The Journal of Academic Social Science Studies International Journal of Social Science Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3433 Number: 45 , p. 63-77, Spring III 2016 Yayın Süreci Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date 14.03.2016 15.04.2016 MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ İSTANBUL’UNDA BİR İŞKENCE DAVASI A TORTURE CASE IN ISTANBUL DURING THE NATIONAL STRUGGLE ERA Yrd. Doç. Dr. Hasan TÜRKER Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Anabilim Dalı Yrd. Doç. Dr. Doğan DUMAN Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Anabilim Dalı Öz İnsan hakları ihlallerinin başında gelen işkence, insanlık tarihi kadar eskidir. Osmanlı Devleti döneminde ilk kez, 1858 yılında hukuk sisteminde suç kabul edilmiş ve yasaklanmış olmasına rağmen devletin yıkılışına kadar, siyasal görüş ve amaçları farketmeksizin devlet yönetimini elinde bulunduranlar tarafından muhaliflerine karşı uygulanan bir baskı aracı olarak sık sık kullanılmıştır. I. Dünya Savaşı’nın olağanüstü koşulları içerisinde dile getirilen işkence iddiaları ise önemsenmemiştir. Fakat milli mücadelenin devam ettiği dönemde İstanbul’da Kuva-yı Milliye’ye yardım ve Anadolu’ya silah kaçırmakla suçlanan bazı şahısların gözaltına alınması ve bu şahıslara darp ve işkence uygulanması durumun değişmesine neden olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi ile olumsuz ilişkiler içerisinde olan ve işkence yapanları korumakla suçlanan Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin istifa etmesi; 21 Ekim 1920’de kurulan Tevfik Paşa Hükümeti’nin ise, kişisel özgürlüklerin güvenceye alınacağını, yasaların egemen kılınacağını açıklaması üzerine, darp ve işkenceye uğradıklarını iddia edenler hükümete ve savcılığa başvurmuşlardır. Olayın milli mücadele yanlısı basın tarafından gündeme getirilmesi, ardından da iddiaların ciddiyeti ve şikâyet üzerine iki üsteğmen, Adil ve Rıfkı Beyler tutuklanmışlardır. İki tutuklu yaklaşık dört ay süren yargılama sonucunda suçları sabit görülerek mahkûm olmuşlardır. Bu iki kişi, Mudanya Ateşkes Antlaşması’ndan sonra milli kuvvetlerin İstanbul’a girmeleri ve ardından eski dâhiliye nazırı Ali Kemal’in İzmit’te linç edilmesi üzerine, korku ve endişeye kapılıp, diğer birçok işbirlikçi gibi 17 Kasım 1922 de ülkeyi terk etmişlerdir. İki üsteğmen, Lozan Barış Antlaşması’nın öngördüğü genel af bildirisine eklenen protokol gereğince Türk hükümetinin hazırlayıp TBMM’ye sunduğu ve 1 Haziran 1924’te yayınladığı ‚150’likler Listesi‛nde 50. ve 51. sırada yer almışlardır. Bu çalışmada Milli Mücadele yıllarında, İstanbul’da, Kuva-yı Milliyeci olmakla suçlananlara karşı uygulanan işkenceler ve işkence sanıklarının yargılanma süreci dönemin gazetelerine dayanarak incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Milli Mücadele Dönemi, Kuva-yı Milliye, İstanbul, İşkence İddiaları, Yargılama Abstract Torture, which is as old as human history, is one of the primary human rights violations. 64 Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN Ottoman Empire accepted torture as a crime in the legal system and prohibited it in 1858 for the first time. However, it was used frequently as a pressure tool against the opponents by the power holders, without considering political views or purposes. Torture claims during the extraordinary conditions of the World War I, were not regarded. During the years of national struggle some individuals, who were accused of helping to the Turkish revolutionaries and smuggling weapons to Anatolia, were arrested and beaten and even tortured. These events changed the situation. Ones claiming to be beaten and tortured applied to the government and prosecution after the resignation of Damat Ferit Pasa government, which had negative relations with TBMM and was accused of protecting the torturers and when Tevfik Pasa government, established on October 21, 1920, announced individual freedoms were going to be guaranteed, laws were going to be ruling. Pronational struggle media brought the subject to the front and with the rising complaints, two senior lieutenants, Mr. Adil and Me. Rifki, were arrested. Two arrestees were convicted as they were found guilty, after a trial period of four months. These two left the country in fear and anxiety, just like the other colloborators, on November 17, 1922 when national forces reached Istanbul after Mudanya Ceasefire Agreement and old Minister of Domestic Affairs Ali Kemal was lynched in Izmit. The two senior lieutenants were placed 50th and 51st on the 150s list on June 1, 1924, which was prepared by the Turkish government and presented to TBMM according to the protocol added to the declaration of general pardon, provided by the Lausanne Peace Treatment. In this research, tortures practiced on individuals who were accused of being a national revolutionary during national struggle years in Istanbul and trial process of the torture defendants, were examined relying on the newspapers of the era. Keywords: National struggle era, National Revolutionaries, Istanbul, Torture claims, Trial Giriş İnsanlık tarihi kadar eski olan işkence, insanın fizik ve moral varlığına, onuruna karşı girişilen bir saldırı, bir sorgulama ya da cezalandırma yöntemi olarak nitelendirilmektedir.1 Bu cezalandırmalara ise çeşitli gerekçelerle başvurulduğu bilinen bir gerçektir. Bu gerekçeler, bazen toplumsal, siyasal düzeni korumak, bazen de ilahi kurallara karşı çıkanları cezalandırmak şeklinde olmuştur. Tanrı adına dolayısıyla din adına yapılanan işkencelerin özellikle Ortaçağ Avrupası’nda çok yaygın olduğu bilinmektedir.2 İşkence, 13-18. yüzyıllar arasında Antik Roma hukukunun ilkelerini benimseyen ve İskandinavya dışında kalan Avrupa ülkelerinde ceza sürecinin zorunlu bir parçası olarak görülmüştür.3 Bu uygulamaya Aydınlanma çağında dönemin düşünürleri tarafından şiddetle karşı çıkılmıştır.4 Bu karşı çıkışın sonucu olarak işkence, 18. yüzyıldan itibaren ilk olarak İsveç’te ve daha sonra, Prusya, Fransa, İspanya ve Rusya gibi bazı ülkelerde yasaklanmıştır.5 Bu yasağa uymayanlar hakkında ise ceza davaları açılmış Bülent Tanör, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, BDS Yayınları, İstanbul 1990, s.40. 2 Mehmet Esgin, ‚İşkence ve Engizisyon‛, Journal of Faculty of Theology of Bozok Universty, 3,3 (2013/3), s.39. 3 George Ryley Scott, İşkencenin Tarihi, (Çev.: Hamide Koyukan), Dost Kitapevi Yayınları, Ankara 2003, s.79. 4 Timur Demirbaş, Türk Ceza Hukukunda İşkence Suçu, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Yayınları, Ankara 1992, s.13-14. 5 Scott, a.g.e., s. 147-149. ve yaptırımlar uygulanmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra süreç içerisinde demokrasi ve insan hakları alanında elde edilen kazanımlarla birlikte de işkence, insanlığa karşı işlenen sistemli suçlardan biri olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde de işlenen suçun nitelik ve türüne bağlı olarak işkence, farklı biçim ve derecelerde cezalandırma eyleminin bir parçası olarak uygulanmıştır.6 Fakat Avrupa ülkelerinde işkencenin yasaklanmasından sonra, özellikle Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Batı’nın hukuk sistemi ile yakınlaşmaya paralel olarak Osmanlı Devleti’nde de işkence 1858 yılında yasaklanmıştır. Bu yasağa rağmen devletin yıkılışına kadar farklı zamanlarda, kamu görevlilerinin bir korkutma ve cezalandırma yöntemi olarak işkenceye başvurdukları bilinmektedir.7 İstanbul’daki Harbiye Nezareti'nin kuzeydoğusunda yer alan ve günümüzde İstanbul Üniversitesi merkez binası olarak kullanılan İstanbul Muhafızlığı Dairesi8 1870-1922 arasında, adeta bir işkence merkezi olarak kullanılmıştır. Yalnızca siyasi ve askeri tutuklular için kullanılan Bekirağa Bölüğü, yaklaşık yarım yüzyıl 1 Kamil Ateşoğulları, Ölüm Cezası-Bir İnsanlık Suçu, Belge Yayınları, İstanbul 2000, s.101-103. 7 Osmanlı Devleti’nde uygulanan işkence yöntemleri konusunda bkz. Midhat Sertoğlu, Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İskit Yayınları, İstanbul 1958; Ali Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu- Zulmün Tarihi, Kalkedon Yayınları, İstanbul 2008. 8 Halk arasında ve basında ‚Bekirağa Bölüğü‛ olarak bilinen yer. 6 Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası boyunca muhaliflerin kapatıldığı bir hapishane olmuştur.9 Yasalara göre suç olmakla birlikte bu zaman diliminde işkence ve kötü muamelede bulunanlara karşı ise caydırıcı önlemler alınmamıştır. Bu suçlamalarla hakkında soruşturma emri verilenlerin çok az bir bölümüne ceza verildiği için, sanıklara karşı işlenen suçlarda azalmalar olmamıştır. Fakat bazı işkenceci sanıkların milli mücadelenin sürdürüldüğü, dolayısıyla olağanüstü koşulların yaşandığı bir dönemde bile yargı karşısına çıkarılıp cezalandırılmaları ise, toplumda, işlenen suçun karşılıksız kalmayacağı düşüncesinin güçlenmesinde ve hukuk devleti anlayışının yerleşmesinde umut verici gelişmelerden olmuştur. II. Meşrutiyet Dönemi’nde İşkence İddiaları 19. yüzyıla gelindiğinde hemen tüm Avrupa ülkelerinde işkencenin yasaklanması ile ilgili düzenlemeler yapılmıştı. Bu süreçte Batı hukuk sistemi ile bütünleşme çabası içinde olan Osmanlı İmparatorluğu’nda da işkence, Tanzimat Fermanı ile yasaklanmış, ardından da Fransız Ceza Kanunu’ndan neredeyse aynen tercüme edilen 9 Ağustos 1858 tarihli ceza kanunuyla da resmen suç sayılmıştır.10 Ne var ki Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığının tehlikeye düştüğü bu dönemde işkence uygulamalarının, özellikle siyasi muhaliflere karşı sürdürüldüğü anlaşılmaktadır. II. Abdülhamit döneminde Jön Türklere11, Jön Türklerin iktidar oldukları dönemde de kendi siyasi muhaliflerine karşı işkence uygulamalarının devam ettiği bazı kaynaklarda yer almaktadır.12 II. Meşrutiyet Dönemi’nde İttihat ve Terakki, siyasi muhaliflerine karşı işkenceyi bir gözdağı ve sindirme aracı olarak kullanmıştır. Bu sorun Bu konuda geniş bilgi için bkz. Geniş bilgi için bkz. Hafız Kemal-Süleyman Sırrı, Cemiyet-i Hafiye Yahud Bir Sergüzeşt-i Hunin - Bekir Ağa Bölüğünde Neler Gördüm, (Yayına Hazırlayan: Muhammed Safi), Bedir Yayınları, İstanbul 1993; Taylan Sorgun, Türklerin İşkencede Bir Yılı - Bekirağa Bölüğü, Destek Yayınları, İstanbul 2009; Rıza Nur, Cemiyet-i Hafiye, İşaret Yayınları, Ankara 2005. 10 Gülnihal Bozkurt, Batı Hukukunun Türkiye’de Resmen Benimsenmesi, Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1996, s.10. 11 Taner Akçam, Siyasi Kültürümüzde Zulüm Ve İşkence, İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s.288-289. 12 Süleyman Sırrı, (Çevrim Yazı: Gül Çağalı Güven), ‚Bekir Ağa Bölüğü’nde. Orada Neler Gördüm‛, Tarih ve Toplum, İletişim Yayınları, C. 12, S. 73, İstanbul 1990, s. 58-59. 9 65 dönemin meclisine kadar taşınmış olmasına rağmen, şikâyetlerin üstü örtülmüş ve hiçbir sonuç alınamamıştır.13 Bu dönemde Osmanlı Meclis-i Mebusan’ın gündemine getirilen dikkat çekici iddialarından biri, Osmanlı Demokrat Fırkası14 Genel Sekreteri’ne yönelik işkence iddiasıdır. Söz konusu iddianın mecliste gündeme gelmesi ise İbrahim Hakkı Paşa Hükümeti zamanında olmuştur. Bu hükümetin görev yaptığı dönemde iktidar-muhalefet çekişmesi gözle görülür bir şekilde artmış, çekişme kavgaya dönüşmüş, bu da iktidarı suikast dâhil, elindeki imkânları kullanarak muhalefeti sindirmeye yöneltmiştir. Genel olarak muhalefete, özel olarak da Fırka’ya karşı uygulanan sindirme, yıldırma politikalarının bir sonucu olarak Fırka’nın Fuad Şükrü, Demokrat Mustafa, Manastır’da Mustafa Safvet gibi üyelerinin tutuklanması; özellikle Demokrat Mustafa’nın işkenceden geçirilmesi; gazetelerinin kapatılması ve dağıtımının önlenmesi gibi gelişmeler en fazla tepki çeken konular olmuştur.15 Demokrat Mustafa’ya yapıldığı iddia edilen işkence konusu, Meclis-i Mebusan’ın 15 Kanunu Evvel 1326 (28 Aralık 1910) tarihli 20. oturumunda, Gümülcine Mebusu İsmail Hakkı Bey, Serfice Mebusu Yorgo Boşo Efendi, Dersim Meb’usu Lütfi Fikri Bey gibi bazı mebusların girişimiyle bir ‚Meclis Araştırması‛na dönüştürülmek üzere meclis gündemine getirilmiştir.16 Dersim Meb’usu Lütfi Fikri Bey, 31 Aralık 1910 tarihinde Meclis’te yaptığı uzun konuşmasında, sanıklara uygulanan işkence yöntemleri ve bu sanıklar konusunda şunları belirtmiştir: ‚<Bu işkenceler neden ibaretti? Onu da anlatayım: İşkencenin çeşitli türlerini uygulamışlar. Önce klasik olarak falaka. Bu falaka gayet kalın meşe sopasından üretilmiş< Ve bunlar suda ıslatılarak güya gerçeği söyletmek için Akçam, a.g.e.. s.318-320. Mebusan Meclisi’nde temsil edilemeyen Osmanlı Demokrat Fırkası hakkında geniş bilgi için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, Cilt:1, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul 1984, s.171-181. 15 Gökhan Kaya, ‚II. Meşrutiyet Dönemi Demokratları: Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırka-i İbad)‛, Kebikeç, Sayı:31, 2011, s.115. 16 Ali Nejat Ölçen, Osmanlı Meclisi Meb’usanında Kuvvetler Ayırımı ve Siyasal İşkenceler, Ayça Yayınları, Ankara 1982, s.98-105. 13 14 66 Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN çaresizleri falakaya yatırıp, en az 50 sopa< Garip olarak sanığı, sanığa dövdürdükleri de olurmuş. İşkence edilenler: Doktor Münir gibi, Hafız Sami gibi birçokları da beraat etmişlerdir. Bir kısmının adlarını sayayım. Demokrat Mustafa. Bu kişi en çok serkeşlik etmiş. Ben de elimden gelirse bir gün size böyle yaparım demiş. Kendisine her türlü işkence yapılmış. Sonra efendiler Polis komiserliğinden çıkarılan Hacı İsmail Efendi, onun tanıdığı Davut efendi< Sonra Hafız Kemal Efendi, Laleli hatibi. Bu kişi o denli uysal ve çelebi bir adammış ki insan ona işkence etmek değil hatta dokunmağa bile kıyamazdı diyorlar. Sonra Söke Naibi (Kadı Vekili) Abdulrahim Efendi. Bu kişiye çok kızmışlar. Çünkü bu kişi Süleymaniye İttihat ve Terakki azasındanmış. Bunu birçok işkencelerle birlikte üç ay Bekirağa bölüğünde ayağında elli kiloluk demir olduğu halde yatırmışlar. (Vah, vah sesleri). Sonra Maarif sekreterlerinden Sırrı Efendi. Bu çocuk, artık işkenceden bıkkınlık getirmiş ve bir gün abdesthanede kendini öldürmeye girişmiş, başarılı olamamış< Bu yolda işkence edilenlerden Şile Tahsil Memuru Seyit Bey işkenceden hapishanede cinnet getirmiş, dili tutulmuştur<‛17 II. Abdülhamit’in baskıcı rejimine karşı ‚hürriyet‛ parolası ile harekete geçen İTC’nin temel insan haklarını ihlal etmek konusunda eski dönemden hiç de farklı olmayan uygulamaları olmuştur. Partiye muhalif olanlara karşı baskı ve yıldırma politikası yaygınlaştırılırken, devlet görevlilerinin kötü muamele ve işkence yaptıklarına ilişkin halktan gelen şikâyetler ise ya görmezlikten gelinmiş, ya da basit soruşturma emirleri ile geçiştirilmiştir. Örneğin Kasım 1908’de Köyceğiz, Elmabahçe ve Hasandere karyelerinde eşkıya saklandığı bahanesiyle Hüdavendigar Valisi Tevfik Bey'in emriyle Bilecik Tabur Ağası Abdullah Efendi tarafından halka işkence yapıldığı, bunun sonucunda da on üç kişinin öldüğü yönündeki şikâyet, sadece bir 17 Ölçen, a.g.e., s.106-107. tahkikatla geçiştirilmiştir.18 Yine Ağustos 1909’da Kozan sancağı jandarma kumandanının usulsüz olarak beş kişiyi hapsettiği ve bazı tutukluların da darp ve işkenceye maruz kaldığı yönündeki şikâyetler de19 sadece tahkikatlarla geçiştirilmiştir. Bu dönemle ilgili Osmanlı Başbakanlık Arşivi belgelerine bakıldığında, bu yöndeki şikâyetlerin hemen tamamının soruşturma boyutunda kaldığı ve cezalandırmaların çok nadir olduğu görülmektedir.20 Özellikle I. Dünya Savaşı’nın devam ettiği dönemde ve sonrasında işgallere karşı başlayan milli mücadele yıllarında da, Osmanlı Devleti’ni yönetenlerin ve kamu görevlilerin işkenceyi, zanlılarla ilgili soruşturmanın ve sonraki süreçlerde de onları cezalandırmanın doğal bir aracı olarak gördükleri anlaşılmaktadır. Milli mücadele karşıtı Damat Ferit Paşa hükümetleri zamanında ise özellikle Kuva-yı Milliyecilere karşı işkence uygulamalarının devam ettiği görülmektedir.21 İşkence ve kötü muamelede bulunanların cezalandırılmamaları ve tam aksine cesaretlendirilmeleri ise, işkencenin yaygınlaşıp sistematik haline getirmiştir. Milli Mücadele Döneminde İstanbul’da İşkence İddiaları Anadolu’da başlayan milli mücadeleye karşı düşmanca bir tutum benimseyen, fakat bu hareketin güçlenmesini de engelleyemeyen Damat Ferit Paşa Hükümeti 17 Ekim 1920’de istifa etti. Birkaç gün sonra ise yerine Tevfik Paşa Hükümeti kuruldu. Ahmet Emin Yaman’a göre, ‚ılımlı, Kemalist sempatizanı olarak tanınan, Tevfik Paşa hükümetinin kuruluşu, Ankara ile İstanbul’u birbirine yaklaştırmak için atılan önemli bir adımdı. 22 Hüseyin Kâzım Kadri de anılarında, Tevfik Paşa kabinesinin kuruluş nedeninin Anadolu ile anlaşmak olduğunu ve bunun kabine beyannamesinde de açıkça yazıl- Başbakanlık Osmanlı Arşivi, 2666/ 41/ DH.MKT. BOA, 2895/10/ DH.MKT. 20 Soruşturmalarla geçiştirilen ve kimi zaman ölümle de sonuçlanan darp ve işkence iddiaları konusundaki bazı şikayetler için bkz. BOA, 210/ 20922/ TFR.I.SL.; BOA, 2639/ 43/ DH.MKT. BOA, 2702/ 72/ DH.MKT.; BOA, 42/ 4/ DH.MTV. Soruşturması sonlandırılan ve zanlıların cezalandırıldığı iki olay için bkz. BOA, 2873/ 45/ DH.MKT.; BOA, 11/ 1/ DH.EUM.6.Şb. 21 Samih Nazif Tansu, İki Devrin Perde Arkası Hüsameddin Ertürk Anlatıyor, Pınar Yayınları, İstanbul 1964, s.271. 22 Ahmet Emin Yaman,‛İstanbul’un Ankara’ya Yaklaşma Deneyimi: Bilecik Görüşmesi‛, X.Türk Tarih Kongresi. Kongreye Sunulan Bildiriler, C.:VI, 22-26 Eylül 1986, s.2760. 18 19 Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası dığını belirtmektedir.23 Tevfik Paşa Hükümeti iyi niyet göstergesi olarak, Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında daha önce verilmiş olan gıyabi idam kararlarını kaldırdı ve milliyetçiler için kullanılması yasak olan, ‚bey‛ ve ‚paşa‛ gibi unvanların kullanılmasını serbest bıraktı. Hükümet, Kuva-yı Milliyeciler aleyhine daha önce askeri mahkemelerde açılmış olan davaları da ele aldı ve 30 Nisan 1921'de ‚Vatan müdafaası uğrunda teşekkül etmiş ve bu kuvvet ile alâkadar olan kişiler hakkında takibat icrasının adalete uygun olmayacağı, bu gibi davaların düşürülmesi‛ kararını verdi.24 Ayrıca Anadolu hareketi ile görüşmeler yapmak amacıyla da Dâhiliye Nazırı İzzet Paşa’nın başkanlığında bir heyet oluşturuldu. Yeni kurulan Tevfik Paşa Hükümeti’nin programında,25 Anadolu ile iyi ilişkiler kurarak İstanbul-Anadolu ikiliğini ortadan kaldırmayı hedeflemesinin yanı sıra,26 kişisel özgürlüklerin güvenceye alınacağı ve yasaların egemen kılınacağını açıklaması da27 Damat Ferit Paşa Hükümeti döneminde işkenceye uğrayan ve kanunsuz olarak hapishanede tutulduklarını iddia edenlerin cesaretlenmesine ve harekete geçmelerine neden olmuştur.28 Suikast hazırlamak ve Kuva-yı Milliyeci olmakla suçlanan ve sayıları 200 kadar olduğu ileri sürülen tutuklulardan bazıları hükümete ve savcılığa başvurarak haksız yere suçlandıklarını belirtmişlerdir. Çünkü bu suçlamaların failleri olduklarına iliş- Oğuz Aytepe, ‚Milli Mücadele'de Bilecik Görüşmesi‛, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı:33-34, 2004, s.26. 24 Aktaran Aytepe, a.g.m., s.26. 25 ‚Tevfik Paşa Kabinesinin Beyannamesi‛, İleri, 26 Teşrin-i Evvel 1920. Ayrıca Tevfik Paşa hakkında yapılan ayrıntılı bir çalışma için bkz. Nurten Çetin, Son Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2011. 26 Tevfik Paşa Hükümeti’nin bu düşüncesi doğrultusunda İzzet Paşa başkanlığındaki bir heyet Anadolu’ya gitmek üzere 3 Aralık 1920 tarihinde İstanbul’dan yola çıkmıştır. ‚Dahiliye Nazırı İzzet Paşa’nın Riyaseti Altındaki Heyet Dün Haydarpaşa’dan Anadolu’ya Gitti.‛ İleri, 4 Kanun-ı Evvel 1920. Bu heyetin faaliyetlerine ilişkin yapılan bir çalışma için bkz. Aytepe, a.g.m., ss.23-31. 27 ‚Tevfik Paşa Hükümeti’nin Beyannamesi‛, İleri, 26 Teşrin-i Evvel 1920. 28 ‚Suikast ve sur-u saireden dolayı tevkif edilmiş olan mahbusin, dün sebeb-i tevkiflerinin gayr-ı kanuni olduğundan bahisle dahiliye nezaretine müracaat etmişlerdir.‛‚Mevkufların Müracaatı‛, Dersaadet, 25 Teşrin-i Evvel 1920. 23 67 kin hiçbir kanıt bulunmadığını, bazı kişilerin iftiraları üzerine tutuklandıklarını, bu nedenle tekrar yargılanarak haklılıklarının ortaya çıkarılmasını talep ettiler.29 Bu süreçte, Anadolu’da başlayan bağımsızlık hareketini destekleyen İleri gazetesi, özellikle Kuva-yı Milliyeci oldukları gerekçesiyle tutuklanıp hapsedilen ve işkenceye maruz kaldıklarını iddia edenlerin şikâyetlerini dile getiren yayınlar yapmaya başladı. ‚Darp ve İşkence –Yeni Bir Dava Daha‛30; ‚Memlekette kanunu hâkim kılmak ve evvelce yapılan kanunsuz harekete mani olmak için yolsuzlukları efkar-ı umumiyeye arz etmek bir vazifedir.‛31; ‚Duçar-ı gadr *haksızlığa uğrama+ olan efrad-ı milletin hukukunun muhafazasını talep ve vuku bulan siyaseti tenkit etmek ve bu gibi halatın [haller] adem-i tekrarını*tekrarlanmamasını+ temin ettirmektir vazifemiz<‛32 dir diyen gazete, ‚işkence ve kötü muamele‛ sorununu gündemde tutmaya özen göstermiştir. Nitekim söz konusu gazete bir muhabirini, Damat Ferit Paşa Hükümeti döneminde ‚suikastçı ve Kuva-yı Milliyeci‛ oldukları iddiası ile tutuklananların bulunduğu askeri hapishaneye göndermiş ve muhabirin tutuklularla yaptığı görüşmeyi yayınlayarak kamuoyunda bu konuda bir duyarlılık oluşturmaya çaba göstermiştir. Gazetede yer alan habere göre; tutuklulardan bazıları işkenceye uğradıklarını, bazıları da parasal güçleri olmadığından iyi beslenemediklerini ve bu yüzden hastalandıklarını; defalarca kez tedavi için hastaneye götürülmelerini talep etmelerine rağmen bu isteklerinin kabul görmediğini söylemişlerdir.33 Muhabir, zulüm ve işkence gördüğünü iddia eden tutuklulara 34 bu iddialarını nasıl ‚Zulüm ve İşkencelere Ait Canlı Vesikalar.‛, İleri, 30 Teşrin-i Evvel 1920. 30 İleri, 24 Teşrin-i Evvel 1920. 31 ‚Evvelce Nasıl İşkence Yapıyorlardı?‛, İleri, 4 Teşrin-i Sani 1920. 32 ‚Zulüm ve işkencelere Ait Canlı Vesikalar‛, İleri, 30 Teşrin-i Evvel 1920. 33 A.g.g. 34 Gazetenin yayınladığı tutukluların isimleri şunlardı: Büyükdere’de Tütüncü Süleyman Efendi, Makri Köy’ünde (Bakırköy) tevkif edilen Sapancalı Rıza Bey, Kuleli İdadisi talebesinden Mazhar Efendi (Fatih parkında dolaşırken tevkif edilmiştir),Yeni Cami’de berberlik eden İsmail Efendi, Topkapı civarında tevkif edilen tüccardan Fuat Bey, Beykoz’da tevkif 29 68 Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN kanıtlayacaklarını sorduğunda aldığı yanıtı da şu şekilde aktarmaktadır: ‚Bize hepsi dayak yedikleri esnada orada bulunan birçok zabit ve efrad ve efrad-ı şühûd *şahitler+isimleri zikrettikleri gibi, bazıları da mezalimden sonra vücutlarında hasıl olan bere ve yaralarının doktor tarafından müşahede edildiği ve haklarında rapor verildiğini ve bir takımı da hapishanede darp olunurken, seslerinin diğer mevkuflarca*tutuklu+ işitildiğini ve gardiyanların gördüğünü söylemektedirler. Bunlardan Süleyman Efendinin belinden aşağısı tutmayacak bir haldedir. Bu biçarenin defalarla işkenceye duçar*uğrama+ olduğu doktor raporuyla tahakkuk etmiştir. Kuleli İdadisi’nden Mahzar Efendi, bayılıncaya kadar ve iki defa darp edildiğini. Berber İsmail Efendi sopa ve kırbaç ile tutularak dövüldüğünü. Tüccardan Fuat Efendi, evinin, esnay-ı tevkifinde yağma edildiğini, hapishanede Yasin Efendi tarafından merkez kumandanlığı emriyle ayaklarına vurulmak suretiyle dövüldüğünü ve bazı kimselerin kendinden rüşvet olarak (400) lira aldıklarını. Rizeli Salih Oğlu Ali ise, hiçbir şeyden haberi olmadan tevkif edilip Beykoz inzibat karakolunda falaka ile bayılıncaya kadar dövüldüğünü ve el-yevm *hala+ pek ağır hasta ve boynu şişmiş olduğu halde tedavi edildiğini muhabir bu adamın fi-lhakika*gerçekten+ hasta ve boynu şiş olduğunu görmüştür- söylemektedirler. Diğer mevkuflar da hiçbir kabahatleri olmadıklarını ve muhakeme edilerek tahliye edilmelerini talep etmektedirler.‛ 35 Peki, bütün bunları yapanlar kim ya da kimlerdi? Bu sorunun yanıtını da ilk kez yine İleri gazetesi veriyor ve 4 Kasım’da işkencecilerin isimlerini yayınlıyordu. Söz konusu gazetenin verdiği haberde sadece iki kişinin adı geçiedilen ve herkesin önünde darp edildiğini ve boynunda açıkça şiş olduğunu söyleyen Rizeli Salih oğlu Ali, Karamürselli Mehmet oğlu Hasan, Rizeli Kadir ve Eyüp. İleri, 30 Teşrin-i Evvel 1920. 35 ‚Zulüm ve işkencelere Ait Canlı Vesikalar‛, İleri, 30 Teşrin-i Evvel 1920. yordu. Birinci kişi, Harbiye Nezareti yaveri iken merkez kumandanlığı emrinde görev yapan Mülazım-ı Evvel Rıfkı. İkinci kişi de merkez kumandanlığı kadrosunda olmadığı halde, ‚refakat zabiti‛ unvanı altında görev yapan Mülazim-i Evvel Adil Efendi idi.36 Gazeteye göre, bu iki kişinin merkez kumandanlığında zulüm ve işkence yaptıkları yönündeki iddialar, tanıkların ifadeleri ve doktor raporları ile sabitti. Bunların birçok kişiyi açıkça dövdükleri ve işkence yaptıkları merkez kumandanlığı muavinleri tarafından görülmüş ve işitilmişti.37 İleri gazetesi, adı geçen subayların işkence yaptıkları kişileri, nasıl seçtiklerini ve yakaladıklarını da şu şekilde anlatıyordu: ‚Bir zamanlar gelmişti ki, hafi içtimalar*gizli toplantılar+ ve suikast teşebbüsleri(ni) yakalamak için müsabakalar oluyordu. Bu gibi mevhum-u vaki*kurgulanmış olay+ uydurmakta iki mühim netice hâsıl oluyordu. Birincisi vakıaların faillerini derdest etmiş olmakla bazı zevat memnun ediliyor ve birçok teveccühler ve itimat kazanıyor ve bu suretle mevkiler kuvvetleşiyordu. İkinci maksatta, bazı kimseler tevkif yüzünden korkuyorlar ve mezalimin vasıta-i icraiyelerine *uygulayıcılarına+ masarif namı altında paralar veriyorlardı. Tüccardan Fuat Efendiden, birçok kimselerin huzurunda masarif namı altında 450 lira alınmıştı. Bunların mahilelerinde *hayallerinde] uydurulmuş bir kaç mevhum-u vaki [kurgulanmış olay+ yüzünden birçok canlar yanmıştı. Böyle bir vakıa icat etmek istediler mi? Evvela sivil kıyafetine giriyorlar ve şuraya buraya sokularak kendilerine tüccar, komisyoncu tüccar süsü vererek silah ticareti için şerik*arkadaş-ortak] peyda ediyorlar38. ‚Evvelce Nasıl İşkence Yapıyorlardı?‛ İleri, 4 Teşrin-i Sani 1920. 37 A.g.g. 38 İşkence mağdurlarından koltukçu Fuat Efendi’nin bir gün evine gelen birisi, kendisini Anadolu’dan gelen bir Kuvay-ı Milliyeci olarak tanıtır ve silah temin etmek için Fuat Efendi’den yardım ister. Fuat Efendi bir miktar silah bulur ve alıcı kılığındaki kişiye teslim eder. Alıcı rolündeki kişi Fuat Efendi’ye bir miktar avans verir. Aynı kişi bir başka gün Fuat Efendi’nin evine tekrar gelerek İstanbul hükümetinin büsbütün sarsılması için Ferit Paşa’ya suikast düzenlemekten söz eder ve Fuat Efendi’den yardım ister. Aynı kişinin yine Fuat Efendi’nin evinde bulunduğu bir sırada ev kuşatılır ve 36 Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası Bazen biçarelerde bilmeyerek bu zabitlerle teşrik-i mesai ediyorlar. Ağzından laf kaçırıyorlar. Bir gün bu zavallıları tevkif ediyor ve Kuva-yı Milliyeci ve suikastçı ithamıyla darp ve işkenceye başlıyorlar. Bunların kurban-ı zalimi olanlardan birçoğu niçin tevkif edildiklerini hala bilmemekte ve tevkifhanede yatmaktadırlar. Tevkifhanede bulunan mevkufların birçoğunun halada tevkif müzekkireleri *yazıları-belgeleri] yoktur.‛39 Yeni hükümet zulüm ve işkenceye uğradıklarını ve haksız yere hapishanede bulunduklarını iddia eden tutukluların hükümete ve savcılığa yaptığı başvuruları dinledikten sonra, hiçbir haksızlığa meydan verilmeyip, tutuklulara zulüm uygulayanların cezalandırılacağını açıklamıştır.40 Bu gelişme üzerine işkence iddialarını incelemeye alan savcılık makamı, bu konuda bazı zanlı ve tutuklularla görüştükten sonra, bazı şahıslara sorguları sırasında işkence yapıldığına ilişkin birçok kanıta ulaşmıştır.41 İddiaları ciddi bulan savcılık tarafından, merkez kumandanlığında görevli mülazım-ı evvel Rıfkı ve Adil Efendiler için yakalama emri çıkartılmıştır. Adil Efendi hemen yakalanırken, firar eden Rıfkı Efendi ise birkaç gün sonra teslim olmuştur. Divan-ı Harp kararıyla mahkûm olan siyasi tutuklularla aynı odaya konulan Adil Efendi’ye, siyasi tutukluların tacizde bulunması üzerine iki işkence zanlısı ayrı ayrı odalara konulmuştur.42 Hazırlıkların tamamlanmasından kısa bir süre sonra ise davanın görülmesine başlanmıştır. İşkence Davasının Görülmesi ve Alınan Karar Toplamda yedi duruşmadan oluşan ve sabık merkez kumandanlığı emir zabitleri Adil ve Rıfkı Efendiler aleyhine çeşitli kişilerce ortaya Fuat Efendi tutuklanır. Bütün bunları planlayan kişi Mülazımı Evvel Adil’den başkası değildir. Bkz. Süreyya Sami Berkem, Unutulmuş Günler. Hilmi Kitapevi, İstanbul 1960, ss.17-20. Ayrıca bkz.‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 2 Kanun-ı Sani 1921. 39 ‚Evvelce Nasıl İşkence Yapıyorlardı?‛, İleri, 4 Teşrin-i Sani 1920. 40 ‚Zulüm ve işkencelere Ait Canlı Vesikalar‛, İleri, 30 Teşrini Evvel 1920. 41 ‚Evvelce Nasıl İşkence Yapıyorlardı?‛, İleri, 4 Teşrin-i Sani 1920. 42 ‚İki İşkence Aleti‛, İleri, 6 Teşrin-i Sani 1920. 69 atılan ‚katl ve işkence davası‛ İstanbul Cinayet Mahkemesi’nde 23 Aralık 1920 de başlamıştır.43 İlk duruşmadan itibaren İstanbul halkı yargılamaya yoğun ilgi gösterdi. Çünkü halk, uzun senelerden beri cezasız kalarak ardı arkası kesilmeyen cinayetlerin, işkencelerin bu kez adalet tarafından cezalandırıldığını görmek istiyordu.44 Bu nedenle de duruşma salonu, saatler öncesinde kadın ve erkek izleyiciler tarafından hınca hınç doldurulmuştu.45 Örfi Bey’in başkanlığındaki mahkeme heyetinin yerini almasından sonra ilk duruşma başladı. Sanıklar Adil Efendi ile Rıfkı Efendi mahkeme salonuna alındılar. Sanıkların avukatlığını üstlenen Divan-ı Harp eski savcısı Feridun Bey’in, gereken resmi işlemleri tamamlayamamasından dolayı duruşmadaki yerini alamadığı açıklandıktan sonra iddianame okundu. İddianamede, Adil ve Rıfkı Efendiler; Koltukçu Fuat, Sapancalı Rıza, Hafız Kaptan, Berber İsmail, Mülazım Mazhar, Kuleli İdadisi talebesinden Mazhar Efendileri tevkif ettikleri zaman darp ve işkence; ebe Şahinde Hanım’ı rovelverle46 tehdit ve darp; Sarıyer’de, Tütüncü Süleyman’ı Büyükdere merkezinde bayılıncaya kadar darp; Kaymakam Arif Beyin kız kardeşine kötü muamele ve koltukçu Fuat Efendi’nin yakalanması sırasında inzibat memuru Kamil Efendi’nin ölümüne sebep olmakla suçlanmışlardır.47 Adil ve Rıfkı Efendiler, bütün suçlamaların siyasi amaçlı ve gerçek dışı olduğunu belirterek iddiaları reddettiler. Daha sonra mahkeme başkanı Örfi Bey, sözü şikâyetçilerden tütüncü Süleyman Efendiye verir. Süleyman Efendi yaşadıklarını şöyle anlatır: ‚Beni polis merkezine götürdüler. Yatırıp dövdüler sonra bir dakika mühlet verdiler. Silah kaçakçılığı yaptın mı? İtiraf et dediler. Ben yalvarıyordum. Kabahatim olmadığını söylüyordum. Beni tekrar yatırdılar. Ayağımı tüfek kayışı içine soktular, tekrar dövmeye ‚İşkence Maznunları Huzur-u Hâkimde‛, İleri, 24 Kanun-ı Evvel 1920. 44 ‚İşkence Muhakemesi‛, İleri, 28 Şubat 1921. 45 ‚İşkence Maznunları Huzur-u Hâkimde‛, İleri, 24 Kanun-ı Evvel 1920 46 Toplu tabanca. Altı patlar da denilen, altı mermi alan tabanca. 47 ‚Rıfkı ve Adil Beyler Cinayet Mahkemesinde‛, Alemdar, 24 Kanun-ı Evvel 1920. 43 70 Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN başladılar. Nihayet ben bayılmışım. On beş gün sonra kendime geldiğim zaman, tevkifhanede bulunduğumu anlayabildim. Ellerim simsiyah olmuştu bir ölü gibi idim. Cüzdanımı da Rıfkı Efendi bayılmadan evvel almıştı. Sonra ne yaptı bilmem.‛48 Sanık Adil Efendi ise, Tütüncü Süleyman Efendi’nin kendisi tarafından değil inzibat memuru Reşat Efendi ve başkaları tarafından dövüldüğünü iddia etmiştir.49 Süleyman Efendi’den sonra davacı kaymakam Arif Bey’in ifadesi dinlenir. Arif Bey, evine girildiğini ve kendisine kötü davranıldığını söylemiştir. Rıfkı Efendi olanlardan bilgisi olmadığını söylerken, Adil Efendi, olayı bildiğini söyleyerek ve şu açıklamayı yapmıştır: ‚Evrak-ı muzmere *gizli belgeler+ dağıtmak ve sair harekatta bulunduklarından dolayı, Ali Rıza Bey jandarmaya mensup Tevfik Efendi..ilahdan [diğerlerinden+ mürekkep bir komitenin derdesti için emir aldım. Rıza Bey, kaymakam Arif Beyin hanesinde gizlidir diye haber aldık. Fakat teessüf olunur ki Arif Bey mukaddesatı üzerine yemin ederek hanesinde Rıza Beyin bulunmadığını söyledi. ‘Bende yoktur’ dedi. Hemşireleri asabi idi, onu taharri[arama] ettirmemek istiyordu, hâlbuki nihayet taharrimizde Rıza Beyi yatak odasının tavanının köşesinden indirdik.‛50 Bunun üzerine mahkeme başkanı sözü, Sapancalı Ali Rıza Bey’e verir. Ali Rıza Bey de sanıkları suçlayan ifadesinde şunları belirtir: ‚Efendim, kanunu esasimiz mucibince mesken taarruzdan masundur. Hâlbuki Temmuzun yirminci günü kapımı zorladılar< Ben de tabii gelenlerin eşkıya olduğuna ihtimal vererek kaçtım, Arif Beyin hanesine gizlendim< Velhasıl beni karakola götürdüler askerlerin silahıyla tehdit ettiler ‘Adil Beyi göstererek’ bu kalktı iki tokat vurdu. ‘evladım, üniformalarınıza güvenerek böyle hareket etmeniz münasip mi?’ dedim. ‘Senin gibi alçak heriften korkmam’ dedi. Merkez kumandanlığına gidince gördüm ki ‘Adil Efendiyi göstererek’ Bu zat oturuyor ‘Rıfkı Efendiyi göstererek’ bu zatta yatıyordu. Adil Efendi beni dövdü. Sonra ben vuramıyorum diye asker çağırdı dövdürdü.‛ Reis: Ne için dövdülerdi? Rıza Bey: ‚İfademi almak için ‘söyle kiminle konuştun, nasıl yaptın’ diye. En sonra ifademi aldılar. Rıfkı Efendinin de iştahı gelmiş olacak ki iki tokatta o vurdu.‛51 Ali Rıza Bey’in ifadesinden sonra Adil Efendi, avukatı Feridun Bey’in duruşmalara katılabilmesi ve kendilerinin de biraz daha düşünebilmeleri için mahkemenin ertelenmesini talep etti. Rıfat Efendi ise, ‚Bizim mahkememiz memuriyetimizi su-i-istimal davası olduğundan divan-ı harpte icra edilmeli‛52 diyerek itirazda bulundu. Sanıkların bu taleplerinden sonra dava, 1 Ocak 1921 tarihine ertelendi. 1 Ocak 1921’taki ikinci duruşmada da halkın mahkemeye ilgisinin aynen devam ettiği görülmüştür. Mahkeme başkanı Örfi Bey, önceki duruşmada Divan-ı Harp’te yargılanmaları gerektiğini ileri süren Rıfat Efendi’nin bu isteğinin, suçun şahıslara ait olması gerekçesiyle kabul edilmediğini açıklamasından sonra davacılardan Hafız Kaptan’ın ifadesi alınmıştır. Hafız Kaptan; Hıfzı Bey yalısı soygunu meselesinden dolayı tutuklandığını, merkez kumandanlığında sopa ile değişik kereler dövüldüğünü, hapishanede de dayak yediğini, seksen gün ‚eza ve cefa‛ ile hapsedildiğini ve birçok kimselerin bu darp keyfiyetine tanık olduğunu iddia etmiştir.53 Bu iddia üzerine söz alan Adil Efendi, Hafız Kaptan’ın kumandanın emri üzerine dövüldüğünü ve kendisinin de orada hazır bulunduğunu, fakat emir vermediğini söylemiştir.54 Hafız Kaptan’ın ardından ifade veren Tütüncü Süleyman Efendi ifadesinde; ‚beni o derecede dövdüler ki adeta mefluç*felç+ oldum. Bu da doktor raporu ile sabittir. Bu gün muayene edilsem dayağın eserleri vücudumda mevcutA.g.g. ‚İşkence Maznunları Huzur-u hakimde‛, İleri, 24 Kanun-ı Evvel 1920. 53 ‚Cinayet Mahkemesinde İşkence Davası‛, İleri, 2 Kanun-ı Sani 1921. 54 A.g.g. 51 ‚İşkence Maznunları Huzur-u Hâkimde‛, İleri, 24 Kanun-ı Evvel 1920. 49 A.g.g. 50 ‚Rıfkı ve Adil Beyler Cinayet Mahkemesinde‛, Alemdar, 24 Kanun-ı Evvel 1920. 48 52 Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası tur. ‘Sen silah saklıyorsun, Kuva-yı Milliye’ye sevk ediyorsun.’ diye hep kırbaçlarla dövdüler.‛55 şeklinde savunmada bulunmuştur. Daha sonra sırasıyla davacılardan İsmail Efendi, Muzaffer Efendi ve Ebe Şahinde Hanım da dinlenmiştir. İsmail Efendi ifadesinde; merkez kumandanlığında bodruma tıkıldığını, Adil Efendi tarafından ellerine, ayaklarına vurularak dövüldüğünü, kendisine yapılan darbın doktor raporuyla sabit olduğunu ve dayaktan sonra da iki koltuğunda iki askerle, hapishaneye götürüldüğünü söyler. Merkez kumandanlığında Rıfkı Efendi’nin de kulaklarına vurduğunu ve kulaklarından kan fışkırdığını da sözlerine eklemiştir.56 Ardından kendisine söz verilen Muzaffer Efendi, ifadesinde hanesinden çıplak bir halde merkez kumandanlığına getirildiğini, Emin Paşa’nın emri üzerine yaverler ve erler tarafından dövüldüğünü ve kendisine merkez kumandanı tarafından Gümülcine’li İsmail Beyin bir gizli cemiyet kurduğu ve bu cemiyet hakkında ne bildiğinin sorulduğunu ve kendisinin de bir şey bilmediğini söylemesi üzerine hapsedildiğini söylemiştir.57 Eczacı olan oğlu Bursa’dan Ankara’ya geçen Ebe Şahinde Hanım ise, ifadesinde Merkez kumandanlığında Adil ve Rıfkı Efendiler tarafından kendisine bıçak ve tabanca gösterilerek tehdit edildiğini, sopayla dövüldüğünü, bilmediği silah kaçakçılığı hakkında açıklama yapmasının istendiğini anlatmıştır. 58 Tanık sıfatıyla ifade veren merkez kumandanı yaverlerinden Ekrem Efendi; gerek Hafız Kaptan’a ve gerekse Şahinde Hanım’a dayak atıldığını ve kadının feryat ettiğini gördüğünü ve işittiğini söylemiştir. Daha sonra Sarıyer’de Tütüncü Süleyman Efendi’ye yapılan işkence hakkında tanıklar dinlenmiştir. İnzibat memurlarından Reşat Efendi, Adil ve Rıfkı Efendilerin emirleri üzerine Süleyman Efendi’yi kalın değneklerle dövdüklerini ve Süleyman Efendi bayıldıktan sonra eczaneden amonyak aldığını ve döverlerken Süley- 71 man Efendi’nin ağlayıp yalvardığını söylemiştir. Bu ifadeleri inzibat memuru Refik Efendi de doğrulamıştır. Ardından Süleyman Efendi’nin darp esnasında ayaklarını tutan itfaiye erlerinden Nuri ve Emin dinlenmiştir. Onlar da aynı yönde ifade vermişler ve Adil’in emriyle hareket ettiklerini söylemişlerdir.59 Mahkeme başkanı Örfi Bey, Süleyman Efendi’ye rapor veren Doktor Kazım ve Mustafa Necip Beylerin tanık olarak dinlenmelerine karar vererek mahkemeyi ertelediğini açıklamıştır.60 2 Şubat’taki üçüncü duruşmaya da halkın ilgisinin azalmadan devam ettiği görülmektedir. Saat on iki de salon ağzına kadar dolar. Duruşma öncesinde, mahkemenin huzuru için izleyiciler arasına polis memurları yerleştirilmiştir. Mahkeme heyetinin saat 13.15’te yerini almasıyla duruşma başlamıştır.61 İlk olarak, tanık sıfatıyla Doktor Mustafa Necip Bey ifadeye vermeye davet edilirse de, kendisi Anadolu’ya geçtiğinden tanıklığından vazgeçilmiştir.62 Daha sonra Galata İnzibat Yüzbaşısı Fethi Bey dinlenmiştir. Fethi Bey, ifadesinde Tütüncü Süleyman Efendi’nin darp edildiğini kendi gözüyle görmediğini söylemiştir. Adil Efendi araya girerek, Süleyman Efendi’nin Reşat ve İbrahim adındaki iki inzibat askeri tarafından dövüldüğünü söylemiş ve ‚Fethi Beyin haberi yok mu?‛ 63 diye sormuştur. Fethi Bey darp ve işkenceden kesinlikle bilgisinin olmadığını ve kendisine de bu konuda bir rapor verilmediğini söylemiştir.64 Fethi Bey’den sonra şoför Hasan Tahsin Efendi dinlenmiştir: Hasan Tahsin Efendi ifadesinde şunları belirtmiştir: ‚Rıfkı ve Adil Efendiler bir gün odalarında Lütfü Efendiyi isticvap*sorgulama+ ediyorlardı. İçeriden sopa seslerini işittim. ‘Bir şey bilmiyorum’ diye birisinin bağırdığını da duydum.‛65 Daha sonra savunma tanıklarının dinlenmesine geçilmiştir. Zanlılar adına tanık olarak dinlenmesine daha önce karar verilen eski A.g.g. A.g.g. 61 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 3 Şubat 1921. 62 A.g.g. 63 ‚İşkence Maznuniyeti‛, Pay-ı Taht, 3 Şubat 1921. 64 A.g.g. 65 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 3 Şubat 1921. 59 60 ‚İşkence davası‛, Peyam-ı Sabah, 2 Kanun-ı Sani 1921. ‚Cinayet Mahkemesinde İşkence Davası‛, İleri, 2 Kanun-ı Sani 1921. 57 A.g.g. 58 A.g.g. 55 56 72 Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN merkez kumandanı Emin Paşa’nın66 duruşmaya gelmediği anlaşılınca savcı, kendisine para cezasının verilmesini istemiştir. Savcının bu isteği mahkeme heyeti tarafından kabul edilmiştir.67 Savunma tanıklarından eski Harbiye Müsteşarı Behzat Bey şu ifadeyi vermiştir: ‚Bir gece vazife icabı merkez kumandanlığını teftiş ettim. Kumandan yoktu. Muavini Mustafa Bey’in tevkifhanede olduğunu söylediler. Rıfkı Efendi’yi Zeki Paşa’nın mahdumu olması dolayısıyla tanırım. Diğerini bilmiyorum malumatım bu kadardır.‛68 Bundan sonra daha pek çok kişi tanık sıfatıyla dinlenmiştir. Bunların bir kısmı Adil ve Rıfkı Efendiler tarafından darbın gerçekleştirilmediğini bazıları da, darbı bizzat duyduklarını söylemişlerdir. Birçok tanığın ardından Harbiye eski nazırlarından Kiraz Hamdi Paşa69 ifade vermiştir. Kiraz Hamdi Paşa ifadesinde şunları belirtmiştir: ‚Bir gün Hafız Kaptan ve nam-ı diğerle Mehmet Ali Efendi esnayı istintakında benim ve bir tespihçi efendinin huzurunda bildiklerini söyleyeceğini bildirmesi üzerine merkez kumandanlığına davet edildim. Merkez kumandanlığında Adil Efendi de hazır olduğu halde Hafız Kaptan denilen zatı isticvap ediyorlardı. Ben istintakın*sorguya çekme+ bir müstantik*sorgu hâkimi+ huzurunda olmasının doğru olacağını iddia ve aksi takdirde burada bulunmayacağımı söyleyerek oradan ayrıldım. Bildiğim ve gördüğüm bundan ibaret<‛70 Mahkeme heyeti, mahkemeye ifade vermek için gelmesi gereken bazı tanıkların dinlenebilmeleri için davet edilmelerine karar vererek duruşmayı ertelemiştir. 17 Şubattaki dördüncü duruşmaya savunma tanıklarının dinlenmesiyle devam edilmiştir. İlkönce Kadıköy merkez memuru Şevket Bey ifade verir. Şevket Bey şu açıklamada bulunmuştur. ‚Sarıyer’de bulunuyordum. Bu iki efendi Tütüncü Süleyman Efendi’yi tevkif etmek üzere geldiler. Mumaileyhin hanesine gittik ve hiçbir taharride bulunmaksızın kendisini tevkif 1922 Kasım’ında ülkeyi terk etti. ‚İşkence Maznuniyeti‛, Pay-ı Taht, 3 Şubat 1921. 68 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 3 Şubat 1921. 69 150’likler listesinde yer alanlardan biridir. 70 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 3 Şubat 1921. 66 67 ederek itfaiye karakoluna getirdik. Rıfkı Efendi orada hastalandı. Hep birlikte merkeze gittik; Süleyman’ı yanımızda isticvap ettiler ve darp edildiğini de görmedim.‛71 Şevket Bey’in ifadesi daha bitmeden Tütüncü Süleyman Efendi ayağa kalkarak müdahalede bulununca, Süleyman Efendi, Adil Efendi, savcı ve mahkeme başkanı arasında şu diyalog geçmiştir: ‚Süleyman Efendi; ‘beni ölüm halinde, dört gün karakolda bu Şevket Bey yatırdı ve muayene edilmekliğim için doktora müracaat edildiği zaman beni saklayarak muayene olunmaklığıma mümanaat*engelleme+ etti.’ <Bunun üzerine savcı Haydar Bey: ‘Reis Bey efendi, Tütüncü Süleyman’ın iki inzibat memuru tarafından dövüldüğü gerek Rıfkı ve Adil efendilerin iddialarıyla ve gerek geçen muhakemede bizzat kendi itiraflarıyla sabit olmuştur. İki inzibat neferi bu işi kendiliklerinden mi yapmışlardır? Yoksa aldıkları emre göre mi hareket etmişlerdir? Lütfen sual buyrulsa<’ Mahkeme başkanı bu soruyu tekrar eder. Adil Efendi: ‘İnzibat memurları adi nefer değillerdir. Birisi hasetsen *özellikle+ baş çavuşluğa terfii ettirilmişti. Aynı zamanda inzibat karakolları polis karakollarına muadil olduğu için memurlarında polis rütbesine muadil tutulmaları icap eder. Mahkeme başkanı Örfi Bey: ’Memurların rütbesini sormuyorum, dövmek için emir almışlar mı idi? Adil Efendi: ’Hayır, hiçbir makam dayak için emir vermez. İnzibat memurlarının, vaziyetin kendilerine verdiği kuvveti sui-istimal ettikleri anlaşılıyor.’ Savcı Haydar Bey: ‘Efendim bunlar bir mahkemede söylediklerini öbür mahkemede tekzip ediyorlar. Geçen defa, herhalde inzibatların hafiyen *gizlice+ aldıkları emre tevfikan dövdüklerini söylüyorlardı. Şimdi kendiliklerinden dövmüşlerdir diyorlar.’ Adil Efendi: ‘Hayır, yanlış olacak. Biz ne dövmeye nede dövdürmeye salâhiyetdar değildik’. Bunun üzerine eski merkez 71 ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 18 Şubat 1921. Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası kumandanı Emin Paşa salona alınır... Emin Paşa şöyle konuşur: ‘Evet, efendileri tanırım< Benim kanaatimce her ikisi de namuskâr asil ailelere mensup zabitlerdir. Kimseyi dövüp işkence edeceklerini zannetmem. Kumandanlığa gelince, hiçbir amir maiyetine hilaf-ı kanun harekâtta bulunmayı emir edemez. Süleyman Efendinin dövüldüğünü telefonla haber aldım. Bu efendilerle beraber iki inzibat memuru tarafından dövüldüğünü söylediler. Sonra doktora muayene ettirdim. Felç var dedi. Merak ettim. Tekrar muayene ettirdim. Koltukçu Fuat Efendiyi de bunlar tevkif ettiler, fakat orada hadis olan *meydana gelen+ vakıa cinayet değil kazadır.‛72 Emin Paşa’nın açıklamalarından sonra duruşmaya bir sonraki oturumda devam etmek üzere son verilmiştir. 24 Şubat 1921 günü yapılan beşinci duruşmada ilk olarak dinlenen tanık Bahaddin Bey şu ifadeyi vermiştir: ‚<Yine bir gün bir iş için gittim. Odada da daimi gürültüler oluyordu. Acı acı istimdat*yardım isteme+ edenlerin dövüldüğü hemen hemen sabit oluyordu. Bir müddet sonra ben aynı odaya girdim. Adil, Rıfkı efendilerle Rıza Efendi vardı. Yerde duran bir mavzeri işaret ederek kendisiyle muarefem olan Rıza Efendiden meseleyi istizah*açıklama isteme+ ettim. ‘Bu mavzerle ayaklar bağlanarak adam dövüyoruz’ dedi. Yine bir gün merkez kumandanlığına gittiğim esnada aynı odada Yüzbaşı Zeki, elyevm *hala+ nakliye müfettişi Kazım, Kemal ve Adil Beyler vardı. Bir mutad *alışılmış şekilde+ kapılar kapandı ve dayak başladı. Biz, muavin Mustafa Beyle başka bir odada idik. Hatta Mustafa Bey bana: ‘benim salahiyetim olan bir yerde daima bu dayak ve işkence oluyor bu nedir?’ diye şikâyet ediyordu<‛73 Tanık sıfatıyla dinlenenlerden Pertevniyal mektebi müdürü Aziz Bey de şunları söy72 73 ‚İşkence Mahkemesi‛, İleri, 18 Şubat 1921. ‚İşkence Davası‛, Peyam-ı Sabah, 25 Şubat 1921. 73 lemiştir: ‚Beni Kuva-yı Milliyeci diye tevkif ettiler, tevkifhaneye geldik. Ben oradayken Tütüncü Süleyman namında birisini getirdiler ki vücudu ser-a-pa [baştan başa+ çürük içerisinde ve aynı zamanda bi mecal [mecalsiz] bir halde idi. Kendisinden sordum. Sana ne oldu? Dedi ki: ‘Rıfkı ve Adil efendiler beni ellerinde sopalar neferlerin yardımıyla uzun uzun dövdüler.’ Tevkifhanede on onbeş gün ikametten sonra Daire Müdürü Yasin Efendi geldi. Süleyman Efendi’den (20000) lira taharri ediyordu. Dayak sesleri işitmiştim fakat görmedim.‛74 Duruşmada zanlılardan Adil Efendi’nin avukatının dinlenecek olmasına rağmen, Adil Efendi’nin avukatının savunmadan vazgeçmesi üzerine Adil Efendi, savunmasını kendisinin yapacağını söyleyerek duruşmanın ertelenmesini istemiştir. Davacıların avukatları ise özetle şu iddia ve açıklamada bulunmuştur: ‚<Rıfkı ve Adil Efendilerin, müvekkillerime karşı bu suretle mütecâvizane ef’al *saldırgan+ ve harekâta mütecasir *cesaretli+ olmalarının sebebi de güya müvekkillerimin Kuvayı Milliye’ye taraftar olmalarından ileri gelmiştir. Kuvayı Milliye’ye taraftar olmak bir kimse hakkında bu suretle değil edna *en ufak+ bir tecavüz vukuuna bile istilzam [gerektirme] edemez. Bu bir mefkûre, bir içtihattır. Fikir ve içtihat ise bilcümle memalik mütemeddinede *uygar ülkelerde+ olduğu gibi memleketimizin kanunu esasisi ahkâmınca da muhterem ve masun anil tecavüzdür *tecavüzden korunmak+. Fiile iktiran *varma+ ettiği takdirde ise muhakeme ve adalet vardır. Kanunen cürüm telakki edilen ef’ale mücâsir *cesaret eden+ olanlar ancak pençei kanuna teslim edilirler. Sarf-ı mefkûre halinde bulunan bir fikrin sahibi ise kanunen bile muâtib *muhatap+ değildir. Darp ve işkence şöyle bir tarafa dursun! 74 A.g.g. 74 Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN Beşeriyet-i mütemeddinenin 250 seneden beri döktüğü kanlarla istihsal ettiği hukuk-u hürriyet ve hürriyet-i tefekkür *düşünce özgürlüğü+ her devletin kanun-u esasisinden mütareke kabilinden münderiç *yer almak+ olduğu gibi memleketimizde de vech-i tefekküründen *düşüncelerinden] dolayı bir şahsa vaki olacak taarruz bütün cemaate karşı irtikâb *kötülük+ edilmiş azim bir cinayet telakki edilmek lazımdır< Bu gün Kuva-yı Milliyecilik de bir mefkûre, bir içtihattır. Kimisi, memleket bilfiil müdafaa ile kimisi siyasetle kurtulur diyor. Bunlar fikirdir. Hangisinin doğru olduğunu ise hadisatın cereyanı tayin eder. Alelıtlak *genellikle+ bir fikir, cemiyet için muzır da olsa ef’âle iktiran *fiile varmadıkça+ etmedikçe kanunen muâtib değildir. Müvekkillerimin ise ne fiile iktiran etmiş ne de teşebbüs derecesinde kalmış bir cürümleri olduğu mahkemece tayin etmediği halde maa-haza Kuva-yı Milliye’ye taraftar oldukları zehabıyla darp ve işkenceye maruz bırakıldıkları, karakollarda, gümrük odalarında, merkez kumandanlığında daha bu kadarla iktifa edilmeyerek tevkifhane gibi hürriyet-i şahsiyenin meslûb *alınmış, ortadan kaldırılmış+ bulunduğu bir mahalde tüyleri ürpertecek işkencelere hedef edildikleri tahakkuk ediyor...‛75 3 Martta yapılan altıncı duruşmada Adil ve Rıfat Efendilerin avukatları Şevket ve Sadi Beyler uzun süren bir savunma yapmışlardır. Savunma avukatlarının açıklamaları gerek savcı ve gerekse davacı avukatları tarafından verilen cevaplar, duruşmaya bir hukuk tartışması görüntüsü vermiştir. Tartışmaların sonunda Adil Efendi kendisine yöneltilen suçlamaların asılsız ve anlaşılmaz olduğunu söylemiştir.76 Duruşma, mahkeme başkanının gelecek celsede kararın açıklanacağını söylemesiyle son bulmuştur. Kararın açıklanacağı yedinci ve son duruşmada mahkeme salonu, alışılageldiği üzere yine hınca hınç dolmuştur. 77 İleri gazetesi kararın açıklandığı bu son celseyi şu şekilde aktarmaktadır: ‚<Heyet-i hakimeden evvel Adil Efendi önünde Rıfkı Efendi ortada, iki müttehim *sanık-suçlu+ salona girdiler< Heyet-i hâkime oturur oturmaz karar okundu. Kararnameye nazaran müddeilerden *davacı+ Hafız Kaptan, Tütüncü Süleyman efendilerle Ebe Şahinde Hanıma müttehimlerin müştereken işkence ettikleri sabit olmuş, Sapancalı Rıza Beyle kuleli talebesinden Mahzar Efendiye ve Kaymakam Ali Bey’in hemşiresine yalnız Adil Efendinin taaddisini *tecavüz+ sabit bulmuş ve mülazım Mahzar Efendiyle Koltukçu Fuat Efendi meselelerinde her ikisinin lüzum-u beraatlarına kanaat hasıl olmuştu. <Biraz müşavereden *konuşma+ sonra reis müttehimlere, mezkûr-ül esami müddeilere *adı geçen davacılara+ cürümlerini söyletmek kastıyla işkence ettiklerinden dolayı hareketlerinin kanun-u cezanın 103. maddesine tevafuk [uygun+ ettiğini, cürümlerin üçünden Rıfkı Efendi’nin beri [temiz-ilgisiz] bulunmasına nazaran cezasının daha hafif olacağını, bin-netice [netice olarak] Adil Efendi’nin dört, Rıfkı Efendi’nin de üç buçuk sene kala bentliğe mahkûm edildiklerini ve tabiatıyla rütbe ve nişanlarının ref’ *kaldırma+ olunduğunu tebliğ etti.‛78 Mahkeme başkanı Örfi Bey, sanıklara temyiz haklarının saklı olduğunu da hatırlatarak mahkemenin sona erdiğini açıklamıştır. İstanbul halkının da ilgi ile izlediği duruşmalar sonrasında mahkemenin aldığı kararla, işkence ve kötü muamelenin bir suç olduğu ve bu suçu işleyenlerin cezasız kalmayacağı mesajı verilmiştir. İki İşkencecinin Yurt Dışına Kaçması İngilizlerin çıkarlarına hizmet ettikleri iddia edilen79 bu iki işkencecinin maceraları elbette burada son bulmamıştır. Mudanya Mütarekesi gereği Trakya’yı teslim almakla görevlendirilen Refet Paşa komu- ‚Adil ve Rıfkı Beylerin Muhakemesi‛, Pay-ı Taht, 13 Mart 1921. 78 ‚Darp ve İşkence‛, İleri, 13 Mart 1921. 79 Tansu, a.g.e, s.270. 77 75 76 ‚İşkence Muhakemesi‛, İleri, 28 Şubat 1921. ‚İşkence Müttehimleri‛, İleri, 4 Mart 1921. Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası tasındaki küçük bir askeri birlik 19 Ekim 1922 de İstanbul’a girdi. Milli kuvvetlerin İstanbul’a girişinden kısa bir süre sonra da Peyam-ı Sabah gazetesi başyazarı ve bir dönemin dâhiliye nazırı olan ve Milli Mücadele karşıtlığı ile bilinen Ali Kemal, 5 Kasım 1922’de milli güçlerce yakalandı. Ali Kemal, Ankara’ya götürülürken İzmit’te, Sakallı Nurettin Paşa tarafından halka teslim edilerek linç ettirilirdi. Bu gelişme, zaten endişeli bir bekleyiş içinde olan İstanbul’daki işbirlikçilerin iyice telaşlanmalarına yol açtı. İşbirlikçiler için artık İstanbul güvenli değildir. Kendi aralarında üst üste toplantılar yapan işbirlikçiler, İngiliz büyükelçiliğine sığınmaya karar verdiler. 8 Kasım günü öğlene kadar büyükelçiliğe sığınanların sayısı 140’ı buldu. İngilizler, kendilerine sığınan bu kişileri askeri kamyonlarla Taşkışla’ya naklettiler. Vahdettin’in, İngiltere’ye sığındığı gün olan 17 Kasım günü bir İngiliz subayı, kendilerinden sığınma talebinde bulunan bu kişilere, gitmek istedikleri yer konusunda aralarında Malta, Mısır, Yunanistan ve Romanya’nın bulunduğu dört seçenek sundu. İşkenceci Adil ve Rıfat, Yunanistan’a gitmek istediklerini belirttiler.80 Yunanistan’a sığınan Adil, yüzbaşı rütbesi ile Yunan ordusuna katıldı.81 Refik Halit Karay’ın milli mücadele yıllarında İstanbul’da yayınladığı Aydede gazetesinde milli mücadele karşıtı karikatürler de çizen Rıfat82 ise Mısır’a yerleşti. Rıfat, Kahire’de, birçok gazete çıkaran ‚Darülhilal‛ adındaki bir kurumda, karikatürist olarak çalıştı.83 Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, bu antlaşma gereğince çıkarılacak olan genel af bildirisine eklenen protokol84 gereği Türk hükümeti, isimlerini daha sonra belirleyeceği 150 kişiyi genel af yasasına dahil etmeme hakkını elde etmişti. Hükümet tarafından hazırlanan ve daha sonraları150’likler listesi olarak adlandırılacak olan bu liste TBMM’ye sunuldu. Liste TBMM Genel Kurulu’nda ilk kez Vahdetin Nevzat, Vahdettin’in dördüncü Kadın Efendisi Nevzat Vahdettin’in Hatırları ve 150’liklerin Gurbet Maceraları, Arma Yayınları, İstanbul 1999, s.73-100. 81 Tarık Mümtaz Göztepe, Osmanoğullarının Son Padişahı Gurbet Cehenneminde, Sebil Yayınevi, İstanbul 1978, s.46. 82 Kamil Erdaha, Yüzellilikler Yahut Milli Mücadelenin Muhasebesi, Tekin Yayınevi, İstanbul 1998, s.193-194. 83 Sedat Bingöl, Yüzellilikler Meselesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü 1994, Ek 20, f. 84 İlhami Soysal, 150’likler, Gür Yayınları, İstanbul 1985, s.35. 80 75 16 Nisan 1924’te yapılan gizli oturumda görüşüldü.85 Daha sonra bakanlar kurulu listeye son şeklini verdi ve konu 22/23 Nisan 1924’te bir kez daha meclis gündemine getirildi. TBMM Genel Kurulu, listeyi ilk görüşmedeki kadar uzun olmamakla birlikte bir kez daha tartıştı ve listeyi oy çokluğu ile kabul etti.86 Lozan Barış Antlaşması gereği 26.12.1923 ve 16.04.1924’te çıkarılan iki genel af yasasından yararlanamayacakları belirtilen 150 kişilik liste Adalet ve Savunma bakanlıklarının yardımı ile İçişleri bakanlığı tarafından 149 kişi olarak hazırlandı. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in başkanlığında 1 Haziran 1924’te toplanan bakanlar kurulu, Mustafa Kemal’in isteği üzerine listeye 150. kişi olarak işgal yıllarında İzmir’de çıkan ve Yunan işgalini destekleyen Köylü gazetesinin sahibi Refet’i de ekledi. 87 Böylece liste 150 kişiye tamamlanmış oldu. TBMM Genel Kurulu’nda konuyla ilgili olarak yapılan gizli oturumlarda, adları üzerinde hiçbir tartışma yapılmayan üsteğmen Adil ve Rıfkı’nın, 1 Haziran 1924’te hükümet tarafından açıklanan listede, 50. ve 51. sıralarda ve isimlerinin karşısında ‚İşkenceci namıyla maruf‛ şeklinde bir açıklama ile yer aldıkları görülmektedir. Atatürk, ölümünden kısa bir süre önce 150’liklerin affını gündeme getirerek affın çıkmasının yolunu açtı. Affın çıkmasından sonra Adil, ülkeye dönmeye karar verdi. 19 Eylül 1940’da ise İstanbul’a geldi. Say soyadını aldı. Üç yıl sonra da İstanbul’da öldü. 88 İşkence suçlamasıyla hüküm giyen ve 150’likler listesine giren diğer kişi Rıfat’ın ise Mısır’a yerleştikten sonraki akıbeti bilinmemektedir. Sonuç Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılın ortalarından itibaren hukuken yasak ve suç olmasına rağmen, işkencenin, olayın soruşturma aşamasında zanlıları itirafa zorlamak, suçluları ortaya çıkartmak amacıyla ve sonraki süreçlerde de bir cezalandırma yöntemi olarak sıklıkla kullanılan bir araç olduğu görülmektedir. Bu TBMM Gizli Celse Zabıtları, C. IV, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1985, s.434-454. 86 A.g.e., ss.456-462. 87 Zeki Arıkan, ‚İşgal Günlerinde İzmir‛, İşgalden Kurtuluşa İzmir, İzmir Büyük Şehir Belediyesi ve Cumhuriyet Gazetesi İmecesi, 9 Eylül 2007, ss.46-48. 88 Bingöl, a.g.t., s.194. 85 76 Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN suçu işledikleri iddia edilen kişilere karşı ise nadiren davalar açılmış ve çok az kişi bu suçlamalardan dolayı cezalandırılmıştır. Özellikle I. Dünya Savaşı ve milli mücadelenin sürdürüldüğü dönemlerde, olağanüstü koşulların da etkisiyle işkence ve kötü muamele yönündeki şikâyetlerin pek de dikkate alınmadığı ve bu suçu işlediği iddia edilen zanlıların ceza almadıkları anlaşılmaktadır. Fakat ülkede devlet otoritesini kurmanın, güvenliği ve adaleti sağlamanın güç olduğu bir dönemde; 1921 yılı başında, işgal altında bulunan başkent İstanbul’da, hem de Kuva-yı Milliyeci olarak suçlanan bazı kişilere işkence yapıldığı iddialarının kimi gazeteler tarafından gündeme getirilmesi ve işkence yapmakla suçlanan iki subayın, mahkemeye çıkarılıp yargı tarafından suçlu bulunması ve cezalandırılması, dönemin özelliği ve koşulları göz önünde bulundurulduğunda bir hayli dikkat çekicidir. Dönemin koşullarına ve yargılama aşamasında yaşanan gelişmelere bakıldığında öyle anlaşılıyor ki, milli mücadele karşıtı Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin istifa etmesinden sonra işbaşına gelen Tevfik Paşa Hükümeti’nin, İstanbul-Ankara ilişkilerini yumuşatma gayretleri, Anadolu’daki milli mücadele hareketine destek vermekle suçlanan ve bundan dolayı işkence ve kötü muameleye uğrayanlara karşı işlenen suçların kovuşturmalara uğramaya başlaması, bu davanın açılmasında belirleyici olmuştur. İşkence davasının açılması sürecinde dikkat çeken konulardan biri de, TBMM yetkilileri ile görüşmelerde bulunmak üzere Bilecik’e giden İzzet Paşa başkanlığındaki İstanbul Hükümeti Heyeti’nin, rehin alınarak 6 Aralık 1920 de Ankara’ya götürülmesi ve heyetin burada tutulduğu bir dönemde İstanbul Cinayet Mahkemesi’nde işkence davasına bakılmış olmasıdır. İkinci dikkat çeken konu da, Ankara’daki İstanbul heyeti 7 Mart 1921’de serbest bırakılırken, cinayet mahkemesinin de, 12 Mart’ta iki üsteğmen hakkında mahkûmiyet kararını vermiş olmasıdır. Yargılama sürecinde dikkat çekici bir başka konu da, daha önceki İstanbul hükümetlerinin Mustafa Kemal’in liderliğinde başlayan milli mücadeleyi bir isyan hareketi olarak nitelendirmelerine rağmen, duruşmanın son bölümünde savunma avukatlarının mahkemede Kuva-yı Milliye hareketini bir fikir hareketi olarak savunabilmeleridir. Öte yandan her ne kadar bir takım öz- nel koşullar nedeniyle de olsa, 1921 yılında savaş ortamı içerisinde bile, işkence suçlamasıyla iki Osmanlı subayının mahkeme tarafından suçlu görülerek cezalandırılmaları, bu dönem Türkiye’sinde, temel insan hakları ihlallerine karşı yaptırım uygulama kararlılığını göstermektedir. KAYNAKÇA I- Arşiv Belgeleri (Başbakanlık Osmanlı Arşivi) BOA, 2666/ 41/ DH.MKT. BOA, 2895/10/ DH.MKT. BOA, 210/ 20922/ TFR.I.SL. BOA, 2639/ 43/ DH.MKT. BOA, 2702/ 72/ DH.MKT. BOA, 42/ 4/ DH.MTV. BOA, 2873/ 45/ DH.MKT. BOA, 11/ 1/ DH.EUM.6.Şb. II- Resmi Yayınlar TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.: IV, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1985. III- Süreli yayınlar İleri Peyam-ı Sabah Alemdar Pay-ı Taht Tarih ve Toplum IV-Kitap, Makale ve Tezler Akçam, Taner (1995). Siyasi Kültürümüzde Zulüm Ve İşkence, İstanbul: İletişim Yayınları. Arıkan, Zeki Arıkan (2007). ‚İşgal Günlerinde İzmir‛, İşgalden Kurtuluşa İzmir, İzmir Büyük Şehir Belediyesi ve Cumhuriyet Gazetesi İmecesi, 9 Eylül 2007. Ateşoğulları, Kamil (2000). Ölüm Cezası-Bir İnsanlık Suçu, İstanbul: Belge Yayınları. Aytepe, Oğuz (2004). ‚Milli Mücadele'de Bilecik Görüşmesi‛, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı:33-34, 2004, ss. 23-31. Berkem, Süreyya Sami (1960). Unutulmuş Günler, İstanbul: Hilmi Kitapevi. Bingöl, Sedat (1994). Yüzellilikler Meselesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara. Milli Mücadele Dönemi İstanbul’unda Bir İşkence Davası Bozkurt, Gülnihal (1996). Batı Hukukunun Türkiye’de Resmen Benimsenmesi, Ankara: Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları. Çetin Nurten (2011). Son Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa, (Yayınlanmamış Doktora Tezi) Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya. Demirbaş, Timur (1992). Türk ceza Hukukunda İşkence Suçu, Ankara: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Yayınları. Erdaha, Kamil (1998). Yüzellilikler Yahut Milli Mücadelenin Muhasebesi, İstanbul: Tekin Yayınevi. Esgin, Mehmet (2013). ‚İşkence ve Engizisyon‛, Journal of Faculty of Theology of Bozok Universty, 3,3 (2013/3), pp.39-60. Göztepe, Tarık Mümtaz (1978). Osmanoğullarının Son Padişahı Gurbet Cehenneminde, İstanbul: Sebil Yayınevi. Kaya Gökhan (2011). ‚II. Meşrutiyet Dönemi Demokratları: Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırka-i İbad)‛, Kebikeç Sayı:31, ss.97-147. Ölçen, Ali Nejat (1982). Osmanlı Meclisi Meb’usanında Kuvvetler Ayırımı ve Siyasal İşkenceler, Ankara: Ayça Yayınları. 77 Scott, George Ryley (2003). İşkencenin Tarihi, (Çeviri: Hamide Koyukan), Ankara: Dost Kitapevi Yayınları. Sertoğlu, Midhat (1958). Resimli Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul: İskit Yayınları. Soysal, İlhami (1985). 150’likler, İstanbul: Gür Yayınları. Tunaya, Tarık Zafer Tunaya (1984). Türkiye’de Siyasi Partiler, Cilt:1, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları. Tanör, Bülent (1990). Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, İstanbul: BDS Yayınları. Tansu, Samih Nazif (1964). İki Devrin Perde Arkası: Hüsameddin Ertürk Anlatıyor, İstanbul: Pınar Yayınları. Vahdettin, Nevzat (1999). Vahdettin’in Dördüncü Kadın Efendisi Nevzat Vahdettin’in Hatırları ve 150’liklerin Gurbet Maceraları: Yildiz'dan Sanremo'ya, İstanbul: Arma Yayınları. Yaman, Ahmet Emin (1994). ‛İstanbul’un Ankara’ya Yaklaşma Deneyimi: Bilecik Görüşmesi‛, X.Türk Tarih Kongresi. Kongreye Sunulan Bildiriler, C.:VI, 22-26 Eylül 1986,Türk Tarih Kurumu Basımevi. Yıldırım, Ali (2008). Osmanlı Engizisyonu - Zulmün Tarihi, İstanbul: Kalkedon Yayınları. 78 Hasan TÜRKER & Doğan DUMAN