Sorularlarisale.com "Küffarın takibinden kurtulmak için tahassun ettikleri gar-ı hira'nın kapısında, iki nöbetçi gibi, iki güvercin,.." Biz o mağarayı Sevr mağarası diye biliyorduk. Üstad Hazretleri ne hikmete binaen bu şekilde yazmıştır? İslam tarihini incelediğimizde, tarihçilerin bu hadisenin geçtiği yer için genellikle “Sevr mağarası” kullandıklarını görüyoruz. Fakat az dahi olsa bazı kaynaklarda da “Hira mağarası” da geçmektedir. Bu kaynakların bazıları şunlardır: 1. Abdulkadir Badıllı bu konuda şöyle geniş bir değerlendirme yapmaktadır: "Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) Mekke'den çıkıp, Medine'ye Hicret etmek üzere, içine girip saklandıkları mağarayı, bütün siyer kitapları Sevr Dağı'ndaki "Gâr-ı Sevr" olarak kaydetmişlerdir. Bu siyer kitaplarını ve rivayet tariklerini çok iyi bilen Hazret-i Bediüzzaman ise risalelerinin bir kaç yerinde Hicret hâdisesinde Peygamber'in (A.S.M.) tahassun ettikleri mağarayı ve örümcek ve güvercin hâdiselerini anlatırken, her zaman "Gâr-ı Hira" diye kaydeder. Bu durumda, ya Bediüzzaman'ın kat'î bildiği bir şey vardır yahud da, kâtiplerin bir sehvidir -ki bizim kanaatımıza göre, bu mümkün değildir. Zira, Risale-i Nur'da bu bahis birkaç defa tekrarlanmıştır.- Nasılki Şifa'nın Şerhi Nesim-ür Riyad eserinde, şârih Şihab-ül Hafacî dahi, Hicret hâdisesinin ilk gecesinde, bazı hâdiselerin henüz Sevr Dağı'na çıkmadan evvel vuku' bulmuş olacağı ihtimalini de nazara vermiştir. Ruh-ul Beyan Tefsiri dahi başka tarz bir rivayet, amma netice itibariyle aynı mânaya bir derece işaret etmektedir. Bu durumda bize göre; her ne kadar siyer ve tarih kitapları, Peygamber'in Hicret hâdisesinde tahassun ettikleri "Gâr-ı Sevr"dir diye, yani Sevr Mağarası mes'elesinde ısrar ediyorlarsa da, fakat şu bazı uçlarını gösterdiğimiz rivayet şekillerinde ise, Resul-i Ekrem'in (A.S.M) ilk tahassun ettiği mağara, Hira Dağındaki mağara olduğu anlaşılmaktadır." 2. Şeyh Abdülkadir-i Geylanî'nin (K.S.) “El-Gunye” eserinde Hz. Peygamber (asv)'in hicret vaktinde ilk olarak Hira mağarasına yöneldiklerinden bahsedilmektedir. Şöyle ki: “Resul-i Ekrem (A.S.M.) Mekke'den Kureyş'in şerrinden sakınmak üzere Hicret için Hira Dağı'na teveccüh ettikleri zaman, Ebu Bekir-i Sıddık'ın rivayetiyle: Cebrail geldi, dedi: "Ya Muhammed! Cenab-ı Hak sana selâm gönderdi ve bana öğrettiği şu duayı eğer sen de okursan Allah seninle müşriklerin arasında bir hicab hakedecektir. İstersen, o duayı sana da öğreteyim." Resul-i Ekrem (A.S.M.) dedi: "Evet, öğret Ya Cebaril!” dedi.”(1) page 1 / 3 3. Muhammed Hamidullah “İslam Peygamberi” isimli eserinde bu meseleye çok farklı ve çarpıcı bir üslupla yaklaşmaktadır. O’nun bu yorumu sanki bu konudaki münakaşaların tamamına cevap mahiyeti taşımaktadır. Çünkü Muhammed Hamidullah dağ için “Sevr” ismini, mağara için ise “Hira” ismini kullanmıştır. Fakat yine de doğruyu ancak Allah bilir: “Muhammed (a.s.m)’ın ilâhî davetle üstlendiği peygamberlik görevi zor olmakla birlikte, o bunu kendisinden önce gelip geçmiş herhangi bir Nebî’den çok daha mükemmel bir biçimde tamamlama mutluluğuna erişmiştir. Muhammed (a.s.m)’in ilk vahyini aldığı Nûr Dağı’ndaki (Cebel-i Nûr) bir mağarada elçilik görevinin nasıl başlamış olduğunu biliyoruz. Muhammed (a.s.m) ve Ebû Bekir yeni bir hayata başlamak üzere, Medine yolu üzerindeki bir başka dağın, “Sevr dağının Hirâ mağarasına” sığındıkları zaman, kendisine karşı gösterilen muhalefetin karanlıklarından sonra doğan şafak hatırlardadır; ve nihayet on binlerce hacının kendisini dinlemek üzere geldiği Arafat’taki Rahmet dağının (Cebelu’r-Rahme) tepesinden H. 10. yılda söylediği ve hükümdardan en basit kula kadar her insan için gerekli asgarî toplumsal görevleri özetlediği Veda Hutbesi ile bu ilâhî vazifesinin eriştiği olgunluk noktası da hepimizin zihnindedir. O, kendisine inananlara sadece insanın Yaratıcısı ile olan ilişkilerini düzenlemek için bir “din” getirmekle kalmamış, aynı zamanda, her devirde ve dünyanın her bölgesinde günlük hayatımızla ilgili her türlü ihtiyaca cevap verebilecek ve bütün zamanların ve koşulların gereklerine uyarlanabilecek bir kurallar manzumesi de sunmuştur.” (2) Üstad'ın bu ifadesini teyit için şu rivayet de zikredilebilir: «Şu misalin tetimmesi olarak nakledilmiş ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Mekke'den hicret ettiği ve küffarlar takibe çıktıkları vakit, Sebir namındaki dağa çıktılar. Sebir dedi: 'Yâ Resulallah, benden ininiz.! Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa, Allah beni tâzib eder. Onun için korkarım.' Cebel-i Hira çağırdı: 'Bana gel.' Bu sır içindir ki, ehl-i kalb, Sebir'de havf ve Hira'da da emniyeti hissederler.»(3) Bu rivayet dahi gösteriyor ki; Hz. Rasulullah (a.s.m) diğer dağlara gitmeden evvel, Hira dağına çıkmıştır. Mehazler bölümünde de belirtildiği gibi, bu kadar ravi de bu olayı te’yit etmekte ve kabul etmektedir.(4) Yukarıya almış olduğumuz bu açıklamalar gösteriyor ki, Hz. Peygamber (asm) ya ilk page 2 / 3 olarak Nur dağına uğradı, ya da Sevr Dağı'ndaki mağaranın bir adı da Hira'dır. Dipnotlar: (1) bk. Abdulkadir Badıllı, Risale-i Nur’un Kudsi Kaynakları, s. 458. (2) bk. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Madde: 1898. (3) bk. Mektubat, On Dokuzuncu Mektup. (4) Diğer kaynaklar için bk. Me'hazler: Eş-Şifa - Kadı İyaz 1/308; Nesim-ür Riyad, Şerh-üş Şifa - Hafacî 3/75; keza Şerh-üş Şifa - Aliyy-ül Karî 1/630; El-Gunye Abdülkadir-i Geylanî 2/130; Tefsir-i Ruh-ul Beyan - Burusevî 3/432. page 3 / 3 Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)