iran-batı nükleer anlaşması - Dunyabulteni

advertisement
> DÜBAM
YUVARLAK MASA TOPLANTILARI
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
Moderatör: Aynur ERDOĞAN
> 2013 ARALIK
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
www.dunyabulteni.net
DÜBAM
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
Konuşmacılar
Cihan AKTAŞ
Hakkı UYGUR
Süleyman ELİK
Genel Yayın Yönetmeni
Akif EMRE
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
(SUNUŞ)
24 Kasım 2013 tarihinde Birleşmiş Milletler daimi üyeleri ile Almanya
(5+1) ve İran arasında İran’ın nükleer çalışmalarına ilişkin bir anlaşma
imzalandı. Bu anlaşmanın altı ay sonra varılacak nihai anlaşmanın ilk adımı olduğu açıklanırken İran ile Batı ilişkilerinde yeni sürece girildiğinin
de işareti verilmiş oldu. Söz konusu anlaşmaya göre, İran nükleer silah
yapımında önemli bir eşik olan uranyum zenginleştirme oranında konulan
sınırlamayı kabul etti. Diğer taraftan Batı ülkeleri de İran’a yönelik uygulanan ekonomik ambargoda hafifletmeye gideceğini taaahhüt etmiş oldu.
Peki, gerçekte bu anlaşma ne ifade ediyordu? Gerçekten İran’ın Batı’ya
karşı kazandığı siyasi bir zafer miydi yoksa İran bu anlaşmayla Batı ülkeleri ve siyasi geleneğinde “düşman” olarak ilan ettiği ABD karşısında
mağlup mu olmuştu? Arap baharıyla sinyallerini veren Ortadoğu değişim
rüzgarlarının ne kadar etkisi vardı? Küresel kapitalizm en önemli karşıt
kutuplarından birini dize mi getirmişti yoksa karşısında gerilemiş miydi?
İran İslam Devriminin iddialarından vazgeçerek küresel düzene entegre
mi oluyordu? İrail’in tepkisi ne anlama geliyordu? İsrail-ABD ilişkilerin5
> 2013 ARALIK
Ruhani’nin temsil ettiği İran yönetimi, halkın uzun yıllardır zarar gördüğü ve gittikçe şiddetlenen ekonomik ambargoda hafiflemeye gidildiği
için bu anlaşmayı siyasi bir zafer olarak sundu İran toplumuna. Ayrıca
anlaşmanın İran’ın nükleer faaliyetlerini engellemeyeceğini ve aslında
İran’ın bu faaliyetleri yürütme hakkını teyit ettiğini de vurguladı. Batı ülkelerini temsilen Amerika Birleşik Devletleri ise uranyum zenginleştirmeye getirilen sınırlamayı işaret ederek bunun uzun vadede İran’ın nükleer
faaliyetlerini sonlandırmanın ilk adımı olduğunu ilan etti.
de değişimi mi imliyordu? Körfez ülkelerinin karşı koyuşları nasıl anlaşılmalıydı? İran toplumu, yıllardır düşman bellediği güçlerle anlaşmayı nasıl
karşılayacaktı? Bu anlaşma, Suriye meselesini ne kadar etkileyecekti? Bu
anlaşma bölgesel dengeleri ne yönde değiştirecekti? Türkiye açısından
İran’ın Batı’yla anlaşması bir kazanım mıydı yoksa güç kaybını mı ifade
ediyordu?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Bu ayki yuvarlak masa toplantısında bu ve benzeri soruları etraflıca konuşabileceğimiz üç değerli konuğumuz var. Cihan Aktaş, Hakkı Uygur
ve Yard. Doç. Dr. Süleyman Elik farklı açılardan meseleyi değerlendirerek konunun anlaşılmasına katkıda bulundular. Alanlarında uzman konuklarımız sorularımıza cevap verirken anlaşmaya gelinen tarihi sürece ayna
tuttular ve birçok meseleyi aydınlatacak önemli bilgiler sundular.
6
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
Aynur Erdoğan: 24 Kasım’da BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi
ülkesi ile Almanya ve İran arasında İran’ın nükleer çalışmalarına
ilişkin anlaşma sağlandı. Bu anlaşmanın tam anlaşmaya giden
altı aylık süreçte ilk adım olduğu söylendi. Anlaşmaya göre İran
uranyum zenginleştirme oranını düşürürken Batılı ülkeler de İran’a
yönelik yaptırımların hafifletilmesi sözünü vermiş oldu. Ardından
İranlı yetkililer kendi toplumlarına İran’ın nükleer çalışma yapma
hakkından vazgeçmediği, anlaşmanın buna zarar vermediği
açıklamasını yaparken ABD’li yetkililer bu anlaşmanın İran’ın
nükleer faaliyetlerini uzun vadede sonlandırma yönünde ilk adım
olduğunu iddia etti. Bugün bu toplantıda bu anlaşmanın gerçekte ne
anlama geldiğini konuşacağız. İran açısından yenilgi mi zafer mi?
Bölge dengeleri açısından ve küresel siyaset açısından ne ifade ediyor?
Süleyman Bey, bölgede İsrail illegal bir biçimde atom bombası elde
ettiği halde İran neden olmayan bombadan dolayı cezalandırılıyor.
Nükleer güce sahip olmak dünya siyaseti açısından ne ifade ediyor?
Süleyman Elik: Nükleer konusu, sadece siyasetle ilgili değil tabii
ki. Soğuk savaş döneminden, özellikle 1945’ten sonra atom bombasının
Japonya’ya atılması, Hiroşima, Nagazaki vakaları, öyle bir teknolojinin
askeri amaçlı kullanılması dünya sistemini, diğer bir deyişle uluslararası
sistemi değiştirdi ve çok kutuplu sistemden iki kutuplu düzene geçişi
sağladı. Biz bu iki kutuplu düzene uluslararası ilişkiler literatüründe
“balance of teror” yani “terör dengesi” diyoruz. Sovyetler Birliği ile
Amerika arasında gelişen anlaşmalı soğuk savaş düzenini ifade ediyor.
Şimdi, İran meselesine gelince, İran’ın nükleer çalışmalara başlaması
Şah Dönemi’nde gerçekleşmişti. Taa o yıllarda İran Atom Enerjisi Kurulu
kuruldu, 1958 yılında ilk defa Amerika’nın İran’da nükleer reaktör yapması
söz konusu. Aynı tarihlerde Türkiye ve Güney Afrika da benzer çalışmalar
ve araştırma reaktörleri yapıldı. Bu nükleer reaktörlerin amacı bilimsel
7
> 2013 ARALIK
TOPLANTI METNİ
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
çalışmaları yürütebilmek, ayrıca tıp alanında kullanılan radyoizotoplar
üretmek amacıyla müsaade edilmişti. Mesela en basit bir işlemlerden bir
konu olan yaş tayini gibi çeşitli teknolojik alanlarda kullanımı söz konusu
bu nükleer araştırma merkezlerinin.
A.E: Bizdeki nükleer santral sağlık alanıyla sınırlı kaldı sanırım?
S.E: Bizdeki Nükleer Araştırma Merkezi Türkiye Atom Enerjisi
Kurumu’na bağlı olarak Küçükçekmece’de kuruldu. 1996 yılında nedeni
hiçbir şekilde açıklanmadan kapatıldı. Arkasından bir özel firma şu anda
500 milyon dolarlık bir radyo izotop ticaretini, bizimle aynı tarihlerde
kurulan araştırma reaktöründe, Güney Afrika’dan yapıyor.
Türkiye Nükleer Dolayısıyla büyük bir rant nedeniyle kapatılması söz
konusu. Araştırma reaktörünü faaliyete geçirme alanında
Araştırma Merkezi
çalışmalar yapan arkadaşlarımız var. Ama Ak Parti
1996 yılında nedeni Hükümeti olmasına rağmen bir türlü bunu başaramıyorlar.
hiçbir şekilde açık- Bu şu anlama geliyor: Türkiye’de fen bilimleri, fizik
bilimleri alanında birçok hocamızı görürsünüz, sosyal
lanmadan kapatılbilimleri küçümserler. Ama bu alanlarda çalışmalar yapan
dı. Arkasından bir hocalarımızın aslında Türkiye’de çalışma yapmadığı
özel firma şu anda anlamına geliyor bu mesele. Çünkü hiçbir testimizi,
kendimizin yapma imkanı yok. Yani özellikle fizik,
500 milyon dolarlık
kimya vs alanlarında bilimin ölmesi anlamına gelir bu tip
bir ticareti Güney fiziksel eksiklikler. 1970-80’li yıllarda Pakistan’ın nükleer
Afrika’yla yapıyor. silaha ulaşmasını sağlayan Türk bilim adamlarıdır, Türk
mühendislerdir.
A.E: Buradan gidenler mi?
S.E: Buradan gidenler. Fakat 90’lı yıllardan sonra artık bu anlamda
bir deneyimimiz söz konusu değil. İran’a gelince, İran bildiğim kadarıyla
yaklaşık 28 tane nükleer reaktör yapmak için Şah döneminde, 1970’li
yıllarda, Amerika ile ilişki kuruyor. Fransa ve Almanya, artı Amerika
Birleşik Devletleri’yle yapmış oldukları kontratlar vardı. Avrupa’nın
nükleer teknolojilerini ya da nükleer reaktörlerini kontrol eden EUROTOM
adlı bir merkez var. Bu merkez hem bu teknolojiyi elinde tutuyor hem
kimseyle paylaşmıyor. O dönemde bu merkezin hissesinin %10’unu
8
Muhammed Reza Şah satın almıştı. Devrimden sonra tabii ki tamamen
donduruldu oradaki hakları. Hatta Şah’ın anılarında ilginç bir şekilde
Kissenger ile olan bir diyalogu geçer. “Beni neden indiriyorsunuz, neden
sahip çıkmıyorsunuz” diye soruyor hatıratında.
A.E: Bu diyalog devrim sürecinde mi geçmiş?
S.E: Devrim sürecindeyken. Kissinger da “heral de siz delirmiş
olmalısınız” diyor ve arkasını dönerek çıktığını ifade ediyor Şah hatıratında.
Burada şunu görüyoruz: Şah’la, İran Devrimi ile ilgili Humeyni’yi
desteklediğine dair teoriler ileriye atıyorlar... Bunun gerçeklik payı şu
anlamda var; O dönemde 100.000 kadar Batılı bilim adamı ve iş adamları
Tahran sokaklarında dolaşmasına rağmen, devrimin gerçekleşmesi söz
konusu. Ben güvenlik perspektifinden bakıyorum. Tabii İslam Devrimi’ni
tartışmaya açmak istemiyorum, çok ayrı bir şey, sosyal bir hareket çünkü.
Fakat güvenlik perspektifinden nükleer konusuna baktığımızda, devrim
olduktan sonra bütün çalışmaların durması söz konusu. Taa ki Saddam
Hüseyin, kimyasal silahları İran’a karşı kullanana kadar. İran’a karşı
kullanıldığında, 88 yılında, Humeyni anlaşmak zorunda kalmıştı Irak’la.
Çünkü aksi takdirde çok daha büyük şeylerle karşılaşacaktı. Bu kimyasal
silahları Fransa ve İngiltere’den almıştı Saddam Hüseyin, ki bir kısmını
da Kürtlere karşı kullandı biliyorsunuz. Sanırım Suriye de aynı şekilde
Fransa ve İngiltere’den aldı ve kullandığı kimyasal silahları. Uluslararası
ilişkiler çerçevesinde bakıldığında bu nükleer teknolojiye geçiş hikayesi
İran için dönüm noktasıydı. Biliyorsunuz Humeyni’nin nükleer silahlarla
ilgili nükleer silahlara biz geçmek istemiyoruz tarzında, insanlık suçu
olması ile ilgili fetvası vardı. Gerçekten de doğrusunu söylemek gerekirse
bir insanlık suçu. Fakat Rafsancani iktidara geldikten sonra, parlamento
sözcüsüyken Moskova’ya yapmış olduğu 1989, 1992 iki ziyareti var. O
ziyaretlerde gizli anlaşma yapıyor, 96’da bu anlaşma tekrar ediyor ve
9
<
> 2013 ARALIK
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
bugünkü bahsettiğimiz nükleer reaktör ile ilgili anlaşma gündeme geliyor.
Ve Ruslar bu ihaleyi alıyorlar. İşte şu anda 1000 megawatt civarında bir
elektrik üretiyor, çok büyük değil aslında. Diğer birkaç tane araştırma
reaktörü daha var bahsettiğimiz. Yeni kurulan Natan, Arak’ta vs var.
Arak’takini çok tehlikeli buluyorlar çünkü o, nükleer silah üretiminin
ana maddelerinden bir tanesi olan plütonyum üretiyor. Nükleer teknoloji
teknik bir konu olmasına rağmen biraz bu konularla ilgili çalışmıştım. Bu
konuyu detaylı anlatabilirim, özetle nükleer silahlar ile nükleer teknolojiyi
birbirinden ayırmak gerekiyor. Biraz önce söylemiş olduğum özellikle
nükleer araştırma reaktörleri çok önemli. Mesela reaktörü kapalı olduğu için
ölen birisinin yaş tayinini Türkiye şu anda kendi imkanlarıyla yapamıyor.
Emniyet Teşkilatı numuneleri belli bir ücret karşılığında İrlanda’ya
gönderiyor. Yani düşünün ki bir cinayeti çözmek için İrlanda’daki raporu
beklemek zorundasınız. Bu raporun ne kadar sağlıklı olduğu da tartışılır.
Dolayısıyla İran, ‘Ben, nükleer teknolojiye geçmek istiyorum, ben nükleer
silah yapmak istemiyorum’ diyor. Ki Türkiye’de bu tezi destekliyor. Çünkü
Türkiye de aynı ihtiyaca sahip olduğu için yarın bu durumla karşı karşıya
gelebileceğini düşünüyor. Aynı şeyle karşılaşabilir Türkiye. Dolayısıyla
nükleer teknoloji aslında bugünkü sanayi devrimi sonrası toplumların
kalkınması için anahtar bir şey.
A.E: Dünya üzerinde bağımsız bir ülke olmak için bu teknolojiye
sahip olmak gerekir, sonucuna varıyoruz?
S.E: Kesinlikle… Zaten o yüzden İran’a karşı çıkılıyor. Bir de şöyle
bir şey var; siz bir nükleer reaktör yaptığınızda sanayi alanındaki en
büyük yatırımı yapmış oluyorsunuz. Oto sanayisinden çok daha büyük,
uçak fabrikasından çok daha komplike bir şey. Çok sıkı denetimi olması
gerekiyor. Çünkü herhangi bir sızıntıda, herhangi bir patlamada felaketle
sonuçlanabilecek, dolayısıyla böyle stratejik bir şeyi başaran bir ülke,
çok rahat bir şekilde çok büyük bir güce sahip olması anlamına geliyor.
Diğer teknolojilerin de otomatik olarak gelişmesi anlamına geliyor, yan
sanayisini buna göre yeniden düzenlemesi anlamına geliyor. Erbakan
Hoca’nın söylediği şeyin, ağır sanayi hamlesinin aslında pratik olarak
gerçekleşmesi anlamına geliyor.
10
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
11
> 2013 ARALIK
A.E: O halde Batılı devletlerin İran’a yönelik yaptırımları
bombadan daha çok, nükleer teknolojiye sahip olması…
S.E: Kesinlikle…
A.E: O zaman ikiyüzlü bir politika mı yürütülüyor? Yani bomba
deyip, nükleer çalışmaları sonlandırmak gibi…
S.E: İki yüzlülük değil de, diplomasidir. Diplomaside dürüstlük
arayamazsınız. Diplomaside çıkarlar söz konusudur. Dolayısıyla onlar,
size yani dünyaya bunu empoze etmeye çalışıyorlar. İran nükleer silah
yapacak ve bunu kullanacak; çok gayri insani bir şey olarak tanımlıyorlar.
Dolayısıyla böyle bir tanımlamayla İran bu güce sahip
olduğu takdirde, olası kullanımda felaketle sonuçlanması 360 milyon insanın
korkusu yaymaya çalışıyorlar. Bir korku, bir terör
olası nükleer saldıkorkusu… 1962 yılında Küba Jüpiter dediğimiz füze krizi
yaşanmıştı. Bu aslında Batı tarihinde, dönüm noktasıdır rıda öleceği tahmin
aslında. Fakat bunlar çok fazla dikkati çekmezler ediliyordu. Bu her iki
maalesef. Bu şu anlama geliyor; bildiğiniz gibi nükleer
taraftan da en mifüzelerin bir kısmı Küba’ya yerleştirilmişti, Sovyetler
Birliği tarafından. NATO üsleri de İtalya ve Türkiye nimum tahmin. Doüzerine yerleştirilmişti. Dolayısıyla olası saldırı karşısında layısıyla bu insanlık
Türkiye’den fırlatılma emri veriliyordu. Fakat öyle bir
için felaket; bir neslin
durum oldu ki ‘karşılıklın tarafların birbirine kesin olarak
imha etmesi anlamına gelen MAD tabiri kullandılar, ortadan yok olması
bir teori geliştirdiler. 360 milyon insanın olası nükleer anlamına geliyor.
saldırıda öleceği tahmin ediliyordu. Bu her iki taraftan
da en minimum tahmin. Dolayısıyla bu insanlık için felaket senaryosu idi;
bir neslin ortadan yok olması anlamına geliyor. Gerçekten o kadar dehşet
verici bir nükleer silahlanma var o dönemde. O anlaşmaya göre bu tehdidin
kendilerini yok edebilecek bir düzeye geldiğini fark ettiklerinde yeni
bir anlaşma yoluna gittiler. İşte bu anlaşma ‘Non-Proliferation Treaty Nükleer Silahların Azaltılması Anlaşması’ SALT I, SALT II, 1992-1993’lü
yıllarda nükleer silahların azaltılması ile ilgili yapmış oldukları anlaşma ve
sonraki anlaşmalar. Bu anlaşmalarla artık nükleer silahların savunma aracı
olarak kullanılması ihtimali ortadan kalktı.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
A.E: Ruhani anlaşmadan sonra “Birilerinin
çıkıp da ‘İran’ın atom bombası yapmasını
önledik’ demesi tarihe geçecek bir fıkra gibi.
İslam’a göre atom bombası kitle imha silahıdır
ve kabul edilemez. Ulemamız bu bombanın
yapılamayacağına dair fetva vermiştir zaten” dedi. Bu bağlamda
Humeyni’nin de bir fetvası var >dedi Süleyman Bey. İran devlet
politikası nedir bu konuda?
Hakkı Uygur: Süleyman Hocam’ın da dediği gibi başından beri
İran, bütün bu nükleer faaliyetlerin hep barışçıl amaçlarla olduğunu
söylüyor, hiçbir zaman nükleer silah için olmadığını söylüyor. Bunu
çeşitli kavramlarla dile getiriyor, öncelikle dini yönden bunu üretmenin,
saklamanın ve kullanmanın haram olduğuna dair fetvalar var. Diğer
yandan askeri yetkililer de sürekli dile getiriyorlar. Yani İran sahip olduğu
bölgesel gücünü nükleer silahlarla elde etmedi. Tersine işte Pakistan
gibi İsrail gibi nükleer silahlara sahip ülkeler var ama bunlar da milli
güvenliklerini sağlayabilmiş değiller. Dolayısıyla İran’ın zaten böyle bir
şeye de ihtiyacı yok pratikte. Dolayısıyla biz yalnızca nükleer teknoloji
istiyoruz diyorlar. Onu da işte Süleyman Bey’in az önce özetlediği gibi
birçok kullanım alanı var, bu teknolojinin, sivil alanda, tıpta vs. kullanım
alanları var. Aynı zamanda bu çok stratejik bir teknoloji, yani İran bunun
varoluş savaşını veriyor aslında. Eğer yalnızca bunu bir enerji olarak
görürseniz çok doğru değil, enerji olarak büyük bir faydası var. İran,
bilindiği gibi yurtiçinde çok fazla enerji tüketen bir ülke... Yani İran’da
kesin rakam yok denildi ama eğer Türkiye’de yıllık 60 milyar dolar bir
enerji ithalatına para harcanıyorsa bu rakam İran’da benim tahminim 2
katıdır. Çünkü enerji israfı çok fazla ülkede, sanayisi vesairesi çok eski,
ev kullanımında, sivil kullanımda çok fazla enerji ihtiyacı var. Biraz ucuz
olmasından kaynaklanıyor, benzinin, doğalgazın vesaire. İran burada çok
büyük bir kar sağlayacak. Ama bundan daha da önemlisi İran, uluslararası
sistemde ‘ben de varım’ demeye çalışıyor. Çünkü NPT olarak bildiğimiz
anlaşma, Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşması da yalnızca
belli ülkelerin elinde kalması için ayarlanmış bir anlaşma. “Bizde var,
12
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
13
> 2013 ARALIK
bundan sonra kimsenin elinde olmasın” anlamına geliyor. Kimde olabilir?
Ancak göz yumulan ülkelerde, İsrail gibi, Kuzey Kore gibi. Çünkü
biliyorsunuz bunlar kesin olarak Amerika’nın veya Rusya’nın uydusu
olarak kaydedebileceğimiz ülkeler, bunlara dokunulmuyor, bunların
dokunulmazlığı var bir şekilde. İran, sahip olduğu teknolojiyle üst lige, 1.
lige çıkmaya çalışıyor. Ve bunu gerçekleştirmiş durumda. Bugün itibariyle
anlaşmanın gerçekleşmesinin sebebi de o. İran artık nükleer enerjiyi milli
hale getirmiş bir ülke. Yani bütün teknolojiye sahip… İran’ın argümanı
‘eğer benim nükleer silah üretmemden şüpheleniyorsanız, ben size her türlü
güvenceyi vermeye hazırım, ama eğer barışçıl amaçlarla
kullanacaksam ki ben öyle iddia ediyorum, onun için bu İran, sahip olduğu
NPT çerçevesinde de nükleer teknolojiye sahip ülkelerin teknolojiyle üst lige,
diğer ülkelere yardım etme gibi bir yükümlülüğü var’. 1. lige çıkmaya çalışıİran diyor ki ‘ben şimdiye kadar yardım almadım tersine
sürekli engellendim, dolayısıyla bu tek yönlü bir anlaşma yor. Ve bunu gerçekgibi oldu, bu öyle olmaz, bunu kabul etmeniz lazım.’ leştirmiş durumda.
İkinci bir yönü de İran’ın uluslararası stratejik yerinden Bugün itibariyle ankaynaklanıyor. İran biliyorsunuz, Ortadoğu ve özellikle
Batı ülkeleri için çok hoş olmayan siyasetler izliyor, İsrail laşmanın gerçekleşkarşısındaki tutumu, Lübnan-Hizbullah’a desteği vs. mesinin sebebi de
Böyle bir ülkenin nükleer silaha sahip olması Batı’nın çok o. İran artık nükleer
işine gelmiyor. Ama bir de şöyle bir şey var, bu nükleer
teknolojiyi elde ettiğiniz zaman bunun sivil kullanımı enerjiyi milli hale geile askeri kullanımı arasında çok çok ince bir çizgi var. tirmiş bir ülke.
Bu teknolojiyi elde ettiğiniz zaman özellikle uranyum
zenginleştirilmesi burada çok kilit bir nokta. Uranyum zenginleştirdiğiniz
zaman nükleer silah elde edebiliyorsunuz istediğiniz takdirde. Dolayısıyla
dikkat edin sürekli, gerek İsrailli yetkililer olsun en son Obama açıklama
yapmıştı, bundan 3 ay kadar önce, İran’ın nükleer silahlara 1 yıl mesafesi
var diye. Çok önemli bir açıklama, yani İsrail şimdiye kadar psikolojik savaş
olarak yürütüyordu, buna yönelik söylemi vardı. Ama ilk kez Amerikan
Başkanı böyle bir şey dedi. Bu neden kaynaklanıyor? Çünkü artık İran
uranyum zenginleştirmesine sahip, yeni nesil santrifüjler de üretebiliyor.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
İlk nesiller gibi ilkel değil çok daha hızlı üretebiliyor. Biliyorsunuz % 20’e
çıktı…
A.E: Anlaşmayla % 5’e indi…
H.U: Evet. İran başından beri diyordu ki benim ihtiyacım yok buna.
Ama siz bana yaptırım uygularsanız ben bu gelirimi artırırım. Ne yaparım?
Uranyum zenginleştirmesinden mi çekiniyorsunuz siz, ben bunu artırırım,
% 20’e çıkartırım dedi ve çıkarttı.
A.E: İşte bu durum şöyle bir algıya sebep oluyor Batı medyasında;
İran takiyye yapıyor, yani aslında bomba yapma amacıyla uranyum
zenginleştiriyor ama bunu gizliyor. Peki, İran toplumunda da takiyye
algısı, yani aslında niyetlerinin bomba yapmak olduğuna dair bir algı
var mı?
H.U: Şimdi dediğim gibi zaten bir hedefe varacaksınız. 100 km bu yol,
bunun 95 km’si ortak bir yol. Siz o yolda gidiyorsunuz, şimdi bazıları
diyor ki buraya gidecek, İran da diyor ki hayır ben buraya gideceğim.
Dolayısıyla burada niyet okuma var. Ve bu çok doğru bir şey değil.
Süleyman Bey’in dediği gibi yani uluslararası diplomaside zaten dürüstlük
falan söz konusu değildir. Dünyanın birçok ülkesinde nükleer enerji var
sivil amaçlı, hatta askeri amaçlı, işte İsrail gibi ülkeler var, Pakistan gibi
ülkeler var, neden İran’a bu kadar baskı? Dediğim gibi İran’ın uluslararası
konumundan kaynaklanıyor bu baskı. Çünkü İran’ın özellikle Batı’yla
Amerika’yla sorunları var ve bu güce sahip olması istenmiyor. İran bu
güce sahip olmadan şu anda bölgede ciddi bir egemenlik kurmuş durumda,
biliyorsunuz Lübnan’dan Afganistan’a, Pakistan’a kadar olan coğrafyada
İran’ı göze almadan konuşamıyoruz. İran’ın gücünü, en son Suriye
meselesinde biz bunu yakından gördük. Yani görmezden geldiğiniz zaman
çok ağır maliyetleri olabiliyor. Ve İran bunu nükleer silaha sahip olmadan
yaptı. Özellikle Körfez’deki ülkeler ciddi panik içindeler, belki birazdan
değiniriz. Suudi Arabistan’ın ve İsrail’in özellikle çok büyük etkisi var
bu anlaşmaya. Çünkü artık İran’ı durduramaz bir noktaya gelecek. Yani
İran’a uranyum zenginleştirme hakkı tanındığı zaman bir çeşit Almanya
ve Japonya olacak, barışçıl nükleer teknolojiye sahipsiniz, ama daha
önce Japonya da ilan etti, istendiği takdirde 24 saat içinde biz nükleer
14
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
15
> 2013 ARALIK
bomba yapabiliriz, dedi. Çünkü her şeyimiz var, tüm malzememiz hazır,
malzemeyi birleştireceksiniz. İran da diyor, ben bu % 20’yi bırakabilirim
ama benim uranyum zenginleştirme hakkımın tanınması lazım. Batı buna
yanaşmıyor. 24 Kasım’da açıklanan anlaşmanın en sorunlu tarafı bu. Bu
konu muğlakta duruyor. İran diyor ki biz bunu kabul ettirdik Batı’ya,
İran’da bunun için bir sevinç var, Batı resmen kabul etti bizim uranyum
zenginleştirme hakkımızı. Batı diyor ki, yok biz öyle bir şey kabul etmedik,
bu geçici bir anlaşma ve biz yalnızca % 20’nin aşağıya indirilmesini kabul
ettik. Bu 6 ay sonra ciddi bir problem yaratacaktır. Çünkü
Hem İran’ın kararbeklentiler farklı.
A.E: Teknik bir soru olacak ama, belki lılığı, nükleer enerji
biliyorsunuzdur; % 20 oranında uranyum
zenginleştirmenin nükleer bomba yapmanın, silah hakkından vazgeçmeyeceğine dair çaüretmenin haricinde sivil bir amacı olabilir mi?
H. U: Var, başka kullanım amaçları da var. Tahran’daki lışmalarını sürdürmenükleer tesislerden birinde İran başından beri, % 20
uranyuma ihtiyacı olduğunu söylüyor. Hatta bu anlaşmada si hem de bölgede
da var, çok az bir kısmını orada saklayacak, geri kalanını gerçekleşen birçok
imha edecek diye. Dolayısıyla bunun sivil kullanımı da problemli durumda
var. Ama dediğim gibi % 20 ile % 90-98’e giden yol çok
kısa. Hatırlarsanız, Netanyahu, Birleşmiş Milletler’de İran’ın görmezden
elinde kartondan bir nükleer bomba… İşte İran şuraya gelinememesi, karşıtkadar geldi, şuraya geldiği zaman bomba yapacak, İran’ın larını başka türlü bir
ihtiyacı olan tek şey zamandı. Dolayısıyla bu anlaşma
olmasaydı çok kötü bir yere gidiliyordu. Ekonomik yönteme zorladı.
yaptırımlar İran’ı ciddi ölçüde sarstı. İran tarafından
bakıldığı zaman bu anlaşmanın kabul edilmesinin en önemli sebebi bu,
İran’ın ciddi sorunları var.
A.E: Seçim sürecinde muhalefetin görece uyumlu kalması ve
yine Batı tarafından bir karşı propaganda olmayışı anlaşmanın
zeminini işaret eder mi? Önceki seçimlerle karşılaştırdığınızda ne
görüyorsunuz?
Cihan Aktaş: İki taraf da sanki bunu bekliyordu. İlişkiler çok gerilmişti
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
ve siyaset üretilemez olmuştu. Aslında İran’la Amerika arasında her
zaman dolaylı değil doğrudan görüşme eğilimi vardı. Ama görüşmeye açık
tarafların pozisyonu denk düşmüyordu. Bush-Hatemi Döneminde Bush sert
politika izliyordu. Ahmedinecad Döneminde Obama iyi niyet yansıttığı
halde Ahmedinecad uzlaşmaz bir politika izlediğinden doğrudan görüşme
konusunda bir yere varılamadı. Derken Obama’nın da kendini çıkmazda
hissetmesi, İran’ın da ambargo nedeniyle zor bir dönemece girmesi
bu noktayı hazırladı. Hem İran’ın kararlılığı, nükleer enerji hakkından
vazgeçmeyeceğine dair çalışmalarını sürdürmesi hem de arkadaşlarımızın
değindiği gibi, bölgede gerçekleşen birçok problemli durumda İran’ın
görmezden gelinememesi, karşıtlarını başka türlü bir yönteme zorladı
da denilebilir. Aslında doğrudan görüşmelerin gerekliliği her iki tarafta
daha sık dillendirilmeye başlanmıştı. İran’da ambargo toplumu fazlasıyla
etkilemeye başladı, buna rağmen halkın bir şekilde yine de bir direnme
gücüne sahip olduğunu gösterdiği söylenilebilir… Hele nükleer enerji söz
konusuyken İran halkı rejim yanlısı ya da muhalif olsun geniş bir fikir
ortaklığı içindedir.
Hatta muhalefetten kişilerle görüşseniz ya da iktidardan herkes, bu
İran’ın hakkı, elbette taviz verilemez, der. Bu konu ilk gündeme geldiği
yıllarda, nükleer enerjiye karşı eleştirel bir yaklaşımım olduğundan oradaki
çok devrimci bildiğim çevrelerle görüşmelerimde nükleer enerjiden yana
bir tutum içinde olduklarını öğrendiğimde çok şaşırmıştım önce. Sonuçta
konuştuğunuzda kendilerine göre açıklamaları var. Yalnız ne olursa olsun
yine de nükleer enerji yoluyla bombaya açılması meseleye sırf iktidar, güç,
yenilik gibi açılardan bakmayan herkesi kaygılandırabiliyor. Japonya’da
olanları hepimiz gördük. Japonlar bu kadar titiz çalıştıkları halde ve her
türlü teknolojiye sahip oldukları halde bir felaket yaşandı.
A.E: Şöyle bir iddia var: “Amerika ile İran arasında bir süredir
gizli görüşmeler sürüyordu. Bu anlaşma bu görüşmelerin sonucu.”
İran Dışişleri Bakanlığı birkaç gün önce bunu resmi bir açıklamayla
reddetti. Ama öyle de bir iddia var. Seçim sürecinden beri yaşananları
değerlendirdiğimizde sanki bu iddianın doğruluğuna hükmediyoruz?
Hem toplum olarak hem rejim olarak aslında böyle bir anlaşmayı
16
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
17
> 2013 ARALIK
bekliyorlardı, buna bir zemin
hazırlanmıştı?
C.A: İran’la Amerika arasında
hep böyle bir ilişki olagelmiştir,
bir yandan birbirini iten bir yandan
çeken bir ilişki… 1950’lere kadar
İran’da etkili olan emperyalist ülke
İngiltere idi. Musaddık Darbesi’nin
ardından,
Amerika’yla birlikte
daha uzak bir düşman belirdi ve İngiltere’nin ülkelerindeki siyasetlerinden
duyulan rahatsızlıkla, uzak bir emperyalist ülkeyle yeni bir sayfa açıldı.
Fakat Amerika, İngiltere’nin olmadığı ölçüde çok büyük imtiyazlara sahip
kılındı. Kapitülasyonlar, Amerikan vatandaşlarının İran içinde hangi suçu
işlerlerse işlesinler yargılanmadan muaf olması vs. Kapitülasyonlarda
mevcut olan bütün maddeler tabiatıyla İran toplumunun aleyhineydi.
Ayetullah Humeyni’nin sürgüne gitmesine sebep olan rejim eleştirilerinde
de kapitülasyonların rolü büyüktür. Şah’ın babası ulemayla iyi geçinmeye
çalışırdı. Muhammed Rıza’nın ulemaya karşı özensiz tavrı da ABD ile
ilişkilerinin karnesine yazılıyordu. ABD için İran geniş nüfusu ve petrol
zenginliğiyle çok önemli bir “stratejik ortak”tı. Geniş nüfus, geniş bir
tüketici ağı anlamına da geliyordu, malum. Varsıl İranlılar bu nedenle
Amerika’yla ilişkilerin çok güçlü olduğu yıllarda sahip oldukları avantajlar
ve hayat tarzını tanımlayan ürünler konusunda bir nostalji içindedirler.
ABD ürünlerine dönük beğeni, yoksul kesimden gençlerin bile burslarla
ABD’de öğrenim görebilmesi, bu silahlar ABD çıkarları gözetilerek seçilse
de en gelişmiş silahların İran’a satılıyor olması… Devrimin entelektüel
kadroları arasında ABD’de eğitim görmüş olanlar hiç az değildir. Bir
yandan “kahrolsun Amerika” denirken diğer taraftan da ABD’nin göz ardı
edilemeyeceği düşünülür sanki… Amerikalılar da her zaman için İran’ın
kendi politikaları açısından özel bir yere sahip olduğunu dile getirip bundan
sürekli çıkar sağlayan bir politika izlemişlerdir. İran Devrimi belki bundan
dolayı da gerçekleşti: Bir taraftan çok fazla aşağılanma, diğer taraftan aynı
zamanda kendini önemli hissetme... Fakat devrimden sonra, Hakkı Bey’in
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
de dile getirdiği o savaş yıllarında yaşanan, kimyasal silah kullanımıyla
süren öylesine önemli zayiatlar var ki… İki tarafta da birbirine karşı güçlü
bir dikkatin, bir teyakkuz halinin mevcut olduğunu düşünüyorum. Argo
filmi üzerinden bunu izlemek mümkün. Film hangi yıl Oscar kazanmıştı?
H.U: Geçen yıldı sanırım…
C.A: Geçen yıldı, öyle ya… O filmde Amerikan bilinçaltının temayüz
ettiği söylenilebilir.
İran’a devrimden sonra her türlü Amerikan
müdahalesinin başarısız olması, Afganistan, Irak, Suriye vs. Amerika’nın
da bilinçaltında kendisiyle ilgili bir başarısızlık ya da geri çekilmeyi bir
şekilde İran faktörüne bağlama gibi bir duyguyu beslemişe benziyor.
Argo’daki İranlılar çirkin, aptal, sersem, dolduruşa gelen tipler. Bir taraf
‘Kızım Olmadan Asla’ filmini yapıyor, öteki hemen buna karşılık başka
bir film yapıyor. Sürekli birbirini gözetleme, kollama ve karşılıklı olarak
birbirini dış düşman ilan ederek kendisini bunun üzerinden tanımlama
şeklinde süren bir ilişki biçimi hep aynı tempoda ilerleyemez. Ancak
anlaşmanın unutmayı mümkün kılacağı da söylenemez. Batı tarafından,
ABD tarafından da desteklenmiş olan bir savaşta İran halkı, aşağı
yukarı 250 bine yakın şehit verdi. Sonra Halkın Mücahitleri Örgütü’nün
desteklemesi ile gerçekleşen sayısız terör olayı… O terör eylemlerinde
İranlıların çok değerli siyaset adamlarını, önemsediği kişilikleri yitirdi,
50 bin kişi kimyasal silah nedeniyle şehit oldu ve bu silahlar yüzünden
kuşaklar boyunca çok daha fazla insan hasta oldu, olmaya devam ediyor.
Bir de bu hastalığın varlığına rağmen, kimyasal silahı kimlerin Irak’a
verdiği bilindiği halde, bir ambargoyla onların tedavisinin imkansız hale
getirilmesinin getirdiği bir öfke birikimi var. Bütün bunlar İran toplumunun
belleğinde güçlü bir şekilde yer ediyor.
A.E: Buradan bakınca aslında anlaşmaya muhalif olması lazım
toplumun her halükarda. Yani güçlü bir Amerikan düşmanlığı ve
emperyalizm düşmanlığı toplumda canlı… Aşırı muhalif olmaları
beklenmez mi?
C.A: İşte o da çok ilginç… Çünkü sürekli düşman üzerinden bir şeyi
var etmeye başladığınızda aynı zamanda o düşman sizin benliğinize de
yerleşiyor. Bir bakıma o göz ardı edilerek hiçbir adım atılamazmış gibi
18
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
19
> 2013 ARALIK
geliyor. Ben bunu aşk ve nefret ilişkisi olarak da yorumlamıştım. İran
toplumunun tarihinde bu tespiti haklı kılacak çok fazla malzeme var.
Beri taraftan yöneticilerin ve muhafazakar siyasetçilerin, soğuk savaş
stratejilerini hatırlatan bir dille her şeyi düşman Batı üzerinden tanımlaması,
bir noktadan sonra başka türlü bir kılıfmış gibi geliyor insanlara. Komplo
teorileriyle ilişkiler de ikircimlidir bu yüzden. Bir taraftan ABD ve
Batı’nın gerçekleştirdiği komplolar çok aşikardır, görmezden gelinemez.
İran sivil uçağı düşürüldü yüzlerce kişi öldü. Uluslararası
Bir hayli politize olmahkemeler o ölümlere seyirci kaldı. İşte, ABD
uçaklarının Tebes Çölü’ne inmek zorunda kalmasıyla muş bir halktır İranaçığa çıkan bir darbe teşebbüsü var, sefaret baskınından lılar, siyasi konuşma
sonra yayımlanan sayısız belgen ortaya koyduğu bir yığın
ve yorumlar gündelik
komplo hazırlığı var. Bu olanlar bir açıdan komplocu
bakışı yaygınlaştırıyor, daha da hassas hale getiriyor. hayatın bir parçasıMesela bakın Tahran’da sarı, kızıl renklerde de rastlanan dır. Dolayısıyla birsiyah kanatlı hamam böcekleri vardır. Şehrin daha dar
den bire çok da net
gelirli kesimlerinin yaşadığı güney mahallelerinde, bu
hamamböceklerinin Amerikalılar tarafından getirildiğini olmayan şartlar öne
duymuştum. Elbet aşırı komplo teorisi bir yerden sonra süren bir anlaşmaybir umursamazlığa da dönüşüyor. Bir hayli politize olmuş
la geçmişten gelen
bir halktır İranlılar, siyasi konuşma ve yorumlar gündelik
hayatın bir parçasıdır. Dolayısıyla birden bire çok da yaraların kabuk bağnet olmayan şartlar öne süren bir anlaşmayla geçmişten layacağı ve ortalığın
gelen yaraların kabuk bağlayacağı ve ortalığın süt liman
süt liman olacağı
olacağı beklenemez.
A.E: 24 Kasım anlaşmasıyla %20 olan uranyum beklenemez.
zenginleştirme oranı %5 ile sınırlandırıldı. Diğer
taraftan ekonomik yaptırımlar da hafifletildi. Bu ne anlama geliyor?
İran nükleer güç olma iddiasından vazgeçmiş ve küresel ekonomiye
entegre mi olmuş oldu?
S.E: İran-Amerika anlaşması daha doğmamış bir çocuk, yani bu sadece
bir başlangıç aslında. Yani esas sorulardan bir tanesi İran ve Amerika
arasında soğuk savaşın ne kadar gerçekçi olup olmadığı. Bugüne kadar
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
iki taraf da bu soğuk savaşı bir şekilde yürüttü. Burada İran her ne kadar
ekonomik olarak güç kaybetse de bölgesel anlamda ciddi anlamda güç
kazandı aslında. Etkinlik alanını yükseltti. Mesela Irak’ta etkinlik alanı…
Saddam rejimi yıkıldı, arkasından Afganistan biliyorsunuz diğer rakip
ülkelerden bir tanesi, Afganistan’da da Taliban rejimi yıkıldı. İran burada
ciddi bir güç kazandı aslında. Bu anlaşmada Suriye olayı kilit noktalardan
bir tanesi… Çünkü Suriye çıkmazı gerçekten çok problemli, Suriye ve
İran arasındaki askeri ittifak anlaşması var, tıpkı bizim
Türkiye’deki şu an NATO ile yaptığımız antlaşma gibi. Şu anda İran Ordusu,
Rus Ordusu ile birlikte güçlü bir şekilde orada savaş
gelişmişlik düzeyi- yürütüyor, muhaliflere karşı. Fakat bu artık Batı için,
miz, montaj sanayine tıpkı Bosna olayı gibi kaldırılamaz bir hale dönüşüyor.
bağlı. Şu anda her- Çünkü özellikle Birleşmiş Milletler’in son dönemlerde
birçok ülke tarafından kabul edilir hale gelmesiyle liberal
hangi bir sanayi falan insan hakları ile ilgili söylemlerin uluslararası hukuk
yoktur, montaj sana- bağlamında da ciddi bir ivme kazanması söz konusu.
yisidir, ki tamamen Amerikan yönetiminin de artık buna karşı durması
imkansız gibi gözüküyor. Yani daha fazla sessiz kalma
emperyalist projedir. olanağı yok. Bir taraftan da Obama’nın özellikle bir
Dolayısıyla Türki- stratejisi var, iktidarının 2. dönemi bu, Irak’tan çıkan
ye’deki bu montaj ABd askerleriö aynı şekilde de 2014’te de Afganistan’dan
çıkacak. Bu anlamda başka bir ülkede bir savaş yürütme
sanayiden, İran artık planını tamamen rafa kaldırmış durumda. Stratejik olarak
kendisi yerel sanayi- Obama Thomas Jefferson’un yolunu takip ediyor. Thomas
ye doğru kayıyor. Jefferson gibi Amerikan çocuklarının artık dışarıda
ölmesini istemiyor, bir nevi. Bunun da çeşitli sebepleri
var tabii ki. Özellikle Kaya Gazı nın keşfedilmesi söz konusu yeni bir
teknoloji bu, enerji alanında büyük bir devrim yaptı Amerika.
A.E: Ortadoğu’nun petrolüne ihtiyacı azaldı mı?
S.E: Azaldı değil, artık bundan sonra petrol satar hale gelecek Amerika.
Hatta İran meselesi nedeni ile Suudi Arabistan’la ilişkisinin ciddi bir
şekilde bozulması söz konusu. Artık Amerika’nın gerçekten ihtiyacı
kalmadı Suudi Arabistan’ın petrolüne. Suudi Arabistan da bunun farkında,
20
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
21
> 2013 ARALIK
tabii bu teknoloji şu an sadece Amerika’da var. Çin de bununla ilgili
anlaşmalar yapmak istiyor. Çünkü Çin’de de ciddi miktarda rezervler
söz konusu. Kaya gazı bildiğimiz kayadan çok rahat bir şekilde uçak
yakıtını bile elde edebiliyorsunuz. Yani bu derece etkin bir şey… Sıvı
bir şey değil yani bildiğimiz kaya parçası, alıyorsunuz, taşıyorsunuz,
taşıması da kolay. Bu teknolojiye sahip Amerika, şu anda dünyanın en
büyük rezervlerinden bir tanesine sahip bu anlamda… Tüm bunlar, İran’la
yakınlaşmasının arkasında yatan sebepler aslında. Çünkü 1980 rehine
krizinden sonra, özellikle Amerika ile İran arasında travmatik bir ilişki söz
konusu. Dolayısıyla bu travmatik ilişkiyi Obama, bir şekilde düzeltmek
istiyor aslında. Taa başından beri İran’ın nükleer silah yapmayacağına
dair çeşitli fetvalar, özellikle her iki dini liderin vermiş olduğu fetvalar,
çeşitli Cumalarda vermiş olduğu fetvalar vesaire, İran’ın gerçekten de
nükleer silah yapma gibi bir amacı olmadığını gösteriyor. Bunu ilk defa
ifşa eden Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu, bu açığı görmüştü.
Dolayısıyla Brezilya, İran ve Türkiye üçlemesi, Birleşmiş Milletlere öyle
bir teklifte bulundu, bir anlaşma yapıldı. Ve İran o zaman kabul etmişti
bu anlaşmayı. Yani uranyum zenginleştirmesini % 20’den daha yukarıya
çıkarmama gibi bir anlaşma yapmıştı. Buna karşı kendi ihtiyacı olan
uranyumun da kendisine verilmesini talep etmişti.
A.E: O anlaşma 25 Kasım anlaşmasıyla aynı çizgide miydi?
S.E: Tamamen aynısıdır aslında başka bir şey değildir yani. O anlaşma
şu anda Obama tarafında yürürlüğe konulmuş oldu aslında. Peki, o zaman
başka bir soru, neden Türkiye’nin teklifi ya
da Brezilya’nın teklifi kabul edilmedi, bunun
cevabı çok basit. “Biz küresel gücüz, senin
asla böyle bir şeyde inisiyatif kullanmaya
yetkin yoktur” denilmiştir aslında. Tabii ki
Türkiye’nin bu girişimi Batı’daki o çifte
standardı açığa çıkarması açısından önemli
bir adımdı. Ve şu anda İran-Amerika arasında
yapılan anlaşma, bu denklem üzerine kurulu.
Yani İran’ın gerçekten nükleer silah yapma
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
gibi bir amacı yok, nükleer teknolojiye ihtiyacı vardır. Şimdi gel gelelim
ekonomik boyutuna, yani İran, ekonomik ambargolardan dolayı % 60
kadar petrol satışını düşürmek zorunda kaldı. Bu çok büyük bir ekonomik
kayıp… Zaten Şah Dönemi’nden sonra ciddi bir düşüş söz konusuydu.
2005’ten sonra yaptırımlar ağırlaştı. İran’ın ekonomisinin % 80’i petrol,
doğalgaz gelirine bağlı. Ve bunun % 60’a düşmesi ne demek, bütçenin bir
o kadar küçülmesi anlamına geliyor. Bir de Hakkı Bey’in bahsettiği gibi
İran’da enerji tüketimi ile ilgili bilinçsiz bir yapılanma söz konusu. Yani
alabildiğine doğalgaz kullanımı, elektrik kullanımı, hesapsız bir şekilde,
geri dönüşümü olmuyor bunların. Bu, İran’da enerji verimi ile ilgili çok
ciddi bir sorun, bu anlamda. Çünkü coğrafyası çok büyük, kontrolü çok
zor… Çok eski teknolojileri kullanıyor. Özellikle Rus teknolojisi, her ne
kadar Şah, kendisi Amerika’yla anlaşmalı bile olsa, Türkiye’de olduğu gibi
bütün sanayiyi Ruslar yapmıştır. Türkiye’de de Ruslar yapmıştır, demir
çelik fabrikasını. İran’daki bütün bu altyapılar yani teknolojik anlamdaki
altyapı tamamen Rus teknolojisine aittir ki bu çok hantal bir teknolojidir.
Türkiye’deki şu an gelişmişlik düzeyimiz, montaj sanayine bağlı. Şu
anda herhangi bir sanayi falan yoktur, montaj sanayisidir, ki tamamen
emperyalist projedir. Dolayısıyla Türkiye’deki bu montaj sanayiden,
İran artık kendisi yerel sanayiye doğru kayıyor. Ekonomisi söylediğim
gibi ciddi yara alıyor. Buna karşı 7 milyar dolar teklif ediyor Amerika.
Bu 7 milyar dolarlık miktar İran ekonomisini bir şekilde canlandırır.
İranlıların Batı bankalarındaki mal varlıkları da dondurulmuş durumda,
birinci konuşmamda söylediğim gibi. Özellikle Amerika’da petrol satışları
yaptığı ülkelerden paralarını alamaması söz konusu… Bu, ciddi anlamda
İran ekonomisini yıpratan bir süreç… Yani şöyle düşünün, artık halkın
alım gücü çok düşüyor. Artık ideolojiyle insanları doyurmanız imkansız.
Kapalı bir devlet yapısı var. Dışarıya vize alamıyor, hiçbir ülke İran’a vize
vermiyor, Batılı ülkeler özellikle. Buna karşın İran’ın göz ardı ettiğimiz
bir şeyi daha var, özellikle Şah Dönemi’nde Batı’ya kaçan, Amerika’da
yaklaşık 3 milyon İranlı söz konusu, 300.000’in üzerinde İngiltere’de
İranlı nüfusun yaşaması söz konusu. Ki bunlar, çok zengin, durumları çok
iyi. İşte İran’la bunlar bir şekilde temasa geçer hale geldi, devrimden sonra.
22
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
23
> 2013 ARALIK
Yani bir kısmı oradan evlendiler ve Batı’daki bu alış verişi gören yerli halk
haliyle bu İran düşmanlığını, Amerika düşmanlığını sorgulamaya başlıyor,
otomatik olarak. Green Movement dediğimiz Yeşil Hareket, bizdeki Gezi
Parkı gibi ayyuka çıkmasının arkasında yatan sosyal bir sebep var burada.
Sizin ideoloji ile artık insanları doyurmanız imkansız.
A.E: Devlet, o halde o sosyal gelişmeyi bir şekilde yönlendirmiş,
kanalize etmiş oluyor?
S.E: Bir de şöyle bir şey var, sürekli iç tehdit, dış tehdit algılamasıyla
bir ülkeyi yönetmeniz imkansız. Ahmedinecad’ın uygulamış olduğu
politika… Düşmanla sarılı bir ülke, her an saldırıya maruz kalabilecek,
Amerikan üsleriyle çevrilmiş bir İran’dan bahsediyoruz. Her an füzelerin
İran’a doğrultulmuş halde beklediğini hayal ediyorsunuz.
Ne kadar sıkışırsa
Bu şekilde 15-20 yıl, 30 yıl yaşayan bir İran halkından
bahsediyoruz. Bu aynı zamanda devrimin yıkılmasını sıkışsın, Saddam
sağladı aslında. Çünkü devrim artık eski devrim değil. Yani zamanındaki amdüşünün bugün İran’ın en zengin adamını sen Rafsancani
bargo kadar şiddetli
olarak tanımlarsan, burada devrimi sorgulamaya başlarsın.
Çünkü % 80’i rant ekonomisine dayalı bir ülkeden ahlaklı yaptırım olsa bile
bir yönetim beklemeniz imkansız. Sivil inisiyatif, yani İran kesinlikle devrim
özel sektör yok durumda. Ekonominiz tamamen devletten
ilkelerinden vazgeçgelen gelire bağlı hale gelmiş durumda. Ekonominiz bu
ekonomik ambargolardan dolayı dışa satımınız oldukça meyecektir.
düşmüş durumda. Düşünün ki İran’daki arkadaşlarımız
çok daha iyi bilirler, bir kere gitme şansım oldu, yani Tahran’da bir tane
‘shopping center’ var, onun dışında bir şey yok. Ki onu yapana kadar da
çok ciddi mücadele vermek zorunda kaldılar. Yani bütün Tahran ekonomisi
ucuz, ucube Hint mallarının satıldığı Tahran Pazarı’ndan ibaret. Bu da İran
halkı için çok korkunç bir şey, yani dışarıya çıkan bir İranlı için çok da
onur verici bir şey değil.
A.E: O halde bu küresel zorlamalar, ekonomik yaptırımlar, İran’ı
devrim ilkelerinden, iddialarından vazgeçmeye mi zorluyor?
H.U: Aslında öyle değil, ben bu nükleerdeki gerilemeyi az önce dediğim
çerçevede değerlendirmeyi tercih ediyorum. Yani İran ne diyordu, hani
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
nükleer enerji istiyorum, bunu silaha dönüştürmemek için de her türlü
garantiyi vermeye hazırım. Ama devrimin temel esasları olduğu zaman
İran’ın bundan en azından şu aşamada, kısa dönemde vazgeçeceğini
zannetmiyorum. Bu dış politika konusunda, İsrail’e olan yaklaşımı
konusunda ve ya işte iç politikada bazı uygulamalar var. Artık bunlar
devrimle özdeşleşmiş kılık kıyafet uygulamaları, eğitimdeki İslami içeriğin
ağırlığı, radyo televizyondaki durum vesaire. Bu yaptırımlar ne kadar
artarsa artsın bu anlamdaki bir geri adımla sonuçlanmayacak. Yani siz
Kuzey Kore modelini İran’da uygulasanız bile veya Saddam zamanındaki
gıda kıtlığı veya petrol ambargosu… Dediğim gibi ne kadar sıkışırsa
sıkışsın, Saddam zamanındaki ambargo kadar şiddetli yaptırım olsa bile
İran kesinlikle devrim ilkelerinden vazgeçmeyecektir. Halka birçok sıkıntı
oluşturuyor ekonomik yaptırımlar. İran’a gittiğinizde hani bu ülke bir enerji
zengini ülke diyemiyorsunuz, yani bir fakirlik göze çarpıyor ister istemez.
Bu da halkın canını sıkıyor, doğru bu. Ama ideolojik söylem hala ciddi
bir şekilde varlığını sürdürüyor. Özellikle devlet kademelerinde… Bugün
Ruhani’nin bile devrimin özüne, esasına ilişkin herhangi bir eleştirisi yok.
Yalnız söyledikleri şey, biz bu nükleer enerji sürecini Batı’yla daha yakın
işbirliği içinde yönlendirseydik, geliştirmeye devam etseydik, yaptırımlar
bu kadar ağır olmazdı. Ve bunun ekonomik maliyeti bu kadar ağır olmazdı
noktasında… Yoksa madem yaptırımlar var, biz nükleer faaliyetleri
tamamen bırakalım demiyor. Çünkü bu İran için bir şekilde var olma
savaşı, İran kendisini uluslararası sisteme kabul ettirmeye çalışıyor, yani
mesela orada yalnızca nükleer santral meselesi değil. İşte Şah Dönemi’ni
de katarsak 50-60 yıllık bir faaliyet süreci var, 100 milyarlarca dolarlık
bir harcama var. Öldürülen, suikaste uğrayan nükleer bilim adamları
var. Bunun getirdiği birçok daha fazla şey var. Ekonomik yaptırımlara
pek değinmedik, ayrıntılara. Ama İran ciddi bir biçimde ekonomisi felç
durumda şu anda… Yani Süleyman Bey’in bahsettiği petrol satışlarının %
60 oranında düşmesinin yanı sıra İran, sattığı petrol ve doğalgazın parasını
alamıyor. Yani satmanıza izin var ama para transferi yasak, ne yapıyordu?
Hatta anlaşma maddelerini, onları çok ayrıntılı incelemedik, bir madde var,
değerli maden alış verişi serbest bırakılıyor. Ne demek bu, daha önce altın
24
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
25
> 2013 ARALIK
yoluyla bu ambargo… Dubai’den ve Türkiye’den çok fazla altın giriyordu
İran’a, para yerine. Çünkü paranızı gönderemiyorsunuz, İran bunu altına
çevirip… O da yasaklanmıştı yaklaşık 8 ay kadar önce. Şimdi serbest
bırakıldı yeniden. Bu altın ticaretinin serbest bırakılması ve 28 milyar
dolarlık nakit paranın İran’a girişi, İran ekonomisine bir nefes aldırır, ama
ancak nefes aldırır. Çünkü 75-80 milyonluk nüfustan bahsediyoruz, çok
büyük ihtiyaçları var. Bizzat Ruhani, bundan yaklaşık 10 gün kadar önce
ilk 100 günü dolayısıyla gibi bir icraat programı yayınladı, canlı yayınladı
İran televizyonu. Orada ilginç açıklamaları vardı Ruhani’nin, dedi ki
ben seçildiğim an, resmi olarak göreve başlamamıştım,
Ahmedinecad’ın yetkililerini çağırarak bir brifing aldım Ruhani seçim zamaekonomi ne durumda diye. Ben zaten kötü olduğunu
nında da çok bahbiliyordum durumun, dedi. Ama karşılaştığım manzara
faciaydı. Yani bazı eyaletlerdeki buğday stoğu 3 güne setti. Tamam nükleer
inmişti, diyor. Yani 4. gün ekmek yapacak buğdayınız santrifüjlerin dönyok, ülke bu durumdaydı, diyor. Yani dolayısıyla Ruhani
mesi önemlidir. Ama
seçim zamanında da çok bahsetti. Tamam nükleer
santrifüjlerin dönmesi önemlidir. Ama ekonominin ekonominin de dönde dönmesi şart, demişti. Hatta bu bir sıralama olarak mesi şart, demişti.
seçim zamanı öne çıkmıştı. Bu yaptırımlar İran’ın çok
Hatta bu bir sıralama
canını yakıyordu. Ve biliyorsunuz bu anlaşma olmasaydı
yeni yaptırımlar geliyordu. Yaptırımların bir aşama olarak seçim zamanı
daha sertleşmesi demek deminden beri söylediğim öne çıkmıştı.
Kuzey Kore veya Irak Saddam Dönemi ambargonun
uygulanması demek. Yani petrol ürünleri, doğalgaz ihracat yasağının %
60’sa % 90’a çıkması demek. Dolayısıyla İran’ın ekonomisini ciddi ölçüde
felç edecekti. Ve İran da buna karşı atom bombası yapacaktı. Yani İran
madem böyle olacak diyordu, her ne kadar İran şimdiye kadar yapmak
yasaktır falan dese de bir yere gelecekti… Çünkü biliyoruz yani hiçbir
hüküm, masum imamlar vesaire olmadıktan sonra, ebedi bir hüküm değil.
Hamaney kalkardı, derdi ki böyle bir durum olduğundan dolayı diye fetva
verirdi. Mesela Humeyni’nin m“zehir kadehini içiyorum” diye eşhur
benzetmesi var, İran-Irak Savaşı’nda. Yani 8 sene boyunca Saddam’la
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
barış yapmayacağız dediniz. Ama bir müddet sonra mecbur kalıyorsunuz,
bakıyorsunuz ki savaş ilerlemiyor, artık karşı taraf kimyasal silah
kullanmaya başlamış, Amerika sivil uçağınızı vuruyor ve dünyadan ses
çıkmıyor. Bunlar ciddi işaretlerdi, Humeyni dedi ki bu böyle olmayacak,
ben verdiğim bütün sözleri, bütün onurumu da bir kenara koyuyorum ve
zehir kadehini içiyorum deyip fetvasını değiştirebiliyor, barış yapalım artık
diyebiliyor. Bizi açlığa mahkum ettiler, bizim onurumuzla oynuyorlar, biz
artık yok olma seviyesindeyiz ve artık nükleer silahı yapacağız, diyebilirdi
ve bunu uygulayabilirdi. Bu noktada şimdi Amerika için çok zor olacak.
Çünkü Amerika, birçok nedenden dolayı İran’la savaşmak istemiyor.
Yani liste yapsak 10 tane çok temel madde olur. Amerika bölgeden
çekilmek istiyor. Dediği gibi kaya gazında çok yeni teknolojiler var…
Tamam İran uluslararası açıdan sorun çıkartıyor. Özellikle İsrail’de sorun
çıkartıyor. Ama son dönemde, özellikle 11 Eylül’den sonra artan bu selefi
kaynaklı hareketlere bakarsanız, İran bir şekilde aklanıyor aslında. Yani
İran aleyhinde yapılan filmlerin sayısında falan çok ciddi bir düşüş var.
Yerine uzun sakallı Arap, selefi teröristler… Şimdi bu sık sık tartışılıyor.
İran 35 yıldır Batı hedeflerine bir eylem yapmamış. Lübnan işgal edildiği
zaman yapmış, bir şekilde kendisini savunmuş. İran-Irak Savaşı’nda 8
sene kendisini savunmuş. Dolayısıyla bu aslında o kadar büyük bir tehdit
değil sistem için, İran’la oturup anlaşabiliriz. Asıl tehlike, serseri mayın
gibi nerede patlayacağı belli olmayan bir gün Afganistan’da, bir gün
New York’ta, bir gün Madrid’de, bir gün Londra’da eylem yapanlar diye
söylemler gelişiyor. Bunun dışında İran ordusu, ciddi bir şekilde 35 yıldır
askeriyeye yatırım yapıyor, ciddi silah gücü var, bölgede ciddi bir taraftar
desteği var… Amerika çatışmak istemiyor. Çatışmak istemediği için en
iyi anlaşma yolu ortada bir yerde buluşmaktır. Bu yapılan buna çok yakın.
Ama dediğim gibi 6 ay sonraki ana görüşmelerde uranyum zenginleşme
noktasında tıkanacak süreç. Çünkü bu İran’ı ikna eden bir şey değil, İran’da
şu anda çok fazla tepki yok belki ama tepkilerin olmamasının sebebi,
İranlıların devrim lideri dedikleri Hamaney’in bu anlaşmayı olumlaması.
Yani tamam bu olumlu bir anlaşmadır, ben müzakerecileri tebrik ediyorum
demesi üzerine eleştiri gelmiyor.
26
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
27
> 2013 ARALIK
A.E: Toplumsal tepki yok.
H.U: Evet, ama onun dışında İran hemen hemen hiçbir şey almadı. Ne
aldı, 7-8 milyar dolar nakit ve altın ticareti. Ve işte otomotiv sanayinde ve
uçak yedek parça… serbest bırakılması ve 400 milyon dolar yurt dışındaki
İranlıların para transferi.
A.E: İran devrim ihracı söyleminden de vazgeçti?
H.U: Tabii, İran bundan çoktandır vazgeçti. Suriye olayları göstermiştir.
Bölgedeki Arap Baharı denilen gelişmeleri İran, İslami uyanış olarak
nitelendirdi ilk günden itibaren. Ve İran’da, Tahran’da Suriye’de İran laik
çok büyük konferanslar yapıldı. Mursi de oraya gitmişti
biliyorsunuz. Orada hatta olaylar oldu, Mursi’nin olduğunu saklamakonuşması yanlış çevrildi vesaire. İran, hep diyordu ki bu yan bir Baas rejimini
İslami bir kalkışmadır, biz tebrik ediyoruz, destekliyoruz açıkça destekleherkesi diyordu. Ama Suriye’de İran laik olduğunu
saklamayan bir Baas rejimini açıkça desteklemiştir. miştir. Dolayısıyla
Dolayısıyla İran şunu çok net ortaya koymuştur. Önceden İran şunu çok net
beri biliniyor bu çok gizli saklı bir şey değil ama: Ben ortaya koymuştur:
çıkarımın gereğini yaparım. Yani Afganistan’da İslamcı
Taliban’a karşı Amerika’yla işbirliği yapabilirim. Bazen Ben çıkarımın geresusmanız işbirliğidir, karşı koymamanız. Veya Irak’ta ğini yaparım. Yani
Amerika işgalinde eğer Şiiler direnseydi Amerika bu Afganistan’da İskadar rahat giremezdi. Veya Lübnan’da dediğim gibi artık
bir istikrar sağlanmışsa İran’dan dolayıdır. Hizbullah lamcı Taliban’a karşı
silahını Hıristiyan veya başkalarına karşı kullanmamıştır. Amerika’yla işbirliği
İran veya Hizbullah istese Lübnan karışır. Bu potansiyeli yapabilirim.
var, bunu yapmıyor. Çünkü daha büyük anlaşma yapıyor.
Yani bu anlaşma İran için… Eğer bunu sağlayabilirse, yani uranyum
zenginleştirilmesini belli oranda sağlayıp ekonomisini düze çıkaracak.
Ama İsrail’in biliyorsunuz çok büyük bir baskısı var. Yani Netanyahu
ateş püskürüyor. Suudi Arabistan biliyorsunuz neredeyse savaş ilan etti
Amerika’ya. Eski istihbarat bakanı Davudi, Amerika’ya karşı çok sert
sözler söyledi, işbirliğimizi gözden geçireceğiz vesaire. Çünkü neden…
İsrail’i yalnız bırakıyoruz diyor, Arabistan’da biliyor o bölgede çünkü
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
ciddi bir terör yok. Yani sonsuz Batı desteğini almış kendi halkına karşı…
Bakın Bahreyn’de de Arap ayaklanması oldu değil mi, Arap Baharı oldu
kimse görmedi. Başka bir ülkeyi tanklarla işgal etti gündeme bile gelmedi.
Bugünkü durum gibi veya Batı’nın desteği olmasaydı Arabistan için çok
farklı olurdu. Arabistan’da Şii nüfus var. Bunlar da sesini çıkartacak, ki
bugün de çıkartıyorlar bunlar duyulmuyor, uluslararası medya görmezden
geldiği için.
A.E: Cihan Hanım şimdi diğer taraftan bakıyoruz; İran’da ahlak
polisinin kaldırılması, İsrail kelimesinin telaffuzu gibi gelişmeler söz
konusu. Sizin gözünüzde devrim söyleminden geri mi çekiliyor yoksa
bu, devrimin yeniden kendini yenilemesi, üretmesi anlamına mı
geliyor?
C.A: Öylesine geniş bir konu ki acaba nereden başlasam… Şimdi
biraz önce Hakkı Bey İran’ın devrim ilkelerinden vazgeçmediği yönünde
kararlılık içinde olduğunu söyledi. Ben bunun tartışmaya çok açık olduğunu
düşünüyorum. Çünkü devrim başlangıçtaki şiarlarını savaşla birlikte zaten
kısmen dondurdu ve 1989’daki “velayet-i fakih”in yeniden aşırı bir yetkiyle
kurumsallaşmasıyla birlikte de başka bir evreye yöneldiği söylenilebilir.
Böylelikle başlangıçtaki devrim olmaktan çıktığını, sonraki yıllarda
reformist hareketin devlete devrimin başlangıçtaki ilkelerini hatırlatmaya
çalışırken bastırıldığını düşünüyorum. Yedi düvel tarafından savaş açılmış
bir ülkenin kendini savunma stratejisini kalıpları içinde dondurduğu dönem
devrim şiarlarını paranteze alarak mutlaklaşıyor. Buna karşı herhangi bir
eleştiriye ise nasıl tahammül edilemediği 2009’da görüldü. Statükonun
2009’da reformistleri nasıl bastırdığını biliyoruz, hala liderleri ev hapsinde
hala, değil mi? ABD temsilinde Batı ile anlaşma bu açıdan da İran’ın kendi
içerisinde bir yenilenmeye, yeni bir bakışa ihtiyaç duymasının artık her
boyutta kabul edildiği anlamına geliyor. Ambargo ilaç ve çeşitli cihazlara
ulaşmaya izin vermediği için toplumda bir baskı oluşturuyor. Teknoloji
alanında kendine yetme çabasına rağmen çeşitli alanlarda bir yedek parça
sıkıntısı yaşanıyor. İranlılar bu konuda büyük bir faaliyet sergileseler ve
çok dinamik olsalar da teknoloji alanında çok daha önemli gelişmeler
sergileyebilecekken ambargonun önlerini aldığını düşünüyorlar. Gerçi
28
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
29
> 2013 ARALIK
tam tersi bir görüş de dile getiriliyor ve ambargo yüzünden devletin ve
toplumun kendine yetmeyi öğrendiği söyleniyor. Amerika’yla kurulan
ilişkide ileri teknolojiye ulaşım imkânının taşıdığı role değinmiştim.
Amerikan teknolojisinin ışıltısı ve dayanıklılığı İran halkı üzerinde bir
etkiye sahip olmuştur. Buna karşılık daha önce Sovyetler’den ithal edilen
teknoloji ürünleri, makineler konusunda bir güvensizlik olagelmiş. Hatta
hâlâ ‘moscowmade’ derler, bir terslikle karşılaştıklarında.
A.E: Mesela sağ muhafazakar siyasette bir
kalkınma anlayışı vardır; buna göre kalkınma bir Obama birkaç ay
şekilde devletin güçlü olması anlamına gelir ve Batılı önce tekrar ambargo
ülkelere karşı bir meydan okuma gibi bir anlam baskısını gündeme
yüklenir. Orada da böyle bir algı var mı? Yani
İran’ın teknolojik olarak kalkınması, teknolojiye getirdiğinde İran
sahip olması; devrimin gücünü, İran’ın gücünü mü Sanayii Evi’nde üyetemsil ediyor? Veya İslami söylemlerini bu şekilde mi ler onu alkışlamışlar.
temellendiriyorlar?
C.A: İşte bu savunma stratejisi, bir dönemde belli Ambargo ne kadar
alanlara yoğunlaşmayı zorunlu hale getirdiği için; doğal, güçlü olursa İran
tabii gelişme, kalkınma akışı durdu. Rafsancani 1990’ların kendine yeterlilik için
ilk yarısında, bunun üstesinden gelmeye çalıştı yoğun bir
şekilde. Fakat daha sonra onun kalkınmacı politikaları kendi öz üretimini
reformistlerle birlikte bir kesintiye uğradı. Reformistler gerçekleştirmek için
bizdeki sosyal demokratlara tekabül ediyor. Yani bir daha aşırı bir çaba
şekilde daha idealleri gerçekleştirmeyi önceliyorlar,
düşünce özgürlüğü, adalet, sivil toplum, kamusal alan, sarf etmek zorunda
çevre sorunları gibi başlıkları ön plana çıkarıyorlar. kalıyor çünkü.
Muhafazakarlarda kalkınmacı hamleleri gerçekleştirme,
teknoloji alanında dönemin gidişatını hesaba katma eğilimi daha baskın.
Ve Türkiye ile paralellikler açısından da ilginç olabilir bu; reformistlerin
her zaman Batı’ya ve Amerika’ya Türkiye’yi atlayarak yöneldiğini
düşünmüşümdür. Muhafazakarların ise dış ilişkilerde Türkiye ile yakın
ilişkileri daha bir hesaba katan bir tutum izlediklerini düşünmüşümdür.
A.E: Reformistler daha Batı’ya yakın o halde?
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
C.A: Reformistler düşünce özgürlüğü ve benzeri konularda,
demokratikleşme, partileşme, medya baskısı gibi konularda… kendilerini
Batı üzerinden ve Batı kanalıyla ifade etmeyi önemli buluyorlar.
Gerçekleştirmeye çalıştıkları yeni siyaset için Batı deneyimlerini ciddiyetle
takip ettikleri söylenilebilir. Teknoloji konusunda aktarmak istediğim bir
anekdot vardı: İran Sanayii Evi’nden bir tanıdığımın aktardığı bir anekdot
bu: Obama birkaç ay önce tekrar ambargo baskısını gündeme getirdiğinde
İran Sanayii Evi’nde üyeler onu alkışlamışlar. Ambargo ne kadar güçlü
olursa İran kendine yeterlilik için kendi öz üretimini gerçekleştirmek için
daha aşırı bir çaba sarf etmek zorunda kalıyor çünkü. Bir de bu konuda dile
getirmek istediğim başka bir husus, İran toplumunun teknoloji, modernlik,
felsefe gibi konulardaki kendine özgü tavrının eğitsel dayanakları… Bir
tür süreklilik sağlayan, süreklilikle mümkün bir temel eğitim var. Ve burada
eleştirel düşüncenin eğitimde ağırlıklı olması, gençlerin bir şekilde siyasal
baskılara rağmen o siyasal baskıyı reddetmesi ve karşı çıkması gibi bir sonuç
da veriyor. Toplum kadar siyaset için de farklı katmanların resimlerinden
söz edebiliriz. Mesela hukuk alanında tanımlanamamış alanlar nedeniyle
henüz netleşmemiş olan kadın meseleleri… Hukuk ya da fıkıh bir tarafa
bir de devrimle birlikte oluşan psikolojik atmosferde kadınların kendilerini
görme biçimi ve toplumun kadınları görme biçiminde meydana gelen
devrim var. Bu karmaşık durum bir yandan sınırlamalara yol açarken
diğer taraftan o sınırlamaları aşmak için farklı çözüm yollarını mümkün
kılan bir enerjiyi, dinamizmi ve alternatif kanalları ortaya çıkarabiliyor.
Bana kalırsa İran’ın bugün dış dünyadan tam olarak anlaşılmaması ve
orada yaşananları tanımlama sıkıntısı bu farklı katmanları fark edemiyor
olmaktan da ileri geliyor.
A.E: Ahlak polisinin kaldırılması gibi tartışmalar yürüyor şu
anda…
C.A: Hatemi ve genelde reformistler tesettür devriyesi uygulamasını
her zaman eleştirdiler.
Musevi 2009 seçim konuşmalarında tesettür
devriyelerini kaldıracağını söylediği için de muhafazakarlar tarafından
tepki görmüştü. Gençlerin, kadınları meydanlarda konuşlanan arabalarla
gözetim altında tutma ya da komşu ihbarlarıyla ev aramaları ya da uydu
30
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
31
> 2013 ARALIK
ihbarlarıyla evlere, mahallelere müdahale edilmesi, özel hayata o denli
müdahale edilmesi her zaman tartışılan başlıklar. Ve bu devriyelerle ilgili
söylentiler giderek halkta da bir tepki oluşmasına yol açıyor, dolayısıyla
rahatlıkla kaldırılabilir. Ancak başörtüsü mecburiyeti için aynı şey olur mu
bilemem, devrim paradigmasıyla çok kaynaşmış bir yanı var. Devrimle
kanunlaştırılmış ve devrimin başlangıcındaki duyarlılıklarıyla çok
bütünleştirilmiş. Bunun ne şekilde çözümlenebileceğini
doğrusu merakla bekliyorum. Hatta Türkiye’de kamuda İran toplumu, mobaşörtüsü yasağı kaldırıldığında, buna karşılık olarak dern dönemlerde İsİran’ın başörtüsü mecburiyetini nasıl etkileyeceğni
düşündüm. Karşılıklı birbirini işaret ederek destek alan lami bir devlet modeuygulamalar çünkü. Kuşkusuz İran toplumu, modern lini gerçekleştirmenin
dönemlerde İslami bir devlet modelini gerçekleştirmenin problemlerini de
problemlerini de yaşıyor ve yansıtıyor; bu özellikle
kadın meselelerinde çok belirgin. Ali Bulaç’ın dediği yaşıyor ve yansıtıyor;
gibi, geleneksel fıkhın günümüz toplumlarında ne ölçüde bu özellikle kadın
uyarlanabileceği konusunda bir tür laboratuar İran.
meselelerinde çok
İşaret etmek istediğim başka bir husus, bir taraftan
ambargo ve yaptırımlar, diğer taraftan kendi iç bünyesinde belirgin. Ali Bulaç’ın
yaşadığı çatışmalara karşılık toplumu ayakta tutan dediği gibi, gelenekbeslenme kaynakları.
sel fıkhın günümüz
H.U: Ama yaptırımların şiddetlenmesi çok yeni; 2
toplumlarında ne
yıllık bir olay.
C.A: Ama her zaman bir ambargo vardı.
ölçüde uyarlanabileH.U: Tabii siyasal alanda…
ceği konusunda bir
C.A: Birkaç yıldır daha yoğunlaştı, değinmiştim,
özellikle ilaç alanında bunun sıkıntısı çok açık. Toplumsal tür laboratuar İran.
dirençten söz ediyordum, bence bu direnci sağlayan ilk
neden, savaş tecrübesi. Devrim hissiyatı ve özgüvenin yanı sıra savaşta
edinilen tecrübe kendine yeterliğe ilişkin güveni ve direnme potansiyelini
güçlendirmiştir. İkincisi de aile ve mahalle… Aile bağları çok güçlü
İranlıların, mahalle örgütlenmeleri de aynı şekilde güçlü. Modern hayat
tarzı ile aile ve mahallenin imkanlarını, geleneksel dokuya özgü iletişim
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
kanallarını bir şekilde bağdaştırdıklarını görüyorsunuz. Reformistlerin
özellikle mahalle dokusuna ve taşraya yeterince ulaşamamalarının
sebebi, bu iletişim kanallarının önemini fark edememeleridir aslında.
Buna karşılık muhafazakarların yine görece bir başarısı, o kurumlarla
her zaman içli dışlı olmayı sürdürmeleri olmuştur. Mahalle ilişkileri ve
mahalle örgütlenmelerinin getirdiği dayanışma toplumsal dayanıklılığın
ve kaynaşmanın önemli bir kaynağı.
A.E: Alttan alta süren bir Acem kültüründen bahsediyoruz o halde?
C.A: Acem olarak ifade edebilir miyiz, bilmiyorum. Acem, Arap
Müslümanlar dışındaki bütün Müslümanlar… İran’daki neredeyse
nüfusun % 40’ını bulan Türk nüfus var. “Acem” diye adlandırırken
Türkmen ve Azeri nüfusu nasıl ifadelendireceğiz? Sonuçta o Azeri nüfus,
baş şehri Bakü olan Kuzey Azerbaycan’la birçok açıdan ortaklığı sahip. Ve
bütün İran’a dağılan, şu andaki siyasi yapıdan soyutlanamayacak ölçüde
kaynaşmış bir nüfus bu.
A.E: Süleyman Bey, şimdi biraz önce Suriye meselesinin etkisine
kısaca değinmiştiniz. Körfez ülkelerinin karşıtlığını özellikle bu
anlaşma bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
S.E: İlginç tabiî ki. İsrail’le neredeyse işbirliğine varacak düzeyde aynı
söylemleri paylaşmaları söz konusu. Burada tabii tekrar I. Dünya Savaşı’na
dönmek zorunda kalıyorsunuz, “neden böyle” sorusunun cevabını
almak için. Bu ülkelerin tamamen emperyalizmin projeleri olmaları söz
konusu, yani eğer bunu bilmezseniz, o tarihe dönmezseniz, bugünkü Arap
iktidarlarını anlayamazsınız.
A.E: Suudi Arabistan’da dahil olmak üzere…
S.E: Tabii ki Suudi Arabistan dediğimiz ülke Osmanlı Devleti’nin Hicaz
Eyaleti’dir aslında. Ki o Hicaz Eyaleti bugünkü Kuveyt gibi GCC dediğimiz
Körfez ülkeleri, 6 körfez ülkesi, ona dahildir aslında. Bu proje aslında
Fransızlar, İngilizlerin Ruslarla birlikte yapmış olduğu 1916 yıllarında
yapmış oldukları Sykes Picot Anlaşmasının, Ortadoğu’yu paylaştırma
anlaşmasının ürünü. Şerif Hüseyin Suriye merkezli olarak Arap isyanlarını
başlatmıştır. Dolayısıyla Suriye meselesi bizim yeni meselemiz değil
aslında, tarihi bir boyutu da var, travmatik bir durum söz konusu. Yani
32
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
33
> 2013 ARALIK
Şerif Hüseyin’i bir taraftan İngiliz Muhaberat Örgütü desteklerken diğer
taraftan Suud ailesi de destek verdi. Suud ailesinin şöyle bir özelliği var.
Suud ailesi Suudi Arabistan’ın bugünkü topraklarını yönetiyor. Ama dini
anlamda Vahhabi dini yorumun orada hakim olması söz konusu ki İbn-i
Vahhab’ın torunlarıdır bunlar. Yani Suudi Arabistan’a gittiğinizde ‘siz
Vahhabisiniz’ dediğiniz de onlar böyle bir şeyi kabul etmezler, tıpkı İran gibi.
Dolayısıyla böyle bir dini kimliği kabul etmezler. Fakat
bütün uleması aşağı yukarı İbn-i Vahhab ailesinden gelir Özellikle Pakistan’ın
ki bunların politikadaki yansıması, iki ailenin birlikteliği nükleer teknolojiye
ile oluşmuş bir devletten bahsediyoruz bu anlamda.
Şimdi neden İran’a karşı böyle çok radikal görüşleri geçmesi sırasında
var? Yani İran’ın nükleerleşmesi ya da İran’ın Batı’yla Suudi Arabistan’ın
anlaşması… Aslında İran’ın tehdit olması bir anlamda çok ciddi bir ekoonların rejimlerinin devamı için süreklilik sağlıyor.
Çünkü bir tehdit karşısında, ki İran bölgesel bir tehdit, nomik katkısı söz
bir kısmı Arap Körfezi bir kısmı Fars Körfezi diyorlar… konusu. Hatta Suudi
Bu anlamda baktığımızda neden Batı’yla anlaşması ya da Arabistan’ın nükleer
bölgesel güç olması, nükleer silaha ulaşmasıyla, nükleer
teknolojiye ulaşması konusunda ciddi tehdit olarak bombası diyenler de
görüyorlar İran’ı. Bunun realitesi ne, gerçekten? Yine var bu konuda. Ama
emperyalist bir bakış açısından kaynaklanan bir durum bu. şu anda bildiğiniz
Bir de başka bir ayrıntıdan bahsetmek istiyorum, özellikle
Pakistan’ın nükleer teknolojiye geçmesi sırasında Suudi gibi Pakistan’daki
Arabistan’ın çok ciddi bir ekonomik katkısı söz konusu. nükleer reaktörler,
Hatta Suudi Arabistan’ın nükleer bombası diyenler de silahlar Amerika’nın
var bu konuda. Ama şu anda bildiğiniz gibi Pakistan’daki
nükleer reaktörler, silahlar Amerika’nın kontrolü kontrolü altındadır.
altındadır. İran’ın nükleer teknoloji elde etmesi, bölgesel
dengelerin sarsılması anlamına geliyor. Çünkü Suudi Arabistan o anlamda
İran’ın güçlenmesini istemiyor. Burada biraz da Arap milliyetçilik
damarının olması söz konusu… Biliyorsunuz Arap milliyetçiliğinin temeli
Şam merkezli başlamıştı. Suudlar kendilerini bir nevi körfez ülkelerinin
lideri olarak görürüler.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
A.E: Amerika’yla olan ilişkilerinde ellerindeki koz ellerinden
alınmış oluyor…
S.E: Yani müttefikiniz olan bir ülke sizin düşmanınız olan bir ülkeyle
anlaşıyor.
A.E: Amerika’dan bilfiil yardım alan ülkeler olarak yardımın
zemini ortadan kalkmış mı oluyor?
S.E: Yardım demeyelim de şöyle diyebiliriz, askeri anlamda silah
satılan ülkeler bu ülkeler. Yani Amerikan silah teknolojisiyle silahlanmış
olan ülkeler. Bir açıdan baktığınızda İran’dan çok daha sofistike
silahları var aslında. Yani İran’ın o derece etkin silahları yok, teknik
anlamda baktığınızda. Yani İran savunmasıyla körfez savunmasını
karşılaştırdığımızda gerçekten İran zayıf durumda… Çünkü Amerika
teknolojisi… İsrail burada etkin, ciddi anlamda… Yaklaşık 200-400
adet nükleer silaha sahip durumda İsrail. Ama bakıyorsunuz İran’ı daha
büyük tehdit olarak görüyorlar. Kendi halklarını ikna edebilseler İsrail’le
bile işbirliği yapabilecek durumdalar İran noktasında. Ama o noktaya
gelemiyorlar. Çünkü gerçekten Filistin meselesi nedeniyle halklarını
ikna etmeleri imkansız. Suriye meselesine gelince yani Suriye meselesi,
demin de söylediğim gibi Amerika’nın zaviyesinden bakmak gerekiyor.
Amerikan halkı artık savaş istemiyor. Dolayısıyla barışçıl yolla çözmesi
gerekiyor. İlk başta da Türkiye’yi desteklediler. Ve Türkiye burada ciddi
bir hata yaptı bana sorarsanız. Yani Batı’ya güvenerek muhalefeti ciddi
anlamda destekledi, ki kontrolsüz bir silahlanma oldu. Kontrol etmeleri
imkansız hale geldi; Türkiye’nin sınırı şu anda yol geçen hanı gibi, oraya
ne kadar silah giriyor, ne kadar çıkıyor bilinmiyor. Türkiye’nin güvenliğini
tehdit etmeye başladı. Bu anlamda İran’la tabii ki ilişkilerimiz bozuldu,
çok iyi ilişkilerimiz vardı. Özellikle son 9 aylık süreçte yaklaşık 3.5 milyar
dolarlık ticari kaybımız var.
A.E: Suriye meselesinden dolayı?
S.E: Tabii ki. Bu çok büyük bir kayıp ülke ekonomisi açısından.
Çünkü petrol alımımız da durdu ekonomik ambargolardan dolayı. Arap
ülkelerinin tavrı aslında çok sofistike bir şey değil; tarihi bir düşmanlık
var Araplarla Farslar arasında. İranlılar hiçbir şekilde kendilerini Arapların
34
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
35
> 2013 ARALIK
tarihi düşmanı olarak görmüyorlar. Bildiğiniz gibi İran, Şii… Bugünkü 12
imamlık Şiilik dediğimiz Şiilik, zaten Arap Dünyası’ndan geldi. Bugünkü
Lübnan bölgesinden ulemaların oraya gelmesiyle oluştu. Kum dediğimiz
şehir zaten yoğun olarak eski Arap Şiilerinden oluşan bir şehirdir aslında.
Araplarla böyle bir yakınlıkları söz konusu aslında ciddi anlamda…
Ama artık İran’daki Şiilik milliyetçilik haline dönüşmüş durumda. Bu
milliyetçilik hali İran’ın stratejik Arap düşmanlığı… Böyle bir şey yok
aslında. Tamamen demin de söylediğim gibi emperyalist bir oyun. Tıpkı
Türklerle Araplar arasındaki düşmanlık hikayesi gibi. Bu, İsrail’in nükleer silahemperyalist bir projenin eğitimdeki yansımaları aslında…
Eğitim alanında, Arap Dünyası’nda siz Osmanlı’dan lara ulaşması Franbahsettiğiniz de çok basit bir şekilde emperyalist bir güç sızların yardımıyla
olarak gösterirler. Halbuki Osmanlı Döneminde tarihe NATO’ya ait olanın
baktığımız zaman böyle bir şey yapması imkansız.
A.E: Diğer taraftan İsrail İran’la yapılan İtalya’daki bir üsten
anlaşmadan dolayı ağır bir eleştiri yönlendirdi kaçırılmasıyla gerçekABD’ye. Bu Amerika ile İsrail ilişkilerinde değişimi leşiyor. Yani NATO
mi gösteriyor sizce?
S.E: İsrail’in kurulmasına bakmak gerekiyor burada. kontrolünde, NATO’ya
İsrail’in kuruluş amacı… İsrail, İngiliz ve Fransız ait olanın İsrail’e akprojesidir. İsrail’in nükleer silahlara ulaşması Fransızların tarılmasıyla oluyor.
yardımıyla NATO’ya ait olanın İtalya’daki bir üsten
kaçırılmasıyla gerçekleşiyor. Yani NATO kontrolünde, Burada Fransızların
NATO’a ait olanın İsrail’e aktarılması söz konusu. Burada çok ciddi bir katkıları
Fransızların çok ciddi bir katkıları söz konusu… İsrail’in söz konusu…
bu anlamda İran karşıtlığı anlaşılabilir bir şey. Fakat
İsrail’in Amerika’yla olan ilişkilerine baktığımızda, bu nasıl bir denklem;
Amerika-İsrail ilişkileri… Ben bunu biraz da Mavi Marmara’yla ilişkili
görüyorum aslında. Çünkü İsrail Batı için bir bölgesel güç olmaktan ziyade
bir karakoldur aslında. Yani İzak Rabin’in öldürülmesine baktığınızda
bunu çok net bir şekilde görebilirsiniz. Yeniden bir okuma yaparsanız
İzak Rabin’in projesi neydi? Ortadoğu’da İsrail’i bütün bölgesel ülkelerle
işbirliği halinde bölgesel güç yapma projesiydi. Ve bir radikal tarafından
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
öldürüldü mesela. Bu proje nedir? Batılılar için tehdit oluşturan bir şeydir.
İsrail’in varlık sebebini ortadan kaldıran bir şeydir. İsrail bölgesel güç
olma yoluna doğru giderse bu anlamda artık Batı kontrolünden çıkması
anlamına geliyor. Yani böyle bir şeye müsaade etmeleri mümkün değil.
Yani bir nevi Türkiye’yle İsrail arasındaki ilişkinin bozulmasının arkasında
yatan sebep de bu aslında. Çünkü Dışişleri Bakanlığımızdan dostlarımızla
konuştuğumuzda Ahmet Davutoğlu ve ekibinin kesinlikle Mavi Marmara
olayına katılma olayını desteklememesi söz konusu başlangıçta. Daha
sonra sonuçlarından dolayı desteklemesi söz konusu…
Türkiye’deki İsrail ya Aslında Türkiye ve İsrail’i iyi bir şekilde terbiye etmiş
da Siyonizm algısı, oldu Amerika Birleşik Devletleri… Aynı şeyi şu anda
İran’a yapıyor. İran’la ya da Amerika’yla İsrail arasındaki
dünyayı yöneten ilişkilerin dengeli bir şekilde gitmesi söz konusu… Yani
Siyonizm algısıyla bununla ilgili özellikle John Mearsheimer ve Stephen
hiç çakışmıyor. Do- Walt’ın “Yahudi lobisi ve Amerikan dışı politikası” adlı
bir makalesi vardı ki Irak Savaşı’ndan sonra yazılmış
layısıyla burada asıl bir makaledir. Şimdi, Amerika’daki Yahudi lobisinin,
olan Hıristiyan Siyo- Amerika menfaatleri dışında İsrail menfaatlerini daha
nistlerin menfaatleri- ön planda tuttuğunu, bunun da Amerikan menfaatlerine
aykırı olduğu görüşü, Amerikan akademisine hakim olan
dir. Dünyayı yöneten bir görüş haline dönüştü artık. Ki buna müsaade edilemez
kapitalist sistemin kesinlikle. Türkiye’deki İsrail ya da Siyonizm algısı,
ve aktörlerinin men- dünyayı yöneten Siyonizm algısıyla hiç çakışmıyor.
Dolayısıyla burada asıl olan Hıristiyan Siyonistlerin
faatleri önemlidir. menfaatleridir. Dünyayı yöneten kapitalist sistemin ve
aktörlerinin menfaatleri önemlidir. Bu anlamda İsrail bir
yere oturuyorsa ya da Türkiye bir yere oturuyorsa ancak o kadar değerli
olabilir. Dolayısıyla bugün enerji alanındaki dengelerin değişmesi ki
bu belki 5-10 yıl alabilir. Bu anlamda Suudi Arabistan’ın eski önemini
kaybetmesi sadece ‘secondary’ dediğimiz bir yere konumlanması söz
konusu. Yani birincil düzlemde Amerika menfaatlerini temsil eden bir güç
olmak… İkinci düzlemde Amerika menfaatlerini temsil etmek... Bu şu
anlama geliyor, artık oradan enerji satın almayacaktır ama oradan gelecek
36
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
37
> 2013 ARALIK
paranın bir şekilde dünyadaki kapitalist sisteme dahil edilmesi söz konusu.
Biliyorsunuz bütün Arap ülkeleri, mesela Suudi Arabistan dünyanın en
borçlu 3. ülkesinden bir tanesidir, çok komik bir şekilde, onur kırıcı bir şey
olmasına rağmen. Neden bu oluyor? Çünkü çok ciddi bir silah alımı söz
konusu, artı, ekonominin ana motoru olan bu doğalgaz ve petrolden gelen
gelirin tamamen Batı bankalarında yer alması söz konusu… Yani Arap
Dünyası’nda başka değişimler de var ama konumuzun dışında olduğu
için… Özellikle “Sovereign Wealth Fund” dediğimiz fonlar var şu anda.
Ki bununla ilgili Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa Birliği’nin
parlamentoda almış olduğu kararlar var. Türkiye bütçesinin milli gelirinin
16 katı büyüklüğünde devasa bütçelerdir bunlar. Mesela İngiltere de
Harrad’s büyük sopping mağazaları ve çeşitli otelleri ve portları satın
almıştır. Londra Borsasında bütün dünya borsalarını kontrol eden bir
ortaklığı satın almıştır. Bu tarz şeyleri satın almaya başlıyor Araplar.
Yani eskiden Batı bankalarını finanse ederken bugün artık Avrupa ve
Amerika’da Arap parasının bizzat mülk alması dönemi başladı. Bununla
ilgili sınırlamalar getiriyor Amerika Birleşik Devletleri. İşte bu anlamda
çıkar çatışmaları… Yani bütün bu denkleme göre düşünmek gerekiyor.
A.E: Çıkar çatışması deyince, Türkiye’de de şöyle bir söylem
oluştu: İran anlaşmasının Türkiye’nin aleyhine gerçekleştiği, hatta
Şiilerin Türkiye’nin aleyhine Haçlı ittifakına katıldığı söyleniyor.
Bunun gerçeklik payı var mı, gerçekten Türkiye’ye karşı, Türkiye’yi
frenlemek için gerçekleştirilmiş bir hamle olabilir mi?
H.U: Zannetmiyorum. Yani olay Türkiye ile ilgili değil. 25-30 yıldır
süren İran’ın nükleer macerası var, Batı’yla karşıtlığı var. Obama sürekli
aynı cümleyi tekrarlıyor, 10 yıldır ilk kez İran’ın nükleer programını
durdurduk, diyor. Çok büyük bir adım… Ama tabii ki bunun sonuçları
olacaktır. Biz bunu daha önce gördük zaten, yani Suriye konusunda
bizim başta Amerika’ya fazla güvenerek sahaya girmemiz ve akabinde
Amerika’nın Suriye’ye girmeye niyetinin olmadığının anlaşılması…
zaten bu anlaşmayla ilgisiz değil. Çünkü Ruhani’den önce Amerika’yla
zaten teknik görüşmeler vardı, yeni basına yansıdı. Umman üzerinden
görüşülüyordu. Umman’ın cumhurbaşkanı da İran’ı ilk ziyaret eden isimdir.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Ruhani seçilir seçilmez İran’a gitmişti, görüşmelerle ilgili bilgi vermek
için. Bölgesel politikalarda tabii ki etkisi olur. İşte Arabistan’ın paniği
bundan dolayı… Yani sürekli bir İran tehdidi pompalıyorsunuz. İsrail’le
birlikte uluslararası kamuoyuna zaten hepsinin ortaklıkları var. Şimdi o
tehdit dünyanın bütün güçleri, -5+1’e baktığınız zaman bütün dünya oradabunu anlaşılabilir bir ortak olarak kabul ediyorlar. Öncesinde de Kerry’nin
Beşar Esad için güvenilir bir ortak olduğu ifadesi var, kimyasal silahları
imha etmeyi kabul etmesiyle birlikte. Bölgede Arabistan, ikinci derecede
İsrail rahatsız oldu. İsrail, Suriye konusunda çok müdahil olmadı. Amerika
da… Yani bu savaş 100 yıl da sürse Amerika’ya o kadar iyi. Amerika niye
müdahale etsin; herhangi bir tarafı tutmasını gerektirecek bir şey yok.
Bosna Savaşı gibi; yani belki bir taraf mutlak zafer ilan edecekse Amerika
‘dur bakalım’ diyebilir. Yani kimse zafer ilan etmesin, berabere kalın. Bu
olacaktır Suriye’de, Türkiye zaten dikkat ederseniz hemen yeni bir atak
geliştirdi diplomatik hamlelere… Önce Irak’a gidildi, peşinden İran’a
gidildi. İranlılar buraya gelecek çünkü İran’ın savunduğu hat, İran’ın buna
direniş ekseni dediği bazılarının Şii hilali dediği, ne olarak adlandırırsanız
adlandırın ki bu ideolojik adlandırmalar aslında doğru değil. Ortada bir
ulusun, devletin çıkarları var ve çok anlaşılır rasyonel sebepleri var. Bu
politikalar olacaktır. Yani Hizbullah güç kazanacaktır, daha fazla meşruiyet
kazanacaktır, Beşar Esad zaten kazanmıştır benim görüşüme göre, bitmiştir
artık. Suriye’de bir şekilde Beşar Esad rejimi kazanmıştır. Belki kendisi
görevi bırakabilir ama ana yapı bir şekilde devam edecektir. Bu ortaya
çıkmıştır artık. Çünkü bize de çok fazla baskı gelmeye başladı, uluslararası
basını takip ediyorsanız görüyorsunuz, Beşar’dan çok bizim haberimiz
çıkmaya başlamıştı. Yani Türkiye radikalleri destekliyor, radikaller kafayı
kesiyor, şunu yapıyor bunu yapıyor. Bir anda suçlu konumuna düştük yani.
Çünkü Arabistan ve Katar kontrol edilebilir güçler. Yani zaten onlar daha
çok maddi olarak destekledi, istihbarat olarak… Ama bütün silah girişi
Türkiye üzerinden oldu. Dolayısıyla Türkiye şimdi engelleniyor. Türkiye
biraz da buna mecbur kaldı artık. Çünkü gördü, 3 sene savaştık. Zaten bu
biliniyordu, yani 10 yıl da savaşılsa bir sonuç alınmayacaktı. Çünkü siz
sahaya asıldıkça karşı taraf da asılıyor. Yani siz yabancı savaşçı getirirseniz
38
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
39
> 2013 ARALIK
onlar Hizbullah’ı getirir. Siz biraz daha fazla getirseniz onlar Irak’tan
Şii savaşçıları getiriyorlar. Daha fazla asıldığınız zaman İranlı devrim
muhafızları gidiyor. Bu sonuna kadar gider. Dolayısıyla Amerika, çok üstün
bir askeri güç bölgeye girmedikten sonra bunun galibi yok. Ama bu, bizi
çok fazla olumsuz anlamda etkilemeyecektir. Neden? Çünkü biz İran’la en
fazla ticaret yapan bölge ülkesiyiz. Arabistan’la İran’ın ticari ilişkisi yok.
İkisi de petrol ülkesi, birbirlerine petrol satacak halleri yok. Ama biz İran’a
çok fazla mal satıyoruz. İş adamlarımız orada iş yapıyor. Hatta bu altın
ticareti büyük oranda Türkiye üzerinden gerçekleşiyor.
Dolayısıyla bu ticari anlamda bizi rahatlatacaktır. İkincisi Şimdi dünyanın
bizim üzerimizde çok fazla baskı vardı. Yani Türkiye bütün güçleri, İran’ı
içinden de biliyorsunuz belli gruplar, hükümetin çok fazla
İrancı olduğu yönünde bir propaganda vardı. Brezilya ile anlaşılabilir bir ortak
ortak yaptığımız anlaşmadan sonra içerde söylenenleri olarak kabul edihatırlıyorsunuz…
yorlar. Öncesinde
A.E: Eksen kayması...
H.U: Eksen kayması vs. Şimdi bizim yapmaya de Kerry’nin Beşar
çalıştığımız şeyi Amerika kendisi yaptı, dünya güçleri Esad için güvenilir
5+1 birlikte yaptı. Dolayısıyla Türkiye’nin haklılığı, bir ortak olduğu
öngörüsünün ne kadar ileride olduğu da ortaya çıkmış
oldu. Bunlar Türkiye’nin zararına değil ama bu anlaşma ifadesi var. Bölgede
zaten az önce de dediğim gibi teneffüs… 6 aylık bir Arabistan, ikinci deteneffüs... Eğer büyük barış yapılırsa ve yani Amerika ile recede İsrail rahatİran arasında çok stratejik bir anlaşma yapılırsa o zaman
farklı şeyleri konuşabiliriz. Şu an için ben onu mümkün sız oldu.
görmüyorum. Çünkü İran’da Ruhani’nin temsil ettiği o
yapı şu an İran devlet gücünde % 20’leri falan temsil ediyor, belki daha da
az… Yani cumhurbaşkanının değişmesiyle bütün bir siyasi sistemi elinize
alamıyorsunuz İran’da. Dolayısıyla Ruhani’nin ben bir şeye karar verdim,
Amerika’yla stratejik anlaşma yapacağım diyebilme yetkisi yok.
A.E: O halde bu, tamamen rejimin desteklediği bir şey?
H.U: Tabii öyle… Hamaney bundan yaklaşık 2 ay önce bir açıklama
yapmıştı. Devrim lideri, “asıl yetki onda asıl güç onda, çok ümitli değilim,
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
çok olumlu değilim ama görüşmeler yapılmasında bir sıkıntı yok, görüşmeler
yapılabilir” demişti. “Çünkü 35 yıldır bize baskı yapıyorlar, bunlar izin
vermeyecekler ama gidin görüşün” dedi. Çünkü dediğim gibi ekonomi
onu da ikna ediyor. Ahmedinecad’la Hamaney’in arasının açılmasının en
önemli sebeplerinden birisi olarak bu gösteriliyor. Ahmedinecad ve ekibi
tarafından yaptırımların etkisi konusunda Hamaney’e yanlış bilgi verilmesi.
Çünkü Ahmedinecad son 2 yıla kadar, yaptırımlar kağıt parçası, yaptırımlar
bizi etkilemez, falan deyip duruyordu. Ama yaptırımlar şiddetlenmeye
başlayınca nefes alamaz hale geldi ülke. Sonunda bunu Hamaney de fark
etti. Dolayısıyla Hamaney ülkenin sonuçta 1 numaralı
Ortada bir ulusun, adamı. Ve ülkesinin yok olmasını istemiyor doğal olarak.
devletin çıkarları Yani bir şey yapılacaksa anlaşma imkanı varsa anlaşarak
var ve çok anlaşılır yapılsın, diyor. Komplo teorilerine girersek Türkiye’nin
yerini alabilecek bir İran olabilir mi, şu an için bu mümkün
rasyonel sebepleri görünmüyor. Çünkü İran’da rejim içinde ciddi ve güçlü
var. Bu politikalar Batı karşıtı damarı bir damar var. İran’a ilk giden önce
olacaktır. Yani Hiz- şaşırır. Herkes Amerikancı, herkes Batı’yı seviyor, herkes
Şah zamanında özgürdük diyor, mollalar geldi mahvolduk
bullah güç kazana- falan diyor. Ama bu madalyonun bir yüzü… Arka tarafta
caktır, daha fazla devlet kadrolarında hala çok ciddi Batı, Amerika, İsrail
meşruiyet kazana- karşıtı güçler var. Ve bunlar varken Amerika’yla büyük
anlaşma yapılması çok zor görünüyor. Bu bir ara geçiş
caktır, Beşar Esad dönemi olacak ve ben bu ara dönemin Türkiye için faydalı
zaten kazanmıştır... olacağı kanaatindeyim.
A.E: Peki topluma nasıl yansıtıldı? Rejim bu
anlaşmayı söylem olarak, bir yenilgi olarak mı, zafer olarak mı
topluma sundu?
C.A: Ruhani bunu, bir şekilde özetlemişti. Obama, “İran’a kabul
ettirdik, İran’ın nükleer silah yapmasının önünü aldık” dediğinde Ruhani
de “kimsenin bu şekilde bir zafer elde ettiği yok, bizim zaten nükleer
silah yapmak gibi bir amacımız yoktu, dinimiz buna izin vermez, bu
şekilde bir fetva söz konusu olamaz” diye açıklama yaptı. Sonra sözü,
bloke edilmiş paraların serbest bırakılmasına getirdi. Devrimden itibaren
40
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
41
> 2013 ARALIK
İran’la Amerika arasındaki en büyük problemlerden biri budur. Amerikan
bankalarında yüksek miktarda gelişmiş silah almak için ödenmiş bir para
var ama silahlar teslim edilmemiş…
A.E: Devrim öncesinden ödenmiş?
C.A: Evet. İlk kez bu sene açık-örtük şekilde konuşulmuş ama her
zaman gündemde olan bir rahatsızlık konusudur bu İranlılar açısından.
Bu para şimdi serbest bırakıldı ve Ruhani işte bu şekilde konuştu. Ve bu
bağlamda dile getirmem gereken bir konu şu: Amerika bir çöküş dönemi
nostaljisi hissiyatı sergiliyor sanki. İran Devrimi ile birlikte açılan gedik
bir şekilde sanki yeniden uzlaşma kanalıyla çözülebilirmiş
gibi bir psikoloji… Wallerstein’ın İran Devrimi’ne ilişkin Onu baş eğdirmeye
şu cümlelerine bu bağlamda bir yazımda yer vermiştim: dönük faaliyetleri
“ABD bu tür bir temel başkalığa nasıl yaklaşacağını fayda etmediğinde
bilmiyordu; işte bu yüzden Humeyni ABD’yi bu şekilde
aşağılayabildi ve bu suretle onun hegemonyasını Yeni tersi yönde bir araSol’ların ve dışlananların 1968 dünya devriminden bile yışa düşüyor. Bir Aydaha etkin biçimde zayıflattı” diyordu Wallerstein. Yani rılık Filmi’nin Oscar
bir şekilde hep Amerika’nın çöküşte olduğunu söylenir
ya… İran Devrimi’nin bu konuda nasıl da hızlandırıcı ‘la ödüllendirilmesi,
bir etki yaptığını gösteriyor bu tespitler. İran’ı saplantı hemen arkasından
haline getirmesi bir çöküş dönemi nostaljisini yansıtıyor da Argo’nun aynı
sanki. İran bölgedeki kusursuz hakimiyeti için kalabalık
nüfusuyla, petrolüyle ve stratejik konumuyla çok ideal ödülü kazanması
bir ortak gibi kabul görürken bir anda tersi bir konuma ilginç değil mi?
yerleşince ABD’nin bölgede Afganistan’dan itibaren
yaşadığı bütün problemlerin kaynağında bu ortağın yitimini görmesi tabii
görünüyor. Onu baş eğdirmeye dönük faaliyetleri fayda etmediğinde tersi
yönde bir arayışa düşüyor. Bir Ayrılık Filmi’nin Oscar ‘la ödüllendirilmesi,
hemen arkasından da Argo’nun aynı ödülü kazanması ilginç değil mi?
Önce bir İran filmini ödüllendirip, orada İran’la bir bağlantı kurabilme ya
da İran halkına dönük bir mesaj verme niyeti sergilenmişken karşılığını
bulamadığında hemen arkasından Argo gibi, çirkin İranlı imajının baskın
olduğu bir filmin ödüllendirilmiş olması rastlantı olmasa gerek. Wagner’in
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Parsifal’ında geçtiği gibi “Yara ancak onu açmış mızrak tarafından
iyileştirilebilir.”
Sanırım oturum bitmek üzere… Türkiye İran ilişkileri üzerine değinmek
istediğim birkaç hususu da ekleyeyim izin verirseniz. İran’da 2 yıl
öncesine kadar Türkiye’ye dönük bakış itibarıyla şunu gözlemliyordum:
Türkiye-İran ilişkileri bağlamında, toplum katmanında AK Parti’ye büyük
bir hayranlık hissediliyordu. Hatta bizde niye böyle bir parti yok, diye bir
gıptadan da söz edilebilirdi. Başbakan Erdoğan’a, Cumhurbaşkanı Gül’e
hayranlıklarını ifade ediyorlardı. Hakkı Bey de belki benzeri bir ilgiyi
gözlemlemiştir…
İran halkı, bizim
H.U: O kadar etkilendiler ki, Adalet ve Kalkınma
Türk halkına naza- Partisi kuruldu İran’da...
C.A: Türkiye de dönem dönem İran mezhepçi bir
ran silahlar konubakışla değerlendiriliyor, daha doğrusu bu ülkenin
sunda çok ilgili ve Müslüman toplumlara dönük duyarlığına mezhebin
bilgili. Patriotlar ve belirleyici olduğu savunuluyor. Safevi Şiası perspektifine
Türkiye’nin NATO dönüldüğünde bu yargı doğru olabilir ama devrimden
sonra bu alanda başka türlü bir duyarlığın geliştiği göz
ile birlikte hareket ardı edilmemeli. Mezhepçi bakış baskın olsaydı sözünü
ediyor olmasıyla ettiğim Başbakan Erdoğan’a, Cumhurbaşkanı Gül’e dönük
İran toplumunda bir sempatiden söz edemezdik. Tanıdığım birçok yönetmen
İran’da artık film yapamaz hale gelirlerse gitmek,
kırılma yaşandığını yerleşmek istedikleri, daha rahat çalışabilecekleri ülkenin
düşünüyorum. Türkiye olduğunu ifade ediyorlar. Bir şekilde patriotlarla
birlikte kırılma yaşandı. İran halkı, bizim Türk halkına
nazaran silahlar konusunda çok ilgili ve bilgili. Patriotlar ve Türkiye’nin
NATO ile birlikte hareket ediyor olmasıyla İran toplumunda bir kırılma
yaşandığını düşünüyorum. Başka bir husus da şu: Hatemi’nin başlattığı
reformist hareket mezhepçi bakış açısının kırılmasında büyük rol oynadı.
Hatemi İran Devriminin içinde var olan ve İran Devrimi’nden önce de
İslamcı muhalefette etkin olmuş, adı Beheşti ile anılan bir isim. Hatemi
döneminde yayımlanan gazete ve dergilerde reformist yazarlar Şia ve Ehli
Sünnet bağlamında Ali Şeriati’nin yaklaşımlarını açan ezber bozan yazılar
42
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
43
> 2013 ARALIK
yayımladılar. Uzun asırlardan sonra Şiilik ilk kez iktidara geçtiğinde kendi
içinde yaşadığı ihtilaflar ve çatışmalar nedeniyle Asr-ı Saadet dönemi
ihtilaflarını daha farklı bir gözle görme ihtiyacını yansıtan yazılardı bunlar.
Bu konularda İran yekpare görüldüğünde, kendi içerisindeki tartışmaların
hangi boyutlarda seyrettiği ve derinleştiği dikkatlerden kaçıyor.
A.E: Çerçeveyi biraz geniş tutarak konuşmaya çalıştık. Umarım
faydalı olur. Anlaşmadan hemen sonra Walter Russell Mead’ın The
Amerikan Interest’te yayınladığı yazısında bu anlaşmanın ‘tarihin
sonu tezi’nin sonlandığını gösterdiği değerlendirmesinde bulundu.
Belki abartılı bir yorum ama bölgesel ve küresel güçlerde değişimi de
işaret ettiğini kabul etmek zorundayız. Özellikle Batılı demokratik,
liberal sistemin bütün dünyaya hakim olacağını imleyen bu “tarihin
sonu” tezinin Arap Baharı bağlamında da sonunun geldiğini söylüyor
Mead. Bu açıdan üzerinde daha çok konuşulmaya değer bir konu
olduğunu düşünüyoruz. Bunun giriş olması dileğiyle… Katkılarınız
için çok teşekkür ediyorum, ağzınıza sağlık. İnşallah başka bir
toplantıda görüşmek dileğiyle, teşekkürler…
ÖZGEÇMİŞLER
Cihan Aktaş
1960 Refahiye-Erzincan doğumlu. Beşikdüzü Öğretmen Lisesi’ni
(1978) ve İstanbul DGSA Mimarlık Fakültesi’ni (1982) bitirdi. Mimar, basın danışmanı, gazeteci ve okutman olarak çalıştı. Yeni Devir, Yeni Şafak
ve Taraf’ta köşe yazıları yazdı. Halihazırda www.dunyabulteni.net sitesinde köşe yazıları yazıyor, 1995’te TYB (Türkiye Yazarlar Birliği), 1997’de
Gençlik Dergisi tarafından ‘Yılın Hikayecisi’, 2002’de TYB tarafından
yılın romancısı olarak ödüllendirildi. 2009’da “Kusursuz Piknik” isimli
hikaye kitabı ESKADER tarafından yılın hikaye kitabı ödülüne lâyık bulundu. Aktaş’ın romanları, hikaye ve inceleme-araştırma kitapları bulunmaktadır.
> DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Hakkı Uygur
Kazvin IKUI ve Tahran Üniversitelerinde Islam Kültür ve Medeniyeti
Tarihi bölümünde lisans ve yüksek lisans yaptı. 2005-2010 yılları arasında
Bilim Sanat Vakfında Farsça ve Iran konulu seminerler verdi, başta Anlayış
dergisi olmak üzere çeşitli dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı. 2010
yılı başından beri Tahran Üniversitesinde doktora öğrenimini sürdürmektedir.
Yard. Doç. Dr. Süleyman Elik
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesin­den 1997 yılında mezun oldu.
2011 yılında Durham University School of Government and International
Affairs’de yazdığı “Iran-Turkey Relations 1979-2011: Conventionalizing
the Dynamics of Politics, Religion and Security in Middle-Power State”
başlıklı doktora teziyle doktor oldu. Orta­doğu siyaseti, ekonomi politik ve
enerji konularında çalışmaları olan Elik, halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmalarına
devam etmektedir.
44
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
<
> DÜBAM YUVARLAK MASA TOPLANTILARI
İRAN-BATI NÜKLEER ANLAŞMASI
Moderatör: Aynur ERDOĞAN
DÜBAM Yayınları
Küresel İletişim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / Beşiktaş
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
45
> 2013 ARALIK
> 2013 ARALIK
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI
Download