Paradigma Haziran 2011 Yıl:1 Sayı:4 Aylık süreli yayın Fiyatı: 1.5 € AB Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Ashton Kosovalılarla Buluştu Neval Konuk’un kaleme aldığı ve Sultan Murad Hüdavendigar Türbesi’nin konu edildiği makale 20’inci sayfada. Yaklaşık 10.000 adet fotoğrafın çekildiği ve 1 yıl süren görsel proje sonlandırıldı. Prizren – Bir Kültür Başkenti kataloğunun tanıtımı 41’inci sayfada. 2 paradigma/haziran 2011 İçindekiler Atifete Jahjaga’nın katıldığı Pol“ Cumhurbaşkanı onya Zirvesi ve Sırbistan’ın boykotu 8’inci sayfada analiz ediliyor. ” Heyet Başkanı Stefanoviç’in Kosova ziyareti ve “ Sırbistan Vetvendosje protestolarına 11’inci sayfada yer veriliyor. ” Kosova Hükümeti’ne verdiği rest 14’üncü sayfada “ IMF’nin inceleniyor. ” Sulçevtsi Kosova’da Coğrafi adların Türkçe’ye “ İsayanısımasını 25’inci sayfada ele alıyor. ” Karo’nun analiz ettiği ve Balkanlı kadınların “Emina çalışma koşullarını ele alan çalışma 32’nci sayfada. “ 9’uncu Sanatla Uyanmak Festivali 36’ncı sayfada. ” ” Sunu paradigma/haziran 2011 Paradigma Bengi Muzbeg bengi.muzbeg@paradigmarc.org Merhabalar. Paradigma Dergisi Haziran ayında 4’üncü sayısını yayınlama mutluğunu yaşıyor. Amacımız doğrultusunda yavaş; ama ağır adımlarla istikrarlı bir yayın politikası belirleme konusunda her geçen gün daha fazla mesafe kat ettiğimizi düşünüyoruz. Zamanla hem yayın ekibi genişliyor, hem de okuyucu kitlemiz sabitlenmeye başlıyor. Paradigma dergisi olarak ilkeli bir tutumla Kosova’da yaşanan olguları değerlendirip, haber-analiz formatında sunmaya gayret gösteriyoruz. Dergi yayını istikrar kazandıkça yeni projeleri geliştirme arzusu beliriyor, bunların uygulanabilirliği konusunda kafa yoruyoruz. Dergimizin Haziran sayısında Kosova’nın Avrupa Birliği ile ilişkileri çerçevesinde AB Güvenlik ve Dışişleri Politikaları’ndan Sorumlu Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’un Kosova ziyareti, IMF’nin Kosova hükümetine resti, Sırbistan Müzakere Heyet Şefi Borislav Stefanoviç’in Kosova temasları ve ilgili konulara eğildik. adlı makalesini bizlerle paylaştı. Balkanlı kadınların çalışma yaşamında yaşadığı zorlukları ele alan Emina Karo Balkan ülkelerini karşılaştırmalı bir analize tabi tuttu. Dr. Erhan Türbedar ise geçtiğimiz günlerde yakalanıp Lahey Uluslararası savaş Suçları Mahkemesi’ne teslim edilen Ratko Mladiç’i inceledi. Kültür Sanat sayfalarında geçtiğimiz günlerde tanıtımı yapılan, 1 yıllık bir çalışmanın eseri olan Prizren kataloğuna ve bu projenin mimarları Nafis Lokviça ve Edis Potori ile yapılan röportaja yer veriliyor. Aynı şekilde bu sene 9’uncusu düzenlenen Uluslarararası Sanatla Uyanmak Festivali değerlendiriliyor. Beğeneceğiniz ümidi ile iyi okumalar dilerim. Balkan mimarisi ve sanat tarihi konusunda engin bilgilere sahip Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Neval Konuk dergimize bir makale ile konuk oluyor. Neval Konuk “Balkanların Fethinden Bugüne Sultan Murad Hüdavendigar Türbesi” adlı makalesi yer alıyor. Priştine Üniversitesi Öğretim Görevlisi İsa Sulçevtsi ise Kosova’da Coğrafi Adların Türkçe Yazılışları Hakkında Paradigma Paradigma Research Center’ın süreli yayınıdır. Ayda bir yayınlanır. Yayın hakları Paradigma RC’ya aittir. Kültür & Sanat: Lucida VAS tarafından hazırlanmaktadır Genel Yayın Yönetmeni: Bengi Muzbeg Mizanpaj: Davut Şala Editörler: Dr. Erhan Türbedar Esin Muzbeg Baskı: Siprint Basımevi Fiyatı: 1.5 € Abonelik yıllık 18 € Hesap no: BKT Pejton Şubesi 1901447372031126 Yıl 1 Sayı 4; Haziran 2011 Her ayın ilk haftası yayınlanır. Adres: Shpend Berisha 11 Prizren/Kosova Tel: +377 44 893 122 Faks: +381 29 623 112 paradigma@paradigmarc.org www.paradigmarc.org Haber & Röpörtaj: Mediha Yarımhoroz Enis Tabak Elif Tokmak Asim Vetim Ela Kasap Fjolla Hoxha Yazılarda ileri sürülen görüşler Paradigma’nın resmi görüşü değildir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Paradigma © 2011 3 4 paradigma/haziran 2011 Haber Analiz Barroso ve Ashton Ziyaretlerinin Kosova’nın AB Yoluna Getirdikleri Paradigma özellikle İlerleme Raporuyla ilgili olarak daha somut gelişmelerde bulunması “ Kosovalıların gerektiğini ileri süren Barroso ve Kosova ile Sırbistan arasında herhangi bir anlaşmanın ancak her iki tarafın uzlaşmaya varmasıyla mümkün olabileceğini ifade eden Ashton’a karşı, Kosova üst düzey yetkilileri Kosova’nın Avrupa entegrasyonu gerekliliğinin altını çizdi. ” Bir hafta aralıklarla Kosova’ya Avrupa üst düzey yetkililerinin düzenledikleri ziyaretlerde, ortak çizgi üzerinden konuşmalarını sürdürmüş ve Kosova ve hatta Sırbistan’ın üzerinde durması gerektiği konular vurgulanmıştır. Önce Sırbistan ziyaretinde bulunup ardından da 20 Mayıs’ta Kosova’ya gelen Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, ilk olarak Sırbistan Hükümetine yaptığı göndermelerde adli reformlar, rüşvet ve organize suçlarla savaşmak, Lahey mahkemesiyle işbirliği ve ekonomik reformları öncelik olarak belirlemiştir. Buna karşın, Sırbistan’ın AB’nin doğru yolunda ilerlediğini ancak bu reformlara hız kazandırılması gerektiğini ifade etmiştir. Görüşmeler sonrasında Sırbistan Başkanı Boris Tadić’in verdiği ifadelerde, Sırbistan’ın Avrupa Birliği bütünleşmesinin Kosova bağımsızlığının tanınmasıyla bağdaştırılmadığı ve Sırbistan’ın herkes için kazançlı olabilecek uzlaşmacı yaklaşımlara açık olduğunu belirtmiştir. Diğer taraftan Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’nun Kosovalılara iletmiş olduğu temel mesajlar, Kosova’nın vizesiz serbest dolaşım, ticari ve sözleşmeli ilişkiler gibi konularında kendileri için de yardımcı olacak reformları Kosova’nın gerçekleştirmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ancak, İlerleme Raporlarında da ifade edildiği gibi, bu reformları gerçekleştirmek için Kosova Hükümetinin reform taahhütlerini kanıtlaması gerektiği ifade edilmektedir. Barroso’nun yapmış olduğu görüşmelerde üzerinde durduğu konulardan bir diğeri, AB’nin Kosova yetkililerinden beklentisinin AB Kosova Hukuk Misyonu EULEX’le daha sıkı bir işbirliği içerisinde olması gerektiği ve mevcut işbirliği gidişatının kabul edilemez olduğudur. Dolayısıyla, Kosova’nın bu zorlu yoldan geçerken EULEX ile olan ilişkilerin önemli olduğu ve hukuk üstünlüğünün güçlendirilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Kosova geleceğinin Kosova halkına bağlı olduğunu ve gerekli reformların yapılmasının, demokrasinin tesis edilmesinin, rüşvet ve organize suçlarla savaşmanın, iyi komşu ilişkilerinin kendilerine bağlı olduğunu ifade Haber Analiz eden Barroso, AB yapılanmalarının ancak bu konularda yardımcı olmak için hazır olduğu belirtmiştir. Neredeyse aynı konuların Sırbistan’a da iletildiği göz önünde bulundurulunca, bölgeye aslında ilgili konularda Avrupa gözüyle bir bütün olarak bakıldığı görülmektedir. Dolayısıyla, hem Sırbistan hem de Kosova tarafının reformları gerçekleştirdiği ve uzlaşmalara açık olduklarını her fırsatta dile getiriyor olmasına rağmen aynı konuların yıllarca gündemde kalarak ilerleme kaydetmemesi, Balkanlardaki krizlerin AB ile ABD arasında kullanılıp kendi yapılanmalarını güçlendirdiğinin bir kanıtını oluşturmaktadır. Bu konuya, Kosova’daki uluslararası bir kuruluş eski çalışanı olan bir uzmanın, finansal açıdan internet ortamında İngiliz Guardian haber sitesinde değerlendirmede bulunurken de değinilmiştir. Kosova’nın Avrupa yolunda gerekli önderliğe sahip olduğunu kanıtlaması istenirken, Kosova Başbakanı Hashim Thaqi, Kosova’nın Avrupa entegrasyonunu hak ettiği ve AB ile ilişkilerinin resmileştirilmesini, vize konusunun somutlandırılması ile ticari ve diğer anlamda entegrasyon alanlarının geliştirilmesini beklediğini vurgulamıştır. Reform çağrılarının yapıldığı demokratik ve çok etnikli bir Kosova’nın inşa edilmesi yönünde iyi yönetim, hukuk üstünlüğü, rüşvetle ve organize suçlarla savaşmaya devam edeceklerini de ifade etmiştir. Diğer taraftan ziyaretinin sonunda AB’nin Kosova’daki ademi merkeziyetçilik sürecine taahhüdünün altını çizerek, Kosova’ya Avrupa yolunda Komisyonun yardımcı olacağını belirtmiştir. Buna ek olarak tavsiye ve teknik ve finansal yardım sunmaya devam edecekleri de ifade edilmiştir. Ancak, tüm bunların devam edebilmesi ve Kosova’nın ekonomik, mali ve siyasi anlamda daha sürdürülebilir bir gidişata sahip olabilmesi için, sağlam ve kalıcı makroekonomik politikalar üretmesinin altı çizilmiştir. Yardımların bu şekilde dolaylı yönden şartlandırılması, bugün paradigma/haziran 2011 kişi başına AB yardımından en fazla faydalanan dünya ülkesi olan Kosova’nın gelecek dönemde yürüteceği mali politikalarının AB yardımını etki edip etmeyeceği ve ekonomik şartların hangi düzeyde olacağı tespit etmek, yakın takibe alınması gereken ve ciddiyetle çalışılması gereken unsurlar olduğuna işaret etmektedir. Her ne kadar, yeri tespit edildiği anda Mladić yakalanmıştır açıklamaları yapıldıysa, kamuoyunu tatmin eden bir yaklaşım olmamış, bundan ziyade uluslararası camianın taleplerini karşılamak ve Sırbistan’ın zaten zedelenmiş olan itibarını, elindeki bu kozu kullanarak düzeltmesi için attığı adım olarak algılanmıştır. Ziyaretin bir takipçisi olarak ve aynı mesaj ve tavsiyeler vermek amacıyla, Avrupa Birliği üst düzey görevlilerinin Balkan ülkelerinin birkaçına yapmış oldukları kaçınılmaz reformların hızlandırılması çabalarının bir parçası olarak, Barroso’nun ziyareti ardından önce Sırbistan sonra da Kosova’ya bir diğer ziyaret AB Dış Politika yüksek Temsilcisi Sayın Catherine Ashton tarafından gerçekleşmiştir. Ashton’un Sırbistan ve Kosova ziyaretinin, iki ülke arasında devam etmekte olan müzakereler üzerinde odaklanması beklenirken, Mladić’in tutuklanması asıl konuyu ikinci bir plana itmiştir. Dolayısıyla, beklendiğinin aksine Yüksek Temsilci Ashton’un planlamış olduğu, müzakereler kapsamında üzerinde mutabık kalınan konular hakkında herhangi bir anlaşma üzerinde sonuca varılamamıştır. Gelişmelerin bu yöne doğru ilerlemesi, müzakere konusunun beklendiği düzeyde masaya yatırılmadığı ve ziyaret kapsamında odaklanılan taraf Kosova ile Sırbistan’ın Avrupa geleceği üzerinde olmuştur. AB’nin bölge ülkelerine yönelik olan taahhütlerini yinelemek ve tarafların mutabık kaldıkları reformları yerine getirilmelerini temin etmek amacıyla düzenlenen ziyaretlerin verimli geçtiği, yapılan genel değerlendirmeler arasında. Ancak, verilen beyanatların ve ortaya atılan uzun süre beklenen adımların, duruma daha temkinli yaklaşmak gerektiğinin bir işaretçisi olduğu da ortaya atılan iddialardır. Zira, Ashton’un Sırbistan’a yapacağı ziyaret gününde on altı yıl kaçak olarak aranan Bosnalı Sırp Kasabı Ratko Mladić’in yakalanması bir tesadüfü çağrıştırmamaktadır. Cumhurbaşkanı Jahjaga, Başbakan Thaqi, Dışişleri Bakanı Hoxhaj ve Kosova-Sırbistan Müzakere Heyeti Başkanı Tahiri, Yüksek Temsilciyle yapmış oldukları görüşmelerde, hızlandırılmış süreç ve çalışmalarla Kosova’nın AB adaylığına doğru yolunda ilerlemesi için taleplerde bulunarak, Kosova makamlarının odağında olan konunun AB entegrasyonu olduğu belirtmişlerdir. Sırbistan’la yapılan müzakereler 5 6 paradigma/haziran 2011 de, bu çabaların bir parçası olarak vurgulanmıştır. Bu müzakerelerin öneminin altını çizen Ashton, konunun pragmatik meseleleri içerdiğini belirtmiştir. Dolayısıyla, insanların hayatını kolaylaştıracak olan bu meseleler hakkında AB’nin yardım sunmaya devam edeceğini belirterek, en kısa zaman içerisinde anlaşmaya varılması gerektiğini tavsiye etmiştir. Diğer birçok fırsatta olduğu gibi, Avrupa yetkililerinin ifade ettikleri konuları da ele alan Ashton, Kosova’nın Sırbistan’la iyi komşu ilişkilerinin olması gerekliliğine işaret ederek, AB entegrasyon sürecinde ve Birliğe dahil edilmesi açısından Kosova için gerekli çözümler üzerinde de çalışıldığını ifade etmiştir. Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’nun da ziyareti esnasında olduğu gibi, Ashton ziyaretinde de EULEX Misyonuna ziyaret gerçekleştirilmiş ve Misyonun sorumluluk alanının çok önemli olduğunun altı çizilmiştir. Adalet ve düzenin tesis etmenin vatandaş geleceği için önem arz etmesi sebebinden, EULEX çalışmaları ile Avrupa Birliğinin geliştiği gibi, Misyonun da ilerleme kaydetmesi gerekliliğinin vurgulanmıştır. Dolayısıyla, Ashton’un EULEX ve Kosova makamlarıyla ilgili olarak verdiği kesin ve sert mesajlarda, iki taraf arasında yakın işbirliklerin devam etmesi gerekliliğine işaret etmekteydi. Her iki üst düzey görevlinin EULEX üzerinde yaptıkları değerlendirmeler ve Sırbistan ile Kosova taraflarını ilgili konularda Misyonla işbirliğinde bulunmaları çağrıları, hukuk üstünlüğü, yargı sistemi, gümrük alanlarında beklendiği başarıyı ortaya koyamamış olan EULEX’in zedelenen itibarını düzeltme çabaları olarak değerlendirilebilir. Bunun bir diğer göstergesi de, EULEX Misyon Şefi Xavier De Marnac’ın bu ziyaretler ardından Sırbistan’a gerçekleştirdiği ziyarette ortaya çıkmaktadır. De Marnac, AB Yüksek Temsilcisi Ashton’u referans alarak, Misyonun tüm AB üye ülkeleri tarafından desteklendiğini ve Kuzey Kosova’da organize suçlarla mücadele etmekte Sırbistan’la birlikte daha fazla çalışmaların yapılabileceğinin ifade etmiştir. Genel itibariyle, kamuya yansıtılan ziyaret amaçlarının tam olarak gerçekleşemediği de söylemek mümkündür. Bir taraftan Mladić’in yakalanması gündemin sapmasına neden olmuş ve odağı Kosova – Sırbistan müzakerelerinden Sırbistan’ın attığı adımlara yönlendirmiştir. Diğer taraftan, Kosova’nın IMF’nin ortaya koyduğu şartlara uymaması nedeniyle, IMF’nin vereceği fonları askıya alması ve düzeltmeye gitmemesi halinde bu fonların iptal edilebileceği sinyallini vermesi ve Avrupa Komisyonu tarafından Kosova’nın eleştirilmesi, AB yolunda ilerlemekte adımların yerinde atıldığı gözükmektedir Haber Analiz 9 Mayıs Avrupa Günü ve Kosova’nın Avrupa Yolu Paradigma Mayıs Avrupa “ 9ülkeleri ile AB Günü Avrupa Birliği üye yapılanması kapsamında yer alma sürecinde olan ülkelerde farklı biçimlerde kutlanmaktadır. Avrupa’daki yıllık yapılan kutlamalar barış ve birlik unsurlarına odaklanılırken, Kosova’da Avrupa algılamasının farklılık göstermesi nedeniyle, Avrupa Günü de değişik siyasi odak ve yorumlara neden olmaktadır. ” Avrupa Birliği adı altında siyasi bir yapılanmanın ortaya çıkmasına neden olan ve 1950 yılının 9 Mayıs gününde dönemin Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schumanın’ın, iki dünya savaşı tecrübelerinden yola çıkarak adaletin tek bir devlet tertibatı ile sağlanamayacağını ve milletlerüstü bir teşkilatın kurulmasına yönelik beyanatını yaptığı gün, Avrupa Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. Günün siyasi içerikli olması nedeniyle, insanları Avrupa Birliği hakkında bilgilendirmek ve Avrupa entegrasyonu hakkında konuşmaların yapılma teşebbüslerini ortaya koymaktadır. 9 Mayıs Avrupa Günü münasebetiyle, temel kutlamalara Kosova’daki Avrupa Komisyonu Eşgüdüm Ofisi öncülük ederken, Avrupa entegrasyonuna destek olmak açısından bireysel anlamda birçok belediye, devlet kurumu ve STK’lar da yürüyüş, fuar, çocuk kutlamaları gibi faaliyetler düzenlemişlerdir. Ancak, Kosova’daki Avrupa Günü ve entegrasyonunun yankıları, Kosova’nın aslında Avrupa’ya ne kadar yakın olduğunun ve Birlik tarafından hangi ölçüde itibar edildiğinin bir göstergesini ortaya koymaktadır. Zira, Avrupa’ya bütünleşmeye yönelik yapılanlardan ziyade, son yıllarda yapılacaklar üzerinde durulmuş olması ve bunun halen devam etmesi, konunun çok daha geniş alanlara uzandığına işaret etmektedir. Kosova’da Avrupa Gününün resmi tatil olarak kutlanması ve değişik faaliyetlerin gerçekleşmesine rağmen, günün amacının siyasi itham ve çağrılara daha fazla yatkın kaldığına işaret etmektedir. Avrupa Birliğinin kuruluş amaçlarına ve gerektirdiği yapılanmalara odaklanmaktan ziyade, yapılan faaliyetler kapsamında ortaya konan mesajlar Kosova’nın halen Avrupa’dan soyutlanmış bir vaziyette mahkum edildiği ifade etmektedir. Diğer taraftan Kosova’nın çözüme ulaştırılmasını talep ettiği ve 2010 seçimlerinde de ağırlığını ortaya koyan vizesiz serbest dolaşım konusu, kısa vadeli bir mesele olarak görülmektedir. Buna rağmen, her fırsatta dile getirilmesi ve hakkında çözüm üretilmemesi, büyük Haber Analiz güçlerin çıkar elde etme çabaları altında Kosova’nın küçük kalıp kalmadığı sorusunu akla getirmektedir. Farklı yorum ve analizlere konu olan serbest dolaşım ve Kosova’nın Avrupa konusunda yetersiz kaldığı meseleleri, Kosova’nın Avrupa’dan hem soyutlandırıldığı hem de bir Avrupa geleceğinin olduğu empoze edildiği yaygın olan görüşlerdir. Kosova’nın Avrupa ile gelişmelerini inceleyen analistlerden bazıları, Kosova ile Sırbistan arasındaki müzakerelerin orkestra edildiğini ve tüm bu gelişmelerin bilerek yapılıp Sırbistan’ın Avrupa’ya doğru giden yolunda ilerleme kaydetmesi için Kosova’nın kullanıldığını yorumlamaktalar. Bunu destekleyecek unsurlardan bir diğeri de Kosova’da mevcut olan çok sayıdaki uluslararası kuruluşlar ve yaptıkları çalışmalardır. İlgili kuruluşların Kosova mevcudiyetleri belirli misyon ve çalışma alanlarının olması ve siyasi anlamda Kosova’nın bu konulara bağlı kalacağı yönündeki taahhütlerine rağmen, bugüne kadar kamuoyunu tatmin etmeyecek düzeyde ilerlemeler kaydedildiği değerlendirilmektedir. Avrupa Birliği kriterlerinin temelini oluşturan siyasi, ekonomik, kurumsal ve yasama alanlarındaki reformların, özellikle Kosova’nın yeniden yapılanma geçirdiği son on yıl içerisinde tam anlamıyla gerçekleşememiş veya uygulanamamış olması, Birliğe olan genel güveni tam anlamıyla yerine oturtamamıştır. Çünkü, Avrupa yapılanmalarının Kosova’da bu gerekliliklerin fazla üzerinde durmadığı yönündeki görüşler de yaygındır. Bunları dikkate alarak, kısa vadeli çözümlerden ziyade Avrupa Birliği Kosova’nın Avrupa entegrasyonunu ilerletmesi için, Kosova’nın yapması gereken ve kalıcı paradigma/haziran 2011 refah sağlayacak olan reformlar üzerinde daha çok durması gereklidir. Avrupa yolunda ilerlemenin bu reformlardan geçtiği ifade edilirken, Kosova’daki devlet yönetiminin Avrupa perspektifi açısından uzun vadeli çözümleri ciddiyetle değerlendirmesi gerektiği ve Avrupa merkezli karar mercilerinin Kosova’yı bu yöne doğru daha fazla teşvik etmesi ve Sırbistan’la ilişkilendirmemesi gerektiği, 9 Mayıs Avrupa Günü’nün Kosova’daki kutlama ve yorumlarından ortaya çıkan mesajlar olmuştur. Sonuçta, bu günden geriye kalan, ulaşılan amaçların kutlanmasından ziyade amaca ulaşma arzularının ortaya konması olmuştur. Avrupa Günü Mayıs ayının ilk 10 günü Avrupa’da önemli günler olarak kabul edilmiştir. Avrupa Günü olarak Avrupa’da kutlanan gün aslında 5 Mayıs’tır. 5 Mayıs 1949’da Avrupa Konseyi kurulmuş ve bu tarih II. Dünya Savaşı’ndan çıkış için en önemli ümitlerden biri sayılmıştır. 5 Mayıs tarihi 1964 yılından bu yana Avrupa Günü olarak kutlanmaktadır. AB ise henüz AET iken planın açıklandığı 9 Mayıs’ı Avrupa Günü ilan etmiştir. Ancak Avrupa’da bazı kesimler hala Avrupa Günü olarak 5 Mayıs kutlamaktadırlar. 7 8 paradigma/haziran 2011 Haber Analiz Varşova Zirvesi ve Sirbistan’ın Boykotu Barış Goriça baris.gorica@gmail.com 27-28 Mayıs 2011’de Polonya’nın başkenti Varşova’da düzenlenen 17. Orta Avrupa Ülkeleri Zirvesi’ne Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Barack Obama dahil 20 ülke lideri katıldı. Kosova Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga’nın Polonya Cumhurbaşkanı Bronislaw Komorowski tarafından davet edilmesi Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç’in zirveye katılmamasına sebep oldu. Romanya ve Slovakya tarafından yapılan ilk resmi açıklamalara göre bu iki Avrupa Birliği (AB) ülkesi de toplantıyı boykot edeceklerini açıklamıştı. Ancak, Slovakya Cumhurbaşkanı İvan Gasparoviç toplantıda Kosova Cumhuriyeti’nin adının, bayrağının, ambleminin ve herhangi bir sembolünün yer almaması şartıyla toplantıya katılacağını bildirdi. Nitekim, Gasparoviç zirvede yer aldı. Zirve’de yapılan çeşitli görüşmelerde Kosova bayrağının yer alması ise çekilen fotoğraflarda gözden kaçmadı. Katılımcı ülkeler son 20 yılda yapılan demokratik reformları ve son zamanlarda Arap dünyasında yaşanan gelişmeleri ele aldı. Zirve’nin açılış konuşmasını yapan ev sahibi Komorowski bir sonraki toplantının Kiev’de yapılacağını duyurdu. Varşova Zirvesi’nde Atifete Jahjaga’nın gerçekleştirdiği ikili görüşmeler verimli geçti. Bazı liderler, Kosova’nın tanınması için lobi yapacaklarına dair sözler verdi. Zirve, Jahjaga’nın Cumhurbaşkanı sıfatıyla yurtdışına yaptığı ilk resmi ziyaret olma özelliğini taşıyor. Ayrıca, Kosova bağımsız bir ülke olarak ilk defa bu denli üst düzey bir toplantıda yer aldı. Zirve’nin birinci günü ülke liderlerine seslenen Jahjaga, Kosova’nın AB ve NATO’ya üye olması için tüm reformların hızla gerçekleştirileceğini belirtti. Hukukun üstünlüğünün sağlanması ve iktisadi kalkınma çalışmalarının hızla devam ettiğine değinen Jahjaga, multi-etnik devlet kurumlarının kurulduğuna, Kosova’da barış, demokrasi ve özgürlüğe verilen öneme, insan hakları ve azınlık haklarına duyulan saygıya dikkat çekti. Komşularla iyi ilişkiler, Sırbistan ile dost olma isteği ve tüm Batı Balkan ülkelerinin AB’de yer almasıyla Avrupa’nın tam anlamıyla birleşeceğine dair mesajlar Jahjaga’nın konuşmasında yer aldı. İkili Görüşmeler Cumhurbaşkanı Jahjaga Varşova Zirvesi’nde Hırvatistan, Arnavutluk, Letonya, Macaristan, Slovenya ve Makedonya liderleri ile ikili görüşmelerde bulundu. Hırvatistan Cumhurbaşkanı İvo Josipoviç ile yapılan görüşmede Jahjaga ilişkilerin yoğunlaştırılıması ve genişletilmesi gereğine değindi. Josipoviç de Avrupa ile bütünleşme konusunda kendi tecrübelerinden yararlanarak Kosova’ya yardım edebileceğini söyledi. Haber Analiz Arnavutluk Cumhurbaşkanı Bamir Topi ile görüşen Jahjaga eğitim, kültür, yatırım ve enerji alanında işbirliğine gidilmesi gereğini dile getirdi. Letonya Cumhurbaşkanı Valdiz Zalters ile yapılan görüşmenin gündeminde de iki ülke arasında varolan işbirliğinin gelişmesi yer aldı. Jahjaga’nın Macaristan Cumhurbaşkanı Pal Schmitt ile görüşmesinde Avrupa ile bütünleşme sürecinde Macaristan’ın Kosova’ya desteğinin devam edeceği ve artacağı konuşuldu. Slovenya Cumhurbaşkanı Danilo Turk ile görüşen Jahjaga Kosova’nın Avrupa ile bütünleşmesi ve vize liberalleşmesindeki istekliliğine, iki ülke arasında varolan ticaret ilişkilerinin önemine vurgu yaptı. Turk da iki ülke arasındaki işbirliğinin önemine değindi. Makedonya Cumhurbaşkanı İvanov ile Jahjaga arasında yapılan görüşmede ise iki ülke arasındaki ilişkilerin sürekli genişlemesinin son derece önemli olduğuna dikkat çekilerek, Balkanlarda varolan sınırların korunmasının ne denli önemli olduğunun üzerinde duruldu. Bu görüşmede özellikle enerji alanında işbirliğinin gelişmesine vurgu yapıldı. Hırvatistan, Slovenya, Almanya, Macaristan ve Litvanya Cumhurbaşkanları Jahjaga’yı resmi ziyaret yapmak üzere ülkelerine davet etti. Jahjaga, verilen öğle yemeğinde Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulf, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ve İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano ile görüştü. ABD Başkanı Barack Obama’nın başkanlık ettiği iş yemeğinde ise bir konuşma yapan Jahjaga ABD’nin Balkanlardaki rolünün barış ve istikrar unsuru olduğuna dikkat çekti. Jahjaga bu konuşmada Kosova’nın 75 ülke tarafından tanındığını, önceki yıllarda Kosova’da yapılan yerel ve parlamento seçimlerinin uluslararası standartlarda gerçekleştiğini, azınlık haklarının Anayasa ile koruma altına alındığını söyledi. AB’nin arabuluculuğuyla Sırbistan ile ilişkilerin normalleşmesi için teknik görüşmelerin yapıldığına dikkat çeken Jahjaga bu görüşmelerin Avrupa bütünleşmesi adına her paradigma/haziran 2011 iki ülkenin çıkarına olduğunu vurguladı. Jahjaga, Kosova’nın ve tüm Balkan ülkelerinin geleceğinin AB’de olduğunu ve başka bir alternatifin sözkonusu olmayacağını da sözlerine ekledi. Sırbistan’ın Boykotları 20 ülke liderinin katıldığı Varşova Zirvesi’ni Kosova’nın katılımı sebebiyle Sırbistan boykot etti. Buna benzer bir açıklama yapan Romanya da Sırbistan ile birlikte aynı tutumu sergiledi. Zirveye Kosova’nın resmen davet edilmesi Kosova da memnuniyetle karşılanırken, Sırbistan bu toplantıda Kosova ile aynı statüde yer almayacağını bildirdi. Sırbistan’ın bu çeşit toplantılara Kosova’nın davet edilmesi söz konusu olduğunda katılmama yönünde kesin tutumlar benimsediği biliniyor. 20 Mart 2010 tarihinde Slovenya’nın Krany kenti yakınındaki Brdo’da düzenlenen Batı Balkan Konferansı’na Kosova’nın davet edilmesi üzerine Sırbistan toplantıyı protesto ederek katılmamıştı. 8 Mart 2010’da Sırbistan devlet televizyonu RTS’e açıklamalarda bulunan Sırbistan Dışişleri bakanı Vuk Jeremiç Kosova’yı dolaylı yoldan tanıma durumuna düşmemek için Kıbrıs Rum Kesimi’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne karşı izlediği politikaları benimsediklerini dile getirmişti. Sözde “Gymnich” modelinin benimsendiği konferansta ülke isimlerinin, bayraklarının, sembollerinin yer almamasına rağmen Sırbistan Slovenya’daki zirveyi boykot etmişti. Aynı şekilde, 23-24 Mart 2011’de Amerika’nın Maryland eyaleti Baltimore şehrinde düzenlenen ABD-Balkanlar Ticaret Zirvesi’ne Kosova’nın bağımsız bir cumhuriyet olarak yer almasını protesto eden Sırbistan katılmamıştı. Son olarak, Cumhurbaşkanı Jahjaga İtalyan Birliği’nin kuruluşunun 150. yılı münasebetiyle 1 Haziran 2011’de İtalya’daki kutlamalara katıldı. Sırbistan Cumhurbaşkanı Tadiç ise Kosova’yı yine boykot ederek İtalya’nın bağımsızlık kutlamalarına katılmadı. 2 Haziran 2010 tarihinde Saraybosna’da düzenlenen AB-Batı Balkanlar zirvesine ise sözde “Gymnich” formatında bir çözüm bulunarak her iki ülkenin katılımı sağlandı. Uluslararası Hukukta Devletleri Tanıma ve Sırbistan’ın Tutumunun Değerlendirilmesi Siyasi birimlerin devlet olarak tanınmasıyla birlikte tanıyan devlet tanınan devletle ilişkilerini egemen eşitliği ilkesi çerçevesinde sürdürmekle yükümlüdür. Tanıma işleminin geriye alınması (withdrawal of recognition) çok 9 10 paradigma/haziran 2011 geniş sonuçları olduğu için fiilen mümkün değildir. Devletleri tanıma yolları de jure ve de facto olmak üzere ikiye ayrılır. De jure tanıma bir devletin kesin olarak ve bütün sonuçlarıyla tanıması anlamına gelir. De facto tanıma ise geçici ve sınırlı bir tanımayı belirtmektedir. Yani, bu tanıma biçiminde tanıyan devlet yaptığı tanıma işlemini her zaman geri alma hakkına sahiptir. Tanıma iradesinin açıklanış şekline baktığımızda ise açıkça (express recognition) ve üstü kapalı (implied or tacid recognition) tanıma ortaya çıkmaktadır. Üstü kapalı (zımnî) tanımada irade kuşkuya yer bırakmayacak kadar açıktır. Zımnî tanıma denmesinin sebebi açıklanış şekliyle ilgilidir. “Hiçbir çekince konmadan yeni devletle ikili andlaşma yapılması, diplomasi ilişkileri kurulması, bağımsızlık törenlerine resmi temsilciyle katılma, sadece devletlerin üye oldukları uluslararası örgüte yeni devletin üyeliği için oy kullanmaˮgibi işlemler ile zımnî tanıma işlemi gerçekleşmiş olur. Buna karşılık “aynı konferansta yer almak, çok taraflı andlaşmaya taraf olmak, tanınma konusunda görüşmeler yapmak, diplomasi temsilcileri dışındaki temsilcilerle temas kurmak, ticari ilişkiler kurmakˮ zımnî tanıma anlamına gelmemektedir. Uluslararası hukuk açısından değerlendirildiğinde bir devletin tanınmadığı bir devlet ile aynı konferansta yer alması tanıma işleminin (recognition) gerçekleşmediğini ortaya çıkarmaktadır. Yani Sırbistan’ın, Kosova’nın bağımsız bir ülke olarak katılmış olduğu konferanslara katılması Kosova’yı tanıyacağı anlamına gelmemektedir. Kaldı ki, Varşova’da düzenlenen 17. Orta Avrupa Ülkeleri Zirvesi’ne Kosova’yı tanımayan Bosna-Hersek, Moldova, Ukrayna ve Slovakya da katılmıştır. Bu ülkelerin Kosova ile aynı konferansta yer alması Kosova’yı tanıdıkları anlamına gelmemektedir. Bundan başka, 2 Haziran 2010 tarihinde Saraybosna’da Uluslararası hukuk açısındanbir devletin tanımadığı bir devlet ile aynı konferansta yer alması tanıma işlemini sağlamaz. Sırbistan’ın Kosova’yla beraber aynı toplantılara katılması Kosova’yı tanıdığı anlamına gelmez. düzenlenen, Kosova’nın da yer aldığı AB-Batı Balkanlar zirvesine Sırbistan’ın katılmasıyla Kosova Sırbistan tarafından tanınmış olmadı. Aynı şekilde, 20 Mart 2010 tarihinde Slovenya’nın Krany kenti yakınındaki Brdo’da düzenlenen Batı Balkan Konferansı ve 2324 Mart 2011’de Amerika’nın Maryland eyaleti Baltimore şehrinde düzenlenen ABD-Balkanlar Ticaret Zirvesi’ne Bosna-Hersek katılmıştı. Bu durum Bosna-Hersek’in Kosova’yı tanıdığı anlamına gelmedi. 1 Haziran 2011’de İtalyan Birliği’nin 150.yıldönümüğ kutlamalarına Jahjaga katıldı. Tadiç bunu da protesto ederek kutlamalarda yer almadı. Sözkonusu törenlere başta Rusya olmak üzere Kosovayı tanımayan bir çok ülke katılıyor. Ancak, ülkelerin törende Kosova ile birlikte aynı statüde yer alması Kosova’yı dolaylı yoldan tanıyacakları anlamına gelmiyor. Sırbistan’ın Kosova’ya Karşı Tutumu ve Tepkiler Belgrad’ın bu tür toplantıları protesto ederek katılmamasının Sırbistan’a birşey katmadığını, aksine Batılı devletler tarafından eleştirildiğini söylemek mümkündür. Sırbistan Kosova ile ilgili genel tutumunda hem bölgesel hemde uluslararası düzeyde kendine sorun yaratmaktadır. AB’ye tam üyelik konusunda her fırsatta istekli olduğunu söyleyen Belgrad, Kosova konusunda hiçbir şekilde taviz vermeyeceğini sürekli dile getirmektedir. Sırbistan’ın bu tutumundan ABD de rahatsızlık duyuyor. Nitekim, 23-24 Mart 2011’de ABD- Haber Analiz Balkanlar Ticaret Zirvesi’ni de boykot eden Sırbistan’ın toplantıya katılmamasını eleştiren ABD Dışişleri Bakanı yardımcısı Thomas Countryman, bu boykotun Sırbistan ile ABD arasındaki ekonomik ilişkilere zarar vereceğini belirtmişti. Son olarak Varşova Zirvesi’nin boykot edilmesiyle ilgili ABD’nin Belgrad Büyükelçiliği tarafından yapılan açıklamada Sırbistan’ın bu kararıyla Vaşington’un hayal kırıklığına uğradığı dile getirildi. Açıklamada AB’ye katılım sürecinde olan Sırbistan’ın komşularla ve Avrupa ülkeleriyle bir araya gelmesi için tarihi bir fırsatın kaçırıldığı bildirilirken, Sırbistan’ın bu kararının komşu ülkelerle, AB ve ABD ile ilişkilerini güçlendirme isteğiyle uyum sağlamadığına değinildi. Sırbistan’ın dış politikasındaki önceliklere baktığımız zaman Kosova ve AB’ye tam üyelik ön plana çıkmaktadır. Fakat, Kosova konusunda Sırbistan bu katı tutumunu yumuşatmadığı sürece AB ile üyelik müzakerelerinin başlaması konusunda başı ağıracaktır. Brüksel, Sırbistan’ın AB’ye üyelik için Kosova’nın tanınmasını şart koşmazken, Kosova dahil tüm Balkan ülkeleriyle bölgesel işbirliği içinde olması gerektiğini savunmaktadır. Nitekim, 17 Mayıs 2011’de Avrupa Komisyonu sözcüsü Natasha Butler Brüksel’de yaptığı açıklamada Sırbistan’ın AB’ye üye olması için Kosova ile ilişkilerini düzeltmesi gerektiğini söylemiştir. Bosna savaşında binlerce sivil insanın ölümünden sorumlu olan Ratko Mladiç’in 26 Mayıs 2011’de yakalanmasıyla birlikle Sırbistan’ın AB yolunda önemli bir adım attığı biliniyor. Ancak, Sırbistan komşu ülkelerle ilişkilerini düzeltmediği takdirde AB ile üyelik müzakerelerin başlamasının gecikebileceğini söylemek mümkün. Öte yandan, Priştine - Belgrad diyaloğundan “sonuç” alındığı takdirde Kosova ile Sırbistan arasındaki ilişkiler olumlu yönde etkilenecektir. İlişkilerin düzeltilmesi, başta bölgesel işbirliği ve AB ile bütünleşme sürecinde her iki tarafın yararına olacaktır. Haber Analiz paradigma/haziran 2011 Stefanoviç Priştine’ye Geldi Sırp Radikaller ve Vetvendosje Ayaklandı Mediha Yarımhoroz Kosova ile Sırbistan arasında müzekerelerin devam ettiği bu önemli süreçte tarihi ziyaret gerçekleşti. 2008 yılında Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ve 1999 yılında yaşanan savaşın ardından ilk kez Kosova ile Sırbistan uluslararası bir arabulucu olmadan doğrudan görüşmede bulundu. Sırbistan Dışişleri Bakanlığı Siyasi Müdürü ve Priştine ile Belgrat müzakerelerinde Sırbistan heyet başkanı Borislav Stefanoviç, Kosova ekibi yöneticisi Edita Tahiri ile Brüksel’de görüşülen konulara olası çözümün bulunmasını tartışmak üzere 12 Mayıs’ta Kosova’yı ziyaret etti. Belgrat’ın baş müzakerecisi Borko Stefanoviç, sıkı güvenlik tedbirleri altında Priştine’ye geldi. Stefanoviç’in Priştine ziyareti olaylı geçti. Kosova ile Sırbistan arasındaki müzakerelere karşı çıkan muhalefetteki Vetëvendosje Hareketi gösteriler düzenleyip hükümet binalarını ablukaya alarak, binalara ve Stefanoviç’in eskortuna taş atarak tepkilerini gösterdi. Vetëvendosje Hareketi’nin örgütlediği protestolarda 21 kişi yaralandı, Hükümet Binası ve makam araçları zarar gördü. Ancak, Kosova kurumlarını ziyaret eden ilk Sırp yetkili, daha önce belirlenen gündeme göre, hükümet temsilcileri ve uluslararası diplomatlarla görüşmelerini gerçekleştirdi. Polis eskortuyla Kosova’ya giriş yapan Stefanoviç’in ilk durağı ABD elçiliği oldu. Amerikan’ın Priştine Büyükelçisi Christopher Dell ile görüşmesinin ardından, Lapjeselo’da yaşayan Sırplarla buluşan Stefanoviç daha sonra Kosova başbakan yardım cısı ve Adalet Bakanı Hajredin Kuçi ile bir görüşme gerçekleştirdi. Başbakan Yardımcısı Hajredin Kuçi ile Borko Stefanoviç’in görüşmesi yeni Hükümet binasında gerçekleşti. Daha sonra Sırbistan ile müzakereleri yürüten Priştine heyet başkanı Edita Tahiri ile görüşen Stefanoviç hiçbir basın toplantısı düzenlemedi. Protesto Gösterisinde 21 Kişi Yaralandı Sırbistan Başmüzakerecisi Borko Stefanoviç’in Kosova ziyareti sırasında Vetëvendosje Hareketi üyeleri protesto düzenledi. Stefanoviç, Başbakan Yardımcısı Hajredin Kuçi ile yeni Hükümet binasında görüşmelerde bulunduğu sırada göstericiler, görüşmelerin Kosova Hükümeti’nin eski binasında gerçkeleştiğini sanıp binayı ablukaya aldı. Kosova Polisi Özel Birimi, Vetvendosje aktivistleri ve milletvekillerinin Hükümet binası avlusuna girmesini engelleme çabasında bulunurken olaylar 11 12 paradigma/haziran 2011 Haber Analiz ve protestoların Kosova’daki kamuoyunun görüşmelerden yana olmadığının göstergesi olduğunu ve müzakerelere katılmak için kamuoyu ve hatta hükümetin kendisinin hazırlanmadan başlandığını, bunun da halkta, müzakerelerin Sırbistan’ın AB üyelik sürecini kolaylaştırabileceği gibi Kosova’nın bu diyalogla neyi elde edeceği veya ülke kuzeyinin bölünebileceği kaygısının ortaya çıktığını yazdı. çıktı. Taşkınlık yaratan göstericiler hükümet binası camlarını kırdı ve boya saldırısında bulundu. Şiddete dönüşen protestolarda göstericiler hükümet binası önünde bulunan makam araçlarına da zarar verdi. Çıkan olaylarda 15 polis ve 6 Vetëvendosje üyesi yaralanıp hastaneye kaldırıldı. Gösterilere Vetvendosje lideri Albin Kurti ve bu hareketin Kosova Meclisindeki tüm milletvekilleri eyleme katıldı. Gösterilerde yaralananlar arasında Vetëvendosje milletvekilleri Albin Kurti ve Glauk Konjufca da yer alıyordu. Kosova Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga, çıkan olaylar sonrasında, sorunlara çözümün sokakta değil kurumlarda bulunması gerektiğini, siyasi amaçlı veya herhangi bir talep ya da kaygıyı dile getirmek isteyen Kosovalı gençlerin sokaklarda gösteri düzenlemelerinden Cumhurbaşkanı olarak üzüntü duyduğunu belirten açıklamalarda bulundu. Kosova Hükümeti yazılı bir açıklama ile Sırbistan’ın teknik diyalog heyet şefi Borislav Stefanoviç’in ziyaretini protesto eden Vetvendosje’nin Kosova Cumhuriyeti kurumlarına şiddet olaylarını sert bir dille kınadı. Açıklamada, ziyaretin Kosova Cumhuriyeti Hükümeti izni ile gerçekleştiği belirtildi. Hükümet açıklamasında “ Memnuniyetsizliğin ifade edilmesi ve barışçıl protesto Kosova vatandaşlarının anayasal ve demokratik hakkıdır. Ancak, Kosova Cumhuriyeti güvenlik organlarına şiddet uygulamaları ve Kosova kurumlarına barbar saldırılar düzenlemeleri kabul edilmez. Bu tür davranışlar, bu siyasi grubun, eskilerde olduğu gibi dar siyasi amaçlarına ulaşmak için şiddetten vazgeçmediğini göstermektedir “ sözlerine yer verildi. Vetvendosje üyeleri hükümet binasını taş ve boya yağmuruna tutarken, polis sert müdahelede bulundu. Olaylarda 15’i polis memuru, 6’sı protestocu toplam 21 kişi yaralandı. Kosova vatandaşlarını sağduyuya davet eden Kosova Hükümeti, Kosova ile Sırbistan arasındaki diyalog sürecinin iki ülke arasında karşılıklı tanıma ve AB ile NATO bütünleşmesiyle sona ereceği inancını ifade etti. Kosova İnsan Hak ve Özgürlükleri Koruma Kurulu-KMDLNJ de, protestoların değerlendirmesini yaptığı açıklamada, Kosova polisinin durumu kontrol etmekte ve durumun tırmanmasını engellemekte hazırlıklı olmadığını bu sebepten de durumun patlak verdiğini değerlendirdi. Zeri gazetesi analisti ve yazı işleri müdürü Astrit Gashi, tepkilerin Sırp heyeti şefi Stefanoviç, görüşmelerin olaylar ve şiddet protestoları gölgesinde gerçekleşmesinden ve Sırp heyetinin iki aracına saldırılmasından üzüntü duyduğunu belirterek, bunun ilk sırada Kosova siyasi yelpazesinde büyük ayrımın olduğunu gösterdiğini vurguladı. Ziyaretin Ardından Adalet Bakanı Hajridin Kuçi’nin ofisinden yapılan yazılı açıklamada,Stefanoviç ile gerçekleştirilen görüşmede, Brüksel’de devam eden müzakerelerdeki konular üstünde durulduğu ve her iki tarafın da görüşmelerin olumlu yönde ilerlemesi için istek gösterdiği belirtiliyor. Aynı bildiride Stefanoviç’in de, kendisini kabul eden Kuçi’ye teşekkür ettiği ve görüşmelerin olumlu yönde ilerlemesi için tarafların irade gösterdiğini söylediği belirtiliyor. Başbakan Yardımcısı Edita Tahiri’nin ofisinden de görüşmeyle ilgili yapılan yazılı bir açıklamada, Sırbistan’ın Kosova ile müzakere heyeti başkanı Borko Stefanoviç’in ziyareti sırasında gerçekleşen görüşmede iyi komşuluk ilişkileri, Avrupa entegrasyonu ve pratik çözümlerin bulunması konuları ele alındığı, açıklamanın devamında, Borislav Stefanoviç’in Edita Tahiri’ye teşekkür ettiği bildirilirken “Sırbistan Hükümeti’nin teknik diyaloğun ilerlemesinde hazırlığını” da ifade ettiğinin altı çiziliyor. Ne var ki, Priştine-Belgrat müzakereleri Kosova heyeti Şefi Edita Tahiri ziyaretin ardından yaptığı açıklamalarda Belgrat Haber Analiz paradigma/haziran 2011 Stefanoviç’in ziyareti öncesi yaptığı açıklamada, ziyaretin müzakerelerde Sırbistan’ın tutumunu somutlaştıracağı ve ortak sorunlar için ortak zeminler bulmaya hizmet edeceğini söylemişti. Sırbistan meclisindeki “Avrupa Sırbistan’ı” grup başkanı Nada Kolundžija ziyaretin, Sırbistan’ın Kosovada’ki Sırp halkın günlük yaşamlarının kolaylaşmasına hizmet etmesi gerektiğini ancak Kosova’nın tanınmaması konusuna hassasiyet gösterilmesi gerektiğini belirtti. temsilcisi Borko Stefanoviç’in Kosova ziyaretine karşı olduğunu, ancak Stefanoviç’in Kosova ziyareti talebinin, uluslararası dostların talimat vermesiyle gerçekleştiği yönünde açıklamalarda bulundu. Ama yine de Tahiri, ziyaretin gerçekleşmesiyle, Sırbistan’ın sadece Kosova değil, Balkanlardaki değişim gerçeğini kabul etmesine doğru bir adımı oluşturduğunu, yapılan soykırımının hiçbir zaman unutulmayacağını ancak siyasi alanda Kosova ve Sırbistan arasında ilişkilerin düzeleceğine inandığını vurguladı. arasında iletişimin kurulmasına katkıda bulunduğunu belirtti. Feith, demecinde Kosova’nın bölünmesiyle ilgili İCO ve Uluslararası Yönetici Grubu üyesi ülkelerin Kosova’nın toprak bütünlüğü için çalışmalarını sürdüğünü belirtti. Stefanoviç’in ziyareti sırasında Kosova’da bulunan ve kendi de görüşmelere katılan AB Kosova özel Temsilcisi Fernando Gentilini, müzakerelerin sorunları çözmek için bir yol olduğunu değerlendirip Priştine’nin müzakerelere sadık olduğunu söyledi. Muhalefet, Sırp yetkilinin Kosova ziyaretinden dolayı hükümeti eleştirdi. LDK’dan İsmet Beqiri, yapılan görüşmelerin, Sırbistan’ın hazırlamış olduğu bir siyasi reklam olduğunu ve Kosova hükümeti ile yetkililerin bu tuzağa düştüğünü iddia etti. Sırp tarafı Borko Stefanoviç’in Kosova ziyaretinin iki taraf arasında diyaloğun kolaylaştırılmasına hizmet edeceği değerlendirmelerinde bulundu. Priştine tarafından yapılan açıklamalarda ziyaret Kosova bağımsızlığının tanınmasına doğru atılan bir adım olarak değerlendirilse de Sırp müzakere delegasyonunun başında bulunan Borko Stefanoviç, bu açıklamaları yalanladı. Stefanoviç konu hakkında Sırbistan’ın B92 Radyosuna verdiği demecinde kendi görüşlerini aktarmak ve sorunların çözümü için bu ziyaretin bir fırsat olduğunu ancak Kosova statüsü konusunda tutumlarından vazgeçmediklerinin altını çiziyordu. Belgrat’ın “Danas” gazetesine verdiği bir demecinde, Uluslararası Sivil Ofisi (İCO) Yöneticisi Pieter Feith, Sırp müzakere delegasyonu başkanı Stefanoviç’in Kosova ziyaretini olumlu bir gelişme olduğunu ve Priştine ile Belgrat Sırbistan’da da demokratlar, liberaler ve Sırbista’ın güneyindeki Arnavutlar ziyareti iki taraf için sorun teşkil eden konuların çözümü içi gerekli bir yol olarak görürken radikaller aynı düşünmüyor. Sırbistan Başkanı Boris Tadiç, Başbakan Hashim Thaçi konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamasında, ziyareti Sırbistan ile ilişkilerin düzelmesi ve Kosova’nın Sırbistan tarafından tanınması yönünde atılmış bir adım olduğunu söyledi ve Kosovalı yetkililerin de bir gün Belgrat’ı ziyaret etme olasılığını dışlamadı. Sırbistan meclisindeki demokrat, liberal ve Arnavut partileri de genel olarak ziyareti gerekli bir adım olarak değerlendiriken radikallerden (SRS) Dragan Todorović, ziyareti, Kosova’nın tanınması yönünde atılan adımlardan biri olarak değerlendirip bu görüşmenin de Avrupa Birliği ve Amerika’nın talimatıyla yapıldığı yönünde açıklamalarda bulundu. Radikaller ayrıca müzakerelerin kestirilmesi ve bu yönde protesto gösterilerinin düzenlenmesi gerektiğini vurguladılar. Basına kapalı kapılar ardında gerçekleşen görüşmeler sonrasında da ortak basın toplantısı düzenlenmedi. Olaylı geçen görüşmelerin ardından da 17 ila 18 Mayıs tarihleri arasında iki taraf arasında gerçekleştirilen müzakerelerin dördüncü turu tamamlandı. Dördüncü turdan sonra da somut bir takım adımların atılması beklendiği yönünde açıklamalarda bulunuldu. 13 14 paradigma/haziran 2011 Haber Analiz Ya Batacağız, Ya Çıkacağız! Paradigma hükümeti kendi ekonomik politikalarını kendi belirlemek zorunda. Uluslar arası Para Fonu “ Kosova IMF ile uzlaşmaya varılamayınca daha önce öngörülen mali destek ve kredilerin de elden gitmesi gündeme geldi. Kosova IMF’nin telkinleri ile ya kendi kendine sıkı bir kemer sıkma politikası uygulayacak ya da mevcut olan rezervlerinin nerdeyse tamamını harcayacak. Rezervlerin harcanması durumunda ise uluslar arası finans kuruluşlarıyla uzlaşma ihtimali azalırken, bir sonraki yıl için ekonomik kriz sinyalleri artıyor. Hükümet bir yandan ekonomik kalkınma planı üzerinde dururken öte yandan imajını düzeltmek zorunda. Şimdilik Kosova ‘sorumsuzlar’ listesine alındı. ” IMF ile İşbirliği En Az Düzeye İndirildi Uluslar arası Para Fonu IMF uzmanları, Mayıs ayında Kosova’nın bütçe tablolarında yaptıkları incelemeler sonucu Kosova makamları ile uzlaşmaya varamadıklarını açıkladılar. IMF ile Temmuz 2010’da yapılan stand-by anlaşması da böylece askıya alındı. Söz konusu 18 aylık anlaşma ile Kosova’nın mali istikrar kazanması ve rezervlerini artırması öngörülüyordu. IMF uzmanları yaptıkları incelemeler sonucu, Kosova hükümetinin açık vererek tutarsızca harcama yaptığı sonucuna vardı. 1 Haziran 2011 tarihinde açıkladıkları karar ile IMF, Kosova, ilişkilerini gözlemci durumuna çekti. “Staff Monitoring Program” olarak adlandırılan gözlemci misyonun görevi sadece tasarruf tedbirleri konusunda danışmanlık yapmak olarak tanımlanıyor. Kosova’nın IMF danışmanlığında kendi üreteceği kemer sıkma politikalarının başarılı olması durumunda 2012 yılında IMF ile yeniden müzakere etme imkanı olacak. IMF, Kosova’ya ilişkin kararında, hükümetin 2008 yılından itibaren yüksek açık vermekte olduğuna, kamu varlıklarını satmakta ve açığı dış yardımlarla gelen hazır para ile kapatmaya çalışmakta olduğuna dikkat çekti. Anlaşmanın askıya alınmasıyla Kosova için IMF ve Dünya Bankasından 150 Milyon €’ya yakın öngörülen finansman desteğinin gelmeyeceği kesinleşti. Öte yandan Kosova bu uygulamalar ile sorumsuz ülkeler listesine girmiş oldu. Kosova’nın 2011 bütçesinde öngörülen toplam 226 Milyon €’luk açığın, IMF, Dünya Bankası ve diğer donörlerden giderilmesi planlanıyordu. IMF ile uzlaşmaya varılamamasının etkisi diğer uluslar arası donör veya finans kuruluşları tarafından da dikkate alınıp verilen taahhütler yerine getirilmezse Avrupa Komisyonu gibi çeşitli kurumlardan gelecek 70 milyon €’luk desteğin de gelmemesi durumunu doğuracak. Bu durumda Kosova’nın 2010 yılı itibariyle bulunan 244 Milyon €’luk rezervlerinin kullanılmasına sıra gelecek. Oysa IMF uzmanları, Kosova’nın Merkez Bankasında en az 300 Milyon €’luk bir rezervin daim olması gerektiğini ileri sürüyor ve 2012’de olası bir anlaşma yapmak için de rezervlere dokunulmamasını şart koşuyor. Haber Analiz paradigma/haziran 2011 ekonomik kalkınma planı, hükümetin ilk toplantısında kabul edildi. Kalkınma Planı ne öngörüyor; Uzmanlar ne diyor? Rezervlerin harcanması durumunda IMF ile anlaşma yapılamayacak. Bu durumda Kosova’nın 2012’de ekonomik kriz ilan etmesi beklenecek. Krizre Karşı Plan: Bansko Planı Kosova, sinyalleri alınan ekonomik krizden korunmak için ekonomiyi ve yatırımları canlandırma strateji ve politikaları üretmeye çalışıyor. Amerika Birleşik Devletleri Priştine Büyükelçiliğinin inisiyatifi ile hükümetin ekonomik konularla ilgili 6 Bakanı Bulgaristan’ın Bansko tatil kasabasında ekonomik kalkınma planı ve stratejisi hazırlamak üzere toplandı. Devlet bütçesi, altyapı, tarımcılık, enerji, madenler, özelleştirme, iş ortamının iyileştirilmesi ve yap işlet devret modelleri ile yabancı yatırımcının çekilmesi gibi konuların görüşüldüğü toplantı, ABD elçiliğinin yanı sıra Dünya Bankası, Avrupa Komisyonu ve USAID tarafından da desteklendi. Toplantıya daha sonra Başbakan Hashim Thaçi de katıldı. Stratejiyi hazırlayan bakanlar arasında ise Sanayi ve Ticaret Bakanı Mimoza Kusari-Lila, Maliye Bakanı Bedri Hamza, Ekonomik Kalkınma Bakanı Besim Beqaj, Tarım Bakanı Blerand Stavileci, AB Entegrasyonları Bakanı Vlora Çitaku ve Altyapı Bakanı Fehmi Mujota yer aldı. Başbakan Yardımcısı, Sanayi ve Ticaret Bakanı Mimoza Kusari – Lila, toplantıda bakanların kendi sahaları hakkında gelişmeleri ve mevcut durumu somut göstergelerle anlattıklarını ve 4-5 yıllık öngörülerini ortaya koyduklarını söyledi. Somut plan ve projeler üzerinde durulduğu 2011-2014 Kosova hükümeti 2011 – 2014 yılı ekonomik kalkınma önceliklerinin özel sektöre dayalı ekonomik kalkınmaya dayandığını açıkladı. Başbakan Hashim Thaçi, planın hazırlanmasında katkı sunan Amerikan hükümeti, USAID, Avrupa Komisyonu ve Dünya Bankası gibi kurumlara teşekkür etti. Kosova’nın krizi atlattığını söyleyen Başbakan Thaçi, ekonominin iyi analiz edildiğini ve büyümenin %7-8, işsizlik oranındaki düşüşün ise %810 arasında beklendiğini iddia etti. Öte yandan hükümetin kabul ettiği plan, ekonomi uzmanları tarafından olumlu olarak değerlendirilmekle birlikte, gerçekçi bulunmadı. Ekonomik kalkınma uzmanı İbrahim Hoxha, her yıl %7-8 büyüme ve işsizlikte %8-10 oranında düşüş öngören planın somut projelerle desteklenmesi gerektiğini söyledi. Ekonomi fakültesi hocası Musa Limani ise planın uygulanabilirliği konusunda kuşkulu olduğunu dile getirdi. Kosova Ekonomi Odası (OEK) Genel Sekreteri Berat Rukiqi ise, ekonomik kalkınma planının öngörülen isteklere değil, realiteye dayanması gerektiğini söyledi. Rukiçi “Realite kalkınma vizyonunun olmadığı yönünde… Planın bunu da öngörmesi gerekir. Hükümet, desteklenecek öncelikleri belirleyebilmiş değil” diye konuştu. Ekonomi uzmanlarından gelen uyarılar arasında reformların yapılması ve teşvik politikalarının geliştirilmesi, bu düzenlemeler için yasa taslaklarının hazırlanması ve kamuoyu ile paylaşılması gerektiği yer aldı. Muhalefet Hükümeti Plansızlıkla Suçladı Mecliste en sert muhalefeti yapan Vetëvendosje hareketi, hükümetin şu ana kadar bir planının olmadığının en iyi kanıtı olarak Bulgaristan’da IMF, Kosova ile anlaşmayı askıya aldı. 200 Milyon Avroluk bir destekten Kosova’nın yararlanamayacağı kesinleşti. 2012’de Kosova’da ekonomik kriz bekleniyor. yapmaya çalıştıkları planı gösterdi. Vetëvendosje’nin açıklamasında “Bulgaristan’da böyle bir toplantı ile bir ekonomik kalkınma programının hazırlanmaya çalışılması her şeyden önce Thaçi hükümetinin, bir planı ve programı olmadan Meclis tarafından seçildiğini gösterir. Hükümetin ayrıca net bir ekonomik ajandasının olmadığının kanıtıdır” dendi. Vetëvendosje Hareketinin lideri Albin Kurti “30 aydır ekonomi için hiçbir şey yapamayanların 4 günde kayak merkezinde plan yapması mümkün değildir” diye konuştu. Vetëvendosje ayrıca hükümetin ekonomi politikalarının planlı bir politika olarak değil, rast gele kararlar olarak alındığını ve isabetli olmadığını ileri sürerek, PTK özelleştirilmesi, otoyol inşaatı ve bütçe kalemlerinin hep gelişigüzel olarak gündem geldiğini iddia etti. Hükümet Gelişmeleri Olarak Lanse Ediyor ‘Başarı’ Hükümetin 2011’in ikinci yarısında kemer sıkma politikalarında ve yabancı yatırımcıyı çekme ile özel sektöre dayalı büyüme öngörülerinde başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek. Ancak ekonomik göstergeler, beklenen başarının gerisinde kalınacağı yönünde. Thaçi hükümeti ise, IMF açıklamaları ile her ne kadar çelişse de gelişmeleri bir başarı olarak lanse etmeye devam ediyor. Aşağı yukarı aynı saatlerde yapılan açıklamalarda, IMF olumsuz eleştiriler sarf edip, standby anlaşmasının yükümlülüklerinin yerine getirilmeyip askıya alındığını ve Kosova ile ilişkilerin an az seviyeye çekildiğini bildirirken, Başbakan Hashim Thaçi, IMF ile işbirliğine devam kararı aldıklarını ve kararlı – istikrarlı mali politikalar uygulamaya devam edeceklerini ileri sürdü. 15 16 paradigma/haziran 2011 Haber Analiz Kosova BM Konferansında Temsil Edildi Paradigma 9 – 11 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen 4’üncü En Az Kalkınmış Ülkeler Konferansı’na Kosova Başbakanı Hashim Thaçi de katıldı.Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanının daveti üzerine konferansa katılan Thaçi, konferans süresince BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Türkiye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan’la görüşme gerçekleştirdi. Thaçi ayrıca Kosova’yı henüz tanımamış ülke temsilcileriyle bir araya gelerek tanınma talep etti. kişi varken, uluslararası toplumun geri kalanı bu kişilerin acılarına gözlerini kapatamaz, bunları ihmal edemez. Bu çok alarm verici bir durumdur. Sadece ahlaki açıdan değil, aynı zamanda siyasi açıdan da alarm verici bir durumdur. İletişim çağındayken herkes, dünyanın diğer köşelerindeki yaşam koşullarını takip edebilmekte ve görebilmekte. En az gelişmiş ülkelerin dünyanın geri kalanından her gün uzaklaştığı gerçektir. Aslında bu kısır döngüyü kırmanın zamanının geldiğini ifade etmek lazım” dedi. 10 yılda bir yapılan ve bu yıl dördüncüsü düzenlenen konferansa, devlet ve hükümet başkanları, bakanlar, parlamenterler, özel sektör temsilcileri, akademisyenler ile sivil toplum örgütü temsilcilerinden oluşan, yaklaşık 10 bin kişi katıldı. “Türkiye’nin Kalkınma Konusunda Sağladiği Yardım Yılda 2 Milyar Dolara Yaklaştı” İstanbul Lutfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılan konferans BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un konuşması ile başladı. Moon konuşmasında dünyada fakir-zengin ayrımının giderek arttığını belirtti ve çözüm için birlikte çalışılması gerektiğini vurguladı. Konferans başkanı olarak Abdullah Gül yaptığı konuşmada “1971 yılında 25 en az gelişmiş ülke varken bugün rakam 48’e çıkmıştır. Sadece 3 ülke bu kapsamın dışına çıkmayı başarmıştır. Bu durum, bu şekilde devam edemez ve sürdürülemez. Günde 1 dolardan daha az gelirle yaşayan 1 milyardan fazla Konuşmasında güney-kuzey arasındaki iş birliği üzerinde de duran Cumhurbaşkanı Gül, “Yıllar içinde bu iş birliği, teknik bir iş birliği programından daha çok etkin bir kalkınma stratejisi haline gelmiş durumda. Bugün uluslararası kalkınma gündeminde gerçekten çok önemli bir rol oynuyor ve gelişmekte olan ülkeler arasında tam ortaklığın gelişmesini öngörüyor. Türkiye, güney-güney iş birliğinin çok önemli bir destekçisi. G-20’nin bir üyesi olarak, Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini sürdüren bir ülke olarak Türkiye, gerçekten en az gelişmiş ülkelerde fakirlikle mücadele konusundaki çalışmalarda, elinden geleni yapmaktadır. En az gelişmiş ülkelere vermiş olduğumuz sözü yerine getirebilmek amacıyla bizler, resmî kalkınma yardımımızı arttırdık son yıllarda. Türk sivil toplum örgütlerinin desteğiyle, kalkınma konusunda Haber Analiz paradigma/haziran 2011 sağladığımız yardım yılda 2 milyar dolara yaklaşmış durumda” diye konuştu. Thaçi’nin Temasları Kosova başbakanı Hashim Thaçi ise BM’nin örgütlediği bu konferansa Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın özel daveti üzerine katıldı. Thaçi bu konferansta özellikle Kosova’yı henüz tanımamış olan devlet yetkilileri ile bir araya gelme fırsatı buldu. Thaçi temaslarında Kosova’nın bağımsızlığının bölge istikrarına katkı sunduğunu vurguladı ve tanınma talep etti. Thaçi temasları çerçevesinde BM Genel Sekreteri ban Ki Moon ile bir araya geldi. Görüşmeden sonra Moon açıklama yapmazken Thaçi BM Genel Sekreteri’ne Kosova’da yaşanan gelişmeler hakkında bilgi verdiğini vurguladı. Thaçi ayrıca Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakanı Recep Tayyip erdoğan’la bir araya geldi. Taraflar görüşmede işbirliğini artırma niyetlerini belirttiler. Thaçi Türkiye’ye her alanda Kosova’ya sunduğu katkılardan dolayı teşekkür ederken Türk işadamlarını Kosova’ya davet etti. Türkiye başbakanı erdoğan ise Kosova’ya desteklerinin devam edeceğini ve Kosova’nın bölgede hızlı kalkınması için ellerinden geleni yapacaklarını vurguladı. Thaçi daha sonra Nepal Başbakanı Jhala Nath Khanal, Çad Başbakanı Emanuel Nedingar, Tanzanya Başkan Yardımcısı Muhamed Khaba Gharb Bilal, Etiyopya ve saire ülke temsilcileri ile bir araya geldi. Thaçi görüşmelerde Kosova’nın tanınmasını talep ederken yetkililerden konuyla ilgilenecekleri sözünü aldığını belirtti. Kosova basını özel davetle de olsa Kosova’nın BM’nin düzenlediği bir toplantıya katılmasının çnemine dikkat çekerken Türkiye’nin her alanda Kosova’yı uluslararası camia ile temasa getirme çabası güttüğünü vurguladı. Kosova ve Türkiye Adalet Alanında İşbirliğini Geliştiriyor Paradigma Kosova ziyaretini gerçekleştiren Türkiye Adalet bakanı Ahmet Kahraman, Kosova Adalet Bakanı Hajredin Kuçi ile 3 anlaşma imzaladı. Anlaşmalar mahkemeler arası işbirliği, cezalıların iadesi gibi konuları içeriyor. Meslektaşı Hajredin Kuçi ile 3 ayrı anlaşmayı imzalayan Türkiye adalet Bakanı Kahraman imza töreninden sonar yaptığı açıklamada bu anlaşmaların Kosova ve Türk vatandaşlarının daha huzurlu bir ortamda yaşamasına fırsat tanıyacağını vurguladı. Kahraman “Her iki ülke halkının hem Kosova’da hem Türkiye’de yaşamaları daha güvenceli daha kaliteli daha hukuki hale getirilmiştir” dedi. Kosova Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hajredin Kuçi ise yaptığı açıklamada, iki ülke hükümetlerinin karşılıklı olarak bu yönde irade göstermesi akabinde uzun süreli hazırlıkların ardından, iki ülke arasında adli alanındaki işbirliğini ilerletecek anlaşmaların imzaladığını belirtti. Bakan Kuçi, insan, mal, sermaye ve fikir dolaşımının yoğun olduğu iki ülke arasında hukuki işbirliğinin önemine değindi. 2 günlük Kosova ziyaretini tamamlayan Türkiye Adalet Bakanı Ahmet Kahraman, Kosova temasları çerçevesinde, Kosova Meclis Başkanı Jakup Krasniqi ve Başbakan Hashim Thaçi tarafından da kabul edildi. Türkiye’nin Priştine Büyükelçisi Songül Ozan’ın da katıldığı görüşmelerde Kahraman Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Mahir Yağcılar ile de biraraya geldi. 17 18 paradigma/haziran 2011 Haber Analiz Balkanlar Daha Fazla Bölünebilir Mi? Paradigma tarafı Kosova’nın bölünmesini gündeme getirdi. Kosova sert tepki verdi. Kosova kökenli “ Sırbistan Sırp İçişleri Bakanı İvica Daçiç, Kosova’nın Sırbistan ile Arnavutluk arasında paylaşılması gerektiğini ileri sürdü. Kosova Başbakan Yardımcısı ve müzakereci Edita Tahiri ise, konuyu eski Sırp hegemonyasının bir düşünce ürünü olarak değerlendirdi. ” Kosova’nın bölünme fikri veya Arnavutluk’la birleşme fikri zaman zaman çeşitli çevrelerce işlense bile, doğuracağı sonuçlar dikkate alınınca sert tepkiler ile karşılaşıyor. Eski Yugoslavya’nın dağılım sürecinde ortaya atılan ve bugüne kadar ihlal edilmeyen ilkelerden biri olan sınırların değişmezliği konusu ihlal edilirse bir domino etkisi yaratmasından korkuluyor. Öte yandan tek etnikli homojen devletler kurma hayali devam ediyor. Kosova ile diyalog sürecinde Sırbistan tarafının müzakerecisi Borko Stefanoviç, Kosova’nın ortaya koyduğu tek taraflı bağımsızlık ilanının, Belgrat tarafından kabul edilmesini beklemesinin Sırbistan açısından çok geçerli olmadığını ifade ederek, karşı tarafın da çözüm odaklı düşünmesi gerektiğini ve Sırp tarafı olarak Kosova’nın bölünmesi dahil her konuyu müzakere etmeye hazır olduklarını dile getirdi. Stefanoviç’in bu açıklaması, aynı zamanda Kosova kökenli olan Sırbistan İçişleri Bakanı İvica Daçiç tarafından daha da ileri boyuta götürülerek, Kosova’nın Arnavutluk ile Sırbistan arasında paylaşılmasının mantıklı olduğu iddia edildi. Kosova Defteri Kapanmıştır Sırbistan tarafından yapılan bu açıklamalara Kosova’dan tepkiler geldi. Başbakan Hashim Thaçi, Sırp üst düzey liderleri tarafından gündeme getirilen Kosova’nın bölünmesi ve Arnavutluk’la paylaşılması fikrine sert tepki gösterdi. Thaçi, 1 Haziranda düzenlenen hükümet toplantısında son günlerde gündemde tutulmaya çalışılan Kosova’yı bölme konusuna son noktayı koymak üzere sert ve net açıklamalar yaptı. Başbakan Thaçi, “Tekrar vurgulamak gerekir ki Kosova hiçbir durum ve hiçbir bedel karşılığında bölünemez; toprak değiş tokuşu veya paylaşımı yapılamaz; sınır değişikliği olamaz” diye konuştu. Mitroviça’nın kuzey bölgesine bir özerkliğin verilmesinin söz konusu olamayacağını ifade eden Thaçi, mümkün olan tek şeyin tüm etnik toplulukları kapsayacak entegrasyon olduğunu dile getirdi. Kosova’nın bağımsızlığı, elde edilebilecek minimum bir değer olduğuna dikkat çeken Thaçi, Belgrat yönetiminin, kuzey Haber Analiz paradigma/haziran 2011 Sırp Hükümeti Bölme Politikaları Olmadığını Duyurdu! Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga Polonya’da düzenlenen Orta Avrupa Liderleri Zirvesi’ne giderken açıklama yaptı. Jahjaga: “Kosova bu duruma kendi halkının iradesi ve uluslararası toplumun desteği ile gelmiştir. Sınırlarda değişiklik asla olmayacak”. Mitroviça’daki Sırplara, Kosova vatandaşı olduklarını anlatması ve başkentlerinin Priştine olduğunu bilmesi gerektiğini belirtti. Thaçi ancak Kosova’nın özellikle kuzeyinde yaşayan Sırpların, bağımsızlıktan bu yana 3 yılın geçmesine rağmen bölge ile entegre olmayı reddedip, Sırbistan anayasasına göre yapılanmalar içine girmekte, paralel kurumlar oluşturmakta ve Kosova’nın hukuki yapısını tanımamakta direndiklerine dikkat çekti. Bölünme Sırplar Gündeme Getirildi Tarafından İlk olarak Sırp müzakereci Borko Stefanoviç, bölünme iddiasını dile getirmişti. Sırbistan İçişleri Bakanı İvica Daçiç, konuyu genişletti ve realitenin bölünme olduğunu söyledi. Daçiç, bunu Priştine’nin de talep etmesi gerektiğini ifade ederek, savaş sırasında bu bölünmeyi gerçekleştirmek istediklerini ama başarılı olunamadığını ileri sürdü. Kosova’nın Sırbistan ve Arnavutluk arasında bölünmesinin en uygun çözüm olacağını dile getiren Daciç, Bosna Sırp Cumhuriyetinin de Sırbistan’a bağlanmasını istedi. Daçiç, “Bosna Sırp Cumhuriyeti yarın bir referandum ile Bosna Hersek’ten kopma kararı alırsa ne olacak? Bunlar aynı milletin insanları…” diye konuştu. Daçiç’e göre Sırbistan’ın en büyük hatası, Kosova’nın paylaşılması konusunun baştan beri Arnavutluk ile müzakere edilmiş olmaması… Bölünme Asla Olmayacak! Öte yandan Kosova Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga, Kosova’nın bugün geldiği durumun ve elde ettiği konumun, Kosova halkının iradesi ve uluslar arası toplumun desteği ile oluştuğuna dikkat çekerek bu yapının hiçbir şekilde bozulmayacağını söyledi. İtalya’nın başkenti Roma’da “çok etnikli şehir” adı altında düzenlenen uluslar arası bir konferansa katılan Jahjaga, Kosova’yı oluşturan iradenin demokratikleşme yolunda gittiğini, tüm etnik, bireysel ve kolektif hakları içerdiğini dile getirerek bölünmeye karşı net olarak hayır mesajını verdi. Sırbistan ile yapılan diyalogun müzakerecisi Başbakan Yardımcısı Edita Tahiri ise “Bölünme, müzakerelerin konusu değil ve asla olmayacak” diyerek Sırp tarafının dile getirmeye çalıştığı bu görüşü eski Sırp hegemonyacı görüş olarak niteledi. Kamuoyunda yapılan tartışmaların ardından Sırbistan hükümeti, Kosova’nın bölünmesi konusunda bir açıklama yaptı. Sırp hükümeti, Kosova’nın bölünmesi konusunu hiçbir zaman gündeme almadıklarını ve görüşmediklerini açıkladı. Politikacıların kişisel görüşlerini açıklamalarını engellemeyecekleri ifade edilen açıklamada, Belgrat’ın gündeminde bölünmenin olmadığı duyuruldu. Sırp hükümeti, Kosova’yı kendi anayasal düzenleri çerçevesinde korumaya yönelik politika yürüttüklerini ileri sürdü. Balkanlar daha fazla bölünebilir mi? Altı cumhuriyet ve iki özerk bölgeden oluşan eski Yugoslavya’nın içinden 7 ülke çıktı. Hala bölünme riski olan bölgeler mevcut. Sadece ülkelerin değil, milletlerin de iç içe geçtiği Balkanlarda her bölünmenin ardından yeni kutuplar oluşuyor. Bu yüzden Balkanlarda etnik temelli bir bölünmenin sonuç getirmeyeceği üzerinde duruluyor. Ancak zaman zaman etnik temelli bölünme tezlerini ortaya atan kurum veya bilim adamları da mevcut. Kosova’nın tek taraflı olarak bağımsızlık ilanı ve ardından uluslararası toplumca kabul edilişlerinde her daim Kosova’nın kendine münhasır bir uygulama olduğu ve başka ülkeler için emsal teşkil etmeyeceği dile getirildi. Ancak Kosova’yı örnek gösterip bölünme eğilimleri gösteren bölgeler veya hareketler de yok deği 19 20 paradigma/haziran 2011 Makale Balkanların Fethinden Bugüne Kosova Sultan Murad Hüdâvendigâr Türbesi Neval Konuk Meşhed-i Hüdâvendigâr Türbesi, makam türbesi olarak Priştine-Vıçıtırn yolunun sağ tarafında, Priştine’den 6km. uzaklıkta, Sultan Murat Hüdâvendigâr’ın Kosova Ovasında şehit olduğu yerde inşa edilmiştir. Türbenin, ilk olarak Yıldırım Beyazıt döneminde inşa edildiği tahmin edilmektedir. Osmanlıların Balkanlardaki durumunu tayin edecek Kosova Savaşı, Sırp kaynaklarına göre 20 Haziran 1389’da, bizim kaynaklarımızda ise 10 Ağustos 1389 Salı günü (hicrî 16 Şaban 791) yapılmıştır. Hoca Sa’deddin ve Hayrullah Efendi bu tarihi 27 Ağustos olarak vermektedirler. Ordunun sağ kolunda Kütahya ve Hamid Sancak Beyi Bâyezid kumandasında Rumeli Beylerbeyisi Kara Timurtaş Paşa, Evrenos Bey ile diğer tecrübeli kumandanlar, sol kolda ise Karesi Sancak Beyi Yakub Çelebi kumandasında Anadolu Beylerbeyisi Saruca Paşa ile Germiyan, Hamid, Teke, Menteşe ve Aydın kuvvetleri yer almakta idi. Merkezde ise padişah bulunuyordu. Ayrıca ordunun sağ ve sol kanatları önüne biner okçu konulmuştu. Veziriazam Ali Paşa, Pâdişah’ın yanında yer almıştı. Savaşa katılan tarafların kuvvetlerinin sayısı hakkında kaynaklarda kesin ve ittifakla kaydedilen bir rakama rastlanmamaktadır . Ancak, Osmanlı kaynakları düşman ordusunun çok kalabalık olduğunu ifade ederler. Hoca Sa’deddin, Bosna, Macar, Eflâk, Arnavud, Boğdan, Slav kavimlerinin, Sırplarla anlaşarak iki yüz bin kişilik bir ehl-i salib ordusu olduklarını belirtir . Neşrî’de daha mübalağlı rakam olarak düşman ordusunun üç yüz bin kişi olduğunu kaydeder .Müneccimbaşı ise, her iki ordunun asker sayısını değişik bir benzetmeyle şöyle ifade eder: “Küffâr ordusu bu büyük kalabalıkla savaş yerine vardı. Müslümanlar bu orduya karşı siyah bir sığırın vücudundaki nokta kadar olan beyaz bir benek misali idiler”. Hammer de düşman ordusunun Osmanlı ordusundan kat kat fazla olduğunu belirterek Sultan’ın bundan dolayı endişeye kapıldığını kaydeder . Neşrî ve Müneccimbaşı da bu endişeden söz ederler . Oruç Bey’in Osmanlı ordusunun (60.000) altmış bin kişiden ibaret olduğunu kaydetmesi, Hoca Makale paradigma/haziran 2011 bıçaklandığı yerde şehid olduğunu, devlet erkânı tarafından çadıra çağrılan Bayezıd’ın tahta çıkarıldığını yazmaktadır . Sultan Murad Hüdâvendigâr’ın Sırp Miloş Obiliç tarafından şehid edilmesi üzerine cesedi tahnid (ölüyü bozulmaması için belirli formül dahilinde ilaçlama) edilerek, Bursa Çekirge’de yaptırmış olduğu türbesine defnedilmiştir . İç organları ise, vefat ettiği yerde, oğlu Yıldırım Bayezıd tarafından inşa edilen ilk türbeye gömülmüştür. Sa’deddin’in düşmanın sayısı için verdiği 200.000 rakamını doğrular niteliktedir. Solak-zâde de düşman ordusunun İslâm ordusunun beş misli olduğunu belirtir ve bu konuda bir rakam vermez . Sultan Murad’ın savaştan önce Allah’a yakarışı ve ettiği dua, Mehmed Neşrî Efendi’nin Kitab-ı Cihan-Numâ’sında şöyle dile getirilmiştir: “Murad Hân Gazi, herkes yattıktan sonra abdest aldı. İki rek’at hâcet namazı kıldı. Yüzünü toprak üzerine koydu. O karanlık gecede cân ve gönülden Hak Taâlâ Hazreti’ne yakardı: -İlâhi, dedi; bunca kerre hazretine duâmı kabûl eyle. Bir yağmur verip bu karanlığı ve tozu def’et. Âlemi nûrânî kıl. Tâ ki kâfir leşkerini iyice görüp yüz yüze cenk edebileyim. Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben dahi bir nâçiz kulunum. Benim fikrimi ve sırlarımı sen bilirsin. Mülk ve mal benim maksûdum değildir. Buraya mülk ve kul için gelmedim. Hemen hâlis ve muhlis senin rızânı isterim. Yârab! Beni bu Müslümanlar’a kurbân eyle. Tek bu mü’minleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme. Yâ İlâhî, bunca nüfûsun katline beni sebeb eyleme. Bunları mansûr ve muzaffer eyle. Onlar için ben cânımı kurbân ederim. Tek sen kabûl eyle. Askerim için teslîm-i rûh etmiye râzıyım. Tek bu mü’minlerin ölümünü bana gösterme. İlâhî, beni civarında mihmân edip, mü’minler uğruna beni fedâ kıl. Evvvelce beni gazi kıldın, şimdi şehâdet nasîb et! Çünkü Sultan Murad Gazi bu resmile baş açıp yüz yere koyup duâ kıldı, Hak Sübhânehu Taâlâ duasın müstecâb kıldı. Hemân gökyüzünü bir bulut çevirdi. Yağmur, gökyüzünü rahmete boğdu . ” Türk ordusunun gösterdiği kahramanlık ve savaş planın mükemmelliği sayesinde üstün düşman kuvvetleri bozuldu . Sekiz saat süren savaştan sonra, düşman tam bir bozguna uğradı. Savaş sonrasında Sultan Murad galibiyet şükranesi olarak, savaş meydanını dolaşıp otağına gelirken, bazı kaynaklarda yaralı bir Sırp asilzadesi olan Miloş Obiliç (Kabiloviç), bazı kaynaklarda ise Miloş adlı bir Sırp asilzâdesi tarafından, henüz savaş bitmeden Müslüman olduğu bahanesiyle, padişaha yaklaşıp at üzerinde iken zehirli bir bıçakla hançerlendiği kayıtlıdır . Miloş, hükümdarın çevresindeki askerlerce o esnada yakalanarak parçalanmıştır. Buna karşılık Sultan Murad ağır yaralı olmasına rağmen savaşı sonuna kadar idare etmiş, öleceğini anlayınca da büyük oğlu Şehzâde Bayezıd’ı çağırıp, devlet erkânının da tasvibiyle hükümdarlığı ona bırakmıştır. Neşrî, padişahın Meşhed-i Hüdâvendigâr Türbesi’nin orijinal hâlini bilmiyoruz. Rumeli’nin bir çok yerinde görülen fetih-şehidlerinin türbeleri gibi dört paye üzerine atılmış dört kemerden ve bunlara oturan bir kubbeden ibaret açık bir türbe olması pekala ihtimal dahilindedir . Dört payeye oturan, dört kemer tarafından taşınan bir kubbenin örttüğü bu açık türbe, sonraları kemerlerin aralarının doldurulması suretiyle dört köşe bir türbe hâline getirilmiştir. Ancak farklı dönemlerde, yapının değişik onarımlardan geçtiği bilinmektedir. Türbe, ilk olarak Melek Ahmet Paşa’nın Rumeli Beylerbeyliği döneminde, 17.yüzyılın ikinci yarısında geniş çaplı bir onarımdan geçmiştir. 1660 yılına doğru Evliya Çelebi, Sadrazam Melek Ahmed Paşa’nın yanında olarak türbeyi ziyaret ettiklerinde, türbenin bakımsız ve harabe durumunu görürler . Evliya Çelebi’nin tavsiyesi üzerine Melek Ahmed Paşa civardaki Müslüman halkına iki kese kuruş (1000 akçe) vermiş ve türbenin temizlenmesi için getirttiği reâyaya, bir hafta içinde, yüksek bir duvarla büyük bir kapı yaptırtmış ve yüzlerce çeşitli meyve fidanı diktirtmiştir. Ayrıca bir kuyu açılmış, türbeye bakmak için ailesiyle burada oturacak olan bir türbedar ve yeni kurulan vakfı denetlemek için civardaki yerlerde bulunan ileri gelen kişilerde nâzır olarak atanmışlardır. Bu tarihten sonra türbe, birkaç kez yine ihmale uğramışsa da, zaman 21 22 paradigma/haziran 2011 Makale zaman küçüklü büyüklü onarımlar görmüştür . 1848 yılında türbe esaslı bir şekilde onarılmış ve Sultan Abdülmecid (1839-1861)’in bir beratı ile aslen Buharalı olan Hacı Ali 300 kuruş maaşla türbedar olarak atanmıştır . Bugünkü türbedar, Fahri Türbedar’da bu soydan gelmektedir. Meşhed-i Hüdâvendigâr Türbesi’ni ziyaret edenlerin dinlenme ve barınmalarını sağlamak amacıyla Sultan II.Abdülhamid’in vermiş olduğu emir üzerine ‘Selamlık Binası’ olarak anılan iki katlı yapı, 1896 yılında tamamlanmıştır. Ayrıca türbenin bitişiğinde bir camii yapılması için Priştine sancağı mutasarrıfı Mustafa Rükneddin Bey’in, II.Abdülhamid’in iradesini elde etmek için yetkili mercilere başvurmuşsa da müsaade alamadığı anlaşılmaktadır . 1906 yılında ise I.Murad türbesiyle bitişiğinde bulunan ‘Selamlık Binası’nın 28.065 kuruş sarfiyle onarımı yapılmış ve II.Abdülhamid’in tahta çıktığı 1 Eylül tarihinde törenle açılmıştır. Türbe daha sonra, 1909 tarihli tamir kitabesinden de anlaşıldığı üzere, Sultan Reşad’ın 16 Haziran 1911’deki Kosova’yı ziyareti sırasında onarımdan geçmiştir . Türbede top atışları ile karşılanan Sultan, Balkanların Kâbe’si sayılan Meşhed-i Hüdâvendigâr’ı ziyaret eder . Ziyaretten önce Kosova Ovası’nda 20 bin veya 100bin kişi olarak tahmin edilen kalabalık bir toplulukla namaz kılınmış, özel olarak yapılan minberde Manastırlı İsmail Hakkı Efendi vaaz vermiş ve padişah beyannamesi okunmuştur . Ziyaret dolayısıyla türbe onarılmış, avlusu kesme taşla döşenmiş, yeni bir çeşme yaptırılmış, türbenin bugünkü tamir kitabesi konulmuş ve avluya Reşadiye Medresesi’nin temeli atılmıştır. Türbenin onarımına başlanıldığı 1911 yılında Kosova bölgesinin ileri gelenleri, Sultan Murad’ın şehid edildiği günün, millî gün olarak ilan edilmesi ve her yıl bütün Osmanlılar tarafından bu tarihte türbenin ziyaret edilmesini sağlamak için girişimde bulunmuşlardı . Ancak, bir yıl sonra çıkan Balkan Savaşı, bu girişimin gerçekleşmesini engellemiştir. 1912 yılında meydana gelen Balkan Savaşı’ndan sonra türbenin bakımını Sırbistan Hükümeti üzerine alır. 14 Mart 1914 tarihinde İstanbul’da Türkiye ve Sırbistan arasında imzalanan barış antlaşmasının 10.maddesi gereğince, türbenin bakımı ve onunla ilgili masraflar, Türk Hükümeti tarafından karşılanacaktı . Ancak, kısa bir süre sonra 1.Dünya Savaşı patlak verince, İstanbul Antlaşması da yürürlükten kaldırılır. 1.Dünya Savaşı sırasında olduğu gibi, 2.Dünya Savaşı sırasında da işgal kuvvetleri tarafından türbede bulunan bütün eşyalar yağmalanır . Türbe, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra Yugoslavya Devleti tarafından himaye altına alınmış ve 196061 yıllarında esaslı bir şekilde onarılmıştır. Türbe, dört sütuna oturan üstü kubbeli sundurması olan; kare planlı, kubbe ile örtülü bir yapıdır. Tamamen kesme taştan inşa edilen türbede; biri pencerelerin alt sövesinin altında, diğeri çatı hizasında olmak üzere iki silme çepeçevre yapıyı çevirmektedir. Türbenin, kübik kütlesinin üzerinde, kesme taştan sekiz köşeli bir kasnak yer almaktadır. Kurşunla kaplı kubbenin üzerinde, hilalli bir alem bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli kapı sundurması, kemerler ve sütun başlıkları Meşrutiyet devri üslûbundadır. Bununla birlikte Sultan Reşad’ın türbeyi ziyareti esnasında çekilen fotoğraflarda (Resim-1), sundurmada ki kemer aralarının camekanlarla kaplı olduğu ve kemer köşelikleri üzerinde kalemişi süslemelerin olduğu açıkça görülmektedir. Türbenin iç duvarları beyaz renkle badanalıdır. Kubbe içi ve kasnağında kalemişi süslemeler yer almaktadır. Düz yeşil renkli pûşîdeyle örtülü sanduka, kalebodurdan yapılmış bir platform üzerinde yükselmektedir. Türbenin zemininin döşemesinde ise; çeşitli halılar kullanılmıştır. 1990’lı yıllarda T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yapılan onarımda: türbe duvarlarına rast gele asılmış bulunan tablo, pano ve halı parçaları kaldırılmış; yanık türbe sanduka örtüleri; baş kısmındaki Arnavut fesi alınmış; sanduka civarındaki kilise şamdanları kaldırılmış; harap vaziyetteki avize sökülmüş; türbe başucundaki bağış köşesi dip köşeye taşınmış; yaklaşık yirmi beş yıldır boya-badana yapılmamış, türbenin iç duvar yüzeyleri (kubbe kasnağına kadar olan kısımların) Makale sıva tamirleri yapılmak suretiyle Horasan harcı rengine boyatılmış; Türkiye’den getirilen kumaş ve örtülerle sanduka kaplanmış; Arnavut fesi yerine, Konya’da yaptırılan, dönemin Osmanlı Sultan kavuğu konulmuş; sandukanın dört köşesine Osmanlı üslubunda yapılmış yüksek boylu şamdanlar yerleştirilmiş; sandukanın güney ve kuzeyine ahşap oymalı rahleler, Kur’an’ı Kerim’ler ve tesbihler konulmuş; türbe ziyaretçi defteri ve bu amaçla kullanılan ahşap kürsü sandukanın ayak ucuna alınmış; türbedeki otantik havayı bozan tül ve kumaş perdelerle, kornişler, yerlerdeki koyun postları kaldırılarak tekke görünümüne son verilmiş; türbe, bekçi kulübesi ve türbedar evinin tüm kırık camları değiştirilmiştir. Türbenin giriş kapısı üzerinde yer alan kitabe, talik hatla üç satır olarak ve iki sütun hâlinde yazılmıştır. Kitabe, türbede 1909 yılında yapılan tamire aittir. 120x20cm.ölçülerinde olan kitabenin manzum tarihinin şairi Şefket’tir. Kitabede ebced hesabıyla verilen tamir yılı, ‘ta’zim eyleriz’ cümlesiyle verilmektedir. Ebced hesabıyla, bu cümle hicrî 1327/ milâdî 1909 yılını göstermektedir. Kitabeden türbenin Sultan Reşad’ın türbeyi ziyaretinden iki sene önce tamir geçirdiği anlaşılmaktadır. Tamir kitabesinin transkripsiyonu şu şekildedir: “Pek harap olmuş idi türbe-i Şah-i Murad Emrü ferman eyledi tamirini Sultan Reşad Bir zafer tarihini yad ettiren millete Ruh-i pâk-i şad eden âlî himmete Arz edüp bu cevher-i tarihi ta’zim eyleriz Meşhedin ihyasını (Şevkat) sa’adet bekleriz . ” (Hicrî 1329 / Milâdî 1909) Türbenin haziresinde Hafız Mehmed Paşa ile Rifat Paşa’nın mezarları bulunmaktadır. Avlunun içinde giriş kapısının tam karşısındaki duvar da Sultan Reşad’ın bir çeşmesi, bir de dış paradigma/haziran 2011 üstlerinde başlık taklidi süslemeler bulunmaktadır. duvar yüzeyinde Ali Hacı (Selamlık) çeşmesi yer almaktadır. Sultan Murad Selamlık Binası, Sultan Murat Hüdâvendigâr’ın türbesi avlusunda 1896 yılında inşa edilmiştir. Yaptığımız incelemede Türbede, Sultan Abdülaziz’in beratıyla maaş karşılığı türbedarlık vazifesi verilen Buharalı Hacı Ali ailesi, günümüzde de bu görevini devam ettirmektedir ve selamlık binasında kalmaktadırlar. Yapının günümüzde acil onarıma ihtiyacı bulunmaktadır. Selamlık Binası üzerinde herhangi bir kitabe yer almamaktadır. Sultan Murad Türbesi haziresin de Hafız Mehmed Paşa ile Rifat Paşa’nın lahit şeklinde mezarları yer almaktadır. Mezar taşları, oldukça bakımlı durumdadır. Hafız Mehmed Paşa Mezarı, Sultan Murat Hüdâvendigâr’ın Kosova Ovasındaki makam türbesi haziresi batı köşesinde yer almaktadır. Mermerden ve lahit şeklinde olan Hafız Mehmed Paşa mezarı, taban mermeri ile 15cm. yükseklikteki bir kaide üzerinde bulunmaktadır . Mermer lahtin her yüzeyinde, taş işçiliği süslemeler mevcuttur. Mezarın üstü, yatay mermer taşıyla örtülüdür. Mezarın dörtgen kaide üzerinde yükselen baş ve ayak taşları silindir şeklindedir. Her iki taşın üst bölümlerinde güzel işlenmiş, çiçek motifleri yer alırken, Mezar taşının kitabesi, mermer üzerine sülüs ile yazılıdır. 16 satırdan oluşan kitabe, 103x33cm. ölçülerindedir. Manzum tarihin şairi Muhtar’dır. Hafız Mehmed Paşa Mezarı’nın kitabesinin transkripsiyonu şu şekildedir: “Allah –Bâkî Hafız-ı lafz-ı dilârâ-yı kelam-i ezelî Kosova vali vâlâsı Mehmed Paşa Dinine devletine padişah-ı zîşana Sıdk ile hizmete say’eyler idi subh ü meşâ Nûr-i iffet mütecelli idi dîdârından Pertev-i sıdk ü salâh idi yüzünden peyda Hangi bir memlekette olmuş idiyse me’mur Ol yeri eyler idi adi ile ma’mure sera Namını hayr ile ibka ederek âlemde Akibet eyledi gülzâ-ı na’îmi me’va Geçme, bir Fatiha kıl ruhuna yahu ihda Rahmetullahi aleyhi ve ala ehl-i beka Sevdiğim zât idi Muhtar dedim tarihin “Azim-i bezm-i bihişt oldu Mehmed Paşa Sene 1321” (Milâdî 1903 ). Rifat Paşa Mezarı, Sultan Murat Hüdâvendigâr’ın Kosova Ovasındaki makam türbesi haziresi güneybatı köşesinde yer almaktadır. Lahit şeklinde olan Rifat Paşa mezarı, 50cm. yükseklikteki kesme taştan bir kaide üzerinde bulunmaktadır. Mezarın üstü, yatay mermer taşıyla örtülüdür. Mezarın baş ve ayak taşları silindir şeklindedir. Taş işçiliğiyle, güzel işlenmiş bir vazo içinden yükselen bu taşlar, alt kısımlarda dar olurken, yukarıya doğru gittikçe genişlemektedir. Mezar taşının kitabesi, mermer üzerine sülüs ile yazılıdır. 10 satırdan oluşan kitabe, 130x35cm. ölçülerindedir. Rifat Paşa Mezarı’nın kitabesinin transkripsiyonu şu şekildedir: “Lâ ilâhe illallâh Muhammeden Resulallah 23 24 paradigma/haziran 2011 Mukaddema Silistre baş Kumandanı olup muahharen Sofya Ordu-yu Hümâyunu kumandanı İken Priştine’de irtihal-i dar-i bekâ eden efahim-i müşiran-ı kirâm-ı maal-i ittisamdan Rifat Paşa’nın ruhuna Fatiha Fî 22 Cemaziye’l-ahir Sene 1276” (Milâdî 1859 ). Sultan Murad (Ali Hacı) Selamlık Çeşmesi, türbenin arkasında yer alan Selamlık binası avlusunda yer almaktadır. Çeşme, Yakovalı Ali Hacı tarafından Hicrî 1316 / Milâdî 1898’de inşa ettirilmiştir. Çeşmenin, ön yüzü mermerden inşa edilmiştir. Tek lülesi olan çeşmenin, kurnası betondur. Lüle, kitabe üzerinde bulunmaktadır. Kitabe üzerinde bulunan niş üzerinde, saksı içerisinden uzanan dallar yer almaktadır. Kitabe ortasında da bitkisel bir süsleme bulunmaktadır. Türbeyi ziyaretimizde, çeşmenin gayet bakımsız durumda olduğunu gördük. Çeşmenin kitabesi, mermer üzerine sülüs ile yazılıdır. Kitabe, 40x28cm. ölçülerindedir . Çeşmenin kitabesinin transkripsiyonu şu şekildedir: “İhtiyacata muvaffak âsâr-ı hayriye vücuda getirmekle temeyyüz eden Priştine’de Yakovalı tüccar Ali Hacı bu mevki-i mukaddeste susuzluktan çekilen müşkülatı ref ile meslek ve ordu-yu celi-i hilafet penahiye muvaffak harekette bulunmuş ve Hüdâvendigâr Gazi hazretlerinin ruhuna şad etmiş olduğundan dolayı “Hayr” ile yad olunsa sezadır sene 1316” (Milâdî 1898). Sultan Reşad Çeşmesi, türbe avlu girişinin hemen arkasında, duvara bitişik olarak. Hicrî 1329/Milâdî 1911’de Sultan Reşad tarafından inşa ettirilmiştir. Çeşmenin, tamamı mermerden inşa edilmiştir. Tek lülesi olan çeşmenin, kurnası mermerdendir. Lüle, kitabenin altında bulunmaktadır. Çeşme, duvara dayalı bir ayna taşından oluşmaktadır. Ayna taşının her iki tarafında dörtgen şeklinde birer sütunu ve üstünde de yarım dairevi şeklinde bir üst nişi vardır. Türbeyi ziyaretimizde, çeşmenin çalıştığı gözlemlenmiştir. Çeşmenin kitabesi, mermer üzerine sülüs ile yazılıdır. Kitabe, 38x20cm. ölçülerindedir . Kitabenin manzum şairi Şefket’tir. Kitabedeki son satırdan ebced hesabıyla çeşmenin inşa tarihinin Hicrî 1329/Milâdî 1911 olduğu anlaşılmaktadır. Bundan da çeşmenin Sultan Reşad’ın Rumeli’yi ziyaretinden iki yıl sonra inşa edildiği ortaya çıkmaktadır. Çeşmenin kitabesinin transkripsiyonu şu şekildedir: “Şehriyar-ı zihimen şahin şah-ı âlî nejat Teşnigân-ı meşhed-i ab-ı keremle kıldı şad Eyledi ihya bu rana çeşmeyi Sultan Reşad Çıktı bir tarih-i Şevkat “feyzgah-ı ittihâd” sene 1329 (Milâdî 1911). Sultan Murad Türbesi’nin son restorasyonu ise, 26 Ağustos 2004 tarihinde Priştine’de imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kosova Geçici Özerk Yönetim Kurumlarını (Kosova Kültür, Gençlik ve Spor Bakanlığı) Temsil Eden Kosova’daki BM Geçici Yönetimi (UNMIK) Arasında Yapılan Kültürel İşbirliği Anlaşması” çerçevesinde gerçekleştirildi. Kosova’nın başkenti Priştine yakınında 1389 yılında Osmanlı ile Balkan milletleri koalisyonu ordularının çarpıştığı Birinci Kosova Meydan Muharebesi’nin yapıldığı Kosova Ovasındaki Sultan Murad Hüdâvendigâr Türbesi, çeşmeleri ile Selamlık binasının 1 Mayıs 2005 - 31 Aralık 2005 tarihleri arasında Türkiye Diyanet Vakfınca restorasyonu sırasında gerçekleştirilen inşaat çalışmaları bünyesinde ziyaretçiler için modern tuvaletler ve türbeyi koruyan türbedar ailesine ev yapıldı. Sultan Murad Türbesi’nin aslına uygun olarak onarılması için restorasyon Makale çalışmalarında 2 mimar, 1 inşaat mühendisi ve 20 kadar usta ve işçi görev yaptı. Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürlü¤ü tarafından finanse edilen restorasyon çalışmalarını, Mostar Köprüsü’nün restorasyonunu gerçekleştiren Erbu inşaat şirketi üstlendi. Restorasyon çalışmaları sonunda Sultan Murad Türbesi hak ettiği güzelliği ve tarihi önemini yeniden kazanmıştır . Yüzyıllar boyunca çeşitli bilginler ve araştırmacılar tarafından incelenen türbe, günümüzde Balkanlar’da Türk varlığının önemli, tarihî ve dinî bir sembolü hâlindedir. Meşhed-i Hüdâvendigâr Türbesi, Kosova dışında yaşayan Türkler ve Müslümanlar tarafından da önemli bir ziyaretgâhtır. Balkanların kapısını 1389 yılında yapılan Kosova Savaşı’nda iman ve bilek gücüyle açan, Osmanlı ordusu ile Sultan Murad’ın adaleti ve kahramanlığı daha sonra diğer milletler arasında destanlaşmıştır. Tarihçilerin çoğu, O’nun kumandanlığını yaptığı savaşları ve karakteri üzerinde uzun uzadıya durmuşlardır. Ünlü Osmanlı tarihi yazarı Hammer’in Sultan Murad’la ilgili sözleriyle yazımıza son veriyoruz: “Murat’ın hayatı, takma adları olan ‘Hüdâvendigâr’ve ‘Gazi’nin derin bir ifadesinden ibarettir. Cihad yolunda yorulmayan bir savaşçı, adaletli bir hükümdardır”. Makale paradigma/haziran 2011 Kosova’da Coğrafi Adların Türkçe Yazılışları Hakkında İsa Sülçevsi PÜ Filoloji Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü isasulcevci@gmail.com Coğrafi ad, resmi ve özel kullanım için, yeryüzünde, denizde, deniz altında ve yerküre dışında bir yeri, detay ya da alanı yanılmaya mahal vermeden gösteren adlara denir. Yazının başlığı ve bu tanımdan hareketle Kosova’daki yerleşim yerleri, akarsular, dağlar, ovalar ve diğer coğrafi yapıların Türkçe adlandırmaları üzerine durulmaya çalışılacaktır. Burada meselenin dil boyutu ön plana çıkarılıp özellikle yer adlarının (toponimlerin) belli bir kıstasa uydurulması yönünde bazı önerilere yer verilecektir. Günümüz Kosova’sında soydaşlarımızın önemli bir kısmı şehirlerde yaşamakta olup çağımızın getirdiği kitle iletişim imkânlarından yararlanabilmektedir. Başka dili konuşan insanlarla sosyal, ekonomik, idari ve siyasi gereksinimlerden dolayı sürekli bir temas halindedir. Bu olgu da ister istemez kültürel, sosyal, ideolojik ve dilsel etkileşimi beraberinde getirmektedir. Bu etkileşim sonucunda bazen farkında olmadan, bazen iletişimde pratiklik sağlamak kaygısından, başka dili konuşanlarla ortak iletişim kodlarını kullanmak isteyişinden insanlarımızın dilinde bir standartsızlık görülmektedir. Standartsızlık derken aynı olgu veya kavram için farklı adlandırmaların kullanılması düşünülmektedir. Sosyal varlık olan insanoğlu içinde yaşadığı insan kitlesi tarafından kabul edilmeyi, itibar görmeyi, iletişim ve ilişkide olmayı arzu etmektedir. Çok etnikli toplumlarda bunu sağlamak amacıyla kendine ait bazı değerleri, en azından kamusal alanda, ikinci plana itip ayrımcılıktan etkilenmemeye gayret etmektedir. Bunu her bireyin aynı ölçüde veya aynı şekilde yaptığını söylemek mümkün değil; ancak bu olgunun varlığı aşikârdır. Kamusal alandaki faaliyetler arttıkça bu alanda geçirilen sürenin yanı sıra iletişim sıklığı da artmaktadır. Dolayısıyla bu alanda daha çok vakit geçiren bir birey kendi özel hayatında daha çok dinlenme ihtiyacı duyuyor. Bunun sonucunda aile ortamında geçirdiği vakit azalırken kendine ait değerlere eğilmeye, onlarla ilgilenmeye, onları korumaya ve geliştirmeye vakti ve gücü azalıyor. Bir başka deyişle Kosova’da yaşayan Türk topluluğu mensupları Kosova toplumuna entegre olmaya gayret ettiği kadar, anadilini koruma ve zenginleştirme yolunda gayret sarf edemiyor (bu değerlendirmeyi entegrasyon karşıtı tutum olarak ele almamak gerekir). Türk toplumu Kosova’da uzun bir geçmişe sahiptir. Bu uzun geçmişi süresince kamusal yaşamı paylaştığı diğer millet ve dinlere mensup insanlarla kader ortaklığı yapmış, Anadolu’dan getirdiği kültür zenginliği ile günümüz Kosova kültürünün oluşmasına önemli katkılar sunmuştur. Osmanlı idaresi zamanında Kosova’nın çeşitli yerlerine yerleşen Türkler, kendi kültürlerini olduğu kadar burada bulup beraber yaşadıkları insanların dillerini, inançlarını, kültürlerini korumaya çalışmışlardır. Öyle ki konumuz olan coğrafi adlara herhangi bir müdahalede bulunulmamıştır. Bu olgu sade Kosova ile sınırlı değil, Osmanlı Devletinin hüküm sürdüğü her yerde eski coğrafi adların korunmasına özen gösterilmiştir. 25 26 paradigma/haziran 2011 Bunun en çarpıcı örneği Osmanlı Devletine başkent olmuş İstanbul adının Kostantinopolis > Stinpolis’ten gelmesidir. Tarih kaynaklarından herkesçe bilindiği üzere Kostantinopolis Kostantin Şehri anlamına geliyordu. Balkan ülkelerinde yaşayan milletlerin çoğunda kişi adlarını kısaltarak söyleme geleneği vardır. Dilbilim literatüründe kısaltılmış ve samimiyet ifade eden bu adlara hipokoristik denmektedir. Örneğin Aleksandır adının Sırpçadaki hipokoristiği Atso (Aco), Saşa gibi söyleyişleri olup Arnavutçada bu ad Lekë olarak kısaltılmıştır. Bazı Avrupa dillerinde de aynı ad Alex şeklini almıştır. Kostantinopolis’teki Kostantin adının da hipokoristiği Stin şeklinde olup Stinpolis zamanla bazı ses değişimlerine uğrayarak İstanbul şeklini almıştır. Osmanlı Devleti tarafından kurulan, geliştirilen yerleşim yerleri dışında kalanların adları genel olarak değiştirilmemiştir. Ancak Türkçenin ses düzenine uygun söyleyiş şekilleri benimsendiğinden bazen coğrafi adlar önemli ölçüde değişikliğe uğramışlardır. uydurulmuş coğrafi adların son veya son iki hecesinde belli kalıplar oluşturmuştur. Öyle ki bu kalıplara Türkçe karşılıklar uydurulmuştur. Örneğin, Karlovats > Karlofça, Ristovats > Ristofça örneklerinde olduğu gibi son kısmı -ovats olan yer adları Türkçeye -ofça uzantısıyla geçmiştir. Benzer şekilde Slavca -evo/-avo/-ovo uzantısıyla söylenen yer adları Türkçede -ova uzantısıyla söylenmiş ve yazılmışlardır. Örneğin, Soyevo>Soyova, Yanyevo>Yanova, Radovo>Radova gibi. Bundan başka -evats / -evtse uzantısıyla biten yer adları Türkçede -efçe uzantısıyla söylenmiştir. -(i)tsa uzantısı da -(i)çe ile karşılanmıştır. Kayıtlara bu şekilleriyle geçen coğrafi adların buradaki Osmanlı idaresi süresince anadili Türkçe olanların arasında söyleyişinin de aynı şekilde olması kuvvetle muhtemel. Balkan Savaşlarından sonra Osmanlı idaresinin son bulup Türkçenin baskın dil konumundan etkilenen dil konumuna düşmesinden sonra coğrafi adların Slavca söyleyişlerine bir yönelme olduğunu biliyoruz. Bu olayın bazen bir dil politikası çerçevesinde de kontrol edildiği olmuştur. Geçen yüzyılın 80’li yıllarında Makedonya’da Üsküp şehrine zorunlu olarak Skopje dendiğini, hatta ünlü Makedonya Türk şairi Necati Zekeriya’nın bir şiirinin başlığı “Sana Ne Desek Üsküp” iken “Sana Ne Desek Skopje” şeklinde değiştirildiği bile olmuştur. Balkanlarda ve daha dar çerçevede Kosova’da Türkçenin ses düzenini zorlayan coğrafi adlara sıkça rastlanır. Osmanlı idaresi çoğunlukla yerli halkın söyleyişini esas alarak yer adlarını kayda geçirmiştir. Arap alfabesiyle tutulan bu kayıtlarda fonetik kurallara uygun bir ünlü sistemi oturtulamamıştır. Bunun dışında Türkçede karşılığı olmayan kimi ünsüzlerin yerine söyleyiş açısından yakın olanları kullanılmıştır (ts>ç/sç). Ama çoğu örneklerde kısmi bir ünlü uyumu düzeni oturtulmaya çalışılmıştır. Bu uyum Türkçenin ses düzeninden kaynaklandığından kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Etimolojisi Slavca olan veya son söyleyiş şekli Slavca ses düzenine Kosova’da Türkçe eğitim yaygınlaşmaya ve Türkçe resmiyet kazanmaya başladığı dönmelerde yetişen aydınların önemli bir kısmı bilim dili olarak Sırpçayı benimsemişler bu dilden çeşitli terimler aktarmaya başlamışlardır. Bu etki coğrafi adların yazılış ve söyleyişlerine de yansımıştır. Söz gelimi Saraybosna şehrinin adı, Sırpça Sarayevo olan şeklinden Sarayova olarak uyarlanmıştı. Fakat Makedonya’daki Ohri şehrinin ismini ünlü uyumuna uydurma kaygısıyla Ohru şeklinde yazıp söyleyenler de az değildi. 1999 savaşı sonrası Kosova’da yer adları konusunda ciddi bir keşmekeş hâkim. Arnavut topluluğuna mensup Kosovalı vatandaşlar aynı Yer adlarının Osmanlı Devletinde ve Türk kültüründe korunduğu ile ilgili örnekleri çoğaltmak mümkün. Kosova’daki yerleşim yerlerinin ve diğer coğrafi adların korunduğunu çeşitli Osmanlı kaynaklarında görüyoruz. Makale şehir, kasaba veya köy için farklı adları kullanmaya başladılar. Hatta kullandıkları yer adlarına göre vatandaşların siyasi parti tercihini bile tespit etmek mümkün oldu. Yerleşim yerlerine ad vermek keyfi bir uygulama oldu. Bu olgu basın organlarına da yansıdı. Dahası resmi kurumlarda bile farklı belgelerde yer adlarının farklı şekilleri kullanılmaya başladı. Slavca ses düzenine uydurulmuş coğrafi adların Arnavutça söyleyişlerinde de belli farklılıklar vardır. Örneğin Vitina kasabası Arnavutça Viti şeklinde gösterilmektedir. Tabi coğrafi adların kökeni ile ilgili herhangi bir şey söylemek niyetinde değiliz. Çünkü bu çalışmada durum tespiti yapıp kimi verilere dayanarak öneri sunmayı amaçlıyoruz. Bu dönemlerde Kosova’da Türkçe kitle iletişim araçlarının azlığına karşın bu kurumlarda üretilen haberlerde yer adlarıyla ilgili bir çeşitliliğin olduğunu görüyoruz. Arnavutçanın etkisinin hâkim olduğu bu zamanlarda yer adlarıyla ilgili sıkıntılar sadece Kosova’da yaşayan Türklere has değildir. Kosova’da yer adlarının standardizasyonu ile ilgilenen bir kurum olmadığından aynı yerleşim yeri için iki farklı adın kullanılmasının dışında, tek olarak kullanılan adların yazılış ve söyleyişlerinde de ciddi sıkıntılar bulunmaktadır. Hâlbuki Kosova’nın çok etnikli yapısı dikkate alınarak bu meseleleri çözecek bir kurumun bulunması gerekmektedir. Gerçi Kosova’da 10 yıl süreyle Birlemiş Milletler Geçici Yönetim Misyonu UNMIK buradaki yerleşim yerlerinin Arnavutça ve Sırpça adlarının olduğu bir liste yayımlamıştı ama bu listenin işin erbabı kişiler tarafından hazırlanmadığı barizdir. Nitekim Sırpça uzantısı -ovtse olan yerleşim yerlerinin adları Arnavutça ses düzenine uydurularak -oc (ots) şeklinde gösterilirken köken olarak aynı olan bir adın iki farklı şekilde yazıldığını tespit ettik: Vërbicë e Kmetovcit ve Kmetoc. Öte yandan bu adların Türkçe söyleyiş ve yazılışlarını belirleyen Makale paradigma/haziran 2011 herhangi bir kıstas belirlenmemiştir. Coğrafi adlar meselesinin önemli olduğu şüphesizdir. Bunun da kurumsal bir şekilde çözülmesi gerekir. Bu meselenin önemli olduğunu gösteren en güçlü argüman Birleşmiş Milletler Coğrafî Adlar Uzman Grubu (UNGEGN)’nun varlığıdır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından 23 Nisan 1959’da kurulan UNGEGN, iki yılda bir, ayrıca yaklaşık beş yılda bir gerçekleşen BM coğrafi isimler standardizasyon konferansından hemen önce veya hemen sonra toplanır. Bu mesele önemli olduğu kadar yasal bir sorumluluktur da. Kosova Cumhuriyeti Anayasası 59. Maddesi (5), (6), (8) ve (9) Fıkraları gereğince Kosova’da yaşayan topluluklar kamusal alanda kendi dillerini, alfabelerini kullanabilir ve topografya adlarının da Kosova’nın çok etnikli yapısına uygun şekilde gösterilmesi gerekmektedir. Bu anayasal hükümler coğrafi adların yazılış ve söyleyiş şekillerinin önemli husus olduğunu göstermekte olup, Kosova Devleti kurumları için bağlayıcıdır. Bu mesenlin kurumsal anlamda çözüme kavuşturulmasını beklemek Kosova Cumhuriyeti vatandaşı olarak anayasal hakkımızdır. Fakat bunu birilerinin gündeme getirmesi gerekmektedir. Fakat bu işler kurumsal anlamda bir çözüme kavuşana dek topluluk olarak ortak bir uzlaşma ile yer adlarının yazılış ve söyleyişinde bir standardizasyona gidebiliriz. Her ne kadar Kosova’da yaşayan Türk topluluğu Arnavutça ve Sırpça biliyor olmasından söyleyişte zorluk yaşamasa bile, yazılışta bu adların Türkçenin ses düzenine uygun bir şekilde gösterilmesi uygundur. Bu konuda yukarıda sayılan örneklerle ilgili Osmanlı kaynaklarında benimsenen uzantı değişiklikleri dikkate değerdir. Sonuç olarak Kosova’da yer adlarının yazılış ve söyleyişleriyle ilgili izlenecek yollar şöyle sıralanabilir: 1. Türk halkı içerisinde yazılışı ve söyleyişi gelenekselleşmiş şekilleri kullanmak; 2. Çok yaygın olmayan yer adlarını Osmanlı kayıtlarında benimsenen ses düzenine uyarlamak; 3. Osmanlı kayıtlarında bulunmayan yer adları için Kosova Yerel Hükümetleri Yönetme Bakanlığı, AGİT Kosova Misyonu, Merkez Seçim Komisyonu (KQZ), UNMIK kayıtları gibi kaynaklara dayanarak Türkçenin ses düzenine göre uyarlamak; 4. Bir önceki maddede Arnavutça ve Sırpça şekilleri farklı olup Osmanlı kayıtlarında bulunmayan ve halkımızca söyleyiş ve yazılışı gelenek halini almamış olan yer adlarından halkımızın benimseyeceği şekli Türkçenin ses düzenine göre uyarlamak. Yer adlarıyla ilgili bu mesenlin ele alınıp çözüme kavuşturulması Kosova’da Türkçeye sahip çıkan tüm şahıs, kurum ve kuruluşlar için Standart Türkiye Türkçesine yapılacak hizmetin yanı sıra, Kosova Türklüğüne de önemli katkı sunacaktır. KAYNAKÇA: 1. Başkan, Özcan, Bildirişim – İnsan Dili ve Ötesi, Multilingual, 2003 İstanbul 2. http://tr.wikipedia.org/ wiki/Birle%C5%9Fmi%C5%9F_ Milletler_Co%C4%9Frafi_ Adlar_i%C3%A7in_Uzmanlar_ Grubu (Erişim: 13.02.2011) 3. ht tp://unstats.un.org/ unsd/geoinfo/geog%20names%20 final.pdf (Erişim: 13.02.2011) 4. http://www.illeridaresi. gov.tr/default_B0.aspx?id=95 (Erişim: 13.02.2011) 5. h t t p : / / w w w . unmikonline.org/regulations/ unmikgazet te/03albanian/ A2004ads/ADA2004_23_annex. pdf (Erişim: 13.02.2011) 6. Kosova Cumhuriyeti Anayasası 7. Kosova Vilayeti Salnamesi 1896, Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları, 2000 İstanbul 8. Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kosova Vilayeti, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 2007 İstanbul 9. Sezen, Tahir, Osmanlı Yer Adları (alfabetik sırayla), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayın Nu:21, 2006 Ankara 27 28 paradigma/haziran 2011 Makale Ratko Mladiç’in Yakalanması: Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı Dr. Erhan Türbedar TEPAV Dış Politika Analisti erhan.turbedar@tepav.org.tr Sırp savaş suçlusu Ratko Mladiç’in tutuklandığına dair haber eski Yugoslavya coğrafyasındaki bütün dürüst insanları sevindirmiş olsa gerek. 1990’ların ilk yarısında Hırvatistan ve Bosna-Hersek’te Sırbistan için savaşan ve Sırplık uğruna binlerce insanın ölümüne neden olan Mladiç, yaklaşık 16 yıllık bir aradan sonra Sırbistan’da yakalandı. Mladiç Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesinde (ICTY) soykırım, insanlığa karşı suçlar ve savaş yasalarını ihlal etme suçlamalarıyla yargılanacak. Mladiç’in yakalanması gecikmeli de olsa, adaletin sağlanması bakımından önemlidir. Ancak Belgrad, Mladiç’in geçmiş yıllarda nerelerde gizlendiğini, ayrıca kimler tarafından desteklendiğini de aydınlatmalıdır. Mladiç’in Yakalanması Neden Gecikti? 1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna savaşının ilk ciddi sinyalleri, 14 Ekim 1991’de, Bosna-Hersek meclisinde yankılanmıştı. Meclis kürsüsünden seslenen Bosnalı Sırpların lideri Radovan Karaciç, “Bosna’yı cehenneme, Boşnakları ise yok olmaya gönderebilecekleri” tehdidinde bulunmuştu. 11 Temmuz 1995’te ise, Bosnalı Sırpların generali Ratko Mladiç kamera karşısında, “Türklerden intikam almanın zamanı geldiğini” duyurmuştu. Aşağı yukarı bu iki açıklamanın yapıldığı zaman aralığında Bosna’da yaşananlar, insanlık tarihinin en karanlık sayfaları arasında yer alıyor. Srebrenica soykırımı ise, 1992’nin ilkbaharında Boşnaklar üzerinde başlayan kıyımın trajik finali oldu. 2008 yılında yakalanan Radovan Karaciç şu anda ICTY’de yargılanıyor. Karaciç vakasına benzer bir şekilde Sırp yetkililer, Ratko Mladiç’in Sırbistan’da olduğuna dair suçlamaları yıllarca reddettikten sonra, bu savaş suçlusunu ülkelerinde yakaladıklarını duyurdu. Böylece, Mladiç’in hiçbir zaman tutuklanmayacağına, kendisine adaletin önünde hiçbir zaman hesabın sorulamayacağına dair efsane yıkıldı. Geçmiş yıllarda Balkan medyasında, Mladiç’in Belgrad sokaklarında serbest gezdiği, futbol maçlarında göründüğü, hastaneye tedavi için gittiği ve buna benzer haberlere rastlamak mümkündü. Haziran 2003’te ise, Sırbistan silahlı kuvvetlerine ait bazı mensupların Mladiç’i desteklediği ve Mladiç’le bilinen en son temasın 15 Mayıs 2002 tarihinde gerçekleştiği itiraf edilmiştir. Ardından, Sırbistan ordusunun Kasım 2005’e kadar Mladiç’e emeklilik maaşını düzenli yatırıldığı anlaşıldı. 26 Mayıs 2011’de akrabasının evinde yakalanmasının ardından ise, Sırbistan yetkilileri, Mladiç’in 2005’in sonlarına kadar başkent Belgrad’da yaşadığını itiraf etti. Mladiç’in 2006’dan önce gerçekçi bir şekilde gizlenmeye ihtiyaç duymadığı ortadadır. 2006’da ise Sırbistan hükümeti Brüksel’in baskılarıyla Ratko Mladiç’in yakalanması üzerine bir eylem planı geliştirip, 17 Temmuz 2006’da AB yetkililerine takdim etti. Bu tarihten sonra, tutuklanabileceğinin ciddiyetini anladığı için, Mladiç’in gerçekten gizlenmeye başladığı söylenebilir. Bu arada, Bosna-Hersek’te yayımlanan “Slobodna Bosna” isimli dergi Nisan 2010’da Mladiç’in Sırbistan’nın Zrenjanin kenti yakınlarında gizlendiğini yazmıştı. O sıralarda bu iddianın doğru olmadığını belirten Sırp yetkililerinin, tam da bu bölgede Mladiç’i yakalamış olmaları dikkat çekici oldu. Bazı analistlere göre, Ratko Mladiç Bosna’da işlenen suçlar ile Belgrad arasındaki bağlantıyı Makale doğrudan kurduğu için, uzun süre yakalanması için üzerine gidilmedi. Günümüzde, geçirdiği hastalıklar nedeniyle Mladiç’in güçsüz ve yıpranmış hale geldiği, bu yüzden artık ne kendine, ne de başka birine zarar veremez durumda olduğu belirtilmelidir. Mladiç’in yakalanmasının zamanlamasına gelince, Sırbistan’ın son üç yılın en ciddi siyasi krizini yaşadığı belirtilmelidir. Ekonomik iyileşmenin sağlanamamış olması yüzünden halkta memnuniyetsizlik arttı, ayrıca koalisyon hükümetinde çatlaklar oluştu. Mevcut durumdan istifade etmeye çalışan muhalefet ise erken seçim yoluyla iktidar olma çabasına girdi. Kamuoyu yoklamaları, halkın beklentilerine cevap veremeyen iktidar partilerinin popülaritesinin gittikçe gerilediğine işaret ediyor. Gelinen noktada muhalefet partilerinin halktaki desteği, iktidar partilerinden yaklaşık 10 puan önde gözüküyor. Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç, AB tarafından Sırbistan’a aday ülke statüsü tanınmadan erken seçime yanaşmayacağı yönünde mesajlar veriyor. Sırbistan hükümetinin başını çeken Demokratik Parti’nin kurucusu olan Tadiç, AB’ye aday ülke statüsünün kazanılmasıyla, partisinin popülaritesinin yeniden artabileceğine inanıyor. Oysa Hollanda gibi bazı AB üyesi ülkeler, Sırbistan’ın aday ülke statüsünün desteklenmesini Ratko Mladiç’in yakalaması koşuluna bağlamıştı. Bu yöndeki tablo ise, Mladiç’in nerede olduğunu önceden bilmediğini iddia eden Sırp yetkilileri pek inandırıcı kılmıyor. Mladiç’in Yakalanmasına Sırbistan’da Verilen İlk Tepkiler Mladiç meselesinin Sırbistan’a gölge düşüren başka bir boyutu, bu zalim generalin Sırpların önemli bir kısmı tarafından milli kahraman olarak algılanıyor olmasıdır. Yapılan bir kamuoyu yoklaması, halkın yüzde 51’nin Mladiç’in ICTY’ye teslim edilmesine karşı çıktığını ortaya koydu. Diğer taraftan, 1995’te Srebrenica soykırımı gerçekleştiğinde henüz paradigma/haziran 2011 doğmamış olan bazı gençler bile Mladiç’in tutuklanmasını protesto etmek için sokaklara döküldü. Bu durum, Sırp gençlerin bir kısmının Mladiç’i kahramanlaştıran öykülerle büyümeye devam ettiklerine işaret ediyor. Mladiç’in yakalandığını anons ederken, Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç, Srebrenica soykırımını gerçekleştiren biri olarak Mladiç’in ulusal kahraman olamayacağını söylemeyi ihmal etti. Mladiç’in yakalandığı gün özel yayına geçen Sırbistan devlet televizyonu RTS ise, Mladiç’in katil olduğuna dair yeterince net mesajlar vermedi. Mladiç’in yakalanmasından sonra Sırbistan Cumhurbaşkanı Tadiç görevlerini yerine getirdiklerini, şimdi de ülkesinin AB’ye üyelik sürecinin hızlandırılması için adım atma sırasının Brüksel’de olduğu yönünde açıklama yaptı. Oysa Mladiç siyasi beklentiler yüzünden değil, adaletin sağlanması için yakalanmış olmalıydı. Sırbistan Geçmişiyle Yüzleşemiyor 1990’lı yıllarda Balkanlar’da yaşanan savaşlar üzerine farklı tarafların “farklı gerçekleri” vardır. ICTY’deki duruşmalardan Balkanlar’daki savaşlar üzerine gerçekler henüz ortaya çıkarılmadan, bölge ülkelerinin yöneticileri kendi çıkarlarının gerektirdiği “gerçekleri” üretmiş ve bunu halklarına “kesin gerçek” olarak kabul ettirmiştir. Bu yüzden, karara bağlanan ICTY davaları sıklıkla “siyasi davalar” olarak algılanabiliyor. Özellikle Sırplar arasında ICTY’de Sırpların adil bir şekilde yargılanmadığı ve ICTY’nin siyasi bir mahkeme olduğu düşüncesi yaygındır. Bu çerçevede sıklıkla ileri sürülen argümanlardan birisi, ICTY’de yargılananların büyük kısmının Sırp olmasıdır. Kuruluşundan bu yana ICTY 161 şahsa karşı suç duyurusunda bulundu. Bunların içinden 128 suç duyurusu Bosna-Hersek’te işlenen suçlara ilişkindir. 128 dosyanın içinden 20’si geri çekilmiş, 10 adedi ise Bosna-Hersek Mahkemesine devredilmiştir. Dolayısıyla ICTY’de Bosna-Hersek’e ilişkin görülen dava sayısı 98’dir. Savaş suçu işlemiş olmakla itham edilen bu 98 kişi içinden 9’u Boşnak, 23’ü Hırvat ve 66’sı ise Sırp asıllıdır. Burada sunulan rakamlardan hareketle bir Sırp ICTY’nin Sırplara karşı çalıştığını savunabilirken, bir Boşnak muhtemelen, söz konusu rakamların Sırpların en çok suç işlediklerini kanıtladığını söyler. Farklı tarafların farklı gerçekleri bulunduğu için, Tito Yugoslavyası’nın neden dağıldığı hususunda bile Balkanlar’da görüş birliği yoktur. Ancak, Tito Yugoslavyası’nın dağılma sürecinde, bu ülkenin federal birimlerinden herhangi birinin Sırbistan’a saldırmakla tehdit bile etmediği bilinmektedir. Tam tersine, Slobodan Miloşeviç rejiminin Hırvatistan ve BosnaHersek’in toprak bütünlüklerine ciddi bir zarar vermeye kalkıştığı gerçeğini hiç kimse inkar edemez. Ne var ki, Mladiç’in tutuklanmasıyla ilgili habere Sırbistan’da verilen tepki, Sırp halkının bazı gerçeklerle henüz yüzleşmediğini gösteriyor. Sırpların çoğu hem Hırvatistan hem de Bosna-Hersek’teki savaşta Sırpların özgürlükleri için mücadele ettiklerine, bir çeşit kurtuluş savaşı yürüttüklerine inanıyor. Bu yüzden, çocuk ve kadınları bile öldüren Radovan Karaciç ve Ratko Mladiç gibi şahıslar Sırplar tarafından “milli kahraman” olarak algılanabiliyor. Balkanlar’daki suçlar bireylerin bağımsız eylemleri sonucunda işlenmedi. Tam tersine, işlenen suçların altında bir ideoloji, bu ideolojiye hizmet etmek üzere tahsis edilen değişik silahlı güçler yer aldı. Sırpların örneğinde, suçların işlenmesini teşvik eden ideolojinin adı “Büyük Sırbistan”dır. Mladiç’in uğruna savaştığı bu ideoloji ise Belgrad’da geliştirildi. Bir başka ifadeyle, Mladiç, Sırbistan’da geliştirilen bir ideolojinin hükümlerini uygulamakla görevlendirilen bir generaldi. Bilindiği gibi, Belgrad, Yugoslavya adı altında önce bölgedeki Slavları tek bayrak altına topladı. Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte Slavların birleşmesi fikri başarısızlıkla sonuçlanınca, 29 30 paradigma/haziran 2011 Yugoslavya adı altında bütün Sırpların aynı devlet çatısı altında toplanmasına çalışıldı. Bu çerçevede, 1990’ların ilk yarısında “Birleştirilmiş Sırp toprakları” deyimi Sırplar tarafından sıklıkla kullanıldı. Sırp topraklarının birleştirilmesi fikrini yöneten ve koordine eden ise, Sırbistan’daki Slobodan Miloşeviç rejimiydi. Miloşeviç hem Hırvatistan Sırpları, hem de Bosna-Hersek Sırpları içinden istediği kişiyi lider olarak ön plana çıkarabiliyor, istediğinin de kariyerine son verebiliyordu. Dahası Belgrad bölgedeki Sırplarla düzenli bir iletişim sürdürdü, onlara silah, finans ve diğer lojistik desteği sundu. Belgrad, örneğin Bosna’da savaşmak üzere “gönüllüler birliklerinin” oluşturulmasını da örgütledi ve bu örgütleri finans etti. Ancak, Sırbistan yetkilileri bu birlikleri “milis örgütler” olarak göstermeye çalışıyor ve Sırbistan kurumlarının bunlarla herhangi bir bağlantısının olmadığını savunuyor. Oysa, sözde gönüllü birliklerini kurduran Belgrad, bununla Sırbistan’ın Hırvatistan ve Bosna’daki savaşa karışmadığı görünümünü vermeye çalıştı, böylece “savaşa girmeden savaştı”. Sırp halkına dayatılan bazı görüşler yüzünden, Sırplar 1990’lı yılların gerçeklerini algılamada zorluklar çekmeye devam ediyor. Nitekim Sırplar merhum Boşnak lider Aliya İzetbegoviç’in Bosna savaşını başlattığına inanıyor. Mladiç ve Karaciç gibi katillerin işlediği suçlar ise adeta anlayışla karşılanıyor. İşte bu sebepten dolayı Mladiç ve Karaciç’in yargılanması, bazı Sırpların geçmişte işlenen hatalarla yüzleşmesini sağlaması açısından önemlidir. 1990’ların ilk yarısında Balkanlar’da yaşanan savaşların iç yüzünü özellikle yeni yetişmekte olan Sırp nesillere göstermek açısından önemlidir. Yeni Sırp nesli “Boşnakların kendi kendilerini öldürdükleri” ve “Boşnakların kendi kendilerini esir kamplarına topladıkları” yönündeki yalanlarla yetiştirildi. Sırp milletinin gerçeğe hakkı olmalıdır. Bu gerçeklere, Miloşeviç gibi şahısları yıllarca iktidara tutan toplumsal zihniyetin ve kültür yapısının değişmesi, dolayısıyla Sırbistan’da yeni bir düşünce tarzının gelişmesi, demokratikleşmenin tamamlanması açısından ihtiyaç vardır. Mladiç’in Yargılanması: Karaciç ve Miloşeviç’in Davalarından Çıkartılabilecek Dersler ICTY’ye teslim edilmesiyle birlikte, Mahkeme Ratko Mladiç ile ilgili iddianameyi geliştirip tamamlanması gerekebilir. Mladiç’e karşı hazırlanan iddianamenin mevcut halinde iki soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar ve savaş yasalarının ihlali gibi suçlamalar yer alıyor. Soykırım suçlamasının birinci kısmı, savaş yıllarında BosnaHersek’in değişik belediylelerinde yaşanan olaylarla ilgilidir. İkinci kısmı ise, 1995 yılında gerçekleşen Srebrenica soykırımıyla ilgili yapılan suçlamadır. Muhtemelen Mladiç ICTY’de suçsuz olduğunu ve bu mahkemeyi tanımadığını söyleyecek ve kendine tanınan hakları kötüye kullanmak suretiyle, mahkemenin çalışmasını sabote edecektir. Nitekim aynı mahkemede hem Miloşeviç, hem de Karaciç benzer strateji izledi. Spot: Ratko Mladiç hakkında hazırlanan iddianamede iki soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar ve savaş kurallarının ihlali gibi ithamlar yer alıyor. Hatırlatmak gerekirse, Radovan Karaciç’in ICTY’deki yargılanma süreci 26 Ekim 2009 tarihinde resmen başladı. Duruşmalarının başlamasından yaklaşık bir ay önce Karaciç kendi kendini savuna hakkından yararlanmayı istedi ve bu konuda hazırlığını yapabilmek için 10 aylık bir süre talebinde bulundu. Ancak Mahkeme duruşmaları Karaciç’in gıyabında başladı. 5 Kasım 2009’da ise ICTY Karaciç’e bir avukatın atanmasını kararlaştırıp, söz konusu avukatın hazırlığını yapabilmesi için duruşmaları 1 Mart 2010 tarihine kadar erteledi. Makale Normal koşullarda ICTY’nin 2010 yılına kadar kapatılması gerekiyordu. Bu mahkemede Sırpların adil olarak yargılanmadığını ileri süren ve BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip Rusya Federasyonu uzun süre ICTY’nin görev süresinin uzatılmasına karşı çıktı. Karaciç’in tutuklanması ardından ise Moskova, Karaciç bir Rusya vatandaşı veya Sırbistan bir Rusya eyaletiymiş gibi davranarak, bu Balkan katilinin objektif yargılanmasını talep etti. Moskova’nın bu yöndeki tutumu yüzünden Karaciç hüküm giymeden mahkemenin kapatılabileceğini ümit ederek, yaklaşık 20 hukukçudan aldığı danışmanlık hizmetiyle yargılanma sürecini elinden geldiğince boykot etmeye çalıştı. Ancak, Güvenlik Konseyi 16 Aralık 2009 tarihli kararıyla, ICTY’nin çalışma süresini 2012 yılının sonuna kadar uzatmayı başardı. Radovan Karaciç’e karşı hazırlanan iddianame, Mladiç’inki gibi oldukça hacimlidir ve soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi değişik suçları içeriyor. Nitekim Karaciç’e karşı 1,1 milyon üzerinde yazılı sayfa, 45 bin üzerinde doküman ve birkaç bin ses ile görüntü kaydı delil olarak kullanılıyor. Aynı zamanda 400 üzerinde kişi Karaciç’e karşı tanıklık yapıyor. Karaciç’e karşı hazırlanan hacimli iddianame bu yönüyle, aynı mahkemede yargılanan eski Sırp lider Slobodan Miloşeviç’in iddianamesine benziyor. Hatırlatmak gerekirse, birkaç yıl yargılandıktan sonra hücresinde ölü bulunduğu için, Miloşeviç davasında boşuna yüzlerce tanık dinlenmiş, on binlerce evrak gözden geçirilmiş ve boşuna milyonlarca dolar harcanmıştır. Miloşeviç’e kendi kendisinin savunmasını yapmasına izin verilmişti. Böylece Miloşeviç, ICTY’de adeta şov yapmış ve yargılama sürecinin uzamasına sebebiyet vermiştir. Diğer taraftan, Miloşeviç davasında Hırvatistan, Bosna-Hersek ile Kosova hakkındaki suçlamaların toplu hale getirilmiş olması, temel bir hata olduğu söylenebilir. Söz konusu davalar ayrı ayrı görülseydi, Miloşeviç ölmeden Makale en azından bitmiş hüküm giyebilecekti. olanlardan Miloşeviç ve Karaciç davalarından çıkartılan bu yöndeki derslerden hareketle, teorik olarak Mladiç’in kendi kendini savunmasına izin verilmemesi gerektiği düşünülebilir. Diğer taraftan, Mladiç’in davasında en önemli suçlamalar üzerinde durulması, ayrıca yeterince delilin bulunduğu vakalara yoğunlaşılması önerilebilir. Ancak, ICTY, her mahkeme gibi, sanıkların adil yargılanma hakkına tam olarak saygı gösterilmesini önemsiyor. Nitekim ICTY’nin Statüsünün 21. maddesinin 4/b fıkrasında, sanığa savunmasını hazırlaması için yeterince sürenin tanınması gerektiğine ilişkin güvence veriliyor. Diğer taraftan, ICTY’deki duruşmalar süresince çok sayıda tanık sözlü olarak delil sunuyor, yargılanan taraf ise tanığı çapraz sorgulayabiliyor. Dahası, sanık kendi kendini savunma hakkından istifade etmeyi de talep edebiliyor, bu hakkın tanınması durumunda ise sanığa savunmasını hazırlamak üzere belli bir müddet veriliyor. Bunlara ilave olarak, bir mahkeme kararının yeniden incelenmesi için temyiz dilekçesi verilirse, ICTY’deki davalar uzayıp duruyor. Bir örnek vermek gerekirse, ICTY’de 10 yıl içinde görülen dava sayısı, Nazi savaş suçlularının yargılandığı Nüremberg Uluslararası Askeri Mahkemesinde bir yıldan daha az sürede görülmüştür. Yukarıda belirtilen sıkıntılarla birlikte, ICTY pratiğinde, Mladiç’in davasını hızlandırabilecek uygulamalar da vardır. Şöyle ki dava daireleri, daha önce ICTY’de görülmüş davalarda hükme bağlanmış olayları, Mladiç’in davasında delil olarak kabul edebiliyor. Savunma, daha önce hükme bağlanmış davaları çürütme hakkına sahipken, davacı tarafın bu davalardaki delilleri yeniden ispatlama zorunluluğu yoktur. Neticede, savunma ciddi bir çürütücü delil sunmadığı sürece, ICTY’de görülmüş davalarda hükme bağlanmış olaylar sayesinde, tekrarlamalar azaltılarak, kritik konuya odaklanılabiliniyor ve yargılama süreci hızlandırılabiliyor. paradigma/haziran 2011 2012 yılının sonunda Karaciç ve Mladiç’in yargılanması sona ermeden ICTY kapatılırsa, eski Yugoslavya coğrafyasında suç işlemekle itham edilenler Sırbistan, Bosna-Hersek ve Hırvatistan’da kurdurulan yerel mahkemelerde yargılanmak zorunda kalacak. Ancak, yerel mahkemelerdeki yargılamalardan adaletin sağlanıp sağlanamayacağı tartışılabilir. Örneğin, Srebrenitsa soykırımına iştirak eden “Akrepler” örgütünün Sırbistan İçişleri Bakanlığı’na bağlı olduğunu gösteren bir takım belge ve itiraflar bulunuyor. Buna rağmen, Akrepler örgütünün beş mensubunu yargılayan Belgrad’daki yerel mahkeme bünyesinde kurulu bulunan Savaş Suçları Konseyi, 10 Nisan 2007’de açıkladığı kararda, Akrepler örgütünü Sırbistan devlet kurumlarıyla herhangi bir kurumsal ilişkisi bulunmayan milis bir örgüt olarak göstermiştir. Neticede, Akrepler dosyasıyla görevlendirilen yargıçlar adaletin koruyucusu olacaklarına, Slobodan Miloşeviç rejiminin kurumlarının yanlışlarını örtbas etmeyi milli bir çıkar olarak algılayarak, soykırımı gerçekleştirenlerin koruyucusu olmuştur. Yerel mahkemelerdeki yargılamanın diğer bir sakıncası ise, tanıklık edenlerin güvenliğine ilişkindir. ICTY’deki davalarda tanıklık edenlerin yaklaşık yüzde 40’ının kimliği güvenlik sebeplerinden dolayı gizli tutuldu. Buna rağmen, ICTY tanıkları büyük tehditlerle karşı karşıya kalabiliyor. Böyle olunca, yerel mahkemelerde tanıklık edenlerin çok daha büyük baskı ve tehditlerle karşı karşıya kalabileceklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Sonuç İlk defa 1995 yılında ICTY tarafından savaş suçu işlemekle itham edilen Ratko Mladiç, Sırbistan’da 16 yıl serbest gezdikten sonra 26 Mayıs 2011’de yakalandı. Medyada yayımlanan ilk görüntülerinde af dilercesine masum bir insan imajını sergilemeye çalıştığı gözlerden kaçmadı. Ancak Karaciç’i gibi, Mladiç’i de tarih her zaman çocukları öldüren, okul ve kütüphaneleri yok eden bir katil olarak hatırlayacaktır. Herhangi bir tanık olmadan Mladiç’in yakalanmış olması, Sırp istihbarat teşkilatının baştan beri bu savaş suçlusunu kontrol ettiğini düşündürüyor. Bu yüzden Mladiç’in “yakalandığı” kelimesi yerine, “tutuklandığı” kelimesini kullanmak daha yerinde olacaktır. Mladiç’i yakalatan, Sırbistan’ın mevcut hükümetinin ülkeye AB’ye aday ülke statüsü kazandırma arzusu oldu. Bir başka ifadeyle, Mladiç ahlaki sorumluluktan ziyade, AB’ye katılımın bir önkoşulu olarak algılandığı için yakalandı. Bu olay da Sırbistan’ın ICTY ile işbirliğine “ahlaki ilişki” gözüyle değil, “ticari ilişki” gözüyle baktığını gösterdi. Elbette, Mladiç’in tutuklanması tek başına yeterli değildir. Günümüzde Mladiç gibi şahısların talimatlarını uygulayan eli kanlı yüzlerce savaş suçlusu Balkanlar’da halen serbestçe gezebiliyor. Bunların da adaletin önünde hesap vermesi önem arz ediyor. Mladiç’in yargılanması, bir nebze dahi olsa adaletin sağlanması açısından önemlidir. Adalet, sadece kurbanlar açısından değil, gelecekteki soykırımların, insanlığa karşı suçların tekrarlanmaması açısından da önemlidir. Mladiç’in yargılanması ayrıca Bosna savaşı ile ilgili ilave gerçeklerin ortaya çıkması ve Sırpların Sırbistan devletinin geçmişteki hatalarıyla yüzleşmesi açısından da önemlidir. Söz konusu yüzleşmeye ise, Sırbistan’da demokratikleşmenin tamamlanması açısından da ihtiyaç vardır. Belgrad Ratko Mladiç’in tutuklanması doğrultusunda siyasi iradeyi birkaç yıl önce koyabilseydi, belki Sırbistan daha fazla demokratikleşmiş ve uluslararası toplum tarafından daha çok itibar gören devlet olabilirdi. 31 32 paradigma/haziran 2011 Makale Balkan Ülkelerinde Kadınların Çalışma Sorunlarının Değerlendirmesi Emina Karo Bu çalışmada Balkanlarda kadın hareketlerinin geçmişi ve bugünkü durumu değerlendirilmeye çalışılacaktır. Balkanlarda kadın hareketinin önemini anlamak için öncelikle İkinci Dünya Savaşı döneminde Yugoslavyada kadın hareketlerinin rolü ve fonksiyonuna değinilmelidir. 1942 yılında eski Yugoslavyada kadınların sosyal politik organizasyonu olan antifaşist kadın cephesi kuruldu. Eski Yugoslavya’nın başbakanı Josip Broz Tito bu kurumun açılışında kadınlara verdiği değeri şu şekilde ifade etmiştir. ‘’ Ben komutan olarak çok sayıda askerimin kadın olmasından gurur duyuyorum. Şunu vurgulamak istiyorum ki, Yugoslavya da yaşayan bütün milletlerden olan kadınlar gösterdikleri kahramanlıklardan ve dayanaklık bakımdan dolayı birinci sıradalar. Bu beni çok onurlandırıyor ve mutlu ediyor”. Antifaşist kadın cephesi yaratılmasının amacı, savaş bölgesinde hem erkeklerle beraber savaşa katılmak hem de hemşire olarak onlara yardımda bulunmaktı. Yugsolavyada İkinci Dünya Savaşı döneminde 600.000 kadının hayatını kaybettiği ifade edilir. Bu denli bir kıyıma rağmen Antifaşist Kadın Cephesi savaştan sonrada varlığını ve işlerliğinmi sürdürdü. Cephe savaştan sonra daha çok sağlık, eğitim ve kültür konularıyla ilgilendi. Cephe yetim .ocukların eğitiminden, yaralı askerlerin tedavisine, kadınların okuma-yazma öğreniminde hijyen eğitimine kadar bir çok alanda faaliyet gösterdi. Siyasi hayatta çok güçlü bir yere sahip olan antifaşist kadın cephesi, bu nedenle sürekli baskılara uğramış ve 1953 yılında kapatılmıştır. Cephenin politik açıdan güçlü olması hükümet için bir problem teşkil etmeye başlamış ve bu sorunun çözümü konusunda kapatmanın en kolay yol olduğu düşünülmüştür. Cephe kapatıldıktan sonra kadın dernekleri kurulmuş ancak bu dernek hiçbir zaman Cephe kadar etkili olamamıştır. Aynı zamanda şunu da vurgulamak gerekir ki günümüze kadar o denli güce ve tkiye sahip her hangi bir kadın hareketi lortaya çıkamamıştır. Erkek egemen yapıya sahip Balkanlar’da kadın Makale hareketlerine karşı gelinmesi doğaldır. Ataerkil bir yapıya sahip olan toplumlarda kadınlara biçilen rol maalesef düşük seviyededir. Bir Karadağ atasözü bu yapıyı anlamamıza yardımcı olacaktır sanıyorum: “Kadınların kaderine erkek olmak yazılmadığı için onlar hayata, hizmet etmek ve bir erkek çocuğu doğurmak için geliyorlar’’. Balkanlarda günümüzde kadın hareketlerine göz attığımızda ise kadınları sosyal, siyasi ve ekonomik hayatta geri planda kaldığı görülmektedir. Çoğu kültürde kadınlar ev işleri ile uğrtaşmaktan eğitim alamaz ve sosyal hayatta kocası onu temsil eder. Yaptığım çalışmalarda Balkan ülkelerinde ortaya çıkan duruma kısaca bakacak olursak şöyle bir tabloyla karşılaşacağız. Arnavutluk: 1990’ da Arnavutluk toplumunun öncelikli problemlerinden biri kırsal bölgelerden genç kadınların farklı sebeplerden dolayı okulları terk etmeseydi. Bu sebepler arasında kadınların evde ailelerine yardım etmesi ve evliğe hazırlığın olduğunu biliyoruz. Yeni dönemde bu durumun değiştiğini görüyoruz, şöyle ki kadınların çalışması ve kazanç elde etmesi onları daha özgür hale getirmiştir. Arnavutlukta erkeklerin batılı ülkelere çalışmak için göç etmeleri, kadınların eğitim almalarına ve sermaye biriktirmelerini sağlamıştır. Arnavutlukta ayrıca eğitim alanında son dönemde kadınların erkeklerden daha başarılı olduğunu görüyoruz. Buna rağmen iş buloma konusunda sorunlar yaşanmaktadır. Arnavutlukta bir kadının iş bulma olanağı çok düşüktür, çünkü iş bulma konusunda kadınlar açık ayrımcılığa uğramaktadır. Son dönemlerde yapılmış sosyal bir araştırmaya göre işverenler % 60 oranında erkek işçileri tercih ediyor ve kadınlar erkeklerden %30 daha paradigma/haziran 2011 az ücret alıyorlar. Sendikalarda yapılan araştırmalara göre işsiz kadın sayısı işsiz erkek sayısından daha fazladır. Örneğin 100 kadından 53’ü işsizken 100 erkekten ise 31’i işsizdir. Bosna-Hersek Bosna Hersekte eğitim görmüş kadınların %20 isi daha düşük ücret almaktadırlar. Kadınların %37 si ticaretle uğraşmaktadır daha doğru bir ifade ile Bosna’da kadınlar genelde küçük market işletmeciliği yapmaktadır. Kadınların bu marketleri işletebilmelerinin nedeni ise savaşta çok sayıda erkeğin öldürülmesi ve bir çoğunun batılı devletlere gidip geri dönmemesidir. Bosna Hersekte kadınların karşılaştığı en büyük problemlerden biri onların kayıt dışı çalışmaya zorlanmalarıdır. Bu problem aslında bütün Balkanlarda vardır. Caddelerde satıcı olarak çalışan 100 kadın arasında yapılmış olan bir araştırma sonucuna göre bu kadınlardan sadece altısının sağlık ve emekli sigortasının olduğu tespit edilmiştir. Kadınların iş bulma konusundaki sorunlarının dışında ayrıca iş bulan kadınların işyerinde cinsiyet ayrımına uğramaları oluşturmaktadır. Balkanlar’a genelleyebileceğimiz ama özellikle uygulamasını BosnaHersek’te gördüğümüz bir durumda kadın hakları konusunda Bosna_ hersek’in AB uyum süreci için çok sayıda yasayı çıkarttığını ancak uygulamadığını vurgulamamız gerek. Bosna Hersekte genellikle 15 -24 yaş arası kadınların işsizlik oranı %52.5’tir. Çalışan kadınlar toplumun 37% isini kapsıyor. Ayrıca kadınlara kısa süreli sözleşmeler yapılması cinsiyet ayrımcılığının bir göstergesidir. Örneğin doğum izini konusunda kadınlar bir takım sorunlarla karşılaşıyorlar. Doğum izininde olan kadınların çoğu ücretini alamıyor bazen de izinden döndükten sonra daha düşük maaşla çalışmaya mecbur ediliyorlar. Devlet yetkililerinin yaptığı bir araştırmaya göre ticaret ve hizmet alanında çalışan kadın ve erkek ücretleri arasında keskin bir fark vardır. Şöyle ki bir ayda erkeklerin kazandığı ücret kadınların ücretinden 5.6 milyon euro fazladır. Hırvatistan: Hırvatistan’da kadınlar genelikle tekstil ve deri sektörunde çalışmaktadırlar. Tekstil sektörü çalışanlarının %68’ini kadınlar oluştururken deri sektöründe bu rakam %78’e çıkıyor. Sanayide ise %41 oranına ulaşan kadınlar bunun dışında sağlık, eğitim ve hizmet sektöründe çalışıyor. Hırvatistan’da kadınların işsizlik oranı %21, erkeklerin %13 tür. Hırvatistan ve bütün Balkan ülkelerinde 40 yaş üzeri bir kadın işini kaybederse ikinci bir iş bulma şansı çok düşüktür. Hırvatistanda’da kadınların karşılaştığı problemler arasında kayıt dışı çalıştırılma ve sigortasız .alıştırılma bu8lunmaktadır. Hırvatistan’da işverenler daha uzun mesai saatlerine göz yuman ve seyahat edebilen genç kadınları daha kolay işe alırken yasadışı olmasına rağmen hamilelik testi, hamile kalmama şartları gibi şartları uyguluyorlar. Yunanistan: Yunanistanda 1980 lerden itibaren kadınlar erkek işlerinde de çalışmaya başlamışlardır. Örneğin 1970li yıllarda hukuk sisteminde çalışanların hepsi erkekti. Daha sonra bu durumun değiştiğini görebiliyoruz. Bugün Yunanistan’da bir çok kadın hakim mevcut. Yunanistan’da kadınların karşılaştığı problemler kayıt dışı işlerde düşük maaşlı, yarı zamanlı ve aile şirketlerinde maaşsız olarak çalışmalarıdır. 33 34 paradigma/haziran 2011 AB ülkeleri arasında Yunanistan en az sayıda yarı zamanlı çalışanın olduğu yerdir. Bu yarı zamanlı çalışanların çoğunluğunu kadınlardan oluşmaktadır. Diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi maaş farkı Yunanistanda da yüksektir. Örneğin kadınlar erkelerden %32 oranında daha az ücret almaktalar. Cinsiyet ayrımcılığı ve 40 yaş üzeri iş bulamama sorunları da görulmektedir. Romanya: Bütün Balkanlarda olduğu gibi Romanya’da da kadın problemleri bulunmaktadır. Romanya’da eğitim almış kadınların sayısı her geçen gün yükselmektedir. Kadınlar genellikle eğitim sisteminde çalışmaktadır. Örneğin ilk okularda çalışanların %99’u, liselerde çalışanların %75 i kadınlardır. Bazı araştırmalarda Romanya’nın farklı bir sorunu olduğunu ortaya koymaktadır. Romanya’da kadının işe alınması için güzel olması, bekâr olması ve yaşı çok önemlidir ve bu açıkça ifade edilmektedir. Sırbistan: Sırbistan’da yetmişli yıllarda iş hayatı ile aile hayatı birlikte götürülüyordu. 1980’ li yıllarda kadınların hayatında kariyer öncelik taşımaya başlamıştır. Kariyerin öncelik alması kadınların ekonomik bağımsızlıklarının artmasını sağlamıştır. Sırbistan’da kadınların 90’lı yılların neo – liberalizimiyle birlikte ekonomik bağımsızlığı ve iş sahibi olması önemli oranda artmıştır. Daha önceden kalma çalışma yetkinliği olan kadınlar bu liberal dalgayı iyi değerlendirmişlerdir. Ayrıca nesiller geçtikte kadınlar daha çok eğitim almaya başlamıştır. Çalışanların %43 kadınlardan oluşmaktadır. Eğitim konusunda da kadınlar erkekleri geride bırakmıştır. Sırbistan’da son dönemde kadınların çoğunluğunun özel sektörde çalıştığını görebiliyoruz. Bütün bu olumlu değerlendirmelere rağmen Sırp kadınların da çalışma sorunları vardır. Cinsiyet ayrımcılığı ve düşük maaş ilk akla gelenlerdir. Ataerkil bir aile yapısı mevcut olan balkan ülkelerinde kadınların emeği hak ettiği değeri bulamamaktadır. Kosova: Kosovada hem nüfusun hem de bu nüfus içerisinde kadınlar işsizlik oranı çok yüksektir. Kosova’da kadınlar genel olarak sağlık ve eğitim sektöründe çalışmaktadır. Ticaret sektöründe ise çalışan kadınların az olması gerçeği mevcutken her geçen gün girişimci kadınların oranının artması olumlu bir gelişmedir. Balkanlardaki problemlerın aynısı Kosova’da dayaşanmaktadır. Fakirlik oranı yüksektir, savaş sonrası yaşanan sosyal politik zorunluluklar kadınların hayatını etkilemektedir. Bütün bunlara rağmen kadınlar eğitim almaya ve iş hayatına atılmaya çalışmaktalar. Kayıt dışı çalışmak, düşük maaş cinsiyet ayrımcılığı Kosova’da dagörülmektedir. Katı bir ataerkil topluma sahip Kosova toplumunda günümüzde kadınların eğitim seviyesi ciddi şekilde artarken her geçen gün kadınlar iş hayatına daha fazla atılmaktalar. Kosova Parlamentosu’nda her 3 kadından 1’inin kadın olması zorunluluğu olumlu bir pozitif ayrımcılıktır. Burada ayrıca Balkan ülkelerinde ilk kadın Cumhurbaşkanının bir kaç ay önce Kosova’da seçildiğni vurgulamak gerekmetedir. Karadağ: Balkanlardaki ülkeler içinde kadınların en güçlü olduğu ülkenin Karadağ olduğunu söylemek mümkündür. 1919 New York Times’ta Karadağlı kadınlar için özgürlüğün ve gücün simgesi oldukları yazılmıştır. Bu ifade kadınların açık sözlü oldukları için söylenmiştir. Avrupanın en çok Makale sesi çıkan kadındır. kadınlar Karadağ’ın İkinci dünya savaşında sonra bölgede kadınların çalışma oranı en yüksek olduğu yer Karadağ’dır. Şu anda da kadınların 44% çalışmaktadır. Kadınların genellikle çalıştıkları alanlar eğitim ve sağlık alanlardır. Yüksek pozisyonda çalışan kadınların çokluğu dikkat çekmektedir. Kendi işini kurmuş kadınların sayısı azdır ve Balkanlarda genel olan cinsiyet ayrımcılığı ve düşük maaş sorunlarına burada da rastlanmaktadır. Balkanlarda kadın politikalari ve sendikalar Balkanlarda kadın politikalarına bakarken sadece Bosna Hersek ve Kosova’da kadınların mecliste daha çok olduğunu ve yaklaşık % 30 oranına vardığını görebiliyoruz. Diğer ülkelerde bu rakam %20 ve onun altındadır. Bölgelerdeki yönetime baktığımızda genellikle erkeklerin çoğunlukta olduğunu görmekteyiz. Kadınlar en yüksek pozisyon olarak bakan yardımcılığına kadar yükselebiliyorlar. Sırbistan örneğinde kadınlar bakan olarak %10 bakan yardımcısı olarak %18 olduğunu görüyoruz. Bulgaristan’da bu rakam bakanlık için %18 bakan yardımcığı için % 23 tür. Karadağ’da meclisin 81 üyesinden sadece 9 dokuzu kadındır. Bütün bu örneklerden kadınların politikada yeterince temsil edilmediğini görüyoruz. Son dönemler bu durumun iyileşmesine rağmen yine de kadınların politikada etkisi çok azdır. Rapora göre sendikalarda durum pek istediğimiz gibi değildir. Son dönemlerde gerçekleştirilen özelleştirmeler bütün dünyada olduğu gibi Balkanlar’da en çok kadınları etkilemiştir. Şöyle ki özelleştirme sürecinde Kültür - Sanat paradigma/haziran 2011 birçok işçilerin işlerini kaybetiğini görebiliyoruz. Bu iş kaybı yaşayanların çoğunluğu kadınlardır. Özelleştirme sürecinde işlerini kaybeden kadınların en büyük korkuları yeni iş bulamamaları ve emeklilik sigortası problemidir. Çoğu kadın kayıt dışı çalıştığından dolayı sigorta imkânlarından yararlanamamaktadır. Özeleştirme sürecinde kadınların en çok iş kaybı yaşadıkları sektörler ketering, turizm ve ticarettir. Sağlanabilecek İmkanlar: İlk olarak kadınların çalıştıkları alanlarda problemlerini yansıtacak istatistiksel ve teorik araştırmaların yapılması gerekledir, bu nedenle devletin bu imkanları kadınlara sunması gerekmektedir. Çalışan kadınların işyerlerinde kendi haklarını savunabilmeleri, kendilerini özgürce ifade edebilmeleri için daha iyi eğitim almaları sağlanmalı. Devletler iş kurmak isteyen kadınlara daha uygun şartlarda kredi imkanları ve teşvikler sağlamalıdır. Devlet kadınlara daha fazla iş imkanı salayabilmek ve iş yeteneklerinin piyasaya uyumlaşması için uygulanabilecek geniş kapsamlı programlar hazırlayabilir. Şiddete maruz kalan kadınlara ekonomik bağımsızlığı kazandirabilecek programlar hazırlamalıdır. Kadınlar gelişme politikalarında ve kanunların yaratılması sürecinde aktif rol verilmelidir. Budim Berisha’nın Kişisel Resim Sergisi GAK’ta Açıldı Paradigma Kosova’nın ünlü ressamlarından Budim Berisha, Kosova Sanatlar Galerisi’nde (GAK) kişisel resim sergisini açtı. 26 Mayıs Perşembe günü açılan serge 2 hafta açık kalacak. 68 yaşındaki Budim Berisha 18 yıl sonar tekrar Priştine’li sanatseverlerin karşısına GAK’taki sergisiyle çıktı. Değişik bir resim stili olan Berisha bu sergiye 151 eserle çıktı. 90’lı yılların zor şartlarında yaptığı resimlerin de yer aldığı sergide ayrıca kum, demir, tahta, cam gibi değişik malzemelerin kullanıldığı eserler dikkat çekti. Prizren’li ressam törenden sonar yaptığı açıklamada savaş döneminde Türkiye’ye mülteci olarak gittiklerini ve Bodrum’dayken çok sayıda güzel eserin ortaya çıktığını söyledi. Uzun süre sanatseverlerden uzak kalan Berisha’nın bu dönüşü sanat çevresinde de heycan yarattı. Berisha’yı bundan sonar daha sık görmek istediklerini belirten sabatçı dostları GAK’taki serge açılışına yoğun ilgi gösterdi. Koha Ditore’nin gerçekleştirdiği röportajda Berisha Prizren’in sanatçılar için çok verimli bir şehir olduğunu belirttikten sonar kendisinin İpek’e gidince oradaki değerlere dikkat edip çalıştığını, orayı sevdiğini ve sanatçının her yerin özünü bulabildiğini vurguladı. 35 36 paradigma/haziran 2011 Kültür - Sanat Sanatla Uyanmak Festivali’ne Yoğun İlgi Enis Tabak / Asım Vetim Uyanmak Şöleni çok sayıda üst düzey davetlinin katılımıyla başladı. 1 hafta süren şölende “ Sanatla sergiden panele, konserden diğnletiye çeşitli etkinlikler düzenlendi. ” 2002 yılından bu yana Kosova Türk Sanatçılar Derneği’nin girişimiyle ve Prizren Belediyesi himayesinde gerçekleşen uluslar arası Sanatla Uyanmak Şöleni çok sayıda üst düzey davetlinin katılımıyla gerçekleşti. Bu yıl 9’uncusu düzenlenen festivalde Balkan ve Türkiye Cumhuriyeti’nden sanatçılar bir araya geldi. 5 - 11 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen festival, Prizren, Priştine ve Mamuşa’da düzenlenen değişik etkinliklerle gerçekleştirildi. Kosova Türk Sanatçıları Derneğine teşekkür etti. Ozan, bu festivale birçok ülkeden sanatçının katıldığını ve bu tür faaliyetlerin ülkeler arasındaki kaynaşmayı güçlendirdiğini belirtti. Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Mahir Yağcılar da, bu tür festivallerin Kosova’da Türklüğü yaşatacağının altını çizdi. Konuşmaların ardından Zübeyde Hanım Kosova Türk Kadınları Derneği, Ata Korosu bir konser verdi. Bir hafta süren şölen çerçevesinde; Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Türk Halk Müziği Korosu da Prizren ve Priştine’de birer temsil gerçekleştirdi. Şölen çerçevesinde, Aşık Çelebi Paneli, Türkiye ve Balkan ülkelerinden gelen ressamların karma resim sergisi, Türkiye’den gölge oyunu, Karagöz ve Hacivat, yanı sıra bir çok faaliyet daha gerçekleşti. Uluslararası Sanatla Uyanmak Şöleninin açılışı, çok sayıda davetlinin katılımıyla Gazi Mehmet Paşa Hamamında gerçekleşti. Açılış konuşmasını yapan Kosova Türk Sanatçılar Derneği Başkanı Ethem Baymak, bu etkinliği düzenlemelerindeki sebebin savaş sonrası Türklüğün Kosova’da ayakta durması olduğunu vurguladı. T. C Dışişleri Korosu Kosova’da Büyük Beğeni Topladı Türkiye Cumhuriyeti Kosova Büyükelçisi Songül Ozan, böyle bir organizasyon gerçekleştirmelerinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı personelinden oluşan Türk Halk Müziği Korosu’nun ilk yurt dışı konseri Kosova’da gerçekleşti. Dışişleri Bakanlığı personeli tarafından 2007 yılında kurulan ve tamamı Dışişleri Bakanlığı personelinden oluşan koro 20 kişiden oluşuyor. Bakanlıkta görevli personelin kurduğu koro, Türk Halk Müziği’nden seçmeler seslendirdi. Prizren’in Xhemajli Berisha Kültür Evi Salonu’nda gerçekleşen konsere; Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Mahir Yağcılar, Türkiye Cumhuriyeti Kosova Büyükelçisi Songül Ozan, KFOR Türk Temsil heyeti yetkilileri katıldı. Kültür - Sanat paradigma/haziran 2011 Konserin açılış konuşmasını yapan Türkiye Cumhuriyetinin Priştine Büyükelçisi Songül Ozan, T.C Dışişleri Bakanlığı olarak Sanatla Uyanmak Festivaline böyle bir koro ile katkıda bulundukları için çok memnun olduklarını ifade etti. “Türkler, Arnavutlar ve Boşnaklar Kosova’da çok güzel bir kültürel zenginlik oluşturmuşlar, biz de Anadolu ve Rumeli sesiyle bakanlık olarak bu güzel manzaraya ufak da olsa bir katkıda bulunmak istedik” diyen Ozan, bu konserle korunun ilk yurtdışı konserini gerçekleşmiş olduğunu ve bu nedenle de çok heyecanlı olduklarını belirtti. Şenol Çelik’in koro şefliğini yaptığı konser yaklaşık 2 saat sürdü. Ağırlıklı olarak Rumeli Türkülerinin yer aldığı repertuara seyirciler ve protokol eşlik etti. Koronun kurucularından ve solistlerinden olan Dışişleri Bakanlığı memuru Cemal Yücel bugüne kadar Türkiye’de bir çok yerde konser verdiklerini ve büyük destek gördüklerini söyledi. Aşık Çelebi Paneli Düzenlendi Etkinlikler çerçevesinde Kosova asıllı olan Türk Edebiyatının önemli yazarlarından Aşık Çelebi, doğduğu şehirde düzenlenen panelle anıldı. Açılışa Türkiye’den yanı sıra Prizren’den de çok sayıda edebiyat meraklısı katıldı. Prizren Belediyesi Meclisi salonunda düzenlenen panelde, Aşık Çelebi’nin kişiliği ve eserleri hakkında sunumlar paylaşıldı. Prof. Dr. İrfan Morina moderatörlüğünde gerçekleşen panelin açılış konuşmasını Türkiye Cumhuriyeti Kosova Büyükelçisi Songül Ozan yaptı. Festival çerçevesinde bir sürü etkinliğin gerçekleştiğini vurgulayan Büyükelçi Ozan, şölen çerçevesinde Âşık Çelebi Paneli’nin çok önemli bir konuma sahip olduğunu vurguladı. Ozan’ın konuşmasının ardından, yüksek lisans ve doktora tezini Âşık Çelebi’nin hayatı ve eserleri üzerine gerçekleştiren ve Âşık Çelebi ile ilgili oalark 3 ciltlik bir eseri Türk edebiyatına kazandıran Nevşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Filiz Kılıç bir sunumda bulundu. Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan’da Âşık Çelebi’nın eserleri ve edebi kişiliği ile ilgili bir konuşma yaptı. Panelde sırasıyla; Prof. Dr. Muhsin Macit, Dr. Tuncay Bülbül ve Kosovalı Türkolog Prof. Dr. İrfan Morina da Çelebi’yle ilgili birer konuşma yaptılar. Yaklaşık 3 saat süren panele çok sayıda davetli yanı sıra Kosova’da görevli Türk askeri de katıldı. Geleneksel hale gelen “Uluslar arası Sanatla Uyanmak Şöleni” etkinlikleri çerçevesinde başta Prizren olmak üzere Priştine ve Mamuşa’da da değişik etkinlikler düzenlendi. Çocukların Hacivat ve Karagöz Heyecanı “Uluslararası Sanatla Uyanmak Şöleni” çerçevesinde Türkiye’den gelen Hasan Hüseyin Karabağ’ın oynattığı gölge oyunu Karagöz ve Hacivat, Kosovalı çocuklar tarafından ilgiyle izlendi. Kosova’da bu yıl 9’uncusu düzenlenmekte olan “Uluslararası Sanatla Uyanmak Şöleni” çerçevesinde Türkiye’den gelen Hasan Hüseyin Karabağ’ın oynattığı gölge oyunu Karagöz ve Hacivat, Kosovalı çocuklar tarafından ilgiyle izlendi. Prizren Xhemajli Berisha Kültür Evi salonunda düzenlenen Karagöz ve Hacivat oyununa, Kosovalı öğrenciler katıldı. İlk defa Karagöz ve Hacivat oyununu izleyen Kosovalı çocukların heyecanları gözlerinden okunuyordu. Yaklaşık bir saat süren gösteride çocuklar bolca gülüp eğlendi. Sanatla Uyanmak Festivali Sona Erdi 9. Uluslararası Sanatla Uyanmak Festivali sona erdi. Kosova Türk Sanatçılar Derneği (KTSD) tarafından düzenlenen festival, Prizren Gazi Mehmetpaşa Hamamı’nda TRT sanatçısı Rüstem Avcı ve Prizren “Doğru Yol” Kültür Sanat Derneği sanatçısı Nevzat Şundo’nun verdiği konserle sona erdi. Konsere Kosova Meclis Başkan Yardımcısı Enis Kervan, KDTP milletvekilleri Müffera Şinik ve Fikrim Damka, Kosova Türk Taburu temsilcileri, Kosova ve Türkiye’den sanatseverler katıldı. Konser sonunda festivalin düzenlenmesinde katkısı geçenlere plaketleri sunuldu. 37 38 paradigma/haziran 2011 Kültür - Sanat Bir Kofer, Bir Sandık… Gülen Türker – Bülent Fidan gturksu@hotmail.com bfidan@prizrenliler.org Sıfır noktasındaki Rumeli Göçmenleri… Binlerce yıllık bir öyküdür göç. Biraz umudun, biraz tedirginliğin, biraz heyecanın ama en çokta hüznün öyküsüdür. İnsanlar doğdukları toprakları daha iyi bir yaşam umuduyla geride bırakır, yepyeni topraklara doğru yola çıkarlar. Zor şartlarda yapılan bu yolculukların simgesiyse trendir. Trenler, garlar, vagonları ve düdükleriyle tüm göç, ayrılık ve kavuşma sahnelerinin vazgeçilmez sembolleridir. Ailesi Rumelinin ve Balkanların dört bir yanından anavatana gelenler için ise daha da önemlidir trenler ve garlar. Çıkılan yer farklı olsa da herkesin vardığı aynı yer olan Sirkeci Garı, Rumeli’den Türkiye’ye göçenlerin yeni hayatlarının ilk adımı, ortak tarihlerinin ilk sayfasıdır. Yani bir anlamda sıfır noktasıdır. İstanbul’da 1967 yılından bu yana kesintisiz olarak faaliyet göstermekte olan Kosova Prizrenliler Kültür ve Yardımlaşma Derneği geçmişi selamlamak ve bugünü kutlamak amacıyla tüm Rumeli göçmenlerini her yıl bu mekanda bir araya getiriyor. Bu yıl 8 Mayıs tarihinde üçüncüsü gerçekleşen anlamlı buluşmaya Türkiye’nin ve Balkanların dört bir yanından 2500’ü aşkın davetlinin yanısıra, çok sayıda devlet adamı ve politikacı da katıldı. Büyük buluşma Eyüp Belediyesi Mehter Takımı’nın gösterisi ile başladı. Genel Sanat Yönetmenliğini Devlet Tiyatroları Sanatçısı Orhan Kurtuldu’nun yaptığı ve Rumeli’den göç etmek zorunda kalan göçmenlerin Türkiye’ye gelişini anlatan canlandırma, bir anda Sirkeci Garını dolduran binlerce Rumeli göçmenini hüzne boğdu. Rumeli türküleri ve göç üzerine yazılmış şiirler eşliğinde gerçekleştirilen canlandırmanın ardından Kosova Prizrenliler Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı İsa Kayım katılımcıları selamlayarak, kendi göç hikayesini kısaca anlattı. Dernek Yönetim Kurulu üyesi ve eski Başkanı Nezih Liman’da yaptığı konuşmada, etkinliğe katılan misafirleri selamlayarak “Tam 50 yıl oldu, tam 60 yıl oldu… O yıllarda insanlarımız yine burada toplanıp trenlerle Rumeli’den gelenlerin yolunu gözlerlermiş, acaba gelen bu trenden kim inecek, onlara nasıl yardım edebilirim, onlara nasıl kucak açarım diyerekten. İşte tam burada sıfır noktasında bunlar yaşanırmış… Bizler büyüklerimizin hak etmediği ve uğradığı bu büyük zulmü hatırlamak için Sirkeci garında toplanıyoruz, bundan sonrada geçmişte Kültür - Sanat paradigma/haziran 2011 Damka, Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner, MHP MYK Üyesi ve Kocaeli Milletvekili adayı Lütfü Türkkan, MHP İstanbul Milletvekili Adayı Sayit Yusuf, AK Parti İstanbul Milletvekili adayı Hüseyin Bürge, Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu, Rumeli ve Balkan Sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri de katıldı. yaşananları unutmamak için, unutturmamak için burada her yıl toplanacağız. Rumeli coğrafyasında geçmişte yaşanan zulmü, o günleri yaşamayan genç nesillere aktarmak zorundayız.” Diyerek etkinliğin düzenlenme sebebini ve önemini kısaca dile getirdi. Liman ayrıca “Biz Arnavut’uz, Biz Boşnağız, bir Türk’üz, Biz Rumeliyiz… Ailelerinden koparılan, topraklarından ayrılan, hayatlarını, doğdukları yeri terk ederek, burada sıfır noktasında Anavatana ayak basan büyüklerimizi bağrına basan güzel Türkiye’mize ve yüce Türk milletimize bir kere daha minnettarlığımızı ifade ediyoruz. Buranın, burada düzenlediğimiz bu etkinliğin sadece bir konser olduğunu düşünenler yanılıyorlar, burada bir duygu seli var, burada geleneksel hale getirmek istediğimiz canlı bir etkinliğimiz var. Burada festival havasında yaşatmak istediğimiz bir etkinliğimiz var ve bu etkinliğin sahibi hepimiz olmalıyız. Biz Dernek olarak bunu istiyoruz, burada adı Rumeli ile başlayan tüm derneklerimizi görmek istiyoruz, burada tüm vakıflarımızı görmek istiyoruz, burada adı Rumeli ile başlayan federasyonlarımızı görmek istiyoruz, işte gerçek Rumeli burada.” Diyerek tüm Rumeli camiasını bu etkinliğe sahip çıkmaya ve etkinliği festivale dönüştürmeye davet ederek sözlerini tamamladı. Kosova Kamu Yönetimi Bakanı Mahir Yağcılar göçün hasret ve hüzün demek olduğunu anlatarak, yıllar önce Sirkeci Garı’na gelen her kofer ve her sandıkta bir hikâye bulunduğunu dile getirdi. Yağcılar, geçmişte yaşananların, aileleri parçalayan, dostları birbirinden uzak bırakan bir süreç olduğunu belirterek, “Allah’a şükürler olsun, arada mesafeler olmasına rağmen yine beraberiz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti sizlere bu olanağı sunmuştur. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti’ne teşekkürlerimi sunmak istiyorum” dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Kemal Fahir Genç’ de Rumeli’de geçmişte yaşanan acıların, dünyanın hiçbir yerinde yaşanmamasını dilediğini anlatarak, bu tür uygulamaları yapanların, yaptıklarının hesaplarını verdiklerini dile getirdi. AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet Müezzinoğlu’da 41 yıl önce 14 yaşındayken elinde bir koferle Sirkeci Garı’na geldiğini anlatarak, Edirne Milletvekili adayı olarak Edirne’de son 25 gündür dolaştığını, Edirne’nin tarihi misyonunu yeniden üstlenmesi gerektiğini dile getirdi. Bayrampaşa Belediye Başkanı Atilla Aydıner ise burada 55 yıl öncesini yaşatan herkese çok teşekkür ettiğini belirterek, bu örf ve adetlerin mutlaka çocuklara emanet bırakılması gerektiğini vurguladı. Etkinliğe, Kosova Meclis Başkan Vekili Enis Kervan, Kosova Milletvekilleri Müfera Şinik ve Fikrim Yapılan konuşmaların ardından Kosova, Prizren’den etkinliğe katılan Doğru Yol Türk Kültür Sanat Derneği sanatçıları muhteşem bir Rumeli Türküleri konseri verdi. Konsere ayrıca Rumeli Müziğinin sevilen sesleri Arif Şentürk, Soner Özbilen, Rüstem Avcı, Faruk Yılmaz, İmran Salkan, Cüneyt Şentürk’de konuk olarak katılarak, sevilen eserleri “Bir Kofer Bir Sandık” etkinliğini izlemeye gelen Rumeli sevdalılarına sundular. Öte yandan, Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Ulaştırma Bakanı Mehmet Habib Soluk, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Devlet Bakanı Faruk Çelik, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da etkinliğe birer kutlama mesajı gönderdiler. Yaklaşık 4 saat süren etkinlik öncesi ve sonrasında “Göç ve Eski Aile Fotoğrafları” sergisi ve “Rumeli Stantları” katılımcıların yoğun ilgisini topladı. Katılanlara Rumeli lezzetlerinin ikram edildiği etkinliğin tamamı Tek Rumeli TV ve TRT AVAZ tarafından canlı olarak yayınlandı. Ortak geçmişimiz değerlerimizin ve kültürümüzün anıldığı bu değerli etkinliğin geleneksel hale geldiğini vurgulayan dernek yetkilileri, tüm Rumeli Göçmenlerini ve Rumeli sevdalılarını bugünden önümüzdeki yılki etkinliğe davet ettiklerini belirtiyorlar. 39 40 paradigma/haziran 2011 Kültür - Sanat Dokufest 10’uncu Yılını Kutlamaya Hazırlanıyor Paradigma Bu sene 10’uncusu düzenlenecek olan Dokufest Kısafilm ve Belgesel Festivali hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor. 30 Nisan tarihinde kapanan başvuru tarihine kadar 1800’ün üzerinde kısafilm, belgesel ve animasyon başvurdu. Seçici kurul gösterilecek filmleri seçmekte oldukça zorlanıyor. konuğu olan İsviçre’den gelen film seçkisi festivalin gözdelerinden. 23 – 31 Temmuz 2011 tarihleri arasında düzenlenecek olan festivalin hazırlıkları uzun süredir devam ediyor. Dokufest Kısafilm ve Belgesel Festivali artık sadece bir kısafilm-belgesel festivali olmaktan çıkıp bütün Kosova’ya yayılan bir karnaval halini aldı. Balkan Belgeselleri dalında ise bölge ülkelerine eğilen, sorunları anlatan sağlam konular işlenmekte. Festival süresince binlerce turist Kosova’yı ziyaret ederken, Dokuphoto, Dokunights, Dokucamp, Dokukids ve saire etkinliklerle Kosovalılara sanatın her alanından yararlanma fırsatı sunuluyor. Belgesel atölyelerinin de kurulduğu festivalde ayrıca İnsan Hakları, çocuk hakları, kadın hakları, çevrenin korunması gibi evrensel değeri olan konularda panel ve açık oturumlar gerçekleşiyor. Uluslararası yarışma, en iyi Balşkan belgeseli, Kısafilm, animasyon dalında yarışan eserlerin yanısıra festivalin her sen bir konuk ülkesi oluyor. Bu senenin Uluslararası yarışma bölümünde yer alan uzun belgeseller ise dünyaca ünlü festivallerde yarışıp Dokufest’e geldiler. Balkanların en iyi 5 festivalinden biri olan Dokufest Kısafilm ve Belgesel Festivali Haziran ayının sonlarına doğru kesin programını ve etkinlik şemasını açıklayacak. Prizren kale duvarlarını perdeye dönüştüren, dere üzerine platform kurup film seyrettiren Dokufest, 10’uncu yılında değişik sürprizlere hazırlanıyor. Röportaj paradigma/haziran 2011 Prizren – Bir Kültür Başkenti Röportaj: Bengi Muzbeg Fotoğrafçı Edis Potori ve Nafis Lokviça yaklaşık 1 yıl süren Prizren – Bir Kültür Başkenti adlı kataloğu yayınladı. Prizren’de yaşayan zanatlardan, yemeklere, düğünlerden, adetlere kadar her şeyi kapsamayı amaçlayan ikiliye kendi kataloglarını kendilerinin anlatmalarını rica ettik. Fotoğrafçıların bolca beslendiği mekanlardan biri olan Şadırvan Meydanındaki bir kafede daldık sohbete. Ben öncelikle fikri merak ettim ve kimden çıktığını sordum. Nafis Lokviça böyle bir fikri uzun zamandır düşündüğünü ancak defalarca belediyedeki yetkililere başvurmasına rağmen destek göremediğini söyleyerek devam etti “İyi ki destek görmemiş, çünkü hem aceleye gelirdi, bu kadar kaliteli olmazdı; hem de bizim tek başımıza yapmamız daha büyük bir şeref. Ayrıca o dönemde Edis’le beraber bu projeyi gerçekleştirmemiş olurduk, o bakımdan da eksik kalırdı” dedi. Yine Nafis bey devam etti. “Ama fikirde uzlaştıktan sonra içerik hakkında her kararı beraber verdik. Edis istemedi ben ikna etmeye çalıştım. Ben istemedim o ikna etmeye çalıştı. Her konuda istişarede bulunduk, tartıştık; ama ortak fikir “Bu şehre yakışır bir ürünü nasıl hazırlarız” idi. Dolayısıyla, bu amaçta anlaşınca gerisi boş kalıyor” diyor. Sohbete Edis katılıyor ve son yıllarda Kosova’da inanılmaz kaliteli beyinlerin yetiştiğini vurguladıktan sonra şöyle diyor “Herkes Kosova’da bir katalog, bir eser yaratma ister. Fikir herkeste var. Hepsi de değerlidir, önemlidir. Ama önemli olan işin bu dakikadan sonra başlaması gerçeğidir. Çünkü iş burada başlıyor. Bu fikirden sonra inandığın amaç uğruna çalışma, bu işe katlanma, çilesini çekme, sorunları aşma, köstekleri engelleme işte iş burada başladı. Biz buna dayandık, inat ettik, sorunlar, gözdağı vermeler her şeyi gördük ama biz çalıştık ve yayınladık. Nafis abiyle fikir konusunda uzlaştıktan sonra Nafis abi yıllara dayanan tecrübesini ve bağlantıları bana aktardı. Ben son 10 sene Kosova’da yaşamıyorum nerdeyse, ben bunlardan faydalandım. Öte yandan Nafis abiye bu işin İstanbul’da Avrupa’da profesyonelce nasıl yapıldığını anlattım. Anlaşmaya vardığımızda çalışmaya başladık. Yani biz birbirimize hem katlandık hem de birbirimizi tamamladık”. Söze ben de karışıyorum ve kataloğun ilk geribeslemelerini kataloğun yaratıcıları ile paylaşıyorum. “Ben kataloğu kime göstersem – Vay be ben burada mı yaşıyorum? diyor” bu size bir geribesleme olsun. Katalog neye hizmet ediyor. Biz eğitim gördüğümüz kurumlarda stereotiplerin nasıl kolay yaratıldığını ve öyle kaldığını öğrendik diyen Edis devam ediyor. “Yabancılar, turistler, ziyaretçiler Prizren’e geldiklerinde ellerinde fotoğraf makinesi ile gezip herkes aşağı yukarı aynı Prizren karesi çekiyor. Çünkü kafalarında bir Prizren stereotipi yaratmışlar ve onu 5 dakikada bulup rahatlıyorlar. Biz bu insanların memleketlerine dönerken yanlarına alabilecekleri ve bu 41 42 paradigma/haziran 2011 Röportaj şehri gerçekten özümseyebilecekleri bir eser yaratmak istedik. Kendisi fotoğraf çeksin, ama Prizren’e bir de bu taraftan baksın”. Edis’den biraz da bu projenin istatistiklerini, kimlerin emek verdiğini, nasıl çaba gösterdiklerini anlatmasını istiyorum. Edis, projenin sahibinin FotoVideo Arşivleme Derneği olduğunu belirttikten sonra kendisinin de kurucu üyesi olduğu Lucida Görsel Sanatlar Topluluğu’nun projenin Görsel Sponsorluğu’nu üstlendiğini ve her türlü imkanı tanıdığını belirtiyor. Set ekibinde kendisinin teorik fotoğraf dersi verdiği öğrencilerin yer aldığını ve müthiş bir pratik deneyim yaşadıklarını vurguluyor. Edis sonuç olarak ekipte 20 kişinin olduğunu belirtiyor ve “3 ay içinde Prizren etrafındaki her yere defalarca gittik, yaklaşık 3 bin km yol yaptık. Yaklaşık 10 bin fotoğraf çektik ve konsepte uyan 245 fotoğrafı kataloğumuza dahil ettik. 3 ay çekim aşaması sürdü, 2 ayda da tasarım ve metinleri hazırladık. Toplam 5 ayda işimiz bitti. Ama katalogun yayınlanması 1 yılı buldu. Aradaki 7 ay ise hiç hak etmediğimiz ayak oyunlarıyla uğraşmakla geçti. Kataloğu tamamen başka konsepte uydurmaya veya başka anlamlara çekmeye çalıştılar. Ama ben sonuca bakarım ve sonunda elimizde kendimizin bağımsız olarak yayınladığımız böyle bir eser var. Bu bize yeter”. Peki finansmanı nasıl sağladınız. Bu işlerin vebalini çeken Nafis bey başlıyor konuşmaya. “Şu anda katalogdaki hotel, restoran reklamlarını göreceksiniz. Bunların tamamı beni veya Edis’i tanıdığı için bize destek oldu. Ama profesyonel anlamda destek istediğimiz sözümona işadamları bize dilenci muamelesi yaptı. Gerçekten şunu belirtmek isterim, katalog yayınlandıktan sonra kaç kişi biz de orada yer alsaydık, veya biz bunları satabilir miyiz diye telefon açtı...” Edis tamamlıyor Nafis beyi “Ben sanata bu kadar aç ve aynı zamanda bu kadar düşman çift karakterli bir toplum görmedim. Herkes istiyor seviyor ama bir gurupta engellemek için her şeyi yapıyor. Şu an katalog basımının 3’üncü günündeyiz, bu kataloğun kopyası olabilecek bir katalog için seferber olan çok insan var. Ama biz 1 yıl süre zarfında danıştığımız çok değerli insanlara ve kendimize güvenerek işi yaptık. Bundan sonra isteyen istediği yollarla istediği şeyi basabilir” Yani bir projeye başlayacaksanız, bu bir kısafilm veya belgesel olsun veya bir fotoğraf çekim projesi olsun ilk önce kendinize inanıp bazı şeyleri feda edeceksiniz mi demek istiyorsun? Edis daha gür bir sesle “Kesinlikle doğru. Mesela siz bu dergiyi çıkartıyorsunuz. Bunun cefasını siz bilirsiniz. Ama bu dergiyi eline alan herkesten farklı bir ses çıkar. Bunun için ben bu röportajı okuyacak olan genç arkadaşlara sesleniyorum. Sanat çevresinden arkadaş edinin. Onlarla arkadaşlık kurun. Çünkü bu işler gönül istiyor. Biliyorsun seninle kısafilmi çektiğimizde ekipte 15 kişi vardı, sabahın 5’inde -8 derecede çekime başlıyor, akşam bitiriyorduk. Onlar bütün gün bize yardımcı oldular. Tamamen gönüllü olarak. Böyle çevre yaratın, çünkü şu an onlar da bizden bir şey istese bütün gücümüzle onlar için çalışırız, ki çalışıyoruz da”. Son olarak peki bu katalog her şeyi mi kapsıyor yoksa bir sınırı var mı bunu açıklar mısınız? Nafis abi hemen dalıyor muhabbete. “Tabi ki var. Çoğu Röportaj konuda istişare ettik. Ben mesela Şar peynirinin, dolmanın, sarmanın olması gerektiğini, bazı şairlerin yer almasını istedim, ama bir konsept var ve bu katalog bir konsept sonucu bu hale geldi. İlerde başka şeyler çıkar katılır, bazı festivaller ve saire son bulur katalogdan çıkar, bu yaşayan bir tanıklık mekanizması olacak”. Biraz da klasik röportaj şekline dönelim. “Teşekkür etmek istedikleriniz birileri var mı?” sorusunu klasik röportaja saygı duyarak sormak istiyorum. Nafis: Ben, katalogda yer alan şirketlerin sahiplerine teşekkür ederim, çünkü ben gidip bir finansman istediğimde ne yapacağımı sormadan destek oldular. Yakinen tanımadığımız ve ne yapacağımızı anlattığımız şirketler ise destek olmadı. Şimdi sponsor olmak istiyorlar. Ben hepsine teşekkür ederim. Edis: Ben de başta çekim öncesi, çekim süreci ve sonrasında bize yardımcı olan takım arkadaşlarım danışmanlarımız, dostlarımıza teşekkür ederim. Nafis Lokviça: Nafis Lokviça 1957’de doğdu. Belgrat Üniversitesi’nde Teknoloji bölümünde eğitim aldı. Fotoğraf ve video çalışmaları yürüten Lokviça’nın çeşitli karma sergileri açıldı. 10 yıllık bir sürede Prizren Teknik Okulunda öğretmenlik yapan Lokviça hala hem fotoğraf hem de video alanında çekimler yapmakta, Kosova’nın görsel tarihini arşivlemektedir. Edis Potori: 1982 yılında Prizren’de doğdu. İlk ve ortaokulu Prizren’de tamamlayan Potori fotoğraf eğitimine İstanbul Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nde devam etti. 2007 yılında bu fakülteden mezun olan Potori aynı üniversitede master eğitimini sürdürüyor. Potori’nin çok sayıda karma sergisi açılmıştır. Çalışmaları hakkında daha geniş bilgiye ulaşmak için www.edispotori. com adresi ziyaret edilebilir. paradigma/haziran 2011 43