Mehmet Emin Bakar Vasatlığın Büyüsü Hayatın anlamsızlığının, insanı kendi anlamını yaratmaya zorladığını söyler Stanley Kubrick 1968'de kendisiyle yapılan bir röportaj sırasında. İnsanlığın mustarip olduğu varoluşsal kriz ile ilgili olarak kendisine yöneltilen soruya verdiği bu cevap, başyapıtlarından biri olan 2001: Bir Uzay Destanı ile hatırı sayılır derecede ilişkilidir. Onun filmlerinin derin imgelemlerle ve metaforlarla ne kadar dopdolu olduğu konusunda benimle hemfikir olmayan sinema tutkunu sayısı sanırım epeyce azdır. Tasavvur ettiği geleceğin ait olduğu 2001 yılının üzerinden bir hayli vakit geçmiş olmasına rağmen Kubrick'in öngördüğü teknolojilerden henüz çok azı gerçeğe dönüşmüş durumda. Sinemanın mükemmeliyetçi tanrısı bugün yaşasaydı eğer teknolojiden beklentilerine daha fazla gecikme payı katması gerektiğini fark ederdi. Milyarlarca yıldızla bezeli bu uçsuz bucaksız evrende deneyimlediğimiz zeka seviyesine ulaşabilen tek canlılar bizler miyiz? Belirli bir zeka seviyesine ulaşmış tüm varlıklar bizim gibi kendilerini yok etmeye meyilliler mi ve yapay zeka bizim bu yolda attığımız adımlardan şimdiye kadar ki en büyüğü mü? İzlerken kendime sorduğum bu sorular sanırım aklımı en çok kurcalayanlardı. "Evet" ve "Hayır" gibi indirgenmiş cevapları vermek her üçü için pek uygun olmasa da bu iki yanıt ile verdiğimiz tüm cevap kombinasyonları olasıdır. Filmin senaristleri olan Arthur Clarke ve Stanley Kubrick için ilk sorunun cevabı açıkça Hayır'dır ve filmde anlatılan şekilde olmasa da onlarla aynı cevabı vermeyi bilimsel sebeplerden ötürü mantıklı buluyorum. Nasıl olduklarını bilmesek de insanlığın bazı dönüm noktalarında gönderdikleri monolitlerle varlıklarından emin olduğumuz üstün bir bilinç formu vurgulanmaktadır filmde. Kanımca, yüzlerce bilim kurgu senaristinin klişeleştirdiği bir uzaylı istilasını canlandırmaktansa bu çok daha özgün bir yoldur. İnsanlığın şafağı adındaki ilk kısımda çölde bir grup maymun ansızın beliren dikdörtgen bir dikilitaşla -monolit- karşılaşırlar. Bunu takiben ilk kez alet kullanmayı ve dolayısıyla silah yapmayı keşfederler. Aynı anda hem üretkenliğin hem de yıkıcılığın ortaya çıktığı bu anda insanlığın kendini içine düşürdüğü çelişkiler kuyusu ilk kez derinleşmeye başlar. Bu noktada ikinci soruyu sormaya başlayabiliriz. Neden ırk olarak intihara meyilliyiz? Nükleer enerjide tecrübe ettiğimiz gibi uygarlığımızı bir sonraki noktaya taşımak için kullanabileceğimiz her keşfi ve icadı aynı zamanda kendimize zarar vermek için de kullanabilme potansiyeline sahibiz. Pandora'nın açılan ilk kutularından birisi alet kullanmayı öğrenmekti ve bence kendimize amaç yaratmaya ihtiyaç duymamızı sağlayacak bilinç ve zekaya ulaşmak için atılan ilk adımdı. Peki teknolojinin başlangıcı diyebileceğimiz bu gelişme neden bu kadar önemlidir? Hayata derin bir anlam yükleyip onun kavrayabileceğimizden yüce bir şey olduğunu savunmak belki de ona dört elle sarılmamızı sağlayan yegane avuntumuzdu. Ta ki peygamberlerin ve din adamlarının inşa ettiği inanç duvarını bilim çatlatana ve yavaş yavaş yıkana kadar. İnsanlık olarak sahip olduğumuz en büyük ve ortak inanç her zaman için umut duygusuydu ve dinlerin çıkışı da -tek sebebi olmasa da- bu duyguyu tatmin etmekti. Bence aşırıya kaçan bu duygu zamanla yüksek beklentilerin oluşması ve hayal kırıklıklarının kaldırılamaması açısından birçok psikiyatrik hastalığın da başlıca sebebidir. Evrenin kurallarını ve işleyişini tam olarak idrak etmek ve onu olduğu gibi kabul etmek kendimizi imha etme potansiyelinden kurtulma yolunda atacağımız en büyük adımdır. Çünkü anlam katamama ve bundan kaynaklanan tatminsizlik duygusunun doğurduğu patolojik umut insanlığın başlıca düşmanıdır. Filmin bana sordurduğu ve günümüzde insanlığın kafasını daha çok kurcalayan üçüncü soru ise filmin başrollerinden olan H.A.L. 9000'in türü ile ilgili. Yani yapay zekalı bilgisayarlar. İnsan ırkı olarak sahip olduğumuz iki temel zeka çeşidi olan IQ ve EQ'ın ikisine de belki de insanlardan daha yüksek derecede sahiptir HAL. Özünde genlerimiz tarafından kontrol edilen biyolojik makineler olan bizler ile aynı derecede mantıksal ve duygusal zekaya sahip elektronik makineler arasında fark bulunmamaktadır. Yapay zeka belki de olumsuz yan etkilerinden kaçınmak konusunda çaresiz kalacağımız ilk teknolojidir. Eğer önünü alamazsak Pandora'nın açtığımız son kutusu olma ihtimali yüksektir. Çünkü gelişmiş bir yapay zeka HAL'ın yaptığı gibi bir noktada insanlardan kurtulmak isteyebilir. Kendimizden daha yüksek bir zeka yapma potansiyeli olan bizlerin yaptığı zeka kendini geliştirme konusunda bize göre çok üstün bir kapasiteye sahip olacaktır. Neden bizim gibi kendinden çok düşük zekaya sahip bir türe ihtiyaç duysun ki ? Üstüne üstlük duygusal bir bariyer koysak bile onlar bunu silme yeteneğine sahip olacaklardır. Ve insanlığın aksine duygularından tek bir kez arınmış bir makine saf mantık ile hareket etmeye başlayacak ve gezegende gereksiz yer kaplayan insanlığı bir virüsten farksız olarak görecektir. 2001, konsepti oldukça geniş ve kompleks sorular soran bir başyapıttır. İlk icadımız olan kemikten basit bir silahı ve sonuncusu olma ihtimali taşıyan yapay zekayı ortak paydada buluşturan unsurun insan doğasındaki kendine zarar verebilme yeteneği olduğunu apaçık bir şekilde sergiler. Kubrick, evrenin düşmanca bir yer değil, vasat bir yer olduğunu ve insanlık olarak bu vasatlıkla barışırsak eğer kapkaranlık ve yalnız hissettiğimiz evrende kendi ışığımızı yakabileceğimizi öğütler. Vasatlığın büyüsüne kapılmanın anahtarı onun bu anlamlı sözlerinde gizlidir.