İMAN HAYATI Aziz Cemaat! Allah Teala'nın biz insanlara lütfettiği sayısız nimetlerin en önemlilerinden biri şüphe yok ki, imandır. İman, insanın hem dünya, hem de ahiret saadetini sağlayan çok değerli bir manevi sermayedir. İslam Dini'nde imanın mühim özelliklerinden biri, kalbin derinliklerinde yerleşmesi, vicdanın onunla huzur bulmuş olmasıdır. İman, insan yapısında, istendiği zaman atılabilecek bir fazlalık değildir. O, manevi varlığın temel taşıdır. İnsan bütün yaratıkların efendisidir; çünkü şuur sahibidir ve tek yaratıcı olan Ulu Allah'ın aşkını taşımaktadır. İman nuruyla aydınlanmış kalp Allah Teala'nın "bakış yeri"dir. Bundan ötürü "Allah yapısı olan kalp, insan yapısı Kabe'den üstündür" denilmiştir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki bütün bu şerefler Allah'a samimi kul olmaya bağlıdır. Aziz Cemaat! Gerçeği yalnız akıl ile bilmek, Müslüman olmak ve iki cihan saadetine ulaşmak için hiç bir zaman yeterli değildir. Allah'a ulaştıran kurtuluş yolunda, içimizden gelen duyguları ve dıştan aldığımız, malzemeyi şuurumuzda işledikten sonra, onu iman haline getirmemiz, benliğimize malederek, samimiyetle yasamamız lazımdır. Açlığı ve susuzluğu bizzat yasamayan kimsenin aç ve susuzların halinden anlamayacağı gibi, din konulanın sadece bilen fakat yaşamayan kimse de dindar olamaz. Allah Teala Kuranı Kerim'inde kafirlerden bahsederken şöyle buyuruyor: "Ayetlerimiz bütün açıklığıyla onlara geldiği zaman, bu apaçık bir büyüdür, dediler. Vicdanları tam bir kanaat getirdiği halde, zulüm ve kibirleri yüzünden inat ederek bunları inkar ettiler". Başka bir ayetle de şöyle buyuruluyor: "Kendilerine kitap verdiğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar, O Peygamberi oğulları gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir takımı, bile bile Hakk'ı gizler". Dinin yapısını oluşturan iki unsurdan biri iman ise, ikincisi de ibadettir. Müslümanlıkta ibadet, imanın belirtisi, dindarlığın ikinci şartıdır. İman Allah'ı tasdik etmektir. İbadetse Allah'a kulluk etmektir. İbadet yapmadığı halde dindar olduğunu zanneden kimse, kendisini ve etrafındakileri aldatmaya çalışan kimsedir. İman mübarek bir ağaç gibidir; bu ağacın Allah'ın izniyle her mevsim verdiği meyveler, başkalarına iyilik ve merhamet gibi manevi meziyetlerdir. Bu üstün faziletler, davranışlarımıza şu üç şekilde akseder: 1. İçimizde bulunan inancı. "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh" kelimci şahadetiyle ilan etmek, 2. Bu inancın kuvveti ile Allah'ın emirlerine sarılmak, yasaklarından kaçınmak ve bunu gizli, açık, şahsi ve umumi işlerde, ibadette, muamelelerde, kısacası her yerde devam ettirmek. 3. Bu inancı yaymak, yani iyiyi, doğruyu yaptırmak, kötüden, yanlıştan sakındırmak. İkinci ve üçüncü grupta bulunan hususlar, yapılması güç olan şeylerdir. Gerçekten Allah'ın emirlerine uymak ve bunları başkalarına da telkin etmek nefsimizin ve arzularımızın kolaylıkla kabul edeceği şeyler değildir. Çünkü nefislerine, arzularına ve bilhassa hırslarına mağlup olanların bunların kumandasıyla hareket edenlerin yüceltildiği. Hakkın ölçüsü olarak kuvvetin kabul edildiği bir zamanda, bu genel atmosferden sıyrılıp doğru yolda ilerlemek az bir gayretle başarılacak işlerden değildir. Doğrusu, fikir ve söz iffetinin bulunmadığı, kelimelerin içine boş bir çuval gibi istenilen manaların yerleştirildiği ve "mızrak çuvala sığmaz" atasözüne rağmen, gerçeklerin örtülmeye çalışıldığı bir yerde. doğruya sahip çıkmak oldukça cesaret isteyen bir iştir. Fakat gerçek yol budur. Allah'ın n/ası bundadır. Hutbemizi Peygamber Efendimizin bir hadisiyle bitirelim: "Gönül huzuruyla Allah'ı Rab, İslam'ı din ve Hz. Muhammed (s.a.s.)'i Peygamber kabul eden kimse, imanın üstün zevkini tatmış demektir."