Rıza Heybetoğlu İhvan-ı Müslimin Hareketi (1) yıllardan anımsayacağımız, yeni yeni kanatlanan İslamcıların, belediye ihaleleri ve yardım kuruluşları sayesinde, kazandıkları paralarla aldıkları arabaların arka camlarında gördüğümüz “Huzur İslam’da” sloganın ortaya çıkış yılları. Kahvehaneler, camiler, ev sohbetleri… İyi hatip! Ve bir gün, 1928’de, evinde, İngiliz şirketinde çalışan altı arkadaşıyla, “İslam davası uğruna yaşayıp öleceklerine” dair yemin ederek, “Müslüman biraderler” teşkilatını kuruyorlar. Siyasal İslamcıların kahraman şehidi, imamı, allamesi… Cemaatleşen ve kurumsallaşan İslami cemaatlerin tarikatların ilk muharriki, hace-i evveli, “arkhe”si… ve Hakkında araştırma yaparken komik bir iddiaya rastladım. “Hasan, Arapçada “güzel” anlamına geliyor. “Benna” ise, “bina eden”, “inşaat ustası” demek. Yani ismi “güzel üstat”. Kurduğu teşkilatın üyeleri de birbirlerine “Birader” diye hitap ediyorlar. Öyleyse mason.” Böyle komik delillerle komplocular, onun mason olduğunu iddia etseler de, Mason değil. Ancak, her siyasal İslamcı harekette olduğu gibi İhvan’da da, masonların teşkilatlanma yapılarına öykünme var elbette. Küfrettikleri insanları taklit etme, siyasal İslamcıların bir geleneği. Bu insanları yakından tanıyanlar, çok iyi bilirler, hayatları ve zihinlerinin bu tip çelişkilerle dolu olduğunu. Afgani-Abduh-Reşit Rıza üçlüsünün Dartanyan’ı… Anglo-Sakson din anlayışının, fiiliyata geçmiş hali olan, “İhvan-ı Müslimin” hareketinin kurucusu… Hasan el-Benna, 1906’da, dindar ve âlim ve saat tamiri yapan bir babanın oğlu olarak Mısır-Buhayre’de doğdu. Çocukluk yılları, her İslamcı idol gibi efsanevi. Küçük yaşlardan itibaren görülmemiş bir takva sahibi, hayret verici bir zekâ ve ilim aşkı. Mısır’da yaygın olan Şazeli tarikatından feyz almış. 1927’de “darul ulum”a kaydolmadan önce ahlak ve edep vaz’ eden bazı teşkilatlarda yer almış. Şöyle ki, ahlaksızlık yaptığına inandıkları insanların, kapılarının altından uyarı notları atıyorlarmış. Reşit Rıza ile olan ilişkisi tam da bu yıllarda başlıyor. Reşit Rıza’ya hayran. Arapça öğretmeni olarak ilk ataması, tesadüfe bakın ki, İsmailiye şehrine. İsmailiye, İngilizlerin meşhur “suways” şirketinin merkezi. Tabir yerindeyse, Mısırdaki Londra. İsmailiye’de hızla palazlanan teşkilat, bu gün birçok cemaat yapılanmasında şahit olduğumuz üzere, doymak bilmez bir bağış toplama faaliyeti sürdürüyor. Böylelikle ciddi bir para gücüne de ulaşan hareket, 1933’te merkezini Kahire’ye taşıyor. İlk başlarda söylemleri, ahlak, edep ve kişisel gelişim teknikleri diyebileceğimiz nasihatlere dayanan Hasan El-Benna’nın, bu yıllardan sonra gitgide sertleşen bir üslup edindiğine şahit oluyoruz. Zira Yahudiler yavaş yavaş Filistin’e gelmeye başlamıştır ve onlara düşmanlık edecek bir kitle lazımdır. Söylemlerinde, silahlı bir direnişin gerektiği konusunda, aceleci bir tutumu var Hasan el- Benna’nın. Çabucak, ihvancı gençler askeri eğitime alınıyor ve ardından Yahudilere karşı savaşmak üzere, cihat fi- sebilillah, Filistin’e gönderiliyorlar. Kendisi de, İsrail’e karşı tüm Müslümanların birleşmesi gerektiği yönünde durmadan vaazlar veriyor. Bu konuda motive edilmiş olmalı. Şehir halkı, İngiliz şirketinin çalışanları. Okullarda bile İngiliz tipi eğitim veriliyor. İşte böyle bir okulda işe başlıyor Hasan elBenna. Tahmin edin, maaşını kimden alıyor? Acaba neden, o yıllarda İngiliz emperyalizmine karşı silahlı direnişi örgütleyen bir İslam âlimi yok? Varsa bile, neden kahraman ilan edilmemiş İslamcılarca? Bir, Mustafa Kemal ve ekibi var ama onlar da kahraman değil, “deccal” ilan edildiler. Libya’da İtalyanlara karşı, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattığı direnişi sürdürüp, şerefle ülkesini savunan Ömer Muhtarı dünyaya tanıtan, filmini yapan ve resmini göğsünde taşıyan Kaddafi’yi, siyasal İslamcıların aşağılayarak linç etmeleri de düşündürücüdür. Heyecanlı biri, İslam’ın derdiyle dertlenmiş, çıkış için tek yol olarak gördüğü “öze dönüş”ü anlatıyor her yerde. Doksanlı Siyasal İslamcıların Komünizm ve Siyonizm dışında savaşmayı arzuladıkları hiçbir fikir veya kesim de yoktur zaten. Ne Tabelalar, kaldırımlar, dükkânlar tamamıyla İngiliz kültürünü yansıtıyor İsmailiye’de. http://www.mgkmedya.com Pazar, Eylül 22, 2013 - Sayfa 1 / 2 Rıza Heybetoğlu İhvan-ı Müslimin Hareketi (1) kapitalizme, ne emperyalizme karşı savaşan bir tek siyasal İslamcı göremezsiniz. Komünizmin, efendi için artık bir tehdit olmaktan çıktığı şimdilerde, yeni yeni komünist İslamcılara şahit oluyoruz. İlk Arap-İsrail savaşı ve fiyasko (1948). Beklenmedik hızla gelen yenilgi şamarının travmasını yaşayan Mısır da, diğer Arap ülkeleri gibi, ne olduğunu anlamaya çalışırken, kaosa radikal İslamcı militanlar dâhil oluyorlar. Bu günkü İslamcı yazarların, “söz dinlemeyen ihvancılar” diye tanımladıkları ihvan üyeleri, bazı kimselerin sözlerini çok iyi dinlemiş olmalılar ki, bir dizi suikasta imza atıyorlar. Öldürülenlerden biri de Mısır başbakanı Mahmut en-Nukraşi. Nukraşi, 1947’de İngilizleri, Nil deltasından ve Kahire’den uzaklaştırmayı başarmış biri. Ama dinci yazarlar nedense onu İngiliz ajanı olmakla suçlarlar. 1947’de İngilizleri savaşmadan göndermeyi beceren bu adam, 1948’de İslam adına, ihvan mensubu gençlerce öldürülüyor. İşte, İslamcıların, “kral Faruk’un zumlu” dedikleri dönem, bu dönemdir. İhvancılar tutuklanır. Hasan el-Benna, kontrolden çıkan ihvan gençliğinin, kendisinin değil de, efendinin kontrolünde olduklarını fark etmiş olmalı ki, suikastları kınıyor. Sen misin kınayan? 1949’da o da öldürülüyor. Hasan el-Benna, kendi içinde samimi biri. Afgani geleneğine inanmış. Evindeki yatağına kadar hareket için bağışta bulunmuş. Yoksulluk içinde yaşamış. Ama samimi olmak, yaptığınız işlerin doğru olduğuna delil olamaz. “İslam’ın özü” denen bir heyula, Ortadünya’da doğru reçeteyi arayan her soruya verilmiş kolay bir cevaptan başka bir şey değildir. Leblebi şekeri gibi, “nasıl kurtuluruz?” diye feryat eden her ağza tepilmiştir. Her zaman dediğim üzere, Ortadünya’da ahmaklar yaşayamazlar. İngilizlerin işgaline, silahla direnmeyi akletmeyen İhvan hareketi, daha İsrail kurulmadan önce, Yahudilere karşı neden silahlandılar? Filistin’e gönderilen ihvancı gençlere, silahlı gerilla eğitimini hangi uzmanlar verdi? Bu gençlerin acıklı akıbetlerinden neden hiç söz edilmez? Yahudileri, dünyanın dört bir yanından bu topraklara gelmeleri konusunda ikna edenler, aynı silahlı eğitimleri, eline silah almamış ve savaşçılığıyla anılacak en son millet olan Yahudilere de, Müslümanları öldürmeleri için verdiler mi? Yahudiler, silahla değil de, ekmek ve su ile karşılansalar ve “ey bu toprakların kovulmuşları, ata yurduna hoş geldiniz. Gelin, Tanrının topraklarında birlikte, adaleti ve iyiliği hâkim kılalım. Bu toprakların bereketi hepimize yeter” denseydi, bu gün nasıl bir Ortadünya olurdu? Şeriatları dahi, nüanslar dışında aynı olan, tarihsel hiçbir ciddi kapışmalarına şahit olmadığımız Müslüman ve Yahudiler, düşmanlık yerine, Endülüs’ün hikmetini yeniden diriltme yolunda çalışsalardı ölürler miydi? Ama bu soruları sormak bile haramdır bu gün. Hayali bile dinden çıkarır sizi. Anglo-Sakson fitnesi kazanmıştır. Tanrı, yeniden vahiy gönderse, fanatik Yahudilerle, radikal Müslümanları kardeş olmaya ikna edemez artık. Yeni kutsal kitapları, her iki dinin mensuplarına da şöyle seslenmektedir; “Öldüreceksin…” (devam edecek) Ortadünya’nın liderleri, dış güçleri ve ajanları, kendilerini eleştirenler arasında değil de, bizzat kendilerine emir verenler veya tavsiyede bulunanlar veya yol arkadaşları arasında aramadıkça, kurdukları her teşkilat efendiye hizmet edecektir. Bu gün efendiyi imana getire bileceğini sanan bazı eblehler, Hasan el-Benna’dan ibret almalıdırlar. Hevesle kurdukları cemaatlerinin ve partilerinin, nasıl olup ta efendiye hizmet eden kuruluşlar haline geldiklerinin nedenselliğini düşünmelidirler. Kurumsallaşmış dini yapıların her fiili, sonuçları itibariyle Anglo-Sakson hegemonyasının devamını sağlamıştır İslam coğrafyasında. Burada, “Yahudi uşağı” damgası yeme pahasına, Hak namına bir iki soru saracağım. http://www.mgkmedya.com Pazar, Eylül 22, 2013 - Sayfa 2 / 2