1 İçindekiler Müslümanların koruması altında olan bir gayri müslimi öldürmenin cezası nedir? ...............3 Allah'ın cemalini kimler görecek? ...............................................................................................6 Ayetlerdeki cümlelerin değişmesi nasıl açıklanabilir? ...............................................................7 Hangi ay "Allah'ın ayı"dır, Ramazan'dan sonra en faziletli oruç Muharrem ayında mıdır? .9 İşari Tefsir eserleri hangileridir? ..............................................................................................10 Mesh yapılacak çorap veya ayakkabının, topukları kapatacak şekilde olmasının delili nedir? .....................................................................................................................................................11 Hz. Aişe validemizin vahyolunan ayetleri eleştirdiği olmuş mudur? .......................................12 Ebu Zer'in aktardığı en faziletli amellerle ilgili hadis rivayeti sahih midir? ...........................13 Parası peşin ödenip de zamanında teslim edilmeyen mal/hizmetten dolayı uğranılan zarar tazmin edilebilir mi? ...................................................................................................................14 Sigara içersem üç ay oruç tutacağım diye adakta bulunmuştum, şimdi tutmam gerekir mi? 14 2 Müslümanların koruması altında olan bir gayri müslimi öldürmenin cezası nedir? Bir başkasını kasden öldüren kişi, ölenin yakınlarının kısas talebi durumunda o da öldürülür. Hanefilere göre; hür bir Müslüman, hür bir Müslümana karşı kısas edildiği gibi zimmiye (gayri müslim vatandaş) ve köleye karşı da kısas edilerek öldürülür. Yani bir köleyi veya zimmiyi öldüren hür bir Müslüman da öldürülür. Buna göre, İslam diyarında bir zimmîyi haksız yere öldüren kimseye öldürmenin niteliğine göre kısas veya diğer cezalar uygulanır. Öldüren kimse müslüman, zimmî veya müstemen (pasaportlu yabancı) olsun hüküm değişmez. İmam Malik, Şafii, Ahmed ve Leys'in de içinde bulunduğu alimlere göre ise, hür bir Müslüman zimmîye karşı öldürülmez. Bir zimmî başka bir zimmîyi öldürse, öldüren daha sonra İslâm'a girse bile yine kısas uygulanır. Bu konuda görüş birliği vardır. İslam dinine göre bütün insanlar; Hz. Adem (as) ile Hz. Havva'nın çocuklarıdırlar. Peygamber Efendimizin (asm) konuyla ilgili şu açıklaması özellikle konumuz açısından çok önemlidir: “Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Biliniz ki Arabın Arap olmayan üzerinde, Arap olmayanın da Arap üzerinde; kızıl derilinin siyah derili üzerinde, siyah derilinin de kızıl derili üzerinde, hiçbir üstünlüğü ve fazileti yoktur. (Hepiniz eşitsiniz) Üstünlük ve fazilet ancak takva sayesindedir... Tebliğ ettim mi?" (Müsned, 5/411) "İnsan için asıl olan hürriyettir" (Merginani, el-Hidaye, Kahire; 1965, 2/173) ve "kesin nassla beyan edilmiş meşru bir sebep olmadan, insanın kanını dökmek haramdır." Dolayısıyla "can emniyeti" ve "hürriyet" ispata muhtaç değildir. Fıtri haklardandır. Şurası muhakkaktır ki; meşrû bir sebep yokken bir insanı öldürmek, bütün insanların can emniyetini hiçe saymak demektir. Böyle bir fiilin en ağır şekilde cezalandırılması, insana değer verme açısından zaruridir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de: "Maktüller (öldürenler) hakkında size kısas farz kılındı.” ve “Kısasta sizin için umumi bir hayat vardır.” (Bakara, 2/187-179) hükmü beyan buyurulmuştur. Kısas; yapılan bir fiilin, mislinin (aynısının) faile icra edilmesidir. Kısasta; bedel olma mahiyeti vardır. Bu sebeple, kasden adam öldürmede kısas, öldürmenin misli (aynı), ikinci öldürmedir. Yani öldürülene karşılık, öldüren öldürülür. İslamî yönetimde; "kısas" ve "diyet" sadece müslümanlarla ilgili bir hüküm değildir. Bir müslüman, kasden bir gayrı müslimi (zimmiyi) öldürürse, kendisine kısas tatbik edilir. (Merginani, 4/160) Zira Peygamberimiz (asm) zimmet ehlinden bir gayrı müslimi öldüren kimseye kısas cezasını tatbik etmiş ve; "Elbette ben zimmetim altında bulunanların hakkını almaya en layığım" (Buhari, Diyet, 22) buyurmuştur. Hz. Ali: "Zimmet ehlinin (gayri müslimlerin) cizye vermesi, malları bizim mallarımız gibi, kanları bizim kanlarımız gibi olması içindir" (Molla Hüsrev, Dürer, İst., 1307, 5/91) diyerek, hukukî duruma dikkati çekmiştir. 3 Resûl-i Ekrem (asm)'in: "Kafire karşılık mümin öldürülmez" hadisi, zimmet akdi imzalamayan ve İslama karşı savaşan harbîlerle ilgilidir. Çünkü harbînin (İslam'a karşı savaşan kafirin) kanı masûm değildir. Hatta müstemen (pasaportlu yabancı) bile bir harbîyi öldürse, ona kısas cezası uygulanmaz. (bk. Merginani, 4/160) Bu sebeble, bir İslam ülkesinde ikamet eden (gayri müslim) zimmî, darû'l-harp'te ikamet eden müstemen müslümandan, hukuk noktasından daha üstündür. (Molla Hüsrev, 2/ 363) Çünkü darû'l-harp'te ikamet eden müslümanı öldürdüğü için kısas cezası uygulanmaz. Fakat darû'1İslam'da ikamet eden gayri müslimi (zimmîyi) öldüren kimse, kısas edilerek öldürülür! Zimmiyi kasden öldüren müslümanın da öldürüleceğini söyleyen alimlerin bazı gerekçeleri şöyle özetlenebilir: a) Usuli gerekçeler: - Kanun koyucunun bizden öncekiler hakkında verdiği hükümlerin yürürlükten kalktığına dair bir işaret yoksa, bu hükümler sonrakiler hakkında da geçerlidir. Bu anlamda Kur'an'da; "Orada onlara cana can,... yazdık.” (Maide, 5/32) denmektedir. - Ehl-i kitap ve bunların dışındakilerin diyeti müslümanların diyetinin aynısıdır. Zira zimmet akdi ile zimmiler hukuk sahasında islami hükümleri kabul etmiş olurlar. Dolayısıyla müslüman birisi bir zimmiyi kasden öldürse kısas gerekir. (Şeybani, Kitabu’l-hucce, Beyrut, 1983, 4//322) b) Nakli gerekçeler: - "Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.” (Bakara, 2/178) ayeti kerimesinde yer alan ifade umumi olup, öldürülenlerin tamamını içine almaktadır. - "Kafir karşılığında müslüman öldürülmez." (İbn Mace, Diyet, 21) hadisinde geçen kafir sözcüğü, kendisiyle savaş halinde olunan kimseleri ifade etmektedir. Zira örfte, "kafir" dendiğinde özellikle "harbi kafir-savaş halinde olunan gayri müslim" anlaşılır. (Mevsıli, İhtiyar, 5/27) - "Zimmi de zimmeti içerisinde kısas cezasına çarptırılmaz." ibaresi mümin üzerine atfedilir ki, bu durumda anlam şöyle olur: Kafiri öldüren mümin ve (harbi) kafiri öldüren zimmiye kısas uygulanmaz. (Kasani, Bedai, 7/237) - İmam Muhammed'in rivayetine göre, müslüman birisi zimmet ehlinden birini öldürmüştü. Konu Hz. Peygambere iletildiğinde şöyle dedi: "Ben, onun zimmetini gözetenlerin başında gelirim", sonra emretti ve müslümana kısas uyguladılar. (Kitabu'l-hucce, 4/329-345) c) Akli gerekçeler: - Zimmiyi öldüren müslümana kısas uygulamak, müslümanı öldüren müslümana kısas uygulamaktan daha haklı nedenlere dayanır. Zira insanlar arasında din farklılığı olduğunda normal kızgınlık halinde bile her zaman öldürme hadisesi olabilir. Dolayısıyla zimmiyi hasım olarak görüp, öldürme durumunda da kısas gerekli olur. Aksi halde zimminin can güvenliği tam korunmamış olur. Zimmct akdinin can, mal, din, namus ve diğer hakları korumada onları müslümanlarla eşit hale getirdiği kabul edilmelidir. - Zimmi ile zimmet akdi yapıldığından, tıpkı bir müslüman gibi canı hukukun koruması altında sayılır. Ayrıca kısasın uygulanmasında din birliğinin olması da mutlak gerekli değildir. (Kasani, 7/237) 4 - Zimmiyi öldüren müslümana kısas uygulanmaması, onları zimmet akdini kabul etmemeye götürür ki, böyle bir durumda İslam devleti için çok büyük zararlar söz konusu olur. (Mevsıli, 5/27) İslam hukukçuları arasında bu yönde doğan ve gelişen uzun tartışınalar ve bilhassa Hanefilerin görüşü, müslümanların ilk devirlerinden itibaren azınlık haklarına verdiği önemi ortaya koymaktadır. Müslüman halkın kamuoyunu meşgul ve tedirgin etse bile Hanefiler, insan haklarına saygıyı ikame ve toplum düzenini muhafaza için, bu görüşlerinde ısrar etmişlerdir. (bk. Bardakoğlu, Ali. İslam Hukukunda Metodolojik İhtilaflar ve Sonuçları, ders notları, Kayseri 1987, s. 64) İslam konseyinin "İslamda İnsan Hakları Beyannamesi" adıyla neşrettiği bildirinin, "Hayat hakkı ve eşitlik hakkı" maddesi Hanefi mezhebinin konuyla ilgili görüşünün günümüze aksetmesi açısından önemli olup, "Devletler Özel Hukuku" sahasında temel alınacak prensipler getirmesi bakımından da dikkate şayandır. (Bildiri için bk. Diyanet Dergisi, Sayı: 1, Ankara 1992) Sonuç Zimmet akdi ile müslümanlar arasında yaşayan bir yabancıyı öldüren müslümana verilecek ceza konusunda müslüman hukukçular farklı kanaatlere sahip olmuşlardır. Farklı görüş sahiplerinin bu kanaatlere ulaşmalarında yaşadıkları toplumların anlayışları, yabancı devletlerle olan ilişkileri ve konunun dini kaynağı olan naslar (Kur'an ve Hadis metinleri) ve bunların yorum farklılıkları ile belli dönem uygulamalarının algılanış ve kaynaklık anlayışları etkili olmuştur. Müslüman hukukçular içerisinde Hanefi mezhebi hukukçularının “zimmiyi öldüren müslümana kısas cezası öngörmeleri” görüşüyle azınlıkta kalmaları söz konusu olsa da; onların bu görüşü, hem pratikle uyuşması hem de İslam dininin insan eşitliği, hakları aynı ölçüde gözetme ve müslümanların oluşturduğu devlette yaşayan azınlıklara tanınan hak ve hürriyetler açısından dikkat çekicidir. Devletler arası ilişkilerin çok üst boyutlara ulaştığı, bazı hukuk dallarında uluslararası hukuk kavramının yaygınlaştığı ve din, ırk, dil gibi temel farklılıklara rağmen bütün insanların temel hak ve hürriyetlere sahip olma düşüncesinin hakim olduğu günümüzde Hanefi mezhebi görüşünün, bu çeşit düşüncelere katkılarda bulunabileceği düşünülebilir. (Geniş bilgi için bk. Dr. Menderes Gürkan, Zimmiyi Öldüren Müslümana Kısas Uygulanması, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 8, Yıl: 1999, s. 315-324) 5 Allah'ın cemalini kimler görecek? Evet, bu anlamda bir hadis rivayeti vardır. (bk. el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, 4/556) İslam kaynaklarının bildirdiğine göre, cennette bulunana herkes, Allah’ın cemalini müşahede eder. Bu müşahede sıklığı veya periyodu ise, kişinin derecesine göredir. Cennet ehli için Cenab-ı Hakk’a nazar etmekten daha lezzetli, daha tatlı ve daha zevkli bir nimet yoktur. Cennetin her tarafından rü’yetullah mümkün olacaktır. Cennetteki dereceler farklı olduğu gibi, cennet ehlinin de dereceleri farklıdır. Bu bakımdan, her mümin iman, ubudiyet, takva, hayır ve hasenatı nispetinde, kimi haftada bir, kimi ise sabah akşam rü’yetullah nimetine mazhar olacaklardır. Söz konusu hadis, insanlardan sadece bir kısmının Allah’ın cemalini seyrettiğini göstermez. Orada anlatılan husus; Allah’ın cemalini müşahede edenlerin güzelleşmesi ve -aile fertleri tarafından hemencecik fark edilecek şekilde- daha önceki şeklinden çok farklı bir görünüm ve güzellik kazanmasıdır. Nitekim bu hadisin izahında, "ailesi" tabiriyle, ehl-i cennetin saraylarında yaşayan huriler gibi diğer ev halkı kasd ediliyor denilmiştir. Yoksa Allahu Teala, münezzeh cemalini görmeyi "bütün müminlere" vaad etmiştir. Hadiste geçen bu durum, elbette hem kadınlar hem de erkekler için geçerlidir. Detaylı bilgi için tıklayınız: Cennette olanlar, Allah'ın cemalini her zaman görebilecekler mi? Cennette rü’yet yani Allah’ı görme olacak mıdır? Rü’yet hakkında İslâm alimlerinin görüşü nasıldır? 6 Ayetlerdeki cümlelerin değişmesi nasıl açıklanabilir? a) Söz konusu makale yazarı, Kur’an’a zarar verdiği gerekçesiyle ilgili bütün rivayetleri reddetmektedir. Bu sebeple, yazarın verdiği misaller de bu rivayetlerin yanlışlığını ortaya koyma çabalarıdır. Buna göre eğer siz de bu zatın dediği gibi farklı okuyuşlarla ilgili bütün rivayetlerin yanlış olduğunu kabul ediyorsanız, zaten mesele yoktur.. Çünkü buna göre alternatif okuyuşların hiç biri, sağlam bir rivayetle gelmiş değildir. b) Yazarın “kelimelerin farklı harekeleri, farklı manalar ifade eder” anlamındaki hükmün doğruluğu için söylediği “Ya’lemu=bilir, Yu’lemu=bilinr” tespiti doğrudur. Ancak bu bilgi Arapça eğitimini yapan Medreselerde ilk okul seviyesinde bir bilgidir. Nitekim, Arapça dil bilgisinin ELİFBASI sayılan “EMSİLE”de fiillerin farklı şekilleri/çekimleri gösteriliyor. Bu da bazı harflerin eksik veya fazlalığıyla ilgili olması yanında bir fiilin harekesinin değişmesiyle de yapılır. Örneğin: “gelecek zaman kipi için: Yensuru=yardım eder/ediyor; Yunsaru=yardım edilir/ediliyor; geçmiş zaman kipi için nasara=yardım etti; nusira= Yardım edildi” şeklinde anlam verilir. Burada önemli olan bir ayette hem “Ya’lemu” hem de “Yu’lemu” şeklinde bir okuyuşun olup olmamasıdır. Böyle bir örnek verilmemiştir, verilemez de.. Arapçadaki farklı harekelerden farklı manalar çıkacağını gösteren binlerce misal verilebilir. Bu misallerin hiç biri, bizim “Salat, Zekât, Riba” kelimelerinin “vav”lı veya “vav”sız yazılmasıyla anlamının değişmeyeceğine dair tespitimize zerre kadar zarar vermez. Veya “Melik” ile “Malik” kelimelerinin zıt bir anlam taşımadığına dair tespitlerimizi etkilemez. c) Makalede özellikle vurgulanan “Ya’lemu” fiilinin Kur’an’da farklı okuyuşlara imkân verecek bir kıraate -kaynaklarda- rastlayamadık. Kaldı ki, fiilin etken veya edilgen şekilde okunması sadece onunla kalmaz, -çoğu zaman-ardından gelen kelimenin harekesinin değişmesine de yol açar. Kur’an’da 93 defa kullanılan bu kelimenin bulunduğu yerlerde farklı okuyuşlara imkân vermez. Örneğin: İlk geçtiği (Bakara: 77) ayetin meali şöyledir: “Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de açıkladıklarını da bilir(Ya’lemu)” Bunun başka bir şekilde okunmasının imkân ve ihtimali yoktur. Bunun yanında (öyle bir kıraatin olduğunu tespit edemediğimizle birlikte) bir misal olarak bu kelimenin farklı okuyuşlarında -gramer bakımından farklı (etkenedilgen) bir yapıya sahip olsa bile yine de anlamın bozulması söz konusu değildir. Örneğin: Ali İmran suresinin 167. ayetinde yer alan ilgili cümlenin meali şöyledir: “(İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musibet Allah’ın izniyle olmuştu. Bu da O’nun müminleri ayırd etmesi) ve münafıklık yapanları da bilmesi (meydana çıkarması) için idi.” Burada ayetin bağlamı buna izin vermemekle birlikte şayet; “münafıklık yapanları da bilmesi (meydana çıkarması)” şeklinde meal verilen cümlenin Arapça metni olan “ve li Ya’leme’llezine nefekû” şeklinde okunmayıp da burada “ve li Yu’leme” şeklinde meçhul/edilgen bir yapıyla okunursa, manası yine de bozulmaz. Çünkü o takdirde meali; “Münafıklık yapanların da bilinmesi (meydana çıkarılması)” şeklinde olur. Bu misal gösteriyor ki, iddia edildiği gibi, her harekenin değişikliği manayı bozmaz. Farklı ifadeyle aynı mana anlaşılır. Örneğin; Tükçe’de “A, B’ye yardım etti” cümlesi etken bir cümledir. “A tarafından B’ye yardım edildi” cümlesi edilgen bir yapıtadır. Ancak anlam aynıdır. Önemli olan yardımın kim tarafından kime yapılmış olmasıdır. d) Makale sahibinin, farklı kıraat şekilleriyle ilgili itiraz ettiği rivayetlerin bir kısmına bizim de itirazımız var. Ve sitemizde bu konuda zayıf rivayetlere karşı yaptığımız itirazlar da yer almaktadır. Ancak, makale yazarının toptan bütün rivayetleri elinin tersiyle itmesine de itirazımız vardır. 7 Bu konu İslam kaynaklarında, özellikle de tefsir usulü kaynaklarında en fazla tartışmalı olan konulardan biridir. İslam literatürünün altyapısına sahip olmayanların bu konulara dalması bizce uygun değildir. Çünkü, inancımızı rahatsız eden bir konuyla ilgilenmemiz, bilerek kendimize zarar vermek anlamına gelir. İşin detaylarına hâkim olmayanlar, yazılan satırların önünde, fırtınaya tutulan kelebekler gibi sağa-sola savrulabilirler. e) Ubey b. Kab’a isnat edilen kıraat şeklini onlarca meşhur büyük tefsir kaynaklarında bulamadık. Demek ki, çok fazla itibar edilmeyen bir rivayet olduğu için kale almamışlar. Bununla beraber, Ubey b. Kâb, İbn Masud, Hz. Ali gibi sahabelerin hususi Mushaflarında yazdıkları bazı cümleler, alimler tarafından genellikle bir tefsir ve açıklama olarak değerlendirilmiştir. Daha önce de sitemizde buna yer verilmiştir. Bu ifadelerin Kur’an ayeti olmadığını, Kur’a’ın belagatine aşina olanların kolaylıkla anlayabileceklerini düşünüyoruz. Özellikle Hz. Ali’ye ait olduğu iddia edilen ifadelerin bir açıklama olduğu çok açıktır. f) Bu fani imtihan dünyasında, önemli olan imanımızı kuvvetlendirmektir. Şimdiki internet, bilgi kirliliği bakımından eski Haliç’in haline benzer. Kaldı ki, en temiz deniz de olsa, yüzme bilmeyenler o dalgalar arasında boğulmakla karşı karşıya gelebilirler. Herkesin her konuda uzman olması gerekmez. Çok ufuk açıcı kitaplar dururken, oralardaki sağlam bilgilerle gönlümüzü, ruhumuzu aydınlatmak yerine, içimizi karartan şeylerle uğraşmaya değmez. 8 Hangi ay "Allah'ın ayı"dır, Ramazan'dan sonra en faziletli oruç Muharrem ayında mıdır? En Sahih rivayetlerde: Muharrem ayı için “Şehrullah - Allah’ın ayı” ifadesi kullanılmıştır. Hz. Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre, peygamberimiz şöyle buyurdu: “Ramazandan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazdan sonra da en fazileti namaz gece kılınan namazdır.” (Muslim, Sıyam, 202, 203; Ebu Davud, Savm, 55; Tirmizi, Salat, 323; Nesaî, Kıyamu’l-Leyl, 6) - Şaban ayı için “şehrullah=Allah’ın ayı” denildiğine dair bir bilgiye rastlayamadık. - Bazı rivayetlerde, -Şaban ayı için değil- Receb ayı için “Allah’ın ayı” ifadesi vardır. Bu rivayete göre peygamberimiz şöyle buyurdu: “Receb Allah’ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.” (Kenzu’l-Ummal, h.no: 35164) Bu hadis rivayeti mürseldir (Kenz, a.y.), dolayısıyla zayıftır. - Diğer bir rivayette: “Ramazan Allah’ın ayı olduğu” belirtilmiştir. (bk. Mecmau’z-zevaid, h. no: 4796) Bu rivayette “meçhul bir ravi vardır.” (Kenz, a.y.), dolayısıyla zayıftır. Sonuç olarak diyebiliriz ki; “Allah’ın ayı” vasfının Muharrem ayı için kullanıldığı hadis rivayetleri kütübü sitte olup sahih rivayetlerdir. Bu vasfın Receb veya Ramazan veya -varsaŞaban ayı için kullanıldığı rivayetleri hiç birisi Kütübü sittede geçmemektedir. - Muharrem ayı ile Şaban ayı oruçlarının fazileti konusuna gelince; Yukarıda ifade edildiği üzere, Ramazandan sonra, ikinci sırada Muharrem ayının faziletini bizzat Hz. Peygamberin kendi sözlerinden öğreniyoruz. Buna mukabil, Şaban ayının fazileti ise, Hz. Aişe’nin kendi yorumundan anlıyoruz. Nitekim bir rivayete göre, Hz. Aişe şunları söylüyor: “Resulullah’ın içinde oruç tutmayı en çok sevdiği ay, Şaban ayı idi. Sonra onu Ramazana ulaştırırdı (Şaban orucunu ramazan orucuyla bitiştirirdi).” (Ebu Davud, Savm, 56) Diğer bir rivayette, yine Hz. Aişe anlatıyor: “Resulullah’ın Şaban ayından daha fazla oruç tuttuğu bir ayı görmedim.” (Ebu Davud, Savm, 59) Bu konuda, Hz. Peygamberin sözleri elbette Hz. Aişe’nin sözlerine tercih edilir. Kaldı ki, Hz. Aişe’nin ifadelerinde, “Şaban ayının en faziletli olduğu” değil, Hz. Peygamberin o ayda daha fazla oruç tuttuğuna dairdir. Burada belki de Şaban ayı söz konusu olduğu bir yerde, Hz. Aişe bunları söylemiş; yoksa Şaban ayını Muharrem ayıyla kıyaslamamıştır. Bununla beraber, Hz. Enes’ten nakledilen bir rivayette Hz. Peygamber: “Ramazandan sonra en faziletli oruç Şaban aynının orucudur.” diye buyurmuştur. Ancak İbn Hacer, bu rivayetin zayıf olduğunu belirtmiştir. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 4/129) Tirmizi’nin rivayet ettiği bu hadis rivayeti için “garip” diyerek zayıflığına işaret ettiğini belirten İbn Hacer, bunun (yukarıda belirttiğimiz üzere) Müslim’de yer alan “Ramazandan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem ayında tutulan oruçtur.” şeklindeki sahih hadis rivayetine de muarız olduğuna vurgu yapmak suretiyle onun kabul edilemez olduğuna işaret etmiştir. (bk. İbn Hacer, 4/214) 9 İşari Tefsir eserleri hangileridir? İşari Tefsir, Rivayet tefsirinin bir dalı olup, genellikle bu çeşit tefsirler içinde bulunur. Bu yüzden tamamiyle işari tefsirle dolu olan bir tefsir göstermek zordur. Kendisinde işarî tefsirler de bulunduğu için Alusi’nin Ruhu’l-Meanisi de İşari tefsirlerden sayılmaktadır. Bu tefsir bu yönüyle Ruhu’l-Beyanla birlikte Türkiye’de meşhur olmuştur. Ruhu’l-Beyan tefsiri, Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bu alanda ilk müfessir olarak Sehl b. Abdullâh Tüsterî (v. 283/896) kabûl edilmiştir. Tüsterî’nin tefsiri, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm isimli eserdir. Bu konuda yazılan bazı tefsirler şunlardır: Haka'iku't-Tefsîr, EbûAbdurrahmân Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (v. 412/1021) Lettfifü'l-İşârât, Abdülkerîm el-Kuşeyrî Bahrü'l-Hakâ'ik (et-Tefsiru’n-Necmiyye), Necmeddîn-i Dâye Keşfü'l-Esrâr ve Uddetu’l-Ebrar, Reşîdüddîn-i Meybüdî Ğaraibu’l-Kur’an, Nizameddin en-Nişaburî Ruhu’l-Beyan, İsmail Hakkı Bursevî Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, İbn Berrecân Te’vilatu’l-Kur’an, Abdurrezzak el-Kaşanî İ’cazu’l-Beyan fî tevili Ümmi’l-Kur’an, Sadreddin Konevî Tefsiru’l-Cami, Abdurrahman-ı Cami Aynu’l-A’yan, Molla Fenarî El-Fevatihu’l-İlahiyye, Nimetullah Nahcıvanî Nefaisu’l-Mecalis, Aziz Mahmud Hüdayi İlave bilgi için tıklayınız: Tefsir ekolleri ve tefsir çeşitleri nelerdir; Peygamber Efendimiz (sav ... 10 Mesh yapılacak çorap veya ayakkabının, topukları kapatacak şekilde olmasının delili nedir? Kaynaklarda bu konuyla ilgili bir ayet veya hadis olarak kullanılan bir delile rastlayamadık. Ancak bizim kanaatimize göre, aşağıdaki hadisten böyle bir ipucu çıkarmak mümkündür. Rivayete göre, Abdullah b. Ömer özetle şunları anlattı: Hz. Peygambere ihramın yasaklarını sordular. O da cevap olarak “İhrama girmiş kimsenin, gömlek, sarık, bürnus (Uzunca bir takke çeşidi), şalvar, vers (sarı renkli bir boya maddesi) veya zaferan bulaşmış bir giysi taşıması yasaktır. Ayağına da mest (ve benzeri ayakkabı) giyemez. Ancak nalın bulmazsa, topuklardan aşağı (topukları kapsayan) kısmını kesmek suretiyle huffeyn/Mest giyebilir.” (Buhari, Hac, 21) Hadiste, mest ve benzeri ayakkabı için kullanılan "huffeyn" ile ilgili olarak “topuklardan aşağı/topukları kapsayan kısmının kesilmesi” ifadesinin kullanılması, o dönemde genel olarak mestlerin, ayak topuklarını örtecek biçimde yapıldığını göstermektedir. Bua göre, mest ile ilgili olarak ön görülen “topukları örtecek şekilde olması” şartı, bu hadisin anlamına uygun düşmektedir. Dört mezhep alimlerinin ittifakla şart koştukları “Meshin yapılacağı nesnenin topukları kaplaması” şartı, öyle anlaşılıyor ki, mesh edilecek nesnenin ayakların yerine geçmesi sebebiyledir. Ayakların yıkanması topuklara kadar olduğuna göre, onun bedeli olarak kullanılan nesnelerin de topukları kaplamaları gerekir. (bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 1/323-326) Şeri delillerden biri de icmadır. İslam ümmetinin cumhurunu teşkil eden dört mezhep alimlerinin ittifakı bir icmadır. Bu delil de “topukları örtme” şartının bir başka gerekçesi olabilir. 11 Hz. Aişe validemizin vahyolunan ayetleri eleştirdiği olmuş mudur? Verdiğiniz kaynaklardan da anlaşıldığı üzere, bu rivayet sahih kabul edilmektedir. Ancak burada Hz. Aişe’nin ayete itirazı gibi bir şey söz konusu değildir. O sadece bir eş olarak Hz. Peygambere olan aşırı sevgi ve kıskançlığından dolayı, onun başka evliliklerine verilen bu ilahî ruhsat karşısında duygusal bir tepki vermekten kendini alamamıştır. Bu tepkiyi de “Rabbin senin bütün arzularını yerine getiriyor” anlamına gelen o ifadeyi kullanmıştır. Örneğin bizzat Hz Aişe validemizin söylediği şu bilgiler de bunun en açık delilidir: "Ben kendilerini Resulullaha (asm) bağışlayan kadınları ayıplar da, 'Hiç kadın kendini hibe eder mi!' derdim, Allah Tala: 'O kadınlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini kendine alırsın. Boşadiklarından arzu ettiğini almanda sana bir sorumluluk yoktur.' (Ahzâb, 51) âyet-i kerimesini indirince: Vallahi Rabbinin senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum, dedim." (Müslim, Rada, 49, no: 1464) İbn Hacer’in-Kurtubî’den naklen belirttiğine göre, hadiste yer alan “heva” kelimesi “rıza” manasında kullanılmıştır. Çünkü, Hz. Aişe “O heva ve hevesinden konuşmaz”(Necm, 53/3) mealindeki ayette belirtildiği üzere, Hz. Peygamberin heva -hevesinin söz konusu olmayacağını çok iyi bilmektedir. Ancak, bu konuda -kendilerini Resulullah’a hibe den- kadınlara karşı duyduğu öfke ve fazla kıskançlık onu bu tabiri kullanmaya sürüklemiştir. (İbn Hacer, ilgili hadisin şerhi) İlave bilgi için tıklayınız: Hz. Aişe, "Vallahi Rabbinin senin arzunu hemen yerine getirdiğini ... Hz. Aişe (r.a) Peygamberimize hitaben "Vallahi rabbin, senin arzunu ... Ahzab suresi 50-52. ayetleri açıklar mısınız? Bu ayetler bahane ... 12 Ebu Zer'in aktardığı en faziletli amellerle ilgili hadis rivayeti sahih midir? Bu hadisi İbn Asakir (bk. Muhtasaru Tarihi Dimaşk;, 11/17) ve (daha kısa bir şekliyle) Taberanî, (el-Mucamu’l-Kebir, 2/157/h.no: 1651) rivayet etmiştir. Senedinde yer alan İbrahim b. Hişam el-Gassanî, İbn Hibban tarafından sika/güvenilir olarak görülmüş, fakat Ebu Hatim ve Ebu Zur’a tarafından zayıf kabul edilmiştir. (bk. Mecmau’zZevaid, h. no: 7113) Bu rivayetlerden biri şöyledir: Ebû Zer Gıfârî (r.a.) şöyle anlatmıştır: Bir gün mescide girdim. Rasûlullah (s.a.v.) yalnız oturuyordu. Ben de yanına oturdum, buyurdu ki: “Yâ Ebâ Zer, mescide girince iki rekât namaz (tahıyyetü’l-mescid) kılmak gerekir. Kalk kıl.” Kalktım iki rekât tahıyyetü’l-mescid namazını kıldım sonra yine Resûlullahın yanına varıp oturdum. Dedim ki, Yâ Resûlallah (s.a.v.) Bana namaz kılmayı emir buyurdunuz. Bu namaz nedir? “Azı ve çoğu Allahü teâlânın koyduğu bir ibâdettir.” buyurdu." Dedim ki, Yâ Resûlallah hangi amel daha faziletlidir. “Allahü teâlâya îmân etmek ve onun yolunda cihad yapmak.” buyurdu. Yine dedim ki, Yâ Resûlallah îmân bakımından en mükemmel mümin hangisidir? “Ahlâkı en güzel olanıdır.” buyurdu. Dedim ki, Yâ Resûlallah müminlerin en güveniliri kimdir? “İnsanlara elinden ve dilinden zarar gelmeyen kimsedir.” buyurdu. Dedim ki, Yâ Resûlallah en faziletli hicret hangisidir? “Günahlardan uzaklaşmaktır.” buyurdu. Dedim ki, Yâ Resûlallah en faziletli namaz hangisidir? “Duası fazla olan namazdır.” buyurdu. Yâ Resûlallah, oruç nedir? “Ecrini, mükâfatını bizzat Allahü teâlânın katkat vereceği bir farzdır (ibâdettir).” buyurdu. Yâ Resûlallah hangi cihad daha faziletlidir? “Mal ve canı ile yapılan cihattır” buyurdu. Dedim ki, Yâ Resûlallah hangi köleyi azat etmek daha faziletlidir? “Madden ve manen kıymetli olanı” buyurdu. Sadakanın en faziletlisi hangisidir? “Az da olsa fakirin gönlünü almak için verilendir.” buyurdu. Dedim ki, Yâ Resûlallah, Allahü teâlânın indirdiği âyetler içinde en faziletlisi hangisidir? “Âyet-el-kürsî’dir.” buyurdu. Ebû Zer hazretleri devam ederek, Peygamber efendimize (s.a.v.) Peygamberler ve onlara gönderilen kitaplar hakkında da suâller sorup aldıktan sonra, Sözüne şöyle devam etmiştir. Yâ Resûlallah bana nasihat et dedim. “Sana Allah’tan korkmayı tavsiye ederim, işin başı budur.” Yâ Resûlallah biraz daha dedim. “Sana Kur’ân-ı kerîmi okumayı tavsiye ederim. O senin için yeryüzünde nur, gökte meleklerin övgüsüdür” buyurdu. Biraz daha dedim. “Çok gülmeyi terk et, çok gülmek kalbi öldürür, yüzün nurunu giderir.” buyurdu. Biraz daha nasihat buyur, Yâ Resûlallah dedim. “Susmayı tercih et sadece hayır söyle, bu durum şeytanı Senden uzaklaştırır dîne uymakta sana yardımcı olur.” buyurdu.. Biraz daha Yâ Resûlallah dedim. “Cihad et, çünkü cihad ümmetimin zühdüdür.” buyurdu. 13 Biraz daha dedim. “Miskinleri (fakirleri, yoksulları) sev, onlarla bulun.” buyurdu. Biraz daha Yâ Resûlallah dedim. “Kendinden aşağı olanlara bak, senden üstün olanlara bakma, çünkü içinde bulunduğun hal senin için nimettir” buyurdu. Biraz daha Yâ Resûlallah dedim. “Akrabanı ziyâret et, onlar seni ziyâret etmeseler de.” buyurdu. Biraz daha Yâ Resûlallah dedim. “Allahü teâlâya itaat et, kınayanların kınamasına aldırma” buyurdu. Biraz daha nasihat et, Yâ Resûlallah dedim. “Acı da olsa Hakkı söyle” buyurdu. Biraz daha istedim. Sonra da elini göğsüme koydu ve şöyle buyurdu. “Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramlardan el çekmek gibi vera yoktur. Güzel ahlâk gibi de soyluluk yoktur.” buyurdu. Parası peşin ödenip de zamanında teslim edilmeyen mal/hizmetten dolayı uğranılan zarar tazmin edilebilir mi? Gecikmeye bağlı zararın tamamını isteyebilirsiniz. Sigara içersem üç ay oruç tutacağım diye adakta bulunmuştum, şimdi tutmam gerekir mi? Sizin yaptığınız iş bir adaktır/nezirdir. Nezir, nasıl yapılmışsa o şekilde yerine getirilmesi gerekir. Bu sebeple, söz verdiğiniz tarihler arasında üç ay arka arkaya tutmanız gerekir. Buna gücünüz yetmiyorsa kışın kısa günlerinde üç ay peş peşe oruç tutabilirsiniz. Bir doktor, sizin üç ay üst üstte oruç tutmanızın sağlığınıza zarar vereceğini söylerse, bu takdirde aralıklarla tutabilirsiniz. 14