• sLAM-HIRiSTİYAN DİALOGU VE I "AKDENİZ ÜLKELERİNDE MÜSLÜMAN·HIRİSTİYAN ORTAK YAŞAMI" Prof. Dr. Bekir KARLIGA Marmara Üniv. ilahiyat Fak. Öğretim Üyesi Eylül-l Ekim 1994 tarihleri 29 arasında Roma'da, Vatikan'a bağlı bulunan P.İ.S.A.l. (~~ntifici~ İstituto di Studi Arabi e d'İslamistica) ile Fransa Başbakanlıgrna baglı olan C.H.E.A.M (Centre des Hantes Etudes sur 1' Afrique et 1' Asie Moderne) tarafından ortaklaşa "Akdeniz Ülkelerinde Müslüman-Hıristiyan Ortak Yaşamı" (La Convivance entre Chretiens et Musulmans dans les Pays Mediterraneens) konulu bir bilimsel toplantı (Kollokyum) tertib edildi. Adı geçen iki kuruluşun (CHEAM ve PİSAİ) başkanlarının yanı sıra Paris camii rektörünün (müdürü) açış konuşmasıyla başlayan ve 3 gün süre ile 6 oturum halinde devam eden toplantının birinci gününün konusu "Çoğunluklar-Azınlıklar ilişkisi" başlığını taşıyordu. oturumun kelerde öğleden yaşayan Tunusin Prof. Mustafa cn-Neyfer'in başkanlığında yapılan bu Hıristiyan ül- önceki bölümünde Akdeniz'in kuzeyinde bulunan Müslüman azınlıkların sorunları tirildi. CHEAM direktörü Philippe Decraene'in raki bölümünde ise Akdeniz'in güneyinde ve ve çoğunluklada ilişkileri dile ge- başkanlığında yapılan öğleden doğusundaki son- Müslüman ülkelerde ya· şayan Hıristiyan azınlıkların sonınıarı tartışıldı. İkinci günün konusu "Müslüman-Hıristiyan ortak yaşamı çerçevesinde dini formasyon" başlığını taşıyordu. Bu bölümün, Mgr. Michael Fitzgerald'ın başkanlı- 65 J DIYANET ILMI DERGI • CiLT: 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 ğında yapılan öğleden önceki oturumuna Mısırlı Prof. Mahmud Azab, Tunuslu Prof. Mustafa en-Neyfer, İsviçre Protestan Kilisesi genel sekreteri Tarık Mitri ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi olarak ben katıldım ve konuya iliş­ kin bir bildiri sundum. Öğleden sonraki bölümü ise benim başkanlığımda toplandı ve Cezayir' den Soheib Benchaikh, PİSAİ'yi temsilen Pere Michel Maurice Borrmans, Almanya'yı temsilen Pere Christopher Elsass ve Fransa'yı temsilen Pere Michel Reeber birer bildiri sundular. Üçüncü gün öğleden önce İslam-Hıristiyan dialoğu bağ­ lamında bazı kişisel tecrübe ve gözlemlere yer veren konuşmalar yapıldı. Öğleden sonra ise kollokyumdaki tartışmalar genel olarak değerlendirildikten sonra bazı tavsiye kararları alındı. Bu toplantıda benden; "Akdenız ülkelerinde Müslüman-Hıristiyan ortak yaşamı çerçevesinde Türkiye'de din eğitimi veren kurumlarda öteki dinlerin eği­ timi" konulu bir tebliğ istenmişti. Bu amaçla Türkiye'deki din eğitiminin kısa bir tarihini verdikten sonra demokratik hayata geçişle birlikte kurulan İmam-Hatip Okulları ve bu okullarda okutulan dini ve pozitif bilimiere dair açıklamalarda bulundum. Daha sonra Türkiye' deki dini yüksek öğretim veren kurumları tanıtarak şu anda llahiyat fakültelerinde okutulan dersler ve özellikle Dinler Tarihi, Din Felsefe, Din Psikolojisi, Din Sosyolojisi, Din Eğitimi ve Felsefe Tarihi anabilimdalları ve ders programları hakkında bilgiler vererek llahiyat Fakülteleri'nde görülen İslami ilimler ile profan bilimlerin İslam-Hıristiyan dialoğu açısından önemini vurguladım. Bu dialoğun karşılıklı tavizler esasına göre değil, karşılıklı anlayışlar ilkesine dayanmasının yararlarını bildirerek bu konuda dini yaklaşımlardan çok felsefi ve entellektüel yaklaşımıara önem verilmesi gerektiğini ortaya koymaya çalıştım. Kollokyuma katılan 21 üyenin büyük çoğunluğu Arapça biliyor, konuşuyor veya anlıyordu. İslam dünyasının hemen hemen önemli problemlerinin tartışıldığı bu toplantıda Hıristiyan tarafının İslam ve müslümanlar hakkında oldukça geniş ve yeterli bilgiye sahip bulundukları ve bu alanda yetişmiş uzmanların sayısının pekçok olduğu halde, Müslüman tarafında Hıristiyanlık hakkında derinliğine ve otantik bilgiye sahip uzmanların sayısının çok az olduğu ve dialoğ açısından bunun büyük sakınca­ lar doğurduğu belirtildi. Bu amaçla Müslüman ülkelerde yüksek seviyede din eğiti­ mi veren kurumlarda Hıristiyan inançları ve felsefesinin yanısıra Ortaçağ düşünce­ sinde uzman kişilerin yetiştirilmesi için özel bir çaba harcanması istendi. Ayrıca Batı ülkelerinde ikinci büyük dini cemaat olarak müslümanların ve özellikle üç milyona yakın Müslüman Türk vatandaşının yaşaması nedeniyle Türkiye'deki yüksek eğitim kurumlarında Batı düşüncesi ve kültürü ile Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında doğru ve yeterli bilgilerin verilmesinin önemi vurgulandı. Bilhassa 66 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRiSTlYAN DIALOGU Batı ülkelerine gönderilecek din adamı ve öğretmenierin iyi bir elemeye tabi tutularak seçilmesi gerektiği ve gönderilmeden önce bunların anılan konularda birkaç haftalık özel kurslara tabi tutulmasının uygun olacağı bildirildi. Diğer taraftan gerek Müslüman, gerekse Hıristiyan dinadamlarının halkın doğru bilgilendirilmesi konusunda yapacakları konuşmaların ve hitabet yöntemlerinin geliştirilmesinin gerektiği ve tarafların bu konularda lüzumlu adımları atmalarının uygun olacağı ifade edildi. Biz bu çalışmamızda; bahis konusu kollokyum çerçevesi içerisinde İslam-Hıris­ tiyan diyaloğunun ne derece mümkün olduğunu ve mümkün ise hangi eseslar üzerine ikame edilmesi gerektiğini araştıracağız. Bu maksadla önce Batı düşüncesinin karşılaştığı entellektüel krizlerden söz edecek, daha sonra İslam-Hıristiyan ilişkileri­ nin tarihi arka planını, yani bu iki dinin birbirini nasıl tanıdıklarını ve birbirlerine nasıl baktıklarını gösterecek sonra Akdeniz ülkelerinde Müslüman Hıristiyan ortak yaşamının temel dayanakları üzc;rinde duracak ve bu bağlamda Türkiye' deki yüksek dini eğitimin katkılarını gözler önüne sermeye çalışacağız. a) BATl DÜNYASININ KARŞILAŞTIGI ENTELLEKTÜEL KRİZ VE ÇÖZÜM ARA YIŞLARI Bilindiği gibi Hıristiyan düşüncesi, uzun tarihi boyunca, iki önemli fikir krizi ile karşı karşıya gelmiştir: I- Bunlardan birincisi, XII. asırda arapçadan latinceye yapılan çeviriler sonucu, İs­ lam Düşüncesi'ne dair eserlerin, Paris ve Londra başta olmak üzere Batı dünyasında yayılması üzerine ortaya çıkan, ancak Büyük Albert (Albertus Magnus) ve onun öğ­ rencisi Aquine'li Saint Thomas gibi Skolastik düşünürler tarafından göğüslenmeye çalışılan krizdir. Batı, bu krizden ancak İbn Sina ve İbn Rüşd başta olmak üzere, İs­ lam filozoflarının fikirlerini, iyice özümseyip kendi düşüncesi doğrultusunda yorumlayarak kurtulabiimiş ve bunun neticesinde de Rönesans hareketi ortaya çıkmıştır.''ı II- Rönesans ile birlikte Kilise, ilmi ve fikri gelişmelere karşı çıkarak onları, aforoz ve engizisyon yöntemleriyle bastırmaya çalışmış ve başarılı alamayınca da sırtı­ nı dönerek bu gelişmeleri görmezlikten gelmiştir. Bu durum Sanayi inkılabından sonra Kilise'yi büyük çapta zaafa uğratmış ve XIX. yüzyılda Materyalist-Pozitivist düşünce karşısında çıkmazlara sürüklemiştir. Bu durumun sebep olduğu politik, ekonomik, bilimsel ve felsefi açınazla~ı ve sıkıntılan ortadan kaldırmak amacıyla, kendi tutumunda bir değişiklik yapmak ve modern gelişmelere ayak uydurmak isteyen Kilise, XIX. yüzyılın sonlarına doğru, bir dizi atılımlar yapmanın zorunlu olduğu kanı­ sına varır. Bu maksadla üst düzeyde din adamlarından oluşan bir kurul teşkil eder. Bu kurul, uzun ve titiz çalışmalardan sonra modern bilim ve düşünce ile Katolik (1) I. M. Bochenski, Cağdaş Avrupa Felsefesi, (çev.: S. Rıfat Kıroğlu, lstanbul-1983), 2g7-279. 67 DiYANET iLMi DERGi • CiLT. 32 • SAYI. 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 inancının uzlaştırılması kararlar alır. Nihayet bu kararlar, 1879 yılında Papa XIII. Leon tarafından neşredilen bir genelge (Encyclique Aeterni Patris) ile dünya efkar-ı umumiyyesine duyuruıur<' 1 • Bu genelgede, Hıristiyanlığın modern Bilim ve Felsefe karşısındaki durumunu belirlemek amacıyla önce bir yöntem tesbiti yapıl­ mıştır. Buna göre Ortaçağ' da İslam düşüncesinin etkisiyle ortaya çıkan entellektüel krizi, ustaca telafi etmiş olan St. Thomas'ın doktrininden 24 ana ilke çıkarılmış ve bu ilkelerin Hıristiyan Kilisesi tarafından onaylanan esaslar olduğu açıklanmıştır. Müteakiben Saint Thomas'ın, XIII. yy. da İbn Sina ve İbn Rüşd felsefesine karşı geliştir­ diği fikirler, yeniden gözden geçirilerek veya Encyclique'in ifadesiyle "yenilenerek" modern düşünce karşısında Katalik inancının takip edeceği esaslar tespit ediliçin bazı miştir. Katalik Kilisesi, bu Encylique ile, Batı dünyasının dine yer veren entellektüel muhitlerine çağrıda bulunarak, tespit edilen ilkeler doğrultusunda bir yandan sivil toplum örgütlerinin kurulup geliştirilmesi, diğer yandan modern bilim ve felsefenin Katalik inançları doğrultusunda yeniden gözden geçirilip değerlendirilerek topluma sunulması gereğini ortaya koyar. Bumaksadla bir taraftan Hıristiyan demokrat partilerine zemin hazırlayacak demokratik atılımları gerçekleştirirken, diğer yandan Batı dünyasının muhtelif merkezlerinde Katolik Üniversiteleri'nin kurulmasını kararlaştırır. Böylece XX. yüzyılın başlarında, önemli ve oldukça da etkili bir felsefi akım olan Neo-Thomisme (Yeni Thomasçılık) ortaya çıkar. II. Vatikan Konsili'nde alınan kararlar uyarınca 19 Mayıs 1964'de Papa VI. Paul tarafından bir Hıristiyan olmayan topluluklar sekreteryası kurulur. Bu sekreteryaya bağlı olarak kurulan İslam bürosu 22 Ekim I974'de birçok uzmanın katıldığı bir İslam komisyonu oluşturur. Bu komisyonlar dünyanın muhtelif bölgelerinde otuzun üzerinde toplantı ve seminerler tertib ederek Hıristiyan-İslam dialoğu konusunda çalışmalar yaparlar<' 1• b- İSLAM-HlRiSTiYAN İLİŞKİLERİNİN TARİHİ ARKA PLANI: Bilindiği gibi, müslümanlada hıristiyanlar arasındaki lnünasebetler daha Resfilullah devrinde başlamıştı. Hicretin 6. yılında (m. 628) Hz. Peygamber, o gün çevrede hakim olan büyük-küçük devletlerin reisierine mektup yazarak onları İslam'a davet ettiğinde zamanın Bizans imparatoru Heraklius' a da bir mektup gönderip mesajını tebliğ etmişti<•ı. Bundan iki yıl sonra (m. 630) Bizans'ın Arabistan'a en yakın eyale(2) Bu Encyclique'in metni için bkz., Bekir Kaı·Jığa, İslam Düşüncesi'nin Batı Düşüncesine Etkileri, 24 vd. (3) Maurice Bornnans, Müslümanlarla Hıristiyanlar çev., E. Mehmet Ümit), lstanbul-1988. Arasında Diyaloğa Yönelişler, (4) Muhammed Haıııidullah, İslam Peygamberi, 1, 219. 68 140-145 (Türkçe BEKIR KARLIGA •ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU ti olan Suriye'yi yöneten Hıristiyan Gassani Devleti'yle Mu'te'de savaşılmış, ertesi yıl da Tebuk' de bir karşılaşma olmuştu. Resulullah'ın vefatından kısa bir süre sonra Gazze yakınlarında Gassani orduları yenilgiye uğratılmış ve Temmuz 634'te "AlIah'ın Kılıcı" Halid ibn Velid komutasındaki İslam orduları Ecnadeyn'de Bizans'a karşı büyük bir zafer elde etmişlerdi. Yaklaşık bir yıl sonra (Eylül 635) Suriye'nin en önemli kenti olan Dimaşk eş-Şam feth edilmişti. O zamana kadar Güney sınırların­ daki gelişmelere fazla önem vermeyen Bizanslılar, Şam'ın ellerinden gitmesiyle, karşılarındaki gücün önemsenmeyecek türden olmadığını fark etmişler ve ermenilerden, rumlardan, gassanilerden müteşekkil ortak bir ordu kurarak müslümanlara karşı büyük bir cephe açmışlardı. Yermük Vadisi'nde gerçekleşen bu savaşta Bizanslı­ lar yenilip kaçmak zorunda kalmışlardı. İmparator Heraklius; "el-veda, ey Suriye" diyerek''' Toros Dağları'nın eteklerine kadar çekilmek zorunda kalmıştı. Nihayet 637 yılında, kitap sahibi üç büyük dinin mukaddes merkezi olan Kudüs, İslam ordulan tarafından fethedilmişti. Bu olay karşısında yerli halkın büyük bir tepki göstermemesinde Halife Hz. Ömer (r.a.)'in Ehl-i Kitab'a karşı takındığı mUsamahakar tavrın etkisi olduğu gibi, Monofizit olan bölge halkıyla, Teslis' e inanan Bizans arasındaki mezheb ihtilafının ve Bizans kontrolündeki bölge yöneticilerinin kötü idarelerinin de rolü olduğu muhakkaktır. Bizans ise kendi askerlerinin yenilgiye maruz kalması karşısında bölgeyi terk edip kaçmaktan başka çıkar yol olmadığını bilip gördüğünden başkaca bir tepki gösterme gereği duymamıştır. Ayrıca merkezdeki iç İlı­ tilaflardan dolayı yeniden bir ordu toplayıp savaşmaya cesaret edememiştir. Batı dünyası da; Doğu Roma (Ortodoks Bizans) ile Batı Roma (Katolik Latin) kiliseleri arasındaki ihtilaf had safhada olduğundan, ayrıca doğusuyla-batısıyla Hıristiyan dünyasının; müslümanlığı, kendi dinlerinin kötü bir taklidi ve sapması (heresie) olarak değerlendirip önemsememelerini ve bu sebeple İslam hakkında doğru ve sağlam bilgiler edinmek yerine, kulaktan duyma yalan-yanlış haberlerle yetinmelerini de kaydetmek gerekir. Müslümanlar, İran imparatorluğunu yıkıp Mısır'ı ve Kuzey Afrika'nın bir bölümü ile Bizans'ın Güney eyalerlerini fethedince, artık karşılarında güçlü bir düşman görmedikleri için kuvvetlerini Bizans'ın ve özellikle hıristiyanlığın merkezi olan Constantinople (İstanbul-Kostantiniyye)'ye doğı;u yöneltliler. Belki de bu atılımla­ rında, daha sonra türkler tarafından çok tekrarlanacak olan İstanbul'un fethi ile ilgili bir hadisin etkisi olmuşttı. Bu sebeple Hz. Osman zamanında Busr İbn Ebu Ertalı komutasındaki deniz kuvvetleriyle Mısır' da bulunan Abdullah İbn Ebu Ser h komutasındaki eleniz kuvvetlerinin ortaklaşa tertipiediği bir harekat ile, Finike (Pohenix) önlerinde Zati.i's-Savari (direklerin çok olduğu savaş) diye adlandırılan deniz savaşı ce(5) P. Hitti, Belazmi'den naklen, Siyasi ve Kültürel İsliim Tarihi, 1, 237. 69 DiYANET iLMI DERGi • CiLT: 32 • SA YI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 7996 reyan etti. Fudale İbn Ubeyd el-Ansari komutasındaki Müslüman kuvvetler, 669 yı~ lında İstanbul'u kuşattılar. Bu kuşatma ertesi yıl kaldınldı. İkinci kuşatma 674-680 yılları arasında olup yedi yıl savaşları diye bilinir. Bu kuşatmadan yaklaşık 30 sene sonra Emevi kumandanlarından Mesleme komutasındaki bir ordu, 716-717 yılların­ da İstanbul'u tekrar kuşatmış ve bu kuşatmada muhafız kıt' alarının reisi Abdullah, büyük başarı göstermiştir. Bu sebeple kendisine el-Batal (kahraman) ünvanı verilmiştir ki, daha sonra Anadolu'nun müslümanlaşmasında efsanevi bir şahsiyet olarak karşımıza çıkan adı destaniara konu olmuş ünlü Seyyid Battal Gazi'nin bu kişiyi sembolize ettiği sanılmaktadırc ı. Son olarak da 782 yılında Halifeel-Mehdi'nin oğlu Harun komutasındaki Müslüman birlikler, Üsküdar'da karargah kurup, Bizans'ı cizye vermeye mecbur etmişlerdi 0 ı. 6 Kuzey Afrika'yı fetheden İslam orduları da, muhtemelen aynı idealle Bizans'ı Batı' dan kuşatmayı ve oradan Konstantiniyye'yi fethetmeyi planiayarak Akdeniz'in Kuzey sahillerine yönelmişler ve 650 yahut 670 yıllarında Sicilya Adası'nı abluka altına almışlardı' ı. Nitekim bazı Müslüman kaynaklar; Hz. Osman devrinde Endülüs'e çı­ kartına yapan İslam ordularının, buradan İstanbul'a geçip Bizans'ın başkentini fethetmeyi amaçladıklarını bildim1ektedirler' ı. Bu arzu ve istek, müslümanlar arasında babadan eviada intikal eden bir ülkü haline gelerek Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethetmesine kadar sürecektir. İstanbul'un fethinden sonra da Türkler Roma'yı fethetmeyi kendileri için erişilmesi gerekli bir ideal (Kızıl Elma) olarak göreceklerdir. 8 9 İslam devletinin egemenliğini kabul edip te belirli bir vergi ödemek kaydıyla Müslüman memleketlerde yaşamak isteyen gayr-i Müslim tebadan Kitap Ehli olanlara (Yahudi ve Hıristiyanlar) "zimmet" statüsü uygulanıyordu. İslam dünya görüşünde insanlar, öncelikle müslümanlar ve müslüman olmayanlar diye iki kısma ayrı­ lırlardı. Müslüman olmayanlar da -ki genellikle kafir olarak adlandınlırlardı- Dar'ülHarb mensupları ve Dar'ül-İslam mensupları olarak iki gruba taksim edilirlerdi. Dar'ül-Harb mensupları, müslümanlarla herhangi bir anlaşma yapmamış ve müslümanlara varlık hakkı tanımamış olan gruplar veya devletler idi. Dar'ül-Harb mensuplarından savaş hali içinde bulunanlara Harbi denirdi. Sulh yapılmış olanlar ise İslam devletinin varlığını tanıyıp barış içinde anlaşmalı olarak yaşamayı kabul edenlerdi. Dar'ül-İslam'da yaşayıp ta Müslüman olmamış bulunan kimseler ise; ya zimmi, ya da müste'men (veya müste'min) sayılırdı. Zimmi; İslan1'ın hakimiyetini tanıyıp (6) P. Hitti, A g.e., Il, 321-322. (7) P. Hitti, A g.e., ll, 322-323. (8) Martino Mario Moreno, ei-Muslimun fi Sıkaliyye, 6. (9) Taberi'den naklen, M. Hamidullah, "Fethu'l-Endelus", İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, VII, 221226; ayrıca bkz., İbn u '1-İzari, el-Beyan'l-Muğrib, Il, 4. 70 BEKIR KARLIGA •ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU Müslüman devlete cizye vermeyi kabul eden Yahudi veya Hıristiyanlar idi. Müste'rrien ise; kısa bir süre için (muvakkat) veya süresiz (gayr-ı mukavvat) İslam ülkesinde oturma izni alarak emniyete kavuşmuş olan kimse idi(loı. Başlangıçta zimmet statüsü, yalnızca Ehl-i Kitap sayılan Yahudi ve hıristiyanlar ile St. Jean (Vaftizci Yahya) dinine bağlı bulunan ve Irak çevresinde yaşamakta olan Mendai'lere tanınan bir haktı. Fakat zaman içerisinde zimmet statUsüne tabi olanların kapsamı değiştirildi. Hz. Peygamberin Haver ve Balıreyu'de yaşayan Parsiler (İran asıllılar) dan cizye aldığı gerekçesiyle Mecusiler de zimnıi statüsüne alındıkla­ rı gibi, Halife Me'mun zamanında (830) Harran'lı Sabiiler (Harran! veya Harananiler) de Kur'an'da zikredildikleri gerekçesiyle zimnıi statUsüne tabi kılındılar. Mecusilerin zirrınıl statUsüne tabı kılınmalarının bir nedeni de, bunların Zend-Avesta gibi bir kitaplarının bulunması ve bu sebeple Kitab Ehli sayılabilecekleri iddiasıydı. Müslümanlar, zekat ve sadaka gibi dini yükümlülüklerle devletin mali gücünü ayakta tutarken, cihad farizası ile de dışardan gelecek saldırıları önleyerek devletin fiilen bakasını sağlamaktaydılar. Zinınıiletin de, İslam devletinin hazırladığı imkanlardan yararlanmaları için bazı yükümlülükleri bulunması gayet tabi idi. İşte bu amaçla İslam, zimmet akdi yaparak müslümanların egemenliğini kabullenmiş olan ve yukarda zikri geçen din mensupianna cizye (baş vergisi) mükellefiyeti koymuştur. Yerleşik düzene geçildiğinde; müslümanların ekip biçtikleri arazilerden nasıl öşür alınmış ise, gayr-ı müslimlerin ekip biçtikleri arazilerden de haraç (arazi vergisi) alınmıştır. Nitekim bu usul ortaçağ boyunca bütün dünyada cari olan bir gelenekti(lıı. Başlangıçta zimmiler, kendileriyle yapılan ahidnamelerin şartlarına uygun olarak, müslümanların himayesine girmiş sayıldıkları için İslam'ın temel prensib ve hükümlerine aykırı olmayacak her türlü davranışta serbest idiler. Kendi dini akidelerinin gereklerini -İslami hükümleri rencide etmeyecek biçimde- uygulayabilirlerdi. Kendi dini cemaatlarını kendileri seçer ve bunlar tarafından yönetilirlerdi. Müslümanlarla taraf olmaları hali dışında, kendi aralarındaki hukuki ve kazai konularda kendi dinlerinin alıkamma tabi olurlardı. Müslümanlara uygulanan İslami emirler ve yasaklar zimmilere uygulanamazdı. Sadece dinlerinde mübah olan şeyler, eğer tslamın emirleriyle yasaklanmış ise -içki içmek ve domuz eti yemek gibi- bunu alenen değil, kendi muhitlerinde ve müslümanların görmeyeceği şekilde yaparlardı. Zimmiler; İslam dinine hakaret etmemek, bir müslümanı dininden döndünneye çalışmamak gibi bazı temel şartlara uymak zorunda idiler. Müslümanlardan ayrı olarak, Müslüman bir baba ile Hıristiyan bir anneden doğan çocuk, Müslüman sayılırdı. (10) Abdülkadir Udeh, İslam Ceza Hukuku, I, 400-405. (1 1) Claud Cahen, E. !. A. Zinınıe mad. 71 DiYANET iLMi DERGi • CiLT: 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 Bir müslümanın Hııistiyan bir kadınla evlenmesi caiz, aı,na bir hıristiyanın Müslü" man bir kadınla evlenmesi yasak idi. Fetih esnasında mevcut olan ma'bedleri olduğu gibi ibka edilir, ancak yeni ma' bedler inşa etmelerine pek izin verilmezdi. Ayinlerinin İcrasına ve kiliselerinin çanlarını çalmalarına herhangi bir şekilde müdahale edilmezdi. Ne var ki bu sınırlamalar, dini yasaklamalar şeklinde olmayıp devletin politikası ile ilgili olduğundan zaman zaman değişik uygulamalar görülmüştür. Kur'an'ın Ehl-i Kitab'a karşı gösterdiği müsamaha ve özel tavır ile, Hz. Peygamber'in fethedilen yerlerdeki Hıristiyan ve yahudilere iyi davranılmasını amir direktifleri doğrultusunda hareket eden halifeler, bu konuda oldukça titiz davranmışlar ve Ehl-i Kitab'ı rencide etmemeye özen göstermişlerdir. Aynı anlayış daha sonraki Müslüman devletler tarafından da gösterilmiştir. Ancak ellerine güç geçtiğinde, ne yahudiler ne de hıristiyanlar müslümanlara karşı aynı tavrı göstermemişlerdir. Emeviler devrinde oldukça yaygın bir müsamaha ortamında Hristiyanlar, İslam devletic nin muhtelif makamlarında görevler üstlenmişlerdi. Bilhassa Muaviye -belki de Bizans ile iyi geçinmek ve Suriye'deki hıristiyanları böylece lslam'a ısındımıak amacıyla, ya da Bizans müesseselerini öğrenmek saikiyle- Hıristiyanlarakarşı çok müsamahakar davranmıştır. Nitekim Muaviye'nin eşlerinden Meysun, Ya'klibi idi. Özel doktoru lbn Usal, mali işlerini yöneten Serelin (Sergius) ailesi ve özellikle Mansur ibn Serelin ve onun oğlu Yuhanna ed-Dimeşki (St. Jenn Damascene) birer Hıristiyan idiler<"ı. Muaviyenin oğlu Yezid de zimmilere karşı babasının güttüğü politikayı sürdürmüştür. Daha sonraki devirlerde, özellikle zalim Haccac döneminde Bizans ile olan ilişkilerin sertleşmesi üzerine, Bizans yanlısı bir tutum gösteren Ermeni zimmilere karşı sert tavır takınılır. Velid döneminde Bizans ile ilişkiler daha da sertleşince, Şam' daki St. Jean kilisesi camiye tahvil edilir. Daha sonra burası ünlü Ümeyye camii olarak anılacaktır. Ancak zimmilerle ilgili statülerin ana hatlarıyla belirdiği dönem, Hulefa-i Raşi­ din'in beşincisi sayılan Halife Ömer ibn Abdülaziz devridir (717). Bu dönemde hı­ ristiyanların devlet memuriyeüne alınmaları yasaklanır. Müslümanlar gibi sarık sarmaları engellenir. Abbasiler döneminde özellikle Harun er-Reşic! ve Mütevekkil devirlerinde zimmilerin statüsü biraz daha katı kurallara bağlanmışken özellikle süryaniler, saray hekimliği ve grekçeden tercümeler yapmaları nedeniyle Abbiisi saraylarında ayrıcalık­ lı bir yere sahip olurlar. Söz gelimi Grekçe Katholikos'tan arapçalaştırılarak "Caslllk" diye adlandırılan Nestlirf patriği, Abbasi devletinin payitahtı olan Bağdat'ta ika(12) Bekir Kaı·hğa, "Islam Dü~üncesiniıı Doğu~unu Etkileyen Sosya-Politik, Kültürel ve Ekonomik Nedenler," Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, V, 1Sl5-l90. 72 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU met edebilme ve ayrıcalığına sahip tek Hıristiyan ruhani lideri idi. Antakya'yı merkez edinmiş bulunan Ya'kubi'ler de ruhani merkezlerini Abbasi başkentine taşımak istedilerse de Nestı1riler buna engel oldular. Nestuıi Patriğine bağlı olarak Basra, Musul ve Nusaybin başta olmak üzere 7 adet metropolidlik bulunmaktaydı. Her Metropolid'in idaresi altında iki veya üç Piskopos görev yapıyordu. Bu din adamlarının seçtikleri casilikler Abbasi hükümdarları tarafından onaylanarak tayin ediliyorlardı. Süryanice, Arapça ve Farsça'nın kullanıldığı Nestı1ri bölgeler arasında Ruha (Edessa-Urfa), Nusaybin (Nisibe), Medain (Xtephion) ve Cündişabur (Gundisapur) bulunmakta idi. Amid (Diyarbakır)' de bir Ya'kubi Piskoposluğu mevcud idi. Monofizit olmaları nedeniyle Doğu kiliseleri müslümanlar tarafından fazla bir baskıya maruz kalmamışlardı. Claude Cahen'in deyimiyle: "Altıncı (XII) asra kadar Garpta, yedinci (XIII) asra kadar Şarkta mesela komşu Bizans imparatorluğundaki Yahudi azınlığının haklarıyla karşılaştırıldığında, ikinci derecedeki şartlar sabit olmamakla beraber zimmilerin durumu aslında daha tatmin edici idi."'"'Monofizit Hıristiyanlar Bizans tarafından da fazla benimsenmedikleri için ve aralarında mevcud görüş farklılıklarından dolayı Müslüman devlete bağlı bir tebea olma durumunu sürdürmüşlerdir. Müslümanlar da bu uslu tebealarına karşı herhangi bir baskı uygulamamışlardır. Fakat Selçukoğulları'nın İslam hilafetinin merkezi olan Bağdad' ahakim olup doğudan Bizans'ı sıkıştırmaları üzerine, Ortodoks bizanslılar bir yandan Katalik Roma' dan yardım isterken, diğer yandan da Müslüman devlete bağlı tebea olan bu kadim hıristiyanları tahrik ederek iç ihtilaflar çıkartma yolunu denemiştir. Bu oyuna ermenilerin dışında diğer hıristiyanlar pek gelmemişlcrdir. Haçlı savaşları esnasında, Anadolu' da ermeni! erin haçlılarla, Mısır' da Kıptilerin franklada işbirliği yapmaları ve bilhassa Moğolların Anadolu'ya ve müslümanlara saidırmaları esnasında Hıristi­ yan tebeanın (özellikle Ermeniler) onlara yardımcı olmaları sonucu Doğu İslam dünyasında zimmilere karşı bir tepki başgöstermişti. Bu sebeple Selçuklular genellikle gayr-ı müslim tebeaya devlette görev vermezler ve onlara güvenmezlerdi. İslam Dünyasının Batı'sında ise Endülüs'i.in fethi ile birlikte, Pirene dağları tabii bir sınır oluştummştu. İspanya'lı hıristiyanlar, kendileri gibi Kitab Ehli olan yahudilerle birlikte zimmilik statüsünden yararlanarak, rahat bir hayat süri.iyorlardı. Osmanoğulları da zinınıi tcbcaya, İslam'ın öngördüğü hoşgörüyü fazlasıyla göstermişlerdir. Nitekim Fatih'in İstanbul'u fethiyle birlikte Fener Patrikhanesi'nin faaliyetleri kısıtlanmamış, dini bir merkc"~: olarak korunmuş, hatta bazı ayrıcalıklar ve(13) C. Ca!ıcıı, E. LA., Zinıma ıııad. 73 DiYANET iLMi DERGi • CiLT: 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 rilmiştir. Yalnız Hıristiyan tebea değil, İspanya' dan koğı.ılan Yahi'idller de Osmanlı ülkesinde rahat bir hayat sürme imkanıbulmuşlardır. İspanya' da bir tek Müslüman bırakmamak üzere hepsini kılıçtan geçiren ve ora- da kalmak zorunda bulunup ta dini geleneklerini gizlice yaşamaya çalışan "Moris4 cos"ları, en küçük bir belirti halinde(I J Engizisyon mahkemelerinde süründürerek ağır işkencelere marfiz bırakan Hıristiyan Batı'nın uyguladığı zulumler, İslam tarihinin hiçbir döneminde zimmi statüsünetabi olan Yahudi ve hıristiyanlam ı.ıygulanmış değildir. 0 ') lslam'ın, Hıristiyanlık hakkındaki görüşleri çok açık ve nettir. Kur' an-ı Kerim, tekrar tekrar kendisinden önce geçen Tevrat'ı ve İncil' i tasdik etmek üzere geldiğini bildirir.<' 6) Hz. lsa'nın hayatı ile ilgili kesitler, Kur' an-ı Kerim' de sıkça yeraldığı gibi, Kur' an' da; birisi Hz. lsa'nın soyunu (Al-i lmran) anlatan, diğeri de annesinin adı­ nı (Meryem) taşıyan iki si'ire bulunmaktadır. İslan1'a göre Hz. lsa, Allah'ın Resulü, kelimesi<") ve Cebrall aracılığıyla Hz. Meryem'e üflediği bir ruhu (soloğu) olup ilahi bir mu' cizenin örneği olmak üzere babasız olarak, bakire Meryem' den dünyaya getirilmiştir. Bu doğumdan dolayı Hz. Meryem' e kötü iftirillarda bulunan Yahudileri kınayan İslam, bu fevkalade olayı Hz. Adem'in topraktan yaratılmasına benzetmekle ve Allah'ın kudretine delil olarak göstermektedir.<'") Bu husi'isu, daha beşikte iken yine ilahi bir mu' cizenin örneği olmak üzere Hz. lsa'n~n konuşarak dile getirdiğini bildirmektedir.<'"J Üli'ihiyyet konusunda her türden atnropomorfizmi ortadan kaldırmayı ve saf tevhld akldesini çok açık olarak yerleştirmeyi ana gaye bilen lslan1, zihinleri bulandımrak -muhtelif şekillerde- çok tanncılığa (şirk) imkan sağlayan her türden spekülasyonlara kapısını kapamaya çalışmıştır. Bu cümleden olarak Kur' an-ı Kerim, tektanncı bir din olduğu halde sembolik yorumlar ve karmaşık kelime oyunlarıyla çoktanncılığa kapı aralayan Konsiller döneminden sonraki Hıristiyanlığın büyük bir bölümünün kabi'il ettiği, Hz. lsa'nın ülhi'iyyeti ve teslls inancı gibi umdeleri reddetmekte ve tertemiz bir anneden dünyaya gelen lsa Mesih'in, Tanrı olmadığını, sadece bir beşer olduğunu bir çok kez, hatta onun kendi dilinden aktarmaktadır. Hz. lsa'nın Tanrı veya -teslisi ifade etmek üzere- "üçün üçüncüsü" olduğunu kabi'il etmenin şirk ve küfür olduğunu bildirmektedirY"J Buna rağmen Kur' an-ı Kerim, en büyük (14) Bu konuda daha geniş bilgi için, Islam Düşüncesi Üzerine araştırmalar isimli eserimizin, Endülüs Hasreti bölümüne bakınız. (15) Bekir Karhğa, İslam Düşüncesi'nin Batı Düşüncesi'ne Etkileri, 26-2ıL (16) Bakaı·a, 'J7; Ali lmriin, 3, 50; Miiide, 46; Saff,6. (17) Al-i lmran, 45; Nisii, 171; Maide, 75. (!~)Al-i lnıriin, 59. (I 'J) Meryem, 27, 34. (20) Maide. 73. 74 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU toleransı gibi, prensip olarak dinler arasında kendisine en yakın dinin Hıristiyanlık, insanlar arasında da müslümanlara en çok dostluk besleyenlerin Hıristiyanlar olduğunu vurgulamıştır.<"') Hz. Peygamber, "ülü'l· azm" denilen dört büyük peygamberden birisi sayarak "kardeşim" dediği Hz. İsa'nın, kendisinin geleceğini müjdelediğini bildirmektedir. ve imtiyazı Hıristiyanlara tanıdığı Kısacası İslam'ın rezervi, Hz. lsa'ya ve gerçek hıristiyanlığa değil, Hz. lsa' dan ve özellikle konsillerden sonraki Hıristiyanların anlayış ve davranışiarına karşıdır. İs­ lam, hıristiyanlığın detayları üzerinde durmadığı gibi, hıristiyanlıktaki muhtelif mezhep ve anlayışları da eleştiri konusu yapmaz. Sadece bazı dinlerin insanları parça parça bölümlere ayırdığını ifade ederek temel dini ilkeler üzerinde durur. Hz. Peyganıber de konuşmalarında, bütün Hıristiyan mezheplerini hedef almak yerine Arabistan ve çevresindeki hıristiyanları hedef almıştır. Bunlar hakkında da fazla detaylar vermez. Sadece Kur' an-ı Kerim'in zikrettiği hükümleri tekrarlar. Bilindiği gibi, Arabistan' da yaşayan halka bizanslılar; "Sarakenoi" (bundan dolayı müslümanlara "Saracen" diyeceklerdir) ve bunların reisierine de "Phyllarque" diyorlardı.<"ı İslam'ın geldiği dönemlerde, Arabistan ve çevresinde Hıristiyan devlet olarak, Doğu Roma (Bizans) devletinden kısmen veya tamamen bağlı veya ayrı olmak üzere; Suriye' de Gassani'ler, Irak'ta Bire'liler (Lahmiler) ve Yemen' de de Necran'lılar bulunuyordu. Bunlardan ayrı olarak Hz. Peygamber döneminde, Yarıma­ da'da Eyle (Akabe), Dumetu'l-Cendel, Maan, Teyma, Tebuk, Vadl'l-Kurii ve Yesrib gibi yerleşim merkezlerinde küçük Hıristiyan topluluklara rastlanmakta idi. Yemen'de yaşayan Ezd kabllesinden büyük bir grup, Me'rib Seddi'nin yıkılma­ sından sonra kuzeye göç ederek bir kısmı Arabistan'a yerleşmiş, Alü Cüfne diye bilinen diğer bir kısmı da Suriye'ye gelmiş ve Suleyh kabllesinin Dacaime kolunu yenerek Gassan gölcüğü kenarına konaklamışlardı. Bu sebeple onların kuracağı devlete bu gölcüğün adı verilmişti. Gassanl'ler, Monofizit (Hz. İsa'da tek bir tabiat bulunduğunu savunan) Ya'kubi mezhebine mensup idiler. 569 yılında gassanllerin başına geçen Münzir ibn Haris, bir mahalll konsil toplayarak üç ayrı Tanrı'nın varlığını kabul eden Tritheist inancı mensuplarının afaroz edilmesini sağlamıştı. Bunun üzerine Ortodoks mezhebini benimseyen Bizanslılar tarafından reddedilerek 581 yılında iki oğlu ile birlikte tutuklanıp İstanbul' a götürülmüş tür. Hz. Peygamber, Hicretin 6. yılında (627) Bizans imparatoru Heraklius'un yanısıra o zamanki Gassani hükümdan Hiiris'e de bir mektup göndererek İslam'a davet etnıişti."' 1 (2 I) Miii de, 83. (22) Anawati, A.g.e., 47. (23) M.Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 217. 75 DiYANET iLMi DERGi • CiLT: 32 • SAY/3• TEMMUZ-AGUSTOScEYLÜL 1996 Fakat gassanllerin lideri Haris, Hz. Peygamberi'in mesajını yanlış değerlendirmiş ve İslam'ın da Hıristiyanlık tarihinde eşine çokça rastlanan Heretik cereyanlardan birisi olduğunu ve ötekiler gibi bunun da bastırılması gerektiğini düşünmüş, bu amaçla Bizans'tan da yardımsağlayarak müslümanlara karşı savaş hazırlığına girişmişti. Bu durumdan haberdar olan Reslılullah, Hicretin 8. yılında (629) Arabistiin'ın kuzey sı­ nırı yakınlarındaki Mu'te'ye bir askeri birlik göndermiş, bir yıl sonra da Tebuk' e bir sefer tertip etmişti.lşte bu iki olay ile ilk kez Müslüman-Hıristiyan orduları karşı karşıya gelmişti. Gassanller, kendi anadilleri olan Arapçayı bırakmamış olmakla beraber, dini törenlerinde ve resmi yazışmalarında -henüz Arap yazısı gelişmemiş olduğu için- Arami dilini (Süryanca) kullanıyorlardı." 41 Diğer taraftan Tenuh adı verilen Yemen'li bir başka kabile de, III. yüzyılın baş­ larında KuzeyArabistan'a hicret ederek Irak' a gelip bugünkü Küfe şehrinin yakınla­ rına yerleşmişler ve şimdi hemen hemen tamamen kurumuş olan Necef gölünün kenarında kurulmuş olup SUryanice "çadırlı ordugah" anlamına gelen "Herta" kelimesinden türetilıne Hire'yi merkez edinmişlerdi. Tarihçilerin bildirdiğine göre Hire' de; Tenuh, İbad ve Alılaf isimli üç Arap kabilesi oturmakta idi. Tenfibi'ler Fırat'ın batısında Hire ve Enbar'da oturan göçebe araplardı. Bunlara İsa'ya tapanlar anlamın­ da "İbadi" deniyordu. Alılaf ise bu iki kabileye mensup olmayan, Nabat asıllı ve aralarında kısmen Yahudi ve İranlıların da bulunduğu Hire'ye sonradan gelmiş bir topluluktu. (Nabatlar Antik Mezopotamya kavimlerinin kalıntılarıydı). M. V. yy. da Sem'iin dağında, Aziz Şem'un ei-Amfidi, civiir kabilelerden kendisini ziyarete gelen insanlara vaazlar veriyordu. Süryani olan bu zatın etkisinin yayılması üzerine, Hirc hükümdan Nu'man-I (şaşı olduğu için kaynaklarda el-A'ver diye geçmektedir) !ran aleyhdarı gelişmelerin yaygınlaşmasından endişe ederek kendisini vaaz vermekten alıkoy­ mak isterse de -efsancye göre- Şem'un, ona rüyasında görünerek hııistiyanlara dokunmamasını söyler. Bu Nu'man, Hıristiyanlarakarşı hoşgörü besler ve Hire'de bir manastır yapmalarına izin veıir. Nihayet 570 yılı civarında hükümdar olan IV. Münzir'in oğlu III. Nu'man, hıristiyanlığı kabul eder ve annesi Hin de burada bir kilise inşa ettirir. Arapça ko12 nuşmakta olan Hire'liler, Netsuri mezhebine mensup idiler. Ancak yazıları Süryaııice idi. ' Ri vayete göre, Murakkaş, Anber ve Hire Hıristiyanlarının kullanmakta olduğu yazıyı (Süryfuıice) esas alarak ve bazı değişiklikler yaparak Arap yazısını ortaya koymuştu. "'' 633 yı­ lında Hillid ibn Velid, Hire'yi feth ederek bu bölgeyi İslam egemenliği altına almıştır. 1 Romalılar'ın, havasının güzelliğinden dolayı mutlu Arahistan (Fclix Arabia) dedikleri Yemen'de eskiden bir Yahudi kolonisi bulunmaktaydı. Özellikle Kudüs'ün (24) P. K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, I, 119. (25) P. K. (26) 76 Hı tti, A g. e., 1, 127. isbahaııı, cl-Ağani, V, 190. BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU Roma imparatoru Titüs ve Vespasianus tarafından yıkılmasından sonra, birçok Yahudi Yemen'de hakim olan Himyeri devletine sığınmıştı. Hıristiyanlık ise Aziz Frimentius'un Habeşistan Başpiskoposu olduğu sırada (IV. yy. da) girmişti. Rahip Theomilet'in faaliyetleri sonucu Himyeri hükümdan Hıristi­ yanlığı kabul ettiği gibi, burada üç kilise de tesis edilmesine izin vermişti. ı 127 Hadramut'tan gelip Hicaz üzerinden Doğu Akdeniz' e giden kervan yolu üzerinde bulunan Nceran ise Roma imparatoru Aelius Gallus (25 1-253) tarafından zabtedilmiş veyakılıp yıkılmıştı. Bizans imparatoru Junstinianus (527-565) Monofizit hı­ ristiyanlara ağır baskılar uygulayınca Hire 'li birçok Monofizit kaçıp Necran' a yerleş­ mişti. Suruç'lu Ya'kub'un Necranlı monofizitlere mektupları bulunmaktadır.' 'ı Habeşlilerin Yemen' e girmeleri ve bunlara karşı YahUdi olan Himyeri lideri Zu Nuvas'ın (öl. 525) habeşlilere baş kaldırması daha sonra destaniara konu olacaktır. 2 Hz. Peygamber, hicretin 8 veya 9. senesinde (629 veya 630) Nceran halkına da bir mektup göndererek İslam'a davet etmişti.' " 1 Bu vesile ile hicretin 9. yılında (630) altmış kişilik bir heyetle Medine'ye gelen Nceran'lı Hıristiyanların başında, Ebu Harise ibn Alkame, Abdülmesih ve Eyhem isminele üç kişi bulunuyordu. Gelenler, Rasülullah (s.a.)'ın huzuruna çıkmış ve istekleri üzerine Mescicl-i Nebevi'cle dini ayinlerini İcra etmişlerdi. Hz. Peygamber, onlara tevhid akidesi ve Hz. İsa ile ilgili İslam inançlarını anlatmıştı. Ancak kendisinin bildircliklerinden Necranlıların emin olmadıklarını görünce, söyleeliklerinin doğru olduğunu göstermek üzere Hz. Peygamber, onları mübaheleye (karşılıklı olarak yalancının üzerine Allah'ın azabının gelmesini dilemek) davet etmiş, onlar da bunu kabUle yanaşmamışlardı. Fakat mübiiheleye davet edince kuşkuları biraz zail olmuş olmalı ki müsli.imanlığı kabUl etmemişler sadece müslümanların tebaiyyetine girerek cizye vermeye razı olmuşlardı." 2 01 Necran'lılar, onları Monofizit Nestüri mezhebinden idiler. İran Piskoposu Timotavus Nesturi yapmıştı."' 1 Bu bölgelerden ayrı olarak Arabistan toprakları içerisinele rinde ele küçük Hıristiyan topluluklarına rastlanıyordu. şu yerleşim merkezle- a- Eyle: İslam kaynaklarının belirttiğine (27) G. C. Anawati, A. g. e., (2X) G. C. (29) M. Aııawati, Haıııidullah, göre E yle' de Hıristiyan bir topluluk vardı. Hz. nl. A.g.e., n2. el-Vcsaik, No:93. (30) M. Haıııidullah, İslam Peygamberi, I, 416-417. (31) G. C. Aııawati, A. g. e. 62. 77 DiYANET iLMi DERGi • ClLT: 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 Peygamber, hicretin 6. senesinde çevre devletlere ve kabllelere mektuplar gönderdiğinde Eylelilere de bir mektup göndererek kendilerini İslil.m' adavet etmiştiY'l Mesudi' nin ifadesine göre, eyleli bir Hıristiyan olan Yuhanna ibn Rü'ye, boynunda bir haç asılı olarak hicretin 9. senesinde Tebuk'te bulunan Hz. Peygamber'in yanına gelmiş ve hemşehrilerinin, kişi başına yıllık bir dinar cizye vererek müslümanların tebaiyyetine girmeyi kabul ettiklerini bildirnı.işti. mı b-.Dumetu'l-Cendel: İbn Hişam'ın ifadesine göre Hz. Peygamber Tebuk seferinden sonra Halid ibn Velid'i Hıristiyan olan Dumetu'l-Cendel kabllesinin reisi Ekider ibn Abdülmelik'e elçi olarak göndermiştir< ı. 34 c-Maan: lslanı'ın yayıldığı dönemde Hicaz ile Şam arasında bulunan Maan'da Ferve ibn Ebu Amir'in riyasetinde bir Hıristiyan topluluk bulunmakta idi. Ferve, Hıristiyan olan Cüz'am oğullarının şeyhi idi< ı. 35 d- Teyma: Vadl'l-Kura ile Şam arasında bulunan Teymil'da ünlü Hıristiyan Arap kabllesi Benu Tay' ikamet etmekte idi. Burada aynı zamanda bir Piskoposluk merkezi bulunuyordu. Tay' kabilesi cömertliği ile ünlü Hatim et-Ta! ile araplar arasında büyük bir şöhrete ulaşmıştı. Nitekim müslümanlar tarafından esir alınan Hatim'in kızını Hz. Peygamber, babasına olan malıabbeünden dolayı bağışlayacak ve o da Suriye'ye gidip kardeşi Adiyy ibn Hatim'i ikna edecek, Adiyy de Medine'ye gelip Müslüman olacaktır. Nitekim "Rahiblerini ve baharnlarını Allah'tan başka rablar edindiler." (Tevbe, 31) ay eti, Adi yy ibn Hiitim vesilesiyle niizil olmuştu< "ı. 3 e-Tebilk: Şam ile Vadi'I-Kura arasında bulunan Tebuk'de Hıristiyan Arap kabilesi olan Kudaa oğulları yaşamakta idiler. Bunların yakınında da, Hıristiyan Tağlib kabllesinin bir kolu olan Kelb oğulları vardı. Vadl'l-Kura'da ise Suleyh ve kısmen de Kudaa oğullarına mensup Hıristiyan Arap kablleleri ikamet etmekte idiler<"'. f- Mekke-i Mükerreme: doğduğu Hz. Peygamber'in kent olan Mekke'de ise (32) lbn Hi~am, es-Sire, IV, 169. (33) G.C. Anawati, A. g. e., 58. (34) lbn Hi~am, es-Sire, IV, 169. (35) G.C. Anawati, A. g. e., (36) lbn Kesir, Hadislerle 5~. Kur'an-ı (37) G. C. Anawati, A. g. e., 59. 78 Kerim Tef.~iri, VIII, 3454-3464. lı.içbir zaman için -az veya BEKIR KARLIGA •ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU koloni bulunmamıştı. Sadece muhtelif zamanlarda Mekke' de kurulanpanayırlara, tidiri amaçlarla Hıristiyanların gelip gittikleri ve bunların arasında rahiplerin de bulunduğu bilinmektedir. Mekke'de bulunan Hıristiyanların arasında Hz. Peyg~mber'in, İncil'de müjdelerren ve gelmesi beklenen peygamber olduğunu söyleyen ve İncil'in Arapça bir nüshasına sahip bulunduğu anlaşılan Varaka ibn Nevfel başta olmak üzere Cebr, Addas, Kıbtl, Bakum ve İkrime'nin Grek asıllı kölesi ile hicretten önce Müslüman olan ve nisbesinden bir genıi tayfası olduğu anlaşılan Temim ed-Dari de varM"ı. çok- bir Hıristiyan g- Medine-i Münevvere: Hıristiyanlık açısından, Medine'deki durum Mekke'den pek farklı değildi. Aynı şekilde köle, işçi, tüccar ve benzeri amaçlarla buraya dışardan gelmiş bazı Hıristiyan­ lar bulunmakla beraber bir koloni oluşturmaktan uzaktılar. Nestı1ri kilisesine ait olan bir kayıddan, eski zamanlarda Yesrib'te; birisi Hz. İbrahim, diğeri Hz. Musa, üçüncüsü de Eyyı1b peygamberler adına üç kilise bulunduğu ve burada bir Nestı1ri piskoposunun ikamet ettiği anlaşılmaktadır(3•ı. Hz. Peygamber dönenlinde Arabistan ve çevresinde yaşayan si Monofizit idi ve çoğunluğu Nestı1ri mezhebine mensup idiler. hıristiyanların hep- Hz. Peygamber döneminde Arap Yarımadası'nın dışında müslümanların haberdar oldukları Hıristiyan bölgeler başta Bizans olmak üzere Habeşistan ve Mısır idi. Habeş kilisesi, Antakya ve İskenderiyye kiliselerine aynı zamanda bağlı bulunuyorlardı. Antakya kilisesi tarafından kabUl edilen İncil metinlerini habeşçeye tercüme etmişlerdi. İbadetlerini de İskenderiyye Kıpti kilisesine göre icra ediyorlardıc•oı. Mı­ sır'da ise Hıristiyan Kıbti Kilisesi hakim idi. Ayrıca müslümanlar Hz. Peygamber devrinde detaylarını pek iyi bilmemekle beraber Bizans Devleti'nin Ortodoks mezhebine mensı1b olduğunu biliyorlardı. Diğer taraftan, Kuzey Irak civarında Hz. Yahya'ya bağlı olduklannı iddia eden ve kısmen günümüze kadar ulaşmış bulunan bir ayrı Hıristiyan grup vardı ki bunlara Mandeistler deniyordu. Görülüyor ki Hz. Peygamber'in gönderildiği sıralarda Arabistan'ın merkezinde güçlü bir Hıristiyan topluluk mevcı1d değildi ve hiçbir zaman da olmamıştı. Ancak Yarımada'nın yakın çevresinde Hıristiyan topluluklar ve devletler bulunmaktaydı. Fakat Arabistan çölü hiçbir zaman için bu toplulukların ilgisini çekmemişti. Sadece ticaret ve benzeri an1açlarla yapılan seferlerle Kuzey Arabistan ile Güney Arabistan arasındaki yolculuklarda Hıristiyan yolcular, Mekke üzerinden geçmek durumunda (38) M. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 53. (39) G. C. Anawati, A. g. e., 59. (40) Eugene Tisserant l'Eglise Chretienne en Ethiopie (Histoire Generale des Religions içinde), 306. 79 DiVAN ET iLMi DERGi • Ci LT. 32 • SA YI. 3 • TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 kalıyor ve bu veslle ile burada belirli bir süre ikamet ettikleri görülüyo.rdu. Fakat muhtelif değişiklikler yapmalarına rağmen ataları İbrahim Aleyhisselam'ın dinine bağlı olduklarını idda eden Mekkeliler hiçbir zaman için Yahudilik ve gibi semavi dinleri kabUl Hıristiyanlık etmemişlerdi. Bununla beraber -ilerde de görüleceği gibi- Yuhanna ed-Dimeşkl'den başlayarak bütün Hıristiyan müellifler, Hz. Peyğamber'in İslam dininin temel ilkelerini Mekke ve M edin e' de saat rastladığı ya da ticari amaçla iki kez görüştüğü Hıristiyan günümüze kadar Bilindiği din adamlarından aldığını gittiği Şam' da karşılaşıp öne sürecekler ve bu idditlyı da tekrarlayıp duracaklardır. gibi Hz. Peygamber, daha 9 yaşlarında iken amcası Ebu Talip ile birlik.. te bir ticaret kervanına katılnuş ve Lut gölünün ötesinde Şam ile Kudüs ra' da bir birkaç Hıristiyan rahibi olan Balıira ile kısa arasında B us- bir süre -belki bir yemek müddeti- gö· rüşmüştü<"'ı. Yine bazı rivayetlere göre 25 yaşlarında iken müstakbel zevcesi Hz. Ha- tice'nin kervanı ile tekrar Suriye'ye gelmiş (595) ve yine Busrfi'da bu kez Nestura adlı bir papaz ile karşılaşmıştı. Bunun, bir Nesturi gerçekten böyle bir ad mı taşıdığı kesin değildir(.ı ı. papazı mı olduğu veya o kişinin 2 Batı dünyasını bu sUbjektif tavrında; yanlış bilgilendirmenin yanısıra, İslam' a karşı duyulan kompleksin de etkili olduğu muhakkaktır. Nitekim Hıristiyan dünyası, uzun tarihi boyunca -yakın zamanlara kadar- ne İslam dinini, ne de bu dininin tebliğ­ eisi olan Hz. Peygamber'i yantalizmin geliştirdiği doğru ve fevkeHide Batı' da İsltimiyyet hakkında sağlıklı olarak tanıma başarılı araştırma imktim yöntemlerine bulabilmiştir. rağmen Or- bugün de objektif değerlendirmelerin yaygın olduğunu söylemek oldukça zordur. Başlangıçta Hıristiyanlar; İslam' a, siyasi yönden değil ama dini yönden pek chemıniyet vermemişler ve onu da Hıristiyanlık tarihinde çokça rastlanan rafıziliklerden bi- risi; Ari us' çu ve Nestoriusçu monofizizmin yeni bir canlanışı olarak görmüşlerdir. Bu sebeple de İslam'ın dini ve fikriesaslarını yakından tanıyıp inceleyerek eleştiri konusu yapmak yerine, büyük zorlamalarla daha çok bu yeni dinin Hıristiyanlık karşısın­ daki zayıf ve güçsüz taraflarını ortaya çıkarıp sergilemeye çalışmışlardır'.ı''. Daniel temel Nomıan'ın da belirttiği gibi, Hıristiyanlık anlayış farklılıkları bulunmaktadır. (41) M. Hanıidullah, A.g.e., I, 47. (42) M. Hanıidullah, A.g.e. 1, 53. ile Müslümanlar, Müslümanlık arasında bazı Hıristiyanların Tanrı anlayı- (41) Bemard Lcwis, Comment I'İslam iı dccovuert I'Europe, 2X3-2X4; Ade] Thendore Khoury, Les Theologiens Byzantins ct !'İslam, 57. 80 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU şına, Tanrı' da nasiltllik (insanlık) ile lahiltilik (iHihlık) niteliklerini birleşmesine, peygamberlik telakkisine, Teslis inancının kendisine ve kudsiyyetine eleştiriler yönelttikleri gibi, hıristiyanlar da; Hz. Muhammed'in peygamberliğine, ona indirilen vahyin karekterine, İslam'ın din ve dünya ile ilgili değerlendirmelerine, özellikle Cihad ve dolayısıyla politik egemenlik anlayışına karşı bazı eleştiriler yöneltmektedirle{'·l). Savunma (apologetique) ve red (polemique)şeklindeki metinler halinde günümüze ulaşmış bulunan hıristiyanların islam' a karşı tezleri, genellikle eski iddiaların tekranndan öteye geçmemektedir. Ve ilk iddialardaki yanlışlar, uzun asırlar boyunca hiç araştırılmaksızın- aynıyla sıralanıp durulmaktadır. F. Nau'nun neşrettiği bir vesikaya göre, Antakya Ya'kilbi (Jacobite) Kilisesi patriği Mar Yahya'nın (635-648) Mezopotamya'daki hıristiyanlara hitaben Süryanice yazdığı ve müslümanların reisi Emir ile aralarında geçen bir tartışmayı konu edinen mektilbunun, bu apologetique yazıların ilki olduğu anlaşılmaktadır. Bu türden yazı­ lara örnek olmak üzere, Mısır fatihi Amr İbn As ile Kı bt! Patrik İskenderiyye'li Bünyamin arasında geçen bir konuşma, Musul yakınlarındaki Beit Hale Manastırı Nestilri papazı Abraham tarafından kaleme alınanan bir Müslüman ile bir Hıristiyan arasındaki konuşmaları ihtiva eden yazı ve Ya'kilbi patriği Athanas de Beled'in (684687) netşrettiği İslam ile ilgili Encyclique zikredilebilirc"'ı. Apologetique yazıların en önemlisi ve kendinden sonra gelen tüm Hıristiyan yazarlar tarafından örnek alınan reddiyye Hz. Muaviye'nin sarayında yetişmiş olan Yuhanna ed-Dimeşki tarafından kaleme alınmıştır. Daha sonra onun etkisinde kalmış ve belki de öğrencisi olmuş bulunan Theodore Ebu Kurra (öl. 820 veya 825), Theophane le Confesseur (öl. 817 civ.), Bizans'lı Nicetas (öl. 912 civ.), Ya'kilblfilozof Yahya ibn Adiyy (öl. 974), Euthyme Zigabene (1114 civ.) ve Choniat'lı Nicetas (öl. 1214) gibi İslam'ı yakından tanıdığı kabili edilerek Batı Kiliseleri tarafından benimsenen ve çoğunluğu Doğu kiliselerine bağlı bulunan hıristiyanlar tarafından İslam' a karşı reddiyyeler kaleme alınmıştırc•"ı. Saint Jean Damascene (Yahya veya Yuhanna ed-Dimeşki), tahminen 675 yılın­ da, Şam'da Melquite bir ailede dünyaya geldi. Dedesi Mansur ibn Serciln, Hz. Ömer devrinde Şam'ın teslimi müzakerelerine katıldığı için Müslüman yöneticiler tarafın­ dan eski görevinde ibka edilmişti. Yuhanna'nın babası Serciln (Sergius) ise Muaviye tarafından bugünkü Maliye Bakanlığı'na eşdeğerde olan mali işlerin denetimiyle (44) Daniel Norman, İslam and the West, 1. (45) Ade] Theodore Khoury, Les Tbeologiens Byzantins et l'İslam, 39. (46) lslam'a karşı reddiye yazmış olan kişiler hakkında daha geniş bilgi için bkz., Ade] Theodore Khoury, A. g. e., 106 vd. 81 DIYANET iLMI DERGi • CiLT; 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 görevlendirilmişti. Bu nedenle Yuhanna, Emevi sarayında yetişnıi,ş ve babasından sonra o da maliye işlerinde görev almıştı. Ancak Ömer ibn Adülaziz döneminde onun bu görevinden uzaklaştınldığı sanılmaktadır. manastın papazı olmuş Bundan sonra Laura de Saint-Sabas ve burada eserlerini te' lif etmiştir. Yuhanna en büyük eseri bilginin kaynaklan konusundaki ilahiyyata dair ed-Dimeşki'nin kitabıdır. Bu kitabın bir bölümünü oluşturan "De Haerosibus" başlıklı bölümü İslam' a karşı yazılan reddiyelerin ilki ve en önemlisidir<47 ). "Passion deSaint Pierre de Capitolias"<4') ve bir müslümanla bir hıristiyanın tartışmalarını naklettiği "Controverse entre un Sarra- sin et un Chretien"<49 ) isimli küçük eb'atlı eserlerinde de İslam konusunda benzer eleştirileri tekrftrlamaktadır. Yuhanna ed-Dimeşki'nin ölüm tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Muhtemelen 753 veya 749 yılında vefat etmiştircso). Yuhanna ed-Dimeşki, bulunduğu mevkiden de yararlanarak İslftm'ı ve müslümanları yakından tanıma imkanı bulmuş ve devlet görevlerinden uzaklaştınldıktan sonra -muhtemelen müslümanlara kızgınlığından ötürü- İslam' a karşı reddiyeler kaleme almıştır. Konuya ilişkin ciddi bir araştırma yayınlamış olan P. Khoury: "Jean Damascen'in verdiği detaylarm pek çoğunun asılsız olduğunu" bildirerek, onun "İslam'a karşı duyduğu antipatinin bir tür rafızilik endişesinden kaynaklandı­ ğını" bildirmektedircsı). Daha önce de belirttiğimiz gibi, on sayfayı aşmayan eb' adı çok küçük olmasına rağmen, Hıristiyan dünyasında İslam hakkında yanlış bilgilerin yayılmasınbu yazılar, (47) Jean Daınescene, De Haeresibus, Bölüm, !Ol (Migne Patrologie Grecque içinde 94 Fasikül, 764-773). (48) Jean Daınescene, Passinn deSaint Pierre de Capitolias (Analecta Bollandiana, 57, 299-333). Bu eserinde Jean Damescene, Saint Pierre de Capitolias'ın hasta yatağında müslümanlara vaazlar verdiğini ve kendilerini hak dine çağırdığını anlatmaktadır. Esere göre, bilalıere sağlığına kavuşan bu kişi, sokaklarda ve meydanlarda halka vaazlar vererek Hıristiyanlığın üstünlüklerini dile getirmiş, bu nedenle de Halife Velid'in huzurunda Hz. Peygamber' e hakaret suçuyla yargılanmıştır. Eserin ana teması bu yargılanma safbasıdır. (49) Jean Damescene, Controverse entre un Sarrasin et un Chretien (Migne, Patrologie Grecque, 94, 15851586). Bu yazının doğrudan Damescene'e ait olup olmadığı tartışmalı ise de onun veya onun görüş­ lerini savunan birisinin kaleminden çıkmış olduğu muhakkaktır. Bir Müslüman ile bir Hıristiyan arasında geçen münakaşaları konu alan bu risale, iyilik ve kötülük problemiyle başlamakta, Hz. lsa'nın üluhiyyeti tartışmasıyla devam etmektedir. Tanrı'nın ketarnının malıluk olup olmadığı konsu üzerinde durmakta, Hz. lsa'nın ölümünden söz etmekte ve nihayet yine Hz. lsa'nın tanrılığı konusundaki karşılıklı münakaşalarla son bulmaktadır. (Daha geniş bilgi için bkz., Ade! Theodore Khour, A. g. e., 74-80). (50) M. Jugie, Jean Demascene mad., (Dictionnaire de Theologie Catholique, VIII), 693-75!. (5!) P. Khoury, Jean Damascene et !'İslam, (Proche Oıient Chreretien, Kudüs-!957) VII, 44-63. 82 BEKIR KARLIGA • iSLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU da çok etkili olmuştur. Z1ra ondan sonra gelen yazarların çoğunluğu onun görüşleri­ ni tekrarlayatak Hıristiyanlık efkar-ı umümiyyesini yanlış bilgilendirmişlerdir. Nitekim Adel Theeodore Khoury bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: "Damascen'in metninde bazı olgunlaşmamış fikirler, hükümlerinde henüz oturmamış ve yetersiz hazırlanmış kıyafetler ve buğün davranışlarının nedenlerini tahmin edebileceğimiz bazı tutkular bolunsa da onun fikirlerini, Hıristiyan entellektüeller arasında İslam karşıtı tavırların oluşmasında çok önemli etkileri bulunduğunu kablll etmemiz gerekir. Gerçekten de pekçok yazar bu dinle (İslam) ilgili konularda onun görüşlerine dayanmakla kalmamışlar metinlerini dahi olduğu gibi iktiMis etmişlerdir"<"). İslam'a reddiyye yazanlardan birisi de Bizans'lı Nicetas'dır. (Öl. 912 civ.) Riva- yete göre, Basileius Mihael-III'ün imparatorluk döneminde (842-867) müslümanlar, Bizans imparatorluğuna iki m~ktup göndererek HıristiyanlıktakiBaba ve Oğul kavramlannın felsefi ve mantıki yollarla izahını isterler. İmparator, bu mektuplara cevap vermek üzere o sırada Bizans İmpartorluğu'nda filozof olarak tanınan Nicetas'ı görevlendirir. O da uzun bir çalışmadan sonra sorulan sorulara, felsefi ve mantık! cevaplar veren bir kitapçık kaleme alır. Latinceye "Confitatio Libri Mohamedis" adıyla tercüme edilmiş bulunan bu eserde Nicetas, müslümaniann Aristoteles mantı­ ğına dayalı olarak hazırlamış oldukları anlaşılan soruları kaydettikten sonra aynı mantık\' yöntemlerle cevap verir. Birinci mektubun cevabına, Tanrı'nın zatının bilinmesinin çok zor olduğunu ifade ederek başlayan Nicetas, kendisinin imkan nisbetinde bu konuyu açıklamaya çalışacağını bildirerek Tesl1s'e ilişkin nisbeten uzun açıklan1alara yer verir<"ı. Bundan sonra İslam'ın anladığı tarzda Tanrı'nın birliği fikrinin tutarsız ve anlaşılmaz olduğunu belirterek müslümanları, Hak din olduğunu bildirdiği Hıristiyanlığa ve özellikle Tesl1s' e davet eder<'" ı. "Arap Muhammed Tarafından Uydurulan Kitaba Reddiyye" başlığını taşı­ yan ikinci mektup iseİmparator'a övgüyle başlamakta ve İslam'ın sadece Tanrı inancında değil, insanlara sunduğu dünya görüşünde de yanılmış olduğunu belirtmekte ve Kur'an'ın bir yanlışlar yığını olduğunu bildirmektedir. Burada da Tanrı, Ruhui-Kudüs ve Oğul hakkında uzun uzadıya bilgi verdikten sonra<''\ Kur'an-ı Ker1m'in ilk 18 (52) Ade! Theodore Khoury, A. g. e., 59. (53) Nicetas de Byzance, Exposee de la Doctrine Chretienne et Reponse ala nes, Migne, Patrologie Grecque, 105 (~mla-l\2 I c). (54) Nicetas de Byzance, Exposee de la Doctrine Chretienne et Reponse ala nes, Migne, Patrologie Grecque, 105 (82lc-84lc). (55) Nicetas de Byzance, Exposee de la Doctrine Chn!tienne et Reponse :.\la nes, Migııe, Patrologie Grecgue, 105 (o69a-70ld). Preıniere Lettre des Agare- Preıniere Lettre des Agare- Prenıiere Lettre des Agare- 83 DiYANET iLMi DERGI • CiLT: 32 • SA YI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 7996 süresini ele alarak teker teker eleştirmeye çalışmaktadır. Nicetas' a göre; Hz. Muhammed, kendisine vahiy geldiğini iddia etmektedir. Onun bu iddiasının doğru olabilmesi için, aldığı vahyin kendinden önceki vahiylerle doğrulanması gerekir. Halbuki onun aldığı vahiy yanlışlıklar ve gülünçlüklerle doludur. Kitab-ı Mukaddes'te her bölümde belirli bir konu açıklandığı halde Kur'an'da böyle değildiL Onda ilahi hiçbir özellik yokturY"lBir yandan tek tanncılığın savunuculuğunu yapan Hz. Muhammed, diğer yandan Tanrı'nın içinin boş olduğunu (Samed) söyleyerek putperestliğe sapmıştır. Böylece kendi Tanrı'sının maddi bir yapıya sahip bulunduğunu itiraf etmektedir. Ayrıca Kur'an'ın bütününe bakıldığında Hz. Muhanın1ed'in cansız şeylere ve ruhlara tapındığı görülmektedir ki bunlar, onun putperest olduğunun belgeleridir< ı. 57 Eserin sonunda; İsmilll Aleyhisselam'ın soyundan gelenlerin, Tanrı ile irtibat kurabilme özelliğine sahip bulunrnadıklarını, dolayısıyla onların Tanrı'sının gerçek Tanrı olmayıp Şeytan ya da İfrit olduğunu bildirerek bu dururnda Kur'an'ın da Tanrı keliimı değil şeytan sözü olduğunu iddia etmektedir. Ona göre; rnüslümanlar, İbra­ him peygamberin inandığı Tanrı'ya da inanmarnaktadırlar. Çünkü Hz. İbrahim gerçek Tanrı'ya, Hz. Muhammed ise Khabar'a (Afrodite kültüne) tapınan bir putperesttir. Hz. Muhammed Baba olan Tanrı'ya da tapmamaktadır, şayet ona tapıyor olsaydı o, kendisine mutlaka Oğul'u bildirecekti. Böyle olduğuna göre Hz. Muhammed; ne İbrahim'in Tanrı'sına, ne de Musa'nın Tanrı'sı olan Baba'ya inanınaktadır. O, yalnızca bir yalan babası olan Tanrı'ya tapınmaktadır<"ı. Yuhanna ed-Dimeşki'nin reddiyyesindensonra İslam dünyasında da karşı reddiyyelerin yazıldığı görülmektedir. Müslümanların Hıristiyanlığa karşı yazdıkları reddiyyelerin en eskisi IX. asrın başlarına rastlamaktadır. Bilhassa İslam' ı yabancı kültürlerin etkisine karşı korumayı amaçlayan Dırar ibn Anır (Öl. IX. asır başları), Ebu'l-Huzeyl al-Alliif (Öl. 816), el-Murdar (Öl. 841), Ebu lsa el-Verrak (Öl. 861), Ebu Osman Anır ibn el-Cahiz (Öl. 869) gibi ilk dönem Mu'tezili düşünürlerin, Hıristiyanların tezlerini çürütmek üzere kaleme aldıkları ve hemen hemen aynı ismi taşıyan (Kitabu'rReddi ala'n-Nasiira) eserleriyle bu çığırın açılmış olduğu görülmektedir" ı. 9 0 Daha sonra bu reddiyye geleneği Abdullah ibn İsmilll el-Haşimi (Öl. 850Y" ı, Ali (56) Nicetas de Byzance, Exposee de la Doctrine Chretienne et Reponse a la Premiere Lettre des Agare- nes, Migne, Patrologie Grecque, 105 (70lil-788b). (57) Nicetas de Byzance, Exposee de la Doctrine Chretienne et Reponse ala Premiere Lettre des Agarenes, Migne, Patrologie Grecque, 105 (788b-805d). (58) Daha geniş bilgi için bkz., Ade! Theodore Khoury, Les Theologiens Byzantins et I'İslam, 1 10-127. (59) Mehmet Aydın, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyyeler ve Tartışma Konuları, 41-42. (60) Risalc ila Abdi'I-Mesih ibn İshak cl-Kindl isimli bu eser, daha sonra latinccyc de çevirilecek olan Abdiilmesih ibn İshak cl-Kindl'nin ccvabıyla birlikte 18SO'de Londra'da basılmıştır. (Mehmet Aydın, A.g.c.,43). 84 BEKIR KARLIGA •ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU ibn Raban (Rabban) et-Taberi (Öl. 855 civ.Y''ı, Kasım ibn İbrahim (Öl. 860Y" 2\ Ebu YüsufYa'kub ibn İshakel-Kindi (Öl. 873Y"'l, Hasan ibn Eyyüb (Öl. 987Y64\ Ebu Muhammed Ali ibn Hazm (Öl. 1063Y"'ı, Abdülmelik el-Cüveyni (Öl. 1085r\ Ebu Ha7 mid el-Gazzali (Öl. lll1Y" ı, Ebu'I-Baka Salih el-Ca'feri (Öl. 1221Y""\ Ebu'I-Abbas Ahmed ibn İdris el-Karafi (Öl. 1285Y ı, Said ibn Hasanel-İskenderani (Öl. 1320f0ı, 69 Ebu'l-Abbas Ahmed ibn Teymiyye (Öl. 1327f'ı, Şemseddin ibnu'l-Kayyim el-Cevziyye (Öl. 135oynı tarafından devanı ettirilmiştir. Müslümaniann yazdıkları reddiyyeler genellikle İsianı'ın Hıristiyanlık hakkkın­ daki temel görüşlerini yansıtmaktadır. Öncelikle Hz. lsa'nın ülühiyyeti, teslis, Hz. İsa'nın öldürülmesi ve çarnuha gerilmesi, Kitab-ı Mukaddes'teki tahrifat, Hz. Peygamber'in geleceğinin İncll ve Tevrat'ta müjdelerrmesi gibi temel korrlulada ilgili (6ı) Kitiibu'r-Reddi ala'n-Nasara ismini taşıyan bu eser, ilkin A. Khalife-W. Kutsch tarafindan (Melanges de l'Universite Saint Joseph, XXXVI, 114-148)'de neşredilmiş, daha sonra muhtelif baskıları yapılnuştır. (62) Kitabu'r-Reddi ala'n-Nasara ismini eser, henüz yayınlanmamıştır. taşıyan ve 5 adet yazma nüshası günümüze ulaşmış bulunan bu (63) el-Kavlu fi'r-Reddi ala'n-Nasara ve İbtiili Tesllsihinı aHi Asli'l-Mantıki ve'l-Felsefeti adını taşıyan bu eser, A. Perier tarafından Yahya ibn Adi'nin ona verdiği cevaplarla birlikte Revue de !'Orient Chretien (III, XXII, 4-ı4), Beyrut-ı922'de yayınlanmıştır. (Bkz., Joseph Mc. Carthy, et-Tasiinlfu'lMensfibe ila Feylesfifi'l-Arab, 52). (64) Hıristiyanlıktan dönüp Müslüman olmuş bir mühtedi olan Hasan ibn Eyyfib Ali bin Eyyı1b'a hitiiben yazdığı bu risiile İbn Teymiyye tarafından el-Cevabu's-Sahlh li men Beddele Dlne'l-Mesih isimli eseri içerisinde (ll,3 ı 8-360, Kahire-1964) günümüze aktarılmıştır. (65) Kitabu'l-Fisali Fi'l-Mileli ve'l-Ehviii ve'n-Nihal isimli eserinde detaylı olarak Hıristiyanlıktaki inanç esiisiarı ve mezhep ihtilatları üzerinde durmuştur. Muhtelif kez basılmış olan eser yakında Muhammed İbrahim Nasr ve Abdurrahman Umeyre tarafindan kritikli olarak neşredilmiştir. Beyrut-tarihsiz. (o6) Şifiiu'l-Galil fi Beyani mii Vakaa fi't-Tevrati ve'l-İncili mine't-Tebdil ismini taşıyan bu eser Michel Allard tarafından 1968 yılında Beyrut'ta neşredilmiştir. (67) Muhtelifbaskıları yapılan bu eserin adı, er-Reddu'l-Cemilli İHihiyyeti'l-lsa bi Sarihi'l-İncil isimli bu eser, R. Chidlac tarafından Fransızca tercümesiyle birlikte ı 939 yılında Paris'te neşderilmiştir. (68) Tahcilu men Harrefe'l-lncil ismini taşıyan bu eser, henüz neşredilmemiştir. (Mehmet Aydın, E.g.e.,72). (69) el-Ecvibetu'l-Fahira ani'l-Es'ileti'l-Fiicire ismini taşıyan bu eser, 1905'de Kiihire'de Abdurrahman Bacacizade'nin el-Farku beyne'l-Mahlfiki ve'!-Hariki isimli eserinin kenarında neşredilmiştir. (70) Mesiilikü'n-Nazar fi Nubuvveti Seyyidi'l-Beşer ismini (Revue des Etudes Juives, XXX, 1-23) neşredilmiştir. taşıyan (71) el-Cevabu's-Sahih li men Beddele Dine'l-Mesih ismini bu eser, Goldziher tarafından 1895'de taşıyan bu eser, Kahire'de ı964 yılında neş­ redilmiştir. (72) Hidayetu'ı-Hayiira fi Ecvibeti'l-Yahı1di ve'n-Nasiirii adını taşıyan bu eser, bir çok kez basılmıştır. Son olarak Ahmed Hiciizi es-Saka tarafından 1987'de Kiihire'de kritikli olarak neşredilmiştir. 85 DiVAN ET iLMi DERGi • Ci LT. 32 • SA YI: 3 • TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 açıklamalar yapılmaya çalışılmaktadır. eleştirilerini cevaplandırmak Müslümanlar, hıristiyanlarınJslarn'.a yönelik yerine daha çok kendi görüşlerini sergilemeyi yeğle­ mektedirler03ı. Batı Hıristiyanlığına gelince coğrafi engeller nedeniyle İslam'ın zuhurundan çabucak haberdar olmadı. Bunda Bizans ile ilişkilerinin iyi olmamasının da etkisi olabilir. Maxime Rodinson'un deyişiyle: "Oldukça uzun bir süre Hıristiyan Batı için müslümanlar, bir problem olmaktan çok bir tehlike oldular. Onlara göreDoğu'nun uzak bölgelerinde bir kuvvet değişimi vardı. Yaygaracı ve çapulcu, üstelik de Hıris­ tiyan olmayan bir millet, geniş ülkelere saldırdı, vurgunlar yaptı ve oraları Hıristi­ yanların elinden aldı. Olayın ortaya çıkmasından otuz kırk yıl sonra Bourgonie'li bir Vak'anüvis şöyle diyordu: "Oros'un kitabının da doğruladığı gibi Sarasin de denilen Hacer'in torunları (Aegerni), Kafkas dağlarının yakınlarında, Caspienne (Hazar) denizinin aşağısında Ercolia denilen ülkede yaşayan sünnetli bir millet, sayıları çok olduğundan silahlandılar ve İnıparatar Aeraglia (Heraklius)'nın taşra bölgesine saldır­ dılar. Sarrasinler, her zaman yaptıkları gibi aralıksız tahribat yaparak imparatorluğun taşra eyaletlerine girdiler." (Chronique dit de Fregedaire, IV, Edition et traduction, J. -M. Wallece-Hadrill, 53, London-1960) Heraclius'tan selefi İnıparatar Constantin sonra da Constant devrinde, Sarrasinler korkunç talanlar yaptılar. Kudüs'ü alıp öteki kentleri yıktıktan sonra yukarı ve aşağı Mısır'ı zabtettiler ve İskenderiyye'yi alıp yağmaladılar, bütün Afrika'yı zabtederek ellerine geçirdiler ... " (A.g.e., 68) İmpara­ Jor, onlara haraç vermek zorunda kaldı. Bela İspanya'ya, İtalya sahillerine ve Gauller ülkesine ulaşmıştı. Ve her zaman aynı barbarlık ve vahşet akını vardı. Anglo-Saxon papazı Saygıdeğer Bede, 735 yılında ölümüden az bir süre önce yeniden gözden geçirdiği İngiliz milletinin dini tarihi isimli eserinde son olayları şöyle özetliyordu: "Bu devirde dehşet saçan bir Sarrasin belası üzücü bir katliiim ile birlikte Gauller'i yağmaladı. Fakat kısa bir süre sonra bu ülkede kötülüklerinin cezasmı çektiler." (Bede le Venerable, Historia Ecclesiaskica Gentis Anglorum, V, 23, Edition et traduction, B. Colgrave-R. A. B. Mynors, 556-557, Oxford-1969) Bununla 732 yılındaki ünlü Poitier savaşını kasdediyordu"c ı. 74 Bundan bir müddet sonra erken sayılabilecek bir dönemde Jean Damascene'in eseri latinceye çevirilir. Daha sonraki yıllarda yukarda adını zikrettiğimiz Theophane le Confesseur'ün ve Bizans'lı Nicetas'ın eserlerinin de tercümesiyle Batı Avrupa' da İslami yy et hakkında yalan-yanlış bilgiler yayılmaya başlar. Bu eserlerdeki tasvire göre Hz. Muhammed; her şeyiyle kötü, "İsa düşmam ve karşıtı birisidir. Tanrı, Hz. İsa'ya anne-baba vermişti, Hz. Muhammed ise her ikisinden yoksundu. (73) Bu konuda daha geniş bilgi için, bkz., Mehmet Aydın, (74) Maxinıe Rodinson, La Fasdnation de !'İslam, 35-36. 86 A.g.e., 113-228. BEKIR KARLIGA •ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU Birincisi fakir, iffetli, bekar ve barıştan söz etmekteydi. Ötekisi ise, zengin, evli ve sözünü dinletmek için dehşet saçmaktaydı. Kelimenin tam anlamıyla Hz. Muhammed bir İsa karşıtı Deccal (Anthechriste) idi"(75). Buna Dokuzuncu asrın ortalarında bir de Kurtuba'lı şehldler olayı eklenir. Şöyle ki 850 yılında Kurtuba'da bir papaz, Bz. Muharnmed aleyhinde hakaretfuıuz sözler sarfeder. Müslüman yetkililer, bu sözlerinden ötürü papazı cezalandınrlar. Ancak buna karşı çıkan Hıristiyanlar isyana teşebbüs ederler. Halife IL Abdurrahman isyfuıı bastır­ makiçin sert tedbirler alır ve o esnada birçok kişi ölür. Bunun üzerine Mozarab bir papaz olan Eulogius, Parnpelune ve Toledo gibi kentlere giderek Hıristiyan ahilliyi müslümanların aleyhine tahrik eder ve müslanlığın; "bağlılarına, hayasızca çok karılı bir cennet vaad eden bir sahte peyğamber, yalan kumkuması uğursuz bir adam tarafıdan kurulan sapık bir tarikat"""! olduğunu anlatır. Bunun üzerine kendisi de 859 yılında yakalanarak öldürülür. Alvaro isimli bir Yahudi, "Martyre de Cordue" (Kurtuba Şehldleri) adını verdiği bu olayı abartarak Eulogius'un hayatını anlatan küçük bir eser kaleme alır"". Gerek Kurtuba'lı ölüler olayı ve gerekse Eulogue'un öldürülmesi Pyrene dağları çevresindeki Hıristiyan ahali arasında büyük yankılar uyandırır. Bunu vesile eden papazlar Güney Fransa' da ve Avrupa' nın muhtelif bölgelerinde dolaşarak müslümanlar aleyhinde yoğun propagandalar yaparlar. Nitekim 858 yılında Paris Saint Germain Manastırı rabibierinden Usuard ve Odilard, Kurtuba'lı ölülerin üçünün çocuğunu beraberlerinde Paris' e getirerek halka reklam ederler. Aimoiuns isimli birisi bu olay üzerine kutsal emanetleri almak üzere Kurtuba'ya gelen Usuard'ı anlatan "Martyrology of Usuard" isimli bir hikaye kaleme alır. Daha sonra müslümanlada savaş halinde bulunan III. Alfonso bu olayı vesile ederek Eulogius'un kalıntılarını, kutsal Santiago de Compostella hac yolu üzerindeki bir konaklama yeri olan Oviedo'ya naklettirerek halka teşhir ederı. Bu olay Haçlı savaşları süresince İslam aleyhdarı propaganda için kullanılır. Onikinci asrın başlannda Hz. Peygamber'in hayatını yazan Fleury'li Hugh ve İslam' a karşı polenıik niteliğinde eserler kaleme alan YahUdi dönmesi Pierre Alphonso (Pedro Alfonso), Kur'an'ılatinceye çeviren Toledo'lu Marcus, yüzyılın sonlarına doğru reddiyye yazanlardan Alainde Lille ve ünüçüncü yüzyı­ lın başlarında Hz. Peygamber'i Decciil olarak tanıtan Papa III. lnnocent ve nihayet Fransiscain tarikatının kurucusu François d' Assis Alvaro'nun yazılannın etkisinde kalarak müslümanlık hakkında yanlış fikirlere sahip olmuşlardır ı. 09 (75) Philippe Senac, L'İmage de 1' Autre, Histoire de l'Occident Medieval face ıi l'İslam, 30 (76) Philippe Senac, A.g.e., 28. (77) Alvarus, Vita Eulogii (Migne, Patrologia Latina, CXV), 707-708. (78) Allan Cutler, The Ninth Century Spanisı Maıtyrs' novnıent and the Origines ofWestem Christian Missions to the Muslim s (The Muslim World, LV, IV,), 333-334, Haıttlord-l 965. (79) Allan Cutler, A.g.e., 336-339. 87 DiVAN ET iLMi DERGi • CiLT: .32 • SA YI: 3 • TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 Kurtuba'lı Alvaro, müslümanlan Danyal (Daniel) Aleyhisselam:ın kitabında. ve Apocalypse'te sözü edilen on boynuzlu canavarlar olarak tanıtıyordu. IX. yy. da Hz. Peygamber'in hayatından söz eden Vie de Mahoınet'e göre Apocalypse kitabında sözü edilen canavar Hz. Muhammed'in kendisiydi. Çünkü buradaki rakamlar 666 ediyordu, bu da Hz. Peygamber'in vefat ettiği tarihi gösteriyordu' 80). Keza bu dönemde ellerde dolaşan ıninyatürlerle bezenmiş kitaplarda müslümanlar hep on başlı bir canavar, bir yılan şeklinde tasvir ediliyordu. Paris'te Bibliotheque Nationale' de bulunan "Büyük Fransız Tarihi" isimli eserde Charlemagne'ın karşısında savaşan müslümanlar boynuzlu şeytanlar şeklinde tasvir edilınekteydi' '). Hatta bir Kur' an tercümesinin ke82 narına yapılan resimde Hz. Peygamber sakallı bir yılan şeklinde gösteriliyordu' ). 8 1213 yılı bahannda neşredilen Encyclique'de (Quia Major) Papa III. lnnocent şöyle diyordu: "Aziz Gregoire döneminde bugün müslümaniann elinde bulunan yerlerin hemen hemen hepsi Hıristiyan milletinindi. Bir sapıklık çocuğu olan sahte Peygamber Muhammed epeyden beri ortaya çıktı ve pekçok insanı, dünya nimetleri ve şehevani arzularla doğru yoldan çevirerek kendisine bağladı. Onun sapık inancı gUnüınüze kadar devam edip geldi. Fakat bizim güvendiğimiz Efendimiz (Hz. lsa) bize bir mesaj ihsan ederek bu canavann sonunun geldiğini bildirdi. S aint Jean'ın Apocalypse'inde sözü edilen canavarın sayısı 666 olduğuna ve onun zamanından 600 yıl 84 83 geçtiğine göre"' J bir canavar olan Muhammed'in sonu gelmiş demektir, diyordu' J. İslam düşmanlığıyla dolu kilise mensuplarının şekillendirdiği zihinler her giden gün yeni ve hayiili bir takım isnadlar uydurarak dindar hıristiyanlan İslam' a karşı kin ve nefretle doldururlar. Nitekim Haçlı savaşları bu yalan-yanlış kışkırtınaların ürünüdür. Eöylece Haçlı savaşları başladığı günlerde halkı ınüslüınanlarla savaşınaya teşvik etmek üzere köy köy, kasaba kasaba dolaşan Trubadur'ların okudukları destanlarda müslümanlar akıl almaz ithamlarla kötülenirler. Chanson de Rolande başta olmak üzere sayılan 70 civarında bulunan' 85 ) Chanson de Geste (akıncı destanları) lerde'86 J lsa dininin düşmanı olarak nitelenen müslümanlar: Fagan, Paien, İdolatre, Gent veya Gentiles, Sarrasin, Barbar ve Poliyteist olarak tanıtılmaktadır. (80) Philippe Senac, A.g.e., 31. (81) Paris'te Bibliotheque Nationale, 2813 nolu manüskri, folio, 119. (82) Jacques la Goffe, Les İntellectuels au Moyen Age, 21 'de bu resim yer almaktadıL (83) Richard Jean, L'Esprit de la Croisade, 87, Geneve- 1969. (84) Philippe Senac, A.g.e., 97-98. (85) Cevdet Perin, Fransız Edebiyatı Tarihi, I, 8. (86) Davranış ve hareket tarzı (jest) anlamına gelen "Geste" kelimesi! alince Ge sta' dan alınma olup; Ortaçağda bir kişinin kahramanlıklannı anlatan destan demektir. Aynı zamanda tarih anlamı da vardır. Chanson de Gest'ler; "La Geste de Charlemgane", "La Geste de Ouillaunıe d'Orange", "La Geste de Donn de Mayence" olmak üzere başlıca üç grupta mütalaa edilirlet. Daha geniş bilgi için bkz. C. Cohen, Le Mouvment Litteraire, İntellectuel et Moral au Moyen Age (Histoire du Moyen Age, içinde) VIII, 211.Aynca birinci Haçlı savaşını konu edinen Gesta Francorum isimli eserlerle İngiliz edebiyatının önemli kaynaklanndan olan Gesta Romanorum da bu alanda yazılmış kitaplar arasında bulunmaktadır. 88 BEKIR KARLIGA •ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU Destanlarda sürekli müslümanların kötülüğü vurgulanmaya çalışılır. Öyle ki müslümanlar gaddar, barbar, zalim, ahlaksız ve kötü insanlara özgü "Fanatiques", "Fanfarons", "İnsolent", "Perfıdes" gibi niteliklerle nitelenmekte ve hayali olduğunu söylediğimiz müslüman isimleri seçilirken dahi bir kötülüğü ve gaddarlığı çağ­ rıştıran isimler özellikle seçilmektedir. Nitekim çoğunlukla isirolerin başına Mal-quiant, Mal-pensant, Mal-duit, Mal-eleve gibi kötülük ifade eden bir "Mal" öneki eklenmiştir<'7). Zaman zaman bu destanlarda müslümanların Deccallar (Antichriste) ve şeytanlar olarak da tasvir edildikleri görülmektedir<"). Chanson de Geste'lerde bu Müslüman tasvirinin yanısarı İslam'ın Allah inancı konusunda da çok yanlış bilgiler aktarıldığını görüyoruz. Tevhid inancının sembolü olan Allah lafza-i Celali'nin adı hiç geçmezken, genellikle müslümanların bazen üç tanrı­ ya, bazen de çok tanrıya tapınakta oldukları pek çok kerre vurgulanmaya çalışılır. Bu destaniara göre "çoğunlukla Hz. Muhammed adına and içmekte olan"<' 9) müslümanlar, Hz. Muhammed'in bir Tanrı olduğunu, dünyayı onun idare ettiğini, rüzgarı onun estirdiğini, bitkileri onun bi tirdiğini ·ve mevsimleri onun meydana getirdiğini kabiii etmektedirler. Hatta Guillaume d'Orange'a göre; müslümanlar, Narbonne'u kuşattıklarında gemilerinin baş tarafına Hz. Muhammed'in bir heykelini dikmişler ve onu, ipekler inciler ve som Arabistan altınlarıyla süslemişler ve etrafını lambalada aydınlatmışlardır. Narbonne'lılar taş ve odun parçaları fırlatarak bu heykeli kırmışlardır. Bunun üzerine Müslüman Hükümdar Tiebaut kızarak: "-başa- Pis Tanrı, senin kendini korumaya dahi gücün yetmedi" demiş ve ona hakaret etmiş­ tir. Bunu gören müslümanlar da krallarına kızarak hakaretler yağdırmışlardır< "). Covenant Vivien'de ise müslümanların Paskalya yortuları bulunduğu ve bu yortuda Türklerin (Tur) ve kafirlerin Hz. Muhammed' e ibadet ettikleri bildirilmektedirıoı). 9 La Chanson de Roland'a göre müslümanlar Hz. Muhammed'e (Mahomet) tapınakta, onun putunu (İdolum Machometi) taşımakta ve ona saygı beslemektedirler. Hz. Muhammed' e tapındıkları ve onun heykellerini diktikleri yerin adına da "Mahomeries" denmektedir. Müslümanlar, bir savaşı kaybettiklerinde Mahomerie'deki Hz. Muhammed heykellerini kırıp yerlere atmakta ve kötülüğün onun yüzünden başları­ na geldiğini savunmaktadırlar<m. (87) Philip Senac, A.g.e., 77. (88) Chanson de Guillaume, Mısra, 2138. (89) Couronnement de Louis de "Paine escıient: Mahoms te puist aidier" (Mısra, 665: Conquete de lerusalem'de "A Haute Voix s'escrie: Mahomet sire aiue" (Mısra, 5308); Pris d' orange'da "Par Mahomet en cui je suis creant" (Mısra, 1080). (90) Guillaume d'Orange, 48,50-1, Nakleden Y. et Ch., Pellat, A.g.m., 26. (91) Covenant Vivien, Mısra, 99; Nakleden, Y. et Ch., Pellat, A.g.m., 22. (92) Bkz. Chanson de Roland, 262, Mısra, 2590. 89 DiYANET iLMi DERGi • CiLT 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 Hz. Muhammed'den sonra müslümanların tanrısı olarak "Tervagan"ın adı geçmektedir. Bu kelimenin aslı konusunda çok farklı görüşler öne süri.ilmüştür. P. Casanova'ya göre; bu kelime, "Rabbu'l-Ka'be" teriminin değişimine uğramış bir telaffuzudur. F. Vire ise, bunun "el-Furkan" kelimesinin bozulmuşu olduğunu iddia etmiştir. Yeys ve Ch. Pellaflar ise bunun aslının, "Mahumet ervagan" şeklinde olabileceğini ve bunu da "Muhammed er-Raclm" şeklinden bozma olduğunu; troubadourlerin müslümanların şeytana recim sıfatını vermelerinden esinlenerek bunu müslümanların bir tanrısı haline getirdiklerini ve böylece bir yandan müslümanlara kötü nitelikli bir Tanrı isnad ederken, bir yandan da onlarla alay etmek istediklerini bildirmektedirlerc93ı. Pierre Jonin ise bunun Hermes Trismegistus'ten bozulmuş Türkçe Tarbayan'dan alınmış olabileceğini idda etmektedirc ı. olabileceğini ya da 94 Chanson de Geste'lerde karşılaştığımız müslümanlara ait bir diğer Tanrı adı_da "Apollin"dir. Bu ismin de nereden geldiği kesinlikle bilinmemekle beraber Romalı­ ların ünlü tanrısı "Apollon" isminden alınıp müslümanlara mal edildiği söylendiği gibi Y.- Ch. Pellat bu ismin "İbne'l-Lain" (La!nin oğlu) lakabının İspanyol aksanın­ da benzerine pek çok rastladığımız tarzda "Aben al-lain" şeklinde geçmiş olabileceğini ve bilalıere "Apollin" şekline dönüşmüş olabileceğini söylemektedirlerc 'ı. 9 Politeist olarak tanıtılan müslümanların tanrıları arasında bunlardan başka Noiron<9'\ Margot, Jupinsc ı, Macabeuc sı, Finement< ı, Bagol, Tartarin, Astarul ı, Antechriste, Balbezu, Macabeu, Pilate ı, Faburecıo ı ve Baratron Cahucıwı gibi tanrıların bulunduğu belirtilirken çoğunlukla hıristiyanlıktaki teslis inancına parelel olarak ve muhtemelen müslümanlığın Hıristiyanlığın bir bozması ve sapması olduğunu vurgulamak üzere "Mahomet- Tervagan-Apollin"iıımüslümanların başlıca üç büyük tan97 9 99 001 000 2 rısı olduğu tekrarlanmaktadır. (93) Y. et Ch. Pellat, A.g.m., 28-29. (94) Pierre Jonin La Chanson de Roland. 397; 47 nolu dipnot. (95) Y. et Ch. Pellat, A. g. m., 29. (96) Bkz. Chevalier au Cygne, zulmuş olarak aktanldığı Mısra, 2206. Bu kelimenin de Romalı imparator Neron'un isıninden bo- düşünülmektedir. (97) Signagoge de Fierabras, M ıs ra, 3158. (98) Chanson de Guillauıne, Mısra, 2285. Bu isınin de Magog'tan nıuharref olduğu sanılmaktadır. (99) Chanson de Guillaume, 3228. (100) Chanson de Guillaunıe, Mısra, 2137: Covenant Vivien'de ise bu tanrının bir müslüman devi iken cinsiyyet değişttirip cehennemler tanrısı olduğu belirtilmektedir. (Mısra, 1756). (101) La Chanson de Guillaunıe'den nakleden, P. Senac, A.g.e., 75. (102) Floovant'tan nakleden, P. Senac, A.g.e., 75. (103) Floovant'tan nakleden, P. Senac, A.g.e., 75. 90 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN OIALOGU Müslümanlannma'bedleri olarak "Synagoge" ve "Mahomerie" kelimeleri geçmektedir ki birincisi Yahudi ma'bedlerine verilen isimden alınma olup bununla muhtemelen müslümanlığın hıristiyanlığın yanı sıra yahfidiliği de kopya etmiş olduğu vurguJanmak istenmekte, ikincisi de Hz. Muhammed'in putlarımn bulunduğu bir mahal olarak gösterilmektedirorııı_ Hz. Muhammed'in Tanrı olduğunu kabul ettikleri düşünülürse "Mahomerie" de Hz. Muhammed'e tapınılan yer anlamına gelmektedir(lfısı. Arapçadan latinceye tercümelerin başlaması üzerine İsHim bilim ve düşüncesi hakkında detaylı bilgiler elde eden Latin dünyası, müslümanların mensup bulundukları din hakkında da otantik bilgiler edinmek ister. Bu amaçla bir yandan o günlerde Batı Avrupa'yı saran İsHim bilim ve düşüncesi ile birlikte bu düşünceyi ortaya çıkaran İslam dininin yayılmasını önlemek, diğer yandan onunla yarışmak veya mücadele edebilmek için, onu asıl kaynaklarından öğrenmek üzere harekete geçen ünlü Cluny'li rahib Peter le Venerable, müslümanların elinden geri alınnuş bulunan Toledo' da kendi başkan­ lığında bir hey'et kurar. Peter le Venerable, Poitiers'li Peter, Toledo'lu Peter, Ketton'lu Robert, Dalmaçya'lı Herman ve Muhammed isimli bir müslümandan oluşan bu hey' et, o günlerde İspanya müslümanları arasında yaygın olan bazı dini eserler ile İs­ lam' a karşı Hıristiyanlığı savunan bazı reddiyeleri Arapçadan latinceye tercüme eder. Hey' et; önce Hz. Adem'in yaratılışından başlayarak dört halife döneminin sonuna kadar geçen din büyüklerini ve peygamberlerin hayatlarından bahseden arapça yazılmış bir Kısas-ı Enbiya'yı "Fabulae Saracenorum" adıyla tercüme etmiştirrırx.ı_ Daha sonra yine semavi kitaplarda söz edilen yaratılış kıssasından başlayarak Hz. Peygamber'in doğumundan önce geçen mucizeleri anlatan ve İslam dünyasında Mevlid kitaplarında nakledilen olayları dile getiren ve belki de Arapça adı "KWibu Nesebi Rasôli'l-Uih" olan bir eseri "Liber Generationis Mahumet" adıyla tercüme etmiştir< 107 ı. Üçüncü olarak hey' et üyelerinden Dalmaçya'lı Herman, Abdullah ibn Selam'ın Hz. Peygamber'e yönelttiği ve aldığı cevaplar sonucu Müslüman olduğu soruları içeren "Mesailu Abdullah ibn Selam" isimli yazarı bilinmeyen Arapça bir eseri "Doctrina Mahumet" adıyla tercüme etmiştir(loxı_ Ve Nihayet bu hey'ette bulunan Robert of Ketton da Kur'an-ı Kerim'i ilk kez latinceye çevirmiştir(lwı_ (104) Le Couronemmentde Lous'den nakleden, P. Senac, A.g.e., 75. (105) Daha geniş bilgi için bkz., Bekir Kaı·lığa, "Ortaçağ Latin Destanlarında Islam Imajı", İslam Düşüncesi Üzerine Araştırmalar. (106) James Kritzeck, Peter the Venerable and islam, 75-83. (l 07) James Kritzeck, A.g.e., 84. (lOS) James Kritzeck, A.g.e., 89. (l 09) James Kritzeck, A.g.e., 97. 91 DiYANET iLMi DERGi • CiLT: 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 7996 Bu hey' etin çevirileri arasında en çok iz bırakan şüphesiz ki Abdullah ibnlsı:nml el-Haşim! ile Abdü'l-Mes1h ibn İshak el-Kind1 arasındaki yazışmalardan oluşan reddiyyedir1110ı. Orijinal adı, "Risaletu Abdullah ibn İsmail el-Haşimi ila'I-Abdi'IMesih ibn İshak el-Kindi" olan bu eser, Toledo'lu Peter ile Poitiers'li Peter'in yardımıyla Peter Le Venerable tarafından "Summa Totius Haeresis Sarracenorum" adıyla tercüme edilmiştir ı. Eser İslam'ın Tanrı anlaşıyla Hıristiyanlığın Tanrı, Hz. İsa ve Ahiret anlayışlarındaki farklılıkları belirleyerek başlamaktadır. Sonra Hz. Peyğamber'in hayatından ve Kur'an'ın kaynaklarından sözederek hıristiyanların bilinen görüşlerini tekrarlamaktadır. İslam'ın ahliik1 değerler bakımından getirdiği esaslar söz konusu edildikten sonra, müslümanlığın hıristiyanlığın bir sapması olduğu gösterilmektedir0 1'ı. 011 Monte Cristo'lu Ricaldo'nun yazdığı sanılan, Toledo'lu Marc' ada izafe edilen ve İslam'a karşı yazılmış olan "Contrarietas Alfolica" ı isimli eser de ı aynı dönemlerde Batı Avrupa'da yaygın bulıınuyordu . Diğer taraftan bilinmeyen bir müdlif tarafından kaleme alınmış olup Hz. Muhammed'in miriicını konu alan "Kitabu'lMi'rac" isimli Arapça bir eser, "Hz. Muhammed'in hayatının ve doktrinlerinin abartılı ve hurafe dolu yanlarını"rıır,ı Hıristiyan halka teşhir etmek amacıylak Kral X. Alfonso'nun isteği üzerine Toledo'lu Abrahan1 (al-Faquin) tarafından arapçadan Kastille diline tercüme edilmişti . Banavantura de Siena, anılan esiri Kastille dilinden "La Scolae Mahometae" adıyla latinceye çevirmiş 1 !l8 1 ve Dante, İlahi Komedya'yı yazarken bu tercümeden istifade etmiştir "ı. Bir yandan müslümanlık ile ilgili 013 1114 0151 0171 111 (l 10) Daniel Norman, İslam and the West, li. (ı ı ı) James Kritzeck, A.g.e., 102-!07. (112) James Kritzeck, A.g.e., (1 ı3) M'e!le D'A1verny, Aıfolica kelimesinin Arapça el-Fukahii kelimesinin mahalli lehçelere geçmiş bir şekli olduğunu düşünmektedir. Nitekim eserde de DavOd ez-Zahiıi'den: "David Orientalis", İmam A'zam Ebu Hanife' den: "Ebu Honeife Theologus Oıientis" şeklinde söz edilmektedir. (Bkz. Bibliotheque Nationale, Latin, 3394 F., 240, 21il. Nakleden, M. Th. D' Alverny, G. Wajda, Man; de Toledo Traducteur d'ibn Tumart, al·Andalus, XV, 124-125, Madrid-Malaga- 1951). (1 14) Bu eserin müellifi, M. T. D'alverny'nin ifadesine göre; tanassur etmiş bir Müslüman olması kuvvetle muhtemel, ya da doğrudan veya dolaylı olarak Isıarn kaynaklarına aşini.i birisidir. Çünkü İslam ile ilgili, oldukça doğru bilgiler vermektedir. (M.Th. D' Alverny, Alainde Lille et !'İslam, Le "Contra Paganos" Cahier de Fanjeaux, XYill, 317. (115) Daniel Norrnann, İslam and the West, 6-7. (116) Jose Munoz Sendino, La Escala de Mahomae, Ili. (117) Bu eser, Jose Munoz Sendino tarafından, La Escala de Mahomae, Traduction por Alfonso El-Sabio başlığı altında 1949 yılında Madrid'de yayınlanmıştır. (llS) E. Cerulli, Dante e !'Islam (Convagno di Scienza Moralı Storiche e Filologiche, Teme: Orienta ed Occidente ne! Medio Evo, 275-294), Roma-1967. (119) Miguel Asin Palacios, La Escatologia Musulmana en la Divina Comedia, Madrid-1961 (Arapça çev., Celal Mazhar, Eseru'l-İslami fi'l-Komedya'l-ilahiyye, Kahire ı 980). 92 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU bu eserler Batı Avrupa' da yayılmaya başlarken, diğer yandan doğrudan doğruya misyonerlik amacıyla ve Hristiyanlığın İslam' dan üstün olduğu savunulan yaniarım göstermek üzere bizzat Latin düşünürler tarafından eserler kaleme alınmaya başlar ki bunlar genellikle polemique türünden eserler olarak bilinmektedir. Asıl adı Moise Sefardi olan ve Pedro Alfonso diye bilinen Pierre Alfonso, ı ıo6 yılında 44 yaşında iken yahudilikten hıristiyanlığa dönmüş ve kral Alfonso-I döneminde (ı104-ı134), Saint Pierre günüde Huesce'da vaftiz olduğu için bu iki ismin birleşik şekli olan Pierre Alfonso adını almıştırc ı. 120 ııı o yılında İngiltere'ye giderek Kral I. Henri'nin özel doktoru olmuş ve burada Bath'lı Adelardile birlikte el-Harezmi'nin ez-Zic'ini latinceye çevirmiştir. "Disciplina Clericalis" ismili eserinde doğulu hısitiyanlann tarzında apologetique üslubu Batı'ya taşımıştır. Nitekim Ortaçağ' da çok büyük ilgi toplamış olan bu eseri, asrı­ mızda bile İtalyanca, lspanyolca ve İngilizce'ye birer kez, Almanca'ya da iki kez tercüme edilmiştircmı. "Dialogus" ı isimli eserinde ise kendi dini gelişimini anlatır şe­ kilde bir hristiyanla bir yahudi'yi konuşturmaktadır. Oniki bölümden oluşan eserin, ilk dört bölümü yahudiliğe, "Sarracenorum Lex" başlıklı beşinci bölüm ise lsHim' a, geriye kalan kısımları da Hıristiyanlığa tahsis edilmiştir ı. Bu bölümde Pierre, atalarının dinini bırakırken; dillerini, dinlerini ve adetlerini çok iyi bildiği halde neden müslümanlığa değil de hıristiyanlığa geçtiğini anlattıktan sora İslamiyet hakkında bazı bilgiler verir. İslam'ın şartları, cihad, haramlar, teaddüd-i zevcat (polygami), Kıyamet, ahiret, Cennet ve Cehennem hakkında nisbeten doğru bilgiler aktarır. B una rağmen neden "Muslimiticam religionem" dediği İslam' a girmediğinin gerekçelerini sıralamaya ihtiyaç duymaksızın Hz. Peygamber' in hayatından ve Kur'an'ı nasıl yazdığından söz etmeye başlar. Ona göre; Hz. Peygamber Kur'an'ı, Abdias ve Chabalahabar isimli iki Samiri kökenli yahudinin ve bir de Ya'kubi piskoposun yardımıyla kaleme almıştır - . 022 1123 (P..ı) (120) Guy Monnot, Les Citations Coraniques dans le "Dialogus" de Pierre Alfonso (Cahier de Fanjeaux, XVIII, 261). (12 I) Eberhard Hermes-Quani, The Disciplina Clericali~ of Petrus Alfonsi, Los Anglese- I 967. (122) Dialogue, Dialogus veya Dialogi diye geçen bu eser: "Dialogi in quibus impiae Judaeorum opiniones evidentissinıis cum naturalis tum welistis philosophiae argumentis cofutantur" şeklinde kaydedilmektedir. Bu eserin Batı kütüphanelerinde pekçok nüshası bulunmaktadır. 1536'da Köln'de basılmıştır. (Bkz. Guy Monnot, A. g. m., 275, 7 nolu dipnot). (123) Migne, Patrologia Latina, CL VII, 606. (124) Anlaşıldığı kadarıyla Piene; Abdias ile, yahudilikten dönüp Müslüman olmuş bulunan Abdullah ibn Selam'ı, Chalahabar ile de yine keza bir Yahüdlmühtedlsi olan Ka'bu'I-Ahbar'ı kasdetmektedir. Ya'kübl Piskopos dediği de Hz. Peygamberi'in Şam'da karşılaştığı Nestorius olmalıdır. Piene, Nestürl olduğu bilinenbuzatın Ya'kübl olduğunu sannıaktadır. (Bkz. Guy Monnot, A.g.m., 264). 93 DiYANET iLMi DERGi • CiLT: 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 Pierre'e göre; tarihte bütün peygamberler mü'cize gösterdikleü halde, Hz. Muhammed herhangi bir mu'cize göstermemiştir. Ayrıca kendileri, puta tapanlara karşı çıktıklarını iddia ettikleri halde müslümanlar, Hac ibiideti asniisında iki puta birden tapmaktadırlar: Bunlardan birisi Mercure adına ibadet edilen kara taş (Hacer-i Esved), diğeri deSaturn'ün ma'bedi olan Ka'be' dir. Ayrıca Kur' an, her türden dehşeti reddettiği halde müslümanlar, cihad adı altında dünyaya dehteş saçmaktadırlar. Bu da İs­ lam'ın kendisinin tezadlarla dolu olduğunun örneğidir. Hz. Peygamber'in Zeyneb bint Cahş ile evlenınesini ve nesih konusunu dile dalayan Pierre'e göre; Kur'an-ı Kerim Hz. Muhammed hayatta iken kitap haline getirilip tamamlanmamıştır. Ancak onun vefatından sora arkadaşları (Ashiib) derleyip tamamlayarak kitap haline getirmişler­ dir. Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'ten de kısaca bahseden Pierre Alfons, Hz. İsa'nın bedeninin çarmıha gerilerek öldürüldüğünü, bunu herkesin böyle bildiğini, müslümanların ise bunu inkar ettiklerinden dolayı herkesin nazarında gülünç duruma düştüklerini bildiriyor ve eserini şu dua ile bitiriyor: "En yüce kuvvet sahibi olan lutufkar Tanrı'dan dileğim, beni bu adamın (Hz. Muhammed) yalanlarından korumasıdır'"'~ ı 5 Batı' da İslam' a karşı polemique türünden eser yazanlardan birisi de, 1125 yılın­ da Fransa'nın Lille kentinde doğmuş ve 1203'te Citeaux'da ölmüş olanAlainde Lille'dir. O, Montpellier kontu VIII. Guilhem'e (1152-1202) ithiif ettiği "Contra Hereticus"026ı (Riifızfliğe Karşı) isimli eserinin birinci bölümünde isim vermeksizin Albigoise sapkınlığına karşı, ikinci bölümünde Vaudois sapkınlığına karşı, üçüncü böleünde yahudilere karşı, dördüncü ve son bölümünde ise putperesHere (müslümanlara) karşı çıkar. Bizi ilgilendiren bu son bölüriıün başlığı, "Contra Paganos" tur< ı. 127 Eserin en geniş bölümü müellifin yaşadığı dönemde çok aktif olan Catharese ve Albigoise hareketine ayrılmıştır. V audoise hareketine 25, yahudiliğe ise 21 bölüm tahsis edilmiştir. İslam' a ayrılan en son ve en kısa bölüm "korkunç bir hayata, korkunç bir kişiliğe sahip bulunan ve tümüyle korkunç olan" bir dinin mensilbuna yöneltilen bir hitiib ile başlamaktadır. Ümmi bir topluluk olan putperesderin (müslümanlar) hıristayanlar gibi tek bir Tanrı'ya inandıklarını iddia ettiklerini, ancak yalıii­ diler gibi Teslis'i reddettiklerini, Hz. İsa'nın biikire Meryem'den doğduğunu ve buna rağmen Meryem'in bekaretini muhafaza ettiğini öne sürmektedirler. Onun bir Tanrı olmadığını, ancak Tan'nın bir soluğu olup Cebriiii tarafından Meryem'in rahmine üfürüldüğünü ve soluğun Hz. Adem' e canlılık veren riih olduğunu söylemektedirler. Daha sonra müslümanların, Hz. İsa'nın haça gerilip öldürüldüğünü kabul et(125) "Dei omnipotentis deprecor pietatem ut me ab iillius eımre liberet et quam coepilegen implere perficiat. Amen" (Bkz. Guy Monnat, a.g.m., 264-265). (126) Eserin tam adı: Quadripartita, editio Magistiri Alani Contra Hereticos, Valdenses. İudeos et Paganos'tur. (127) Alainde Lille, Contra Paganos 94 (Ne~r.. M. T. D' Alverny, Cahier de Fanjeaux, XVIII), 33 I-34S. BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRiSTiYAN OIALOGU medikleri, onun yerine kendisine benzeyen bir başka kişinin haça gerildiğini iddia ettikleri bildirmekte ve müslümanlıktaki Cennet tasviri anlatılmaktadır. Arkasından da Eski Alıdin Patrikleri gibi müslümanların da çok evliliği mübah gördükleri bildirilerek XIII. asırda Hıristiyan yazarlar tarafından halkın nazarında müslümanları küçük düşürmek amacıyla gündeme getirilen ve gerçekte ise dinin esasını teşkil etmeyen önemsiz bir aynntı olan hulle konusunda spekülasyonlar yapılmaktadır. Beşinci parağrafta abdest konusuna temas edilmekte ve müslümanlann, ibadetten önce temizlenmekle tüm günahlarından kurtulduklarını iddia ettikleri söylenmektedir. Burada, müellifin abdestin faziletine ilişkin hadisiere telmih yaptığı anlaşılmaktadır. Altıncı parağrafta; müslümanların ve yahUdilerin, ma'bedlerine resim ve heykel koymaları nedeniyle hıristiyanlan, putperestlikle ithilm ettikleri belirtilerek, aslında bunun sade vatandaşıara dini anıları yaşatmanın ötesinde bir amacı olmadığı vurgulanmaktadır. · Daha sonra, müslümanların kendi dindaşlarından başkasına selam vermedikleri ve dua etmedikleri belirtilmektedir. Bölümün sonunda müslümanların Tevrat ve İn­ di' den işlerine geleni aldıklan, işlerine gelmeyeni almadıkları ve böylece çelişki ye düştükleri ifade edilmektedir. Ona göre; müslümanların, Hz. İsa'yı büyük bir Peygamber diye tanıttıkları halde onun ölmediğini idda edip te Hz. İsa' dan daha büyük olduğunu söyledikleri kendi peygamberlerinin öldüğünü söylemeleri bu çelişkinin açık bir örneğidir. Alainde Lille Kurtuba'lı Eulogus'un Hz. Muhammed'in öldüğü­ nü ve cesedinin,-haşa-köpekler tarafından tırmalandığı şeklindeki iddiasını tekrarlayarak eserine son vermektedir11 '" 1• Ramon Marti olup Dominicain Tarikatı mensuplarına Arapça ve İbranice öğretmek üzere açılan "Studia Linguarum"da Arapça öğrenmiş olan ünlü Dominicain rahibi Raymond Martin (Öl. 1285), İslam dinini kendi ana kaynaklarına inerek bilen ve bu konuda eleştirel eserler yazan ilk Katolik din adamıdır. Onun İs­ lam'a karşı yazmış olduğu iki önemli eseri: "Pugio Fidei" ile "Explanatio Simboli Apostolorum"dur. Onun alıntılar yaptığı bazı kaynaklar yaşadığı yıllarda henüz latinceye çevrilmemiş olduğu halde bu kaynaklardan bazan doğrudan metinler tercüme etmekte, bazan da özetler yapmaktadır. Bu da onun, İslam kaynaklarını yakından 0291 tanıdığını gösterir • Catalanca adı Eserlerinde, İslam felsefesine ilişkin kaynaklardan, Kur'an'dan ve hadislerden alıntılar yapan Martin, Pugio Fidei'de Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd ve Fahreddin erRazi' den nakiller yapmaktadır. Farabi'nin Akıl Risalesi'nin 11301 yanısıra bugün arap( 128) M. T. D' Alverny, Alainde Lille et İslam. "Le Cantar Paganos" (Cahier de Fanjeaux, XVIII), 302-314. (129) A. Crtabarria, La Connaisance des textes Arabes Chez Raymond Martin O. P. et sa Position en Face de l'lslam (Cahiers Fanjeaux, XVIII), 281. (130) Raynıond Martin, Explanatiıo, 54. 95 DiVAN ET iLMi DERGi • Ci LT: 32 • SA YI: 3 • TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 çası da, tercümeleri de kayıp bulunan es-Simau't-Tabli isimli eserinden pasajlar aktarmaktadır031ı. İbn Sina'nın bilinen eserlerinin birçoğuna atıflar yapan Martin, filozofun ünlü eseri eş-Şifii'yı Liber de Scientia Divina adıyla kaydederek muhtelif bölümlerinden alıntılar yapmaktadır' 132 ı. "Alixarat" diye transkribe ettiği el-İşi.iri.it ve'tTenbihat'ı "Liber İnvitatonum et Exercitationum vel Nutnum" adıyla' "\ en-Neci.it'ı da "Amugo"' ı adıyla kaydetmektedir ki her ikisi de bu isimlerin Arapça orijinalinin aynen tercümesidir' ı. 1 134 135 Raymond Martin, eserlerinde en çok Gazzi.ili'nin görüşlerine yer vermekte ve on tanenin üzerinde eserini arapça isimleri ve latince tercümeleriyle birlikte kaydetmektedir. Söz gelimi bunlardan el-Munkizu mine'd-Dali.il'i, Arapça olarak "AL-Munqidh min Adalal'' şeklinde transkribe ettikten sonra "Liber qui Eripit ah Errore" şeklinde latinceye çevirmektedir' ı. 136 Gazzi.ilf'nin ayrıca Tehi.ifutu'l-Feli.isife isimli eserini, Liber Praecipicii vel Ruina Philosophorum' 137' adıyla, Mizanu'l-Amel'i bazan Statera Factorum ve bazan da Triıti­ na Operum ı adıyla, Makasıdu'l-Feli.isife isimli eserinden Liber İntentionum Philosophorumıı19', İhyau Ulümi'd-Din'den, Liber Verificationis Scientiarum adıyla' ı, Şer­ hi Esmau'l-Lahi'l-Husna'dan De Nominus Deiıı•ıJ adıyla alıntılar yapmaktadır. Ayrıca belki de İlıyil'nın bazı bölümlerinden veya Gazzali'nin öteki eserlerinden alınan parçalardan oluşan ve Arapça karşılığı bilinmeyen De Penitentia (Kitabu't-Tevbe), Probatorium ve Epistole ad Amicum isimli eserlerinden iktihaslar yapmaktadır''. İbn Rüşd'ün Tehiifutu't-Tehafut'undan başka Aristoteles şerhleriyle İbn Sina'nın el-Urcüzetu fi't-Tıb şerhini kaydetmektedir1143'. Raymond Martin, Fahreddin er-Razi'nin "İn­ vestigationum Orientalim" diye kaydettiği Mebahisu'l-Meşrikiyyin isimli eserinden alıntılar yaparak ilk kez kendi çağında yaşarınş olan bir İslam düşünürünün, yaklaşık 30 yıl önce kaleme aldığı bir eserini Batı dünyasına tanıtmaktadır' '. 1138 140 144 (131) Raynıond Martin. Pugio Fidei, III, V, 722. (132) Raynıond Martin, Explanatiıo, 53. (133) Raymond Martin, Pugio Fidei, I, IV, 206-207. (134) Raynıond Martin, Pugio Fidei, I, IV, 205. (135) M. T. D'Alverny, A. H. D. L. M., 348, Paris-1952. (136) Raymond Martin, Pugio Fidei. I, I, 192 vd.; I, V, 208 vd. ( 137) Raynıond Martin, Pugio Fidei. I, I, I 94. (138) Raymond Martin, A.g.e., I, lll, 199. (139) Raymond Martin, (140) Raynıond Explanatiıo, 54. Martin, A.g.e., 54. (14 1) Ra yınand Martin, Pugio Fide i. ll, IV, 694. (142) A. Crtabania, La Connaisance des textes Arabes Chez Raymond Martin O. P. et sa Position en Face de 1' Islam (Cahiers Fanjeaux, XV lll), 284. (143) A. Crtabania, A.g.nı., (144) A. A.g.m., 285. 96 Crtabaıria, 284-285. BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN OIALOGU Müslüman filozot1arın görüşlerini eleştirmekten uzak duran Martin, onlara karşı daha çok Öazzilli'nin yönelttiği eleştirileri tekrarlamayı yeğlemektedir. Onun en çok beğendiği ve kullandığı İslam düşünürü Öazzilli' dir<'"l. Böylece ilk kez İslam dinini kendi orijinal kaynaklarından tanıdığına şahid olduğumuz bu Katalik bilgin, dinsizleri (Yahudi-Müslüman) şah damarlanndan yakalamak amacıyla kaleme aldığı eserlerinde Kur'an'dan aldığı ayetlerle yahudilerin Hz. İsa hakkındaki görüşlerini çürütmeye çalıştığı gibi, müslümanların da okuyunca dinlerini terketmekten korktukları için Kitab-ı Mukaddes'i okumadıklarını bildirmektedir<'46ı. Bakara Silresi'nde Beni İsrail ile ilgili olarak anlatılanları eleştiren Martin, müslümanların kabul ettikleri cennetin bir zevk ve eğlence diyarı olduğunu bunun da cennetin yüceliğiyle uzlaşmadığını savunmaktadır ı. 047 Kur'an-ı Kerim konusunda nisbeten saygılı davranan Martin, asıl eleştirilerini Hz. Peygamber' e yöneltmektedir. Hz. Peygamber'in peygamberliğini reddederek048 ı Tanrı'nın Saltanatı'nın yeryüzünde belirdiğini ve bir daha ne Mesih'e ne de Peygamber' e ihtiyaç kalmadığını bildirdikten sonra -Hz. Pygamber'in iddia ettiği gibi- Peygamber olarak gönderileceğinin ne Tevrat'te, ne de İncil' de bildirilmediğint ı, onun gelişinin, ancak hıristiyanların başına inmiş bir felaket olarak değerlendirilebileceği­ ni söylemektedir 050ı. 49 Kur'an-ı Kerim, Hz. Muhammed'in hiçbir mu'cize göstermediğini bildirdiği halde, onun meddahlarının kendisini mu'cize sahibi diyerek tanıttıklarını ve buna göre Tanrı tarafından te'yid edildiğini söyleyerek bir gece önce zafer kazanacağını vaadettiği halde Uhud (Ohod ) savaşında yenildiğini, bir dişini kaybetiğini ve bir çukura yuvarlanmakzorıında kaldığını bildirmekte ve gerçekte çok az savaş kazanmış olduğunu kaydetmektedir0 "ı. Martin, İslam'ın boşanma ve teaddüd-i zecat ve cennet nimetleri konusundaki görüşlerini ağır biçimde eleştirdiği gibi, mirac olayını da inkar etmektedir <ıszı. Müslümanların; hiristiyanları, Hz. Meryem'i Tanrı kabul etmek, ma'betlerde heykellere ve resimlere tapınınakla itham ettiklerini, bunun asılsız olduğunu bildire(145) A. Crtabarria, A.g.m., 294. (146) A. Crtabarria, A.g.m., 295. (147) Raymond Martin, Explanatiıo, 53. Explanatiıo, 33. (148) Raynıond Martin, (149) Raynıond Martin, A.g. e., 15. (150) Raynıond Martin, Pugio Fidei. ll, I, 14. (151) Raymond Martin, A.g.e., II, IX, 368. (152) Raynıond Mardin, Explanatiıo, 16, 34. 97 DiYANET ILMi DERGi • ClLT: 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 7996 rek, Hz. İsan'nın haça gerilmesi ve kıblelerini Kudüs'ten Mekke'ye çevirmeleri konusunda müslümanları eleştirmektedir< ı. 153 Ayrıca onun bu konuda "De Seta Machometi" isminde bir eseri daha vardır. "Summa Contra el Coran", "Quadruplex Reprobatio", "De Origine et Progressu", "Fine Machometi" ve "Tractatus Contra Mahumetum" isimleriyle de anı­ lan bu eser, "Explanatio" nun bir devamı niteliğindedir< ı. 154 İslam ile mücadelede Fransiscain'ler de Dominicain'ler kadar aktif rol almışlardır. Nitekim bir Franciscain papazı olan Raymond Lulle, 1235'te, Fatih Jacque'ın bu kenti müslümanlardan geri almasından az sonra Majorca'da dünyaya gelmiş, 1288'de Paris'te dersler vermiş, 1294'te Papa V. Celestin'e, 1295'te Papa VIII. Boniface'a, 1298'de Philippe le Bel' e, 1302'de V. Clement'e müslümanlara karşı yeni ve daha etkili bir Haçlı Savaşı'nın; bilim ve düşüneeye dayanan bir savaşın başlatılınası için planlar sunmuştur. Müslümanları doğru yola, Hıristiyanlığa çekmek için misyoner yetiştirmek üzere üniversitelerde Arapça ve İbranice öğretiminin başlatılması gerektiği­ ni savunan Lulle'ün sarfettiği çabalar sonucunda, 1311 yılında toplanan Vienne Konsili, onun üç isteğini de kabiil eder ki bu isteklerini o, Philippe le bel' e ithaf ettiği "Liher Natalis Pueri Parvuli Jesu" isimli eserinde romantik tarzda şöyle dile getiriyordu: Hz. lsa'nın beşiği etrafında oturan altı güzel kadın; Arapça ve İbranice öğretilen okulların açılması, askeri karargahlann birleştirilmesi ve İbn Rüşdçülüğün Paris Üniversitesi'nden koğulması için dua etmektedirler 'ı. Kendisi de arapça öğrenerek müslümanları .Hıristiyanaştırmak amacıyla İslam ülkelerine muhtelif geziler yaptı. Ve 1316 yılında bu misyonlarından birisinde Kuzey Afrika'da öldürüldü. 05 civarında kitabı bulunan Lulle, eserlerini Arapça, Latince ve Katalanca yazmaktaydı<156ı. Katalan edebiyatının ilk yazan olduğu için Batı Avrupa'da mahalli dillerle eserler kaleme alan ilk yazarlardan birisidir< ı. Onun Arapçayı latinceden daha iyi bildiği söylenirus•ı. Hemen hemen bütün eserlerini, müslümanları Hıristiyanlaştır­ mak isteyen bir misyoner edasıyla kaleme alan Lulle'ün, Kafirin Kitabı (Livre du Gentil) ve Üç Bilge (Les Trois Sage) isimli iki eseri, doğrudan müslümanlara yönel280 157 (153) Roymond Martin, Explanatiıo, 42. (154) Bu eserin muhtevası için bkz., Josep Hernando I Delgado, Le "De Seta Machometi" du 46. d'Osma, Oeuvre de Raymond Martin (Cahier de Fanjeaux, XVIII, 351-371). (155) Charles Lohr, Philosophes Medievaux dans Xllle et XIVe Siecles, 21 1. (156) Charles Lohr, A. g. e, 209. (157) Roman Sugranyes de Franch, L' Apologetique de Raimond Lulle vis-a -vise de !'İslam (Cahier de Fenjeaux XVIII), 375. (158) Cahrles Lohr, A. g. e, 209. 98 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU tilmiş tor) polemique türündedir 11 ' 9J. Daha sonra Doctorİlluminatus ünvanı (Aydınlık saçan dok- verilen Raimond Lulle, 1298 ve 1310 yılında iki kez Paris'e gelerek bu- radaki İbn Rüşdçü etkiyi yıkmaya çalışmıştır. "Ars Generalis" isimli eserinde bütün bilimler için geçerli olabilecek genel bir bilim bulunduğunu iddia etmiştir. Lulle san' atı adı verilen bu metod ile ünlü düşünür Descartes alay etmektedir. Polenıikçi yazarlar içerisinde İslam'ı en iyi bilenlerden birisi oları Lulle' e göre; müslümanları hıristiyanlaştırmak için çalışan nıisyonerler, daima sevgiyi esas almalıdırlar. Hz. İsa'nın bütün insanlan sevmekteki yöntemini kullanmalıdırlar. İkinci olarak onların özgürce bu dini seçmelerini sağlamalıdırlar. Ancak hak dini oları Hı­ ristiyanlık onlara aniatılıp ta yine inildlarında ısrar ederlerse o zaman, hıristiyanlığın güç kullanılarak onlara kabul ettirilmesi meşrulaşır ). Böylece barış dini olduğu iddia edilen Hıristiyanlıkta, kendi görüşünü başklarına dinletınet için savaşmak meşru 060 olmaktadır. XV. Asırdan itibaren Batı dünyası, artık kendi iç hesaplaşmalarına başladığından İslam ile ilgili araştırmalar azalmaya başlar. Ancak İstanbul'un fethi ile birlikte (1453) Tükleri konu alan araştırmalar başlayacaktır. Nitekim ünlü İngiliz düşünürü John Wycliffe'e (Öl.1384) göre Kutsal Kitabı anlamak için Papa'ya da, papazlarada gerek yoktur. Dinde reformlar yapmak gerkir. "Hepimiz, Batı 'nın birer Muhammed'leriyiz." diyen Wycliffe: "düşman, hıristiyanlığın içindedir. Roma'da Avig061 non'dadır, Bağdad'da veya başka bir yerde değildir."diye ekliyordu ). Ve böylece Batı dünyasının yeni macerası başlayacaktır ki bu konuyu ikinci bölemde ele almaya çalışacağız. Bugün de Hıristiyan müelliflerin çoğunluğu İslam konusunda, Apologetique ve polemique türünden eserler yazan müelliflerden pek farklı düşünmemektedirler. Orientalizmin bu kadar geliştiği, Batı' da İslam araştırmalarının böylesine ileriediği bir dönemde hala Jean Damescen'den beri tekrar edilegelen İslam karşıtı iddialar yine aynı kaynaklara dayanılarak zikredilmekte ve sadece modern analiz yöntemleriyle bu iddii.iların doğruluğu ispatlanmaya çalışılmaktadır. Nitekim çağdaş Hıristiyan teoloğ­ larından Tor Andrae "İslam'ın Kaynakları ve Hıristiyanlık" isimli eserinde; (159) Livre de Gentil'in önce Arapça, bilahere Latince yazıldığı kabili edilmektedir. 1307 yılında Magister Raimondus Bougie (Bid.ye)'de hapistedir. Bu sırada bir Müslüman bilgin grubunun Hıristi­ yanlıktaki Teslis ve incarnation'u yalaniayarak Hıristiyan dinine hücilm ettiklerini duyar ve bu eserini kaleme alır. Ne var ki bir deniz yolculuğu esnasında çıkan fırtına da kaybolan bu eseri I 308 yı­ lında Papa Clement-V'e göndermek üzere yeniden Latince olarak kaleme alır. (Bkz. Ramon Sugrayes de Franch, A.g.m., 387-38X). (160) Ramon Sugranyes de Franch, A.g.m., 377. (161) Philippe Senac, Ag.e., 14.1-142. 99 DiYANET iLMi DERGI • CiLT: 32 • SAYI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 Kur'an'ın kaynağının Tevrat olduğunu inkar etmemekle beraber, asıl kaynağın Süryani Kilisesi metinlerinde aranması gerektiğini bildirmektedir. Söz gelimi Hz. Adem'le ilgili bölümlerin Süryani menşe'li olduğunu Grunebaum'un gösterdiğini bildirmektedir. Bu arada Aslıab-ı Kehf ile ilgili bölümlerin Nestüri kaynağa dayandığını, bunun da İslam'ın temellerinin bu iki Kilise kaynaklarında aranması gerektiğini vurgulamaktadır 062 ı. Hz. Peygamber'in bu bölümleri alırken hangi Hıristiyan kaynağından istifade etmiş olabileceğni de araştıran yazar, bunun kaynağını başta Ukaz panayın olmak üzere muhtelif ticari veslleler ile Mekke'ye gelen Yemen'li nestürller olması gerektiği­ ni samimiyyetle ifade etmektedir. Hz. Peygamber'in çocukluğundan beri bu Hıristi­ yanların konuşmalarını dinlediğini ve kulağı ~nların anlattıkları bilgilerle dolu olduğunu bildiren müellif, bilalıere onun, bu bilgileri kendisine bir meleğin getirdiğini iddia ederek Kur'an-ı Kerim'i yazdığım bildirmektedir. Ona göre; Hz. Peygamber:in bir diger kaynağı daUkaz panayırının meşhur hatibi Kuss ibn Saide' dir ı. 063 Keza Hıristiyan teoloğların büyük bir bölümü, hala Hz. Peygamberi'in İslam'ın temel ilkelerini ve Kur'an-ı Kerim'i; çocukluğunda amcasıyla birlikte gittiği Şam'da kısa bir süre ziyaret ettiği Nestorius isimli veya Nestüri bir papazdan aldığı iddasını tekrarlarıayıp durmaktadırlar. Bemard Lewis'in de dediği gibi: "Karşı karşıya gelen bu iki dünyanın birbirine karşı gösterdikleri tavırdaki farklılığı nasıl ifade etmek gerekir? Elbette ki avrupalı­ lar tarafının büyük bir dini hoşgörü içinde olduğu söylenemez. Müslümanlara karşı Hıristiyanlar, müslümanlığın Hıristiyanlığa karşı olduğundan çok daha müsamahasız ve fanatik idiler. İslami anlayıştaki bu açıklığın sebepleri, dini ve tarihi olduğu kadar aynı zamanda vakıalar idi de. Peygamber Hz. Muhammed, Hz. İsa'dan hemen hemen altıyüz yıl sonra yaşamıştı. Müslümanlar için olduğu gibi, Hıristiyanlar için de kendi dinleri ve vahiyleri, Tanrı'nın insanlığa en son vahyini ve mesajını temsil etmekteydi. Bir Müslüman için Hz. İsa, bir müjdeci ve Mesih idi. Bir Hıristayan içinse Hz. Muhammed bir yalancı sahtekar idi. Birincisi için Hıristiyanlık, tek gerçek dinin tam olmayan neshedilmiş bir ilk şekli idi, dolayısıyla otantik bir vahye dayanan gerçeklik unsurları ihtiva etmekteydi. Öyleyse Yahudi gibi, Hıristıyanın da Müslüman bir devlette hoşgörü hakkı vardı. İslam daha sonra gelen bir din olduğundan dolayı, Hı­ ristiyanlar için benzer bir tutum teolojik açıdan kabul edilebilir değildi. Müslümanların Hıristayanlar için teşkil ettikleri durumun aynısını Yahudller, Hıristayanlar için teşkll ettikleri halde, Hıristayanların, Y ahildilere karşı da mü samahakar davranmala(162) Tor Andrae, Les Origines de l'İsliim et le Christianisme, 201-204. (163) Tor Andrae, A.g.e .. 206-20il. 100 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRiSTlYAN OIALOGU rı çok zor olmuştu. Ne var ki İslam dinine müsamaha göstermek demek, Hz. İsa'nın kinden sonra gelen bir vahyi ve İncil' den sonra başka bir kutsal metni kabUl etmek demekti. Hıristiyanlar, bunu kabUle hiç te hazır değillerdi" ı. 064 Bemard Lewis'in haklılığını, pek çok olayın yanısıra XVII. asırda cereyan eden şu vak'a doğrulamıyor mu? 1612 yılı Nisan ayında Fransa'nın Narbonne kentinde şid­ detli bir kuraklık görülür. Bu kuraklığın sebebini araştıran kent meclisi, bunun nedeninin o sıralarda İspanya' dan kovulan küçük bir Müslüman grubun kent yakınlarına gelip yerleşmeleri olduğu sonucuna vararak bu göçmenleri deniz yoluyla kentten uzaklaştırmak için karar alır. Narbonne kenti Arşivi'nin 155. sayısında yer almakta olan bu kararın eski Fransızca ile yazılnuş metnini Philippe Senac kaydetmektedir065 '. c- "AKDENİZ ÇEVRESİNDE MÜSLÜMAN-HIRİSTİYAN ORTAK YAŞAMI" VE TÜRKİYE'DEKi DiN EGiTiMİNİN İSLAM­ HlRiSTiYAN DİY ALOGUNA KATKILARI: Akdeniz medeniyeti üzerinde çalışma yapanların ve özellikle de Henri Pirenne'in belirttiği gibi İslam dininin ortaya çıkıp kısa zamanda Akdenizin güneyine egemen olmasının, Akdeniz'in siyasi birliğini parçaladığı doğru ise de Müslümanlık ile Akdeniz çevresindeki dini ve kültürel birliğin tamamen koptuğunu söylemek çok zordur. Zira Müslümanlık kendisinin tek tanrılı (Monotheist) dinlerin sonuncusu olarak Yahudiliği ve Hıristiyanlığı tamamlamak üzere geldiğini bildirmekte ve bu dinin biricik kutsal metni olan Kur' an da "kendinden önce geçen Tevrat ve İncil' i doğru­ lamak üzere indirildi"ğini (Alu İmran, 50; Maide, 46) birçok kez tekrarlamaktadır. Dolayısıyla İslam dini devam eden ilahi dinler zincirinin sonuncu halkasını oluştuk­ maktadır. Bu bakımdan -gerek müslümanlar, gerekse hıristayanlar tarih içinde bu olguyu iyice farkedememiş olsalar da- dini ve kültürel alanda bir kopukluktan çok bir birliktelikten ve devamlılıktan söz etmek yerinde olur. Müslüman ve hıristayanlar arasında ortak yaşamın ve hoşgörü ortamının oluşmasında elbetteki dini ve entellektüel kurumlara büyük görev düşmektedir. Bu bağlamda İlahiyat Fakülteleri'nin üsleneceği misyon ise şüphe­ siz ki çok önemlidir. Biz bu fakültelerdeki eğitimin kısa geçmişinden başlayarak bugünkü durumunu ortaya koymaya çalışacak ve bu ortak yaşam ilkesine katkılarını gözler önüne sereceğiz. Akdeniz çevresinde yaşayan Ondokuzuncu yüzyılın başlarına kadar Osmanlı Türkiye'sinde eğitim tamamen dini mahiyette olup "Medrese" adı verilen dini eğitim kurumları tarafından yürütülmekte idi. Medrese eğitimi her bakımdan dış dünyaya kapalı ve içe dönük bir eğitim idi. (164) Bemard Lewis, Comment !'İslam a Decouvert de I'Europe, 283- 284. (165) Philippe Seııac, A.g.e., 7. 101 DiVAN ET iLMi DERGI • CiLT: 32 • SA YI: 3• TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 7996 Özellikle XVII. asırdan sonra medreselerin bozulmasıyla birlikte Türk aydınının en önemli yetişme merkezi olan bu kurumlarda pozitif bilimler kadar sosyal bilimler de terk edilmiş ve bu nedenle Müslüman olmayan topluluklar ile İslam'ın dışında kalan dinler hakkında doğru ve yeterli bilgiler verilemez olmuştu. Hatta Osmanlı nlemasının büyük bir çoğunluğu, kendi devletlerinin tebeası olan Ortodoks Hıristayanlar hakkın­ da bile derli toplu ve yeterli bilgiden yoksun bulunuyordu. Çünkü bu kurumlarda İs­ lam felsefesi okutulmadığı gibi, öteki dinlerin felsefesi ve tarihi de okutulmuyordu. Tanzimat dönemi ile başlayan yenilikler ve özellikle Osmanlı Devleti topraklannda yaşayan azınlıklar için yabancı okullar açılıp ta modern anlamda eğitim verilmeye başlayınca ve bu okullardan yetişen müslüman ve gayr-i müslim öğrenciler bir yandan devletin üst kademelerinde görev alarak bir yandan da ülkenin kültürel hayatında etkin olmaya başlayınca, İslamın dışında kalan kültürler ve dinler hakkında doğru bilgi edinme ihtiyaçlan baş gösterdi. O zaman bu ihtiyaç konunun doğruqan muhatabları olmak durumunda bulunan din adamlan tarafından karşılanmak yerine modern eğitim görmüş entellektüeller tarafından karşılanmaya çalışıldı. Bu ise magazin kültürü seviyesini aşamayacak sağlıkta ve düzeyde kaldı. Vatandaşları arasın­ da müslümanlar kadar büyük çapta hıristayanların ve milsevilerin de yaşadığı bu İs­ lam devletinin Müslüman aydınlan, İslam dışındaki dinler hakkında doğru bilgi edinmenin lüzilmu kanısına vardılarsa da bu konulann eski Medrese proğramları içerisine alınması mümkün olmadı. Çünkü klasik ulema böyle bir şeyin luzilmuna kani 'değildi. Kendi dinlerinin en son ve doğru din olduğunu, ötekilerin ise muharref ve dolayısıyla geçersiz olduklarını savunuyor ve bu nedenle o konulann okutulmasının yarar yerine zarar getireceğini düşünüyorlardı. Bildiğimiz kadarıyla medreselerin islahı çabaları arasında ilkin Tunus'lu Hayreddin Paşa 1881 yılında Sultan Il. Abdülhamid'e verdiği bir islah proğramında (Liiyiha) medreselerde İslam'ın yanı sıra karşılaştırmalı olarak diğer dinlerin de öğretilme­ sini, hatta Osmanlı nleması tarafından yazılacak konuya ilişkin eserlerin yabancı dillere çevrilirek tanıtılmasını öngörüyordu. (Bkz., Bekir Karlığa, İslahatçı bir düşünür olarak Tunus'lu Hayreddin Paşa, lstanbul-1994). Sultan Abdülhamid döneminde medreselere büyük imkanlar sağlandı, mali destek verildi ve çok sayıda öğrenci alındıysa da, medresenin yapısında herhangi bir değişikliğe gidilmedi. Ne yazık ki İslam düşüncesinin en mümtaz şahsiyetlerinden Tunus'lu Hayreddin Paşa'nın Sadr-ı A'zam, büyük hukukçu ve tarihçi Ahmed Cevdet Paşa'nın vezir olduğu dönemde yapılmak istenen isiahat gayretleri semeresiz kaldı. Sultan II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra medreselerin islahı için büyük bir çaba harcandığına şahid oluyoruz. 1910 ve 1915'de medreselerin islahı 102 BEKIR KARLIGA •ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU için yeni tüzükleı: (İslah-ı Medaris Nızamnamesi) yayınlandı. Ve bunu takiben de Daru'l-Hilafeti'l-Aliyye medreseleri kuruldu. Medreselere öğretim elamanı yetişti­ rilmek üzere yüksek seviyede eğitim veren bu kurumlarda dini' ilimierin yanısıra modern ve pozitif bilimiere de yer verilmeye çalışıldı. Asıl amaç din adamlarının dünyevi' bilgilerini de geliştirip artırmaktı. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra, 3 Mart 1924 tarihinde çıkanlan bir kanunla Türkiye Cumhuriyeti dahilinde eğitim ve öğretimin tek elde birleştirilmesi kararlaş­ tınlarak (Tevhid-i Tadri'sat Kanunu) bu görev Maarif Vekaleti'ne verildi. Bu arada bütün eski medreseler kapatılarak onların yerine 29 adet İmam Hatip Mektebi ile yüksek seviyede dini eğitim vermek üzere o zamanki adı Darü'l-Fünün olan İstanbul Üniversitesi bünyesinde bir Uahiyat Fakültesi açıldı. Özellikle değerli inceleme ve araştırmalanyla bu müessese Türkiye'deki yüksek din eğitimi alanında faydalı çalış­ malar yaptı. Bu fakültenin proğramlan arasında dinler tarihi ve felsefe derslerine ağırlık verildi. Modern araştırma metodları benimsenerek gerek islami ilimlerde, gerekse karşılaştırmalı dinler tarihi alanında Doğuda ve Batıda uzman bilginierin görüş ve bilgilerine başvuruldu. Neşrettiği mecmüada yayınlanan yazılar araştırma mahsülü idi ve akademik düzeyi de oldukça yüksekti. Ancak 1930 yılında her iki müessese de kapatıldı. Bilalıere halkdan gelen aşırı arzu ve istek üzerine 1948 yılında kurs şeklinde olmak ve daha sonra Ortaokul ve Lise düzeyinde eğitim vermek üzere 1951 yılında 7 vilayette lmam-Hatip Okulu açıldı. Günümüzde ise bu okulların sayısı 500, burada öğrenim gören öğrencilerin sayısı da 500.000 civarındadır. Bu okullarda Kur'an-ı Kerim, Arapça, Tefsir, Hadis, İslam Tarihi, İslam Felsefesi, Dinler Tarihi ve İslam Mezhepleri Tarihi vs. gibi temel dini ilimierin yanısıra öğrencilerin modern dünyadaki gelişmelerden haberdar olmasını sağlamak üzere Matematik, Kimya, Fizik, Geometri, Biyoloji, Psikoloji, Sosyoloji, Tarih, Coğrafya gibi pozitif bilimler de okutulmaya başlandı. Ayrıca bu okulların hepsinde Arapça ağırlıkta olmak üzere İn­ gilizce, Fransızca ve Almanca gibi dillerin eğitimi yapılırken, yakın zamanlarda Almanca ve İngilizce tedri'sat yapan Anadolu İmam- Hatip Liseleri de açılmış bulunmaktadır. lmam-Hatip Liseleri Türkiye'nin hem dini hayatında, hem de sosyal hayatında büyük tesirler bırakmıştır. Bu okullardan yetişen öğrenciler, yüksek öğrenimle­ rini üst düzeyde eğitim veren dini müesseselerin yanısıra, sosyal ve teknik bilimlerin muhtelif bölümlerinde sürdürerek Türk eğitim ve fikir hayatında önemli görevler üstlenmişlerdir. lmam-Hatip Okulları, İslam dünyasının profan kültüre kapılarını kapadığı XVI. yy.' dan bu yana eğitim tarzı ve ders programları bakımından İslam ülkelerinde benzeri görülmeyen "suis generis" kurunılardır. Belki de Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin geliştirebildiği en özgün kurumlardır. Bu eğitim kurumları; temel dini ilke ve değerlerden ödün vermeyen ama her türden fanatizme karşı çıkan gerçekçi bir 103 DiVAN ET iLMi DERGi • Ci LT: 32 • SA YI: 3 • TEMMUZ-AGUSTOS-EYLÜL 1996 yaklaşımla, günümüzde en çok ihtiyaç duyulan rasyonel bir dini anlayışın gelişmesi. . ne imkan sağladığı gibi, modern insanin problemlerine sağlıklı çözümler üretecek yeni ve kapsamlı bir dini anlayışın oluşup gelişmesine de ortam hazırlamaktadır. Diğer taraftan yüksek seviyede dini eğitim vermek üzere 1949 yılında Ankara Üniversitesi'ne bağlı olarak açılan İlahiyar Fakültesi, 1959 yılında İmam Hatip Okulu mezunlarının devam edebileceği ve daha çok ihtisas yönü ağır basan İstanbul' da bir Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. Müteakip yıllarda bunların sayısı sekize yükseldi. Daha sonra buna Erzurum Atatürk Üniversitesi'ne bağli olarak açılart İslami İlimler Fakültesi eklendi. Ancak 1982 yılında yapılan yeni düzenleme ile ~ütün yüksek öğ­ retim kurumları Üniversite çatısı altında toplandığı için bu enstitülerin adı İlahiyat Fakültesi olarak değiştirilip muhtelif üniversitelere bağlandı. Bugün yeni açılanlada birlikte Türkiye' de bu fakültelerin sayısı 21 'e ulaşmıştır. İlahiyat Fakülte'lerinde muhtelif zamanlarda yapılan değişikliklerden sonra gü- nümüzde üç bölüm bulunmaktadır: I- Temel Din Bilimleri Bölümü'nde Tefsir, Hadis, Kelam, Fıkıh ve Arap Dili ve Edebiyatı ile bu bilim dallarının metodolojisi demek olan "Usô.l" dersleri okutulmaktadır. Il- Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü'nde ise İslam Felsefesi, Din Felsefesi, Felsefe Tarihi, Mantık, Din Eğitimi, Din Psikolojisi, Din Sosyolojisi ve Dinler Tarihi gibi Anabilim dallarının yanısıra değişik bilim disiplinlerinde dersler okutulmaktadır. III- İslam Tarihi ve Medeniyeri Bölümü'nde ise İslam Tarihi ve Medeniyetine ilişkin dersler okutulmaktadır. İsimlerinden de anlaşılacağı gibi "Temel İslam Bilimleri" ve "İslam Tarihi ve Medeniyeti" bölümleri daha çok İslam dini ve kültürü ağırlıklı bir proğram uygularken, "Felsefe ve Din Bilimleri" bölümü hem İslam Bilimlerinin modern bilimler ile entegrasoyununu sağlamaya çalışmakta, hem de İslam'ın dışında kalan dinleri ve kültürleri araştırma misyonunu üstlenmektedir. Ayrıca bu üç bölümde daha üst düzeyde uzman yetiştirmek amacıyla Yüksek Lisans (Master) ve Doktora proğramları yapılmakta ve adıgeçen pek çok bilim _alanın­ da araştırmacı yetiştirilmektedir. Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü'ne bağlı olarak açılan "Dinler Tarihi", "Din Felsefesi", "İslam Felsefesi" Yüksek Lisans ve Doktora proğramlarında Antik dönemden günümüze kadar gelişen dinler hakkında dersler okurulduğu gibi özellikle üç Monotheist din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinleri karşılaştırmalı olarak 104 BEKIR KARLIGA • ISLAM -HlRlSTlYAN DIALOGU derinlemesine incelenmektedir. Buna paralel olarak bütün dinlerin dayandığı temel felsefi düşünceler araştınlmakta ve özellikle Ortaçağ felsefi düşüncesinin ana iskeletini oluşturan Yahudi-Hıristayan-İslam Felsefeleri tedkik edilmektedir. Bu bağlamda Hellenistique düşünceden başlayan Patristique ve Scolastique düşünürler incelendiği gibi, özellikle Saint Augustin, Erigene, Rosceline, Saint Anselme, Saint Abelard, Saint Bonaventure, Albert le Grand, S aint Thomas d' Aquine, Jean Duns Scott ve Maitre Eckhardt gibi Ortaçağ Hıristiyan düşünUrleri okutulmakta ve incelenmektedir. Gerek devlet, gerekse toplum olarak Türkiye Cumhuriyeti, yaklaşık bin yıldan beri içiçe yaşadığımız Yahudi ve Hıristayan topluluklar ile Müslüman Türk halkını hoş­ görü ve anlayış içerisinde birarada yaşamasından yanadır. İslam'ın öngördüğü bu dialoğ ve hoşgörü anlayışı aşırılıklardan ve dirigasyondan uzak olduğu asırlarda fiilen ülkemizde gerçekleşmiş Yahudi, Hıristayan ve özellikle de Rum, Ermeni vatandaşla­ rınıız başta mimari ve musiki olmak üzere güzel san' atlarınıızın muhtelif şubelerin­ de özgün eserler vererek, Türk-Osmanlı kültürüne büyük katkılarda bulunmuşlar ve devletin mali ve idiiri yapısı içerisinde en üstün mevkilerde hizmet vermişlerdir. Çoğulcu vazgeçilmez şartı olan bu hoşgörü ve anlayış ortamının gerçekleşmesi şüphesiz ki öncelikle din adamlarının ve entellektüellerin eseri olacaktır. Ve böyle bir anlayış insanlığın ortak değerlerine büyük katkılar sağlayacaktır. Nitekim üçyüz yıla yakın bir süre devam eden Haçlı savaşlarının Batı dünyasına kazandıramadığı bilimsel ve kültürel değerleri, Saint Thomas ve onun değerli hacası Albertus Magnus'un başlattıkları kültürel atılımlar sağlamış ve böylece Batı rönesansı­ ortak yaşamın nı gerçekleştirme imkanını bulmuştur. İslam-Hıristiyan dialoğunun gerçekleşmesinde inanç esaslarına ilişkin tartışmala­ rın veya tarihsel arka planın gündeme getirilmesi yerine İslam ve Hıristiyan düşün­ celerinin ortak değerleri üzerine kurulabilecek bir dialoğ ve anlayış ortanunın geliş­ tirilmesi daha yararlı olacaktır. Nitemik ünlü Neo-Thomist düşünür Etienne Gilson, bu diyaloğun fikri ve felsefi ilkelerini bu yüzyılın başlarında oldukça mükemmel biçimde ortaya koymuş ve ortakzeminin Saint Thomas-İbn Sina ve İbn Rüşd düşün­ celeri olması gerektiğini savunmuştur. 105