65. Hükümet görev başında...18

advertisement
Haziran 2016 ///// HAKİMİYET MİLLETİNDİR
37
65. Hükümet görev başında...18
İnançtan geleneğe bir rahmet ayı Ramazan...26
Geleceği el ele yeşertmek: Dünya Çevre Günü...64
Ankara’da 800 yıllık bir şaheser Aslanhane Camii...54
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
37
Haziran 2016 Sayı: 37
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Enver Uygun
Evren Özesen
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Orhan Gülenay
Pınar Çavuşoğlu
Zeynep Yiğit
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Genel Koordinatör
İsmail Demir
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Ömer Faruk ÖZ
Genel Sayman
23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili
Ramazan Kerim ÖZKAN
22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
T: 0312 395 06 08
Basım Tarihi: 01.06.2016
HAZIRAN 2016
İÇİNDEKİLER
18
65. HÜKÜMET
GÖREV BAŞINDA
34 Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne
üyeliği sadece ülkemiz ve
Ali Bozer:
AB ilişkilerine değil, dış siyasi
konjonktüre de bağlıdır
60 Bir
siyasetçi, insanlar arasında
ayrım yapmamalı,
Ali Rıza Öztürk:
sadece kendisine oy
verenlerin değil, herkesin
temsilcisi olmalıdır
GELENEĞE BİR RAHMET AYI
26 İNANÇTAN
HOŞGELDİN
YA ŞEHR-İ RAMAZAN
84 Koleksiyonumla
tespih
sanatının gelişimine katkı
Ruhi Açıkgöz:
sağlamayı ve bu sanata bir
armağan sunmayı
amaçlıyorum
48 TÜRK SİYASETİNDE DEMIREL’LI 35 YIL
64 5 HAZIRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ
92 CHP ÇANAKKALE MILLETVEKILI MUHARREM ERKEK ILE
SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
6 HABERLER
14 DÜNYADAN
39 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE MAYIS 2016’DA KABUL EDILEN YASALAR
68
BABALAR GÜNÜ
74 TARIH SAHNESI - DEVLET TIYATROLARI
78
ERBAY KÜCET: UZAKLARI YAKIN ETTİK
88 KITAP
90 MÜZIK
91 FILM
93
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
95 UNUTMAYACAĞIZ
40 KRALLIKTAN
DEMOKRATIK HUKUK DEVLETINE
BREZILYA
800 YILLIK
54 ANKARA’DA
BIR ŞAHESER
ASLANHANE
CAMİİ
MUSİKİMİZİN PÎRİ
70 ÖZ
BUHURİZADE
MUSTAFA ITRÎ EFENDİ
BAŞKAN’IN MESAJI
DÜNYA İNSANİ ZİRVESİ VE
RAHMET AYI RAMAZAN
D
ünyanın Suriyeliler başta olmak üzere vatan topraklarını terk etmek zorunda kalan göçmenler karşısında “insanlık sınavı”ndan geçtiği ve maalesef bu sınavda başarısız olduğu
günümüzde Türkiye çok önemli bir uluslararası organizasyona evsahipliği yaptı. Birleşmiş
Milletler tarafından organize edilen Dünya İnsani Zirvesi, 23-24 Mayıs günlerinde yaklaşık 9 bin
kişinin katılımıyla İstanbul’da gerçekleşti.
Zirvenin Türkiye’de düzenlenmesinin temelinde hiç şüphesiz ülkemizin ilk günden itibaren göçmenlere karşı uyguladığı “açık kapı politikası” ve dünyadaki insani kriz konusunda takındığı yapıcı
tavır yatıyor. 2014 yılında 1,6 milyar dolar tutarındaki resmî insani yardımla ABD ve İngiltere’nin
ardından dünyada üçüncü sırada yer alan Türkiye, günümüz itibarıyla topraklarında en fazla sığınmacıyı ağırlayan ülkedir. İnsanlığın karşı karşıya kaldığı bu büyük meselenin çözümü için her
türlü fedakarlığı yapan ve özveriyle çalışan ülkemiz Dünya İnsani Zirvesi’nden de alnının akıyla
çıkmasını bilmiştir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın zirvenin kapanış töreninde
yaptığı konuşmada vurguladığı gibi gelir dağılımı ve güvenlik bakımından büyük adaletsizliklerin
yaşandığı dünyada bir tarafta lüks ve israf varken diğer tarafta açlık ve sefalet görülmektedir.
Uluslararası toplumun bu adaletsizliğe ve mazlum toplulukların sorunlarına sessiz kalmaması gerekir. Konunun bir an önce çözüme ulaşması için dünya ülkelerinin ahlaki, mali ve siyasi
sorumluluklarını yerine getirmesi zorunludur. Türkiye’nin ülkemizdeki sığınmacılar için AFAD
koordinasyonunda yaptığı harcamalar 10 milyar doları aşmışken, uluslararası toplumun katkıları
455 milyon dolarda kalmıştır. Zirve kapsamında 170’ten fazla ülkenin temsilcilerine seslenen
Cumhurbaşkanımızın bir kez daha altını çizdiği bu husus son derece dikkate değerdir. Türkiye’nin
özellikle Filistin ve Suriye’de yaşananlar karşısında sergilediği örnek tavrın ve dünyaya sunduğu
“kalkınma odaklı insani yardım” anlayışının bir an önce yaygınlaşması en büyük arzumuzdur.
Tarihte görülmemiş büyüklükte bir nüfus hareketliliğinin yaşandığı ve bu durumun beraberinde
getirdiği sorunların dünyanın gündeminde olduğu şu günlerde rahmet ve bereket ayı Ramazan’ı
idrak edeceğiz. Dayanışmayı, ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşmayı emreden Kuran-ı Kerim’in
yeryüzüne indirilmeye başladığı ay olan Ramazan’da ülkemizde toplumsal huzurun, dünyada
barışın hâkim olması için dualar edecek, bu vesileyle Türkiye’de misafir edilen Suriyeli kardeşlerimizle de daha sıkı bağlar kuracağız. Ramazan coşkusuyla dolacak yüreklerin sıcaklığının,
dünyanın insani sorunlarını çözmede ne derece önemli olduğu bu mübarek günlerde bir kez daha
anlaşılacak. Yüce Allah’tan hepimizi Bayram’a kavuşturmasını, Ramazan ayı boyunca yerine
getireceğimiz ibadetleri kabul eylemesini niyaz ederim.
Türkiye’nin önünde 2023 ve 2071 hedefleri bulunmaktadır. Geçtiğimiz ay güvenoyu alarak
göreve başlayan 65. Hükümetimizin bu hedeflere ulaşma doğrultusunda hızlı ve kararlı adımlar
atacağına yönelik inancım tamdır. Bu düşüncelerle Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere
tüm Bakanlar Kurulu üyelerimize en içten duygularımla başarı diliyor, Ramazan ayının İslam
âlemi ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.
4
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı
22, 23, 24. Dönem
Kahramanmaraş Milletvekili
TÜRKIYE’NIN
GÖÇMENLERE
YÖNELIK ÖRNEK
TAVRININ VE
“KALKINMA ODAKLI
INSANI YARDIM”
ANLAYIŞININ
TÜM DÜNYADA
YAYGINLAŞMASI
EN BÜYÜK
ARZUMUZDUR.
BİRLİK’TEN
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ’NDEN
KOMİSYON ÇALIŞMALARINA KATKI
TÜRK Parlamenterler Birliği (TPB), ülke gündemine ve üyelerine yönelik konularla ilgili görüş ve değerlendirmelerini çeşitli platformlarda
dile getirmeye devam ediyor. Bu çerçevede TBMM komisyonlarının
davetlerine de iştirak edilerek toplantı gündemindeki konuyla ilgili
düşünceler katılımcılarla paylaşılıyor.
Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi ve 21, 22, 23, 24.
Dönem Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman, Anayasa Komisyonu’nda
“Siyasi Etik Kanunu Teklifi”nin görüşüldüğü toplantıya katılarak
bir konuşma yaptı. Sözlerinin başında
Türk Parlamenterler Birliği’nin faaliyetleri
Yahya Akman
hakkında bilgi aktaran Akman, özellikle
milletvekilliği kanununun çıkarılması için
gerçekleştirilen çalışmalar üzerinde durdu.
Bu konuda Türk Parlamenterler Birliği’nin
girişimleri ve katkılarıyla 24. Dönem’de iki
kanun teklifi hazırlandığını, bu tekliflerin
Plan ve Bütçe Komisyonu’ndan geçerek
Genel Kurul gündemine gelmesine rağmen
yasalaşma imkanı bulamadığını hatırlatan
Akman sözlerini şöyle sürdürdü: “Bugün
Ramazan Kerim Özkan
Türkiye’de her kesimin bir kanunu var, ama
en önemli görevi yasama faaliyeti yapmak
olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin
maalesef kendilerine mahsus bir kanunu
yok. Bizim bütün amacımız, arzumuz, siyasi partilerin esas itibarıyla üzerinde ittifak
etmiş olduğu bir milletvekilliği kanununun
çıkarılmasıdır. Bu konuyu burada gündeme
getirme nedenimiz şudur: 24. Dönem’de
Sayın Cemil Çiçek’in vermiş olduğu kanun
teklifindeki 17, 18 ve 19. maddeler bugün görüşmekte olduğumuz
Siyasi Etik Kanunu Teklifi’yle paralellik arz eden hükümler içermektedir. Eğer milletvekilliği kanunu kabul edilmiş olsaydı, bugün burada
Anayasa Komisyonu belki de Siyasi Etik Kanunu Teklifi’ni değil, Siyasi Etik Komisyonu’nun kurulmasına yönelik bir konuyu, yani İçtüzük
değişikliğini görüşmek durumunda olabilirdi.”
“Milletvekilliği kanunu bir an önce çıkarılmalıdır”
Yahya Akman, 24. Yasama Dönemi’ndeki milletvekilliği kanunu
teklifinin “siyasi etik” bağlamında kapsamlı düzenlemeler içerdiğini
de ifade etti. Söz konusu teklifte hem TBMM bünyesinde bir Siyasi
Etik Komisyonu kurulmasının hem de her siyasi partinin kendi içinde ayrıca bir Siyasi Etik Komisyonu oluşturmasının öngörüldüğünü
kaydeden Akman, “Böylece siyasi etik anlamında milletvekillerini
zorlayacak ikili bir sistem düşünülmüş ve bu konuda ayrıntılı düzenlemeler yapılmıştır” dedi.
Yahya Akman konuşmasında 24. Dönem’deki kanun teklifinin milletvekilleri
için ilave hiçbir ekonomik ve sosyal hak
içermediğini, sadece milletvekillerinin şu
anda almış olduğu ödenek ve yollukları düzenleyen maddeye doğrudan bir atıf yaptığını hatırlatarak, “Esasında kanun teklifi
ile tek bir kuruş artış yapılmadığı halde,
ne yazık ki medyada milletvekili maaş ve
ödeneklerinin abartılı bir şekilde gündeme getirildiğine, adeta milletvekillerinin
manevi şahsiyetini rencide edici yayınlar
yapıldığına şahit olduk. Ancak bu durum,
milletvekilliği kanununun çıkarılması gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmamalıdır.
Milletvekilliği çok şerefli bir görevdir ve
milletvekilleri kendilerine mahsus bir kanuna bir an önce kavuşmalıdır” dedi.
Türk Parlamenterler Birliği Yönetim
Kurulu Üyesi ve 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan ise Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu’nda “Siyasi Etik Kanunu Teklifi”nin görüşüldüğü toplantıya katıldı. Teklifin önemini vurgulayan Özkan, ülkede temiz bir
siyaset yapılması için dürüstlüğe, eşitliğe, şeffaflığa davet eden,
siyasette yozlaşmaya karşı çıkan bir anlayışı her zaman desteklediklerini ifade etti .
5
HABERLER
19 MAYIS’A
COŞKULU KUTLAMA
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı coşkuyla kutlandı. Yurdun
dört bir yanından Anıtkabir’e gelenler Atatürk’e sevgi ve saygılarını sunarken
bu özel ve anlamlı günde çeşitli etkinlikler düzenlendi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve
Spor Bayramı dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde bir resepsiyon verdi.
Resepsiyonda gençler ve sporcularla bir araya gelen Erdoğan, 97 yıl önce Gazi
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıkmasıyla yakılan istiklal ateşinin,
23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasıyla tamamen millî bir dava
haline dönüştüğünü söyledi. 19 Mayıs’ta ilk adımı atılan yeni süreç sonunda
Cumhuriyet’in kurulduğunu ancak istiklal ile istikbal mücadelesinin bitmediğini
ve bitmeyeceğini ifade eden Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal’in devlet kuran bir
kumandan ve lider olarak bugün bir kez daha saygıyla anıldığını vurguladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında gençlere “Kendinizi yetiştirin, proje
geliştirin, çalışın, üretin, kariyer yapın” tavsiyesinde bulundu. Gençlerle bir araya
her gelişinde ülkemizin geleceğine dair ümitlerinin daha da arttığını kaydeden
Erdoğan, “Heyecanınızla, dinamizminizle, gayretinizle, ufkunuzla bize de güç
veriyorsunuz. Tarihe de tarife de sığmayan bir milletin evlatları olarak gözlerinizdeki ışık, yüreğinizdeki sevgi inşallah hiç eksilmesin” diye konuştu.
6
“Gençler geleceğimizin teminatı”
TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 19 Mayıs Atatürk’ü
Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla yayımladığı mesajda, “Milletimiz 97 yıl önce bugün ehl-i
salibe boyun eğmeyeceğini haykırmış ve Anadolu’nun
ortasında küçük bir toprak parçasına sıkıştırılma
planlarını bozmuştur” dedi. Gençlerin geleceğin teminatı olduğunu ifade eden Kahraman, “Bugün onların
meydanlara taşan enerjileri, kendilerine emanet edilen
vatanımızın, bayrağımızın, manevi ve millî değerlerimizin, hürriyet ve bağımsızlığımızın ilanihaye korunması konusunda bizlere güç ve güven vermektedir”
dedi. Kahraman mesajında Mustafa Kemal Atatürk
ile istiklal ve istikbal mücadelemizde canıyla, malıyla,
emeğiyle görev üstlenmiş bütün şehit ve gazilerimizi
rahmet, minnet ve şükranla andığını kaydetti.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı
kutlamaları kapsamında Gençlik ve Spor Bakanı Akif
Çağatay Kılıç ve beraberindeki heyet Anıtkabir’i ziyaret etti. Türk bayrakları taşıyan gençlerle birlikte Aslanlı Yol’dan yürüyen Bakan Kılıç, daha sonra Atatürk’ün mozolesine çelenk
koydu. Saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Misak-ı
Millî Kulesi’ne geçen Kılıç, Anıtkabir Özel Defteri’ne şunları yazdı: “Aziz Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımızın 97. yıldönümünde
huzurlarınızdayız. Samsun’dan yaktığınız kurtuluş meşalesiyle başlayan bağımsızlık mücadelesi, cennet vatanımızın dört bir yanına ulaşmış ve toprağımızın işgal edilemeyeceğini
tüm dünyaya ispatlamıştır. İstiklal aşkımızı sınamaya çalışanlara dün şanlı ecdadımızın
verdiği cevabı bugün ve gelecekte nitelikli, girişimci, özgüveni yüksek ve medeniyetinin
değerlerini savunmak adına cesur olan gençliğimiz vermeye hazırdır. Gençliğimizin birlik ve
beraberlik içinde Cumhuriyet değerlerimizi muhafaza ederek 2023, 2053 ve 2071’e taşıyacaklarından emin olunuz. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı münasebetiyle zatıaliniz, silah arkadaşlarınız ve bu topraklardaki ebedi varlığımızı tescilleyen şehit ve
gazilerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Ruhunuz şad olsun.”
“Yolumuzu aydınlatan tarihî bir başlangıç”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yayımladığı mesajda
“19 Mayıs 1919 tarihinde Büyük Atatürk’ün ülkemizi işgalden kurtarmak ve tam bağımsız,
özgür bir ülke kurmak ülküsüyle Samsun’a
çıkışı, milletimizin kaderini değiştiren, yolumuzu aydınlatan tarihî bir başlangıçtır”
dedi. 19 Mayıs’la birlikte milletimizin kendi
kaderini eline aldığını, “Ya istiklal ya ölüm”
diyerek varoluş mücadelesine başladığını
hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Bu ruh ile Kurtuluş
Savaşı zaferle sonuçlanmış, millî egemenliğe dayanan, çağdaş uygarlık seviyesinin
bile üstüne çıkmayı hedefleyen, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti kurulmuştur.
Bugün sahip olduğumuz tüm özgürlüklerin
ve hakların teminatı işte bu büyük ruhtur”
ifadelerini kullandı. Kılıçdaroğlu mesajında
başta Mustafa Kemal Atatürk ve silah
arkadaşları olmak üzere bütün kahramanlarımızı minnetle ve şükranla andığını belirtti.
19 Mayıs’ta CHP Gençlik Kolları tarafından
düzenlenen yürüyüşe de katılan Kemal
Kılıçdaroğlu, beraberindekilerle birlikte
Anıtkabir’e giderek Atatürk’ün mozolesine
çelenk koydu ve saygı duruşunda bulundu.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel
Başkanı Devlet Bahçeli ise partisinin grup
toplantısında yaptığı konuşmada 19 Mayıs
1919’da Samsun’dan başlayan mücadele
sürecinin Erzurum ve Sivas kongreleriyle
anlam ve güç kazandığını ifade ederek, “Ardından Ankara’da Meclis’in açılması, hemen
sonra Millî Mücadele’nin kazanılması ve nihayet Cumhuriyetimizin ilanı ile Türk milleti
kendi kaderine hâkim ve hadim olmuştur. Bu
itibarla, 19 Mayıs tarihi ile gelişen olaylar zinciri, küllenmiş millî heyecanları diriltmenin,
ümitsizliğin seline düşmüş millî hedefleri
kamçılamanın eşi bulunmaz bir örneğidir”
dedi. “Dün yedi düvelin bileğini büktük, bugün de terör çetelerinin üstesinden eninde
sonunda geleceğiz” ifadesini kullanan Bahçeli, “19 Mayıs 1919’un 97’nci yıldönümünde
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, milliyetçi
kahramanları ve aziz şehitlerimizi şükranla,
minnetle ve rahmetle bir kez daha anıyorum. Türk gençliğinin bayramını kutluyorum” diye konuştu.
7
PROF. DR. AZİZ SANCAR’IN
NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ ANITKABİR’DE
Prof. Dr. Aziz Sancar ise Nobel Kimya
Ödülü alarak milletimize böyle bir sevinç
yaşattığı ve özellikle gençlere bilim yapma
ilhamı verdiği için çok mutlu olduğunu belirterek, “Bu madalyayı buraya vermekle
Atatürk’e ve Atatürk’ün silah arkadaşlarına, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlara vefa
borcumu ödedim ve bu fırsatı bana verdiği
için Allah’a şükrediyorum” dedi. Törende
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi
Akar, Prof. Dr. Aziz Sancar’a İngiliz ressam
Ned Pamphilon’un 23 Nisan’da Anıtkabir’i
ziyarete gelen çocuklarla yaptığı “Hayatta
en hakiki mürşit ilimdir” konulu tabloyu
hediye etti. Orgeneral Akar, daha sonra
Prof. Dr. Sancar onuruna bir yemek verdi.
Başarılarla dolu bir kariyer
PROF. Dr. Aziz Sancar, DNA onarımı konusundaki çalışmaları dolayısıyla 2015 yılında aldığı Nobel Kimya Ödülü’nün madalya ve sertifikasını Anıtkabir Komutanlığı’na takdim etti.
19 Mayıs’ta düzenlenen törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Hulusi Akar da katıldı.
Prof. Dr. Aziz Sancar’a Anıtkabir’de dalgalanan Türk Bayrağı’nı hediye eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nobel Kimya Ödülü madalyasının Anıtkabir’de sergilenmesini gençler
için geleceğe yönelik bir işaret fişeği olarak gördüğünü ve bu durumun daha nice Nobel
Ödülü alma noktasında adeta bir yol haritası niteliği taşıdığını söyledi.
8
HABERLER
2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık
görülen Orhan Pamuk’tan sonra Nobel
Ödüllü ikinci Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Prof. Dr. Aziz Sancar, 1946 yılında
Mardin’de dünyaya geldi. 1963 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni
1971’de bitirdi. Doğduğu Savur ilçesinde
iki yıl doktor olarak çalışmasının ardından
lisansüstü eğitim için ABD’ye gitti. Eğitimini tamamladıktan sonra bu ülkede kalan
Sancar, biyokimya ve biyofizik alanında
300’e yakın bilimsel makale yayımladı. Bu
makalelere yapılan 12 binden fazla atıfla bilim dünyasında adından söz ettirdi. Sancar,
kanser tedavisinde “ritmik saat” buluşuna
imza atarak dünya çapında üne kavuştu
ve Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi’ne
kabul edilen üç Türk’ten biri olarak anıldı.
Aziz Sancar, 2015 yılının Nobel Kimya
Ödülü’nü Tomas Lindahl ve Paul Modrich
ile paylaştı.
İSTANBUL’DA FETİH KUTLAMASI
İSTANBUL’UN fethinin 563’üncü yıldönümü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı “Yeniden Diriliş Yeniden Yükseliş”
programıyla kutlandı. 29 Mayıs’ta İstanbul Yenikapı Meydanı’nda
düzenlenen programa, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan
Binali Yıldırım, bakanlar, milletvekilleri, İstanbul Valisi Vasip Şahin,
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve çok sayıda
davetli iştirak etti.
Saygı duruşu, İstiklal Marşı ve Kuran-ı Kerim tilaveti ile başlayan
kutlama marşlarla renklendi. Programa katılanlara hitaben bir
konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, çağ kapatıp çağ açan
İstanbul’un fethinin tarihin gördüğü en muhteşem zaferlerden
biri olduğunu belirterek şunları söyledi: “İstanbul’u çekip alırsanız
şairler ilhamsız ve sözsüz, şiirler eksik kalır. İstanbul’u anmadan
tarih yazmaya kalkarsanız mürekkebiniz kurur, kaleminiz körelir.
İstanbul’u görmeden, İstanbul’u yaşamadan geçen ömür eksiktir,
tatsızdır. Onun için bu şehrin kıymetini çok iyi bilmeliyiz. İstanbul
bizim için sevgili peygamberimizin övgüsüne, müjdesine mazhar
olmasıyla ayrıca önemlidir. İstanbul’un fethinin 563’üncü yıldönümü mübarek olsun, kutlu olsun. Rabbim, bu şehri fetheden
komutan Fatih Sultan Mehmet Han’dan, onun manevi rehberleri
olan Akşemsettin’den Molla Gürani’ye kadar tüm âlimlerden, bu
şehri fetheden askerden, bu şehrin asırlardır bizim olarak kalması
için mücadele eden herkesten razı olsun.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında İstanbul’un fethinin
önemini şu sözlerle ifade etti: “Fetih, Batı’nın aşılmaz sandığı duvarların aşılmasıdır. Fetih, 21 yaşındaki bir sultanın bin yıllık Bizans’ı
dize getirmesidir. Fetih, askerî dehanın ve teknolojinin o dönemdeki zirvesidir. Fetih, ayak basılsa bile kalıcı olunamayacağı sanılan
bir kıtaya kök salınmasıdır. Fetih, Avrupa kıtasının diğer ucunda,
Endülüs’te vahşice söndürülmekte olan bir medeniyet ateşinin,
doğu tarafında yeniden yükselişidir.”
“Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın”
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasının sonunda gençlere hitaben
Arif Nihat Asya’nın “Fetih Marşı”nın şu dizelerini okudu: Delikanlım,
işaret aldığın gün atandan / Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan / Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan / Yürü, hâlâ ne diye
kendinle savaştasın? / Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
“Yeniden Diriliş Yeniden Yükseliş” programında Türk Yıldızları’nın
gösterisi, mehter takımının seslendirdiği marşlar ve “Diriliş Ertuğrul” dizisi oyuncularının yorumladığı İstanbul’un fethiyle ilgili şiirler
katılımcıların büyük beğenisini kazandı.
9
DÜNYA İNSANİ ZİRVESİ
İSTANBUL’DA YAPILDI
TÜRKIYE, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ilk kez düzenlenen
Dünya İnsani Zirvesi’ne evsahipliği yaptı. 23-24 Mayıs günlerinde
İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleşen zirveye 60’a yakın devlet ve hükümet başkanı katıldı.
Organizasyona 170’ten fazla ülkeden aralarında akademisyenler,
basın mensupları, insani yardım kuruluşu ve STK temsilcilerinin de
bulunduğu yaklaşık 9 bin kişi iştirak etti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açılış töreninde yaptığı
konuşmada savaşlar, doğal afetler, salgın hastalıklar ve iklim
değişikliğinin yol açtığı krizlerin tüm insanlığın huzurunu, refahını
ve ortak geleceğini tehdit ettiğini belirtti. Acının rengi, ırkı, dili ve
dini olmadığını vurgulayan Erdoğan, Türkiye’nin bu anlayışla 140’ı
aşkın ülkede insani ve kalkınma yardım faaliyeti yürüttüğünü,
3 milyonun üzerinde Suriyeli ve Iraklı mülteciyi misafir ettiğini
kaydederek, “Kapımızı hiçbir zaman insanlara, insanlığa kapatmayacağız” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, küresel insani yardım sisteminin insanlığın acil sorunları karşısında yetersiz kaldığına işaret ederek,
“Sorunlara çözüm üretemeyen sistemin yükünü sadece belli ülkeler omuzluyor. Artık bu konuda herkes elini taşın altına koymalıdır.
10
HABERLER
Öncelikle küresel yardım sistemini, insanı merkeze alan farklı
bir bakış açısıyla yeniden ele almamız gerekiyor. Birkaç dolarlık
sıtma örtülerini dahi ihtiyaç sahiplerine ulaştıramayan, basit aşıları tedarik edemeyen, bu yüzden on binlerce çocuğun hayatını
kaybetmesine seyirci kalan bir sistemde sorun var demektir” diye
konuştu. Yardımların finansmanında uluslararası toplum açısından bazı sıkıntılar ve sorumluluktan kaçma eğilimlerinin olduğunu
kaydeden Erdoğan, “Bu zafiyeti en iyi bilen, çok acı bir şekilde
bunu tecrübe eden ülke Türkiye’dir. Ülkemizdeki sığınmacılar için
yaptığımız harcamalar 10 milyar doları aşmışken,
uluslararası toplumun katkıları 455 milyon dolarda
kaldı. Dünya İnsani Zirvesi’nin tüm bu alanlarda bir
dönüm noktası olmasını diliyorum” dedi.
“Dünya 5’ten büyüktür”
Dünya İnsani Zirvesi kapsamında çeşitli oturumlar
ve ikili temaslar gerçekleştirildi. BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un yönettiği “Çatışmaların Sona Erdirilmesi ve Önlenmesi İçin Siyasi Liderlik” konulu
yuvarlak masa oturumunda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Çatışma riski barındıran ihtilafların
zamanında tespiti, bunlara vakitlice etkin şekilde
müdahale edilebilmesi ve önlenebilmesi kritik öneme sahiptir. Bunun için de kararlı, hızlı, şeffaf ve
hesap verebilirlik ilkesi doğrultusunda çalışan bir
Güvenlik Konseyi’ne ihtiyacımız bulunuyor. Biz her
fırsatta bu soruna işaret ediyor ve ‘Dünya 5’ten
büyüktür’ diyoruz. İnsanlığın kaderini 5 ülkenin
siyasi çıkarlarına mahkum etmek ne akla, ne vicdana, ne de hakkaniyete sığar” dedi. Son dönemde
dinî, mezhepsel ve kültürel farklılıkların, çatışmalara temel oluşturacak şekilde, artan biçimde istismar edildiğini kaydeden Erdoğan sözlerini şöyle
sürdürdü: “Bu eğilimi önlemek için 2005 yılında
İspanya’yla birlikte temelini attığımız Medeniyetler İttifakı girişimine gerek siyasi, gerekse mali
desteğimiz sürecek. Bu vesileyle tüm Birleşmiş
Milletler üyesi ülkeleri ve paydaşları, bu girişimlere
daha güçlü destek vermeye davet ediyorum.”
Dünya İnsani Zirvesi kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Sekreteri Ban
Ki-mun ile ortak bir basın toplantısı düzenlerken
zirveye katılan liderler onuruna Dolmabahçe Sarayı Büyük Muayede Salonu’nda akşam yemeği
verdi. Zirvede devlet ve hükümet başkanları,
açıklamalarının yanı sıra aile fotoğrafı için de basın
mensuplarının karşısına geçti.
Daha huzurlu, adil ve barış dolu bir dünya
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dünya İnsani Zirvesi’nin
açılışında olduğu gibi kapanış töreninde de bir
konuşma yaptı. Zirve kapsamında çok verimli istişarelerde bulunulduğunu ve önemli kararlar alındığını ifade eden Erdoğan, “Zirve boyunca pek çok
katılımcı ülke ve kuruluş, Sayın Genel Sekreter’in
sunduğu insani gündem çerçevesinde somut taahhütlerde bulundu. Dünyanın
farklı yerlerinde, hatta kimi zaman aynı yerlerde, insanların çok farklı güvenlik
ve hayat standardına sahip olduğunu biliyoruz. Bir tarafta lüks, israf ve şatafat
hâkimken onun hemen yanı başında milyonlarca insanın sefalet, yoksulluk ve açlık içinde hayata tutunmaya çalıştığını görüyoruz. Bu adil bir dünya değildir. Karşımızdaki bu keskin farklılığa, uluslararası toplumun hiçbir ferdinin, hiçbir vicdan
sahibi ülkesinin kayıtsız kalmaması gerekir. Dünya İnsani Zirvesi’nin bu konuda
temel bir zihniyet değişiminin miladı olmasını diliyorum” dedi.
Bu tarihî zirvenin, adına ve önemine yaraşır bir şekilde, daha huzurlu, adil ve
barış dolu bir dünyanın kapılarını aralamasını temenni eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Zirvenin neticelerini umutla bekleyenlere, kalplerimizi ve zihinlerimizi onlara
kapatmadığımızı, bilakis kendilerini her zamankinden daha sıkı şekilde kucakladığımızı göstermek zorundayız. Küresel düzeyde karşı karşıya olduğumuz sorunun
büyüklüğünün ortaya konması ve çözüm yolları üzerinde durulması önemli olsa
da tek başına yeterli değildir. Uluslararası toplumun sorumluluk ve ilke sahibi
üyeleri olarak bu zirvede ortaya konan iradenin fiiliyata geçirilmesinin takipçisi
olmamız gerektiğini özellikle vurgulamak isterim. Türkiye, bugüne kadar tüm
imkanlarını seferber ederek, insanlık adına bu noktada çok önemli bir rol üstlendi.
İnşallah bundan sonra da üzerimize düşenleri yerine getirmeye devam edeceğiz”
ifadelerini kullandı.
11
DOKUNULMAZLIK TEKLİFİ YASALAŞTI
HAKKINDA dosya bulunan milletvekillerinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Anayasa değişikliği teklifi TBMM
Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. 20 Mayıs’ta teklifin
tümü üzerinde yapılan gizli oylamada 531 oy kullanıldı. Oylama
neticesinde 376 kabul, 140 ret oyu çıkarken 5 milletvekili çekimser
kaldı, 7 oy boş çıktı, 3 oy da geçersiz sayıldı. Bu sonuçla Anayasa
değişikliği teklifi referanduma gitmeden kabul edilmiş oldu.
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun” şu maddelerden oluşuyor:
“Madde 1- 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasına aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
Geçici Madde 20- Bu maddenin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
kabul edildiği tarihte; soruşturmaya veya soruşturma ya da kovuşturma izni vermeye yetkili mercilerden, Cumhuriyet başsavcılıklarından ve mahkemelerden; Adalet Bakanlığı’na, Başbakanlığa,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na veya Anayasa ve Adalet
komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Başkanlığı’na
intikal etmiş yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyaları bulunan milletvekilleri hakkında, bu dosyalar bakımından,
Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi
hükmü uygulanmaz.
12
HABERLER
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün
içinde; Anayasa ve Adalet komisyonları üyelerinden kurulu
Karma Komisyon Başkanlığı’nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’nda, Başbakanlık’ta ve Adalet Bakanlığı’nda bulunan
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyalar, gereğinin yapılması amacıyla, yetkili merciine iade edilir.
Madde 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoylamasına sunulması halinde oylanır.”
Kanunda atıfta bulunulan Anayasa’nın 83’üncü maddesinin
ikinci fıkrasının birinci cümlesi, “Seçimden önce veya sonra bir
suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis’in kararı olmadıkça
tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz”
ifadesini içeriyor. Yeni düzenlemeye göre artık bu hüküm uygulanamayacak.
TBMM Genel Kurulu’nda Anayasa değişikliği teklifinin 1. maddesi 373, 2. maddesi 374 oyla kabul edildi. Teklifin tümü üzerinde
yapılan oylamada ise 376 kabul oyu verildi. Dokunulmazlıklarının
kaldırılması istemiyle 1’i bağımsız, 29’u AK Partili, 55’i CHP’li, 53’ü
HDP’li, 10’u MHP’li olmak üzere 148 milletvekili hakkında hazırlanan 787 fezlekeden 682’si TBMM’de, 105’i ise Adalet Bakanlığı’nda
bulunuyor.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI’NDEN
- ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2016 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR.
- BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR.
- BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI
120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ZIRAAT BANKASI TBMM ŞUBESI IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 HESAP NUMARASINA YATIRILMASI;
5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN
TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR.
- ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR.
TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr
FAX HATTI: 0312 420 66 24
SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI:
ANKARA HOTEL PİNO
BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI
BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA
TEL: 0312 446 36 86
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
13
DÜNYADAN
LONDRA’YA MÜSLÜMAN
BELEDİYE BAŞKANI
İNGILTERE’DE 5 Mayıs 2016 günü gerçekleştirilen yerel yönetim seçimleri hem iç hem de
dış politika bakımından ilgi çekici sonuçlar doğurdu. Başkent Londra’da iki dönem üst üste
başkanlık seçimini kazanan Muhafazakar Parti, İşçi Partisi’nin Pakistan kökenli Müslüman
adayı Sadık Khan karşısında kaybetti. İşçi Partisi’nin oylarında ciddi düşüş yaşanacağı ve bu
durumun partinin yeni lideri Jeremy Corbyn’i zor durumda bırakacağı yorumlarıyla gidilen
seçimde Londra zaferi İşçi Partisi’ni rahatlattı. Öte yandan İngiltere tarihinde bir Müslüman
politikacının gelebildiği en yüksek makama ulaşan Khan’ın başarısı, Avrupa’da yaygınlaşan
İslamofobi’nin dengelenmesi bakımından olumlu sonuçlar doğuracak bir gelişme olarak
değerlendirildi. Muhafazakar Parti adayı Zac Goldsmith’in 994 bin oyuna karşılık 1 milyon
310 bini aşkın oyla Londra Belediye Başkanlığı’na seçilen Sadık Khan seçim sonuçlarının
14
açıklanmasının ardından verdiği demeçte
Londra’nın öncelikli sorunlarından konut,
istihdam ve temiz hava konusunda ivedi
adımlar atacağını bildirdi. Muhafazakar
Parti’nin seçim kampanyası boyunca
etnik ve dinî kimliğinden dolayı Khan’a
yönelik karalayıcı propagandaya başvurması İngiliz kamuoyunda olduğu kadar
parti içinde de tepki çekti. Londra’da
doğmasına rağmen Pakistanlı göçmen bir
ailenin çocuğu olması, babasının otobüs
şoförlüğü yapması gibi konuları sürekli
gündeme getiren Khan karşıtları, ayrıca
onun İngiltere’ye yakışmadığını ima eden
söylemler kullanmıştı.
1970 yılında dünyaya gelen Sadık Khan
Kuzey Londra Üniversitesi’nde hukuk eğitimini tamamladıktan sonra insan hakları
alanında çalışmalar yürüttü. Khan 2005
yılında milletvekili seçildi ve 2008 yılında
önce Devlet Bakanlığı’na, ardından Ulaşım Bakanlığı’na atandı. 2000 yılında yürürlüğe giren bir yasayla özel bir yönetim
statüsüne sahip olan Londra’nın belediye
başkanının merkezî idareden bağımsız
yetkileri bulunuyor. 9 milyon nüfuslu şehir
İngiltere Gayri Safi Millî Hasıla’sının dörtte birini sağlıyor.
İSVİÇRE’DE İSLAM MEDENİYETLERİ
MÜZESİ AÇILDI
11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Batı dünyasında İslam dinine yönelik gelişen önyargıları yıkmak amacıyla
yürütülen faaliyetlere bir yenisi de İsviçre’de eklendi.
Neuchatel kantonunun Chaux-de-Fonds şehrinde,
Avrupa’da İslam dini ile ilgili ilk modern müze olarak
nitelendirilen İslam Medeniyetleri Müzesi (Musée des
Civilisation de l’Islam) açıldı. Tarihî bir binada hizmet
veren müzede doğuşundan günümüze İslam medeniyeti Almanca, Arapça, Fransızca ve İngilizce olmak
üzere dört dilde tanıtılıyor. Müslüman bilim ve düşünce
insanlarının eserleri ile görüşlerinin aktarılmasına özel
önem verilen müzede İslam’ın insanlığın gelişimine ve
Batı medeniyetine katkıları öne çıkarılıyor.
İslam Medeniyetleri Müzesi’nin açılış töreninde
konuşan Müze Müdürü Nadia Karmous, bu proje aracılığıyla İslamiyet’in iyiliğin, güzelliğin, hoşgörünün,
huzurun, barışın ve sevginin dini olduğunu dünyaya bir
kez daha göstermeyi hedeflediklerini belirtti. İslam’ı
Batı’ya en sade haliyle sunmayı amaçladıklarını vurgulayan Karmous, tarih boyunca İslam dünyasında neler
yaşandığını tüm yönleriyle ortaya koyacaklarını ve İslam hakkında en sağlıklı
bilgiyi belgeleriyle sunacaklarını sözlerine ekledi.
15 yıllık bir çalışmanın ürünü olan ve bağışçılar tarafından finanse edilen İslam
Medeniyetleri Müzesi, aşırı sağcı İsviçre Halk Partisi’nin yoğun muhalefetiyle
karşılaşmıştı.
KIZILAY’DAN GAZZE’YE İLK YARDIM DESTEĞİ
TÜRK Kızılayı, Karara Belediyesi ile Filistin Kızılayı’nın
desteğiyle Gazze’nin İsrail sınırındaki El-Karara kasabasında bir ilk yardım istasyonu açtı. Yaklaşık 10 bin
dolara mâl olan tesisin açılışına Türk ve Filistinli temsilciler, mülki idareciler ile emniyet yetkilileri katıldı.
Karara Belediye Başkanı Abdurrahim el-Ibadile açılış
töreninde yaptığı konuşmada, İsrail sınırında bulunan
ve sürekli saldırılara maruz kalan kasabada ilk yardım
istasyonu kurulması yönündeki taleplerine karşılık
vererek istasyonun finansmanını üstlendiği için Türk
Kızılayı’na teşekkür etti.
Filistin Kızılayı İlk Yardım Servisi Müdürü Beşşar
Murad ise önceden ambulansların en yakın beldeye
ulaşmasının bile çok vakit aldığını ancak yeni inşa edilen istasyonla bu sorunun çözüldüğünü ve hastalara vakit kaybetmeden müdahale edilebileceğini
belirtti.
15
FİLİPİNLER YENİ DEVLET
BAŞKANINI SEÇTİ
FILIPINLER’DE 100 bin polisin yer aldığı geniş güvenlik önlemleri altında
gerçekleşen devlet başkanlığı seçiminin galibi Rodrigo Duterte oldu. Devlet
başkanı ve başkan yardımcısının yanı sıra 18 bine yakın yerel yöneticinin de
belirlendiği seçimlerde yaklaşık 54 milyon seçmen oy kullandı. Seçim kampanyası boyunca suçla mücadele konusunda vaatler veren ve sert söylemleriyle
dikkat çeken Duterte, yaklaşık 14,8 milyon (yüzde 39) oy alarak rakiplerini geride bıraktı. Duterte ülkenin güneyindeki Davao kentinin belediye başkanlığını
yürütüyordu.
Rodrigo Duterte seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada, “Büyük bir tevazuyla halkın verdiği yetkiyi kabul ediyorum. Size elimden
gelenin en iyisini yapacağıma dair söz veriyorum, yalnızca ayakta olduğum
zamanlar değil, uyurken bile” dedi. Başarısının temel nedeninin seçim vaatlerini kanun ve düzen sorunlarına yoğunlaştırması olduğunu belirten Duterte,
Filipinler’in altyapı sorununu çözeceğini ve Güney Çin Denizi’nde Çin Halk Cumhuriyeti ile yaşanan çekişmede ülkesinin çıkarlarını koruyacağını söyledi.
Yeni Devlet Başkanı Rodrigo Duterte’nin seçim öncesinde sarf ettiği bazı sözler
tartışma yaratmıştı. Gelen eleştirilerin ardından “şaka yaptığını” söylese de tepki-
16
DÜNYADAN
leri üzerine çeken Duterte, buna rağmen sandıktan birinci isim olarak çıkmayı başardı.
Filipinler’deki devlet başkanlığı yarışında,
9 milyon oyla yüzde 23 oy oranına ulaşan, eski
yatırım bankacısı ve Filipinler’in ilk devlet başkanının torunu Manuel Roxas ikinci oldu. Yüzde
21’lik oyla üçüncü sırada yer alan senatör Grace
Poe, Duterte’nin zaferiyle ilgili “Sonuçlara saygı
duyuyorum. Yetki Duterte’de. Ona bir şans verelim” derken Filipinler’in mevcut Devlet Başkanı
Benigno Aquino, Duterte’nin seçilmesinin ülkenin
yeniden diktatörlüğe döneceği anlamına geldiğini
savundu. Filipinler Anayasası’na göre altı ay içinde
görevi devredecek olan Aquino seçim sürecinde
diğer adayların Duterte’ye karşı birleşmesi için
faaliyet yürütmüştü.
GÜNEY OSETYA REFERANDUM
KARARI ALDI
RUSYA’NIN fiilî desteğiyle Gürcistan’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan eden ayrılıkçı Güney Osetya Bölgesel Yönetimi, topraklarını
Rusya’ya katmak için 2017 yılında referanduma gideceklerini açıkladı. Güney Osetya’nın herhangi bir meşruiyeti bulunmayan devlet
başkanı Leonid Tibilov ile parlamento başkanı Anatoli Bibilov’un
imzasını taşıyan açıklamada siyasi istikrarı sağlamak ve halkın
uzun vadeli çıkarlarını korumak amacıyla bölgenin Rusya’ya doğrudan katılmasının zorunlu görüldüğüne dikkat çekildi.
Gürcistan, kendi topraklarındaki bu ayrılıkçı girişimle ilgili henüz
resmî açıklamada bulunmazken olaya ilk tepki Amerika Birleşik
Devletleri Dışişleri Bakanlığı’ndan geldi. Bakanlık Sözcüsü Mark
Toner, ülkesinin Gürcistan’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne
destek verdiğini belirterek Güney Osetya’yı Gürcistan’ın bir parçası
olarak gördüklerini söyledi. Toner, ABD’nin Güney Osetya’nın bağımsızlıkla ilgili girişimlerini tanımadığını sözlerine ekledi.
İSPANYA’DA SEÇİM TAKVİMİ BELLİ OLDU
2015 yılının Aralık ayında gerçekleştirilen seçimler sonucunda
hiçbir partinin parlamentoda tek başına çoğunluğu sağlayacak
sandalye sayısına sahip olamadığı İspanya’da koalisyon krizi erken
seçim kararıyla aşılıyor. Merkez sağ ve merkez soldaki partilerin
büyük oranda oy kaybettiği seçimlerde Podemos (Yapabiliriz) ve
Ciudadanos (Yurttaşlar) adlı yeni oluşumlar öne çıkmıştı.
Daha önce hep tek parti iktidarıyla yönetilen İspanya’da yaklaşık
5 ay süren koalisyon kurma çalışmaları olumlu sonuç vermedi. Bunun üzerine son koalisyon görüşmeleri turuna aracılık eden İspanya
Kralı VI. Felipe, temasların olumsuz sonuçlandığını ve erken seçime
gidileceğini açıkladı. Seçimin 26 Haziran’da yapılması bekleniyor. İspanya Başbakanı Mariano Rajoy’un hükümeti seçimlerden bu yana
geçici hükümet statüsünde görev yapıyordu.
17
65. HÜKÜMET
GÖREV BAŞINDA
18
BAŞBAKAN BİNALİ YILDIRIM, “79 MİLYONUN HÜKÜMETİ”
OLDUKLARINI BELİRTEREK, “MİLLETİMİZİN BİRLİĞİ, BERABERLİĞİ
VE KARDEŞLİĞİNİN DAİM OLMASI İÇİN GECE GÜNDÜZ DEMEDEN
ÇALIŞACAĞIZ. İCRAATLARIMIZIN ANA GAYESİ, İNSANIMIZIN HAYATINI
KOLAYLAŞTIRMAK, YAŞAM KALİTESİNİ ARTIRMAK VE REFAHINI
YÜKSELTMEK OLACAKTIR” DEDİ.
ZEYNEP YIĞIT
19
A
dalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Genel Başkanı Binali
Yıldırım’ın başbakanlığında kurulan 65. Hükümet, TBMM’den
güvenoyu alarak göreve başladı.
65. Hükümet’in kuruluş sürecindeki dönüm noktalarından
biri İzmir Milletvekili Binali Yıldırım’ın 22 Mayıs’ta AK Parti
Genel Başkanı seçilmesi oldu. Yıldırım’ın genel başkan adaylığı
19 Mayıs’ta yapılan AK Parti Merkez Karar Yönetim Kurulu
(MKYK) toplantısının ardından açıklandı. O tarihte AK Parti Genel
Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü olan Avrupa Birliği Bakanı
Ömer Çelik, “Çok değerli bir arkadaşımız, İzmir Milletvekilimiz,
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanımız Sayın Binali Yıldırım, büyük bir mutabakatla genel başkan adayı olarak seçilmiştir”
dedi. Yıldırım’ın başarıları, hizmetleri ve “Hava yolunu halkın yolu
yaptık” sloganıyla millete dokunan, milletle beraber yürüyen çok
değerli bir siyaset ve devlet adamı olarak bugünlere geldiğini
ifade eden Çelik, “Şimdi AK Parti genel başkan adaylığı büyük
bir mutabakatla ortaya çıkmıştır. Çok şerefli bir görev, kendisini
kutluyoruz” diye konuştu.
Ömer Çelik’in açıklamasının ardından partililerin alkışları
eşliğinde kürsüye çıkan Binali Yıldırım ise “Kurucularından biri
olmaktan her zaman büyük bir onur duyduğum AK Parti’nin
genel başkan adaylığına layık görülmek benim için onurların en
yükseğidir, aynı zamanda çok büyük bir sorumluluktur. Kurucu
başkanımız, liderimiz başta olmak üzere partimizin her kade-
20
mesindeki arkadaşlarımızla tam bir uyum içinde çalışarak büyük
Türkiye hedeflerine ulaşmak için elimizden gelen her türlü gayreti
göstereceğiz” dedi. Konuşmasında terörle mücadelede kararlılık
vurgusu yapan Yıldırım, “Milletim rahat olsun, bu terör belasını
Türkiye’nin gündeminden çıkaracağız” ifadesini kullandı.
AK Parti’nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresi “Kutlu Yürüyüşe
Devam” temasıyla 22 Mayıs’ta Ankara Arena Spor Salonu’nda
yapıldı. Partinin üçüncü genel başkanını seçmek üzere toplanan
kongrede, Binali Yıldırım 1282 delegenin imzasıyla tek aday olarak
gösterildi.
AK Parti’nin 2. Genel Başkanı ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, kongredeki konuşmasında görev yaptığı dönemle ilgili değerlendirmelerde bulunarak, “Milletimizin huzur ve güvenliğinden,
ülkemizin refah ve istikrarından asla taviz vermedik. Bu dönemde
Türkiye, bölgesinde devam etmekte olan yangınlara rağmen
hem istikrarını korudu hem de her alanda atılımlarını sürdürdü.
Türkiye büyümeye, kalkınmaya, dev yatırımlarla geleceğini inşa
etmeye devam etti. Devraldığımız hizmet kervanını bir an bile
yavaşlatmadık. Aksine aşkla, heyecanla ülkemizi baştan başa
mamur etme çabasında olduk” dedi. AK Parti 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nin bir “vefa kongresi” olması temennisinde bulunan
Davutoğlu, “Makamlara, mevkilere, koltuklara veda ederiz, ama
ahdimize, ilkelerimize, davamıza asla veda etmeyiz. Biz geçici
gündemlerin değil, kalıcı erdemlerin peşindeyiz” diye konuştu.
Kongrede 1405 delegenin oyuyla AK Parti Genel Başkanı seçilen Binali Yıldırım ise “Bayrak değişimi, sadece ve sadece millet
yolunda yapılacak yeni hizmetlerin kapısını aralamak için bir
araçtır” ifadesini kullandığı konuşmasında “Sayın Cumhurbaşkanım, söz veriyoruz, sevdan sevdamız, davan davamız, yolun
yolumuzdur” dedi. Yıldırım, Davutoğlu’na hizmetlerinden dolayı
şükranlarını sunduklarını da kaydetti.
Genel başkan adaylığı açıklandıktan sonra yaptığı konuşmada
olduğu gibi kongrede de terörle mücadele konusundaki kararlılığı vurgulayan Binali Yıldırım, “Eli kanlı PKK terör örgütü silahlı
eylemlerini sona erdirene kadar operasyonlar aralıksız devam
edecek. Paralel yapılanmalara, bölücü çetelere asla ve asla prim
vermeyeceğiz. Şunu herkes iyi bilsin ki, Türkiye’de tek devlet
vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Hiç kimsenin devletle
bilek güreşine girmesine asla ve asla müsaade etmeyeceğiz”
dedi. Yıldırım konuşmasında yeni anayasa ve başkanlık sistemi
konuları üzerinde de durdu.
AK Parti 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde 1470 delegeden
1411’i oy kullandı. Binali Yıldırım 1405 oy alarak Genel Başkan
seçilirken 6 delegenin oyu geçersiz sayıldı. Kongrenin ardından
AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) ise şu isimlerden oluştu:
Siyasi ve Hukuki İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Hayati
Yazıcı, Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Mustafa
Ataş, Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Ahmet
Sorgun, Tanıtım ve Medyadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı:
Cevdet Yılmaz, Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı:
Mehmet Mehdi Eker, Sosyal Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Öznur Çalık, Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel
Başkan Yardımcısı: Erol Kaya, Ekonomi İşlerinden Sorumlu Genel
Başkan Yardımcısı: Şaban Dişli, Sivil Toplum ve Halkla İlişkiler
Başkanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Mehmet Müezzinoğlu, Mali ve İdari İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı:
Vedat Demiröz, Ar-Ge’den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı: Nükhet Hotar, İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı:
Yasin Aktay, Çevre, Şehir ve Kültürden Sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı: Çiğdem Karaaslan, Genel Sekreter: Abdulhamit Gül
Yeni kabine 24 Mayıs’ta açıklandı
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kongrenin ardından
AK Parti Genel Başkanı Binali Yıldırım’ı kabul ederek kendisini
21
Başbakan
Binali Yıldırım
Başbakan Yardımcısı
Nurettin Canikli
Başbakan Yardımcısı
Mehmet Şimşek
Başbakan Yardımcısı
Numan Kurtulmuş
Başbakan Yardımcısı
Yıldırım Tuğrul Türkeş
Başbakan Yardımcısı
Veysi Kaynak
Adalet Bakanı
Bekir Bozdağ
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Fatma Betül Sayan Kaya
Avrupa Birliği Bakanı
Ömer Çelik
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı
Faruk Özlü
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Süleyman Soylu
Çevre ve Şehircilik Bakanı
Mehmet Özhaseki
Dışişleri Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu
Ekonomi Bakanı
Nihat Zeybekci
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı
Berat Albayrak
Gençlik ve Spor Bakanı
Akif Çağatay Kılıç
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı
Faruk Çelik
Gümrük ve Ticaret Bakanı
Bülent Tüfenkci
İçişleri Bakanı
Efkan Ala
Kalkınma Bakanı
Lütfi Elvan
Kültür ve Turizm Bakanı
Nabi Avcı
Maliye Bakanı
Naci Ağbal
Millî Eğitim Bakanı
İsmet Yılmaz
Millî Savunma Bakanı
Fikri Işık
Orman ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu
Sağlık Bakanı
Recep Akdağ
22
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı
Ahmet Arslan
65. Hükümet’i kurmakla görevlendirdi. Yıldırım yeni
kabineyi 24 Mayıs’ta kamuoyuna açıkladı. Buna göre
Bakanlar Kurulu şu isimlerden oluştu:
Başbakan: Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcıları:
Nurettin Canikli, Mehmet Şimşek, Numan Kurtulmuş,
Yıldırım Tuğrul Türkeş, Veysi Kaynak, Adalet Bakanı:
Bekir Bozdağ, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı: Fatma
Betül Sayan Kaya, Avrupa Birliği Bakanı: Ömer Çelik,
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı: Faruk Özlü, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı: Süleyman Soylu, Çevre ve
Şehircilik Bakanı: Mehmet Özhaseki, Dışişleri Bakanı:
Mevlüt Çavuşoğlu, Ekonomi Bakanı: Nihat Zeybekci,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı: Berat Albayrak,
Gençlik ve Spor Bakanı: Akif Çağatay Kılıç, Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanı: Faruk Çelik, Gümrük ve Ticaret
Bakanı: Bülent Tüfenkci, İçişleri Bakanı: Efkan Ala,
Kalkınma Bakanı: Lütfi Elvan, Kültür ve Turizm Bakanı: Nabi Avcı, Maliye Bakanı: Naci Ağbal, Millî Eğitim
Bakanı: İsmet Yılmaz, Millî Savunma Bakanı: Fikri Işık,
Orman ve Su İşleri Bakanı: Veysel Eroğlu, Sağlık Bakanı: Recep Akdağ, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı: Ahmet Arslan.
65. Hükümet’in en genç ve tek kadın bakanı Fatma
Betül Sayan Kaya oldu. 1981 doğumlu Kaya, Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı görevini üstlendi. 64.
Hükümet’te Başbakan Yardımcılığı yapan Lütfi Elvan
yeni kabinede Kalkınma Bakanı, Millî Eğitim Bakanı
Nabi Avcı Kültür ve Turizm Bakanı, Millî Savunma
Bakanı İsmet Yılmaz Millî Eğitim Bakanı, Bilim, Sanayi
ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık ise Millî Savunma Bakanı
oldu.
Başbakan Yardımcıları Mehmet Şimşek, Numan
Kurtulmuş, Yıldırım Tuğrul Türkeş, Adalet Bakanı Bekir
Bozdağ, İçişleri Bakanı Efkan Ala, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Maliye Bakanı Naci Ağbal, Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Gençlik ve Spor Bakanı
Akif Çağatay Kılıç, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak aynı görevlerine devam ederken, Yalçın Akdoğan,
Sema Ramazanoğlu, Volkan Bozkır, Fatma Güldemet
Sarı, Mustafa Elitaş, Cevdet Yılmaz, Mahir Ünal ve
Mehmet Müezzinoğlu yeni kabinede yer almadı.
65. Hükümet’te Başbakanlık görevini üstlenen
Binali Yıldırım, 21 Aralık 1955’te Erzincan Refahiye’de
65. HÜKÜMET’IN ILK BAKANLAR KURULU TOPLANTISI, 25 MAYIS’TA
CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYIP ERDOĞAN’IN BAŞKANLIĞINDA
CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLLIYESI’NDE GERÇEKLEŞTIRILDI.
doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaa ve Deniz Bilimleri
Fakültesi’ni bitiren Yıldırım, Dünya Denizcilik Üniversitesi’nde
(WMU) yüksek lisansını tamamladı. Türkiye’nin en eski tersanelerinden Camialtı Tersanesi’nde mühendislik ve yöneticilik
görevlerini yürüttü. İstanbul Deniz Otobüsü İşletmeleri (İDO)
Genel Müdürlüğü de yapan Yıldırım, Adalet ve Kalkınma Partisi
Kurucular Kurulu Üyesi oldu. 58, 59, 60, 61 ve 64. Hükümetlerde
Ulaştırma Bakanlığı görevlerini yürüttü. Çok iyi derecede İngilizce, orta derecede Fransızca bilen Binali Yıldırım, evli ve 3 çocuk
babası.
Başbakan Yıldırım Hükümet Programı’nı sundu
Başbakan Binali Yıldırım, Bakanlar Kurulu’nu açıkladığı 24
Mayıs’ta 65. Hükümet Programı’nı TBMM Genel Kurulu’nda sundu. Konuşmasına “Cumhuriyetimizin 65’inci, Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin 7’nci hükümeti adına aziz milletimizi ve Meclisimizin
siz değerli temsilcilerini saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları
başta olmak üzere büyük millete hizmeti geçen, eser bırakan,
taş üstüne taş koyan bütün devlet ve siyaset adamlarını şükranla anıyorum” diyerek başlayan Yıldırım, AK Parti hükümetleri
dönemindeki çalışmalara değinerek şunları söyledi: “AK Parti
hükümetleri 14 yıl boyunca ülkemizde demokrasinin yerleşme-
sini, millî birlik ve beraberliğimizin güçlenmesini sağlamak için
her türlü zorluğa rağmen canla başla çalışmıştır. Millî iradeye
dayalı siyaset kurumunu zayıflatmaya yönelik her türlü tertibi
milletimiz büyük sağduyusuyla aşmıştır. Bundan sonra da millî
iradeye karşı oluşacak her türlü girişimi milletimizin desteğiyle,
kararlı duruşumuzla aşacağımız bilinmelidir. Ülkemizin birliği ve
beraberliği yolundaki kutlu yürüyüşümüzü kesintiye uğratmaya
çalışan, millî güvenliğimizi tehdit eden eski, yeni tüm vesayet
unsurlarıyla kararlı mücadelemizi devam ettireceğiz. Bölücü
terör örgütü, paralel terör örgütü başta olmak üzere tüm terör
örgütleriyle mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir. Milletimizin birliğine, kardeşliğine, devletimizin bekasına halel getirecek
hiçbir gayrimeşru oluşuma müsamaha edilmeyecektir. Milletimiz
emin olsun ki bu terör belası Türkiye’nin gündeminden mutlaka
çıkarılacaktır. Ülkemizin terörle mücadelesinde vatanımız ve
milletimizin huzuru için en büyük fedakarlığı yaparak kanlarını
dökmüş, canlarını ülkemizin geleceği için vermiş olan kahraman
şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, ruhları şad olsun.”
Başbakan Binali Yıldırım, siyasi partilerin seçimlerde “yeni
anayasa” vaadinde bulunduklarını hatırlatarak, “Artık, gün bugündür. Yeni anayasa, başkanlık sistemi de dahil olmak üzere
yeni yönetim sistemini de belirleyecek değişiklik, behemehâl 26.
Yasama Dönemi’nde, AK Parti Hükümeti olarak bizim en öncelikli
23
konularımız arasında yerini alacaktır. İlk defa millet iradesiyle
gerçekleştirilecek bu anayasanın yapımında diğer siyasi partileri
de yanımızda görmeyi bekliyoruz. Gelin, bu tarihî sorumluluğu
birlikte yerine getirelim” çağrısında bulundu. Yıldırım konuyla
ilgili şunları söyledi: “Ülkemizde hükümet sistemi tartışmaları
uzun bir geçmişe sahiptir. Siyasi tarihimizin değişik dönemlerinde
farklı siyasi partiler ve liderler hep sistem meselesini gündeme
taşımış, başkanlık sistemi başta olmak üzere yeni öneriler konuşulmuştur, ancak günümüze kadar bu konuda herhangi bir
ilerleme kaydedilmemiştir. Bugün artık bu tartışmaları bir kenara
bırakıp Cumhurbaşkanımızın halk tarafından seçilmesiyle birlikte
ortaya çıkan fiilî duruma anayasayla resmî ve hukuki bir statü
kazandırılması bir zaruret haline gelmiştir. Mevcut sistemin
yetki, görev, sorumluluk paylaşımında pek çok muğlaklık barındırması siyasal sistemin yeniden düzenlenmesini mecburi hale
getirmektedir. Mevcut sistem içindeki tıkanıklığın Meclisimizde
oluşacak uzlaşmalarla çözümü için birçok girişimde bulunulmuş,
ancak bugüne kadar maalesef ortak bir uzlaşma ortaya çıkmamıştır. Bu bakımdan, seçimlerde söz verdiğimiz gibi, AK Parti
olarak bu konuyu ülkemizin gündeminde daha fazla tutmamak
adına gerekli çalışmaları başlatacağız ve bu konuda da tüm siyasi
partilerin desteğini arayacağız.”
24
Başbakan Binali Yıldırım, yeni anayasa ile birlikte yeni TBMM
İçtüzüğü, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’nun da hazırlanarak yürürlüğe konulacağını söyledi. 65. Hükümet döneminde
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” şiarıyla yapacakları her işte öncelikle insanların mutluluğu ve refahını ön planda tutacaklarını ifade
eden Yıldırım, “İcraatlarımızın ana gayesi, insanımızın hayatını
kolaylaştırmak, yaşam kalitesini artırmak, refahını yükseltmek
65. HÜKÜMET ÜYELERI GÜVEN OYLAMASINDAN SONRA
ANITKABIR’I ZIYARET EDEREK ATATÜRK’ÜN MOZOLESINE ÇELENK
KOYDU VE SAYGI DURUŞUNDA BULUNDU.
olacaktır” dedi. Yıldırım konuşmasında “Farklılıklarımız zenginliğimizdir. Tüm vatandaşlarımızın bu anlamda inancına, diline,
kültürüne, değerlerine, yaşam tarzına ve diğer tüm farklılıklarına
saygı göstermeyi sürdüreceğiz” ifadelerine de yer verdi.
Başbakan Binali Yıldırım, 65. Hükümet Programı’nın ekonomiden sağlığa, eğitimden kültüre, yargıdan savunmaya her
alana yönelik çeşitli hususlarını dile getirdiği konuşmasını şu
sözlerle tamamladı: “Gerçekleştireceğimiz icraatlarla Türkiye’de
üretimi, üretkenliği, refahı daha da üst seviyelere çıkaracağız.
İnsanlarımızın daha sağlıklı, eğitimli, huzur içinde olması, daha
iyi şartlarda yaşam standartlarına kavuşması yanında devletine,
birbirlerine ve kendilerine güvenen bireyler haline gelmesi bizim
siyasetteki varlık sebebimiz olacak. Büyük Türkiye hedefimize
ulaşma yolunda 65. Hükümet’in milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.”
Güvenoyundan sonra Anıtkabir ziyareti
65. Hükümet’in güven oylaması 29 Mayıs’ta yapıldı. TBMM
Genel Kurulu’nda 453 milletvekilinin katıldığı oylamada 138
ret oyuna karşılık 315 kabul oyu kullanıldı. Oylamanın ardından
teşekkür konuşması yapan Başbakan Binali Yıldırım, “AK Parti
hükümetleri olarak bizim bir özelliğimiz var; seçimlerde ne kadar
oy alırsak alalım, bu çatı altında güvenoyu aldıktan sonra artık
herkesin hükümetiyiz, 79 milyonun hükümetiyiz” dedi. Yıldırım,
milletimizin birliği, beraberliği ve kardeşliğinin daim olması için
gece gündüz demeden çalışacaklarını söyledi.
65. Hükümet üyeleri güven oylamasından sonra Anıtkabir’i
ziyaret etti. Atatürk’ün mozolesine çelenk konulması ve saygı
duruşunda bulunulmasının ardından Başbakan Yıldırım Anıtkabir
Özel Defteri’ne şunları yazdı: “Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük
Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti 65.
Hükümeti görevine başlamış bulunmaktadır. Milletimizin iradesiyle Türkiye’yi yönetme görevini yüklenmiş bir hükümet olarak,
Cumhuriyetimizi yüceltmeye, ülkemizi büyütmeye, milletimizin
itibarını artırmaya devam edeceğiz. Cumhuriyet tarihimizin en
büyük yatırımlarını gerçekleştirmenin verdiği güven, şevk ve
heyecanla ülkemize hizmet etmeye kararlıyız. Bütün gayretimiz
vatandaşlarımızın barış, huzur ve refah içinde yaşadığı, itibarlı bir
Türkiye içindir. Türkiye’yi kardeşlik, dayanışma, birlik ve bütünlük
üzerinde güçlendirmenin, demokratik standartları ileri seviyelere
ulaştırmanın mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz. Ortak hedefimiz, ülkemizi dünyanın en saygın ve güçlü ülkelerinden biri
kılmaktır. Bu vesileyle, sizi rahmetle ve minnetle yâd ediyoruz.
Ruhun şad olsun.”
25
İNANÇTAN GELENEĞE BİR RAHMET AYI
HOŞGELDİN
YA ŞEHR-İ RAMAZAN
26
ISLAM’IN ŞARTLARINDAN ORUÇ IBADETININ GERÇEKLEŞTIRILDIĞI RAMAZAN
AYI, MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN “ON BIR AYIN SULTANI” OLARAK
NITELENDIRILIR. KURAN-I KERIM’IN YERYÜZÜNE INDIRILMEYE BAŞLADIĞI
AY OLMASI NEDENIYLE “KURAN AYI” DIYE DE ANILAN RAMAZAN, İBADETIN
COŞKUSUNA KÜLTÜREL UNSURLARIN EKLENMESIYLE İSLAM ÂLEMI IÇIN
BENZERSIZ ANLARIN YAŞANDIĞI BIR DÖNEM HALINE GELIR.
ORHAN GÜLENAY
27
B
akara Suresi’nin 185’inci ayetinde Yüce Allah müminlere şöyle
buyuruyor: “(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi,
doğru yolun ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri
olarak Kuran’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise
içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta
veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde
tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz
ve şükretmeniz içindir.” İslamiyet’in temel kaynağı vahyin kayıt
altına alındığı, yüzyıllardır hidayet ışıkları saçan Kuran-ı Kerim’in
yeryüzüne indirildiği ay olması dolayısıyla müminler için büyük
önem taşıyan Ramazan’a kavuşmanın coşkusu bu yıl da Asya’dan
Afrika’ya, Avrupa’dan Amerika’ya yaklaşık 1,7 milyar Müslüman’ı
sardı. Bu vecd ile Allah’ın emrini yerine getirmek üzere hazırlanan
İslam âlemi bir kez daha Ramazan’ın hikmeti üzerine tefekkür
edecek, verdiği nimetler için Rabbine şükredecek, dayanışmanın
en güzel örneklerini sergileyecek.
İlk emri “Oku!” (Alak/1) olan dinin, okunsun, ibret alınsın, güzel
ahlak edinilsin, hayat ona göre düzenlensin diye vahyedilmiş kitabının indiği ayı kutsal sayması, üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi
gereken bir noktadır. Bu yüzden Ramazan İslam tarihinde “Oruç ayı”
28
olarak anıldığı kadar “Kuran ayı” olarak da bilinir. Müminler evlerinde,
mescitlerde, meclislerde Ramazan boyunca Kuran okur, onun çizdiği
yolu kendi güzergahı kılmak için çaba harcar. Oruç ise evreni yaratan
Allah’a yönelmenin, sabrı anlamanın, kötülüklerden kaçınmanın
erdemini hatırlatan bir ibadet olarak Ramazan ayının merkezindedir.
İslamiyet, Kuran’da belirtildiği üzere Allah katındaki tek dindir.
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den itibaren Allah’ın emir
ve yasaklarını ileten tüm peygamberler İslam peygamberidir.
Her çağda ve her yerde geçerli olan İslam’ın hükümleri hayatın
tamamını kapsar. Ramazan ayı, bu bütünlüklü inanç dünyasını
özetlemek bakımından da önemlidir. İmsak vaktinden iftar vaktine kadar tüm günü ibadet halinde geçirmek, bu süre zarfında
haramdan kaçınmak aslında Ramazan dışındaki dönemlerde de
müminlere öğütlenir. Allah’ı sürekli anmak, günaha yaklaşmamak
Müslümanların temel görevidir. İslam’ın böylesine kapsayıcı olması Müslüman toplulukların toplumsal hayatından devlet anlayışına, mimari yapısından ekonomik kurumlarına birçok alanda etkili
olmuştur. Osmanlı şehirciliğinde en güzel ifadesini bulan cami
merkezli külliye ve külliye merkezli yerleşim birimi uygulaması
bunun örneklerindendir. Bir Hadis-i Şerif’te “Dinin direği” olarak
anılan namaz için cemaatin günde beş kez toplandığı cami, şehir
ORUÇ, ALLAH’A YÖNELMENIN, SABRI ANLAMANIN,
KÖTÜLÜKLERDEN KAÇINMANIN ERDEMINI HATIRLATAN BIR IBADET
OLARAK RAMAZAN AYININ MERKEZINDEDIR.
hayatının odak noktasıdır. Caminin çevresinde yükselen yapılardan medresede dinî ve pozitif ilimler öğretilir, darüşşifada hastalara deva aranır, muvakkithanede zaman ölçümü yapılır. Şehrin
ekonomik hayatı külliyeye yakın konumlandırılan çarşılarda sürer.
Böylece bütün hayat, Ay’ın Dünya, Dünya’nın Güneş etrafında
dönmesi gibi külliyenin etrafında döner. İslam inancından doğan
bu yaşayış yüzyıllar içinde benzersiz bir kültürü de meydana getirir. Ramazan ayı bu kültürün en belirgin şekilde, toplumun tüm
kesimlerinde sevgi ve coşkuyla yaşandığı bir dönemdir.
Mahyalarda parlayan Ramazan
Ramazan’ın gelişinin müjdesini minareler arasına gerilen mahyalar verir. Ramazan ayının faziletini anlatan özlü sözler başta
olmak üzere çeşitli ifadelerin, eski zamanlarda kandillerle günümüzde ise küçük ampullerle yazıldığı mahyalar şehirlerin ışıl ışıl
görünmesini sağlar. Ramazan’ın minarelere getirdiği bir değişiklik
de akşam ezanı okunduktan sonra minaredeki kandillerin yakılmasıdır. İmsak vaktine kadar yanan kandiller, ezanı duymayan
müminlerin orucunu açmasına yardımcı olurken sönmeleri orucun
başladığını haber verir. İletişim teknolojisinin gelişmediği dönem-
29
RAMAZAN’IN GELIŞININ MÜJDESINI MINARELER ARASINA
GERILEN MAHYALAR VERIR. BU MÜBAREK AYIN FAZILETINI
ANLATAN ÖZLÜ SÖZLERIN YER ALDIĞI MAHYALAR ŞEHIRLERIN
IŞIL IŞIL GÖRÜNMESINI SAĞLAR.
de son derece işlevsel olan bu uygulama, günümüzde bir gelenek
halinde devam eder.
Ramazan öncesinde büyük-küçük tüm camiler ve mescitler
temizlenir. Gün boyu Kuran tilavetinin gerçekleştirildiği camilerde yatsı vaktiyle birlikte teravih heyecanı başlar. 20 rekatlık
bir namaz olan teravih Ramazan gecelerinde ibadethanelerin
dolup taşmasını sağlar. Müminler bir sünneti yerine getirmenin
coşkusunu yaşarken aynı zamanda bu vesileyle toplanmanın,
mahalleliyle görüşmenin faydalarını görür. Özellikle yaz aylarına denk gelen Ramazanlarda cami avluları geç saatlere
kadar Müslümanların sohbet ettiği, hasret giderdiği mekanlara
dönüşür. Yakın çevredeki ihtiyaç sahiplerinin tespit edilip onlara yapılacak yardımların konuşulduğu, bayram hazırlıklarının
organize edildiği bu buluşmalar toplumsal huzur için önemli
işlevler üstlenir.
30
Ramazan’ın inançla medeniyeti yoğurmasına güzel bir örnek
Osmanlı Devleti’nde ortaya çıkan “Enderun teravihi”dir. Dört
rekatta bir selam verecek şekilde beş bölümde kılınan teravih
namazının her bölümünde Fatiha ile ardından okunan surenin Türk Musikisi’nin farklı makamlarıyla tilavet edilmesi ve
selamlardan sonra yine aynı makamda bestelenmiş ilahilerin
okunmasını ifade eden Enderun usulü teravih, yalnızca cemaati kalabalık olan camilerde değil, mahalle ve köy camilerinde
de oldukça yaygındır. Türklerin dinî musikiye verdikleri önem,
bu müziği Allah’a ulaşma yolunda bir vasıta olarak görmeleri
fikrine dayanır. Büyük Türk bestekarlarının bir bölümünün aynı
zamanda tasavvuf ehli olmasıyla klasik müziğimizde kutsal
temalar sıkça işlenmiştir. İbadete inancın yanı sıra estetik bir
açıdan yaklaşan Enderun teravihi, Osmanlı döneminde din ile
hayat arasında kurulan sıkı bağlantıyı gösterir.
Kamusal alanda Ramazan’ın etkisinin yoğun şekilde hissedildiği
bir diğer mekan çarşıdır. Şehrin en büyük sosyalleşme mekanı
olan çarşılarda Ramazan coşkusu bu mübarek ay gelmeden önce
başlar. İftarlıklar, sahurluklar tezgahlarda öne çıkar. Ramazan’ın
sonuna doğru ise bayram alışverişi çarşının hareketliliğini bir kat
daha artırır. Ahîliğin esnaf üzerinde denetim kurduğu Selçuklu ve
Osmanlı devirlerinde Ramazan ayında insanların ekonomik açıdan
zorlanmaması için özellikle gıda ürünlerinde fiyat indirimine gidilir.
Günümüzde hem tüccar ve esnaf birliklerinin hem de merkezî
otoritenin girişimleriyle Ramazan’da uygun fiyatlı ürünler satma
geleneği devam etmektedir.
Sokaklarda huzur
Ramazan, sokaklara gündüzüyle ayrı gecesiyle ayrı bir lezzet katar.
Oruç tutulan saatlerde nispeten tenha olan sokaklarda iftar hazır-
lıklarının izleri görülür. Akşam ezanı okunup oruçlar açıldıktan sonra
ise sokaklar ibadetini yerine getirmenin huzuru içindeki müminlerle
dolar. Teravih namazından sonra başlayan Ramazan eğlenceleri,
kültürümüzde önemli bir yer tutar. Özellikle çocukların heyecanla
beklediği Ramazan gecelerinde şehir meydanlarına kurulan alanlarda gölge oyunu, meddah, cambaz gösterileri yapılır; macuncular,
helvacılar, tatlıcılar ürünlerini satar. Müzik, şiir ve gösteri sanatlarının
geniş halk kitleleriyle buluştuğu bu eğlenceler, dünyada eşine az
rastlanır bir etkinliğe işaret eder. Batılılaşma öncesi sanat geleneğimizin Saray’dan konaklara, medreseden sokaklara tüm toplumu
kucaklayan yapıda olduğunu gösteren bu örnek günümüzde özellikle
yerel yönetimlerin girişimiyle yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Eğlenceler bitip insanlar uykuya çekildikten bir süre sonra
sokakların sessizliği Ramazan davulcusunun sesiyle yırtılır. Sahur vaktinin geldiğini haber veren bu ses yüzyıllarca Müslüman
31
mahallelerinin alametifarikalarından olmuştur. Davula eşlik eden
maniler, hem İslam’da ibadete çağrının insan sesiyle yapılması
geleneğine bir göndermedir hem de müminleri özlü sözlerle eğlendirmeyi, bilgilendirmeyi amaçlar. “Oruç tutmak izzettir / Bilene
bir lezzettir / On bir ayın sultanı / Müminlere rahmettir”, “Sofrada fakir olsun / Tabağı çukur olsun / Karnı doyduktan sonra /
Duayı okur olsun” gibi manilerle yataklarından kalkan aileler sahur sofrası etrafında toplanır. Pide ve ekmek fırınlarının sahurda
açık olması, geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürdürülen bir
gelenektir. Sahurda sıcak Ramazan pidesi yemek isteyenler, evde
hazırladığı böreği veya güveci odun ateşinde pişirmeyi tercih
edenler sayesinde fırınların ışıkları imsak vaktine kadar yanar.
32
Yardım ve dayanışma ön planda
Ramazan ayı, İslamiyet’in evreni kuşatıcı biçimde ele alması bakımından değerlendirildiğinde sürekliliğin önemli duraklarından
biri olarak karşımıza çıkar. Regaip Kandili ile başlayan Üç Aylar’dan
itibaren oluşan manevi iklim Ramazan’ın son günlerinde idrak edilen
Kadir Gecesi’nde en üst seviyeye ulaşır. Ardından gelen Ramazan
Bayramı, müminlerin ibadetlerinden sonra kavuştukları bir kutlama
zamanıdır. Yaklaşık iki ay sonra Hac mevsimi ve Kurban Bayramı
gelecek, müminler yeniden toplu ibadetin coşkusunu yaşayacaktır.
Hayatın sürekliliği içinde birer hatırlatıcı konumundaki bu günler,
Müslümanların diğer zamanlarda da gözetmesi gereken ölçüleri
yoğun biçimde gösterir.
İslam’ın beş şartından orucun merkezde olduğu Ramazan’da yoksullara yardım ve güçsüzlerle dayanışma da ön plana çıkar. Verilmesi
konusunda herhangi bir zaman dilimi belirtilmeyen zekat için çoğu
kişi Ramazan ayını tercih eder. Fitre ve sadakalar da Ramazan’a özgü
hayır işleridir. Ramazan’da birçok aile, maddi durumunun elverdiği
ölçüde yakın çevresindeki ihtiyaç sahiplerini iftar sofrasında ağırlar.
Köklü bir medeniyet mirası üzerinde yaşayan Türkiye’de Ramazan birçok açıdan sevgi, saygı, merhamet ve coşkuyu beraberinde
getirir. Bir yandan “Nerede o eski Ramazanlar” türünden yakınmalar
yaşansa da Ramazan’ın özüne dair değişmeden kalan uygulamalar
ülkemize huzur getirir.
33
ALI BOZER:
TÜRKIYE’NIN AVRUPA BIRLIĞI’NE ÜYELIĞI SADECE
ÜLKEMIZ VE AB ILIŞKILERINE DEĞIL, DIŞ SIYASI
KONJONKTÜRE DE BAĞLIDIR
SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
DIŞIŞLERI ESKI BAKANI VE BAŞBAKAN ESKI YARDIMCISI ALI BOZER,
SIYASI MÜCADELE YÜRÜTÜLÜRKEN GEREK TARTIŞMALARIN
IÇERIĞI GEREK KONUŞMA ÜSLUBUYLA TOPLUMA ÖRNEK TEŞKIL
EDILMESI GEREKTIĞINI BELIRTIYOR. “BIR ÜLKENIN HUZURU
SIYASET BAŞTA OLMAK ÜZERE HER ALANDA ISTIKRARA BAĞLIDIR”
DIYEN BOZER, SIK SIK KANUN DEĞIŞIKLIĞI YAPILMASINA
SICAK BAKMADIĞINI IFADE EDIYOR.
34
SÖYLEŞI
Sizi siyasetçi ve hukukçu kimliklerinizle tanıyoruz.
Özellikle dış politika konusunda önemli tecrübeleriniz bulunuyor. Dış politikayla ilgili sorulara geçmeden önce akademik ve siyasi hayatınızın dönüm
noktalarını öğrenebilir miyiz?
1947 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden
mezun oldum. 1951 yılında İsviçre Neuchâtel Hukuk
Fakültesi’nde doktoramı tamamladıktan sonra
Ankara’da kısa bir süre yargıç stajyerliği yaptım ve
müteakiben akademik kariyerime başladım. Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ticaret hukuku
asistanı, doçent, profesör oldum ve 20 yıla yakın bir
süre Ticaret Hukuku Kürsüsü Başkanlığı ile Banka
ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü
görevlerini yürüttüm. Doçentliğimin başlangıcında bir yıl süreyle ABD Harvard Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nde akademik çalışmalar gerçekleştirdim.
1973-1977 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hâkimliği yaptım. Daha sonra TRT Yönetim
Kurulu Üyeliği ve Başkan Yardımcılığı ile yaklaşık 20
yıl OYAK Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerinde bulundum. Siyaset hayatım ise 1981 yılının sonlarına doğru
başladı. 1980 askerî müdahalesinin ardından kurulan
44. Hükümet’te Gümrük ve Tekel Bakanlığı yaptım.
1983 seçimlerinden evvel bu görevden istifa ederek
Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin kurucuları arasında
yer aldım ve grup başkanvekilliğini üstlendim. Daha
sonra da rahmetli Turgut Özal’ın daveti üzerine Anavatan Partisi’ne intikal ettim. 45. ve 46. Hükümetlerde Avrupa Birliği’nden Sorumlu Devlet Bakanlığı
ve Başbakan Yardımcılığı yaptım. Ayrıca rahmetli
Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesini müteakip kısa bir
süre Başbakanlığa vekalet ettim. 47. Hükümet’te ise
Dışişleri Bakanı olarak görev aldım.
gerekiyordu. Biz fevkalade mütevazı bir kadroyla çalışmalarımıza başladık.
Bazı yazarların anılarında belirttiklerinin aksine, Avrupa Birliği ülkelerinde kamuoyu araştırmaları dahil titiz bir çalışma ve istişare yürüttük. İlk randevuyu
Türkiye’nin dosyasıyla ilgilenen Avrupa Komiseri Cheysson’dan talep ettik. Sayın Cheysson, İsviçre’de doktora yaptığım dönemde Fransa Dışişleri Bakanı’ydı.
Görüşmemiz sırasında kendisine Dışişleri Bakanlığı dönemine dair çeşitli izlenimlerimi anlatmam yumuşak bir havanın doğmasına vesile oldu. 45 dakika
planlanan ziyaret, iki saatten fazla sürdü. Bu görüşmenin benim için enteresan
olan iki yönü vardır. Birincisi, Sayın Cheysson Türkiye’ye karşı pek sempati duymayan bir komiserdi, bu itibarla müracaatımızı da müspet karşılamazdı, ama
iki saati mütecaviz görüşmeden sonra aynen şunu söyledi: “İngiltere Avrupa
Birliği’ne tam üye olduktan sonra Türkiye niye olmasın?” Bu söz, bir bakıma
bize yeşil ışıktı, bir bakıma da İngiltere’nin Avrupa Birliği’nin felsefesiyle tam
uyuşmadığının Sayın Cheysson tarafından ifade edilmesiydi. Nitekim, olayların
gelişimine bakarsanız, İngiltere avroya geçmedi ve önümüzdeki günlerde Avrupa Birliği üyeliğine devam edip etmeme hususunda referandum yapacak. Sayın
Cheysson, İngiltere’nin Kıta Avrupası’ndan farklı görüşlere sahip olduğunun
işaretini yıllar önce vermişti. Cheysson’la yaptığımız görüşmenin benim için
ikinci önemli yönü, ziyaretimizin ardından kendisinin Türkiye’nin müracaatı
konusunda menfi bir tutum sergilememiş olmasıdır. Biz Sayın Cheysson’dan
sonra Avrupa Birliği ve üye ülkeler nezdinde temaslarımıza devam ettik.
Görüşmelerinizde neler söylediniz? Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusu
konusunda hangi noktaların üzerinde durdunuz?
Türkiye 1980 askerî müdahalesinin ardından 1983 yılında genel seçimleri, 1984
yılında ise yerel seçimleri yapmıştı. Bu iki olay demokratik düzene geçişimizin en
önemli unsurlarıydı. Demokrasinin temel şartlarından birini teşkil eden seçimleri gerçekleştiren Türkiye’de ekonomide de önemli gelişmeler söz konusuydu.
Burada şunu ifade etmek istiyorum, bazı kesimler 24 Ocak Kararları’nı çok
eleştirirler, ben bu görüşe katılmıyorum. Rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlık
Müsteşarlığı, rahmetli Süleyman Demirel’in Başbakanlığı sırasında Bakanlar
Ülkemiz 1987 yılında Avrupa Birliği’ne (AB) tam
üyelik başvurusunda bulunduğunda Devlet Bakanı’ydınız. Bize o günleri anlatır mısınız? Bizzat takip
ettiğiniz başvuru sürecinde neler yaşadınız?
O yıllarda 1980 askerî müdahalesinden çıkmıştık; bu
itibarla Avrupa Birliği ve AB üyesi ülkelerle ilişkilerimiz fevkalade kötü ve kopuktu. Böyle bir atmosfer
içinde tam üyelik başvurusunu yapacaktık. Bu şartlar
altında adımlarımızı dikkatli atmamız ve başvurumuzun gerekçelerini üye ülkelere çok iyi anlatmamız
35
“HER ÜLKENIN ÇEŞITLI SORUNLARI VARDIR. BU SORUNLARI
DIKKATE ALARAK ÜMITSIZLIĞE KAPILMAK YERINE ÇÖZÜM
ÜRETMEYE ÇALIŞILMALIDIR.”
Kurulu’ndan geçen 24 Ocak Kararları, bana göre Türkiye’nin yakın tarihinde yapılmış
en büyük reformlardan biridir. O dönemde bunun çok olumlu neticeleri de alınmaya
başlamıştır; büyüme hızı artmış, enflasyonda ciddi düşüş yaşanmıştır. Binaenaleyh,
Avrupa Birliği ve üye ülkelerle görüşmelerimizde Türkiye’nin siyaset ve ekonomi
alanlarında Avrupa Birliği ile uyum sağlayacak bir ülke olduğunu ifade ettim. Ayrıca,
Türkiye’nin Avrupa Konseyi, NATO, OECD gibi kuruluşlarda uyumsuz bir dış politika
gütmediğinin dikkate alınması gerektiğini de belirttim.
Temaslarınız sırasında unutamadığınız anlar yaşamış olmalısınız…
Elbette, her görüşmeyle ilgili enteresan ayrıntılar var. Mesela Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne üyeliği hususundaki tavrı fevkalade önem taşıyan Almanya, görüşlerini net
bir şekilde söylemiyordu. “Siz Avrupa Birliği’ne üye olmaya ehil değilsiniz” anlamına
gelecek bir yaklaşımı yoktu, tersine tam üyelik müracaatını değerlendirmeye yönelik
sorular soruyordu, fakat arkadaşlarım ve ben Almanya’nın negatif olmasa bile olumlu
bir tutum sergilemediğini veya mütereddit olduğunu görüyorduk.
O günlerde en önemli hususlardan biri de Yunanistan’a gidilip gidilmeyeceğiydi.
Ben “Bu ziyareti yapmamamız, zaten Avrupa Birliği’ne üyeliğimizle ilgili menfi görüşteki Yunanistan’ı daha da aleyhimize çevirir” düşüncesiyle bu ülkeye de gitmemiz
gerektiği kanaatindeydim. Dışişleri Bakanlığı ise Yunanistan ziyaretimi olumlu karşılamıyordu. Bunun üzerine rahmetli Turgut Özal beni çağırdı. Kendisine Yunanistan’a
gitmemizin faydalarını ve mahzurlarını anlattım. Her zaman minnetle andığım Sayın
Özal beni dinledikten sonra kararı bana bıraktı. Randevuları alıp Yunanistan’a gideceğimiz sırada iki ülke arasında bir kriz çıktı. Bu gelişme üzerine Yunanistan’ın Avrupa
Birliği’nden sorumlu bakanı Pangalos’tan gelen
teklifle görüşmeyi Lüksemburg’da gerçekleştirdik. Dışişleri Bakanlığı Yunanistan dışında
yapılacak bir görüşmeye de sıcak bakmamıştı.
Yunan heyeti, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne neden üye olamayacağını anlattı, biz de bunlara
karşı kendi görüşlerimizi ifade ettik. Neticede
toplantı başladığı gibi bitmedi, olumlu bir hava
oluştu. Bir ara Pangalos, benimle başbaşa konuşmak istediğini söyledi. O konuşma sırasında
söz Ayvalık’a ve Yunan turistlerle Türk esnafın
güvene dayalı alışveriş ilişkilerine kadar geldi.
Hatta Ayvalık’ta ortak bir kitapçı dostumuz olduğu ortaya çıktı ve bu sebeple hava tamamen
değişti. Görüşme sonrasında basının karşısında
el sıkıştık, dostluk işaretleri verdik ve ortak bir
deklarasyon açıkladık.
Unutamadığım bir başka görüşmemiz de
Lüksemburg Dışişleri Bakanı Poos’la gerçekleşti. Görüşmenin ardından basının karşısına çıktığımızda gazeteciler tarafından
Poos’a Türkiye’nin müracaatının Konsey’den
Komisyon’a geçip geçmeyeceği soruldu. Bakan
Poos “Tabii geçecek” dedi. Bakınız, yaptığımız
görüşme neticesinde muhatabımız bunu söyleyecek bir noktaya gelmişti, fakat basındaki arkadaşlarımız “Başka ihtimal yok mu?” diye sordu. Poos da “Her türlü ihtimal var” dedi. Ertesi
gün gazeteyi aldığımda “Poos ara formül teklif
etti” diye yazıyordu, bu beni çok şaşırtmıştır.
İlgili kişilerle görüşmelerinizi yaptıktan sonra
sıra müracaata mı geldi?
Evet, tam üyelik müracaatında bulunmadan
evvel Avrupa Birliği -o zamanki adıyla Avrupa
Ekonomik Topluluğu- Dönem Başkanı ve Belçika Dışişleri Bakanı Tindemans’la yaptığımız
temasta bir görüş ileri sürdüm. O güne kadar
bütün müracaatlar Konsey’de oya sunulmuştu.
36
SÖYLEŞI
Oysa bu hukuken doğru değildi. Konsey’in görevi müracaatı yaptığımızda bizim Avrupalı olup olmadığımızı
değerlendirmekten ibaretti. Zaten bu sebeple bizim
Avrupalı olmadığımız görüşü de ileri sürülüyordu. Bu
görüşü tarihî gelişmeleri ve Avrupa içindeki hâlihazır
durumumuzu izah ederek etkisiz hale getirmeye
çalıştık ve “Avrupalı değilsek ancak bu takdirde müracaatımız reddedilir, Avrupalı isek Avrupa Birliği’nin
şartlarını yerine getirecek düzeyde olup olmadığımızı
Komisyon takdir eder” dedik. Tindemans “Biz bugüne
kadar böyle yaptık” dedi. Bunun üzerine “Siz bu hususu
bir de hukukçularınızla istişare edin” dedim. Neticede
bana daha sonraki bir toplantıda “Bizim hukukçular
da ‘Oya sunulacak’ diyor” cevabını verdi. Tindemans’a
“Hukukçularınız yanlış düşünüyor. Biz müracaatımızı
yapacağız, bu mesele hakkında artık ısrar da etmeyeceğim, fakat bir hususu dikkatinize sunmak istiyorum”
diyerek şunları söyledim: “Siz hukukun üstünlüğüne
saygı duyan ve gerçek Avrupalı kişiliğine sahip bir
kişisiniz, hukuk bu müracaatın oya konulmamasını emrediyor, siz oya koyarsanız kişiliğinize gölge düşer.” Bu
sözlerimin ardından tam üyelik müracaatımızı takdim
ettim ve oradan ayrıldık.
Bildiğim kadarıyla müracaatımız Konsey’de oylanmadan Komisyon’a geçti...
Orası tam sarih değil. Çünkü biz o sürecin içinde değildik, fakat şunu söyleyebilirim, eğer oya konulsaydı
Almanya ve Yunanistan mutlaka muhalefet edecekti,
ittifakla karar çıkması gerektiği için de müracaatımız
kabul edilmeyecekti. Ne oldu ne bitti bilmiyorum,
öğrenemedim de, bir karambol oldu ve müracaatımız Komisyon’a geçti. Burada bir noktaya dikkatinizi
çekmek isterim, bizden sonra vaki müracaatları oya
koymadılar.
1987’de müracaat ettiğinizde Türkiye’nin AB’ye tam
üyelik yolculuğu konusunda bir süre öngörmüş müydünüz?
Bu sorunuzun cevabını en güzel ifade eden kişi rahmetli
Turgut Özal’dır. Sayın Özal, tam üyelik müracaatımızın
Komisyon’a geçtiğini kendisine arz ettikten sonra basına bir açıklama yaptı ve “Bu uzun ince bir yoldur. Sonuna kısa sürede ulaşacağız diye düşünmeyelim, daha
yapacak çok işimiz var” dedi. Müracaatımız Komisyon’a
geçtiği anda dahi ben de Özal da bu işin kısa sürede sonuçlanacağı düşüncesinde değildik. Peki, neden bunu yaptık? Çünkü hükümet olarak birinci
planda düşündüğümüz şey Batı Bloku içindeki yerimizi kuvvetlendirmekti.
Bu süreci başlatmak istedik. Sonuca ne zaman ulaşacağımız hakkında sarih
bir kanaatimiz olmamasına rağmen “Biz üzerimize düşeni yapalım ve zamandan kazanalım” dedik. O dönemde birçok siyaset adamı arkadaşımız “Sizin
müracaatınız reddedildi” dedi. Eğer müracaatımız reddedilmiş olsaydı bugün
o müracaat esas alınarak bu safhaya gelinebilir miydi?
Tam üyelik başvurusunun üzerinden 29 yıl geçti. Sizce hâlâ önümüzde
uzun ince bir yol var mı?
Bunun tek bir cevabı var benim indimde, bu müracaatın başarıya ulaşabilmesi
bizim tutumumuza ve dış siyasi konjonktüre bağlıdır. Bir misal vereceğim,
bildiğiniz gibi Suriyeli mülteciler meselesi gündeme geldi, hemen “Şu kadar
para verelim, fasılları açalım, vizeyi kaldıralım” dediler. Mülteci meselesi
olmasaydı bunlar ne düşünülür ne de konuşulurdu. Biz üzerimize düşen görevi yaparsak Avrupa Birliği üyeliğimizin gerçekleşeceği ümidindeyim, fakat
maalesef Avrupa’da bize karşı sempati duymayan kesimler var, bu nedenle
onların muhalefeti olacaktır. Ayrıca biraz önce ifade ettiğim gibi, tam üyelik
talebimizin başarıya ulaşması sadece bizim Avrupa Birliği ile ilişkilerimize
değil, dış siyasi konjonktüre de bağlıdır.
Ülkemizin gündemindeki konulara ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir?
Siz en çok hangi hususlar üzerinde duruyorsunuz?
Her ülkenin çeşitli sorunları vardır, bu sorunları dikkate alarak ümitsizliğe
kapılmak yerine çözüm üretmeye çalışılmalıdır. Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri terör ve özellikle PKK ile IŞİD sorunudur. Terör olayları hepimizi
derinden üzmektedir. İkinci husus yeni anayasadır. Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğu, içeriği hakkında mutabakat olmasa bile toplumun
hemen her kesimi tarafından ifade edilmektedir. Üçüncü husus ise bugün
çok aktüel görünmemekle birlikte Ermeni meselesidir.
37
“İKI MÜESSESE VARDIR KI TOPLUMA ÇOK BÜYÜK ETKI YAPAR.
BUNLARDAN BIRI BASIN, DIĞERI SIYASETTIR. HER IKISININ DE
TOPLUMUN KÜLTÜR SEVIYESINI YÜKSELTMEDE
ROL OYNADIĞI GÖRÜŞÜNDEYIM.”
rupa Konseyi’ne üye olduktan sonra “Sen benim işime ne karışıyorsun?”
diyemezsiniz. Bu statüye gelmiş bir ülke, demokrasinin sadece ülke sınırları içinde çözülmesi gereken bir mesele olduğunu kabul edemez, çünkü
bunun uluslarüstü siyasal ve yargısal denetimi vardır. Türkiye, Avrupa
Konseyi Komisyonu’nun yargısal denetimini geç bir tarihte tanımıştır.
Rahmetli Özal’ın başbakanlığındaki, benim de içinde yer aldığım hükümet zamanında ise Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisi
de kabul edilmiştir. Daha sonra Komisyon ve Mahkeme birleştirilmiş, tek
bir yargısal denetim organı ortaya çıkmıştır.
Uluslarüstü denetimden bahsetmişken önemli bir noktaya daha değinmek istiyorum. Zannedilmesin ki Avrupa Birliği ülkeleri mensuplarının
tümü çeşitli hususlarda kendi koydukları prensiplerin düzeyine erişmiştir.
Bu, benim için üzüntü verici ve kritik bir konudur. Binaenaleyh, Avrupa
Birliği ile ilişkilerimizi yürütürken bu hususa da dikkat etmemizde fayda
vardır. Bunları bilmeden bir hayranlık duymanın isabeti yoktur. Son zamanlarda göçmenler meselesi dolayısıyla Avrupa’nın tutumu ortadadır.
Keşke her ülkenin vatandaşlarının tümü Avrupa Birliği Konvansiyonu’nda
öngörülen insan hakları düzeyine sahip bir fikrî yapıya kavuşmuş olsa.
Temenni ederim ki, Avrupa Birliği ülkelerinin vatandaşlarının hepsi kendi
koydukları prensiplerin düzeyine ulaşabilsinler.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hâkimliği de yapmış
biri olarak demokratik düzene ve farklı fikirlere saygı duyulmasına büyük önem veriyorum. Benim için demokraside üç
vazgeçilmez unsur vardır; birincisi seçimler, ikincisi kuvvetler ayrılığı prensibi, üçüncüsü ise insan hakları ve hukukun
üstünlüğü ile uluslarüstü yargısal ve siyasal denetimdir.
Burada yargısal ve siyasal denetim hususunu biraz açmak
istiyorum. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermek üzere olduğu
dönemde, bir daha böyle büyük felaketlerin yaşanmaması
için demokratik bir düzenin cihanşümul, yani evrensel hale
getirilmesi fikri kabul gördü. Bu itibarla harpten sonra bazı
kuruluşlar meydana getirildi, bunların başında da Avrupa
Konseyi gelir. Türkiye, Avrupa Konseyi’ne ilk katılan ülkelerden biridir. Bu kuruluşun iki önemli fonksiyonu vardır;
üye ülkeler üzerinde siyasal denetim ve yargısal denetim.
Siyasal denetimi Avrupa Konseyi Parlamentosu, yargısal
denetimi ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapar. Siz Av-
38
SÖYLEŞI
Size göre siyaset nasıl yapılmalı, politikada nelere dikkat edilmeli?
İki müessese vardır ki topluma çok büyük etki yapar. Bunlardan biri
basın, diğeri siyasettir. Ben her ikisinin de toplumun kültür seviyesini
yükseltmede rol oynadığı görüşündeyim. Fakat bugünkü siyasi ortamda
tanık olduğumuz çekişmeler beni mutlu etmiyor. Bu çekişmelerin hem
vatandaşa etkisi müspet değil hem bu tartışmalar bize yakışmıyor. Siyasetçiler, tartışmaların içeriği ve konuşma üslubuyla topluma örnek teşkil
edecek şekilde siyasi mücadelelerini sürdürmelidir. Öte yandan, istikrar
taraftarı bir kişi olarak kanunların gereksiz yere, kişisel tercihlerle sık sık
değiştirilmesine sıcak bakamıyorum. 21 yaşındayken İsviçre’ye giderek
doktoramı bu ülkede yaptım. İsviçre, istikrar kavramı açısından beni çok
etkilemiştir. Bir ülkenin huzuru istikrara bağlıdır. İstikrar taraftarı olmak
tutuculuk veya gelişmeye açık olmamak değildir. Hiç şüphesiz, gelişmeye
açık olacaksınız, fakat bu sık sık kanun değiştirerek, her seferinde ayrı
bir sistem getirerek olmaz. Böyle bir uygulama sadece Türkiye’de değil,
her yerde huzursuzluğa ve endişeye sebebiyet verir. Bu itibarla özellikle
siyasette istikrarın gereğine inanıyorum.
TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE
MAYIS 2016’DA KABUL EDILEN YASALAR
Kanun
Numarası
Kabul
Tarihi
Başlığı
6713
03/05/2016
Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun
6714
03/05/2016
Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri Kabulüne
İlişkin Anlaşma ile Oluşturulan Ortak Geri Kabul Komitesinin 2/2016 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6715
06/05/2016
İş Kanunu ile Türkiye İş Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6716
10/05/2016
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belçika Fransız Toplumu Hükümeti, Valonya Hükümeti
ve Brüksel-Başkent Bölgesi Fransız Toplumu Komisyonu Heyeti Arasında Kültür, Eğitim
ve Bilimsel Araştırma Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu
Hakkında Kanun
6717
11/05/2016
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Birleşmiş Milletler İnsani İşler Eşgüdüm Ofisi Arasında
Türkiye’de Bir Ülke Ofisi Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6718
20/05/2016
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
39
KRALLIKTAN DEMOKRATIK
HUKUK DEVLETINE
BREZILYA
40
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
YÜZYILLARCA AVRUPALI DEVLETLERIN HAKIMIYETI ALTINDA KALAN,
BAĞIMSIZLIĞINI ILAN ETMESININ ARDINDAN ISE SIK SIK DARBELER VE
KISA SÜRELI HÜKÜMETLER NEDENIYLE DEMOKRASISINI TESIS EDEMEYEN
BREZILYA, BUGÜN ANAYASASINDA DA AÇIKÇA BELIRTILDIĞI GIBI INSAN
HAKLARI VE DEMOKRASI KAVRAMLARINA BÜYÜK ÖNEM VERIYOR. GÜNEY
AMERIKA’NIN EN BÜYÜK VE EN KALABALIK ÜLKESI, ÖZELLIKLE TARIM
ÜRÜNLERI IHRACATIYLA EKONOMIK ALANDA DA ADINDAN SÖZ ETTIRIYOR.
PINAR ÇAVUŞOĞLU
41
Y
eryüzünün Asya’dan sonra en büyük kıtası Amerika’nın toprakları, Güney Kutbu’ndan Kuzey Kutbu’na kadar uzanıyor. Bu
nedenle kıtada iklim ve bitki örtüsünün pek çok çeşidi görülüyor.
Amerika’nın insan yaşamı için en elverişli bölgeleri, bundan yüzyıllar önce Avrupalılar tarafından keşfedildi ve kıtaya yoğun bir
göç hareketi başladı. Bir zaman sonra Avrupalılar, özellikle bugün
Amerika Birleşik Devletleri’nin konumlandığı bölgede o denli çoğaldı ki Amerika yerlileri ya yaşadıkları lokasyonda yok oldular ya
da kıtanın periferisine itildiler.
Amerika yerlileri denince Kızılderililer geliyor akla. Bu tanım,
kuzeyden güneye kıtanın her yerinde yayılış gösteren halkların
büyük çoğunluğu için kullanılıyor. Amerika’da daha önceki dönemlerde hangi uygarlıkların yaşadığı ise net olarak bilinmiyor.
Bu eksiklikteki en büyük payı Amerika kıtası tarihini Kolomb’un
bölgeyi keşfiyle başlatan Batılı kaynaklar oluşturuyor. Kıtanın,
kitaplarda adı en çok geçen uygarlıklar olan Mayalar, Aztekler ve
İnkalar haricinde, Güney Amerika’da Norte Chico, Valdivia, Cañaris,
Chavín, Çipça, Çimu, Guarani, Tupi gibi topluluklara evsahipliği
yaptığı tahmin ediliyor. Onların kurdukları şehirlerle; tıp, astrono-
mi, matematik gibi alanlarda ne derece bilgi sahibi olduklarıyla;
önemli bilim adamları, sanatçıları ve filozoflarıyla ilgili kanıt niteliğindeki kalıntıların, Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte din karşıtı
görülerek yok edilmesi de milattan önce yaşamış kıta sahipleriyle
ilgili bilgilerin az olmasındaki bir diğer etken.
Toprak verimi, iklim ve doğal kaynaklar bakımından bugün
Brezilya’nın bulunduğu bölge Amerika’nın en değerli alanlarından
birini kaplıyor. Portekizliler kıtaya geldiğinde Brezilya’da 7 milyon
civarında nüfusa sahip yerli halk bulunuyordu. Tupiler, Guaraniler,
Gêler ve Arawakları içeren etnik gruplar uzun bir sahil şeridi ve ormanlarla kaplı bölgede balıkçılık, avcılık ve tarımla geçiniyordu. Bu
etnik grupların zamanla ortadan kalkmasının Avrupalıların kıtaya
gelişiyle alakası olmadığı söylenir. Pek çok kaynak Tupiler, Guaraniler, Gêler ve Arawakların farklı dinlere inandıkları, çeşitli kültür
ve ahlaki değerleri benimsedikleri için birbirleriyle savaştıklarını
ve yok olduklarını belirtir. Portekiz İmparatorluğu’nun 1500 yılında bölgeye gelişiyle zengin Brezilya topraklarında tarım da daha
verimli uygulanmaya başlar. Meşhur Amazon Ormanları’nın yüzde
60’ını topraklarında barındıran Brezilya’da, sonradan dünyanın en
Arawaklar
42
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Brezilya’nın keşfi
PORTEKIZ KRALI I. MANUEL, KAŞIF PEDRO ÁLVARES CABRAL’IN
TESADÜFEN AYAK BASTIĞI ÜLKEYE SANTA CRUZ (KUTSAL HAÇ)
ADINI VERDI. ÜLKENIN BREZILYA ISMINI ALMASI ISE BÖLGEDE SIK
RASTLANAN BIR AĞAÇ TÜRÜ SAYESINDE OLDU.
önemli hammaddesi olacak petrol de önemli bir doğal kaynaktır.
Hakeza Brezilya birkaç yüzyıl sonra, ekonomik değeri en yüksek
ürünlerden kahve üretiminde dünya birincisi haline gelecektir.
Güney Amerika’nın küçük Portekiz’i
Kolomb kadar meşhur olmasa da Portekizli denizci Pedro Álvares
Cabral da Yeni Dünya’nın kaşiflerinden biri. Cabral, Hindistan’a
giden ilk Avrupalı Vasco da Gama’nın rotasını izleyerek oraya
ulaşma amacı taşıyordu. Ancak yolda rotası değişen gemiler
Hindistan yerine başka bir yere gitti ve buraya Vera Cruz (Gerçek
Haç) dendi. Gemilerinden birini Portekiz’e bu yeni toprak parçasını
haber vermek üzere gönderen Cabral on gün sonra Hindistan’a
doğru yola çıktı. Kaşifin tesadüfen ayak bastığı Vera Cruz’a,
Cabral’ı keşfe gönderen Portekiz Kralı I. Manuel (1495-1521) Santa
Cruz (Kutsal Haç) adını verdi. Ülkenin Brezilya ismini alması ise
bölgede sık rastlanan bir ağaç türü sayesinde oldu. Tekstil ve deri
sanayiinde boya olarak kullanılan “brazilin” adlı maddenin bol
Brezilya’da Portekizliler
bulunduğu “brazilwood” ağacı ülkeye Terra do Brasil (brazilwood
diyarı) denmesini sağladı.
Brezilya’yı Avrupa ülkelerinden ilk olarak Portekiz keşfetmiş
ve orada krallığını ilan etmişti. Ancak coğrafi keşiflerin yoğun
olarak yaşandığı 16. yüzyılda diğer Avrupalıların da bölgeye ayak
43
Cumhuriyetin ilanı
basması yakındı, hatta Fransa ve İspanya gelmişti bile. Bundan
rahatsız olan Portekiz Kralı III. João (1521-1557), Martim Afonso
de Sousa adlı amiralini bölgede sömürgeleştirme çalışmaları
yapmak üzere Brezilya’ya yolladı. De Sousa’nın ilk hedefi yerli
halkla iyi ilişkiler kurmak oldu. Brezilya’nın kuzeydoğusunda
yer alan Pernambuco’daki Fransızlara ait bir ticaret
merkezini ortadan kaldırması, çeşitli kentler kurarak burada belediyecilik adına bazı reformlar
gerçekleştirmesi amiralin icraatları arasında
yer aldı. Ancak De Sousa’nın ülkesine en
büyük faydalarından biri altın başta olmak
üzere Brezilya’daki değerli madenlerin yerini öğrenmek oldu.
Portekiz’in Brezilya’da madenlere, verimli topraklara veya sanayileşme vadeden
bölgelere yakınlığını baz alarak kurduğu
şehirler Rio de Janeiro ve Sao Vicente’ydi.
1500’lü yılların sonlarında ise ülkede pek çok
Portekiz şehri yer alıyordu. Portekizlilerin bölgeye gelişinden önce Brezilya’da yaşayan halk, yavaş
yavaş sindirilmeye başlamıştı. Kristof Kolomb tarafından
keşfedildiğinde Amerika kıtasının yaklaşık 70 milyon olan nüfusunun, 16. yüzyıla gelindiğinde 3 buçuk milyona gerilemesi yerli
halka yalnızca psikolojik bir sindirme politikası uygulanmadığının
44
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
da kanıtıydı. 17. yüzyılda ise Avrupa’nın yerlileri esir etme ve köle
gibi çalıştırma teşebbüsleri başarısız oldu. Bu yüzyılda ilk defa
Afrika’dan siyahiler getirildi ve köle yapıldı.
Portekiz’in 1580-1640 yılları arasında İspanya egemenliğine girmesi nedeniyle Brezilya hariç Güney Amerika’daki tüm Portekiz sömürgeleri İspanya tarafından yönetildi. Ancak
İspanya İmparatoru I. Carlos’un Portekiz Kralı’nın
kızıyla evlenmesiyle iki ülke birleşti ve İspanyol
İmparatorluğu Amerika’daki tek güç haline
geldi. 1640’ta ise Portekizliler Brezilya’da
yeniden egemenliklerini ilan etti. 1807’de
Fransa İmparatoru Napolyon’un Portekiz’i
ele geçirmesiyle Portekiz Kraliçesi I. Maria (1777-1816) ve hanedanı Brezilya’ya
kaçarak Rio de Janeiro’ya yerleşti. Şehir,
bir Avrupa ülkesine kısa süreli de olsa başkentlik yaptı.
1800’ler Latin ülkelerinde büyük bir aydınlanmaya ve ardından dirilişe sahne oldu.
Avrupalı işgaline, onların zulmüne ve kaynaklarını
sömürmesine bir son vermek isteyen ülkeler birbirinden
bağımsız olarak, kendi çaplarında, büyük devletlerle mücadeleye
girişti. Fransız İhtilali’nin doğurduğu özgürlük ve milliyetçilik akımlarının da bu başkaldırışta büyük payı vardı. Ayrıca dünyanın bir
LATIN AMERIKA’NIN TAMAMINDA GÖZLENEN ISYAN
HAREKETLERININ DE ETKISIYLE 1817 YILINDA PERNAMBUCO’DA
BÖLGESEL CUMHURIYET ILAN EDILDI.
diğer güçlü imparatorluğu İngiltere’nin sömürgeleri kışkırtması,
Napolyon’un Amerika’da sömürgeleri bulunan İspanya’yı işgal
etmesi, 1776’da Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yayımlanması
da tetikleyici diğer faktörlerdi.
Herkes kendi yurduna
Portekiz hanedanının Brezilya’ya yerleşmesi, buradaki koloninin
sahipsiz olmadığının da bir göstergesiydi. I. Maria’nın ardından
yönetimi VI. João (1816-1826) devraldı ve ilk olarak bölgede ekonomik refahı hedefledi. Kral’ın uyguladığı yöntemler ilk etapta
ekonominin canlanmasını sağladı, ancak ardından gelen başarısız
sonuçlar, zaten ülkenin gidişatından memnun olmayan halkta
huzursuzluğa neden oldu. Latin Amerika’nın tamamında gözlenen isyan hareketlerinin de etkisiyle 1817 yılında Pernambuco’da
bölgesel cumhuriyet ilan edildi. Bir anayasa hazırlanması,
VI. João’nun yetkilerinin sınırlandığının açık bir ifadesiydi.
Portekiz Krallığı’nın yönetiminin Brezilya’da bulunmasının ülkeye katkısı, Brezilya’nın dünya genelinde Portekiz’le eşit statülerde
değerlendirilmesi oldu. Ancak Napolyon’un Portekiz’den çekilmesi
VI. João’nun ülkesine dönüşünü de zorunlu kıldı. Yaklaşık yüz yıl
sonra yeniden toplanma imkanı bulan Portekiz Parlamentosu,
iki ülkenin eşit değerlendirilmesinin yanlış olduğunu savunarak
Brezilya’yı yeniden sömürge statüsüne aldı. Bu arada VI. João,
Brezilya’ya oğlu I. Pedro’yu veliaht olarak bırakmıştı ve Brezilya
tekrar sömürge olunca parlamento I. Pedro’nun Portekiz’e dönmesini istemişti. Ancak I. Pedro 1822’de ülkenin bağımsızlığını ilan
ederek Brezilya İmparatorluğu’nu kurdu, aynı zamanda ülkenin
ilk kralı oldu. İmparatorluğu ilk tanıyan ülke ise 1824’te Amerika
Birleşik Devletleri’ydi.
I. Pedro önceleri halka karşı ılımlı bir politika izlemiş, daha sonra
Meclis’i dağıtarak meşrutiyet yönetimini mutlak kılan bir anayasa hazırlatmıştı. 1824 Anayasası Kral’a tepkileri artırmış, buna
Arjantin-Brezilya Savaşı da eklenince büyük bir iç karışıklık meydana gelmişti. 1825’te başlayan ve üç yıl süren savaş sonrasında
Uruguay kaybedildi. Bu durum halkın hükümete olan güvenini
iyiden iyiye yıprattı. 1831 yılında I. Pedro, tahtı beş yaşındaki oğlu
II. Pedro’ya (1831-1889) devretti.
I. Pedro
45
II. Pedro’nun 1840’ta resmî olarak ülkenin başına geçişiyle 1834 yılında kabul edilen
anayasada birtakım değişikliklere gidildi. Yeni anayasada kralın yetkileri kısıtlandı
ve eyalet parlamentoları oluşturuldu. İktidarı boyunca 36 kabineye başkanlık eden
II. Pedro liberal ve muhafazakar partilere eşit mesafede durdu. II. Pedro döneminde
Brezilya’nın bölgedeki nüfuzu arttı, ABD ve Avrupa’yla iyi ilişkiler geliştirildi. Kahve
başta olmak üzere şekerkamışı ve pamuk gibi tarım ürünleri ihracatını artıran ülkede
ekonomik iyileşmeler kaydedildi. Kültürlü, aydın ve entelektüel kral, yurt dışı seyahatleri sırasında rastladığı teknolojik gelişmeleri ülkesine kazandırabilmek için de
büyük çaba sarf etti. Onun döneminde 8 bin kilometre uzunluğunda bir demiryolu ağı
kuruldu. II. Pedro’nun en önemli siyasi reformlarından biri de ülkede köleliği kaldırması
oldu. 1888 yılında yaklaşık 800 bin köle özgür bırakıldı. Ancak çeşitli uygulamalarıyla
toprak zenginlerini, kiliseyi ve ordu mensuplarını kızdıran II. Pedro, 16 Kasım 1889
askerî darbesiyle tahttan indirildi. Böylece
Brezilya İmparatorluğu sona erdi ve cumhuriyet ilan edildi.
Askerî darbeyi gerçekleştiren grubun lideri
Manuel Deodoro da Fonseca, 1891 yılına kadar geçici hükümetin başkanlığını üstlendi.
Devlet yöneticiliğinde başarı sağlayamayan
ve bunun farkında olan Da Fonseca 1891’de
istifasını sunarak yerini Floriano Peixoto’ya
bıraktı.
Savaşlar, iç karışıklıklar ve sık sık anayasa
değişiklikleriyle uzun yıllar uğraşmak zorunda kalan Brezilya 1914 yılında siyasi birliğini
sağlayarak dünya ülkeleri tarafından tanındı.
1930, 1964, 1965 askerî darbeleri, kısa aralıklarla meydana gelen hükümet değişiklikleri
nedeniyle Brezilya, onca değerli maden yatağı, çeşit çeşit ve belli bir kalitenin üzerinde
tarım ürünlerine rağmen gitgide fakirleşti.
1974 yılında bölgenin en yoksul ülkesi haline
gelen Brezilya’nın bir nebze olsun refaha
kavuşması ancak 1990’larda mümkün oldu.
Sonraki yıllarda ülke ekonomisi gittikçe büyüyen bir seyir izledi.
Bugün Brezilya…
II. Pedro’nun Avrupa’ya sürgünü
1930 askerî darbesi
46
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
Latin Amerika’nın en büyük, dünyanın yedinci büyük ekonomisine sahip Brezilya’da
iktisadi alanın birkaç lokomotifi bulunuyor;
bunların başında ise tarım geliyor. Ülke daha
çok futbol ve doğal güzellikleriyle akla gelse
de kahve üretiminde dünyada birinci sırada
yer alıyor. Kahvenin yanı sıra kakao, soya,
pamuk, tütün ve mısır da Brezilya ekonomisine en çok katkı yapan tarım ürünleri.
Ayrıca değerli madenler konusunda ülkenin
dünya çapında bir üstünlüğü bulunuyor.
Brezilya bugün 1990’lı yıllarda büyümeye
başlayan ekonomisi sayesinde Uluslararası
Para Fonu’na (IMF) olan borçlarını bitirmiş,
hatta IMF’ye para aktaran bir ülke pozisyonunda yer alıyor.
Başkanlık sistemiyle yönetilen Brezilya’da
devlet başkanlığı görevini İşçi Partili (PT) Dilma Rousseff üstleniyor. Ancak hakkında açılan
Ulusal Kongre Binası
ÇOK PARTILI BIR SISTEMIN BULUNDUĞU BREZILYA’DA YASAMA
ORGANI, HALK OYUYLA SEÇILEN VE 7 YIL SÜREYLE GÖREV
YAPAN 81 ÜYELI SENATO ILE 4 YIL SÜREYLE GÖREVDE
BULUNAN 513 ÜYELI TEMSILCILER MECLISI’NDEN OLUŞUYOR.
çeşitli davalar nedeniyle 12 Mayıs 2016’dan bu
yana altı aylığına bu görevi Rousseff’e vekaleten Michel Temer yürütüyor. İdari açıdan 26
eyalet ile başkent Brasilia ve çevresini kapsayan Federal Bölge’den oluşan Brezilya’da her
eyaletin kendi yasaları bulunuyor. 5 Ekim 1988
tarihinde yürürlüğe koyulan anayasanın ilk
maddesinde, “Eyaletlerin, yerel yönetimlerin
ve Federal Bölge’nin ayrılmaz birlikteliğiyle
kurulmuş olan Federatif Brezilya Cumhuriyeti
demokratik bir hukuk devletidir” ifadesi yer
alıyor. İlk maddede ayrıca ülkenin egemenlik;
vatandaşlık; insanın saygınlığı, haysiyeti ve
onuru; emeğin ve hür teşebbüsün sosyal değerleri; siyasi çoğulculuk ilkeleri üzerine inşa
olunduğu belirtiliyor.
Devletin ve hükümetin başı olan başkan
dört yılda bir seçiliyor ve başkana bağlı 37
bakan bulunuyor. 1988 Anayasası’nın ikinci
maddesinde de ifade edildiği gibi yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız,
ancak uyumlu çalışan erkler olarak değerlendiriliyor. Çok partili bir sistemin bulunduğu
Brezilya’da yasama organı, halk oyuyla seçilen ve 7 yıl süreyle görev yapan 81 üyeli
Senato ile 4 yıl süreyle görevde bulunan 513 üyeli Temsilciler Meclisi’nden oluşuyor.
Dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan Brezilya, bu özelliğine rağmen
yoksullukla mücadele eden bir ülke konumunda bulunuyor. Bunun nedenleri arasında
uzun yıllar Avrupalı devletlerin boyunduruğu altında yaşaması ve mevcut kaynaklarının
sömürülmesi, gelir dağılımı yönünden yanlış politikalar uygulanarak ülkede ortadirek
kavramının ortadan kaldırılması gösteriliyor. Ülkenin daha eşitlikçi bir toplum inşa etme
hedefi, Anayasa’da dahi açıkça belirtiliyor. Özgür, adil, birlik ve dayanışma içinde olan
bir toplumun oluşturulması; ulusal kalkınmanın sağlanması; yoksulluğun ve standart
altı yaşam koşullarının tamamen ortadan kaldırılması, sosyal ve bölgesel eşitsizliklerin azaltılması; ulusal köken, ırk, cinsiyet, deri rengi, yaş gibi konularda hiçbir önyargı
olmaksızın ve diğer herhangi bir konuda hiçbir surette ayrımcılık yapılmaksızın tüm
kişilerin refahının iyileştirilmesi Brezilya’nın iç politika hedefleri arasında yer alıyor.
Uluslararası ilişkilerinde ılımlı bir politika izleyen Brezilya, bu ilişkilerini belirli bazı
ilkeleri ön planda tutmak suretiyle yürütüyor. Bu ilkelerden ilkini insan hakları oluşturuyor. Diğerleri barış, eşitlik, ırkçılığın reddedilmesi, halklar arası işbirliği gibi konular
çerçevesinde şekilleniyor.
47
TÜRK SIYASETINDE
DEMİREL’LI 35 YIL
48
TÜRKIYE’DE ÇOK PARTILI DÖNEME GEÇILMESININ ARDINDAN
1950-1960 YILLARI ARASINDA IKTIDARDA KALAN DEMOKRAT
PARTI 27 MAYIS DARBESIYLE GÖREVDEN UZAKLAŞTIRILIR.
1964 YILINDA, DEMOKRAT PARTI ÇIZGISINDE SIYASET YAPAN
ADALET PARTISI’NIN GENEL BAŞKANLIĞINA SEÇILEN
SÜLEYMAN DEMIREL, 2000 YILINDA CUMHURBAŞKANLIĞI’NDAKI
GÖREV SÜRESINI DOLDURANA DEK TÜRK SIYASETININ EN
ÖNEMLI ISIMLERI ARASINDA YER ALIR.
ENVER UYGUN
T
ek parti yönetimi, çok partili denemeler, “açık oy-gizli tasnif”, koalisyonlar,
darbeler, muhtıralar, rejim krizleri, erken
seçimler, anayasa tartışmaları... Köklü bir
devlet geleneğinin mirası üzerine inşa edilen
Cumhuriyet’in 93 yıllık tarihinde acısıyla tatlısıyla çok sayıda siyasi olay bulunuyor. 19652000 yıllarını kapsayan 35 yıllık dönemde bir
kez Başbakan Yardımcılığı, yedi kez Başbakanlık görevlerini yürüttükten sonra Türkiye
Cumhuriyeti’nin 9’uncu Cumhurbaşkanı olan
Süleyman Demirel, bu sürecin en önemli
isimlerinden biri.
Cumhuriyet’in ilanından sonra doğan ilk siyasetçi kuşağının temsilcilerinden Süleyman
Demirel, 1924 yılında Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de dünyaya gelir. İlkokulu
doğduğu köyde tamamladıktan sonra ortaokul ile liseyi Isparta ve Afyonkarahisar’da
bitirir. Demirel’in İstanbul Teknik Üniversitesi
İnşaat Fakültesi’nden mezun olup Elektrik
İşleri Etüd İdaresi’nde çalışmaya başladığı,
ardından sulama ve elektrik konularında
mesleki eğitim almak üzere Amerika Birleşik
Devletleri’ne gönderildiği 1949-1953 yılları arası Türkiye’de siyasetin daha önceki döneme
kıyasla büyük dönüşümler geçirdiği bir sürece
tekabül eder.
Genç kadrolar
7 Ocak 1946’da tek partili sistemde iktidarda olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP)
içinde yaşanan fikir ayrılıkları sonucu CHP ile yolları ayrılan dört milletvekili öncülüğünde Demokrat Parti (DP) kurulur. Aynı yılın Mayıs ayında yerel seçimler, Temmuz
ayında ise genel seçimler gerçekleştirilir. Seçim sisteminin muhalefet partisi aleyhine
çok sayıda hüküm içermesi, oylamada demokratik usullere aykırı “açık oy-gizli tasnif”
yönteminin benimsenmesi, bürokrasiyle siyasetin yıllardır iç içe geçmesinden kaynaklanan parti devleti görüntüsü gibi etkenlere rağmen DP, milletvekili genel seçiminde
beklenenin üzerinde oy alır. Ülkede artık geri döndürülemez bir değişim rüzgarı esmeye başlamıştır. Demirel’in üniversite öğrenciliği ülkede siyasetin yöneldiği bu yeni
dalganın etkisi altında geçer.
49
RAGIP GÜMÜŞPALA’NIN VEFATINDAN SONRA AP’NIN BAŞINA
GEÇECEK KIŞININ HEM PARTIYI HEM TÜRKIYE’YI GELECEĞE
TAŞIYACAK GENÇ BIR ISIM OLMASI GEREKTIĞI FIKRI BELIRIR
VE SÜLEYMAN DEMIREL’E ADAYLIK TEKLIF EDILIR.
Kurtuluş Savaşı’ndan, bağımsız ancak kaynakları kısıtlı bir
devlet olarak doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayide kalkınması
için atılan adımların II. Dünya Savaşı’nın getirdiği olumsuzluklar
yüzünden sekteye uğramasının ardından 1940’ların sonlarına
doğru ekonomide kıpırdanma yaşanır. Ülkenin yetişmiş, donanımlı, nitelikli personel ihtiyacı da yüksek tahsil görmüş yeni
nesil tarafından karşılanmaya başlar. Süleyman Demirel’in yüksek
mühendis olarak mezun olup göreve başladığı bu dönemde iktidara gelen Demokrat Parti, devlet kadrolarında genç ve dinamik
isimleri istihdam etmeyi, onları deneyimlerini artırmak için yurt
dışına göndermeyi politika haline getirir. Demirel’in bürokrasiyle
tanışması ve başarılarıyla göz doldurup kendisini Başbakan Adnan
Menderes’in ismen tanıyacağı bir konuma getirmesi bu sürecin
sonucudur. 1953 yılında Seyhan Barajı inşaatında proje mühendisi
olarak çalışan Demirel, 1954’te Devlet Su İşleri (DSİ) bünyesinde
Barajlar Daire Başkanlığı’na, ertesi yıl, henüz 31 yaşındayken DSİ
Genel Müdürlüğü’ne atanır. 1960 yılında askere gitmek üzere görevden ayrılır. Aynı senenin 27 Mayıs’ında gerçekleşen askerî darbe,
siyasetle birlikte yetişmiş kadroların iş başında olduğu bürokrasiyi
de darmadağın eder.
Süleyman Demirel darbeyi takip eden dönemde devletteki görevinden ayrılarak kurduğu firmada müşavirlik ve taahhüt işlerini
yürütür. Aynı zamanda Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde mühendislik dersleri verir. Devlet tecrübesi olan genç ve başarılı bir iş
adamı olarak siyasete de ilgi duyan Demirel, 27 Mayıs darbesinin
Türkiye’nin gelişmesini engelleyen bir olay olduğunu düşünür.
50
Demokrat Partililere reva görülen muameleyi içine sindiremez.
Ülkenin kalkınması için askerin siyasetin üzerinden bir an önce
elini çekmesi, sivil siyasetin kaldığı yerden işine devam etmesi
gerektiğine inanır. Bu fikirlerle Demokrat Parti’nin devamı olarak
kurulan Adalet Partisi’nde (AP) siyasete atılır. AP, o yıllarda Kayseri Cezaevi’nde bulunan eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar başta
olmak üzere DP ileri gelenlerinin yönlendirmesi ve desteğiyle kurulmuştur. 1950’li yıllarda halk arasında “demokrat” sözcüğünün
“demir kırat” olarak telaffuz edilmesinden yola çıkarak amblemini
kırat figürüyle oluşturan parti, darbeyi yapanlar ve destekleyenler
tarafından sürekli gözetim altında tutulur. 1961 yılında yapılan seçimlerde CHP’den sonra az farkla sandıktan ikinci sırada çıkan AP,
eski DP’liler için siyasi af getirilmesi önerisini Meclis’e sunar. Bu
teklif askerler tarafından hoş karşılanmadığı gibi siyasette askerî
vesayet isteyen çevrelerce de ağır şekilde eleştirilir. 1963’te sokak olaylarına varacak derecede af karşıtı propaganda yürütülür.
Süleyman Demirel’in yönetici sıfatıyla, birkaç arkadaşıyla içinde
bulunduğu Adalet Partisi binası eli sopalı göstericiler tarafından
basılır. Bina tahrip edilir, içeridekiler güvenlik güçleri tarafından
güçlükle tahliye edilir. Bu olayın ardından Demirel aktif siyasetten
çekilme kararı alır.
En genç başbakan
1964’te AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala’nın ölümünden sonra
partinin başına geçecek kişinin hem AP’yi hem Türkiye’yi geleceğe
taşıyacak genç bir isim olması gerektiği fikri belirir. Sadettin Bilgiç,
Tekin Arıburun ve Ali Fuat Başgil gibi deneyimli siyasetçilerin aday olduğu kongre öncesi
AP’nin tabanından ve kimi yöneticilerinden Süleyman Demirel’e adaylık teklifi gelir.
Demirel, delegenin büyük çoğunluğunun oyunu alarak AP’nin yeni genel başkanı seçilir.
İlerleyen yıllarda siyasi literatürümüze giren ifadesiyle “Kıratın yeni süvarisi” olur. Bu
dönemde iktidarda Cumhuriyet tarihinin ilk azınlık hükümeti sıfatını taşıyan İsmet İnönü
başbakanlığındaki CHP hükümeti vardır. Meclis desteğini kaybeden hükümetin düş-
mesinin ardından Demirel’in yönetimindeki
AP öncülüğünde Yeni Türkiye Partisi (YTP),
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve
Millet Partisi’nin (MP) bir araya gelmesiyle
29. Hükümet kurulur. Başbakanlığı Suat
Hayri Ürgüplü’nün üstlendiği hükümette Süleyman Demirel parlamento dışından Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı koltuğuna
oturur. Demirel’in TBMM kürsüsüne ilk çıkışı
bakan olarak yemin etmek üzere gerçekleşir.
10 Ekim 1965 tarihinde gerçekleştirilen
milletvekili genel seçimi AP’nin ve Süleyman Demirel’in zaferi olarak tarihe geçer.
Genç genel başkanın partisi, oyların yüzde
52,87’sini alarak 450 sandalyeli Meclis’te
240 milletvekiliyle temsil hakkı kazanır. 13.
Dönem Isparta Milletvekili olarak ilk kez parlamentoya giren Demirel, I. Demirel Hükümeti şeklinde de adlandırılan 30. Hükümet’i
kurar. 12 Mart 1971 Muhtırası’na kadar 31 ve
32. Hükümetlerin de başkanlığını üstlenen
Demirel 26 Mart 1971’de silahlı müdahale
tehdidi karşısında başbakanlıktan istifa eder.
Ekonomik kalkınmanın önüne set çeken 27
Mayıs 1960’ın etkilerinin silinip Türkiye’nin
daha müreffeh bir ülke haline gelmesi için
yatırımların ardı ardına gerçekleştirildiği bir
dönemde siyasetin üzerine yine vesayet gölgesi düşer. 1965-1971 yılları arasında kalkınma hızının yüzde 7’ye yükselmesi, Boğaziçi
Köprüsü, Ereğli Demir-Çelik İşletmeleri, Keban Barajı gibi büyük eserlerin inşa edilmesi,
enflasyonun yüzde 5 seviyesinde tutulması
gibi parlak başarılar bulunur. Öte yandan
özellikle 1968 yılından itibaren tırmanan öğrenci hareketleri, önceliğin kalkınmaya değil
güvenliğe verilmesini isteyen askerî çevreler
tarafından hoş karşılanmaz. Hükümeti ve
Meclis’i sol hareketler karşısında yeterli
tedbir almamakla ve 27 Mayıs’la görevden
uzaklaştırılan Demokrat Parti’nin mirasını
yaşatmakla suçlayan komutanlar, Başbakan
Demirel’e yolladıkları bir mektupla hükümetin istifasını ister. 1973 seçimlerine kadar
askerî vesayet altında, parlamento dışından
51
1973 MILLETVEKILI GENEL SEÇIMLERI’NIN GALIBI, BÜLENT ECEVIT’IN
BAŞINDA BULUNDUĞU CHP OLUR. DEMIREL’IN AP’SI 15. DÖNEM
TBMM’DE ANA MUHALEFET PARTISI OLARAK TEMSIL EDILIR.
bakanların ağırlığını oluşturduğu Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim
Talu hükümetleri döneminde Türkiye’de ekonomik istikrarsızlık
ve siyasi bunalımlar baş gösterir. Süleyman Demirel bu dönemde
parlamenter demokrasiyi savunan beyanlarıyla öne çıkar.
14 Ekim 1973 milletvekili genel seçiminin galibi, ilk kez genel başkan olarak seçime giren Bülent Ecevit’in başında bulunduğu CHP
olur. Demirel’in AP’si 15. Dönem TBMM’de ana muhalefet partisi
52
olarak temsil edilir. Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisinin önemli
isimlerinden Ferruh Bozbeyli’nin kurduğu Demokratik Parti’nin AP
tabanından önemli oranda oy kazanması bu sonuç üzerinde etkilidir.
Ecevit’in Millî Selamet Partisi ile kurduğu koalisyon hükümetinin
ömrü bir yıldan az sürer. Oluşan hükümet krizinde yine partilerin
iradesi dışında teşekkül eden Sadi Irmak Hükümeti güvenoyu
alamadan dört ay görevde kalır. Daha sonra, sorunlara parlamento
içinden çözüm üretmek üzere çaba harcayan Demirel, Meclis’teki
sağ partilerin desteğiyle I. Milliyetçi Cephe Hükümeti olarak anılan
koalisyonu kurar. Adalet Partisi’nin başkanlığındaki koalisyon, Millî
Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket
Partisi’nin desteğiyle güvenoyu alır.
5 Haziran 1977 seçimlerinde ulaştığı yüzde 41 oya rağmen
Meclis’te çoğunluğu elde edemeyen CHP’nin genel başkanı Bülent Ecevit’in kurduğu hükümet güvenoyu alamayınca Süleyman
Demirel II. Milliyetçi Cephe Hükümeti’ni oluşturur. Koalisyondaki
anlaşmazlıklar, ekonomideki çalkantı ve tırmanan sokak olaylarının
Türkiye gündemine oturduğu bu dönemde siyasi tarihimize “Güneş Motel Olayı” olarak geçen gelişme yaşanır. 12 AP milletvekilinin
bakanlık vaadiyle partisinden istifa ederek CHP’ye katıldığı bu olayın ardından
Milliyetçi Cephe Hükümeti düşer. Bülent Ecevit’in başbakanlığında kurulan 42.
Hükümet ise TBMM’de boşalan 5 sandalye için 1979 yılında yapılan ara seçimlerde
AP’nin 5 milletvekili çıkararak zafer kazanması üzerine Ecevit’in istifasıyla dağılır.
Ülkenin birçok bölgesinde sıkıyönetimin ilan edildiği, sağ-sol çatışmalarında her
gün çok sayıda vatandaşın hayatını kaybettiği, 6 Nisan’da görev süresi dolan
6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün yerine yeni Cumhurbaşkanı’nın bir türlü
seçilemediği bu dönemde Süleyman Demirel, Millî Selamet Partisi ile Milliyetçi
Hareket Partisi’nin dışarıdan desteklediği azınlık hükümetini kurar (12 Kasım
1979). Takvimler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde Demirel Başbakanlık koltuğundadır.
Sürgünden Cumhurbaşkanlığı’na
Türk siyasi hayatının kara lekelerinden 12 Eylül askerî darbesi sonucunda gözetim
altında tutulmak üzere Hamzakoy’a sürgün edilen Demirel, 6 Eylül 1987’de yapılan referanduma kadar siyasi yasaklı konumuna düşer. Kenan Evren başkanlığındaki askerî yönetim tüm partilerin faaliyetlerini durdurur, yönetici kadrolar başta
olmak üzere hemen hemen tüm eski siyasetçilere yasak getirir. Yasağın kapsamı
o denli geniş ve uygulamalar o denli keyfîdir ki, darbeden üç yıl sonra yapılan
seçimlere katılmak için Millî Güvenlik Konseyi’nin onayı şart koşulur. Demirel’in
el altından desteklediği Büyük Türkiye Partisi bu seçimlere katılamaz. Parti
daha sonra AP’nin devamı olduğu iddiasıyla kapatılır; Demirel de siyasi yasakları
çiğnediği gerekçesiyle Zincirbozan’a sürgüne gönderilir. Yasağı delmenin bir yolu
olarak ilerleyen süreçte gazeteci Nazlı Ilıcak’ın Süleyman Demirel’in görüşlerini
“Bir bilene sordum ve şöyle söyledi” ifadeleriyle Tercüman gazetesinde yazması
yakın tarihin enteresan olayları arasına girer.
Millet iradesiyle eski siyasetçilerin yasaklarını
kaldıran 1987 referandumunun ardından Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk başkanlığındaki Doğru Yol Partisi’ne girer. Parti kongresinde
genel başkanlığa seçilen Demirel, 7 yıllık aradan
sonra, 29 Kasım 1987 seçimleri sonucu oluşan 18.
Dönem TBMM’ye Isparta Milletvekili olarak geri
döner. Muhalefet lideri olarak geçirdiği bu dönemin ardından 20 Ekim 1991 seçimlerinde Doğru
Yol Partisi’ni sandıktan birinci çıkarmayı başarır.
Demirel bu seçim sonucunda son kez başbakanlık
koltuğuna oturacağı 50. Hükümet’i kurar. 17 Nisan
1993 tarihinde 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın
vefatıyla boşalan Cumhurbaşkanlığı için adaylığını
koyan Demirel, TBMM’de yapılan oylamanın üçüncü
turunda 224 milletvekilinin desteğini alarak Türkiye
Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı olur.
Süleyman Demirel, görev süresinin dolduğu 16
Mayıs 2000 tarihinden solunum yolu enfeksiyonu
ve kalp yetmezliğinden hayatını kaybettiği 17 Haziran 2015’e kadar Türk siyasetinin deneyimli bir
büyüğü olarak fikrine danışılan, görüşleri önemsenen bir figür olur. Türkiye’ye armağan ettiği
eserlerin yanı sıra esprili kişiliğiyle de hatırlanan
Demirel’in naaşı doğduğu köyde inşa edilen anıt
mezara defnedilir.
53
ANKARA’DA 800 YILLIK
BIR ŞAHESER
ASLANHANE
CAMII
54
KÜLTÜR VARLIKLARI
TÜRK-İSLAM SANATININ DÖNÜM NOKTALARINDAN BIRINI TEŞKIL
EDER SELÇUKLULAR DÖNEMI. KENDILERINE HAS BIR ESTETIK
ANLAYIŞ GELIŞTIREN, YÜZYILLAR SONRA BILE KARAKTERISTIK
ÖZELLIKLERINI MUHAFAZA EDEN BIR IŞLEME VE BEZEME ÜSLUBU
BENIMSEYEN SELÇUKLULAR, ANADOLU TOPRAKLARINDA
BENZERSIZ ESERLER ORTAYA KOYMUŞLARDIR. ANKARA’DAKI
ASLANHANE CAMII, SELÇUKLU SANATSAL ANLAYIŞ VE
UYGULAMASINI GÖZLEMLEMEK IÇIN EŞSIZ BIR FIRSATTIR.
ÇAĞLA TAŞKIN
FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
İ
nanış, yaşam şeklini belirleyen
unsurların başında geliyor demek
herhalde abartılı olmayacaktır. Din,
bize birçok şeyin yanında hayatımızı
nasıl düzenlememiz gerektiğini de
söyler. Dolayısıyla Türklerin İslam’ı kabulü aynı zamanda geniş kapsamlı bir
sosyal dönüşümdü. Yüzyıllara yayılan
ve hayatın her koluna sirayet eden
bu dönüşümün kendini gösterdiği
alanlardan biri de iş hayatı ve çalışma
şekliydi. İslam ahlakı ve değerlerinin
zanaat ve ticarete yansıması olarak
yorumlanabilecek Ahîlik, aslında
mesleki bir teşkilat olmanın ötesinde
güzel ahlakın, hakkaniyetli ve adil iş
yapmanın, dürüst kalfa ve çıraklar
yetiştirmenin, ustalıkla gelen bilgeliği
ve olgunluğu yardımseverliğe ve paylaşımcılığa dönüştürmenin ifadesiydi.
Selçuklu sultanlarından büyük teşvik
gören, Osmanlı toplumsal yapısının
temel taşlarından olan Ahî teşkilatının mensupları hem işlerine, zanaatlerine büyük bir sevgi ve saygı
göstererek mesleklerini yüceltti hem de yaşadıkları toplumda nüfuz sahibi olan ve sevilen insanlar haline geldi. Kaynağını İslam’daki
“fütüvvet” felsefesinden alan Ahîlik,
yalnızca ticari değil sosyal getirileri de
olan bir teşkilattı. Yüzlerce yıllık kadim
Ahîlik geleneğinin teşvik ettiği değerler sayesinde İslam Anadolu topraklarında daha etkin yayıldı. Dahası,
bir araya gelmenin daha güçlü kıldığı
Müslüman tüccar ve zanaatkarlar
daha önce yalnızca gayrimüslim halkın
faaliyet gösterdiği ticaret ve sanat
alanlarına nüfuz edip yeni dallarda
ustalık geliştirebildi. Anadolu’nun
dört bir yanının Ahîlik teşkilatı mensubu kişiler için inşa ettirilen veya
inşasına onların katkıda bulunduğu
eserlerle dolu olmasına şaşmamak
gerek. Ankara Samanpazarı’ndaki
Aslanhane Camii veya diğer ismiyle
Ahî Şerafeddin Camii de bu eserlerden
biri. Samanpazarı ve civarının eski
Ankara’nın en hareketli ticaret merkezlerinden olduğu düşünüldüğünde
bir Ahî’nin buraya cami armağan
etmesi daha da anlamlı hale geliyor. Adını zamanında kağnılarla
buraya taşınan samandan alan, Ankara’nın en eski yerleşim bölgelerinden Samanpazarı’nda farklı medeniyetlere ait onlarca tarihî
55
eser bulunuyor. Aslanhane Camii, bir zamanlar bölgeye karakteristik özelliğini kazandıran canlı ticaretin günümüzdeki renovasyon
faaliyetleriyle tekrar kıpırdanmaya başladığı Samanpazarı’nın
kuşkusuz en eşsiz miraslarından.
Aslanhane Camii diğer adını (Ahî Şerafeddin Camii)
Hz. Ali’nin soyundan geldiğine inanılan bir Ahî’den alıyor. Zamanında Ankara’nın önemli isimlerinden olan Ahî Şerafeddin’in
ailesi buraya II. Kılıçarslan döneminde (1156-1192) yerleşmiş fakat
bu köklü ailenin Ahîlik geçmişi oldukça eskiye uzanıyor. Bazı
araştırmacılar camiyi yaptıranın değil onarımını sağlayanın Ahî
Şerafeddin olduğunu, bazıları da caminin yapımını teşvik edenin
o olduğunu düşünüyor. Genel kabul, caminin Ahî Şerafeddin’in
babası Ahî Hüsameddin ve amcası Ahî Hasaneddin tarafından yaptırıldığı yönünde. Cami kitabelerinden birinde yer alan şu ifadeler
de bu düşünceyi tasdikler nitelikte: “Din ve dünyanın yardımcısı
Keykavus oğlu Sultan Ebu’l feth Mesud’un sultanlığını, cümle
mahlukatı doğru yola sevk eden Allah ebedi kılsın. Saltanatın
zamanında fütüvvet ve mürüvvet sahiplerinden iki kardeş Allah’ın
rızasını dilemek için bu mübarek camiyi 689 (1289/1290) yılında
56
KÜLTÜR VARLIKLARI
yaptılar. Allah her ikisinin ömürlerini uzun etsin ve hasenatlarını
kabul buyursun, günahlarını bağışlasın.” Kitabeden de anlaşıldığı
üzere, bugün Aslanhane olarak anılan cami 13. yüzyıla tarihleniyor. Caminin bu isimle anılmasının nedeni olarak da inşa edildiği
zamanlarda çevresinde Ankara’nın eski günlerinden kalma aslan
heykellerinin bulunması gösteriliyor.
ASLANHANE CAMII VEYA DIĞER ADIYLA AHÎ ŞERAFEDDIN CAMII
13. YÜZYILA TARIHLENIYOR. SANATIN HEMEN HER DALINDA
KENDILERINE HAS ÜSLUPLAR GELIŞTIREN SELÇUKLULARIN
ANADOLU’YA KAZANDIRDIĞI SAYISIZ ESER ARASINDA YER ALAN
CAMI, DIŞARIDAN OLDUKÇA SADE BIR GÖRÜNÜME SAHIP.
Anadolu’daki Selçuklu mührü
Aslanhane Camii, sanatın hemen her dalında kendilerine has
üsluplar geliştiren Selçukluların Anadolu’ya kazandırdığı sayısız
eserden biri. Orta Asya etkisinin Roma ve Bizans esintiyleriyle bir
arada olduğu Selçuklu sanatında, farklı kültürler bu sanatın kendi
stilini ortaya çıkarmasına engel olmamış, aksine dünyada belki de
eşi benzeri bulunmayan bir üslup geliştirilmesine katkı sağlamış.
Bugün Selçuklu sanatı denince akla belirli unsurların gelmesi, biraz
meraklısının bir Selçuklu eseri görünce hemen tanıyıvermesi bu
devletin yalnız Anadolu topraklarında değil, dünya sahnesinde bı-
raktığı derin izin kanıtı niteliğinde. Aslanhane Camii’nde de durum
tam olarak böyle. Yapının her köşesinde özgün Selçuklu üslubunu
açıkça görmek mümkün.
Aslanhane Camii dışarıdan oldukça sade ve abartısız bir görünüme sahip. Moloz taş binanın dış cephesinde kullanılan taşlar
arasında Roma ve Bizans kalıntılarının da olduğu tahmin ediliyor;
bu durum camiye devşirme yapı özelliği kazandırıyor. Caminin
içindeki kimi yerlerde de gözlemlenebilen bu özellik, yapının mimari ve kültürel değerini artıran unsurlar arasında yer alıyor. Doğu,
batı ve kuzey cephelerinde birer kapısı olan Aslanhane Camii’nin
57
AHŞAP TAVAN VE SÜTUNLARIYLA BENZERLERINDEN FARKLI BIR
GÖRÜNTÜYE SAHIP ASLANHANE CAMII’NIN HER KÖŞESINDE BÜYÜK
EMEK VE ADANMIŞLIK VAR ELBETTE, AMA MIHRAP VE MINBER HEM
MIMARI HEM ESTETIK AÇIDAN BAMBAŞKA BIR YERDE DURUYOR.
kuzeydeki kapısı, taç kapı özellikleri göstermesi ve mukarnasın
ön plana çıktığı süslemeleriyle diğer iki kapıdan ayrılıyor. Caminin
içine girenleri dışındaki sadeliğin aksine ölçülü bir gösteriş bekliyor.
Aslanhane Camii’nin orta sahın bölümünü taşıyan sütunlarda
devşirmelik unsuru görülüyor. Sütunların mermer başlıklarından
bir kısmı dor, bir kısmı da korint düzende. Orta sahının genişliği
yapıya bir ferahlık hissi verirken, aydınlatma işlevi de üstlenen çok
sayıdaki pencere bu hisse katkıda bulunuyor.
Üslupların sentezi
Ahşap tavan ve sütunlarıyla benzerlerinden farklı bir görüntüsü
olan Aslanhane Camii’nin her köşesinde büyük emek ve adanmışlık var elbette, ama mihrap ve minber hem mimari hem estetik
açıdan bambaşka bir yerde duruyor, bu yüzyıllara meydan okuyan
ibadethanede. Ceviz ağacından yapılma kündekari minber, Selçuk-
58
KÜLTÜR VARLIKLARI
luların ahşap işleme sanatında ne kadar ileri olduğunun canlı bir
göstergesi. Kapısı, taç kısmı, yan tarafları ve korkuluklarıyla dört
bir yanı incelikli ahşap işlemeyle bezeli minberin ufak giriş kapısı
da zarif kemerlerle süslenmiş. Bu zarif ve detaycı işleme caminin
mihrabında daha belirgin şekilde çıkıyor karşımıza. Mukarnas ile
çini sanatının bir arada olduğu mihrabın beş bordürünün her biri
farklı özellik taşıyor. Dışarıdaki iki bordür rumî motiflerle bezenmişken üçüncü bordürde mavi rengin hâkim olduğu mozaik çini
uygulaması görülüyor. Dördüncü bordür süslemelerinde bitki
motifleri, beşincide de yine çini sanatı ön plana çıkıyor. Mihrabı
adeta katman katman saran bu bordürler dışında nişler de hemen
göze çarpıyor. Aslanhane Camii mihrabının nişlerinde Selçuklu
süsleme sanatının bir diğer karakteristik unsuruyla, geometrik
bezemelerle karşılaşıyoruz. Geometrik şekillerin çiniyle bir araya
getirilmesi mihrabı tek başına Selçuklu estetik anlayışının simgesi
kılmaya muktedir adeta. Tek bir unsurda ahşap işlemeciliğinden
çinide mozaikli uygulama yeniliğine, mukarnastan rumîye, botanik
süslemelerden geometrik desenlere Selçuklu sanatının hemen
her özgün ögesini bulmak mümkün Aslanhane Camii mihrabında.
Caminin kuzeydeki taç kapısına bitişik minaresi ise adeta yapının
cephedeki sadeliği ve içerideki görkeminin bir harmanı gibi. Uzaktan
bakıldığında fazla detay barındırmıyor gibi görünen tek şerefeli minarenin aslında bütün kısımları birbirine incecik kemerler ve nişlerle
geçiyor; minare mavinin çeşitli tonlarındaki çinilerle hareketleniyor.
Aslanhane Camii’nin türbesi de diğer kısımları kadar değerli. Bu
türbenin Ahî Şerafeddin’e ait olduğu düşünülüyor.
Ankara’nın en kıymetli miraslarından Aslanhane Camii 2010-2013
yılları arasında Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
restore edildi. 1 Kasım 2013 tarihinde düzenlenen törenle yeniden
ibadete açılan cami, Selçuklulardan günümüze hayranlık uyandırmaya devam ediyor.
59
ALI RIZA ÖZTÜRK:
BIR SIYASETÇI, INSANLAR ARASINDA AYRIM
YAPMAMALI, SADECE KENDISINE OY VERENLERIN
DEĞIL, HERKESIN TEMSILCISI OLMALIDIR
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ
23. VE 24. DÖNEM MERSIN MILLETVEKILI ALI RIZA ÖZTÜRK,
SIYASETÇILERIN ÜSLUPLARINA DIKKAT ETMELERI VE SIYASETIN
SEVIYESINI DÜŞÜRMEMELERI GEREKTIĞINI BELIRTEREK,
“SIYASI MÜCADELE DIN, MEZHEP, ETNIK KÖKEN VEYA
ÖZEL YAŞAM ÜZERINDEN DEĞIL, SIYASI DÜŞÜNCE FARKLILIĞI
TEMELINDE YAPILIR” DIYOR.
60
SÖYLEŞI
Hayat yolculuğunuz 1956 yılında Aydın’da başlıyor. Çocukluk ve gençlik
dönemleriniz nasıl bir ortamda geçti? O
yıllara dair unutamadığınız anılar neler?
Beni etkileyen o kadar çok anım var ki...
Aydın’ın Çine kazası Kabataş köyünde
çatısı toprak tek göz oda bir evde doğmuşum. Anamın dediğine göre 1956
yılının yaz sıcağında, tütünlerin birinci
el kırmasında, babamın ölümünden beş
gün sonra dünyaya gelmişim. Amcam,
babamın 17 Haziran’da öldüğünü söylediği için demek ki doğum tarihim 22
Haziran 1956 oluyor. 24 yaşındayken
üç çocukla dul kalan anam, bizi büyük
zorluklarla büyüttü. Çocukluğum ve
gençliğim yoksulluk içinde geçti. 5-6
yaşlarında tütün ve pamuk tarlalarında
çalışmaya başladım. Akranlarım sokakta oynarken, çocukluklarını yaşarken
ben tarlada çalışıyordum. Çok çalışkan
bir ameleydim, bir yetişkin kadar iş
yaptığım halde küçük olduğum için
yarım yevmiye veriyorlardı. Yaz aylarında tütün ve pamukta çalışıyor, kışın
dağlarda zeytin topluyordum. İlkokulu
köyde, ortaokul ve liseyi Çine’de okudum. Amelelik yaptığım için ilkokul 1. ve
2. sınıfta okula fazla devam edemedim.
Allah rahmet eylesin, öğretmenimiz
beni idare etti. 3. sınıftan itibaren okula
daha sık gitmeye başladım. Yazları ve
tatil günleri sürekli çalışıyordum. İlkokulla ilgili beni hâlâ etkileyen bir anım
var. 4. sınıftayken öğretmenimiz “Çocuklar, yarın 23 Nisan Çocuk Bayramı,
sizin bayramınız, en güzel elbiselerinizi
giyip gelin” dedi. Ben de parmak kaldırıp
“Öğretmenim, ben neyle geleceğim?”
diye sordum. Çünkü sırtımdakilerden
başka giyecek bir şeyim yoktu. Öğretmenim, “Sen üstündeki bu karadima
donunla ve işliğinle gel” dedi. Şimdi 23
Nisan dendiğinde hep o günü hatırlarım.
Etkileyici bir hayat hikayesi… Böylesi bir yoksulluk içinde eğitiminize nasıl devam ettiniz?
Hem çalıştım hem okudum. Kışın okula, yazın ve tüm tatillerde ameleliğe gittim. Hani
derler ya, “Hayatımı anlatsam roman olur”... Benimki de öyle. Yaşadıklarımdan yola çıkılarak “Anadolu’nun Ali’si” diye bir belgesel çekilse acıklı bir hayat izlenir. O kadar çok hikaye
var ki… İlkokulu bitirdikten sonra anam “Ağabeyin ortaokula gidiyor, ikinizi birden okutamam” deyince soluğu Kaymakam’ın yanında aldım. “Biz fakiriz, anam beni okula gönderemiyor, ama ben okumak istiyorum” dedim. Kaymakam, beni baştan aşağı süzdü. Her zamanki
gibi ayağımda ayakkabı yoktu. Sırtımda işlik, bacağımda karadima don vardı. Kaymakam,
Çine Ortaokulu’na kaydımın yapılmasını ve okulun pansiyonuna yerleşmemi sağladı. Kitap
ve defterlerimi aldı. Ortaokul ve liseyi pansiyonda parasız kalarak bitirdim. Çok başarılı bir
öğrenciydim, aynı zamanda aksi ve yaramazdım. Öğretmenlerim beni hem sever hem döverdi; yediğim dayakları arka arkaya ekleseniz Aydın’dan İstanbul’a köprü olur!
Lisenin ardından İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Maden Fakültesi’ni kazandım. Üniversiteyi Sümerbank burslusu olarak okudum. 1980 yılında Maden Mühendisi olarak mezun
olduğumda Sümerbank’ta mecburi hizmete başlamam gerekiyordu, fakat solcu olduğum
için tayinimi yapmadılar. Bunun üzerine İstanbul Topçular’da bir akaryakıt istasyonunda işe
girdim; pompacılık, araba yıkama-yağlama yaptım. Burada çalışmaktayken bir gün İTÜ’de
hocam olan Prof. Dr. Güven Önal’ı ziyaret ettim. Hocam akaryakıt istasyonunda çalışmama
çok üzüldü ve özel bir maden şirketinde işe girmemi sağladı. Bu şirketin Mersin Silifke’deki
maden ocağında 12 sene fiilen mühendis olarak çalıştım.
Avukatlık da yaptığınızı biliyoruz. Hukuk eğitimini ne zaman aldınız?
Aslında avukatlık, çocukluğumdan beri istediğim meslekti. Hatta ortaokuldayken bir gün
tarih öğretmenimiz “Ne olmak istiyorsunuz?” diye sordu. Sıra bana gelince “Halkın parasız
avukatı olmak istiyorum” demiştim. Ancak kısmet olmamıştı.
Mühendis olarak çalıştığım dönemde Silifke Adliyesi’nde hukukla ilgili bir konu üzerine
tartıştığımız hâkim, “Sen hukukçu musun ki bunları tartışıyorsun?” dedi. Ben de “Hukuku
bilmek için hukuk fakültesi mezunu olmak gerekmiyor, ben yine de sınava girip hukuk fakülAli Rıza Öztürk’ün doğduğu ev
61
“HUKUK DEVLETINI, DEMOKRASIYI, HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ
BENIMSEMIŞ BIR SIYASET ANLAYIŞIYLA SORUNLARIN
AŞILABILECEĞINE INANIYORUM.”
amcam koyu bir Adalet Partiliydi. O zamanlar
akrabalar içinde sadece üç kişi solcuyduk, şimdi
sülalemin tamamı CHP’li oldu.
CHP Beşiktaş Gençlik Kolları’na üyelik kaydımı
yaptırırken milletvekilliği, belediye başkanlığı gibi
bir düşüncem yoktu, fakat arkadaşlarım İTÜ yıllığına ileride CHP’de etkin bir siyasetçi olacağımı
yazmışlardı.
Görünen o ki üniversite arkadaşlarınız doğru
bir öngörüde bulunmuş. 2007 ve 2011 yıllarında
milletvekili seçildiğiniz siyaset yolculuğunuzun
dönüm noktaları neler?
tesine gideceğim, sen de İTÜ’yü kazanıp mühendislik oku, gel bakalım” dedim.
1985’te sınava girip İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Avukat
olarak ilk duruşmama da o hâkimin baktığı davada girdim. Ben her zaman hukuka, hukukun üstünlüğüne büyük önem verdim, yargıya sahip çıktım; bu durum
avukat olmadan önce de böyleydi, şimdi de böyle.
Siyaset ne zaman hayatınıza girdi?
Öğrencilik, iş ve siyaset yaşamım iç içe yürümüştür. Yani hayatımın belli bir döneminden sonra değil, gençliğimden itibaren siyasetin içinde yer almışımdır. Ben
işini gücünü kurup para kazanıp emekli olduktan sonra “Bir de siyasete girerek şu
partiden milletvekili veya belediye başkanı olayım” diyen bir kişi değilim. Siyasi
makam için siyasete girmedim. 1974’te İTÜ’yü kazandığımda zaten solcuydum.
İTÜ, özellikle de Maden Fakültesi sol görüşün hakimiyetindeydi. 1974-1980 yılları
arasında üniversite devrimci gençliğinin “demokratik ve özerk üniversite” mücadelesinin içinde aktif olarak yer aldım. 18 yaşımda CHP Beşiktaş Gençlik Kolları’na
kaydolduğumda siyasetle ilgilenen solcu bir gençtim. Ben hep söylerim, “CHP’li
olduğum için solcu değilim. Solcu olduğum için CHP’liyim.”
Sülalem ve ailem, önceleri Demokrat Partiliymiş, daha sonra Adalet Partili
oldular. Tüm akrabalarım Menderes ve Demirel hayranıydı. Köyün muhtarı olan
62
SÖYLEŞI
Siyaset yolculuğumun birinci dönüm noktası, solcu
olmam ve CHP’ye kaydolmamdır. İkincisi, aktif siyaseti bırakma kararı vermişken 2007’de partimin
beni 3. sıradan milletvekili adayı göstermesi ve
milletvekili seçilmemdir. 12 Eylül 1980 faşist darbesinden sonra çalışmak için Silifke’ye gidince 1983’te
SODEP’in Silifke İlçe Örgütü’nü kurduk. 1989’da SHP
İlçe Başkanlığı, CHP Yüksek Disiplin Kurulu Sekreterliği, CHP Mersin İl Başkan Yardımcılığı, mahalle,
il ve kurultay delegeliği olmak üzere aşağı yukarı
her kademede aktif çalıştım. 1991 seçimlerinde
CHP’nin Mersin’den 6. sıra, 2002 seçimlerinde ise
8. sıra adayı oldum. 2002’de Mersin’de 7 milletvekili
çıkardık. Ben çok az bir oyla kaybettim. 2007 ve
2011 seçimlerinde ise CHP Mersin Milletvekili olarak
Meclis’e girdim. Ben milletvekili olmadan önce de,
milletvekiliyken de, milletvekilliğinden sonra da
her zaman halkla iç içe yaşadım. Eşimle birlikte
yaz-kış, sıcak-soğuk, yağmur-çamur demeden köy
köy, mahalle mahalle, ev ev dolaşır, dağlarda yörük
çadırlarını gezerim. İnsanların acısını ve sevincini
paylaşır, dertlerini dinler, sorunlarına çözüm üretmeye çalışırım. Onlarla güler, onlarla ağlarım. Her
zaman halkımızın büyük desteğini gördüm; onlara
minnet ve şükran borçluyum.
Halkla iyi ilişkiler kurmanın dışında siyasetin olmazsa
olmazları nelerdir?
Siyasetçiler gökten zembille inen insanlar değildir; bu toplumun içinden çıkmaktadır. Siyasetçiler de bu halkın çocuklarıdır. Cumhuriyet’in en temel özelliklerinden biri, yoksul halk
çocuklarının gerek seçim gerek atamayla devlette önemli
görevlere gelmesinin yolunu açmasıdır. Ben dün tarlalarda
amele olarak çalışırken Atatürk ve O’nun eseri Cumhuriyet’in
sayesinde mühendis, avukat, milletvekili olmuş bir kişiyim.
O nedenle siyasetçiyi içinden çıkıp geldiği halktan ayrı
görmek yanlıştır. Siyasetçi halka karşı dürüst olmalı, yalan
söylememeli, içten davranmalı, ikiyüzlü olmamalıdır. “Canım, siyasetçi değil mi, yalan söylemesi normaldir” sözünü
hakaret sayarım. Ne demek, siyasetçi olmak yalan söyleme
hakkı mı veriyor?
Yöneticilerin görevi halka zulmetmek değil, hizmet etmektir. Kamu gücünü, sadece kamuya hizmet için kamu
yararına kullanmaları gerekir. Halka hizmet ederken insanlar
arasında hiçbir surette ve hiçbir nedenle ayrım yapılmamalıdır. Siyasi düşüncesi, inancı, mezhebi, ırkı, cinsiyeti nedeniyle insanlar arasında ayrım yapılmasını asla kabul etmem.
İnsanların siyasi düşünce, din, mezhep ve ırklarından ötürü
işleri ve aşlarıyla tehdit edilmesini ilkellik sayarım. Bu bakımdan yaşamım boyunca farklı düşüncelere her zaman saygı
duydum, insanlar arasında hiçbir ayrım yapmadım.
2007-2015 yılları arasında Meclis’te yer aldınız. Milletvekilliğiniz döneminde en çok hangi konular üzerinde
durdunuz?
Bir muhalefet partisi milletvekilinin yapması gerekenleri
yaptığıma inanıyorum. Herkes şahittir ki çok aktif bir mil-
letvekiliydim. Vicdanen çok rahatım. Halkın bana verdiği vekalet görevini
layıkıyla yerine getirdiğime ve aldığım emaneti alnımın akıyla milletimize
iade ettiğime inancım tamdır. 23. Dönem’de Adalet, 24. Dönem’de ise Adalet ve Anayasa Komisyonları ile KEİPA üyesiydim. Gerek komisyonlardaki
gerek Genel Kurul’daki çalışmalarım etkin ve verimliydi.
Bir milletvekilinin işyeri Meclis’tir. Görevi, yasama ve denetim faaliyetleri yapmaktır. Bu nedenle milletvekilleri Meclis çalıştığı müddetçe
parlamentoda olmalıdır. Ben Meclis çalışmalarını aksatmamaya büyük
özen gösterdim. Eğer sabaha kadar çalışılmışsa ve Genel Kurul Salonu’nda
on milletvekili varsa biri mutlaka bendim. Genel Kurul’un toplanmadığı
günlerde seçim bölgeme giderdim.
Milletvekiliyken önemli gördüğüm her sorunu, özellikle de yargı, hukuk,
adalet, insan hakları, nükleer santraller, darbeler ve faili meçhul siyasi
cinayetlerle ilgili konuları yasa teklifleri, araştırma ve soru önergeleri ile
konuşmalarımla gündeme getirdim.
Size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli sorunlar nelerdir?
Hukuksuzluk ve keyfiliğin kural olması, kuralların ise istisna haline gelmesidir. Hukuk devletinin temeli kuvvetler ayrılığının yok olmasıdır. Hukuk
güvenliğinin ve demokratik havanın kaybolmasıdır. Yargının bağımlı ve
taraflı olmasıdır. Terör, yokluk, yoksulluk ve yasaklardır... Bugün insanların
1982 darbe anayasasındaki temel hak ve özgürlüklerinin bile kullandırılmadığı bir ortamda “daha özgürlükçü bir anayasa” söylemlerini ciddiye almak
mümkün değildir. “Yeni anayasa” diyenler, bugün yaşamakta olduğumuz
hangi sorunun, Anayasa’nın hangi maddesinden kaynaklandığını açıklamalıdır. Öyle soyut bir şekilde “Yeni anayasa lazım” demekle olmuyor; şu
sorunun cevaplanması gerekiyor: “Neden ve hangi toplumsal ihtiyaçtan
ötürü yeni anayasa?”
Ben hukuk devletini, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü benimsemiş
bir siyaset anlayışıyla sorunların aşılabileceğine inanıyorum. Ayrıca demokrasi, hukuk devleti, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan
laikliği hepimizin koruması gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Yaklaşık bir yıldır Meclis’te yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşlarınızı öğrenebilir miyiz?
Ülkemdeki ve dünyadaki gelişmeleri izliyorum. Siyasi ve toplumsal etkinliklere katılıyorum. İnsanlar belli bir makamda bulunmadan da partisine
ve halka hizmet edebilir. Ben de elimden geldiğince hizmetlerime devam
etmeye çalışıyorum. Her zaman olduğu gibi yine halkla bir araya geliyor,
sohbet ediyorum. Yürüyüş yapıyorum. Bol bol kitap okuyorum; şu sıralar
elimde Halil İnalcık ve İlber Ortaylı’nın Osmanlı tarihi kitapları var. Ailemle
daha çok vakit geçiriyorum. Eşim ve iki kızım bana her zaman destek
verdiler. İyi günümde de kötü günümde de yanımda oldular. Başarılarımda eşimin ve kızlarımın çok büyük katkısı vardır. Onlara destekleri için
teşekkür ediyorum.
63
GELECEĞI EL ELE YEŞERTMEK IÇIN
5 HAZIRAN DÜNYA
ÇEVRE GÜNÜ
64
DOĞA, INSANIN BARINMA VE BESLENME IHTIYACINI KARŞILAYAN TEMEL
KAYNAK NITELIĞINDE. BUNUN KIYMETINI BILEN GEÇMIŞ TOPLUMLAR
DOĞAYA SAYGI SUNMAK IÇIN YÜZYILLAR BOYU BAYRAMLAR,
FESTIVALLER DÜZENLER. SANAYI DEVRIMI’NDEN SONRAYSA DOĞANIN
SUNDUKLARINA ADETA AÇGÖZLÜLÜKLE YAKLAŞIR INSANOĞLU. DOĞAL
KAYNAKLARIN SONRAKI NESILLERE AKTARILMASININ TEHLIKEYE
DÜŞTÜĞÜNÜ FARK EDINCE DE YÜZÜNÜ TEKRAR DOĞAYA DÖNER.
ÇEVRE SORUNLARI KONUSUNDA KITLELERIN BILINÇLENDIRILMESI,
HÜKÜMETLERIN GEREKLI TEDBIRLERI ALMASI AMACIYLA 1974 YILINDAN
BU YANA KUTLANAN 5 HAZIRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ, GEZEGENIMIZIN
GELECEĞI IÇIN NELER YAPMAMIZ GEREKTIĞINI HATIRLATIYOR.
İREM COŞKUNSEVEN
D
oğa, geçmişten günümüze her çağda insanoğluna kollarını açtı
ve ona nimetlerini cömertçe sundu. Yaşamın kaynağı suyu
sağladı; insanlara barınak, yakacak, giyecek, yiyecek oldu. Mahatma Gandhi’nin dediği gibi, yeryüzü insanın açgözlülüğü dışında her
ihtiyacını karşılayabilecek durumdaydı.
Doğanın özdeğerini hiçe sayan insanlar,
ona hükmetti, kaynakları fütursuzca
tüketti. Doğal kaynakları kendi şahsınınmışçasına, hiç bitmeyecekmişçesine
bilinçsizce kullandı. Özellikle 18. ve 19.
yüzyıllarda Sanayi Devrimi’yle birlikte
doğal kaynakları hammadde olarak algılamaya, doğanın ve diğer canlıların onun
refahı için bir araç olduğunu düşünmeye,
“ekonomik gelişme için her yol mübahtır” düsturuyla hareket etmeye başladı.
Fakat gezegenin ve yeni nesillerin geleceğini düşünmeden attığı her
adımın çevre üzerinde olumsuz yansımaları oldu.
Çevre kirliliği ve doğa tahribatının boyutları
Çevre kirliliği sokağa attığımız çöpten aşırı nüfus yoğunluğuna,
çölleşmeden tarımda kullanılan kimyasal ilaçlara, nükleer kazalardan
nanoteknoloji ürünlerinin salgıladığı atıklara kadar çok geniş bir alanı
kapsar. Çevre kirliliği iklim değişikliğine, iklim değişikliği buzulların
erimesine, buzulların erimesi deniz seviyesinin yükselmesine, deniz
seviyesinin yükselmesi bazı bölgelerin sular altında kalmasına sebep olur ve böylece zincirleme bir reaksiyon başlar. Bu reaksiyonun
var olmak için insana ihtiyaç duymayan, aksine insanın var olmak
için muhtaç olduğu doğa üzerinde çoğu
zaman gözden kaçan pek çok yansıması
olur. Örneğin yaklaşık 250 milyon yıldır
varlığını sürdüren mercan kayalıkları...
Birçoğumuzun sıradan kaya zannedip
gerçek değerini göz ardı ettiği, fakat
deniz yaşamının dörtte birine besin sağlayan, tsunamilerde ve fırtınalarda bir
set görevi üstlenen mercan kayalıkları,
okyanusların ısınmasından ve kirliliğinden olumsuz etkilenmiş, günümüzde bu
doğa harikasının beşte biri yeryüzünden
silinmiştir. Peki ya ormanlar? Ormanların gezegenin akciğerleri
olduğu, soluduğumuz havayı ürettiği, üretmekle kalmayıp temizlediği; üzerinde yemek yediğimiz, yazı yazdığımız ahşabın kaynağı
olduğu; hastalıklarımızın çaresi ilaçların hammaddesini teşkil ettiği;
içtiğimiz kahvenin bardağı, okuduğumuz kitabın sayfası olduğu
hep söylenir durur. Belki de esas bahsedilmesi gereken, dünyadaki
ormanların yaklaşık yüzde 50’sinin günümüz itibarıyla yok olduğudur. Ormansızlaşmanın boyutunu somutlaştırmak bakımından her
65
1972 YILINDA İSVEÇ’IN EVSAHIPLIĞINDE STOCKHOLM’DE
GERÇEKLEŞEN BIRLEŞMIŞ MILLETLER ÇEVRE KONFERANSI, BU
ALANDA ATILAN ILK SOMUT ADIM OLMA ÖZELLIĞI TAŞIR.
yıl Panama’nın yüzölçümü kadar ormanlık alanın yok edildiği örnek
verilebilir. Canlı türü olarak yalnızca insanların ihtiyacını karşılamayan
ormanların yok olmasıyla birlikte diğer canlı türlerinin soyunun tükendiği ve böyle giderse 2030 yılında bazı bölgelerdeki canlı türlerinin
yüzde 44 oranında azalacağı araştırmacılarca öngörülmektedir.
Çevre konusunda atılan adımlar
Hava, toprak, su, ışık ve gürültü kirliliği, ozon tabakasının delinmesi,
sera etkisi yaratan gazlar, mevsimlerin rayından çıkması, kıyıya vuran
ölü balıklar derken doğa, dört bir yandan ters giden bir şeyler olduğunun sinyallerini vermeye başlar. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra,
1970’li yıllarda insan-merkezci doğa yaklaşımından ister istemez vazgeçilir ve insan eliyle yaratılan çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda
somut girişimlerde bulunulması kaçınılmaz hale gelir. 1972 yılında
İsveç’in evsahipliğinde Stockholm’de gerçekleşen Birleşmiş Milletler
(BM) Çevre Konferansı, bu alanda atılan ilk somut adım olma özelliği
taşır. 5-16 Haziran günlerinde gerçekleşen bu konferansın sonucunda
katılımcı ülkeler, beşerî çevrenin iyileştirilmesi ve korunmasına rehberlik edecek 26 ilkeden meydana gelen “Birleşmiş Milletler İnsan
Çevresi Bildirgesi”ni kabul eder. Konferansın bir diğer önemli sonucu
çevre sorunlarının çözümüne yönelik faaliyetlerin eşgüdümü için çalışan, çevreye duyarlı kalkınma yöntemleri öneren Birleşmiş Milletler
Çevre Programı’nın (UNEP) kurulması ve Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCC) imzalanmasıdır. UNEP,
Çevre Konferansı’nın başladığı ilk günü, yani 5 Haziran’ı, 1974 yılından
itibaren Dünya Çevre Günü ilan edecek, bu gün Türkiye dahil olmak
üzere tüm ülkelerde çevre meselelerine dikkat çekmek amacıyla
pek çok resmî kurum ve kuruluş ile STK’lar aracılığıyla kutlanacaktır.
1972 yılındaki bu gelişmeyi Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve
Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan, çoğunlukla Brundtland
Raporu olarak bilinen Ortak Geleceğimiz başlıklı eser izler. Sürdürülebilirlik kavramını literatüre kazandıran bu eser, dünyadaki çevre sorunlarının üstesinden gelmek, yoksulluğu önlemek, doğal kaynaklardan
elde edilen faydanın ülkeler arasında eşit dağıtılmasını sağlamak
için gelişmiş ülkelerin öncülük edeceği bir yeniden yapılanma süreci
önerisi getirir.
1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde 172 hükümetin
ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katılımıyla toplanan, Rio Dünya Zirvesi olarak da bilinen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma
66
TÜRKIYE’DE ÇEVRENIN SIYASET VE EKONOMI DÜZEYINDE
ELE ALINMASI 1973-1977 YILLARINI KAPSAYAN ÜÇÜNCÜ
BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI’YLA BAŞLAR.
Konferansı (UNCED), çevreyle ilgili birtakım
ilkelerin bulunduğu Rio Bildirisi ile Orman
Prensipleri’nin kabul edilmesinin yanı sıra İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ile Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin imzaya açılmasını sağlar.
Bu sözleşmeler, 1997 yılında imzalanacak,
2005 yılında yürürlüğe girecek, Türkiye’nin de
taraf olduğu, küresel ısınma ve iklim değişikliğini odağına alan Kyoto Protokolü ile 2020
yılından itibaren sera etkisi yaratan gazların
salınımının yönetimini konu edinen, 12 Aralık
2015 tarihinde UNFCC’ye taraf ülkelerin oybirliğiyle kabul ettiği Paris Anlaşması’nın temelini
oluşturacaktır.
BM’nin öncülüğünde 1970’lerde başlayan
çevre bilinci hareketi, daha sonra domino taşı
etkisi yaratarak ulusal, uluslararası ve uluslarüstü kurum ve kuruluşlara da nüfuz eder. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) ekonomik
ve parasal birliği de kapsayan Avrupa Birliği’ne
(AB) dönüşmesini sağlayan ve 1993 yılında
yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması, çevresel meselelerin AB’nin ekonomi siyasetinin bir
parçası olmasını garantiler. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD), her on yılda bir
ülkelerin uluslararası sözleşmelerle belirlenen
çevresel politikalara ne kadar bağlı kaldığını bağımsız olarak denetler. Bu kuruluşlar
dışında Greenpeace, Conservation International, World Wide Fund for Nature (WWF),
The Nature Conservancy gibi pek çok sivil toplum kuruluşu bireyleri çevre konusunda
bilinçlendirmek amacıyla uğraş verir.
Türkiye’deki çevre anlayışı
Türkiye’de çevrenin siyaset ve ekonomi düzeyinde ele alınması 1973-1977 yıllarını kapsayan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’yla başlar. 1983 yılında yürürlüğe giren 2872
sayılı Çevre Kanunu’na daha sonra sürdürülebilirlik kavramı doğrultusunda yeni düzenlemeler getirilir ve kurumlar arasındaki yetki ile sorumlulukların dağılımı netleştirilir.
Çevre Kanunu’nun yanı sıra Turizm Teşvik Kanunu, Orman Kanunu, İmar Kanunu, Millî
Parklar Kanunu, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, Kıyı Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile kirlilik ve atık kontrolüyle ilgili yönetmelikler, çevre
konusunda yapılan yasal düzenlemelere örnek olarak verilebilir. 1998 yılında Türkiye’nin
fizikî, sosyal ve ekonomik yapısının çevre üzerindeki etkisini belirleyen; Türkiye’nin kalkınma politikalarını çevre ile uyumlu hale getirmeyi, çevre bilincinin oluşturulmasını ve
geliştirilmesini amaçlayan; Türkiye’nin çevre konusundaki ilk eylem planı olma özelliği
taşıyan Ulusal Çevre Eylem Planı (UÇEP) oluşturulur. İlk kez 1983 yılında çıkarılan Çevre
Kanunu’yla yasal bir statü kazanan, 2003 yılında AB müktesebatıyla uyumlaştırılması
amacıyla tadil edilen Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) de kurumların faaliyetlerinin
çevre üzerinde yaratacağı muhtemel etkilerin önceden belirlendiği bir değerlendirme sistemi olarak karşımıza çıkar. Bunun dışında TEMA, ÇEVKO ve Doğa Derneği gibi STK’lar,
başta 5 Haziran Dünya Çevre Günü olmak üzere tüm yıl boyunca çevre konusunda halkın
bilinçlendirilmesi amacıyla çalışmalar yürütür.
67
TÜM BABALARIMIZIN “BABALAR
GÜNÜ” KUTLU OLSUN
BABA
Sendin
Doğduğum gün
Bana ezan okuyan
Boyun kocaman
Kolların güçlü
Bir hamlede kaldırıyorsun
Üçümüzü
Her sabah gidersin
Ekmeğimiz için
Her akşam
Yorgun
Ama yüzün güleç
Dönüşün bir düğün
Biraz büyüsem
Şöyle diyeceğim
Yoo baba
Bu sabah bende sıra
Sen otur evde
Annemle
Dinlen
Ben
Koşacağım sokakları
Rızkımız için
Akşam
Elimde kocaman
Bir somun
Sevineceksin
Kimbilir nasıl
Yoo
Teşekkür etme
Dedim ya
Sıra bende.
Cahit Zarifoğlu
68
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI
SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI
GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91
HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63
ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03
EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06
AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91
GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05
MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86,
0212 631 20 50/4029,
0212 440 10 00/1212
İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27
İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54
KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70
KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22
KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79
YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01
AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36
İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58
MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16
YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16
BIRUNI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI........................................................................................................................................... 0212 411 39 00
SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ
BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
69
ÖZ MUSİKİMİZİN PÎRİ
BUHURİZADE
MUSTAFA ITRÎ EFENDİ
70
YAHYA KEMAL’IN “BÜYÜK ITRÎ’YE ESKILER DERLER / BIZIM ÖZ
MUSIKIMIZIN PÎRI” DIZELERIYLE ANDIĞI BUHURIZADE MUSTAFA
ITRÎ EFENDI, YAŞADIĞI DÖNEMDE TÜRK KÜLTÜR HAYATINI
DERINDEN ETKILEMIŞTIR. GÜNÜMÜZE ULAŞAN ESERLERI SAYICA
AZ OLSA DA 21. YÜZYILDA BILE KLASIK OSMANLI MEDENIYETININ
BÜYÜKLÜĞÜNÜ ONUN BESTELERINDEN TAKIP ETMEK
MÜMKÜNDÜR. ITRÎ ESKI ZAMANLARIN VE FARKLI COĞRAFYALARIN
MÜZIĞINI KENDI POTASINDA ERITEREK ETKISI ÇAĞLARI AŞAN BIR
BÜYÜK MIRAS BIRAKMIŞTIR ARKASINDA. TIPKI ASYA IÇLERINDEN
KOPUP GELEN OĞUZ BOYLARININ OSMANLI’YLA BAŞARDIĞI GIBI.
ENVER UYGUN
O
smanlı Devleti, çok uzun dönemlere yayılan tecrübelerin
ışığında çağın ihtiyaçlarını karşılayacak özgün çözümlerin
üretildiği bir toplumsal ve siyasi yapı inşa etmiştir. 11. yüzyılda
Anadolu’ya yerleşen Türk boyları;
Orta Asya’dan beri süren gelenekler, Ön Asya’da tanıştıkları kültürlerin etkileri, İslamiyet’in kabulüyle
doğan yeni bakış açısı gibi etkenler
sayesinde dönemin ve bölgenin
şartlarına kolaylıkla uyum sağlar.
Selçuklu Devleti’nin ürettiği özgün
kültür bunun sonucu sayılabilir.
Karahanlı ve Gazneli devletlerinde
oluşmaya başlayan kurumlar artık
daha yetkin biçimler alır. Mimari ve
bilimde yaşanan atılım, ticaretten
askerliğe birçok alanda olumlu etkiler gösterir. Ancak Moğol istilası
gibi karşı koyulamaz bir felaketin
ardından Selçuklu Devleti çöküş
sürecine girer. Hoca Ahmed Yesevî
ocağında pişerek Anadolu’nun manevi coğrafyasını inşa eden
Horasan Erenleri’nin oluşturduğu güçlü yapı, devlet zayıflasa da
toplumun ayakta kalmasını sağlar. Bir süre yerel beyliklerin yöne-
timinde yamalı bohçayı andıran bir görüntü sergileyen Anadolu’da
birliğin tekrar kurulması da bu temeller sayesinde olur.
Osmanlı Devleti, kuruluş aşamasında komşusu olduğu, 1453’te
başkentini ele geçirerek yıktığı
Bizans İmparatorluğu’yla da etkileşime girer. Yönetim sistemindeki
işlerlik ile özgün kurumlar ihdas
ederek yerel ve geniş çaplı çözümler
üretme yeteneği, öte yandan sanat, bilim ve düşünce alanlarındaki
gelişmeleri desteklemesiyle Osmanlı 16. ve 17. yüzyıllarda tarihte
eşine az rastlanır bir ihtişama erişir.
Öyle ki tarihçiler daha önce Roma
İmparatorluğu’nun sağladığı uzun
barış dönemini adlandırmak üzere
kullanılan “Pax Romana” (Roma
Barışı) ifadesini Osmanlı Devleti’ne
de uyarlayarak bu dönemi “Pax
Ottomana” olarak anar. Söz konusu zaman dilimi, Osmanlı’nın hem
siyasi ve askerî zaferlerle sahip olduğu topraklarda huzur ve sükunu sağlaması hem de kültür-sanat alanında gelişmelerin önünü
açması bakımından öne çıkar. Osmanlı’yı büyük devlet yapan;
71
BUHURIZADE MUSTAFA ITRÎ EFENDI’NIN SEGÂH MAKAMINDA
BESTELEDIĞI “TEKBIR” VE “SALAT-I ÜMMIYE”, YÜZYILLARDIR
İSLAM ÂLEMINDE DILDEN DILE DOLAŞIR.
gelişmelere açık, farklılıklara hoşgörülü, yeniliklerin peşinde,
geleneklerin ihyasını önemseyen tavrıdır.
“Semayı örten ruh”
Osmanlı döneminde mimari ve müzik alanlarında devlet desteği ile yüksek bir beğeni düzeyine erişilerek tarihe mâl olan
eserler ortaya konulmuştur. Osmanlı medeniyeti Orta Asya
bozkırından getirdiği ezgileri Bizans, İran, Arap müzikleriyle
harmanlamayı bilmiş, ortaya özgün bir sistem koymayı başarmıştır. Yahya Kemal’e göre Osmanlı müziği, klasik Osmanlı
mimarisiyle birlikte Türk uygarlığının ulaştığı en üst noktadır.
Şair müziğin Türklerin hayatındaki konumunu “Eski Musiki”
şiirinde şöyle özetler: Çok insan anlayamaz eski musikimizden /
Ve ondan anlayamayan bir şey anlamaz bizden / Açar bir altın
anahtarla ruh ufuklarını / Hemen yayılmaya başlar seda ve
nur akını / Ve seslenir büyük Itrî, semayı örten ruh / Peşinde
72
dalgalanır bestesiyle Seyyid Nuh / O mutlu devrede Itrî’ye en yakın bir
dost / Işıklı danteller bestekarı Hafız Post... / Bu neslin ortada dahicedir
başardığı iş / Vatan nasıl karışır musikiyle, göstermiş.
Yahya Kemal’in adlarını saydığı bestekarlar Türk müziği tarihinde
Klasik Dönem olarak adlandırılan zaman diliminin temsilcileridir.
“Vatanın musikiyle karışması” fikrini önemseyen şair başka bir şiirini
baştan başa Itrî’ye ayırır. O şafak vaktinin cihangiri / Nice bayramların
sabah erken / Göğü, top sesleriyle gürlerken / Söylemiş saltanatlı Tekbir’i
dizelerinde İslam âleminin bayram namazlarında okuduğu segâh makamındaki “Tekbir”in bestecisini över. “Segâh Tekbir”, dinî hayatımızda
tuttuğu geniş alanın yanı sıra müzik tarihine de yeryüzünde en fazla
seslendirilen müzik eseri olarak geçmiştir. Böylesi önemli bir başarıya
imza atan Itrî’nin hayatı hakkında kesin bilgiler bulunmaması, çok
sayıda bestesinden ancak az bir miktarının günümüze ulaşması ise
büyük talihsizliktir. Yahya Kemal bu durumu dizelerine şöyle taşır:
Kıskanıp gizlemiş kaza ve kader / Belki binden ziyade bestesini / Bize
mirası kaldı yirmi eser.
Itrî’nin günümüzde 100 liralık banknotların arka yüzünde temsili resmiyle birlikte 1640-1712 olarak verilen doğum ve ölüm tarihleri eldeki
sınırlı kaynakların yorumlanmasıyla ulaşılmış tahminlere dayanır. Ne
yazık ki bu dâhi bestekarın hayatıyla ilgili bilgiler çok kısıtlıdır. Gerçek
adının Mustafa olduğuna ilişkin rivayetler bulunsa da bunlar teyit
edilememiştir. “Hoş kokularla uğraşan” anlamındaki Itrî lakabının ise
sanatçının çiçek yetiştiriciliğine düşkünlüğünden dolayı ona yakıştırıldığı söylenir.
Buhurizade Mustafa Itrî Efendi, IV. Mehmed döneminde (1648-1687)
sarayda musiki hocası ve hanende olarak görev yapar. Daha sonra kendi talebiyle esirciler kethüdalığına atanır. Itrî’nin bu görevi, dünyanın
çeşitli bölgelerinden gelen esirlerden onların yerel müzikleri hakkında
bilgi edinmek için istediği biliniyor. Araştırmacılar, günümüze çok azı
ulaşmış olsa da dâhi bestekarın eserlerinde bu farklı dokulardan yararlandığı görüşünde birleşir. Itrî tıpkı farklı çiçek türlerini aşılayarak özgün
kokular, değişik renkler elde etmesi gibi müzikte de ilk bakışta birbirine
uyumsuz görünen unsurları eserlerinde ustalıkla bir araya getirir. Klasik
Türk Müziği’nin hemen her formunda eser veren sanatçının dinî musikide kısıtlı bir ses alanı içinde kalarak büyük etki oluşturan eserleri
onun dehasının kanıtı niteliğindedir. Segâh makamında bestelediği
“Tekbir” ve “Salat-ı Ümmiye”, yüzyıllardır İslam âleminde dilden dile
dolaşır. Bayram namazları ve bayram dönemlerinde vakit namazları-
nın yanı sıra kurban kesilirken de okunan “Tekbir” ile teravih namazlarında
terennüm edilen “Salat-ı Ümmiye”yi İslam coğrafyasında işitmeyen yoktur.
Itrî’nin günümüze ulaşan az sayıdaki eseri içinde en çok öne çıkan Doğu
dünyasının büyük şairi Hafız-ı Şirazî’nin “Gülbün-i iyş mîdemed sâkî-i gül’izâr
kû?” dizesiyle başlayan gazeli üzerine neva makamında, kâr formuyla yaptığı
bestedir. “Neva Kâr” adıyla anılan bu eser kâr formunun en yüksek noktalarından kabul edilir. Besteyi benzerlerinden ayıran biçimsel özelliklerin başındaysa kârlara “terennüm” denen, anlam taşımadığı halde bir araya getirilmiş
sözlerin tekrarlanmasından oluşan bir girişle başlanırken burada doğrudan
güfteyle esere girilmesi gelir.
Dinî musiki alanında Itrî’nin nesilden nesle aktarılan bir diğer eseri “Na’t-ı
Mevlâna”dır. Naat, Divan Edebiyatı’nda Hz. Muhammed’i övmek için yazılan
şiirlere verilen addır. Aynı zamanda bunların bestelenmesiyle oluşan müzik
eserlerine de naat ismi verilir. “Ya Hazret-i Mevlâna hak-dost” dizesiyle
başlayan Farsça naat Mevlevi ayinlerinin başlangıcında okunur. Itrî’nin Mevlevi musikisine bir katkısı da ahenkli ve girift yapısıyla dikkat çeken segâh
makamındaki Mevlevi ayinidir.
Bestekarlığıyla tanınan Buhurizade Mustafa Itrî Efendi’nin şiir ve hat
ile uğraştığı da bilinir. O dönemde ürün veren şairlerin eserlerinin toplanıp
yorumlandığı şuara tezkirelerinde Itrî’nin naat, gazel, muamma, tahmis gibi
Divan Edebiyatı formlarında şiirler yazdığı, hatta hece ölçüsüyle türküler kaleme aldığı kaydedilmiştir. Hat sanatında ise tâlik üslubunu ustalıkla kullandığı
belirtilen Itrî’nin kimi güfte mecmualarına el yazısıyla ekler yaptığı söylenir.
73
10 Haziran 1940
İtalya’nın Almanya’nın yanında
II. Dünya Savaşı’na katılması, bu
ülkenin pek çok sömürgesinin
bulunduğu Afrika’nın da ateş
çemberi içindeki kıtalar arasına
girmesine yol açtı.
10 Haziran 1949 -
TBMM’de Devlet
Tiyatroları’nın kuruluş kanunu
çıkarıldı. Kurumun başına
Muhsin Ertuğrul getirildi.
2 Haziran 1924 -
Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nin
aldığı bir kararla, ABD sınırları dahilinde
doğmuş tüm yerlilere oy hakkı tanındı.
HAZIRAN
2
4
10
17
17 Haziran 2015
Türkiye Cumhuriyeti’nin 9’uncu
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, kalp
yetmezliği ve solunum yolu enfeksiyonu
nedeniyle hayatını kaybetti.
4 Haziran 1992 -
Daha önce 1923 ve 1981 yıllarında düzenlenen İzmir İktisat Kongresi’nin üçüncüsü
gerçekleşti. Kongre’nin öncekilerden farkı,
uluslararası katılıma açık olması ve siyasi
parti temsilcilerinin görüşlerini dile getirmelerine imkan veren bir değerlendirme
ve sonuç paneliyle bitmesiydi.
74
18 Haziran 2014 -
22 Haziran 1919 -
Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül
1980 darbesi nedeniyle haklarında dava
açılan komutanlar Kenan Evren ve Tahsin
Şahinkaya’ya müebbet hapis cezası verdi.
Kurtuluş Savaşı’nın gerekçesi, amacı ve yöntemini
belirleyen, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin
temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi niteliğindeki
Amasya Genelgesi yayımlandı.
29 Haziran 1939
22’si Türk, 40 üyeli Hatay Devleti Meclisi’nin aldığı
kararla Hatay Türkiye topraklarına dahil oldu.
18
19
22
24
29
24 Haziran 1961 -
Alman Hükümeti’yle
imzalanan iş gücü sözleşmesi
gereğince 93 kişilik ilk işçi
kafilesi Almanya’ya gönderildi.
29 Haziran 1873 -
19 Haziran 1910
Amerikan İç Savaşı’nda hayatını
kaybetmiş bir askerin kızı olan Sonora
Smart Dodd’un girişimiyle Babalar Günü
ilk kez Washington’da kutlandı.
Yoksul ve yetim çocukların
eğitim-öğretimine destek
olmak amacıyla 1863 yılında
kurulan Darüşşafaka, parasız
yatılı, özel statülü bir okul
olarak öğretime başladı.
75
10 HAZIRAN 1949
ÜLKE MODERNLEŞMESINDE
ETKIN BIR KURUM
DEVLET
TIYATROLARI
PINAR ÇAVUŞOĞLU
F
ransız Devrimi, I. ve II. Dünya Savaşları, Büyük Buhran, Holokost gibi gelişmelerden dünya siyaseti ve ekonomi ne kadar
etkilendiyse, topluma dair her durumla bağıntılı olan sanat da
buna benzer olaylar neticesinde kimi zaman sekteye uğradı, kimi
zaman zenginleşti, gelişti.
Muhsin Ertuğrul
Dünya genelinde sanatın en çok evrildiği
dönemin Rönesans olduğu kabul ediliyor.
Sanat tarihçilerine göre bilim, sanat ve edebiyatta atılım dönemi olarak nitelendirilen
Rönesans’ı bir coğrafi alanla sınırlamamak
gerekiyor. Dünyada modern yaşamın görüldüğü her bölge, az ya da çok, bu akımdan
etkilendi. 15. ve 16. yüzyılları içine alan Rönesans döneminde, Osmanlı İmparatorluğu
Avrupa’daki ilerleyişini sürdürüyordu. Bu
akımın en çok hissedildiği bölge Avrupa olmasına rağmen Osmanlı’nın Rönesans’tan
asgari düzeyde etkilendiği biliniyor. Bunun
gerekçesi olarak da Osmanlı sanat anlayışının Rönesans’ı oluşturan etkenlerden
farklı temeller çerçevesinde şekillenmesi
gösteriliyor.
Osmanlı’da sanat alanındaki en büyük ilerlemeler Lale
Devri’nde (1718-1730) kaydedildi. Batılılaşmaya bağlı olarak
tiyatro ve operadaki değişimler de 18. ve 19. yüzyılda oldu. Bu
dönemde tiyatro padişahlar tarafından desteklendi; örneğin
II. Mahmud döneminde (1808-1839) saray, İstanbul’daki özel tiyatrolara maddi yardımda bulundu. Meddahlık, Karagöz-Hacivat
76
ve Ortaoyunu gibi geleneksel Türk tiyatro örnekleri hariç tutulursa, Güllü Agop’un ilk tiyatro topluluğunu kurması ve Şinasi’nin
Şair Evlenmesi’ni kaleme almasıyla Osmanlı’da Batılı anlamda
bir tiyatro anlayışı benimsendi. Operanın ise Avrupa’daki temsilleri izleyenler tarafından anlatılarak ve
kitaplarda resimlenerek ülkede tanınmaya
başladığı rivayet edilir. III. Selim döneminde (1789-1807) sarayda bir opera gösterisi
gerçekleşir. Ancak operanın halk tarafından
daha yakından tanınması Cumhuriyet’in
ilanından sonra olur.
Devlet eliyle sanat
Ülkelerin modernleşmesinde sanatın
büyük rolü olduğu biliniyor. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk’ün bu konuda, “Bir millet ki resim
yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir
millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz;
itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda
yeri yoktur” gibi kulağa küpe edilmesi gereken pek çok sözü bulunuyor. Atatürk’ün
1913’te Sofya’da askerî ataşeyken yaşadığı bir olay da sanatın
ülke kalkınmasındaki rolüyle ilgili güzel bir anı niteliğinde. Varna
Milletvekili Şakir Zümre’yle birlikte Bulgar Ulusal Operası’nda
“Carmen” temsilini seyreden ve çok etkilenen Mustafa Kemal,
Zümre’ye “Balkan Savaşları’nda yenik düşmemizin sebebini şimdi
daha iyi anlıyorum. Ben bu adamları çiftçi biliyordum. Halbuki
adamların operaları, burada çalışan ses sanatkarları, müzisyenleri,
dekoratörleri var. Hepsi yetişmiş. Opera binası da yapmışlar. Biz,
ülkemizin operaya kavuştuğu günleri görecek miyiz…” demişti.
Tiyatro, opera ve balenin çağdaş uygarlığın bir göstergesi olduğu göz önüne alındığında Cumhuriyet’in ilk yıllarında toplumsal
diğer reformlarla beraber bu sanat dallarına ayrıca önem verilmesinin nedeni daha iyi anlaşılır. Yeni alfabeye geçilmesi, Millet
Mektepleri ve Halkevleri’nin kurulması, pek çok yabancı klasiğin
Türkçeye çevrilerek yayımlanması, Türkiye’de sanat ve edebiyatın
gelişimine büyük katkı sundu. Tiyatro, opera ve balenin ilerlemesinde devlet desteği önemli ve o dönemde gerekli olduğu için
devlet tarafından sanat kurumları oluşturuldu, yetenekli öğrenciler
yurt dışına gönderildi.
Devletin bu alandaki ilk çalışmalarından biri 1828 yılında kurulan
askerî bando Mızıka-ı Hümayun’un, 1924’te başkent Ankara’ya
taşınması ve Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti adını almasıydı. Aynı
yıl, taze Cumhuriyet’in okullarına müzik öğretmeni yetiştirmek
amacıyla Musiki Muallim Mektebi kuruldu. 1933 yılına gelindiğinde okulun, “her tür müzik ihtiyacını karşılamak amacıyla, Devlet
Musikisi Konservatuvarı veya Tiyatro Akademisi olarak adlandırılabilecek, bütün müzik şubelerini kapsayacak bir müessese”ye
dönüştürülmesi gündeme geldi. Bununla ilgili kanun tasarısı 1934
yılında TBMM’de kabul edildi. Okul, müzik öğretmeni yetiştiren
Musiki Muallim Mektebi ile müzik ve tiyatro eğitimi veren Devlet
Konservatuvarı olarak ikiye ayrıldı. İlk mezunlarını 1941’de veren
konservatuvarın diploma törenine Cumhurbaşkanı İsmet İnönü,
TBMM Başkanı Mustafa Abdülhalik Renda ve pek çok devlet
adamı katıldı. Devletin zirvesinin sanatçı yetiştiren bir kurumun
mezuniyet törenine iştirak etmesi, verilen desteğin apaçık göstergesiydi.
1940 yılında Devlet Konservatuvarı’na bağlı olarak Tiyatro ve
Opera Tatbikat Sahnesi kuruldu. Devlet Tiyatroları açılana kadar
faaliyet gösteren kurum, Puccini’nin “Tosca”, Beethoven’in “Fi-
delio”, Ahmed Adnan Saygun’un “Kerem” operaları ile Goldoni’nin
“Otelci Kadın” ve “Kahvehane”, Sophokles’in “Antigone” ve “Kral
Oidipus”, Molière’in “Kibarlık Budalası”, Ahmet Kutsi Tecer’in “Köşebaşı” oyunları gibi değerli pek çok eseri sahneye koydu.
Özellikle tiyatronun devlet eliyle yapılması, Türkiye’nin modernleşmesi için gerekli görülen inkılapların yurdun dört bir yanında
tanıtılmasında büyük önem taşıyordu. Zira yeni rejim, okumayazmanın önemi, şapka kanunu gibi konular oyunlarda işleniyor,
övülüyordu. Devlet Konservatuvarı’ndan on beş yıl sonra, 1949’da
TBMM’de kabul edilen 5441 sayılı kanunla Devlet Tiyatroları
kuruldu. Önceleri tiyatro, opera ve bale sanatlarını bünyesinde
bulunduran kurum, 1970 yılında Devlet Opera ve Balesi’nin kurulmasının ardından yalnızca tiyatroyla ilgili faaliyetler yürütmeye
başladı. Devlet Tiyatroları’nın ilk oyunu “Küçük Şehir”, Ankara
Evkaf Apartmanı’nda sahnelendi.
Bugün dünyanın en meşhur eserlerinin yanı sıra Türk tiyatro,
opera ve balesinin de seçkin örneklerini sunan Devlet Tiyatroları
ile Devlet Opera ve Balesi, rejisöründen oyuncusuna, sahne kostümünden dekoruna kadar pek çok yönüyle adından söz ettiriyor.
Kurumlar ayrıca uluslararası tiyatro, opera ve bale festivallerinde
de boy göstererek ülkemizi başarıyla temsil ediyor.
77
UZAKLARI YAKIN ETTİK
ENDONEZYA, YENİ ZELANDA
VE SİNGAPUR İZLENİMLERİM
ERBAY KÜCET
Y
aklaşık üç ay önceydi. Türk Parlamenterler Birliği Genel
Merkezi’nde bir milletvekilimiz üyelik işlemlerini tamamlamış,
TPB Parlamento dergisinin hangi adrese gönderileceği sorusuna
“Endonezya Büyükelçiliği” cevabını vermişti. Bu cevabı duyunca
masamdan kalkıp üyelik işlemlerini yaptıran milletvekilimizin
yanına gittim. Kasım 2002’de AK Parti İzmir Milletvekili seçilen
ve şu anda Cakarta Büyükelçimiz olan Sayın Zekeriya Akçam, bir
kahve içimi sohbetimizin ardından “Endonezya’ya da beklerim”
dedi. Doğrusu, kendisine “İnşallah” diye karşılık verirken içimden
de “Nasıl gideceğiz dünyanın bir ucuna” diye geçirmedim değil.
78
TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı görevini üstlenmemden sonra TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman’ın
Endonezya, Yeni Zelanda ve Singapur ziyaretlerinde yer alacak
heyete davet edildiğimde Sayın Akçam’la yaptığımız sohbeti
hatırladım. Çünkü ziyaret kapsamında kendisinin vereceği davete
de icabet edilecekti. Sadece üç ay önce “Nasıl gideceğiz dünyanın
bir ucuna” diye düşünürken şimdi Endonezya, Yeni Zelanda ve
Singapur’a doğru yola çıkacaktım.
4 Mayıs 2016 akşamı Ankara Esenboğa’dan THY Ana Uçağı ile
yapacağımız seyahat öncesinde Dışişleri Bakanlığımız yetkilileri
TBMM BAŞKANIMIZ SAYIN İSMAIL KAHRAMAN, GEÇTIĞIMIZ AY ENDONEZYA,
YENI ZELANDA VE SINGAPUR’DA RESMÎ TEMASLARDA BULUNDU. TBMM
BASIN, YAYIN VE HALKLA İLIŞKILER BAŞKANI OLARAK SAYIN KAHRAMAN’A
EŞLIK EDEN PARLAMENTO HEYETINDE YER ALDIM. ÜLKELER VE
PARLAMENTOLAR ARASI ILIŞKILERE ÖNEMLI KATKI SAĞLAYAN ZIYARETLERLE
ILGILI IZLENIMLERIMI TPB PARLAMENTO DERGISI IÇIN KALEME ALDIM.
Nüfusunun yüzde 85’e yakını Müslüman olan Endonezya’yı 26 Aralık 2004
tarihinde Hint Okyanusu’nda meydana
gelen deprem ve tsunami nedeniyle
yakından tanımıştık. Bu felaket sonrasında dönemin Başbakanı Sayın Recep
Tayyip Erdoğan 6-7 Şubat 2005 tarihlerinde afet bölgesi Banda Açe’yi ziyaret
etmişti. Tsunami felaketinin ardından
milletimizin gösterdiği yardımseverliğin
iki ülke halkı arasındaki mevcut bağları
daha da güçlendirdiğine Endonezya’daki
temaslarımız sırasında bir defa daha
tanıklık ettik.
“Temaslarımızı ve
işbirliğimizi artırmalıyız”
TBMM Başkanlık Divanı Salonu’nda heyet üyelerimizle bilgilendirme toplantısı gerçekleştirirken, TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanlığı’nca seyahatimize ilişkin gayet hacimli
ve bilgilendirici dosyalar hazırlanmıştı. Gezip gördüğümüz yerlerde bu bilgilerden çokça
yararlandığımızı belirtmek isterim.
Seyahatimiz başladıktan sonra Pakistan’ın Karaçi Havaalanı’nda uçağa yakıt ikmali
yapılması için mola verdiğimizde Başkonsolosumuz Murat Mustafa Onart’la çay eşliğinde
sohbet ettik. Daha sonra Pakistan semalarında süzülerek Endonezya’ya doğru yol almaya devam eden uçağımız bir ara saatte 1172 km hıza çıkınca pilot köşküne uzanıverdim.
Pilotumuz “Rüzgarı arkamıza aldık” derken tebessüm ediyordu.
Uzun bir yolculuğun ardından Endonezya’nın başkenti Cakarta’ya indik. Büyükelçimiz
ve personelinin sıcak karşılamasının ardından otelimize yerleştik.
Cakarta’ya gittiğimizde trafikteki keşmekeş özel görevlendirilmiş trafik polisleriyle
bir nebze hafifletilirken, tatil gününe denk geldiğimizi, bu nedenle trafik sorununu daha
az yaşadığımızı belirttiklerinde şaşırdık. Trafik tatilde böyleyse diğer günlerde kim bilir
nasıldır diye düşünmeden edemedik.
Endonezya’daki ikinci günümüzde Cakar ta Büyükelçimiz Sayın Zekeriya
Akçam’ın TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman’ın onuruna düzenlediği
akşam yemeğine iştirak ettik. Davete
Endonezya’nın 3. Devlet Başkanı Prof. Dr.
Baharuddin Habibi, Endonezya Temsilciler Meclisi Başkan Yardımcısı Hidayet Nur
Wahid, Endonezya Parlamentolararası
Çalışma Grubu Başkanı Nur Hayati ve
bazı ülkelerin büyükelçileri ile heyetimizde bulunan TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman’ın kızı Emine Kahraman,
TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyesi ve
Balıkesir Milletvekili Sema Kırcı, TBMM
Başkanlık Divanı Katip Üyesi ve Bolu Milletvekili Fehmi Küpçü, TBMM Başkanlık
Divanı İdare Amiri ve Çorum Milletvekili
79
Tufan Köse, Dilekçe Komisyonu Başkanı ve İstanbul
Milletvekili Mihrimah Belma Satır, Türkiye-Yeni
Zelanda Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
ve Aksaray Milletvekili Cengiz Aydoğdu, TürkiyeSingapur Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Halis Dalkılıç, TürkiyeEndonezya Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı ve İzmir Milletvekili Hamza Dağ, Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi ve İstanbul
Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı, Adalet Komisyonu
Üyesi ve Muğla Milletvekili Ömer Süha Aldan, Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu Üyesi ve Muğla Milletvekili Mehmet Erdoğan, TBMM Genel Sekreteri
İrfan Neziroğlu, TBMM Başkanı Özel Kalem Müdürü
Fatih Sevinç ve TBMM Dış İlişkiler ve Protokol Başkanı Cemalettin Tüney katıldı.
TBMM Başkanımız yemekte yaptığı konuşmada
parlamentolararası işbirliği ve temasların çok önemli
olduğunu ifade ederek, “Bu temasları geliştirmeli ve
çoğaltmalıyız. G-20 ülkelerinden ikisiyiz. Aramızdaki
ticari bağların çoğalması, ticari hacmin artırılması
gerektiğine iki ülke de inanıyor” dedi. Sayın Kahraman konuşmasına devam ederken Anadolu Ajansı
80
muhabiri elindeki kamerayla birlikte olduğu yere yığılıverdi. Geziye iştirak
eden uzman doktorumuz Yücel Yüzbaşıoğlu ve hemşire Esra Koç Öz olaya
anında müdahale etti. Muhabirin sara nöbeti geçirdiğini ve korkacak bir şey
olmadığını açıklayan doktorumuz yüreklere su serperken konuşma ve görüşmeler kaldığı yerden devam etti.
Seyahatimize gazeteci olarak katılan Rahim Er ve Hüseyin Öztürk de
gerçekleştirilen toplantıların çoğunda heyet üyelerimizle birlikteydi. TRT ve
SEYAHATIMIZ SIRASINDA RESMÎ TEMASLARIN YANI SIRA MÜZE
ZIYARETLERI VE DOĞAL GÜZELLIKLERIN SERGILENDIĞI ALANLARDAKI
GEZILERLE ÜLKELER HAKKINDA AYRINTILI BILGI EDINME IMKANI BULDUK.
Anadolu Ajansı’nın muhabir ve kameramanları ile TBMM fotoğ-
nezya eski Cumhurbaşkanı Bahaddin Yusuf Habibi ise rahmetli
rafçısı da görevini ifa ediyordu.
Necmettin Erbakan’la dostluğunu anlattı. Habibi, 1963 yılında
Anılar eşliğinde unutulmaz sohbetler
Bilindiği gibi, 8 üye ülkeden oluşan D-8’in kurulmasına yönelik
Almanya’da birlikte çalışmalar yaptıkları Erbakan’la vefatına
kadar görüştüklerini söyledi. O gece çekilen hatıra fotoğrafları
albümlerimizde yerini aldı.
ilk adım REFAHYOL Hükümeti döneminde Başbakan Necmettin
Ertesi gün Cakarta’nın İstiklal Camii’nde cuma namazı ön-
Erbakan tarafından atılmıştır. Türkiye’nin daveti üzerine 22 Ekim
cesinde yaptığımız ziyarette TBMM Başkanımız Sayın İsmail
1996 tarihinde İstanbul’da İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya,
Kahraman, Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından basımı ger-
Endonezya, Mısır ve Nijerya’nın katılımıyla “Kalkınmada İşbirliği
çekleştirilen Kuran-ı Kerim’i görevlilere teslim etti.
Konferansı” düzenlenmiştir. Bu konferansın ardından gerçekleş-
7 Mayıs Cumartesi günü Yeni Zelanda’ya gitmek üzere Cakarta
tirilen hazırlık çalışmaları mahiyetindeki toplantıları müteakip
ile vedalaştıktan sonra yeşillikler ülkesine, adını Çanakkale Zafe-
15 Haziran 1997 tarihinde İstanbul’da yapılan Devlet/Hükümet
rimiz dolayısıyla sıklıkla duyduğumuz Anzakların yaşadığı adaya
Başkanları Zirvesi ile D-8 resmen kurulmuştur.
doğru yola çıktık. Yakıt ikmali molamızı bu sefer Melbourne’da
Cakarta’daki akşam yemeğinde Sayın İsmail Kahraman,
verdik. Bir saatin ardından THY Ana Uçağı’nın pilot ve müret-
“Endonezya ile terörizm ve aşırıcılıkla mücadelenin yanı sıra
tebatı ile aile ortamını aratmayan yolculuğumuza devam ettik.
medeniyetler arası diyalog konusunda işbirliğimizi yoğunlaştır-
8 Mayıs Pazar günü Wellington Askerî Havaalanı’na yaptığımız
mak arzumuzdur” diye konuşurken, D-8’in ikinci mimarı Endo-
inişte Büyükelçimiz Sayın Damla Yeşim Say ve Yeni Zelanda Mec-
81
lis Başkan Yardımcısı tarafından uçağın merdivenlerinde
çiçeklerle karşılandık. Otelimize yerleştikten sonra meraklı
bakışlarla çevremize göz gezdirirken Büyükelçimizin misafirperverliğinin doruğa ulaştığına tanıklık ettik.
Hani seyahatten dönenlere “Yediğin içtiğin senin olsun,
gördüklerini anlat” denir ya, biz her ikisine de değinmeden
geçemeyeceğiz. Bu güzel ülkede gördüklerimizin hatıralarımızda önemli bir yer tutacağı muhakkak. Bizi pizza
çeşitleri başta olmak üzere birbirinden farklı lezzetlerle
buluşturan öncü ekibimizin hazırlığı ise tek kelimeyle
mükemmel.
9 Mayıs Pazartesi günü Maori grubu temsilcilerinin
TBMM Başkanımız tarafından kabulünden sonra Atatürk
Anıtı’na çelenk konuldu ve burada bir tören düzenlendi.
Törenin ardından Pukeahu Millî Savaş Anıtı ve Müzesi,
Meçhul Asker Anıtı ve Te Papa Müzesi ziyaret edildi. Yazımızın bu kısmında müzeden aldığım broşürlerin tercüme
edilmesini sağlayan, Müdür Yardımcısı olarak birlikte çalıştığım Ece Kırlı’nın değerlendirmelerini sizlerle paylaşmak
istiyorum: “Herkes savaşa kendi kültürel değerler zaviyesinden bakıyor. Belki de bir tek bizim ülkemizde bu böyle
değil. Binlerce kilometre uzaktan, nedenini ve hatta nereye
gittiklerini bile bilmeden Osmanlı topraklarını işgal etmek
82
YENI ZELANDA’DA ÇANAKKALE VE GELIBOLU’NUN BU ÜLKENIN
TARIHINDE NE KADAR ÖNEMLI BIR YER TUTTUĞUNA TANIKLIK ETTIK.
hındaki resepsiyonda milletimizin uzakları
yakın eden temsilcileriyle yaptığımız sohbet
sırasında içtiğimiz kahvelerle kırk yıllara
“merhaba” dedik.
Ertesi gün TBMM Başkanımızın yoğun
resmî temasları vardı. Sayın İsmail Kahraman bu temaslar sırasında Yeni Zelanda
parlamento binasını da gezdi. Biz de resmî
görüşmelerden fırsat bulduğumuz zamanlarda Wellington caddelerini arşınladık.
Son durağımız Singapur oldu
11 Mayıs Çarşamba günü seyahatimizin
son durağı Singapur’a uçmak üzere bizleri
adıyla müsemma bir sıcaklıkla karşılayan ve bağrına basan Ana Uçağı’ndaydık.
Akşam 18:00 sularında Singapur Changi
Havalimanı’nda Büyükelçimiz Sayın Hakkı
Taner Seben tarafından karşılandıktan sonra
otelimize geçtik ve TBMM Başkanımız onuruna verilen yemeğin ardından dinlenmeye
çekildik. Ertesi gün Ulusal Galeri gezisi ve
parlamento binası turundan sonra Sayın
İsmail Kahraman Singapur Meclis Başkanı
Halimah Yacop ile resmî görüşmesini gerçekleştirirken bizler de Mersinli Süleyman
Hilmi’nin lokantasındaki lezzetleri tattık.
Botanik Bahçesi’ne gittiğimizde ise orkideler
eşliğinde renkli bir gezi yaptık. Singapur’a
gelmişken alışveriş merkezinde dolaşıp
kendimize ve Türkiye’deki sevdiklerimize
küçük hediyeler almayı da ihmal etmedik. Bu
üzere gelip de bu topraklarda can verenlere dil, din, ırk farkı gözetmeksizin kucak
açan topraklar bizim topraklarımız… İşte bu yüzden tarihimizle gurur duyuyoruz…”
O gün gezdiğimiz müzelerle ilgili beğeni ve takdirlerimizi dile getirirken, Çanakkale
ve Gelibolu’nun Yeni Zelanda tarihinde ne kadar önemli bir yer tuttuğuna yakından
tanıklık ettik.
Aynı günün akşamında TBMM Başkanımızın onuruna verilen yemek ve sonrasındaki
sohbetle dinlenme faslımızı da araya sıkıştırmış olduk. Büyükelçiliğimizin ikametga-
ülkedeki temaslarımız sırasında Büyükelçiliğimizin kançılaryasında Singapur’da yaşayan
Türklerin temsilcileriyle de tanıştık.
Seyahatimizi Endonezya ve Yeni Zelanda’da olduğu gibi Singapur’da da birbirinden
güzel görüntüler eşliğinde çektirdiğimiz
fotoğraf karelerinde ölümsüzleştirdik.
83
RUHI AÇIKGÖZ:
KOLEKSIYONUMLA TESPIH SANATININ GELIŞIMINE
KATKI SAĞLAMAYI VE BU SANATA BIR
ARMAĞAN SUNMAYI AMAÇLIYORUM
SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: ZEYNEP YIĞIT
22, 23 VE 24. DÖNEM AKSARAY MILLETVEKILI RUHI AÇIKGÖZ,
YILLARDIR TESPIH KOLEKSIYONU YAPIYOR. BIRBIRINDEN GÜZEL
VE KIYMETLI TESPIHLER IÇINDE KENDI YAPTIKLARI DA BULUNAN
AÇIKGÖZ, “HERKES ILGI ALANINA GÖRE BIR UĞRAŞ EDINEBILIR.
BIR HOBI SAHIBI OLMAK INSANIN HAYATINI GÜZELLEŞTIRIR,
RUHUNU DINLENDIRIR” DIYOR.
84
SIYASET VE SANAT
Tespih koleksiyonu yapmaya ne zaman başladınız? Koleksiyondaki ilk tespihiniz hangisi?
1984 yılında teyzemin eşi, rahmetli eniştem bana bir tespih hediye etti. Koleksiyonumdaki ilk tespih budur; benim için kıymeti
büyüktür. Tespihe merakım Ankara’daki öğrencilik yıllarımda
başladı. Hacıbayram’da birbirinden değişik tespihlerin bulunduğu
vitrinlere bakar, hangi malzemelerin kullanıldığını ve nasıl bir işçilikle yapıldığını anlamaya çalışırdım. Bu
merakım devam ederken bir de baktım
5-6 yıl içinde 30’a yakın tespihim olmuş. Bunların bir kısmını ben almıştım, bir kısmını da arkadaşlarım hediye
etmişti. Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Makina Mühendisliği Bölümü’nden
mezun olduktan sonra yüksek lisansımı yapmak üzere Amerika’ya gittim.
Burada birlikte eğitim gördüğümüz bir
arkadaşım tespihe meraklı olduğumu
öğrenince “Kardeşim de tespih koleksiyonu yapıyor. Yakında İstanbul’a gideceğim, istersen sana Kapalıçarşı’dan
kaliteli tespihler alabilirim” dedi. Gerçekten de İstanbul’dan dönüşünde
birbirinden güzel ve kaliteli birkaç
tespih getirdi. Bu tespihlerin koleksiyonumu oluşturmam ve tespih yapımını
öğrenmemde büyük etkisi oldu. 1995
yılında Ankara’ya döndüğümde Türkiye çapında meşhur tespih ustalarıyla
tanıştım. Onlar bana tespih yapmaya
başladılar. Bir gün benden yaşça küçük
bir usta, “Ağabey, sen de tespih yapabilirsin” dedi ve bana tespih yapımını
gösterdi. Elim ince işlere yatkındır, bu
sayede 1997 yılından itibaren tespih
yapmaya başladım. Bu çalışmalarım
2002 yılında milletvekili seçilinceye kadar devam etti. O süre
zarfında 40 civarında tespih yaptım. Bildiğiniz gibi, 2002-2015
yılları arasında üç dönem Meclis’te yer aldım. Milletvekilliğim
sırasında tespih yapımına zaman ayırmam pek mümkün olmadı,
fakat koleksiyonuma meşhur ustalardan yeni tespihler katmaya
devam ettim. Milletvekilliğim sona erdikten sonra tekrar tespih
yapımıyla ilgilenmeye başladım.
Koleksiyonunuzda kaç tespih var? Genellikle ne tür tespihler
ilginizi çekiyor?
Koleksiyonumda 500 civarında tespih var. Bunların birkaçı hariç
tamamı Türkiye’den aldığım tespihlerdir. Biriktirdiğim tespihlerin
doğal malzemeden yapılmış olmasını tercih ediyorum. Koleksiyonumda sentetik malzeme kullanan bir-iki meşhur ustanın
yaptığı tespihler de var, ama büyük çoğunluğu doğal malzemeden
üretilmiş tespihlerdir. İşlenebilir her
tür malzemeden tespih yapılabiliyor.
Koleksiyonumda farklı malzemelerden
üretilmiş ve ülkemizdeki her ustaya ait
tespihlere yer vermeye çalışıyorum.
Tespih derken de daha ziyade 99’luk
olanları kastediyorum. 33’lükleri eğer
99’lukları yoksa alıyorum. Ayrıca koleksiyonumda “takım” dediğimiz, aynı
tespihin 33’lük ve 99’luk olanları da yer
alıyor. Bildiğiniz gibi, tespih çekmek,
“Allah’ın adını zikrederek ibadet etmek”
anlamını taşır. Bu yönüyle tespih dinî
ve manevi bakımdan büyük değere
sahiptir. Piyasada 19’luk, 21’lik tespihler
var, bunlar genellikle elde sallamak için
kullanılıyor. Tespihin manasıyla uyuşmayan bu durum çok canımı sıkıyor,
bana göre el oyalama amaçlı ürünleri
tespih olarak adlandırmamak gerekiyor.
Doğal malzemeden yapılmış tespihleri tercih ettiğinizi söylediniz. Hangi
malzemeler tespihe ayrı bir güzellik ve
değer katıyor?
Esasında sandıktan ne çıkıyor, ona
bakmak lazım; yani yüz yıl öncesinde
kim, neyi saklamış? Bugün baktığımızda sandıktan en çok kuka, kehribar ve
bağa tespihler çıkıyor. Ben daha ziyade
kukayı beğeniyorum, hem çok güzel
parlıyor hem de dayanıklı bir malzeme. Ayrıca bağa tespihler de ilk
tercihlerim arasında yer alıyor. Biraz önce ifade ettiğim gibi, işlenebilir
her tür malzemeden tespih yapmak mümkündür; değerli madenler,
taşlar, ağaçlar, hayvan boynuzu, hayvan dişi veya kabuğu… Tespih
yapımında malzemenin kalitesi ve güzelliği kadar ustanın hüneri de
büyük önem taşır. İyi bir tespih ustası malzemeyi öyle güzel işler ki
ortaya hayranlık duyulacak bir el sanatı ürünü çıkar.
85
Tespih sanatının ülkemizdeki geleceğini nasıl görüyorsunuz? Yeni ustalar
yetişiyor mu?
Tespihe merak saldığım yıllarda Türkiye’de çok meşhur bir-iki tane usta vardı.
Onların tespihleri herkes tarafından beğeniliyordu. Mesela genç denebilecek bir
yaşta vefat etmiş olan Yusuf Özgen, tespih yapımına büyük yenilik getirmiş,
bu alanda bir ekol yaratmıştı. Tespihle ilgilenmeye başladığım dönemde Aydın
Bolak gibi tanınmış tespih koleksiyonerleri vardı. Hem ustalar hem de koleksiyonerler ülkemizde tespih sanatının gelişimine büyük katkıda bulunmuşlardır.
Bugün Türkiye’de tespihlerine koleksiyonumda yer verebileceğim 100’e yakın
usta var. Bu ustaların isimlerini tek tek saymaya kalksak, unuttuklarımıza
haksızlık etmiş oluruz, çünkü her biri birbirinden kıymetli tespihlere imza atıyor.
Koleksiyonunuzu sergilemeyi düşünüyor musunuz?
İyi bir usta bir günde 33’lük bir tespih yapar. Ben bu
işle hobi olarak uğraştığım ve sadece hafta sonları
çalıştığım için iki-üç haftada bir tane 33’lük veya ayda
bir tane 99’luk tespih yapıyordum.
Ülkemizde tespih sanatının gelişimine katkı sağlamak amacıyla koleksiyon
yapmaya başladım ve bu alanda çeşitli çalışmalar gerçekleştirdim. Önümüzdeki
yıllarda “100 Usta 100 Takım” isimli bir sergi açmayı düşünüyorum. Şu anda
koleksiyonumda bazı ustalardan 5-6 tane olmak üzere 60’ya yakın takım var.
100 ustadan 100 takım oluşturup bu çalışmayı tespih sanatına bir armağan
olarak sunmayı istiyorum. Ayrıca tespih malzemeleriyle ilgili bir çalışma yapıyorum, ileride bunu bir kitap haline getirmeyi arzu ediyorum. Koleksiyonumun
geleceğine yönelik şimdiden bir şey söylemem mümkün değil, ancak belki de
ileriki yıllarda bir müzede sergilenme imkanı olur. Kısa bir süre önce bir takım
tespihimi Mehmet Çebi’nin İstanbul’da açtığı Hilye-i Şerif ve Tespih Müzesi’nde
sergilenmek üzere gönderdim.
Tespih yapımı için özel bir mekanınız var mı?
Tespih koleksiyonunuz yakın çevrenizden ve görenlerden nasıl bir tepki alıyor?
2002 yılında milletvekili seçilmeden önce küçük bir
mekanda tespih çalışmalarımı yürütüyordum. Siyaset hayatım başladıktan sonra tespih yapımına ara
verince bu mekanı da kullanmadım.
Tespihin toplumumuzda çok kıymetli bir yeri var. Koleksiyonumu görenler
genellikle tespihlerimden sitayişle bahsediyor, iltifatta bulunuyor. Bu işe nasıl
merak saldığıma ve ne kadar vakit harcadığıma yönelik sorular geliyor. Yıllardır
emek verdiğim ve tespih sanatının gelişimine mütevazı bir katkısı olduğunu
Bir tespih ne kadar sürede yapılır?
86
SIYASET VE SANAT
“ÖNÜMÜZDEKI YILLARDA ‘100 USTA 100 TAKIM’ ISIMLI BIR SERGI
AÇMAYI DÜŞÜNÜYORUM. AYRICA TESPIH MALZEMELERIYLE ILGILI
ÇALIŞMAMI ILERIDE KITAP HALINE GETIRMEYI ARZU EDIYORUM.”
düşündüğüm koleksiyonuma yönelik olumlu tepkiler
beni memnun ediyor.
Yanınızda sürekli bir tespih bulundurur musunuz?
Evet. Cebimde muhakkak bir tespih olur. Daha çok
kendi yaptığım tespihleri taşımayı seviyorum.
Tespih dışında ilgi duyduğunuz başka konular var mı?
Biriktirme temayülü olan biriyim. Kitap, kalem, saat
gibi pek çok şeyi kullandıktan sonra atmam, yenisi
geldikçe eskisini bir tarafa koyarım. Mesela ayrı bir
röportaj konusu olabilecek kadar çok saatim var. Saatten kastım sadece kola
veya duvara takılanlar değil, zaman ölçer her şey; kum saati, güneş saati, gemi
saati, uçak saati… Mühendis olmanın getirdiği merakla saatleri söküp yeniden
toparlamaya çalışmak da bana keyif veren bir uğraş oluyor. Geçmişte saat
ustalarının yanına giderek onların çalışmalarını takip ettim ve bu konuda kendilerinden bilgi aldım. Böylece ne yaptığımı bilerek saatleri söküp onlar üzerinde
çeşitli düzenlemeler yapıyorum. Tespih ve saat dışında hat sanatına merakım
var. Hem bu sanatla uğraşıyorum hem de çok değerli hattatların eserleriyle bir
koleksiyon oluşturmaya doğru gidiyorum. Bir başka ilgi alanım ise ney üflemek.
Bir hobi sahibi olmak insana ne kazandırır? Bu konudaki düşüncelerinizi ve
gözlemlerinizi öğrenebilir miyiz?
Özellikle genç kardeşlerimize meslekleri dışında muhakkak bir uğraşları olmasını tavsiye ediyorum. Gençlerle bir araya geldiğimde şu örneği veriyorum:
Devlet Planlama Teşkilatı’nın sınavlarına girmiştim. Yazılı sınavları geçtikten
sonra sırada mülakat vardı. Kulakları çınlasın, mülakat heyetinin başkanı Rasim Özdenören’di. Mülakatta bana “Neyle uğraşıyorsunuz?” diye sordu. “Şiirle
uğraşıyorum” cevabını verdim. Bir süre şiir üzerine sohbet ettik. Hiç unutmam,
Rasim Bey mülakat heyetindekilere dönüp “Bu genç makina mühendisi, ama
bizden iyi şiir biliyor” dedi. Bu sohbetimizin işe kabul edilmemde büyük etkisi
olduğunu düşünüyorum. Şiir, müzik, geleneksel sanatlar… Herkes ilgi alanına
göre bir sanatla veya edebiyatla uğraşabilir. Bir hobi sahibi olmak ve sosyal
faaliyette bulunmak insanın hayatını güzelleştirir, ruhunu dinlendirir. Günümüz insanının en önemli sorunlarından biri strestir; iş dışındaki zamanlarda
edebiyatla, sanatla, sporla uğraşıldığında stresten uzaklaşılır, daha sağlıklı bir
yaşam imkanı elde edilir.
87
ARŞİV BELGELERİNE GÖRE KÛTÜ’L-AMÂRE ZAFERİ
BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
İSTANBUL, 2016
398 S.
Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’nın Irak Cephesi’nde İngiliz kuvvetlerini Bağdat’ın güneyinde yer alan Kut kasabasında yenilgiye uğratır. Tümgeneral Townshend komutasındaki birlikler 29 Nisan 1916 tarihinde Mirliva
Halil Paşa’ya teslim olur. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, bu zaferin 100. yıldönümünü Osmanlı
Arşivi ve Cumhuriyet Arşivi kataloglarındaki belgelerden derlenen Arşiv Belgelerine Göre Kûtü’l-Amâre Zaferi
başlıklı eserle kutluyor. 1914-1935 yıllarını kapsayan 131 adet belgeyi içeren ve online erişime açılan çalışmanın
proje yöneticiliğini Devlet Arşivleri Genel Müdürü Doç. Dr. Uğur Ünal üstleniyor.
ATLAR GÖÇEBE
MEHMET AYCI
HECE YAYINLARI
ANKARA, 2016
172 S.
1971 yılında Adana’da dünyaya gelen yazar ve şair Mehmet Aycı’nın şiir, deneme ve inceleme türünde eserleri
bulunuyor. Şiirlerini Dergâh, Fayrap, Hece ve Türk Edebiyatı gibi çeşitli dergilerde yayımlayan Aycı, Mürekkep
Ten ve Sonrası Şimendifer adlı deneme türündeki eserleriyle sırasıyla Türkiye Yazarlar Birliği ile Edebiyat Sanat
ve Kültür Araştırmaları Derneği tarafından ödüllendirildi. Sözün yataklarında ırmaklar imrenirdi / Çeşmeler ağır
akardı seni dinlemek için dizelerinin sahibi Aycı, son şiir kitabı Atlar Göçebe ile edebiyatseverlerle buluşuyor.
İMKÂNSIZ SÜRGÜN-STEFAN ZWEIG DÜNYANIN SONUNDA
GEORGE PROCHNIK
YAPI KREDİ YAYINLARI
İSTANBUL, 2016
380 S.
Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Viyana’da dünyaya gelen yazar Stefan Zweig, kariyerinin en parlak günlerini
özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Güney Amerika ve Kıta Avrupası’nda popülerlik kazandığı 1920’li ve 1930’lu
yıllarda yaşar. Hitler’in iktidara gelmesiyle Avusturya’dan ayrılan sanatçı eşiyle birlikte önce İngiltere’ye, ardından Amerika’ya ve son olarak Brezilya’ya yerleşir. Kudüs’teki Hebrew Üniversitesi’nde İngiliz ve Amerikan
edebiyatı dersleri veren George Prochnik, Zweig’ın yaşam öyküsünü anlatırken yazarın kişiliğine odaklanıyor
ve romanvari bir üslup benimsiyor.
88
OSMANLI’YA BAKMAK-OSMANLI ÇAĞDAŞLAŞMASI
İLBER ORTAYLI
İNKILAP KİTABEVİ
İSTANBUL, 2016
320 S.
Yüksek lisans çalışmasını Prof. Dr. Halil İnalcık ile birlikte Chicago Üniversitesi’nde yapan Osmanlı tarihçisi
Prof. Dr. İlber Ortaylı, bugüne kadar aralarında Oxford, Cambridge, Princeton gibi dünyanın en prestijli
üniversitelerinin de bulunduğu kurumlarda misafir öğretim üyeliği görevini üstlenmiştir. Halen Galatasaray
Üniversitesi ile Bilkent Üniversitesi’nde tarih dersleri veren Ortaylı, İstanbul’un fethinden Kırım Savaşı’na,
Balkanlar’daki milliyetçilik hareketlerinden Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerine kadar uzun bir zaman
dilimini ele aldığı son kitabında Osmanlı Devleti’nin çağdaşlaşma sürecini akıcı üslubuyla masaya yatırıyor.
CASTLE ROCK MANZARASI
ALICE MUNRO
CAN YAYINLARI
İSTANBUL, 2016
352 S.
Dünyanın yaşayan en büyük öykü yazarı olarak nitelendirilen Kanadalı Alice Munro, 2009 yılında Man
Booker Uluslararası Ödülü’ne, 2013 yılında ise “çağdaş kısa öykülerin ustası” olduğu gerekçesiyle Nobel
Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür. Alice Munro, Castle Rock Manzarası’nda İskoç asıllı ailesinin 18. yüzyılda Kanada’ya göçle başlayan ve kendi yaşamına kadar gelen tarihçesini anlatıyor. Bunu yaparken yeni
bir üslup benimseyen Munro, kısa öykülerden oluşan ve anı-roman olarak adlandırılabilecek bir eser ortaya
koyuyor. Her biri kendi başına bir birim olsa da bir bütünün parçası niteliği taşıyan öyküler, toplumun yapısını, değer yargılarını ve insan ilişkilerini odağına alıyor.
SOSYAL MEDYA-ELEŞTİREL BİR GİRİŞ
CHRISTIAN FUCHS
NOTA BENE YAYINLARI
ANKARA, 2016
408 S.
Londra’daki Westminster Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Christian Fuchs eleştiri oklarını hayatımızın hemen her alanına etki eden Facebook, Twitter, Instagram gibi sosyal medya ağlarına yöneltiyor.
“Dünyanın her yerinde milyonlarca kullanıcısı olan sosyal medya platformlarının ekonomisi neye dayanıyor?”, “Kâr amacı gütmeyen bir sosyal medya platformu yaratmak mümkün müdür?” ve “Bu platformlarda kişisel bilgilerimiz ne derece korunuyor?” gibi sorulara yanıt arayan Fuchs, Sosyal Medya-Eleştirel Bir
Giriş adlı eserinde başka bir internet ve sosyal medya kültürünün nasıl var olacağını mercek altına alıyor.
89
MUHABBET TÜRKÜLERİ 1-2
ARDA MÜZİK
Sabahat Akkiraz, Mustafa Özarslan, Savaş Gövtepe, Tuncay Balcı ve Fadime Akpınar’ın da aralarında yer aldığı sanatçılar, Türk Halk Müziği’nin unutulmaz parçalarından oluşan bir albümde bir
araya geliyor. “Bu Yarayı Dosttan Aldım”, “Karlı Dağlar”, “Yüce Dağ Başına”, “Yattım Gurbet Elde”
ve “Kalk Gidelim Deli Gönül” gibi klasiklerin yer aldığı iki CD’lik albüm çalışması, Türk Halk Müziği
severlerin arşivlerine girmeye hazırlanıyor.
GRİ ŞARKILAR
GÜLAY
PASAJ MÜZİK
Doğu Akdeniz Üniversitesi Müzik Bölümü’nden birincilikle mezun olan Gülay, müzik kariyerine
kendisi de bir müzisyen ve besteci olan babası Eyüp Ercan Sezer’in bağlamayla çaldığı türkülere
eşlik ederek başladı. Poptan Türk Halk Müziği’ne kadar pek çok müzik türünde albüm çalışmasına
ve başarıya imza atan Gülay, “Beni Verme Ellere”, “Mucize” ve “Hasretler Ayrılıkla Başlar” gibi
duygusal parçaların yer aldığı son albümü “Gri Şarkılar”da 11 eseri yeniden yorumluyor.
HAYDN PIANO TRIOS
RICCARDO MINASI
SONY MUSIC
Bugüne kadar dünyaca ünlü birçok orkestrayla birlikte sahne alan keman virtüözü ve orkestra
şefi Riccardo Minasi, müzik kariyerinde Grammy Ödülü dahil olmak üzere pek çok başarıya imza
attı. Solo çalışan, oda müziği toplulukları veya bir orkestra bünyesinde müziğini icra eden genç
müzisyenleri bir araya getiren Musica Antiqua Roma’nın da kurucusu olan sanatçı, son albümünde 18. yüzyılın en önemli bestecilerinden Joseph Haydn’ın piyano triolarını yorumluyor. Sanatçıya
albümde Maxim Emelyanychev ve Federico Toffana eşlik ediyor.
90
KÜMES
YÖNETMEN: UFUK BAYRAKTAR
SENARYO: UFUK BAYRAKTAR
OYUNCULAR: HASİBE EREN, UFUK BAYRAKTAR, PINAR BALKIŞ
YAPIM: 2015, TÜRKİYE
TÜR: DRAM
Dört çocuk sahibi Saniye (Hasibe Eren) vereme yakalanır ve yakın zamanda hayatını kaybedeceğini öğrenir. Ölmeden önce eşi Süleyman’ı (Ufuk Bayraktar) çocuk sahibi olamayan bir kadınla
evlenmeye razı eder. Ne var ki kader ağlarını örer, Saniye iyileşir ve evine geri döner. Saniye artık
aynı çatı altında kocasının yeni eşiyle birlikte yaşamak zorundadır.
Çekimleri Antalya’nın Korkuteli ilçesindeki terk edilmiş bir köyde gerçekleştirilen “Kümes”,
hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, olayların yorumlanmasında kişinin bakış açısının büyük
önem taşıdığı mesajı veriyor. Film aynı zamanda Zeki Demirkubuz’un keşfettiği ve “Kader” filminde başrol verdiği oyuncu Ufuk Bayraktar’ın ilk yönetmenlik denemesi olma özelliği taşıyor.
SENDEN ÖNCE BEN ME BEFORE YOU
YÖNETMEN: THEA SHARROCK
SENARYO: JOJO MOYES
OYUNCULAR: EMILIA CLARKE, SAM CLAFLIN, JENNA COLEMAN, MATTHEW LEWIS
YAPIM: 2016, ABD
TÜR: DRAM
William Traynor (Sam Claflin) varlıklı, eğitimli, başarılı, yakışıklı ve hayat dolu genç bir adamdır.
Ancak trajik bir motor kazasının ardından felç geçirir ve boynundan aşağısı tutmaz. Louisa Clark
(Emilia Clarke) ise gelecek vadetmeyen ufak tefek işlerde çalışan, hayattan pek bir beklentisi
olmayan sevgi dolu genç bir kadındır. Yaşama sevincini kaybeden William ile ona bakması için
işe alınan Louisa’nın yollarının kesişmesinin ardından ikilinin hayatı bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır.
Jojo Moyes’in çok satanlar listesindeki aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan “Senden
Önce Ben”, William ile Louisa’nın aşkını merkezine alarak hayata sıkı sıkı tutunmayı ve onu dolu
dolu yaşamayı öğütlüyor.
91
Muharrem Erkek
@MuharremErkek17
CHP Çanakkale Milletvekili-TBMM Grup Yönetim Kurulu Üyesi-Avukat
Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve
gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz?
Sosyal medyayı özellikle Gezi Direnişi sürecinden sonra daha sık
kullanmaya başladım. Sosyal medya, baskı ve şiddet ortamında,
sansürün yaygınlaştırılmaya çalışıldığı durumda hem çok hızlı bilgi
alınabilmesi hem de insanların birbiriyle kısa sürede haberleşip bir
araya gelebilmesi için önemli bir alan. Sosyal medyayı asıl yoğun
kullanımı milletvekilliği adaylığı sürecimde gerçekleştirdim. Hâlâ
da devam etmeye çalışıyorum. Gün içinde o kadar sık kullanıyorum
ki sayı vermem zor. Yalnız, hemen hemen her gün hakkımızda
basında çıkmış haberleri paylaşıp, özel olarak atılmış mesajlara
yanıt vermeye çalışıyorum. Haberleri de sosyal medya üzerinden
sıklıkla takip ediyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir
şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Sosyal paylaşım siteleri aslında bir anlamda şeffaflık sağlayabilecek ortamlar. Sadece yanlış ve manipülatif amaçlı yazılanlara
dikkat etmek gerekiyor. Günlük yaşantımda ve siyasi işlere dair
hemen hemen hiçbir gizliliğim yok. Neredeysem onu bildiriyorum.
Böylelikle hem hemşehrilerimizin ve yurttaşlarımızın bizden, çalışmalarımızdan haberdar olmasını sağlamaya çalışıyorum hem
de yapılan işin duyulmasına yardımcı oluyorum. Çok sayıda hemşehrimizin fotoğraf paylaşımımı görüp yanıma geldiği, benimle
yüz yüze görüştüğü oluyor. Şeffaflık, halkın temsilcilerine daha
kolay ulaşabilmesi, haberdar olma, mutluluğu, hüznü ve tarihin
önemli bir olayını paylaşma açısından sosyal medyanın özel bir
yeri bulunuyor.
Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı
olduğunu düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Yalnız, bu konuda güvenilir kaynakları tespit etmek
ve onların paylaştığı bilgilere dayanmak önemli. Çünkü yanıltıcı
92
bilgilerin de sıklıkla dolaşımda olduğuna tanıklık ediyoruz. Ayrıca
sosyal medya, devleti yönetenlerin hata yapmaması doğrultusunda yardımcı olduğu gibi, onların doğru bilgi paylaşması anlamında
da teşvik edici oluyor. Yakın zamanda bunun önemli örneklerini
yaşadık. Kamuoyuna bazı kurum ve kuruluşlarımızdan yapılan
açıklamaların tamamen gerçeğe aykırı olduğu, başka kişilerin
sosyal medya paylaşımlarıyla ortaya çıktı. Yine de her şeye karşın
paylaşılan bilgilerin teyitli olmaması sorunlu bir durumdur.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
6 Mayıs 2016 tarihinde gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül ile
ilgili görülen davanın duruşması sonrası bir silahlı saldırı olayı yaşandı. Orada saldırganı engellemek adına bir refleks gösterdikten
sonra sosyal medyanın gücünü iyice fark ettim. Bir anda sosyal
medya hesaplarıma binlerce mesaj, takip, beğeni gelmeye başladı.
Yurttaşlarımızın iyi dilekleri insanı mutlu ediyor tabii ki. Bir o kadar
da eleştiri ve maalesef bunun ötesinde hakaretle de karşılaştım. İlginç bir anıydı benim için. Eksik, yanlış ve bilinçli yanıltılmış bilginin
ne derece tehlikeli boyutlarda etkili olabileceğini de iyice anladım.
Sosyal medya doğru kullanıldığı müddetçe çok önemli bir güç. Yeter ki doğru kullanalım, fikirlerimizi hakarete varmadan sunalım.
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
Ahmet Uzer @ahmet_uzer27
Hacı Bayram Türkoğlu @HBTurkoglu
Günaydın,
İnsanlar başaklara benzer; içleri boşken
başları havadadır, doldukça eğilirler.
Hz. Mevlâna
Ahîlik ilke ve esaslarının hâkim olması
temennisiyle Ahîlik Haftası’nı kutluyor,
esnaflarımıza hayırlı ve bereketli kazançlar diliyorum.
Erhan Usta @55erhanusta
Erkan Aydın @erkanecz
Baki Şimşek @bakisimsekmhp
İYSİAD tarafından Bursa TSO’da düzenlenen konferansta dünya ve Türkiye ekonomisini değerlendirdim. Teşekkürler Bursa…
Orhaneli İlçe Örgütümüz ve Orhanelili hemşehrilerimizle ATA’mızı ziyaret ettik.
MHP Grup Toplantısı öncesi Sayın Başkanımız Şevket Can ile…
Dirayet Taşdemir @dilanararat
Volkan Bozkır @volkan_bozkir
Kadim Durmaz @kadimdurmaz
Dünya İnsani Zirvesi’ne katılan Yunanistan
Başbakanı Alexis Tsipras’ı İstanbul’dan
uğurladık.
Tokat’ta esnafımızı ziyaret ettik.
Grup toplantımız miting alanı gibi...
93
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
Orhan Deligöz @orhandeligoz25
Mahmut Tanal @MTanal
Şifa dağıtan ellerinize ve yüreğinize sağlık.
Hemşireler Gününüzü en içten dileklerimle
kutluyorum.
Doğacak güneşin, umut dolu güzel yarınları yeşertmesi dileği ile. İyi geceler.
Burcu Çelik @tbcelik
Gülay Yedekci @gulayyedekci
Yarın devam edeceğimiz esnaf ziyaretinde
bizimle çalışmak istediklerini söyleyen
genç arkadaşlarımız var olasınız :)
“Bebem anasız büyür de vatansız büyüyemez” deyip cepheye koşan Nene Hatun’u
saygı ve minnetle anıyorum.
Vural Kavuncu @vural_kavuncu
Gamze Akkuş İlgezdi @gamzeilgezdi
Mehmet Kasım Gülpınar @kasimgulpinar
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor
Bayramımız kutlu olsun.
AB Büyükelçileri ile Şanlıurfa gezimizin
son gününde Halfeti’yi ziyaret ettik. Emeği geçen bütün dostlara teşekkürler.
Siyasette en temel kural vatandaşı dinlemek. Sorun, talep ve eleştirilerini dile
getirecekler, çözüm isteyecekler.
94
Mazlum Nurlu @MazlumNurlu
Manisa’da yağan dolu nedeniyle bağları
zarar gören çiftçilerimize geçmiş olsun
dileklerimi iletiyorum.
UNUTMAYACAĞIZ
Ahmet Remzi Hatip
Cumhuriyet Senatosu Konya Üyesi ve 19. Dönem Konya Milletvekili Ahmet Remzi Hatip 1930 Bozdoğan doğumludur. Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim gören Hatip, Ankara Maiyet Memurluğu; Andırın, Senirkent, Sarıcakaya Kaymakamlıkları; İzmir Karşıyaka Belediye Şube ve Zatişleri Müdürlüğü; Devlet Planlama
Teşkilatı Müşavir Araştırmacılığı ile Teşvik ve Uygulama Dairesi Başkan Yardımcılığı; Başbakanlık Yatırımları ve İhracatı Geliştirme ve Teşvik Bürosu Başkanlığı; Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı Teşvik ve Uygulama Dairesi Müşavirliği; Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı Müşavirliği ile Teşvik Kurulu Üyeliği; İzmir Sanayi ve Bölge Müdürlüğü görevlerinde bulundu.
Ahmet Remzi Hatip’in cenazesi 18 Mayıs 2016 tarihinde Demetevler Sami Efendi Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan
cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Ömer Azmi Eryılmaz
Danışma Meclisi Niğde Üyesi Ömer Azmi Eryılmaz 1927 Niğde doğumludur. Harp Okulu ve Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nde eğitim gören Eryılmaz, Danıştay Yardımcılığı, Tasnif Yayın ve 7. Daire Başyardımcılığı, Danıştay Kanun Sözcülüğü 6. Daire Başyardımcılığı ve Danıştay Üyeliği görevlerinde bulundu.
Ömer Azmi Eryılmaz’ın cenazesi 7 Mayıs 2016 tarihinde Karşıyaka Mezarlığı Ahmet Efendi Camii’nde öğle namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Namık Hakan Durhan
21. Dönem Malatya Milletvekili Namık Hakan Durhan 1958 Yeşilyurt doğumludur. Durhan bir süre serbest ticaretle uğraştı.
Namık Hakan Durhan için 6 Mayıs 2016 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Durhan, ertesi gün Malatya Şehir Mezarlığı
Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
95
UNUTMAYACAĞIZ
Mehmet Şerif Tüten
Cumhuriyet Senatosu Üyesi, İmar ve İskan eski Bakanı Mehmet Şerif Tüten 1925 Hidi doğumludur. Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde eğitim gören Tüten, aynı okulda doktora yaptı. Tüten, Çanakkale ve Burdur illerinde Maiyet
Memurluğu; Karayazı, Kemah, Gerger, Beyşehir ve Düzce Kaymakamlıkları; Mülkiye Müfettişliği; İçişleri Bakanlığı Özel
Kalem Müdürlüğü; Muğla, Antalya, Ankara Valilikleri; İçişleri Bakanlığı Tetkik Kurulu Başkanlığı; Avrupa Konseyi Mahalli
İdareler Parlamentosu Türkiye Temsilciliği; Uluslararası Parlamenterler Birliği Türk Grubu Üyeliği görevlerinde bulundu.
Mehmet Şerif Tüten’in cenazesi 3 Mayıs 2016 tarihinde Bostanlı Karşıyaka Beşikçioğlu Camii’nde öğle namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Vahap Güvenç
Cumhuriyet Senatosu ve Danışma Meclisi Üyesi Vahap Güvenç 1926 Malatya doğumludur. Diyarbakır Erkek Sanat
Enstitüsü’nde eğitim gören Güvenç, Kırıkkale Çelik Fabrikası’nda bir süre hizmet verdikten sonra Sümerbank Malatya
Pamuklu Sanayi Müessesesi Mensucat Fabrikası Makine Bakım ve Dokuma Ustası olarak çalıştı. Güvenç, Malatya Tekstil
Sanayii İşyerleri Sendikası Sekreterliği; Türkiye Tekstil, Örme ve Giyim Sanayii İşçileri Sendikası Genel Sekreterliği; Türkiye
İşçi Sendikaları Konfederasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği; Uluslararası Tekstil ve Deri İşçileri Federasyonu Yönetim Kurulu
Üyeliği görevlerinde bulundu.
Vahap Güvenç’in cenazesi 1 Mayıs 2016 tarihinde Erenköy Galip Paşa Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze
namazının ardından toprağa verildi.
MAYIS AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN
RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.
96
Download