20.08.2017 Sayı -16- Sedasyon » 3 Derginin amacı içeriği ve iletişim bilgileri... » Bilim 4-5 Bilimsel faaliyetler ve sağlıklı yaşam üzerine... » Felsefe 6-7 Düşünce tarihi ve filozoflar üzerine... » Kültür Sanat 8-9 Sanatsal faaliyetler ve eşsiz örnekleri üzerine... » Edebiyat 10-11 Edebiyat tarihinden örnekler ve incelemeler üzerine... » Sinema 12 Keşfedilmeyi bekleyen ve iz bırakan filmler üzerine... » Teknoloji 13-14 Güncel web siteleri ve yazılım incelemeleri üzerine... » Kaynakça 15 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org Sedasyon, güncellendiği süre boyunca ücretsiz olarak yayımlanmayı kendisine amaç edinmiş bir internet dergisidir ve editörü tektir. Bu dergi, okuyucunun dikkatini dağıtma ihtimali olan tüm kirlilikten arındırılarak minimal bir tarzda tasarlanmıştır. Sedasyon’un pdf formatında paylaşılmasının temel nedeni, derginin çıktısının kolaylıkla alınabilmesine ve okuyucunun evinde veya işyerinde fiziksel basılı bir materyal olarak farklı insanlarla paylaşabilmesine olanak sağlamaktır. Dergide yayınlanan her türlü bilginin kaynağı, kaynakça kısmında belirtilecektir. Sağlığı tartışmalı olan hiçbir bilgiye yer verilmemesine dikkat edilecek ve okuyucu tarafından tespit edilen hatalı bilgiler bir sonraki sayıda düzeltilmiş şekilde okuyucularla paylaşılacaktır. Sedasyon, paylaşılması, araştırılması ve incelenmesi istenen konuları ve okuyucu tarafından gönderilmiş, yayıma uygun her türlü bilgiyi araştırmaya veya paylaşmaya daima açıktır. Dergi hiçbir okuyucuya kesinlikle abonelik usulü ücretli olarak satılmayacağı gibi, varlığının mevcudiyetini koruyabilmek için bağış ve minimal tarzda tasarlanacak reklamlara da açıktır. Görüş ve önerileriniz derginin mevcudiyeti için önemlidir. Her geçen günün sağlık, huzur, mutluluk getirmesi dileği ve de dost sevgilerimle. Editör -3web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Tıp veya Fizyoloji Nobel Ödülleri Emil Adolf von Behringt: 1874-1878 yıllarında Berlin’de askeri tıp akademisinde çalıştı. Daha sonra Marburg Üniversitesi’nde, 1894 yılında hijyen profesörü oldu. Difteriye karşı aşılanmış hayvanlardan alınan kan serumunun, başka hayvanlarda da bu hastalığa karşı bağışıklık sağladığını ispatladı. Bu çalışmasıyla 1901’de ilk kez verilen Nobel Tıp ve Fizyoloji Ödülü’nü kazandı. Charles Nicolle: Fransız bakteriyoloji bilgini. Tifüsün insandan insana vücut bitiyle (Pediculus humanus corporis) taşındığını bularak 1928 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü almıştır. Thomas Hunt Morgan: Sirke sinekleriyle (Drosophila cinsi) yaptığı deneyler sonucunda kromozomlara dayanan çağdaş kalıtım kuramını geliştirmiş, bu çalışmalarıyla 1933 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü almıştır. Emil Theodor Kocher: İsviçreli doktor, tıbbi araştırmacı. Tiroid cerrahisi, patolojisi ve fizyolojisi üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle 1909 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandı. Allvar Gullstrand: İsveçli göz doktoru. Landskrona, İsveç doğumlu. Gullstrand, Uppsala Üniversitesi’nde (1894-1927) göz terapisi ve optik profesörlüğü yaptı. Optik görüntüler ve gözün ışık kırınımı çalışmalarında fiziksel ve matematik yöntemleri kullandı. Bu çalışmalarından dolayı 1911 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülünü aldı. Schack August Steenberg Krogh: Danimarkalı bir zoologtur. 1920 yılında, kılcal damarlar üzerine yaptığı çalışmalardan dolayı Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülünü kazanmıştır. Bernardo Alberto Houssay: Arjantinli fizyolog. 1947 yılında hayvanlarda kandaki şeker (glukozu) miktarını düzenleyen hipofiz hormonlarını keşfi nedeniyle 1947 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü aldı. António Caetano de Abreu Freire Egas Moniz: Portekizli nörolog ve serebral anjiografinin geliştiricisi. Modern psikocerrahinin öncüsü olarak da kabul edilmektedir. Arteriografiyi geliştirdi. 1949’da Walter Rudolf Hess ile birlikte Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’ne layık görüldü. Susumu Tonegawa: Japon bilim insanı. Antikor çeşitliliğini sağlayan genetik mekanizmayı keşfetmesi nedeniyle 1987’de Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü tek başına kazanmıştır. Charles Robert Richet: Fransız fizyoloji bilgini, bakteriyolog, psikolog, patolog, tıp istatistikçisi, metapsişikçi, filozof, sosyolog, şair, roman ve oyun yazarı. Anaflaksi adı verilen alerjik reaksiyonu keşfinden dolayı 1913 Nobel Fizyoloji-Tıp yazarı, 1913 Nobel Fizyoloji-Tıp ödülü almıştır. İlya Meçnikov: bağışıklık sistemi araştırmalarına öncülük etmesiyle tanınan Rus asıllı mikrobiyologtur. Mechnikov, fagositoz üzerindeki araştırmaları için 1908’de Nobel Tıp Ödülü’nü almıştır. Paul Ehrlich: 1909’da ilk ilacı olan patojen karşıtı Salvarsan’I keşfetti.Salvarsan o zamanlar Avrupa’daki en ölümcül ve yaygın olan Frengi hastalığının tedavisinde kullanılmaya başlandı. Yabancı bilim adamları(Henry Hallett Dale ve Paul Karrer) ile birlikte Nobel odülünü kazandı. -4web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Aziz Sancar Aziz Sancar, (d. 8 Eylül 1946, Savur), Türk akademisyen, biyokimyager, moleküler biyolog ve bilim insanı. 1963 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’den 1969 yılında birincilikle mezun oldu. İki yıl Savur’da bir sağlık ocağında hekimlik yaptıktan sonra bir NATO-TÜBİTAK bursu ile önce Johns Hopkins Üniversitesi, ardından Dallas Teksas Üniversitesi’ne gitti. Dallas’ta üniversitenin moleküler biyoloji programına ve Caude Rupert’ın laboratuvarına katıldı. Bu laboratuvarda Sancar, danışmanı Claud Rupert ile fotoliyaz olarak adlandırılan bir geni kolonlamış ve genetik mühendisliği ile bakterilerde çok yüksek oranlarda çoğaltmıştır. Bu genin kodladığı enzim, ultraviyole ışıkları ile haraplanan DNA’nın onarımını yapar. Bu buluş Dr. Sancar’ın önce yüksek lisans, ardından doktora derecesi (1977) almasını sağladı. Sancar, 1977-1982 yılları arasında Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalıştı. Bu dönemde fotoliyaz enzimi çalışmalarına ara verip nükleotid kesim onarımı araştırmaları başladı.[6] DNA onarımı dalında doçentlik tezini tamamladı. 1997 yılından itibaren araştırmalarını Biyokimya ve biyofizik alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Amerika Birleşik Devletleri North Carolina-Chapel Hill’de North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde Sarah Graham Kenan Profesörü olarak sürdürmektedir. DNA onarımı, hücre dizilimi, kanser tedavisi ve biyolojik saat üzerinde çalışmalarını sürdüren Sancar, 415 bilimsel makale ve 33 kitap yayınladı. Sancar kanser tedavisinde sirkadiyen saat kullanımıyla ödüller almıştır. 2001 yılında Amerikan Kimya Cemiyeti tarafından verilen Kuzey Carolina Seçkin Kimyager Ödülü’nü almaya hak kazanan Sancar, 2005 yılında bilim dünyasının en prestijli üyelikleri arasında yer alan ABD Ulusal Bilimler Akademisi’ne seçilerek bu akademiye seçilen ilk Amerikalı Türk oldu. Bu ödülü aldıktan sonra, ABD’de okuyan Türk öğrencilerine yardım etmek ve Türk-Amerikan ilişkilerini geliştirmek amacıyla eşiyle birlikte Aziz&Gwen Sancar Vakfı’nı kurarak ABD’nin Kuzey Carolina eyaletinde “Carolina Türk Evi” isimli bir öğrenci misafirhanesi açtı. 2006 yılında Türkiye Bilimler Akademisi’ne asli üye olarak seçildi. Sancar, DNA’nın onarılması ile ilgili yaptığı çalışmalardan dolayı Amerikalı Paul Modrich ve İsveçli Tomas Lindahl ile birlikte 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. Sancar nükleotid kesim onarımı alanında buluşlar yapmış, Tomas Lindahl ve Paul Modrich ise diğer DNA onarımı mekanizmaları olan bazı kesim onarımı ve yanlış eşleşme onarımını keşfetmişlerdir. Sancar’a, İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından verilen Nobel Kimya Ödülü Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık’ta düzenlenen törende verildi. Sancar “beni ödüle götüren Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı eğitim devrimidir. Dolayısıyla bu ödülün sahibi Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Anıtkabir Müzesi’dir” diyerek Nobel Ödülü ile madalya ve sertifikasını Anıtkabir’e teslim etmiştir. Ödül, Anıtkabir’deki Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde kendisine ayrılan özel alanda sergilenmektedir. -5web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Ortaçağ Felsefesi (ii) Buna göre, felsefenin Antik Yunan’da bütün disiplin veya bilimlerin anası veya kraliçesi, modern dönemde ise bilgi ağacının kökü olduğu, her ikisinde de bilimlerin ve sanatların üstünde bir yere sahip bulunduğu yerde, Ortaçağda felsefeye bilimler ve sanatlar arasında, vahyi veya Tanrının kelamını konu edinen teolojinin altında bir yer verilir. Ortaçağda bu bağlamda teolojiyle felsefe arasındaki ilişki Tanrının inayetiyle doğa, evin hanımı ile hizmetçisi arasındaki ilişkiye benzer. Buna göre, Ortaçağda hemen bütün filozoflar felsefi bir tarzda konuşmak ile hakikate göre ve teolojik bir tarzda konuşmak, salt merakı gidermek amacıyla yapılan felsefe ile yanlışın nedenlerini araştıran, bunu hakikatin aşikâr hale gelebilmesi için yapan ve böylelikle teolojik araştırmaların hizmetine koşan felsefe arasında bir ayrım yapmış ve bunlardan birincisinin sadece yararsız fakat açıkça zararlı olduğunu da öne sürmüşlerdir. (iii) Gerçekten de Antik Yunan felsefesinin bütünüyle dünyevi bir felsefe olmasından başka, klasik aklın en temel özelliğinin sekülarizm olduğu yerde, Ortaçağ felsefesi kendisine öte dünyasal bir ilginin hâkim olduğu bir felsefedir. Başka bir deyişle, Yunan’da insanın temel probleminin bu dünyada ve kent-devleti sınırları içinde mutluluğa erişmek olduğu kabul edilmişti; Yunan’da, insanın bu problemi çözebilecek güce sahip bulunduğuna ve kendi çabasıyla iyi ve mutlu bir hayata ulaşabileceğine inanılmışken, Ortaçağda problemler, yeryüzündeki hayattan ziyade, bu dünyadan sonraki hayatla ilgili olan problemlerdir. Aranan mutluluk, bu dünyadaki mutluluk değil ebedi bir saadettir. Bundan dolayı, Antik Yunan’da bağımsız bir felsefe disiplini olan etik ve estetik çok büyük ölçüde teolojiye tabi hale gelir. (iv) Başka bir deyişle, Yunanlı filozoflar temel görevlerini insanın doğayla olan ilişkisini ve bir toplum içinde kendini gerçekleştirme hedefine nasıl erişeceğini gözler önüne sermek diye belirlerken, Ortaçağ filozofları gerçekten önemli olan yegâne şeyin insanın doğaüstü varlık alanıyla, aşkın ve mutlak olarak yetkin varlıkla olan ilişkisi olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu da doğal olarak Ortaçağda felsefenin mahiyetini ve konu alanını baştan sona değiştirmiştir. Buna göre Antik Yunan’da doğabilimiyle sosyal bilimler hem kendi başlarına ve hem de iyi ve mutlu bir yaşam amacı için sağlam araçlar olarak değer taşımaktaydılar. Oysa özellikle Hıristiyanlar için bunlar sadece yararsız değil fakat bazen de zararlı ve hatta tehlikeli disiplinler olup çıktılar. İnsanların, Âdem örneğinde olduğu gibi, hata yaptıklarını, “ezeli-ebedi ve kurtarıcı hakikati” kendi başlarına asla bulamayacaklarını gören Tanrı, teolojinin konusunu onlara vahiy yoluyla bildirmiştir. (v) Yine Yunanlının temelde bir olan, baştan sona bir birlik sergileyen evrende, yani bir mikrokozmos olarak kendisinin bir parçası olduğu özde anlaşılabilir olan makrokozmosta yaşadığı yerde, yaratıcısından ayrı düşmüş bir varlık olarak Ortaçağ insanı kendisine yabancı bir evrende yaşamak durumunda olmuştur. Buna göre, Ortaçağda insan, doğal ve akli bir varlık değil, öncelikle Tanrı tarafından yaratılmış fakat ilahi özünden ayrı düşmüş bir varlıktır. Bu insan için bir tarafta aşkın, yaratıcı Tanrı, diğer tarafta ise kendisini Tanrıdan her geçen gün biraz daha uzaklaştıracak, özüne yabancı bir varlık alanı bulunmaktadır. Bundan dolayı, Ortaçağ felsefesi için problem, teorik ya da bilimsel değil, tümüyle pratik bir problemdir. -6web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Ortaçağ Felsefesi Yaratıcısına bozulmamış, maddenin kiriyle pislenmemiş olarak nasıl dönülebileceği problemi. (vi) Ortaçağ felsefesi, söz konusu özellikleriyle İlkçağ felsefesinden öncelikle bir kopuşu gözler önüne serer. Kopuş, sözünü ettiğimiz başkaca hususlar yanında temelde, İlkçağ felsefesinin, dini açıklama ya da mitolojiyi reddedip kendisini öne sürmek suretiyle oluşan ve gelişen özerk bir felsefe olduğu yerde, Ortaçağ felsefesinin özerkliğini yitirip tümüyle dine, dini dogmaya veya teolojiye tabi olan bir felsefe olmasından kaynaklanmaktadır. İlkçağ felsefesinin bütünüyle rasyonel ve seküler yapısından farklı olarak Ortaçağ felsefesinde, felsefe inanca, inanç da vahye tabi olmak durumundadır. Bundan dolayı, Ortaçağ kültüründe çok önemli bir rol oynayan din, felsefe ve rasyonel bir hayat görüşü üzerinde de çok temelli bir etki yapmıştır. Örneğin Skolastik felsefede, vahyin temel ya da en azından aklın vazgeçilmez yol göstericisi olduğuna inanılmıştır. Skolastik dönemin filozofları, akıl ile iman arasında bir ayrım yapmış ve zaman zaman da felsefenin göreli bağımsızlık ya da özerkliğini vurgulamış olmakla birlikte, Ortaçağın dünya görüşünde, bilimde ve felsefede, bir çözüme kavuşturulacak problemlerin çözümü de dahil olmak üzere hemen her şey teoloji tarafından belirlenmiştir. Süreklilik ise Ortaçağ felsefesinin hem Doğu’da ve hem de Batı’da, kültürel ya da felsefi bir miras olarak doğrudan doğruya İlkçağ felsefesine dayanmasından meydana gelir. Nitekim Ortaçağ felsefesi dine dayalı, din temelli bir felsefe olsa bile, kavram ve kategorilerini, terminolojisini kendi başına yaratmış bir felsefe değildir. Ortaçağ felsefesi, vahyolunan ilahi hakikatleri anlamak, dine anlaşılır bir çerçeve kazandırmak amacıyla ihtiyaç duyduğu yöntem, kavram ve kategoriler için doğrudan doğruya Yunan felsefesine yönelmiştir. Ortaçağ felsefesinin temelinde bulunan Yunan felsefe geleneği ise öncelikle ve temelde Platon’la Plotinos’un ve Aristoteles’in felsefelerinden oluşur. (vii) Ortaçağ felsefesi, yine aynı bağlamda Yeniçağ felsefesinin doğanın ve doğadaki dinamik sürecin, matematiksel olarak belirlenebilen içkin yapısıyla ilgilendiği ve fail nedensellik üzerinde yoğunlaştığı yerde, teleolojik bir anlayışla doğayı Tanrı tarafından bir amaca göre yaratılmış ve düzenlenmiş statik bir sistem olarak görmüştür. Açıklamadan niteliksel bir açıklamayı, nedensellikten de büyük ölçüde ereksel nedenselliği anlayan Ortaçağ filozoflarına göre, maddi dünya, ilahi gerçekliğin çok soluk bir gölgesinden başka hiçbir şey değildir. (viii) Ortaçağ felsefesi, kabul ya da önkabulleri olmayan düşünceden pek söz edilemeyeceğine göre, hemen her felsefe gibi, birtakım kabulleri olan bir felsefe olmak durumundadır. Bu kabullerin en önemlisi ise Ortaçağ düşüncesine esas Platon ve bu arada varlığı ayüstü evren ve ayaltı âlem diye ikiye ayırırken, ayüstü âlemi sadece tek bir değişme türüyle seçkinleşen kusursuz bir evren, saf form olarak Tanrıyı da bütünüyle gerçekleşmiş varlık diye tanımlayan Aristoteles felsefesinden intikal eden, en yüksek veya en yüksekte olanın, en üstte bulunanın ontolojik olarak en gerçek, aksiyolojik olarak da en değerli varlık olduğu kabulüdür. Buna göre, en yüksekte olan sadece en yetkin varlık değil aynı zamanda varlığın, değerin ve hatta iktidarın kaynağıdır. Devam edecek... - 7web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » İlk Sanatçılar 65 bin yıl sonrasında Chauvet Mağarası’nda yaratılan sanat eserlerinin göz kamaştırıcı güzelliğiyle karşılaştırıldığında bu tür buluntular ilkel duruyor olabilir. Ama tek bir aklın ürünü olup başkalarıyla paylaşılan bir sembolün, farklı bir şeyi simgeleyen basit bir şeklin yaratılması, ancak oluştuktan sonra bir şeyler ifade ediyor. Biz, otoyolda bize rehberlik eden işaretlerden parmağımızdaki alyansa ve iPhone’umuzdaki ikonlara kadar semboller içinde yüzen bir türüz. Ve yabanıl geçmişimizden bugünümüze doğru atılmış büyük adımı, mağara sanatındansa bu ilk sağlam bilinç ifadeleri daha iyi yansıtıyor. Afrika ve Ortadoğu’daki bu erken sembolizm patlamasının çarpıcı bir özelliği daha var: Ortaya çıkıyor, sonra da yok oluyorlar. Boncuklar, boya, aşıboyası ve devekuşu yumurtası üzerindeki bezemeler... Tüm bu buluntular arkeolojik kayıtlarda ortaya çıkıyor, birkaç bin yıl boyunca sınırlı bir bölgede devamlılık gösterdikten sonra da ortadan kalkıyor. Aynı şey teknolojik buluşlar için de geçerli. 45 bin yıl öncesine ait –başka hiçbir yerde bulunmayan– kemikten yapılmış zıpkın uçları, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki iki kat daha eski çökellerde ortaya çıkarıldı. Güney Afrika’da görece karmaşık iki taş ve kemik alet geleneği görülüyor: 75 bin yıl öncesinin Still Bay’i ve 65 bin yıl öncesinin Howieson’s Poort’u. İkincisi sadece 6 bin yıl, birincisiyse ancak 4 bin yıl varlık göstermişti. Sanatın Afrika, Avrasya ve Güneydoğu Asya adalarında yaygın olarak görülmeye başladığı 40 bin yıl öncesine kadar, bir geleneğin zenginleşip çeşitlenerek zaman ve mekânda böylesine yayıldığı görülmemişti. Endonezya’nın Selebes Adası kadar uzaklarda bulunan el baskılarının dahi –bir zamanlar Avrupa Üst Paleolitik buluşu olduğu düşünülüyordu. Yaklaşık 40 bin yıllık olduğu ortaya çıkarıldı. Bu nedenle, Afrikalı atalarımızda genetik bir “düğme”nin açıldığı, yeni ve daha gelişkin bir kavrayış yarattığı ve evrildikten sonra da insan davranışlarında sürekli bir değişim meydana getirdiği fikri pek olası durmuyor. Peki bu durumda, düzensiz oluştuğu anlaşılan bu yaratıcılık patlamalarını nasıl açıklıyoruz? Hipotezlerden biri, nedenin yeni bir tür insan değil, nüfus yoğunluğu olduğu yönünde. Nüfusta yaşanan artışlar gruplar arasında ilişkileri yaygınlaştırmış, yeni fikirlerin zihinden zihne yayılmasını hızlandırarak bir çeşit kolektif beyin yaratmıştı. Semboller bu kolektif beyni bir arada tutmaya yarıyordu. Nüfuslar tekrar kritik eşiğin altına düştüğünde gruplar izole oluyor, bu durumda da yeni fikirlere gidecek yer kalmıyordu. Sonuçta, yerleşik hale gelen tüm buluşlar zayıflayıp yok oluyordu. Bordeaux Üniversitesi arkeologlarından Francesco d’Errico, zorlu koşulların bazı kültürleri yok ederken başka kültürlerin bu koşullarda gelişebileceğine dikkat çekiyor. Yani bu işin belli bir formülü yok. “Yeryüzündeki her bölge farklı yönlere açılım yapan kültürler yarattı,” diyor d’Errico. “Kısa süreli kaotik bir facianın bir bölgedeki kültürü ortadan sildiği, buna karşılık başka bir bölgedeki insanların bu zorluğun avantajını kullandığı durumlar olabiliyordu.” Francesco d’Errico bu durumu yemek tarifine benzetiyor. “Kullanılan malzemeler aynı olabilir ama ortaya mutlaka aynı sonuç çıkmaz.” -8web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Cumhurbaşkanlığı Korosu Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu Milli kültürümüzün, dilimizle birlikte en önemli dalı olarak değerlendirilen Türk Musikisi’ni gelecek kuşaklara önemiyle paralel biçimde aktarmak; yurtiçinde ve yurtdışında en üst düzeyde icra ve temsil etmek, tanıtmak ve yaygınlaştırmak amaçlarıyla kurulduk. 15 Kasım 1975 tarihli ve 15413 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelikle Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devlet tarafından yapılandırılan ilk Türk Musikisi icra kurumu olan koromuzun İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu olan adı, 10 Ekim 2012 tarihli Bakanlar Kurulu kararının 12 Ekim 2012 tarihli ve 28439 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesiyle Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu olarak değiştirildi. Bu suretle koromuz, devletimizin en üst düzeyde himayesiyle onurlandırıldı. Konya Milletvekili, tarihçi, yazar ve müzikolog Yılmaz Öztuna’nın, dönemin hükûmeti nezdinde yaptığı altyapı çalışmalarının üzerine, Prof. Nevzad Atlığ tarafından kurulan koronun ilk şefi ve ilk sanat kurulu başkanı da Atlığ’dır. Kurulduğu tarihten itibaren Mefharet Yıldırım, Ender Ergün ve Fatih Salgar’ın şef yardımcılığı görevini üstlendikleri koro, kuruluş amaçları doğrultusunda, büyük titizlikle hazırladığı periyodik konserlerini ara vermeksizin sürdürüyor. Kurucu şef Nevzad Atlığ’ın emekliye ayrılmasının ardından Ender Ergün tarafından yönetilen koronun şefliğine, Ağustos 2006 tarihinden itibaren Fatih Salgar; şef yardımcılığı görevine ise Birol Yayla getirilmişlerdir.Şef yardımcılığı vekilliğine 2012 yılı itibariyle,görevinden ayrılan Birol Yayla’nın yerine koro müdürü Mehmet Güntekin atanmıştır. Verdiği konserlerin yanı sıra, kurulduğu tarihten beri TRT kurumunda tv ve radyo programları yapan koro, çok sayıda üniversitede ve akademide konserler vermekte; yurtiçinde ve yurtdışında düzenlenen çeşitli uluslararası festivallerde, kongrelerde ve sempozyumlarda faaliyetlerini sergilemektedir. 40 fasikülden oluşan bir nota külliyatına ek olarak, 50 civarında plak, kaset ve CD ile bir 25. Yıl Albümü-Tarihçe çalışması yayınlayan koro, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde konserler vermiş;Almanya, Tunus, Cezayir, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Mısır, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Macaristan, Hindistan, Fas, Bosna, İsveç, Fransa ve Yunanistan gibi dünyanın birçok ülkesinde tam kadrosuyla, gruplar halinde veya solist sanatçılarıyla konserler, TV programları, radyo programları ve atölye çalışmaları yapmak suretiyle Türk Musikisi’ni tanıtma ve sergileme etkinliğinde bulunmuştur. Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu halen, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Koro hâlen, şef Fatih Salgar, şef yardımcısı Mehmet Güntekin, koro müdürü Nadi Çağlayan, saz sanatçısı Birol Yayla ve ses sanatçısı Yıldırım Öğüt tarafından yönetilmektedir. -9web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Cervantes Miguel de Cervantes Saavedra (29 Eylül 1547 — 23 Nisan 1616), İspanyol romancı, şair ve oyun yazarıdır. Çağdaş romanın babası olarak bilinir. Madrid yakınlarında gezgin bir eczacı cerrahın yedi çocuğundan dördüncüsü olarak dünyaya geldi. Düzenli bir eğitim görmemesine karşın, sonradan başkent olan Madrid’de kendi kendini yetiştirme olanağı buldu. Bir kavgadan ötürü hüküm giyince İtalya’ya kaçtı. Bu sırada Papa V. Pius Osmanlılar’a karşı bir Haçlı seferi düzenliyordu. Cervantes Haçlı ordusuna yazıldı. 1571’de İnebahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlılar’a karşı savaşırken sol elini kaybetti ve göğsünden yaralandı. 1575’te İspanya’ya dönerken Cezayir’deki Türk korsanlarının eline düştü ve köle olarak Kuzey Afrika’ya götürüldü. Orada beş yıl kaldı. Ailesinin istenen fidyeyi sağlaması üzerine serbest bırakıldı. Saraydan görev alamayınca düş kırıklığına uğrayan Cervantes edebiyata yöneldi ve 1584’te La Galatea adlı romanını yayımladı. Aynı yıl evlendi ve ailesini geçindirmek için ambar ve vergi memurluğu yaptı. Hesaplarda açığı çıkınca bir süre hapse atıldı. Bu yıllarda çok az yazdı. 1605’te yayımladığı Don Kişot (Don Quijote) ile birden büyük bir başarı sağladı. Don Kişot, şövalyelerin kahramanlık öykülerini okuya okuya hafiften aklını kaçırmış yaşlıca bir adamdır. Okuduğu öykülerin gerçek olduğunu sanarak, kendi de şövalye olmaya ve kahramanlıklar yapmaya karar verir. Cervantes bu romanında şövalye kahramanlık öyküleriyle alay eder. Don Kişot hanları şato, yel değirmenlerini dev sanır; kurtarılmak istemeyen genç kızları kurtarır; olmayan tehlikeleri sezer ve atıldığı serüvenlerden düş kırıklığına uğrayarak üzüntü ve utanç içinde geri döner. Cervantes’in Don Kişot’ta insan doğasını çok derinden kavradığı görülür. Cervantes ünlü bir yazardı, ama zengin değildi. Yaşamının sonlarına doğru, edebiyatçılara yakınlığıyla tanınan bir kont Cervantes’e, yazı yazmasına olanak veren maddi desteği sağladı. Cervantes’in diğer yapıtları arasında Viaje del Parnaso (1614; “Parnassus’a Yolculuk”) başlıklı uzun bir şiir ile Entremeses Nuevos (1615; “Yeni Araoyunlar”) vardır. Cervantes, dünya edebiyatının başyapıtları arasında yer alan “Don Kişot’u, o günlerde çok tutulan şövalye romanlarına bir yergi olarak yazmıştır. Modern romanın ilk örneği sayılan yapıtta, 17. yüzyılda çökmeye yüz tutan İspanyol feodal toplumunun eleştirel çözümlemesini yapmıştır. Don Kişot, Manchalı bir asilzadedir ve şövalye romanlarının etkisiyle haksızlıklara karşı savaşmak için, sıska atı Rossinante ile evinden ayrılır. İlk macerası yeldeğirmenleriyle savaşmak olur, yaralanır ve eve dönüşünde komşusu onu yaralı halde yolda bulur. İyileşir iyileşmez aynı maceraları tekrarlamak üzere yanına yardımcısı Sancho Panza’yı da alıp yola koyulur. Don Kişot ve Sancho, yollarına devam ederler. Don Kişot ve Sancho tekrar, dayak yedikleri pazar yerine gelirler. Don Kişot, düşman ordusu zannederek bir koyun sûrüsüyle çatışmaya girer... Şarap fıçılarını dev gibi görür ve onlara karşı savaşır. Kutsal Kardeşlik Birliği, Don Kişot’u durdurur ve onu kandırarak köyüne gönderir. - 10 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Mehmet Akif Ersoy Mehmet Âkif Ersoy, (d.20 Aralık 1873, İstanbul - ö. 27 Aralık 1936, İstanbul) Baba tarafından Arnavut, anne tarafından Özbek asıllı şair, veteriner, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi, milletvekili. Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ulusal marşı olan İstiklâl Marşı’nın yazarıdır. “Vatan Şairi” ve “Milli Şair” unvanları ile anılır. İstiklal Marşı’nın yanı sıra Çanakkale Destanı, Bülbül ve 1911-1933 yılları arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri bir araya getiren Safahat en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren Sırat-ı Müstakim (daha sonraki adıyla Sebil’ür-Reşad) dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM’de yer almıştır. İstiklâl Marşı’nı yazması: Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif’in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Âkif’in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45’te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı. En ünlü eseri Safahat 1924 yılında Türkiye’de basıldı. Birkaç sene yazları İstanbul’da, kışları Mısır’da geçiren Mehmet Âkif, 1926 kışından sonra Mısır’dan dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan’a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur’an meali üzerinde çalışmayı sürdürdü ancak ülkede ulusal din projesinin (Türkçe ezan-ibadet) hayata geçirilme projesini öğrenince kendi çalışmasının bu projede kullanılmasından çekinerek 1932’de mukaveleyi fesh etti. Diyanet İşleri Başkanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi’ye verdi. Âkif, kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan Efendi’ye teslim etti ve ölür de gelmezse yakmasını nasihat etti. (Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası.) Edebî Kişiliği: Şiirlerinde Türk-İslam dünyasının içinde bulunduğu durumu, sosyal-siyasal ve kültürel hayatı, bu hayatın çürüyen eksik yanlarını, realist bir bakışla dile getirmiştir. Sanat yaşamı boyunca herhangi bir edebî topluluk içerisinde yer almamıştır. Milli edebiyatın dil ve edebiyat anlayışını benimsememiş sadece o dönemde ürünler verdiği için milli edebiyat bağlamında değerlendirilmektedir. Cehalet, taassup, fakirlik, inançsızlık, köksüzlük onun şiirinin en önemli konularıdır. Şiirleri, genel anlamda İslâmî bir lirizme sahiptir. Nazmı nesre yaklaştırmada oldukça başarılıdır. Bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle kaleme almıştır. Aruzu Türkçeye başarıyla uygulayan önemli sanatçılardandır. Divan edebiyatı nazım biçimlerini özellikle de mesnevi nazım biçimini kullanmıştır. Şiirleri genel anlamda lirik- epik kategorilerinde değerlendirilmiştir. Manzum hikâye türünün Türk edebiyatındaki önemli isimlerinden biridir. - 11web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Sinema 1- Night Train to Lisbon Yönetmen: Bille August Senarist: John Michael Hayes Oyuncular: Pascal Mercie, Greg Latter (uyarlayan) Yapım yılı: 2013, Almanya, Portekiz, İsveç Süre: 111 dakika Konu: İsveçli bir klasik diller profesörü olan Raimund Gregorius’ın hayatı alabildiğine tekdüze ve sıkıcıdır. Bu durum Portekizli çekici bir kadını intihar etmekten kurtarmasıyla birlikte tersine döner. Sebepsizce kadının bindiği trene atlayan Gregory kendini Lizbon’da bulur. Burada sürükleneceği ilginç uğraşı ise kadının okuduğu kitabı edinmekle başlar. Bu, eski bir fizikçi ve şair olan Portekizli bir yazarın kaleme almış olduğu son derece ilginç bir kitaptır. Yazar hayatı boyunca birçok şeyi tecrübe etmiş, Portekiz diktatörüne karşı savaşmıştır. Gregory yazarın heyecan verici hayatından oldukça etkilenir ve yazara sonrasında ne olduğunu öğrenmek için araştırma yapmaya başlar. Yazarın kimliğine dair en ufak ayrıntıları birleştirerek çıktığı bu yolculukta tarihin tozlu sayfalarını aralayacak, sıradışı bir hikayenin ortasında hayatın gerçek anlamını sorgulayacaktır. 2- Miller’s Crossing Yönetmen: Joel Coen, Ethan Coen Senarist: Joel Coen, Ethan Coen Oyuncular: Gabriel Byrne, Albert Finney, John Turturro Yapım yılı: 1990, ABD Süre: 115 dakika Konu: 1930’larda, çete savaşlarının ve mafyanın en tepede olduğu dönemlerde geçen Miller’s Crossing, şehrin en önemli gangsteri olan Leo ve onun sağ kolu Tom’un çevresinde şekillenen olayları anlatır. Film, başka bir mafya lideri olan Johnny Caspar’ın, Leo’dan Bernie adlı bir serseriyi öldürmesi için izin istemesiyle açılır. Leo, Caspar’ın bu isteğine izin vermez. Çünkü Bernie, Leo’nun sevgilisi Verna’nın kardeşidir. Tom, her ne kadar Leo’ya bu durumun başına iş açabileceğini ve kimseye güvenmemesi gerektiğini söylese de, Leo onu dinlemez. Artık etraflarındaki aşk, ihanet, ve ölüm oyunlarının bir parçası olduklarını anlama zamanları gelmiştir. Coen Kardeşlerin mafya dünyasını kendilerine has tarzlarıyla ele aldıkları bu filmleri, bu dünyanın gizli saklı kalmış her bir entrikasını ele alıyor. Görüntü yönetmenliği ve John Turturro’nun muhteşem performansıyla da göz dolduran film, Coen’lerin en iyi kara filmlerinden biri olarak anılıyor. - 12 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Gmail ile Rehber Yedeği Almak “Rehberimde bütün numaralar silindi” derdi son buluyor. Gmail hesabınıza kişilerinizi yedekleyebilir ve istediğiniz zaman ulaşabilirsiniz... Bildiğiniz üzere telefonunuzun işletim sistemi iOS ise iCloud üzerinden telefon rehberinizi hızlıca senkronize edebiliyordunuz. Artık Android işletim sisteme sahip telefonların rehberleri de Gmail hesabınızla güvende. Hem de rehber yedeklemek artık daha pratik bir şekilde gerçekleşiyor. Rehberinizdeki numaralar sadece telefonunuzda değil mail adresinizde de saklanacak. Peki Gmail hesabına kişileri nasıl aktarabiliriz? İlk Yöntem: Android rehberini dışa aktarma işlemini uygulayarak rehberinizi yedeklemeniz mümkün. Bu işlemi gerçekleştirebilmek için öncelikle rehberinizde Ayarlar, Kişiler, Kişileri Dışa Aktar/ İçe Aktar seçeneklerini sırasıyla takip edin. Elbette bu menüler telefonunuzun marka ve modeline göre değişiklik gösterse de; Dışa Aktar/ İçe Aktar seçenekleri her akıllı telefonda mevcuttur. Daha sonrasında Kişileri İçe Aktar/ Dışa Aktar seçeneğine tıklayın ve önünüze gelen seçenekleri inceleyin. Çoğunlukla ilk seçenek olan Cihaz Hafızasından Dışa Aktar seçeneğine dokunun. Bu işlem ile Sim Kart hariç cihazınızın hafızasından tüm kişileri dışa aktarabileceksiniz. Dışa aktar seçeneği ile mevcut rehberinizi dışa aktarmayı seçtiğinizde ise dışa aktarma dosyasının Vcf uzantılı bir dosya şeklinde olması gerektiğine dikkat edin. Bu Vcf uzantılı dosya telefonunuza kaydedildiğinde; kişilerim dosyasını Cihaz belleğinden bularak USB kablo ile bilgisayarınıza aktarabilirsiniz. Son olarak aktardığınız dosyalarınızı dilerseniz Gmail hesabınıza yedekleyebilir ve istediğiniz zaman rehberinize rahatlıkla erişebilirsiniz. İkinci Yöntem: Bu yöntem ise çok daha pratik. Bilindiği gibi akıllı telefonlarınızı ya da tabletlerinizi ilk aldığınızda Gmail hesabınızın telefonunuzla senkronize olabilmesi için Gmail hesabınızı ayarlamalar aşamasında telefonunuza eklemeniz gerekmektedir. Bu işlem sonrası hesap bilgilerinizi girmeye başlayabilirsiniz. Bilgileriniz otomatik olarak senkronize olacaktır. Üçüncü Yöntem: Son yöntemde ise iki seçeneğiniz var. İlk olarak Gmail hesabınızda Google Kişiler sayfasına gidip, ekle simgesine tıklayarak, tek tek rehberinizdeki kişilerin bilgilerini girebilir; en son ise kaydet tuşuyla kişilerinizi Gmail hesabınıza yedekleyebilirsiniz. Ya da başka bir e-posta hesabına aktaracağınız kişileri öncelikle CSV ya da vCARD dosyası olarak indirebilir, depolama alanında yer açabilmek için ihtiyaç duymadığınız kişileri silebilirsiniz. Bunun için ise öncelikle Gmail hesabından Google kişiler sayfasına gidin. Kişilerinizi seçmek için kişi adlarının yanındaki kutuları işaretleyin. Daha fazla butonundan dışa aktar butonuna tıklayın. Kişilerinizi yedeklemek için Google CSV ‘yi seçin ve dosyalarınızı kaydetmek için dışa aktar kısmına basın. - 13web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Radyonom Radyonom uygulamasıyla, ücretsiz ve kesintisiz istediğiniz tarz müziğe anında ulaşabilir ve sadece sevdiğiniz müzik türüne göre özel hazırlanmış dijital radyoları keyifle dinleyebilirsiniz. Türkçeden yabancıya, cazdan arabeske, Türk sanat müziğinden film müziklerine, 70’lerden 80’lere ve 90’lara, poptan lounge’a, türküden klasik müziğe, Radyonom.com ile her tarza uygun radyo dinle. Uygulamada her radyo için özel olarak tasarlanan radyo sayfası ile şarkı görsellerini ve şarkı içeriklerini görüntüleyebilir, sıradaki şarkıları takip edebilirsiniz. Her dijital radyo için özel olarak hazırlanan sayfada, çalan şarkının albüm kapağını anında kaydedebilir ve çalan şarkıyı zenginleştirilmiş sosyal medya paylaşım butonlarıyla paylaşabilirsiniz. Her dijital radyo için özel olarak hazırlanan radyo sayfasındayken önceki radyo, sonraki radyo kanalı arasında hızlı geçiş yapabilir, dilerse shuffle özelliği ile rastgele bir radyoya geçiş yapabilirsiniz. Ses ayar özelliği ile sayesinde radyo sayfasından hiç ayrılmadan ses ayarı rahatlıkla yapılabilir. Kilitli ekran modundayken uygulamayı açmanıza hiç gerek kalmadan radyo isim bilgisi, çalan şarkı bilgisini görebilir, radyo kanalını değiştirebilir, uygulamayı kapatabilirsiniz. Uyku modu özelliği ile dijital radyonuza istediğiniz kadar süre belirleyip dilediğiiniz saatte yayını otomatik kapatabilirsiniz. Bazı Radyolar • • • • • • • • • • • • • • • • • • Slowtürk – Türkiye’nin en çok dinlenen Türkçe slow müzik radyosu Radyo D – Türkçe popun en iyileri CNN Türk – Türkiye’nin haber radyosu Mikser – Her türden Türkçe müziğin radyosu Hit Play – Yabancı hit müziğin en iyi ve en yenileri Kafam – Arabesk ve fantezi müziğin en kafa şarkıları Türk Pop – Türkçe pop müziğin en iyi ve en yenileri Popcorn – Türkiye’nin ilk soundtrack radyosu Radyo Cazz – Dünyanın seçkin caz müzikleri ve efsaneleri Mazi – Nostalji radyosu Mazi’de unutulmaz Türkçe şarkıları dinleyebilirsiniz. Türk Rock – Türkçe rock müziğin en iyi radyosu Türkü Evi – Anadolu’nun tüm ezgilerini dinleyebileceğiniz Türkü radyosu Radyo Nağme – Türk sanat müziğinin en seçkin eserleri Dancefloor – Dünyanın en iyi DJ’leri ve en iyi dans müzikleriyle enerjiyi hisset Lovely – Aşka dair en iyi şarkıları dinleyebileceğiniz yabancı slow müzik Max Lounge – Lounge ve Chill-Out müziğin en iyi örnekleri Goldies – 70, 80 ve 90’lı yıllara damga vuran yabancı şarkılar burada. Latin – Latin müziğin en iyileriyle her gün, her saat festival! Jukebox – Her hafta değişen özel konseptiyle farklılık yaratan radyo - 14 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org » Kaynakça Sf4: wikipedia.org Sf5: wikipedia.org Sf6: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları Sf7: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları Sf8: nationalgeographic.com.tr Sf9: devletkorosu.com Sf10: turkedebiyati.org Sf11: wikipedia.org Sf12: imdb, sinemalar, beyazperde Sf13: chip.com.tr Sf14: chip.com.tr - 15 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org