Gözdenur Doğru TAMAMLAYICI DUYU Müzik, keşfedilen bir icat mıdır? Böylesine eşsiz bir icadı hangi dâhi icat edebilmiştir? Müzik yapmaya kendini adamış bütün dâhileri kutluyorum ancak onlar müziği icat etmediler, müziği tamamladılar. Müzik, notaları kullanarak sesler bütününü oluşturan bir araçtan çok hislerimizin aynasıdır. Gözle görülmeyeni görünür hâle getirir, hislerimizle sesler arasında bir köprü görevini üstlenir. Bu eşsiz yardımcımız sayesinde hislerimiz bazen rüzgâra dönüşür, uğuldayarak bir şeyler anlatır. Bazen de bir çağlayana dönüşür, köpürmüş duygularımızı açığa vurur. Bir anne oluverir, sizi çocuğu gibi dizine yatırır; o anlatır dinlersiniz, siz anlatırsınız bazen de o sizi dinler. Kimimize göre de bir kaçış yoludur müzik dinlemek. Küçük bir sandal oluruz; gereğinden fazla açılmış, dalgalara kürek çekmeye gücü kalmamış. O zaman da müzik bizim kıyımız olur. Dalgaların beni yorduğunu düşündüğüm bir cumartesi akşamı Bilkent Senfoni Orkestrası benim kıyım oldu. Onlar sayesinde kıyıdaki bir banka oturdum. Arada kıyıda dolaştım. Yanımda çok sevdiğim bir insan… Aklımda bir film şeridi gibi beliren düşünceler; Ankara’ya gelmeden önceki hayatım, başlamadan beni endişelendiren sınavlarım, sarılıp uyumayı özlediğim annem… Bir de Gülfe belirdi. Üç yıl önce gözümün önünde kaybettiğim arkadaşım. Gülfe benim çocukluğumdu. Evimizin arka bahçesinde dört beş çocuk toplanır şarkı söylerdik, gitar çalardık. Küçük yaşımda başladım müziğin dizine yatmaya ancak hiç tek başıma yatmamıştım. Gülfe gittiğinden beri tek başıma yatıyorum dizine; saçlarımı okşuyor, bazen bana onun sesini hatırlatıyor. Hatırlatmasını istemediğim tek şey; o siyah arabanın onun gencecik bedenine çarptığı andaki ses. O ses de bir müzik miydi? Fren sesi müziğin sesi miydi? Ölümün sesiydi. Gülfe hayallerimizden vazgeçip sanki bulutlara doğru havalandı. Kısıldı o an tüm güzel sesler. Sessizlik, içi tarifsiz bir şekilde yakan bir müzik oluverdi. Bir anda yandı arka bahçe, gitarlarımız kırıldı. Müziğin tek bir dizi hep boş kaldı. Müziği tamamlayan sadece sanatçılar değil. Kavgalarımız, üzüntülerimiz, tüy ürperten en ufak bir his… Hepsi; bir şarkıyı besteleyerek, ya da bestelenmiş bir şarkıya söz yazarak müziğin tamamlanmasında çok büyük rol oynar. Hissettiklerimiz birer notaya dönüşür. Hayatın kendisi bir beste olur. Doğduğumuz andan ölene kadar orkestranın şefi biz oluruz. Elimizde baton; bazen hareketli, bazen düzensiz ritimler tutarız. Müzik sadece yanımızda da değildir. İçimizdedir aynı zamanda. Vücudumuzun muhtaç olduğu kanı pompalayan kalbimiz, içimizdeki orkestra şefi de o olur. Damarlarımız birer piyaniste ya da keman virtüözüne dönüşür. Bu sanat eserini hastanede bizi muayene eden bir doktorla veya göğsümüze yatırdığımız sevdiklerimizle paylaşabiliriz. Tıpkı hayatımızı bir sürü insanla paylaştığımız gibi. Bir sonbahar akşamı; sararmış yaprakların tepesine döküldüğü bir durakta otobüs beklerken yanımızda duran amcayla yoldan geçen arabaların sesini paylaşırız. Eve gideriz, bize kapıyı açan eşimizle zilin sesini paylaşırız. Etrafımızdaki her şeyle müziği paylaşırız. Yoksa müzik mi bizi birleştirir? Onu dinlerken kurduğumuz hayallerdeki insanları yanımıza getirir. Gitmek istediğimiz yere alır götürür bizi. İstediğimiz yemeği pişirir, yanına güzel bir de şarap açar. Bizi insanlarla, ülkelerle hatta yiyeceklerimizle kavuşturur. Onun sayesinde, bir daha muhtemelen göremeyeceğimiz duraktaki amcayla ortak bir anımız olur. Müzik, bizi önce hayata bağlar sonra da hayatın kendisine dönüşür ve bitmesini hiç istemeyeceğimiz ilginç bir yol olur. Müzik, işitme engelli bir insanın bile sahip olduğu bir duyu organı gibidir. O insan da hayatın bir parçası olur, müziğin kendisi olur. Attığı adımlarla, elini mutluluktan çırpmasıyla başka hayatların içinde müzisyen olarak yerini alır. Doğadaki her varlık bu döngüde birer müzisyendir. Müziği hepimiz tamamlarız, tıpkı onun bizi tamamladığı gibi. KAYNAKÇA -Bilkent Üniversitesi Senfoni Orkestrası (Sezon Açılış Konseri) KARANLIKTAN AYDINLIĞA Şef: Avi Ostroesky Soprano: Mojca Erdmann Tarih: 8 Ekim 2016