1 19 İDAM CEZASI VE KUR’AN-I KERİM’DE VAR OLAN KISAS ! Allah: “Ey iman edenler! Öldürmede Kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın kısas edilir. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azap vardır.” (Bakara, 2/178) “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.” (Bakara, 2/179) Prof. Dr Hayrettin Karaman bir makalesinde; “Kısasta sizin için hayat vardır” derken “Ey akıl sahipleri!” nidasıyla insanları bu konuda düşünmeye; “Kısas, öldürme demek olduğuna göre, hem öldürme ve hem de hayat nasıl bir arada olacak?” sorusuna, akılları doğru işleterek cevap bulmaya teşvik etmektedir. İlahi nidanın yerli yerinde olduğunun bir delili de günümüze kadar, akıllı olduklarını düşünen insanların idam cezasını tartışmalarına rağmen kaldırma konusunda ittifak edememiş olmalarıdır. Bir gün idam cezasında ittifak edeceklerini umuyorum, demektedir. İslam alimleri insanların “can, mal, akıl ve neslin” korunmasının zaruri mesele olduğunda ittifak etmişlerdir. İnsanlar için zaruri mertebesinde olan bu beş mesele, aynı zamanda siyasi ve sosyal mücadelenin kaynağıdır. Bunları elde etmek ve korumak için mücadele etmek, mükellef olan her Müslüman’ın görevidir. Son yıllarda sürekli tartışılan “İdam cezası” ile insanların can emniyetleri nasıl korunabilir?” sorusuna verilecek cevabı birbirinden ayırmak kolay değildir. Bu arada kamu adına uygulanan idam cezası ile İslam’da yer alan “Kısas” uygulamasını, birbirinin eş anlamı zanneden Müslümanlar, gereksiz tartışmalara girmektedirler. Bunların birbirinden farklı olduğunu belirtmek gerekir. Fıkhı terim olarak Kısas, ferdin hakkı olarak yerine getirilmesi gereken cezayı ifade eder. Kesmek anlamına gelen “Kass” kökünden alınmıştır. Kısas; yapılan fiilin mislinin tatbik edilmesidir. (İmam-ı Şerahsi, El-Mebsut, Beyrut-1324, c. 26, s. 60) Kısas, Kur’an-ı Kerim’ın tespit ettiği bir cezadır. Hz. Peygamber (s.a.v) bunu hem uygulamış ve hem de tavsiye etmiştir. Bütün İslam alimleri bu konuda fikir birliği, yani icma etmişlerdir. Akıl yönünden de bu cezanın gerekliliği ortadadır. Bir tarafta suçlu, bir tarafta ise haksızlığa uğrayan taraf vardır. Suçlunun ceza alması, haklının da hakkının ödenmesi gereklidir. Günümüzde bazı kimseler, kısas cezasını ağır bularak karşı çıkarlar. Kısas, dengiyle karşılık vermektir, yani adaleti yerine getirmedir. Üstelik katilin varislerine affetme veya diyet alma yetkisi de verilmiştir. Hatta bunu Kur’an-ı Kerim teşvik etmektedir. Asıl haksızlık, bu cezaların kaldırılması, ölenin yakınlarının haklarının kendilerine sorulmadan ellerinden alınmasıdır. Kim, hangi yetkiyle öldürülenin varislerinin bu hakkını ellerinden alıyor? Katile ceza vermemek, bir başkasının hakkına saldırıdır. Aynı zamanda ölenin varislerinin intikam duygularını kabartır. Nitekim birçok yerde, katillere hak ettiği ceza verilmediği için ölenin yakınları ceza vermeye kalkıyorlar ve kan davaları devam etmektedir. İslam alimleri Kısas’ı; şahsi şikayete bağlı bir ceza gibi değerlendirmişler ve kamu düzeninin sağlanmasını “belirleyici unsur” olarak kabul etmişlerdir. Dolayısıyla kamu adına uygulanan idam cezası ile İslam’daki Kısas cezası, birbirinin eş anlamı değildir. Tarafların anlaşmaları, barışmaları veya diyet karşılığı helalleşme sağlandığı zaman, Kısas cezası uygulanması söz konusu değildir. 2 Kasten adam öldürmede Kısas, birinci öldürmenin misli olarak katilin öldürülmesidir. Ancak mağdur olan kimsenin veya maktulün velisinin “katile Kısas cezasının uygulanmasını” isteme hakkı olduğu gibi, affetme veya diyete razı olma hakkı da vardır. (İmam-ı Kasani-Ely Bedaiu’s Senai, Beyrut-1974, c. 7, s.241; Prof. Dr. Abdulkadir Udeh, Et-Teşriu’l-Cina’il-İslami, Kahire-1959, c. 1, s. 79 vd.) Kısas, cezasıyla birlikte değerlendirilmesi gereken diyet, mağduriyete uğrayan aile fertlerine tanınan bir haktır. Yani öldürülen kimsenin varislerinin mağduriyetini kısmen de olsa gidermek için verilen mala veya nakit paraya “Diyet” denilir. Kasten adam öldüren kimsenin, Kısas cezasıyla tecziye edilmesinin bir değil, birden fazla hikmeti vardır. Hanefi ulemasından Molla Hüsrev: “Kur’an-ı Kerim’de yer alan :“Kısas’ta sizin için umumi bir hayat vardır. Ta ki adam öldürmekten sakınırsınız.” (Bakara, 2/179) hükmü; kasten adam öldürmede Kısas cezasının tatbik edilmesine delalet eder. (Molla Hüsrev, Dürer’ul-Hükkam, İstanbul-1307, c. 2, s.91) Meşru bir neden yokken, bir insanı öldürmek, bütün insanların can emniyetini hafife almaktır. Böyle bir fiilin; en ağır şekilde cezalandırılması, insanların can emniyetlerini sağlama” açısından zaruridir. (İzzeddin İbn-i Abd’us-Selam, Kavaid’il-Ahkam, Beyrut-1990, s. 6 vd.) Genel olarak veya özellikle öldürme suçuna mahsus olarak Kısas ve İdam cezasına karşı çıkanlar şu delillere dayanmışlardır: 1- İnsanlığın faydasına olduğu gerekçesiyle bile olsa, insanın tabiatı kısas ve idamdan nefret etmekte, vicdan, onu reddetmektedir. 2- Öldürme olayı bir insan kaybı olduğu gibi, idam da ikinci bir cana kıymadır ve insan kaybıdır. 3- Kısas yoluyla adam öldürmek kalpteki merhametsizlik ve intikam duygusundan kaynaklanır. Bu duygular kötüdür, eğitim yoluyla kalpten çıkarılmalıdır. Cana kıymak da kötüdür, ancak bunu engellemek için ikinci bir cana kıymak yerine katili hapsetmek, güç işlerde kullanmak yoluyla eğitmek ve suçu bu tedbirlerle engellemek uygundur. Katili hasta olarak kabul etmek de mümkündür. Çünkü insan akıl hastası olmadan cana kıyamaz; nasıl diğer akıl hastaları hastanelerde tedavi görüyorsa katillerin de buralarda ıslah ve tedavi edilmeleri gerekir. 4- Kanunlar yapıldıkları zaman mevcut olan topluma, onun içinde bulunduğu şartlara ve ihtiyaca uyar, buna uygun olarak yapılır. Bu nedenle herhangi bir kanunun devamlı yürürlükte bulunması işin tabiatına aykırıdır. Kısas kanunu da böyledir. Bugün toplumlar fertlerine muhtaçtırlar. Maktulün yakınları da katilin cezalandırılmasını istemektedirler. Bu iki istek ve ihtiyacı bir arada tatmin edecek çare, katili öldürmeyip ömür boyu hapis vb. şekillerde cezalandırmaktır. Kur’an-ı Kerim bu itirazlara şu cevabı veriyor: “Yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapan veya bir cana karşılık olmaksızın birini öldüren kimse bütün insanları öldürmüş gibidir, bir canı yaşatan ise bütün insanlara hayat vermiş gibidir” (Maide, 5/32) Hiçbir fark gözetmeksizin yaşama hakkını tanıyan ve önemini vurgulayan bu ayete göre cana kıymayı, iki kişi arasında veya bir ferde yönelik bir mesele, bir suç, bir eylem olarak düşünmek yanlıştır. Ya haksız yere cana kıyma önlenir, bütün insanlığın hayat hakkı garanti altına alınır, ya da yaşama hakkı devamlı olarak 3 tehlikeye maruz kalır. Toplum denilen yapı fertlerden oluşur, asıl ve hakikat olan fertlerdir. Ferdin hayatını korumak mümkün olmazsa fertlerden oluşan toplumun hayatını korumak da mümkün olmaz. Yukarda sıralanan itirazları cevaplamak üzere şunları söylemek mümkündür: a- Hemen her insan kendini öldürmek isteyen, buna teşebbüs eden insanı, onu öldürme pahasına da olsa engeller. Nitekim bütün hukuk sistemleri nefsi müdafaayı hukuka uygunluk hallerinden saymışlardır. b- Bir toplumda eğitim başarılı olur, insanlar ağır cezalar söz konusu olmadan da adam öldürme suçunu işlemez hale gelirler, bu durum bilimsel verilere dayalı olarak tespit edilirse nadir hale gelen öldürme suçu için farklı cezalar ve tedbirler düşünülebilir. İslam, maktulün yakınlarına kısas talebinden vazgeçme ve diyet isteme hakkı vererek bu kapıyı açmıştır. Bilimsel olarak kısas dışındaki önlem ve yaptırımların adam öldürme suçunu önlediği veya çok nadir hale getirdiği belirleninceye kadar ise kısas cezası seçeneksiz olma özelliğini koruyacaktır. c- Merhamet ve şefkat güzel duygular olmakla beraber yerinde kullanılmaz; zulme, hakların çiğnenmesine, insanların can güvenliğinin ortadan kalkmasına sebep olur, maktulü unutturur, hep katil lehine işletilirse makbul olmaktan çıkar, zaaf olarak değerlendirilir. d- Suçun kendi cinsinden bir fiille cezalandırılması eğilimi şahsi ve nefsani bir duygu olmaktan çıkar, adalet ve hakkaniyetin gerçekleşmesine yönelirse, bir eğitim ve suçu önleme aracı olarak değerlendirilirse, ona kötü gözle bakılamaz. e- Cinayeti akıl ve ruh hastalığına bağlamak ve canileri hapishanelere ve idam sehpalarına değil, hastanelere göndermeyi önermek aslında cinayeti teşvik etmenin ötesinde bir sonuç getirmez. f- Günümüzde birçok ülkenin kanunlarında idam cezası vardır. Bu kanunları koyanlar önemli gördükleri cinayetlerde -suçluyu hapishanede çalıştırarak ondan istifade etmek yerine- idam etmeyi uygun bulmuş, yaşama hakkını korumak için zaruri bulmuşlardır. Katilin ekonomik katkısı, insan hayatını korumaktan daha önemli ve faydalı olamaz. g- Yanlışlıkla idam ihtimalini engellemek için İslam, en küçük bir şüphe bulunduğunda bile kanunda belli cezaların uygulanmamasını istemiştir. Kısas cezasının uygulanması için birtakım şartlar aranır. Kısas cezasının uygulanması için gereken şartlar: 1- Katil, akıllı ve ergenlik çağına ulaşmış olmalıdır. 2- Kısas suçunu, kim işlemişse ona uygulanır. 3- Cinayet Dar’ül-İslam’da işlenmez ise kısas cezası uygulanmaz. Devlet yöneticisine isyan eden isyancıları öldürene kısas uygulanmaz. Dar’ül-Harpte ikamet eden bir Müslüman öldürülürse katile kısas cezası uygulanmaz. 4- Kısası ancak Müslüman otorite sahipleri yerine getirir. Herhangi bir kişi veya topluluk bunu yapamaz. Böylece kan davası da önlenmiş olur. 5- Bir cinayeti birkaç kişi beraber işlemişse, kısas hepsine uygulanır. 4 6- Meşru müdafaa durumunda cinayet işlenmiş ise kısas cezası uygulanmaz. Çünkü maruz kaldığı saldırıyı başka türlü men etme imkanı bulamamış olabilir. 7- Cinayetin işlendiği tam kesin olmazsa, yani şüphe halinde kısas uygulanmaz. Cinayet kasten işlenmelidir. İstemeden ve yanlışlıkla yapılan öldürmelerde kısas uygulanmaz. Suçun, kasten, yani bilerek işlenmesi gerekir. Hatalı öldürme ve yaralamalarda başka cezalar uygulanır. 8- Suçlulara bu ceza uygulanırken makamlarına göre ayrım yapılmaz. Halk ile devlet başkanı arasında bile hiçbir fark yoktur. 9- Kişi, öldürülme veya bir uzvun kesilmesi tehdidi sebebiyle, öldürmeye zorlanarak cinayet işlerse Ebu Hanife ve Ebu Muhammed’e göre öldüren kişiye kısas cezası uygulanmaz. 10- Öldürülen kişi katilin çocuk veya torunlarından biri olmamalıdır. Çocuğunu, torununu öldüren katile diyet, ta’zir ve mirastan mahrum olma gibi hükümler uygulanır. 11- Öldürülenin varisleri veya yaralananın kendisi “diyet” isterse veya affederse, kısas uygulanmaz. Öldürülenin velisi katili affederse kısas cezası uygulanmaz. Velilerin bazısı katili affeder, bazısı da affetmezse kısas cezası uygulanmaz. 12- Kısas, kendi dengine göre uygulanır, aşırıya gidilmez. 13- Devlet başkanı cezanın uygulanmasına izin vermelidir. Devlet başkanı cezanın uygulanmasına izin vermezse kısas cezası uygulanmaz. Öldüren katilin yaşama hakkı, öleninkinden daha kutsal değildir. Kısasta insanlar için hayat vardır. Hem ahlak yönünden, hem sosyal barış yönünden, hem caydırıcılık yönünden ve hem de merhamet yönünden en tutarlı yol, kısastır. Allah, insanları bu konuda akıllı davranmaya çağırıyor. Kötülüğün cezası, yapılan kötülük kadardır. Ancak affedip barışma yolunu seçenlere Allah mükafat verecektir. (Şura, 42/40) İslam’da, ne zulmetmek vardır ve ne de zulme uğrayınca sessiz kalmak vardır. Kur’an-ı Kerim, haklının hakkını ortaya koyduktan sonra, hak sahibini affetmeye çağırır. Bu da tam bir denge, adalet ve merhamettir. Kısas cezasını uygun ve gerekli gören bizzat Allah’tır. İslam hukukunun ana kurallarından biri olan kısas, suçluya, işlediği suç kabilinden ceza vermektir. Kasten ve haksız yere bir insanı öldüren kimseye hapis cezası vermek, aklın kabul edeceği bir şey değildir. İslam’da hapishane yoktur, tutuk evi vardır. Suç işleyen bir kimse, ya öldürülür, ya para ya da sürgün cezasına çarptırılır; hapse atılmaz. İslam’da af da büyük bir yer işgal eder. Suçundan dolayı öldürülmesi gereken kimse, hak sahibi tarafından affedilirse, cezası paraya dönüşür. Kısas hükmü, bazılarına çok ağır bir ceza gibi gelse de Ülü’l-Elbab/akıl sahipleri kabul ederler ki, bu adaletin gereğidir, kangren olmuş bir uzvun kesilmesiyle vücudun kurtarılmasının sağlanması gibi, hayat sağlayan bir yaptırımdır. Çünkü kısas, dini veya nefsi müdafaa gibi meşru bir neden olmadan bir adamı zulmederek öldürenlere uygulanır. Birisinin yaşama hakkını yok yere ve kaba gücüne dayanarak elinden alan kimseye, kendisinden daha güçlünün var olduğunu bildirmek, onun da elinden hayat hakkını almak lazımdır. Birisini haksız yere öldürdüğü takdirde kendisinin de öldürüleceğini bilen insan, kimseyi öldürmeğe cesaret edemez. Böylece toplumda öldürme olayları çok azalır. Arada sırada gözü dönmüş katiller çıkarsa, onlar da Allah’ın kanunuyla ortadan kaldırılınca topluma tam bir huzur havası hakim olur. Sonra zalimler öldürülünce, mazlum olarak öldürülen kimsenin yakınlarının kalbinde kin ve intikam hissi kalmaz. Hak yerini bulacağı için, fertler intikam hissine kapılıp kendileri ceza vermeğe kalkmazlar ve kan davaları olmaz. Belki birkaç yılda bir kişi kısas olarak öldürülür, ama kendisinin kısas yapılarak öldürüleceğini düşünen kimse, başkasını öldürmeye 5 kalkmaz, dolayısı ile toplum yaşar. Her gün yüzlerce insanın çeşitli cinayetlere kurban gitmesi yerine saldırgan bir insanın öldürülerek toplumda güvenin sağlanması daha iyi değil midir? Kısas tatbik edilirse, bir kişinin öldürülmesiyle pek çok kimsenin yaşaması sağlanır ve kan davaları ancak böyle önlenir. Bir insanın hayatına kast eden zalimi affetmek için, öldürülen mazlumun hakkını gasp etmek, merhamet ve insanlık değildir. Toplumun hakkını ferdin affetmesi mümkün olmadığı gibi, bir ferdin hakkını da toplum veya onlar adına düzenlerin affetme hakkı ve yetkisi yoktur. Katilin toplum veya kanunlar tarafından affedilmesi veya Allah’ın koyduğu cezanın dışında hafif cezalara çarptırılması, merhamet değil, zulümdür. Mazluma karşı, onun yakınlarına karşı, insanın yaşama hakkına, can emniyetine ve dolayısıyla insanlığa karşı bir zulümdür. Türkiye’de 1920-2000 arasında 80 yıllık evrede Meclis’in çıkardığı toplam 567 İnfaz kararı/kanunu ile toplam 717 mahkum için ölüm cezası kararı çıkarılmış ve bunların 712 kişinin cezaları infaz edilmiştir. Ancak bu rakama, Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimi dışındaki İstiklal Mahkemeleri’nin kararıyla idam edilenler dahil değildir. (Mehmet Semih Gemalmaz, Türkiye’de Ölüm Cezası, I-II, Beta, İstanbul- 2001 giriş, I.V) 1925 tarihinde esas olarak irticai faaliyetlere karşı kurulan bu mahkemelerin en az 1000 kişi hakkında idam kararı çıkarttığı ileri sürülüyor. Öne çıkan idam kararlarıyla ilgili genel bir tablo vermek gerekirse; Şeyh Said İsyanı sonrasında Diyarbakır’daki Şark İstiklal Mahkemesi kısa süren bir yargılamadan sonra Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında 28 Haziran 1925 günü ölüm cezası vermiş ve cezaları ertesi gün infaz edilmiştir. Haziran 1926 tarihinde yurt gezileri kapsamında bulunduğu İzmir’de Mustafa Kemal’e karşı yapılması tasarlanmış, tarihe İzmir Suikastı olarak geçen suikast girişimi ardından Ziya Hurşit ve arkadaşları İzmir İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp idam cezasına çarptırılmışlardır. 14 Temmuz 1926 tarihinde 14 kişinin idam cezaları infaz edilmiştir. 23 Aralık 1930 tarihinde, İzmir’in Menemen ilçesinde, öğretmen-yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın bir grup tarafından öldürülmesiyle başlayan, Menemen olayları sonrasında, Divan Harp Mahkemesinde yargılanan sanıklardan 28 kişi 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de idam edilmiştir. 1920-1961 yılları arasında 11 kişi İstiklal Mahkemeleri tarafından olmak üzere toplam 16 milletvekili idam edilmiştir. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra darbe yönetimi döneminde Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanmış ve idam cezası almışlardır. Cezaları 17 Eylül 1961 tarihinde infaz edilmiştir. 12 Mart 1971 Muhtırası da yarım darbe olarak nitelenmesine rağmen 17 kişiyi idama göndermiştir. 18 Temmuz ile 28 Temmuz 1971 tarihleri arasında, tamamı adli suçlu 14 hüküm infaz edildi. 12 Mart rejimin 3 infazı 1968 kuşağının önde gelen devrimcilerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'dır. Üçü de 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara’da idam edildiler. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra, 54 kişinin idam cezası Meclis’te onaylandı ve bunlardan 50 kişi infaz edildi. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiye’de idam cezası, erişim, 06.06.2014) Bu gün medeni hukuka göre verilen hapis cezalarının tatmin edici olmadıkları gibi, caydırıcı da olmamaktadır. Bu nedenle de verilen ceza ile adaletin tecelli ettiğini söylemek mümkün değildir. Av Selami 6 Çekmegil, kendisine ait Kriter.org sitesindeki bir makalesinde hapis cezasının insan hayatında açtığı yaraları ve adalet ile bağdaşmayacağını ifade ederken, benim de katıldığım aşağıdaki tespitleri yapar. 1- Suçluları cezalandırmak ne kadar haksa, suçlu olmayanlara ızdırap tahmil etmek de o kadar haksızlıktır. Suç işlemiş bir kişinin uzun süreli hapisle cezalandırılması sadece muhitindeki suçsuzları cezalandırmakla kalmıyor, aynı zamanda insanlığa da hakaret şeklinde bir haksızlık içeriyor. Suçlu da olsa bir kimseye insan diyorsanız onu -yaşadığı sürece- insanlık haklarından mahrum etmeye hiçbir hakkınız yoktur. Hem insan diyerek yaşatacaksınız onu hem de hakkı olan güneş ışığından, diğer insanlarla ihtilattan, fikir alış verişinden, kendini geliştirme hakkından ve de insanın emrine verilen tabiatın güzelliklerini terennüm etmekten çok uzun süre mahrum bırakacaksınız; bu mümkün değil... Nitekim mütefekkir şair, Necip Fazıl, ne güzel tasvir ediyor hapishanedeki manzarayı; diyor ki: “Zindan iki hece Mehmedim lafta/ Baba katiliyle baban bir safta…” 2- Cezalandırılacak diye bir suçlu insanın - hiç bir suç işlememiş olan- babasını, hanımını ve hatta diğer yakınlarını üzmeye ne hakkımız var, peki? Neden onun çocukları uzun süre her gün, kendileri gibi masum arkadaşlarının yanına, hapisteki babasının küçültücü düşüncesi ve ıstırabı içinde gidip gelecek? Neden o çocuk da her gün öğretmenlerinin karşısında hapiste yatan babasının ezikliği içinde imtihan verecek, ders dinleyecek? Neden o masum anne, çocuklarının hatırı için de olsa, her gün veya her ay hapiste hayatı iptal edilen eşini düşünmek ve ziyaret etmek zorunda bırakılacak. Niçin bir toplum masum insanlardan kestiği vergilerle -okul açacak yerde- uzun süre suçluları barındırmak için millet kesesinden hapisaneler inşa etmek ve uzun süre o suçlu insanları barındırmak beslemek konumunda kalacak? Üretim ve hayat mekanizmaları için harcanması gereken toplumsal potansiyel neden kısır, verimsiz, sahalara yatırılarak, dışarıda belki de ıslah olarak tekrar topluma yararlı olacak insanların hayatlarını iptal etmek için kullanılacak; niçin? “Halimi düşünüp yanma Mehmedim/ Kavuşmak mı belki; daha ölmedim...” 3- Toplumsal her eylemin, başkalarını da etkileyen bir kurala bağlanması için ahlaki bir sebebe, insani bir gerekçeye ihtiyacı vardır. Bir insanı, suçlu da olsa, uzun süre güneş ışığından mahrum etmeye, uzun süre dört duvar arasında hayatını iptal ederek bitkisel hayat yaşatmaya hiç kimsenin ve hiç bir toplumun hakkı yoktur; ahlaken yetkisi de yoktur… Ahlaki gerekçelerden yoksun yetki kullanımlarının, gayrı ahlaki bir yönü, insanlık onurunu incitici bir durumu vardır. Eğer sizin bir başka insanüstünde otorite kullanmanız, insanlığın tecviz edeceği bir ahlaki gerekçeye dayanmıyorsa, aklilikten uzaksa, ortada felsefi anlamda despotizmden bahsetmek çok tabii bir sonuç olur. Bu, demokratik dedikleri bir çoğunluk kararına dayansa dahi... Zira demokrasinin tarifinde -bir de- insanlık haklarının çoğunluk kararlarıyla iptal edilemeyeceğine yönelik bir arayış vardır. Demokrasi var diye her çoğunluk iktidarının her istediğini yapamayacağını iddia eden bir yaklaşımın, suçlu bile olsa insanın normal yaşama hakkını uzun süreli olarak elinden alan -ittifakla bile olsaçoğunluk kararlarına tolerans göstermesinde açık bir çelişki ve açık bir tırmalayıcılık görmemek mümkün değildir. Zulme uğrayarak yapılan idamlar tarih boyunca hem unutulmuyor ve hem de acı veriyor. Ancak Allah’ın emri doğrultusunda yapılan idamlar, birçok kişinin ibret alarak suç işlemekten vazgeçmesine neden olduğundan caydırıcı olmaktadır. Bir kişinin idamı belki de birçok kişinin idamını engellemektedir. Keşke hiç kimse suç işlemese ve idam da edilmese..! Eğitimci, İlahiyatçı, Araştırmacı Yazar Mehmet BOZKURT www.mehmetbozkurt.com.tr