TÜRKiYE DiYANET VAKFI YAYlNLARI 1172 iSLAM'DA iNSAN MODELi ve .. . HZ. PEYGAMBER ORNEGI ~ (Kutlu Doğum Haftası ANKARA 1995 : 1993) VAHY OLAYI VE PEYGAMBER EFENDİMİZiN VAHY KARŞISINDAKi DURUMU Doç. Dr. M. Zeki DUMAN Arap dilinde süratli ve gizli konuşmak, emretmek, ilham etmek, ima ve işaret etmek... gibi m2malara gelen vahytıl terimi, tefsir ilminde de: Allah TeaJa'nın, özellikle peygamberlerine bildirmek istediği şeyleri ya elçi gönderip, dilediklerini ona vahy ederek veya perde arkasından kelam ile konuşarak, yahut da keyfiyeti bizlerce bilinmeyen bir tarzda mesajlarını iletmesi( 2 l anlamında, olağanüstü, esrarengiz bir olaydır. Vahyi olağanüstü ve esrarlı kılan sebep, hiç şüphe yok ki kaynağının ilahi olmasından başka bir şey değildir. Vahyin kaynağı olan Allah Azze ve Celle, zaman ve mekandan mürıezzelı, yaratılmışlardan hiçbirine benzemeyen, eşi ve dengi bulunmayan, her şeyin yaratıcısı olup dağınayan ve doğurulmayan, her varlık O'na muhtaç. O hiçbir şeye muhtaç olmayan, ezeli, ebedi, varlığı mutlak gerekli olan ... yüce, aşkın bir varlık; Vahye muhatap olan peygamber ise, yaratılmış, yetenek ve kabiliyetleri sınırlı, zaman ve mekanla kuşa­ tılmış ve yüce Rabbi karşısında aciz, güçsüz ve O'na muhtaç, yaratılmış bir varlıktır. Vahyeden Allah ile vahye muhatap olan peygamberleri arasında ontolojik, tek bir benzerliğin dahi bulunmaması, Allah ile peygamberi arasında cereyan eden iletişimi gizemli ve anlaşılmaz kılıyor ... Fakat Allah ile peygamberi arasındaki bu farklı duruma rağmen vahy de gün gibi aşikardır! Zira elimizde 6666 ayetten müteşekkil Kur'an-ı Kerim mevcut. O halde bu olay nasıl gerçekleşmiştir ve gerçek olan bu vahy hadisesi nasıl izah edilebilir? olayının gerçekliği Allah ile insan arasında cereyan eden bir koiki taraf arasında bir eşitlik söz konusu olmayınca, karşılıklı bir kelam alış-verişi, öğretim ve öğrenim de mümkün olamaz. Bu iki zat arasında iletişimin meydana gelebilmesi için ancak iki yol var; ya vahye muhatab olan ve dinleyen peygamber, konuşan Yüce Allah'ın galip etkisiyle derin bir kişisel değişikliğe uğramalı (beşeri Deniliyar ki vahy olayı, nuşma çeşididir. Konuşan (l) Ragıp, Müfredat, VHY madd: İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, VHY madd. (2) Sura, 42/51. --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - 7 7 - - vasfında kemale ermeli). ya da vahyeden Allah Teala, dinleyen peygamberine, az da olsa tenezzül edip yaklaşmalıdır... Aksi halde Allah ile insan arasında konuşma ve vahyetme imkanı bulunamaz ... (31 iyice incelediğimiz ve mahiyetini .ilJlah ile Rasulü arasındaki iletişimin gerçekleşebilmesi için ileri sürülen bu iki yaklaşımın ikisi de vahy hadisesinde mevcuttur. Yani, bir yandan Hz. Peygamber insani vasıflarında yüceltilmiş, kemale ulaştırılarak vahyi telakkiye hazırlanmış; diğer yandan da Allah Teala peygamberine yaklaşmış, aralarındaki, konuşmaya engel olan mesafeyi asgariye indirmiş, böylece imkansız olanı gerçekleş­ tirmiştir denilebilir! ... Vahy olayının bize yansıyan kısmını anladığımız kadarıyla göreceğiz Yıl, Hz. PEYGAMBERiN VAHYE HAZlRLANMASI Hz. Muhammed (s.a.v.). doğumundan itibaren Yüce Rabbimiz Allah Kur'an ve ayetlerde sabit bir husustur: "Şüphe yok ki sen, büyük bir ahlak üzeresin"(4 l Ayet-i Kerimesi ile Hz. Peygamberin: "Beni Rabbim terbiye etti. Eğitimimi güzel yaptı. "(5l Hadis-i Şerifi, çocukluktan itibaren vahyi telakkiye hazırlanması şeklinde değer­ lendirmemiz mümkündür. Zira Hz. Peygamberin Yüce Rabbinin eğitim ve gözetimi altında büyütülmüş, bu eğitim neticesinde kazandırıldığı güzel ahlakı, karakterindeki düzgünlüğü, sözde ve özdeki doğruluğu, davranışlarındaki nezaket ve ölçülüğü, Hak ile batılı birbirinden ayıra­ cak derecedeki keskin zekası, derin idrak gücü, kuvvetli anlayış ve kavrayış yeteneği, temiz kalbi, çevresinin bozuk etkilerine rağmen ruhen temiz ve pak kalmasını sağlayan berrak aklı ile insani vasıfları, gizli bir eğitim yoluyla, ta çocukluk döneminden itibaren derece derece kemal ve olgunluğa doğru yükseltilmiş seçkin bir insandır. tarafından eğitilip yetiştirildiği O'na Muhammedü'l-Emin vasfını veren malum çevresi, Allah'ın emri ile kendilerini bir vadide toplayıp: "Size, şu dağın arkasında bir süvari birliğinin olduğunu ve hemen üzerinize saldırmak üzere bulunduğunu söylersem, bana inanır mısınız?" dediği zaman, hep bir ağızdan: "Evet, inanırız. Çünkü senin yalan söylediğine hiç rastlamadık"(6 l cevabını vermişler, Allah Rasulü'nün risalet görevini inkar ettikleri bir dönemde dahi, O'nun doğruluğunu inkar edememişlerdiL (3) Kirrrıarıi, Şerhu'l-Buhari. Kahire, 1939, s. 28. (Allah Kur'an ve İnsan, Çev. Prof. Dr. Süleyman Ateş). (4) Kalem, 68/4. (5) Acluni, Keşfü'l-Hafa, No: 164, I/70. (6) Belazuri, Ensab, I/54 (M. Hamidullah, İslam Peygamberi, I/73'den naklen). - - - 78 - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- O zaman henüz İslam ile müşerref olma bahtiyarlığına ermemiş de. ğerli bir yahudi bilgini olan Abdullah b. Selam (r.a.) diyor ki: "Medine'ye hicretinde Muhammed'in yüzünü yakından görmek için gayret gösterenlerden biri de ben idim. Nihayet ben de O'nun yüzünü yakından ve iyice gördüm ve bildim ki, O'nun yüzü asla yalan söyleyen bir yüz değildir." Daha bunun gibi, Hz. Peygamber'in siyretini tanıyaniara ait nice övgü dolu söz ve itiraflar var! bunları Burada saymak sadedimiz değil ... Halbuki, O'nun gibi ümmi ve yoksul bir yetimin, hayatının başlangı­ erginlik çağına gelinceye kadar çevresinde gördüğü şeylere kendini kaptırması sosyal hayatın kaçınılması imkansız olan şartlarından­ dır. Zira böyle bir çevrede insanı irşad edebilecek ne bir kitap, ne bir eğitici insan ve ne de karar verdiği konularda destekleyeceği bir dayanağı bulunmazsa, o insanın aklı, daima beraber yaşadığı insanların tesirinde kalmaya açıktır. Özellikle de yakınlarının etkisine maruz kalma durumu ile karşı karşıyadır!. .. cından İşte bu durum, Hz. Muhammed (s.a.v.) için de sosyal hayatın zorunçerçevesinde cereyan etmiş olsaydı, O'nun da çevresindeki insanların batıl inançlan üzere büyümesi, putlara tapması gerekli olacaktı. En azından erginlik çağına girineeye kadar, onların gidişatıarını benimsernek zorundaydı. Fakat durum hiç de öyle olmadı, sosyal hayatın mecburi şartları, Muhammed (s.a.v.)'i etkileyemedi. Değişmez sanı­ lan sosyolojik kanunlara rağmen O, çevresinde yaşanmakta olan ahlaki çöküntüye karşı daima duyarlılığını muhafaza etti. Hz. Muhammed, gayr-ı insani adet ve töreleri hiç sevmedi. O, insanlara yapılan zulme daima karşı geldi, batıl inançlara asla boyun eğmedi, şirke hiç bulaşma­ dı. .. (?J Öylesine bozuk ve öylesine verimsiz çorak bir ortamda gizli, yüce bir el tarafından eğitilip, gözedendiği idrak edebilenler tarafından sezinlenebiliyordu. Nitekim Allah Teala bunu Kur'an'da resmen beyan etmiş­ ti: lu şartian ..;;u~ ..ı.J~ r-!1 Seni, yetim olarak bulup da (ilahi bir bannağa) sığındır­ madık mı?"( 8 l ... Tabii ki bu sığınak, görünürde annesi Amine, süt annesi Halime, dedesi Abdulmuttalip, amcası Ebu Talip ... idi ama, gerçekte Yüce Rabbi Allah Teala değil miydi?. Şirk, küfür ve sapıklık. .. çeşitlerinden per nevi bozuk itikad ortamın- (7) Seyyid Kutub. Tevhid Risalesi. tre. Doç. Dr. Sabri Hizmetli, s. 177 vd. (8) Duha, 93/6. --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - 7 9 - - da Hakkı arayan, O'na erebilmenin yollarını bulmaya çalışan, bu sebeple de toplumdan uzakta bir köşeye çekilip zikr ve tefekkür ile kendi nefsinde çıkış yollarını araştıran Hz. Muhammed (s.a.v.)'i peygamberlik nuru ile aydınlatan ve bizzat kendisini toplum için Hidayet rehberi kılan da Yüce R.abbi değ;il miydi? ..s~ ~L...;:, J~_u .. "Seni, (bu zavallı insanlan, insanlık dışı hayat ortamından acaba nasıl kurtanlabilirler! düşüncesi ve) şaşkınlığı içinde bulup da yolunu aydınlatmadı mı?"(9J Münbit olmayan, çorak bir ülkenin insanları ne kadar verimli olabilirler ki? Yegane kazanç, her yıl Şam cihetine yapılan "yaz kış rıhletle­ ri"ylerıoı sağlanan ticaret gelirlerinden başka değildi. Onu da ancak varlıklı ve güçlü kabHelere mensub kimseler yapabiliyorlardı. Allah Teala, böyle bir ortamda dünyaya getirdiği Hz. Peygambere verdiği gönül zenginliği ve kanaat şiarından başka, sevgili eşi Hz. Hatice 'nin mal varlığı ile de Habibini doyurulmağa muhtaç, dilenen sefil bir insan değil, tam aksine "yakınlarını görüp-gözeten, acizlerin yükünü paylaşan, açları doyuran, misafiri ağırlayan, yetimleri şefl.reatle bağrına basan"(ııı oldukça cömert, mütevazi ve merhametli bir zengin kılmadı mı?. ~Li ~. ~ J~_,_, "Seni, muhtaç halde bulup da zengin kılmadı mı? ... "l 12l Hz. Muhammed, süt annesi Halime'nin yanında bulunduğu Allah Teala Cebrail (a.s.)'ı göndererek, Onun mübarek göğsü­ nü yardırmış, kalbindeki kötü his ve duyguları, cahiliyye devrine ait kötü işlerin izlerini tamamen temizletmiş, yerine güzel ahlak ve hikmet koydurmuş. Kendisine belki de vahy döneminde zorluk verip belini çatırdatacak olan yükün ağırlığı indirilmiş ve böyle bir operasyonla Hz. Muhammed (s.a.v.)'i vahye hazırlamışl 13 l olduğu siyer kitapları ve Kur'an-ı Kerim'de anlatılmaktadır. Ayrıca sıralarda, İşte, öylesine menfi bir ortamda, sosyal çevrenin zorunlu kanunlanna rağmen Peygamber Efendimiz, sayılmakla bitirilemeyecek derecedeki güzel vasıfları ile insanlığın kemal noktasına ulaştırılmış, olgunlukta bir beşerin çıkabileceği en üst mertebeye yükseltilmiş, seçkin bir şahsiyet olarak Yüce Rabbi tarafından eğitilmiş, O'nun terbiye ve gözetimi altın­ da yetiştirilerek risalet görevine ve vahye tahammül edebilecek tarzda (9) (lO) (ll) (12) (13) Duha. 93/7. 106/2 .. Buhar!, Bed'u'l-Vahy, ı. Duha, 93/8. İnşirah. 94/l-3; Taberi, Camiu'l-Beyan, XX:X/150; İbn Kesir. Tefsir. VIII/451. Kureyş, - - 8 0 - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- hazırlanmıştır, demek mümkündür. Peygamber Efendimiz, bir yandan çocukluk döneminden itibaren gözetimi altında egitilip, ahlaken yükseltilirken buna paralel olarak da derece bakımından insanlardan üstün mertebeye, yani kemal mertebesine de yükseltilmiştir. Yüce Allah'ın şu ayeti bu düşüncemizin açık delili sayılabilir: ..:ı~,.~~ rLJII,JJI ~.iliJ ~ ı_,.;.J ~.ill.ı.UI c}.r.. "Allah, siz- Allah'ın den ıman edenleri ve kendilerine özel ilim verilerrlerin derecelerini yükseltir. "( 14l Şurasını da belirtmeliyiz ki, peygamberlik, insanın kendi çalışmalan neticesinde elde edebilecegi kesbi bir meslek veya rütbe degildir. O, sadece Allah'ın dileyip seçtigi özel şahıslara verilen hususi bir lütfudur. Bu sebeple Peygamber Efendimiz'in vahye hazırlanması denilince, bu hazırlanma, "Hz. Muhammed (s.a.v.) kendi kendine hazırlık yaptı ve peygamber oldu" şeklinde anlaşılmamalıdır! ... Ayrıca Allah Teala'nın, peygamberlerine vahyini, genelde Cebrail (a.s.) vasıtasıyla iletmesi ve Hz. Muhammed'e Arap Dilini0 5l, diger peygamberlere de kendi kavimlerinin dilini0 6 l ve kelamı vasıta olarak kullanması(17l da iletişim kurup vahyini gerçekleştirmek üzere peygamberlerine yaklaşması, onlara biraz olsun tenezzülü anlamında yorumlanabilir. Bu açıklamalann ışıgında denilebilir ki, her ne kadar vahyeden Yüce Allah ile, vahyin muhatabı olan Peygamber Efendimiz arasında, karşı­ lıklı konuşmak ve mesaj iletebilmek için esas teşkil edebilecek antolajik bir benzerlikleri bulunmasa da, Allah Tea1a'nın, aralanna elçi olarak Cebrail (a.s.)'ı koyması, kelam ve Arap dilini konuşma vasıtası kılması; Peygamber Efendimizin de insani vasıfları ve ruhi yetkinliginde kemal mertebesine yükseltilmesi, hatta diger insanların ulaşabilecegi erdemin fevkine yükseltilmesi ve beşeri vasfının maksimum noktasına çıkartıl­ ması. .. O'nun da Allah'a derece bakımından yaklaştırılması ve kelamını dinleme imkanına kavuşturulması anlamında degerlendirmek mümkündür! VAHY ESNASINDA Hz. PEYGAMBERİN DURUMU Biliniyor ki vahy bir olayı, iletişim olayıdır. Şu A ve B şahıslı iki kişi arasında cereyan eden kadar var ki, bu muharebede Yüce Allah'ın kar- (14) Mücadele, 58/l L (15) Zuhruf, 43/l-4. (16) İbrahim, 14/4. (17) Nisa. 4/164. ----KUTLUDOGUM---------------------------- 81 ---- şısında Hz. Rasul, tamamen pasifize edilmiş durumdadır. Vahyin muhatabı olan peygamberin iradesi Allah'ın iradesine tabidir. Başka bir deyişle, vahy esnasında peygamberin iradesi Allah'ın iradesi karşısında tamamen yok olmuş durumundadır. İbn Abbas (r.a.)'ın naklettiği bir rivayette Rasulullah (s.a.v.) kendisine vahyedilirken, şiddetten dolayı (anında ezberlemek ve telaffuz etmek için) acele ediyor ve dudaklannı (ve dilini) oynatıyordu ... "(ısı Tıpkı zeki ve gayretli bir öğrencinin yaptığı gibi, kendisine sütle edilen vahyi derhal ezberlemek, okumak ve kastedilen manayı anlamak için Cibril'i takiben okumaya çalışıyordu. Cenab-ı Hak, O'nu bu faaliyetten menederek buyurdu ki: ..;y ~ ,jl ~ ,..;1_; cfl.i ılii_; l~l.i ,..;I_;J ~ ~ .:,1 ,._, ~ ı.:.L;W .ı..ı .:J~'J "Acele ile vahy'i (almak ve telaffuz etmek) için dilini oynatma. Şüphe­ siz onu senin (hajızanda) toplamak, (dilinde kelama döküp) akutmak bize aittir. Biz sana Kur'an'ı okuduğumuz zaman sen, sadece okunuşunu dinle ve takip et. Sonra, onun manasını sana açıklamak da bizim görevimizdir. "ll 9 l Başka bir ayette de Yüce Allah, aynı konuda ... Wc ıj~j Y.J JJJ '-:>J ~1 ~ .:,1 J;.i w-o .:,T_,.ilt., şöyle buyurmuştur: J....f 'JJ "Vahy tamamlanmadan önce okumada acele etme. Rabbim ilmimi artır de."l20l Bu iki ayette açıklandığı üzere, vahy esnasında Hz. Peygamber, okutabi olmanın dışında hiçbir etkinliğe sahip değildir. O, iradeli hareketlerinden tamamen menedilmiş vaziyettedir. rıana Öyle anlaşılıyor ki, vahy esnasında Hz. Peygamberin öğrenme ve anlama ile ilgili beşeri yetenek ve kuvvetlerinin tamamı, adeta devre dışı bırakılmış; öyle ki, kendisine yöneltilen sÖz ve mesajları anlayabilmek ve aklında tutabiirnek için nonnal her insanın gösterdiği zihni faaliyetten, vahyin sahibi tarafından resmen menedilmiştir. Sanki O vahyi almıyor, (Teşbihde hata olmasın) tıpkı bir bilgisayar gibi vahiy kendisine, yani hafızasına yükleniyor, dilinde kelimelere dökuluyor ve maksud manalar belleğinde hazır bulunduruluyor. O da, etkisi altında kaldığı vahy hali geçtikten sonra, hatırlamak ve telaffuz etmek için hiçbir çaba göstermeden, kendisine vahyedilenleri aynen naklediyordu... Peygamber vahyin naklidir, kaynağı değil. Bu sebeple rahatlıkla denilebilir ki Kur'an'ın, (18) Buhari, Bedu'l-Vahy, (19) Kıyame, 75/16-19. (20) Taha, 20/114. ı. - - 8 2 - - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- muhtevayı taşıyan, zarf durumundaki lafızları da Rasule değil, vahyin sahibine aittir!. Burada zaruri olarak açıklamalıyız ki, Hz. Peygamber, vahy esnasın­ da iradeli hareketlerinden menedilip, öğrenme ve anlama ile ilgili beşeri yetenekleri adeta devre dışı bırakıldığı durumda şuurunu kaybedip kendisinden geçmiş değildir. Sara illetine yakalandığı zaman mecnunlar, kehanet anındaki kahinler ve sekr halindeki süfiler ... de görülen kendinden geçme hali Hz. Peygamberde vaki olmuyordu. Söz konusu ayette kendisine: "Sen, sadece okurranı takip et, dinle" denilcliğine göre O, bilinci yerinde olduğu, bütün hücrelerini dinlemek üzere Allah'a yönelttiği halde kulağını ve kalbini okunan vahye tabi kılıp dinliyor, sonra da vahyedileni, olduğu gibi, eksiitme ve artırma olmadan, aynen tekrarlıyordu. Peygamberler için vahyin kaynağı bellidir. Allah veya Cebrail, kendilerine ne vahyetmişse, peygamberler onun bilincindedirler. Kendilerine gelen vahy berraktır. Söylenmek istenen açık, sınırları bellidir. "Şöyle mi demişti? veya "böyle mi olmuştu?" ... gibi sözler peygamberlerden işitil­ miş söz değildir. İşte bütün bu sebeplerden dolayı, Hz. Peygamber'in vahy esnasında, kendisini kaplayan titreme, terleme, üzerine ağırlığın çökmesi gibi hallerine bakıp da o hallerin benzerini mecnun, kahin vb. kimselerdekine benzeterek aralarında ilişki kurmaya çalışılmamalıdır. Zira mecnun cin çarpması halinde, kahin kehanet anında, bilinçli değildir. O halde söylediklerinin farkında da olamazlar. Onların söyledikleri sözlerin kaynağı belli değildir. Bir çokları, onların söyledikleri sözlerin kaynağının cinler olduğuna inanırlar! Sözleri de genelde berrak değildir, genelde saçma-sapan konuşurlar; vecd ve sekr halindeki sufilerse, bir takım şathiyeler söylerler ki, bu şathiyeleri akıllı insanlar hayret ve dehşetle karşılarken, kendileri de çoğu kez: "Hayır, ben bunları söylemiş olamam!", "Böyle söylemekten Allah'a sığınırım! ... " demekten kendilerini alamazlar ... Bu zaruri ve kısa açıklamadan sonra rahatlıkla diyebiliriz ki, vahy halinin kaplaması anında Hz. Peygamberin fiziki görünümündeki durumla, mecnun ve kahinierin o esnadaki dış görünümlerinde bir benzerlik olsa bile peygamber şuurunu kaybetınediği, o anda kendisine gelen vahyin kaynağı belli, getirdiği ayetler net, berrak ve açık olduğu için vahy olayının, kaynağı belli olmayan, çoğu kez saçma sapan sözler sarf eden şair, mecnun ve kahinierin kehanet, sezgi, bilinç gibi halleriyle karıştırılması doğru olmaz!. --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - 8 3 - - VAHY KARŞlSlNDA Hz. MUHAMMED Kur'an-ı Kerim'den edindiğimiz bilgilere göre Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine inanmayan ve kendisine Allah tarafından, vahiy yoluyla indirilen ayetleri inkar eden müşriklerden bir kısmı: "Onların, kendisine cinler tarafından öğretildiğini"l 21 i bir kısmı da: "Sabah akşam kendisine okuyan Romalı bir köleden ya ezbelerleyerek ya da başkasına yazdırmak suretiyle elde etmiş olabileceğini söylüyorlardı. "( 22 l Bu nevi söylentiler ve yanlış iddialar hala Batılı müsteşrikler ve Ateistler tarafından, bir furya halinde devam ettirilmektedir! Batıda İslam Dini ile ilgilenen bilim adamlarından pek çoğu hala Kur'an'ı, Hz. Muhammed'in telif ettiği eser, İslam'ı da Hz. Muhammed'in dini olarak tanımakta ve tanıtmaya çalışmaktadırlar. Wat, R. Garaudi, Mauruc Bucaille gibi son zamanlarda Kur'an'ı kendi dili ile anlamaya çalışıp tanıyan birkaç gerçek bilim adamının haricindeki maksadlı şarkiyatçılar, Kur'an'ı Allah tarafından Hz. Muhammed' e vahiy yoluyla indirilen kitap, kendisini de Allah tarafından gönderilmiş son peygamber olarak kabul etmemektedirler. Mesela, Batılı müsteşrikler tarafından hazırlanan ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından da Türkçeye tercüme ettirilip yayımla­ nan "İslam Ansiklopedisi"nin "Muhammed" maddesinde Caetani adın­ daki İtalyan müsteşrik diyor ki: "Muhammed, uzun bir inkişaf ve düşünme neticesinde kendini peygamber ilan etti." Ona göre, Hz. Muhammed (s.a.v.)'i Allah Teala, peygamber olarak seçip göndermedi. O, kendi kendini peygamber ilan etti! demek istiyor. Yine aynı yazarlardan biri de, adı geçen ansiklopedide: "Muhammed, Kur'an'daki bilgilerin çoğunu Suriye ve Fırat boylarına yaptığı seyahatlerinde karşılaştığı Hristiyan ve Yahudi alimlerinden öğrenmiştir" diyor ve delil olarak da: Meryem, İsa, Zekeriya ve Yahya peygamberler ile ilgili bilgilerle Kehf suresindeki kıssaların Tevrat ve İncillerdekilere benzerliği ileri sürülüyor. Bu iddiaya göre Peygamber Efendimiz, 6666 ayetten oluşan koskoca kitabı, gençlik döneminde topu topu iki defa Suriye'ye yaptığı seyahatte meydana getirmiş! Hiç olacak şey mi? ... Kaldı ki, Kur'an'daki bazı kıssa­ larla -her ne kadar da tahrif edilmiş ve bozulmuş olsalar da- Tevrat ve İncillerdekiler bibirlerine benzeyebilirler. Çünkü hepsinde kaynak Allah Teala'dır. Bunda garipsenecek bir şey olmamalıdır! F. Buhl adındaki müsteşrik, daha ileri giderek, Hz. Peygamberin, peygamberlik öncesi gençlik döneminde, şirkin büyük savunucusu am(21) Duhan. 44/14. (22) Nahl, 16/103. - - 8 4 - - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- cası Ebu Leheb ile, hamisi Ebu Talib'in etkisi altında kalarak belli bir süre putlara tapındığını dahi söyleyebilmektedir!. .. Şayet bunlar ve benzeri iddiada bulunarı müsteşrik ve Tanrı tanı­ mazlar, Kur'arı'ı, kendilerine tanıtan güvenilir kaynaklardan veya kendi dili ile okuyup öğrenselerdi, bu tip hatalara düşmezlerciL Onun bir beşer sözü olamayacağını bilirlerdi. Yüce Yaratıcı'nın gözetim ve eğitimi altında büyütülen Hz. Muhammed'in, ömrü boyunca şirke, asla buluş­ madığını belki anlayabilirlerdi!. Kaldı Kerim akla ve mantığa hitabeden pekçok ayetinde, onların iddialarını reddetmekte ve onun bir beşer sözü olamayacağını, Hz. Muhammed'in, arzusuna göre ayetler getiremeyeceğini, aralarında bir ömür yaşadığını ve O'nun okuma, yazma bilmeyen bir ümmi olduğu­ nu bilenlerin, Onun böyle bir şey yapamayacağını. akletmeleri gerektiği­ ni defaatle tekrarlamıştır. Bu ayetlerden bir kaçını burada hatırlatalım: ki, Kur'an'ı ı.?.)-!. if'"J )' ı -"" ,:,1 ' -sJ+ll .:.r Jh:.;. "0, kendi arzusuna göre konuşmaz. Onun sine vahyolunan Allah'ın lcelamıdır"(23 l 4-J.J> ;r..ı -.;.).ll il _;.l;.;J L....ı konuştuklan ancak, leendi- ~.r L.;I_,J ~1 ~..ıl dl.JS..ı "Böylece sanaArapça bir Kur'an indirdik lci, Melekelileri ve leri inzar edesin. "(24) .W:,J.iWI ~ ..Y ;,r ~ .:ıl..ı .:,1_).11 l.lıı ~1 ~..ıl civarındaki­ 4 ~1 .:,-->1 ~ ~ ~ "Bu Kur'an' sana indirmelcle lcıssalann en güzelini vahyettilc. Halbuki sen bundan önce aleuma yazma bilmeyenlerdendin. "(25l "' rS_)~'ı .:,1_).11 l.lıı Jl c.s>..ıl..ı "Bu Kur' an bana, sizleri inzar etmem için vahyolundu. "( 26l Bunlar ve benzerleri daha bir çok ayette Yüce Allah, Kur'arı'ı kendisinin indirdiğini; Rasülü Hz. Muhammed (s.a.v.)'de Kur'an'ın Allah tarafından kendisine vahyedildiğini açık bir şekilde ifade etmektedirler. Kur'an'ı, baştan sonuna kadar okuyan ciddi her araştırmacı bilim adamı, bu gerçeklerin gözden kaçmayacağını mutlaka bilir. (23) Necm, 53/34. (24) Şura, 42/7. (25) Yusuf, 12/3. (26) En'am, 6/19. --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - 8 5 - - VAHY OLAYlNDA Hz. PEYGAMBER'İN TERCİHİ SÖZKONUSU OLABİLİR Mİ? Vahy esnasında beşeri kuvvetleri adeta devredışı bırakılan Hz. Muhammed (s.a.v.), vahy zamanı ve gelip-gelmemesi gibi konularda da tercih sahibi değildi. Hazarda, seferde, gece, gündüz, uykuda, uyanıkken, yaz, kış, arzda, semada ... tüm zaman ve mekanlarda ve herhal-ükarda vahiy geliyor. Rasül için vahye hazırlanma veya bekleme imkan ve fırsa­ tı verilmiyordu. Bilindiği üzere ilk vahiy Hira'da ve Hz. Muhammed hiç beklemediği bir anda gelmiş, onun çok korkmasına sebep olmuştu. Aynı şekilde Fetratülvahy'de de Cebrail (a.s.). Allah Rasulünün, vahyin gecikmesi sebebiyle peygamberliğinden şüpheye düştüğü, vahyin gelmesini çok istediği, Hira'da duyduğu sesi iştiyakla beklediği halde vahiy gelmemişti. Ancak uzun bir süre sonra ve beklenmedik bir anda Cebrail, olanca azarnet ve heybetiyle Peygambere göründü ve bayılıp kendinden geçmesine sebep oldu!. Allah Rasülü, bi'setten sonra da peşpeşe gelen ve sıkışan vahiylerle günler yaşamıştır. Bu dönemde bile, vahyin gelmesini çok arzu ettiği, İlahi açıklamaya pekçok ihtiyaç duyduğu; adeta tehassürle vahyin gelmesini beklediği zamanlar oldu. Ama beklenen vahy bir türlü gelmedi. Mesela, Medine'den gelip Aslıab-ı Kehf, Zülkameyn ve Ruh'dan soran bir yahudi heyetine Hz. Peygamber, bu konuda Allah'ın iradesinin de kendi iradesi doğrultusunda tecelli edeceğini düşünmüş olacak ki: "Yarın gelin de sorduğunuz konularda size bilgi vereyim" demişti. Yarın ve pek çok yarınlar geçtiği halde, sorulan sorulara cevap teşkil edecek ayetleri Allah Teala bir türlü göndermemişti. Bundan dolayı Hz. Rasül çok sıkılmış, şımarıklıkları gün geçtikçe artan yahudi topluluğu ve münafıklar karşısında malıcup duruma düşmüştü!. Neticede, 15 gün sonra beklenen vahiy geldi, ama biraz da itab ve ikazla karışık olarak!. daralıp bunaldığı . .. ..U i.~ .:,1 'il , 1~ ..ill~ ~ü ~i (_r!J J_,ı; 'iJ "Herhangi bir şey hakkında, ben yarın şunu yapacağım deme! Çünkü Allah dilemedikçe sen hiç bir şey yapamazsın. İnşaallah yapacağım de ... "(27l Bu ayet, net bir şekilde ifade ediyor ki, vahy konusunda Hz. Peygamber, Allah'ın izni olmadıkça hiçbir etkinliğe sahip değildir. Medine'ye hicret ettikten sonra Hz. Peygamber tam 16 ay istemediği (27) Kehf. 18/23-24. - - 8 6 - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- halde Kudüs'e yönelip namaz kılmış ve sürekli olarak kıblenin değiştiril­ diği bildiren ayetlerin gelmesini beklemişti. Çünkü yahudiler o konuda lüzumsuz lakırdılar ediyor ve Hz. Peygamberin canını sıkıyorlardı: "Madem Allah, onu yeni bir din ile gönderdiyse, neden bizim kıblemize yönelip namaz kılıyor? Dini ayrı olduğu gibi kıblesi de ayrı olmalı değil miydi?" gibi. Fakat O (s.a.v.). bir gün çıkıp da: "Ben kıbleyi değiştirdim" diyemedi ve hep Allah'tan bekledi ve beklediği ayet de geldi: ... il.)-1 ~1 ~ ~-' J_,.; ~_;~~..,.:li. Wl~~-' ..,..ll; ~.S)~ "Zaman zaman gözünü semaya çevirip kıblenin değiştirilmesi hükmünün gelmesini beklediğini görüyoruz. Seni, istediğin kıbleye mutlaka çevireceğiz. Hemen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. "( 28l Bunlar ve benzerleri daha bir çok ayetten anlaşılıyor ki, vahyin gelip gelmemesinde Hz. Peygamberin hiçbir etkinliği sözkonusu değildir. Vahy, tamamen Yüce Allah'ın inisiyatifinde olup dilediği yer, zaman ve konuda O, ayetlerini indirir. Rasul'e düşen, sadece tebliğ görevidir!. .. (29l GARANİK HADİSESİ GERÇEK OLABİLİR Mİ? Kur'an'ı, Allah Rasulü tarafından istediği zaman değiştirebileceği, beayetler götürülüp yerine başkalarının getirilebileceği bir insan sözü olarak gören inkarcılar şöyle diyorlardı: "Kendilerine mana ve hükümleri apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman Ahiret günü, huzurumuzda hesap vereceklerine inanmayanlar diyorlardı ki, bize bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir."(30l ğenilmeyen Onlar, bu sözü söylederken bilmiyorlardı ki, insanların isteklerine göre ayet getirmek veya gelen ayetleri değiştirmek Allah'tan başka hiç bir kimsenin yapabileceği şey değildir. Peygamber de olsa, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e bu güç ve yetki verilmemiştir. Nitekim Yüce Mevla, onlara cevap olarak indirdiği ayetlerde Elçisine şöyle buyurmuştur: i>'- yl.k ı,!U ~.:_ıl Jl.;..l ~~ ı)l i.?>'-l.o ~~ ~1.:,1 ~ .LAJ.; ~ ..J..~.ıl.:_ıl J .)~ l.o j.i ~"De ki: Kur'an'ı değiştirmem benim için mümkün değildir. Ben ancak bana vahyedilene tabi olurum. Eğer Rabbime isyan eder, haddim olmayan şeyi yapmaya kalkışırsam, o büyük günün azabından korkarım. "(31 l Aynı ayeti takip eden kısımda da Allah Teala, o isteyerek şöyle buyurdu: inatçı kafirlerin akılları­ nı çalıştırınalarını (28) Bakara, 2/144. (29) Krş. Nur. 24/54; Ankebut, 29/ 18; Yasin, 36/17. (30) Yunus, 10/15. (31) Yunus, 10/15. --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - 8 7 - - 5.:,_,.l.L.; )U i 4-' .:r 1~ ~~.MJ '-i ~...)~ı ~J ~.ı.;).; L.. illi< L.;. _,J J..i A[[ah diıeseydi, ben size bu okuduklarımı okuyamaz ve öğrettik[erimi de öğretemezdim. Hem de ben, aranızda bir ömür yaşadım (benim okuma, yazma biımeyen bir ümmi o[duğumu ve böy[e bir Kur'an yazamayacağımı siz biliyorsunuz} buna raymen hiilii aldınız enniyor "De ki: Eğer mu?"(32J Bu ayetlerde müşrik ve münkirleri uyarmaya çalışan Hz. Muhammed (s.a.v.), Allah karşısında kendi dururrnınu gerektigi şekilde takdir ediyor, vahy konusundaki aczini itiraf ediynrdu. O, degil bir ayeti degiştir­ mek veya arzusuna göre ayet uydurma k; Hadis-i Kudsilerin dahi Kur'an'a karıştınlabileceginden korkarak oldukça titiz davranıyordu. Bu konuda vahiy katiplerini sık sık ikaz ediyor ve: "Sakın, benden Kur'an'dan başka bir şey yazmayın. Kim benden, Kur'an'dan şey yazmış ise, derha[ onu imha etsin"f33l şeklinde başka bir tenbihatta bulunu- yordu. Nakledildiğ;ine göre, Kureyş kabilesinden Ebu Cehil ve Ümeyye b. Halef Peygamber Efendimize geldiler ve dediler ki: "Ya Muhammed, gel, Hacer-i Esved'e dokundugun gibi bizim putlara da bir defa elini sür, biz de senin dinini kabul edelim" şeklinde imada bulundular. O da, kendisinin onlardan nefret ettigini Allah'ın bildiğ;ini, bir defa istilamda bulunmanın zararı olmayacagını düşünerek bu işe meyletmişti ki, Allah şu ayetlerini indirdi(34) . .MJ .0~ .:,1 ~_,.!_, , ~ .J_,.lX;~ 1~1_, ı_,.,l L:..,.l.ı: <.$?::J d:)ll.:..,.>-'1 1$.\JI ~.:li~ IJ~lS' .:,1_, .1~ L:..,J.ı:~ J.:f ~ ~..:;..WI~_,ö~I~.JL:J;~ 1;1 .~ ~~~~~..:;..;5 "Nerdeyse on[ar, sana vahyettiğimiz konuda seni jitneye düşürecek, biz hii[de, başkasını bizeuydurmaniçin seni aldatacak[ardı. Karşılığında da sana dost o[acakıardı. Eğer biz seni tutmayıp, seni sana bırakmış oısaydık, az da oısa, anıann dediğine mey[edecek ve istedik[erini yapacaktın. O zaman biz de sana hayatın ve ö[ümün azabını kat kat tattırırdık. Bize karşı seni kurtaracak bir yardımcı da bu[amazdın. "f35l vahyetmediğimiz Kendisi bir insan, görevi de sadece tebliğ; olan Hz. Peygamber, bu görevi hakkıyla eda edebilmek için gece-gündüz demeden var gücüyle çalı­ şıp çabalarken; bu uğ;urda müşriklerin haskılarına maruz kalıp tebliğ; (32) (33) (34) (35) Yunus, 10/16. Müslirn, Zühd, 3004. Taberi, Carniu'l-Beyan, XV /88. İsra, 17/73-75. - - 8 8 - - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM-- görevi, adeta tüm Mekkeliler tarafından engellendigi bir zamanda iki liderin gelip: "Eger bizim putlanmızı da istilam eder, elini sürersen, sana asla engel olmayacagız. Seninle dost olacagız." demeleri karşısında, İslam'ı teblig konusunda önüne çıkan tüm engellerin bir anda ortadan kalkacagı düşüncesiyle müşriklerin bu tekliflerine sıcak bakmış ve neredeyse söyledikleri şeyi yapmaya karar vermişti ki, Yüce Allah, o kadarcık da olsa, Hakkın kabulü için taviz verilmesine razı olmamış, bu konuda onların dostluk taleplerini reddetmiş, Rasulünü, istediklerini yapmaktan adeta dondurmuş ve arkasından da agır bir şekilde habibi Hz. Muhamed'i ikaz etmişti: ·0-'..f.'l> ~ .~>1 (.rO~ W •0.:J)I .ı..:.. ~ ~ ~~~.ı..:.. L;,i;. 'Y •J.....Jli'Y ~ ~ J_,.a; _,.ı_, "Eğer O, bizim hakkımızda bazı sözleri ayet diye uyduracak olsaydı, Biz onu sağ elimize alır, sonra da şah damannı kopanrdık. Sizden, O'nu bizim elimizden kurtaracak ve cezalandırmamızı engelleyebilecek, bir kimse çıkmazdı. "(36) Faraza, insanlar veya şeytanlar, Rasulullah'ı aldatsa veya gaflete düKur'an'a bazı sözler katacak olsalar. Mesela, iddia edildigi gibi, müşriklerin en büyük putları kabul edilen Lat, Menat ve Uzza için: "Onlar ilk kugulardır, onların da şefaatleri umulur" dedirtseler, böyle bir şey mümkün olabilir mi? denilse, yukarıdaki ayette de açık bir şekil­ de ifade edilmiştir ki, vahy konusunda Allah Azze ve Celle Şanuh, Rasulünü müstakil ve kendi reyinde serbest bırakmamıştır. O'nun koruyucusu olan Yüce Allah(3?J Kur'an'da kendi sözlerinden başkasının sözlerine yer verilmesine izin vermeyecektir. Nitekim aynı hususta Allah Teala özel bir ayet de göndermiştir: .;,~1 ~ı_., .JJI ~ ~j ı) .;,~1 ~1 ,_?.1~1 'YI~ 'Y_, JY"'.ı (.rO~ (.rO l:..l...~l ı..,_, şürüp .~ ~ .JJI_, .ı.J~T .JJI ~ ~ "Senden önce hiçbir peygamber ve nebi göndermedik lci, bazı ümniyyelerde bulunsun da şeytan onun ümniyyesine bir şeyler katmasın. Allah da onu nesh eder ve ayetlerini sağlamlaştınr. Şüphesiz Allah alım ve hakim'dir. "(38) Bu Ayat-ı Celilelerden açık bir şekilde anlaşılıyor ki, Allah'ın Rasulü ve Nebisi Hz. Muhammed (s.a.v.), vahyetme konusunda oldugu gibi gelen vahiyler hakkında da hiçbir tercih ve etkinlige sahip degildir. Vahy (36) Hakka, 69/44-47. (37) Hicr, 15/9. (38) Hac, 22/52. --KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - 89 - - tecrübesi O'na göstermiştir ki, Allah adına bir ayet uydurmak veya bir ayetin yerini değ;iştirmek, bu konularda hiçbir güç ve imkanı yoktur. O'nun böyle bir şeye cesaret etmesi dahi mümkün degildir. Şayet, tüm Mekke müşriklerinin müslüman olacagı mülahazasıyla aldatılmak istense ve aldatılsa bile, Yüce Allah ona o imkanı veremeyecegini iyi bilir. O halde, bütün bu açıklamalardan sonra biz soralım, Kur'an, Batılı oryantalistlerin yanlış olarak zannettikleri gibi Hz. Muhammed'in telif ettigi bir eser veya içine beşer sözü kanştırılmış bir eser olabilir mi? Garanik Hadisesi diye uydurulan şey dogru olabilir mi?. O, bir beşerin sözü olamaz. Ona insan eli uzanamaz. Onu hiçbir varlık, insan ve cin, degiştirip bozamaz. O, Allah'ın kelamıdır, Hz. Peygambere indiren O'dur, kıyametekadar koruyacak olan da 0 ... Sözlerimizi, Kur'an-ı Kerim'den Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz daki bir mesajla bitirmek istiyorum: hakkın­ . L....,J....; I~J ~ I_,.L, I_,.:...T ~.\.ll ~1 t. ~1 ı)... .:ı~ .~. .;-y._.J .JJI.:,I "Allah ve melekleri O'na saldt-ü selam ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na teslimiyetle salat ile selam getirin. "(39) Bu ayetin bizlere bir fariza olarak emrettigi "Allahümme salli, Allahümme barik dualarını; en azından Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed" şeklinde olsun, dilinizde tesbih, gönlünüzde zikir olarak taşıyınız. Mübarek ismi anıldıgı her seferinde O'na salat ve selamı asla ihmal etmeyin!. Allah'ın salat ve selamı sizlerin de üzerine olsun. (39) Ahzab, 33/56. - - 9 0 - - - - - - - - - - - - - - - K U T L U DOGUM--