Köşe Yazıları – 15/11/2016 SABAH AB ne yaptığının farkında mı? Burhanettin Altun Trump'ın ABD'nin yeni başkanı seçilmesi ile Avrupa başkentleri hayli tedirgin. "Birlikte çalışma" mesajları verilse de derinlerde bir korku var. Korkunun tek sebebi NATO çerçevesinde savunma harcamalarının Avrupalı "müttefiklere" fatura edilecek olması değil. Zaten yükselmekte olan aşırı sağcı-popülist trendin Avrupa merkez siyasetini tümüyle etkisi altına almasından daha çok endişe ediliyor. Aslında Brexit'ten sonra Atlantik dünyasına hâkim olan yeni dalga Avrupa kıtasında da hayli yol aldı. Aşırı sağ liderler "liberal demokrasi" değerlerini hırpalayan kutuplaşmacı, dışlayıcı siyasetlerinde artık daha heyecanlılar. Şimdiden Trump'ın seçim kampanyasını yürüten ekiplerin peşine düştüler. Avrupa'da fay hatlarını tetikleyecek siyasi temaları köpürtme amacındalar. "Göçmen karşıtlığı" ve "ekonomik korumacılık" üzerine oturan bu dalga en çok da Batı'nın yumuşak gücü olan liberal değerleri aşındırıyor. "Liberal demokrasiler" hızla bahardan kışa giderken Avrupa Birliği'nin mevcut krizi de büyüme eğiliminde. Aslında Batı merkezli uluslararası sistem yeni bir dönüşümün eşiğinde. Brexit kararı ve Trump'ın gelişi ile "küreselleşmenin intikamının alındığı" ya da "antiküreselleşmenin kazandığı" görüşünde değilim. Daha ziyade Çin'in ve yükselen ekonomilerin küreselleşmeden daha çok kazandıkları tespitinden hareketle yeni bir form küreselleşme üretiliyor. Motoru çokuluslu şirketler olan ekonomik küreselleşme Batılı ulusdevletlerin ihtiyaçları, istekleri etrafında revizyona sokuluyor. Ancak bu yeni ekonomik -finansal revizyonun büyük güçlerin stratejilerini ve ittifak ilişkilerini etkilememesi düşünülemez. ABD, Çin, Rusya ve AB yeni bir ilişki düzlemine geçmek zorunda. Bu ilişki düzleminin Çin- ABD ikili ticari ilişkilerine meydan okuma getireceğini söylemeliyiz. "İşleri eve getirmeye" çalışan Trump içerdeki refahı düşürmemek için ucuz Çin malını da garantilemek durumunda. Çin'in ekonomik kayıplarını Pasifik'te askeri kazanımlarla dengeleme gayreti de beklenmeli. Yeni ABD başkanının olumlu söylemlerine rağmen Rusya- ABD ilişkilerinin gelgitler yaşaması mümkün. Trump'ın Avrupalı müttefikleri ile kuracağı yeni ilişki Rusya'ya Avrupa'yı daha fazla baskılama imkânı tanıyabilir. Bulgaristan'da Rusya'ya yakın adayın cumhurbaşkanı seçilmesi tekil bir olay değil. Bu yüzden revizyondan en çok etkilenen aktörün AB olması kuvvetle muhtemel. Değişen makro dengeler sebebiyle AB, birliğin siyasi- ekonomik istikrarını sağlamakta ve üyelerde yükselen popülist milliyetçilikleri yönetmede zor bir dönem yaşayabilir. İşte böylesi bir dönemde Türkiye-AB ilişkilerinin gergin bir seyir izlemesi oldukça sıkıntılı. AB'nin Alman kökenli siyasetçilerinin Türkiye'ye yönelik tehdit içeren söylemleri dünyadaki yeni gidişatı gündeme almayan, umarsız bir yönde gidiyor. Türkiye'nin zayıf yanı olarak tespit ettikleri ekonomiden baskı oluşturmaya çabalıyorlar. Avrupa'nın doğu kapısını tutan, göçmen akını sebebiyle anlaşmak durumunda olduğu bir ülkeyi ekonomi üzerinden "tedip" gayreti AB'nin istikrarını zaafa uğratır. Bu itibarla Avrupa Parlamentosu Başkanı M. Schulz'un "Türkiye'deki durum böyle devam ederseAvrupa ekonomik yaptırımlar dahil bazı önlemleri düşünmek zorunda kalacaktır" ve "Gümrük Birliği'nin genişletilmesi hayal olacaktır" cümleleri siyasi öngörüden uzak açıklamalar. Kaldı ki Türkiye'nin "müzakereleri durdurma" ya da "ekonomik yaptırımlar uygulama" tehdidine boyun eğmesi beklenemez. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan AB'ye teröre verdiği desteği hatırlattı ve restini çekti: "Ey Batı bu milletin kaderi sizin elinizde değil. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 Senin her yerin yaptırım olsa ne yazar? Yıl sonuna kadar bekleyelim, ondan sonra millete gidelim." Ne diyelim, Türkiye üzerindeki etkisinin sınırını bilmeyen, ortak menfaatleri uzun süredir görmezden gelen ve dahası istikrarının Türkiye'ninkine ne kadar bağlı olduğunu anlamayan AB siyasetçileri sağpopülist dalganın kendilerini tasfiyesini seyretme makamındalar. STAR Tanklar meydandayken Tankçı Kemal neredeydi? Lütfü Oflaz CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, demokratik rejimin tehlikede olduğunu düşünüyor olmalı ki, geçenlerde bu konuda iddialı bir laf etti. “ Demokratik rejimi korumak için bir bedel ödemek gerektiğinde, o bedeli ilk önce ben ödeyeceğim” dedi. Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz darbesinden aylar önce de buna benzer iddialı bir laf etmişti. “ Darbe olursa, tankların karşısına ilk önce ben çıkarım” diye esip gürlemişti. Onun bu sözlerinin üzerinden aylar geçti; geldi 15 Temmuz akşamı. Darbeciler harekete geçti; tanklar caddelere, meydanlara çıktı. Derken milletin bir kısmı caddelere, meydanlara akıp tankların karşısında durmaya başladı. Millet göğsünü siper ederek tankları durdurmayı başardı. Tankları durdurmakla da yetinmedi; onların üstüne çıkarak tankları teslim aldı. Tanklar milleti teslim alamamış, millet tankları teslim almıştı. Peki tüm bunlar olurken, aylar önce “ Darbe olursa, tankların karşısına ilk önce ben çıkarım” diyen Kemal Kılıçdaroğlu ne yapmıştı? Bırakın tankların karşısına çıkmayı, ortalığa çıkma cesareti bile gösterememişti. Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz darbe gecesi CHP’ li Bakırköy Belediye Başkanı’ nın evinde gizlenmişti. Geceyi o evde geçirmişti. Darbenin başarısız olacağının anlaşıldığı saatlerde de gizlendiği yerden yaptığı yazılı açıklamayla, darbelere karşı olduğunu belirtmişti. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’ nun darbelere karşı olduğunu belirten açıklaması inandırıcı değildi. Örneğin 15 Temmuz darbesini Fetullahçılar değil de Atatürkçüler yapsaydı, Kemal Kılıçdaroğlu bu tür bir darbeye karşı çıkar mıydı? Nitekim Kemal Kılıçdaroğlu’ nun başında bulunduğu CHP’ ye en çok oy veren büyük kentlerin zengin semtlerinin ahalisi, önce 15 Temmuz darbesini Atatürkçü bir darbe sanıp alkışlamışlardı. Belli ki 27 Mayıs türü Atatürkçü bir darbe olsa, Adnan Menderes gibi Tayyip Erdoğan’ ı da asacak bir darbe olsa, bunu da alkışlayacaklardı. Tıpkı 27 Mayıs darbesi sırasında yaptıkları gibi caddelere, meydanlara dökülüp tanklara destek olacaklardı. Halk Partisi Tank Partisi olacaktı! Kemal Kılıçdaroğlu da Tankçı Kemal olacaktı! Onun içindir ki, 15 Temmuz darbesinden aylar önce Kemal Kılıçdaroğlu’ nun, “ Darbe olursa, tankların karşısına ilk önce ben çıkarım” demesine gülüp geçmiştim. Hatta o günlerde kendisine, “ M adem darbe olduğunda tankların karşısına çıkacaktın da, bundan önceki darbelerde tankların karşısında beni niye yapayalnız, tek başıma bıraktın” diye seslenmiştim. Evet, “ Darbe olursa, tankların karşısına ilk önce ben çıkarım” deyip de 15 Temmuz’ da darbe olunca gizlenecek ev arayan Kemal Kılıçdaroğlu, şimdi yine iddialı bir laf etti. “ Demokratik rejimi korumak için bedel ödemek gerektiğinde, o bedeli ilk önce ben ödeyeceğim” dedi. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 Elbette ki demokratik rejimi, onu yok etmek isteyenlerden korumak için gereken bedel ödenmelidir. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu, bu konuda hiç inandırıcı değildir. Bir insanın geçmişte yaptıkları, gelecekte yapacaklarının da göstergesidir. Kemal Kılıçdaroğlu, geçmişte ne yaptıysa gelecekte de onu sergileyecektir. Demokratik rejimi korumak için bedel ödemek gerektiğinde, kim bilir kimin evinde gizlenecektir? STAR AK Parti ve MHP: Tuzaklara dikkat Hüseyin Gülerce 15 Temmuz 2016, Türkiye’ de bilhassa siyasi yapının yenilenmesi ve ülke yönetiminde köklü değişiklik açısından bir milattır. Bunun da en önemli işareti, Başkanlık Sistemine geçiş çalışmalarıdır. Başbakan Yıldırım ile MHP Genel Başkanı Bahçeli’ nin geçen hafta yaptıkları görüşmede bu yönde büyük ilerleme sağlandı. Sayın Başbakan, “ Bu konuda MHP ile beraber anayasa değişikliği yapacağız ve Başkanlık Sistemini hayata geçireceğiz. Önce Meclis’ e götüreceğiz, sonra sahibine götüreceğiz” dedi. Sayın Bahçeli de “ İnanıyorum ki ülke ve millet hayrına güzel gelişmelere vesile olacaktır” açıklamasını yaptı. Dün de Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Sayın Numan Kurtulmuş; “ MHP ile görüşmeler sürüyor. 330’ u bulduğumuz anda Meclis’ e getireceğiz” dedi. Bu yerli/milli mutabakatın, MHP’ nin duruşuna, ilkelerine, ülküsüne ters bir ruhu, MHP tabanını rahatsız eden bir çerçevesi olmayacaktır, olamaz. MHP, siyaset üstü bir anlayışla -ki, MHP’ ye yakışan da budur- Türkiye’ nin önünü açma fırsatını değerlendirmektedir. Neticede referandumda millete gidilecek, kararı millet verecektir. Başkanlık sistemine en çok karşı olan CHP ve HDP… HDP’ nin, Kürt siyasi hareketinin ve PKK’ nın korkusunu anlamak zor değil. Başkanlık Sisteminde paralel yapıların hiç şansı olmayacaktır. (Bu arada kökünün kazınacağını iyi bildiği için FETÖ de başkanlık sistemine karşı ve “ Erdoğan diktatör olmak istiyor, Türkiye’ yi NATO’ dan çıkarmak istiyor” korosunda yerini alıyor.) CHP’ ye gelince, Başkanlık Sisteminde bugünkü siyasi tercihler açısından CHP’ nin kazanması ihtimali hiç yok. Ancak Başkanlık, ikili bir sistem getireceği için CHP, HDP oylarına şimdiden talip olmaya başladı. HDP milletvekillerinin tutuklanmasından hareketle CHP’ nin, Cumhuriyet’ in temel ilkelerini savunuyor görünmesine rağmen bölücü terörü destekleyenlere sahip çıkması bir intihar girişimine benziyor. Çünkü CHP tabanı bu konuda asla parti yönetimi gibi düşünmüyor. HDP milletvekillerinin terörist tabutlarını omuzlamaları, polisimizi tokatlamaları, devlete meydan okumaları CHP tabanını, en az AK Parti ve MHP tabanı kadar rahatsız ediyordur. Ancak Kılıçdaroğlu yönetimi, siyasi hayatı eriyen HDP oylarına, Kürt siyasi hareketinin oy tabanına göz dikmenin dışında, bugün CHP için bir çıkış yolu da görmüyor. Belli mi olur, bakarsınız CHP ile HDP, birleşmenin yollarını da ararlar… Cumhuriyeti kurmakla övünen partinin girdiği çıkmaz sokağı görüyor musunuz? Başkanlık Sistemi yolunda AK Parti ve MHP’ nin omuz omuza vermesi, yola döşenecek mayınları düşündüğümüzde sıkıntılı bir süreci de işaret ediyor. ABD ve Avrupa Birliği’ nde belli mihraklar, içeride de CHP ve HDP Başkanlık Sistemi mutabakatını çelmelemek, dinamitlemek için ellerinden geleni yapacaktır. Nifak cephesi, daha bugünden MHP’ nin içini karıştırmak ve tabanı tahrik etmek için harekete geçti. Devlet ve millet hayatını ilgilendiren temel meselelerde Sayın Bahçeli hep sağduyudan, milli vicdandan yana oldu, basiretle davrandı. Partisi üzerinde oynanan oyunları yine bozacaktır. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 AKŞAM Elinde tuzluk acur bekleyenlerin sosyolojik analizi Markar Esayan ABD’ de Trump’ ın seçilişiyle birlikte başlayan sokak protestolarının, açığa çıkan nefretin ve şiddet eğiliminin bazı nedenleri üzerinde durduk dün. Evet, algılarımızla oynanmaktadır. Bu modern zamanda demokrasinin gelişimiyle paradoksal biçimde ortaya çıkan bir durum. İletişim devrimiyle çok karmaşık katmanların altına gizlenen bir meşruiyet ihtiyacını giderme yöntemidir algı mühendisliği. Çünkü dünyamızda artık toplumsal meşruiyeti olmayan bir şeyi yapmak mümkün değildir. Demokrasiler geliştikçe otoritenin kaynağının millet olduğu tezi kabul görmüştür. Halkın hilafına açıkça hareket edenler ise meşruiyetlerini yitirir, etkili olamazlar. O zaman, halkın onların istediği gibi düşünmesini sağlayacak mekanizmalara ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimi, endüstri toplumu ve finans piyasalarının gelişmesiyle birlikte de dünyada bulunan hammaddelerin ve bu hammadelerin mamule dönüştürülüp satılmasıyla açığa çıkan para miktarının belirli merkezlerde toplanması için amansız bir mücadele başladı. Bu noktada devletlere büyük miktarlarda borç verecek duruma gelen bankerler, bugünün finans oligarşini kurdular ve ulus devletlerle rekabet etmeye başladılar. Evet, medya ve sivil toplum kuruluşlarını kuruyor, güdülüyor ve bugünün kadife devrimlerini yapacak toplumsallık üretiyorlardı. Ancak, Mısır, Brezilya, Ukrayna, Gezi ve şimdi ABD’ de ortaya çıkan küçük burjuva “isyan”ının birbirine bu kadar çok benzemesinden çıkaracağımız bir sonuç yok mu? Özellikle sol eğilimli, kadın, yüksek eğitimli ve ekonomik olarak daha rahat maaşlı kesimler, bunlara eklemlenen özerklik isteyen etnik gruplar, eşcinseller vs… Çözmesi zor, demokrasi söylemleri kullanan, ortalığa epey miktarda dolar süren bir algı operasyonu söz konusu; ancak bu algıya hazır durumda bekleyen bir kitle de var. Bunlar genel olarak Aydınlanma/Modernite’ nin beden ve ruh olarak parçaldığı İNSAN’ ın beden kısmında kalan ve tamamen devşirilmiş olan kesimler. Cemaatten, geleneksel değerlerden, üst anlam ufuklarından ve dinden kopmuş vaziyetteler. Çoğu atomize olmuş bireyler. Özgürlük vurgusu merkezde. Serbest yaşam çok önemli. Tüketim toplumunun ana omurgası onlar. Bu arada finsans piyasası ve özgürlük söylemi üreten yapılarda (medya/STK/çevrecilik/sendikalar/kadın hareketleri/LGBT vs) ya anlam/kimlik peşindeler ya da doğrudan onların çalışanı durumundalar. Habitatları bu şekilde oluştuğu, bunun dünyadaki en mükemmel yaşam biçimi olduğuna iman ettikleri için (onların metafiziği de bu) asla başka türlüsünü düşünebilecek esnekliğe sahip değiller. Kibirleri buradan geliyor. Dinin dönüşü tüm bunların yitirilmesi demek. Sosyalist gruplar ve etnik özerklik peşindeki AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 yapılar bunların silahlı gücüne dönüşmüş durumda. PKK’ ya olan sempatileri bundan. Fazlaca konformist oldukları için hayatta ödeyebilecekleri bedelin sınırı polis gazı yemek. Oradan sonrasını terör örgütleri üstelenmek durumunda ve buradaki işbölümünde onlara düşen görev, bu terör örgütlerine medya ve STK’ ları ile meşruiyet/koruma sağlamak. Son olarak, tepkinin bu kadar şiddetli olması, algı/iktidar mekanizmalarının dezavantajlı geniş kesimleri susturmaya artık yetmiyor olması. Değişimi hissediyor ve korkuyorlar. Çürümüş bir sistem olduğu için büyük liderler artık oradan değil, ahlaki üstünlüğü ele geçiren beriki taraftan çıkıyor. Burada en çok dikkati çeken küresel lider Erdoğan. Bu nörotik ruh durumu nedeniyle bir paratoner gibi tüm nefreti üzerine çekiyor. YENİ ŞAFAK “Olağanüstülükler çağı” başladı. Bu tehdit ABD ve AB’yi vuracak… İbrahim Karagül Bir “olağanüstülükler çağı” na girdik. “ Sıradışılık” ların öne geçeceği, ülkelerin ve küresel ölçekte gelişmelerin belirleyicisi olacağı bir döneme girdik. 21. yüzyıla, ikinci çeyreğine, bu dönemde yaşadıklarımıza, dünyanın içinde bulunduğu bunalım ve çözülme işaretlerine ne isim verilirse verilsin, bu dönemin, yakın geleceğin tek özelliği olacak; o da olağanüstülüktür. Bunun sonuçları, uzantıları, yansımaları sıradışılık şeklinde gelişecektir. Ülkeler, liderler, kitleler, politikalar, güçlerarası ilişkiler, küresel sisteme dair hemen bütün gelişmeler bu olağanüstülükler çerçevesinde gelişecektir. Şok edici müdahaleler.. Bundan sonra kimse, çokuluslu ortaklıklardan, küresel üst yapılardan, çok katılımlı ittifak ilişkilerinden, bugüne kadarki ezberlerinden, siyasi teamüllerden, uluslararası sözleşmelerden, geleneksel güç ilişkilerinden beklenti içine girmesin. Merkez güçlerde, çevre ülkelerde radikal atılımlar, güç haritasını yerle bir edecek çıkışlar, şaşırtıcı hareketler göreceğiz. Soğuk Savaş dönemini, ondan sonraki yirmi beş yılı adeta zihinlerimizden silecek, güç ve kaynak eksenli şok edici müdahaleler göreceğiz. Dünya genelinde güçler arası örtülümücadelenin, hesaplaşmanın açık çatışmaya, hesaplaşmaya dönüştüğüne tanık olacağız. Her ülke savunma kalkanını indirecek Devletlerin merkez iktidar alanının alabildiğine güçleneceğini, çevre unsurların hızla zayıflayacağını, ülkelerin korumacı ve savunmacı bir çizgiye çekileceğini göreceğiz. Bu tehdit algılamalarına bağlı olarak demokratik değerlerin zayıflayacağını, özgürlük alanlarının maalesef daralacağını göreceğiz. Başta merkez ülkeler olmak üzere, küresel iktidar alanını şekillendiren güçler; ABD, Avrupa'nın merkez ülkeleri, Asya'nın öne çıkan güçleri güvenliği öne çıkarıp ülkelerin savunma kalkanlarınayatırım yapacak, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana öne çıkan siyasi söylemleri anlamsızlaştırıp, eski hesaplarını öne çıkaracak. Birçok ülke içe kapanıp varolma arayışına odaklanacak. Sert rüzgarlar bu sefer merkez ülkeleri vuracak Çok sert bir rüzgar yaklaşıyor. Konforumuz AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 bozulsa da, zihinlerimiz karışsa da, endişelerimiz artsa da, huzurumuz kaçsa da bu eğilimi görmek, dikkate almak, hazırlıklı olmak zorundayız. Bu sefer yaklaşan tehditler sanıldığı gibi çevre ülkeleri değil, doğrudan merkez güçleri hedef alıyor. Küresel ekonomiyi, kaynakları, güç ilişkilerini yönetenleri hedef alıyor. İçe kapanmanın, merkezileşmenin en radikal şekli belki de bu ülkelerde görülecek. On yıldır ABD'nin, İngiltere'nin, Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkelerinin olağanüstü hal yasalarını, sıkıyönetim yasalarını değiştirmelerinin, kriz dönemlerinde yaşanacak muhtemel sosyal patlamalar için hazırlık yapmalarının, bankaların kontrol altına alınmasına ve askerin iç güvenlikte kullanılmasına dair düzenlemelerinin sebebi bugünlerde anlaşılıyor. Önceleri sadece ekonomik krize hazırlık çerçevesinde değerlendirdiğimiz bu düzenlemelerin daha kapsamlı, daha büyük krizlerle alakası olduğu şimdilerde daha bir belirgin hale geliyor. ABD bunalımların kaynağı haline geldi Düşünün, 21. yüzyılın başında ABD tek süper güçtü ve bütün dünya tereddütsüz arkasına sıralanmıştı. Yeni dünya düzeni ABD liderliğinde kurulacaktı. Oysa bugün ABD'nin böyle bir kredisinden kimse söz bile etmiyor. Dünyaya verecek kredisi, güvenilirliği kalmadı. Hiçbir ülke, müttefikleri bile, ABD'nin kendisine gelecek güvencesi vermediğini, bencilce kendi geleceğine yatırım yaptığını, savunageldiği her şeyi bir kenara itip dünyanın büyük bölümünde bunalımların kaynağı haline geldiğini gördü. Avrupa Birliği değerler pazarlayan bir imparatorluk olarak biçimlendirildi. Dünyaya pazarladığı tek şey demokrasi ve özgürlüklerdi. Ekonomik bir güçtü ama siyasi bir gücü hiç olmadı. Kendini savunacak ortak orduyu bile kuramadı, ABD himayesine sığındı. Baltıklardan Suriye sınırına uzanan bu yeni Roma İmparatorluğu, İkinci Dünya Savaşı'nda sonra inşa ettiği yer şeyi, bütün değerleri birkaç yılda silip attı. Artık AB ülkelerinden bu değerlere dair tek söz bile duyamazsınız. Ayarları bozuldu, hiçbir ülkeye saygı duymadılar Sınırlı bir ekonomik kriz hem ABD'nin hem de AB'nin ayarlarını bozdu. Krizin üstesinden gelemediler, gelmediler. Çünkü ekonomik krizin çözümü ekonomik iktidarın paylaşımını zorunlu kılıyordu. Krizin sebebi de bu paylaşımın yapılmamış olmasıydı. İki güç de ekonomik iktidar alanının paylaşılmasının Atlantik İttifakı'nın tek merkezli küresel iktidarın parçalayacağını çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden paylaşma yerine çatışma ve tehditleri tercih ettiler. Bu da dünya genelinde güvensizliklere, küresel güç ilişkilerinde derin kırılmalara yol açtı. Bugün uluslararası sistemi rehin alan sert iklimin tek sebebi budur. Bu ülkeler Latin Amerika'ya saygı duymadılar, Rusya'ya saygı duymadılar, Çin'e saygı duymadılar. Türkiye, Hindistan gibi ülkelere saygı duymadılar. Onlarla hiçbir şeyli paylaşmadılar. 19. ve 20. yüzyılda olduğu gibi yine onlara tepeden baktılar, onları kontrol altında tutmaya çalıştılar. Oysa dünya değişmiş, yeni güçler sahneye çıkmıştı. Şimdi dünya intikam alıyor ABD ve AB'ye rağmen bu güçler teknolojide, sermayede, savunmada, insan kaynağında inanılmaz bir yükseliş içindeydi. Atlantik ittifakı bu yükselişi kontrol altına alabileceğini, yönetebileceğini, yönlendirebileceğini, tehdit olmaktan, rakip olmaktan çıkarabileceğini sandı. Belki de son yüz yıldır yaşadıkları en büyük AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 yanılgı buydu. Dünya yükselirken onlar duraklama dönemine girmişti. Dünyanın ortak aklını alt edemeyeceklerini, eski dünyanın intikam alacağını okuyamamışlardı. Duraklama bir süre sonra gerilemeye dönüşecek, Atlantik kendi içinde bölünmeler yaşayacaktı. Nitekim bugün AB kendi içinde parçalanmaktadır. Avrupa ortak kimliği çok ağır yara almıştır, birlik sadece bir Alman imparatorluk projesine indirgenmiştir. Türkiye'nin yükselişi Avrupa'yı korkuttu.. Birçokları, Türkiye'nin yaşadığı sıkıntıların sadece Türkiye'ye özgüolduğunu sanıyor. Yüz yıl sonra küllerinden dirilen, yeşeren, kendi ayakları üstüne durabilen, küresel iktidar alanında varolmak için büyük bir mücadele başlatan, siyasi liderliği ile, devlet aklı ile, kadrolarıyla, kitlesel desteği ile şaşırtıcı bir ivme yakalayan Türkiye'yi yeniden cephe ülkesi yapıp bir köşeye sıkıştırmadüşüncesi artık başarılı olamayacaktı. ABD de, AB de Türkiye'yi böyle algıladı, yeniden yükselişini hiçbir zaman hazmedemedi, bir kez daha rehin almak için Gezi'yi, 17-25 Aralık'ı ve son olarak 15 Temmuz saldırısını planlayıp uyguladı. 15 Temmuz Türkiye'ye yok etme düşüncesiydi ve tarihimizdeki en ağır saldırılardan biriydi. Aynı ABD ve AB, müttefikleri olan Türkiye'nin yükselişinden öylesine ürkmüşlerdi ki, terör örgütlerini kayıtsız şartsız destekledi ve Türkiye'ye saldırttı. Terör örgütlerini yardıma çağırdılar Bu durum ABD ve AB'nin, AB içinde Almanya'nın ekseninin nasıl kaydığına, gözlerinin nasıl döndüğüne, merkez güç olma reflekslerini nasıl kaybettiğine, PKK ve FETÖ gibi terör örgütlerine bu kadar açıklıkla sahip çıkarak terörden nasıl da medet umduklarına açık bir delildir. Bu durum aslında uluslararası sistemin çöktüğünün, bu sistemi ayakta tutanların çöktüğünün işaretiydi. Terörle mücadeleyi küresel siyasi söyleme dönüştüren güçlerin aslında küresel terörün mimarları olduğunun açığa düşmesiydi. Böyle bir durumda Türkiye için AB'nin hiç bir değeri kalmamıştı. Türkiye-ABD derin ilişkileri de sorgulanmaya muhtaç hale gelmişti. Bu gerçekler sanıldığı gibi Türkiye'ye zarar vermedi, onu güçlendirdi. Yeni “ olağanüstülükler çağı” na hazırlıklı girmesini sağladı. Dünya bu sert iklime girerken Türkiye birçok cephedehazırlıklarını tamamlamış, bir çok alanda mücadelesini vermişti. Belki de en tecrübeli ülke, en az şok yaşayacak ülke haline geldi. Almanya teröre açık destek verdi ABD'nin FETÖ artıklarını korumaya aldığı, AB'nin bütün terör örgütü taraftarlarına ev sahipliği yaptığı, bu yönde çağrılarda bulunduğu bir dönemde iki güçle ilişkiler de daha rasyonel bir zemine oturmak zorundadır. Almanya'da çıkarılan PKK gazetesi, teröre şehit verdiğimiz Derik Kaymakamı Muhammet Fatih Safitürk için “Makamı başına çöktü” diye başlık atabiliyor ve bu yayına Almanya izin veriyorsa, bu açık bir düşmanlıktır. Bu ayrıca, Almanya'nın açıktan terör ülkesi ilan edilmesi için, terör saldırılarından suçlanması için bir gerekçedir. Böyle bir durumda biz, Türkiye içindeki terör saldırılarında Alman istihbaratının parmağı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. PKK unsurlarını ülkesine çağıran Almanya'nın Türkiye'ye saldırdığınırahatlıkla söyleyebiliriz. “ Olağanüstülükler çağı” ABD ve AB'yi sarsacak AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 Yeniden “ olağanüstülükler çağı” na dönelim. bunalımlara sahne olabilir. ABD'de Donald Trump'ın seçilmesi bunun göstergesidir. Şaşırtıcı, sıradışı uygulamalara hazır olun. Avrupa'da aşırı sağın yükselmesine, seçim sonuçlarında öne çıkmasına, ırkçı dalgaların Avrupa'yı ele geçirmesine hazır olun. “ İslam kendi içinde savaşacak” diyenler, Avrupa'nın kendi içinde çatışmasına hazır olsun. Biz krizlere hazırız. Ne olabileceğini öngörüyoruz, devlet-toplumolarak kenetlenmeye çalışıyoruz. Türkiye'nin yönü 15 Temmuz gecesi belirlenmiş, yolu çizilmiştir. Bu yönde hazırlık yapılmıştır, içerideki istihbarat aparatları temizlenmektedir. Bu yoldan dönüş olmayacaktır. Yaşadığımız coğrafyada ülke haritalarını yeniden çizip şehir devletleri kurmaya çalışanlar da, Atlantik'in iki yakasının dünyanın en korkutucu kriz bölgeleri olmasına hazır olsun. Olağanüstülükler çağı bizim coğrafyada değil Atlantik'in iki yakasında başladı. Rusya, Çin hatta Türkiye'nin, ABD ile ilişkileri “ onarma” umutlarını ifade eden açıklamalarına dikkat edelim. Bu “onarma”dan söz ediliyor. Sadece bu bile, Barack Obama döneminde ABD'nin bir çok ülke ile ilişkilerinde nasıl bir deprem yaşadığınıngöstergesidir. Bir şeyler ters gitti, ABD'nin kendi müttefikleri üzerinde bile kredisi aşındı. Türkiye açısından bakıldığında Washignton'ın terör örgütlerini NATO müttefiklerine tercih etmesi, derin bir çatlağa neden oldu. Özellikle PKK/PYD'yi Türkiye'ye karşı müttefik ilan eden açıklamalar, tarihi nitelikteydi ve çok büyük bir sapmaydı. Ancak ben, ilişkilerin düzelmesinden çok ayrışmanın daha da büyüyeceğini, bunu Trump'ın engelleyemeyeceğini düşünüyorum. Çok devletli kıyamet.. Önümüzdeki dönemde Ortadoğu'da düşük yoğunluklu çatışmalardevam ederken, Atlantik çevresinde çok cepheli, çok devletli kıyametin kopmasına da hazır olun. ABDAvrupa ayrışması, AB içinde ayrışma, AvrupaRusya gerilimleri öne çıkabilir. Doğu AvrupaBaltık bölgesi ile Pasifik bölgesi büyük Moral bozucu olduğunun farkındayım. Ama İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana uluslararası sistemin bu kadar dağıldığına, tehlikenin bu kadar büyüdüğüne hiç tanık olmadık. MİLLİYET AB (Almanya) aslında ne istiyor? Cemil Ertem Türkiye ve Avrupa Birliği’nin 53 yıldır süren entegrasyon sürecinin sonuna mı geliyoruz? AB Komisyonu’nun 2016 yılı İlerleme Raporu’nu belki tek kelimeyle (Türkiye’yi) anlamama raporu olarak anlatabiliriz. Aslında bu “anlamama” hali, AB’nin özellikle tercih ettiği politik bir duruş. Aslında AB, Türkiye’de neler olup bittiğini, Türkiye’nin nereye gittiğini çok iyi anladığı için “anlamama” üzerinden Türkiye ile ilgili eski ezberleri tekrar edip duruyor. Ancak biz, 15 Temmuz sonrası, Türkiye’nin attığı adımlar konusunda AB’nin endişelerinin (!) arkasındaki gerçekleri biliyoruz. Türkiye’de FETÖ gibi paralel devlet yapılanmalarının temizlenmesi ve PKK terörünün “sivil” ayaklarıyla mücadele, mülteci sorununun Almanya’nın istediği -dayatmaya çalıştığı- gibi çözümlenmemesi, AB’de müzakereleri dondururuz, hatta ekonomik ambargoya gideriz seslerinin yükselmesine neden oldu. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 AB “liderliği” Öncelikle bu tehdit kokan açıklamalarının AB’nin şu anki boyunu aştığını söyleyelim. Burada özellikle üzerinde durmamız gereken AB’nin, tam şu sıra “sınırları” neden böyle zorlamaya başladığıdır. savaşla değil de, ekonomik gücüyle yapmayı denemeye başladı. Bütün bu süreçte Gazprom’un yatırımları ve Avrupa’ya yayılması Almanya üzerinden oldu. Almanya, Ukrayna ve Kırım sorunlarında da Rusya’nın önünü pek kesmedi. Türkiye “sorunu” “Tarihsel olarak AB içerisinde iki liderlik modeli gelişti. Avrupa Komisyonu, ilk modeli sunmaktadır. Bu durum, Avrupa entegrasyonunun başlangıcında (1950’li yıllar) ve en çok Jacques Delors başkanlığı döneminde (1980’li yıllar) olmuştur. Keza bu dönemde AB içinde ortak pazar doğmuş ve tek para birimine geçiş süreci başlamıştır.” İkinci liderlik modeli ise Fransa-Almanya liderliğidir. Bu model, Fransa’nın siyasi, Almanya’nın ekonomik liderliği üzerine oturmuştu. Bugün bu iki model de geçerli değil, AB tek devlet tarafından yönetiliyor: Almanya...” (Romanova, Le Monde Diplomatique, Ekim 2106). Bu tespiti şöyle de doğrulayabiliriz; AB’nin ekonomik başkenti AB Merkez Bankası’nın da olduğu Frankfurt’tur. Siyasi başkent de, hemen Almanya-Fransa sınırındaki Fransız kenti Strasbourg’dur. Ancak bu ikili liderlik, doksanlı yılların hemen başında Almanya’nın Doğu Almanya’yı içine almasıyla çözülmeye başladı ve ortak para birimi euro’nun da yeni yüzyılın başında doğmasıyla fiili olarak dağıldı. Almanya hem siyasi hem de ekonomik liderliği ele geçirdi. Doksanlı yıllarda Doğu Avrupa’daki iç savaşlar, Yugoslavya’nın parçalanması esasında AB’nin parçalanması ve AB entegrasyonun ve bu entegrasyona bağlı genişlemenin fiili olarak bitmesidir. Bu tarihten sonra Birliğe katılan küçük Doğu Avrupa ülkeleri gerçekte, doksanlı yıllarda başlayan Alman genişlemesinin adımları olarak AB üyesi oldular. Almanya burada, 2. Dünya Savaşı öncesi temel hedefi olan Rusya enerji kaynaklarına erişmeyi ise, bu sefer Ancak Türkiye’nin son on yılda hem pazar hem de enerji alanlarında hızla ayağa kalkması ve Kafkasya, Ortadoğu, Akdeniz enerji kaynaklarına ulaşıp bunları ticarileştirmesi, Ortadoğu, Kafkasya ve Afrika pazarlarında Almanya’ya rakip olmaya başlaması Türkiye-AB (Almanya) ilişkilerini yeni -gergin- bir döneme taşıdı. Özellikle, artık bugün 15 Temmuz’un öncüsü bir tezgâh olduğu belli olan uçak krizinin aşılması ve Rusya ile ilişkilerin düzelmesi, aynı tarihlerde İsrail ile buzların erimeye başlaması, AB’yi (Almanya’yı) hem enerji hem de pazar alanlarına ulaşmada potansiyel bir krize doğru yola çıkardı. Çünkü Türkiye, güneyde Güney Gaz Koridoru ile güney enerji geçişlerini denetlerken, kuzeyde de Türk Akım’la kuzey enerji geçişlerini -Ukrayna’yı da pas geçerekdenetliyor olacaktı. Ayrıca çözülmeye doğru giden Kıbrıs meselesi ve İsrail ile düzelen ilişkiler, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarını ve Akdeniz ticari çevrimini Türkiye’ye doğrudan bağlayacaktı. Tabii bütün bunlara ilaveten mülteci sorunu da Türkiye’nin kendi doğusuna doğru, Türkiye merkezli bir entegrasyonu öne çıkartıyordu. AB (Almanya), mülteci sorununu AB’nin çözer görünmesini ama yükü Türkiye’nin omuzlamasını istedi. Türkiye bir önceki hükümet döneminde bu tuzağa düşüyordu. Ancak bu da Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan dönünce, AB (Almanya) bütün oklarını Türkiye’ye yöneltti. Ambargo (mu) AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ Köşe Yazıları – 15/11/2016 Şimdi AB, (Almanya) müzakere başlıklarının dondurulması, ekonomik ambargo gibi boyunu aşan cümleler kuruyor. Öncelikle ekonomik ambargo AB’ye Türkiye’den daha fazla zarar verecek bir adım olur. Türkiye’nin, GB içerisinde olduğu da burada unutulmamalıdır. Öte yandan, Obama döneminde planlanan ancak daha Trump seçilmeden suya düşen Trans Atlantik Yatırım ve Ticaret Anlaşması’nın (TTIP) Trump’la da iyice gündemden düşmesi, AB’nin güçlü bir Türkiye istememesi için çok önemli bir nedendir. Çünkü, TTIP’ın kurgusu AB (Almanya)-ABD arasında doğrudan imzalanacak bir anlaşmaya yani ticari entegrasyona dayanıyordu. Burada Türkiye olmayacak ve zaten GB içinde olduğu için, sanayisini ve ihracatını AB’ye bağlamak zorunda kalacaktı. Bunun siyasi sonucu da Türkiye’nin Almanya’nın periferisi olacak kadar siyasi inisiyatifi kaybetmesi olacaktı. Yani Almanya ve ABD, yeni ama Yugoslavya kadar kanlı olmayan bir Türkiye Balkanizasyonu gerçekleştireceklerdi. Tabii ki 15 Temmuz’a bir de tam buradan bakmak gerek. Sonuçta, AB (Almanya) ne müzakere başlıklarını dondurabilir ne de ekonomik ambargo gibi boyunu çok aşan bir yönteme başvurabilir. Ama çok farklı ve yeni “şeyler” deneyeceklerinden şüphemiz yok. AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ