(Özet) DÜNYA GÜNDEMİNDE TÜRK DIŞ POLİTİKASI Oturum başkanlığını Yrd. Doç. Dr. Bahar Hurmi’nin yaptığı ‘Dünya Gündeminde Türk Dış Politikası’ adlı konferansın konuşmacıları konu hakkındaki düşüncelerini sırasıyla şu şekilde dile getirdiler Doç. Dr. Ali Engin Oba; Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi: Soğuk Savaş sonrasında Türkiye hem jeostratejik açıdan hem petrol imkanlarının getirdiği olanaklarla enerji açısından, enerjinin nakledilmesi açısından, stratejik boyutuna da daha önemli bir eksi katan ve etrafındaki gelişmelerin özellikle coğrafi açıdan dünya stratejisine önem arz eden Irak gibi bir durumun ortaya çıkmasıyla, İran’ın nükleer bir güç haline gelme çabalarıyla ve Kafkasya’nın Rusya’yla beraber yeni bir ilgi ve Rusya onun karşıtındaki ülkelerin adeta bir çatışma alanı haline gelmesiyle ve de dış politikasında yeni açılımlar arayarak Afrika gibi ve bunun ötesinde de kendi görüntüsünü ve kendi konumunu daha iyi etkileyecek birtakım prestijli görevleri üstlenerek özellikle bu yılbaşından itibaren güvenlik konseyi üyeliğimizle ve dış politikasının da yeni bir açılımla dış yardımlara başlayarak böylelikle yakın zamana kadar görmediğimiz bir çerçeve içinde zenginleşen bir Türkiye’nin hem bölgesinde hem de uluslararası ilişkilerde daha etkin olmaya başladığı bir dönemi hep beraber izliyoruz. Pınar Yıldırım; Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Araştırma Görevlisi: Avrupa Birliği Avrupa güvenliğinin Avrupa Devletler tarafından sağlanması düşüncesi çok yeni de bir düşünce değil, bunun temeli Soğuk Savaş dönemine de dayanmakta, 1948 yılında İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg ve Sovyet tehdidine karşı bir araya gelmesiyle imzalanan Brüksel Antlaşması ilk kez Avrupa güvenliğine odaklanan Batı Avrupa Birliği’nin BAB’ın temelini atmıştır. Bu antlaşmada ne diyor? Taraflardan biri silahlı saldırıya uğrarsa diğer taraflar da ellerindeki tüm imkanlarla ona destekte bulunacaklar. Ancak biliyorsunuz ki o dönemde Sovyet tehdidinin bu devletlerin kendi başına göğüslemelerinin mümkün olmadığından Brüksel Antlaşması bir şekilde işlevsiz kalıyor ve bu ülkeler NATO çatısı çerçevesinde güvenliklerinin sağlamaya çalışıyorlar. Doç. Dr. Ulvi Keser; Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi: Kıbrıs tam anlamıyla bir cadı kazanı bu kazanın içerisinde global küresel güç olarak Amerika Birleşik Devletleri de var; kıtasal bir stratejik güç olarak İngiltere, Fransa gibi emperyal güçler de var. İsrail gibi Orta Doğu’da egemenlik kurma çabası içerisinde olan bir devlet de var. Ermeniler de var, Yunanlılar da var, Rumlar da var, Yahudiler de var. Ama maalesef bugün itibariyle Kıbrıs konusunda bu kazanın içerisinde kendisine bir rol veya fonksiyon üstlenemeyen tek bir ülke var Türkiye. Biz özellikle son 7–8 yıl içerisinde Kıbrıs konusunu kazan denilen ne olduğu belirsiz boyun eğmeye ve itaate bağlanmış bir garip dış politikanın içerisinde elimizden çıkarmışız, gözden çıkmış bir adam. Doç. Dr. İdris Bal; Atılım Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi: Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte Cumhuriyet dış politikasını veya Cumhuriyete genel anlamda geçişte çok fazla reform yaşadık devrim yaşadık kültür devrimi yaşadık hayata dair aşağı yukarı her şeyimiz değişti. Yani ölçü birimlerimizden hafta sonu tatillerimize kadar dış politika da bundan nasibini aldı ve dış politika Osmanlı’nın yıkıldığı ana kadar tekrar bir güçleneyim tekrar ben size gününüzü gösteririm. Yani hatta Mehter Marşı da vardı, alalım o eski yerleri gibi şeyler ifadeler son dakika küresel güç olma iddiasındayken konjonktür o kadar sıkıştırdı ki aslında Osmanlı’dan sonra ki yöneticiler Atatürk başta olmak üzere karar vericiler de çok meraklı değildi, küçük olmaya pasif olmaya ama konjonktür o kadar sıkıştırmış ki I. Dünya Savaşı sonrası ilk revizyonist ülke daha doğrusu kendine giydirilmeye çalışılan deli gömleğine isyan eden ülke Türkiye olmuştur Kurtuluş Savaşıyla. Duygu Dersan; Atılım Üniversitesi İktisat Fakültesi Araştırma Görevlisi: Şuanda baktığımız zaman Türkiye İsrail ve Suriye arasında müzakere sürecinde arabuluculuk yapmakta Güney Lübnan’da unifit gücü kapsamında askeri gücü olan ve en son yaşadığımız Hamas ve İsrail arasındaki krizde belki de bir nevi Arapların vicdanı olma yönünde bir davranış stili sergileyen ülke olarak karşımıza çıkıyor ve yine biraz medyatik bir konu olan bizde Başbakanımızın Davos krizindeki çıkışı Arap sokaklarında bilhassa hakların nezdinde ciddi bir heyecan uyandırdı. Bu tabii siyasal olarak ne kadar yansıdı bu tartışılır. Ama şuanda Türkiye’nin gerçekten Arap nüfuzları nezdinde son derece olumlu itibarlı bir görünümü var bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.