27.08.2017 Sayı -23 - Ücretsiz Dergi Oku

advertisement
27.08.2017 Sayı -23-
Sedasyon
»
3
Derginin amacı içeriği ve
iletişim bilgileri...
»
Bilim
4-5
Bilimsel faaliyetler ve
sağlıklı yaşam üzerine...
»
Felsefe
6-7
Düşünce tarihi ve
filozoflar üzerine...
»
Kültür Sanat
8-9
Sanatsal faaliyetler ve eşsiz
örnekleri üzerine...
»
Edebiyat
10-11
Edebiyat tarihinden örnekler
ve incelemeler üzerine...
»
Sinema
12
Keşfedilmeyi bekleyen ve
iz bırakan filmler üzerine...
»
Teknoloji
13-14
Güncel web siteleri ve yazılım
incelemeleri üzerine...
»
Kaynakça
15
web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
Sedasyon, güncellendiği süre boyunca ücretsiz
olarak yayımlanmayı kendisine amaç edinmiş bir internet dergisidir ve editörü tektir.
Bu dergi, okuyucunun dikkatini dağıtma ihtimali
olan tüm kirlilikten arındırılarak minimal bir tarzda
tasarlanmıştır.
Sedasyon’un pdf formatında paylaşılmasının temel nedeni, derginin çıktısının kolaylıkla alınabilmesine ve okuyucunun evinde veya işyerinde fiziksel
basılı bir materyal olarak farklı insanlarla paylaşabilmesine olanak sağlamaktır.
Dergide yayınlanan her türlü bilginin kaynağı,
kaynakça kısmında belirtilecektir. Sağlığı tartışmalı
olan hiçbir bilgiye yer verilmemesine dikkat edilecek
ve okuyucu tarafından tespit edilen hatalı bilgiler bir
sonraki sayıda düzeltilmiş şekilde okuyucularla paylaşılacaktır.
Sedasyon, paylaşılması, araştırılması ve incelenmesi istenen konuları ve okuyucu tarafından gönderilmiş, yayıma uygun her türlü bilgiyi araştırmaya
veya paylaşmaya daima açıktır.
Dergi hiçbir okuyucuya kesinlikle abonelik usulü
ücretli olarak satılmayacağı gibi, varlığının mevcudiyetini koruyabilmek için bağış ve minimal tarzda tasarlanacak reklamlara da açıktır.
Görüş ve önerileriniz derginin mevcudiyeti için
önemlidir.
Her geçen günün sağlık, huzur, mutluluk getirmesi dileği ve de dost sevgilerimle.
Editör
-3web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Mineraller
Mineral: Doğal yoldan oluşmuş, inorganik, karakteristik bir atomik iç yapısı
(kristal yapısı), belli bir kimyasal bileşimi (formülü) olan, sabit veya belli sınırlar
içinde değişebilen fiziksel özellikleri olan maddelere mineral denir.
Doğal Olarak Oluşan İnorganik Maddeler
Doğal olma ölçütü mineralleri insanın ürettiği tüm maddelerden ayrı tutar.
Bu nedenle sentetik elmaslar ve yakutlar ile yapay olarak üretilen diğer maddeler
mineral olarak değerlendirilemez. Mineralin tanımına göre hayvansal ve bitkisel
maddelerin mineral olmaması gerekir. Ancak, mercanlar, midyeler ve çok sayıda
diğer hayvan ve bitkileri de içine alan bazı organizmalar kavkılarını ya aragonit
ya da kalsit minerali olan kalsiyum karbonat (CaCO3) bileşiğinden ya da kuvars
mineralindeki silisyum dioksitten (SiO2) oluşturur.
Kristal Yapısı: Mineraller, kendini oluşturan atomlarının, halit mineralindeki
gibi düzenli, üç boyutlu bir çatıda dizildiği kristalin katılardır. Boşluktaki gibi ideal
koşullar altında mineral kristalleri gelişerek düzlemsel yüzeylere (kristal yüzleri),
keskin köşelere ve düz kenarlara sahip mükemmel kristaller oluşturur. Bir başka
deyişle düzgün geometrik şekilli iyi oluşmuş bir mineral kristali, düzenli bir iç atomik yapının dışa yansımasıdır. Tüm katı maddeler, kristal yapılı değildir; örneğin
doğal ve yapay cam, düzenli atom diziliminden yoksundur ve “şekilsiz” anlamına
gelen amorf olarak adlandırılır.
Atomların düzenli iç yapıda çatıya sahip olduğu bir katı için kristalin kullanılırken kristal, düzlemsel yüzeylere (kristal yüzleri), keskin köşelere ve düz kenarlara
sahip bir geometrik şekildir. Bu yüzden kristal, kristalin bir yapının dışa vurumudur. Kristalin katılar olan mineraller her zaman iyi oluşmuş kristaller ortaya çıkarmaz. 1669 yılında Danimarkalı bilim adamı Nicolas Steno farklı kuvars örneklerindeki eşdeğer kristal yüzeylerinin kesişim açılarının aynı olduğunu belirledi. O
zamandan beri bu yüzeylerarası açıların değişmezliği yasası boyutlarına, şekillerine, yaşlarına ve coğrafi konumlarına bakılmaksızın diğer pek çok mineralde de
kanıtlanmıştır. Steno, mineral kristallerinin çok küçük, benzer yapı bloklarından
yapıldığını ve bu yapı bloklarının diziliminin mineral kristallerinin dış şeklini belirlediğini vurguladı. Kısacası Steno’nun minerallerin dış görünüşünün kristalin
iç yapısından kaynaklandığını ortaya atmış ve bu daha sonra kanıtlanmıştır.
Minerallerin Kimyasal Bileşimi: Kimyasal bir formülle gösterilen mineral
bileşimi, minerali oluşturan farklı elementlerin atom sayılarını göstermenin
pratik bir şeklidir. Kuvars minerali her iki oksijen (O) atomuna karşılık bir silisyum (Si) atomu içerir ve bu yüzden SiO2 formüllüdür. Ortoklaz bir potasyum,
bir aluminyum, üç silisyum ve sekiz oksijen atomundan oluşur (KAlSi3O8). Doğal elementler olarak bilinen birkaç mineral tek bir elementten oluşur. Grafit
ile elmas karbon (C); gümüş (Ag), platin (Pt) ve altın (Au) ile temsil edilir. Birçok mineralin kimyasal bileşimi değişmez. Kuvars hep silisyum ve oksijenden
(SiO2) oluşur, halit yalnızca sodyum ve klor içerir (NaCl). İki ya da daha çok
elementin atomları yaklaşık aynı büyüklük ve yükte ise bir element diğerinin
yerini alabileceğinden diğer mineraller bir bileşim aralığına sahip olur.
-4web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Mineraller
Demir ve magnezyum atomlarının yaklaşık aynı büyüklükte olduğuna dikkat
edin; bu nedenle birbirlerinin yerlerini alabilirler. Olivin mineralinin silisyum ve
oksijenle birlikte sadece magnezyum, sadece demir ya da her ikisini birden içerdiği anlamına gelen kimyasal formülü (Mg,Fe)2 SiO4’dur. Aslına bakılırsa olivin terimi genellikle hem demir hem de magnezyum içeren minerallerde kullanılırken
forsterit sadece magnezyum iceren olivin (Mg2SiO4), sadece demir iceren olivin
(Fe2SiO4) fayalit olarak bilinir. Çok sayıda başka mineralin de bileşim aralıkları
dizileri olduğundan bunlar gerçekte birkaç üyeli mineral gruplarıdır.
Parlaklık: Parlaklık (renkle karıştırılmamalı), mineralin yüzeyinden yansıyan
ışığın niteliği ve şiddetidir. İki temel parlaklık tipi vardır: metal görünümüne sahip olan metalik (galen) ve metalik olmayan parlaklık. Camsı ya da cama benzer
(kuvarstaki gibi), donuk ya da topraksı, mumsu, yağsı ve parıltılı (elmastaki gibi)
parlaklıklar, metalik olmayan birkaç parlaklık tipi arasındadır.
Renk: Bazı minerallerin tanımlanmasında en belirgin fiziksel özellik olan renk
tüm mineraller için geçerli değildir. Buna rağmen minerallerin tanımlanmasına
yardımcı olan renk üzerine bazı genellemeler yapılabilir. Olivin zeytin yeşili renkte
olmasına rağmen ferromagnezyen silikatlar tipik biçimde siyah, kahverengi ya da
koyu yeşildir. Öte yandan ferromagnezyen olmayan silikatların renkleri epey değişir ama nadiren koyudur. Bu silikatların cok daha tipik olan renkleri beyaz, krem,
renksiz, pembenin tonları ile soluk yeşildir. Metal parlaklığına sahip minerallerin
renginin metal olmayan minerallerin renginden daha tutarlıdır. Örneğin galen
hep kurşun grisi renkteyken pirit pirinc sarısı rengindedir Aksine metal olmayan
bir mineral olan kuvarsın rengi renksiz, dumansı kahverengiden siyaha, pembe,
sarı– kahverengi, süt beyazı, mavi ya da menekşeden mora kadar değişir.
Sertlik: Sertlik, aşınmaya karşı mineralin direnci olarak tanımlanır ve çoğunlukla iç yapısı ile denetlenir. Örneğin grafit ve elmasın her ikisi de karbondan oluştuğu halde grafitin sertliği 1-2, elmasınki ise 10’dur. Avusturyalı bir jeolog olan
Friedrich Mohs, 10 mineral için göreli bir sertlik ölçeği geliştirdi. Bilinen en sert
mineral olan elmasa 10 öteki minerallere de daha düşük değerler vermiştir. Göreli sertlik Mohs sertlik ölçeğiyle kolaylıkla belirlenebilir. Kuvars fluoriti çizerken
fluoritle çizilmez, jips tırnakla çizilebilir vb.
Özgül Ağırlık: Burada aşağı yukarı eşlanlamlı kullanmamıza rağmen özgül
ağırlık ve yoğunluk ayrı kavramlardır. Bir mineralin özgül ağırlğı, ağırlığının eşit
hacimdeki saf suyun ağırlığına olan oranıdır. Dolayısıyla özgül ağırllığı 3 olan bir
mineral, sudan 3 kat daha ağırdır. Tüm oranlarda olduğu gibi özgül ağırlık da gr/
cm3 olarak ifade edilmez, boyutsuz bir sayıdır. Aksine yoğunluk, birim hacim başına mineralin kütlesi (ağırlığı) olup gr/cm3 cinsinden ifade edilir. Böylece galenin
özgül ağırlığı 7.58 ve yoğunluğu da 7.58 gr/cm3 dür. Özgül ağırlık ve yoğunluk,
mineralin bileşimine ve yapısına göre değişir
Dilinim (foliasyon): Tüm minerallerin sahip olmadığı dilinim, bir mineral kristalinde bağların kuvvetiyle belirlenen yumuşak bir zayıflık düzlemi ya da düzlemleri boyunca kırılma ya da ayrılma eğilimi göstermeözelliğidir. Dilinim, niteliği (mükemmel, iyi, zayıf), yönü ve dilinim düzlemlerinin kesişme açılarına göre belirtilir.
-5web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» İslam Felsefesi
Ortaçağ felsefesinin bir diğer önemli ve özgün felsefe geleneği İslam felsefesidir. İslam felsefesi, Batı’nın Patristik felsefenin ardından ağır bir “Karanlık Çağ”a
girdiği sırada, kültür tarihinde özellikle bilginin sadece korunmasına değil fakat
yeni katkılarla zenginleşmesine önemli katkılarda bulunmuş; bu anlamda, antik
felsefe ile 12. yüzyıl sonrası Skolastik Hıristiyan felsefesi arasında köprü görevi
yerine getirmiş bir felsefe geleneği olarak ortaya çıkmıştır. İslam felsefesine Müslümanlar dışında da katkıda bulunanlar olduğu ve İslam felsefesi sadece Arap
dilinde ifade edilmediği için İslam felsefesi çok genel bir biçimde, bir bütün olarak
İslam kültüründen doğmuş olan felsefe geleneği diye tanımlanabilir.
Felasife ve Hikmet: İslam felsefesi, elbette, değişmez bir gündemi ve belli
amaçları olan standart ve yekpare bir felsefe geleneğini ifade etmez. Söz konusu
felsefe içinde çok çeşitli felsefe akımları, alternatif felsefe tasavvurları bulunur.
Sözgelimi, Meşşai felsefe Yunan tarzı felsefeyi önemli ölçüde takip eder, buna
mukabil tasavvufi felsefe, kendisine belirleyici ilke veya harekete geçirici düşünce
olarak, mistik bilgi ilkesini alır. Sadece bu iki ayrı felsefe akımı ya da tarzı bile,
Ortaçağ İslam felsefesi’nde, farklı felsefe kavrayış ya da tasavvurlarının serpilmiş
olduğunu göstermeye fazlasıyla yeter. Buna göre, 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar
yaklaşık üç yüzyıl boyunca temsil edilen Meşşai felsefe, İslam dünyasında Grekçe
philosophianın karşılığı olan felasifeyi ifade eder. Başka bir deyişle, Antik Yunan’a
özgü felsefe tarzının veya akılyürütme biçiminin geleneksel İslami metodolojilerinden olan farklılığına işaret edilmek üzere, onda Batılı anlamda rasyonel felsefeye karşılık gelecek şekilde, felasife deyimi kullanılmıştır. Tasavvufi ya da İşraki
felsefe tarafından temsil edilen alternatif felsefe tasavvuru ise hikmet olarak tanımlanmış veya sınıflanmıştır. Buna göre, felasife ya da felsefenin varolanların
bilgisini ifade ettiği yerde, çok daha geniş bir anlamda kullanılan hikmet, gerçeklikle ilgili ruhu dönüştürmeye yarayan araştırmayı ifade eder. Gerek Kuran’ı ve gerekse evreni ilahi vahyin, yorumlanmaya muhtaç veçheleri ya da temel unsurları
olarak gören söz konusu hikmet olarak felsefe anlayışı, doğallıkla İslam felsefesini,
vahyin sonucu olan kutsal metin üzerine hermeneutik bir araştırmaya dayanan
bir “peygamber felsefesi” haline getirir. Bu felsefe türü, dolayısıyla daha geniş bir
konular yelpazesini, sözgelimi insan varlıklarını, Bir Olan’ı ya da Saf Varlığı, evrensel varlık hiyerarşisinin derecelerini, evrenin bir bütün olarak kendisini ve nihayet,
Tanrıya dönüşü ele alır. Söz konusu felsefenin amacı, evrendeki tözlerin ve arazların kuramsal bilgisi yanında, bütün bu varlıkların mevcudiyetini, ruha evrenin
sınırlarından kurtulma imkânı verecek şekilde deneyimlemek olarak ortaya çıkar.
Bu çok daha genel felsefe tasavvurunda, evren bireye dışsal ve yabancı bir şey
olarak değil fakat ruhun yaptığı seyahatte geçtiği evrelerin bir dizisi olarak değerlendirilir; bu yüzden, o evreni rasyonel bir biçimde anlamaya çalışmak yerine,
insanın evrendeki ilahi gizemi temaşa ederken, yaşadığı derin şaşkınlık ve aczi
analiz etmeye çalışır. Söz konusu hikmet olarak felsefe tasavvurunun veya İslam
felsefesini dar felasife anlayışından ziyade hikmetle karakterize olan bir düşünce
geleneği olarak görmenin en büyük avantajı, onun İslam felsefesini hiçbir özgünlüğü olmayan, onu sadece yabancı bir kültürden aktarılmış bir düşünce formu
olarak değerlendirme hatasından bağışık olmasından kaynaklanır.
-6web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» İslam Felsefesi
Yunan felsefesi İslam felsefesinin gelişiminde hiç kuşku yok ki çok büyük ve
önemli bir rol oynamıştır. Nitekim İslam felsefesi Meşşai felsefe geleneği içinde
en az üç yüzyıl boyunca Yunan felsefesine özgü ilgilerle, Yunan felsefesinin temin
ettiği kavramsal araçlarla çalışmıştır. Fakat İslam felsefesi salt Yunan felsefesine
özgü ilgilerle belirlenen bir felsefe olmadığı gibi, felasife anlamında Meşşai felsefe
bile, Yunanlıya ait düşüncelerin İslami konu ve problemlere olduğu gibi uygulanmasından oluşmaz. Meşşai felsefenin ana ilkeleri Antik Yunan felsefesinde bulunsa bile, bu ilke Müslüman filozoflar tarafından radikal bir biçimde dönüştürülüp,
ayrıntılı olarak geliştirilmişlerdir.
Buradan yola çıkarak, İslam felsefesinin farklı felsefe tasavvurlarını, çeşitli entelektüel, politik ve manevi hareketleri kuşatan oldukça kompleks bir düşünce
fenomenine karşılık geldiğini söyleyebiliriz.
İslam felsefesinin doğuşuna etki yapmış olan üç önemli tarihsel faktör olduğu
kabul edilir. Bunlardan birincisi, İslami kültürün, başlangıçta kendisine yabancı
kültürel kaynakların etkisinde kalması olgusu ve farklı dini ve entelektüel topluluklar arasındaki entelektüel rekabettir. Gerçekten de İslam uygarlığı 622’deki
doğuşu ve yaklaşık seksen yıl süren çok hızlı yayılışı boyunca, Arap yarımadasını
kuşatan hayli gelişmiş kültürlerle karşı karşıya kalmıştı. Sözgelimi hayli rafine kültürleri ve yerleşik dini yapılarıyla Pers ve Bizans imparatorlukları, İslam uygarlığı
için gerçek bir tehdit ve meydan okuma oluşturdu. Müslüman yöneticilerin, daha
önce bu imparatorlukların bünyesinde yer alan milletler sonradan İslam’a dönüp kendi kültürel kazanımlarını İslami dünya görüşüne dahil edince, ayrı hukuki
sistemlere, eğitim anlayışı ve sanatsal ifade biçimlerine sahip olan bu milletlerin
geleneksel ardalanlarını İslam kültürüyle ahenkli hale getirmede, İslam diniyle
Arapçanın temin ettiği politik birliğe rağmen çok zorlandıkları söylenebilir. Yine,
yeni sosyoekonomik koşulların yol açtığı problemlerin çözüm bekliyor oluşu da
düşüncenin yüzünü başka dünyalara çevirmesi ve gelişimi açısından önemli bir
faktör olmuştur. Nitekim Emeviler, bu ilk kuruluş döneminde, sadece Kuran’ın ve
Hadis’ten çıkartılacak derslerin veya ilkelerin toplumsal ve politik hayatta karşılaşılan bütün problemleri, hatta dini ve ahlaki konularla ilgili meselelerin tümünü çözemeyeceğini açıklıkla gördüler. Bu yüzden, Emeviler ve İslam dünyasının
idaresini yedinci yüzyıldan itibaren onlardan devralan Abbasiler, İslam kültürüne
yabancı kaynak ve yöntemlerin, hiç olmazsa bu dünyada karşılaşılan çok çeşitli
problemlere uygulanabilirlikleri açısından incelenip değerlendirilmesinin kaçınılmaz olduğu sonucuna vardılar. İslam bilgiye dayanan bir din olduğu için İslami
olmayan bu kaynak ve belgelerin incelenmesi hiçbir zaman bir tehdit olarak görülmedi. İşte bu durum ya da faktör, elbette başkaca unsurlarla birlikte İslam
felsefesinin doğuşuna önemli bir katkı yapan Yunan felsefesinin çeviriler yoluyla İslam dünyasına naklinde, hiç kuşku yok ki en belirleyici rolü oynamıştır. Öte
yandan, politik ve etik alanda gerekli kuramsal ilkelerden yoksun olma tercüme
faaliyetini hareket geçiren en önemli faktör olmakla birlikte, bunda 7. yüzyılda
İslam dünyasının entelektüel potansiyelini eski kültürler karşısında sınamak ya da
ölçmek için sabırsızlanan yükseliş halindeki bir kültürü temsil etmekte olmasının
da belli bir rol oynadığını unutmamak gerekir. Devamı Sayı -24- 7web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Osmanlı İmparatorluğu
Osmanlı İmparatorluğu, 1299 yılında OSMAN BEY tarafından kurulmuştur.
Osman Bey’in 1299’da bağımsızlığını ilan etmesine zemin hazırlayan gelişme; Moğol-İlhanlıların,Anadolu Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubad’ı İran’a götürmeleri üzerine Anadolu’da ortaya çıkan otorite boşluğudur.
Osman Bey; Osmanlı Devleti’ni ve Osmanoğullarını kuran ve adını devletine ve
soyuna vermiş bulunan ilk Osmanlı Sultânıdır. Kendisine Kara Osman, Fahruddin
ve Mu’înüddin de denmiştir. Osman Gâzî, hayatının sonuna kadar emîr yani bey
olarak anılmıştır; vefatından sonra Hân ve Sultân denmiştir. Çünkü hayatının sonlarına doğru uc beyi olmuştur.
OSMANLI DEVLETİ’NİN GENEL ÖZELLİKLERİ
· Tek bir hanedanın hüküm sürdüğü en uzun ömürlü devlettir.
· Türk devletleri içinde en uzun süre yaşayan ve en geniş sınırlara ulaşanıdır.
· Türk devletleri içinde merkezi otoritesi en güçlü olanıdır.
· Kültür ve uygarlık alanında en ileri olan Türk devletidir.
· Mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullanır. Ancak, I.Ahmet dönemine kadar veraset yasası belirgin değildir.
· Şeriat hukuku ile yönetildiğinden teokratik, mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullandığından monarşik devlet yapısı görülür.
· Fetih temeline dayandığından askeri; etnik yapı çeşitli olduğundan çok uluslu
bir imparatorluktur. Ancak sömürgeci olmamıştır.
OSMANLI SİYASİ TARİHİNİN DÖNEMLERE AYRILMASI
a. KURULUŞ (1299–1453) Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu - İstanbul’un Fethi
b. YÜKSELME (1453–1579) İstanbul’un Fethi - Sokullu’nun Ölümü
c. DURAKLAMA (1579–1699) Sokullu’nun Ölümü - Karlofça Antlaşması
d. GERİLEME (1699–1792) Karlofça Antlaşması- Yaş Antlaşması
e. DAĞILMA-YIKILIŞ (1792–1922) Yaş Antlaşması-Saltanatın kaldırılması
Teşkilatlanması açısından Kuruluş Döneminde izlediği seyir
Ertuğrul Gazi Osman Gazi Orhan Gazi I. Murat Fatih S. Mehmet
Aşiret yapısı
Aşiret’ten Beyliğe geçiş dönemi
Beylikten Devlet’e geçiş dönemi
Devlet teşkilatlanmasının tamamlanması
Mutlak Merkeziyetçi İmparatorluk halini alış dönemi
KURULUŞ DÖNEMİ PADİŞAHLARI
1) I.Osman (1281–1326)
2) Orhan Bey (1326–1362)
3) I.Murat (Hüdavendigar) (1362–1389)
4) I.Bayezid (Yıldırım) (1389–1402)
5) 1.Mehmet (Çelebi) (1413–1421)
6) II.Murat (1421–1451)
7) II.Mehmet(Fatih) in ilk iki yılı (1451–1453...)
-8web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Osmanlı İmparatorluğu
YÜKSELME DÖNEMİ PADİŞAHLARI (1453–1579)
Fatih (II.Mehmet) II.Bayezid Yavuz Sultan Selim (I.Selim) Kanuni Sultan Süleyman (I.)
II.Selim
II.Murat
(1453 - 1481)
(1481 - 1512)
(1512 - 1520)
(1520 - 1566)
(1566 - 1574)
(1574 - 1595)
DURAKLAMA DÖNEMİ PADİŞAHLARI (1579-1699)
1- III.Murat
2- III.Mehmet 3- I.Ahmet
4- I.Mustafa
5- II.Osman (Genç) 6- IV.Murat 7- I.İbrahim 8- IV.Mehmet 9- II.Süleyman
10- II.Ahmet 11- II.Mustafa (1574-1595)
(1595-1603)
(1603-1617)
(1617-1618/1622-1623)
(1618-1622)
(1623-1640)
(1640-1648)
(1648-1687)
(1687-1691)
(1691-1695)
(1695-1703)
GERİLEME DÖNEMİ (1600-1792)
1- II.Mustafa (1695-1703) (IV. Mehmet’in oğlu) Karlofça’yı imzalayan
2- III.Ahmet (1703-1730) (IV. Mehmet’in oğlu) Lale Devri
3- I.Mahmut 1730-1754) (II. Mustafa’nın oğlu) Kapitülasyonlar
4- III.Osman (1754-1757) (II. Mustafa’nın oğlu) Nur-u Osmaniye Camii
5- III.Mustafa (1757-1774) (III.Ahmet’in oğlu) Cülus Bahşişini son dağıtan
6- I.Abdülhamit (1774-1789) (III.Ahmet’in oğlu)-Küçük Kaynarca’yı imzalayan
7- III.Selim (1789-1807) (III.Mustafa’nın oğlu) Nizam-ı Cedit’i kuran
DAĞILMA DÖNEMİ (1792-1918)
II.Mahmut Abdulmecit Abdulaziz
V. Murat
II. Abdulhamit
V. Mehmet(Reşat)
(1808-1839)
(1839-1861)
(1861-1876)
(1876)
(1876-1909)
(1909-1918)
-9web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Edebiyat Akımları · Hümanizm
Lâtince “homo”(insan) veya “humanus”tan (insan) gelen “hümanizm”
kelimesi, Batı dillerinde XVIII. yüzyılın
ortalarından itibaren görülmekle birlikte, 1850’lerde yaygın bir biçimde ve
bugünkü anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Hümanizm’in genel anlamı;
“insanlık aşkı, insaniyete muhabbet, insancıllık/insancılık; insanı, renk, ırk, din
ve mevkiini dikkate almadan sevmek,
onun hayrını düşünmek özel anlamı;
“Rönesans çağında Eski Yunayı ve Lâtin
edebiyatına dönüp ona değer vereyi,
tanıtan, araştıran öğreti”; felsefî anlamı
ise; “insanî değerlerin savunulmasını
esas alayı dünya görüşü”., veya “Genel
olarak, akıllı insan varlığını tek ve en
yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlâkî gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir biçimde, doğaüstü
alana hiç başvurmadan, doğal yoldan
gerçekleştirebileceğini belirten ve bu
çerçeve içinde insanın doğallığını, özgürlüğünü ve etkinliğini ön plâna çıkartan felsefî akımdır.
Hümanist Edebiyatın İlke ve Nitelikleri: Hümanist felsefe ile Rönesans ve reform hareketlerinin yaşandığı dönemin elbette ki kendine has bir
sanat/edebiyat anlayışı ve bu anlayışa
göre şekillenmiş bir sanat/edebiyatı
vardır. XV. asrın sonundan XVII. asrın
başlarına kadarki dönemde esas olan
hümanist sanat/edebiyat veya Rönesans dönemi sanat/edebiyatının temel
ilke ve niteliklerini şu şekilde sıralamak
mümkündür:
Antik Yunan ve Lâtin Sanat/Edebiyatını Örnek Alma: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, hümanizm gücünü Antik
Çağa dönüşten almaktadır. Hümanist
sanatkâr, Antik Yunan ve Lâtin kültür ve sanatına dönerek onu kendine
örnek alır. Dogal olarak bu tavır, An-
tik Yunan ve Lâtin kültürünün estetik
ideallerini bağlanmayı ve bu kültürün
eserlerini ihtiva ettikleri dünya görüşü,
konusu, biçimi, dil ve üslûptan açılarından örnek almayı ve -bir anlamdataklit etmeyi beraberinde getirmiştir.
Ancak bunun basit bir taklit olmadığını
söylemek gerekir. Hümanist sanatkâr,
Antik dönem sanatkâr ve eserlerinin
üstün yanlarını alıp kendi sanat ve zevk
potasında yeniden yoğurarak eserini
yazmaya çalışır. Hümanist edebiyat,
Eflâtun’dan ziyade Aristo’nun sanat ile
ilgili görüşleri; bu görüşlerin yeniden
yorumu üzerine oturur. Yani sanatta
asıl olan kural, mimesis (taklit, yansıtma) dir. Bununla birlikte Hıristiyanlık,
hümanist sanatta varlığını korur. Ancak
sanatın Orta Çağa göre çok daha dünyevî, beşerî ve aklî olduğu da bir gerçektir. Hıristiyanlık öğretisinin dünyevi
gerçeklikle karşılaştıran dönemin en
tipik eserinin Boccaccio’nun “Decameron”u olduğu söylenebilir.
İnsanı Sanatın Konusu Yapma:
Hümanist sanat/edebiyatın asıl konusu insandır. Elbette bu insan, evrensel
insandır. Hümanistlere göre, doğuştan birtakım zaaflara sahip olan insan,
eğitimle belli bir ruh-beden dengesine
ulaşabilecek potansiyele sahiptir. Zira
insan, bir Tanrı melekesi olan akla sahip ve bu aklı sayesinde Tanrı’ya en
yakın varlıktır. Bu sebeple o sorumluluk sahibidir, iyi insan, inançları ile aklı
arasında bir denge kurabilmiş; iradesini Tanrı iradesinin emrine verebilmiş
olandır. Hümanist sanat/edebiyatın
amacı, insanı cennetteki kusursuzluğuna doğru götürmektir. Bu sebeple bu
sanatın muhtevası, rasyonalizm, denge ve düzen kavramları çerçevesinde
ifadesini bulur. Amacı da zevk vererek
eğitmektir.
- 10 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Edebiyat Akımları · Hümanizm
Evrensel Olma: Hümanizm, adı üstünde insancıllığı esas aldığı; yani bütün
insanları veya insanlığı kucaklama arzusunda olduğu, Eski Yunan ve Lâtin’i örnek
ve ideal kabul ettiği için, sanatkârın içinde yaşadığı çağa, topluma ve bunların millî
ve mahallî değerlerine uzak kalmıştır. Önemli olan şu veya bu toplumun, zamanın, mekânın şu veya bu insanı değil, genel ve evrensel olanın anlatılmasıdır. Bu
sebeple hümanistler millî değil, evrenselcidir.
Aristokrat Olma: Hümanist sanat/edebiyat, büyük ölçüde aristokrattır. Sanatkârların büyük bir kısmı asilzade ve askerdir. Daha da önemlisi, sanatkârların
önemli bir kısmı değişik sıfat veya görevlerle kralların, derebeylerin, kilisenin hizmetinde bulunan insanlardır. Kral ve soyluların kanatlan akındaki sanatkâr, sanatını saray ortamında ve efendisinin zevki çerçevesinde şekillendirir. Hümanist
sanatın söz konusu aristokratlığındaki bir başka sebep, dayandığı ve örnek aldığı
kaynaktır. Çünkü Lâtinceyi belli bir kesimin dışındaki halk bilmez.
Dil, Üslûp ve Şekil Endişesi: Hümanist sanat/edebiyat, her geçen gün biraz
daha güçlenen ve belirginleşen bir dil, üslûp ve şekil endişesine sahiptir. Söz konusu endişe, hem esas olan kaynak ve o kaynağın eserlerinden hem de eserin
içinde hayat bulduğu ortamdan kaynaklanır.
HÜMANİSTLER VE ESERLERİ
Dante Alighieri (1265-1321): İtalyan edebiyatının kurucusu ve Rönesans’ın
hazırlayıcısı şair. Eserleri: İlâhî Komedya, Yeni Hayat, Canzoniere.
Francesco Petrarca (1304-1374): İtalyan şairi. Eserleri: Canzoniere, Trionfi,
Le Rirne.
Giovanni Boccacio (1313-1375): Hikâye türünün yaratıcısı ve ilk yazarı, İtalyan asıllı yazar hikâyelerini “Decamerone” adlı kitabında toplamıştır. Eserleri:
Flostirato, Ameto, Flocolo.
François Rabelais (1490-1553): Fransız yazar ve düşünürü. Eserleri: Pantagruel, Gargantua, Üçüncü Kitap, Dördüncü Kitap, Beşinci Kitap.
Pierre de Ronsard (1524-1585): Rönasans devrinin Dante’den sonra en ünlü
Fransız asıllı şairidir. Eserleri: Aşklar; Odlar, Eglogalar.
Michel de Montaigne (1533-1592): Serbest düşüncenin öncülerinden olan
meşhur Fransız yazarı. Tek eseri “Denemeler” adını taşır.
Migel de Cervantes (1547-1616): İspanyol edebiyatının ünlü yazan. Galatea
ve Don Kişot romanlarıyla tanınır.
William Shakespeare (1564-1616): İngiliz ve dünya tiyatro edebiyatının büyük sanatkârı. Eserleri: Windsorlu Şen Kadınlar, Yanlışlıklar Komedisi, Kum Gürültü, Beğendiğiniz Gibi, Hırçın Kız (komedi), Venedik Taciri, Fırtına (dram), Romeo ve
Juliet, Hamlet, Julius Caesar, Machbeth, Othello, Kral Lear (trajedi).
- 11web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Sinema
1-
Psycho
Yönetmen: Alfred Hitchcock
Senarist: Robert Bloch · yazan / Joseph Stefano · uyarlayan
Oyuncular:Anthony Perkins, Janet Leigh, Vera Miles
Yapım yılı: 1960, ABD
Süre: 109 dakika
Konu: Marion (Janet Leigh) ve sevgilisi Sam (John Gavin), evlenmek istedikleri
halde, evlilik için yeterli paraları olmadığı için evlenemezler. Marion’un patronu
banka hesabına yatırması için 40 bin dolar verince, Marion parayı çalar ve Phoenix’i terk eder. O geceyi yol üzerinde bir motelde geçirecektir. Marion ile arkadaş
olan motelin genç sahibi Norman Bates (Anthony Perkins), Victoria döneminden
kalma büyük bir konakta, hasta ve zor bir kadın olan annesiyle birlikte yaşadığını
anlatır ve Marion’u eve davet eder. Marion gece yatmadan önce duş alırken yaşlı kadın ansızın ortaya çıkar ve duştaki Marion’u bıçaklayarak öldürür. Dakikalar
sonra ortaya çıkan Norman büyük bir soğukkanlılıkla yerdeki kan izlerini temizler
ve Marion’un cesedini kucağına alarak, kızın arabasının bagajına yerleştirir. Sonra
da arabayı yakındaki göle doğru sürerek gölün çamurlu sularının cinayet kanıtlarını yutmasını izler.
2-
Vengo
Yönetmen: Tony Gatlif
Senarist: Tony Gatlif
Oyuncular: Antonio Canales, Orestes Villasan Rodríguez
Yapım yılı: 1987, İspanya, Fransa, Almanya, Japonya
Süre: 90 dakika
Konu: Caco, gururlu ve yakışıklı bir adamdır. İyi bir aile babasıdır ve toplum içinde
güçlü ve saygın bir yere sahiptir. Ancak çok sevdiği kızının ölümü ile derinden sarsılıp küçücük parçalara dağılır. Sıklıkla kızının mezarını ziyarete gider. Fotoğrafına
bakarak ağlar ve içideki o derin sevgi ve korumak iç güdüsünü bütünü ile yeğeni
Diego’ya yönlendirir. Öte yandan Diego’nun babası yani Caco’nun kardeşi Caravaca Ailesi’nden birini öldürdüğü için saklanmaktadır. Söz konusu ile de toplumda
güçlü bir yere sahiptir. İntikam peşine düşerler ve adalet için Caco’nun karşısına
gelirler. Kardeşine ihanet etmeyi reddedince Caravacalar sabırsızlanmaya başlarlar. Hiçbir yere varamadıklarını hissedince Diego’yu öldürmekle tehdit ederler.
Caco, bu ölüm döngüsünün bir şekilde kırılması gerektiğinin farkına varır. Ancak
sevdiği herkesi koruyarak bunu nasıl hayata geçireceği bir muammadır.
- 12 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Sunucu Bilgisayarlar
Sunucu bilgisayarları normal bilgisayarlardan ayıran en önemli iki özellik donanım ve yazılımlarıdır. Sunucu bilgisayarlar, büyük miktarda veri işleyen ve aktaran bilgisayarlardır. Sunucu bilgisayarlar aynı anda binlerce hatta milyonlarca
kişiye hizmet verebilirler. Bu sebeple daha güçlü bir donanıma sahiptirler. Bunun
dışında daha küçük çaplı işler için herhangi bir dizüstü ya da masaüstü bilgisayarda sunucu olarak kullanılabilir.
Sunucu bilgisayardan bilgi alışverişi yapan bilgisayarlar “istemci” olarak adlandırılır. Örneğin, bir bankacılık sitesine bağlandığınızda sizin bilgisayarınız istemciyken bankanın sistemi sunucu durumundadır. Günümüzde sunucu bilgisayarlar
yoğun bir istemci trafiğine sahip olduğundan, işlemciden, belleğe tüm birimler
kişisel bilgisayarların yüzlerce katı kapasiteye sahip olurlar. Örneğin, depolama
birimleri onlarca terabayt, hafızaları yüzlerce gigabayt ile ifade edilir. Sunucu bilgisayarlar çoğunlukla kişisel bilgisayarların aksine bir soğutucu ve güç kaynağı
bulunan bir odada muhafaza edilirler ve bu bilgisayarlara fiziksel erişimler kısıtlanmıştır. Daha çok uzaktan bağlantı yöntemi ile yönetilirler.
Sunucularda kullanılan yazılımlar da kişisel bilgisayarlardan farklıdır. Temel giriş-çıkış işlemleri normal bir bilgisayarla aynıyken sunucu amaçlı işletim sistemleri
daha büyük kapasiteli donanımları çalıştıracak şekilde tasarlanır. Örneğin, normal
bir işletim sistemi bir birim hafıza (RAM) desteklerken sunucu sistemleri yüzlerce
binlerce birim miktarında RAM’i kontrol edebilir. Aynı şekilde, 4 ya da 8 işlemciye
kadar destekleyen kişisel bilgisayarlara ait işletim sistemleri varken sunucu sistemlerinde bu kapasite yüzlerce/binlerce işlemciyle ifade edilebilir.
Sunucu bilgisayarlar ile kullanım amacına göre işletim sistemlerinin parçası
olarak ya da ek programlarla birtakım hizmet yayınları yapılır. Hatta bazı sunucular hemen hiçbir ek program barındırmaz ve sadece özel amaçlı olarak hizmet
verirler. Örneğin veri tabanı sunucuları, kurulan işletim sistemine eklenen bir veri
tabanı sunucu programı (SQL Server, Oracle, MySQL gibi veri tabanı yönetim sistemleri) ile sadece bu amaçla hizmet verir. İnternet üzerinden alışveriş yapılan
sitelere ait veri tabanları, bankacılık ya da e-posta hizmeti veren Gmail, Yahoo gibi
servisler veri tabanı sunucu programlarına ihtiyaç duyarlar. Yine Web sunucuları
da sadece belirli bir İnternet sitesine ait (bazen birden fazla da olabilir) dosya ve
verilerin saklanması ve istemcilere ulaştırılması hizmetini verirler.
- 13web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Anakart ve İşlemci
Anakart: Bir bilgisayarın tüm donanımları anakart üzerinden birbiri ile iletişim
sağlar. Anakartlar hem bu donanımları üzerinde barındırır hem de aralarında bir
köprü görevi görür. İşlemci yuvası, RAM bellek takılması için DRAM yuvası, ses,
ekran, video kartları için PCI slotları anakart üzerindedir ve bu donanımlar doğrudan anakarta takılırlar. Anakarta güç kaynağından gelen elektrik akımı buradan
adı geçen donanımlara ulaşır. Bunun dışında, anakarta takılı olmayıp veri kablosu
ile anakarta bağlantısı olan sabit disk ve CD/DVD-ROM gibi donanımlar vardır.
Bu depolama aygıtlarının veri kabloları IDE bağlantı yuvasına takılırlar. Bunlar
elektrik akımını doğrudan güç kaynağından alırlar. Kasanın önünde yanan ışıklar,
açma-kapama, yeniden başlatma düğmeleri ve USB girişleri kablolar sayesinde
anakarta bağlıdır, ayrıca anakartın üzerinde kasanın dış tarafından görülebilecek
şekilde USB girişleri de mevcuttur.
Anakartlar, üzerinde BIOS ve BIOS pili denilen bileşenleri barındırır. BIOS bilgisayarın sabit hafızasıdır. Pil ile bu hafızadaki varsayılan ayarlar ve saat bilgisi
sürekli güncel tutulur. Bu hafızada bilgisayar ilk açıldığında ne yapılacağı bilgisi
bulunur. Açılışın hangi donanım üzerinden yapılacağı gibi ayarlar buradan yapılır.
Açma düğmesine bastığımızda işlemci anakartın sağladığı BIOS sistemi ile çalışmaya başlar. Bu aslında bilgisayarın çalıştıracağı asıl işletim sisteminden önce çalıştırdığı basit bir işletim sistemidir. Bilgisayarda bundan önce çalışan bir sistem
yoktur. Daha sonra BIOS’taki bilgiye göre açılışa devam edilir. Eğer sistem kurulu
ise sabit disk üzerindeki kurulu işletim sistemi devreye girer. Bir anakartın kapasitesini anakartın veri yolu hızları belirler. İşlemci ile diğer birimler arası iletişim
hızı ne kadar yüksek ise bilgisayar performansı da o denli iyi olacaktır. Bu nedenle
anakart ve esas işlemcinin veri yolu hızları yönünden uyumlu olması gerekir. Ayrıca anakartın üzerindeki bellek yuvalarının sayısı RAM kapasitesini belirlemede
önemli rol oynar.
İşlemci: İşlemciler, anakart üzerinde sürekli olarak donanımlardan veri sinyali
alan ve veren bir konumdadır. Verileri bu donanımlardan alıp işledikten sonra
yazmak için sabit diske, ses bilgisi olarak ses kartına, görüntü olarak ekran kartına
verileri gönderir. İşlemcinin temel ögeleri çekirdek, kontrol birimi, veri yolları ve
ön bellektir.
Kontrol birimi komutların çözümlendiği kısımdır. Bu birimde ayrıca işlemci
içindeki tüm birimlerin eş zamanlı ve uyumlu şekilde çalışması için kontrol sinyalleri üretilir. Veri yolları hem işlemcinin içinde hem de işlemci ile anakarttaki
diğer birimler arasındaki iletişimi sağlayan iletken yolları ifade eder. İşlemcide veri
yolu 32 bit, 64 bit veya 128 bit gibi birimlerle ifade edilir. Örneğin, 64 bit olan
işlemcilerde tek seferde 64 bitlik veri bir yerden bir yere aktarılmaktadır. İşlemci
alınırken belirtilen herts değeri ise işlemcinin saniyede kaç işlem yaptığını belirtmektedir. Örneğin 64 bit 800 Mhz hızlı bir işlemci bir saniyede 64 bit (8 bayt)
bilgiyi 800 milyon kez işlemektedir.
- 14 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
» Kaynakça
Sf4: yunus.hacettepe.edu.tr
Sf5: yunus.hacettepe.edu.tr
Sf6: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları
Sf7: Felsefe Tarihi/Ahmet Cevizci/Say Yayınları
Sf8: tarihogretmeni.net, Ayhan Sönmez
Sf9: tarihogretmeni.net, Ayhan Sönmez
Sf10: edebiyatogretmeni.org
Sf11: edebiyatogretmeni.org
Sf12: imdb, sinemalar, beyazperde
Sf13: anadolu.edu.tr
Sf14: anadolu.edu.tr
- 15 web: https://sedasyon.org - e-mail: iletisim@sedasyon.org
Download