milli mücadele dönemi istanbul`unda bir işkence davası

advertisement
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3433
Number: 45 , p. 63-77, Spring III 2016
Yayın Süreci
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date
14.03.2016
15.04.2016
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ İSTANBUL’UNDA
BİR İŞKENCE DAVASI
A TORTURE CASE IN ISTANBUL DURING THE NATIONAL
STRUGGLE ERA
Yrd. Doç. Dr. Hasan TÜRKER
Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Anabilim Dalı
Yrd. Doç. Dr. Doğan DUMAN
Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Anabilim Dalı
Öz
İnsan hakları ihlallerinin başında gelen işkence, insanlık tarihi kadar eskidir. Osmanlı
Devleti döneminde ilk kez, 1858 yılında hukuk sisteminde suç kabul edilmiş ve yasaklanmış olmasına rağmen devletin yıkılışına kadar, siyasal görüş ve amaçları farketmeksizin devlet yönetimini elinde bulunduranlar tarafından muhaliflerine karşı uygulanan bir baskı aracı olarak sık sık
kullanılmıştır. I. Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşulları içerisinde dile getirilen işkence iddiaları ise
önemsenmemiştir. Fakat milli mücadelenin devam ettiği dönemde İstanbul’da Kuva-yı Milliye’ye
yardım ve Anadolu’ya silah kaçırmakla suçlanan bazı şahısların gözaltına alınması ve bu şahıslara
darp ve işkence uygulanması durumun değişmesine neden olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi
ile olumsuz ilişkiler içerisinde olan ve işkence yapanları korumakla suçlanan Damat Ferit Paşa
Hükümeti’nin istifa etmesi; 21 Ekim 1920’de kurulan Tevfik Paşa Hükümeti’nin ise, kişisel
özgürlüklerin güvenceye alınacağını, yasaların egemen kılınacağını açıklaması üzerine, darp ve
işkenceye uğradıklarını iddia edenler hükümete ve savcılığa başvurmuşlardır. Olayın milli
mücadele yanlısı basın tarafından gündeme getirilmesi, ardından da iddiaların ciddiyeti ve şikâyet
üzerine iki üsteğmen, Adil ve Rıfkı Beyler tutuklanmışlardır. İki tutuklu yaklaşık dört ay süren yargılama sonucunda suçları sabit görülerek mahkûm olmuşlardır. Bu iki kişi, Mudanya Ateşkes Antlaşması’ndan sonra milli kuvvetlerin İstanbul’a girmeleri ve ardından eski dâhiliye nazırı Ali Kemal’in İzmit’te linç edilmesi üzerine, korku ve endişeye kapılıp, diğer birçok işbirlikçi gibi 17 Kasım
1922 de ülkeyi terk etmişlerdir.
İki üsteğmen, Lozan Barış Antlaşması’nın öngördüğü genel af bildirisine eklenen protokol gereğince Türk hükümetinin hazırlayıp TBMM’ye sunduğu ve 1 Haziran 1924’te yayınladığı
‚150’likler Listesi‛nde 50. ve 51. sırada yer almışlardır. Bu çalışmada Milli Mücadele yıllarında, İstanbul’da, Kuva-yı Milliyeci olmakla suçlananlara karşı uygulanan işkenceler ve işkence
sanıklarının yargılanma süreci dönemin gazetelerine dayanarak incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Milli Mücadele Dönemi, Kuva-yı Milliye, İstanbul, İşkence İddiaları,
Yargılama
Abstract
Torture, which is as old as human history, is one of the primary human rights violations.
64
Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN
Ottoman Empire accepted torture as a crime in the legal system and prohibited it in 1858 for the
first time. However, it was used frequently as a pressure tool against the opponents by the power
holders, without considering political views or purposes. Torture claims during the extraordinary
conditions of the World War I, were not regarded. During the years of national struggle some individuals, who were accused of helping to the Turkish revolutionaries and smuggling weapons to
Anatolia, were arrested and beaten and even tortured. These events changed the situation. Ones
claiming to be beaten and tortured applied to the government and prosecution after the resignation
of Damat Ferit Pasa government, which had negative relations with TBMM and was accused of protecting the torturers and when Tevfik Pasa government, established on October 21, 1920, announced
individual freedoms were going to be guaranteed, laws were going to be ruling. Pronational struggle media brought the subject to the front and with the rising complaints, two senior lieutenants,
Mr. Adil and Me. Rifki, were arrested. Two arrestees were convicted as they were found guilty, after a trial period of four months. These two left the country in fear and anxiety, just like the other
colloborators, on November 17, 1922 when national forces reached Istanbul after Mudanya Ceasefire Agreement and old Minister of Domestic Affairs Ali Kemal was lynched in Izmit.
The two senior lieutenants were placed 50th and 51st on the 150s list on June 1, 1924,
which was prepared by the Turkish government and presented to TBMM according to the protocol
added to the declaration of general pardon, provided by the Lausanne Peace Treatment. In this research, tortures practiced on individuals who were accused of being a national revolutionary during national struggle years in Istanbul and trial process of the torture defendants, were examined
relying on the newspapers of the era.
Keywords: National struggle era, National Revolutionaries, Istanbul, Torture claims, Trial
Giriş
İnsanlık tarihi kadar eski olan işkence,
insanın fizik ve moral varlığına, onuruna karşı
girişilen bir saldırı, bir sorgulama ya da cezalandırma yöntemi olarak nitelendirilmektedir.1 Bu
cezalandırmalara ise çeşitli gerekçelerle başvurulduğu bilinen bir gerçektir. Bu gerekçeler,
bazen toplumsal, siyasal düzeni korumak, bazen
de ilahi kurallara karşı çıkanları cezalandırmak
şeklinde olmuştur. Tanrı adına dolayısıyla din
adına yapılanan işkencelerin özellikle Ortaçağ
Avrupası’nda çok yaygın olduğu bilinmektedir.2
İşkence, 13-18. yüzyıllar arasında Antik Roma
hukukunun ilkelerini benimseyen ve İskandinavya dışında kalan Avrupa ülkelerinde ceza
sürecinin zorunlu bir parçası olarak görülmüştür.3 Bu uygulamaya Aydınlanma çağında dönemin düşünürleri tarafından şiddetle karşı
çıkılmıştır.4 Bu karşı çıkışın sonucu olarak işkence, 18. yüzyıldan itibaren ilk olarak İsveç’te ve
daha sonra, Prusya, Fransa, İspanya ve Rusya
gibi bazı ülkelerde yasaklanmıştır.5 Bu yasağa
uymayanlar hakkında ise ceza davaları açılmış
Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, BDS
Yayınları, İstanbul 1990, s.40.
2 Mehmet Esgin, ‚İşkence ve Engizisyon‛, Journal of Faculty of
Theology of Bozok Universty, 3,3 (2013/3), s.39.
3 George Ryley Scott, İşkencenin Tarihi, (Çev.: Hamide
Koyukan), Dost Kitapevi Yayınları, Ankara 2003, s.79.
4 Timur Demirbaş, Türk Ceza Hukukunda İşkence Suçu,
Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner Sermaye
İşletmesi Yayınları, Ankara 1992, s.13-14.
5 Scott, a.g.e., s. 147-149.
ve yaptırımlar uygulanmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra süreç içerisinde demokrasi ve
insan hakları alanında elde edilen kazanımlarla
birlikte de işkence, insanlığa karşı işlenen sistemli suçlardan biri olarak kabul edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nde de işlenen suçun
nitelik ve türüne bağlı olarak işkence, farklı
biçim ve derecelerde cezalandırma eyleminin bir
parçası olarak uygulanmıştır.6 Fakat Avrupa
ülkelerinde işkencenin yasaklanmasından sonra,
özellikle Tanzimat ve Islahat Fermanları ile
Batı’nın hukuk sistemi ile yakınlaşmaya paralel
olarak Osmanlı Devleti’nde de işkence 1858
yılında yasaklanmıştır. Bu yasağa rağmen devletin yıkılışına kadar farklı zamanlarda, kamu
görevlilerinin bir korkutma ve cezalandırma
yöntemi olarak işkenceye başvurdukları bilinmektedir.7 İstanbul’daki Harbiye Nezareti'nin
kuzeydoğusunda yer alan ve günümüzde İstanbul Üniversitesi merkez binası olarak kullanılan
İstanbul Muhafızlığı Dairesi8 1870-1922 arasında, adeta bir işkence merkezi olarak kullanılmıştır. Yalnızca siyasi ve askeri tutuklular için kullanılan Bekirağa Bölüğü, yaklaşık yarım yüzyıl
1
Kamil Ateşoğulları, Ölüm Cezası-Bir İnsanlık Suçu, Belge
Yayınları, İstanbul 2000, s.101-103.
7 Osmanlı Devleti’nde uygulanan işkence yöntemleri konusunda bkz. Midhat Sertoğlu, Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İskit Yayınları, İstanbul 1958; Ali Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu- Zulmün Tarihi, Kalkedon Yayınları, İstanbul 2008.
8 Halk arasında ve basında ‚Bekirağa Bölüğü‛ olarak bilinen
yer.
6
Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası
boyunca muhaliflerin kapatıldığı bir hapishane
olmuştur.9 Yasalara göre suç olmakla birlikte bu
zaman diliminde işkence ve kötü muamelede
bulunanlara karşı ise caydırıcı önlemler alınmamıştır. Bu suçlamalarla hakkında soruşturma
emri verilenlerin çok az bir bölümüne ceza verildiği için, sanıklara karşı işlenen suçlarda
azalmalar olmamıştır. Fakat bazı işkenceci sanıkların milli mücadelenin sürdürüldüğü, dolayısıyla olağanüstü koşulların yaşandığı bir dönemde bile yargı karşısına çıkarılıp cezalandırılmaları ise, toplumda, işlenen suçun karşılıksız
kalmayacağı düşüncesinin güçlenmesinde ve
hukuk devleti anlayışının yerleşmesinde umut
verici gelişmelerden olmuştur.
II. Meşrutiyet Dönemi’nde İşkence
İddiaları
19. yüzyıla gelindiğinde hemen tüm
Avrupa ülkelerinde işkencenin yasaklanması ile
ilgili düzenlemeler yapılmıştı. Bu süreçte Batı
hukuk sistemi ile bütünleşme çabası içinde olan
Osmanlı İmparatorluğu’nda da işkence, Tanzimat Fermanı ile yasaklanmış, ardından da Fransız Ceza Kanunu’ndan neredeyse aynen tercüme
edilen 9 Ağustos 1858 tarihli ceza kanunuyla da
resmen suç sayılmıştır.10
Ne var ki Osmanlı İmparatorluğu’nun
varlığının tehlikeye düştüğü bu dönemde işkence uygulamalarının, özellikle siyasi muhaliflere
karşı sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. II. Abdülhamit döneminde Jön Türklere11, Jön Türklerin
iktidar oldukları dönemde de kendi siyasi muhaliflerine karşı işkence uygulamalarının devam
ettiği bazı kaynaklarda yer almaktadır.12 II. Meşrutiyet Dönemi’nde İttihat ve Terakki, siyasi
muhaliflerine karşı işkenceyi bir gözdağı ve
sindirme aracı olarak kullanmıştır. Bu sorun
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Geniş bilgi için bkz. Hafız
Kemal-Süleyman Sırrı, Cemiyet-i Hafiye Yahud Bir Sergüzeşt-i
Hunin - Bekir Ağa Bölüğünde Neler Gördüm, (Yayına Hazırlayan: Muhammed Safi), Bedir Yayınları, İstanbul 1993; Taylan
Sorgun, Türklerin İşkencede Bir Yılı - Bekirağa Bölüğü, Destek
Yayınları, İstanbul 2009; Rıza Nur, Cemiyet-i Hafiye, İşaret
Yayınları, Ankara 2005.
10 Gülnihal Bozkurt, Batı Hukukunun Türkiye’de Resmen
Benimsenmesi, Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1996, s.10.
11 Taner Akçam, Siyasi Kültürümüzde Zulüm Ve İşkence,
İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s.288-289.
12 Süleyman Sırrı, (Çevrim Yazı: Gül Çağalı Güven), ‚Bekir
Ağa Bölüğü’nde. Orada Neler Gördüm‛, Tarih ve Toplum,
İletişim Yayınları, C. 12, S. 73, İstanbul 1990, s. 58-59.
9
65
dönemin meclisine kadar taşınmış olmasına
rağmen, şikâyetlerin üstü örtülmüş ve hiçbir
sonuç alınamamıştır.13 Bu dönemde Osmanlı
Meclis-i Mebusan’ın gündemine getirilen dikkat
çekici iddialarından biri, Osmanlı Demokrat
Fırkası14 Genel Sekreteri’ne yönelik işkence iddiasıdır.
Söz konusu iddianın mecliste gündeme
gelmesi ise İbrahim Hakkı Paşa Hükümeti zamanında olmuştur. Bu hükümetin görev yaptığı
dönemde iktidar-muhalefet çekişmesi gözle
görülür bir şekilde artmış, çekişme kavgaya
dönüşmüş, bu da iktidarı suikast dâhil, elindeki
imkânları kullanarak muhalefeti sindirmeye
yöneltmiştir. Genel olarak muhalefete, özel olarak da Fırka’ya karşı uygulanan sindirme, yıldırma politikalarının bir sonucu olarak Fırka’nın
Fuad Şükrü, Demokrat Mustafa, Manastır’da
Mustafa Safvet gibi üyelerinin tutuklanması;
özellikle Demokrat Mustafa’nın işkenceden
geçirilmesi; gazetelerinin kapatılması ve dağıtımının önlenmesi gibi gelişmeler en fazla tepki
çeken konular olmuştur.15
Demokrat Mustafa’ya yapıldığı iddia
edilen işkence konusu, Meclis-i Mebusan’ın 15
Kanunu Evvel 1326 (28 Aralık 1910) tarihli 20.
oturumunda, Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı
Bey, Serfice Mebusu Yorgo Boşo Efendi, Dersim
Meb’usu Lütfi Fikri Bey gibi bazı mebusların
girişimiyle bir ‚Meclis Araştırması‛na dönüştürülmek üzere meclis gündemine getirilmiştir.16
Dersim Meb’usu Lütfi Fikri Bey, 31 Aralık 1910
tarihinde Meclis’te yaptığı uzun konuşmasında,
sanıklara uygulanan işkence yöntemleri ve bu
sanıklar konusunda şunları belirtmiştir:
‚<Bu işkenceler neden ibaretti? Onu
da anlatayım: İşkencenin çeşitli türlerini uygulamışlar. Önce klasik olarak
falaka. Bu falaka gayet kalın meşe sopasından üretilmiş< Ve bunlar suda
ıslatılarak güya gerçeği söyletmek için
Akçam, a.g.e.. s.318-320.
Mebusan Meclisi’nde temsil edilemeyen Osmanlı Demokrat
Fırkası hakkında geniş bilgi için bkz. Tarık Zafer Tunaya,
Türkiye’de Siyasi Partiler, Cilt:1, Hürriyet Vakfı Yayınları,
İstanbul 1984, s.171-181.
15 Gökhan Kaya, ‚II. Meşrutiyet Dönemi Demokratları: Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırka-i İbad)‛, Kebikeç, Sayı:31, 2011,
s.115.
16 Ali Nejat Ölçen, Osmanlı Meclisi Meb’usanında Kuvvetler
Ayırımı ve Siyasal İşkenceler, Ayça Yayınları, Ankara 1982,
s.98-105.
13
14
66
Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN
çaresizleri falakaya yatırıp, en az 50
sopa< Garip olarak sanığı, sanığa
dövdürdükleri de olurmuş. İşkence
edilenler: Doktor Münir gibi, Hafız
Sami gibi birçokları da beraat etmişlerdir.
Bir kısmının adlarını sayayım. Demokrat Mustafa. Bu kişi en çok serkeşlik
etmiş. Ben de elimden gelirse bir gün
size böyle yaparım demiş. Kendisine
her türlü işkence yapılmış. Sonra efendiler Polis komiserliğinden çıkarılan
Hacı İsmail Efendi, onun tanıdığı Davut efendi< Sonra Hafız Kemal Efendi, Laleli hatibi. Bu kişi o denli uysal
ve çelebi bir adammış ki insan ona işkence etmek değil hatta dokunmağa
bile kıyamazdı diyorlar. Sonra Söke
Naibi (Kadı Vekili) Abdulrahim Efendi. Bu kişiye çok kızmışlar. Çünkü bu
kişi Süleymaniye İttihat ve Terakki
azasındanmış.
Bunu birçok işkencelerle birlikte üç ay
Bekirağa bölüğünde ayağında elli kiloluk demir olduğu halde yatırmışlar.
(Vah, vah sesleri). Sonra Maarif sekreterlerinden Sırrı Efendi. Bu çocuk, artık işkenceden bıkkınlık getirmiş ve bir
gün abdesthanede kendini öldürmeye
girişmiş, başarılı olamamış< Bu yolda
işkence edilenlerden Şile Tahsil Memuru Seyit Bey işkenceden hapishanede cinnet getirmiş, dili tutulmuştur<‛17
II. Abdülhamit’in baskıcı rejimine karşı
‚hürriyet‛ parolası ile harekete geçen İTC’nin
temel insan haklarını ihlal etmek konusunda
eski dönemden hiç de farklı olmayan uygulamaları olmuştur. Partiye muhalif olanlara karşı
baskı ve yıldırma politikası yaygınlaştırılırken,
devlet görevlilerinin kötü muamele ve işkence
yaptıklarına ilişkin halktan gelen şikâyetler ise
ya görmezlikten gelinmiş, ya da basit soruşturma emirleri ile geçiştirilmiştir. Örneğin Kasım
1908’de Köyceğiz, Elmabahçe ve Hasandere
karyelerinde eşkıya saklandığı bahanesiyle Hüdavendigar Valisi Tevfik Bey'in emriyle Bilecik
Tabur Ağası Abdullah Efendi tarafından halka
işkence yapıldığı, bunun sonucunda da on üç
kişinin öldüğü yönündeki şikâyet, sadece bir
17
Ölçen, a.g.e., s.106-107.
tahkikatla geçiştirilmiştir.18 Yine Ağustos
1909’da Kozan sancağı jandarma kumandanının
usulsüz olarak beş kişiyi hapsettiği ve bazı tutukluların da darp ve işkenceye maruz kaldığı
yönündeki şikâyetler de19 sadece tahkikatlarla
geçiştirilmiştir. Bu dönemle ilgili Osmanlı Başbakanlık Arşivi belgelerine bakıldığında, bu
yöndeki şikâyetlerin hemen tamamının soruşturma boyutunda kaldığı ve cezalandırmaların
çok nadir olduğu görülmektedir.20
Özellikle I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği dönemde ve sonrasında işgallere karşı başlayan milli mücadele yıllarında da, Osmanlı
Devleti’ni yönetenlerin ve kamu görevlilerin
işkenceyi, zanlılarla ilgili soruşturmanın ve
sonraki süreçlerde de onları cezalandırmanın
doğal bir aracı olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Milli mücadele karşıtı Damat Ferit Paşa
hükümetleri zamanında ise özellikle Kuva-yı
Milliyecilere karşı işkence uygulamalarının
devam ettiği görülmektedir.21 İşkence ve kötü
muamelede bulunanların cezalandırılmamaları
ve tam aksine cesaretlendirilmeleri ise, işkencenin yaygınlaşıp sistematik haline getirmiştir.
Milli Mücadele Döneminde İstanbul’da İşkence İddiaları
Anadolu’da başlayan milli mücadeleye
karşı düşmanca bir tutum benimseyen, fakat bu
hareketin güçlenmesini de engelleyemeyen
Damat Ferit Paşa Hükümeti 17 Ekim 1920’de
istifa etti. Birkaç gün sonra ise yerine Tevfik
Paşa Hükümeti kuruldu. Ahmet Emin Yaman’a
göre, ‚ılımlı, Kemalist sempatizanı olarak tanınan, Tevfik Paşa hükümetinin kuruluşu, Ankara
ile İstanbul’u birbirine yaklaştırmak için atılan
önemli bir adımdı. 22 Hüseyin Kâzım Kadri de
anılarında, Tevfik Paşa kabinesinin kuruluş
nedeninin Anadolu ile anlaşmak olduğunu ve
bunun kabine beyannamesinde de açıkça yazıl-
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 2666/ 41/ DH.MKT.
BOA, 2895/10/ DH.MKT.
20 Soruşturmalarla geçiştirilen ve kimi zaman ölümle de
sonuçlanan darp ve işkence iddiaları konusundaki bazı şikayetler için bkz. BOA, 210/ 20922/ TFR.I.SL.; BOA, 2639/ 43/
DH.MKT. BOA, 2702/ 72/ DH.MKT.; BOA, 42/ 4/ DH.MTV.
Soruşturması sonlandırılan ve zanlıların cezalandırıldığı iki
olay için bkz. BOA, 2873/ 45/ DH.MKT.; BOA, 11/ 1/
DH.EUM.6.Şb.
21 Samih Nazif Tansu, İki Devrin Perde Arkası Hüsameddin
Ertürk Anlatıyor, Pınar Yayınları, İstanbul 1964, s.271.
22 Ahmet Emin Yaman,‛İstanbul’un Ankara’ya Yaklaşma
Deneyimi: Bilecik Görüşmesi‛, X.Türk Tarih Kongresi. Kongreye Sunulan Bildiriler, C.:VI, 22-26 Eylül 1986, s.2760.
18
19
Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası
dığını belirtmektedir.23 Tevfik Paşa Hükümeti
iyi niyet göstergesi olarak, Mustafa Kemal ve
arkadaşları hakkında daha önce verilmiş olan
gıyabi idam kararlarını kaldırdı ve milliyetçiler
için kullanılması yasak olan, ‚bey‛ ve ‚paşa‛
gibi unvanların kullanılmasını serbest bıraktı.
Hükümet, Kuva-yı Milliyeciler aleyhine daha
önce askeri mahkemelerde açılmış olan davaları
da ele aldı ve 30 Nisan 1921'de ‚Vatan müdafaası uğrunda teşekkül etmiş ve bu kuvvet ile
alâkadar olan kişiler hakkında takibat icrasının
adalete uygun olmayacağı, bu gibi davaların
düşürülmesi‛ kararını verdi.24 Ayrıca Anadolu
hareketi ile görüşmeler yapmak amacıyla da
Dâhiliye Nazırı İzzet Paşa’nın başkanlığında bir
heyet oluşturuldu.
Yeni kurulan Tevfik Paşa Hükümeti’nin programında,25 Anadolu ile iyi ilişkiler
kurarak İstanbul-Anadolu ikiliğini ortadan kaldırmayı hedeflemesinin yanı sıra,26 kişisel özgürlüklerin güvenceye alınacağı ve yasaların egemen kılınacağını açıklaması da27 Damat Ferit
Paşa Hükümeti döneminde işkenceye uğrayan
ve kanunsuz olarak hapishanede tutulduklarını
iddia edenlerin cesaretlenmesine ve harekete
geçmelerine neden olmuştur.28 Suikast hazırlamak ve Kuva-yı Milliyeci olmakla suçlanan ve
sayıları 200 kadar olduğu ileri sürülen tutuklulardan bazıları hükümete ve savcılığa başvurarak haksız yere suçlandıklarını belirtmişlerdir.
Çünkü bu suçlamaların failleri olduklarına iliş-
Oğuz Aytepe, ‚Milli Mücadele'de Bilecik Görüşmesi‛,
Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk
Yolu Dergisi, Sayı:33-34, 2004, s.26.
24 Aktaran Aytepe, a.g.m., s.26.
25 ‚Tevfik Paşa Kabinesinin Beyannamesi‛, İleri, 26 Teşrin-i
Evvel 1920. Ayrıca Tevfik Paşa hakkında yapılan ayrıntılı bir
çalışma için bkz. Nurten Çetin, Son Sadrazam Ahmet Tevfik
Paşa, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2011.
26 Tevfik Paşa Hükümeti’nin bu düşüncesi doğrultusunda
İzzet Paşa başkanlığındaki bir heyet Anadolu’ya gitmek üzere
3 Aralık 1920 tarihinde İstanbul’dan yola çıkmıştır. ‚Dahiliye
Nazırı İzzet Paşa’nın Riyaseti Altındaki Heyet Dün Haydarpaşa’dan Anadolu’ya Gitti.‛ İleri, 4 Kanun-ı Evvel 1920. Bu
heyetin faaliyetlerine ilişkin yapılan bir çalışma için bkz.
Aytepe, a.g.m., ss.23-31.
27 ‚Tevfik Paşa Hükümeti’nin Beyannamesi‛, İleri, 26 Teşrin-i
Evvel 1920.
28 ‚Suikast ve sur-u saireden dolayı tevkif edilmiş olan
mahbusin, dün sebeb-i tevkiflerinin gayr-ı kanuni olduğundan
bahisle
dahiliye
nezaretine
müracaat
etmişlerdir.‛‚Mevkufların Müracaatı‛, Dersaadet, 25 Teşrin-i
Evvel 1920.
23
67
kin hiçbir kanıt bulunmadığını, bazı kişilerin
iftiraları üzerine tutuklandıklarını, bu nedenle
tekrar yargılanarak haklılıklarının ortaya çıkarılmasını talep ettiler.29
Bu süreçte, Anadolu’da başlayan bağımsızlık hareketini destekleyen İleri gazetesi,
özellikle Kuva-yı Milliyeci oldukları gerekçesiyle tutuklanıp hapsedilen ve işkenceye maruz
kaldıklarını iddia edenlerin şikâyetlerini dile
getiren yayınlar yapmaya başladı. ‚Darp ve
İşkence –Yeni Bir Dava Daha‛30; ‚Memlekette
kanunu hâkim kılmak ve evvelce yapılan kanunsuz harekete mani olmak için yolsuzlukları
efkar-ı umumiyeye arz etmek bir vazifedir.‛31;
‚Duçar-ı gadr *haksızlığa uğrama+ olan efrad-ı
milletin hukukunun muhafazasını talep ve vuku
bulan siyaseti tenkit etmek ve bu gibi halatın
[haller] adem-i tekrarını*tekrarlanmamasını+
temin ettirmektir vazifemiz<‛32 dir diyen gazete, ‚işkence ve kötü muamele‛ sorununu gündemde tutmaya özen göstermiştir.
Nitekim söz konusu gazete bir muhabirini, Damat Ferit Paşa Hükümeti döneminde
‚suikastçı ve Kuva-yı Milliyeci‛ oldukları iddiası ile tutuklananların bulunduğu askeri hapishaneye göndermiş ve muhabirin tutuklularla
yaptığı görüşmeyi yayınlayarak kamuoyunda
bu konuda bir duyarlılık oluşturmaya çaba
göstermiştir.
Gazetede yer alan habere göre; tutuklulardan bazıları işkenceye uğradıklarını, bazıları
da parasal güçleri olmadığından iyi beslenemediklerini ve bu yüzden hastalandıklarını; defalarca kez tedavi için hastaneye götürülmelerini
talep etmelerine rağmen bu isteklerinin kabul
görmediğini söylemişlerdir.33
Muhabir, zulüm ve işkence gördüğünü
iddia eden tutuklulara 34 bu iddialarını nasıl
‚Zulüm ve İşkencelere Ait Canlı Vesikalar.‛, İleri, 30 Teşrin-i
Evvel 1920.
30 İleri, 24 Teşrin-i Evvel 1920.
31 ‚Evvelce Nasıl İşkence Yapıyorlardı?‛, İleri, 4 Teşrin-i Sani
1920.
32 ‚Zulüm ve işkencelere Ait Canlı Vesikalar‛, İleri, 30 Teşrin-i
Evvel 1920.
33 A.g.g.
34 Gazetenin yayınladığı tutukluların isimleri şunlardı: Büyükdere’de Tütüncü Süleyman Efendi, Makri Köy’ünde (Bakırköy) tevkif edilen Sapancalı Rıza Bey, Kuleli İdadisi talebesinden Mazhar Efendi (Fatih parkında dolaşırken tevkif edilmiştir),Yeni Cami’de berberlik eden İsmail Efendi, Topkapı
civarında tevkif edilen tüccardan Fuat Bey, Beykoz’da tevkif
29
68
Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN
kanıtlayacaklarını sorduğunda aldığı yanıtı da
şu şekilde aktarmaktadır:
‚Bize hepsi dayak yedikleri esnada
orada bulunan birçok zabit ve efrad ve
efrad-ı şühûd *şahitler+isimleri zikrettikleri gibi, bazıları da mezalimden
sonra vücutlarında hasıl olan bere ve
yaralarının doktor tarafından müşahede edildiği ve haklarında rapor verildiğini ve bir takımı da hapishanede
darp olunurken, seslerinin diğer mevkuflarca*tutuklu+ işitildiğini ve gardiyanların gördüğünü söylemektedirler.
Bunlardan Süleyman Efendinin belinden aşağısı tutmayacak bir haldedir.
Bu biçarenin defalarla işkenceye duçar*uğrama+ olduğu doktor raporuyla
tahakkuk etmiştir. Kuleli İdadisi’nden
Mahzar Efendi, bayılıncaya kadar ve
iki defa darp edildiğini. Berber İsmail
Efendi sopa ve kırbaç ile tutularak dövüldüğünü. Tüccardan Fuat Efendi,
evinin, esnay-ı tevkifinde yağma edildiğini, hapishanede Yasin Efendi tarafından merkez kumandanlığı emriyle
ayaklarına vurulmak suretiyle dövüldüğünü ve bazı kimselerin kendinden
rüşvet olarak (400) lira aldıklarını. Rizeli Salih Oğlu Ali ise, hiçbir şeyden
haberi olmadan tevkif edilip Beykoz
inzibat karakolunda falaka ile bayılıncaya kadar dövüldüğünü ve el-yevm
*hala+ pek ağır hasta ve boynu şişmiş
olduğu halde tedavi edildiğini muhabir
bu
adamın
fi-lhakika*gerçekten+ hasta ve boynu şiş
olduğunu görmüştür- söylemektedirler.
Diğer mevkuflar da hiçbir kabahatleri
olmadıklarını ve muhakeme edilerek
tahliye edilmelerini talep etmektedirler.‛ 35
Peki, bütün bunları yapanlar kim ya da
kimlerdi? Bu sorunun yanıtını da ilk kez yine
İleri gazetesi veriyor ve 4 Kasım’da işkencecilerin isimlerini yayınlıyordu. Söz konusu gazetenin verdiği haberde sadece iki kişinin adı geçiedilen ve herkesin önünde darp edildiğini ve boynunda açıkça
şiş olduğunu söyleyen Rizeli Salih oğlu Ali, Karamürselli
Mehmet oğlu Hasan, Rizeli Kadir ve Eyüp. İleri, 30 Teşrin-i
Evvel 1920.
35 ‚Zulüm ve işkencelere Ait Canlı Vesikalar‛, İleri, 30 Teşrin-i
Evvel 1920.
yordu. Birinci kişi, Harbiye Nezareti yaveri iken
merkez kumandanlığı emrinde görev yapan
Mülazım-ı Evvel Rıfkı. İkinci kişi de merkez
kumandanlığı kadrosunda olmadığı halde, ‚refakat zabiti‛ unvanı altında görev yapan Mülazim-i Evvel Adil Efendi idi.36 Gazeteye göre, bu
iki kişinin merkez kumandanlığında zulüm ve
işkence yaptıkları yönündeki iddialar, tanıkların
ifadeleri ve doktor raporları ile sabitti. Bunların
birçok kişiyi açıkça dövdükleri ve işkence yaptıkları merkez kumandanlığı muavinleri tarafından görülmüş ve işitilmişti.37
İleri gazetesi, adı geçen subayların işkence yaptıkları kişileri, nasıl seçtiklerini ve
yakaladıklarını da şu şekilde anlatıyordu:
‚Bir zamanlar gelmişti ki, hafi içtimalar*gizli toplantılar+ ve suikast teşebbüsleri(ni) yakalamak için müsabakalar oluyordu. Bu gibi mevhum-u vaki*kurgulanmış olay+ uydurmakta iki
mühim netice hâsıl oluyordu. Birincisi
vakıaların faillerini derdest etmiş olmakla bazı zevat memnun ediliyor ve
birçok teveccühler ve itimat kazanıyor
ve bu suretle mevkiler kuvvetleşiyordu. İkinci maksatta, bazı kimseler tevkif yüzünden korkuyorlar ve mezalimin vasıta-i icraiyelerine *uygulayıcılarına+ masarif namı altında paralar
veriyorlardı. Tüccardan Fuat Efendiden, birçok kimselerin huzurunda masarif namı altında 450 lira alınmıştı.
Bunların mahilelerinde *hayallerinde]
uydurulmuş bir kaç mevhum-u vaki
[kurgulanmış olay+ yüzünden birçok
canlar yanmıştı. Böyle bir vakıa icat
etmek istediler mi? Evvela sivil kıyafetine giriyorlar ve şuraya buraya sokularak kendilerine tüccar, komisyoncu
tüccar süsü vererek silah ticareti için
şerik*arkadaş-ortak] peyda ediyorlar38.
‚Evvelce Nasıl İşkence Yapıyorlardı?‛ İleri, 4 Teşrin-i Sani
1920.
37 A.g.g.
38 İşkence mağdurlarından koltukçu Fuat Efendi’nin bir gün
evine gelen birisi, kendisini Anadolu’dan gelen bir Kuvay-ı
Milliyeci olarak tanıtır ve silah temin etmek için Fuat
Efendi’den yardım ister. Fuat Efendi bir miktar silah bulur ve
alıcı kılığındaki kişiye teslim eder. Alıcı rolündeki kişi Fuat
Efendi’ye bir miktar avans verir. Aynı kişi bir başka gün Fuat
Efendi’nin evine tekrar gelerek İstanbul hükümetinin
büsbütün sarsılması için Ferit Paşa’ya suikast düzenlemekten
söz eder ve Fuat Efendi’den yardım ister. Aynı kişinin yine
Fuat Efendi’nin evinde bulunduğu bir sırada ev kuşatılır ve
36
Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası
Bazen biçarelerde bilmeyerek bu zabitlerle teşrik-i mesai ediyorlar. Ağzından
laf kaçırıyorlar. Bir gün bu zavallıları
tevkif ediyor ve Kuva-yı Milliyeci ve
suikastçı ithamıyla darp ve işkenceye
başlıyorlar.
Bunların kurban-ı zalimi olanlardan
birçoğu niçin tevkif edildiklerini hala
bilmemekte ve tevkifhanede yatmaktadırlar. Tevkifhanede bulunan mevkufların birçoğunun halada tevkif müzekkireleri *yazıları-belgeleri] yoktur.‛39
Yeni hükümet zulüm ve işkenceye uğradıklarını ve haksız yere hapishanede bulunduklarını iddia eden tutukluların hükümete ve
savcılığa yaptığı başvuruları dinledikten sonra,
hiçbir haksızlığa meydan verilmeyip, tutuklulara zulüm uygulayanların cezalandırılacağını
açıklamıştır.40 Bu gelişme üzerine işkence iddialarını incelemeye alan savcılık makamı, bu konuda bazı zanlı ve tutuklularla görüştükten
sonra, bazı şahıslara sorguları sırasında işkence
yapıldığına ilişkin birçok kanıta ulaşmıştır.41
İddiaları ciddi bulan savcılık tarafından, merkez
kumandanlığında görevli mülazım-ı evvel Rıfkı
ve Adil Efendiler için yakalama emri çıkartılmıştır. Adil Efendi hemen yakalanırken, firar eden
Rıfkı Efendi ise birkaç gün sonra teslim olmuştur. Divan-ı Harp kararıyla mahkûm olan siyasi
tutuklularla aynı odaya konulan Adil Efendi’ye,
siyasi tutukluların tacizde bulunması üzerine iki
işkence zanlısı ayrı ayrı odalara konulmuştur.42
Hazırlıkların tamamlanmasından kısa bir süre
sonra ise davanın görülmesine başlanmıştır.
İşkence Davasının Görülmesi
ve Alınan Karar
Toplamda yedi duruşmadan oluşan ve
sabık merkez kumandanlığı emir zabitleri Adil
ve Rıfkı Efendiler aleyhine çeşitli kişilerce ortaya
Fuat Efendi tutuklanır. Bütün bunları planlayan kişi Mülazımı Evvel Adil’den başkası değildir. Bkz. Süreyya Sami Berkem,
Unutulmuş Günler. Hilmi Kitapevi, İstanbul 1960, ss.17-20.
Ayrıca bkz.‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 2 Kanun-ı Sani
1921.
39 ‚Evvelce Nasıl İşkence Yapıyorlardı?‛, İleri, 4 Teşrin-i Sani
1920.
40 ‚Zulüm ve işkencelere Ait Canlı Vesikalar‛, İleri, 30 Teşrini Evvel 1920.
41 ‚Evvelce Nasıl İşkence Yapıyorlardı?‛, İleri, 4 Teşrin-i Sani
1920.
42 ‚İki İşkence Aleti‛, İleri, 6 Teşrin-i Sani 1920.
69
atılan ‚katl ve işkence davası‛ İstanbul Cinayet
Mahkemesi’nde 23 Aralık 1920 de başlamıştır.43
İlk duruşmadan itibaren İstanbul halkı
yargılamaya yoğun ilgi gösterdi. Çünkü halk,
uzun senelerden beri cezasız kalarak ardı arkası
kesilmeyen cinayetlerin, işkencelerin bu kez
adalet tarafından cezalandırıldığını görmek
istiyordu.44 Bu nedenle de duruşma salonu,
saatler öncesinde kadın ve erkek izleyiciler tarafından hınca hınç doldurulmuştu.45
Örfi Bey’in başkanlığındaki mahkeme
heyetinin yerini almasından sonra ilk duruşma
başladı. Sanıklar Adil Efendi ile Rıfkı Efendi
mahkeme salonuna alındılar. Sanıkların avukatlığını üstlenen Divan-ı Harp eski savcısı Feridun
Bey’in, gereken resmi işlemleri tamamlayamamasından dolayı duruşmadaki yerini alamadığı
açıklandıktan sonra iddianame okundu. İddianamede, Adil ve Rıfkı Efendiler; Koltukçu Fuat,
Sapancalı Rıza, Hafız Kaptan, Berber İsmail,
Mülazım Mazhar, Kuleli İdadisi talebesinden
Mazhar Efendileri tevkif ettikleri zaman darp ve
işkence; ebe Şahinde Hanım’ı rovelverle46 tehdit
ve darp; Sarıyer’de, Tütüncü Süleyman’ı Büyükdere merkezinde bayılıncaya kadar darp;
Kaymakam Arif Beyin kız kardeşine kötü muamele ve koltukçu Fuat Efendi’nin yakalanması
sırasında inzibat memuru Kamil Efendi’nin
ölümüne sebep olmakla suçlanmışlardır.47
Adil ve Rıfkı Efendiler, bütün suçlamaların siyasi amaçlı ve gerçek dışı olduğunu belirterek iddiaları reddettiler. Daha sonra mahkeme
başkanı Örfi Bey, sözü şikâyetçilerden tütüncü
Süleyman Efendiye verir. Süleyman Efendi
yaşadıklarını şöyle anlatır:
‚Beni polis merkezine götürdüler. Yatırıp dövdüler sonra bir dakika mühlet
verdiler. Silah kaçakçılığı yaptın mı?
İtiraf et dediler. Ben yalvarıyordum.
Kabahatim olmadığını söylüyordum.
Beni tekrar yatırdılar. Ayağımı tüfek
kayışı içine soktular, tekrar dövmeye
‚İşkence Maznunları Huzur-u Hâkimde‛, İleri, 24 Kanun-ı
Evvel 1920.
44 ‚İşkence Muhakemesi‛, İleri, 28 Şubat 1921.
45 ‚İşkence Maznunları Huzur-u Hâkimde‛, İleri, 24 Kanun-ı
Evvel 1920
46 Toplu tabanca. Altı patlar da denilen, altı mermi alan tabanca.
47 ‚Rıfkı ve Adil Beyler Cinayet Mahkemesinde‛, Alemdar, 24
Kanun-ı Evvel 1920.
43
70
Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN
başladılar. Nihayet ben bayılmışım.
On beş gün sonra kendime geldiğim
zaman, tevkifhanede bulunduğumu
anlayabildim. Ellerim simsiyah olmuştu bir ölü gibi idim. Cüzdanımı da Rıfkı Efendi bayılmadan evvel almıştı.
Sonra ne yaptı bilmem.‛48
Sanık Adil Efendi ise, Tütüncü Süleyman Efendi’nin kendisi tarafından değil inzibat
memuru Reşat Efendi ve başkaları tarafından
dövüldüğünü iddia etmiştir.49
Süleyman Efendi’den sonra davacı
kaymakam Arif Bey’in ifadesi dinlenir. Arif Bey,
evine girildiğini ve kendisine kötü davranıldığını söylemiştir. Rıfkı Efendi olanlardan bilgisi
olmadığını söylerken, Adil Efendi, olayı bildiğini söyleyerek ve şu açıklamayı yapmıştır:
‚Evrak-ı muzmere *gizli belgeler+ dağıtmak ve sair harekatta bulunduklarından dolayı, Ali Rıza Bey jandarmaya mensup Tevfik Efendi..ilahdan [diğerlerinden+ mürekkep bir komitenin
derdesti için emir aldım. Rıza Bey,
kaymakam Arif Beyin hanesinde gizlidir diye haber aldık. Fakat teessüf olunur ki Arif Bey mukaddesatı üzerine
yemin ederek hanesinde Rıza Beyin
bulunmadığını söyledi. ‘Bende yoktur’
dedi. Hemşireleri asabi idi, onu taharri[arama] ettirmemek istiyordu, hâlbuki nihayet taharrimizde Rıza Beyi
yatak odasının tavanının köşesinden
indirdik.‛50
Bunun üzerine mahkeme başkanı sözü,
Sapancalı Ali Rıza Bey’e verir. Ali Rıza Bey de
sanıkları suçlayan ifadesinde şunları belirtir:
‚Efendim, kanunu esasimiz mucibince
mesken taarruzdan masundur. Hâlbuki Temmuzun yirminci günü kapımı
zorladılar< Ben de tabii gelenlerin eşkıya olduğuna ihtimal vererek kaçtım,
Arif Beyin hanesine gizlendim< Velhasıl beni karakola götürdüler askerlerin silahıyla tehdit ettiler ‘Adil Beyi
göstererek’ bu kalktı iki tokat vurdu.
‘evladım, üniformalarınıza güvenerek
böyle hareket etmeniz münasip mi?’
dedim. ‘Senin gibi alçak heriften
korkmam’ dedi. Merkez kumandanlığına gidince gördüm ki ‘Adil Efendiyi
göstererek’ Bu zat oturuyor ‘Rıfkı
Efendiyi göstererek’ bu zatta yatıyordu. Adil Efendi beni dövdü. Sonra ben
vuramıyorum diye asker çağırdı dövdürdü.‛
Reis: Ne için dövdülerdi?
Rıza Bey: ‚İfademi almak için ‘söyle
kiminle konuştun, nasıl yaptın’ diye.
En sonra ifademi aldılar. Rıfkı Efendinin de iştahı gelmiş olacak ki iki tokatta o vurdu.‛51
Ali Rıza Bey’in ifadesinden sonra Adil
Efendi, avukatı Feridun Bey’in duruşmalara
katılabilmesi ve kendilerinin de biraz daha düşünebilmeleri için mahkemenin ertelenmesini
talep etti. Rıfat Efendi ise, ‚Bizim mahkememiz
memuriyetimizi su-i-istimal davası olduğundan
divan-ı harpte icra edilmeli‛52 diyerek itirazda
bulundu. Sanıkların bu taleplerinden sonra
dava, 1 Ocak 1921 tarihine ertelendi.
1 Ocak 1921’taki ikinci duruşmada da
halkın mahkemeye ilgisinin aynen devam ettiği
görülmüştür. Mahkeme başkanı Örfi Bey, önceki
duruşmada Divan-ı Harp’te yargılanmaları
gerektiğini ileri süren Rıfat Efendi’nin bu isteğinin, suçun şahıslara ait olması gerekçesiyle kabul edilmediğini açıklamasından sonra davacılardan Hafız Kaptan’ın ifadesi alınmıştır.
Hafız Kaptan; Hıfzı Bey yalısı soygunu
meselesinden dolayı tutuklandığını, merkez
kumandanlığında sopa ile değişik kereler dövüldüğünü, hapishanede de dayak yediğini,
seksen gün ‚eza ve cefa‛ ile hapsedildiğini ve
birçok kimselerin bu darp keyfiyetine tanık
olduğunu iddia etmiştir.53 Bu iddia üzerine söz
alan Adil Efendi, Hafız Kaptan’ın kumandanın
emri üzerine dövüldüğünü ve kendisinin de
orada hazır bulunduğunu, fakat emir vermediğini söylemiştir.54
Hafız Kaptan’ın ardından ifade veren
Tütüncü Süleyman Efendi ifadesinde; ‚beni o
derecede dövdüler ki adeta mefluç*felç+ oldum.
Bu da doktor raporu ile sabittir. Bu gün muayene edilsem dayağın eserleri vücudumda mevcutA.g.g.
‚İşkence Maznunları Huzur-u hakimde‛, İleri, 24 Kanun-ı
Evvel 1920.
53 ‚Cinayet Mahkemesinde İşkence Davası‛, İleri, 2 Kanun-ı
Sani 1921.
54 A.g.g.
51
‚İşkence Maznunları Huzur-u Hâkimde‛, İleri, 24 Kanun-ı
Evvel 1920.
49 A.g.g.
50 ‚Rıfkı ve Adil Beyler Cinayet Mahkemesinde‛, Alemdar, 24
Kanun-ı Evvel 1920.
48
52
Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası
tur. ‘Sen silah saklıyorsun, Kuva-yı Milliye’ye
sevk ediyorsun.’ diye hep kırbaçlarla dövdüler.‛55 şeklinde savunmada bulunmuştur.
Daha sonra sırasıyla davacılardan İsmail Efendi, Muzaffer Efendi ve Ebe Şahinde
Hanım da dinlenmiştir.
İsmail Efendi ifadesinde; merkez kumandanlığında bodruma tıkıldığını, Adil Efendi
tarafından ellerine, ayaklarına vurularak dövüldüğünü, kendisine yapılan darbın doktor raporuyla sabit olduğunu ve dayaktan sonra da iki
koltuğunda iki askerle, hapishaneye götürüldüğünü söyler. Merkez kumandanlığında Rıfkı
Efendi’nin de kulaklarına vurduğunu ve kulaklarından kan fışkırdığını da sözlerine eklemiştir.56
Ardından kendisine söz verilen Muzaffer Efendi, ifadesinde hanesinden çıplak bir
halde merkez kumandanlığına getirildiğini,
Emin Paşa’nın emri üzerine yaverler ve erler
tarafından dövüldüğünü ve kendisine merkez
kumandanı tarafından Gümülcine’li İsmail Beyin bir gizli cemiyet kurduğu ve bu cemiyet
hakkında ne bildiğinin sorulduğunu ve kendisinin de bir şey bilmediğini söylemesi üzerine
hapsedildiğini söylemiştir.57
Eczacı olan oğlu Bursa’dan Ankara’ya
geçen Ebe Şahinde Hanım ise, ifadesinde Merkez kumandanlığında Adil ve Rıfkı Efendiler
tarafından kendisine bıçak ve tabanca gösterilerek tehdit edildiğini, sopayla dövüldüğünü,
bilmediği silah kaçakçılığı hakkında açıklama
yapmasının istendiğini anlatmıştır. 58
Tanık sıfatıyla ifade veren merkez kumandanı yaverlerinden Ekrem Efendi; gerek
Hafız Kaptan’a ve gerekse Şahinde Hanım’a
dayak atıldığını ve kadının feryat ettiğini gördüğünü ve işittiğini söylemiştir.
Daha sonra Sarıyer’de Tütüncü Süleyman Efendi’ye yapılan işkence hakkında tanıklar
dinlenmiştir. İnzibat memurlarından Reşat
Efendi, Adil ve Rıfkı Efendilerin emirleri üzerine
Süleyman Efendi’yi kalın değneklerle dövdüklerini ve Süleyman Efendi bayıldıktan sonra eczaneden amonyak aldığını ve döverlerken Süley-
71
man Efendi’nin ağlayıp yalvardığını söylemiştir.
Bu ifadeleri inzibat memuru Refik Efendi de
doğrulamıştır.
Ardından Süleyman Efendi’nin darp
esnasında ayaklarını tutan itfaiye erlerinden
Nuri ve Emin dinlenmiştir. Onlar da aynı yönde
ifade vermişler ve Adil’in emriyle hareket ettiklerini söylemişlerdir.59
Mahkeme başkanı Örfi Bey, Süleyman
Efendi’ye rapor veren Doktor Kazım ve Mustafa
Necip Beylerin tanık olarak dinlenmelerine
karar vererek mahkemeyi ertelediğini açıklamıştır.60
2 Şubat’taki üçüncü duruşmaya da halkın ilgisinin azalmadan devam ettiği görülmektedir. Saat on iki de salon ağzına kadar dolar.
Duruşma öncesinde, mahkemenin huzuru için
izleyiciler arasına polis memurları yerleştirilmiştir. Mahkeme heyetinin saat 13.15’te yerini almasıyla duruşma başlamıştır.61
İlk olarak, tanık sıfatıyla Doktor Mustafa Necip Bey ifadeye vermeye davet edilirse de,
kendisi Anadolu’ya geçtiğinden tanıklığından
vazgeçilmiştir.62 Daha sonra Galata İnzibat Yüzbaşısı Fethi Bey dinlenmiştir. Fethi Bey, ifadesinde Tütüncü Süleyman Efendi’nin darp edildiğini kendi gözüyle görmediğini söylemiştir.
Adil Efendi araya girerek, Süleyman Efendi’nin
Reşat ve İbrahim adındaki iki inzibat askeri
tarafından dövüldüğünü söylemiş ve ‚Fethi
Beyin haberi yok mu?‛ 63 diye sormuştur. Fethi
Bey darp ve işkenceden kesinlikle bilgisinin
olmadığını ve kendisine de bu konuda bir rapor
verilmediğini söylemiştir.64
Fethi Bey’den sonra şoför Hasan Tahsin
Efendi dinlenmiştir: Hasan Tahsin Efendi ifadesinde şunları belirtmiştir: ‚Rıfkı ve Adil Efendiler bir gün odalarında Lütfü Efendiyi isticvap*sorgulama+ ediyorlardı. İçeriden sopa seslerini işittim. ‘Bir şey bilmiyorum’ diye birisinin
bağırdığını da duydum.‛65
Daha sonra savunma tanıklarının dinlenmesine geçilmiştir. Zanlılar adına tanık olarak dinlenmesine daha önce karar verilen eski
A.g.g.
A.g.g.
61 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 3 Şubat 1921.
62 A.g.g.
63 ‚İşkence Maznuniyeti‛, Pay-ı Taht, 3 Şubat 1921.
64 A.g.g.
65 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 3 Şubat 1921.
59
60
‚İşkence davası‛, Peyam-ı Sabah, 2 Kanun-ı Sani 1921.
‚Cinayet Mahkemesinde İşkence Davası‛, İleri, 2 Kanun-ı
Sani 1921.
57 A.g.g.
58 A.g.g.
55
56
72
Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN
merkez kumandanı Emin Paşa’nın66 duruşmaya
gelmediği anlaşılınca savcı, kendisine para cezasının verilmesini istemiştir. Savcının bu isteği
mahkeme heyeti tarafından kabul edilmiştir.67
Savunma tanıklarından eski Harbiye Müsteşarı
Behzat Bey şu ifadeyi vermiştir: ‚Bir gece vazife
icabı merkez kumandanlığını teftiş ettim. Kumandan yoktu. Muavini Mustafa Bey’in tevkifhanede olduğunu söylediler. Rıfkı Efendi’yi Zeki
Paşa’nın mahdumu olması dolayısıyla tanırım.
Diğerini bilmiyorum malumatım bu kadardır.‛68
Bundan sonra daha pek çok kişi tanık sıfatıyla
dinlenmiştir.
Bunların bir kısmı Adil ve Rıfkı Efendiler tarafından darbın gerçekleştirilmediğini
bazıları da, darbı bizzat duyduklarını söylemişlerdir. Birçok tanığın ardından Harbiye eski
nazırlarından Kiraz Hamdi Paşa69 ifade vermiştir. Kiraz Hamdi Paşa ifadesinde şunları belirtmiştir:
‚Bir gün Hafız Kaptan ve nam-ı diğerle Mehmet Ali Efendi esnayı istintakında benim ve bir tespihçi efendinin
huzurunda bildiklerini söyleyeceğini
bildirmesi üzerine merkez kumandanlığına davet edildim. Merkez kumandanlığında Adil Efendi de hazır olduğu halde Hafız Kaptan denilen zatı isticvap
ediyorlardı.
Ben istintakın*sorguya çekme+ bir müstantik*sorgu hâkimi+ huzurunda olmasının doğru olacağını iddia ve aksi takdirde burada bulunmayacağımı söyleyerek oradan ayrıldım. Bildiğim ve
gördüğüm bundan ibaret<‛70
Mahkeme heyeti, mahkemeye ifade
vermek için gelmesi gereken bazı tanıkların
dinlenebilmeleri için davet edilmelerine karar
vererek duruşmayı ertelemiştir.
17 Şubattaki dördüncü duruşmaya savunma tanıklarının dinlenmesiyle devam edilmiştir. İlkönce Kadıköy merkez memuru Şevket
Bey ifade verir. Şevket Bey şu açıklamada bulunmuştur. ‚Sarıyer’de bulunuyordum. Bu iki
efendi Tütüncü Süleyman Efendi’yi tevkif etmek
üzere geldiler. Mumaileyhin hanesine gittik ve
hiçbir taharride bulunmaksızın kendisini tevkif
1922 Kasım’ında ülkeyi terk etti.
‚İşkence Maznuniyeti‛, Pay-ı Taht, 3 Şubat 1921.
68 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 3 Şubat 1921.
69 150’likler listesinde yer alanlardan biridir.
70 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 3 Şubat 1921.
66
67
ederek itfaiye karakoluna getirdik. Rıfkı Efendi
orada hastalandı. Hep birlikte merkeze gittik;
Süleyman’ı yanımızda isticvap ettiler ve darp
edildiğini de görmedim.‛71 Şevket Bey’in ifadesi
daha bitmeden Tütüncü Süleyman Efendi ayağa
kalkarak müdahalede bulununca, Süleyman
Efendi, Adil Efendi, savcı ve mahkeme başkanı
arasında şu diyalog geçmiştir:
‚Süleyman Efendi; ‘beni ölüm halinde, dört gün karakolda bu Şevket Bey
yatırdı ve muayene edilmekliğim için
doktora müracaat edildiği zaman beni
saklayarak muayene olunmaklığıma
mümanaat*engelleme+ etti.’
<Bunun üzerine savcı Haydar Bey:
‘Reis Bey efendi, Tütüncü Süleyman’ın
iki inzibat memuru tarafından dövüldüğü gerek Rıfkı ve Adil efendilerin
iddialarıyla ve gerek geçen muhakemede bizzat kendi itiraflarıyla sabit
olmuştur. İki inzibat neferi bu işi kendiliklerinden mi yapmışlardır? Yoksa
aldıkları emre göre mi hareket etmişlerdir? Lütfen sual buyrulsa<’
Mahkeme başkanı bu soruyu tekrar
eder.
Adil Efendi: ‘İnzibat memurları adi nefer değillerdir. Birisi hasetsen *özellikle+ baş çavuşluğa terfii ettirilmişti. Aynı zamanda inzibat karakolları polis
karakollarına muadil olduğu için memurlarında polis rütbesine muadil tutulmaları icap eder.
Mahkeme başkanı Örfi Bey: ’Memurların rütbesini sormuyorum, dövmek
için emir almışlar mı idi?
Adil Efendi: ’Hayır, hiçbir makam dayak için emir vermez. İnzibat memurlarının, vaziyetin kendilerine verdiği
kuvveti sui-istimal ettikleri anlaşılıyor.’
Savcı Haydar Bey: ‘Efendim bunlar bir
mahkemede söylediklerini öbür mahkemede tekzip ediyorlar. Geçen defa,
herhalde inzibatların hafiyen *gizlice+
aldıkları emre tevfikan dövdüklerini
söylüyorlardı. Şimdi kendiliklerinden
dövmüşlerdir diyorlar.’
Adil Efendi: ‘Hayır, yanlış olacak.
Biz ne dövmeye nede dövdürmeye salâhiyetdar değildik’. Bunun üzerine eski merkez
71
‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 18 Şubat 1921.
Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası
kumandanı Emin Paşa salona alınır...
Emin Paşa şöyle konuşur: ‘Evet, efendileri tanırım< Benim kanaatimce her
ikisi de namuskâr asil ailelere mensup
zabitlerdir. Kimseyi dövüp işkence
edeceklerini zannetmem. Kumandanlığa gelince, hiçbir amir maiyetine hilaf-ı kanun harekâtta bulunmayı emir
edemez. Süleyman Efendinin dövüldüğünü telefonla haber aldım. Bu
efendilerle beraber iki inzibat memuru
tarafından dövüldüğünü söylediler.
Sonra doktora muayene ettirdim. Felç
var dedi. Merak ettim. Tekrar muayene ettirdim. Koltukçu Fuat Efendiyi de
bunlar tevkif ettiler, fakat orada hadis
olan *meydana gelen+ vakıa cinayet
değil kazadır.‛72
Emin Paşa’nın açıklamalarından sonra
duruşmaya bir sonraki oturumda devam etmek
üzere son verilmiştir.
24 Şubat 1921 günü yapılan beşinci duruşmada ilk olarak dinlenen tanık Bahaddin Bey
şu ifadeyi vermiştir:
‚<Yine bir gün bir iş için gittim.
Odada da daimi gürültüler oluyordu.
Acı acı istimdat*yardım isteme+ edenlerin dövüldüğü hemen hemen sabit
oluyordu. Bir müddet sonra ben aynı
odaya girdim. Adil, Rıfkı efendilerle
Rıza Efendi vardı. Yerde duran bir
mavzeri işaret ederek kendisiyle muarefem olan Rıza Efendiden meseleyi istizah*açıklama isteme+ ettim. ‘Bu mavzerle ayaklar bağlanarak adam dövüyoruz’ dedi. Yine bir gün merkez kumandanlığına gittiğim esnada aynı
odada Yüzbaşı Zeki, elyevm *hala+
nakliye müfettişi Kazım, Kemal ve
Adil Beyler vardı. Bir mutad *alışılmış
şekilde+ kapılar kapandı ve dayak başladı. Biz, muavin Mustafa Beyle başka
bir odada idik. Hatta Mustafa Bey bana: ‘benim salahiyetim olan bir yerde
daima bu dayak ve işkence oluyor bu
nedir?’ diye şikâyet ediyordu<‛73
Tanık sıfatıyla dinlenenlerden Pertevniyal mektebi müdürü Aziz Bey de şunları söy72
73
‚İşkence Mahkemesi‛, İleri, 18 Şubat 1921.
‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 25 Şubat 1921.
73
lemiştir:
‚Beni Kuva-yı Milliyeci diye tevkif ettiler, tevkifhaneye geldik. Ben oradayken Tütüncü Süleyman namında birisini getirdiler ki vücudu ser-a-pa [baştan başa+ çürük içerisinde ve aynı zamanda bi mecal [mecalsiz] bir halde
idi. Kendisinden sordum. Sana ne oldu? Dedi ki: ‘Rıfkı ve Adil efendiler
beni ellerinde sopalar neferlerin yardımıyla uzun uzun dövdüler.’ Tevkifhanede on onbeş gün ikametten sonra
Daire Müdürü Yasin Efendi geldi. Süleyman Efendi’den (20000) lira taharri
ediyordu. Dayak sesleri işitmiştim fakat görmedim.‛74
Duruşmada zanlılardan Adil Efendi’nin
avukatının dinlenecek olmasına rağmen, Adil
Efendi’nin avukatının savunmadan vazgeçmesi
üzerine Adil Efendi, savunmasını kendisinin
yapacağını söyleyerek duruşmanın ertelenmesini istemiştir. Davacıların avukatları ise özetle şu
iddia ve açıklamada bulunmuştur:
‚<Rıfkı ve Adil Efendilerin, müvekkillerime karşı bu suretle mütecâvizane ef’al *saldırgan+ ve harekâta mütecasir *cesaretli+ olmalarının sebebi de
güya müvekkillerimin Kuvayı Milliye’ye taraftar olmalarından ileri gelmiştir. Kuvayı Milliye’ye taraftar olmak bir kimse hakkında bu suretle değil edna *en ufak+ bir tecavüz vukuuna
bile istilzam [gerektirme] edemez.
Bu bir mefkûre, bir içtihattır. Fikir ve
içtihat ise bilcümle memalik mütemeddinede *uygar ülkelerde+ olduğu
gibi memleketimizin kanunu esasisi
ahkâmınca da muhterem ve masun anil tecavüzdür *tecavüzden korunmak+.
Fiile iktiran *varma+ ettiği takdirde ise
muhakeme ve adalet vardır. Kanunen
cürüm telakki edilen ef’ale mücâsir
*cesaret eden+ olanlar ancak pençei kanuna teslim edilirler. Sarf-ı mefkûre
halinde bulunan bir fikrin sahibi ise
kanunen bile muâtib *muhatap+ değildir. Darp ve işkence şöyle bir tarafa
dursun!
74
A.g.g.
74
Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN
Beşeriyet-i mütemeddinenin 250 seneden beri döktüğü kanlarla istihsal ettiği hukuk-u hürriyet ve hürriyet-i tefekkür *düşünce özgürlüğü+ her devletin kanun-u esasisinden mütareke kabilinden münderiç *yer almak+ olduğu
gibi memleketimizde de vech-i tefekküründen *düşüncelerinden] dolayı bir
şahsa vaki olacak taarruz bütün cemaate karşı irtikâb *kötülük+ edilmiş azim
bir cinayet telakki edilmek lazımdır<
Bu gün Kuva-yı Milliyecilik de bir
mefkûre, bir içtihattır. Kimisi, memleket bilfiil müdafaa ile kimisi siyasetle
kurtulur diyor. Bunlar fikirdir. Hangisinin doğru olduğunu ise hadisatın cereyanı tayin eder. Alelıtlak *genellikle+
bir fikir, cemiyet için muzır da olsa
ef’âle iktiran *fiile varmadıkça+ etmedikçe kanunen muâtib değildir. Müvekkillerimin ise ne fiile iktiran etmiş
ne de teşebbüs derecesinde kalmış bir
cürümleri olduğu mahkemece tayin
etmediği halde maa-haza Kuva-yı Milliye’ye taraftar oldukları zehabıyla
darp ve işkenceye maruz bırakıldıkları, karakollarda, gümrük odalarında,
merkez kumandanlığında daha bu kadarla iktifa edilmeyerek tevkifhane gibi hürriyet-i şahsiyenin meslûb *alınmış, ortadan kaldırılmış+ bulunduğu
bir mahalde tüyleri ürpertecek işkencelere hedef edildikleri tahakkuk ediyor...‛75
3 Martta yapılan altıncı duruşmada
Adil ve Rıfat Efendilerin avukatları Şevket ve
Sadi Beyler uzun süren bir savunma yapmışlardır. Savunma avukatlarının açıklamaları gerek
savcı ve gerekse davacı avukatları tarafından
verilen cevaplar, duruşmaya bir hukuk tartışması görüntüsü vermiştir. Tartışmaların sonunda
Adil Efendi kendisine yöneltilen suçlamaların
asılsız ve anlaşılmaz olduğunu söylemiştir.76
Duruşma, mahkeme başkanının gelecek celsede
kararın açıklanacağını söylemesiyle son bulmuştur.
Kararın açıklanacağı yedinci ve son
duruşmada mahkeme salonu, alışılageldiği
üzere yine hınca hınç dolmuştur. 77 İleri gazetesi
kararın açıklandığı bu son celseyi şu şekilde
aktarmaktadır:
‚<Heyet-i hakimeden evvel Adil
Efendi önünde Rıfkı Efendi ortada, iki
müttehim *sanık-suçlu+ salona girdiler< Heyet-i hâkime oturur oturmaz
karar okundu. Kararnameye nazaran
müddeilerden *davacı+ Hafız Kaptan,
Tütüncü Süleyman efendilerle Ebe Şahinde Hanıma müttehimlerin müştereken işkence ettikleri sabit olmuş, Sapancalı Rıza Beyle kuleli talebesinden
Mahzar Efendiye ve Kaymakam Ali
Bey’in hemşiresine yalnız Adil Efendinin taaddisini *tecavüz+ sabit bulmuş
ve mülazım Mahzar Efendiyle Koltukçu Fuat Efendi meselelerinde her ikisinin lüzum-u beraatlarına kanaat hasıl
olmuştu.
<Biraz müşavereden *konuşma+ sonra reis müttehimlere, mezkûr-ül esami
müddeilere *adı geçen davacılara+ cürümlerini söyletmek kastıyla işkence
ettiklerinden dolayı hareketlerinin kanun-u cezanın 103. maddesine tevafuk
[uygun+ ettiğini, cürümlerin üçünden
Rıfkı Efendi’nin beri [temiz-ilgisiz] bulunmasına nazaran cezasının daha hafif olacağını, bin-netice [netice olarak]
Adil Efendi’nin dört, Rıfkı Efendi’nin
de üç buçuk sene kala bentliğe
mahkûm edildiklerini ve tabiatıyla
rütbe ve nişanlarının ref’ *kaldırma+
olunduğunu tebliğ etti.‛78
Mahkeme başkanı Örfi Bey, sanıklara
temyiz haklarının saklı olduğunu da hatırlatarak
mahkemenin sona erdiğini açıklamıştır. İstanbul
halkının da ilgi ile izlediği duruşmalar sonrasında mahkemenin aldığı kararla, işkence ve kötü
muamelenin bir suç olduğu ve bu suçu işleyenlerin cezasız kalmayacağı mesajı verilmiştir.
İki İşkencecinin Yurt Dışına Kaçması
İngilizlerin çıkarlarına hizmet ettikleri
iddia edilen79 bu iki işkencecinin maceraları
elbette burada son bulmamıştır.
Mudanya Mütarekesi gereği Trakya’yı
teslim almakla görevlendirilen Refet Paşa komu-
‚Adil ve Rıfkı Beylerin Muhakemesi‛, Pay-ı Taht, 13 Mart
1921.
78 ‚Darp ve İşkence‛, İleri, 13 Mart 1921.
79 Tansu, a.g.e, s.270.
77
75
76
‚İşkence Muhakemesi‛, İleri, 28 Şubat 1921.
‚İşkence Müttehimleri‛, İleri, 4 Mart 1921.
Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası
tasındaki küçük bir askeri birlik 19 Ekim 1922 de
İstanbul’a girdi. Milli kuvvetlerin İstanbul’a
girişinden kısa bir süre sonra da Peyam-ı Sabah
gazetesi başyazarı ve bir dönemin dâhiliye nazırı olan ve Milli Mücadele karşıtlığı ile bilinen Ali
Kemal, 5 Kasım 1922’de milli güçlerce yakalandı. Ali Kemal, Ankara’ya götürülürken İzmit’te,
Sakallı Nurettin Paşa tarafından halka teslim
edilerek linç ettirilirdi. Bu gelişme, zaten endişeli
bir bekleyiş içinde olan İstanbul’daki işbirlikçilerin iyice telaşlanmalarına yol açtı. İşbirlikçiler
için artık İstanbul güvenli değildir. Kendi aralarında üst üste toplantılar yapan işbirlikçiler,
İngiliz büyükelçiliğine sığınmaya karar verdiler.
8 Kasım günü öğlene kadar büyükelçiliğe sığınanların sayısı 140’ı buldu. İngilizler, kendilerine sığınan bu kişileri askeri kamyonlarla Taşkışla’ya naklettiler. Vahdettin’in, İngiltere’ye sığındığı gün olan 17 Kasım günü bir İngiliz subayı, kendilerinden sığınma talebinde bulunan
bu kişilere, gitmek istedikleri yer konusunda
aralarında Malta, Mısır, Yunanistan ve Romanya’nın bulunduğu dört seçenek sundu. İşkenceci
Adil ve Rıfat, Yunanistan’a gitmek istediklerini
belirttiler.80 Yunanistan’a sığınan Adil, yüzbaşı
rütbesi ile Yunan ordusuna katıldı.81 Refik Halit
Karay’ın milli mücadele yıllarında İstanbul’da
yayınladığı Aydede gazetesinde milli mücadele
karşıtı karikatürler de çizen Rıfat82 ise Mısır’a
yerleşti. Rıfat, Kahire’de, birçok gazete çıkaran
‚Darülhilal‛ adındaki bir kurumda, karikatürist
olarak çalıştı.83
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, bu antlaşma gereğince çıkarılacak olan genel af bildirisine eklenen protokol84
gereği Türk hükümeti, isimlerini daha sonra
belirleyeceği 150 kişiyi genel af yasasına dahil
etmeme hakkını elde etmişti. Hükümet tarafından hazırlanan ve daha sonraları150’likler listesi
olarak adlandırılacak olan bu liste TBMM’ye
sunuldu. Liste TBMM Genel Kurulu’nda ilk kez
Vahdetin Nevzat, Vahdettin’in dördüncü Kadın Efendisi
Nevzat Vahdettin’in Hatırları ve 150’liklerin Gurbet
Maceraları, Arma Yayınları, İstanbul 1999, s.73-100.
81 Tarık Mümtaz Göztepe, Osmanoğullarının Son Padişahı
Gurbet Cehenneminde, Sebil Yayınevi, İstanbul 1978, s.46.
82
Kamil Erdaha, Yüzellilikler Yahut Milli Mücadelenin
Muhasebesi, Tekin Yayınevi, İstanbul 1998, s.193-194.
83 Sedat Bingöl, Yüzellilikler Meselesi, (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve
İnkılâp Tarihi Enstitüsü 1994, Ek 20, f.
84 İlhami Soysal, 150’likler, Gür Yayınları, İstanbul 1985, s.35.
80
75
16 Nisan 1924’te yapılan gizli oturumda görüşüldü.85 Daha sonra bakanlar kurulu listeye son
şeklini verdi ve konu 22/23 Nisan 1924’te bir kez
daha meclis gündemine getirildi. TBMM Genel
Kurulu, listeyi ilk görüşmedeki kadar uzun
olmamakla birlikte bir kez daha tartıştı ve listeyi
oy çokluğu ile kabul etti.86 Lozan Barış Antlaşması gereği 26.12.1923 ve 16.04.1924’te çıkarılan
iki genel af yasasından yararlanamayacakları
belirtilen 150 kişilik liste Adalet ve Savunma
bakanlıklarının yardımı ile İçişleri bakanlığı
tarafından 149 kişi olarak hazırlandı. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in başkanlığında 1 Haziran 1924’te toplanan bakanlar kurulu, Mustafa
Kemal’in isteği üzerine listeye 150. kişi olarak
işgal yıllarında İzmir’de çıkan ve Yunan işgalini
destekleyen Köylü gazetesinin sahibi Refet’i de
ekledi. 87 Böylece liste 150 kişiye tamamlanmış
oldu.
TBMM Genel Kurulu’nda konuyla ilgili
olarak yapılan gizli oturumlarda, adları üzerinde hiçbir tartışma yapılmayan üsteğmen Adil ve
Rıfkı’nın, 1 Haziran 1924’te hükümet tarafından
açıklanan listede, 50. ve 51. sıralarda ve isimlerinin karşısında ‚İşkenceci namıyla maruf‛ şeklinde bir açıklama ile yer aldıkları görülmektedir.
Atatürk, ölümünden kısa bir süre önce
150’liklerin affını gündeme getirerek affın çıkmasının yolunu açtı. Affın çıkmasından sonra
Adil, ülkeye dönmeye karar verdi. 19 Eylül
1940’da ise İstanbul’a geldi. Say soyadını aldı.
Üç yıl sonra da İstanbul’da öldü. 88 İşkence suçlamasıyla hüküm giyen ve 150’likler listesine
giren diğer kişi Rıfat’ın ise Mısır’a yerleştikten
sonraki akıbeti bilinmemektedir.
Sonuç
Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılın ortalarından itibaren hukuken yasak ve suç olmasına rağmen, işkencenin, olayın soruşturma aşamasında zanlıları itirafa zorlamak, suçluları
ortaya çıkartmak amacıyla ve sonraki süreçlerde
de bir cezalandırma yöntemi olarak sıklıkla
kullanılan bir araç olduğu görülmektedir. Bu
TBMM Gizli Celse Zabıtları, C. IV, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Ankara 1985, s.434-454.
86 A.g.e., ss.456-462.
87 Zeki Arıkan, ‚İşgal Günlerinde İzmir‛, İşgalden Kurtuluşa
İzmir, İzmir Büyük Şehir Belediyesi ve Cumhuriyet Gazetesi
İmecesi, 9 Eylül 2007, ss.46-48.
88 Bingöl, a.g.t., s.194.
85
76
Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN
suçu işledikleri iddia edilen kişilere karşı ise
nadiren davalar açılmış ve çok az kişi bu suçlamalardan dolayı cezalandırılmıştır. Özellikle I.
Dünya Savaşı ve milli mücadelenin sürdürüldüğü dönemlerde, olağanüstü koşulların da etkisiyle işkence ve kötü muamele yönündeki
şikâyetlerin pek de dikkate alınmadığı ve bu
suçu işlediği iddia edilen zanlıların ceza almadıkları anlaşılmaktadır. Fakat ülkede devlet
otoritesini kurmanın, güvenliği ve adaleti sağlamanın güç olduğu bir dönemde; 1921 yılı
başında, işgal altında bulunan başkent İstanbul’da, hem de Kuva-yı Milliyeci olarak suçlanan bazı kişilere işkence yapıldığı iddialarının
kimi gazeteler tarafından gündeme getirilmesi
ve işkence yapmakla suçlanan iki subayın, mahkemeye çıkarılıp yargı tarafından suçlu bulunması ve cezalandırılması, dönemin özelliği ve
koşulları göz önünde bulundurulduğunda bir
hayli dikkat çekicidir.
Dönemin koşullarına ve yargılama
aşamasında yaşanan gelişmelere bakıldığında
öyle anlaşılıyor ki, milli mücadele karşıtı Damat
Ferit Paşa Hükümeti’nin istifa etmesinden sonra
işbaşına gelen Tevfik Paşa Hükümeti’nin, İstanbul-Ankara ilişkilerini yumuşatma gayretleri,
Anadolu’daki milli mücadele hareketine destek
vermekle suçlanan ve bundan dolayı işkence ve
kötü muameleye uğrayanlara karşı işlenen suçların kovuşturmalara uğramaya başlaması, bu
davanın açılmasında belirleyici olmuştur.
İşkence davasının açılması sürecinde
dikkat çeken konulardan biri de, TBMM yetkilileri ile görüşmelerde bulunmak üzere Bilecik’e
giden İzzet Paşa başkanlığındaki İstanbul Hükümeti Heyeti’nin, rehin alınarak 6 Aralık 1920
de Ankara’ya götürülmesi ve heyetin burada
tutulduğu bir dönemde İstanbul Cinayet Mahkemesi’nde işkence davasına bakılmış olmasıdır.
İkinci dikkat çeken konu da, Ankara’daki İstanbul heyeti 7 Mart 1921’de serbest bırakılırken,
cinayet mahkemesinin de, 12 Mart’ta iki üsteğmen hakkında mahkûmiyet kararını vermiş
olmasıdır. Yargılama sürecinde dikkat çekici bir
başka konu da, daha önceki İstanbul hükümetlerinin Mustafa Kemal’in liderliğinde başlayan
milli mücadeleyi bir isyan hareketi olarak nitelendirmelerine rağmen, duruşmanın son bölümünde savunma avukatlarının mahkemede
Kuva-yı Milliye hareketini bir fikir hareketi
olarak savunabilmeleridir.
Öte yandan her ne kadar bir takım öz-
nel koşullar nedeniyle de olsa, 1921 yılında savaş ortamı içerisinde bile, işkence suçlamasıyla
iki Osmanlı subayının mahkeme tarafından
suçlu görülerek cezalandırılmaları, bu dönem
Türkiye’sinde, temel insan hakları ihlallerine
karşı yaptırım uygulama kararlılığını göstermektedir.
KAYNAKÇA
I- Arşiv Belgeleri (Başbakanlık Osmanlı Arşivi)
BOA, 2666/ 41/ DH.MKT.
BOA, 2895/10/ DH.MKT.
BOA, 210/ 20922/ TFR.I.SL.
BOA, 2639/ 43/ DH.MKT.
BOA, 2702/ 72/ DH.MKT.
BOA, 42/ 4/ DH.MTV.
BOA, 2873/ 45/ DH.MKT.
BOA, 11/ 1/ DH.EUM.6.Şb.
II- Resmi Yayınlar
TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.: IV, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1985.
III- Süreli yayınlar
İleri
Peyam-ı Sabah
Alemdar
Pay-ı Taht
Tarih ve Toplum
IV-Kitap, Makale ve Tezler
Akçam, Taner (1995).
Siyasi Kültürümüzde
Zulüm Ve İşkence, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Arıkan, Zeki Arıkan (2007). ‚İşgal Günlerinde
İzmir‛, İşgalden Kurtuluşa İzmir, İzmir
Büyük Şehir Belediyesi ve Cumhuriyet
Gazetesi İmecesi, 9 Eylül 2007.
Ateşoğulları, Kamil (2000). Ölüm Cezası-Bir İnsanlık Suçu, İstanbul: Belge Yayınları.
Aytepe, Oğuz (2004). ‚Milli Mücadele'de Bilecik
Görüşmesi‛, Ankara Üniversitesi Türk
İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu
Dergisi, Sayı:33-34, 2004, ss. 23-31.
Berkem, Süreyya Sami (1960). Unutulmuş Günler,
İstanbul: Hilmi Kitapevi.
Bingöl, Sedat (1994). Yüzellilikler Meselesi,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri
Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara.
Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası
Bozkurt, Gülnihal (1996). Batı Hukukunun Türkiye’de Resmen Benimsenmesi, Ankara:
Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek
Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Çetin Nurten (2011). Son Sadrazam Ahmet Tevfik
Paşa, (Yayınlanmamış Doktora Tezi)
Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya.
Demirbaş, Timur (1992). Türk ceza Hukukunda
İşkence Suçu, Ankara: Dokuz Eylül
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner
Sermaye İşletmesi Yayınları.
Erdaha, Kamil (1998). Yüzellilikler Yahut Milli
Mücadelenin Muhasebesi, İstanbul: Tekin
Yayınevi.
Esgin, Mehmet (2013). ‚İşkence ve Engizisyon‛,
Journal of Faculty of Theology of Bozok
Universty, 3,3 (2013/3), pp.39-60.
Göztepe, Tarık Mümtaz (1978). Osmanoğullarının
Son Padişahı Gurbet Cehenneminde,
İstanbul: Sebil Yayınevi.
Kaya Gökhan (2011). ‚II. Meşrutiyet Dönemi
Demokratları: Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırka-i İbad)‛, Kebikeç Sayı:31,
ss.97-147.
Ölçen, Ali Nejat (1982). Osmanlı Meclisi
Meb’usanında Kuvvetler Ayırımı ve Siyasal İşkenceler, Ankara: Ayça Yayınları.
77
Scott, George Ryley (2003). İşkencenin Tarihi,
(Çeviri: Hamide Koyukan), Ankara:
Dost Kitapevi Yayınları.
Sertoğlu, Midhat (1958). Resimli Osmanlı Tarihi
Ansiklopedisi, İstanbul: İskit Yayınları.
Soysal, İlhami (1985). 150’likler, İstanbul: Gür
Yayınları.
Tunaya, Tarık Zafer Tunaya (1984). Türkiye’de
Siyasi Partiler, Cilt:1, İstanbul: Hürriyet
Vakfı Yayınları.
Tanör, Bülent (1990). Türkiye’nin İnsan Hakları
Sorunu, İstanbul: BDS Yayınları.
Tansu, Samih Nazif (1964). İki Devrin Perde
Arkası: Hüsameddin Ertürk Anlatıyor,
İstanbul: Pınar Yayınları.
Vahdettin, Nevzat (1999). Vahdettin’in Dördüncü
Kadın Efendisi Nevzat Vahdettin’in
Hatırları ve 150’liklerin Gurbet Maceraları:
Yildiz'dan Sanremo'ya, İstanbul: Arma
Yayınları.
Yaman, Ahmet Emin (1994). ‛İstanbul’un Ankara’ya Yaklaşma Deneyimi: Bilecik Görüşmesi‛, X.Türk Tarih Kongresi. Kongreye Sunulan Bildiriler, C.:VI, 22-26 Eylül
1986,Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Yıldırım, Ali (2008). Osmanlı Engizisyonu - Zulmün
Tarihi, İstanbul: Kalkedon Yayınları.
78
Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN
Download