Bizim AHISKA Çarlığın Kırım’ı ilhakının 231. Yılı münasebetiyle: KIRIM ve “KIRIM’A SEYAHAT” KİTABI ÜZERİNE NOTLAR Yunus ZEYREK Giriş Bizim Ahıska’nın 33. sayısı için kaleme aldığımız editör yazısında Fatih Kerimî’nin Kırım’a Seyahat adlı kitabından bahisle bu kitap hakkında bir yazı kaleme alacağımızı ifade etmiştik. Şu hususa da işaret etmek isteriz ki bu, Kırım’la ilgili ilk yazımız değil. 2011 yılında üç sayıda Kırım bahisleri vardır.1 Mart 2014, Kırım nüfusunun çoğunu meydana getiren Ruslar, V. Putin Rusya’sının tahrik ve teşvikiyle bir halkoylamasına giderek Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya bağlanma kararı aldı; Putin yönetimi de bu kararı onayladı! Bu yazımızda, Kazan Türklerinin önde gelen aydınlarından Fatih Kerimî’nin kaleme aldığı Kırım’a Seyahat adlı kitabı ve bu vesileyle o günden bu güne Kırım’ı konuşacağız. Ama önce kısa bir tarih yolculuğu yapmamız icap ediyor. Kırım Yarımadası, Karadeniz’in kuzeyinde yer alan ve Türklük geçmişi çok eski çağlara giden bir coğrafya parçasıdır. Burası, tarihin hemen her döneminde İskit, Hun, Hazar, Peçenek ve Kıpçak Türklerinin yaşadığı bir yerdir. Burada Rum, Ermeni, Venedikli ve Cenevizliler de yaşamışlardır. Ama Kırım’ın bir Rus geçmişi yoktur. Altun Orda Devleti’nin tarihe karışmasından sonra burada merkezi Bahçesaray olan Kırım Hanlığı kurulmuştur (1441). Kırım Yarımadası’nın dışına taşan, Azak Denizi çevresi ile bugünkü Ukrayna’nın Karadeniz sahilini de içine alan Kırım Hanlığı, 1475 yılında Osmanlı Devleti’ne katılmıştır. 1 Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile Mülâkat, Sayı: 21; Ukrayna-Rusya Steplerinde Ahıska Türkleri, Sayı: 23; Yurduna Kavuşan Adam: Cengiz Dağcı, Sayı: 24. Bahar 2014 Zaman içinde güçlenerek 1552’de Kazan Hanlığı’nı ele geçiren Ruslar, Kırım’a göz dikmiş ve bir taraftan savaşırken diğer taraftan da içeriden çökertmenin yollarını bulmuşlardır. Nihayet 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlı’dan koparılarak bağımsız konuma getirilen Kırım Hanlığı, 21 Nisan 1783’te de Çariçe II. Katerina’nın emriyle Rus ordusu tarafından işgal edilmiştir. Artık bir zamanlar vergi verdikleri Kırım Hanlığı’nı ortadan kaldırıp buraya akın akın Rus göçmenleri sevk edilecektir… Kırım’ın Rusya’ya intikalinden sonra Türk nüfusu Anadolu (Ak Topraklar)’ya hicreti başlamış, onların bıraktığı topraklara Rus ve diğer unsurlar iskân edilmiştir. Kırım’da bugün şaha kalkan Rusluğun hikâyesi kısaca bundan ibarettir! Geçmiş asırlara baktığımızda içimizi yakan hadiseleri hatırlarken Kazan Türklerinden merhum Albay Mecit Sakmar’ın şu ifadelerine yer vermeden geçmeyelim: “Kazan’da bir Türk devletinin yıldızı sönerken güneyde Osmanlı İmparatorluğu en kudretli ve parlak devrini yaşıyordu. Kanunî Sultan Süleyman, Fransa Kralı Fransuva’ya yardım için ordu ve donanmasını Tulon’a göndereceğine ve Osmanlı gölü hâlinde bulunan Karadeniz yoluyla ordu geçirerek Kırım Hanı ordusunu takviye ile Kazan’ı düşmekten kurtarabilirdi. Eğer bu yardım yapılabilseydi bugünkü geopolitik durum da bambaşka olurdu.”2 Bu bölgede Altun Orda ve Kırım Hanlığı gibi devletleri vücuda getiren halk, toplu katliamlara tâbi tutulmuş, kırılmış, Türkiye ve Romanya’ya doğru göçe zorlanmış ve nihayet 2 Mecit Sakmar, Türk-Rus İlişkilerinin Özeti, Emel dergisi, S. 87, 1975. 3 Bizim AHISKA kalanlar da Sibirya ve Orta Asya ülkelerine sürülmüştür. 1730’lu yıllardan itibaren başlayan işgal ve istilâlarda Kırım’ın tarihî yapıları, mimarlık eserleri tahrip edilmiştir. Şâir A. S. Puşkin dahi bu tahribata şahit olmuştur. Bir diğer Rus Şâiri M. Voloşin bir şiirinde bu tahribatı işlemiştir. Çariçe II. Katerina’nın sevgilisi General Potomkin’le başlayan Rus zulmü, Çarlık ve Sovyet dönemlerinde devam etmiştir. Demek ki Rus’un her rengi ve her devri, aynı çizgiyi takip etmiştir.3 Osmanlı Devleti, her ne kadar bu ilhakı kabul etmese de on sene sonra yapılacak Yaş Antlaşması’yla bunu da kabullenmiş olacaktı. Bu antlaşmalar tarihinden itibaren Osmanlı Devleti’nin Rus nüfuz dairesine girdiği söylenebilir. Zira o tarihten itibaren Osmanlı Devleti onca savaşta ne Rusları yenebilmiş ne de ona rağmen bir siyaset takip edebilmiştir! Büyük edibimiz, hikâyeci Ömer Seyfeddin (1884-1920), der ki, “Eskiden Türk milletini parçalayan iki kuvvet vardı: Rus pençesi ve millî gaflet. Birinci kuvvet artık kırıldı. Fakat ikinci kuvvet hâlâ duruyor. Bu kuvvete karşı uğraşmak bugün bütün milliyetini idrak etmiş olan Türkler için bir farzdır.” Bu hükme katılmamak mümkün değil. Lâkin bir şartla: Merhum Ömer Seyfeddin bu sözleri yazdığı sırada Rusya’da 1917 Bolşevik İhtilâli’nin getirdiği perişanlık yaşanmaktaydı. Hâlbuki bugün farklı! Öyleyse ilk tespitini olduğu gibi kabul etmeli ve bizim için tehdit olan 3 Sol adlı bir gazetenin internet sayfasında Kırım’la ilgili bir yazı kaleme alan bahtsız bir hemşehrimiz, insanî açıdan bir Rus’a bile yakışmayacak derecede adi ifadelerle Kırım Türklüğüne saldırmıştır. Doktora tezini, Bizim Ahıska’nın iki sayısında iki yazıyla yere serdiğimiz ve burada adını anmayı bile zül kabul ettiğimiz bu akademisyen kılıklı arkadaş, Türk kelimesini bilhassa kullanmamaya dikkat ederek Kırım Türklerinin bir zamanlar köle ticaretiyle uğraştıklarından dem vurmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerle iş birliği yaptıklarını öne sürerek onların vatandan sürülmelerini haklı gösterecek derecede rezil bir duruma düşmektedir., Eski devirlerde dünyanın hemen her yerinde, bugün hoş görülemeyecek birtakım işlerin yapıldığından bu ilimsiz ve iz’ansız akademisyenin haberi yok mu? Bahsettiği köle ticaretinin de Venedikliler ve Cenevizlilerden kaldığını bilmiyor mu? Nazilerin tarafını tutmaya gelince, bazı kişiler Stalin zulmünden kurtulmanın çaresini o şeklide görmüş olamaz mı? Ama genel olarak Kırım Türkleri Sovyet cephesinde değil miydi? Kaldı ki Nazi taraftarı Ruslar da vardı; hatta Ukraynalıların çoğu öyleydi. Ama herkes biliyor ki Stalin Ukraynalıları nüfus çokluğundan dolayı sürmeyi göze alamamıştır. Gücü bir avuç insana yetmiştir! Bu devirde böyle bir zalimi ve onun zulmünü onaylamak, Türk solunun insanlık değerleri açısından hazin hâlini ifade etmektedir… Böyleleri sadece Türk değil insan bile olamaz herhalde! Bunlar, sosyalizm yalanıyla bu topraklarda kendilerini tarihî Rus emellerine adamış zavallılardır! 4 her iki kuvvete karşı dikkatli olmalıyız, değil mi? Bu hususu daha iyi anlamak için merhum Prof. Akdes Nimet Kurat’ın 1940’lı yıllarda kaleme aldığı Pansılavizm başlıklı makalesinin okunmasını tavsiye ederiz.4 Sadede gelecek olursak, Aralık 1917’de Kırım Tatar Millî Kurultayı, Kırım Demokratik Cumhuriyeti’ni ilân etti ve Numan Çelebi Cihan (1885-1918)’ı İcra Komitesi Başkanı olarak seçti. Cafer Seydahmet Kırımer (1889-1960) ve Dr. Ahmet Özenbaşlı (1893-1958) da onunla beraberdi. Bu hükûmet, 1918’de Kızılordu tarafından yıkıldı; Başkanı olan Numan Çelebi Cihan, Akyar (Sivastopol)’a götürülerek orada şehit edildi ve cesedi denize atıldı. Sovyet rejimi, Ekim 1921’de Kırım Muhtar Sovyet Cumhuriyeti’ni kurdu. Bu hükûmetin başkanı olan Veli İbrahim de Mayıs 1928’de idam edildi. 1896 yılında %30’dan çoğu Türk olan Kırım nüfusu göçlerden dolayı azalıyordu. 1920’li yıllarda bu oran % 23’lere düşmüştür. Yine o yıllarda icat edilen sun’i kıtlıktan dolayı ölenlerin %60’ı Türk’tü! Nihayet Kırım’ın tarihî yerli nüfusunu teşkil eden Tatar/Türk ahalisi, 18 Mayıs 1944’te Orta Asya ülkelerine sürgün edildi. Birkaç ay sonra 15 Kasım 1944’te de Ahıska Türkleri aynı akıbete uğrayacaktır. Sovyet rejiminin çökmesiyle 1990’lı yıllarda Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu öncülüğünde vatana dönen Kırım Türkleri, bugünkü nüfusun hatırı sayılır bir bölümünü (% 13) meydana getirmektedirler. 1. Kuzeyli bir Türk aydını: Fatih Kerimî Fatih Kerimî, 1903 yılı baharında Kırım’a gitmiş; bu yolculuğunu anlatan bir de kitap telif etmiştir. Esas konumuz olan o kitaba geçmeden, kendisinden kısaca bahsedelim. Kerimî, 1870 yılında bugünkü Tataristan’ın Bügülme kazasına bağlı Minlibay köyünde dünyaya gelmiş, ilk ve orta tahsilini bu çevredeki medreselerde tamamlamıştır. 1896 yılında İstanbul Mülkiye Mektebinde yüksek tahsilini bitiren Kerimî, iki yıl Kırım’ın Yalta şehrinde öğretmenlik yaptıktan sonra Orenburg’a gitmiştir. Burada eğitim faaliyetine devam etmiş, sonra da bu şehirde yayın hayatına başlayan ve memleketin zengin 4 Akdes Nimet Kurat, Panslavizm, DTCF Dergisi, II/4, Ankara 1953. Bahar 2014 Bizim AHISKA ailelerinden biri olan Zakir Remiyev’in çıkardığı Vakit gazetesinde uzun yıllar başyazarlık yapmıştır (1906-1917). Bolşevik İhtilâli’nden sonra Moskova’ya gitmiş ve burada bir üniversitede Türkçe dersleri vermiştir. Zalim Stalin devrinin masum kurbanlarından biri olan bu değerli yazar, 1937’de Türk casusluğu gibi uydurma bir suçla tutuklanmış ve idam edilmiştir. Modern Tatar edebiyatının kurucularından biri olan Fatih Kerimî’nin üç kitabı Türkiye Türkçesiyle de yayımlanmıştır: İstanbul Mektupları, Kırım’a Seyahat, Avrupa Seyahatnamesi. Ramiyef’in kayınbiraderi Hamidcan Efendi’dir. Kerimî, başta Orenburg olmak üzere Kırım’a kadar geçtikleri istasyon şehirleri hakkında kısa bilgiler vermektedir: Bozoluk, Samara, Sızran, Penza, Marşansk, Ryajeski, Tula, Kursk, Harkof; sonra Kırım: Akmescit (Simferopol), Bahçesaray, Akyar (Sivastopol), Yalta… İyi bir eğitim almış, dinî ve millî duyguları yüksek bir şahsiyet olan Fatih Kerimî, bu şehirlerden bahsederken aklı fikri maarif ve medeniyettedir. Mensup olduğu cemiyetin cehaletine yanan Kerimî, kiminle karşılaşsa, konuşsa, neden bahsedilse, konu hep maarife gelmek2. Kırım’a seyahat tedir. Yani eğitim, kültür ve medeniyet Fatih Kerimî’nin Kırım’a Seyameselesi… Nerede, ne kadar mescit, hat adlı küçük kitabı, bunca sene mektep ve medrese var, buralarda sonra okunmaya ve üzerinde ne kadar öğrenci okuyor ve neyi düşünülmeye değer yazılardan tedris ediyorlar… Muallimler, meydana gelmektedir.5 Biz bu mollalar ne biliyor ve talebeye kitabı okurken altını çizdiğine öğretiyorlar… Müslüman ülmiz yerlerden hareketle özetkeler neden geri kalmıştır, ilerlemeye çalışacağız. lemenin çaresi nedir vs. “İlim Söz konusu kitap, başlıve maarif karşısında el bağlayıp ca iki bölümden meydana diz çökmeyen adamın yahut milgelmektedir. İlk bölümde letin akıbeti hüsrandır.” diyor. Orenburg’dan başlayan yolSamara’dan hareket edince culuk esnasında trenin uğtrenle seyahat etmenin rahatradığı Rusya şehirleri, ikinci lığını hissediyor ve bu arada bölümde de Kırım intibaları vapur, telgraf, telefon, fotoğraf, anlatılmaktadır. Kitabın ilk elektrik, buhar ve haritanın kullabölümü Kırım’a Seyahat ana nılmasıyla hayatın nasıl değiştibaşlığı ve onun altında da birğine dikkat çekiyor. “Bin kere afekaç alt başlık var: Orenburg’dan rinler olsun insanlık saadeti hadimleBahçesaray’a sefer ve maksat, rine.” diyerek bunları icat edenleri İsmail Gaspıralı Orenburg’dan gidiş, Orenburg, Botakdir ediyor. zoluk istasyonunda 20 dakika, Samara, Marşansk’ta trene binen ve karşısınSamara’dan gidiş, Bir Rus kızı ile sohbet, da oturan genç bayan, okumuş bir Rus kızıRyajeski istasyonunda bir saat, Kursk istasyonunda dır. Onunla yaptıkları karşılıklı konuşma, bir meüç saat, Harkof’ta bir saat. deniyetler diyalogu gibidir. Ehliyetsiz ve cahil din Kerimî, Türk milletinin büyük maarif ön- adamlarından şikâyetle, dinimizi asıl kaynaklacülerinden İsmail Gaspıralı (1851-1914)’nın rından öğrenmeyip böyle gidersek sonumuz inkıçıkarmakta olduğu Tercüman gazetesinin 20. razdır (yok oluş), diyor. “Maarifli hanımefendi ile Yılı münasebetiyle 4 Mayıs’ta Bahçesaray’da güzel güzel sohbetler ederken” vaktin nasıl geçtiyapılacak Dua Meclisi’ne katılmak üzere 27 ğini anlamıyor. Fakat çok hayatî konular üzerinde Nisan 1903 tarihinde trenle yola çıkmıştır.6 Yol konuşulmaktadır. Bunlar arasında İslâm ve kadın arkadaşı, yazı yazdığı Vakit gazetesinin sahibi meselesi başta geliyor. O soruyor, bu cevaplıyor: Evlilik, çok evlilik, boşanma, eğitim, örtünme, 5 Fatih Kerimî, Kırım’a Seyahat, Haz. Hayri Ataş, IQ Yayıncılık, bâtıl itikatlar… Kerimî, bütün suallere açık kalpİstanbul, 2004, 128 s. 6 lilik ve dirayetle isabetli cevaplar veriyor. Kursk Tercüman’ın 1907’de de 25. Yılı kutlanmıştır (Abdülhamid Şâmil, Büyük Gaspıralı’nın 25. Faaliyet Yılı Bayramı, Emel, S. 113, 1979). Bahar 2014 5 Bizim AHISKA Kırım - Bahçesaray’da Han Sarayı Camii istasyonunda karşılaştığı hemşehrilerinin kılık kıyafetle ilgili soruları karşısında, bu konuyu terziyle konuşmalarını tavsiye ederek, ‘Müslümanların İslâm dininden bu kadar bîhaber olmalarına binlerce teessüf ettim.’ diyor. Nihayet, halkın bu derece fikirsiz ve cahil kalmasından ulema ve medresenin sorumlu olduğunu söyleyerek, “Cenabı Hak bunlara insaf versin!” der. Kitabın birinci kısmı, “1 Mayıs gecesi Kırım Yarımadası’nı kuruya birleştiren Perekop berzahını geçip Kırım’a girdik.” cümlesiyle bitiyor. 3. Kırım Kırım başlığını taşıyan ikinci bölüm, kitabın esas konusunu teşkil etmektedir. Kırım başlığı altında bazı coğrafî bilgiler verilmekte, Kırım ahalisi, Kırım’da maarif, Kırım halkının yaşayışı, Kırım’ın evvelki hâline bakış, Kırım Tatarlarının dinleri gibi alt başlıklarda çok değerli bilgiler verilmektedir. Sırasıyla: Simferopol (Akmesçit), Bahçede Kırım mirzası ile görüşme, Bahçesaray’a ulaşma, Bahçesaray’da Han sarayları, İsmail Gasprinski, Tercüman gazetesi ve yirmi senelik 6 devamının dua meclisi, Sivastopol’de iki gün, Müdafaa Müzesi, Sivastopol’den Yalta’ya hareket, Yalta, Dereköy, Livadiya, Yalta’dan gidiş alt başlıkları altında çok ilgi çekici notlar yer almaktadır. Kısaca bu bölümlere göz atalım. Kırım’ın alanı 22,198 km² olup Perekop (Or Kapı), Yevpatoriya (Gözleve), Simferopol (Akmescit), Feodosiya (Kefe) ve Yalta gibi beş bölgeden meydana gelmektedir. Eyaletin merkezi Simferopol (Akmescit) şehridir. Yazları sıcak ve kışları çok soğuktur. Meyve ve sebze bakımından çok bereketli ve emsalsizdir. Ahalisi, çokluk derecesine göre Rus, Tatar, Rum, Ermeni, Bulgar, Çek, Alman, Polak, Yahudi, Karaim, Kırımçak ve Çingenelerden meydana gelmektedir. Bir zamanlar Tatar/Türk nüfusu çokluk iken Rus istilâsından sonra başlayan Türkiye göçü, onları ikinci dereceye düşürmüş. Yedi yüz bin civarındaki nüfusun neredeyse yarıya yakını Tatar/ Türk. Kerimî, Kırım maarifini de çok geri bulmakta ve yerden yere vurmaktadır. Kerimî’nin şu cümleleri, Kırımlıların dil, tabiat ve coğrafyası hakkındaki yerinde tespitlerini ifade etmektedir: Bahar 2014 Bizim AHISKA “Kırım Tatarlarının lisanı Türkçe olup yemek, içmek ve giyim kuşam, örf ve âdet, fikir ve itikat yönlerinden dahi Osmanlı Türklerine pek yakındırlar. Kırım Müslümanları umumiyetle doğru, dindar, saf kalpli, misafirperver, kanaatli ve insaniyetli bir halktır. Kırım’ı herkes sever; çünkü iklimi, tabiatı, havası, insanları, mahsulleri, hâsılı her şeyi iyidir. Her yerinde bir letafet ve her yerinde bir şiiriyet vardır.” Kerimî, trende Türkiye’ye doğru yola çıkmış Kefeli bir aileyle karşılaşıyor. Bu göçün sebebini onun ağzından veriyor: “Çocuklarımızı askere alıp uzak Bahçesaray’da Tercüman gazetesi idarehanesi ve havası fena yerlere gönderiyorlar; oralarda Meşhur Tercüman gazetesi bu şehirde basılbizim evlâtlarımız dayanamıyorlar, Hristiyan maktadır. Fatih Kerimî, nihayet Tercüman Muarasında vefat olup kalıyorlar. Namaz kılmak harriri İsmail Bey’i evinde ziyaret eder. Kahvesini ve oruç tutmak imkânı vermiyorlar, domuz eti içer ve hâl hatırdan sonra 4 Mayıs’ta yapılacak yediriyorlar. Hem de balalarımızı okutmağa yer Dua Meclisi’nde görüşmek üzere ayrılırlar. yok. Rus mekteplerinde din diyanet öğretmeye Kerimî ve arkadaşı Hamidcan Efendi, çare yok.” Bahçesaray’da dolaşırlar. Han Sarayı, Han Camii, Yol arkadaşı Hamidcan buralara ilk defa Çufut Kale, türbe ve ziyaretler, bahçeler… Mezargeldiğinden Kerimî onu gezdirmek için lıktaki bir kâğıttan Kırım hanlarından birçoğunun Akmesçit’te trenden inerler ve burada bir gün vefat tarihlerini verir: Devlet Giray Sultan (1631), kalırlar. 60 bin nüfuslu şehrin otellerinden, cad- Saadet Giray Han (1717), Selim Giray Han (1690), delerinden, mescit ve mekteplerinden bahseder. Gazi Giray Han (1703)… Şehirde 12 mescit, birkaç mektep ve medrese ile 5. Han Sarayı müftü vardır. Cami-i Kebir’de bir öğle namazı kılar ve yandaki medreseyi ziyaret ederler. Bu Fatih Kerimî, Han Sarayı’nı tasvir etmekte ve şehirde Ruslara ait 9 kilisesi var. Kırım ve Salgar bilhassa Gözyaşı Çeşmesi’nden bahisle bu çeşadlı iki Rusça gazete çıkmaktadır. me için şiir yazmış olan Rus şâiri Puşkin’i anar. 4. Bahçesaray “Sarayların binaları güzel, bahçeleri ve çeşmeleri pek Orenburg’da başlayan ve günlerce süren tren yol- lâtif ve şâirânedir.” der. Han Sarayı’nı dolaştıktan culuğu 2 Mayıs, Cuma günü Bahçesaray istasyonun- sonra buradaki camide bir öğle namazı kılarlar. Caminin içeriden ve dışarıdan çok güzel ve azada sona eriyor. Bir zamanlar Kırım Hanlarının payitahtı olan metli olduğunu ifade eder. Otele döndüklerinBahçesaray şehri, kayalık tepeler arasında yer al- de Tercüman’ın 20. Yıl Meclisi’ne uzaklardan, ta maktadır. Şehre II. Katerina’nın girdiği yerdeki zafer Petersburg’dan ve Kafkasya’dan gelen misafirlerle takının altından giriliyor. Bu takın üzerine ‘15 Mayıs görüşür, sohbet ederler. 1787’ tarihi kazılmıştır! Şehirde birçok esnaf dükkânı 6. Gaspıralı, Tercüman gazetesi ve dua meclisi ve bilhassa kahvehanelerin çokluğu dikkat çekmekFatih Kerimî, zamanın cemiyetini değerlentedir! 12 bin kişiden ibaret nüfusunun 10 binini Türklerin teşkil ettiği bu şehirde 36 mescit ve birkaç direrek ‘eskiliği dindarlık, yeniliği dinsizlik’ olarak mektep ve medrese bulunmaktadır. Medreselerin en görenleri tenkit etmektedir. Medreselerde yapılan eğitimin çok geri olduğunu, artık halka, büyükleri Zincirli Medrese ile Orta Medrese’dir. Bahar 2014 7 Bizim AHISKA “Siz karanlıktasınız, size ziya lâzım; siz hastasınız, size devâ lâzım!” diyenlerin kınandığına işaret ederek toplumun hazin hâlini ortaya koymaktadır. “İşte böyle bir zamanda hamiyetperver İsmail Bey Gasprinski Bahçesaray’da Tercüman isminde Müslümanca (Türkçe) ve Rusça bir gazete tesis ederek 1883 senesi 10 Nisan’ında ilk nüshasını neşretti.” diyerek İsmail Bey’i ve gazetesini övmektedir. 4 Mayıs 1903, Pazar günü Tercüman gazetesinin 20. Yılı dolayısıyla düzenlenen Dua Meclisi adlı program başlıyor. Meclis gazete binasının bahçesinde yapılıyor. Meclise uzaklardan davet edilen misafirler, mirzalar, âlimler ve ahali iştirak ediyor. Rus misafirler de var. Kahveler ve tatlılar ikram ediliyor. Yüzlerle ifade edilen tebrik telgraf ve mektupları okunuyor. Bunlardan bazılarının Müslüman kadınlara ait olması Kerimî’yi sevindiriyor. Zira “Milletin istikbâli ve bekası kadınlarımızın elindedir. Onlar eğitimli, terbiyeli ve ahlâklı olursa, milletin istikbâli açık, değilse milletin hâli harap, istikbâli berbattır.” İsmail Bey, umuma hitaben kısa bir konuşma yapıyor. Misafirlerin teşrifinden duyduğu memnuniyeti dile getiriyor, teşekkür ediyor. Âlimlere de Kur’an hatmiyle dua etmelerini rica ediyor. Namazdan sonra dualar ediliyor, nutuklar söyleniyor, yemekler veriliyor. Kerimi, bu törenle ilgili geniş malûmatın Tercüman gazetesinin 11 Mayıs 1903 tarihli nüshasında verildiğine işaret ediyor. Yeni cami İmamı Hacı Emir Efendi, ilim, maarif ve matbuatın önemine dair güzel bir nutuk veriyor. Çar ailesi de duadan unutulmuyor! Kazanlı Abdülkayyum Nasırî, Karabağlı Safer Velibek, Sibiryalı Hacı Seydukof, Orenburglu Hacı Abdülganibay Hüseyin’in ruhları için dualar ediliyor. Mevcut kalem ehli ile maarife hizmetleri olan Orenburglu Hacı Ahmetbay Hüseyin ile Bakülü Zeynelabidin Takiyef hürmetle anılıyor. Ve daha birçok cemiyet ve muteberân… Akmescit’ten gelen Rus fotoğrafçı fotoğraflar çekiyor. Akşama renkli fenerler yakılıp, gençler şarkı söylerken kâmiller de söz ve sohbetle hoşça vakit geçiriyorlar. Fatih Kerimi mecliste, “Türk dilinde kısaca bir nutuk iradıyla yüksek hizmetlerini tebrik, devamını temenni, kendilerine teşekkür ibraz ettim.” diyor. Verdiği nutku da kaydeden Kerimî’nin nutku, “Sağ olunuz, var olunuz. Yaşasın maarif erbabı!” sözleriyle sona eriyor. 8 7. Sivastopol’de iki gün Kerimî ve arkadaşı, 5 Mayıs günü Han Camii’nde öğle namazı kılıp İsmail Bey’le vedalaştıktan sonra Bahçesaray’dan ayrılıyorlar. Trenle Sivastopol’e geliyorlar. 1855 Kırım Harbi’ni de anarak adeta bir Evliya Çelebî üslubuyla ve her yönüyle şehri tasvir ediyor. Buradan Yalta’ya gidiyor. Bir km mesafede, bir zamanlar iki sene muallimlik ettiği ve kalben unutamadığı Dereköy’ü de ziyaret ediyor. Eski dostların kahvesini içiyor ve birlikte o günleri anıyorlar. Hele bu köyde kıldıkları Cuma namazından bahsederken aklından geçenler kayda değer: “Bizim Kazan’da imamlar Cuma namazlarını uzun kıldırıyorlar. Uzun uzun sureler okuyorlar, hutbeyi uzatıyorlar. Ahali ise yoruluyor, çoğu imamlar da papağan gibi hutbe okuduğunda horul horul uyuyorlar! Hâlbuki Kırım ve İstanbul’da cuma ve teravih gibi uzun namazları mümkün mertebe kısa tutuyorlar. Cumanın farzında en kısa sureleri okuyorlar. İşleri, güçleri ve vakitleri dar olanların da camiye gelmelerine sebep olmak için elbette İstanbul ve Kırım âdeti iyidir.” Orenburg’a dönüş güzergâhı Yalta’dan kalkan vapurla, Kefe ve Kerç üzerinden Novorosisk’e doğrudur. Bu küçük kitapta o kadar çok şey anlatılmaktadır ki ifade etmekten aciz kalıyor insan. Yalnız bu kitabı okurken yer yer Rusluğa hürmet duyguları hissedilmektedir. Rus baskısı ve zulmüne dair bir ifade yok! Tersine Çar ve ailesi, Rus büyükleri, keşişi vs. saygıyla anılmaktadır. “Kırım Tatarlarının lisanı Türkçe olup…” dediği hâlde kitapta Türkçe yerine Müslümanca denilmesi de dikkati çekiyor! Sivastopol’da caddelere adları verilen Rus generallerini ve bilhassa Sinop’ta Türk donanmasını mahveden Amiral Nahimof’u, vatan kahramanları olarak anıyor! Kendisi, inançları kuvvetli bir Müslüman ve yüksek kültüre sahip bir Türk milliyetçisi olan müellifin bu duruşunu, o zamanlar Rus hâkimiyeti altında yaşamanın mecbur kıldığı bir tavır olarak görüyoruz… Şehit yazar Fatih Kerimî’yi rahmet ve şükranla anarken bu kitabı bize kazandıran Hayri Ataş’a da teşekkür etmeliyiz. Not: Fatih Kerimî’nin İstanbul Mektupları adlı daha hacimli kitabını da bir başka yazımızda ele almayı ümit ediyoruz. Bahar 2014