Haziran 2016 ///// HAKİMİYET MİLLETİNDİR 37 65. Hükümet görev başında...18 İnançtan geleneğe bir rahmet ayı Ramazan...26 Geleceği el ele yeşertmek: Dünya Çevre Günü...64 Ankara’da 800 yıllık bir şaheser Aslanhane Camii...54 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 37 Haziran 2016 Sayı: 37 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Enver Uygun Evren Özesen Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Orhan Gülenay Pınar Çavuşoğlu Zeynep Yiğit Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Genel Koordinatör İsmail Demir TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN 21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI 23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Ömer Faruk ÖZ Genel Sayman 23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA T: 0312 395 06 08 Basım Tarihi: 01.06.2016 HAZIRAN 2016 İÇİNDEKİLER 18 65. HÜKÜMET GÖREV BAŞINDA 34 Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği sadece ülkemiz ve Ali Bozer: AB ilişkilerine değil, dış siyasi konjonktüre de bağlıdır 60 Bir siyasetçi, insanlar arasında ayrım yapmamalı, Ali Rıza Öztürk: sadece kendisine oy verenlerin değil, herkesin temsilcisi olmalıdır GELENEĞE BİR RAHMET AYI 26 İNANÇTAN HOŞGELDİN YA ŞEHR-İ RAMAZAN 84 Koleksiyonumla tespih sanatının gelişimine katkı Ruhi Açıkgöz: sağlamayı ve bu sanata bir armağan sunmayı amaçlıyorum 48 TÜRK SİYASETİNDE DEMIREL’LI 35 YIL 64 5 HAZIRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ 92 CHP ÇANAKKALE MILLETVEKILI MUHARREM ERKEK ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 BIRLIK’TEN 6 HABERLER 14 DÜNYADAN 39 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE MAYIS 2016’DA KABUL EDILEN YASALAR 68 BABALAR GÜNÜ 74 TARIH SAHNESI - DEVLET TIYATROLARI 78 ERBAY KÜCET: UZAKLARI YAKIN ETTİK 88 KITAP 90 MÜZIK 91 FILM 93 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 95 UNUTMAYACAĞIZ 40 KRALLIKTAN DEMOKRATIK HUKUK DEVLETINE BREZILYA 800 YILLIK 54 ANKARA’DA BIR ŞAHESER ASLANHANE CAMİİ MUSİKİMİZİN PÎRİ 70 ÖZ BUHURİZADE MUSTAFA ITRÎ EFENDİ BAŞKAN’IN MESAJI DÜNYA İNSANİ ZİRVESİ VE RAHMET AYI RAMAZAN D ünyanın Suriyeliler başta olmak üzere vatan topraklarını terk etmek zorunda kalan göçmenler karşısında “insanlık sınavı”ndan geçtiği ve maalesef bu sınavda başarısız olduğu günümüzde Türkiye çok önemli bir uluslararası organizasyona evsahipliği yaptı. Birleşmiş Milletler tarafından organize edilen Dünya İnsani Zirvesi, 23-24 Mayıs günlerinde yaklaşık 9 bin kişinin katılımıyla İstanbul’da gerçekleşti. Zirvenin Türkiye’de düzenlenmesinin temelinde hiç şüphesiz ülkemizin ilk günden itibaren göçmenlere karşı uyguladığı “açık kapı politikası” ve dünyadaki insani kriz konusunda takındığı yapıcı tavır yatıyor. 2014 yılında 1,6 milyar dolar tutarındaki resmî insani yardımla ABD ve İngiltere’nin ardından dünyada üçüncü sırada yer alan Türkiye, günümüz itibarıyla topraklarında en fazla sığınmacıyı ağırlayan ülkedir. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı bu büyük meselenin çözümü için her türlü fedakarlığı yapan ve özveriyle çalışan ülkemiz Dünya İnsani Zirvesi’nden de alnının akıyla çıkmasını bilmiştir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın zirvenin kapanış töreninde yaptığı konuşmada vurguladığı gibi gelir dağılımı ve güvenlik bakımından büyük adaletsizliklerin yaşandığı dünyada bir tarafta lüks ve israf varken diğer tarafta açlık ve sefalet görülmektedir. Uluslararası toplumun bu adaletsizliğe ve mazlum toplulukların sorunlarına sessiz kalmaması gerekir. Konunun bir an önce çözüme ulaşması için dünya ülkelerinin ahlaki, mali ve siyasi sorumluluklarını yerine getirmesi zorunludur. Türkiye’nin ülkemizdeki sığınmacılar için AFAD koordinasyonunda yaptığı harcamalar 10 milyar doları aşmışken, uluslararası toplumun katkıları 455 milyon dolarda kalmıştır. Zirve kapsamında 170’ten fazla ülkenin temsilcilerine seslenen Cumhurbaşkanımızın bir kez daha altını çizdiği bu husus son derece dikkate değerdir. Türkiye’nin özellikle Filistin ve Suriye’de yaşananlar karşısında sergilediği örnek tavrın ve dünyaya sunduğu “kalkınma odaklı insani yardım” anlayışının bir an önce yaygınlaşması en büyük arzumuzdur. Tarihte görülmemiş büyüklükte bir nüfus hareketliliğinin yaşandığı ve bu durumun beraberinde getirdiği sorunların dünyanın gündeminde olduğu şu günlerde rahmet ve bereket ayı Ramazan’ı idrak edeceğiz. Dayanışmayı, ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşmayı emreden Kuran-ı Kerim’in yeryüzüne indirilmeye başladığı ay olan Ramazan’da ülkemizde toplumsal huzurun, dünyada barışın hâkim olması için dualar edecek, bu vesileyle Türkiye’de misafir edilen Suriyeli kardeşlerimizle de daha sıkı bağlar kuracağız. Ramazan coşkusuyla dolacak yüreklerin sıcaklığının, dünyanın insani sorunlarını çözmede ne derece önemli olduğu bu mübarek günlerde bir kez daha anlaşılacak. Yüce Allah’tan hepimizi Bayram’a kavuşturmasını, Ramazan ayı boyunca yerine getireceğimiz ibadetleri kabul eylemesini niyaz ederim. Türkiye’nin önünde 2023 ve 2071 hedefleri bulunmaktadır. Geçtiğimiz ay güvenoyu alarak göreve başlayan 65. Hükümetimizin bu hedeflere ulaşma doğrultusunda hızlı ve kararlı adımlar atacağına yönelik inancım tamdır. Bu düşüncelerle Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere tüm Bakanlar Kurulu üyelerimize en içten duygularımla başarı diliyor, Ramazan ayının İslam âlemi ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. 4 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili TÜRKIYE’NIN GÖÇMENLERE YÖNELIK ÖRNEK TAVRININ VE “KALKINMA ODAKLI INSANI YARDIM” ANLAYIŞININ TÜM DÜNYADA YAYGINLAŞMASI EN BÜYÜK ARZUMUZDUR. BİRLİK’TEN TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ’NDEN KOMİSYON ÇALIŞMALARINA KATKI TÜRK Parlamenterler Birliği (TPB), ülke gündemine ve üyelerine yönelik konularla ilgili görüş ve değerlendirmelerini çeşitli platformlarda dile getirmeye devam ediyor. Bu çerçevede TBMM komisyonlarının davetlerine de iştirak edilerek toplantı gündemindeki konuyla ilgili düşünceler katılımcılarla paylaşılıyor. Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve 21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman, Anayasa Komisyonu’nda “Siyasi Etik Kanunu Teklifi”nin görüşüldüğü toplantıya katılarak bir konuşma yaptı. Sözlerinin başında Türk Parlamenterler Birliği’nin faaliyetleri Yahya Akman hakkında bilgi aktaran Akman, özellikle milletvekilliği kanununun çıkarılması için gerçekleştirilen çalışmalar üzerinde durdu. Bu konuda Türk Parlamenterler Birliği’nin girişimleri ve katkılarıyla 24. Dönem’de iki kanun teklifi hazırlandığını, bu tekliflerin Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçerek Genel Kurul gündemine gelmesine rağmen yasalaşma imkanı bulamadığını hatırlatan Akman sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün Ramazan Kerim Özkan Türkiye’de her kesimin bir kanunu var, ama en önemli görevi yasama faaliyeti yapmak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin maalesef kendilerine mahsus bir kanunu yok. Bizim bütün amacımız, arzumuz, siyasi partilerin esas itibarıyla üzerinde ittifak etmiş olduğu bir milletvekilliği kanununun çıkarılmasıdır. Bu konuyu burada gündeme getirme nedenimiz şudur: 24. Dönem’de Sayın Cemil Çiçek’in vermiş olduğu kanun teklifindeki 17, 18 ve 19. maddeler bugün görüşmekte olduğumuz Siyasi Etik Kanunu Teklifi’yle paralellik arz eden hükümler içermektedir. Eğer milletvekilliği kanunu kabul edilmiş olsaydı, bugün burada Anayasa Komisyonu belki de Siyasi Etik Kanunu Teklifi’ni değil, Siyasi Etik Komisyonu’nun kurulmasına yönelik bir konuyu, yani İçtüzük değişikliğini görüşmek durumunda olabilirdi.” “Milletvekilliği kanunu bir an önce çıkarılmalıdır” Yahya Akman, 24. Yasama Dönemi’ndeki milletvekilliği kanunu teklifinin “siyasi etik” bağlamında kapsamlı düzenlemeler içerdiğini de ifade etti. Söz konusu teklifte hem TBMM bünyesinde bir Siyasi Etik Komisyonu kurulmasının hem de her siyasi partinin kendi içinde ayrıca bir Siyasi Etik Komisyonu oluşturmasının öngörüldüğünü kaydeden Akman, “Böylece siyasi etik anlamında milletvekillerini zorlayacak ikili bir sistem düşünülmüş ve bu konuda ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştır” dedi. Yahya Akman konuşmasında 24. Dönem’deki kanun teklifinin milletvekilleri için ilave hiçbir ekonomik ve sosyal hak içermediğini, sadece milletvekillerinin şu anda almış olduğu ödenek ve yollukları düzenleyen maddeye doğrudan bir atıf yaptığını hatırlatarak, “Esasında kanun teklifi ile tek bir kuruş artış yapılmadığı halde, ne yazık ki medyada milletvekili maaş ve ödeneklerinin abartılı bir şekilde gündeme getirildiğine, adeta milletvekillerinin manevi şahsiyetini rencide edici yayınlar yapıldığına şahit olduk. Ancak bu durum, milletvekilliği kanununun çıkarılması gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmamalıdır. Milletvekilliği çok şerefli bir görevdir ve milletvekilleri kendilerine mahsus bir kanuna bir an önce kavuşmalıdır” dedi. Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ise Avrupa Birliği Uyum Komisyonu’nda “Siyasi Etik Kanunu Teklifi”nin görüşüldüğü toplantıya katıldı. Teklifin önemini vurgulayan Özkan, ülkede temiz bir siyaset yapılması için dürüstlüğe, eşitliğe, şeffaflığa davet eden, siyasette yozlaşmaya karşı çıkan bir anlayışı her zaman desteklediklerini ifade etti . 5 HABERLER 19 MAYIS’A COŞKULU KUTLAMA 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı coşkuyla kutlandı. Yurdun dört bir yanından Anıtkabir’e gelenler Atatürk’e sevgi ve saygılarını sunarken bu özel ve anlamlı günde çeşitli etkinlikler düzenlendi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bir resepsiyon verdi. Resepsiyonda gençler ve sporcularla bir araya gelen Erdoğan, 97 yıl önce Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıkmasıyla yakılan istiklal ateşinin, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasıyla tamamen millî bir dava haline dönüştüğünü söyledi. 19 Mayıs’ta ilk adımı atılan yeni süreç sonunda Cumhuriyet’in kurulduğunu ancak istiklal ile istikbal mücadelesinin bitmediğini ve bitmeyeceğini ifade eden Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal’in devlet kuran bir kumandan ve lider olarak bugün bir kez daha saygıyla anıldığını vurguladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında gençlere “Kendinizi yetiştirin, proje geliştirin, çalışın, üretin, kariyer yapın” tavsiyesinde bulundu. Gençlerle bir araya her gelişinde ülkemizin geleceğine dair ümitlerinin daha da arttığını kaydeden Erdoğan, “Heyecanınızla, dinamizminizle, gayretinizle, ufkunuzla bize de güç veriyorsunuz. Tarihe de tarife de sığmayan bir milletin evlatları olarak gözlerinizdeki ışık, yüreğinizdeki sevgi inşallah hiç eksilmesin” diye konuştu. 6 “Gençler geleceğimizin teminatı” TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla yayımladığı mesajda, “Milletimiz 97 yıl önce bugün ehl-i salibe boyun eğmeyeceğini haykırmış ve Anadolu’nun ortasında küçük bir toprak parçasına sıkıştırılma planlarını bozmuştur” dedi. Gençlerin geleceğin teminatı olduğunu ifade eden Kahraman, “Bugün onların meydanlara taşan enerjileri, kendilerine emanet edilen vatanımızın, bayrağımızın, manevi ve millî değerlerimizin, hürriyet ve bağımsızlığımızın ilanihaye korunması konusunda bizlere güç ve güven vermektedir” dedi. Kahraman mesajında Mustafa Kemal Atatürk ile istiklal ve istikbal mücadelemizde canıyla, malıyla, emeğiyle görev üstlenmiş bütün şehit ve gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla andığını kaydetti. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlamaları kapsamında Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ve beraberindeki heyet Anıtkabir’i ziyaret etti. Türk bayrakları taşıyan gençlerle birlikte Aslanlı Yol’dan yürüyen Bakan Kılıç, daha sonra Atatürk’ün mozolesine çelenk koydu. Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Misak-ı Millî Kulesi’ne geçen Kılıç, Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı: “Aziz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızın 97. yıldönümünde huzurlarınızdayız. Samsun’dan yaktığınız kurtuluş meşalesiyle başlayan bağımsızlık mücadelesi, cennet vatanımızın dört bir yanına ulaşmış ve toprağımızın işgal edilemeyeceğini tüm dünyaya ispatlamıştır. İstiklal aşkımızı sınamaya çalışanlara dün şanlı ecdadımızın verdiği cevabı bugün ve gelecekte nitelikli, girişimci, özgüveni yüksek ve medeniyetinin değerlerini savunmak adına cesur olan gençliğimiz vermeye hazırdır. Gençliğimizin birlik ve beraberlik içinde Cumhuriyet değerlerimizi muhafaza ederek 2023, 2053 ve 2071’e taşıyacaklarından emin olunuz. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı münasebetiyle zatıaliniz, silah arkadaşlarınız ve bu topraklardaki ebedi varlığımızı tescilleyen şehit ve gazilerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Ruhunuz şad olsun.” “Yolumuzu aydınlatan tarihî bir başlangıç” Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yayımladığı mesajda “19 Mayıs 1919 tarihinde Büyük Atatürk’ün ülkemizi işgalden kurtarmak ve tam bağımsız, özgür bir ülke kurmak ülküsüyle Samsun’a çıkışı, milletimizin kaderini değiştiren, yolumuzu aydınlatan tarihî bir başlangıçtır” dedi. 19 Mayıs’la birlikte milletimizin kendi kaderini eline aldığını, “Ya istiklal ya ölüm” diyerek varoluş mücadelesine başladığını hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Bu ruh ile Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmış, millî egemenliğe dayanan, çağdaş uygarlık seviyesinin bile üstüne çıkmayı hedefleyen, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti kurulmuştur. Bugün sahip olduğumuz tüm özgürlüklerin ve hakların teminatı işte bu büyük ruhtur” ifadelerini kullandı. Kılıçdaroğlu mesajında başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere bütün kahramanlarımızı minnetle ve şükranla andığını belirtti. 19 Mayıs’ta CHP Gençlik Kolları tarafından düzenlenen yürüyüşe de katılan Kemal Kılıçdaroğlu, beraberindekilerle birlikte Anıtkabir’e giderek Atatürk’ün mozolesine çelenk koydu ve saygı duruşunda bulundu. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlayan mücadele sürecinin Erzurum ve Sivas kongreleriyle anlam ve güç kazandığını ifade ederek, “Ardından Ankara’da Meclis’in açılması, hemen sonra Millî Mücadele’nin kazanılması ve nihayet Cumhuriyetimizin ilanı ile Türk milleti kendi kaderine hâkim ve hadim olmuştur. Bu itibarla, 19 Mayıs tarihi ile gelişen olaylar zinciri, küllenmiş millî heyecanları diriltmenin, ümitsizliğin seline düşmüş millî hedefleri kamçılamanın eşi bulunmaz bir örneğidir” dedi. “Dün yedi düvelin bileğini büktük, bugün de terör çetelerinin üstesinden eninde sonunda geleceğiz” ifadesini kullanan Bahçeli, “19 Mayıs 1919’un 97’nci yıldönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, milliyetçi kahramanları ve aziz şehitlerimizi şükranla, minnetle ve rahmetle bir kez daha anıyorum. Türk gençliğinin bayramını kutluyorum” diye konuştu. 7 PROF. DR. AZİZ SANCAR’IN NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ ANITKABİR’DE Prof. Dr. Aziz Sancar ise Nobel Kimya Ödülü alarak milletimize böyle bir sevinç yaşattığı ve özellikle gençlere bilim yapma ilhamı verdiği için çok mutlu olduğunu belirterek, “Bu madalyayı buraya vermekle Atatürk’e ve Atatürk’ün silah arkadaşlarına, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlara vefa borcumu ödedim ve bu fırsatı bana verdiği için Allah’a şükrediyorum” dedi. Törende Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Prof. Dr. Aziz Sancar’a İngiliz ressam Ned Pamphilon’un 23 Nisan’da Anıtkabir’i ziyarete gelen çocuklarla yaptığı “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” konulu tabloyu hediye etti. Orgeneral Akar, daha sonra Prof. Dr. Sancar onuruna bir yemek verdi. Başarılarla dolu bir kariyer PROF. Dr. Aziz Sancar, DNA onarımı konusundaki çalışmaları dolayısıyla 2015 yılında aldığı Nobel Kimya Ödülü’nün madalya ve sertifikasını Anıtkabir Komutanlığı’na takdim etti. 19 Mayıs’ta düzenlenen törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar da katıldı. Prof. Dr. Aziz Sancar’a Anıtkabir’de dalgalanan Türk Bayrağı’nı hediye eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nobel Kimya Ödülü madalyasının Anıtkabir’de sergilenmesini gençler için geleceğe yönelik bir işaret fişeği olarak gördüğünü ve bu durumun daha nice Nobel Ödülü alma noktasında adeta bir yol haritası niteliği taşıdığını söyledi. 8 HABERLER 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Orhan Pamuk’tan sonra Nobel Ödüllü ikinci Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Prof. Dr. Aziz Sancar, 1946 yılında Mardin’de dünyaya geldi. 1963 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni 1971’de bitirdi. Doğduğu Savur ilçesinde iki yıl doktor olarak çalışmasının ardından lisansüstü eğitim için ABD’ye gitti. Eğitimini tamamladıktan sonra bu ülkede kalan Sancar, biyokimya ve biyofizik alanında 300’e yakın bilimsel makale yayımladı. Bu makalelere yapılan 12 binden fazla atıfla bilim dünyasında adından söz ettirdi. Sancar, kanser tedavisinde “ritmik saat” buluşuna imza atarak dünya çapında üne kavuştu ve Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’ne kabul edilen üç Türk’ten biri olarak anıldı. Aziz Sancar, 2015 yılının Nobel Kimya Ödülü’nü Tomas Lindahl ve Paul Modrich ile paylaştı. İSTANBUL’DA FETİH KUTLAMASI İSTANBUL’UN fethinin 563’üncü yıldönümü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı “Yeniden Diriliş Yeniden Yükseliş” programıyla kutlandı. 29 Mayıs’ta İstanbul Yenikapı Meydanı’nda düzenlenen programa, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan Binali Yıldırım, bakanlar, milletvekilleri, İstanbul Valisi Vasip Şahin, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve çok sayıda davetli iştirak etti. Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve Kuran-ı Kerim tilaveti ile başlayan kutlama marşlarla renklendi. Programa katılanlara hitaben bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, çağ kapatıp çağ açan İstanbul’un fethinin tarihin gördüğü en muhteşem zaferlerden biri olduğunu belirterek şunları söyledi: “İstanbul’u çekip alırsanız şairler ilhamsız ve sözsüz, şiirler eksik kalır. İstanbul’u anmadan tarih yazmaya kalkarsanız mürekkebiniz kurur, kaleminiz körelir. İstanbul’u görmeden, İstanbul’u yaşamadan geçen ömür eksiktir, tatsızdır. Onun için bu şehrin kıymetini çok iyi bilmeliyiz. İstanbul bizim için sevgili peygamberimizin övgüsüne, müjdesine mazhar olmasıyla ayrıca önemlidir. İstanbul’un fethinin 563’üncü yıldönümü mübarek olsun, kutlu olsun. Rabbim, bu şehri fetheden komutan Fatih Sultan Mehmet Han’dan, onun manevi rehberleri olan Akşemsettin’den Molla Gürani’ye kadar tüm âlimlerden, bu şehri fetheden askerden, bu şehrin asırlardır bizim olarak kalması için mücadele eden herkesten razı olsun.” Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında İstanbul’un fethinin önemini şu sözlerle ifade etti: “Fetih, Batı’nın aşılmaz sandığı duvarların aşılmasıdır. Fetih, 21 yaşındaki bir sultanın bin yıllık Bizans’ı dize getirmesidir. Fetih, askerî dehanın ve teknolojinin o dönemdeki zirvesidir. Fetih, ayak basılsa bile kalıcı olunamayacağı sanılan bir kıtaya kök salınmasıdır. Fetih, Avrupa kıtasının diğer ucunda, Endülüs’te vahşice söndürülmekte olan bir medeniyet ateşinin, doğu tarafında yeniden yükselişidir.” “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın” Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasının sonunda gençlere hitaben Arif Nihat Asya’nın “Fetih Marşı”nın şu dizelerini okudu: Delikanlım, işaret aldığın gün atandan / Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan / Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan / Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın? / Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın. “Yeniden Diriliş Yeniden Yükseliş” programında Türk Yıldızları’nın gösterisi, mehter takımının seslendirdiği marşlar ve “Diriliş Ertuğrul” dizisi oyuncularının yorumladığı İstanbul’un fethiyle ilgili şiirler katılımcıların büyük beğenisini kazandı. 9 DÜNYA İNSANİ ZİRVESİ İSTANBUL’DA YAPILDI TÜRKIYE, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ilk kez düzenlenen Dünya İnsani Zirvesi’ne evsahipliği yaptı. 23-24 Mayıs günlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşen zirveye 60’a yakın devlet ve hükümet başkanı katıldı. Organizasyona 170’ten fazla ülkeden aralarında akademisyenler, basın mensupları, insani yardım kuruluşu ve STK temsilcilerinin de bulunduğu yaklaşık 9 bin kişi iştirak etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açılış töreninde yaptığı konuşmada savaşlar, doğal afetler, salgın hastalıklar ve iklim değişikliğinin yol açtığı krizlerin tüm insanlığın huzurunu, refahını ve ortak geleceğini tehdit ettiğini belirtti. Acının rengi, ırkı, dili ve dini olmadığını vurgulayan Erdoğan, Türkiye’nin bu anlayışla 140’ı aşkın ülkede insani ve kalkınma yardım faaliyeti yürüttüğünü, 3 milyonun üzerinde Suriyeli ve Iraklı mülteciyi misafir ettiğini kaydederek, “Kapımızı hiçbir zaman insanlara, insanlığa kapatmayacağız” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, küresel insani yardım sisteminin insanlığın acil sorunları karşısında yetersiz kaldığına işaret ederek, “Sorunlara çözüm üretemeyen sistemin yükünü sadece belli ülkeler omuzluyor. Artık bu konuda herkes elini taşın altına koymalıdır. 10 HABERLER Öncelikle küresel yardım sistemini, insanı merkeze alan farklı bir bakış açısıyla yeniden ele almamız gerekiyor. Birkaç dolarlık sıtma örtülerini dahi ihtiyaç sahiplerine ulaştıramayan, basit aşıları tedarik edemeyen, bu yüzden on binlerce çocuğun hayatını kaybetmesine seyirci kalan bir sistemde sorun var demektir” diye konuştu. Yardımların finansmanında uluslararası toplum açısından bazı sıkıntılar ve sorumluluktan kaçma eğilimlerinin olduğunu kaydeden Erdoğan, “Bu zafiyeti en iyi bilen, çok acı bir şekilde bunu tecrübe eden ülke Türkiye’dir. Ülkemizdeki sığınmacılar için yaptığımız harcamalar 10 milyar doları aşmışken, uluslararası toplumun katkıları 455 milyon dolarda kaldı. Dünya İnsani Zirvesi’nin tüm bu alanlarda bir dönüm noktası olmasını diliyorum” dedi. “Dünya 5’ten büyüktür” Dünya İnsani Zirvesi kapsamında çeşitli oturumlar ve ikili temaslar gerçekleştirildi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un yönettiği “Çatışmaların Sona Erdirilmesi ve Önlenmesi İçin Siyasi Liderlik” konulu yuvarlak masa oturumunda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Çatışma riski barındıran ihtilafların zamanında tespiti, bunlara vakitlice etkin şekilde müdahale edilebilmesi ve önlenebilmesi kritik öneme sahiptir. Bunun için de kararlı, hızlı, şeffaf ve hesap verebilirlik ilkesi doğrultusunda çalışan bir Güvenlik Konseyi’ne ihtiyacımız bulunuyor. Biz her fırsatta bu soruna işaret ediyor ve ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyoruz. İnsanlığın kaderini 5 ülkenin siyasi çıkarlarına mahkum etmek ne akla, ne vicdana, ne de hakkaniyete sığar” dedi. Son dönemde dinî, mezhepsel ve kültürel farklılıkların, çatışmalara temel oluşturacak şekilde, artan biçimde istismar edildiğini kaydeden Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu eğilimi önlemek için 2005 yılında İspanya’yla birlikte temelini attığımız Medeniyetler İttifakı girişimine gerek siyasi, gerekse mali desteğimiz sürecek. Bu vesileyle tüm Birleşmiş Milletler üyesi ülkeleri ve paydaşları, bu girişimlere daha güçlü destek vermeye davet ediyorum.” Dünya İnsani Zirvesi kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun ile ortak bir basın toplantısı düzenlerken zirveye katılan liderler onuruna Dolmabahçe Sarayı Büyük Muayede Salonu’nda akşam yemeği verdi. Zirvede devlet ve hükümet başkanları, açıklamalarının yanı sıra aile fotoğrafı için de basın mensuplarının karşısına geçti. Daha huzurlu, adil ve barış dolu bir dünya Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dünya İnsani Zirvesi’nin açılışında olduğu gibi kapanış töreninde de bir konuşma yaptı. Zirve kapsamında çok verimli istişarelerde bulunulduğunu ve önemli kararlar alındığını ifade eden Erdoğan, “Zirve boyunca pek çok katılımcı ülke ve kuruluş, Sayın Genel Sekreter’in sunduğu insani gündem çerçevesinde somut taahhütlerde bulundu. Dünyanın farklı yerlerinde, hatta kimi zaman aynı yerlerde, insanların çok farklı güvenlik ve hayat standardına sahip olduğunu biliyoruz. Bir tarafta lüks, israf ve şatafat hâkimken onun hemen yanı başında milyonlarca insanın sefalet, yoksulluk ve açlık içinde hayata tutunmaya çalıştığını görüyoruz. Bu adil bir dünya değildir. Karşımızdaki bu keskin farklılığa, uluslararası toplumun hiçbir ferdinin, hiçbir vicdan sahibi ülkesinin kayıtsız kalmaması gerekir. Dünya İnsani Zirvesi’nin bu konuda temel bir zihniyet değişiminin miladı olmasını diliyorum” dedi. Bu tarihî zirvenin, adına ve önemine yaraşır bir şekilde, daha huzurlu, adil ve barış dolu bir dünyanın kapılarını aralamasını temenni eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Zirvenin neticelerini umutla bekleyenlere, kalplerimizi ve zihinlerimizi onlara kapatmadığımızı, bilakis kendilerini her zamankinden daha sıkı şekilde kucakladığımızı göstermek zorundayız. Küresel düzeyde karşı karşıya olduğumuz sorunun büyüklüğünün ortaya konması ve çözüm yolları üzerinde durulması önemli olsa da tek başına yeterli değildir. Uluslararası toplumun sorumluluk ve ilke sahibi üyeleri olarak bu zirvede ortaya konan iradenin fiiliyata geçirilmesinin takipçisi olmamız gerektiğini özellikle vurgulamak isterim. Türkiye, bugüne kadar tüm imkanlarını seferber ederek, insanlık adına bu noktada çok önemli bir rol üstlendi. İnşallah bundan sonra da üzerimize düşenleri yerine getirmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı. 11 DOKUNULMAZLIK TEKLİFİ YASALAŞTI HAKKINDA dosya bulunan milletvekillerinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliği teklifi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. 20 Mayıs’ta teklifin tümü üzerinde yapılan gizli oylamada 531 oy kullanıldı. Oylama neticesinde 376 kabul, 140 ret oyu çıkarken 5 milletvekili çekimser kaldı, 7 oy boş çıktı, 3 oy da geçersiz sayıldı. Bu sonuçla Anayasa değişikliği teklifi referanduma gitmeden kabul edilmiş oldu. “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” şu maddelerden oluşuyor: “Madde 1- 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. Geçici Madde 20- Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığı’na, Başbakanlığa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na veya Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığı’na intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından, Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi hükmü uygulanmaz. 12 HABERLER Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığı’nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nda, Başbakanlık’ta ve Adalet Bakanlığı’nda bulunan yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir. Madde 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoylamasına sunulması halinde oylanır.” Kanunda atıfta bulunulan Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi, “Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis’in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz” ifadesini içeriyor. Yeni düzenlemeye göre artık bu hüküm uygulanamayacak. TBMM Genel Kurulu’nda Anayasa değişikliği teklifinin 1. maddesi 373, 2. maddesi 374 oyla kabul edildi. Teklifin tümü üzerinde yapılan oylamada ise 376 kabul oyu verildi. Dokunulmazlıklarının kaldırılması istemiyle 1’i bağımsız, 29’u AK Partili, 55’i CHP’li, 53’ü HDP’li, 10’u MHP’li olmak üzere 148 milletvekili hakkında hazırlanan 787 fezlekeden 682’si TBMM’de, 105’i ise Adalet Bakanlığı’nda bulunuyor. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN - ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2016 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR. - BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR. - BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI 120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ZIRAAT BANKASI TBMM ŞUBESI IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR. - ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR. TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr FAX HATTI: 0312 420 66 24 SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI: ANKARA HOTEL PİNO BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA TEL: 0312 446 36 86 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 13 DÜNYADAN LONDRA’YA MÜSLÜMAN BELEDİYE BAŞKANI İNGILTERE’DE 5 Mayıs 2016 günü gerçekleştirilen yerel yönetim seçimleri hem iç hem de dış politika bakımından ilgi çekici sonuçlar doğurdu. Başkent Londra’da iki dönem üst üste başkanlık seçimini kazanan Muhafazakar Parti, İşçi Partisi’nin Pakistan kökenli Müslüman adayı Sadık Khan karşısında kaybetti. İşçi Partisi’nin oylarında ciddi düşüş yaşanacağı ve bu durumun partinin yeni lideri Jeremy Corbyn’i zor durumda bırakacağı yorumlarıyla gidilen seçimde Londra zaferi İşçi Partisi’ni rahatlattı. Öte yandan İngiltere tarihinde bir Müslüman politikacının gelebildiği en yüksek makama ulaşan Khan’ın başarısı, Avrupa’da yaygınlaşan İslamofobi’nin dengelenmesi bakımından olumlu sonuçlar doğuracak bir gelişme olarak değerlendirildi. Muhafazakar Parti adayı Zac Goldsmith’in 994 bin oyuna karşılık 1 milyon 310 bini aşkın oyla Londra Belediye Başkanlığı’na seçilen Sadık Khan seçim sonuçlarının 14 açıklanmasının ardından verdiği demeçte Londra’nın öncelikli sorunlarından konut, istihdam ve temiz hava konusunda ivedi adımlar atacağını bildirdi. Muhafazakar Parti’nin seçim kampanyası boyunca etnik ve dinî kimliğinden dolayı Khan’a yönelik karalayıcı propagandaya başvurması İngiliz kamuoyunda olduğu kadar parti içinde de tepki çekti. Londra’da doğmasına rağmen Pakistanlı göçmen bir ailenin çocuğu olması, babasının otobüs şoförlüğü yapması gibi konuları sürekli gündeme getiren Khan karşıtları, ayrıca onun İngiltere’ye yakışmadığını ima eden söylemler kullanmıştı. 1970 yılında dünyaya gelen Sadık Khan Kuzey Londra Üniversitesi’nde hukuk eğitimini tamamladıktan sonra insan hakları alanında çalışmalar yürüttü. Khan 2005 yılında milletvekili seçildi ve 2008 yılında önce Devlet Bakanlığı’na, ardından Ulaşım Bakanlığı’na atandı. 2000 yılında yürürlüğe giren bir yasayla özel bir yönetim statüsüne sahip olan Londra’nın belediye başkanının merkezî idareden bağımsız yetkileri bulunuyor. 9 milyon nüfuslu şehir İngiltere Gayri Safi Millî Hasıla’sının dörtte birini sağlıyor. İSVİÇRE’DE İSLAM MEDENİYETLERİ MÜZESİ AÇILDI 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Batı dünyasında İslam dinine yönelik gelişen önyargıları yıkmak amacıyla yürütülen faaliyetlere bir yenisi de İsviçre’de eklendi. Neuchatel kantonunun Chaux-de-Fonds şehrinde, Avrupa’da İslam dini ile ilgili ilk modern müze olarak nitelendirilen İslam Medeniyetleri Müzesi (Musée des Civilisation de l’Islam) açıldı. Tarihî bir binada hizmet veren müzede doğuşundan günümüze İslam medeniyeti Almanca, Arapça, Fransızca ve İngilizce olmak üzere dört dilde tanıtılıyor. Müslüman bilim ve düşünce insanlarının eserleri ile görüşlerinin aktarılmasına özel önem verilen müzede İslam’ın insanlığın gelişimine ve Batı medeniyetine katkıları öne çıkarılıyor. İslam Medeniyetleri Müzesi’nin açılış töreninde konuşan Müze Müdürü Nadia Karmous, bu proje aracılığıyla İslamiyet’in iyiliğin, güzelliğin, hoşgörünün, huzurun, barışın ve sevginin dini olduğunu dünyaya bir kez daha göstermeyi hedeflediklerini belirtti. İslam’ı Batı’ya en sade haliyle sunmayı amaçladıklarını vurgulayan Karmous, tarih boyunca İslam dünyasında neler yaşandığını tüm yönleriyle ortaya koyacaklarını ve İslam hakkında en sağlıklı bilgiyi belgeleriyle sunacaklarını sözlerine ekledi. 15 yıllık bir çalışmanın ürünü olan ve bağışçılar tarafından finanse edilen İslam Medeniyetleri Müzesi, aşırı sağcı İsviçre Halk Partisi’nin yoğun muhalefetiyle karşılaşmıştı. KIZILAY’DAN GAZZE’YE İLK YARDIM DESTEĞİ TÜRK Kızılayı, Karara Belediyesi ile Filistin Kızılayı’nın desteğiyle Gazze’nin İsrail sınırındaki El-Karara kasabasında bir ilk yardım istasyonu açtı. Yaklaşık 10 bin dolara mâl olan tesisin açılışına Türk ve Filistinli temsilciler, mülki idareciler ile emniyet yetkilileri katıldı. Karara Belediye Başkanı Abdurrahim el-Ibadile açılış töreninde yaptığı konuşmada, İsrail sınırında bulunan ve sürekli saldırılara maruz kalan kasabada ilk yardım istasyonu kurulması yönündeki taleplerine karşılık vererek istasyonun finansmanını üstlendiği için Türk Kızılayı’na teşekkür etti. Filistin Kızılayı İlk Yardım Servisi Müdürü Beşşar Murad ise önceden ambulansların en yakın beldeye ulaşmasının bile çok vakit aldığını ancak yeni inşa edilen istasyonla bu sorunun çözüldüğünü ve hastalara vakit kaybetmeden müdahale edilebileceğini belirtti. 15 FİLİPİNLER YENİ DEVLET BAŞKANINI SEÇTİ FILIPINLER’DE 100 bin polisin yer aldığı geniş güvenlik önlemleri altında gerçekleşen devlet başkanlığı seçiminin galibi Rodrigo Duterte oldu. Devlet başkanı ve başkan yardımcısının yanı sıra 18 bine yakın yerel yöneticinin de belirlendiği seçimlerde yaklaşık 54 milyon seçmen oy kullandı. Seçim kampanyası boyunca suçla mücadele konusunda vaatler veren ve sert söylemleriyle dikkat çeken Duterte, yaklaşık 14,8 milyon (yüzde 39) oy alarak rakiplerini geride bıraktı. Duterte ülkenin güneyindeki Davao kentinin belediye başkanlığını yürütüyordu. Rodrigo Duterte seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada, “Büyük bir tevazuyla halkın verdiği yetkiyi kabul ediyorum. Size elimden gelenin en iyisini yapacağıma dair söz veriyorum, yalnızca ayakta olduğum zamanlar değil, uyurken bile” dedi. Başarısının temel nedeninin seçim vaatlerini kanun ve düzen sorunlarına yoğunlaştırması olduğunu belirten Duterte, Filipinler’in altyapı sorununu çözeceğini ve Güney Çin Denizi’nde Çin Halk Cumhuriyeti ile yaşanan çekişmede ülkesinin çıkarlarını koruyacağını söyledi. Yeni Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nin seçim öncesinde sarf ettiği bazı sözler tartışma yaratmıştı. Gelen eleştirilerin ardından “şaka yaptığını” söylese de tepki- 16 DÜNYADAN leri üzerine çeken Duterte, buna rağmen sandıktan birinci isim olarak çıkmayı başardı. Filipinler’deki devlet başkanlığı yarışında, 9 milyon oyla yüzde 23 oy oranına ulaşan, eski yatırım bankacısı ve Filipinler’in ilk devlet başkanının torunu Manuel Roxas ikinci oldu. Yüzde 21’lik oyla üçüncü sırada yer alan senatör Grace Poe, Duterte’nin zaferiyle ilgili “Sonuçlara saygı duyuyorum. Yetki Duterte’de. Ona bir şans verelim” derken Filipinler’in mevcut Devlet Başkanı Benigno Aquino, Duterte’nin seçilmesinin ülkenin yeniden diktatörlüğe döneceği anlamına geldiğini savundu. Filipinler Anayasası’na göre altı ay içinde görevi devredecek olan Aquino seçim sürecinde diğer adayların Duterte’ye karşı birleşmesi için faaliyet yürütmüştü. GÜNEY OSETYA REFERANDUM KARARI ALDI RUSYA’NIN fiilî desteğiyle Gürcistan’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan eden ayrılıkçı Güney Osetya Bölgesel Yönetimi, topraklarını Rusya’ya katmak için 2017 yılında referanduma gideceklerini açıkladı. Güney Osetya’nın herhangi bir meşruiyeti bulunmayan devlet başkanı Leonid Tibilov ile parlamento başkanı Anatoli Bibilov’un imzasını taşıyan açıklamada siyasi istikrarı sağlamak ve halkın uzun vadeli çıkarlarını korumak amacıyla bölgenin Rusya’ya doğrudan katılmasının zorunlu görüldüğüne dikkat çekildi. Gürcistan, kendi topraklarındaki bu ayrılıkçı girişimle ilgili henüz resmî açıklamada bulunmazken olaya ilk tepki Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı’ndan geldi. Bakanlık Sözcüsü Mark Toner, ülkesinin Gürcistan’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne destek verdiğini belirterek Güney Osetya’yı Gürcistan’ın bir parçası olarak gördüklerini söyledi. Toner, ABD’nin Güney Osetya’nın bağımsızlıkla ilgili girişimlerini tanımadığını sözlerine ekledi. İSPANYA’DA SEÇİM TAKVİMİ BELLİ OLDU 2015 yılının Aralık ayında gerçekleştirilen seçimler sonucunda hiçbir partinin parlamentoda tek başına çoğunluğu sağlayacak sandalye sayısına sahip olamadığı İspanya’da koalisyon krizi erken seçim kararıyla aşılıyor. Merkez sağ ve merkez soldaki partilerin büyük oranda oy kaybettiği seçimlerde Podemos (Yapabiliriz) ve Ciudadanos (Yurttaşlar) adlı yeni oluşumlar öne çıkmıştı. Daha önce hep tek parti iktidarıyla yönetilen İspanya’da yaklaşık 5 ay süren koalisyon kurma çalışmaları olumlu sonuç vermedi. Bunun üzerine son koalisyon görüşmeleri turuna aracılık eden İspanya Kralı VI. Felipe, temasların olumsuz sonuçlandığını ve erken seçime gidileceğini açıkladı. Seçimin 26 Haziran’da yapılması bekleniyor. İspanya Başbakanı Mariano Rajoy’un hükümeti seçimlerden bu yana geçici hükümet statüsünde görev yapıyordu. 17 65. HÜKÜMET GÖREV BAŞINDA 18 BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM, “79 MİLYONUN HÜKÜMETİ” OLDUKLARINI BELİRTEREK, “MİLLETİMİZİN BİRLİĞİ, BERABERLİĞİ VE KARDEŞLİĞİNİN DAİM OLMASI İÇİN GECE GÜNDÜZ DEMEDEN ÇALIŞACAĞIZ. İCRAATLARIMIZIN ANA GAYESİ, İNSANIMIZIN HAYATINI KOLAYLAŞTIRMAK, YAŞAM KALİTESİNİ ARTIRMAK VE REFAHINI YÜKSELTMEK OLACAKTIR” DEDİ. ZEYNEP YIĞIT 19 A dalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkanı Binali Yıldırım’ın başbakanlığında kurulan 65. Hükümet, TBMM’den güvenoyu alarak göreve başladı. 65. Hükümet’in kuruluş sürecindeki dönüm noktalarından biri İzmir Milletvekili Binali Yıldırım’ın 22 Mayıs’ta AK Parti Genel Başkanı seçilmesi oldu. Yıldırım’ın genel başkan adaylığı 19 Mayıs’ta yapılan AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısının ardından açıklandı. O tarihte AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü olan Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik, “Çok değerli bir arkadaşımız, İzmir Milletvekilimiz, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanımız Sayın Binali Yıldırım, büyük bir mutabakatla genel başkan adayı olarak seçilmiştir” dedi. Yıldırım’ın başarıları, hizmetleri ve “Hava yolunu halkın yolu yaptık” sloganıyla millete dokunan, milletle beraber yürüyen çok değerli bir siyaset ve devlet adamı olarak bugünlere geldiğini ifade eden Çelik, “Şimdi AK Parti genel başkan adaylığı büyük bir mutabakatla ortaya çıkmıştır. Çok şerefli bir görev, kendisini kutluyoruz” diye konuştu. Ömer Çelik’in açıklamasının ardından partililerin alkışları eşliğinde kürsüye çıkan Binali Yıldırım ise “Kurucularından biri olmaktan her zaman büyük bir onur duyduğum AK Parti’nin genel başkan adaylığına layık görülmek benim için onurların en yükseğidir, aynı zamanda çok büyük bir sorumluluktur. Kurucu başkanımız, liderimiz başta olmak üzere partimizin her kade- 20 mesindeki arkadaşlarımızla tam bir uyum içinde çalışarak büyük Türkiye hedeflerine ulaşmak için elimizden gelen her türlü gayreti göstereceğiz” dedi. Konuşmasında terörle mücadelede kararlılık vurgusu yapan Yıldırım, “Milletim rahat olsun, bu terör belasını Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” ifadesini kullandı. AK Parti’nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresi “Kutlu Yürüyüşe Devam” temasıyla 22 Mayıs’ta Ankara Arena Spor Salonu’nda yapıldı. Partinin üçüncü genel başkanını seçmek üzere toplanan kongrede, Binali Yıldırım 1282 delegenin imzasıyla tek aday olarak gösterildi. AK Parti’nin 2. Genel Başkanı ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, kongredeki konuşmasında görev yaptığı dönemle ilgili değerlendirmelerde bulunarak, “Milletimizin huzur ve güvenliğinden, ülkemizin refah ve istikrarından asla taviz vermedik. Bu dönemde Türkiye, bölgesinde devam etmekte olan yangınlara rağmen hem istikrarını korudu hem de her alanda atılımlarını sürdürdü. Türkiye büyümeye, kalkınmaya, dev yatırımlarla geleceğini inşa etmeye devam etti. Devraldığımız hizmet kervanını bir an bile yavaşlatmadık. Aksine aşkla, heyecanla ülkemizi baştan başa mamur etme çabasında olduk” dedi. AK Parti 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nin bir “vefa kongresi” olması temennisinde bulunan Davutoğlu, “Makamlara, mevkilere, koltuklara veda ederiz, ama ahdimize, ilkelerimize, davamıza asla veda etmeyiz. Biz geçici gündemlerin değil, kalıcı erdemlerin peşindeyiz” diye konuştu. Kongrede 1405 delegenin oyuyla AK Parti Genel Başkanı seçilen Binali Yıldırım ise “Bayrak değişimi, sadece ve sadece millet yolunda yapılacak yeni hizmetlerin kapısını aralamak için bir araçtır” ifadesini kullandığı konuşmasında “Sayın Cumhurbaşkanım, söz veriyoruz, sevdan sevdamız, davan davamız, yolun yolumuzdur” dedi. Yıldırım, Davutoğlu’na hizmetlerinden dolayı şükranlarını sunduklarını da kaydetti. Genel başkan adaylığı açıklandıktan sonra yaptığı konuşmada olduğu gibi kongrede de terörle mücadele konusundaki kararlılığı vurgulayan Binali Yıldırım, “Eli kanlı PKK terör örgütü silahlı eylemlerini sona erdirene kadar operasyonlar aralıksız devam edecek. Paralel yapılanmalara, bölücü çetelere asla ve asla prim vermeyeceğiz. Şunu herkes iyi bilsin ki, Türkiye’de tek devlet vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Hiç kimsenin devletle bilek güreşine girmesine asla ve asla müsaade etmeyeceğiz” dedi. Yıldırım konuşmasında yeni anayasa ve başkanlık sistemi konuları üzerinde de durdu. AK Parti 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde 1470 delegeden 1411’i oy kullandı. Binali Yıldırım 1405 oy alarak Genel Başkan seçilirken 6 delegenin oyu geçersiz sayıldı. Kongrenin ardından AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) ise şu isimlerden oluştu: Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Hayati Yazıcı, Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Mustafa Ataş, Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Ahmet Sorgun, Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Cevdet Yılmaz, Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Mehmet Mehdi Eker, Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Öznur Çalık, Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Erol Kaya, Ekonomi İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Şaban Dişli, Sivil Toplum ve Halkla İlişkiler Başkanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Mehmet Müezzinoğlu, Mali ve İdari İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Vedat Demiröz, Ar-Ge’den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Nükhet Hotar, İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Yasin Aktay, Çevre, Şehir ve Kültürden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Çiğdem Karaaslan, Genel Sekreter: Abdulhamit Gül Yeni kabine 24 Mayıs’ta açıklandı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kongrenin ardından AK Parti Genel Başkanı Binali Yıldırım’ı kabul ederek kendisini 21 Başbakan Binali Yıldırım Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş Başbakan Yardımcısı Yıldırım Tuğrul Türkeş Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci İçişleri Bakanı Efkan Ala Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı Maliye Bakanı Naci Ağbal Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz Millî Savunma Bakanı Fikri Işık Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu Sağlık Bakanı Recep Akdağ 22 Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan 65. Hükümet’i kurmakla görevlendirdi. Yıldırım yeni kabineyi 24 Mayıs’ta kamuoyuna açıkladı. Buna göre Bakanlar Kurulu şu isimlerden oluştu: Başbakan: Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcıları: Nurettin Canikli, Mehmet Şimşek, Numan Kurtulmuş, Yıldırım Tuğrul Türkeş, Veysi Kaynak, Adalet Bakanı: Bekir Bozdağ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı: Fatma Betül Sayan Kaya, Avrupa Birliği Bakanı: Ömer Çelik, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı: Faruk Özlü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı: Süleyman Soylu, Çevre ve Şehircilik Bakanı: Mehmet Özhaseki, Dışişleri Bakanı: Mevlüt Çavuşoğlu, Ekonomi Bakanı: Nihat Zeybekci, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Berat Albayrak, Gençlik ve Spor Bakanı: Akif Çağatay Kılıç, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı: Faruk Çelik, Gümrük ve Ticaret Bakanı: Bülent Tüfenkci, İçişleri Bakanı: Efkan Ala, Kalkınma Bakanı: Lütfi Elvan, Kültür ve Turizm Bakanı: Nabi Avcı, Maliye Bakanı: Naci Ağbal, Millî Eğitim Bakanı: İsmet Yılmaz, Millî Savunma Bakanı: Fikri Işık, Orman ve Su İşleri Bakanı: Veysel Eroğlu, Sağlık Bakanı: Recep Akdağ, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı: Ahmet Arslan. 65. Hükümet’in en genç ve tek kadın bakanı Fatma Betül Sayan Kaya oldu. 1981 doğumlu Kaya, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevini üstlendi. 64. Hükümet’te Başbakan Yardımcılığı yapan Lütfi Elvan yeni kabinede Kalkınma Bakanı, Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı Kültür ve Turizm Bakanı, Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz Millî Eğitim Bakanı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık ise Millî Savunma Bakanı oldu. Başbakan Yardımcıları Mehmet Şimşek, Numan Kurtulmuş, Yıldırım Tuğrul Türkeş, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Maliye Bakanı Naci Ağbal, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak aynı görevlerine devam ederken, Yalçın Akdoğan, Sema Ramazanoğlu, Volkan Bozkır, Fatma Güldemet Sarı, Mustafa Elitaş, Cevdet Yılmaz, Mahir Ünal ve Mehmet Müezzinoğlu yeni kabinede yer almadı. 65. Hükümet’te Başbakanlık görevini üstlenen Binali Yıldırım, 21 Aralık 1955’te Erzincan Refahiye’de 65. HÜKÜMET’IN ILK BAKANLAR KURULU TOPLANTISI, 25 MAYIS’TA CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYIP ERDOĞAN’IN BAŞKANLIĞINDA CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLLIYESI’NDE GERÇEKLEŞTIRILDI. doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaa ve Deniz Bilimleri Fakültesi’ni bitiren Yıldırım, Dünya Denizcilik Üniversitesi’nde (WMU) yüksek lisansını tamamladı. Türkiye’nin en eski tersanelerinden Camialtı Tersanesi’nde mühendislik ve yöneticilik görevlerini yürüttü. İstanbul Deniz Otobüsü İşletmeleri (İDO) Genel Müdürlüğü de yapan Yıldırım, Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucular Kurulu Üyesi oldu. 58, 59, 60, 61 ve 64. Hükümetlerde Ulaştırma Bakanlığı görevlerini yürüttü. Çok iyi derecede İngilizce, orta derecede Fransızca bilen Binali Yıldırım, evli ve 3 çocuk babası. Başbakan Yıldırım Hükümet Programı’nı sundu Başbakan Binali Yıldırım, Bakanlar Kurulu’nu açıkladığı 24 Mayıs’ta 65. Hükümet Programı’nı TBMM Genel Kurulu’nda sundu. Konuşmasına “Cumhuriyetimizin 65’inci, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 7’nci hükümeti adına aziz milletimizi ve Meclisimizin siz değerli temsilcilerini saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları başta olmak üzere büyük millete hizmeti geçen, eser bırakan, taş üstüne taş koyan bütün devlet ve siyaset adamlarını şükranla anıyorum” diyerek başlayan Yıldırım, AK Parti hükümetleri dönemindeki çalışmalara değinerek şunları söyledi: “AK Parti hükümetleri 14 yıl boyunca ülkemizde demokrasinin yerleşme- sini, millî birlik ve beraberliğimizin güçlenmesini sağlamak için her türlü zorluğa rağmen canla başla çalışmıştır. Millî iradeye dayalı siyaset kurumunu zayıflatmaya yönelik her türlü tertibi milletimiz büyük sağduyusuyla aşmıştır. Bundan sonra da millî iradeye karşı oluşacak her türlü girişimi milletimizin desteğiyle, kararlı duruşumuzla aşacağımız bilinmelidir. Ülkemizin birliği ve beraberliği yolundaki kutlu yürüyüşümüzü kesintiye uğratmaya çalışan, millî güvenliğimizi tehdit eden eski, yeni tüm vesayet unsurlarıyla kararlı mücadelemizi devam ettireceğiz. Bölücü terör örgütü, paralel terör örgütü başta olmak üzere tüm terör örgütleriyle mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir. Milletimizin birliğine, kardeşliğine, devletimizin bekasına halel getirecek hiçbir gayrimeşru oluşuma müsamaha edilmeyecektir. Milletimiz emin olsun ki bu terör belası Türkiye’nin gündeminden mutlaka çıkarılacaktır. Ülkemizin terörle mücadelesinde vatanımız ve milletimizin huzuru için en büyük fedakarlığı yaparak kanlarını dökmüş, canlarını ülkemizin geleceği için vermiş olan kahraman şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, ruhları şad olsun.” Başbakan Binali Yıldırım, siyasi partilerin seçimlerde “yeni anayasa” vaadinde bulunduklarını hatırlatarak, “Artık, gün bugündür. Yeni anayasa, başkanlık sistemi de dahil olmak üzere yeni yönetim sistemini de belirleyecek değişiklik, behemehâl 26. Yasama Dönemi’nde, AK Parti Hükümeti olarak bizim en öncelikli 23 konularımız arasında yerini alacaktır. İlk defa millet iradesiyle gerçekleştirilecek bu anayasanın yapımında diğer siyasi partileri de yanımızda görmeyi bekliyoruz. Gelin, bu tarihî sorumluluğu birlikte yerine getirelim” çağrısında bulundu. Yıldırım konuyla ilgili şunları söyledi: “Ülkemizde hükümet sistemi tartışmaları uzun bir geçmişe sahiptir. Siyasi tarihimizin değişik dönemlerinde farklı siyasi partiler ve liderler hep sistem meselesini gündeme taşımış, başkanlık sistemi başta olmak üzere yeni öneriler konuşulmuştur, ancak günümüze kadar bu konuda herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Bugün artık bu tartışmaları bir kenara bırakıp Cumhurbaşkanımızın halk tarafından seçilmesiyle birlikte ortaya çıkan fiilî duruma anayasayla resmî ve hukuki bir statü kazandırılması bir zaruret haline gelmiştir. Mevcut sistemin yetki, görev, sorumluluk paylaşımında pek çok muğlaklık barındırması siyasal sistemin yeniden düzenlenmesini mecburi hale getirmektedir. Mevcut sistem içindeki tıkanıklığın Meclisimizde oluşacak uzlaşmalarla çözümü için birçok girişimde bulunulmuş, ancak bugüne kadar maalesef ortak bir uzlaşma ortaya çıkmamıştır. Bu bakımdan, seçimlerde söz verdiğimiz gibi, AK Parti olarak bu konuyu ülkemizin gündeminde daha fazla tutmamak adına gerekli çalışmaları başlatacağız ve bu konuda da tüm siyasi partilerin desteğini arayacağız.” 24 Başbakan Binali Yıldırım, yeni anayasa ile birlikte yeni TBMM İçtüzüğü, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nun da hazırlanarak yürürlüğe konulacağını söyledi. 65. Hükümet döneminde “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” şiarıyla yapacakları her işte öncelikle insanların mutluluğu ve refahını ön planda tutacaklarını ifade eden Yıldırım, “İcraatlarımızın ana gayesi, insanımızın hayatını kolaylaştırmak, yaşam kalitesini artırmak, refahını yükseltmek 65. HÜKÜMET ÜYELERI GÜVEN OYLAMASINDAN SONRA ANITKABIR’I ZIYARET EDEREK ATATÜRK’ÜN MOZOLESINE ÇELENK KOYDU VE SAYGI DURUŞUNDA BULUNDU. olacaktır” dedi. Yıldırım konuşmasında “Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Tüm vatandaşlarımızın bu anlamda inancına, diline, kültürüne, değerlerine, yaşam tarzına ve diğer tüm farklılıklarına saygı göstermeyi sürdüreceğiz” ifadelerine de yer verdi. Başbakan Binali Yıldırım, 65. Hükümet Programı’nın ekonomiden sağlığa, eğitimden kültüre, yargıdan savunmaya her alana yönelik çeşitli hususlarını dile getirdiği konuşmasını şu sözlerle tamamladı: “Gerçekleştireceğimiz icraatlarla Türkiye’de üretimi, üretkenliği, refahı daha da üst seviyelere çıkaracağız. İnsanlarımızın daha sağlıklı, eğitimli, huzur içinde olması, daha iyi şartlarda yaşam standartlarına kavuşması yanında devletine, birbirlerine ve kendilerine güvenen bireyler haline gelmesi bizim siyasetteki varlık sebebimiz olacak. Büyük Türkiye hedefimize ulaşma yolunda 65. Hükümet’in milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.” Güvenoyundan sonra Anıtkabir ziyareti 65. Hükümet’in güven oylaması 29 Mayıs’ta yapıldı. TBMM Genel Kurulu’nda 453 milletvekilinin katıldığı oylamada 138 ret oyuna karşılık 315 kabul oyu kullanıldı. Oylamanın ardından teşekkür konuşması yapan Başbakan Binali Yıldırım, “AK Parti hükümetleri olarak bizim bir özelliğimiz var; seçimlerde ne kadar oy alırsak alalım, bu çatı altında güvenoyu aldıktan sonra artık herkesin hükümetiyiz, 79 milyonun hükümetiyiz” dedi. Yıldırım, milletimizin birliği, beraberliği ve kardeşliğinin daim olması için gece gündüz demeden çalışacaklarını söyledi. 65. Hükümet üyeleri güven oylamasından sonra Anıtkabir’i ziyaret etti. Atatürk’ün mozolesine çelenk konulması ve saygı duruşunda bulunulmasının ardından Başbakan Yıldırım Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı: “Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti 65. Hükümeti görevine başlamış bulunmaktadır. Milletimizin iradesiyle Türkiye’yi yönetme görevini yüklenmiş bir hükümet olarak, Cumhuriyetimizi yüceltmeye, ülkemizi büyütmeye, milletimizin itibarını artırmaya devam edeceğiz. Cumhuriyet tarihimizin en büyük yatırımlarını gerçekleştirmenin verdiği güven, şevk ve heyecanla ülkemize hizmet etmeye kararlıyız. Bütün gayretimiz vatandaşlarımızın barış, huzur ve refah içinde yaşadığı, itibarlı bir Türkiye içindir. Türkiye’yi kardeşlik, dayanışma, birlik ve bütünlük üzerinde güçlendirmenin, demokratik standartları ileri seviyelere ulaştırmanın mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz. Ortak hedefimiz, ülkemizi dünyanın en saygın ve güçlü ülkelerinden biri kılmaktır. Bu vesileyle, sizi rahmetle ve minnetle yâd ediyoruz. Ruhun şad olsun.” 25 İNANÇTAN GELENEĞE BİR RAHMET AYI HOŞGELDİN YA ŞEHR-İ RAMAZAN 26 ISLAM’IN ŞARTLARINDAN ORUÇ IBADETININ GERÇEKLEŞTIRILDIĞI RAMAZAN AYI, MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN “ON BIR AYIN SULTANI” OLARAK NITELENDIRILIR. KURAN-I KERIM’IN YERYÜZÜNE INDIRILMEYE BAŞLADIĞI AY OLMASI NEDENIYLE “KURAN AYI” DIYE DE ANILAN RAMAZAN, İBADETIN COŞKUSUNA KÜLTÜREL UNSURLARIN EKLENMESIYLE İSLAM ÂLEMI IÇIN BENZERSIZ ANLARIN YAŞANDIĞI BIR DÖNEM HALINE GELIR. ORHAN GÜLENAY 27 B akara Suresi’nin 185’inci ayetinde Yüce Allah müminlere şöyle buyuruyor: “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.” İslamiyet’in temel kaynağı vahyin kayıt altına alındığı, yüzyıllardır hidayet ışıkları saçan Kuran-ı Kerim’in yeryüzüne indirildiği ay olması dolayısıyla müminler için büyük önem taşıyan Ramazan’a kavuşmanın coşkusu bu yıl da Asya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya yaklaşık 1,7 milyar Müslüman’ı sardı. Bu vecd ile Allah’ın emrini yerine getirmek üzere hazırlanan İslam âlemi bir kez daha Ramazan’ın hikmeti üzerine tefekkür edecek, verdiği nimetler için Rabbine şükredecek, dayanışmanın en güzel örneklerini sergileyecek. İlk emri “Oku!” (Alak/1) olan dinin, okunsun, ibret alınsın, güzel ahlak edinilsin, hayat ona göre düzenlensin diye vahyedilmiş kitabının indiği ayı kutsal sayması, üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi gereken bir noktadır. Bu yüzden Ramazan İslam tarihinde “Oruç ayı” 28 olarak anıldığı kadar “Kuran ayı” olarak da bilinir. Müminler evlerinde, mescitlerde, meclislerde Ramazan boyunca Kuran okur, onun çizdiği yolu kendi güzergahı kılmak için çaba harcar. Oruç ise evreni yaratan Allah’a yönelmenin, sabrı anlamanın, kötülüklerden kaçınmanın erdemini hatırlatan bir ibadet olarak Ramazan ayının merkezindedir. İslamiyet, Kuran’da belirtildiği üzere Allah katındaki tek dindir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den itibaren Allah’ın emir ve yasaklarını ileten tüm peygamberler İslam peygamberidir. Her çağda ve her yerde geçerli olan İslam’ın hükümleri hayatın tamamını kapsar. Ramazan ayı, bu bütünlüklü inanç dünyasını özetlemek bakımından da önemlidir. İmsak vaktinden iftar vaktine kadar tüm günü ibadet halinde geçirmek, bu süre zarfında haramdan kaçınmak aslında Ramazan dışındaki dönemlerde de müminlere öğütlenir. Allah’ı sürekli anmak, günaha yaklaşmamak Müslümanların temel görevidir. İslam’ın böylesine kapsayıcı olması Müslüman toplulukların toplumsal hayatından devlet anlayışına, mimari yapısından ekonomik kurumlarına birçok alanda etkili olmuştur. Osmanlı şehirciliğinde en güzel ifadesini bulan cami merkezli külliye ve külliye merkezli yerleşim birimi uygulaması bunun örneklerindendir. Bir Hadis-i Şerif’te “Dinin direği” olarak anılan namaz için cemaatin günde beş kez toplandığı cami, şehir ORUÇ, ALLAH’A YÖNELMENIN, SABRI ANLAMANIN, KÖTÜLÜKLERDEN KAÇINMANIN ERDEMINI HATIRLATAN BIR IBADET OLARAK RAMAZAN AYININ MERKEZINDEDIR. hayatının odak noktasıdır. Caminin çevresinde yükselen yapılardan medresede dinî ve pozitif ilimler öğretilir, darüşşifada hastalara deva aranır, muvakkithanede zaman ölçümü yapılır. Şehrin ekonomik hayatı külliyeye yakın konumlandırılan çarşılarda sürer. Böylece bütün hayat, Ay’ın Dünya, Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi gibi külliyenin etrafında döner. İslam inancından doğan bu yaşayış yüzyıllar içinde benzersiz bir kültürü de meydana getirir. Ramazan ayı bu kültürün en belirgin şekilde, toplumun tüm kesimlerinde sevgi ve coşkuyla yaşandığı bir dönemdir. Mahyalarda parlayan Ramazan Ramazan’ın gelişinin müjdesini minareler arasına gerilen mahyalar verir. Ramazan ayının faziletini anlatan özlü sözler başta olmak üzere çeşitli ifadelerin, eski zamanlarda kandillerle günümüzde ise küçük ampullerle yazıldığı mahyalar şehirlerin ışıl ışıl görünmesini sağlar. Ramazan’ın minarelere getirdiği bir değişiklik de akşam ezanı okunduktan sonra minaredeki kandillerin yakılmasıdır. İmsak vaktine kadar yanan kandiller, ezanı duymayan müminlerin orucunu açmasına yardımcı olurken sönmeleri orucun başladığını haber verir. İletişim teknolojisinin gelişmediği dönem- 29 RAMAZAN’IN GELIŞININ MÜJDESINI MINARELER ARASINA GERILEN MAHYALAR VERIR. BU MÜBAREK AYIN FAZILETINI ANLATAN ÖZLÜ SÖZLERIN YER ALDIĞI MAHYALAR ŞEHIRLERIN IŞIL IŞIL GÖRÜNMESINI SAĞLAR. de son derece işlevsel olan bu uygulama, günümüzde bir gelenek halinde devam eder. Ramazan öncesinde büyük-küçük tüm camiler ve mescitler temizlenir. Gün boyu Kuran tilavetinin gerçekleştirildiği camilerde yatsı vaktiyle birlikte teravih heyecanı başlar. 20 rekatlık bir namaz olan teravih Ramazan gecelerinde ibadethanelerin dolup taşmasını sağlar. Müminler bir sünneti yerine getirmenin coşkusunu yaşarken aynı zamanda bu vesileyle toplanmanın, mahalleliyle görüşmenin faydalarını görür. Özellikle yaz aylarına denk gelen Ramazanlarda cami avluları geç saatlere kadar Müslümanların sohbet ettiği, hasret giderdiği mekanlara dönüşür. Yakın çevredeki ihtiyaç sahiplerinin tespit edilip onlara yapılacak yardımların konuşulduğu, bayram hazırlıklarının organize edildiği bu buluşmalar toplumsal huzur için önemli işlevler üstlenir. 30 Ramazan’ın inançla medeniyeti yoğurmasına güzel bir örnek Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkan “Enderun teravihi”dir. Dört rekatta bir selam verecek şekilde beş bölümde kılınan teravih namazının her bölümünde Fatiha ile ardından okunan surenin Türk Musikisi’nin farklı makamlarıyla tilavet edilmesi ve selamlardan sonra yine aynı makamda bestelenmiş ilahilerin okunmasını ifade eden Enderun usulü teravih, yalnızca cemaati kalabalık olan camilerde değil, mahalle ve köy camilerinde de oldukça yaygındır. Türklerin dinî musikiye verdikleri önem, bu müziği Allah’a ulaşma yolunda bir vasıta olarak görmeleri fikrine dayanır. Büyük Türk bestekarlarının bir bölümünün aynı zamanda tasavvuf ehli olmasıyla klasik müziğimizde kutsal temalar sıkça işlenmiştir. İbadete inancın yanı sıra estetik bir açıdan yaklaşan Enderun teravihi, Osmanlı döneminde din ile hayat arasında kurulan sıkı bağlantıyı gösterir. Kamusal alanda Ramazan’ın etkisinin yoğun şekilde hissedildiği bir diğer mekan çarşıdır. Şehrin en büyük sosyalleşme mekanı olan çarşılarda Ramazan coşkusu bu mübarek ay gelmeden önce başlar. İftarlıklar, sahurluklar tezgahlarda öne çıkar. Ramazan’ın sonuna doğru ise bayram alışverişi çarşının hareketliliğini bir kat daha artırır. Ahîliğin esnaf üzerinde denetim kurduğu Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Ramazan ayında insanların ekonomik açıdan zorlanmaması için özellikle gıda ürünlerinde fiyat indirimine gidilir. Günümüzde hem tüccar ve esnaf birliklerinin hem de merkezî otoritenin girişimleriyle Ramazan’da uygun fiyatlı ürünler satma geleneği devam etmektedir. Sokaklarda huzur Ramazan, sokaklara gündüzüyle ayrı gecesiyle ayrı bir lezzet katar. Oruç tutulan saatlerde nispeten tenha olan sokaklarda iftar hazır- lıklarının izleri görülür. Akşam ezanı okunup oruçlar açıldıktan sonra ise sokaklar ibadetini yerine getirmenin huzuru içindeki müminlerle dolar. Teravih namazından sonra başlayan Ramazan eğlenceleri, kültürümüzde önemli bir yer tutar. Özellikle çocukların heyecanla beklediği Ramazan gecelerinde şehir meydanlarına kurulan alanlarda gölge oyunu, meddah, cambaz gösterileri yapılır; macuncular, helvacılar, tatlıcılar ürünlerini satar. Müzik, şiir ve gösteri sanatlarının geniş halk kitleleriyle buluştuğu bu eğlenceler, dünyada eşine az rastlanır bir etkinliğe işaret eder. Batılılaşma öncesi sanat geleneğimizin Saray’dan konaklara, medreseden sokaklara tüm toplumu kucaklayan yapıda olduğunu gösteren bu örnek günümüzde özellikle yerel yönetimlerin girişimiyle yaşatılmaya çalışılmaktadır. Eğlenceler bitip insanlar uykuya çekildikten bir süre sonra sokakların sessizliği Ramazan davulcusunun sesiyle yırtılır. Sahur vaktinin geldiğini haber veren bu ses yüzyıllarca Müslüman 31 mahallelerinin alametifarikalarından olmuştur. Davula eşlik eden maniler, hem İslam’da ibadete çağrının insan sesiyle yapılması geleneğine bir göndermedir hem de müminleri özlü sözlerle eğlendirmeyi, bilgilendirmeyi amaçlar. “Oruç tutmak izzettir / Bilene bir lezzettir / On bir ayın sultanı / Müminlere rahmettir”, “Sofrada fakir olsun / Tabağı çukur olsun / Karnı doyduktan sonra / Duayı okur olsun” gibi manilerle yataklarından kalkan aileler sahur sofrası etrafında toplanır. Pide ve ekmek fırınlarının sahurda açık olması, geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürdürülen bir gelenektir. Sahurda sıcak Ramazan pidesi yemek isteyenler, evde hazırladığı böreği veya güveci odun ateşinde pişirmeyi tercih edenler sayesinde fırınların ışıkları imsak vaktine kadar yanar. 32 Yardım ve dayanışma ön planda Ramazan ayı, İslamiyet’in evreni kuşatıcı biçimde ele alması bakımından değerlendirildiğinde sürekliliğin önemli duraklarından biri olarak karşımıza çıkar. Regaip Kandili ile başlayan Üç Aylar’dan itibaren oluşan manevi iklim Ramazan’ın son günlerinde idrak edilen Kadir Gecesi’nde en üst seviyeye ulaşır. Ardından gelen Ramazan Bayramı, müminlerin ibadetlerinden sonra kavuştukları bir kutlama zamanıdır. Yaklaşık iki ay sonra Hac mevsimi ve Kurban Bayramı gelecek, müminler yeniden toplu ibadetin coşkusunu yaşayacaktır. Hayatın sürekliliği içinde birer hatırlatıcı konumundaki bu günler, Müslümanların diğer zamanlarda da gözetmesi gereken ölçüleri yoğun biçimde gösterir. İslam’ın beş şartından orucun merkezde olduğu Ramazan’da yoksullara yardım ve güçsüzlerle dayanışma da ön plana çıkar. Verilmesi konusunda herhangi bir zaman dilimi belirtilmeyen zekat için çoğu kişi Ramazan ayını tercih eder. Fitre ve sadakalar da Ramazan’a özgü hayır işleridir. Ramazan’da birçok aile, maddi durumunun elverdiği ölçüde yakın çevresindeki ihtiyaç sahiplerini iftar sofrasında ağırlar. Köklü bir medeniyet mirası üzerinde yaşayan Türkiye’de Ramazan birçok açıdan sevgi, saygı, merhamet ve coşkuyu beraberinde getirir. Bir yandan “Nerede o eski Ramazanlar” türünden yakınmalar yaşansa da Ramazan’ın özüne dair değişmeden kalan uygulamalar ülkemize huzur getirir. 33 ALI BOZER: TÜRKIYE’NIN AVRUPA BIRLIĞI’NE ÜYELIĞI SADECE ÜLKEMIZ VE AB ILIŞKILERINE DEĞIL, DIŞ SIYASI KONJONKTÜRE DE BAĞLIDIR SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN DIŞIŞLERI ESKI BAKANI VE BAŞBAKAN ESKI YARDIMCISI ALI BOZER, SIYASI MÜCADELE YÜRÜTÜLÜRKEN GEREK TARTIŞMALARIN IÇERIĞI GEREK KONUŞMA ÜSLUBUYLA TOPLUMA ÖRNEK TEŞKIL EDILMESI GEREKTIĞINI BELIRTIYOR. “BIR ÜLKENIN HUZURU SIYASET BAŞTA OLMAK ÜZERE HER ALANDA ISTIKRARA BAĞLIDIR” DIYEN BOZER, SIK SIK KANUN DEĞIŞIKLIĞI YAPILMASINA SICAK BAKMADIĞINI IFADE EDIYOR. 34 SÖYLEŞI Sizi siyasetçi ve hukukçu kimliklerinizle tanıyoruz. Özellikle dış politika konusunda önemli tecrübeleriniz bulunuyor. Dış politikayla ilgili sorulara geçmeden önce akademik ve siyasi hayatınızın dönüm noktalarını öğrenebilir miyiz? 1947 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. 1951 yılında İsviçre Neuchâtel Hukuk Fakültesi’nde doktoramı tamamladıktan sonra Ankara’da kısa bir süre yargıç stajyerliği yaptım ve müteakiben akademik kariyerime başladım. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ticaret hukuku asistanı, doçent, profesör oldum ve 20 yıla yakın bir süre Ticaret Hukuku Kürsüsü Başkanlığı ile Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü görevlerini yürüttüm. Doçentliğimin başlangıcında bir yıl süreyle ABD Harvard Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde akademik çalışmalar gerçekleştirdim. 1973-1977 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hâkimliği yaptım. Daha sonra TRT Yönetim Kurulu Üyeliği ve Başkan Yardımcılığı ile yaklaşık 20 yıl OYAK Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundum. Siyaset hayatım ise 1981 yılının sonlarına doğru başladı. 1980 askerî müdahalesinin ardından kurulan 44. Hükümet’te Gümrük ve Tekel Bakanlığı yaptım. 1983 seçimlerinden evvel bu görevden istifa ederek Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin kurucuları arasında yer aldım ve grup başkanvekilliğini üstlendim. Daha sonra da rahmetli Turgut Özal’ın daveti üzerine Anavatan Partisi’ne intikal ettim. 45. ve 46. Hükümetlerde Avrupa Birliği’nden Sorumlu Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptım. Ayrıca rahmetli Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesini müteakip kısa bir süre Başbakanlığa vekalet ettim. 47. Hükümet’te ise Dışişleri Bakanı olarak görev aldım. gerekiyordu. Biz fevkalade mütevazı bir kadroyla çalışmalarımıza başladık. Bazı yazarların anılarında belirttiklerinin aksine, Avrupa Birliği ülkelerinde kamuoyu araştırmaları dahil titiz bir çalışma ve istişare yürüttük. İlk randevuyu Türkiye’nin dosyasıyla ilgilenen Avrupa Komiseri Cheysson’dan talep ettik. Sayın Cheysson, İsviçre’de doktora yaptığım dönemde Fransa Dışişleri Bakanı’ydı. Görüşmemiz sırasında kendisine Dışişleri Bakanlığı dönemine dair çeşitli izlenimlerimi anlatmam yumuşak bir havanın doğmasına vesile oldu. 45 dakika planlanan ziyaret, iki saatten fazla sürdü. Bu görüşmenin benim için enteresan olan iki yönü vardır. Birincisi, Sayın Cheysson Türkiye’ye karşı pek sempati duymayan bir komiserdi, bu itibarla müracaatımızı da müspet karşılamazdı, ama iki saati mütecaviz görüşmeden sonra aynen şunu söyledi: “İngiltere Avrupa Birliği’ne tam üye olduktan sonra Türkiye niye olmasın?” Bu söz, bir bakıma bize yeşil ışıktı, bir bakıma da İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin felsefesiyle tam uyuşmadığının Sayın Cheysson tarafından ifade edilmesiydi. Nitekim, olayların gelişimine bakarsanız, İngiltere avroya geçmedi ve önümüzdeki günlerde Avrupa Birliği üyeliğine devam edip etmeme hususunda referandum yapacak. Sayın Cheysson, İngiltere’nin Kıta Avrupası’ndan farklı görüşlere sahip olduğunun işaretini yıllar önce vermişti. Cheysson’la yaptığımız görüşmenin benim için ikinci önemli yönü, ziyaretimizin ardından kendisinin Türkiye’nin müracaatı konusunda menfi bir tutum sergilememiş olmasıdır. Biz Sayın Cheysson’dan sonra Avrupa Birliği ve üye ülkeler nezdinde temaslarımıza devam ettik. Görüşmelerinizde neler söylediniz? Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusu konusunda hangi noktaların üzerinde durdunuz? Türkiye 1980 askerî müdahalesinin ardından 1983 yılında genel seçimleri, 1984 yılında ise yerel seçimleri yapmıştı. Bu iki olay demokratik düzene geçişimizin en önemli unsurlarıydı. Demokrasinin temel şartlarından birini teşkil eden seçimleri gerçekleştiren Türkiye’de ekonomide de önemli gelişmeler söz konusuydu. Burada şunu ifade etmek istiyorum, bazı kesimler 24 Ocak Kararları’nı çok eleştirirler, ben bu görüşe katılmıyorum. Rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlık Müsteşarlığı, rahmetli Süleyman Demirel’in Başbakanlığı sırasında Bakanlar Ülkemiz 1987 yılında Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik başvurusunda bulunduğunda Devlet Bakanı’ydınız. Bize o günleri anlatır mısınız? Bizzat takip ettiğiniz başvuru sürecinde neler yaşadınız? O yıllarda 1980 askerî müdahalesinden çıkmıştık; bu itibarla Avrupa Birliği ve AB üyesi ülkelerle ilişkilerimiz fevkalade kötü ve kopuktu. Böyle bir atmosfer içinde tam üyelik başvurusunu yapacaktık. Bu şartlar altında adımlarımızı dikkatli atmamız ve başvurumuzun gerekçelerini üye ülkelere çok iyi anlatmamız 35 “HER ÜLKENIN ÇEŞITLI SORUNLARI VARDIR. BU SORUNLARI DIKKATE ALARAK ÜMITSIZLIĞE KAPILMAK YERINE ÇÖZÜM ÜRETMEYE ÇALIŞILMALIDIR.” Kurulu’ndan geçen 24 Ocak Kararları, bana göre Türkiye’nin yakın tarihinde yapılmış en büyük reformlardan biridir. O dönemde bunun çok olumlu neticeleri de alınmaya başlamıştır; büyüme hızı artmış, enflasyonda ciddi düşüş yaşanmıştır. Binaenaleyh, Avrupa Birliği ve üye ülkelerle görüşmelerimizde Türkiye’nin siyaset ve ekonomi alanlarında Avrupa Birliği ile uyum sağlayacak bir ülke olduğunu ifade ettim. Ayrıca, Türkiye’nin Avrupa Konseyi, NATO, OECD gibi kuruluşlarda uyumsuz bir dış politika gütmediğinin dikkate alınması gerektiğini de belirttim. Temaslarınız sırasında unutamadığınız anlar yaşamış olmalısınız… Elbette, her görüşmeyle ilgili enteresan ayrıntılar var. Mesela Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği hususundaki tavrı fevkalade önem taşıyan Almanya, görüşlerini net bir şekilde söylemiyordu. “Siz Avrupa Birliği’ne üye olmaya ehil değilsiniz” anlamına gelecek bir yaklaşımı yoktu, tersine tam üyelik müracaatını değerlendirmeye yönelik sorular soruyordu, fakat arkadaşlarım ve ben Almanya’nın negatif olmasa bile olumlu bir tutum sergilemediğini veya mütereddit olduğunu görüyorduk. O günlerde en önemli hususlardan biri de Yunanistan’a gidilip gidilmeyeceğiydi. Ben “Bu ziyareti yapmamamız, zaten Avrupa Birliği’ne üyeliğimizle ilgili menfi görüşteki Yunanistan’ı daha da aleyhimize çevirir” düşüncesiyle bu ülkeye de gitmemiz gerektiği kanaatindeydim. Dışişleri Bakanlığı ise Yunanistan ziyaretimi olumlu karşılamıyordu. Bunun üzerine rahmetli Turgut Özal beni çağırdı. Kendisine Yunanistan’a gitmemizin faydalarını ve mahzurlarını anlattım. Her zaman minnetle andığım Sayın Özal beni dinledikten sonra kararı bana bıraktı. Randevuları alıp Yunanistan’a gideceğimiz sırada iki ülke arasında bir kriz çıktı. Bu gelişme üzerine Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nden sorumlu bakanı Pangalos’tan gelen teklifle görüşmeyi Lüksemburg’da gerçekleştirdik. Dışişleri Bakanlığı Yunanistan dışında yapılacak bir görüşmeye de sıcak bakmamıştı. Yunan heyeti, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne neden üye olamayacağını anlattı, biz de bunlara karşı kendi görüşlerimizi ifade ettik. Neticede toplantı başladığı gibi bitmedi, olumlu bir hava oluştu. Bir ara Pangalos, benimle başbaşa konuşmak istediğini söyledi. O konuşma sırasında söz Ayvalık’a ve Yunan turistlerle Türk esnafın güvene dayalı alışveriş ilişkilerine kadar geldi. Hatta Ayvalık’ta ortak bir kitapçı dostumuz olduğu ortaya çıktı ve bu sebeple hava tamamen değişti. Görüşme sonrasında basının karşısında el sıkıştık, dostluk işaretleri verdik ve ortak bir deklarasyon açıkladık. Unutamadığım bir başka görüşmemiz de Lüksemburg Dışişleri Bakanı Poos’la gerçekleşti. Görüşmenin ardından basının karşısına çıktığımızda gazeteciler tarafından Poos’a Türkiye’nin müracaatının Konsey’den Komisyon’a geçip geçmeyeceği soruldu. Bakan Poos “Tabii geçecek” dedi. Bakınız, yaptığımız görüşme neticesinde muhatabımız bunu söyleyecek bir noktaya gelmişti, fakat basındaki arkadaşlarımız “Başka ihtimal yok mu?” diye sordu. Poos da “Her türlü ihtimal var” dedi. Ertesi gün gazeteyi aldığımda “Poos ara formül teklif etti” diye yazıyordu, bu beni çok şaşırtmıştır. İlgili kişilerle görüşmelerinizi yaptıktan sonra sıra müracaata mı geldi? Evet, tam üyelik müracaatında bulunmadan evvel Avrupa Birliği -o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu- Dönem Başkanı ve Belçika Dışişleri Bakanı Tindemans’la yaptığımız temasta bir görüş ileri sürdüm. O güne kadar bütün müracaatlar Konsey’de oya sunulmuştu. 36 SÖYLEŞI Oysa bu hukuken doğru değildi. Konsey’in görevi müracaatı yaptığımızda bizim Avrupalı olup olmadığımızı değerlendirmekten ibaretti. Zaten bu sebeple bizim Avrupalı olmadığımız görüşü de ileri sürülüyordu. Bu görüşü tarihî gelişmeleri ve Avrupa içindeki hâlihazır durumumuzu izah ederek etkisiz hale getirmeye çalıştık ve “Avrupalı değilsek ancak bu takdirde müracaatımız reddedilir, Avrupalı isek Avrupa Birliği’nin şartlarını yerine getirecek düzeyde olup olmadığımızı Komisyon takdir eder” dedik. Tindemans “Biz bugüne kadar böyle yaptık” dedi. Bunun üzerine “Siz bu hususu bir de hukukçularınızla istişare edin” dedim. Neticede bana daha sonraki bir toplantıda “Bizim hukukçular da ‘Oya sunulacak’ diyor” cevabını verdi. Tindemans’a “Hukukçularınız yanlış düşünüyor. Biz müracaatımızı yapacağız, bu mesele hakkında artık ısrar da etmeyeceğim, fakat bir hususu dikkatinize sunmak istiyorum” diyerek şunları söyledim: “Siz hukukun üstünlüğüne saygı duyan ve gerçek Avrupalı kişiliğine sahip bir kişisiniz, hukuk bu müracaatın oya konulmamasını emrediyor, siz oya koyarsanız kişiliğinize gölge düşer.” Bu sözlerimin ardından tam üyelik müracaatımızı takdim ettim ve oradan ayrıldık. Bildiğim kadarıyla müracaatımız Konsey’de oylanmadan Komisyon’a geçti... Orası tam sarih değil. Çünkü biz o sürecin içinde değildik, fakat şunu söyleyebilirim, eğer oya konulsaydı Almanya ve Yunanistan mutlaka muhalefet edecekti, ittifakla karar çıkması gerektiği için de müracaatımız kabul edilmeyecekti. Ne oldu ne bitti bilmiyorum, öğrenemedim de, bir karambol oldu ve müracaatımız Komisyon’a geçti. Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim, bizden sonra vaki müracaatları oya koymadılar. 1987’de müracaat ettiğinizde Türkiye’nin AB’ye tam üyelik yolculuğu konusunda bir süre öngörmüş müydünüz? Bu sorunuzun cevabını en güzel ifade eden kişi rahmetli Turgut Özal’dır. Sayın Özal, tam üyelik müracaatımızın Komisyon’a geçtiğini kendisine arz ettikten sonra basına bir açıklama yaptı ve “Bu uzun ince bir yoldur. Sonuna kısa sürede ulaşacağız diye düşünmeyelim, daha yapacak çok işimiz var” dedi. Müracaatımız Komisyon’a geçtiği anda dahi ben de Özal da bu işin kısa sürede sonuçlanacağı düşüncesinde değildik. Peki, neden bunu yaptık? Çünkü hükümet olarak birinci planda düşündüğümüz şey Batı Bloku içindeki yerimizi kuvvetlendirmekti. Bu süreci başlatmak istedik. Sonuca ne zaman ulaşacağımız hakkında sarih bir kanaatimiz olmamasına rağmen “Biz üzerimize düşeni yapalım ve zamandan kazanalım” dedik. O dönemde birçok siyaset adamı arkadaşımız “Sizin müracaatınız reddedildi” dedi. Eğer müracaatımız reddedilmiş olsaydı bugün o müracaat esas alınarak bu safhaya gelinebilir miydi? Tam üyelik başvurusunun üzerinden 29 yıl geçti. Sizce hâlâ önümüzde uzun ince bir yol var mı? Bunun tek bir cevabı var benim indimde, bu müracaatın başarıya ulaşabilmesi bizim tutumumuza ve dış siyasi konjonktüre bağlıdır. Bir misal vereceğim, bildiğiniz gibi Suriyeli mülteciler meselesi gündeme geldi, hemen “Şu kadar para verelim, fasılları açalım, vizeyi kaldıralım” dediler. Mülteci meselesi olmasaydı bunlar ne düşünülür ne de konuşulurdu. Biz üzerimize düşen görevi yaparsak Avrupa Birliği üyeliğimizin gerçekleşeceği ümidindeyim, fakat maalesef Avrupa’da bize karşı sempati duymayan kesimler var, bu nedenle onların muhalefeti olacaktır. Ayrıca biraz önce ifade ettiğim gibi, tam üyelik talebimizin başarıya ulaşması sadece bizim Avrupa Birliği ile ilişkilerimize değil, dış siyasi konjonktüre de bağlıdır. Ülkemizin gündemindeki konulara ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? Siz en çok hangi hususlar üzerinde duruyorsunuz? Her ülkenin çeşitli sorunları vardır, bu sorunları dikkate alarak ümitsizliğe kapılmak yerine çözüm üretmeye çalışılmalıdır. Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri terör ve özellikle PKK ile IŞİD sorunudur. Terör olayları hepimizi derinden üzmektedir. İkinci husus yeni anayasadır. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu, içeriği hakkında mutabakat olmasa bile toplumun hemen her kesimi tarafından ifade edilmektedir. Üçüncü husus ise bugün çok aktüel görünmemekle birlikte Ermeni meselesidir. 37 “İKI MÜESSESE VARDIR KI TOPLUMA ÇOK BÜYÜK ETKI YAPAR. BUNLARDAN BIRI BASIN, DIĞERI SIYASETTIR. HER IKISININ DE TOPLUMUN KÜLTÜR SEVIYESINI YÜKSELTMEDE ROL OYNADIĞI GÖRÜŞÜNDEYIM.” rupa Konseyi’ne üye olduktan sonra “Sen benim işime ne karışıyorsun?” diyemezsiniz. Bu statüye gelmiş bir ülke, demokrasinin sadece ülke sınırları içinde çözülmesi gereken bir mesele olduğunu kabul edemez, çünkü bunun uluslarüstü siyasal ve yargısal denetimi vardır. Türkiye, Avrupa Konseyi Komisyonu’nun yargısal denetimini geç bir tarihte tanımıştır. Rahmetli Özal’ın başbakanlığındaki, benim de içinde yer aldığım hükümet zamanında ise Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisi de kabul edilmiştir. Daha sonra Komisyon ve Mahkeme birleştirilmiş, tek bir yargısal denetim organı ortaya çıkmıştır. Uluslarüstü denetimden bahsetmişken önemli bir noktaya daha değinmek istiyorum. Zannedilmesin ki Avrupa Birliği ülkeleri mensuplarının tümü çeşitli hususlarda kendi koydukları prensiplerin düzeyine erişmiştir. Bu, benim için üzüntü verici ve kritik bir konudur. Binaenaleyh, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi yürütürken bu hususa da dikkat etmemizde fayda vardır. Bunları bilmeden bir hayranlık duymanın isabeti yoktur. Son zamanlarda göçmenler meselesi dolayısıyla Avrupa’nın tutumu ortadadır. Keşke her ülkenin vatandaşlarının tümü Avrupa Birliği Konvansiyonu’nda öngörülen insan hakları düzeyine sahip bir fikrî yapıya kavuşmuş olsa. Temenni ederim ki, Avrupa Birliği ülkelerinin vatandaşlarının hepsi kendi koydukları prensiplerin düzeyine ulaşabilsinler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hâkimliği de yapmış biri olarak demokratik düzene ve farklı fikirlere saygı duyulmasına büyük önem veriyorum. Benim için demokraside üç vazgeçilmez unsur vardır; birincisi seçimler, ikincisi kuvvetler ayrılığı prensibi, üçüncüsü ise insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile uluslarüstü yargısal ve siyasal denetimdir. Burada yargısal ve siyasal denetim hususunu biraz açmak istiyorum. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermek üzere olduğu dönemde, bir daha böyle büyük felaketlerin yaşanmaması için demokratik bir düzenin cihanşümul, yani evrensel hale getirilmesi fikri kabul gördü. Bu itibarla harpten sonra bazı kuruluşlar meydana getirildi, bunların başında da Avrupa Konseyi gelir. Türkiye, Avrupa Konseyi’ne ilk katılan ülkelerden biridir. Bu kuruluşun iki önemli fonksiyonu vardır; üye ülkeler üzerinde siyasal denetim ve yargısal denetim. Siyasal denetimi Avrupa Konseyi Parlamentosu, yargısal denetimi ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapar. Siz Av- 38 SÖYLEŞI Size göre siyaset nasıl yapılmalı, politikada nelere dikkat edilmeli? İki müessese vardır ki topluma çok büyük etki yapar. Bunlardan biri basın, diğeri siyasettir. Ben her ikisinin de toplumun kültür seviyesini yükseltmede rol oynadığı görüşündeyim. Fakat bugünkü siyasi ortamda tanık olduğumuz çekişmeler beni mutlu etmiyor. Bu çekişmelerin hem vatandaşa etkisi müspet değil hem bu tartışmalar bize yakışmıyor. Siyasetçiler, tartışmaların içeriği ve konuşma üslubuyla topluma örnek teşkil edecek şekilde siyasi mücadelelerini sürdürmelidir. Öte yandan, istikrar taraftarı bir kişi olarak kanunların gereksiz yere, kişisel tercihlerle sık sık değiştirilmesine sıcak bakamıyorum. 21 yaşındayken İsviçre’ye giderek doktoramı bu ülkede yaptım. İsviçre, istikrar kavramı açısından beni çok etkilemiştir. Bir ülkenin huzuru istikrara bağlıdır. İstikrar taraftarı olmak tutuculuk veya gelişmeye açık olmamak değildir. Hiç şüphesiz, gelişmeye açık olacaksınız, fakat bu sık sık kanun değiştirerek, her seferinde ayrı bir sistem getirerek olmaz. Böyle bir uygulama sadece Türkiye’de değil, her yerde huzursuzluğa ve endişeye sebebiyet verir. Bu itibarla özellikle siyasette istikrarın gereğine inanıyorum. TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE MAYIS 2016’DA KABUL EDILEN YASALAR Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6713 03/05/2016 Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun 6714 03/05/2016 Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6715 06/05/2016 İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6716 10/05/2016 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika Fransız Toplumu Hükümeti, Valonya Hükümeti ve Brüksel-Başkent Bölgesi Fransız Toplumu Komisyonu Heyeti Arasında Kültür, Eğitim ve Bilimsel Araştırma Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun 6717 11/05/2016 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Birleşmiş Milletler İnsani İşler Eşgüdüm Ofisi Arasında Türkiye’de Bir Ülke Ofisi Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6718 20/05/2016 Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 39 KRALLIKTAN DEMOKRATIK HUKUK DEVLETINE BREZILYA 40 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI YÜZYILLARCA AVRUPALI DEVLETLERIN HAKIMIYETI ALTINDA KALAN, BAĞIMSIZLIĞINI ILAN ETMESININ ARDINDAN ISE SIK SIK DARBELER VE KISA SÜRELI HÜKÜMETLER NEDENIYLE DEMOKRASISINI TESIS EDEMEYEN BREZILYA, BUGÜN ANAYASASINDA DA AÇIKÇA BELIRTILDIĞI GIBI INSAN HAKLARI VE DEMOKRASI KAVRAMLARINA BÜYÜK ÖNEM VERIYOR. GÜNEY AMERIKA’NIN EN BÜYÜK VE EN KALABALIK ÜLKESI, ÖZELLIKLE TARIM ÜRÜNLERI IHRACATIYLA EKONOMIK ALANDA DA ADINDAN SÖZ ETTIRIYOR. PINAR ÇAVUŞOĞLU 41 Y eryüzünün Asya’dan sonra en büyük kıtası Amerika’nın toprakları, Güney Kutbu’ndan Kuzey Kutbu’na kadar uzanıyor. Bu nedenle kıtada iklim ve bitki örtüsünün pek çok çeşidi görülüyor. Amerika’nın insan yaşamı için en elverişli bölgeleri, bundan yüzyıllar önce Avrupalılar tarafından keşfedildi ve kıtaya yoğun bir göç hareketi başladı. Bir zaman sonra Avrupalılar, özellikle bugün Amerika Birleşik Devletleri’nin konumlandığı bölgede o denli çoğaldı ki Amerika yerlileri ya yaşadıkları lokasyonda yok oldular ya da kıtanın periferisine itildiler. Amerika yerlileri denince Kızılderililer geliyor akla. Bu tanım, kuzeyden güneye kıtanın her yerinde yayılış gösteren halkların büyük çoğunluğu için kullanılıyor. Amerika’da daha önceki dönemlerde hangi uygarlıkların yaşadığı ise net olarak bilinmiyor. Bu eksiklikteki en büyük payı Amerika kıtası tarihini Kolomb’un bölgeyi keşfiyle başlatan Batılı kaynaklar oluşturuyor. Kıtanın, kitaplarda adı en çok geçen uygarlıklar olan Mayalar, Aztekler ve İnkalar haricinde, Güney Amerika’da Norte Chico, Valdivia, Cañaris, Chavín, Çipça, Çimu, Guarani, Tupi gibi topluluklara evsahipliği yaptığı tahmin ediliyor. Onların kurdukları şehirlerle; tıp, astrono- mi, matematik gibi alanlarda ne derece bilgi sahibi olduklarıyla; önemli bilim adamları, sanatçıları ve filozoflarıyla ilgili kanıt niteliğindeki kalıntıların, Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte din karşıtı görülerek yok edilmesi de milattan önce yaşamış kıta sahipleriyle ilgili bilgilerin az olmasındaki bir diğer etken. Toprak verimi, iklim ve doğal kaynaklar bakımından bugün Brezilya’nın bulunduğu bölge Amerika’nın en değerli alanlarından birini kaplıyor. Portekizliler kıtaya geldiğinde Brezilya’da 7 milyon civarında nüfusa sahip yerli halk bulunuyordu. Tupiler, Guaraniler, Gêler ve Arawakları içeren etnik gruplar uzun bir sahil şeridi ve ormanlarla kaplı bölgede balıkçılık, avcılık ve tarımla geçiniyordu. Bu etnik grupların zamanla ortadan kalkmasının Avrupalıların kıtaya gelişiyle alakası olmadığı söylenir. Pek çok kaynak Tupiler, Guaraniler, Gêler ve Arawakların farklı dinlere inandıkları, çeşitli kültür ve ahlaki değerleri benimsedikleri için birbirleriyle savaştıklarını ve yok olduklarını belirtir. Portekiz İmparatorluğu’nun 1500 yılında bölgeye gelişiyle zengin Brezilya topraklarında tarım da daha verimli uygulanmaya başlar. Meşhur Amazon Ormanları’nın yüzde 60’ını topraklarında barındıran Brezilya’da, sonradan dünyanın en Arawaklar 42 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Brezilya’nın keşfi PORTEKIZ KRALI I. MANUEL, KAŞIF PEDRO ÁLVARES CABRAL’IN TESADÜFEN AYAK BASTIĞI ÜLKEYE SANTA CRUZ (KUTSAL HAÇ) ADINI VERDI. ÜLKENIN BREZILYA ISMINI ALMASI ISE BÖLGEDE SIK RASTLANAN BIR AĞAÇ TÜRÜ SAYESINDE OLDU. önemli hammaddesi olacak petrol de önemli bir doğal kaynaktır. Hakeza Brezilya birkaç yüzyıl sonra, ekonomik değeri en yüksek ürünlerden kahve üretiminde dünya birincisi haline gelecektir. Güney Amerika’nın küçük Portekiz’i Kolomb kadar meşhur olmasa da Portekizli denizci Pedro Álvares Cabral da Yeni Dünya’nın kaşiflerinden biri. Cabral, Hindistan’a giden ilk Avrupalı Vasco da Gama’nın rotasını izleyerek oraya ulaşma amacı taşıyordu. Ancak yolda rotası değişen gemiler Hindistan yerine başka bir yere gitti ve buraya Vera Cruz (Gerçek Haç) dendi. Gemilerinden birini Portekiz’e bu yeni toprak parçasını haber vermek üzere gönderen Cabral on gün sonra Hindistan’a doğru yola çıktı. Kaşifin tesadüfen ayak bastığı Vera Cruz’a, Cabral’ı keşfe gönderen Portekiz Kralı I. Manuel (1495-1521) Santa Cruz (Kutsal Haç) adını verdi. Ülkenin Brezilya ismini alması ise bölgede sık rastlanan bir ağaç türü sayesinde oldu. Tekstil ve deri sanayiinde boya olarak kullanılan “brazilin” adlı maddenin bol Brezilya’da Portekizliler bulunduğu “brazilwood” ağacı ülkeye Terra do Brasil (brazilwood diyarı) denmesini sağladı. Brezilya’yı Avrupa ülkelerinden ilk olarak Portekiz keşfetmiş ve orada krallığını ilan etmişti. Ancak coğrafi keşiflerin yoğun olarak yaşandığı 16. yüzyılda diğer Avrupalıların da bölgeye ayak 43 Cumhuriyetin ilanı basması yakındı, hatta Fransa ve İspanya gelmişti bile. Bundan rahatsız olan Portekiz Kralı III. João (1521-1557), Martim Afonso de Sousa adlı amiralini bölgede sömürgeleştirme çalışmaları yapmak üzere Brezilya’ya yolladı. De Sousa’nın ilk hedefi yerli halkla iyi ilişkiler kurmak oldu. Brezilya’nın kuzeydoğusunda yer alan Pernambuco’daki Fransızlara ait bir ticaret merkezini ortadan kaldırması, çeşitli kentler kurarak burada belediyecilik adına bazı reformlar gerçekleştirmesi amiralin icraatları arasında yer aldı. Ancak De Sousa’nın ülkesine en büyük faydalarından biri altın başta olmak üzere Brezilya’daki değerli madenlerin yerini öğrenmek oldu. Portekiz’in Brezilya’da madenlere, verimli topraklara veya sanayileşme vadeden bölgelere yakınlığını baz alarak kurduğu şehirler Rio de Janeiro ve Sao Vicente’ydi. 1500’lü yılların sonlarında ise ülkede pek çok Portekiz şehri yer alıyordu. Portekizlilerin bölgeye gelişinden önce Brezilya’da yaşayan halk, yavaş yavaş sindirilmeye başlamıştı. Kristof Kolomb tarafından keşfedildiğinde Amerika kıtasının yaklaşık 70 milyon olan nüfusunun, 16. yüzyıla gelindiğinde 3 buçuk milyona gerilemesi yerli halka yalnızca psikolojik bir sindirme politikası uygulanmadığının 44 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI da kanıtıydı. 17. yüzyılda ise Avrupa’nın yerlileri esir etme ve köle gibi çalıştırma teşebbüsleri başarısız oldu. Bu yüzyılda ilk defa Afrika’dan siyahiler getirildi ve köle yapıldı. Portekiz’in 1580-1640 yılları arasında İspanya egemenliğine girmesi nedeniyle Brezilya hariç Güney Amerika’daki tüm Portekiz sömürgeleri İspanya tarafından yönetildi. Ancak İspanya İmparatoru I. Carlos’un Portekiz Kralı’nın kızıyla evlenmesiyle iki ülke birleşti ve İspanyol İmparatorluğu Amerika’daki tek güç haline geldi. 1640’ta ise Portekizliler Brezilya’da yeniden egemenliklerini ilan etti. 1807’de Fransa İmparatoru Napolyon’un Portekiz’i ele geçirmesiyle Portekiz Kraliçesi I. Maria (1777-1816) ve hanedanı Brezilya’ya kaçarak Rio de Janeiro’ya yerleşti. Şehir, bir Avrupa ülkesine kısa süreli de olsa başkentlik yaptı. 1800’ler Latin ülkelerinde büyük bir aydınlanmaya ve ardından dirilişe sahne oldu. Avrupalı işgaline, onların zulmüne ve kaynaklarını sömürmesine bir son vermek isteyen ülkeler birbirinden bağımsız olarak, kendi çaplarında, büyük devletlerle mücadeleye girişti. Fransız İhtilali’nin doğurduğu özgürlük ve milliyetçilik akımlarının da bu başkaldırışta büyük payı vardı. Ayrıca dünyanın bir LATIN AMERIKA’NIN TAMAMINDA GÖZLENEN ISYAN HAREKETLERININ DE ETKISIYLE 1817 YILINDA PERNAMBUCO’DA BÖLGESEL CUMHURIYET ILAN EDILDI. diğer güçlü imparatorluğu İngiltere’nin sömürgeleri kışkırtması, Napolyon’un Amerika’da sömürgeleri bulunan İspanya’yı işgal etmesi, 1776’da Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yayımlanması da tetikleyici diğer faktörlerdi. Herkes kendi yurduna Portekiz hanedanının Brezilya’ya yerleşmesi, buradaki koloninin sahipsiz olmadığının da bir göstergesiydi. I. Maria’nın ardından yönetimi VI. João (1816-1826) devraldı ve ilk olarak bölgede ekonomik refahı hedefledi. Kral’ın uyguladığı yöntemler ilk etapta ekonominin canlanmasını sağladı, ancak ardından gelen başarısız sonuçlar, zaten ülkenin gidişatından memnun olmayan halkta huzursuzluğa neden oldu. Latin Amerika’nın tamamında gözlenen isyan hareketlerinin de etkisiyle 1817 yılında Pernambuco’da bölgesel cumhuriyet ilan edildi. Bir anayasa hazırlanması, VI. João’nun yetkilerinin sınırlandığının açık bir ifadesiydi. Portekiz Krallığı’nın yönetiminin Brezilya’da bulunmasının ülkeye katkısı, Brezilya’nın dünya genelinde Portekiz’le eşit statülerde değerlendirilmesi oldu. Ancak Napolyon’un Portekiz’den çekilmesi VI. João’nun ülkesine dönüşünü de zorunlu kıldı. Yaklaşık yüz yıl sonra yeniden toplanma imkanı bulan Portekiz Parlamentosu, iki ülkenin eşit değerlendirilmesinin yanlış olduğunu savunarak Brezilya’yı yeniden sömürge statüsüne aldı. Bu arada VI. João, Brezilya’ya oğlu I. Pedro’yu veliaht olarak bırakmıştı ve Brezilya tekrar sömürge olunca parlamento I. Pedro’nun Portekiz’e dönmesini istemişti. Ancak I. Pedro 1822’de ülkenin bağımsızlığını ilan ederek Brezilya İmparatorluğu’nu kurdu, aynı zamanda ülkenin ilk kralı oldu. İmparatorluğu ilk tanıyan ülke ise 1824’te Amerika Birleşik Devletleri’ydi. I. Pedro önceleri halka karşı ılımlı bir politika izlemiş, daha sonra Meclis’i dağıtarak meşrutiyet yönetimini mutlak kılan bir anayasa hazırlatmıştı. 1824 Anayasası Kral’a tepkileri artırmış, buna Arjantin-Brezilya Savaşı da eklenince büyük bir iç karışıklık meydana gelmişti. 1825’te başlayan ve üç yıl süren savaş sonrasında Uruguay kaybedildi. Bu durum halkın hükümete olan güvenini iyiden iyiye yıprattı. 1831 yılında I. Pedro, tahtı beş yaşındaki oğlu II. Pedro’ya (1831-1889) devretti. I. Pedro 45 II. Pedro’nun 1840’ta resmî olarak ülkenin başına geçişiyle 1834 yılında kabul edilen anayasada birtakım değişikliklere gidildi. Yeni anayasada kralın yetkileri kısıtlandı ve eyalet parlamentoları oluşturuldu. İktidarı boyunca 36 kabineye başkanlık eden II. Pedro liberal ve muhafazakar partilere eşit mesafede durdu. II. Pedro döneminde Brezilya’nın bölgedeki nüfuzu arttı, ABD ve Avrupa’yla iyi ilişkiler geliştirildi. Kahve başta olmak üzere şekerkamışı ve pamuk gibi tarım ürünleri ihracatını artıran ülkede ekonomik iyileşmeler kaydedildi. Kültürlü, aydın ve entelektüel kral, yurt dışı seyahatleri sırasında rastladığı teknolojik gelişmeleri ülkesine kazandırabilmek için de büyük çaba sarf etti. Onun döneminde 8 bin kilometre uzunluğunda bir demiryolu ağı kuruldu. II. Pedro’nun en önemli siyasi reformlarından biri de ülkede köleliği kaldırması oldu. 1888 yılında yaklaşık 800 bin köle özgür bırakıldı. Ancak çeşitli uygulamalarıyla toprak zenginlerini, kiliseyi ve ordu mensuplarını kızdıran II. Pedro, 16 Kasım 1889 askerî darbesiyle tahttan indirildi. Böylece Brezilya İmparatorluğu sona erdi ve cumhuriyet ilan edildi. Askerî darbeyi gerçekleştiren grubun lideri Manuel Deodoro da Fonseca, 1891 yılına kadar geçici hükümetin başkanlığını üstlendi. Devlet yöneticiliğinde başarı sağlayamayan ve bunun farkında olan Da Fonseca 1891’de istifasını sunarak yerini Floriano Peixoto’ya bıraktı. Savaşlar, iç karışıklıklar ve sık sık anayasa değişiklikleriyle uzun yıllar uğraşmak zorunda kalan Brezilya 1914 yılında siyasi birliğini sağlayarak dünya ülkeleri tarafından tanındı. 1930, 1964, 1965 askerî darbeleri, kısa aralıklarla meydana gelen hükümet değişiklikleri nedeniyle Brezilya, onca değerli maden yatağı, çeşit çeşit ve belli bir kalitenin üzerinde tarım ürünlerine rağmen gitgide fakirleşti. 1974 yılında bölgenin en yoksul ülkesi haline gelen Brezilya’nın bir nebze olsun refaha kavuşması ancak 1990’larda mümkün oldu. Sonraki yıllarda ülke ekonomisi gittikçe büyüyen bir seyir izledi. Bugün Brezilya… II. Pedro’nun Avrupa’ya sürgünü 1930 askerî darbesi 46 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Latin Amerika’nın en büyük, dünyanın yedinci büyük ekonomisine sahip Brezilya’da iktisadi alanın birkaç lokomotifi bulunuyor; bunların başında ise tarım geliyor. Ülke daha çok futbol ve doğal güzellikleriyle akla gelse de kahve üretiminde dünyada birinci sırada yer alıyor. Kahvenin yanı sıra kakao, soya, pamuk, tütün ve mısır da Brezilya ekonomisine en çok katkı yapan tarım ürünleri. Ayrıca değerli madenler konusunda ülkenin dünya çapında bir üstünlüğü bulunuyor. Brezilya bugün 1990’lı yıllarda büyümeye başlayan ekonomisi sayesinde Uluslararası Para Fonu’na (IMF) olan borçlarını bitirmiş, hatta IMF’ye para aktaran bir ülke pozisyonunda yer alıyor. Başkanlık sistemiyle yönetilen Brezilya’da devlet başkanlığı görevini İşçi Partili (PT) Dilma Rousseff üstleniyor. Ancak hakkında açılan Ulusal Kongre Binası ÇOK PARTILI BIR SISTEMIN BULUNDUĞU BREZILYA’DA YASAMA ORGANI, HALK OYUYLA SEÇILEN VE 7 YIL SÜREYLE GÖREV YAPAN 81 ÜYELI SENATO ILE 4 YIL SÜREYLE GÖREVDE BULUNAN 513 ÜYELI TEMSILCILER MECLISI’NDEN OLUŞUYOR. çeşitli davalar nedeniyle 12 Mayıs 2016’dan bu yana altı aylığına bu görevi Rousseff’e vekaleten Michel Temer yürütüyor. İdari açıdan 26 eyalet ile başkent Brasilia ve çevresini kapsayan Federal Bölge’den oluşan Brezilya’da her eyaletin kendi yasaları bulunuyor. 5 Ekim 1988 tarihinde yürürlüğe koyulan anayasanın ilk maddesinde, “Eyaletlerin, yerel yönetimlerin ve Federal Bölge’nin ayrılmaz birlikteliğiyle kurulmuş olan Federatif Brezilya Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletidir” ifadesi yer alıyor. İlk maddede ayrıca ülkenin egemenlik; vatandaşlık; insanın saygınlığı, haysiyeti ve onuru; emeğin ve hür teşebbüsün sosyal değerleri; siyasi çoğulculuk ilkeleri üzerine inşa olunduğu belirtiliyor. Devletin ve hükümetin başı olan başkan dört yılda bir seçiliyor ve başkana bağlı 37 bakan bulunuyor. 1988 Anayasası’nın ikinci maddesinde de ifade edildiği gibi yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız, ancak uyumlu çalışan erkler olarak değerlendiriliyor. Çok partili bir sistemin bulunduğu Brezilya’da yasama organı, halk oyuyla seçilen ve 7 yıl süreyle görev yapan 81 üyeli Senato ile 4 yıl süreyle görevde bulunan 513 üyeli Temsilciler Meclisi’nden oluşuyor. Dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan Brezilya, bu özelliğine rağmen yoksullukla mücadele eden bir ülke konumunda bulunuyor. Bunun nedenleri arasında uzun yıllar Avrupalı devletlerin boyunduruğu altında yaşaması ve mevcut kaynaklarının sömürülmesi, gelir dağılımı yönünden yanlış politikalar uygulanarak ülkede ortadirek kavramının ortadan kaldırılması gösteriliyor. Ülkenin daha eşitlikçi bir toplum inşa etme hedefi, Anayasa’da dahi açıkça belirtiliyor. Özgür, adil, birlik ve dayanışma içinde olan bir toplumun oluşturulması; ulusal kalkınmanın sağlanması; yoksulluğun ve standart altı yaşam koşullarının tamamen ortadan kaldırılması, sosyal ve bölgesel eşitsizliklerin azaltılması; ulusal köken, ırk, cinsiyet, deri rengi, yaş gibi konularda hiçbir önyargı olmaksızın ve diğer herhangi bir konuda hiçbir surette ayrımcılık yapılmaksızın tüm kişilerin refahının iyileştirilmesi Brezilya’nın iç politika hedefleri arasında yer alıyor. Uluslararası ilişkilerinde ılımlı bir politika izleyen Brezilya, bu ilişkilerini belirli bazı ilkeleri ön planda tutmak suretiyle yürütüyor. Bu ilkelerden ilkini insan hakları oluşturuyor. Diğerleri barış, eşitlik, ırkçılığın reddedilmesi, halklar arası işbirliği gibi konular çerçevesinde şekilleniyor. 47 TÜRK SIYASETINDE DEMİREL’LI 35 YIL 48 TÜRKIYE’DE ÇOK PARTILI DÖNEME GEÇILMESININ ARDINDAN 1950-1960 YILLARI ARASINDA IKTIDARDA KALAN DEMOKRAT PARTI 27 MAYIS DARBESIYLE GÖREVDEN UZAKLAŞTIRILIR. 1964 YILINDA, DEMOKRAT PARTI ÇIZGISINDE SIYASET YAPAN ADALET PARTISI’NIN GENEL BAŞKANLIĞINA SEÇILEN SÜLEYMAN DEMIREL, 2000 YILINDA CUMHURBAŞKANLIĞI’NDAKI GÖREV SÜRESINI DOLDURANA DEK TÜRK SIYASETININ EN ÖNEMLI ISIMLERI ARASINDA YER ALIR. ENVER UYGUN T ek parti yönetimi, çok partili denemeler, “açık oy-gizli tasnif”, koalisyonlar, darbeler, muhtıralar, rejim krizleri, erken seçimler, anayasa tartışmaları... Köklü bir devlet geleneğinin mirası üzerine inşa edilen Cumhuriyet’in 93 yıllık tarihinde acısıyla tatlısıyla çok sayıda siyasi olay bulunuyor. 19652000 yıllarını kapsayan 35 yıllık dönemde bir kez Başbakan Yardımcılığı, yedi kez Başbakanlık görevlerini yürüttükten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin 9’uncu Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel, bu sürecin en önemli isimlerinden biri. Cumhuriyet’in ilanından sonra doğan ilk siyasetçi kuşağının temsilcilerinden Süleyman Demirel, 1924 yılında Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de dünyaya gelir. İlkokulu doğduğu köyde tamamladıktan sonra ortaokul ile liseyi Isparta ve Afyonkarahisar’da bitirir. Demirel’in İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun olup Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde çalışmaya başladığı, ardından sulama ve elektrik konularında mesleki eğitim almak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderildiği 1949-1953 yılları arası Türkiye’de siyasetin daha önceki döneme kıyasla büyük dönüşümler geçirdiği bir sürece tekabül eder. Genç kadrolar 7 Ocak 1946’da tek partili sistemde iktidarda olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) içinde yaşanan fikir ayrılıkları sonucu CHP ile yolları ayrılan dört milletvekili öncülüğünde Demokrat Parti (DP) kurulur. Aynı yılın Mayıs ayında yerel seçimler, Temmuz ayında ise genel seçimler gerçekleştirilir. Seçim sisteminin muhalefet partisi aleyhine çok sayıda hüküm içermesi, oylamada demokratik usullere aykırı “açık oy-gizli tasnif” yönteminin benimsenmesi, bürokrasiyle siyasetin yıllardır iç içe geçmesinden kaynaklanan parti devleti görüntüsü gibi etkenlere rağmen DP, milletvekili genel seçiminde beklenenin üzerinde oy alır. Ülkede artık geri döndürülemez bir değişim rüzgarı esmeye başlamıştır. Demirel’in üniversite öğrenciliği ülkede siyasetin yöneldiği bu yeni dalganın etkisi altında geçer. 49 RAGIP GÜMÜŞPALA’NIN VEFATINDAN SONRA AP’NIN BAŞINA GEÇECEK KIŞININ HEM PARTIYI HEM TÜRKIYE’YI GELECEĞE TAŞIYACAK GENÇ BIR ISIM OLMASI GEREKTIĞI FIKRI BELIRIR VE SÜLEYMAN DEMIREL’E ADAYLIK TEKLIF EDILIR. Kurtuluş Savaşı’ndan, bağımsız ancak kaynakları kısıtlı bir devlet olarak doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayide kalkınması için atılan adımların II. Dünya Savaşı’nın getirdiği olumsuzluklar yüzünden sekteye uğramasının ardından 1940’ların sonlarına doğru ekonomide kıpırdanma yaşanır. Ülkenin yetişmiş, donanımlı, nitelikli personel ihtiyacı da yüksek tahsil görmüş yeni nesil tarafından karşılanmaya başlar. Süleyman Demirel’in yüksek mühendis olarak mezun olup göreve başladığı bu dönemde iktidara gelen Demokrat Parti, devlet kadrolarında genç ve dinamik isimleri istihdam etmeyi, onları deneyimlerini artırmak için yurt dışına göndermeyi politika haline getirir. Demirel’in bürokrasiyle tanışması ve başarılarıyla göz doldurup kendisini Başbakan Adnan Menderes’in ismen tanıyacağı bir konuma getirmesi bu sürecin sonucudur. 1953 yılında Seyhan Barajı inşaatında proje mühendisi olarak çalışan Demirel, 1954’te Devlet Su İşleri (DSİ) bünyesinde Barajlar Daire Başkanlığı’na, ertesi yıl, henüz 31 yaşındayken DSİ Genel Müdürlüğü’ne atanır. 1960 yılında askere gitmek üzere görevden ayrılır. Aynı senenin 27 Mayıs’ında gerçekleşen askerî darbe, siyasetle birlikte yetişmiş kadroların iş başında olduğu bürokrasiyi de darmadağın eder. Süleyman Demirel darbeyi takip eden dönemde devletteki görevinden ayrılarak kurduğu firmada müşavirlik ve taahhüt işlerini yürütür. Aynı zamanda Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde mühendislik dersleri verir. Devlet tecrübesi olan genç ve başarılı bir iş adamı olarak siyasete de ilgi duyan Demirel, 27 Mayıs darbesinin Türkiye’nin gelişmesini engelleyen bir olay olduğunu düşünür. 50 Demokrat Partililere reva görülen muameleyi içine sindiremez. Ülkenin kalkınması için askerin siyasetin üzerinden bir an önce elini çekmesi, sivil siyasetin kaldığı yerden işine devam etmesi gerektiğine inanır. Bu fikirlerle Demokrat Parti’nin devamı olarak kurulan Adalet Partisi’nde (AP) siyasete atılır. AP, o yıllarda Kayseri Cezaevi’nde bulunan eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar başta olmak üzere DP ileri gelenlerinin yönlendirmesi ve desteğiyle kurulmuştur. 1950’li yıllarda halk arasında “demokrat” sözcüğünün “demir kırat” olarak telaffuz edilmesinden yola çıkarak amblemini kırat figürüyle oluşturan parti, darbeyi yapanlar ve destekleyenler tarafından sürekli gözetim altında tutulur. 1961 yılında yapılan seçimlerde CHP’den sonra az farkla sandıktan ikinci sırada çıkan AP, eski DP’liler için siyasi af getirilmesi önerisini Meclis’e sunar. Bu teklif askerler tarafından hoş karşılanmadığı gibi siyasette askerî vesayet isteyen çevrelerce de ağır şekilde eleştirilir. 1963’te sokak olaylarına varacak derecede af karşıtı propaganda yürütülür. Süleyman Demirel’in yönetici sıfatıyla, birkaç arkadaşıyla içinde bulunduğu Adalet Partisi binası eli sopalı göstericiler tarafından basılır. Bina tahrip edilir, içeridekiler güvenlik güçleri tarafından güçlükle tahliye edilir. Bu olayın ardından Demirel aktif siyasetten çekilme kararı alır. En genç başbakan 1964’te AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın ölümünden sonra partinin başına geçecek kişinin hem AP’yi hem Türkiye’yi geleceğe taşıyacak genç bir isim olması gerektiği fikri belirir. Sadettin Bilgiç, Tekin Arıburun ve Ali Fuat Başgil gibi deneyimli siyasetçilerin aday olduğu kongre öncesi AP’nin tabanından ve kimi yöneticilerinden Süleyman Demirel’e adaylık teklifi gelir. Demirel, delegenin büyük çoğunluğunun oyunu alarak AP’nin yeni genel başkanı seçilir. İlerleyen yıllarda siyasi literatürümüze giren ifadesiyle “Kıratın yeni süvarisi” olur. Bu dönemde iktidarda Cumhuriyet tarihinin ilk azınlık hükümeti sıfatını taşıyan İsmet İnönü başbakanlığındaki CHP hükümeti vardır. Meclis desteğini kaybeden hükümetin düş- mesinin ardından Demirel’in yönetimindeki AP öncülüğünde Yeni Türkiye Partisi (YTP), Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve Millet Partisi’nin (MP) bir araya gelmesiyle 29. Hükümet kurulur. Başbakanlığı Suat Hayri Ürgüplü’nün üstlendiği hükümette Süleyman Demirel parlamento dışından Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı koltuğuna oturur. Demirel’in TBMM kürsüsüne ilk çıkışı bakan olarak yemin etmek üzere gerçekleşir. 10 Ekim 1965 tarihinde gerçekleştirilen milletvekili genel seçimi AP’nin ve Süleyman Demirel’in zaferi olarak tarihe geçer. Genç genel başkanın partisi, oyların yüzde 52,87’sini alarak 450 sandalyeli Meclis’te 240 milletvekiliyle temsil hakkı kazanır. 13. Dönem Isparta Milletvekili olarak ilk kez parlamentoya giren Demirel, I. Demirel Hükümeti şeklinde de adlandırılan 30. Hükümet’i kurar. 12 Mart 1971 Muhtırası’na kadar 31 ve 32. Hükümetlerin de başkanlığını üstlenen Demirel 26 Mart 1971’de silahlı müdahale tehdidi karşısında başbakanlıktan istifa eder. Ekonomik kalkınmanın önüne set çeken 27 Mayıs 1960’ın etkilerinin silinip Türkiye’nin daha müreffeh bir ülke haline gelmesi için yatırımların ardı ardına gerçekleştirildiği bir dönemde siyasetin üzerine yine vesayet gölgesi düşer. 1965-1971 yılları arasında kalkınma hızının yüzde 7’ye yükselmesi, Boğaziçi Köprüsü, Ereğli Demir-Çelik İşletmeleri, Keban Barajı gibi büyük eserlerin inşa edilmesi, enflasyonun yüzde 5 seviyesinde tutulması gibi parlak başarılar bulunur. Öte yandan özellikle 1968 yılından itibaren tırmanan öğrenci hareketleri, önceliğin kalkınmaya değil güvenliğe verilmesini isteyen askerî çevreler tarafından hoş karşılanmaz. Hükümeti ve Meclis’i sol hareketler karşısında yeterli tedbir almamakla ve 27 Mayıs’la görevden uzaklaştırılan Demokrat Parti’nin mirasını yaşatmakla suçlayan komutanlar, Başbakan Demirel’e yolladıkları bir mektupla hükümetin istifasını ister. 1973 seçimlerine kadar askerî vesayet altında, parlamento dışından 51 1973 MILLETVEKILI GENEL SEÇIMLERI’NIN GALIBI, BÜLENT ECEVIT’IN BAŞINDA BULUNDUĞU CHP OLUR. DEMIREL’IN AP’SI 15. DÖNEM TBMM’DE ANA MUHALEFET PARTISI OLARAK TEMSIL EDILIR. bakanların ağırlığını oluşturduğu Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim Talu hükümetleri döneminde Türkiye’de ekonomik istikrarsızlık ve siyasi bunalımlar baş gösterir. Süleyman Demirel bu dönemde parlamenter demokrasiyi savunan beyanlarıyla öne çıkar. 14 Ekim 1973 milletvekili genel seçiminin galibi, ilk kez genel başkan olarak seçime giren Bülent Ecevit’in başında bulunduğu CHP olur. Demirel’in AP’si 15. Dönem TBMM’de ana muhalefet partisi 52 olarak temsil edilir. Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisinin önemli isimlerinden Ferruh Bozbeyli’nin kurduğu Demokratik Parti’nin AP tabanından önemli oranda oy kazanması bu sonuç üzerinde etkilidir. Ecevit’in Millî Selamet Partisi ile kurduğu koalisyon hükümetinin ömrü bir yıldan az sürer. Oluşan hükümet krizinde yine partilerin iradesi dışında teşekkül eden Sadi Irmak Hükümeti güvenoyu alamadan dört ay görevde kalır. Daha sonra, sorunlara parlamento içinden çözüm üretmek üzere çaba harcayan Demirel, Meclis’teki sağ partilerin desteğiyle I. Milliyetçi Cephe Hükümeti olarak anılan koalisyonu kurar. Adalet Partisi’nin başkanlığındaki koalisyon, Millî Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin desteğiyle güvenoyu alır. 5 Haziran 1977 seçimlerinde ulaştığı yüzde 41 oya rağmen Meclis’te çoğunluğu elde edemeyen CHP’nin genel başkanı Bülent Ecevit’in kurduğu hükümet güvenoyu alamayınca Süleyman Demirel II. Milliyetçi Cephe Hükümeti’ni oluşturur. Koalisyondaki anlaşmazlıklar, ekonomideki çalkantı ve tırmanan sokak olaylarının Türkiye gündemine oturduğu bu dönemde siyasi tarihimize “Güneş Motel Olayı” olarak geçen gelişme yaşanır. 12 AP milletvekilinin bakanlık vaadiyle partisinden istifa ederek CHP’ye katıldığı bu olayın ardından Milliyetçi Cephe Hükümeti düşer. Bülent Ecevit’in başbakanlığında kurulan 42. Hükümet ise TBMM’de boşalan 5 sandalye için 1979 yılında yapılan ara seçimlerde AP’nin 5 milletvekili çıkararak zafer kazanması üzerine Ecevit’in istifasıyla dağılır. Ülkenin birçok bölgesinde sıkıyönetimin ilan edildiği, sağ-sol çatışmalarında her gün çok sayıda vatandaşın hayatını kaybettiği, 6 Nisan’da görev süresi dolan 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün yerine yeni Cumhurbaşkanı’nın bir türlü seçilemediği bu dönemde Süleyman Demirel, Millî Selamet Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi’nin dışarıdan desteklediği azınlık hükümetini kurar (12 Kasım 1979). Takvimler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde Demirel Başbakanlık koltuğundadır. Sürgünden Cumhurbaşkanlığı’na Türk siyasi hayatının kara lekelerinden 12 Eylül askerî darbesi sonucunda gözetim altında tutulmak üzere Hamzakoy’a sürgün edilen Demirel, 6 Eylül 1987’de yapılan referanduma kadar siyasi yasaklı konumuna düşer. Kenan Evren başkanlığındaki askerî yönetim tüm partilerin faaliyetlerini durdurur, yönetici kadrolar başta olmak üzere hemen hemen tüm eski siyasetçilere yasak getirir. Yasağın kapsamı o denli geniş ve uygulamalar o denli keyfîdir ki, darbeden üç yıl sonra yapılan seçimlere katılmak için Millî Güvenlik Konseyi’nin onayı şart koşulur. Demirel’in el altından desteklediği Büyük Türkiye Partisi bu seçimlere katılamaz. Parti daha sonra AP’nin devamı olduğu iddiasıyla kapatılır; Demirel de siyasi yasakları çiğnediği gerekçesiyle Zincirbozan’a sürgüne gönderilir. Yasağı delmenin bir yolu olarak ilerleyen süreçte gazeteci Nazlı Ilıcak’ın Süleyman Demirel’in görüşlerini “Bir bilene sordum ve şöyle söyledi” ifadeleriyle Tercüman gazetesinde yazması yakın tarihin enteresan olayları arasına girer. Millet iradesiyle eski siyasetçilerin yasaklarını kaldıran 1987 referandumunun ardından Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk başkanlığındaki Doğru Yol Partisi’ne girer. Parti kongresinde genel başkanlığa seçilen Demirel, 7 yıllık aradan sonra, 29 Kasım 1987 seçimleri sonucu oluşan 18. Dönem TBMM’ye Isparta Milletvekili olarak geri döner. Muhalefet lideri olarak geçirdiği bu dönemin ardından 20 Ekim 1991 seçimlerinde Doğru Yol Partisi’ni sandıktan birinci çıkarmayı başarır. Demirel bu seçim sonucunda son kez başbakanlık koltuğuna oturacağı 50. Hükümet’i kurar. 17 Nisan 1993 tarihinde 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın vefatıyla boşalan Cumhurbaşkanlığı için adaylığını koyan Demirel, TBMM’de yapılan oylamanın üçüncü turunda 224 milletvekilinin desteğini alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı olur. Süleyman Demirel, görev süresinin dolduğu 16 Mayıs 2000 tarihinden solunum yolu enfeksiyonu ve kalp yetmezliğinden hayatını kaybettiği 17 Haziran 2015’e kadar Türk siyasetinin deneyimli bir büyüğü olarak fikrine danışılan, görüşleri önemsenen bir figür olur. Türkiye’ye armağan ettiği eserlerin yanı sıra esprili kişiliğiyle de hatırlanan Demirel’in naaşı doğduğu köyde inşa edilen anıt mezara defnedilir. 53 ANKARA’DA 800 YILLIK BIR ŞAHESER ASLANHANE CAMII 54 KÜLTÜR VARLIKLARI TÜRK-İSLAM SANATININ DÖNÜM NOKTALARINDAN BIRINI TEŞKIL EDER SELÇUKLULAR DÖNEMI. KENDILERINE HAS BIR ESTETIK ANLAYIŞ GELIŞTIREN, YÜZYILLAR SONRA BILE KARAKTERISTIK ÖZELLIKLERINI MUHAFAZA EDEN BIR IŞLEME VE BEZEME ÜSLUBU BENIMSEYEN SELÇUKLULAR, ANADOLU TOPRAKLARINDA BENZERSIZ ESERLER ORTAYA KOYMUŞLARDIR. ANKARA’DAKI ASLANHANE CAMII, SELÇUKLU SANATSAL ANLAYIŞ VE UYGULAMASINI GÖZLEMLEMEK IÇIN EŞSIZ BIR FIRSATTIR. ÇAĞLA TAŞKIN FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN İ nanış, yaşam şeklini belirleyen unsurların başında geliyor demek herhalde abartılı olmayacaktır. Din, bize birçok şeyin yanında hayatımızı nasıl düzenlememiz gerektiğini de söyler. Dolayısıyla Türklerin İslam’ı kabulü aynı zamanda geniş kapsamlı bir sosyal dönüşümdü. Yüzyıllara yayılan ve hayatın her koluna sirayet eden bu dönüşümün kendini gösterdiği alanlardan biri de iş hayatı ve çalışma şekliydi. İslam ahlakı ve değerlerinin zanaat ve ticarete yansıması olarak yorumlanabilecek Ahîlik, aslında mesleki bir teşkilat olmanın ötesinde güzel ahlakın, hakkaniyetli ve adil iş yapmanın, dürüst kalfa ve çıraklar yetiştirmenin, ustalıkla gelen bilgeliği ve olgunluğu yardımseverliğe ve paylaşımcılığa dönüştürmenin ifadesiydi. Selçuklu sultanlarından büyük teşvik gören, Osmanlı toplumsal yapısının temel taşlarından olan Ahî teşkilatının mensupları hem işlerine, zanaatlerine büyük bir sevgi ve saygı göstererek mesleklerini yüceltti hem de yaşadıkları toplumda nüfuz sahibi olan ve sevilen insanlar haline geldi. Kaynağını İslam’daki “fütüvvet” felsefesinden alan Ahîlik, yalnızca ticari değil sosyal getirileri de olan bir teşkilattı. Yüzlerce yıllık kadim Ahîlik geleneğinin teşvik ettiği değerler sayesinde İslam Anadolu topraklarında daha etkin yayıldı. Dahası, bir araya gelmenin daha güçlü kıldığı Müslüman tüccar ve zanaatkarlar daha önce yalnızca gayrimüslim halkın faaliyet gösterdiği ticaret ve sanat alanlarına nüfuz edip yeni dallarda ustalık geliştirebildi. Anadolu’nun dört bir yanının Ahîlik teşkilatı mensubu kişiler için inşa ettirilen veya inşasına onların katkıda bulunduğu eserlerle dolu olmasına şaşmamak gerek. Ankara Samanpazarı’ndaki Aslanhane Camii veya diğer ismiyle Ahî Şerafeddin Camii de bu eserlerden biri. Samanpazarı ve civarının eski Ankara’nın en hareketli ticaret merkezlerinden olduğu düşünüldüğünde bir Ahî’nin buraya cami armağan etmesi daha da anlamlı hale geliyor. Adını zamanında kağnılarla buraya taşınan samandan alan, Ankara’nın en eski yerleşim bölgelerinden Samanpazarı’nda farklı medeniyetlere ait onlarca tarihî 55 eser bulunuyor. Aslanhane Camii, bir zamanlar bölgeye karakteristik özelliğini kazandıran canlı ticaretin günümüzdeki renovasyon faaliyetleriyle tekrar kıpırdanmaya başladığı Samanpazarı’nın kuşkusuz en eşsiz miraslarından. Aslanhane Camii diğer adını (Ahî Şerafeddin Camii) Hz. Ali’nin soyundan geldiğine inanılan bir Ahî’den alıyor. Zamanında Ankara’nın önemli isimlerinden olan Ahî Şerafeddin’in ailesi buraya II. Kılıçarslan döneminde (1156-1192) yerleşmiş fakat bu köklü ailenin Ahîlik geçmişi oldukça eskiye uzanıyor. Bazı araştırmacılar camiyi yaptıranın değil onarımını sağlayanın Ahî Şerafeddin olduğunu, bazıları da caminin yapımını teşvik edenin o olduğunu düşünüyor. Genel kabul, caminin Ahî Şerafeddin’in babası Ahî Hüsameddin ve amcası Ahî Hasaneddin tarafından yaptırıldığı yönünde. Cami kitabelerinden birinde yer alan şu ifadeler de bu düşünceyi tasdikler nitelikte: “Din ve dünyanın yardımcısı Keykavus oğlu Sultan Ebu’l feth Mesud’un sultanlığını, cümle mahlukatı doğru yola sevk eden Allah ebedi kılsın. Saltanatın zamanında fütüvvet ve mürüvvet sahiplerinden iki kardeş Allah’ın rızasını dilemek için bu mübarek camiyi 689 (1289/1290) yılında 56 KÜLTÜR VARLIKLARI yaptılar. Allah her ikisinin ömürlerini uzun etsin ve hasenatlarını kabul buyursun, günahlarını bağışlasın.” Kitabeden de anlaşıldığı üzere, bugün Aslanhane olarak anılan cami 13. yüzyıla tarihleniyor. Caminin bu isimle anılmasının nedeni olarak da inşa edildiği zamanlarda çevresinde Ankara’nın eski günlerinden kalma aslan heykellerinin bulunması gösteriliyor. ASLANHANE CAMII VEYA DIĞER ADIYLA AHÎ ŞERAFEDDIN CAMII 13. YÜZYILA TARIHLENIYOR. SANATIN HEMEN HER DALINDA KENDILERINE HAS ÜSLUPLAR GELIŞTIREN SELÇUKLULARIN ANADOLU’YA KAZANDIRDIĞI SAYISIZ ESER ARASINDA YER ALAN CAMI, DIŞARIDAN OLDUKÇA SADE BIR GÖRÜNÜME SAHIP. Anadolu’daki Selçuklu mührü Aslanhane Camii, sanatın hemen her dalında kendilerine has üsluplar geliştiren Selçukluların Anadolu’ya kazandırdığı sayısız eserden biri. Orta Asya etkisinin Roma ve Bizans esintiyleriyle bir arada olduğu Selçuklu sanatında, farklı kültürler bu sanatın kendi stilini ortaya çıkarmasına engel olmamış, aksine dünyada belki de eşi benzeri bulunmayan bir üslup geliştirilmesine katkı sağlamış. Bugün Selçuklu sanatı denince akla belirli unsurların gelmesi, biraz meraklısının bir Selçuklu eseri görünce hemen tanıyıvermesi bu devletin yalnız Anadolu topraklarında değil, dünya sahnesinde bı- raktığı derin izin kanıtı niteliğinde. Aslanhane Camii’nde de durum tam olarak böyle. Yapının her köşesinde özgün Selçuklu üslubunu açıkça görmek mümkün. Aslanhane Camii dışarıdan oldukça sade ve abartısız bir görünüme sahip. Moloz taş binanın dış cephesinde kullanılan taşlar arasında Roma ve Bizans kalıntılarının da olduğu tahmin ediliyor; bu durum camiye devşirme yapı özelliği kazandırıyor. Caminin içindeki kimi yerlerde de gözlemlenebilen bu özellik, yapının mimari ve kültürel değerini artıran unsurlar arasında yer alıyor. Doğu, batı ve kuzey cephelerinde birer kapısı olan Aslanhane Camii’nin 57 AHŞAP TAVAN VE SÜTUNLARIYLA BENZERLERINDEN FARKLI BIR GÖRÜNTÜYE SAHIP ASLANHANE CAMII’NIN HER KÖŞESINDE BÜYÜK EMEK VE ADANMIŞLIK VAR ELBETTE, AMA MIHRAP VE MINBER HEM MIMARI HEM ESTETIK AÇIDAN BAMBAŞKA BIR YERDE DURUYOR. kuzeydeki kapısı, taç kapı özellikleri göstermesi ve mukarnasın ön plana çıktığı süslemeleriyle diğer iki kapıdan ayrılıyor. Caminin içine girenleri dışındaki sadeliğin aksine ölçülü bir gösteriş bekliyor. Aslanhane Camii’nin orta sahın bölümünü taşıyan sütunlarda devşirmelik unsuru görülüyor. Sütunların mermer başlıklarından bir kısmı dor, bir kısmı da korint düzende. Orta sahının genişliği yapıya bir ferahlık hissi verirken, aydınlatma işlevi de üstlenen çok sayıdaki pencere bu hisse katkıda bulunuyor. Üslupların sentezi Ahşap tavan ve sütunlarıyla benzerlerinden farklı bir görüntüsü olan Aslanhane Camii’nin her köşesinde büyük emek ve adanmışlık var elbette, ama mihrap ve minber hem mimari hem estetik açıdan bambaşka bir yerde duruyor, bu yüzyıllara meydan okuyan ibadethanede. Ceviz ağacından yapılma kündekari minber, Selçuk- 58 KÜLTÜR VARLIKLARI luların ahşap işleme sanatında ne kadar ileri olduğunun canlı bir göstergesi. Kapısı, taç kısmı, yan tarafları ve korkuluklarıyla dört bir yanı incelikli ahşap işlemeyle bezeli minberin ufak giriş kapısı da zarif kemerlerle süslenmiş. Bu zarif ve detaycı işleme caminin mihrabında daha belirgin şekilde çıkıyor karşımıza. Mukarnas ile çini sanatının bir arada olduğu mihrabın beş bordürünün her biri farklı özellik taşıyor. Dışarıdaki iki bordür rumî motiflerle bezenmişken üçüncü bordürde mavi rengin hâkim olduğu mozaik çini uygulaması görülüyor. Dördüncü bordür süslemelerinde bitki motifleri, beşincide de yine çini sanatı ön plana çıkıyor. Mihrabı adeta katman katman saran bu bordürler dışında nişler de hemen göze çarpıyor. Aslanhane Camii mihrabının nişlerinde Selçuklu süsleme sanatının bir diğer karakteristik unsuruyla, geometrik bezemelerle karşılaşıyoruz. Geometrik şekillerin çiniyle bir araya getirilmesi mihrabı tek başına Selçuklu estetik anlayışının simgesi kılmaya muktedir adeta. Tek bir unsurda ahşap işlemeciliğinden çinide mozaikli uygulama yeniliğine, mukarnastan rumîye, botanik süslemelerden geometrik desenlere Selçuklu sanatının hemen her özgün ögesini bulmak mümkün Aslanhane Camii mihrabında. Caminin kuzeydeki taç kapısına bitişik minaresi ise adeta yapının cephedeki sadeliği ve içerideki görkeminin bir harmanı gibi. Uzaktan bakıldığında fazla detay barındırmıyor gibi görünen tek şerefeli minarenin aslında bütün kısımları birbirine incecik kemerler ve nişlerle geçiyor; minare mavinin çeşitli tonlarındaki çinilerle hareketleniyor. Aslanhane Camii’nin türbesi de diğer kısımları kadar değerli. Bu türbenin Ahî Şerafeddin’e ait olduğu düşünülüyor. Ankara’nın en kıymetli miraslarından Aslanhane Camii 2010-2013 yılları arasında Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edildi. 1 Kasım 2013 tarihinde düzenlenen törenle yeniden ibadete açılan cami, Selçuklulardan günümüze hayranlık uyandırmaya devam ediyor. 59 ALI RIZA ÖZTÜRK: BIR SIYASETÇI, INSANLAR ARASINDA AYRIM YAPMAMALI, SADECE KENDISINE OY VERENLERIN DEĞIL, HERKESIN TEMSILCISI OLMALIDIR SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ 23. VE 24. DÖNEM MERSIN MILLETVEKILI ALI RIZA ÖZTÜRK, SIYASETÇILERIN ÜSLUPLARINA DIKKAT ETMELERI VE SIYASETIN SEVIYESINI DÜŞÜRMEMELERI GEREKTIĞINI BELIRTEREK, “SIYASI MÜCADELE DIN, MEZHEP, ETNIK KÖKEN VEYA ÖZEL YAŞAM ÜZERINDEN DEĞIL, SIYASI DÜŞÜNCE FARKLILIĞI TEMELINDE YAPILIR” DIYOR. 60 SÖYLEŞI Hayat yolculuğunuz 1956 yılında Aydın’da başlıyor. Çocukluk ve gençlik dönemleriniz nasıl bir ortamda geçti? O yıllara dair unutamadığınız anılar neler? Beni etkileyen o kadar çok anım var ki... Aydın’ın Çine kazası Kabataş köyünde çatısı toprak tek göz oda bir evde doğmuşum. Anamın dediğine göre 1956 yılının yaz sıcağında, tütünlerin birinci el kırmasında, babamın ölümünden beş gün sonra dünyaya gelmişim. Amcam, babamın 17 Haziran’da öldüğünü söylediği için demek ki doğum tarihim 22 Haziran 1956 oluyor. 24 yaşındayken üç çocukla dul kalan anam, bizi büyük zorluklarla büyüttü. Çocukluğum ve gençliğim yoksulluk içinde geçti. 5-6 yaşlarında tütün ve pamuk tarlalarında çalışmaya başladım. Akranlarım sokakta oynarken, çocukluklarını yaşarken ben tarlada çalışıyordum. Çok çalışkan bir ameleydim, bir yetişkin kadar iş yaptığım halde küçük olduğum için yarım yevmiye veriyorlardı. Yaz aylarında tütün ve pamukta çalışıyor, kışın dağlarda zeytin topluyordum. İlkokulu köyde, ortaokul ve liseyi Çine’de okudum. Amelelik yaptığım için ilkokul 1. ve 2. sınıfta okula fazla devam edemedim. Allah rahmet eylesin, öğretmenimiz beni idare etti. 3. sınıftan itibaren okula daha sık gitmeye başladım. Yazları ve tatil günleri sürekli çalışıyordum. İlkokulla ilgili beni hâlâ etkileyen bir anım var. 4. sınıftayken öğretmenimiz “Çocuklar, yarın 23 Nisan Çocuk Bayramı, sizin bayramınız, en güzel elbiselerinizi giyip gelin” dedi. Ben de parmak kaldırıp “Öğretmenim, ben neyle geleceğim?” diye sordum. Çünkü sırtımdakilerden başka giyecek bir şeyim yoktu. Öğretmenim, “Sen üstündeki bu karadima donunla ve işliğinle gel” dedi. Şimdi 23 Nisan dendiğinde hep o günü hatırlarım. Etkileyici bir hayat hikayesi… Böylesi bir yoksulluk içinde eğitiminize nasıl devam ettiniz? Hem çalıştım hem okudum. Kışın okula, yazın ve tüm tatillerde ameleliğe gittim. Hani derler ya, “Hayatımı anlatsam roman olur”... Benimki de öyle. Yaşadıklarımdan yola çıkılarak “Anadolu’nun Ali’si” diye bir belgesel çekilse acıklı bir hayat izlenir. O kadar çok hikaye var ki… İlkokulu bitirdikten sonra anam “Ağabeyin ortaokula gidiyor, ikinizi birden okutamam” deyince soluğu Kaymakam’ın yanında aldım. “Biz fakiriz, anam beni okula gönderemiyor, ama ben okumak istiyorum” dedim. Kaymakam, beni baştan aşağı süzdü. Her zamanki gibi ayağımda ayakkabı yoktu. Sırtımda işlik, bacağımda karadima don vardı. Kaymakam, Çine Ortaokulu’na kaydımın yapılmasını ve okulun pansiyonuna yerleşmemi sağladı. Kitap ve defterlerimi aldı. Ortaokul ve liseyi pansiyonda parasız kalarak bitirdim. Çok başarılı bir öğrenciydim, aynı zamanda aksi ve yaramazdım. Öğretmenlerim beni hem sever hem döverdi; yediğim dayakları arka arkaya ekleseniz Aydın’dan İstanbul’a köprü olur! Lisenin ardından İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maden Fakültesi’ni kazandım. Üniversiteyi Sümerbank burslusu olarak okudum. 1980 yılında Maden Mühendisi olarak mezun olduğumda Sümerbank’ta mecburi hizmete başlamam gerekiyordu, fakat solcu olduğum için tayinimi yapmadılar. Bunun üzerine İstanbul Topçular’da bir akaryakıt istasyonunda işe girdim; pompacılık, araba yıkama-yağlama yaptım. Burada çalışmaktayken bir gün İTÜ’de hocam olan Prof. Dr. Güven Önal’ı ziyaret ettim. Hocam akaryakıt istasyonunda çalışmama çok üzüldü ve özel bir maden şirketinde işe girmemi sağladı. Bu şirketin Mersin Silifke’deki maden ocağında 12 sene fiilen mühendis olarak çalıştım. Avukatlık da yaptığınızı biliyoruz. Hukuk eğitimini ne zaman aldınız? Aslında avukatlık, çocukluğumdan beri istediğim meslekti. Hatta ortaokuldayken bir gün tarih öğretmenimiz “Ne olmak istiyorsunuz?” diye sordu. Sıra bana gelince “Halkın parasız avukatı olmak istiyorum” demiştim. Ancak kısmet olmamıştı. Mühendis olarak çalıştığım dönemde Silifke Adliyesi’nde hukukla ilgili bir konu üzerine tartıştığımız hâkim, “Sen hukukçu musun ki bunları tartışıyorsun?” dedi. Ben de “Hukuku bilmek için hukuk fakültesi mezunu olmak gerekmiyor, ben yine de sınava girip hukuk fakülAli Rıza Öztürk’ün doğduğu ev 61 “HUKUK DEVLETINI, DEMOKRASIYI, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ BENIMSEMIŞ BIR SIYASET ANLAYIŞIYLA SORUNLARIN AŞILABILECEĞINE INANIYORUM.” amcam koyu bir Adalet Partiliydi. O zamanlar akrabalar içinde sadece üç kişi solcuyduk, şimdi sülalemin tamamı CHP’li oldu. CHP Beşiktaş Gençlik Kolları’na üyelik kaydımı yaptırırken milletvekilliği, belediye başkanlığı gibi bir düşüncem yoktu, fakat arkadaşlarım İTÜ yıllığına ileride CHP’de etkin bir siyasetçi olacağımı yazmışlardı. Görünen o ki üniversite arkadaşlarınız doğru bir öngörüde bulunmuş. 2007 ve 2011 yıllarında milletvekili seçildiğiniz siyaset yolculuğunuzun dönüm noktaları neler? tesine gideceğim, sen de İTÜ’yü kazanıp mühendislik oku, gel bakalım” dedim. 1985’te sınava girip İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Avukat olarak ilk duruşmama da o hâkimin baktığı davada girdim. Ben her zaman hukuka, hukukun üstünlüğüne büyük önem verdim, yargıya sahip çıktım; bu durum avukat olmadan önce de böyleydi, şimdi de böyle. Siyaset ne zaman hayatınıza girdi? Öğrencilik, iş ve siyaset yaşamım iç içe yürümüştür. Yani hayatımın belli bir döneminden sonra değil, gençliğimden itibaren siyasetin içinde yer almışımdır. Ben işini gücünü kurup para kazanıp emekli olduktan sonra “Bir de siyasete girerek şu partiden milletvekili veya belediye başkanı olayım” diyen bir kişi değilim. Siyasi makam için siyasete girmedim. 1974’te İTÜ’yü kazandığımda zaten solcuydum. İTÜ, özellikle de Maden Fakültesi sol görüşün hakimiyetindeydi. 1974-1980 yılları arasında üniversite devrimci gençliğinin “demokratik ve özerk üniversite” mücadelesinin içinde aktif olarak yer aldım. 18 yaşımda CHP Beşiktaş Gençlik Kolları’na kaydolduğumda siyasetle ilgilenen solcu bir gençtim. Ben hep söylerim, “CHP’li olduğum için solcu değilim. Solcu olduğum için CHP’liyim.” Sülalem ve ailem, önceleri Demokrat Partiliymiş, daha sonra Adalet Partili oldular. Tüm akrabalarım Menderes ve Demirel hayranıydı. Köyün muhtarı olan 62 SÖYLEŞI Siyaset yolculuğumun birinci dönüm noktası, solcu olmam ve CHP’ye kaydolmamdır. İkincisi, aktif siyaseti bırakma kararı vermişken 2007’de partimin beni 3. sıradan milletvekili adayı göstermesi ve milletvekili seçilmemdir. 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra çalışmak için Silifke’ye gidince 1983’te SODEP’in Silifke İlçe Örgütü’nü kurduk. 1989’da SHP İlçe Başkanlığı, CHP Yüksek Disiplin Kurulu Sekreterliği, CHP Mersin İl Başkan Yardımcılığı, mahalle, il ve kurultay delegeliği olmak üzere aşağı yukarı her kademede aktif çalıştım. 1991 seçimlerinde CHP’nin Mersin’den 6. sıra, 2002 seçimlerinde ise 8. sıra adayı oldum. 2002’de Mersin’de 7 milletvekili çıkardık. Ben çok az bir oyla kaybettim. 2007 ve 2011 seçimlerinde ise CHP Mersin Milletvekili olarak Meclis’e girdim. Ben milletvekili olmadan önce de, milletvekiliyken de, milletvekilliğinden sonra da her zaman halkla iç içe yaşadım. Eşimle birlikte yaz-kış, sıcak-soğuk, yağmur-çamur demeden köy köy, mahalle mahalle, ev ev dolaşır, dağlarda yörük çadırlarını gezerim. İnsanların acısını ve sevincini paylaşır, dertlerini dinler, sorunlarına çözüm üretmeye çalışırım. Onlarla güler, onlarla ağlarım. Her zaman halkımızın büyük desteğini gördüm; onlara minnet ve şükran borçluyum. Halkla iyi ilişkiler kurmanın dışında siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Siyasetçiler gökten zembille inen insanlar değildir; bu toplumun içinden çıkmaktadır. Siyasetçiler de bu halkın çocuklarıdır. Cumhuriyet’in en temel özelliklerinden biri, yoksul halk çocuklarının gerek seçim gerek atamayla devlette önemli görevlere gelmesinin yolunu açmasıdır. Ben dün tarlalarda amele olarak çalışırken Atatürk ve O’nun eseri Cumhuriyet’in sayesinde mühendis, avukat, milletvekili olmuş bir kişiyim. O nedenle siyasetçiyi içinden çıkıp geldiği halktan ayrı görmek yanlıştır. Siyasetçi halka karşı dürüst olmalı, yalan söylememeli, içten davranmalı, ikiyüzlü olmamalıdır. “Canım, siyasetçi değil mi, yalan söylemesi normaldir” sözünü hakaret sayarım. Ne demek, siyasetçi olmak yalan söyleme hakkı mı veriyor? Yöneticilerin görevi halka zulmetmek değil, hizmet etmektir. Kamu gücünü, sadece kamuya hizmet için kamu yararına kullanmaları gerekir. Halka hizmet ederken insanlar arasında hiçbir surette ve hiçbir nedenle ayrım yapılmamalıdır. Siyasi düşüncesi, inancı, mezhebi, ırkı, cinsiyeti nedeniyle insanlar arasında ayrım yapılmasını asla kabul etmem. İnsanların siyasi düşünce, din, mezhep ve ırklarından ötürü işleri ve aşlarıyla tehdit edilmesini ilkellik sayarım. Bu bakımdan yaşamım boyunca farklı düşüncelere her zaman saygı duydum, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadım. 2007-2015 yılları arasında Meclis’te yer aldınız. Milletvekilliğiniz döneminde en çok hangi konular üzerinde durdunuz? Bir muhalefet partisi milletvekilinin yapması gerekenleri yaptığıma inanıyorum. Herkes şahittir ki çok aktif bir mil- letvekiliydim. Vicdanen çok rahatım. Halkın bana verdiği vekalet görevini layıkıyla yerine getirdiğime ve aldığım emaneti alnımın akıyla milletimize iade ettiğime inancım tamdır. 23. Dönem’de Adalet, 24. Dönem’de ise Adalet ve Anayasa Komisyonları ile KEİPA üyesiydim. Gerek komisyonlardaki gerek Genel Kurul’daki çalışmalarım etkin ve verimliydi. Bir milletvekilinin işyeri Meclis’tir. Görevi, yasama ve denetim faaliyetleri yapmaktır. Bu nedenle milletvekilleri Meclis çalıştığı müddetçe parlamentoda olmalıdır. Ben Meclis çalışmalarını aksatmamaya büyük özen gösterdim. Eğer sabaha kadar çalışılmışsa ve Genel Kurul Salonu’nda on milletvekili varsa biri mutlaka bendim. Genel Kurul’un toplanmadığı günlerde seçim bölgeme giderdim. Milletvekiliyken önemli gördüğüm her sorunu, özellikle de yargı, hukuk, adalet, insan hakları, nükleer santraller, darbeler ve faili meçhul siyasi cinayetlerle ilgili konuları yasa teklifleri, araştırma ve soru önergeleri ile konuşmalarımla gündeme getirdim. Size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli sorunlar nelerdir? Hukuksuzluk ve keyfiliğin kural olması, kuralların ise istisna haline gelmesidir. Hukuk devletinin temeli kuvvetler ayrılığının yok olmasıdır. Hukuk güvenliğinin ve demokratik havanın kaybolmasıdır. Yargının bağımlı ve taraflı olmasıdır. Terör, yokluk, yoksulluk ve yasaklardır... Bugün insanların 1982 darbe anayasasındaki temel hak ve özgürlüklerinin bile kullandırılmadığı bir ortamda “daha özgürlükçü bir anayasa” söylemlerini ciddiye almak mümkün değildir. “Yeni anayasa” diyenler, bugün yaşamakta olduğumuz hangi sorunun, Anayasa’nın hangi maddesinden kaynaklandığını açıklamalıdır. Öyle soyut bir şekilde “Yeni anayasa lazım” demekle olmuyor; şu sorunun cevaplanması gerekiyor: “Neden ve hangi toplumsal ihtiyaçtan ötürü yeni anayasa?” Ben hukuk devletini, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü benimsemiş bir siyaset anlayışıyla sorunların aşılabileceğine inanıyorum. Ayrıca demokrasi, hukuk devleti, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan laikliği hepimizin koruması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Yaklaşık bir yıldır Meclis’te yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşlarınızı öğrenebilir miyiz? Ülkemdeki ve dünyadaki gelişmeleri izliyorum. Siyasi ve toplumsal etkinliklere katılıyorum. İnsanlar belli bir makamda bulunmadan da partisine ve halka hizmet edebilir. Ben de elimden geldiğince hizmetlerime devam etmeye çalışıyorum. Her zaman olduğu gibi yine halkla bir araya geliyor, sohbet ediyorum. Yürüyüş yapıyorum. Bol bol kitap okuyorum; şu sıralar elimde Halil İnalcık ve İlber Ortaylı’nın Osmanlı tarihi kitapları var. Ailemle daha çok vakit geçiriyorum. Eşim ve iki kızım bana her zaman destek verdiler. İyi günümde de kötü günümde de yanımda oldular. Başarılarımda eşimin ve kızlarımın çok büyük katkısı vardır. Onlara destekleri için teşekkür ediyorum. 63 GELECEĞI EL ELE YEŞERTMEK IÇIN 5 HAZIRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ 64 DOĞA, INSANIN BARINMA VE BESLENME IHTIYACINI KARŞILAYAN TEMEL KAYNAK NITELIĞINDE. BUNUN KIYMETINI BILEN GEÇMIŞ TOPLUMLAR DOĞAYA SAYGI SUNMAK IÇIN YÜZYILLAR BOYU BAYRAMLAR, FESTIVALLER DÜZENLER. SANAYI DEVRIMI’NDEN SONRAYSA DOĞANIN SUNDUKLARINA ADETA AÇGÖZLÜLÜKLE YAKLAŞIR INSANOĞLU. DOĞAL KAYNAKLARIN SONRAKI NESILLERE AKTARILMASININ TEHLIKEYE DÜŞTÜĞÜNÜ FARK EDINCE DE YÜZÜNÜ TEKRAR DOĞAYA DÖNER. ÇEVRE SORUNLARI KONUSUNDA KITLELERIN BILINÇLENDIRILMESI, HÜKÜMETLERIN GEREKLI TEDBIRLERI ALMASI AMACIYLA 1974 YILINDAN BU YANA KUTLANAN 5 HAZIRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ, GEZEGENIMIZIN GELECEĞI IÇIN NELER YAPMAMIZ GEREKTIĞINI HATIRLATIYOR. İREM COŞKUNSEVEN D oğa, geçmişten günümüze her çağda insanoğluna kollarını açtı ve ona nimetlerini cömertçe sundu. Yaşamın kaynağı suyu sağladı; insanlara barınak, yakacak, giyecek, yiyecek oldu. Mahatma Gandhi’nin dediği gibi, yeryüzü insanın açgözlülüğü dışında her ihtiyacını karşılayabilecek durumdaydı. Doğanın özdeğerini hiçe sayan insanlar, ona hükmetti, kaynakları fütursuzca tüketti. Doğal kaynakları kendi şahsınınmışçasına, hiç bitmeyecekmişçesine bilinçsizce kullandı. Özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda Sanayi Devrimi’yle birlikte doğal kaynakları hammadde olarak algılamaya, doğanın ve diğer canlıların onun refahı için bir araç olduğunu düşünmeye, “ekonomik gelişme için her yol mübahtır” düsturuyla hareket etmeye başladı. Fakat gezegenin ve yeni nesillerin geleceğini düşünmeden attığı her adımın çevre üzerinde olumsuz yansımaları oldu. Çevre kirliliği ve doğa tahribatının boyutları Çevre kirliliği sokağa attığımız çöpten aşırı nüfus yoğunluğuna, çölleşmeden tarımda kullanılan kimyasal ilaçlara, nükleer kazalardan nanoteknoloji ürünlerinin salgıladığı atıklara kadar çok geniş bir alanı kapsar. Çevre kirliliği iklim değişikliğine, iklim değişikliği buzulların erimesine, buzulların erimesi deniz seviyesinin yükselmesine, deniz seviyesinin yükselmesi bazı bölgelerin sular altında kalmasına sebep olur ve böylece zincirleme bir reaksiyon başlar. Bu reaksiyonun var olmak için insana ihtiyaç duymayan, aksine insanın var olmak için muhtaç olduğu doğa üzerinde çoğu zaman gözden kaçan pek çok yansıması olur. Örneğin yaklaşık 250 milyon yıldır varlığını sürdüren mercan kayalıkları... Birçoğumuzun sıradan kaya zannedip gerçek değerini göz ardı ettiği, fakat deniz yaşamının dörtte birine besin sağlayan, tsunamilerde ve fırtınalarda bir set görevi üstlenen mercan kayalıkları, okyanusların ısınmasından ve kirliliğinden olumsuz etkilenmiş, günümüzde bu doğa harikasının beşte biri yeryüzünden silinmiştir. Peki ya ormanlar? Ormanların gezegenin akciğerleri olduğu, soluduğumuz havayı ürettiği, üretmekle kalmayıp temizlediği; üzerinde yemek yediğimiz, yazı yazdığımız ahşabın kaynağı olduğu; hastalıklarımızın çaresi ilaçların hammaddesini teşkil ettiği; içtiğimiz kahvenin bardağı, okuduğumuz kitabın sayfası olduğu hep söylenir durur. Belki de esas bahsedilmesi gereken, dünyadaki ormanların yaklaşık yüzde 50’sinin günümüz itibarıyla yok olduğudur. Ormansızlaşmanın boyutunu somutlaştırmak bakımından her 65 1972 YILINDA İSVEÇ’IN EVSAHIPLIĞINDE STOCKHOLM’DE GERÇEKLEŞEN BIRLEŞMIŞ MILLETLER ÇEVRE KONFERANSI, BU ALANDA ATILAN ILK SOMUT ADIM OLMA ÖZELLIĞI TAŞIR. yıl Panama’nın yüzölçümü kadar ormanlık alanın yok edildiği örnek verilebilir. Canlı türü olarak yalnızca insanların ihtiyacını karşılamayan ormanların yok olmasıyla birlikte diğer canlı türlerinin soyunun tükendiği ve böyle giderse 2030 yılında bazı bölgelerdeki canlı türlerinin yüzde 44 oranında azalacağı araştırmacılarca öngörülmektedir. Çevre konusunda atılan adımlar Hava, toprak, su, ışık ve gürültü kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, sera etkisi yaratan gazlar, mevsimlerin rayından çıkması, kıyıya vuran ölü balıklar derken doğa, dört bir yandan ters giden bir şeyler olduğunun sinyallerini vermeye başlar. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1970’li yıllarda insan-merkezci doğa yaklaşımından ister istemez vazgeçilir ve insan eliyle yaratılan çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda somut girişimlerde bulunulması kaçınılmaz hale gelir. 1972 yılında İsveç’in evsahipliğinde Stockholm’de gerçekleşen Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Konferansı, bu alanda atılan ilk somut adım olma özelliği taşır. 5-16 Haziran günlerinde gerçekleşen bu konferansın sonucunda katılımcı ülkeler, beşerî çevrenin iyileştirilmesi ve korunmasına rehberlik edecek 26 ilkeden meydana gelen “Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Bildirgesi”ni kabul eder. Konferansın bir diğer önemli sonucu çevre sorunlarının çözümüne yönelik faaliyetlerin eşgüdümü için çalışan, çevreye duyarlı kalkınma yöntemleri öneren Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) kurulması ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCC) imzalanmasıdır. UNEP, Çevre Konferansı’nın başladığı ilk günü, yani 5 Haziran’ı, 1974 yılından itibaren Dünya Çevre Günü ilan edecek, bu gün Türkiye dahil olmak üzere tüm ülkelerde çevre meselelerine dikkat çekmek amacıyla pek çok resmî kurum ve kuruluş ile STK’lar aracılığıyla kutlanacaktır. 1972 yılındaki bu gelişmeyi Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan, çoğunlukla Brundtland Raporu olarak bilinen Ortak Geleceğimiz başlıklı eser izler. Sürdürülebilirlik kavramını literatüre kazandıran bu eser, dünyadaki çevre sorunlarının üstesinden gelmek, yoksulluğu önlemek, doğal kaynaklardan elde edilen faydanın ülkeler arasında eşit dağıtılmasını sağlamak için gelişmiş ülkelerin öncülük edeceği bir yeniden yapılanma süreci önerisi getirir. 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde 172 hükümetin ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katılımıyla toplanan, Rio Dünya Zirvesi olarak da bilinen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma 66 TÜRKIYE’DE ÇEVRENIN SIYASET VE EKONOMI DÜZEYINDE ELE ALINMASI 1973-1977 YILLARINI KAPSAYAN ÜÇÜNCÜ BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI’YLA BAŞLAR. Konferansı (UNCED), çevreyle ilgili birtakım ilkelerin bulunduğu Rio Bildirisi ile Orman Prensipleri’nin kabul edilmesinin yanı sıra İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin imzaya açılmasını sağlar. Bu sözleşmeler, 1997 yılında imzalanacak, 2005 yılında yürürlüğe girecek, Türkiye’nin de taraf olduğu, küresel ısınma ve iklim değişikliğini odağına alan Kyoto Protokolü ile 2020 yılından itibaren sera etkisi yaratan gazların salınımının yönetimini konu edinen, 12 Aralık 2015 tarihinde UNFCC’ye taraf ülkelerin oybirliğiyle kabul ettiği Paris Anlaşması’nın temelini oluşturacaktır. BM’nin öncülüğünde 1970’lerde başlayan çevre bilinci hareketi, daha sonra domino taşı etkisi yaratarak ulusal, uluslararası ve uluslarüstü kurum ve kuruluşlara da nüfuz eder. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) ekonomik ve parasal birliği de kapsayan Avrupa Birliği’ne (AB) dönüşmesini sağlayan ve 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması, çevresel meselelerin AB’nin ekonomi siyasetinin bir parçası olmasını garantiler. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD), her on yılda bir ülkelerin uluslararası sözleşmelerle belirlenen çevresel politikalara ne kadar bağlı kaldığını bağımsız olarak denetler. Bu kuruluşlar dışında Greenpeace, Conservation International, World Wide Fund for Nature (WWF), The Nature Conservancy gibi pek çok sivil toplum kuruluşu bireyleri çevre konusunda bilinçlendirmek amacıyla uğraş verir. Türkiye’deki çevre anlayışı Türkiye’de çevrenin siyaset ve ekonomi düzeyinde ele alınması 1973-1977 yıllarını kapsayan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’yla başlar. 1983 yılında yürürlüğe giren 2872 sayılı Çevre Kanunu’na daha sonra sürdürülebilirlik kavramı doğrultusunda yeni düzenlemeler getirilir ve kurumlar arasındaki yetki ile sorumlulukların dağılımı netleştirilir. Çevre Kanunu’nun yanı sıra Turizm Teşvik Kanunu, Orman Kanunu, İmar Kanunu, Millî Parklar Kanunu, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, Kıyı Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile kirlilik ve atık kontrolüyle ilgili yönetmelikler, çevre konusunda yapılan yasal düzenlemelere örnek olarak verilebilir. 1998 yılında Türkiye’nin fizikî, sosyal ve ekonomik yapısının çevre üzerindeki etkisini belirleyen; Türkiye’nin kalkınma politikalarını çevre ile uyumlu hale getirmeyi, çevre bilincinin oluşturulmasını ve geliştirilmesini amaçlayan; Türkiye’nin çevre konusundaki ilk eylem planı olma özelliği taşıyan Ulusal Çevre Eylem Planı (UÇEP) oluşturulur. İlk kez 1983 yılında çıkarılan Çevre Kanunu’yla yasal bir statü kazanan, 2003 yılında AB müktesebatıyla uyumlaştırılması amacıyla tadil edilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) de kurumların faaliyetlerinin çevre üzerinde yaratacağı muhtemel etkilerin önceden belirlendiği bir değerlendirme sistemi olarak karşımıza çıkar. Bunun dışında TEMA, ÇEVKO ve Doğa Derneği gibi STK’lar, başta 5 Haziran Dünya Çevre Günü olmak üzere tüm yıl boyunca çevre konusunda halkın bilinçlendirilmesi amacıyla çalışmalar yürütür. 67 TÜM BABALARIMIZIN “BABALAR GÜNÜ” KUTLU OLSUN BABA Sendin Doğduğum gün Bana ezan okuyan Boyun kocaman Kolların güçlü Bir hamlede kaldırıyorsun Üçümüzü Her sabah gidersin Ekmeğimiz için Her akşam Yorgun Ama yüzün güleç Dönüşün bir düğün Biraz büyüsem Şöyle diyeceğim Yoo baba Bu sabah bende sıra Sen otur evde Annemle Dinlen Ben Koşacağım sokakları Rızkımız için Akşam Elimde kocaman Bir somun Sevineceksin Kimbilir nasıl Yoo Teşekkür etme Dedim ya Sıra bende. Cahit Zarifoğlu 68 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91 HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63 ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03 EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06 AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91 GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05 MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27 İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54 KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70 KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22 KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79 YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01 AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36 İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58 MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16 YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16 BIRUNI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI........................................................................................................................................... 0212 411 39 00 SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 69 ÖZ MUSİKİMİZİN PÎRİ BUHURİZADE MUSTAFA ITRÎ EFENDİ 70 YAHYA KEMAL’IN “BÜYÜK ITRÎ’YE ESKILER DERLER / BIZIM ÖZ MUSIKIMIZIN PÎRI” DIZELERIYLE ANDIĞI BUHURIZADE MUSTAFA ITRÎ EFENDI, YAŞADIĞI DÖNEMDE TÜRK KÜLTÜR HAYATINI DERINDEN ETKILEMIŞTIR. GÜNÜMÜZE ULAŞAN ESERLERI SAYICA AZ OLSA DA 21. YÜZYILDA BILE KLASIK OSMANLI MEDENIYETININ BÜYÜKLÜĞÜNÜ ONUN BESTELERINDEN TAKIP ETMEK MÜMKÜNDÜR. ITRÎ ESKI ZAMANLARIN VE FARKLI COĞRAFYALARIN MÜZIĞINI KENDI POTASINDA ERITEREK ETKISI ÇAĞLARI AŞAN BIR BÜYÜK MIRAS BIRAKMIŞTIR ARKASINDA. TIPKI ASYA IÇLERINDEN KOPUP GELEN OĞUZ BOYLARININ OSMANLI’YLA BAŞARDIĞI GIBI. ENVER UYGUN O smanlı Devleti, çok uzun dönemlere yayılan tecrübelerin ışığında çağın ihtiyaçlarını karşılayacak özgün çözümlerin üretildiği bir toplumsal ve siyasi yapı inşa etmiştir. 11. yüzyılda Anadolu’ya yerleşen Türk boyları; Orta Asya’dan beri süren gelenekler, Ön Asya’da tanıştıkları kültürlerin etkileri, İslamiyet’in kabulüyle doğan yeni bakış açısı gibi etkenler sayesinde dönemin ve bölgenin şartlarına kolaylıkla uyum sağlar. Selçuklu Devleti’nin ürettiği özgün kültür bunun sonucu sayılabilir. Karahanlı ve Gazneli devletlerinde oluşmaya başlayan kurumlar artık daha yetkin biçimler alır. Mimari ve bilimde yaşanan atılım, ticaretten askerliğe birçok alanda olumlu etkiler gösterir. Ancak Moğol istilası gibi karşı koyulamaz bir felaketin ardından Selçuklu Devleti çöküş sürecine girer. Hoca Ahmed Yesevî ocağında pişerek Anadolu’nun manevi coğrafyasını inşa eden Horasan Erenleri’nin oluşturduğu güçlü yapı, devlet zayıflasa da toplumun ayakta kalmasını sağlar. Bir süre yerel beyliklerin yöne- timinde yamalı bohçayı andıran bir görüntü sergileyen Anadolu’da birliğin tekrar kurulması da bu temeller sayesinde olur. Osmanlı Devleti, kuruluş aşamasında komşusu olduğu, 1453’te başkentini ele geçirerek yıktığı Bizans İmparatorluğu’yla da etkileşime girer. Yönetim sistemindeki işlerlik ile özgün kurumlar ihdas ederek yerel ve geniş çaplı çözümler üretme yeteneği, öte yandan sanat, bilim ve düşünce alanlarındaki gelişmeleri desteklemesiyle Osmanlı 16. ve 17. yüzyıllarda tarihte eşine az rastlanır bir ihtişama erişir. Öyle ki tarihçiler daha önce Roma İmparatorluğu’nun sağladığı uzun barış dönemini adlandırmak üzere kullanılan “Pax Romana” (Roma Barışı) ifadesini Osmanlı Devleti’ne de uyarlayarak bu dönemi “Pax Ottomana” olarak anar. Söz konusu zaman dilimi, Osmanlı’nın hem siyasi ve askerî zaferlerle sahip olduğu topraklarda huzur ve sükunu sağlaması hem de kültür-sanat alanında gelişmelerin önünü açması bakımından öne çıkar. Osmanlı’yı büyük devlet yapan; 71 BUHURIZADE MUSTAFA ITRÎ EFENDI’NIN SEGÂH MAKAMINDA BESTELEDIĞI “TEKBIR” VE “SALAT-I ÜMMIYE”, YÜZYILLARDIR İSLAM ÂLEMINDE DILDEN DILE DOLAŞIR. gelişmelere açık, farklılıklara hoşgörülü, yeniliklerin peşinde, geleneklerin ihyasını önemseyen tavrıdır. “Semayı örten ruh” Osmanlı döneminde mimari ve müzik alanlarında devlet desteği ile yüksek bir beğeni düzeyine erişilerek tarihe mâl olan eserler ortaya konulmuştur. Osmanlı medeniyeti Orta Asya bozkırından getirdiği ezgileri Bizans, İran, Arap müzikleriyle harmanlamayı bilmiş, ortaya özgün bir sistem koymayı başarmıştır. Yahya Kemal’e göre Osmanlı müziği, klasik Osmanlı mimarisiyle birlikte Türk uygarlığının ulaştığı en üst noktadır. Şair müziğin Türklerin hayatındaki konumunu “Eski Musiki” şiirinde şöyle özetler: Çok insan anlayamaz eski musikimizden / Ve ondan anlayamayan bir şey anlamaz bizden / Açar bir altın anahtarla ruh ufuklarını / Hemen yayılmaya başlar seda ve nur akını / Ve seslenir büyük Itrî, semayı örten ruh / Peşinde 72 dalgalanır bestesiyle Seyyid Nuh / O mutlu devrede Itrî’ye en yakın bir dost / Işıklı danteller bestekarı Hafız Post... / Bu neslin ortada dahicedir başardığı iş / Vatan nasıl karışır musikiyle, göstermiş. Yahya Kemal’in adlarını saydığı bestekarlar Türk müziği tarihinde Klasik Dönem olarak adlandırılan zaman diliminin temsilcileridir. “Vatanın musikiyle karışması” fikrini önemseyen şair başka bir şiirini baştan başa Itrî’ye ayırır. O şafak vaktinin cihangiri / Nice bayramların sabah erken / Göğü, top sesleriyle gürlerken / Söylemiş saltanatlı Tekbir’i dizelerinde İslam âleminin bayram namazlarında okuduğu segâh makamındaki “Tekbir”in bestecisini över. “Segâh Tekbir”, dinî hayatımızda tuttuğu geniş alanın yanı sıra müzik tarihine de yeryüzünde en fazla seslendirilen müzik eseri olarak geçmiştir. Böylesi önemli bir başarıya imza atan Itrî’nin hayatı hakkında kesin bilgiler bulunmaması, çok sayıda bestesinden ancak az bir miktarının günümüze ulaşması ise büyük talihsizliktir. Yahya Kemal bu durumu dizelerine şöyle taşır: Kıskanıp gizlemiş kaza ve kader / Belki binden ziyade bestesini / Bize mirası kaldı yirmi eser. Itrî’nin günümüzde 100 liralık banknotların arka yüzünde temsili resmiyle birlikte 1640-1712 olarak verilen doğum ve ölüm tarihleri eldeki sınırlı kaynakların yorumlanmasıyla ulaşılmış tahminlere dayanır. Ne yazık ki bu dâhi bestekarın hayatıyla ilgili bilgiler çok kısıtlıdır. Gerçek adının Mustafa olduğuna ilişkin rivayetler bulunsa da bunlar teyit edilememiştir. “Hoş kokularla uğraşan” anlamındaki Itrî lakabının ise sanatçının çiçek yetiştiriciliğine düşkünlüğünden dolayı ona yakıştırıldığı söylenir. Buhurizade Mustafa Itrî Efendi, IV. Mehmed döneminde (1648-1687) sarayda musiki hocası ve hanende olarak görev yapar. Daha sonra kendi talebiyle esirciler kethüdalığına atanır. Itrî’nin bu görevi, dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen esirlerden onların yerel müzikleri hakkında bilgi edinmek için istediği biliniyor. Araştırmacılar, günümüze çok azı ulaşmış olsa da dâhi bestekarın eserlerinde bu farklı dokulardan yararlandığı görüşünde birleşir. Itrî tıpkı farklı çiçek türlerini aşılayarak özgün kokular, değişik renkler elde etmesi gibi müzikte de ilk bakışta birbirine uyumsuz görünen unsurları eserlerinde ustalıkla bir araya getirir. Klasik Türk Müziği’nin hemen her formunda eser veren sanatçının dinî musikide kısıtlı bir ses alanı içinde kalarak büyük etki oluşturan eserleri onun dehasının kanıtı niteliğindedir. Segâh makamında bestelediği “Tekbir” ve “Salat-ı Ümmiye”, yüzyıllardır İslam âleminde dilden dile dolaşır. Bayram namazları ve bayram dönemlerinde vakit namazları- nın yanı sıra kurban kesilirken de okunan “Tekbir” ile teravih namazlarında terennüm edilen “Salat-ı Ümmiye”yi İslam coğrafyasında işitmeyen yoktur. Itrî’nin günümüze ulaşan az sayıdaki eseri içinde en çok öne çıkan Doğu dünyasının büyük şairi Hafız-ı Şirazî’nin “Gülbün-i iyş mîdemed sâkî-i gül’izâr kû?” dizesiyle başlayan gazeli üzerine neva makamında, kâr formuyla yaptığı bestedir. “Neva Kâr” adıyla anılan bu eser kâr formunun en yüksek noktalarından kabul edilir. Besteyi benzerlerinden ayıran biçimsel özelliklerin başındaysa kârlara “terennüm” denen, anlam taşımadığı halde bir araya getirilmiş sözlerin tekrarlanmasından oluşan bir girişle başlanırken burada doğrudan güfteyle esere girilmesi gelir. Dinî musiki alanında Itrî’nin nesilden nesle aktarılan bir diğer eseri “Na’t-ı Mevlâna”dır. Naat, Divan Edebiyatı’nda Hz. Muhammed’i övmek için yazılan şiirlere verilen addır. Aynı zamanda bunların bestelenmesiyle oluşan müzik eserlerine de naat ismi verilir. “Ya Hazret-i Mevlâna hak-dost” dizesiyle başlayan Farsça naat Mevlevi ayinlerinin başlangıcında okunur. Itrî’nin Mevlevi musikisine bir katkısı da ahenkli ve girift yapısıyla dikkat çeken segâh makamındaki Mevlevi ayinidir. Bestekarlığıyla tanınan Buhurizade Mustafa Itrî Efendi’nin şiir ve hat ile uğraştığı da bilinir. O dönemde ürün veren şairlerin eserlerinin toplanıp yorumlandığı şuara tezkirelerinde Itrî’nin naat, gazel, muamma, tahmis gibi Divan Edebiyatı formlarında şiirler yazdığı, hatta hece ölçüsüyle türküler kaleme aldığı kaydedilmiştir. Hat sanatında ise tâlik üslubunu ustalıkla kullandığı belirtilen Itrî’nin kimi güfte mecmualarına el yazısıyla ekler yaptığı söylenir. 73 10 Haziran 1940 İtalya’nın Almanya’nın yanında II. Dünya Savaşı’na katılması, bu ülkenin pek çok sömürgesinin bulunduğu Afrika’nın da ateş çemberi içindeki kıtalar arasına girmesine yol açtı. 10 Haziran 1949 - TBMM’de Devlet Tiyatroları’nın kuruluş kanunu çıkarıldı. Kurumun başına Muhsin Ertuğrul getirildi. 2 Haziran 1924 - Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nin aldığı bir kararla, ABD sınırları dahilinde doğmuş tüm yerlilere oy hakkı tanındı. HAZIRAN 2 4 10 17 17 Haziran 2015 Türkiye Cumhuriyeti’nin 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, kalp yetmezliği ve solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle hayatını kaybetti. 4 Haziran 1992 - Daha önce 1923 ve 1981 yıllarında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nin üçüncüsü gerçekleşti. Kongre’nin öncekilerden farkı, uluslararası katılıma açık olması ve siyasi parti temsilcilerinin görüşlerini dile getirmelerine imkan veren bir değerlendirme ve sonuç paneliyle bitmesiydi. 74 18 Haziran 2014 - 22 Haziran 1919 - Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül 1980 darbesi nedeniyle haklarında dava açılan komutanlar Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya müebbet hapis cezası verdi. Kurtuluş Savaşı’nın gerekçesi, amacı ve yöntemini belirleyen, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi niteliğindeki Amasya Genelgesi yayımlandı. 29 Haziran 1939 22’si Türk, 40 üyeli Hatay Devleti Meclisi’nin aldığı kararla Hatay Türkiye topraklarına dahil oldu. 18 19 22 24 29 24 Haziran 1961 - Alman Hükümeti’yle imzalanan iş gücü sözleşmesi gereğince 93 kişilik ilk işçi kafilesi Almanya’ya gönderildi. 29 Haziran 1873 - 19 Haziran 1910 Amerikan İç Savaşı’nda hayatını kaybetmiş bir askerin kızı olan Sonora Smart Dodd’un girişimiyle Babalar Günü ilk kez Washington’da kutlandı. Yoksul ve yetim çocukların eğitim-öğretimine destek olmak amacıyla 1863 yılında kurulan Darüşşafaka, parasız yatılı, özel statülü bir okul olarak öğretime başladı. 75 10 HAZIRAN 1949 ÜLKE MODERNLEŞMESINDE ETKIN BIR KURUM DEVLET TIYATROLARI PINAR ÇAVUŞOĞLU F ransız Devrimi, I. ve II. Dünya Savaşları, Büyük Buhran, Holokost gibi gelişmelerden dünya siyaseti ve ekonomi ne kadar etkilendiyse, topluma dair her durumla bağıntılı olan sanat da buna benzer olaylar neticesinde kimi zaman sekteye uğradı, kimi zaman zenginleşti, gelişti. Muhsin Ertuğrul Dünya genelinde sanatın en çok evrildiği dönemin Rönesans olduğu kabul ediliyor. Sanat tarihçilerine göre bilim, sanat ve edebiyatta atılım dönemi olarak nitelendirilen Rönesans’ı bir coğrafi alanla sınırlamamak gerekiyor. Dünyada modern yaşamın görüldüğü her bölge, az ya da çok, bu akımdan etkilendi. 15. ve 16. yüzyılları içine alan Rönesans döneminde, Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’daki ilerleyişini sürdürüyordu. Bu akımın en çok hissedildiği bölge Avrupa olmasına rağmen Osmanlı’nın Rönesans’tan asgari düzeyde etkilendiği biliniyor. Bunun gerekçesi olarak da Osmanlı sanat anlayışının Rönesans’ı oluşturan etkenlerden farklı temeller çerçevesinde şekillenmesi gösteriliyor. Osmanlı’da sanat alanındaki en büyük ilerlemeler Lale Devri’nde (1718-1730) kaydedildi. Batılılaşmaya bağlı olarak tiyatro ve operadaki değişimler de 18. ve 19. yüzyılda oldu. Bu dönemde tiyatro padişahlar tarafından desteklendi; örneğin II. Mahmud döneminde (1808-1839) saray, İstanbul’daki özel tiyatrolara maddi yardımda bulundu. Meddahlık, Karagöz-Hacivat 76 ve Ortaoyunu gibi geleneksel Türk tiyatro örnekleri hariç tutulursa, Güllü Agop’un ilk tiyatro topluluğunu kurması ve Şinasi’nin Şair Evlenmesi’ni kaleme almasıyla Osmanlı’da Batılı anlamda bir tiyatro anlayışı benimsendi. Operanın ise Avrupa’daki temsilleri izleyenler tarafından anlatılarak ve kitaplarda resimlenerek ülkede tanınmaya başladığı rivayet edilir. III. Selim döneminde (1789-1807) sarayda bir opera gösterisi gerçekleşir. Ancak operanın halk tarafından daha yakından tanınması Cumhuriyet’in ilanından sonra olur. Devlet eliyle sanat Ülkelerin modernleşmesinde sanatın büyük rolü olduğu biliniyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bu konuda, “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur” gibi kulağa küpe edilmesi gereken pek çok sözü bulunuyor. Atatürk’ün 1913’te Sofya’da askerî ataşeyken yaşadığı bir olay da sanatın ülke kalkınmasındaki rolüyle ilgili güzel bir anı niteliğinde. Varna Milletvekili Şakir Zümre’yle birlikte Bulgar Ulusal Operası’nda “Carmen” temsilini seyreden ve çok etkilenen Mustafa Kemal, Zümre’ye “Balkan Savaşları’nda yenik düşmemizin sebebini şimdi daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çiftçi biliyordum. Halbuki adamların operaları, burada çalışan ses sanatkarları, müzisyenleri, dekoratörleri var. Hepsi yetişmiş. Opera binası da yapmışlar. Biz, ülkemizin operaya kavuştuğu günleri görecek miyiz…” demişti. Tiyatro, opera ve balenin çağdaş uygarlığın bir göstergesi olduğu göz önüne alındığında Cumhuriyet’in ilk yıllarında toplumsal diğer reformlarla beraber bu sanat dallarına ayrıca önem verilmesinin nedeni daha iyi anlaşılır. Yeni alfabeye geçilmesi, Millet Mektepleri ve Halkevleri’nin kurulması, pek çok yabancı klasiğin Türkçeye çevrilerek yayımlanması, Türkiye’de sanat ve edebiyatın gelişimine büyük katkı sundu. Tiyatro, opera ve balenin ilerlemesinde devlet desteği önemli ve o dönemde gerekli olduğu için devlet tarafından sanat kurumları oluşturuldu, yetenekli öğrenciler yurt dışına gönderildi. Devletin bu alandaki ilk çalışmalarından biri 1828 yılında kurulan askerî bando Mızıka-ı Hümayun’un, 1924’te başkent Ankara’ya taşınması ve Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adını almasıydı. Aynı yıl, taze Cumhuriyet’in okullarına müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Musiki Muallim Mektebi kuruldu. 1933 yılına gelindiğinde okulun, “her tür müzik ihtiyacını karşılamak amacıyla, Devlet Musikisi Konservatuvarı veya Tiyatro Akademisi olarak adlandırılabilecek, bütün müzik şubelerini kapsayacak bir müessese”ye dönüştürülmesi gündeme geldi. Bununla ilgili kanun tasarısı 1934 yılında TBMM’de kabul edildi. Okul, müzik öğretmeni yetiştiren Musiki Muallim Mektebi ile müzik ve tiyatro eğitimi veren Devlet Konservatuvarı olarak ikiye ayrıldı. İlk mezunlarını 1941’de veren konservatuvarın diploma törenine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, TBMM Başkanı Mustafa Abdülhalik Renda ve pek çok devlet adamı katıldı. Devletin zirvesinin sanatçı yetiştiren bir kurumun mezuniyet törenine iştirak etmesi, verilen desteğin apaçık göstergesiydi. 1940 yılında Devlet Konservatuvarı’na bağlı olarak Tiyatro ve Opera Tatbikat Sahnesi kuruldu. Devlet Tiyatroları açılana kadar faaliyet gösteren kurum, Puccini’nin “Tosca”, Beethoven’in “Fi- delio”, Ahmed Adnan Saygun’un “Kerem” operaları ile Goldoni’nin “Otelci Kadın” ve “Kahvehane”, Sophokles’in “Antigone” ve “Kral Oidipus”, Molière’in “Kibarlık Budalası”, Ahmet Kutsi Tecer’in “Köşebaşı” oyunları gibi değerli pek çok eseri sahneye koydu. Özellikle tiyatronun devlet eliyle yapılması, Türkiye’nin modernleşmesi için gerekli görülen inkılapların yurdun dört bir yanında tanıtılmasında büyük önem taşıyordu. Zira yeni rejim, okumayazmanın önemi, şapka kanunu gibi konular oyunlarda işleniyor, övülüyordu. Devlet Konservatuvarı’ndan on beş yıl sonra, 1949’da TBMM’de kabul edilen 5441 sayılı kanunla Devlet Tiyatroları kuruldu. Önceleri tiyatro, opera ve bale sanatlarını bünyesinde bulunduran kurum, 1970 yılında Devlet Opera ve Balesi’nin kurulmasının ardından yalnızca tiyatroyla ilgili faaliyetler yürütmeye başladı. Devlet Tiyatroları’nın ilk oyunu “Küçük Şehir”, Ankara Evkaf Apartmanı’nda sahnelendi. Bugün dünyanın en meşhur eserlerinin yanı sıra Türk tiyatro, opera ve balesinin de seçkin örneklerini sunan Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi, rejisöründen oyuncusuna, sahne kostümünden dekoruna kadar pek çok yönüyle adından söz ettiriyor. Kurumlar ayrıca uluslararası tiyatro, opera ve bale festivallerinde de boy göstererek ülkemizi başarıyla temsil ediyor. 77 UZAKLARI YAKIN ETTİK ENDONEZYA, YENİ ZELANDA VE SİNGAPUR İZLENİMLERİM ERBAY KÜCET Y aklaşık üç ay önceydi. Türk Parlamenterler Birliği Genel Merkezi’nde bir milletvekilimiz üyelik işlemlerini tamamlamış, TPB Parlamento dergisinin hangi adrese gönderileceği sorusuna “Endonezya Büyükelçiliği” cevabını vermişti. Bu cevabı duyunca masamdan kalkıp üyelik işlemlerini yaptıran milletvekilimizin yanına gittim. Kasım 2002’de AK Parti İzmir Milletvekili seçilen ve şu anda Cakarta Büyükelçimiz olan Sayın Zekeriya Akçam, bir kahve içimi sohbetimizin ardından “Endonezya’ya da beklerim” dedi. Doğrusu, kendisine “İnşallah” diye karşılık verirken içimden de “Nasıl gideceğiz dünyanın bir ucuna” diye geçirmedim değil. 78 TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı görevini üstlenmemden sonra TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman’ın Endonezya, Yeni Zelanda ve Singapur ziyaretlerinde yer alacak heyete davet edildiğimde Sayın Akçam’la yaptığımız sohbeti hatırladım. Çünkü ziyaret kapsamında kendisinin vereceği davete de icabet edilecekti. Sadece üç ay önce “Nasıl gideceğiz dünyanın bir ucuna” diye düşünürken şimdi Endonezya, Yeni Zelanda ve Singapur’a doğru yola çıkacaktım. 4 Mayıs 2016 akşamı Ankara Esenboğa’dan THY Ana Uçağı ile yapacağımız seyahat öncesinde Dışişleri Bakanlığımız yetkilileri TBMM BAŞKANIMIZ SAYIN İSMAIL KAHRAMAN, GEÇTIĞIMIZ AY ENDONEZYA, YENI ZELANDA VE SINGAPUR’DA RESMÎ TEMASLARDA BULUNDU. TBMM BASIN, YAYIN VE HALKLA İLIŞKILER BAŞKANI OLARAK SAYIN KAHRAMAN’A EŞLIK EDEN PARLAMENTO HEYETINDE YER ALDIM. ÜLKELER VE PARLAMENTOLAR ARASI ILIŞKILERE ÖNEMLI KATKI SAĞLAYAN ZIYARETLERLE ILGILI IZLENIMLERIMI TPB PARLAMENTO DERGISI IÇIN KALEME ALDIM. Nüfusunun yüzde 85’e yakını Müslüman olan Endonezya’yı 26 Aralık 2004 tarihinde Hint Okyanusu’nda meydana gelen deprem ve tsunami nedeniyle yakından tanımıştık. Bu felaket sonrasında dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 6-7 Şubat 2005 tarihlerinde afet bölgesi Banda Açe’yi ziyaret etmişti. Tsunami felaketinin ardından milletimizin gösterdiği yardımseverliğin iki ülke halkı arasındaki mevcut bağları daha da güçlendirdiğine Endonezya’daki temaslarımız sırasında bir defa daha tanıklık ettik. “Temaslarımızı ve işbirliğimizi artırmalıyız” TBMM Başkanlık Divanı Salonu’nda heyet üyelerimizle bilgilendirme toplantısı gerçekleştirirken, TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanlığı’nca seyahatimize ilişkin gayet hacimli ve bilgilendirici dosyalar hazırlanmıştı. Gezip gördüğümüz yerlerde bu bilgilerden çokça yararlandığımızı belirtmek isterim. Seyahatimiz başladıktan sonra Pakistan’ın Karaçi Havaalanı’nda uçağa yakıt ikmali yapılması için mola verdiğimizde Başkonsolosumuz Murat Mustafa Onart’la çay eşliğinde sohbet ettik. Daha sonra Pakistan semalarında süzülerek Endonezya’ya doğru yol almaya devam eden uçağımız bir ara saatte 1172 km hıza çıkınca pilot köşküne uzanıverdim. Pilotumuz “Rüzgarı arkamıza aldık” derken tebessüm ediyordu. Uzun bir yolculuğun ardından Endonezya’nın başkenti Cakarta’ya indik. Büyükelçimiz ve personelinin sıcak karşılamasının ardından otelimize yerleştik. Cakarta’ya gittiğimizde trafikteki keşmekeş özel görevlendirilmiş trafik polisleriyle bir nebze hafifletilirken, tatil gününe denk geldiğimizi, bu nedenle trafik sorununu daha az yaşadığımızı belirttiklerinde şaşırdık. Trafik tatilde böyleyse diğer günlerde kim bilir nasıldır diye düşünmeden edemedik. Endonezya’daki ikinci günümüzde Cakar ta Büyükelçimiz Sayın Zekeriya Akçam’ın TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman’ın onuruna düzenlediği akşam yemeğine iştirak ettik. Davete Endonezya’nın 3. Devlet Başkanı Prof. Dr. Baharuddin Habibi, Endonezya Temsilciler Meclisi Başkan Yardımcısı Hidayet Nur Wahid, Endonezya Parlamentolararası Çalışma Grubu Başkanı Nur Hayati ve bazı ülkelerin büyükelçileri ile heyetimizde bulunan TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman’ın kızı Emine Kahraman, TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyesi ve Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı, TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyesi ve Bolu Milletvekili Fehmi Küpçü, TBMM Başkanlık Divanı İdare Amiri ve Çorum Milletvekili 79 Tufan Köse, Dilekçe Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mihrimah Belma Satır, Türkiye-Yeni Zelanda Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve Aksaray Milletvekili Cengiz Aydoğdu, TürkiyeSingapur Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Halis Dalkılıç, TürkiyeEndonezya Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve İzmir Milletvekili Hamza Dağ, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi ve İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı, Adalet Komisyonu Üyesi ve Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Üyesi ve Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan, TBMM Genel Sekreteri İrfan Neziroğlu, TBMM Başkanı Özel Kalem Müdürü Fatih Sevinç ve TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanı Cemalettin Tüney katıldı. TBMM Başkanımız yemekte yaptığı konuşmada parlamentolararası işbirliği ve temasların çok önemli olduğunu ifade ederek, “Bu temasları geliştirmeli ve çoğaltmalıyız. G-20 ülkelerinden ikisiyiz. Aramızdaki ticari bağların çoğalması, ticari hacmin artırılması gerektiğine iki ülke de inanıyor” dedi. Sayın Kahraman konuşmasına devam ederken Anadolu Ajansı 80 muhabiri elindeki kamerayla birlikte olduğu yere yığılıverdi. Geziye iştirak eden uzman doktorumuz Yücel Yüzbaşıoğlu ve hemşire Esra Koç Öz olaya anında müdahale etti. Muhabirin sara nöbeti geçirdiğini ve korkacak bir şey olmadığını açıklayan doktorumuz yüreklere su serperken konuşma ve görüşmeler kaldığı yerden devam etti. Seyahatimize gazeteci olarak katılan Rahim Er ve Hüseyin Öztürk de gerçekleştirilen toplantıların çoğunda heyet üyelerimizle birlikteydi. TRT ve SEYAHATIMIZ SIRASINDA RESMÎ TEMASLARIN YANI SIRA MÜZE ZIYARETLERI VE DOĞAL GÜZELLIKLERIN SERGILENDIĞI ALANLARDAKI GEZILERLE ÜLKELER HAKKINDA AYRINTILI BILGI EDINME IMKANI BULDUK. Anadolu Ajansı’nın muhabir ve kameramanları ile TBMM fotoğ- nezya eski Cumhurbaşkanı Bahaddin Yusuf Habibi ise rahmetli rafçısı da görevini ifa ediyordu. Necmettin Erbakan’la dostluğunu anlattı. Habibi, 1963 yılında Anılar eşliğinde unutulmaz sohbetler Bilindiği gibi, 8 üye ülkeden oluşan D-8’in kurulmasına yönelik Almanya’da birlikte çalışmalar yaptıkları Erbakan’la vefatına kadar görüştüklerini söyledi. O gece çekilen hatıra fotoğrafları albümlerimizde yerini aldı. ilk adım REFAHYOL Hükümeti döneminde Başbakan Necmettin Ertesi gün Cakarta’nın İstiklal Camii’nde cuma namazı ön- Erbakan tarafından atılmıştır. Türkiye’nin daveti üzerine 22 Ekim cesinde yaptığımız ziyarette TBMM Başkanımız Sayın İsmail 1996 tarihinde İstanbul’da İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Kahraman, Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından basımı ger- Endonezya, Mısır ve Nijerya’nın katılımıyla “Kalkınmada İşbirliği çekleştirilen Kuran-ı Kerim’i görevlilere teslim etti. Konferansı” düzenlenmiştir. Bu konferansın ardından gerçekleş- 7 Mayıs Cumartesi günü Yeni Zelanda’ya gitmek üzere Cakarta tirilen hazırlık çalışmaları mahiyetindeki toplantıları müteakip ile vedalaştıktan sonra yeşillikler ülkesine, adını Çanakkale Zafe- 15 Haziran 1997 tarihinde İstanbul’da yapılan Devlet/Hükümet rimiz dolayısıyla sıklıkla duyduğumuz Anzakların yaşadığı adaya Başkanları Zirvesi ile D-8 resmen kurulmuştur. doğru yola çıktık. Yakıt ikmali molamızı bu sefer Melbourne’da Cakarta’daki akşam yemeğinde Sayın İsmail Kahraman, verdik. Bir saatin ardından THY Ana Uçağı’nın pilot ve müret- “Endonezya ile terörizm ve aşırıcılıkla mücadelenin yanı sıra tebatı ile aile ortamını aratmayan yolculuğumuza devam ettik. medeniyetler arası diyalog konusunda işbirliğimizi yoğunlaştır- 8 Mayıs Pazar günü Wellington Askerî Havaalanı’na yaptığımız mak arzumuzdur” diye konuşurken, D-8’in ikinci mimarı Endo- inişte Büyükelçimiz Sayın Damla Yeşim Say ve Yeni Zelanda Mec- 81 lis Başkan Yardımcısı tarafından uçağın merdivenlerinde çiçeklerle karşılandık. Otelimize yerleştikten sonra meraklı bakışlarla çevremize göz gezdirirken Büyükelçimizin misafirperverliğinin doruğa ulaştığına tanıklık ettik. Hani seyahatten dönenlere “Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat” denir ya, biz her ikisine de değinmeden geçemeyeceğiz. Bu güzel ülkede gördüklerimizin hatıralarımızda önemli bir yer tutacağı muhakkak. Bizi pizza çeşitleri başta olmak üzere birbirinden farklı lezzetlerle buluşturan öncü ekibimizin hazırlığı ise tek kelimeyle mükemmel. 9 Mayıs Pazartesi günü Maori grubu temsilcilerinin TBMM Başkanımız tarafından kabulünden sonra Atatürk Anıtı’na çelenk konuldu ve burada bir tören düzenlendi. Törenin ardından Pukeahu Millî Savaş Anıtı ve Müzesi, Meçhul Asker Anıtı ve Te Papa Müzesi ziyaret edildi. Yazımızın bu kısmında müzeden aldığım broşürlerin tercüme edilmesini sağlayan, Müdür Yardımcısı olarak birlikte çalıştığım Ece Kırlı’nın değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak istiyorum: “Herkes savaşa kendi kültürel değerler zaviyesinden bakıyor. Belki de bir tek bizim ülkemizde bu böyle değil. Binlerce kilometre uzaktan, nedenini ve hatta nereye gittiklerini bile bilmeden Osmanlı topraklarını işgal etmek 82 YENI ZELANDA’DA ÇANAKKALE VE GELIBOLU’NUN BU ÜLKENIN TARIHINDE NE KADAR ÖNEMLI BIR YER TUTTUĞUNA TANIKLIK ETTIK. hındaki resepsiyonda milletimizin uzakları yakın eden temsilcileriyle yaptığımız sohbet sırasında içtiğimiz kahvelerle kırk yıllara “merhaba” dedik. Ertesi gün TBMM Başkanımızın yoğun resmî temasları vardı. Sayın İsmail Kahraman bu temaslar sırasında Yeni Zelanda parlamento binasını da gezdi. Biz de resmî görüşmelerden fırsat bulduğumuz zamanlarda Wellington caddelerini arşınladık. Son durağımız Singapur oldu 11 Mayıs Çarşamba günü seyahatimizin son durağı Singapur’a uçmak üzere bizleri adıyla müsemma bir sıcaklıkla karşılayan ve bağrına basan Ana Uçağı’ndaydık. Akşam 18:00 sularında Singapur Changi Havalimanı’nda Büyükelçimiz Sayın Hakkı Taner Seben tarafından karşılandıktan sonra otelimize geçtik ve TBMM Başkanımız onuruna verilen yemeğin ardından dinlenmeye çekildik. Ertesi gün Ulusal Galeri gezisi ve parlamento binası turundan sonra Sayın İsmail Kahraman Singapur Meclis Başkanı Halimah Yacop ile resmî görüşmesini gerçekleştirirken bizler de Mersinli Süleyman Hilmi’nin lokantasındaki lezzetleri tattık. Botanik Bahçesi’ne gittiğimizde ise orkideler eşliğinde renkli bir gezi yaptık. Singapur’a gelmişken alışveriş merkezinde dolaşıp kendimize ve Türkiye’deki sevdiklerimize küçük hediyeler almayı da ihmal etmedik. Bu üzere gelip de bu topraklarda can verenlere dil, din, ırk farkı gözetmeksizin kucak açan topraklar bizim topraklarımız… İşte bu yüzden tarihimizle gurur duyuyoruz…” O gün gezdiğimiz müzelerle ilgili beğeni ve takdirlerimizi dile getirirken, Çanakkale ve Gelibolu’nun Yeni Zelanda tarihinde ne kadar önemli bir yer tuttuğuna yakından tanıklık ettik. Aynı günün akşamında TBMM Başkanımızın onuruna verilen yemek ve sonrasındaki sohbetle dinlenme faslımızı da araya sıkıştırmış olduk. Büyükelçiliğimizin ikametga- ülkedeki temaslarımız sırasında Büyükelçiliğimizin kançılaryasında Singapur’da yaşayan Türklerin temsilcileriyle de tanıştık. Seyahatimizi Endonezya ve Yeni Zelanda’da olduğu gibi Singapur’da da birbirinden güzel görüntüler eşliğinde çektirdiğimiz fotoğraf karelerinde ölümsüzleştirdik. 83 RUHI AÇIKGÖZ: KOLEKSIYONUMLA TESPIH SANATININ GELIŞIMINE KATKI SAĞLAMAYI VE BU SANATA BIR ARMAĞAN SUNMAYI AMAÇLIYORUM SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: ZEYNEP YIĞIT 22, 23 VE 24. DÖNEM AKSARAY MILLETVEKILI RUHI AÇIKGÖZ, YILLARDIR TESPIH KOLEKSIYONU YAPIYOR. BIRBIRINDEN GÜZEL VE KIYMETLI TESPIHLER IÇINDE KENDI YAPTIKLARI DA BULUNAN AÇIKGÖZ, “HERKES ILGI ALANINA GÖRE BIR UĞRAŞ EDINEBILIR. BIR HOBI SAHIBI OLMAK INSANIN HAYATINI GÜZELLEŞTIRIR, RUHUNU DINLENDIRIR” DIYOR. 84 SIYASET VE SANAT Tespih koleksiyonu yapmaya ne zaman başladınız? Koleksiyondaki ilk tespihiniz hangisi? 1984 yılında teyzemin eşi, rahmetli eniştem bana bir tespih hediye etti. Koleksiyonumdaki ilk tespih budur; benim için kıymeti büyüktür. Tespihe merakım Ankara’daki öğrencilik yıllarımda başladı. Hacıbayram’da birbirinden değişik tespihlerin bulunduğu vitrinlere bakar, hangi malzemelerin kullanıldığını ve nasıl bir işçilikle yapıldığını anlamaya çalışırdım. Bu merakım devam ederken bir de baktım 5-6 yıl içinde 30’a yakın tespihim olmuş. Bunların bir kısmını ben almıştım, bir kısmını da arkadaşlarım hediye etmişti. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra yüksek lisansımı yapmak üzere Amerika’ya gittim. Burada birlikte eğitim gördüğümüz bir arkadaşım tespihe meraklı olduğumu öğrenince “Kardeşim de tespih koleksiyonu yapıyor. Yakında İstanbul’a gideceğim, istersen sana Kapalıçarşı’dan kaliteli tespihler alabilirim” dedi. Gerçekten de İstanbul’dan dönüşünde birbirinden güzel ve kaliteli birkaç tespih getirdi. Bu tespihlerin koleksiyonumu oluşturmam ve tespih yapımını öğrenmemde büyük etkisi oldu. 1995 yılında Ankara’ya döndüğümde Türkiye çapında meşhur tespih ustalarıyla tanıştım. Onlar bana tespih yapmaya başladılar. Bir gün benden yaşça küçük bir usta, “Ağabey, sen de tespih yapabilirsin” dedi ve bana tespih yapımını gösterdi. Elim ince işlere yatkındır, bu sayede 1997 yılından itibaren tespih yapmaya başladım. Bu çalışmalarım 2002 yılında milletvekili seçilinceye kadar devam etti. O süre zarfında 40 civarında tespih yaptım. Bildiğiniz gibi, 2002-2015 yılları arasında üç dönem Meclis’te yer aldım. Milletvekilliğim sırasında tespih yapımına zaman ayırmam pek mümkün olmadı, fakat koleksiyonuma meşhur ustalardan yeni tespihler katmaya devam ettim. Milletvekilliğim sona erdikten sonra tekrar tespih yapımıyla ilgilenmeye başladım. Koleksiyonunuzda kaç tespih var? Genellikle ne tür tespihler ilginizi çekiyor? Koleksiyonumda 500 civarında tespih var. Bunların birkaçı hariç tamamı Türkiye’den aldığım tespihlerdir. Biriktirdiğim tespihlerin doğal malzemeden yapılmış olmasını tercih ediyorum. Koleksiyonumda sentetik malzeme kullanan bir-iki meşhur ustanın yaptığı tespihler de var, ama büyük çoğunluğu doğal malzemeden üretilmiş tespihlerdir. İşlenebilir her tür malzemeden tespih yapılabiliyor. Koleksiyonumda farklı malzemelerden üretilmiş ve ülkemizdeki her ustaya ait tespihlere yer vermeye çalışıyorum. Tespih derken de daha ziyade 99’luk olanları kastediyorum. 33’lükleri eğer 99’lukları yoksa alıyorum. Ayrıca koleksiyonumda “takım” dediğimiz, aynı tespihin 33’lük ve 99’luk olanları da yer alıyor. Bildiğiniz gibi, tespih çekmek, “Allah’ın adını zikrederek ibadet etmek” anlamını taşır. Bu yönüyle tespih dinî ve manevi bakımdan büyük değere sahiptir. Piyasada 19’luk, 21’lik tespihler var, bunlar genellikle elde sallamak için kullanılıyor. Tespihin manasıyla uyuşmayan bu durum çok canımı sıkıyor, bana göre el oyalama amaçlı ürünleri tespih olarak adlandırmamak gerekiyor. Doğal malzemeden yapılmış tespihleri tercih ettiğinizi söylediniz. Hangi malzemeler tespihe ayrı bir güzellik ve değer katıyor? Esasında sandıktan ne çıkıyor, ona bakmak lazım; yani yüz yıl öncesinde kim, neyi saklamış? Bugün baktığımızda sandıktan en çok kuka, kehribar ve bağa tespihler çıkıyor. Ben daha ziyade kukayı beğeniyorum, hem çok güzel parlıyor hem de dayanıklı bir malzeme. Ayrıca bağa tespihler de ilk tercihlerim arasında yer alıyor. Biraz önce ifade ettiğim gibi, işlenebilir her tür malzemeden tespih yapmak mümkündür; değerli madenler, taşlar, ağaçlar, hayvan boynuzu, hayvan dişi veya kabuğu… Tespih yapımında malzemenin kalitesi ve güzelliği kadar ustanın hüneri de büyük önem taşır. İyi bir tespih ustası malzemeyi öyle güzel işler ki ortaya hayranlık duyulacak bir el sanatı ürünü çıkar. 85 Tespih sanatının ülkemizdeki geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yeni ustalar yetişiyor mu? Tespihe merak saldığım yıllarda Türkiye’de çok meşhur bir-iki tane usta vardı. Onların tespihleri herkes tarafından beğeniliyordu. Mesela genç denebilecek bir yaşta vefat etmiş olan Yusuf Özgen, tespih yapımına büyük yenilik getirmiş, bu alanda bir ekol yaratmıştı. Tespihle ilgilenmeye başladığım dönemde Aydın Bolak gibi tanınmış tespih koleksiyonerleri vardı. Hem ustalar hem de koleksiyonerler ülkemizde tespih sanatının gelişimine büyük katkıda bulunmuşlardır. Bugün Türkiye’de tespihlerine koleksiyonumda yer verebileceğim 100’e yakın usta var. Bu ustaların isimlerini tek tek saymaya kalksak, unuttuklarımıza haksızlık etmiş oluruz, çünkü her biri birbirinden kıymetli tespihlere imza atıyor. Koleksiyonunuzu sergilemeyi düşünüyor musunuz? İyi bir usta bir günde 33’lük bir tespih yapar. Ben bu işle hobi olarak uğraştığım ve sadece hafta sonları çalıştığım için iki-üç haftada bir tane 33’lük veya ayda bir tane 99’luk tespih yapıyordum. Ülkemizde tespih sanatının gelişimine katkı sağlamak amacıyla koleksiyon yapmaya başladım ve bu alanda çeşitli çalışmalar gerçekleştirdim. Önümüzdeki yıllarda “100 Usta 100 Takım” isimli bir sergi açmayı düşünüyorum. Şu anda koleksiyonumda bazı ustalardan 5-6 tane olmak üzere 60’ya yakın takım var. 100 ustadan 100 takım oluşturup bu çalışmayı tespih sanatına bir armağan olarak sunmayı istiyorum. Ayrıca tespih malzemeleriyle ilgili bir çalışma yapıyorum, ileride bunu bir kitap haline getirmeyi arzu ediyorum. Koleksiyonumun geleceğine yönelik şimdiden bir şey söylemem mümkün değil, ancak belki de ileriki yıllarda bir müzede sergilenme imkanı olur. Kısa bir süre önce bir takım tespihimi Mehmet Çebi’nin İstanbul’da açtığı Hilye-i Şerif ve Tespih Müzesi’nde sergilenmek üzere gönderdim. Tespih yapımı için özel bir mekanınız var mı? Tespih koleksiyonunuz yakın çevrenizden ve görenlerden nasıl bir tepki alıyor? 2002 yılında milletvekili seçilmeden önce küçük bir mekanda tespih çalışmalarımı yürütüyordum. Siyaset hayatım başladıktan sonra tespih yapımına ara verince bu mekanı da kullanmadım. Tespihin toplumumuzda çok kıymetli bir yeri var. Koleksiyonumu görenler genellikle tespihlerimden sitayişle bahsediyor, iltifatta bulunuyor. Bu işe nasıl merak saldığıma ve ne kadar vakit harcadığıma yönelik sorular geliyor. Yıllardır emek verdiğim ve tespih sanatının gelişimine mütevazı bir katkısı olduğunu Bir tespih ne kadar sürede yapılır? 86 SIYASET VE SANAT “ÖNÜMÜZDEKI YILLARDA ‘100 USTA 100 TAKIM’ ISIMLI BIR SERGI AÇMAYI DÜŞÜNÜYORUM. AYRICA TESPIH MALZEMELERIYLE ILGILI ÇALIŞMAMI ILERIDE KITAP HALINE GETIRMEYI ARZU EDIYORUM.” düşündüğüm koleksiyonuma yönelik olumlu tepkiler beni memnun ediyor. Yanınızda sürekli bir tespih bulundurur musunuz? Evet. Cebimde muhakkak bir tespih olur. Daha çok kendi yaptığım tespihleri taşımayı seviyorum. Tespih dışında ilgi duyduğunuz başka konular var mı? Biriktirme temayülü olan biriyim. Kitap, kalem, saat gibi pek çok şeyi kullandıktan sonra atmam, yenisi geldikçe eskisini bir tarafa koyarım. Mesela ayrı bir röportaj konusu olabilecek kadar çok saatim var. Saatten kastım sadece kola veya duvara takılanlar değil, zaman ölçer her şey; kum saati, güneş saati, gemi saati, uçak saati… Mühendis olmanın getirdiği merakla saatleri söküp yeniden toparlamaya çalışmak da bana keyif veren bir uğraş oluyor. Geçmişte saat ustalarının yanına giderek onların çalışmalarını takip ettim ve bu konuda kendilerinden bilgi aldım. Böylece ne yaptığımı bilerek saatleri söküp onlar üzerinde çeşitli düzenlemeler yapıyorum. Tespih ve saat dışında hat sanatına merakım var. Hem bu sanatla uğraşıyorum hem de çok değerli hattatların eserleriyle bir koleksiyon oluşturmaya doğru gidiyorum. Bir başka ilgi alanım ise ney üflemek. Bir hobi sahibi olmak insana ne kazandırır? Bu konudaki düşüncelerinizi ve gözlemlerinizi öğrenebilir miyiz? Özellikle genç kardeşlerimize meslekleri dışında muhakkak bir uğraşları olmasını tavsiye ediyorum. Gençlerle bir araya geldiğimde şu örneği veriyorum: Devlet Planlama Teşkilatı’nın sınavlarına girmiştim. Yazılı sınavları geçtikten sonra sırada mülakat vardı. Kulakları çınlasın, mülakat heyetinin başkanı Rasim Özdenören’di. Mülakatta bana “Neyle uğraşıyorsunuz?” diye sordu. “Şiirle uğraşıyorum” cevabını verdim. Bir süre şiir üzerine sohbet ettik. Hiç unutmam, Rasim Bey mülakat heyetindekilere dönüp “Bu genç makina mühendisi, ama bizden iyi şiir biliyor” dedi. Bu sohbetimizin işe kabul edilmemde büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Şiir, müzik, geleneksel sanatlar… Herkes ilgi alanına göre bir sanatla veya edebiyatla uğraşabilir. Bir hobi sahibi olmak ve sosyal faaliyette bulunmak insanın hayatını güzelleştirir, ruhunu dinlendirir. Günümüz insanının en önemli sorunlarından biri strestir; iş dışındaki zamanlarda edebiyatla, sanatla, sporla uğraşıldığında stresten uzaklaşılır, daha sağlıklı bir yaşam imkanı elde edilir. 87 ARŞİV BELGELERİNE GÖRE KÛTÜ’L-AMÂRE ZAFERİ BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ İSTANBUL, 2016 398 S. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’nın Irak Cephesi’nde İngiliz kuvvetlerini Bağdat’ın güneyinde yer alan Kut kasabasında yenilgiye uğratır. Tümgeneral Townshend komutasındaki birlikler 29 Nisan 1916 tarihinde Mirliva Halil Paşa’ya teslim olur. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, bu zaferin 100. yıldönümünü Osmanlı Arşivi ve Cumhuriyet Arşivi kataloglarındaki belgelerden derlenen Arşiv Belgelerine Göre Kûtü’l-Amâre Zaferi başlıklı eserle kutluyor. 1914-1935 yıllarını kapsayan 131 adet belgeyi içeren ve online erişime açılan çalışmanın proje yöneticiliğini Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Uğur Ünal üstleniyor. ATLAR GÖÇEBE MEHMET AYCI HECE YAYINLARI ANKARA, 2016 172 S. 1971 yılında Adana’da dünyaya gelen yazar ve şair Mehmet Aycı’nın şiir, deneme ve inceleme türünde eserleri bulunuyor. Şiirlerini Dergâh, Fayrap, Hece ve Türk Edebiyatı gibi çeşitli dergilerde yayımlayan Aycı, Mürekkep Ten ve Sonrası Şimendifer adlı deneme türündeki eserleriyle sırasıyla Türkiye Yazarlar Birliği ile Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği tarafından ödüllendirildi. Sözün yataklarında ırmaklar imrenirdi / Çeşmeler ağır akardı seni dinlemek için dizelerinin sahibi Aycı, son şiir kitabı Atlar Göçebe ile edebiyatseverlerle buluşuyor. İMKÂNSIZ SÜRGÜN-STEFAN ZWEIG DÜNYANIN SONUNDA GEORGE PROCHNIK YAPI KREDİ YAYINLARI İSTANBUL, 2016 380 S. Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Viyana’da dünyaya gelen yazar Stefan Zweig, kariyerinin en parlak günlerini özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Güney Amerika ve Kıta Avrupası’nda popülerlik kazandığı 1920’li ve 1930’lu yıllarda yaşar. Hitler’in iktidara gelmesiyle Avusturya’dan ayrılan sanatçı eşiyle birlikte önce İngiltere’ye, ardından Amerika’ya ve son olarak Brezilya’ya yerleşir. Kudüs’teki Hebrew Üniversitesi’nde İngiliz ve Amerikan edebiyatı dersleri veren George Prochnik, Zweig’ın yaşam öyküsünü anlatırken yazarın kişiliğine odaklanıyor ve romanvari bir üslup benimsiyor. 88 OSMANLI’YA BAKMAK-OSMANLI ÇAĞDAŞLAŞMASI İLBER ORTAYLI İNKILAP KİTABEVİ İSTANBUL, 2016 320 S. Yüksek lisans çalışmasını Prof. Dr. Halil İnalcık ile birlikte Chicago Üniversitesi’nde yapan Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. İlber Ortaylı, bugüne kadar aralarında Oxford, Cambridge, Princeton gibi dünyanın en prestijli üniversitelerinin de bulunduğu kurumlarda misafir öğretim üyeliği görevini üstlenmiştir. Halen Galatasaray Üniversitesi ile Bilkent Üniversitesi’nde tarih dersleri veren Ortaylı, İstanbul’un fethinden Kırım Savaşı’na, Balkanlar’daki milliyetçilik hareketlerinden Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerine kadar uzun bir zaman dilimini ele aldığı son kitabında Osmanlı Devleti’nin çağdaşlaşma sürecini akıcı üslubuyla masaya yatırıyor. CASTLE ROCK MANZARASI ALICE MUNRO CAN YAYINLARI İSTANBUL, 2016 352 S. Dünyanın yaşayan en büyük öykü yazarı olarak nitelendirilen Kanadalı Alice Munro, 2009 yılında Man Booker Uluslararası Ödülü’ne, 2013 yılında ise “çağdaş kısa öykülerin ustası” olduğu gerekçesiyle Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür. Alice Munro, Castle Rock Manzarası’nda İskoç asıllı ailesinin 18. yüzyılda Kanada’ya göçle başlayan ve kendi yaşamına kadar gelen tarihçesini anlatıyor. Bunu yaparken yeni bir üslup benimseyen Munro, kısa öykülerden oluşan ve anı-roman olarak adlandırılabilecek bir eser ortaya koyuyor. Her biri kendi başına bir birim olsa da bir bütünün parçası niteliği taşıyan öyküler, toplumun yapısını, değer yargılarını ve insan ilişkilerini odağına alıyor. SOSYAL MEDYA-ELEŞTİREL BİR GİRİŞ CHRISTIAN FUCHS NOTA BENE YAYINLARI ANKARA, 2016 408 S. Londra’daki Westminster Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Christian Fuchs eleştiri oklarını hayatımızın hemen her alanına etki eden Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya ağlarına yöneltiyor. “Dünyanın her yerinde milyonlarca kullanıcısı olan sosyal medya platformlarının ekonomisi neye dayanıyor?”, “Kâr amacı gütmeyen bir sosyal medya platformu yaratmak mümkün müdür?” ve “Bu platformlarda kişisel bilgilerimiz ne derece korunuyor?” gibi sorulara yanıt arayan Fuchs, Sosyal Medya-Eleştirel Bir Giriş adlı eserinde başka bir internet ve sosyal medya kültürünün nasıl var olacağını mercek altına alıyor. 89 MUHABBET TÜRKÜLERİ 1-2 ARDA MÜZİK Sabahat Akkiraz, Mustafa Özarslan, Savaş Gövtepe, Tuncay Balcı ve Fadime Akpınar’ın da aralarında yer aldığı sanatçılar, Türk Halk Müziği’nin unutulmaz parçalarından oluşan bir albümde bir araya geliyor. “Bu Yarayı Dosttan Aldım”, “Karlı Dağlar”, “Yüce Dağ Başına”, “Yattım Gurbet Elde” ve “Kalk Gidelim Deli Gönül” gibi klasiklerin yer aldığı iki CD’lik albüm çalışması, Türk Halk Müziği severlerin arşivlerine girmeye hazırlanıyor. GRİ ŞARKILAR GÜLAY PASAJ MÜZİK Doğu Akdeniz Üniversitesi Müzik Bölümü’nden birincilikle mezun olan Gülay, müzik kariyerine kendisi de bir müzisyen ve besteci olan babası Eyüp Ercan Sezer’in bağlamayla çaldığı türkülere eşlik ederek başladı. Poptan Türk Halk Müziği’ne kadar pek çok müzik türünde albüm çalışmasına ve başarıya imza atan Gülay, “Beni Verme Ellere”, “Mucize” ve “Hasretler Ayrılıkla Başlar” gibi duygusal parçaların yer aldığı son albümü “Gri Şarkılar”da 11 eseri yeniden yorumluyor. HAYDN PIANO TRIOS RICCARDO MINASI SONY MUSIC Bugüne kadar dünyaca ünlü birçok orkestrayla birlikte sahne alan keman virtüözü ve orkestra şefi Riccardo Minasi, müzik kariyerinde Grammy Ödülü dahil olmak üzere pek çok başarıya imza attı. Solo çalışan, oda müziği toplulukları veya bir orkestra bünyesinde müziğini icra eden genç müzisyenleri bir araya getiren Musica Antiqua Roma’nın da kurucusu olan sanatçı, son albümünde 18. yüzyılın en önemli bestecilerinden Joseph Haydn’ın piyano triolarını yorumluyor. Sanatçıya albümde Maxim Emelyanychev ve Federico Toffana eşlik ediyor. 90 KÜMES YÖNETMEN: UFUK BAYRAKTAR SENARYO: UFUK BAYRAKTAR OYUNCULAR: HASİBE EREN, UFUK BAYRAKTAR, PINAR BALKIŞ YAPIM: 2015, TÜRKİYE TÜR: DRAM Dört çocuk sahibi Saniye (Hasibe Eren) vereme yakalanır ve yakın zamanda hayatını kaybedeceğini öğrenir. Ölmeden önce eşi Süleyman’ı (Ufuk Bayraktar) çocuk sahibi olamayan bir kadınla evlenmeye razı eder. Ne var ki kader ağlarını örer, Saniye iyileşir ve evine geri döner. Saniye artık aynı çatı altında kocasının yeni eşiyle birlikte yaşamak zorundadır. Çekimleri Antalya’nın Korkuteli ilçesindeki terk edilmiş bir köyde gerçekleştirilen “Kümes”, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, olayların yorumlanmasında kişinin bakış açısının büyük önem taşıdığı mesajı veriyor. Film aynı zamanda Zeki Demirkubuz’un keşfettiği ve “Kader” filminde başrol verdiği oyuncu Ufuk Bayraktar’ın ilk yönetmenlik denemesi olma özelliği taşıyor. SENDEN ÖNCE BEN ME BEFORE YOU YÖNETMEN: THEA SHARROCK SENARYO: JOJO MOYES OYUNCULAR: EMILIA CLARKE, SAM CLAFLIN, JENNA COLEMAN, MATTHEW LEWIS YAPIM: 2016, ABD TÜR: DRAM William Traynor (Sam Claflin) varlıklı, eğitimli, başarılı, yakışıklı ve hayat dolu genç bir adamdır. Ancak trajik bir motor kazasının ardından felç geçirir ve boynundan aşağısı tutmaz. Louisa Clark (Emilia Clarke) ise gelecek vadetmeyen ufak tefek işlerde çalışan, hayattan pek bir beklentisi olmayan sevgi dolu genç bir kadındır. Yaşama sevincini kaybeden William ile ona bakması için işe alınan Louisa’nın yollarının kesişmesinin ardından ikilinin hayatı bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır. Jojo Moyes’in çok satanlar listesindeki aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan “Senden Önce Ben”, William ile Louisa’nın aşkını merkezine alarak hayata sıkı sıkı tutunmayı ve onu dolu dolu yaşamayı öğütlüyor. 91 Muharrem Erkek @MuharremErkek17 CHP Çanakkale Milletvekili-TBMM Grup Yönetim Kurulu Üyesi-Avukat Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz? Sosyal medyayı özellikle Gezi Direnişi sürecinden sonra daha sık kullanmaya başladım. Sosyal medya, baskı ve şiddet ortamında, sansürün yaygınlaştırılmaya çalışıldığı durumda hem çok hızlı bilgi alınabilmesi hem de insanların birbiriyle kısa sürede haberleşip bir araya gelebilmesi için önemli bir alan. Sosyal medyayı asıl yoğun kullanımı milletvekilliği adaylığı sürecimde gerçekleştirdim. Hâlâ da devam etmeye çalışıyorum. Gün içinde o kadar sık kullanıyorum ki sayı vermem zor. Yalnız, hemen hemen her gün hakkımızda basında çıkmış haberleri paylaşıp, özel olarak atılmış mesajlara yanıt vermeye çalışıyorum. Haberleri de sosyal medya üzerinden sıklıkla takip ediyorum. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Sosyal paylaşım siteleri aslında bir anlamda şeffaflık sağlayabilecek ortamlar. Sadece yanlış ve manipülatif amaçlı yazılanlara dikkat etmek gerekiyor. Günlük yaşantımda ve siyasi işlere dair hemen hemen hiçbir gizliliğim yok. Neredeysem onu bildiriyorum. Böylelikle hem hemşehrilerimizin ve yurttaşlarımızın bizden, çalışmalarımızdan haberdar olmasını sağlamaya çalışıyorum hem de yapılan işin duyulmasına yardımcı oluyorum. Çok sayıda hemşehrimizin fotoğraf paylaşımımı görüp yanıma geldiği, benimle yüz yüze görüştüğü oluyor. Şeffaflık, halkın temsilcilerine daha kolay ulaşabilmesi, haberdar olma, mutluluğu, hüznü ve tarihin önemli bir olayını paylaşma açısından sosyal medyanın özel bir yeri bulunuyor. Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı olduğunu düşünüyor musunuz? Kesinlikle. Yalnız, bu konuda güvenilir kaynakları tespit etmek ve onların paylaştığı bilgilere dayanmak önemli. Çünkü yanıltıcı 92 bilgilerin de sıklıkla dolaşımda olduğuna tanıklık ediyoruz. Ayrıca sosyal medya, devleti yönetenlerin hata yapmaması doğrultusunda yardımcı olduğu gibi, onların doğru bilgi paylaşması anlamında da teşvik edici oluyor. Yakın zamanda bunun önemli örneklerini yaşadık. Kamuoyuna bazı kurum ve kuruluşlarımızdan yapılan açıklamaların tamamen gerçeğe aykırı olduğu, başka kişilerin sosyal medya paylaşımlarıyla ortaya çıktı. Yine de her şeye karşın paylaşılan bilgilerin teyitli olmaması sorunlu bir durumdur. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? 6 Mayıs 2016 tarihinde gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili görülen davanın duruşması sonrası bir silahlı saldırı olayı yaşandı. Orada saldırganı engellemek adına bir refleks gösterdikten sonra sosyal medyanın gücünü iyice fark ettim. Bir anda sosyal medya hesaplarıma binlerce mesaj, takip, beğeni gelmeye başladı. Yurttaşlarımızın iyi dilekleri insanı mutlu ediyor tabii ki. Bir o kadar da eleştiri ve maalesef bunun ötesinde hakaretle de karşılaştım. İlginç bir anıydı benim için. Eksik, yanlış ve bilinçli yanıltılmış bilginin ne derece tehlikeli boyutlarda etkili olabileceğini de iyice anladım. Sosyal medya doğru kullanıldığı müddetçe çok önemli bir güç. Yeter ki doğru kullanalım, fikirlerimizi hakarete varmadan sunalım. SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ Ahmet Uzer @ahmet_uzer27 Hacı Bayram Türkoğlu @HBTurkoglu Günaydın, İnsanlar başaklara benzer; içleri boşken başları havadadır, doldukça eğilirler. Hz. Mevlâna Ahîlik ilke ve esaslarının hâkim olması temennisiyle Ahîlik Haftası’nı kutluyor, esnaflarımıza hayırlı ve bereketli kazançlar diliyorum. Erhan Usta @55erhanusta Erkan Aydın @erkanecz Baki Şimşek @bakisimsekmhp İYSİAD tarafından Bursa TSO’da düzenlenen konferansta dünya ve Türkiye ekonomisini değerlendirdim. Teşekkürler Bursa… Orhaneli İlçe Örgütümüz ve Orhanelili hemşehrilerimizle ATA’mızı ziyaret ettik. MHP Grup Toplantısı öncesi Sayın Başkanımız Şevket Can ile… Dirayet Taşdemir @dilanararat Volkan Bozkır @volkan_bozkir Kadim Durmaz @kadimdurmaz Dünya İnsani Zirvesi’ne katılan Yunanistan Başbakanı Alexis Tsipras’ı İstanbul’dan uğurladık. Tokat’ta esnafımızı ziyaret ettik. Grup toplantımız miting alanı gibi... 93 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ Orhan Deligöz @orhandeligoz25 Mahmut Tanal @MTanal Şifa dağıtan ellerinize ve yüreğinize sağlık. Hemşireler Gününüzü en içten dileklerimle kutluyorum. Doğacak güneşin, umut dolu güzel yarınları yeşertmesi dileği ile. İyi geceler. Burcu Çelik @tbcelik Gülay Yedekci @gulayyedekci Yarın devam edeceğimiz esnaf ziyaretinde bizimle çalışmak istediklerini söyleyen genç arkadaşlarımız var olasınız :) “Bebem anasız büyür de vatansız büyüyemez” deyip cepheye koşan Nene Hatun’u saygı ve minnetle anıyorum. Vural Kavuncu @vural_kavuncu Gamze Akkuş İlgezdi @gamzeilgezdi Mehmet Kasım Gülpınar @kasimgulpinar 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun. AB Büyükelçileri ile Şanlıurfa gezimizin son gününde Halfeti’yi ziyaret ettik. Emeği geçen bütün dostlara teşekkürler. Siyasette en temel kural vatandaşı dinlemek. Sorun, talep ve eleştirilerini dile getirecekler, çözüm isteyecekler. 94 Mazlum Nurlu @MazlumNurlu Manisa’da yağan dolu nedeniyle bağları zarar gören çiftçilerimize geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. UNUTMAYACAĞIZ Ahmet Remzi Hatip Cumhuriyet Senatosu Konya Üyesi ve 19. Dönem Konya Milletvekili Ahmet Remzi Hatip 1930 Bozdoğan doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim gören Hatip, Ankara Maiyet Memurluğu; Andırın, Senirkent, Sarıcakaya Kaymakamlıkları; İzmir Karşıyaka Belediye Şube ve Zatişleri Müdürlüğü; Devlet Planlama Teşkilatı Müşavir Araştırmacılığı ile Teşvik ve Uygulama Dairesi Başkan Yardımcılığı; Başbakanlık Yatırımları ve İhracatı Geliştirme ve Teşvik Bürosu Başkanlığı; Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı Teşvik ve Uygulama Dairesi Müşavirliği; Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müşavirliği ile Teşvik Kurulu Üyeliği; İzmir Sanayi ve Bölge Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Ahmet Remzi Hatip’in cenazesi 18 Mayıs 2016 tarihinde Demetevler Sami Efendi Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Ömer Azmi Eryılmaz Danışma Meclisi Niğde Üyesi Ömer Azmi Eryılmaz 1927 Niğde doğumludur. Harp Okulu ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim gören Eryılmaz, Danıştay Yardımcılığı, Tasnif Yayın ve 7. Daire Başyardımcılığı, Danıştay Kanun Sözcülüğü 6. Daire Başyardımcılığı ve Danıştay Üyeliği görevlerinde bulundu. Ömer Azmi Eryılmaz’ın cenazesi 7 Mayıs 2016 tarihinde Karşıyaka Mezarlığı Ahmet Efendi Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Namık Hakan Durhan 21. Dönem Malatya Milletvekili Namık Hakan Durhan 1958 Yeşilyurt doğumludur. Durhan bir süre serbest ticaretle uğraştı. Namık Hakan Durhan için 6 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Durhan, ertesi gün Malatya Şehir Mezarlığı Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. 95 UNUTMAYACAĞIZ Mehmet Şerif Tüten Cumhuriyet Senatosu Üyesi, İmar ve İskan eski Bakanı Mehmet Şerif Tüten 1925 Hidi doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde eğitim gören Tüten, aynı okulda doktora yaptı. Tüten, Çanakkale ve Burdur illerinde Maiyet Memurluğu; Karayazı, Kemah, Gerger, Beyşehir ve Düzce Kaymakamlıkları; Mülkiye Müfettişliği; İçişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü; Muğla, Antalya, Ankara Valilikleri; İçişleri Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanlığı; Avrupa Konseyi Mahalli İdareler Parlamentosu Türkiye Temsilciliği; Uluslararası Parlamenterler Birliği Türk Grubu Üyeliği görevlerinde bulundu. Mehmet Şerif Tüten’in cenazesi 3 Mayıs 2016 tarihinde Bostanlı Karşıyaka Beşikçioğlu Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Vahap Güvenç Cumhuriyet Senatosu ve Danışma Meclisi Üyesi Vahap Güvenç 1926 Malatya doğumludur. Diyarbakır Erkek Sanat Enstitüsü’nde eğitim gören Güvenç, Kırıkkale Çelik Fabrikası’nda bir süre hizmet verdikten sonra Sümerbank Malatya Pamuklu Sanayi Müessesesi Mensucat Fabrikası Makine Bakım ve Dokuma Ustası olarak çalıştı. Güvenç, Malatya Tekstil Sanayii İşyerleri Sendikası Sekreterliği; Türkiye Tekstil, Örme ve Giyim Sanayii İşçileri Sendikası Genel Sekreterliği; Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği; Uluslararası Tekstil ve Deri İşçileri Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundu. Vahap Güvenç’in cenazesi 1 Mayıs 2016 tarihinde Erenköy Galip Paşa Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. MAYIS AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ. 96