Ege Alptuga Baktır 21501231 Tutsak Güneş Ayşe Kulin’in Tutsak Güneş isimli romanını okumak, benim için oldukça güzel bir deneyimdi. Oldum olası sanatçıların eserlerinde bağ kurabileceğim noktaları yakalayamayı çok severim. İnsanın kendinden ve çevresinden bir şeyler görmesi, sanat eserinin kişiye verdiği tadı bambaşka bir boyuta taşıyor. Ben de bu romanda kendimden olmasa da ülkemden pek çok şey buldum. Romanda ilk olarak erkek öncelikli bir toplum göze çarpıyor. Bu durumda bağlantı kurmak çok zor olmadı. Ülkemizde bir kadına tecavüz suçundan yargılanan bir erkek için kadının tecavüze direnmiş olması hafifletici sebep sayılabilmekte aynı zamanda kapalı olmayan bir kadının cinsel istismara uğraması adeta erkeğin bir hakkı gibi algılanmaktadır. Çünkü cinsel dürtülerine hakim olmak zorunda olmayan erkek ve erkeğe bu konuda boyun eğip cinsel dürtülerine hakim olması için kapanmak zorunda kalan kadın ve erkek modelleri topluma empoze edilmektedir. En korkunç yanı ise bir kadının cinsel istismar ile vücut bütünlüğü ihlal edildiğinde kapalı olan, sözde ahlaklı kadınların cinsel istismara uğrayan kişi hakkında ‘Eğer başı açık olmasaydı böyle olmazdı...’ gibi söylemlerde bulunmaları belki de. Sonuçta bu kişilere göre bir erkek saçı açık bir kadın karşısında kendi nefsine hakim olmak zorunda değildi. Kadınlara insan gözüyle bakamayan, insana insan olduğu için değer vermeyi unutan bir toplum bana sorarsanız başına gelecek her şeyi hak ediyor. Ne yazık ki kurunun yanında yaş da yanıyor elbette. Bu toplumun değerli insanları da toplumun çoğunluğunun hak ettiği belalardan kendini soyutlayamıyor. Hatta en çok onlar bedelini ödüyor sanki. Aynı zamanda, tıpkı bizim toplumumuzda olduğu gibi bu kitapta da kadına, hayattaki tek vasfı çocuk doğurmak olan bireyler olarak bakılıyor. Günümüzde de bir kadının üniversiteye gitmesi onun evlenmesi kadar değerli görülemiyor bir türlü. Toplumumuzun baskın görüşü kadının evlenip, çocuk sahibi olup kocası işteyken ev işleriyle meşgul olması gerektiği yönünde. Böylece kadın iş hayatından çekiliyor ve ekonomik özgürlük erkeğin elinde kalıyor. Kadının da hayattaki yeri, ne kadar uzalıp kısalabileceği ise erkeğin takdirine kalıyor. Toplumumuzda kadın erkek herkes, belli bir yaşa gelip evlenmemiş olan kadınlara kusurlu gözüyle bakıyor. Cinsel istismar konusunda olduğu gibi burada da kadınlar, kadının geri planda kalmasına adeta prim veriyor. Bu duruma anlam vermek mümkün değil. Bunun yanı sıra kitapta kız çocukların erkek çocuklar gibi sınırsız bir eğitim özgürlüğü olmadığı, onların bu hakkının erkeklerin eğitim önceliğiyle zedelendiği bir dünya tasvir edilmiştir. Kendi adıma söyleyebilirim ki benim çevremde bu durumun gözle görülür bir örneği yok. Benim çevremde, yalnızca... Ancak bulunduğum fanustan biraz dışarı çıkarsam kız çocukların eğitim hakkının ihlal edildiğini göreceğime eminim. Böylelikle daha küçüklükten itibaren eşitsizlik kadının da erkeğin de anlayabileceği şekilde işlemeye başlıyor. Kadın erkeğin gölgesinde kalıyor. Kimi bu durumdan mutlu, kimi mutsuz. Ancak mutsuz olanın çığlığı da gölgenin içinde kaybolup gidiyor. Kadınlara yönelik suçların bu kadar hafife alınması, eğitim haklarının engellenmesi, kimi zaman adeta para karşılığı evlendirilmeleri; hayatlarının evlenene kadar baba egemenliği altında, evlendikten sonra da koca egemenliği altında bırakılması ve en kötüsü kadınların içinde bu durumları benimseyen bir kitle oluşması kadına insan gibi davranıldığı bir gelecekten bizi her geçen gün uzaklaştırıyor. Hem kadınların zihnine hem de ülkenin işleyişine sinen erkek egemenliği acilen durdurulmalı. Bunun için kadınlar kendilerine biçilen değeri kabullenmemeli ve erkekler de dünyayı kadınlarla paylaşmayı öğrenmeli. Bunun da önünde insanlara cinsiyetler verip buna göre ayırmaktan vazgeçip kadın erkek erkesi insan olarak kabul etmeliyiz. Ancak renklere bile cinsiyet veren bir toplumda bunu beklemek ne kadar sevindirici sonuçlara ulaşır, emin değilim. Bu ülkede bir insan olmak, özellikle de bir kadın olmak ne yazık ki çok zor.