Kritik eylül ayı 'ağustos enflasyonu' ile başlıyor; bu hafta yok, yok Yeni bir aya başlarken, eylül ayı açısından bizi kritik anlamda bekleyen gündem maddeleri açısından, 3 Eylül salı günü Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanacak olan TÜFE ve ÜFE enflasyon değerleri, ardından 5 Eylül perşembe günü gerçekleşecek olan Avrupa Merkez Bankası (ECB) toplantısı ve 6 Eylül cuma günü açıklanacak olan ABD ağustos ayı tarım dışı istihdam ve işsizlik verileri, bu haftanın kritik başlıkları olarak öne çıkıyor. ABD Kongresi'nde 9 Eylül'de ele alınacak olan Suriye'ye olası askeri operasyon seçeneği, bu hafta tartışılmaya devam edecek. Bununla birlikte, en azından küresel piyasalar bu hafta Suriye'ye bir hava saldırısını fiyatlandırmayacaklar. Bu arada, St. Petersburg'da Rusya Devlet Başkanı Putin'in ev sahipliğinde gerçekleşecek olan 5-6 Eylül G-20 Zirvesi'nde katılacak olan Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Başçı'nın verecekleri siyasi ve ekonomik mesajlar dikkatle takip edilecek. G-20 Zirvesi'nden Suriye konusunda net bir gelişme çıkması hayli zor. Buna karşılık, G-20 ülkelerinin ekonomi ve finans bakanları ile merkez bankası başkanlarının gerçekleştirecekleri toplantılardan çıkacak mesajlar, Türk ekonomi yönetiminin önünü görebilmesi açısından kritik önem arz edecek. Bu noktada, Başkan Erdem Başçı'nın, 27 Ağustos Salı günü gerçekleştirdiği açıklamalarında, para politikası açısından faiz hadleri ve yıl sonu dolar kuru açısından iddialı hedefler ortaya koymasında, FED Kansas City Başkanlığı'nın ev sahipliğinde gerçekleşen geleneksel Jackson Hole toplantılarında da, Başkan Başçı'nın bazı mesajlar almış olabileceği yorumları da gözden kaçmadı. Ağustos enflasyonu ve Ekonomi Yönetimi'nin eylül operasyonu G-20 liderlerinin Rusya'da bir araya geldikleri gün toplanacak olan Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) yönetim kurulu üyelerinden Avusturya Merkez Bankası Başkanı Ewald Nowotny ise, finans piyasalarının yakın vadede ECB'den faiz artışı beklememeleri konusunda uyardı. Nowotny değerlendirmesinde gelişen ülke piyasalarında yaşanan türbülansa da yer verirken bu sürecin Euro Bölgesi için doğrudan bir etki yaratmayacağını belirtti. Sürecin henüz prematüre olduğunu dile getiren Nowotny sürecin takip edilmesi gerektiğini belirtti. Açıklanan yol planında düşük faizlerin bir süre daha devam edeceğini faiz artışının gündemde olmadığını dile getiren ECB yönetim kurulu üyesi, bankanın enflasyon beklentilerinde istikrarı öncelik olarak koruduğunu dile getirdi. Yüzde 0,5 ile, ECB kurulduğundan bu yana ki en düşük seviyelerdeki faizi, Bankanın 2015’e kadar bu seviyelerde tutacağı beklentisi ağırlıkta.FED’in gelecek aydan itibaren, yani eylül ayından itibaren tahvil alım programında azaltıma başlayacağı öngörüsünü paylaşan ECB yönetim kurulu üyesi, önemli olan konunun ne kadarlık azatlım yapılacağında olduğunu dile getirdi. Tüm bu tablo içinde, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın liderliğinde, TCMB, Hazine ve BDDK'nın, eylül ayından itibaren, FED veya benzeri diğer kritik dış ve iç ekonomik ve siyasi sıcak gelişmelere bağlı olarak, Ramazan ayı dahil, 5-6 hafta sıkı bir çalışma gerçekleştirdikleri ve olası farklı 3-4 senaryoya göre, her kurumun kasasında atılacak adımların önceden hazır olduğu hissedilmekte. Belki de, atılacak her adım ve bununla ilgili kararların önceden hazır olması nedeniyle, piyasaları şaşırtacak ölçüde bir kararlılıkla, TCMB Başkanı Başçı kendinden hayli emin mesajlar verdi. Bu noktada, 3 Eylül Salı günü saat 10'da açıklanacak olan ağustos ayı enflasyon oranı, TÜFE'de yüzde 8,88'i görmüş olan yıllıklandırılmış manşet enflasyonun gerilediğine işaret ederse, hiç şüphesiz TCMB'nin elini güçlendirecektir. Aksi durumda ise, eğer yıllıklandırılmış manşet enflasyon yüzde 8,88'den aşağı doğru gerileyeceğine, yüzde 9'u aşarsa, TCMB'nin işini ve Başkan Başçı'nın inandırıcılığını zorlayacaktır. O halde, bu haftadan itibaren açıklanacak her veri ve her önemli konuşmanın piyasalar üzerindeki etkisini merakla izleyeceğiz. Bu arada, G-20 Zirvesi'nden Arjantin'in başkenti Buenos Aires'e geçecek Başbakan Erdoğan, umarız İstanbul'un 2020 yılına ev sahipliği kararı ile Türkiye'ye döner. Uluslararası derecelendirme kuruluşlarından uyarılar Geçtiğimiz hafta, uluslararası derecelendirme kuruluşlarından Türk ekonomisi için uyarıların geldiğinin de gözlendiği bir hafta oldu. Standart & Poors yerel seçimlere doğru ilerlemekte olan Türk ekonomisinde yerel yönetimlerin mali disiplinine yönelik bir rapor yazıp, riskleri hatırlattı. Bir başka uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch'in kıdemli direktörü Paul Rawkins, 22 Mayıs'ta FED Başkanı Bernanke konuştuğundan bu yana, faizlerde son dönemde görülen yükselişin, Türkiye'nin sermaye akışlarındaki bir yavaşlamaya ve bunun büyümeye yönelik olumsuz işaretlerine karşı ne kadar kırılgan olduğunu gösterdiğini belirtti. Rawkins, değerlendirmesinde ayrıca, FED'in ultra gevşek para politikasından çıkışı sarsıntılı olursa, bazı gelişen piyasaların, diğerlerine göre, volatil sermaye akışlarına ve yüksek faizlere daha duyarlı olduğunun da altını çizdi. Rawkins'in burada ayrıma tabi tuttuğu ülkeler, Türkiye gibi cari açık ve dış finansman ihtiyacı olan ülkeler ile, cari fazla veren ülkeler olarak kendisini gösteriyor. Bu nedenle, Türkiye'nin uluslararası derecelendirme notunun korunması adına, Fitch'in önümüzdeki aylarda Türkiye'ye dış finansman, diğer bir deyişle yabancı fon girişini dikkatle takip edeceği anlaşılıyor. Türkiye'ye yönelik fon akımlarını dikkatle takip edecek olan Fitch, bu arada 26 Eylül'de İstanbul'da bir değerlendirme toplantısı da düzenliyor. Fitch, temmuz ayındaki açıklamasında da, TCMB'nin döviz rezervlerinin Türkiye'yi dış şoklara korumaya yeterli olmadığını ifade etmişti. Türkiye'ye net sermaye girişi önemli Hatırlatmakta yarar var; Türkiye'nin ödemeler dengesi tablosu verileri, mayıs ve haziran aylarında Türk ekonomisinden 7,4 milyar dolara yakın fon çıktığına işaret ediyordu. Bu nedenle, eylül ayının ikinci haftasında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı tarafından yayınlanacak olan temmuz ayı ödemeler dengesi verileri piyasalar tarafından merak ediliyor. Mayıs ve haziran aylarında TCMB resmi rezervlerinde 7,8 milyar dolarlık azalmaya sebep olan bu sürece rağmen, 2012 yılının ilk 6 ayında Türk ekonomisine net sermaye girişi 7,5 milyar dolarken, bu yılın ilk 6 ayında 7,3 milyar doları geçen bir değer olarak gerçekleşti. Yani, ilk 6 ayda Türkiye'den net sermaye çıkışı yok ve bir bakıma geçen yıl ki net sermaye girişine çok yakın. Bununla birlikte, açıklanacak her ödemeler dengesi tablosu, hiç şüphesiz, hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde ekonomi çevrelerince dikkatle takip edilecek. Bu noktada, TCMB Başkanı Doç. Dr. Erdem Başçı'nın piyasalar tarafından yeterli düzeyde ikna edici bulunmayan 27 Ağustos Salı günkü Anadolu Ajansı finans portalı konuşması, Başkan Başçı'nın 'Varlık Barışı' nedeniyle gelecek bir önemli döviz girişi bilgisi nedeniyle mi bu ölçüde iddialı konuştuğu yorumlarına da sebep oldu. Sonuç olarak, FED'in sebep olacağı küresel ekonomideki aks değişikliği nedeniyle, projektörlerin en fazla aydınlatacağı ülkelerden birisinin Türkiye olacağı anlaşılıyor. Temmuz dış ticaret açığı beklenenden kötü, ağustos ihracatı ise iyi çıktı Türk ekonomisinin ilk 6 ayda yüzde 3'ü az da olsa geçen bir ortalama büyüme yakaladığı beklentisi konuşulurken, dış ticaret verilerinden de ipucu elde edilmeye çalışılıyor. TCMB'nin her ayın sonuna doğru düzenli olarak açıkladığı imalat sanayi kapasite kullanım oranı, ilginçtir, mevsim etkisinden arındırılmış olarak hazirantemmuz-ağustos aylarında arka arkaya yüzde 74,9 çıktı. 2013 yılının en yüksek kapasite kullanım oranı verisi olan üç ayın değeri, haziran ve temmuzda belirgin, ağustos ayında ise az da olsa 2012 yılının üstünde. 2013 yılının temmuz ve ağustos ayları için hesaplanan yüzde 75,5 oranındaki kapasite kullanım oranı, 2011 yılı aralık ayından bu yana ki en yüksek değer. Söz konusu kapasite kullanım oranı, ABD Merkez Bankası FED'in 22 Mayıs'tan beri sebep olduğu küresel dalgalanması, Gezi Parkı başlığının sebep olduğu iç siyasi gerginlikler ile Suriye ve Mısır'ın sebep olduğu dış siyasi gerginliklere rağmen, iç piyasa ve ihracat hareketliliği açısından üretimin devam ettiğini işaret ediyor. Nitekim, Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı temmuz ayı dış ticaret verilerine göre, ihracat, geçen yılın temmuz aynı ayına kıyasla yüzde 2,2 artarak 13 milyar 113 milyon dolarlık bir hacmi yakalarken, ithalat hacmi de yüzde 10 artarak 22 milyar 918 milyon dolara ulaşmış. Yani,Türk ekonomisi aslında ithalat hacmini de besleyecek şekilde pek de zayıf bir performans sergilemiyor. Bununla birlikte, ihracatın ithalatı karşılama oranı, 2012 yılının temmuz ayında yüzde 61,6 iken, bu yılın aynı ayında yüzde 57,2'ye gerilemiş durumda. Dış ticaret açığı ise, geçen yılın temmuz ayına göre yüzde 22,5 artarak, 8 milyar 5 milyon dolarda, 9 milyar 806 milyon dolara yükselmiş. Raporlarımızı okuyanlara bir özel not: Türk ekonomisi için, döviz kurlarında hiç dalgalanma beklemeyeceğiniz ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 65'dir. Oran yüzde 60'nın altına indiğinde, Türk ekonomisinde döviz kurlarının dalgalanma riski ve aralığı artar. Karşılama oranı yüzde 55'den 50'ye yaklaşırken, döviz kurlarında daha sert hareketlere de hazır olmak gerekir. Bu nedenle, Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından 1 Eylül 2013 Pazar günü açıklanan ağustos ayı verileri, Türkiye'nin ağustos ayı ihracatının geçen yılın aynı ayına göre, yüzde 1,4 artışla 10 milyar 594 milyon dolar olduğunu gösterdi. Yılın ilk 8 ayında ise, toplam ihracat hacmi yüzde 1,3 artarak, 98 milyar 887 milyon dolara yükseldi. Türkiye'nin bölgesindeki tüm siyasi zorluklara rağmen, örneğin Etiyopya'ya ihracat artış rekoru kırarak, son 12 aylık ihracat hacmini yüzde 5,3 artarak 151 milyar 389 milyon dolar düzeyine getirdi. Geçen yıl altın ihracatının getirdiği özel doping etkisi hariç tutularak, Türk ihracat kesimi, var gücüyle, 2013 yılında benzer bir altın ihracatı dopingi olmadan, 2012 yılının 152 milyar dolarlık verisini aşmaya çalışıyor. Bu nedenle, yılın ilk 8 ayında, Almanya, Irak, Rusya, ABD, Mısır, İspanya ve Hollanda gibi ihracatta ilk 10 ülkenin 7'sine ihracat hacmini arttırabilmiş olmamız önemli. İngiltere, Fransa ve İtalya'ya ihracat hacminin gerilemesi ise, AB tarafındaki resesyonun etkilerini görmek açısından önemli. Bu noktada, AB'ye ihracat hacminin ağustos ayında yüzde 6 artarak, yeniden hareketlenmesi, Türk ekonomisi için umut verici olabilir. Ağustos ayında ihracatını en fazla arttıran sektör, yüzde 145'le zeytin ve zeytinyağı sektörü oldu. Ağustos ayında en fazla ihracatı, 1 milyar 447 milyon dolarla, Kimyevi maddeler sektörü gerçekleştirdi. Bu sektörü, hazır giyim ve konfeksiyon ve otomotiv sektörleri takip etti. Borsada hisseleri işlem gören şirketler arasında, bu sektörlerde ciddi ihracat hacimlerine imza atanlara dikkat etmekte yarar var. ABD'nin ekonomik ve diplomatik manevrasına Türkiye'yi iyi hazırlamalıyız 1999 yılı temmuz ayında, Almanya'nın ev sahipliğinde gerçekleştirilen G-7 Zirvesi'nde, ABD Başkanı Clinton'ın yaktığı meşale doğrultusunda, 14 yıldır süregelen ve Türkiye'nin Avrasya coğrafyasında, daha spesifik olarak MENA, yani Orta Doğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında önemli misyon üstlenmesine sebep olmuş bir küresel strateji, artık görevini tamamlıyor. Uluslararası siyaset ve diplomasi alanındaki tartışmalardan anladığımız, daha doğru bir deyişle, bir iktisatçı olarak ancak anlayabildiğimiz kadarıyla, ABD 5-6 yıllık bir sürecin sonunda, yeni stratejik oyun alanı olarak, ağırlığı "AsyaPasifik"e kaydıracak ve "Büyütülmüş Orta Doğu" coğrafyası, bir bakıma kendi kaderiyle baş başa kalacak. ABD'nin askeri gücünü Irak'tan çekmesi, Suriye konusundaki çekinceli tutum, Mısır'daki son siyasi gelişmelere karışmama yönündeki tavır, 'Kaya Gazı' ve 'Kaya Petrolü' kavramları ile birleşince, ABD'nin önümüzdeki 10 yıl ve 25 yıla yönelik küresel enerji stratejileri boyutundaki makro ve mikro modellemesinin değişeceğini ve bu modelleme doğrultusunda da, dünya coğrafyasının kritik bölgelerinin konumlandırmasının da değişeceğine işaret ediyor. Avustralya ile yeni stratejik ortaklık ve askeri üs konusunda süreç başlatmış olan ABD, 2018'den sonra satın alma gücü paritesi yöntemiyle aynı GSYH değerine ulaşacak olan Çin'i yakından takip etmek ve Asya-Pasifik'te yeni bir güçler dengesi oluşturmak adına, konuşlanacağı alanı değiştiriyor. Bu durum, yakın gelecekte, Orta Doğu'daki olaylara giderek daha az duyarlılık gösteren, Orta Doğu ve Avrasya'daki gelişmelerin kendisi için giderek daha az önem arz ettiğini hissettiren bir ABD Diplomasisi gerçeği ile bizi karşı karşıya bırakabilir. Başkan Obama'nın, Suriye'deki kimyasal silah kullanımına yönelik uyarı yöntemini ABD Kongresi'ne havale etmesi, bu sürece bir örnek olarak gösterilebilir mi? 'Farenin kemirme yöntemi'ne benzer bir sermaye çekilme operasyonu ABD'nin diplomasi alanındaki rota değişikliğinin parametrelerini ve ipuçlarını çok yakından takip etmemiz gereken bir süreçte, ekonomi alanındaki manevra değişikliğini de göz ardı etmeyelim. Önceki rapor ve değerlendirmelerimizde vurguladığımız üzere, küresel kriz 3. fazdan 4. faza geçişe hazırlanıyor. Ancak, 4. faz da, önceki 3. faz gibi belirsizliklere gebe. Yani, küresel kriz başladığından bu yana tünelin içinden geçmekte olan tren, tünelin öbür ucundaki ışığı tam görmeden, karanlıkta aks değiştirmeye hazırlanıyor. Türkiye gibi, dış finansman açığı olan ve küresel ekonomiden sermaye çekmesi gereken ekonomilerin, söz konusu aks değişikliğinin kaçınılmaz olduğu gerçeği ile, ciddi bir hazırlık yapması gerekmekte. Aks değişikliğinin ilk aşaması, ABD Merkez Bankası FED'in 18 Eylül veya 30 Ekim veya en geç 18 Aralık'ta aylık tahvil alım programını azaltma kararı ile gelecek. Tahvil alım programının ne kadarlık dilimlerle azaltılacağı, ne zaman sonlandırılacağı piyasalar açısından kritik kararlar olarak görünüyor. Ama, bu adımların ardından, küresel sisteme adeta pompalanmış olan büyük miktardaki dolar likiditesinin geri çekilme süreci başlayacak. Ve, küresel ekonomide, parasal genişlemeden parasal sıkılaştırmaya geçiş açısından, aks değişikliği hızlanacak. Bu süreçte, küresel anlamda faiz hadleri daha da yükselecek. Bu durumda, Türk Ekonomi Yönetimi'nin, dış finansman maliyetlerindeki artış olasılığını veya riskini dikkate alarak, bir metodoloji oluşturması yararlı olabilir. Türkiye'nin uluslararası derecelendirme notu hazır 'en düşük yatırım yapılabilir ülke' düzeyindeyken, stok borçlanma yapması değerlendirilebilir. Ancak, görünen o ki, başka Türkiye gibi önde gelen gelişmekte olan ekonomiler olmak üzere, küresel piyasaların eninde sonunda 'küresel parasal sıkılaştırma dönemi' geleceği gerçeği yerine, FED'in tahvil alım programını azaltma kararının hangi ay açıklanmasına odaklanması tercih ediliyor. Yani, ABD ekonomi yönetimi, savaş alanında cirit atan farelerin yaptığı gibi, askerlerin ayak parmaklarını yemek için, önce nefesi ile parmağı soğutarak hissiyatını azaltıyor, sonra asker fark etmeden kemirmeyi umut ediyor. Yani, küresel ekonomi aktörlerini uyandırmadan, kendi parasını yeniden geri çekmek istiyor. Gelişmekte olan ekonomilerden ABD'ye doğru sermaye çekilme sürecinin makro ekonomik ve finansal etkileri çok iyi hesaplanmalı. Bu süreç, Türkiye gibi dış finansman açığı olan ekonomilerin büyüme ve cari açığın finansmanı gibi makro değişkenlerini etkileyecek. Hatta, 3. Köprü, 3. Hava Limanı, Kanal İstanbul gibi iddialı projeler için, uygun koşullarda küresel finans sisteminden kaynak bulunmasını da zorlayabilir. Kaldı ki, FED parasal sıkılaştırma sürecine başladığında, Suriye'deki iç savaş, Türkiye'nin bulunduğu coğrafyanın risk algısını daha da arttırır ise, Türkiye'nin 'en düşük yatırım yapılabilir ülke notu'nun korunmasının da riske girmesi işimizi zorlaştırabilir. Bu nedenle, Türkiye'nin 'yumuşak iniş'i sürdürerek, ortalama büyümesini yüzde 3 civarında tutarak, tasarruf eğilimini güçlendirmesi gerektiği, ekonominin iç talep odaklı büyümekten uzak durarak, ithalatı kısarak, cari açığı azaltarak, dış finansman ihtiyacını ciddi ölçüde azaltması gerektiği ekonomistler arasında hararetli bir şekilde tartışılıyor.