek davranışlar gösterme, konuşmalarında veya davranışlarında kırıcı olma hakkını da görürler. Oysa kendini yönetmeyi bilen, duygularına hükmetmeyi ve örgütlemeyi başaran bir komünist bilir ki, yaşadığı herhangi bir sorunla, yoldaşlarının canını sıkmaya, onları germeye, ilişkilerinde mesafeye zorlamaya, kolektif ortamların moral ve motivasyonunu etkileyerek ortamlarımızı bozmaya hakkı yoktur. Duygularını örgütleyemeyen bireyler diğer yoldaşlarında bu tür bozucu davranışlara karşı büyük bir tepki duyar, ortamları etkilemeye hakları olmadığını savunurken, kendilerine ise her türlü şeyi hak görürler. 14 Duygularını yönetme sorunları olan birey sorumlu olduğu işlerle ilgili bir sorun mu yaşamış. Birşeyleri yetiştiremeyen ruh halinin eli ayağına dolanan davranışlarını, oflayıp puflamaları, telaş halini ve bunun ortama yansıyan gerilimlerini ve moral bozukluğunu görürüz. Hatta yönettiği kişilerle ilgili sürekli ortamda söylenen, işlerin yerinde ve zamanında yapılamamasının sorumluluğunu onlara yükleyen tarzda yakınmacı ruh haline tanık oluruz. Ortamda başarılamıyor duygusu da yaratabilecek mızmızcı bir pratiktir yaşanan. Ortamda negatif algıların oluşmasının nedenlerindendir. Bu pratik, bireyin duygularını örgütleyemediğini göstermesi kadar, işlerini örgütleme ve yönetme sorunları olduğunu da ele verir. Bir karar sürecinde ve kendisiyle yürüttüğü bir iç tartışma söz konusu olduğunda, duygularını yönetemeyen birey büyük bir sorun demektir. Kendini ve duygularını yönetemeyişin tüm ayrıntıları karar süreci boyunca gözlemlenir. Sanki devrimin bütün sorunları ve işleri onun omzuna yıkılmıştır. Üzerine düşündüğü şey, devrimin gidişatını etkileyecek denli 31 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 yerine, yanlış anlaşıldığı veya anlaşılmadığı duygusuna kapılarak içe dönme, paylaşımları azaltma yoluna gider. Sorunu devrimci tarzda çözme adımları atmak, sorunu tartışmak, varsa kendi payını kabul etmek yerine, kendi içinde partiye ve yoldaşlarına karşı güven zayıflığı örgütleyen bir ruh hali oluşturur. “Ben”i öne çıkan, kendini aşırı önemseyen ve kendi hatalarını asla kabul etmeyen bir tarz açığa çıkar. Sonucunda, haksızlığa uğramışlık psikolojisi baskın gelir ve kendini anlatmadan anlaşılmayı bekleyen bir pratik sergilenir. Duyguların örgütlenmemesi, bireyin kendisiyle ilgili bu tarz sorunlar olduğunda tersinden davranışlarla da sonuçlanabilir. Duygusallık bu kez, durumu anlamadan aşırı tepki verme, hatalarını bırakalım kabul etmeyi tartışmaya dahi tahammül göstermeme, ilişkilerini koparmaya varan gerilimli ruh hali ve kestirip atma, küserek değil ama kolektif bileşenleri küstürecek denli sekter-dağıtıcı davranma olarak yansır. Her iki biçimiyle de bireyin sorunlar karşısında duygularını örgütlemedeki zaafiyeti açığa çıkar. Duygularını devrimci tarzda örgütleyemeyen bireyin, tanığı olduğu haksız bir uygulama karşısındaki tavrı da farklı değildir. Örneğin daha fazla güvendiği bir yoldaş başka bir yoldaşına haksızlık yaptığında, devrimin ve partinin doğruları temelinde sorunu ele alıp tartışma gücü gösteremez. Duyguları bu bireyi sürükler ve doğru olandan yana tutum alan karşı çıkışlar örgütleyemez. Böylece bir haksızlığın uygulanmasına göz yummuş olur. Bu haliyle başka yoldaşlarının kendine karşı güveninin kırılmasına neden olduğu gibi, parti adaletine olan güvenlerinin zedelenmesinde de pay sahibi olur. Kişiyi duyguları yönettiği sürece, duygularını örgütleyemeyip onların esiri olmayı sürdürdüğü sürece; parti adaleti, partili güven ilişkileri, sorunlara devrimci çözümler üretme noktasında hep geri olanı, kopuşulması gerekeni üretmeye devam eder. Ve an be an çözümsüzlüklerin parçası olur. Ortamla Kurulan İlişkilerde Duyguların Örgütlenmesi Duygularını örgütleme sorunları olan bireyler, büyük-küçük farketmez yaşadıkları her sorunu ortamlarına da yansıtır. Bu kişilerle yaşadıkları bir sorun olabilir, çalışmalarıyla ilgili bir sorun olabilir, iç dünyasının bir sorunu olabilir veya sağlığından dönük bir sorun olabilir. Kişinin kendini örgütleme 30 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Partili kadın militanlar için bir devrim değildir. Evet bu devrimin öncü ve önder kuvveti kadınlardır. Ama bu devrimin bir diğer bileşeni de erk zihniyetten ve erkekliğinden arınmak, benliğinde insanı yaratmak zorunda olan partili erkeklerdir. Kadın devrimi, erkek cinsin önüne de azımsanmayacak görevler koymuştur. Bu devrimin zaferi, devrimin öznesi olan kadının birkaç adım önde yürümesinde, değişimi başlatan öncü güç olmasında ve aynı zamanda toplumsal devrime dek ittifak kuvvetleri olan erkeği değişime zorlamasında ve kazanmasındadır. Kadınlar kendi pratikleriyle erkeği bu değişime mecbur bırakmalı, değişmemekte ısrar eden erkekle arasına düşünsel, pratik ve duygusal olarak kesin mesafeler koymalıdır. Çünkü erkliğinde ısrar eden, devrimciliği zayıf, iddiası sınırlı, öfkesi ehlileşmiş olanın cins bilinci de, kadın devrimine katılımı da zayıf ve yüzeysel olacaktır. Ve kadın devrimi, yüzeysel ilişkilenişlerle, zayıf pratiklerle yaşam bulacak, zafere yürüyecek bir devrim değildir. Her iki cinsten de, toplumsal cinsiyet rollerinden kurtulmak için muazzam bir emek, çaba, irade ve değişim istemektedir. Bu devrimde özne ve bu devrimin yoldaşı olmanın yolu, kapitalizme, faşizme, sömürgeciliğe ve erkek egemen zihniyete karşı mücadelenin ihtiyaçlarına göre kendini doğru ve devrimci konumlandırmaktan geçmektedir. Bu konumlandırmanın birinci sorumluluğu Partiyle kurulan ilişkide verilidir. Çünkü MLKP’li omak, bu mücadeleye doğru katılımının önselidir. Partiyle doğru bağlar kurmayan bir öznenin, kadın devrimi perspektifiyle doğru ilişkilenmesi düşünülemez. Partiyle sorunlu ve sınırlı bir ilişkinin sürdürüldüğü koşullarda, bu bilinç düzeyinin elleri bağlanmış, ayakları zincirlenmiş, gözlerine mil çekilmiştir. Bu duruşta, mücadelede ısrar yoktur. MLKP’lileşmede ısrar yoktur. Bugün için, 4.Kongreyle ortaya konan kadın devrimi perspektifinde ısrar, erkek egemen düşünüş, duyuş ve pratiğine karşı mücadelede ısrar ve egemen zihniyetin her türden görüngüsüne karşı savaşta ısrar, Partili olmakta ısrardır. Parti çizgisini kavramak için canlı bir öğrenme sürecine girmeyen, Parti deneyimlerine yaslanarak devrimciliğini ve pratiğini geliştirmeyen, Parti kültürünün somut bir yapıcısı ve taşıyıcısı olmayan, zihniyet ve moral değerleri MLKP ile birleşmeyen, Parti görev ve sorumluluklarını 15 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 sorunlaştıran bir zihniyet ve pratiğin bir çizgi militanlaşmasını sağlayamayacağı ortadadır. Bu koşullarda bu çizginin bir ürünü olan kadın devrimiyle de doğru bir ilişki kurulamaz. MLKP’nin yönelimine yüzünü dönmeyen, bu yönelimi güçlendirme çabası göstermeyen, derinleşme emeği vermeyen bir pratikle ne MLKP’nin yeni yönelimi anlamlandırılabilir ne de kadın devriminin bir öznesine dönüşülebilir. Ancak ve ancak, devrimci mücadelenin büyütülmesi, devrimciliğin içselleştirilmesi, devrimin zaferi ve MLKP’nin önder bir Parti düzeyine yükseltilmesi için mücadele zemininde kuşanılacak olan cins bilinci, erkek egemen sisteme yıkıcı hücumlar gerçekleştirme yeteneğine sahip olacaktır. Ancak böylesi bir cins bilinci, hem erkek egemen sisteme hem de erkek egemen zihniyet ve saflarımızdaki tüm yansımalarına karşı savaşım yürütme gücünde olacaktır. Bu mücadelede kadın yoldaşlarımız en önde olacaktır. Kadın devriminin önder gücü olmanın gerektirdiği sorumlulukla hareket edeceklerdir. Kadın yoldaşlarımız doğru bir mücadele, tarz ve yaklaşımla hem kendilerini özgürleştirecek ve hem de erkeği değişime zorlayacaklardır. Önce kadın değişmelidir. Önce MLKP’li kadın bilinci cins ayaklanmasına durmalıdır. Kadın bilinci, erkek aklına ve tutumuna karşı isyanı ateşleyen fitil olmalıdır. Ancak kadın bilmelidir ki, kendi değişim, gelişim ve özgürleşmesinin sorunlarına güçlü bir çözüm iradesi geliştirdiği oranda başarılı olacaktır. Ancak bu durumda kadının insiyatif gücü artacak, binlerce yıllık erkek egemen sistemin ürünü olan erk’ek yoldaşına karşı uzlaşmaz bir mücadelenin sahibi olacaktır. Ve kadın bu mücadele esnasında özgürlük sınırlarını gün be gün genişletecektir. Kadının kendinde devrimler yaratmaksızın iyi niyetli ve maalesef saf bir biçimde erkekten değişmesini beklemesi ve istemesi boşa kürek sallamak, erkeği tanımamaktır. Kadın, hiç bir iktidarın güle oynaya iktidarını terk etmeyeceğini asla unutmamalıdır. Karşısında bir güç görmeyen, zorun kuvvetiyle karşılaşmayan hiçbir iktidar, olanaklarını tepsiyle sunmaz. Bu kişi olan erkek için de böyledir. Erkek birey, erkek egemen sistemin kişi olarak kendine bahşettiği, her şeyi hak görme, yönetme, ezme, baskı altında tutma vb hiç bir hak ve olanaktan kendi isteğiyle vazgeçmeyecektir. Bu haklardan erkeği vazgeçirecek olan, kadınla eşit 16 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 devrimciliğini ve birikimini hem zayıf görmek hem de zayıflatmak, yönetebileceği ve ezebileceği bir cins olarak görmek, devrimci duygular örgütleyememiş erkek komünist için normal şeylerdir. Çünkü duygularını devrimci, eşitlikçi tarzda örgütleyemeyen her erkek komünist, örgütsel yaşamın bütünüyle, egemen erkeğin aklıyla ilişkilenmektedir. Kadına karşı ezici, egemen tavırlarını sürdürdüğü gibi, kendi erkekliğine de dokundurmayan bir pratik sergilemektedir. Kendini güçlü, herşeyin doğrusunu bilen, yönetmeye muktedir, inisiyatifli, emekçi kabul eden, erkekliğinden kaynaklı hata ve zaafları kabul etmeyen ve tamamlanmış bir devrimci olarak gören duygusu baskındır. Duygularını devrimci tarzda örgütleyemeyen bir erkek komünistin ne hemcinsleriyle ne de kadın cinsiyle güven ilişkileri temelinde bir yoldaşlık örgütlemesi mümkündür. Kadınlara karşı güvensizliği had safhadadır ancak erkek yoldaşları karşısında da en çok kendi aklına, emeğine, pratiğine güvenir. Kadının karşı çıkışlarına, erkekliğiyle mücadelesine tahammülü yoktur. Egemen erkekliğin bariz özelliklerinden olan bu kendini önemseme ve kof aşırı özgüven kendini değişime kapatmasının, duygularını örgütleyememesinin önemli etkenlerindendir. Duygularını örgütleyemeyen bu haliyle, erkek akıl ve pratiğiyle barışık, kendinden memnun tarzda yaşamaya devam eder ve partili saflarda erkek zihniyetin tekrar tekrar üretilmesinin öznelerinden biri olur. Hatalar, Haksız Uygulamalar Ve Duygularını Örgütlemek Duygularını örgütleyemeyen bireylerin bu tür sorunlar karşısındaki tutumları tamamen duygusaldır. Bu duygusallıklarından ötürü ya aşırı tepkici, sekter, ilişkileri dağıtan bir tarzla sorunu ele alırlar; ya da içe kapanan, susan ve haksızlığa göz yuman bir tarzla. Duygusallıkları bu kişileri, sorunları uçtan ele almaya sürükler, sorunu bir mantık çerçevesinde çözmelerinin önüne geçer. Bu halleriyle küçük bir sorunu bile içinden çıkılmaz, uzun zamana yayılan ve çözülemeyen, örgütsel çalışmaya zarar verebilecek düzeye dahi götürebilirler. Duygusallık, sorunlar karşısında çözüm değil çözümsüzlük üretir. Duygularını örgütleyemeyen birey, yanlışlık, hata veya haksızlık kendisiyle ilgili olduğunda, bunlarla devrimci tarzda mücadele etmek 29 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 saflarda yeniden yeniden üreten bir pozisyonda yer alır. Erkek egemen zihniyet ile mücadele söz konusu olduğunda, duyguların örgütlenmesi kadın komünistler bakımından daha bir önemlidir. Kadın komünistlerin, duygularını yeniden kalıba dökerken bir kadın gibi, kadın iradesi, aklı ve rengiyle, kadın bilinciyle duygularını örgütlemesi belirleyicidir. Duygularını örgütleyemeyen, duygularını akıl gücü ve devrimci iradesiyle işleyemeyen, cins bilincini ayaklandırarak duygusallıklarından arınamayan kadın komünistler; erkek egemen zihniyetin baskıları, geri çekmeleri, ön kesmeleri, yer yer ezmeye varan tutumları karşısında geri adım atan, teslim olan, erkek egemen zihniyet ve tezahürleriyle mücadele edemeyen geleneksel kadın rolüyle yürümeye mahkum olur. Duygularını örgütleyemeyen kadın devrimci, kadının inisiyatifi ve iradesini tanımayan her türden erkek egemen algı ve davranış karşısında kırılmalar ve içe dönmeler yaşar. Bu kırılmalar, kendini ve duygularını yönetmeyi başaramayan kadının pratiğinde; bir daha o işi yapmak istememe, erkekle karşı karşıya gelmeyi göze alamayış, kolektif saflarda daha üst düzey görevler almaktan vazgeçme, erkeğin egemen tutumlarıyla mücadele edemeyiş ve kabulleniş gibi geri pratikler olarak karşımıza çıkmaktadır. Inisiyatifini kullanma sorunları, parti faaliyetlerine aklını ve emeğini katmada sınırlar, özgüvensiz tutuk davranışlar, gerçek potansiyelini kullanamama olarak kendini göstermektedir. Devrimci tarzda mücadele etmek yerine küsme ve geri adım atma, özgüven kırılması ve erkekliğin her haline teslim olma açığa çıkmaktadır. Bu kendini ve duygularını örgütleyemeyen, mücadeleci bir duruş yaratamayan pratikten de, inisiyatifli, öne çıkan, özneleşen, önderleşen ve komutanlaşan kadınlar yaratılamamaktadır. Duygularını örgütleyemeyen ve kendini yönetemeyen erkek komünistler de, egemen erkeğin duygu ve davranış biçimleriyle devrimciliğini sürdürmeye devam etmektedir. Onlar da duygularını devrimci aklın süzgecinden geçirmedikleri, devrimci bilinçle yoğurmadıkları için egemen erkeği yaşatmayı, kadın yoldaşlarıyla ve rekabet etmeye değer görmedikleri erkek yoldaşlarıyla egemen akıl ve duygularla ilişkilenmeyi sürdürür. Kadının iradesini tanımamak, inisiyatifini kırmak, ileri çıkmaya çalışan kadın yoldaşının önünü kesmek, onun 28 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 koşullarda yaşamaya mecbur bırakacak olan, cins ayaklanmasına duran kadınların egemen erkeklikle yürüttüğü güçlü savaşımı olacaktır. Cins bilincine sarılan kadın, erkek tarafından kandırılmasına izin vermemeli, erkekliğin her türlü yansımasına karşı uyanık olmalıdır. Onun süslü püslü sözleri duygusallıklara neden olmamalı, gerçekçi yaklaşmalıdır. Erkek egemen sistem ve onun Partimizdeki uzantıları kadının kendi gücüne güvenini kırarak iktidarlaşmışlardır. Kendi gücüne güvenen kadın özgürleşir. Kendine güven, gücünün farkına varmaktır. Kapitalizmin ve erkeğin uzantısı olmayı reddetmek, kendisi için özne olmaktır. Kadın yoldaşlığına güvendir. Güçlü bir kadın ve cins sevgisidir. Büyük bir eleştiri ve güçlü bir özeleştiridir. Saflarımızda erkekliğin her türlü uzantısını ve iktidarını yok edecek şey, bu güçlü özgüven ve cins bilinci olacaktır. Bu güven, mücadelenin her alanında var olmakla örgütlenir. Ama en çok da tarihsel bir bilinç ve “planla” uzaklaştırıldığı alan ve konularda varlığını kabul ettirme yolundan yürünerek bu güven kazanılacaktır. Kadın, köleleştirildiği andan itibaren, kendini güç yapacak, hakim kılacak bilgiden hep uzak tutulmuştur. Teoriden, siyasetten, politika yapmaktan, silahtan koparılmıştır. O halde yürünecek yol, binlerce yıldır dokundurulmadığı bu alanların yolu olmalıdır. Teorik siyasal gelişmişlik kazanmak (sözü olmayanın eylemi derinleşmez) özgüvenle yürümekte önemli bir yerde durur. Bu nedenle kadın yoldaşlarımız, sürekli planlı ve hedefli bir öğrenme ve biriktirme halinde olmalıdır. MLKP’li her kadın, devrimin sorunları, mücadelinin ihtiyaçları, bulunduğu alanın gelişip güçlenmesinin gereklerini bu öğrenme sürecinde sorunlaştırmalı, biriktirmeli ve bir güce dönüştürmelidir. Bilgi, eylemi çoğaltmalı, eylemin alanını genişletmeli, derinleştirmelidir. Eylem, bilgiyi yeniden bir güce dönüştürmelidir. Bir diğer alan, kadının silahla, teknikle kurduğu ilişkidir. Bu alana karşı mesafeli duruş kadın özgürleşmesi ve Partinin önderleşmesinde özel bir anlama sahiptir. Kadın için ne silah sadece silah, ne de teknik sadece tekniktir. Her ikisi de erkek egemen iktidarın tahakkümü altında kadının uzaklaştırıldığı, uzak tutulduğu stratejik alanlardır. Cins bilinci işte tam da burada rolünü oynamaktadır. Kendisinin dışında kurulan ve kendisine uzak hale getirilen bu alanlarda ısrarlı biçimde var olmak, erkek 17 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 barikatlarını yıka yıka bu alanların öznesine dönüşmek güçlü bir cins bilinci gerektirir. Binyıllardır uzak tutulduğu alanların bir öznesi olmayı kendine sorun etmeyen, bu alanlara yönelmeyen ve hemcinslerini bu alanlara yöneltmeyen kadın komünistler bilmelidir ki, parti saflarında ne kendine güvenen kadınlar yaratabilir, ne de saflarımızdaki erkek egemenliğini yok edebilir. Oysa partinin yönelimi de, bu güne dek kadın kadrolarının bulunmadığı her alanda kadınları özne yapmaktır. Kadınları, partinin her çalışma alanında birkaç adım önde duran güce dönüştürmektir. Her kadın komünist aklını, emeğini ve iradesini, bulunmadığı her alanda kendini ve kadın cinsini varetme mücadelesine seferber etmelidir. Mutfağın, evin, sokağın...dışına çıkmaktan korkan, en kabul gördüğü mekanda olmayı tercih eden, oluşmuş dengelerin “huzur” verici rahatlığı ve kolaylığında “mutlu” bir kadın nasıl özgürleşemez ise; benzer duygu ve konumlanış biçimini Partili yaşamında sürdürmekte ısrar eden kadın da iradeleşemez, özgürleşemez. Verili devrimcilik düzeyinden ve konumundan memnun olan, gözünü daha güçlü ve inisiyatifli bir kadına dikmeyen, koparıp alma bilinciyle ileriye yürümeyen kadın önderleşemez. Her kadın için, devrimci sorumluluk, ezilen kadın cinsinin sorumluluğu ve Partinin ihitiyaçları yönetici bir perspektif olmalıdır. Kadın komünist, devrimin onu çağırdığı her yerde olabilecek bir bağımsızlığa ve toplumsal sorumluluğa sahip olmalıdır. Her türlü bağımlılığa, alışkanlığa, tutukluğa, edilgenliğe ve statükoya karşı özgürleşerek karşı durmalı, devrimci olana, ileriye işaret edene sarılmalıdır. Kadın devrimi bu iradeyi gerektirmektedir. Kadın özgürleşmesi bu gücü istemektedir. Partinin erkek egemen zihniyetten kurtulması bu sorumluluğu beklemektedir. Hata yapmaktan çekinmemelidir kadınlar. Her yeninin, eksiklikler veya hatalarla berraklaştığını bilmelidir. Hataları cesaretini kırmamalı, yeniye yönelmekte tereddüte neden olmamalıdır. Zorluklar karşısında pes etmemelidir kadınlar. Korkmamalıdır, tersine korkularının üzerine giderek yenme başarısını kendine armağan etmelidir. Erkeğin denetleyici ve üstten yaklaşımları geri adım atmasına neden olmamalıdır. Aksine, kadın bilincini ayaklandırmalı, cins mücadelesi noktasında kadını teşvik etmeli, 18 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 karşımıza çıkar. Duyguların örgütlenmesinde sorun varsa malesef, geri tutumlar bununla da sınırlı kalmaz. Kendisini eleştirenlere karşı içinde öfke biriktiren bireyler, yaşadıkları ilk küçük sorunu büyük bir devrim sorununa dönüştürür. Yoldaşının üzerine yürüme ve hatta ona vurmayı bile içinden ge.irebilen devrimcilikten uzak pratikler gösterir, sinir boşalmaları yaşar. Örgütlenemeyen her duygu, eleştiri karşısında devrimci bireyin kopuşmuş olması gereken, bu ve benzer türden küçük burjuva geri davranış biçimleri olarak karşımıza çıkar. Içe veya dışa dönük ama devrimcilikten uzak bu tür yaklaşımlar göstermektedir ki, duygularını örgütleyemeyen bireyler eleştiriye açık davranamamakta, tahammül edememektedir. Dahası bu tür yaklaşımlarıyla “beni bir daha eleştirmeyin” demekte ve eleştirilerin önünü kesmektedir. Bu tutumlar, kişilerin kendi gerilikleriyle uzlaştığının, değişimlerinin tamamlandığını sanıp geri gerçeklerini partiye dayattığının, eksikliklerini kabul edemediklerinin ve küçük burjuva gururlarının ne denli güçlü olduğunun kanıtıdır. Daha da önemlisi, kendilerini yönetemediklerinin, duygularını yönetemediklerinin kanıtıdır. Oysa duygularını örgütlemiş bir devrimci, eleştiri karşısında gönül rahatlığıyla durabilen, üzerine düşünen, sonuçlar çıkaran ve devrimciliğini güçlendirmek için öğrenmesini bilen kişidir. Devrimci gelişimin diyalektiğine sarılan kişidir. Eleştirinin dili-tarzı-yönteminde sorun olsa bile duygularını yönetebilen ve bunlara takılmayan, eleştirinin özüyleiçeriğiyle-amacıyla ilişkilenen kişidir. Eleştiri karşısında küçük burjuva alışkanlık ve duygularına yenilmeyen, örgütlü ve devrimci duygularla eleştirileri karşılayan bireydir. Eleştirileri, yoldaşlarının kendisine verdiği bir emek olarak gören, buradan da yoldaşlık sevgisi güçlenen kişidir. Eleştiri karşısında yoldaşlık ilişkilerine, emeğine, parti içi mücadelesine sınırlar koyan değil, tersine bunları güçlendiren ve büyüten, yoldaşlarına olumlu örnek olan kişidir. Erkek Egemen Zihniyet Karşısında Duyguların Örgütlenmesi Ilk elden şu belirtilmelidir ki; kadın da olsa erkek de olsa, duygularını örgütleyip yönetemeyen devrimci birey, parti saflarında geleneksel rollerle konumlanmaya devam eden, burjuva toplumun alışkanlıkları ve kendi cinsine biçtiği rollerle kolektif ilişkilerini sürdüren ve bu geri rolleri kolektif 27 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 eleştiri sunan yoldaşıyla ilgili dedikodu yapmak, onunla ilgili olumsuz duygu örgütlemelerine gitmek, eleştiren kişiyi ezmeye çalışmak, aynı ortamdayken ilişkilere gerginlik yansıtmak, birlikte iş yapıyorsa devrimci görevleri sekteye uğratacak çatışmalara neden olmak ve sorunlar kendisini eleştiren kişiden kaynaklanıyormuş gibi göstermek vb. tutumlar izler. Saldırı olarak gördüğü eleştiriye, kendini savunma ve karşı saldırıyla yanıt verme duygusu, kişiyi yöneten temel duygudur burada. Eleştiri karşısında duygularını örgütleme sorunlarının temel görünümlerinden biri de, içe kapanmak ve eleştiri karşısında küsmektir. Eleştiri yapan yoldaşına küsmek, mecburi haller dışında konuşmamak, yoldaşlık ilişkisine mesafe koymak, paylaşmamak, o yoldaşı yokmuşcasına saygısızca davranışlar gösterebilmek olarak yansır bu tutumlar. Duygularına hükmedemeyen, onları devrimci bir akıl süzgecinden geçiremeyen bireyler, sadece eleştiri yapanla değil, ortamdaki tüm yoldaşlarıyla ilişkilerini kesecek düzeye vardırma hakkını da kendinde görür. Eleştirildiği için ortamdaki yoldaşlarını cezalandırır. “Ben” duygusu çok güçlüdür böylesi anlarda bu kişilerin. Çok hassaslaşırlar, kırılgandırlar, dokunsan ağlayacak ya da patlayacak denli iç gerilim oluşturmuşlardır. Bu içe kapanmalar ve kendine dönmeler, kişinin partiyle güven ilişkilerini sorgulamasına dek varan kırılmalara, yoldaşlarına güvenini zayıflatan algı oluşturmalara ve devrimciliğinde geri düşmelere dek uzanabilir. Bu tür yaklaşımları olan bireyler, mücadeleci yanları zayıf gerçekliklerini de ortaya koymuş olurlar. Sorun olarak algıladıkları şeylerle devrimci tarzda mücadele edemedikleri için sürekli bir iç savaş yaşarlar. Kendi zayıflıklarını kabul etmedikleri için de, sorunu ya tek tek yoldaşlarında, ya örgütlerinde ya da partide görürler. Bu algıdaki bireyler, sorunlar söz konusu olduğunda kendilerine pay biçmezler. Sorunların kaynağını hep kendi dışında arar ve giderek kendi dışındakilere karşı güveni kırılan, sevgisi azalan bireylere dönüşürler. Duygularını örgütleme başarısızlığı öyle düzeyde olanlar vardır ki, mecburi haller dışında günlerce odasından çıkmayan, ağlayıp sızlanan ve daha da tehlikelisi yoldaşlarına karşı içinde kızgınlık, öfke biriktirenleri de olur. Bu içinde biriktirmeler zaman içinde ilişkilerde öfke patlamaları, sekter yaklaşımlar, kırıcı ve ezici tutumlar, ortamı geren davranışlar olarak 26 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 kışkırtmalıdır. Kendisiyle yarış içinde olmalıdır her kadın yoldaşımız. Parolası “durmak yok hep daha ileri!” olmalıdır. Erkek egemen engeller, ön kesmeler, inisiyatifi karşısında ayak diremeler, küçümsemeler kadın özgüvenini kırmak bir yana, erkeğen üstüne üstüne yürüyeceği iradeyi açığa çıkarmalıdır. Durması istendikçe bir adım daha atmalıdır her kadın. Bulunduğu ortamda, görev ve sorumluluklarda kadının varlığı ayırt edilebilmelidir. Kendini ortaya koyuşuyla, emeği ve aklıyla, değişmedeğiştirme isteği ve pratiğiyle sürükleyici olmalıdır. Erkeğin gölgesinin güçlü olduğunu, nerde başlayıp bittiğini görmenin her zaman o kadar kolay olmadığını bilerek yürümelidir. Hem keskin bakışlara ve hem de o gölgenin serinliğine kendini kaptırmamak için, cins bilinci eğreti bir bilinç değil, içselleşmiş bir yaşam ve yaklaşım tarzı haline gelmelidir. Erkek tarzı karşısında, güveni kırılmak, söylenmek, olumsuzluklarla karşılaştığında geri çekilmek, kendine dönmek, küsmek, sekterleşmek gibi yaklaşımlarıyla uzlaşmamalı, erkeklikle bilinçli bir mücadele yürütmelidir. Kadının güçlü duyguları tutsaklığının değil özgürleşmesinin bir kaldıracına dönüşmelidir. Yıkıcı ve bozucu değil, kurucu olmalıdır bu duygular. Dağıtıcı değil kapsayıcı ve toparlayıcı olmalıdır. Sığ ve yüzeysel değil, paylaşımcı ve derin olmalıdır. Ezici ve hükmedici değil, eşit ve kazanıcı olmalıdır. Bireysel değil kolektif ve toplumsal duygular olmalıdır. Duygularının nasıl bir devrimcilik ürettiğine bakmalıdır kadın. Duygularının nasıl bir kadın devrimci pratiği ortaya çıkardığına bakmalıdır. Bağımsız, özgür ve kendi gücüne dayanan kadın gerçeğinin, çözmesi gereken sorunlardan biri de sevgili erkekle kurduğu ilişkidir. Bu ilişki içinde nasıl bir yerde durduğuna bakmalıdır her kadın. Ne kadar kendisi, ne kadar sevgilisinin istediği kadındır? Kendi özgür kimliği ile kendini varedebilen, ilişki içinde özne olan bir pozisyonda mıdır? Emekçiliği, paylaşımı, sevgiliyle kurulan ilişki alışkanlıklar ve statükolar mı yaratıyor, yoksa devrimci bir ilişki yönünde değişime mi zorluyor? Beraberlik süresince, emek, saygı, vefa diye diye bir bağımlılık mı, bir özgürleşme mi üretiliyor? Kişiliği, kimliği ve amaçları ile sürtünme içine girdiğinde erkeği reddedebilecek bir duruşa, bir özsaygıya sahip midir? Sorular çoğaltılabilir, özelleştirilebilir ancak sorun, her yerde ve alanda özne 19 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 olmak, kendisi için var olma sorunudur. Sevgili ilişkileri devrimci yaşamımızdan ayrı, özel alanlar değildir. Tersine devrimci bilincimizin, duruşumuzun ve pratiğimizin daha açık ve net orta yere serildiği, ayrıntılarıyla açığa çıktığı bir alandır. Kimliğimizi, kişiliğimizi ve özgürleşen kadın duruşumuzu hangi düzeyde varettiğimizin aynasıdır. Kadının kendine güveni geliştikçe iddiası büyüyecek, ufku genişleyecek, pratiği devrimcileşecek ve özgür kadına yürüyecektir. Kapitalist-özel mülkiyet dünyasının tüketici, bireyci, rahatçı ve iradesi düşürülmüş kişiliğine karşı mücadele ile; kollektif, emekçi, bilinçli, iradesi özgür, kadına güvenen ve erkekten değil kadın gücünden beslenen, kadın yoldaşlığında kendini tamamlamayan kadın gerçeği ortaya çıkacaktır. Yasemin Yoldaşın kendini var ediş tarzı, cins bilincinin bir komünist kadın bakımından anlamının ifadesidir. Bu güzel örnekten iyi öğreneceğiz. Yaseminleşeceğiz ki adımlarımız O’na eşlik etsin. Erkek Yoldaşlarımız Kadın Devrimine Nasıl Bağlanacaklardır? Herşeyden evvel kadın devriminin kendileri için de bir devrim olduğunu samimiyetle kabul etmekle başlamalıdırlar. Kadını anlamak için değil, kendi erkek egemen zihniyet ve eylemlerini çözmek, erkeklikten kurtulmak için bu devrime ihtiyaçları olduğunu görmelidirler. Bu zihniyet devriminin önemli bir parçası olduklarını kabul etmeli, Kadın Devrimi’nin erkek cinsi olarak önlerine önemli görevler koyduğunu bilmelidirler. Ne kadınlar için ne de parti veya devrim için değil, kendi devrimcilikleri için, komünizmin erkeğini yaratma amaçlarına ulaşmak için değişmek zorunda olduklarını bilince çıkarmalıdırlar. Ve bu görevi geleceğe havale edilmiş, yarının bir görevi olarak görmemelidirler. Erkek yoldaşlar, kendi devrimlerini örgütlemenin adımlarını hemen şimdi atmalıdır. Her günkü kolektif yaşam, örgüt çalışması, kadınla her yan yana gelişte bu adımları atmalıdır. Kadının eksik ve yetmezliklerinden yararlanarak kadın üzerinde inisyatif kurma kurnazlıklarından vazgeçmelidir. Sürekli, kadının kendine güvensizliğini üreten ve büyüten kendini beğenmiş, kibirli, burun kıvıran, kadının pratiğini beğenmez 20 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 nasıldır? Duygularını örgütleyemeyen biri eleştiri-özeleştiri ile, bir örgütü örgüt yapan temel ilkelerden biri olarak ilişkilenebilir mi? Eleştiriyle, devrimci değişim ve gelişimin önemli silahlarından biri olarak gören komünist bir akılla güçlü bağlar kurabilir mi? Eleştirileri, devrimciliğini güçlendirmenin olanağı olarak görüp gönül rahatlığıyla kabul edebilir mi? Eleştiriyi kimin yaptığından çok içeriğiyle ilgilenebilir mi? Haklı-haksız ayrımı yapmadan, maddi hatalara takılmadan eleştiriler üzerine düşünebilir mi? Eleştirilerden öğrenir, sonuçlar çıkarır ve devrimciliğini güçlendirerek yürüyüşünü sürdürebilir mi? Ya da duygularını örgütleme sorunları olan biri, devrimci bir sadelikle özeleştiri verebilir mi? Malesef hiçbir soruya evet yanıtı veremeyiz. Çünkü duygularını örgütlemeyi başaramayan birey, eleştiriyle doğru ve devrimci bir ilişki kuramaz. Böylesi kişileri yöneten tek duygu küçük burjuva gurur ve küçük düşürülmüşlük, haksızlığa uğramışlık psikoloji olur. Duygularını örgütleme sorunları olan bireyin küçük burjuva duyguları öyle bir an gelir ki, eleştiri yapılmasını kişiliğine bir saldırı olarak algılar. Artık o kişiyi, mağdurluk, rencide edilmişlik, devrimci çabasının ve emeklerinin görülmemesi, ne yapsam yaranamıyorum duygusu yönetir. Ve hızla savunma kalkanlarını oluşturur, duvarlarını yükseltir. Duygularını yönetemeyen bireylerin eleştiri algısı böyle olunca, eleştiri karşısındaki tutumları da çok gerici, savunma hatta yer yer saldırgancadır. Kendisine dönük bir eleştiri olduğunda, daha o eleştiriler sürerken bir kıvranma hali göze çarpar. Yüz hatlarının gerildiği, renginin değiştiği, içinde öfke patlamaları yaşandığı her halinden görülmeye başlar. Fırsatını bulduğu ilk anda savunmaya geçmek için tetikte bekler, hemen yanıt vermeye çalışır. Eleştiri aldığı konuda gerekçeler arayan, genelde de bu gerekçeleri kendi dışında bulan savunmacı ruh hali ile karşılaşırız. Kendi benliğine dokunmaz, çünkü eleştiriye tahammülü yoktur böylesi kişilerin. Ve kendilerini olmuş-bitmiş, tamamlanmış devrimciler olarak görürler. Onların pratiğinde yanlış yoktur, herşeyin doğrusunu bilirler ve yaparlar! Duygu kontrolü zayıf birey, eleştiriye hemen yanıt vermeyi, kendini savunmayı başaramamışsa, başlar eleştiri yapan kişiyi gözetim altında tutmaya. O kişinin her hareketi kendisini rahatsız eder artık ve eleştiri malzemesidir. Ilk fırsatta da misillemeci tarzda, daha önce kendisini eleştiren o kişiye salvo atışları düzenler. Bu tür karşı saldırı hamlelerini; 25 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 algıdır. Çünkü duygu, sadece sevgili ilişkilerinde yaşanılan, sadece sevgiliye karşı hissedilen birşey değildir. Devrimci birey yaşamının her anında her türden duyguyu yaşar. Yeri gelir sevinçten uçar, yeri gelir üzüntüye boğulur, gün olur özlem duyar, gün olur kızgınlık, öfke duyar. İzlediğimiz bir haber, tanık olduğumuz bir haksızlık, bir çocuğun açlığı, bir emekçinin yoksulluğu, ezilenin isyanı, bir eylem, yanıbaşında bir yoldaşını kaybetmek vb. her biri devrimciye değişik türden duygular yaşatır. Bu anlarda hangi duyguları daha güçlü yaşayacağını, hangi duygulara gem vurmak gerektini bilmektir duygularını örgütlemek. Ama aynı zamanda kime en güçlü sevgiyle el uzatacağını, en büyük kin ve öfkeyi kime yönelteceğini de bilmektir. Duyguların örgütlenmesi, öfkenin, tepkinin, kızgınlıkların, acıların, özlemlerin ve sevginin bilinçle örgütlenmesi zorunluluğunun kavranmasıdır. Duygulardan kaynaklanan tüm bağımlılık ilişkilerinden arınmış, devrim mücadelesinde ayağına bağ olan her türlü duygulanım biçiminden kopuşmuş, aşkı da dahil her duygusunu devrimin ve partinin gerekleri noktasında örgütlemeyi başaran tarzın yaratılmasıdır. Duyguların örgütlenmesi, devrimci bireyin insana özgü her türden duygusunun bilinç ve iradeyle yeniden kalıba dökülmesi, akıl gücüyle yönetilmesidir. Kendisini her durum ve an’da yönetmeyi başaran, anlık duygulanımlarının peşinden sürüklenmeyen; sevgi, öfke, kin, özlem vb. tüm duygularını yönetebilen bir tarzın örgütlenmesidir. Duyguların hükmünde yaşayan değil, duygularına hükmeden bir tarzın örgütlenmesidir. Özlem, sevgi, kırgınlık, haksızlık vb türden duyguların altında ezilmeyen bir gücün açığa çıkarılmasıdır. Bu, akıl ve mantıkla yoğrulmuş en yüce duyguların yürüyüşünün örgütlenmesidir. Ayaklanmaya duran duygularını akıl gücüyle yönetebilen, duygulu insan tarzının yaratılmasıdır. Bu, kendini her koşulda devrimci tarzda yöneten, duygularının komutanı olan bireylerin örgütlenmesidir. Duygusallıktan arınmış, bilinçle buluşmuş duyguların yön verdiği bireylerin ete kemiğe bürünmesidir. Peki bu başarılamadığında karşımıza devrimci olmayan hangi tutumlar ve sorunlar çıkmaktadır? Örgütsüz Duygular Ve Eleştiri/Özeleştiri Duygularını örgütleyemeyen bir devrimcinin eleştiriyle kurduğu ilişki 24 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 davranışlarını denetim altına almalı ve devrimci bir tarzda aşmalıdırlar. Kadının başarısını içten takdir edip etmediğine, bu başarı için katkı verip vermediğine samimiyetle bakmalıdırlar. Kadın denetimine açık olabilmelidir erkek komünistler. Kadın yoldaşından aldığı eleştirilerin kendisi için çok değerli olduğunu bilmelidir. Bu eleştiriler karşısında savunma silahlarına sarılmamalı, saldırıya geçmek gibi bir bencilliğe düşmemelidir. Kadından öğrenmeye açık, onun tarafından kişilğinin onarılması çabasından mutlu olmalı, anlamaya ve öğrenmeye çalışmalıdır. Öğreniyormuş gibi yapıp öğretmeye kalkmamalıdır. Yönetme alışkanlıklarına karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütmelidir. Yönetmek zevk vermemelidir. Bir zorunluluğun ürünü olduğunu pratik yaşamında ortaya koymalı, geri çekilmesini bilmelidir. Erkeklik gururunun, erk zihniyetinin bir yansıması olduğunu artık kabul etmelidirler. Kadının eleştirisi üzerinden kendini tanımlamaktan vaz geçmeli, kendini tanımalı, “erkek kimdir” sorusuna yoğunlaşmalı, erkekliğini kendisi açığa çıkarmalıdır. “İktidarcılık nedir, bendeki karşılıkları nasıldır” sorusuna yan yollara sapmadan cevaplar vermelidir. Mülkiyetçi, bencil, hesaplı yaklaşımlarını çözümlemelidir. Kadını koruma ve kollamanın erkeğe kalmadığını bilmelidir. Hele ki bu erkek devrimciyse, hiç hakkı olmadığını görmelidir. Samimiyet, nezaket, yardımcı olma vb adlar altında böyle yapan yoldaşlarımız kimsenin hamisi olmaya haklarının olmadığını bilmeli, hem kadınlara hem de kendilerine böyle bir kötülük yapmamalıdır. Yoldaşlık kamuflajı altında babalık, abilik, kocalılık gibi ataerkil hallerini Parti ortamına dayatmamalıdırlar. Parti hukuku ve gerçek yoldaşlık hepimizin dayanacağı yegane güçtür. Bunun dışında ne desteğe, ne de kösteğe ihitiyaç vardır.. Değişmek, değiştirmek, inanmak, istemek! Kazanmaya kilitlenmek... Tarihin bir nesnesi değil, öznesi olmak için, tepeden tırnağa devrimin içine girmek için cins bilinci...Kendimizi kazanmak, devrimi yapmak, sosyalizmin güçlü inşası için cins bilinci. Kadınları, kadın olarak var edecek güç burada gizlidir. Ezilenin de ezileni kadının öncülüğünde zaferi kazanacağız. Başka yolu yok! 21 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 Partinin Sesi: 72 Temmuz-Ağustos2012 AKLIN VE YÜREĞİN DUYGUDA DEVRİMCİ BULUŞMASI “Devrimci kişi duygusal değil duygulu insandır.” derdi Işık yoldaş. Ve eklerdi; “duygularını bilinciyle örgütlemiş insandır.” Vurguyu, duygularını örgütlemiş devrimcilere yapardı. Duygulu insan; olaylar, olgular, kişiler, gelişmeler ve sorunlarla akıl ve duygunun dengeye oturduğu bir mantıkla ilişkilenen, bilinçle yoğrulmuş duygular bütünlüğünden oluşan bir akılla sorgulayan ve sonuçlara giden kişidir. Duygulu insan, duyguları en yüce haliyle yaşarken, bu duyguları örgütleme ve yönetme başarısı gösteren kişidir. Duygusal insan ise; tüm bunlarla sadece duygularıyla bağ kuran, tüm bunları duygularının egemenliğinde değerlendiren ve duygularının basıncıyla sonuca giden kişidir. Duyguların örgütlenmesi, mantığımız ile duygularımızın girdiği her çarpışmadan, devrimci aklın galip çıkmasıdır. Akıl ile yüreğin karşı karşıya geldiği her savaşın, devrim için çarpan bir yüreğin örgütlenmesiyle sonlanmasıdır. Duygu dünyamızın, akıl ve mantık içerilmiş bir özle yeniden yaratılmasıdır bu. Duygularımızın devrimci bilinçle yoğrulması, devrimci aklın yol gösterdiği bir yürek gözüyle dünyaya bakışın örgütlenmesidir. Bilincimiz devrimcidir, yıkmayı ve yeniden kurmayı içerir. Sınıflı toplumların cinsiyet rollerinin duygularını yaşayış biçimleri söz konusu olduğunda da, devrimci birey bunları yıkıcı ve devrimci tarzı kurucu olmalıdır. Duygulu insan duygusal değildir, duygularına akıl içeren, tüm duygularını örgütlemeyi başaran kişidir. Duygularını aklıyla yöneten, duygularına yön verebilen kişidir. İradesi ve aklı duygularına yenilmeyen kişidir. Duygulu insan yaşadıklarını mantık süzgecinden geçiren, olay, olgu, kişi veya gelişmelerle bilinçle güçlendirilmiş duygular ve akıl gücüyle ilişkilenen kişidir. Duygularını yönetmeyi bilen, onları an’a, duruma ve ihtiyaçlara göre örgütlemeyi başaran kişidir. Sadece duygular penceresinden değil, akıl ve yüreğin her çarpışmasından sağduyu örgütleyerek, mantık penceresinden de bakan kişidir. 22 Duygusal insan, mantık gücünü kullanamayan, gelişmeleri akıl süzgecinden geçirmekte zorlanan, yaşadıklarıyla sadece duygularından dönük ilişkilenen kişidir. Akıl hükmünü yitirmiştir burada, akıl duygulara yenilmiştir. Örgütlenmemiş duyguların öne geçtiği her anda akıl silahsızlandırılmıştır. O andan itibaren kişiye yön veren duygu dünyasında yaşadıklarıdır, hissettikleridir ama aklı ve mantığı değildir. Örgütsüz duygularla yol alan birey, doğru sonuçlara gidemediği gibi doğru kararlar verip doğru tercihlerde de bulunamaz. Bilinçten azade hükmünü süren duyguları onu nereye götürürse kişi de oraya sürüklenir. Mantık saf dışı kalmıştır artık, akıl işlemez olmuştur. Doğru ile yanlışın ayrımına varacak bilinç işletilemez hale gelmiştir. Kaygılar, korkular, endişeler veya tersinden sevinçler, özlemler vb. kişiyi yöneten asıl şey haline gelmiştir. Kendi içinde yaşadığı şeyler olan duygular, örgütlenemediği her an, kişinin kendisini de yöneten, onu da içine alıp sürükleyen bir anafora dönüşmüştür. Akıl gücü yitmiştir bu an’da, duygular hükmünü sürmektedir. Aşk, sevgi, sevinç, mutluluk, özlem, küskünlük, kırılma, kıskançlık, üzüntü, öfke, tepki, kin, nefret... Hepsi insana dairdir. İnsana dair olan tüm duyguların yok sayılması, öldürülmesi değildir duyguların örgütlenmesi. Tersine, sınıflı toplumlar boyunca insanın kendisine yabancılaştırılmasının sonucu olarak özünden koparılmış bu duyguların insanca ve bilinçlice yeniden örgütlenmesidir. Duygulu olmak, duyguları reddetmek değildir, duygu selinde akıntıya kapılıp gitmeyi reddetmektir. Duyguları, “insanı aşan ve yönetilemeyen şeyler” olarak gören algıyı reddetmektir. Duygulu insan, kendini duygusallığın iç çalkantılarında çırpınmaktan, gerçek dünyayla bağları koparan yıpratıcı duygusallıklardan kurtaran, kendini akıl gücüyle yöneten bireydir. Devrim düşü ile, devrim hedefi ile yüceltilmiş duygularla kendini donatmış, aklının ve yüreğinin irade birliğini sağlamış kişidir. Duygulu insan veya duyguların örgütlenmesiyle kastedilen, sadece sevgili ilişkilerinin devrimci tarzda örgütlenmesi değildir. Bu çok dar bir 23