Sinemada Müzik Film müziği sinemayla birlikte yaşam bulmuş bir

advertisement
Sinemada Müzik
Film müziği sinemayla birlikte yaşam bulmuş bir olgudur. Filmlerde
müziğin kullanılma amaçları film sektörünün gelişimi ve değişimi ile
farklılaşmıştır. Sessiz filmlerde müzik öncelikle eşlik etme ve film
gösterimini sağlayan makinelerinin sesini örtme amaçlı kullanılmıştır.
Daha sonra durağanlığı ortadan kaldırmaya yönelik doldurucu faktör
olarak kullanılmaya başlanmış; sürekliliği sağladığı belirlenmiş;
ardından görüntünün etkisini arttırma amacıyla kullanılmış; psikolojik
havayı yaratmada destek olarak yerleştirilmiş; hatta kimi sahnelerde
anlatım doğrudan müzikle yapılmıştır. Maas’ın belirttiği gibi (1993) iyi
seçilen müziğin filmin seyircisi üzerindeki etkiyi arttırdığını gören
yapımcılar, özel olarak film müziği yazdırmaya başlamış ve böylece
film müziğinin ticari işlevi başlamıştır. İlk film müziği score’u 1908’de
Camille Saint Saens’a yapımcı Pathe Kardeşler tarafından sipariş
edildiği bilinmektedir. O tarihten sonra filmde müzik kullanımı önem
kazanmış ve karmaşık bir yapıya doğru gelişmiştir. Sesli filmlerle
birlikte müziğin işlevleri nicel ve nitel bağlamlarda çoğalmaya
başlamış, dolayısıyla film müziği önemini daha da arttırmıştır. Film
müziğinin ticari işlevleri ticari kayıtların yaygınlaşmaya başlamasıyla
başka bir boyuta daha ulaşmıştır. Yapımcılar kompozitörlere çeşitli
imkanlar sağlayarak, film müziği yazılması için teşvik etmiş, hatta
kompozitörleri kiralamıştır.
Film müziğinin filmle birlikte promosyonu 1920’li yıllara
dayanmaktadır. Tüm bunların sonucu sinema şarkısı, müzikal filmler
ortaya çıkmış ve sinema şarkıları hit olmuştur. Müziğin sinemada
kullanılması o denli zorunlu bir öğe olur ki müziksiz sinema düşüncesi
bile “seyirci çekmez” kaygısıyla yapımcıları korkutur. Sinemada
müziğin yaygın olarak kullanılmaya başlamasıyla film şirketleri özel
müzik daireleri kurmuşlardır. Bu yapılanma günümüzde, sadece büyük
film şirketlerinin bünyesinde devam etmektedir. Amerika’da 1929’daki
ekonomik kriz sonrasında, konulu filmlere yönlenildiğinde müziğin film
için gerekli bir unsur olduğu görüşü devam etmiş ve Hollywood birçok
222
Sonuç
besteciyi bünyesinde barındırmaya devam etmiştir. Hatta Avrupa’dan
birçok bestecinin Amerika’ya gelmesi sağlanmıştır. Bu göçte Nazilerin
de etkisi olduğu bilinmektedir. Ancak, bu kadar önemli görülen film
müziğinin filmden ayrı olarak pazarda satacağına uzun müddet şüphe
ile bakılmıştır. Fakat yavaş yavaş artan örnekler bu düşünceyi
değiştirmeye başlar. 1940 yılında Walt Disney ilk soundtrackı basar.
Tüm bunların yanında sinema şarkıları dinleme listelerine girmeye
devam eder. Filmlerde geçerli trendler müziği etkilerken müzikte yeni
oluşumlar da filmleri etkiler olmuştur. Ticari kayıtlar, en çok satan
albümlerin film müziği albümleri olduğunu göstermektedir. Yani,
kaynaklar hiçbir pop müziği albümünün bazı soundtracklar kadar
satmadığını göstermektedir.
1960’larda orkestral film müziği besteleyen müzisyenlerin yanında,
pop müziği müzisyenleri de film müziği sektöründe yer almaya
başlamıştır. Film müziğinin kullanılmasında; endüstrinin yapılanışı,
günün koşulları, film müziğindeki tarzları da sürekli yenilemekte ve
etkilemekte olduğu görülmüştür. Filmlerde çağdaş müzikten, caza ve
rap müziğine kadar her tür müzik kullanılmaktadır (Burlingame, 2000).
1981 yılında MTV’nin başlamasıyla mini klipler ortaya çıkmış ve
yaygınlaşmaya başlamıştır. Klip benzeri çekilen filmlerde pop ve rock
müziği ağırlıkta olmuştur. Sonradan her tür müziğe klip yapılmaya
başlanmıştır. Böylece müzik, filmde betimlemede etki öğesi olarak
kullanılırken; müzik parçalarında film klipleri, müziğin pazarlanması ve
tutulmasında etki öğesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu şekilde
film endüstrisi ve müzik endüstrisi arasında birbirini destekler bir yapı
kurulmuştur. Endüstriler günümüzde bu yapıyı sürdürmeye çok daha
yoğun bir şekilde devam etmektedir: Sinemadan çıkan seyirci albümü
alır. Albümü alan veya duyan insanlar filmi seyretmeye gider. Hatta
bazı yapımcılar, filmde yer alan orkestral film müziği ile popüler müziği
ayrı ayrı soundtracklar halinde piyasaya sürmektedirler. Bu durumda
bir filmin birden çok soundtrackı olabilmektedir.
Efektif öğelerin sinemada oldukça önem kazandığı günümüzde
müziğin film üzerindeki işlevleri vazgeçilmez bir hal almıştır. Ancak
sinema tarihinde çeşitli denemeler yapılmış, bu denemelerden
bazılarında müziksiz filmlere rastlamak mümkün olmuştur. Ama onlar
Sonuç
223
çok marjinal kalmışlardır. Müziğe göre yapılmış filmler ise sadece belli
bir dönem içinde ve belli çevrelerde önem kazanmış; fakat sonradan
marjinal duruma düşmüşlerdir.
Türk film müziklerini bu tarihsel gelişim çizgisinde ele alırsak, bazı
benzer ve farklı sonuçlarla karşılaşırız. Ülkemizdeki ilk film
gösterimleri, dünyayla aynı tarihlere denk düşmektedir. Bu gösterimler
sırasında Avrupa’da ve Amerika’da olduğu gibi canlı piyano müziği
eşliğinde film gösterisi yapılmıştır. Sinema 1896 yılında ilk kez
sarayda gösterimini yapmış, ilk halka açık gösteri 1897’de olmuş, ilk
sinema 1908 yılında açılmıştır. Yani sinemanın gösterimi ile
İstanbul’un belli yerlerindeki halka tam olarak ulaşması 11 yıl kadar
gecikmiştir. Bu süre içinde yalnızca İstanbul’da gösterim yapılmıştır.
1909’da önemli bir ticaret merkezi olan İzmir’de de sinema açılmıştır.
İlk Türk filminin 1914 yılında Uzkınay tarafından çekildiği
sanılmaktadır; fakat bunun ne denli bir başlangıç olarak alınacağı
şüphelidir.
Sinema teknik bir buluş ve bu buluşun sanatla birleştirilmesi
olduğundan ve o yıllarda ülkemizde de Batıdaki teknikler bulunmasına
rağmen, Amerika ve Avrupa’daki gelişme çizgisinin başlatılamamış ve
sürdürülememiş olması nedenleri birçok araştırmacı tarafından ilginç
karşılanmakta ve neden olarak sadece sinemaya yeterli ilginin
gösterilmediği öne sürülmektedir. İlgi göstermeme bir neden değil,
sonuçtur. Dolayısıyla, eğer önemliyse, nedenler araştırılmalıdır.
Kaynaklara bakıldığında, Batı’da olduğu gibi ülkemizde de sessiz
film gösterimleri sırasında piyanonun ya da küçük bir orkestranın filme
eşlik ettiği görülmektedir. Batı’da 20’li yılların sonunda sessiz film sona
ererken, Muhsin Ertuğrul 1931 yılında ilk sesli film olan İstanbul
Sokakları’nda adlı şarkılı melodramı çekmeye başlar. Bu film Türk
sinemasında birçok yeniliğin başlamasına neden olmuştur. Örneğin
Türk sinemasında sonraki yıllarda oluşacak şarkılı filmler ve şarkıcı
filmlerinin başlangıcı bu filme dayandırılmaktadır. 1930’lar Batı’da
müzikli filmlerin revaçta olduğu yıllardır. Dolayısıyla Batı öykünmeciliği
içinde olan tutumlar sonucu o yıllarda Türk sinemasında da müzikal
tarzında filmlere ağırlık verilmiştir. Muhsin Ertuğrul 1922 yılından
1939’a kadar yaklaşık 20 yıl sinemada tek yönetmen olmuştur; tiyatro
224
Sonuç
kökenli olduğundan sinemaya tiyatro etkisini aktarmıştır. Bu nedenle
bu döneme tiyatrocular dönemi denmektedir. Ertuğrul, o dönemde
sinema ile ilgili her alanda belirleyici isim olmuştur. Tabii film
müziğinde de. Ertuğrul’un 1939 yılında çekmiş olduğu Allah’ın Cenneti
adlı film Türk sinemasına “şarkıcı oyuncu” olgusunu getirmiştir. Aynı
yıllarda İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, Avrupa’dan film
getirilmesi zorlaştığı için filmler Mısır üzerinden gelmeye başlamıştır.
Bu yolla birçoğu şarkılı melodram olan Mısır filmleri de ülkemizde
gösterilmeye başlamıştır. Bu filmlerin çok ilgi çekmesi üzerine, bu
filmlerdeki şarkıların Arapça söylenmesi yasaklanmış, bunun üzerine
film müziği adaptasyonu doğmuştur. Bu şekilde plaklar satılmaya
başlamış, besteciler bu tarz müzikler yazmış ve o dönemin ünlü ses
sanatçılarına söyletmişlerdir. Kimi araştırmacılar, arabesk müziğin
doğuşunu bu filmlere bağlamaktadır. 1940’lar yeni yönetmenlerin
sinemaya geçişe doğru kıpırdanma yılları olmuştur. Tiyatro etkisini
sürdürse de, tiyatro ve sinema ayırımı hızla ortaya çıkmıştır.
Sinemada şarkılı filmler kaçınılmaz olarak meşhur şarkıları ve
şarkıcıları sinemaya taşımıştır. Bu durum uzun zaman devam etmiştir.
Türk sinemasında İlk özgün film müziği denemeleri Sinemacılar
Dönemi’yle birlikte 1950’lerde başlar. Sinemayı sinema olarak
düşünen yönetmenlerin yer aldığı Sinemacılar Dönemi, sinemanın
kendi anlatım dilini aradığı bir dönemdir ve birçok yeniliği içerir.
Dolayısıyla film müziği de bu ilklerden biri olmuştur. Tabii tüm bunlar,
filmcilere çeşitli olanaklar sağlanması ve ekonomik koşulların
uygunlaştırılması ile ilgilidir. Yapılan araştırma sonucu 1951 yılında
seyirciye sunulan, Nedim Otyam’ın, Aydın Arakon’un çektiği
‘’İstanbul’un Fethi’’ adlı filme yaptığı müzik, “İlk Özgün Türk film
müziği” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu zamana kadar elbette çeşitli
müzikler filmlerde kullanılmıştır. Ancak; filmin anlatımına uygun, yalnız
film düşünülerek yazılmış müzik anlayışı 1950’lerle birlikte başlar.
Daha önceleri filmlere yapılan müzikler genellikle derleme, plaklardan
alınma müzikler ya da şarkılı filmlere şarkılardır. Oysa 50’li yıllarla
birlikte durum değişmiş, üstelik Batı’daki gibi stüdyolara orkestra
getirilerek senkronize çalışmalar dahi yapılmıştır. Dikkat edilecek
olursa yeni oluşum çok daha zahmetli, dikkat gerektiren ve mali
Sonuç
225
açıdan zorlayıcı bir karaktere sahiptir. Ancak daha önceki kolaycı
yaklaşım Türk sinemasında film müziğinin gelişmesine dolayısıyla
sinema anlayışına uzun yıllar engel olmuştur. 1950’lerde özgün film
müzikleri yanında artan bir şekilde şarkılı filmler de devam etmiştir.
1960’lar yeni yapılanmanın, yeni oluşumların ve koşulların oluştuğu
yıllardır. Daha önce işlenmemiş konular ele alınmış; çekilen film sayısı
artmıştır. 1960’lar aynı zamanda tüm dünyada popüler müziğin yaygın
olmaya başladığı bir dönemdir. Bu durum kaçınılmaz olarak sinema
yapımı ve film müziğini de etkileyecektir. Film sayısındaki artış film
müziğinin de nicel doğasını etkilemiştir: Filmlerle birlikte film müzikleri
ve film müziği yapan müzisyenler de artmıştır. Ticari kaygının doğal
olarak ön planda olması şarkılı filmlerin, film müziğinde popüler
anlayışın ve arabesk yönelişin artan egemenliğini getirmiştir. Bu
egemenlik 1970’li yıllarda da devam etmiştir. 1970‘lerin ideolojik
gerginliğinde ‘’en aşağı seviyedeki ortak ilgiye” yönelerek insanları,
özellikle siyasal yönde başkaldıran gençlerin dikkatini “vekaleten
sekse” çekmek için porno/seks filmleri furyası başlatılmış, fakat o
sırada başarılı olamamıştır. Bu furya film sayısındaki artışa da
eklemeler yapmıştır.
Film müzikleriyle ilgili Batının, özellikle Amerika’nın deneyiminden,
Türk film ve müzik yapımcıları sinemayla şarkıcıyı ve şarkıyı öne
çıkarmayı ve müzik eserinin satışını yapmayı, aynı zamanda meşhur
şarkıcılar ve şarkıları kullanarak filme seyirci çekmeyi öğrendiler. Bunu
da 1950’lerden beri artan ustalıkla kullandılar. Dolayısıyla film şirketleri
ve plak şirketleri arasında verimli bir işbirliği oluştu. Film sayısı
arttıkça, konu, tür ve içerik de farklılıklar göstermekte ve bu yapılanış
film müziğindeki tercihleri de çoğaltmaktadır. Bunu destekleyen bir
şekilde, dönemin müzik modası sinemaya da yansıyarak bir çok yeni
film, film müziğine bir çok yeni isim getirmiş ve popüler müzik
sanatçılarını da sinemaya çekmiştir.
1970’lerin sonlarında Amerikan sineması uluslararası alanda
egemenliğini yaygınlaştırmaya devam ederken, Türkiye’de sinema
sektörü duraklamaya ve ardından gerilemeye başlamıştır. Hem nicel
hem de nitel bağlamda düşüş doğal olarak film müziklerine de
yansımıştır. 1980’lerde oluşan çoğu olumsuz yeni koşullar sinemada
226
Sonuç
kendini tüm ağırlığıyla ortaya koymuş, video ve televizyonun
yaygınlaşmasıyla gelen geriletici etkiler artmıştır. Toplumsal
sorumluluğa dayalı sosyal değişim yaratamayan ve değişim arayışları
kaba güçle bastırılan ülkeye en olası çıkış yolu olarak arabesk ve
futbol verilmiş. Bunu 1990’larda “tüketim” kültürünün “tüketiyorum o
halde varım” diyen ve “düşünüyorum o halde varım” felsefesini Mc
Donalds, Coca Cola, Marlboro, modacı, takı, seyir, gösteri ve gösteriş
kültürüyle tanımlayan endüstrinin maymunlaştırılmış gençleri aldı:
Artık her gün/akşam futbol var; televole, paparazi, internet café,
Asmalı Konağın ağası, Çocuklar Duymasın’ın gerici taşfırın erkeği ve
modern tüketim hastası kadını ve çocukları, paralar ve şöhret dağıtan
yarışmalar var; artık Migros ve Armada’lar var. Özgürlüğü anlatan cep
telefonları var. Artık bakkalın veresiye defteri bitti, onun yerini önce
tüketip sonra düşünmeye bile çalışmayan insanların geleceğini ipotek
altına alan “alışveriş kartları” var. Toplum değişimi, arayışı en iyi
şekliyle “batsın bu dünya” diyerek feleğe kahretmeye ve Müslimi
dinleyip kendini jiletlemeye dönüştürüldü. 1980’lerin baskıcı
çaresizliğinde ve hapishanelere doldurulanlarla verilen kitleleri
sindirme taktiğinde arabesk filmlerde patlama elbette 80’li yıllara
damgasını vuracaktı. Öyle oldu.
Bu sırada Natuk Baytan’ın 1981 yılında çektiği “Toprağın Teri” adlı
filme Mehmet Soyarslan’ın yazdığı müzik ilk soundtrack olarak
piyasaya çıktı. Ancak yeterli ilgiyi görmedi. Zor koşullar daima
alternatif çareler aramayı da getirir. 1980’lerin ortalarında kaliteli film
yapımlarına yönelim ve dolayısıyla özgün film müziğinin önemini bir
kez daha ortaya çıkma olasılıkları doğdu. Ayrıca araştırmacılara göre,
yurtdışıyla iletişimini arttıran Türk sineması, film müziğinin önemini bu
sayede daha iyi kavramıştır. 1990’lı yıllarda Yeşilçam filmleri son
bulmuştur. Medya faktörü kendisini tüm ağırlığıyla hissettirmektedir.
Dünya pazarındaki liberal politikalar ve bu politikalarla gelen
uluslararası şirketlerin Türkiye gibi ülkelerde iç pazardaki egemenliği
artmış; televizyonun da etkisiyle popüler müzik, video ve sonra cd
pazarının yaygınlaşması başlamış; bu sırada Türkiye’de sosyal ve
kültürel yapıdaki değişim gerileyen sinemayı da etkilemiş; sinemada
yeniden popülerlik kazanma kıpırdanışı, Amerikan tarzı filmler ve yeni
Sonuç
227
pazar ilişkileri anlayışıyla karşımıza çıkmaya başlamıştır. Bu
başlamada özellikle dizileriyle televizyon piyasası itici güç olmaktadır.
1995 yılında Mustafa Altıoklar tarafından çekilen “İstanbul
Kanatlarımın Altında” adlı filmin müziği Tuluyhan Uğurlu tarafından
yapılmıştır ve soundtrack olarak piyasaya sunulmuştur. Hatta filmin
görüntüleri eşliğinde film için yapılan ve soundtrackta yer alan şarkının
klibi yapılmış ve televizyonda gösterilmiştir. Bu, Türk film müziği için
yeni bir yapılanmanın habercisidir. Uzun bir aradan sonra filmle birlikte
piyasaya çıkan soundtrack olmasından ve ilgi çekmesinden dolayı
önem taşımaktadır. Bu filmden sonra yapılan filmlerin müzikleri sıklıkla
soundtrack olarak piyasaya sunulmaya başlanmıştır. Hatta dizi
filmlerin müzikleri ve daha önce yapılmış filmlerin müzikleri albüm
haline dönüştürülmüştür. Bu durum bir dinleme yönelimidir. Henüz
Türk film müziği satışları çok büyük rakamlara ulaşmış olmasa da belli
bir dinleyici kitlesi bulunmaktadır. Fakat ülkemizde henüz, telif hakları
sorunları devam etmekte, yapılan filmlerde film müziklerine yeterli
bütçe ve teknik olanakların sağlanmasında problem yaşanmaktadır.
Araştırma sonucunda, film müziğinin, dünyada ve Türkiye’de filmin
yönelimi ve tarzına uygun olarak, her tür ve tarz müziği ve müzisyeni
içinde barındırmakta olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda film müziği,
salt müzik olarak ele alındığında bir tür değildir. Çünkü film müziği,
filme koşullu olarak, filmde belli işlevleri yerine getirme amaçlı
yapıldığından ve filmin bir anlatım elemanı olmasından dolayı, çeşitli
özellikler taşımaktadır. Bu nedenle film müziği, filmle birlikte ele
alındığında bir türdür.
Film müziğinin filme yerleştirilişi, yönetmen, senarist ve müzisyenin
kararları doğrultusunda olmaktadır. Kimi çalışmalarda bunlardan biri
baskın karar verici nitelikte bulunur. Yapımcılarsa daha çok
soundtrackların oluşumu ile ilgilenmektedirler. Teknik olarak,
anlaşılmıştır ki ülkemizde her yönetmenin ve müzisyenin çalışma
sistemi ve çalışırken kullandığı tarz, çeşitli ortaklıklar taşısa da,
genellikle farklılık göstermektedir. Dolayısıyla filmin müziğe nasıl
yerleştirildiği konusunda kalıplar/paternler oluşturan ortak bir kullanım
tarzı yoktur. Ancak; araştırmada yer alan hemen her kaynak kişi,
müziğin sinema anlatımında çok önemli olduğu konusunda
228
Sonuç
birleşmektedir. Bununla birlikte, “müzik bir anlatım aracıdır ve filmin
önüne geçmemelidir” görüşü de bu ortak düşünce çerçevesinde
ortaya çıkan sonuçlardan biridir.
Müzikler, filmlerde belli sahnelerde belli vurguları yapmak, geçişi
sağlamak, anlam bütünlüğü yaratmak gibi işlevleri sağlarken, belli
zaman aralıkları içerisinde kullanılırlar. Dolayısıyla soundtrackta yer
alan müziklerin tümünü film içerinde duymamız mümkün değildir. Bu
zaman aralıkları saniyelerle ölçülebildiğinden müziğin bu şekilde
kullanımı, filmden ayrı dinlenildiğinde, salt müziksel ifade için yeterli
süreyi ve müzikal biçimi içermeyebilir; bu durum karşısında dinleyene
hiçbir şey ifade etmeyebilir. Bu nedenle soundtrackta yer alan
müzikler, dinlenebilme özelliğinin de ortaya çıkarıldığı bir çalışmanın
ürünüdür.
Sinemada müzik kullanımıyla ilişkili olarak gelişmeler sonunda
günümüzde soundtrack olarak piyasaya çıkmış müzikler, kendi
başlarına filmden ayrı bir emtia olarak ciddi bir pazar elde etmeye
başlamıştır. Hem film için yazılmış, hem filmde kullanılan popüler
müzik parçası hem de unutulmuş ya da daha önce dikkati çekmemiş
bir müzik, filmle ve soundtrack promosyonuyla birlikte gündeme
gelerek popüler olabilmektedir. Eşkıya filminde yer alan Fırat türküsü
ya da Salkım Hanım’ın Taneleri filminde yer alan Sarı Gelin türküsü
gündeme gelerek popülerlik kazanmaya örnek gösterilebilir. Tabii bu
tür bir gündemin oluşması filmin gündemdeki yerine bağlı olarak
değişir. Gündemde son sırada olan veya gündeme alınmayan bir
filmin soundtrackının da gündeme geleceği beklenemez. Zaten film
müziğinin gündeme gelmesi kaçınılmaz olarak filmi de gündeme
getirecektir. Şarkılı filmlerin gündeme gelmesinin ve seyredilmesinin
nedeni filmin kendisi değil şarkının ve şarkıcının kendisidir.
Film müziğinin filmin anlatımındaki işlevleri bellidir. Müziğin, filmin
anlatımına destek olması gerekmektedir. Bu bağlamda müziğin,
anlatımda yaratılmak istenenin ortaya çıkmasındaki işlevlerini yerine
getirip getirmediği önem taşımaktadır. İncelenen film analizi
sonuçlarına göre amaca uygun olarak seçilmiş ve ustalıkla
yerleştirilmiş müziklere rastlanırken, az da olsa amaçlanan işlevlerine
uygun olarak kullanılmayan ya da filmde gereğinden fazla yer alan
Sonuç
229
müziklere de rastlanmıştır. Film sahnesiyle (sahnede yaratılmak
istenen hava ile) müziğin örtüşmesi filmin başarısı açısından
zorunludur. Dolayısıyla, şarkılı ve benzeri filmler dışındaki filmlerde
müzik filmin anlatımıyla bütünleşik bir yapı oluşturmalıdır, çünkü filmin
anlatısal kurgusu müziğe göre biçimlendirilmez; aksine müzik filmin
kurgusunun bir parçasıdır.
Müziğe koşullu filmler basit konulu porno filmleri gibidir: Porno
filmlerinde yem seks faaliyetidir; diğerinde ise şarkı veya şarkıcıdır.
Yıldız sisteminde sinema yıldızının kullanımı seyirci çekmek için bir
yemdir, fakat filmin senaryosu yıldıza göre hazırlanmaz. Yıldız
senaryoda merkezde yer alır, fakat yıldız olarak değil, rol yapan,
oynayan aktör olarak yer alır.
Sinema tarihi incelendiğinde müziksiz film çalışmalarının da
yapıldığı ya da yalnız müzik için yapılan çalışmalar olduğu
görülecektir. Bunların birincisine ender rastlanır, ikincisine ise şarkılı
filmler biçiminde oldukça çok rastlanır.
Günümüzde, film müziğinin hem sanatsal bağlamda filmin ifadesel
gücünde hem de finansal başarısını kazanmasında önemli rolü olduğu
anlaşılmıştır. Bu nedenle dünyada film müziği bestecilerinin ne kadar
önemli kılındığının örnekleri bulunmaktadır. Son yıllarda yapılan büyük
bütçeli Hollywood filmlerinde yer alan müziklerin ne kadar özen ve
titizlikle hazırlandığı en açık haliyle karşımıza çıkmaktadır.
Araştırma sonucunda ortaya çıkan bir başka sonuçsa şudur: Film
sanayisinde önde gelen ülkelerde film stüdyolarının sağladığı teknik
olanaklar, çalışma koşulların henüz ülkemizde olmamasından kaynaklı
sorunların yaşanmakta olduğudur. Film müziğinin öneminin henüz
yeterince anlaşılmamış olduğu, görüşme yapılan hemen her müzisyen
tarafından dile getirilmiştir. Türk filmlerinde film müziğine ayrılan
bütçenin çok kısıtlı olmasından dolayı, akustik çalgılar yerine
elektronik müzik olanaklarına ucuz olduğu için koşullu kalmak,
yaşanan büyük sıkıntılardan yalnızca biridir. Üstelik telif hakkı sorunu
da geçerliliğini koruyan bir diğer sıkıntıdır. Ayrıca gözlenen bir başka
durum da, ülkemizde yapılan filmlerde istenen anlatımın
oluşturulabilmesi için ciddi bir müzisyen, yönetmen ve senarist işbirliği
olması gerekliliği düşüncesinin yerleşmemiş olmasıdır. Film
230
Sonuç
çekimlerinin bitmesine yakın, son anda yeterli süre ayrılmadan
oluşturulmuş ve birçok bilinçsizce yapımın olduğu gözlenmiştir.
Soundtrack olgusu burada önem taşımaktadır. Filmdeki müziğin de
alıcısı olduğunu hatta kimi zaman filmin reklamını yaptığını fark eden
yapımcılar, son yıllarda Türk film müziklerine de ilgi göstermeye
başlamışlar ve bu bağlamda hızlı bir gelişme olmaktadır.
Film müziği, filmle birlikte ortaya çıkmış gelişim çizgisini onunla
birlikte sürdürmüş ve filmin en önemli anlatım araçlarından biri
olmuştur. Yapılan çalışmada da görülmektedir ki film müziği yalnız
filmle değil, soundtracklar yoluyla da kendine yaşam alanı sağlamakta
hatta konser müziği olarak da izleyiciye ulaşmaktadır. Film müziğinin
diğer müziklerden ayrıldığı bir başka nokta da dinleyici kitlesinin çok
geniş olmasıdır. Ancak; ülkemizde bu durum daha yeni keşfedilmeye
başlamıştır. Daha sonraki yıllarda “bilinçlenme” arttıkça, Türk film
müziğinin gelişiminin daha farklı bir seyre sahip olacağı, daha kaliteli
yapımlar yapılacağı ve bu tür müziğe olan ilginin de buna paralel
olarak artacağı düşünülmektedir.
Filmde müzik kullanımının yeri ve önemini “müzik olmayan filme
rastlamak çok zordur’’ diyerek belirtebiliriz. Filmde müzik kullanımı
daha filmler ilk kez sinemada gösterilmeye başlandığından itibaren
görülür. İlk film gösterilerine hemen her zaman piyano eşlik etmiştir.
Filmde müziğin tersine, günümüzde “müzikte film” olarak
niteleyebileceğimiz bir gelişme oldu. Hemen bütün sanatçılar
müziklerini “klip” eşliğinde sunmaktadır. Sinema müziği “soundtrack”
adı altında CD’ye veya kasete aktarılıp pazara sunulduğunda, film
endüstrisinin reklamıyla gelen bir yan ürün olarak değer kazınır. Bu
soundtrack adı altındaki ürünler VCD’de (=görüntülü disk) filmin
parçalarını gösteren kliplerle sunulduğunda, artık müzik görüntüyü
destekleyen, görüntülü anlatımın amacını gerçekleştirmede bir araç
olma özelliğini yitirir. Onun yerine, ya o filmin promosyonunu yapar ya
da tam tersine soundtrack müzik ile gösterilen bu görüntüler müziği
destekleyen karakter kazanırlar. Özellikle müzik kliplerinde artık asıl
öykü görüntü değil, müziktir; görüntü “rakı sofrasındaki çerez ve
sohbet” ve balık (seyirci) yakalamak için yem olur. Bazen filmin
soundtrackının bir parçası filmden çarpıcı parçalarla daha film
Sonuç
231
gösterilmeden filmin promosyonu için kullanılır. Dikkat edilirse film ve
müzik karşılıklı olarak birbirinin satışını yapmak için kullanılmaktadır.
Sinema ve müzikle ilgili konular, sorunlar ve araştırma
gereksinimleri ve yönelimleri, bir ülkenin perakende ihalelerle
1980’lerden beri birden bire hızlandırılan ve günümüzde çeşitli pozitif
yüklemelerle değerlendirilen topyekün satışının bütünleşik bir
parçasıdır. Her inceleme sonucunda toplumsal anlamlılığı olan
bilimsel (ve kültürel politikalarla ilgili) sonuçlara ulaşabilmek için,
incelemenin bulgularını bu ve benzeri genel varsayımlarla ve
genelden çıkartılan diğer varsayımlarla ilişkilendirmek gerekir.
Elbette sinema ve müzik bölümleri olan okullar yukarıda tartışılan
inceleme sorun ve konularında bilimsel araştırma girişimlerini
artırmakla sorumludurlar. Fakat batının klasik müziğine ve
Hollywood’un pazar dünyasına İncil’e bağlanır gibi bağlanan okullar ve
öğretim üyeleri için, ne yazık ki, bu sorumluluk, yaklaşımlarının doğası
nedeniyle, söz konusu değildir; sorun onlar için batının kültürel
transferinin görevsel olarak işleyişi ve bu işleyişe engel olabilecek
filmsel ve müziksel ifadeler dahil her tür ifadenin dışlanarak veya yok
sayılarak engellenmesi sorunudur. Hele tembelliğin egemen olduğu ve
çalışanın dışlandığı, doğruyu yapmaya çalışanın tembellerin ve
çıkarcıların şantajına kadar varan baskılarla engellendiği yerlerde,
akademik üretim ve gelişme olasılıkları ortadan kaldırılmıştır.
Kitap boyu sunulan bilgi ve tartışmalardan açıkça görüleceği gibi,
film ve müzik eğitimi üretim için gerekli araçların (örneğin kameranın,
müzik aletinin) ustaca kullanımının öğretiminin çok ötesindedir. Benzer
şekilde, film ve müzikle ilgili araştırmaların film ve müzik tarihi, filmin
kurgusal yapısının ve müziğin notasal yapısının incelenmesi ve
karşılaştırmalar yapılması gibi betimleyici seviyede kalmaması gerekir.
Bu başlangıcın ötesine gitmek gerekir. Sinema ve müziği anlamak,
insanın toplumsalı ve toplumsaldaki kendini ve diğerlerini anlamaya
çalışması demektir. Bu da, kaçınılmaz olarak, film ve müzik eğitimi ve
akademik araştırmalarda film ve müziğin üretildiği örgütlü yapının
tarihsel ve ilişkisel doğasının, bu doğaya bağlı olarak gelen kültür ve
ideolojinin, bunun toplum yaşamına, insana ve insanlık durumuna
getirdiği sonuçların incelenmesini zorunlu kılar.
Download