� IMGE kitabevi Taner Timur, 1958 yılında AÜ SBF'den mezun oldu. Aynı fakültede asistan ol­ masının ardından, 1968 yılında doçenılige, 1979 yılında profesörlÜğe yükseldi. 12 Eylül askeri darbesinden sonra görevinden istifa ederek çalışmalarım Paris'te sürdürdü. Eylül 1992'de eski görevine döndü. 2002 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Timur'un Eserleri: Türk Devrimi ve Sonrası (Doğan Yayınevi, 1971; Imge Kitabevi Yayınları, 1993,1994, 1997,2000) Osmanlı Toplumsal Düzeni (AÜ SBF. 1979; Imge Kitabevi Yayınları, 1994, 2000) Osmanli Kimligi (H il Yayınlan,1986; Imge Kitabevi Yayınları, 1998,2000) Osmanlı Çalışmaları-Ilkel Feodalizmden Yarı Sömürge Ekonomisine (Verso, 1989; Imge Kitabevi Yayınları, 1996, 1998) Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş (!letişim Yayınları, 1991, 1994; Imge Kitabevi Yayınları, 2003) Osmanlı-Tılrk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik {Afa Yayınları, 1991; Imge Kitabevi Yayınları, 2002) Küreselleşme ve Demokrasi Krizi (Imge Kitabevi Yayınları,1996,2000) Toplumsal De!fişme ve Üniversiteler (imge Kitabevi Yayınları,2000) SürüdenAyrılanlar (Imge Kitabevi Yayınları, 2000) Türkler ve Ermeniler (Imge Kitabevi Yayınları,2000,2001, 2007) Türkiye Nasıl Küreselleştil {imge Kitabevi Yayınları,2004) Felsefi lzlenimler(lmge Kitabevi Yayınları, 2005) Yakın Osmanlı TarihindeAykırı Çehreler ( lmge Kitabevi Yayınları,2006) Marksizm, Insan ve Toplum (Yordam, 2007) Im ge Dağıtım Ankara I s t a nbu l K onur Sokak No: 43/A Kız ılay Ankara Cad. No: 45 Cağaloğlu Tel: (312) 417 50 95-96 /418 28 65 Tel: (212) 527 40 57 Faks: (312) 425 65 32 Faks: (212) 527 41 45 E-Posta: dagitim®imge.com. tr E-Posta: cagaloglu®imge.com.tr Taner Timur Türkler ve Ermeniler 1915 ve Sonrası Gözden Geçirilmiş 3 . Baskı ll IMGE ki tabevi Imge K itabevi Yayınları Genel Yayın Yönermeni Refik Tabakçı ISBN 978-975-533-318-2 © Imge Kiıabevi Yayınları, Taner Timur, 2000 Tüm hakları sakhdır. Yayıncı izni olmadan, kısmen de olsa fotokopi, film vb. elektronik ve mekanik yöntemlerle çogaltılarnaz. ı. Baskı: Ekim 2000 2. Baskı: Nisan 2001 3 . Baskı: Mayıs 2007 Kapak Murar Özkoyuncu Düzelti Arda Yakut Dizgi Yalçın A reş Baskı ve Cilt Pelin Ofser Tipo Marbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Milharpaşa Cad. No: 6214 Kızılay-Ankara Tel: (312) 418 70 93-94 Faks: 41810 46 www.pelinofset. com. tr • I m g e K i t a b e vi Yayıncılık Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti. Konur Sak. No: 3 Kızılay 06650 Ankara Tel: (3 1 2) 4 1 9 46 1 0- 1 1 !nternet: www.irnge.corn.ır • • Faks: (3 1 2 ) 425 29 87 E-Posta: imge@irnge.corn.tr İçindekiler Üçüncü Baskıya Önsöz Önsöz . Giriş Ermeni Diyasporası ve Kimlik Krizi. Cumhuriyet Nesilleri ve Ermeni Sorunu 1 9 15 Dramı ve Tarihi Arka Plan . Sonun Başlangıcı: Tehcir Kararı Nasıl Alındı? lttihatçı Savunma . 1 9 14: Ermeni-Rus Işbirliği . "Talim-i Alaman " mı? Almanya, Ermeniler ve Mezopotamya Sovyet Devrimi, Türkler ve Ermeniler Hatisyan'ın Anlattıkları Mütareke, Barış Konferansı ve Ermeni Talepleri Kurtuluş Savaşı Başlarken Ermeni Sorunu Kemalist Hareket ve Ermeni Sorunu 7 11 15 23 . 29 35 39 47 51 57 69 75 79 85 89 93 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ls Türkler ve Ermeniler Lozan, Ermeni Sorunu ve Sonrası Tehcir, Kınm, Soykırım Jenosit'e Karşı Türk Tezi AB Parlamentosu'nun Kararı Ermeni Sorunu ve Amerika Birleşik Devletleri Sonuç: Uluslararası Mahkeme mi? Hrant Dink'in Ölümü ve Türkiye'de Demokrasi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ıo3 ııı ı ı9 1 23 127 ı33 1 39 Üçüncü Baskıya Önsöz � Bu kitabıının son baskısından sonra altı yıl geçti ve bu süre içinde konuyla ilgili önemli gelişmeler oldu. Ana hatlarıyla, bu gelişmelerin 1 9 15'te olup bitenleri yorum­ lamada Türkiye ile dış dünyanın arasındaki farkları da­ ha da derinleştirdiğini söyleyebiliriz. Gerçekten de yir­ miye yakın ülke 1 9 15 olaylarını "soykınm" kabul etti ve parlamentolarında bunu ifade eden yasalar çıkardı. 20 15 yılına, yani Ermeni tehcir ve kırımının yüzüncü yıldönümüne kadar bu sayının daha da artması kuvvetle muhtemel görünüyor. Iki büyük dünya savaşının yaşanmış olduğu son yüzyıl içinde, tüm dünyada, sivil halklara karşı çok sa­ yıda kırım da yapılmış, insanlığa karşı suçlar da işlen­ miştir. Bununla beraber Türkiye'nin özel bir muamele görmesi ve devamlı sanık sandalyesine otunulması kuş­ kusuz haksız ve insafsız bir davranıştır. Fakat, ne yazık ki Türkiye de, resmi planda, yüz binlerce insanın ölme- Türkler ve Ermeniler sine ve öldürülmesine yol açan bir "tehcir" olayını adeta meşrulaştıran tezleriyle, bu konuda, başından itibaren olumsuz bir rol oynadı. Üstelik böyle bir tutumun ek­ sikliğini belirtmek, ı 9 ı 5- ı 7 yıllannda hayatım kaybe­ den, çoğu savaş ve terörle ilgisi olmayan, masum Erme­ niler hakkında üzüntü beyan etmek, egemen çevrelerde devamlı bir şekilde bizim ölülerimize karşı bir saygısız­ lık, Türkiye'ye de bir ihanet olarak değerlendirildi. Böy­ le bir yaklaşım dış dünyada ters sonuçlar doğurunca, bu kez resmi çevrelerin tutumu daha da katılaştı. Öyle ki bugün Türk Tarih Kurumu'nun bu konuyla ilgili yayın­ lannda Talat Paşa'nın ortaya koyduğu nesnel veriler bile kabul edilmiyor ve "soykırım iddialarını çürütme" adı altında Türkiye'yi dünyada hüzün verici ve yalnız bir duruma sokan bir tavır sergileniyor. En hazini de Tür­ kiye'yi bu acıklı konuma sokanlar, ABD'de lobilere para dağıtıp bilinen sonuçlan alanlar millete hesap verecek­ lerine, bu duruma itiraz edenleri sanık sandalyesine o turtmakta ve siyasetçisi, diplomatı, tarihçisi ve sonun­ da da yargıcıyla yargılamaktadır. Hrant Dink'in de so­ kaklarda "yargısız infaz" edilmeden önce bu merciler önüne çıkanldığı ve önce "yargılı infaz"a tabi tutulduğu belleklerden siline bilir mi? Hrant Dink'in cenaze töreni bu konuda Türkiye'de duyguların ne kadar değiştiğini, resmi Türkiye ile reel Türkiye arasındaki farklılaşmanın nasıl belirginleşmeye başladığını ortaya koymuştur. Gönül isterdi ki bu iğrenç cinayet hiç işlenınemiş ve bu olumlu gelişme de başka bir vesileyle ortaya çıkmış olsun! Fakat ne yazık ki ar­ zularla olgular çoğu kez uyum halinde olmuyor ve bu­ gün ırkçı bir cinayete karşı, ancak demokratik bir şah­ lanışla bir ölçüde teselli bulabiliyoruz. Hrant Dink de is Uçüncü Bask1ya Onsôz "Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türkiye'nin soykırımı tanımasından çok daha önemlidir" dememiş miydi? Kitabıının bu genişletilmiş baskısında, son gelişme­ leri de, nesnel olmaya çalışarak ve sorunun kaçınılmaz olarak beşeri duygulada örtüşen yanlarını da unutmaya­ rak, analizime katmaya çalıştım. Ayrıca daha önceki dönemlerle ilgili yorumlarımı da o sırada inceleme fırsa­ tı bulamamış olduğum eserleri okuyarak zenginleştir­ meye gayret ettim. Eğer bu çalışmanın daha demokratik bir Türkiye'ye herhangi bir katkısı olabilirse kendimi amacıma ulaşmış hissedeceğim. Istanbul, Mart2007 1 1 Önsöz Ermeni sorununun tüm boyutlarıyla tartışıldığı, yerli yersiz uluslararası arenalara taşındığı, Türk tarihçileri­ nin "suskunluk"la suçlandığı bir ortamda, beş yıl önce kaleme aldığım bu araştırınayı yeniden yayıulamak için herhalde özel bir gerekçe aramak zorunda değilim. Bu­ nunla beraber, Cumhuriyet'in yetmiş yedinci yılında da­ hi, bu sorunun ülkemizde hala serinkanlılıkla ele alın­ masının çok zor olduğunu esefle görüyorum. Bunun nedenleri nelerdir? Bizi korkuyla içimize kapanmaya sevk eden, bir "Sevr Psikozu" içinde kolektif bir savunmaya yönehen unsurları nasıl çözümlememiz gerekiyor? Yoksa "Erm e­ ni travm ası "nı analize çalışan alayh psikanalistlerimize paralel olarak bir de "Türk travması "nı mı çözümlernek durumundayız? Inanıyorum ki Türkiye Cumhuriyeti dipdiri ve ayak­ tadır. En azından bu potansiyeli taşıyor. Bizi zayıf düşü- lıı 1 Türkler ve Ermeniler ren, bir yabancı parlamentonun tamamen seçim oyunla­ rına dayanan, o ülkede bile önemli bir haber niteliği ta­ şımayacak utanç verici bir girişimini bir karabasan hali­ ne getiren, kolektif korku ve evhamlarımızdır. Ve asıl çözümlememiz gereken temel zaafımız da budur. Bu kolektif korku nereden kaynaklanıyor? Suçlanan bizler miyiz ve neyle suçlanıyoruz? Amerika Birleşik Devletleri, komşularına karşı üslerle ve radar cihazlarıy­ la donattığı bir ülkeye hangi nedenle ve nasıl bir komp­ lo hazırlıyor? Ve bunu, tüm şevkimizle bütünleşmeye çalıştığımız Avrupa Birliği hangi nedenlerle taklide hazırlanıyor? Aslında suçlanan bizler değiliz. Suçlanan 1 9 1 3 dar­ besiyle iktidarı gasp etmiş , tüm muhaliflerini yok etmiş, ülkeyi savaşa ve yıkıma sürüklemiş, milyonlarca Türk'ü -Sarıkamış'ta, Kanal'da , Arap Çöllerinde- ölüme götür­ müş ve sonunda hayasızca memleketten kaçmış bir çete yönetimidir. Mustafa Kemal Atatürk'ü bile içine sindi­ remeyen ve sonunda öldürmeye teşebbüs eden bir çete ! Atatürk, "O lttihatçılar ki milletin zararına birkaç sene süren kötü idareleriyle ve memleketi içinden güçlükle sıyrılmaya çalıştığı bir uçuruma düşürmek cürümüyle bütün dünyada kıskanılmayacak bir şöhrete sahiptir" dememiş miydi? Eğer bizler, tüm jön Türk yönetimiyle değil, fakat bu "birkaç senelik" cürüm yönetimiyle he­ saplaşmamızı zamanında yapsaydık bugün bu durumda olur muyduk? Ne yazık ki böyle durumlarda kamuoyumuza, ta­ rihçilere ders veren, fakat tarih bilincinden tamamen yoksun bir zihniyet hakim oluyor. Buna göre yönetenler ve yönetilenler, sorumlular ve masumlar, zalimler ve halk gibi ayrımların bir anlamı yoktur. Bir yanda " ezeli lı ı Önsöz ve ebedi Türkler", öte yanda da "ezeli ve ebedi Türk düşmanları" vardır. Bu zihniyetle n ereye kadar gidilebilir? Yeterli ya da yetersiz, bu çalışmamda, sesleri du­ yulmak istenmeyen daha bir sürü aydınımız gibi, bu "travma"nın dışında kalmaya, doğru gördüklerimi söy­ lemeye çalıştım. Ankara, Ekim 2000 j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j j J Giriş Ülkemizde egemen tarih yazımına "Ermeni Tehciri" baş­ lığıyla geçen olaylar hakkında Şevket Süreyya Aydemir şunları yazmıştı: "19 1 4- 1 9 1 8 Harbi içinde Osmanlı top­ raklannda ve bilhassa Anadolu ile ona sınır olan bölge­ lerde, karşılıklı bir imha hareketinin geçtiği bir gerçek­ tir. Fakat milletler ve halklar arasında, tarihin bazen öy­ le safbaları yaşanır ki, en doğru olan, galiba o safbaları unutmaktır. "1 Ne var ki herkese "unutma" tavsiye eden Aydemir'in kendisi bazı şeyleri unutmamıştır ve şu yar­ gıda bulunur: "Bu faciada ve Ermeniler aleyhine işleyen çarkların bence en önde gelen sorumlu ve suçluları, Ermenilerin içinden yetişen, fakat coğrafi ve tarihi şart­ lan hiçbir suretle doğru değerlendiremeyen Ermeni yarı aydınları olmuştur. "2 2 Ş. S. Aydemir, Enver Paşa, II. Aynı eser. s. 489. c., Remzi Kitabevi, !stanbul, 1972, s. 487. Türkler ve Ermeniler Ş. S. Aydemir yukarıdaki satırları yazarken, Türki­ ye, lttihatçı ideoloji ve yöntemleri canlandıran l2 Mart cuntası altında yaşıyordu. Ülkede her zaman tabu olmuş bir konu hakkında objektif bir değerlendirme yapmak olanaksızdı. Bununla beraber Aydemir'in naklettiğimiz cümlelerinde hem "karşılıklı imha"dan hem de "Erme­ niler aleyhine işleyen çarklar"dan söz edilmekte ve baş suçlu olarak da "Ermeni yarı aydınları" gösterilmekte­ dir. Bu suçlama herhalde Taşnak ve Hınçak militan ve teröristlerini aşan bir anlamda kullamlmaktadır ve üzü­ cü olan nokta, Ş. S. Aydemir gibi geniş ufuklu bir yaza­ rın herkese "unutma" önerirken kendisinin, üstelik so­ runla çok yakından ilgili bir şahsın biyografisinde, mut­ lak suçlamalarda bulunmasıdır. Burada Ermeni tarihçilerin ve aynı yönde düşünen Batılı yazarların yazdıklarını bir tarafa bırakalım ve Türk resmi tezinin ortaya koyduğu verilere bir göz ata­ lım. Bu tezi yansıtan en önemli kaynaklardan birine gö­ re ülkemiz, Birinci Dünya Savaşı'na girerken Osmanlı Devleti'ndeki tüm Ermenilerin sayısı 1 .300.000 kadardı ve bunlardan 'tehcir' sırasında ölenlerin (öldürülenle­ rin) sayısı 300.000 civarındaydı. 3 Bu rakamların Ermeni ve Batılı tarihçiler tarafından hiç kabul edilmediği ve bu konuda uygunsuz bir rakam kavgası olduğu ayrı bir ko­ nudur.4 Fakat bir devlette etnik ve kültürel bir azınlığın Kamuran Gürün, Le dossier armenien, Türk Tarih Kurumu Yayı nları, 1983, s. 265. Ayrıca Bkz. Le probleme armenien, neuf questions neuf reponses, Ankara, 1 982, s. 3 1 . Amerikalı tarihçi Jusıin McCarthy ·'Ben, hem kendi he­ saplarımı hem de o dönem Anadolu'ya giden bir Ermeni delegasyonunun verdigi rakamı esas alarak 600 bin Ermeni'nin öldürüldüğü kanısındayım" diyor. Yasemin Çongar'la Söyleşi, Mılliyet, 28 Eylül 200 1 . Ermeni kaynakların b u konuda ileri sürdükleri (ve genellikle Batı'da da ka- Giriş dörtte biri civarındaki bir kısmının yok edilmesi olgusu, o toplumun belleğinde hiçbir iz bırakmazsa sağlıklı bir durumla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir mi? Aslında tüm ulusların tarihinde bu gibi vicdanları rahatsız eden olguları bilinçaltına iten savunma meka­ nizmaları vardır. Fakat hiç olmazsa toplumun bir kesi­ minde bu olayların, tüm toplum vicdanını rahatlatacak bir açıklıkla tartışılması gerekmez mi? Ermeni tehcir ve kırımı ile ilgili olarak böyle bir tartışma Türkiye'de hiç­ bir zaman yapılmamıştır. Bugün de bu konuda elverişli bir tartışma ortamının bulunduğunu söyleyemeyiz. Sa­ nıyorum ki bunun, kültür tarihimizin üzerinde derinli­ ğine düşünülmesi gereken bazı özellikleriyle ilgili yön­ leri vardır. Bu özellikler, genellikle Türklere sempati duymayan Batılı çevrelerde "Türkler kolektif bellekten yoksunlar" şeklinde ifade ediliyorlar. Kimi milliyetçi Ermeni tarihçiler ise, belki de belli bir 'Türk imajı'nın devamında yarar gördükleri için, böyle bir tartışmayı engelleyecek tarzda yayınlar yapmaktadırlar. Bunun bir örneğini, 1 990'larda, tanınmış Ingiliz oryantalisti Ber­ nard Lewis'in Fransız gazetesi Le Monde'a yaptığı bazı açıklamalar dolayısıyla kopartılan fırtınacia görmüştük Bu konuda ne demişti B. Lewis? Türk resmi tezlerini mi savunmuştu? Kesinlikle hayır! bul ettirdikleri) rakam bir buçuk milyon ölüdür. Türk Tarih Kurumu Baş­ kanı Prof. Yusuf Halaçoglu'nun '"tehciri, belki de asrın en sistemli yer degiş­ tirmesi" olarak sunan çalışmasında ise '"Ermeni çetelerinin katliamına ugra­ yan halktan bazı grupların kafilelere bir tepki olmak üzere saldırıları vuku bulmuş ve yaklaşık dokuz-on bin kişi katledilmiştir'· denmektedir. Bu hesa­ ba göre bizzat tehciri tasarlayan ve uygulayan siyaset adamları ve komutan­ lar bile yanılmış ve ölü sayısını oldugunun çok üstünde göstermişlerdir. Bkz. Prof. Dr. Y. Halaçoglu, Ermeni Tehciri, Babıali Külrür Yayıncılıgı, !s­ tanbul, 2006, s. ı ı 2. Türkler ve Ermeniler Kendisini Ermeni tezlerinden ve "hiçbir şeyi kabul etmeyen resmi Türk otoritelerinden" 5 dikkatle ayıran B. Lewis, planlı bir soykırımından söz edilemeyeceğini söy­ lediği için uğradığı hücumlara karşı görüşlerini şöyle toparlıyordu: 1) Ermenilere karşı, Avrupa'daki antisemitizm dal­ gasına benzer hiçbir kin kampanyası yapılmadı. 2) Ermeni tehciri, her ne kadar büyük çapta olduy­ sa da tüm ülkeyi kapsamadı ve özellikle Istanbul ve İz­ mir gibi şehirlere uygulanmadı. 3) Türk eylemleri, aşınlıklarına rağmen, tamamen nedensiz değildi. Birçok Ermeni'nin Türklerle savaşan Rusları kurtarıcı olarak görmeleri savaş zamanlarının çok görülen nevrozlarıyla ağırlaşınca tehcir atmosferi doğdu. 4) Teheir -stratejik, kriminel ya da başka nedenler­ le- Osmanlı Imparatorluğu'nda yüzyıllardır uygulanan bir yöntemdi. Örneğin, Rus ilerlemesi karşısında Van şehrinin Müslüman halkı da aldacele sürülmüştü. Bu Müslüman halkın pek azı bu "dostane" (tırnak B. Le­ wis'in) sürgünden hayatlarını kurtarabildiler. S) "Hiç kuşkusuz Ermenilerin çektikleri ıstırap, 'Holokost' dolayısıyla Yahudilerin çektikleri acı gibi, bu halkın belleğini hala biçimlendiren büyük bir beşeri tra­ j edidir. " Gerçi, Ermeniler de, bazı Amerikan misyoner­ lerinin raporlarının gösterdiği gibi, tehcirden önce ele geçirdikleri bazı köylerde korkunç zulümler yaptılar. Fakat durum eşitsizdi. Istanbul hükümeti bu sorunu eskiden beri başvurduğu tehcir yöntemiyle çözme kararı aldı. "Osmanlı hükümetinin Ermeni milletini yok etmek '"1In entretien avec Bemard Lewıs', Le Monde, 1 6 Kasım 1993. Giriş ıçın bir karar ve planı konusunda hiçbir ciddi delil mevcut değildir. " 6 B. Lewis'in bu görüşleri hiç kuşkusuz tartışmaya açıktır. Fakat Osmanlı Devleti hakkında bilgileri daha çok Osmanlı Ermenileri'yle sınırlı bir Fransız tarihçisi­ nin bunları "bilimsel değerden tamamen yoksun" olarak dışlaması da tartışmayı reddeden bir hoşgörüsüzlük işa­ reti değil midir? 7 Fransa'da Lewis davası ile ilgili tartışmalar cereyan ederken soykırım konusunda uzman tarihçilerden Jay Winter de görüşünü açıklamıştı. Yeri gelmişken, diğer tüm yaklaşımlardan farklı noktalar içeren bu görüşü de özetlemek istiyorum. Jay Winter, 19 15 Tehcir kararının bir "soykınm ka­ rarı" olmadığı, fakat "topyekün savaş koşulları içinde soykırıma dönüştüğü"8 kanısındadır. Topyekün savaş kavramı ise, yazara göre, Türkiye'de değil Batı'da doğ­ muştur ve onu "bir Türk tiranı değil, Amerikan generali Philip Sheridan icat etmiştir" . Topyekün savaş, Sheri­ dan'ın Bismarck'a yazdığı mektupta belirttiği gibi, düş­ man ordusuna yıkıcı darbeler vurduktan sonra "halkı ve hükümetlerini barış istemeye zorlamaya sevk edecek zulüm uygulamayı" ifade etmektedir. Bu yöntem Birinci Dünya Savaşı'nda Doğu Almanya, Belçika ve Fransa'daki mülteci akımları vesilesiyle de uygulamaya konmuştur. Le Monde, 1 Ocak 1994. ·Enrretien avec Anahide Ter Minassian ", Le Monde, 26 Nisan 1994. Bunun­ la beraber, B . Lewis, soykırım olgusunu tamamen Ermeni tarihçilerinin ver­ siyonu olarak yorumladığı için Fransız mahkemelerinde ya rgılanmış ve bu konudaki B M Deklarasyonu ve Avrupa Parlamentosu kararına gönderme yapmadığı için manevi razıninata mahkum olmuştur. Bkz. Le Monde, 25 Haziran 1995. ]ay Winter, "Le massacre des arnıeniens ", Le Monde, 3 Ağustos 1994. Türkler ı'e Ermeniler jay Winter, Ermeni tehcirini, yaşam kavgası içinde her türlü moral değerden arınmış insanların soykırıma çevirdiği kanısındadır. 9 Amerikalı tarihçiye göre temelde ırkçı bir ideoloji olmadığı için, kırım, Auschwitz ve Trebiinka uygulamalarına değil, on dokuzuncu yüzyılda Balkanlar' daki kırımlara ve Amerikalıların Kızılderilileri kırmalarına benzemektedir. Görüldüğü gibi] . Winter'in tezi de resmi Türk te­ zinden hayli uzak ve lttihatçı yönetim için hayli ağırdır. Buna rağmen Ermeni diyasporasında da öfke yaratmış, ağır eleştirilere uğramıştır. 1 0 Oysa yakın tarihlere kadar Ermeni tarihçileri bu konuda daha ılımlı bir tutum için­ deydiler. Örneğin Basınacıyan 1 9 22'de kaleme aldığı ki­ tabında 500.000 Ermeni'nin kırıma uğradığını yazıyor, 1 1 Tarasyan ise 1 9 S 7 yılında yayınlanan eserinde 1 9 1 5 olayları için "tehcir ve kmm 1 2 ifadesini kullanıyordu. Aynı ifade Hovanisyan'ın 1967'de yayınlanan Bağımsız­ lık Yolunda Erm enistan adlı eserinde de kullanılmak­ taydı ve 1 970'lere kadar Ermeni tarihçileri arasında ge­ nel bir formül oluşturmuştu. 1 3 Öte yandan Birinci Dün" Buna yanıt veren ve 1 9 1 dramında "hemen tüm ailesini kaybetüğini" belir­ 5 ten bir Fransız Erınenisi, tehcirin soykırıma dönüşmesinde sorumsuz insan­ ların değil, Teşkilat-ı Mahsusa nın rol oynadığına işaret etmektedir. (S. Kilindijan, Le Monde, 30 Ağustos 1994). Gerçekten 1 9 14 Ağustosunda ye­ niden örgüılenip, genişleyen Teşkılal-1 Mahsusa nın görevlerinden biri de Türkiye'de bağımsız bir Ermenistan'ı önlemektir. Bkz. Dr. Philips H. Sıod­ dard. Teşkilat-ı Mahsusa, Istanbul, 1993 s. 5 0 . Bu konuda, ileride tekrar de­ ğineceğimiz gibi, Ahmet Refik (Altınay), A. Emin Yalman, Arif Cemi\ gibi dönemin tanıklarının da ağır suçlamaları vardır. Ö rneğin Gerard Chaliand, J. Winter'e verdiği yanııra Alman diplomatlarını, rahip Lepsius'u ve Morgethau'u tanık göstererek "önceden yok etme fikri"ni kanıtlamaya çalışmıştı. Le Monde, 30 Ağustos 1994. K . J . Basmadjian, L 'histoire moderne des armeniens, Paris, 1 99 2, s. 145. H . Thorossian, L 'histoire de l'Armenie et du peuple armenien, Paris, 1 957, s. ' ' 10 11 12 11 146 . Richard G. Hovanissian, Armenia on the Road to Jndependence, 1918, s. 48. Giriş ya Savaşı'ndan sonra yapılan, sayıları bir hayli kabarık yayınlarda Ermeni tehcir ve kırımında, başta Almanya olmak üzere bazı Batılı devletlerin önemli ölçülerde so­ rumluluk payı taşıdıkları vurgulanmıştır. Bu tez zaman­ la unutulmuşsa da, Hovanisyan, sözünü ettiğimiz ese­ rinde Almanların suç ortaklığını tekrar hatırlatıyor; Al­ manya büyükelçisi Bernstoffun trajedinin nedeni olarak Ermenileri suçlayan beyanatını naklediyor ve elçileri Morgenthau vasıtasıyla tüm olup bitenlerden haberdar olan Amerikalıların 1 9 1 Tye kadar Osmanlı Devleti'yle diplomatik ilişkileri kesmediklerine dikkati çekiyordu. 14 Oysa 1 975'te, Ermeni terör örgütü ASALA'nın başlattığı suikast girişimlerinin yarattığı ortamda Ermeni tezleri giderek katılaşmış, nesnel verilerden uzaklaşılmış, hatta piyasaya düzmece belgeler sürülmüş 1 5 ve soykırım iddi­ alarını kabul etmeyenler baskı ve tehditle karşılaşmaya başlamışlardır. Bu bağlamda Ermeni kırımı Nazilerin soykırımıyla aynı kefeye konmuş, hatta Hitler'in lttihat­ çılardan esinlendiği ileri sürülmüş ve 1 9 1 5 - 1 9 1 7 ara­ sında bir buçuk milyon (hatta bazılarına göre iki mil­ yon) Ermeni'nin öldürüldüğü ileri sürülmüştür. " 16 So- 14 " 10 Los Angeles, 1 969 (ilk baskı 1 967). Soykırım fikri ilk kez 1 965 Nisan ayın­ da, 1 9 1 5 olaylarının ellinci yıldönümünde, Erivan'da yapılan büyük gösteri­ lerde ortaya atılmış ve aynı yıl Ermeni Hükümeti, Sovyet Hükümeti'nden soykırımı resmen tanımasını istemiştir. Yine 1965 Nisanında Kaliforniya ve Uruguay Meclisleri 24 Ni sanı "anına günü" olarak kabul eden kararlar al­ mışlardır. Bu gelişıneler daha sonra tarihçiterin yayınlarında da ifadesini bulmuştur. Age, s. 48-53, 57. Hovanisyan, BcrnstofPun beyanı için 28-29 Eylül 1 9 1 5 ta· rihli New York Times gazetesine gönderme yapıyor. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Ermeni Belge Düzmeciliği, Ileri Yayınları, Istan­ bul, 2006. Aslında daha ı 949'da Ermeni tarihçi Pasdırmacıyan, Hitler'in lttihatçıları örnek aldığını yazmıştı. H. Pasderınajian, Hisroiı·e de I'Armenie, Paris, 1 986, s. 4 ıl (ilk baskı 1 949 ) . Fakat bu görüşün Ermeni ve bir kısım Batı çevrele­ rinde klişeleşmesi son otuz yıl içindedir. 121 Türkler ve Ermeniler runa serinkanlılıkla eğilmeyi ve ı 9 ı 5 dramında hiçbir sorumluluğu bulunmayan bugünkü Türklerle bir diya­ loğu önleyen bu sertleşmenin nedenleri nelerdir? ASALA terörü ı 975'te başladığı için, bizde bazı çev­ reler bunları ı 97 4 Kıbrıs müdahalesine bağlamışlardır. 1 7 Oysa bu gelişim Ermeni diyasporasının üçüncü nesiinin yaşadığı 'kimlik krizi' ve bunu harekete geçirmekte önemli bir rol oynayan Lübnan savaşıyla daha yakından ilgili görünüyor. Ayrıca unutmayalım ki terörist eylem­ leri Lübnan Ermenileri başlatmış olsalar da bunları dünya çapında politize eden ve bazı mesajları Batı ka­ muoyuna ileten özellikle Fransız ve Amerikan Ermeni diyasporası olmuştur. 17 Ermeni teröristleri n saldırısı, aslında, Rusya kökenli bir Ermeni olan Mıgırdiç Yanıkyan'ın Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konso­ los Bahadır Demir'i 2 Ocak 1973 tarihinde, Santa Barbara'da tuzağa düşüre­ 7 rek öldürmeleriyle başlamıştır. Batı kamu oyunun bu cinayete duyarsızlığın­ da, kuşkusuz, askeri cunta altında yaşayan bir ülkenin itibarsızlığı da rol oynamıştır. Ö yle görünüyor ki kin küpü haline gelmiş bir ihtiyarın menfur cinayeti l975'(e başlayan örgütlü cinayetlere örnek olmuştur. Terör kurbanı diplomatlarımızın hüzün verici tablosu için bkz. Dr. Bilal Şimşir, Ma/ra Mahkeme/eri. Ermeni Terörü ve Şehir Türk Diplomatl.an. (Prof. Dr. Aysel Ekşi'nin editörlüğünde yayınlanan Belgeler ve Tanıklarla Türk-Ermeni Iliş­ kilerinde Tarihi Gerçekler içinde), Alfa Yayınları, !stanbul, 2006, s. 12!. Ermeni Diyasporası ve Kimlik Krizi � Ermeni diyasporasının üçüncü neslinin, babalarından, hatta 1 9 15 faciasını yaşamış dedelerinden daha bağnaz olmalarının nedenleri nelerdir? Ermeni kimliği konu­ sunda Fransız Ermenileri arasındaki bir tartışma, konu­ ya bir ölçüde ışık tutuyor. 1 Bu yüzden genç Fransız Er­ menilerinin yirmi yıl kadar önce yaptıklan bazı sorgu­ lamaları ve ileri sürdükleri tezleri özetlemek yararlı ola­ bilir. l9 l5'te tehcire uğrayan Ermenilerden bir kısmı da­ ha sonra çeşitli yollardan Marsilya'ya gelmişler ve mül­ teci kamplarına sevk edilmişlerdi. Çok geçmeden ora­ daki hayat koşullarının çok sefil olduğunu ve işsizliğin hüküm sürdüğünü anladılar. Bunlardan bir kısmı Paris civarında iş imkanları olan Alfortville şehrine gitti ve orada çalışmaya başladı. Bunların sorunu her şeyden J Perigaud. M. Hovanissian-Denieuil. A. Krimian, Reconquere de lidentite par la praaque de la langue amıenienne, Paris, 1985. Türkler ve Ermenıler önce yaşam kavgasını sürdürmek ve yeni bir hayat kurmaktı. Ilk "Ermeni Cemaati" de Alfortville'de kurul­ du. 2 Ermeni mültecileri zamanla Fransa'nın her tarafına dağıldılar, fakat yoğunluklarını daha çok Marsilya ve Paris'te korudular. lkinci ve üçüncü nesil Fransız Ermenileri yazılı bir Ermeni kültüründen yoksun kaldılar. Bunların çoğu Fransız dili ve kültürü aracılığı ile özümlendi ve Fran­ sızlaştı. Kendilerine Ermeni kökenierini unutturmayan ve Ermeni bilincini ayakta tutan tek şey ebeveynlerinin anlattıkları tehcir ve kırım olguları, yani 'soykırım'a da­ yanan bir 'kara tarih 've 'Türk'e karşı kin ' idi. "Böylece, üçüncü nesil, seçilmiş kültürünü 'siyah tem eller üstüne oturttu. Eski sözlü gelenekler, efsaneler ve bayramlar unutuldu. Sadece soykırım anısı kaldı. " 3 ' ASALA'nın suikastçıları üçüncü nesli böyle bir psi­ koloji içinde yakaladılar. Bu yüzden aralarında, farklı ortamlardan gelmiş olsalar bile, sıcak bir bağlantı doğdu ve o ana kadar terörü aklından geçirmemiş birtakım genç insanlar bile bu eylemleri kendi kimliklerinin bir ifadesi olarak algıladılar. Fakat bu gelişim yeni bir süre­ ci başlattı. "Terörist eylemler ve özellikle üçüncü neslin bunlarla özdeşleşmesi, halen gerçekleşmekte olan kül­ türel uyanışı somutlaştıracak ve ilerletecekti. "4 Kısaca "üçüncü nesil, atalarının etnik-kültürel değerlerini tek­ rar bulmak ihtiyacını hissediyor ve kültürel miraslarını sadece soykırım tarihi açısından değil, bu değerler çer­ çevesinde yaşamak istiyor(du) . " 5 Aynı eser, Aym eser, Aym eser, Aym eser. s. 13. s. 53 . s. 56. s. 54. Ermeni Diyasporası ve Kimlık Krizi Bu düşünce ve özlemler Sovyet sisteminin çökme­ sinden ve bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasından önce ifade edilmişlerdir. Daha sonraki gelişmelerin bun­ ları güçlendirici bir etki yaptığını düşünebiliriz . Fakat burada asıl dikkati çeken nokta, Fransız kültürü tara­ fından özümlerren Ermenilerin, bu öz benliğinden kop­ ma olgusunu içlerine sindirememiş olmaları değil mi­ dir? Ulusal özgüllüğünü "melting pot"un birleştirici gü­ cüne dayandıran Amerika'da bile Ermenilerin benzer duygular içinde bulunmaları ve suikast komandoları oluşturmaları dikkat çekicidir. Günümüzde Ermeni sorunu, tarihe dönme, yakın geçmişi sorgulama ve yeni bir kimlik arama sorunlarıyla iç içedir. Ne var ki meşru ve haklı arayışlarında, dedele­ rinin ıstırabını yaşamamış bir genç neslin suikast ve ci­ nayet gibi barbarca yöntemlere başvurmuş olmaları da aslında anlaşılması zor bir olgudur. Gerçi 1 9 19'dan son­ ra da Ermeni komandolar intikam eylemlerine girişmiş­ ler ve sorumlu gördükleri lttihatçı liderleri öldürmüş­ lerdi. Oysa 1970 ve 80'lerin 'intikam tugayları', Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil ettikleri düşüncesiyle Türk dip­ lomatlarına suikastlerle ortaya çıkmışlar, sonunda, Pa­ ris-Orly sabotajında olduğu gibi toplu kırımlardan da kaçınmadıklarını göstermişlerdir. lşin daha da üzücü ta­ rafı, masum insanların öldürülmelerini Batı kamuoyu­ nun belli bir hoşgörüyle karşılaması ve sonunda terör örgütü ASALA'nın ciddi tarihi incelemeye dayanmayan bazı tezlerini dünya kamuoyuna benimsetmesidir. Bunun anlamı bugün bile Türkiye'de yeterince kav­ ranmamıştır. Ülkemizdeki genel eğilim bu durumu hala Batı'nın geleneksel Haçlı zihniyetine, Ermeni ve Rum lahilerinin çalışmalarına, yanlış tanınmamıza vb. atfet- 125 Türkler ve Ermeniler me yönündedir. Ayrıca Ermeni davasını, bizim yönetici zümrenin ve medyanın yanlış yaklaşımlarının da etki­ siyle, Batı kamuoyunda çoktan kaybettiğimizin farkında bile görünmüyoruz. 6 Bugün 1 9 1 5 olayları tüm Avrupa ülkelerinde tartışmasız bir 'soykırım' olarak değerlendi­ rilmektc ve Türkler bu acı gerçeği ısrarla ve inatla red­ deden "belleksiz" , " tarihiyle hesaplaşmaktan korkan" bir toplum olarak sunulmaktadır. Kısaca Ermeni soru­ nu, dış dünyada 'Türk Imajı'nın (onlara göre " Türk Gerçeği"nin) bir parçası olmuştur. Buna ait göstergeler Türkiye'de görmezlikten gelinmiş ve sansür edilmiştir. Örneğin, kabul edilmekte o kadar ısrarlı olduğumuz AB Parlamentosu 1 987 yılında 1 9 1 5- 1 9 1 7 olaylarını, 9 Ara­ lık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Konvansiyonu'na da­ yanarak "jenosit" kabul etmiş ve Konsey'e de bunu Türk hükümetine kabul ettirmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca karar, Türkiye'nin bu olguyu reddetmesinin Avrupa Bir­ liği üyeliğine kaçınılmaz engellerden ( "incontournables obstacles ") biri olacağını da ifade etmiştir. 7 Daha önce cereyan eden, sembolik planda olsa dahi Batı kamuoyu­ nu çok etkileyen bir olay daha vardır. 1 984 yılı Nisan ayında, Bertrand Russell geleneğini devam ettiren ve Türk tezini Batılı platformlarda en çok savunan eski büyükelçi ve gazeteci Gündüz Aktan'ın yazdıkları bu durumu en açık bir biçimde ifade ediyor. 2002 yılında Londra'da Holokosr Ulusal Anma C!inli toplantısına katılan Akıan, ülkeye döndükren sonra şunları yazmıştı: "Toplantıda konuşanların çoğu (konu aslında Yahudi soykırımı, T T.) Ermenilere soykırım yapıldığını artık bir veri olarak kabul ediyor." Radıkal, 30 Ocak, 2002. G. Aktan birkaç yıl sonra Almanya ve Zurich'te katıldığı ıoplanıılar için de benzer gözlem­ lerde bulunmuş ve şunları yazmıştır: "Ermeni soykmm iddiaları konusunda Münih'te karıldığım toplantıdaki izlenimlerim Zürih'tekilerden pek farklı değil. Ermenilere soykırım yaptığımız konusunda Alman kamuoyuna da ge­ nel bir kanı hakim olmuş." Alınanya da Aynı başlıklı yazı, Radikal, 24 Ocak 2006. A. Grosser. Le erime er la ıneınoire, Flammaıion, Paris, 1989, s. 202. Ermeni Diyasporası ve Kimlik Krizi Avrupa'nın en ünlü entelektüellerini ve bir kısım Nobel ödüllü bilim adamlarını bir araya getiren 'Halklar Mah­ kem esi' Ermeni soykırımını kınamış ve -hiçbir sorum­ luluğu olmadığını kabul ettiği- bugünkü Türkleri bu soy­ kırımı tanımaya davet etmiştir.8 Bir taraftan masum insanlarımız hunharca öldürü­ lürken, öte yandan Batı kamuoyunda yargılanıp mah­ küm edilmemiz gerçekten acı ve haksız bir olgudur. Fa­ kat gerek resmi çevrelerimiz gerekse medya organları yanlış bir tutumla bu gelişime katkıda bulunmamışlar mıdır? Sanıyorum Türkiye'de hiç tartışma konusu olma­ mış bu soru üzerinde düşünmenin zamanı çoktan gelmiştir. 1 975'te ASALA'nın cinayetleri, Batı, Türk ve Ermeni kamuoylarında bir sürpriz ve şaşkınlık etkisi yarattı. Türkiye bir iç terör döneminden geçmiş, 1 2 Mart cunta rejimini yaşamış ve istikrarsız bir biçimde demokrasiye geçmeye çalışıyordu. Askeri rejimin yarattığı kin ve in­ tikam birikimi, daha sonraki yıllarda tanık olduğumuz yeni ve daha yaygın bir terör ortamını hazırlamıştı. Bü­ yük bir olasılıkla ASALA teröristlerini de cesaretlendi­ ren bu ortamda, yine de altmış sene önce yaşanmış bazı acı olayların hesabının çağdaş Türklerden sorulacağı hiç beklenmiyordu. O ana kadar ismi duyulmamış bir Er­ meni terör örgütü, Türk diplomatlarını öldürüyor ve bu yöntemle Türkiye hükümetini ' 1 9 1 5 Soykırımı'nı tanı­ maya' zorluyordu. Le erime de silence, rıibunaf pennanent des peuples, Flammaıion, Paris 19 4. 8 Bu kararı onayiayan ünlü düşünür, oryanıalıst ve bilim adamlarından bazılan­ nın adları şunlardır: M. Rodinson, j Habermas, ]. Derrida, F. Lyoıard, E . Morin, R. Aron, V. Jankdewich. F. J acop, L . Sciasia, S . d e Beauvoir, R. Barthes, A. London, M. Duras, A. Tourain, D. Mayer, A. Lwoff, B. Kouchner, F. Per­ roux, H. Tazieff, F. Furet, E. Le Roy Ladurie, C. Lefort, L. Schwartz. Türkler ve Ennenıler Batı medyası bu olayları küçümsedi ve televizyon­ larda gösterilen toplu kırım fotoğraflarıyla bir ölçüde de meşrulaştırdı. lşlenen cinayetleri seyircilerine anlatmak için programcılar elbette 1 9 1 5 olaylarından söz etmek zorundaydılar. Fakat (yurtdışında kısmen izlediğim ve bir ölçüde genelleştirilebilir nitelikteki) yayınlar, bunla­ rın haber verme işlevini aşıp meşrulaştırıcı bir yayma dönüştüğü izlenimini veriyordu. Böylece her hunhar ci­ nayetin ardından, hangi 'arşiv'lerden alındığı belli olma­ yan birtakım kırım tabloları Batılı televizyon ekranlarını doldurmaya başlamıştı. Cumhuriyet Nesilleri ve Ermeni Sorunu � Bu sırada Türkiye'de 1 9 1 5 olaylarına doğrudan tanık olanların sayısı çok azalmış, etkileri de hiç kalmamıştı. Cumhuriyet'in kuruculan yeni bir tarih anlayışı geliş­ tirmişler, I ttihatçı iktidarın radikal bir eleştirisini yap­ mışlar, fakat 1 9 1 5 olaylarını, sıradan ve neredeyse nor­ mal bir 'tehcir' olgusu olarak yansıtmışlardı. Bu yüzden toplum düzenimizi ve tarihimizi kökten bir eleştiriye tabi tutan -ve bu nedenle cunta rejimlerinde başına gel­ medik kalmayan- Cumhuriyet'in açık fikirli üçüncü nes­ li, bu konuda nesnel bir bilgiye sahip değildi. Zaten 197 1 askeri rejimi, Türkiye'de tüm sorunları sadece kaba bir milliyetçilik çerçevesinde tartışmaya izin veriyordu. Başka bir deyişle 'Kemalizm' adına I ttihatçı şovenizm yeniden hortlamış1 ve Sevr psikozu ülkeye yayılmaya Aslında bu dönüşümün temelleri lkınci Dünya Savaşı ıçinde, Türkiye'nin, anlaşmalarına aykırı bir biçimde, Nazi Almanyası ile sıkı ilişkiler içinde bu­ lunduğu bir sırada atıldı. Talat Paşa'nın ·'ıahnit edilerek özel bir şekilde gö- Türkler ve Ermenıler başlamıştı. Böylece planlı bir şekilde sahneye konmamış olan bir durum, insan haklarıyla ilgili tüm derneklerin Türkiye aleyhine rapor üzerine rapor hazırladıkları bir ortamda Ermeni teröristlerinin ve militanlarının propa­ gandalarına çok olumlu bir ortam hazırladı. Türk tutu­ munun temel zaafı bu noktada ortaya çıktı. Aslında bu zaafı hazırlayan başka bir psikolojik neden daha vardı. Cumhuriyet rejiminde yetişen kuşaklar, haklı ola­ rak, Sevr Antiaşması'nı Türklerin yok oluşu, Lozan'ı ise kurtuluşu ve yeniden yapılanması olarak algıladılar. Onlar için Mondros Mütarekesi'nden sonra başlayan ve örgütlenerek zafere ulaşan direniş, yakın tarihlerinin en olumlu olayıydı. Ermenilerle ilişkiler de bu dönemde yeniden düzenlenmiş ve bir dizi dostluk ve barış ant­ Iaşması bizzat Ermeni yöneticilerinin imzalarıyla yürür­ lüğe girmiş ve dünyaya ilan edilmişti. Batum Antlaşma­ sı'ndan (4 Haziran 1 918) Lozan'a kadar uzanan bu ant­ laşmalar serisi yeni bir çığır açmış ve 1 9 1 5- 1 7 yıllarının acı anılarını arka plana itmişti. Kaldı ki 1 9 1 5-l6'da Trabzon, Van, Bitlis, Erzurum vilayetlerinin Ruslar taramülmüş cesedi'' Nazi sembolü (gamalı haç) işlenmiş bir vagonla Türkiye'ye getirildi ve 25 Şubat 1 94 3'te "görkemli bir törenle Hürriyet/ Ebediye tepe­ sindeki diğer hürriyet şehitleri yanına defnedildi" Ertesi gün basında çıkan yazıların çoğu da eski sadrazarnın kişiliği hakkında "yücelıici" nitelikte idi­ ler. Bu bilgileri aktaran Tevfik Çavdar, Talat Paşa'yı "Jakoben devrimci" ve "örgüt ustası" olarak öven eserinde bu iade kararında "Ilk isteğin Türkiye Hükümeti'nden mi, yoksa Nazilerden mi geldiğini bilmiyoruz." diyor. T. Çavdar, Bir Orgıit Ustasının Yaşanı Öyküsü: Talat Paşa, Ankara, Imge Yayın­ ları, 200 1 , s. 570-57 1 . Cenaze merasimini anılarında anlatan Naciye Neyyal ise, Mustafa Kemal ile karşılaşıırdığı Talat Paşa'nın çok olumsuz bir tablo­ sunu çiziyor ve "(lttihaıçılar zamanında) bir asra bile sığdırılamayacak kadar cinayetler, pek kısa bir zamanda, on sene zarfında işlendi" diyor. Bkz. Res­ sam Naciye Neyya/'in Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Hatıralan, Is­ tanbul, Pınar Yayınları, 2004, s. 383. 1 30 Cumhuriyet Nesilleri ve Ermeni Sorun u fından, l920'de de Kilikya'nın Fransızlar tarafından iş­ gali sırasında Ermeniler, Rus ve Fransız subayları ko­ mutası altında intikam girişimlerinde bulunmuşlardı. Ermeni tehciri sırasında "cidden nefrete şayan cinayet­ ler" işlendiğini duyan ve kendi komutanlığı altındaki bölgede (Suriye) "Ermenilere bir tecavüz yapılmasına meydan verilmemesi" hususunda emir veren Cemal Pa­ şa, Doğu Anadolu'da hicret ve cinayet sonucu öldürülen Türk ve Kürtlerin sayısının Ermenilerden daha fazla ol­ duğunu yazmıştır. 2 Bu konudaki çeşitli -ve çok abartılı­ değerlendirmelere ileride değineceğiz. Burada işaret et­ mek istediğimiz nokta bir kısım Ermeni'nin, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra imzalanan antlaşmaların en ağın olan Sevr Andaşması'na duyduğu özlemdir. Kali­ forniya'da iki Türk diplomatının tuzağa düşürülerek öl­ dürüldükleri yıl ( 1 973) yayınlanan bir eserde, bir Er­ meni yazarı, Sevr hariç, Ermenilerle imzalanan tüm ant­ laşmaları (Batum, Gümrü, Moskova, Kars, Lozan) ge­ 3 çersiz sayıyordu. Bu iddialar Türk hükümetleri ve kamuoyu tarafın­ dan elbette benimsenemezdi. Dünyada hiçbir devlet, te­ rör yöntemleriyle, aslında gerçekiere de uygun olmayan bazı tezleri kabule zorlanamaz. Bununla beraber, Türki­ ye'nin reaksiyonunun da serinkanlı ve sağlıklı olduğunu iddia edemeyiz. Cemal Paşa, Hatınif, Nehir Yayınları, Istanbul, 2006, s. 386. Bu id'!it'lfl : rı:� ., abartılı bulan A. Emin Yalman, Ermeni çetelerinin Erzurum'ı.rı•t'Ş giı.li ndeıi. sonra Türklerin kaçtığını yazmakta ve "Kafilelerin yollarda vetdiklerı zaiyat dışmda Ermeni çevrelerinin kırk bin Türkü öldürdükleri tahhıin }"dilebilir'; demektedir. Gördüklerim ve lşiaiklerinı, c. I, Istanbul, 1970, s. 333.. Shavarsh Torisquian, The Armenian Quesrion and !mernarional Uıw, Bey" rut, 1973. Türkler ve Ermeniler 1 975'te bir sürpriz etkisiyle başlayan cinayetler Türk resmi çevrelerinde ve kamuoyunda şiddetli bir tepki uyandırdı. Ne var ki bu tepki tamamen duygusaldı ve bu konuda daha önceden yapılmış az çok nesnel araştır­ malara dayanmıyordu. Türk hükümeti "teröristleri mu­ hatap almayız" diyor, fakat aslında sadece teröristleri muhatap alıyor ve tüm Ermeni camiasım teröristlere meylettirecek bir söylem geliştiriyordu. Oysa terörizmle mücadelenin en iyi yöntemi, onu tecrit edecek ve gide­ rek etkisiz kılacak en doğru tavrı takınabilmektir. Bu­ nun için de terör eylemlerini bizim gibi sürpriz olarak karşılayan Ermeni camiası ve dünya kamuoyu nezdinde inandırıcı olabilecek bir yorum getirebilmektir. Ne var ki bu konuda 'Katil Ermeniler' , 'Cani Ermeniler' gibi ırkçı formüllerin ötesine geçemeyen bir tutum sergilen­ di. 4 Türk tezi 1915 olaylarını bir "iç savaş" , bir "karşı­ lıklı kıtal" (birbirini öldürme) olarak görüyor; kimi baYurtdışındaki Türk temsilcilerine karşı l975're başlayan terörist saldınlar 15 Temmuz l983'te Paris Orly Havaalanında, THY Bürosu önünde patlatılan bombaya (soykınmcı eyleme-"genocidary acr"e) kadar diyasporanın lojistik ve moral desteğinden yararlandı. Diyaspora erkinlikleri daha sonra siyasal plarforma aktarılarak yoğun bir jenosit kampanyasına dönüştürüldü. Batılı devletler kendi ülkelerinde terörisı eylemlerin failierini bulup cezalandırdık­ tan sonra Türkiye'den dünya kamuoyuna yönelik bir jest, inandıncı bir me­ saj beklediler. Ne var ki Türkıye adına konuşanlar, Türk tezlerine en yakın tarihçi Bemard Lewis'in dediği gibi "hiçbir şeyi kabul etmeyerek" Batı ka­ muoyunu en katı Ermeni tezlerini benimsemeye yönelttiler. Terörün durma­ sı da, Türkiye'de, Orly suikastında bazı Avrupalıların da ölmesine bağlandı. Oysa, Dışişleri Bakanlığı'nın Ermeni terörü üzerine kurduğu Istihbarat ve Araştırma Dairesi'nin ilk genel müdürü emekli Büyükelçi Ömer Engin Lütem'in belirttiğine göre, "Büyük devletler Ermeniterin faaliyetlerine karşı çıktı, failierin hepsi yakalandı ve ağır cezalara çarptırıldı" ve "Ermeni terö­ rünün l985'te durmasının nedeni de Abdullah Çatlı ve öteki bazı kişilerin Ermenilere karşı yaptıkları icraat değildL Terörü durduran doğrudan doğru­ ya Ermeniterin kendileri (oldu)". Hürriyet, 9 Ağustos 2004, Yener Süsoy ile söyleşi. Cumhuriyet Nesilleri ve Ermeni Sorunu sm ve yayın organları daha da ileri giderek 1 9 15'te, Er­ menilerin Türkleri kestiğini, asıl "soykırım"ı onların yaptığını yazıyorlardı. 5 Bu konuda bir kısım lttihatçıla­ rın anılarında sözünü ettikleri vicdan hesaplaşmasını yapabilen birkaç aydın bile çıkmadı. Zaten yaratılan Ermeni düşmanı histeri ortamında çıkmasına da olanak yoktu. Ayrıca ortada böyle bir tutuma kaynak teşkil ede­ cek nesnel eserler ve araştırmalar da bulunmuyordu. Cumhuriyet'in ilk nesilleri, geçmişten kopuş ve yeniden kuruluş süreci içinde 1 9 1 5 dramını zaten unutmuşlardı ve 1 975'ten sonra sorun beklenmedik bir biçimde yeni­ den gündeme gelince boşluğu Ittihatçı-şoven tezler dol­ durdu. Kemalist rejim bu konuda kendisine yakışır bir tarihi hesaplaşma yapamamış, meydanı Türk halkının da mahvına neden olan kornitacıların manevi torunları­ na bırakmıştı. Bütün bunlar bir araya gelince Türki­ ye'de, yirminci yüzyılın en büyük dramlarından birini yaşamış Ermeni halkını teröristlerden ayıran ve onlara sempatisini ileten tek bir ses bile çıkmadı. Burada Ermenilerin kimliklerini Türk düşmanlığı üzerine kurduklarını -veya böyle sanıldığını- ve bu ol­ gunun da Türk tutumunu belirlediğini düşünebiliriz. Oysa daha 1 9 l 9'da Ahmet Refik (Altınay), Iki Komite, Iki Kua/ başlıkl ı ese­ rinde konuya çok daha nesnel bir şekilde yaklaşmıştı. Harbiye kökenli Da­ rülfünun tarih müderrisi (ve sonra da Türk Tarih Eucümeni üyesi), eserin­ de, 1 9 1 5'te Ermenilerin Vau'da çıkardıkları isyanın "ltıihatçıların milli gaye­ leri için mühim bir fırsat meydana getirdiğini" yazmış ve şunları eklemişti: "Adil ve kuvvetine güvenir bir hükümetin böyle bir vaziyet karşısında yapa­ cağı şey, hükümet aleyhine isyanları tahakkuk edenleri tecziye eylemekti (cezalandırmaktı); fakat lttihatçılar, Ermenileri imha etmek ve bu suretle Viiayan Si tt e (altı vilayet) meselesini de ortadan kaldırmak istediler." Iki Komite, Iki Kıta/, Ankara, yayma hazırlayan Hamide Koyukan, Kebikeç Ya­ yınları, Ankara, 1 994, s. 27. (Eser ılk kez Aralık 1 9 1 8-0cak 1 9l9'da !kdam gazetesinde tefrika edilmiştir.) Türkler ve Ermeniler Aslında bu konu iyi çözümlenmesi gereken ve paradok­ sal boyutları olan bir konudur. Bu çerçevede şöyle tarihi bir açıklama getirilebilir sanıyorum. 1915 Dramı ve Tarihi Arka Plan 1 9 1 5 yılı Ermeniler için olduğu gibi Türkler için de bir felaket yılı oldu. Sankamış faciasıyla başlayan 1 9 1 5 se­ nesi, sonunda Çanakkale zaferiyle bitse bile Anadolu Türklerine çok pahalıya mal olmuştu. Zaten 'Ermeni Tehciri' de bu ortamda düşünülmüş ve bir panik havası ve çılgınlığı içinde uygulanmaya konulmuştu. Ne var ki Türk-Ermeni ilişkileri, yer yer feci kmmlarla bütünle­ şen 'tehcir' olgusuyla noktalanmadı. Türkler ve Ermeni­ ler önce büyük savaşın bitimine, daha sonra da Kurtu­ luş Savaşı'nın sonuna kadar bazen savaş meydanlarında, bazen de müzakere masalarında karşılaştılar. Bütün bu gelişmeler sırasında Istanbul'da bir Türk-Ermeni dost­ luk derneği vardı ve Lozan imzalanırken Ermeni cemaa­ tinin lideri, bir Ingiliz gazetesine verdiği beyanatta, "Farklı ırklardan oluşan toplumlarda en önemli şey, bunlar arasında gerekli ahengi kurmaktır. Mutsuz geç- Türkler ve Ermeniler miş unutulmalıdır" 1 diyordu. Ne var ki "mutsuz geç­ miş" unutulmadı. Bu konuda bir açıklığa ihtiyaç vardı. Ermeni diyasporası kabul edildikleri ülkelerin dış­ layıcı ve horlayıcı ortamı içinde yeni bir hayat kurma­ nın güçlüklerini yaşarken2 bütün suçu kendilerini ana­ yurtlanndan kovanlarda buluyorlardı. Bu duygularını yer yer anlaşılır abartılarla, çocuklarına ve torunlarına ilettiler. Oysa bu düşmanlık duygusu birçok ortak değe­ rin birleştirdiği bir yaşamın ürünü olan sempati ve öz­ lemle iç içe, iki yönlü (ambivalent) bir duyguydu. Buna karşılık Batı'da yetişen diyaspora, dedelerinin çoğu kez bilinçaltına ittiği bu sonuncu duygulardan yoksun yetiş­ ti. Batılı değerlerin bireyci atmosferi içinde, kendilerine anlatılanları kuru bir entelektüel çerçevede, bir 'köken arayışı' bağlamında özürolediler. Dedelerinin ı 9 ı 5- ı 9 23 arasında yer yer kendi hemcinslerini (örneğin Taşnak ve Hınçak militanlarını) eleştiren, en azından topyekün savaş psikolojisinin yarattığı çılgınlıkları kavrayan tec­ rübesine sahip değildiler. Temelde haklı olmaları, onları topyekün bir haklılık psikolojisine sürüklüyordu. Katı inançlarını paylaşmayan Batılı yazarlar, Türkler tarafın­ dan kandırılmış ya da satın alınmış oportünistler olarak görülüyordu. Sonunda ASALA terörünü de onaylayan bu bağnazlık, ı 920'lerde bizzat bazı Ermeni liderlerinin kabul ettiği olguları bile sansür ediyordu. Somut bir ör­ nek verelim. lleride adından tekrar söz edeceğimiz Bogos Eliot Grinnell Mears, Modern Turkey, New York, 1924, s. 531. 24 Temmuz 1923 tarihli Manchester Guardian Weekljden aktarma. Ermeni asıllı Fransız sinemacısı Henn Verneuil (Aşod Malakyan) Mayrig isimli kitabında bu güçlükleri anlatır. Paris'te geçirdiğim yıllarda tanıdığım bazı yaşlı Ermenilerin de Fransa'ya girerken pasaportlarını göstererek ''biz Hıristiyanız" demelerine rağmen ırkçı bir tutumla karşılaştıklarını, "Türk muamelesi" gördüklerini anlattıklarını nakletmek isterim. 1915 Dram1 ve Tarihi Arka Plan Nubar Paşa, 1924'te şunları yazabiliyordu: "Büyük Sa­ vaş'ta Türk halkı da Ermeniler kadar ağır bir bedel öde­ di. Muharebe meydanlarına gönderilenler büyük çoğun­ lukları itibariyle Küçük Asya'dan toplanmışlardı. Bunun dışında salgın hastalıklar, yoksulluk, kıtlık, kötü sağlık koşulları Müslüman halk arasında korkunç tahribat yaptı. Alman istatistiklerine göre savaş esnasında iki milyondan fazla Türk öldü. " 3 Gerçi Nubar Paşa bunları Doğu Anadolu'da nüfus dengesinin bozulmadığını ka­ nıtlamak için yazıyor ve Ermeni çoğunluğunun tekrar sağlanması için teheir edilenlerin güvenlik içinde yurt­ larına dönmelerini talep ediyordu. Aslında en güvenilir İstatistikler, Ermenilerin, Doğu illerinde, 1 9 1 5'ten önce de çoğunluğa sahip olmadıklarını ortaya koymuştur. 4 Fakat burada vurgulamak istediğimiz nokta Nubar Pa­ şa'nın, 1 9 1 5 trajedisine çok daha yakın bir tarihte bile, olup bitenlere kin ve intikam duygularından sıyrılmış bir biçimde yaklaşabilmesidir. Çağdaş Ermeni diyaspo­ rası ya da onun adına konuşanlar, çoğunlukla , ne yazık ki bu ılımlı tutumu benimsemekten uzak görünüyorlar. Burada sorulacak soru şudur: Günümüzde Ermeni­ terin sözcülüğünü yapmak isteyen bir kısım tarihçi ve politikacılar 1 9 1 5 olaylarını planlı ve sistemli bir soykı­ rım sayarak, Nazilerin Yahudi soykırımıyla (Holokost) E. G. Mears, age, Nubar Paşa'nın Ermenilerle ilgili makalesi, s. 73. Mareel Leart, La quesrion annenienne, Paris 1 9 1 3 , ss. 9-1 I . Daniel Panzec, " L 'enjeu du nombre; La population de la Turquie de 1914 .ıi 192 1", Turquie: La croisee des chenıjns, Paris, 1 989, 1 9 14 Nisanında S. Zarzecki şunları ya­ zıyordu. "Küçük Asya'da hiçbir yerde Ermeniler türdeş ulusal heyet halinde yaşamıyorlar. Bu onların hem siyasal zaaflarının hem de ticari refahlannın nedenini oluşturuyor. Aralarından çok azının hayal ettiği Ermeni Devle­ ti"nin, fırsat çıkarsa, nereye yerleştirileceği konusunda karşı\aşılacak müşkü­ laı, bu özlemi üropik kılıyor." Revue de Paris, Nisan 1 9 1 4, s. 879. Türkler ve Ermeniler aynı kefeye koyarak, hatta Hitler'in cürümlerinde Os­ manlıları model aldığını ileri sürerek neyi hedefliyorlar? Eğer amaçları intikam duygularını tatmin etmek, Türk­ leri dünya kamuoyunda küçültmekse, bu yolun Türk milliyetçiliğini kamçılayıcı ve Türkiye-Ermenistan iliş­ kilerini daha da zehirleyici sonuçlar verebileceğini dü­ şünmeleri gerekir. Yok eğer, daha somut planda, Lo­ zan'dan Sevr'e dönen bir süreci başlatmak istiyorlarsa, bunun günümüz gerçekleriyle ilgisi olmayan bir kurun­ tu olduğunu gözden kaçırmamalıdırlar. Bu gibi tutum­ lar Batı kamuoyuna "bağnaz bir Türkiye" sunmak için kimilerinin hoşuna gidebilir. Fakat Türkiye'ye komşu ve işbirliği ihtiyacındaki bir bağımsız Ermenistan'ın is­ tediği herhalde bu değildir. O halde yapılacak şey nedir? Yapılacak şey, tarihi arka planı göz ardı etmeden, 1 9 1 4- 1923 dönemini mümkün olduğu kadar objektif olarak ve aşamalı bir şekilde ele almak suretiyle yeni bir değerlendirme denemesine girmektir. Bunun sonucu or­ tak bir senteze götürmeyebilir. Fakat Türk-Ermeni ba­ rışmasına yol açabilecek bir diyaloğu başlatabilir. Inkar­ cı tutumu olduğu gibi maksimalist tezleri de dışlayarak bu konuda gerçekçi bir zemin yaratabilir. Bu yönde bir katkıda bulunmak istediğimiz bu kitapta, genel bir de­ ğerlendirme denemesinden önce olayların gelişimini ve yaşadıkları dönemde nasıl algılandıklarını saptamaya ça­ lışacağız. Sonun Başlangıcı: Tehcir Kararı Nasıl Alındı? Ermenilerin tehciriyle ilgili kararın nasıl alındığı uzun süre anlaşılamamış ve olay yıllarca hırçın polemiklerin konusu olmuştur. Kararın ne kadar karanlık koşullarda alındığını, İttihat ve Terakki Fırkası'nın en önde gelen isimlerinden Hüseyin Cahit Yalçın'ın yazdıkları çok iyi gösteriyor. Siyasal anılarında Hüseyin Cahit Bey, "(Ermeni so­ rununu) ilk kez Çanakkale'ye gittiğimiz zaman Enver'in ağzından işitmiştim" demekte ve "Enver, bu tehlikenin önünü almak için, doğu illerindeki bütün Ermenileri yerlerinden kaldırarak başka yaniara göndermek gere­ ğine inandığını söylüyordu" 1 diye eklemektedir. Tanin başyazannın konuyla ilgili şu gözlemleri daha da ilginç­ tir: "Ermenileri göç ettirmeyi kim düşünmüş, kim hazırHüseyın Cahit Yalçın, Siyasal Anı/ar, Istanbul, 1976, s. 233. Türkler ve Ermeniler lamış ve kim bu biçimde uygulamıştı? Herhalde bir ki­ şinin eseri olamazdı. Ama ne zaman bu sorun üzerine Genel Merkez'de konu açılsa kimin bunu hazırladığı düğümü belirsizce geçiştiriliyordu . Göç ettirmeyi Ba­ kanlar Kurulu da kararlaştırmış olabilirdi. Ama göç et­ tirme sırasında geçen olaylar, ikinci üçüncü derecedeki ellerin, yerel tutku ve kinlerin, çıkarların sebep olduğu olaylar mıydı? " 2 Hüseyin Cahit Bey Genel Merkezden Ziya Gökalp, Kemal ve Mithat Şükrü Beylerin3 bu uyguAynı eser, s. 235. Ilginçtir ki I t tihat ve Terakki Fırkası'nın en güçlü paşala­ rından ( "triyumvira"sından) Cemal Paşa bile Hatırar"ında "Devletin hangi sebepten dolayı Ermeniterin genel olarak tehcirine karar verdiğini bilmi­ yorum" diye yazmıştır. Age, s. 38 1 . Arif Cemil'in 1934 yılında Vakit gazete­ sinde "A. Mil" imzasıy1a tefrika edilen TeşkilatJ Mahsusa başlıklı eserine gö­ re ise, Bahattin Şakir Sarıkamış bozgunundan sonra Doğu illerine bir seyahat yapmış ve lstanbul'a dönerek Ittihat ve Terakki Fırkası'nın Merkezi Umumi­ si ile müzakerelere girmişti. A. Cemi!, "Bu müzakereler nihayet 'tehcir ka­ nunu'nun neşri ile neticenmişti" diyor. f Dünya Savaşı 'nda TeşkilatJ Mahsu­ sa, Arba Yayınları, !stanbul, 1 997, s. 246. Mithat Şükrü Bey, Ermeni kırımlarında en çok suçlananlardan Dr. Reşit Bey'e "Siz hekimsiniz. . . ve bu sıfatla can kurtarınakla vazifelisiniz. Nasıl olup da bunca insanın yakalanıp ölümün kucağına anlmasına göz yumdunuz?" diye sorduğunda Dr. Mehmet Reşit'ten "Türklüğüm hekimliğime galebe çal­ dı" yanıtını almıştır. Bkz. Mithat Şükrü Bleda, Imparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, !stanbul, 1979, s. 58. Idam edilmekıense imihan seçen Dr. Reşit, amlarında, Ermenilerin devlet aleyhindeki "ama! ve maksadı fiilen sa­ bit olduğundan" bunlara karşı "tedabiri şedide ittihaz etmek" (şiddetli ön­ lemler almak) zorunlu olmuştu, diye yazar ve şöyle devam eder: "'(Oysa), Osmanlı milletini mahkum göstermek ve bu suretle Avrupa umumi efkarına tarziye vermek budalalığında bulunanlar hiç düşünmüyorlar ki bugüne ka­ dar medeniyet tarihi masal kitabı kadar boş; medeniyet, hukuku beşer, bey­ nelmilel hukuk gibi yaldızlı tabirler. . . mübteldirler (iptal edilmişlerdir) " . Yi­ ne de Dr. Reşit, hak ve hukuku tamamen bir tarafa atmayarak, anılarında şu gözlemlerini de ifade etmiştir: "Mateessüf. fırsattan istifadeye kalkışanlar yalnız avam tabakasından üç beş kişi değildi. Köylerdeki zahire ve hayvanla­ rı, filan Ermeni ortağıındı veya ben emanet e tmiştim diyerek zabt etmeye kalkışanlar arasında oranın en yüksek tabakasından zevat vardı" . Bkz. ittihat ve Terakki'nin Kurucu Üyelerinden Dr. Reşir Bey)n Hanralan, yayma hazır­ layan A. Mehmetefendioğlu, Arba Yayınları, !stanbul, 1 993, s. 55, 6 1 , 69, 74. Sonun BaşlangıCI: Tehcir Kararı Nasıl Alındı? lamaya karşı olduklannı, buna karşılık Bahaddin Şa­ kir'in Doğuda bir gezi yaparak vali ve mutasarnflara yet­ ki sınırlarını aşıp kendi düşüncelerini Genel Merkez'in ve Cemiyet'in karar ve isteği biçiminde aşılamış" 4 gö­ ründüğünü de ifade ediyor. Profesyonel tarihçiler ve ar­ şiv çalışmaları daha yakın tarihlerde bu konuyu epeyce aydınlatmış bulunuyorlar. Hikmet Bayur, Türk lnkılabı Tarihi'nde Ermeni telı­ cirinde baş sorumluluğu Talat Paşa'ya vermiştir. Ünlü tarihçi bu konuda şunları yazıyor: " Dahiliye Nezareti, yani Talat Bey, Meclis-i Vükela'dan karar almadan ve bu işle ilgili bir kanun-u muvakkate çıkarttırmadan Ermeni tehcirini başlattırmıştır ve bu çok ağır sorumluluğu tek başına üzerine almaktan kaçınmamıştır. " 5 Yazara göre bir "kanun-u muvakkate" (geçici kanun) çıkarmak bir­ kaç saatlik bir işti. Buna rağmen Talat Paşa'nın bir "em­ rivaki"yi yeğlemesi anlaşılması zor bir olaydır. l 994'te yayınlanan Osmanlı arşiv belgelerinde de aynı görüş yinelenmektedir. Bu belgelere dayanılarak kaleme alınan önsözde belirtilcliğine göre Talat Paşa "Aralık l 9 1 4'te Doğu vilayetlerine gönderdiği gizli bir talimatta oldukça büyük miktarda bulunan ve özellikle H. C. Yalçın, aynı eser, s. 235. Yalçın, l916'da Yedigün dergisinde tefrika edilen yazılarında, söylentilerin ve "şüphe uyandıran ince ve hafif delillerin'· ve çeşitli görüşmelerinin "kendisinde kuvvetle peyda ettiği zanna göre tehcir . işinin en büyük arnili ve haliki Bahattin Şakir'dir. diye yazmıştır. Yazara gö­ re Bahattin Şakir Doğu illerini dolaşarak "haiz olduğu mevki dolayısıyla emirlerinin Merkez-i Umumi ve hükümet emırleri diye telakki edilmesini'. sağlamıştı. (s. 83). Ne var ki bu bir suçlama değildir; H. C. Yalçın'ın kendisi de tehcir kararını övmekte ve "Türk'ıin yaşaması için'· bu kararı alanlar "kalplerinden gelen insani hisleri bile susturacak kadar mıithiş bir azim ve irade göstermişlerdir " demektedir. Bkz. H. C. Yalçın; Tanıdık/arım; YKB Ya­ yınları, Istanbul, 2001, s. 83. Hikmet Bayur, Türk lnkılabı Tarihi, TTKB, lll. c., lll. Kısım, Ankara, l 983, s. 38. Türkler ve Ermeniler Ermenilerin eğitimiyle ilgilenen yabancı kuruluş ve memurların harp sırasında başka bölgelere gönderilme­ lerinin düşünüldüğünü" 6 ifade etmiştir. Enver Paşa ise 2 Mayıs l 9 1 5'te Talat Paşa'ya yazdığı mektupta, Rusların bir kısım Müslümanı Türkiye'ye sürmelerine karşılık olarak Ermenilerin Rusya'ya (veya Anadolu'da uygun yerlere) sürülmelerini öneriyordu. Söz konusu eserde " Dahiliye Nazırı Talat Paşa, durumun nezaketi karşısm­ da geçici bir kanun çıkmadan ve Meclis-i Vükela kararı olmadan bütün sorumluluğu üzerine alarak tehciri baş­ lattı. "7 denilmektedir. Ne var ki kırım uygulama ve söy­ lentilerinin başlamasından sonra Rusya, Ingiltere ve Fransa'nın baskıları üzerine, sorumluluğu tek başına yüklenemeyeceğini anlayan Talat Paşa 27 Mayıs l 9 1 5'te resmi ismi " Vakt-i selerde icraat-ı hüküm ete karşı ge­ lenler için cihet-i askeriyece ittihaz olunacak tedabir h akkında kanun-u muvakkat' olan geçici yasayı çıkart­ mıştır. 8 Başta sadece güvenliği sarsacak bölgelerde uygula­ nan tehcir, bu kanunla "isyan çıkaran ve Ermeni komi­ tecilerine yataklık eden diğer vilayetlerdeki Ermenileri de kapsamına (almış)" ve "Devlet sevk edilen Ermenile­ rin gittikleri yerlerdeki nüfuslarını devamlı kontrol ede­ rek, Müslüman ahalinin % lO'unu geçmemesine özen göstermiştir. " 9 Görüldüğü gibi, o dönemin tanıkiarına ve arşiv bel­ gelerine göre , tehcir konusu daha önce çok dar bir IttiOsman/i Belgelelinde Ermemler (1915-1920). T.C. Başbakanlık Devlet Ar­ şivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 1994, Aym eser, s. 8. Aynı eser, Aynı eser, s. s. 8. 9. s. 6. Sonun Başlangici: Tehcir Karan Nasil Almdi? hatçı çevrede müzakere konusu olmuş ve bu müzakere­ lerde Dr. Bahattin Şakir ağır basmışsa da, başlangıçta so­ rumluluk tek başına Talat Paşa tarafından yüklenilmiş­ tir. Bununla beraber, yurtdışına kaçtıktan sonra anıları­ nı kaleme alan Talat Paşa, T ehcir Kanunu'ndan söz eder­ ken, "Ben bu kanunun tatbiki aleyhtarı idim. Jandarma­ lar tamamen, polisler ise kısmen ordu hizmetine alınmış ve yerlerine milisler konmuştu. Tehcirin bu vasıtalarla yapılması halinde çok çirkin neticeler elde edileceğini biliyordum. Binaenaleyh istikbali düşünerek bu kanu­ nun tatbik edilmemesinde ısrar ettim ve meriyete gir­ mesini de geciktirmeye muvaffak oldum" 1 0 demektedir. Aslında Talat Paşa bu satırları yazarken, sözünü et­ tiği "çok çirkin neticeler"i biliyordu ve bu yüzden söy­ ledikleri daha çok kişisel bir savunma olarak değerlen­ dirilebilir. Bu da önemli bir noktadır ve daha sonra tar­ tışacağız. Şimdi lttihatçıları bu kadar çılgın bir kararı almaya sevk eden konjonktürel nedenleri anlamaya ça­ lışalım. Ermenilerle Türklerin ilişkileri 1890'lardan itibaren çok çelişkili aşamalardan geçmişti . Abdülhamit'in Hamidiye Alayları'nın Ermeni devrimcilerine ve teröristlerine kar­ şı giriştiği kanlı bastırma hareketleri büyük bir huzur­ suzluk yaratmış, 1 1 fakat 1 908 devriminin özgürlük ve 1 '' 11 Ta/ar Paşa 'nm Haara/an, Istanbul, 1 946, s. 64. Bu sözlerde özellikle Enver Paşa'ya yönelciimiş gizli bir suçlamanın olduğu düşünülebilir. Bkz. T. Timur, Osman!J Çalişma/an, Imge K itabevi Yayınları, Anka ra, 1 996. Sulran Abdülhamid, Uluslararasi llişkıler l'e Ermeni Sorunu başlıklı makale, s. 321-350. Türkler ve Ermeniler kardeşlik havası bir süre her şeyi unutturmuştu. Hürri­ yetin ilanıyla beraber Ermeniler de Doğu Anadolu'da si­ lah taşıyabilir hale gelmişler ve Kürtlere karşı bir denge sağlayabilmişlerdi. Daha da ötesi, yer yer kendileri Kürt­ lere bir baskı unsuru olmaya başlamışlardı. Batılı bir göz­ lemci bu konuda şunları yazmıştır: "Kürt giderek aşağı­ dan aldıkça, Ermeni küstah ve kırıcı oluyor, Kürt'ü vah­ şilik ve eşkıyalıkla suçluyor, Anayasa'nın kendi eseri ol­ duğunu haykırıyor, çalındığını iddia ettiği topraklarının iadesini talep ediyordu. Kürtlerin eski kötülüklerinin cezalandırılmasını istiyor , birçok durumda da cezayı kendi uyguluyordu . " 1 2 1 909 karşı-devrimi ve Adana'da Ermenilere karşı gi­ rişilen kırımlar Türk-Ermeni gerg}.nliğini yeniden ön plana getirdi. lttihatçı cuntanın Osmanlı Devleti'ni bir olup bitti sonucu soktuğu Birinci Dünya Savaşı ise, da­ ha ilk yılında karşılaşılan yenilgilerle yeni bir facianın zeminini hazırlıyordu. Balkan Savaşları'yla beraber "Türk'ün Türk'ten baş­ ka dostu olmadığı" fikri egemen olunca lttihatçılar Er­ meni halkına da farklı gözlerle bakmaya başlamışlardı. Artık onlar "Mıllet-i Sadıka " sayılamazdı ve Balkanlarda olup bitenlerin Doğu Anadolu'da da salınelenmesine müsaade edilemezdi. Bunu önlemek için her şey yapıla­ caktı. Fakat yine de, taktik icabı, Ermeniler yok sayıl­ ınadı ve Ermeni örgütlerle ilişkiler kesilmedi. 1 9 1 3'e kadar lttihatçılar, karşılıklı kuşku ve güvensizlik duygu­ lan içinde de olsa, Taşnaksutyun ile ittifak bağlarını de­ vam ettirdilerY " 11 S. Zarzecki, age, s. 887. Davison'un açıklamalarına göre l 907 de 165.000 üyesi oldugunu söyleyen Taşnaksutyun Partisi Jön-Türklerle l 9 l 3'e ( "Babıali Baskını"na) kadar işbir' Sonun Başlangıcı: Tehcir Kararı Nasıl Alındı .? Savaş başlayınca bağlar iyice koptu. Savaş, Ermeni halkını trajik bir şekilde ikiye böl­ müştü. Ermenilerin bir kısmı Rusya'da bir kısmı da Tür­ kiye'de sınır komşusu olarak yaşıyorlardı ve savaş ha­ lindeki her iki devlet de onları diğeri aleyhine ayaklan­ maya ve savaşmaya zorluyordu . Aslında bu biraz da Türk-Rus savaşını ilk etapta Ermeni iç savaşına dönüş­ türmek olacaktı. Ermeni tarihçilerin yazdığı gibi, Os­ manlı Devleti'nin l Kasım l 9 1 4'te savaşa girmesiyle , "Ermeniler kendilerini sınırın her iki yakasında Rus ve Türk çıkarları için birbirlerini öldürmeye hazır bir halde buldular. " 1 4 Ermeni tehciri fikri Sarıkamış hezimetiyle Çanakka ­ le çıkartması arasındaki çöküntü ortamında olgunlaştı. lngilizler, Fransızlar ve Anzaklar 25 Nisan 1 9 15'te Geli­ bolu Yarımadası'na çıktıkları gün, lttihatçı rejimin em­ niyet kuvvetleri de istanbul'da Ermeni ileri gelenlerini tutuklamaya başlamışlardı. Yer yer feci kırım operasyonlarına dönüşen Ermeni tehciri, önce ltilaf Devletleri'nin 24 Mayıs ı 9 ı 5 tarihli ortak bir bildirisiyle, l 9 ı 6'dan itibaren de -savaş koşul­ larına rağmen- belgesel eserlerle dünya kamuoyuna ilan edilmeye başlanmıştır. G. Clemenceau, A. ]. Toynbee, ]. 14 liği yaptı. Hınçak yöneticileri ise Rus Parlamentosu'nda (Duma"da) Sosyal Demokraılarla birlik içindeydiler. O sıralarda Osmanlı Devleti'nin Asya top­ raklarının paylaşılması konusunda da söylentiler vardı ve bunlar Ruslarla Alman ve Fransızları karşı karşıya getiriyordu. Ancak 8 Şubat 1 9 1 4'te üze­ rinde anlaşılan reform programı herkesi az çok ratmin etmişti. Bkz. Roderic H. Davison; The Armenian Crisis, 1 912-1 914; Ed. The Armenian National Council olAmerica, New York, l 948. Gaidz F. Minassian, 1 Dünya Savaşı Öncesinde Inihar ve Terakki Cemiyeri ile Ermeni Devrimci Federasyonu Arasındaki Ilişkiler. Aras Yayınları ( yaza­ rın Arsen Avagyan ile birlikte hazırladığı Enneniler ve luihar ve Terakki başlıklı kitaptan) , Istanbul, 2005, s. 205 . Türk/er ve Ermemler Bryce, H. A. Gibbons gibi ülkeleri için çok itibarlı imza­ ları taşıyan yayınlar ve beyanatlar, lttihatçı rejimin cü­ rümlerini görgü tanıkiarına dayanarak sergiliyorlardı. Bunlar üzerinde durmadan önce sözü savunmaya vere­ lim. Gerçekten lttihatçı rejim Ermeni tehcirini nasıl meş­ ru göstermeye çalışmıştır? lttihatçı Savunma � Aslında Osmanlılar kesin yenilgiye kadar bir ölüm ka­ lım savaşı içindeydiler ve Ermeni sorunuyla bu koşul­ larda karşı karşıya bulunuyorlardı. Bununla beraber da­ ha l 9 l 6'dan itibaren tehcirin neden olduğu sayısız cü­ rümden haberdar olmuşlar ve bu konuda araştırma yapma ve önlem alma gereğini hissetmişlerdi. Bu tutu­ mun ilk belirtisini Ittihat ve Terakki Fırkası'nın 1 5 Ey­ lül l 9 1 6'da toplanan kongresinde açıklanan bazı önlem­ lerde görüyoruz. Bu kongrede Ermeni tehcirini "meşru" kılan nedenler on yedi madde halinde sayılmakla bera­ ber, tehcir sırasındaki "aşırılıklar" da vurgulanmıştır. lt­ tihatçıların tehcirle ilgili görüşü şöyle ifade edilmiştir: "Bu nakil esnasında bazı ifratkarane hareket vuku bul­ duğu mesmu (duyulmuş) olduğundan tahkikat icrası için muhtelif hey'atı teftişiye (teftiş heyetleri) gönderil­ miş ve sevk olunanların emlak ve arazisinin suiistimale Türkler ve Ermeniler uğrarnamasını teminen kanun-u mahsus (özel kanun) yapılmıştır. Bu kanuna tevfikan (uygun olarak) teşkil olunan komisyonlar emval-i metrukeyi (terk edilmiş malları) sebt-i defter (kayıt) etmektedirler. " 1 Bu duyarlı­ lığın kısmen dış tepkilerin bir ürünü olduğunu düşüne­ biliriz. Gerçekten aynı yıl Ingiliz Dışişleri Bakanlığı,]. Bryce'ın bir önsözüyle yayınladığı belgelerde lttihatçı yönetimi büyük bir töhmet altında bırakmıştı. 2 Mete Tunçay (yay. Haz.), Cıhar ve Tehcir, Afa Yayınları, !stanbul, 1 99 1 , s. 70. The Treatment of Armenians in rhe Ouoman Empire 1 915-1916 (Docu­ menrs Presemed ro Viscounr Grey of Fallodon by Viscounr Bryce), 1 9 1 6 Londra, '' Miscellaneous", N o: 3 l , 1 9 1 6 . B u kitap geçtiğimiz yıllarda 1 9 1 5 olayları hakkında Türkiye'nin önemli bir girışimine yol açtı. Girişime ön ayak olan CHP milletvekili Şükrü Elekdağ'a göre Batılılar Ermeni soykırımı konusunda üç kitaba dayanıyorlardı . Bunlardan ABD büyükelçisi Mor­ genthau'un anılarıyla Aram Andanian'ın Naim Bey takma adıyla yayınladığı iki eser çürütülmüştü. Eğer bu Mavi Kitap da çürütülürse sorun kalmaya­ caktı. Zaten bu eser propaganda amacıyla yazılmıştı ve Amerikalı profesör justin Mc Carrhy'nin gösterdiği gibi belgelerin çoğu uydurmaydı. Ayrıca In­ gilizler Birinci Dünya Savaşı'nda aynı amaçla Almanya hakkında çıkardıkları kitabı yadsımışlardı (Bkz. Ş. Elekdağ, Cumhur�ver, 9 Mart 2005). Bu iddialar ne yazık ki gerçekiere uyınuyor. Nitekim AB Parlamentosu 18 Haziran 1 987'de Ermeni soykırımını oylarken bu eseriere değil, Yves Ternon'un ese­ rine dayanmıştı. Ayrıca, yine Ş. Etekdağ'ın da belirttiği gibi 2000 yılında eser yeniden basılarak Ingiltere'de Baroness Cox tarafından basma "önemli ve ciddi bir kaynak gibi" sunulmuş ve "Ingiliz basını da bu görüşü tartışmasız kabul etmişti" ( Cumhuriyet, 29 Nisan 2005) . Bır başka nokta da girişimde Toynbee'nin çok daha sonraki eserlerinde de Ermeni tehcirini açıkça bir "soykırım·· olarak nitelediğinin dikkate alınmamış olmasıydı (Bkz. A. Toynbee, Experiences, Oxford University Press, Londra, 1969, s. 24 1 -242). Bununla beraber Elekdağ projeyi parlarnemoya kabul ettirdi ve mektup R. T. Erdoğan ve Deniz Baykal tarafından imzalanarak Ingiltere'ye yailandı. O sı­ rada bu şanssız girişimin mantıksızlığı , örneğin Zülfü Livaneli'nin deyimiyle '·yersiz ve küçük düşürücü" olduğu hususunda basında yer alan birçok uya­ rıya kulak asılmadı ( Varan, 22 Kasım 2005 ) . Taner Akçam'ın mektuptaki id­ diaları teker teker çürüten iddiaları da görmezden gelindi (Bkz. Birikim, Bir Skandal: TBMM Mektubu, Haziran 2005). Sonuç da sürpriz olmadı. Avam Karnarası Başkanı Michael Martin ımzasıyla yollanan yanı tta, "British humour''u yansHan bir ifadeyle, "mekıubun küıüphaneye teslim edildiği" ı J4 8 Imhaıçı Savunma lttihatçılar bu büyük suçlamaya karşı ABD'deki elçi­ leri Ahmet Rüstem Efendi'nin bir kitabıyla ayrıntılı bir biçimde yanıt vermeye çalışmışlardır. l 9 1 8'de Bem'de Fransızca olarak yayınlanan bu kitabın tüm lttihatçıla­ rın görüşlerini yansıttığını söyleyemeyiz. Bununla bera­ ber yazar, mutlaka, eserinde Osmanlı yönetici zümre­ sinde epeyce yaygın olan tezleri dile getiriyordu. Bu ni­ teliğiyle burada özetlenıneye değer kanısındayız. Önsözünde 1848 Devrimi'nden sonra Osmanlı Dev­ leti'ne sığınan bir Polenyalı mültecinin oğlu olduğunu belirten A. Rüstem Bey, savunmasını Batılı sömürgecili­ ğin vahşetiyle ilgili örneklerle donatılmış bir referans çerçevesi içinde yapmaktadır. Ana fikri, Osmanlı Devle­ ti'nde her zaman büyük bir hoşgörü içinde yaşamış olan Ermenilerin, Büyük Savaş'ta Rus yanlısı bir tutum içine girerek ihanet ettikleri ve sert önlemlere zemin hazırla­ dıkları şeklindedir. Bu bakımdan tehcir olgusu da Os­ manlı hükümeti açısından tamamen yerinde bir "meşru müdafaa" 3 eylemiydi. Yazar, bu bağlamda, Rusların 1863' te Sibirya'ya sürdükleri Polonyalıları, İngilizlerin lrlan­ dalıları Amerika'ya göçüren zulümlerini, Fransızların Cezayir'de ve Belçikalıların Kongo'daki cürümlerini ör­ nek veriyor. Ahmet Rüstem Bey tehcir sırasında vuku bulan "şiddet" hareketlerini not etmekle beraber bunları da "mazur" göstermekten geri kalmıyor ve şu korkunç yargıda bulunuyor: "Kadınlar ve çocuklar da dahil tüm bildiriliyordu. Bu haberi "Zemin Kayıyor" başlıklı yazısında veren Oktay Ek­ şi, bu arada lskoçya'nın Edinburg Belediyesi'nin de soykırımı onayladıgını yazıyordu. Hüniyeı, 21 Kasım 2005. Ahmed Rüstem Bey, Lı Guerre Mondiale et la question Turco-Armenienne, Bem, 1 9 1 8 , s. 93. Belirtelim ki eser, yazarın notuna göre 30 Mart 1 9 1 6'da tamamlanmıştır. Türkler ve Ermenıler Ermeni halkı ihtilal virüsüyle zehirlenmişti ve Osmanlı halkı ve hükümetiyle şu veya bu biçimde savaşa giriş­ mişti. "4 Yani bu yüzden de kolektif olarak başlarına ge­ lenlere layıktıları Aslında lttihatçı liderler arasında bundan çok farklı düşünenler olmuştur. Ermeni tehciri ve sonuçları, bu kadar katı biçimde olmasa bile, Osmanlı vatandaşı Ermenilerin Birinci Dün­ ya Savaşı'nda Rusya'dan yana tavır almaları, hatta fiili işbirliğine girmeleri temelinde tartışılmıştır. Bu konuda Türk tezlerinde bir devamlılık ve tutarlılık vardır. Bu yüzden, Ermeni kaynaklarını da kullanarak, soruna bir ölçüde açıklık getirmek istiyorum. Age. s. 1 23. A. Rüstem Bey, ABD'deki siyahlara yapılan muameleyi de eleş­ tirdiği için Başkan Wilson tarafından eleştiriimiş , fakat Babıali tarafından destekieni nce .. persona non grata .. ilan edilmiştir. I so 1 9 1 4 : Ermeni-Rus İşbirliği � Osmanlı-Rus Savaşı ufukta belirince, Ermeniler üzerine her iki taraftan da baskılar başlamıştı. Ne var ki, 1 908' den sonra Osmanlı ordusuna katılma hak ve yükümlü­ lüğüne sahip olmalarına rağmen Osmanlı Ermenilerinin sempatisi daha çok Ruslara yöneliyordu. Aslında özüm­ leyici bir eğilim içindeki Ruslara karşı da mesafeli dav­ ranınakla beraber, din ve kültür bakımından kendilerini onlara daha yakın hissediyorlardı. Bununla beraber Taş­ naksutyun ve Patrikhane ileri gelenleri lttihatçılarla iyi ilişkiler içindeydiler. 1 9 1 4 Ağustosunda savaşın başlamasından bir ay önce, lttihatçı !iderler, Taşnak liderlerini Erzurum, Van ve Bitlis'i de kapsayan geniş bir özerk yönetim vaadiyle Ruslara karşı ayaklanmaya davet ettiler. Oysa Osmanlı Ermenileri daha çok tarafsızlıktan yanaydılar; fakat Os­ manlı-Rus savaşı halinde ülkelerine sadık kalacaklarını 1 sı Türkler ve Ermeniler vaat ettiler. Aslında pek savaşmaktan yana değillerdi ve bu eğilimlerinde Avrupa'nın da desteğine sahiptiler. O sıralarda Von der Goltz Paşa'nın yazdığı gibi, "bir za­ manlar Avrupa, reayanın hukuki eşitliğinin göstergesi olarak Hıristiyanların orduya katılmasını isterken, bu­ gün bunu gerçekleştirdi diye Türk yönetimini kınıyor­ du. " 1 Savaş başladıktan sonra Ruslar da Ermenileri "Türk tiraniarına" karşı savaşa davet etmişler ve bu çağrıyı Eç­ miadzin Katolikosu onaylamıştı. 2 Erzurumlu Ermenile­ rin bir kısmı daha 1 9 1 4 Aralığında Kafkasya'ya göçmüş­ lerdi. M. Larcher Ermeni-Rus işbirliğini şöyle anlatmış­ tır: "Rusların örgüdediği birliklere katılmak için gönül­ lüler sınırları aşıyorlardı. Partizanlar sık sık Türk kon­ voylarına ve tecrit olmuş hedeflere saldırıyorlardı. As­ kerlik hizmeti genel bir biçimde, hatta bazen silah zo­ ruyla reddediliyordu. Bir kaleye dönüşmüş olan Van Karargahı bir ay direnmiş ve sonunda bir Türk topçu birliğinin müdahalesi gerekmişti. Türk birliklerinde gö­ revlendirilen Ermenilerin sadakati kuşkulu görünüyor­ du. " 3 Bu görüşler bazı çağdaş Ermeni yazarları tarafın­ dan yadsınmıştır. Örneğin tehcir ve kırımla ilgili Fran­ sız arşiv belgelerini toplayan A. Beylerian, Larcher'in görüşlerini "Türk yanlısı" ve "dayanaksız" olarak nite­ liyor. Yazara göre Osmanlı Ermenileri savaşa kitlesel bir biçimde katılmışlardı, hatta Enver Paşa bunun için Pat­ rik Zaven Efendi'ye bir teşekkür mektubu yollamıştı. 4 Baron Von der Goltz, La de/aire da lajeune Turquie, Paris, 1 9 1 3 , s. 22. Commandam M . Larcher, La Guerre Turque dans la Guerre Mondıale, Paris, 1926, s_ 395. Aym eser, s_ 395. Arthur Beylerian; Les grandes puissances, f'Empire Onoman er fes anne­ niens dans fes archiı'es françaises, Paris, Publications de Sorbonne , 1983, 1 914: Ermeni-Rus Işbirliği Ne Ermenice ne de Türkçe ve Osmanlıca bildiği halde Ermeni sorununda bir "otorite" haline getirilen Yves Ternon da aynı görüşü ifade etmiştir: "Osmanlı vatan­ daşları seferber olunca Ermeniler de Osmanlı ordusunu doldurdular. Itaat etmeyenler ve kaçaklar enderdi veya Türk tarafındakilerden mutlaka daha azdı." 5 Bu görüşler l 970'lerde kendini gösteren ve Ermeni kimliği konu­ sundaki arayışlada bağlantılı olan bir ideolojik katılaş­ manın ürünü izlenimini veriyorlar. Nitekim Ermeniler tarafından daha önce yazılmış eserlere bakarsak, tam tersine, Ermenilerin ayaklanarak ve Ruslara katılarak savaşınalarından övünç payı çıkardıklarını görüyoruz. Bu konuda yetkili bir tanık olan Ermeni subayı Kor­ ganoffa göre "Savaşın ilk günlerinden itibaren Ermeni­ ler, ltilaf Devletleri ordularına katılma çağrılarına heye­ canla cevap verdiler. Bu amaçla ya da koşullar elverişli olduğu durumlarda bağımsız birlikler kurmak için her taraftan büyük sayıda gönüllüler geliyordu. " 6 Yine aynı yazara göre Ermeniler Van'da ayaklanmışlar, Türkler ta­ rafından kuşatılmaları üzerine Rusya'dan gelen birlikler tarafından Van'ın işgaliyle kurtulmuşlardır. Korganoff bu konuda şöyle yazıyor: "Van'ın işgalinden sonra, ora­ ya sağlam bir biçimde yerieşebilmek için, Van Gölü'nün güneyindeki bölgeyi çetelerden ve Türklerden temizle­ mek gerekiyordu . " 7 "Türk ve Kürt temizliği " temmuz Yazar bu mektubun Istanbul'da çıkan Osmanicher Lleyd gazetesinde yayın­ ladığını (26 Şubat 1 9 1 5) ekliyor. Yazarın ifadesine göre ilgili kaynaklar kendisine tercüme edilmiştir. Bkz. "Les armeniens: hisroire d'un genocide de Turquie er la guerre", G. Dedeyan (yay. Haz.), Hisro/re des armeniens, Paris, 1986, s. 487. Gal G. Korganoff, La parriciparion des armeniens a la Guerre Mondiale, Pa­ ris, 1 927, s. 4-5. Aynı eser, s. 24. Türkler ve Ermeniler ayında Türklerin Malazgirt'i ele geçirmelerine kadar de­ vam etmiştir. Ermeni kumandamnın l927'de yayınlanan kitabın­ da dikkati çeken nokta şudur: Yazar, Birinci Dünya Sa­ vaşı'na Ermenilerin "taraf' (Etat belligerant) olarak ka­ tıldığını gururla anlatmakta ve kendilerine yardımcı olan Rus subaylarının adlarını da vererek (General Vic­ hinsky ve Deeff, Albay Morel Zinkevitch ve Efremov) Ermeni başarılarını sergilemektedir. Ermeni tehciri ve bunun uygulamada aldığı biçim herhangi bir gözlem konusu değildir. Daha sonraki Ermeni tarihçilerin de kaydettikleri gibi, Korganoffun kitabı Birinci Dünya Sa­ vaşı'nda Ermenilerin yazdığı "destan"ı (Epopee) anlat­ mak amacıyla kaleme alınmıştır. 8 Osmanlı Ermenilerinin Ruslada işbirliği l 970'lere kadar Ermeni tarihçilerinin de kabul ettikleri bir olguy­ du. Bunların sayısı elbette ki Rusya Ermenilerine göre çok düşüktü. Fakat bunlar, Hovanisyan'ın yazdığı gibi, Rus ordularına "kılavuzluk ve muhbirlik" 9 yaparak çok önemli bir rol oynamışlardır. Elbette ki bütün bunlar Ermenilerin topyekün tehcirini ve feci kınrolara uğra­ rnalarım mazur gösteremezdi. Fakat bugün sorunu tar­ tışırken, olup bitenleri bütün boyutlarıyla görmek ve değerlendirmemizi ona göre yapmak zorundayız. Olay­ lara çok daha yakın olan bazı Ermeni yazarlar, Birinci Dünya Savaşı başlangıcİnda Ermenilerin kurdukları bir­ liklerin tehciri tahrik etmedeki rolünü belirtirken 1 0 Hit8 9 10 H. Pasdermadjian, L'hiswire de I'Armenie, Paris, 1 949 ). 1 986·, s. 41 2 (ilk baskı Richard G. Hovanissian, Armenia, On the Road to Jndependence, 44, Los Angeles, 1 9 69. K . S. Papazian, Patriotism Perverted, Boston, 1 9 34. 1 9 18, s. 1 914: Ermeni-Rus Işbirliği ler'in ilhamını Jön Türklerden aldığı yönündeki tezleri ciddiye almak zordur. Ayrıca, l 9 1 6'da Ermeni tehcir ve kırımıyla ilgili olarak başlatılan kampanyacia Alman­ ya'nın da Osmanlı Devleti gibi hedef tahtasına oturtul­ duğunu görmezden gelemeyiz. Sorunun l 9 l 5'ten günü­ müze kadar ne gibi ideolojik dalgalanmalar içinde gel­ diğini anlamak için bu husus üzerinde kısaca durmak zorundayız. \ ss "Talim-i Alaman" mı? Birinci Dünya Savaşı'nın temelinde , sömürge yarışında geç kalmış güçlü bir Almanya'nın -Küçük Asya ve Orta­ doğu'dan başlamak üzere- yayılma emelleri yatıyordu. Alman teorisyenleri, "pangermanizm" çerçevesinde bu yayılmanın ideolojisini I880'lerden itibaren geliştirmiş­ lerdir. Bu ideoloji Avrupa'da, özellikle Fransa'da dikkat­ le izlerriyor ve gelişimin olası siyasal sonuçları tartışılı­ yordu. 1 Birinci Dünya Savaşı'na Osmanlılar kendisini Islam dünyasının koruyucusu ilan eden Il. Wilhelm'in müt­ tefiği olarak ve Alman generallerinin komutasında ka­ tılmışlardır. Bu katılış lttihatçı cuntanın bir olup bittisi Bkz. Pierre [mbarı de la Tour, Le pangermanisme et la philosophie de /'histoire, Paris, 1 9 1 6 . Charles Andler, Les origines du pangermanisme (1800-1888). Paris, 1 9 1 5 ; E. Durkheim; "L Allemagne au-dessus de tour'� La mentalite allenıande et la guerre, Paris, 1915. Türkler ve Ermeniler şeklinde gerçekleşmişse de , yaygın bir görüşe göre, ka­ çınılmaz ve zorunlu bir karar olarak yorumlanmıştır. Bu doğru mudur? Sanıyorum ki sorun en azından tartışma­ lıdır ve batılı generaller arasında Osmanlı Devleti'nin ta­ rafsız kalmasının ltilaf Devletleri'ni daha müşkül bir du­ rumda bırakacağını savunanlar da olmuştur. 2 Birinci Dünya Savaşı'nda Türkiye, Almanya'nın uydu­ su varsayılınca 1 9 1 5 Ermeni tehcir ve kırımı da daha çok Alman sorumluluğu çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bu konuda ilk şiddetli tepki Ingiliz siyaset adamı ve tarihçisi James Bryce'dan gelmiştir. 6 Ekim 1 9 1 5'te, Avam Kama­ rası'nda, milletvekili Bryce, Osmanlıları sistematik bir Ermeni kıyımıyla suçlayan ağır bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmanın gözden geçirilmiş bir şeklini, aynı yıl A. ]. Toynbee'nin yine aynı konuda yayınladığı bir kitabın önsözü olarak buluyoruz. 3 Bu iki yazarın önemi ve gö­ rüşlerinin bugünkü tartışmalarda da çok etkili oluşu do­ layısıyla bu konuda bir miktar tamamlayıcı bilgi verelim. James Bryce'in Ermenilerle ilk ilişkisi 1876'da yap­ tığı Rusya-Kafkasya ziyaretiyle başlamıştı. 4 Dağcılığa özel bir merakı olan hukukçu, daha sonraki bir ziyaretinde ( 1878'de) Ağrı (Ararat) Dağı'na da tırmanmıştı. Örnegin Fransız generali Malleterre şunları yazmıştır : "Türkiye"nin Al man­ ların himayesine ve suç orraklıgına girdiği günden itibaren, Ittifak Devletleri Doğu Sorunu'nu çözmek için tüm özgürlüğe kavuşuyorlardı. Türkiye·nin, zorunlu olarak Alınanya'ya yakın bir nötralitesi, müttefiklere karşı açık bir düşmanlıktan daha fazla güçlük yaratacaktı. Öyle görünüyor ki Ingiltere bu­ nu anladı ve hızla Türkleri yenerek Balkanları kendine bağlama kararı aldı. " Revue des Deux Monde;; l Mayıs 1 9 1 6, s . 89. A. ]. Toynbee, Les massacres anm'niens, Paris, 1 9 1 6. (Arnıenian A rroci!ies, rhe murder of a Narion. . wirh a speech delivered hy Lord Bryce, Londra, 1 915.) Bryce'in biyografisi ile ilgili no tları Dicrionary o fNa rional Biography: 19221 930 (Londra, 1 9 37) adlı kaynaktan çıkard tk. \ sa '· Talim-i Alaman " mı? Koyu bir Hıristiyan olan ve kendisini e tkileyen eser­ lerin başında lncil'i sayan Bryce, bu seyahatlerinde tanı­ dığı Ermenilere de kayıtsız kalamazdı. Bununla beraber l877'de yayınladığı Kafkasya ve Ararat adlı kitabında, çevresinde yetişip yükseldiği Gladstone tipi sistematik bir Türk düşmanlığı yapmamıştır. Bu eserinde Türklerle ilgili gözlemi şöyledir: "Türkiye Müslümanları iyi vasıf­ lardan yoksun değiller; en azından Anadolu köylüsü, dürüstlük, sadelik ve çalışkanlık konularında çok daha uygar ülke köylülerinden üstün . . . Fakat ırk bir bütün olarak ele alınır ve son iki yüzyılda devlet yönetimi ve savaş konularında değerlendirilirse, umutsuz bir şekilde atıl, şaşkın ve aciz olduğu görülür. "5 Burada ekleyelim ki J. Bryce Doğu Hıristiyanlarıyla ilgili misyoner ruhlu fikirlerini Ingiliz emperyalizminin çıkadarıyla bağdaş­ tırmasını da çok iyi bilmiştir. Nitekim yazar, sözünü et­ tiğimiz eserinde açıkça şunları yazıyor: "Türklerin elin­ de bulunması çıkarlarımızı ve güvenliğimizi ilgilendiren iki yer var: Birincisi İstanbul ve Çanakkale, ikincisi ise Ermenistan! "6 ]. Bryce daha sonra Ermenistan'ın Rusya tarafından ilhakının, lngiliz çıkarları açısından doğura­ cağı sonuçlar üzerinde durmakta ve Ermenilerin yaşadı­ ğı bölge için bir "reform tasarısı" sunmaktadır. J . Bryce'ın yukarıda işaret e ttiğimiz duygu ve dü­ şünceleri, kendisini Doğu Sorunlan Derneği'ne girmeye yöneltmiş ve lngiliz politikacısı Ingiltere'de Ermeni ulu­ sunun başlıca avukatı ve lngiliz-Ermeni Derneği'nin de kurucusu ve ilk başkanı olmuştur. Parlamento'ya gir­ dikten sonra Ermenilerin baş sözcüsü haline gelmiş ve " James Bryce, Trancaucasia and Anmll, Londra, 1996, s. 427; (ilk baskı 1877). Aynı eser, s. 4 36. Türkler ve Ermenıler l 880'de Ermeni bölgesine bir Hıristiyan vali tayinine ça­ lışmıştır."7 1 9 1 5 Tehcir ve kırımının "dikkatle önceden hazır­ landığı" kanısında olan yazar, bu olaylarda Almanların rolü hakkında sağlam bir bilgiye sahip olmadığını, fakat Almanların isyancıların cezalandırılmasından söz ede­ rek, müttefiklerini mazur gösterdiklerini söylemekte­ dir. 8 Bu konuda asıl metni kaleme alan A. ]. Toynbee daha kesindir. Genç Ingiliz tarihçisi bazı Ermeni mülte­ cilerinin, birçok Alman konsolasunun "Ermeni kırımını teşvik ettiği veya yönelttiği " 9 yönündeki tanıklıklarını tam güvenilir bulmamakla beraber, Almanların kırımı çok kolay önleyebilecek durumdayken bunu yapmadık­ larını ve özellikle Alman basınının kırımı mazur göster­ diğini ifade etmektedir. A. ]. Toynbee daha sonra Belçika ve Fransa'daki "Alman terörü" hakkında yayınlar yapmıştır. 1 0 Tarihçi­ lik kariyerine savaşta sivil halka yapılan zulümleri sergi­ lemekle başlayan Toynbee'nin tutumu elbette ki yerile­ mez. Bununla beraber, konuya yaklaşımında çağının egemen ideolojisini yansıtan ve giderek bütün çirkinli­ ğiyle ortaya çıkan bir unsur var ki buna işaret etmeden geçemeyeceğim. Toynbee, Ermeni kırımını kınarken şöy­ le bir muhakeme yürütüyor: " Ermeniler, Amerika kıta­ sında beyazlar önünde yavaş yavaş çekilen Kızılderililer gibi vahşi değiller. Barbar komşuları Kürtler gibi göçebe çobanlar da değiller. Bizimle aynı hayat tarzına sahip- 10 National Biography 1922-1930 A. J . Toynbee. age, Bryce'in önsözü, Paris, 1 9 1 6 , s. 1 7 . Aym eser, s . 140- 14 1 , 14 7. A . j . Toynbee, The German Terrorin Belgium, Londra, 1 9 1 7 . ·-ra/im-i Alaman "mı ? ler. , ı ı Kızılderili soykırımını "yavaş yavaş çekilme" gibi sunan bu muhakeme sömürgeci siyasetin riyakar espri­ sini yansıtmıyor mu? Ermeni tehcir ve kırımındaki Alman sorumluluğu, ı 9 ı 6 başlarında Fransız resmi görüşlerini yansıtan bir dergide çok daha açık bir biçimde işlenmiştir. "Alman Metodu, Türk lşçiliği" başlığını taşıyan bir makalede, "Ermenilerin yak edilmesi" , pangermanizm ve Alman çıkarları bağlamında değerlendirilmektedir. 12 Yazara gö­ re Bağdat demiryolunu bir kolanizasyon ve nüfuz alanı yapan Almanların Ermeni kırımında siyasal çıkarlan vardı.1 3 "Belçika kırımlarıyla Ermeni kırımı arasında nitelik değil, derece farkı vardır" 14 denen yazıda ABD'deki Al­ man elçisi Bernstorff ve Alman basınının kırımı nasıl mazur gösterdikleri de kaydedilmektedir. Almanlar ve Türklerle ilgili ağır suçlamalara rağmen, dönemin psi­ kolojisini göstermesi bakımından, kınının başlamasın­ daki sorumluluk konusunda makaledeki tereddüdü yan" 11 11 Age. s. 3 5 . Bu "yavaş yavaş çekilme" on milyon kadar Kızılderili'nin yok edilmesi anlamına geliyor. " Le supression des arıııeniens: Merhode a/lenıande. rravail rurc". Revue des Deux Mondes, 1 Şubat 1 9 1 6 . Clmzasız yazı, daha sonraki yayınlardan anla­ şıldığı üzere R. Pinon tarafından yazılmıştır.) Edward Mead Earle, Bağdad demiryolu konusundaki incelemesinde hattın " Çok sayıda Ermeni'nin bulunduğu Doğu Anadolu'yu Osmanlı Hüküme­ ti'nin esaslı bir kontrol altına almasına imkan vereceğini" yazmıştır. Earle'e göre .. .Türk milliyetçiliğinin Almanya için hiçbir tehlikesi yokm" ve bu ül­ ke güçlü bir Türkiye istiyordu; onun için de "Almanya, Makedonya ve Er­ meni isyanlarının kanlı bir şekilde basurılmasına hiç sesini çıkarmadı'· . An­ cak Almanya'nın amacı Türkiye'nin "kolonizasyon"undan çok emperyalist nüfuz alanı haline getirilmesiydi. Nitekim anlaşmada "demiryolunun geçtiği yerlerde Alman kolonilerinin yerleşmesine izin verilmemişti". Bkz. Bağdad Demiryolu Sava�J. Istanbul Milliyet Yayınları, 1972, s. 1 3 5, 165, 242-24 3. Pinon, agın, s. 532. •· 14 Türkler ve Ermenıler sıtan şu satırları da aktarmak isterim: "Burada sorumlu­ lukları gerçek bir şekilde saptamak çok zordur. Ilk kı­ rımın, ilk direnmeden önce mi sonra mı olduğunu bil­ mek güçtür. lki seri olay birbirine o kadar bağlıdır, her ikisi de bahtsız Ermenistan'da öylesine kendiliğinden oluşmuşlardır ki, tarih bunları birbirinden ayıramaya­ caktır." 1 5 Genel bir değerlendirmeye geçmeden, bu konuda günümüzde de önemli bir referans muamelesi gören -ve Ermeni tarihçileri tarafından tekrar yayınlanan- ABD Büyükelçisi H. Morgenthau'nun ve diğer bazı etkili dip­ lomat ve yazarların görüşlerini de özetleyelim. Henry Morgenthau bir Amerikan hukukçusu ve işa­ damıydı. Almanya'dan ailesiyle beraber dokuz yaşın­ dayken New York'a gelmiş ( 1865 ) ve Columbia Üniver­ sitesi'nde hukuk okuduktan sonra gayrimenkul huku­ kunda uzmanlaşmıştı. 16 Daha sonra bu alanda şirket yö­ neticiliği yapmış ve l 905'te "Henry Morgenthau Com­ pany" adlı kendi şirketini kurmuştur. Morgenthau mesleki etkinliğinin dışında politikayla da ilgiliydi ve on dokuzuncu yüzyıl sonlarında doğuş halinde olan siyonizme büyük bir sempati duyuyordu. Bu bağlamda, programında etnik azınlıklar konusuna büyük bir yer veren W. Wilson'un seçim kampanyasına katılmış, mali komite başkanlığı yapmıştır. Diplomatik kariyeri de bu vesileyle başlamıştır. Amerikan Siyonist Federasyonu'nun kurucularından Stephen S. Wise, Morgenthau'un lstanbul'a elçi oluşu ko­ nusunda şunları yazıyor: "Morgenthau kısmen de 1 9 1 3 ı; '" Aym makale, s . 540. H. Morgenthau ile ilgili biyografik notlar için Bkz. Who Was Who in c. lll, Chicago, 1 950; Encyclopaediajudaica, c. XII, Kudüs, 1 9 7 1 . America, "Talim-i Alaman " mı ? Ağustosunda Dijon'da benim kendisini teşvikim sonucu lstanbul'a elçi olarak gitti. lstanbul'a gidişi Ermenilerin koşullarını düzeltme ve Filistin'deki Yahudilerin duru­ munu iyileştirme yoluyla Amerika'ya yararlı olabilirdi. " 1 7 Bu çabalarıyla Amerikan elçisi elbette kendi açısından saygıya değer bir amaç güdüyordu. Fakat kabul etmeliyiz ki H. Morgenthau tarafsız bir gözlemci değil, bir dava adamıydı ve yazdıkları da bu çerçevede değerlendirilme­ lidir. Bununla beraber, bu haliyle bile, Amerikan elçisinin gözlemleri bugünkü maksimalist Ermeni tezlerini doğru­ lar nitelikte değildir. Bunun nedenini açıklamak zor ol­ masa gerekir. Morgenthau'nun asıl sempatisi elbette ki Ermenilere değil, Yahudilere yönelikti. Bu yüzden, ltti­ hatçı liderlerle çok iyi ilişkiler kurmuş ve haklarında yer yer olumlu gözlemlerde bulunmuştur. Morgenthau'ya göre 1 908 devrimini yapanlar hürri­ yetçi ve eşitlikçi özlemlerinde samimiydiler. Fakat bunu gerçekleştirecek güçleri yoktu. "Türklerin yüzyıllar bo­ yunca kötü muamele ettiği ve kırdığı ırklar bir gecede kardeşlik duygularıyla donanamazlardı. "18 Böyle olunca Jön Türkler giderek yenileştirici güç olarak ortadan kalktılar, fakat bir "siyasal makine" olarak varlıklarını korudular . lttihatçılar 1 9 1 3 darbesiyle tekrar iktidarı aldıktan sonra ortaya güçlü adam olarak Talat Paşa çıktı. Mor­ genthau, Talat Paşa'yla ilgili dikkate değer bir portre çiz­ mektedir. 17 18 Stephen S. Wise, Challenging Years, Londra. 1 9 5 1 , s. l l l . _,,�·�):;'fi;,·; , H. Morgemhau, Ambassadar Morgenrhaus Story, New Yp.rl<, :ıı:ıı9, 5·.'· 13: Ayrıca eserin yazılış şekli ve arka perdesi için Bkz. Heitlr W. Lowry, The. Story Behind Am bassadar Morgenrhau. Lowry bu incelı;:ı� esinde Elc;l'iün ya� ... zılarına ve günlüğüne dayanarak, anıların eser olara!{ ya:yinlap.ırken iıasü· � çarpıtıldığını sergiliyor. · 1 1 63 Türkler ve Ermenıler Amerikan elçisine göre "Pomak" asıllı Talat Paşa, bir "yiyiciler çetesi" içinde sade yaşantısıyla dikkati çeki­ yordu. Enver Paşa'nın şahane hayatı yanında, borçlarını ödedikten sonra maaşından kalan kısımla geçinen Talat Paşa, tamamen yozlaşmış bir ortamda çalmadan da ya­ şanabileceğini gösteriyordu. Ayrıca Morgenthau'ya "Ka­ binenin en dindar üyesi olduğunu" da söylemişti. 1 9 Bü­ tün bu bilgiler Morgenthau'un, en azından, Talat Paşa ile ne kadar yakın ilişkiler içinde olduğunu göstermiştir. Zaten Amerikalı diplomat, yüz binlerce Ermeni'nin kı­ rımından "başlıca sorumlu" 20 olarak gördüğü Talat Paşa hakkında çok olumlu gözlemlerde de bulunmuştur. Ör­ neğin şunları yazmıştır: "Tanıdığım bütün Türk politi­ kacıları içinde, sadece Talat'ın doğuştan olağanüstü ye­ teneğe sahip olduğunu gördüm. " 2 1 "Bir yiyiciler çete­ sinde lider olan Talat, gerçekten dikkate değer kişisel niteliklere sahipti. " 22 Bu değerlendirmeler Morgent­ hau'nun Talat Paşa'ya karşı özel bir nefreti olmadığını ortaya koymaktadır. lttihatçı yöneticileri bir eşkıya şe­ bekesi olarak görmesine rağmen Morgenthau'un tüm antipatisi Almanlara, özellikle Almanya'nın Istanbul'da­ ki elçisi Wangenheim'a gidiyordu. O kadar ki Morgent­ hau, fiziki özellikleri nedeniyle de dünyaya hakim olmak isteyen junker tipinin katıksız bir örneği olarak gördü­ ğü Alman elçisinden -biraz da saygıyla karışık- dehşetle söz ediyordu. 10 2'' 21 22 Prof. Lowry, bu bilgiyi Elçi'nin lO Temmuz 1 9 1 4 tarihli günlüğüne dayandı­ rıyor. Age, s. 30- 3 1 . Oysa yayınlanan eserde Talat Paşa'nın Morgenthau'ya dinsiz olduğunu ve "tüm rahip, haham ve hocalardan nefret ettiğini'' söyle­ diği (yani gerçeğin tam tersi) yazılmıştır. Morgenthau, age, s. 20. Morgenthau, aynı eser, s. 4. 2 Aynı eser, s. 23. Age, s. 20. "Talim-i Alaman " mı? Morgenthau'ya göre o zamana kadar ilkel yöntem­ lerle hareket eden Türkler, modern tehcir yöntemlerini Almanlardan öğrenmişlerdi. Türkiye'deki en önemli Alman bahriye uzmanlarından Amiral Usedam'ın ken­ disine " tehciri Türklere Almanların telkin ettiğini" söy­ lediğini yazan Morgenthau şunları da eklemektedir: "En önemli nokta şudur ki modern çağlarda halkların kitle olarak sürülmeleri fikri, tamamen bir Alman buluşu­ dur." 2 3 Bu açıklamalar gösteriyor ki Amerikan elçisi Ittihat­ çı yönetimi suçlamakla beraber, Ermeni tehcir ve kın­ mının baş mimarı olarak Alman ordusunu görüyordu. Benzer görüşler Morgenthau'dan çok daha ciddi bir en­ telektüel olan Amerikalı tarihçi ve misyoner H. A. Gib­ bons tarafından da savunulmuştur. Gibbons, tehcir olgusunu " Ermeni ırkını yok etmek için sistemli bir şekilde ve ihtimamla hazırlanmış bir plan" 24 olarak sunmuştur. Fakat bunu Alman hüküme­ tinin, "eğer teşvik etmediyse en azından iyi karşıladı­ ğı" 2 5 kanısındaydı. Gibbons'a göre " Ermenilerin yok edilmesinden Almanlar, sadece Almanlar karlı çıkıyor­ du. " 26 Amerikalı tarihçi bu konuda, başka bir açıdan son derece önemli şu gözlemlerini de ifade etmiştir: "Görüldü ki Ermenilere karşı hiçbir zaman lslam fanatizmi olmadı, şimdi de yok. OtorHelerin teşvik ve kumandasıyla asker ve jandarmanın yardımı olmasaydı Ermeni kırımı asla meydana gelmeyecekti. " 27 Daha son13 14 " 1" 27 Age, s. 365-366. H . A. Gibbons, The Blackesr Page ofModern History. Evenrs in Arınenia in 1915, New York, 1 9 1 6, s. 1 7 . Age, s . 54. Age, s. 62. Age, s. 55-56. H. A. Gibbons 1 908 devriminden iki hafta sonra jön Türk 1 6s Türkler ve Ermeniler ra göreceğimiz gibi Ermeni tehcirinin uygulanmasında ortaya çıkan toplu öldürmeler değişik yorumlara yol aç­ mıştır. 1 9 1 5 olaylarında Almanların rolü, çeşitli dereceler­ de değerlendirilmekle beraber, savaş yıllarında genellik­ le kabul edilen bir tezdi ve bu konuda geniş bir literatür vardır. 28 Hatta Türkler arasında da o sırada bu kanıda olan ve yapılan zulümleri " Talim-i Alam an" olarak isim­ lendirenler az değildi. Savaştan sonra da Alman sorum­ luluğu üzerinde duran ciddi yayınlar devam etti ve bun­ lar arasında Ermeni imzası taşıyanlar da vardı. Şimdilik şu kadarını belirtelim ki bu konuda Almanları temize çıkaran bizzat lttihatçı liderler olmuştur. Tehcir kararı- 28 mültecilerini getiren gemiyle Istanbul'a gelmişti. 1910- 1 9 1 3 yılları arasmda Robert College'de öğretmenlik yaptı ve 1 9 l 3'te Princeton Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. Osmanlı Devleti'nin kuruluşuyla ilgili dikkate değer -ve çok tartışılınış- bir tezin sahibidir. Bkz. Dicrionary of American Biog­ raphy. New York, 1 944, s. X-I. Harry Stuerıner, Deux ans de guerre a Consranrinople, Paris, 1 9 1 7 , s. 38. (Eserin Türkçesi için bkz. Konsranrinopl'da !:ıavaşın Iki l'ılı, Istanbul, Büke Yayınları, 2002, s. 62-63.) 1 9 1 5- 1 6 yıllarında Istanbul'da Kôlnische Zeirung gazetesinin muhabiri olarak bulunan yazar "Alınan Kızılhaçı'nın ülkenin iç­ lerine giden doktorlarıyla heınşerilerinin güvenilir ifadelerine" dayanarak, "iki Alınan subayın Anadolu'nun içlerinde küçük bir köyden geçerken ora­ daki sürgün ve Etmenilerin kökünü kazıma harekerinde bizzat yer aldıkları­ nı" nakleder. Stuermer, Türklerin Etmenilere karşı giriştiği gaddarca hare­ ketlere izin verdiği için maalesef Alınan Hükümeti'ni de aynı ölçüde sorumlu tutuyorum" demektedir. (s. 43). Alman arşin belgelerini de içeren bir çalış­ ına için bkz. Selami Kılıç, Ermeni Sorunu ve Almanya, Istanbul, Kaynak Ya­ yınları, 2003. Ayrıca bkz. Bertha S. Papazian, The Tragedy ofArmenia, Bos­ ton, 1 9 18, s. 1 57; Mikael Varandian, L'Armenie er la quesrion annenienne, Paris, 1918, s. 87; Kework Aslan, Armenia and che Armenians, New York, 1 920, s. 1 35 . Son olarak Vahakn V. Dadrian da eserinde bu konuda vardığı sonucu şöyle açıklamıştır: "Bu tanıklığın ortaya koyduğu şey Alman işbirli­ ğinin merkezi bir yer işgal eıtiğidir; açıkçası Türklerin Ermenileri yok etme girişiminde birçok Alınan asker sivil memurunun onlara yardım etmek ve s uçlarına katılmak konusunda gönüllü olmalarıdır." The Hisrory of Ar­ menian Genocide, Berghahn Books, 1995, s. 294. ··Ta/im-i Alaman " mı? mn başlıca sorumlusu Talat Paşa'nın bu konuda yazdık­ ları şunlardır: "Bazı fena fikirli düşman propagandacıla­ rı Almanların Türkleri, Ermenileri ezmek hususunda teşci ettiklerini söylemek suretiyle Ermeni hadiseleri dolayısıyla Almanya'nın şerefine de tecavüz etmişlerdir. Hadiseler ise tamamıyla aksini ispat etmektedir; zira her yeni vaka duyulur duyulmaz Alman hükümeti bu gibi hadiselere son verilmesini tavsiye eden notalar gönder­ mişti. Bu husustaki bütün vesikalar da Babıali'de bu­ lunmaktadır. "29 Görüldüğü gibi Talat Paşa, sığındığı Al­ manya'da yazdığı anılarında "Almanya'mn şerefini" sa­ vunmaya çalışmaktadır. Buna karşılık Almanlar, kısa bir süre sonra Berlin sokaklarında vurulan Talat Paşa'nın katilini alkışlar arasında heraat ettirerek eski sadraza­ mm 'şerefine' ne derece önem verdiklerini dünyaya ilan etmişlerdir. Işin ilginç yönü, bu görüş, Kemalist döne­ min gözde tarihçisi Hikmet Bayur'un imzasıyla çağdaş Türkiye'ye de mal edilmiştir. Bayur, temel eserinde, Al­ manya'yı korumuş, "Üçlü anlaşmanın asıl düşmanı Al­ manya olduğu için Ermeni tehciri ona karşı da bir silah gibi kullanılmıştır" demiştir. 30 29 Talat Paşa 'nın Harıraları, Istanbul, 1 946, s. 75. O dönemin ünlü tarihçilerin­ den Ahmed Refik (Altınay) ise, Iki Komite, Iki Kual başlıklı eserinde, tanık olduğu Ermeni kırımını anlatırken, şunları yazmıştır: Almanlardan kalpleri insaniyer hisleriyle meşhun olanların bu cinayetlerden müteneffir oldukları­ na hiç şüphe yoktu. Fakat resmi Almanya ısteseydi bu kıtale mani olurdu. Sait Halim Paşa, Ittihat'ın kör bir aletiydi; Enver ve Talat Almanya'nın sö­ zünden bir adım dışarı çıkamazlardı; bu cinayetleri kuvvetlerine güvenerek icra etmeleri imkan haricınde idi. " Age, s. 3 8. Hikmet Bayur, Tüık lnkdabi Tarihi, c. III, kısım lll, Ankara, 1 98 3 , s. 3 4- 3 5 . 1 9 1 3 Aralı k ayında Alman Askeri Heyeti Başkanı olarak gelen ve savaşta Osmanlı ordularına komutanlık yapan Liman von Sanders de anılarında Er­ meni kırımında Alınan sorumluluğunu daha çok " Levanten isnat ve iftirala­ rı"na atfederek reddetmiştir. Liman Paşa'ya göre tehcir "Türkiye Türklerin­ dir ! " sloganını benimseyen ve ·'devlete düşman unsurları uzaklaştırdıkları ·· 1" Türkler ve Ermeniler Gerçek bu mudur? Üçlü anlaşmanın taraflan Ittihatçılan adam sayma­ dıklan, onları Almanların kuklalan olarak gördükleri için oklarını Almanlara karşı mı çevirmişlerdir? Aslında durum herhalde bu kadar basit değildir ve günümüzde yazılan eserlerde de Alman sorumluluğu tartışma konu­ su yapılmaya, hatta kesin bir olgu olarak sunulmaya de­ vam ediliyor. 3 1 Sanıyorum ki çelişkili yorumlar bizzat Alman politikasının çelişkilerinden kaynaklanmaktadır. " takdirde, gelecek için ülkelerine vatanperverane bir hizmet yapacakların zanneden" yöneticilerin eseri olmuştu. Alman subayların olup bitenlerden haberi bile olmamıştı; kendisinin komuta ettiği ordu zaten Doğu vilayetleri­ ne bin km uzakta bulunuyordu. (Tehcir ve kınmların tüm Anadolu'ya, hatta Trakya'ya uzandığı göz önünde bulundurulursa, Alman generalinin açık­ lamasını inandırıcı bulmak zor görünüyor.) Bkz. Türkiye 'de Beş Sene, !stan­ bul Yeditepe Yayınevi, 2006, s. 1 93-1 94. Bu konudaki son yayınlar arasında Vahakn N . Dadrian'ın ayrıntılı eseri dik­ kati çekiyor. Ermeni tarihçi bu konuda vardığı sonucu şöyle açıklamıştır: "Bu tanıklığın ortaya koyduğu şey Alman işbirliğinin merkezi bir yer işgal ettiğidir; açıkçası Türklerin Ermenileri yok etme girişiminde birçok Alman asker sivil memurunun onlara yardım etmek ve suçlarına katılmak konu­ sunda gönüllü olmalarıdır.·· The History of Arnıenian Genocide, Berghahn Books, 1995, s. 294. Almanya, Ermeniler ve Mezopotamya � On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Doğu Anadolu ve Mezopotamya emperyalist çıkar çatışmalarının alanı ha­ lindeydi, fakat iki büyük güç -Almanya ve Rusya- böl­ gede doğrudan nüfuz kavgası içindeydiler. Rusya, Ortodoks Hıristiyanlık kanalıyla Ermenilere çok yakındı ve koruyucu bir rol oynamak istiyordu. Fa­ kat güçlenme halindeki Ermeni milliyetçiliği, bağımsız­ lığını kazandıktan sonra kendisine sırt çeviren Bulgar örneğinin de etkisiyle, Rusya'yı ürkütüyordu. Türkiye Ermenileri, kan kardeşlerini de barındıran güçlü kom­ şularının özürolerne eğilimlerine karşı mesafeli davranı­ yorlardı. Bazı iddialara göre daha Abdülhamit devrinde sultanın Ermenilere karşı en sağlam müttefiki, "Ermeni­ siz bir Ermenistan" 1 istediği söylenen Rus Dışişleri BaBu iddia E. GranYille'in bir makalesinde (Le rsarisme en Asie Müıeure; Reı•ue Polirique lnternarional, 1 9 1 7 , 26. sayı) ileri sünilmüştür. A. Mandelstam'a 1 1 69 Türkler ve Ermeniler kanı Lobanof-Rostowsky idi. Bu yüzden Ermenilere kar­ şı Ruslada Osmanlı yönetimi sertlik politikasında yarı­ şıyorlardı. Fakat Büyük Savaş öncesinde Ruslarla Erme­ niler yeniden uzlaşma içine girmişler, Ruslar Ermenile­ rin çok uzun bir tarihi dönemden beri bağımsız bir dev­ let kurmamış olduklarını göz önünde bulundurarak, ya­ şadıkları bölgeyi himaye altına alma çabalarına girmişti. Rus Elçisi Çarikov'un Istanbul'dan gönderdiği raporlara göre Ermeni sorunu artık 1 894-96 yıllarında olduğun­ dan farklıydı ve Rusya, Ayastefanos'ta öngördüğü vesa­ yet politikasına dönebilirdi.2 Buna karşılık Almanlar, bütünüyle Osmanlı Devleti'ni nüfuz alanları saydıkları için yönetici zümreyi korumak zorundaydılar. Bununla beraber Hıristiyan azınlıklara da duyarsız kalamazlardı. Gerçekten Alman diplomasisinde Ermenilere karşı iki eğilim oluşmuştur. Bunlardan birincisi din ve kültür seviyesi bakımından kendilerine yakın gördükleri Er­ menileri korumak ve nüfuz politikalarında onlardan ya­ rarlanmaktı. Bu eğilimi en hararetli bir biçimde misyo­ nerler temsil etmiş ve bunlar yönetici zümre arasında da taraftar bulmuşlardır. 1 9 1 3 Nisan ayında Adana'da bir kaynaşma olunca Göben zırhlısı komutanı, valiyi ziyaret etmiş ve kırım halinde şehri işgal edeceklerini bildirmiş­ ti. 3 Zaten savaştan önce pangermanist teorisyenler ara­ sında Ermenileri Bağdat demiryolu boyunca iskan et­ meyi düşünenler dahi olmuştu. 4 Bu görüş bir ölçüde göre, yazann ısviçre 'de oruran üsr düzeyde bir 1rrtharçı olduğu da iddia edilmiştir. Bkz. Le sort de I'Empire Oaoman, Paris, 1 9 1 8 . s. 295. Rene Pinon, "La n'organis!arion de la Turquie d'Asie", Revue des Deux Mondes, Ağustos 1 9 1 3. Aynı makale, s. 90 1 . Bu sırada Almanlar Istanbul'daki elçiliklerinde özel bir Ermeni bürosu da kurmuşlardı. Paul Rohrbach, Die Ba.gdadbahn, Berlin, 1902, s. 18. Almanya Ermeniler ve Mezopotamya , Ermeni yandaşları ile jön Türk yandaşlarını uzlaştırı­ yordu. Savaş başladıktan ve Osmanlılar Almanya'nın ya­ nında savaşa katıldıktan sonra durum değişti. Bununla beraber Ermeni sempatizam misyonerler çalışmalarını durdurmadılar. Bunlardan ilahiyat doktoru johannes Lepsius, tehcir ve kırım haberleri yayılınca Türkiye'ye gitmiş ve bir rapor hazırlamıştı. Dönüşünde Protestan ileri gelenlerinden on kişilik bir komisyon kuruldu ve heyet, lmparator Il. Wilhelm'i ziyaret etti. R. Pinon'a göre, ziyaretten sonra lmparator, kendi eliyle bir mek­ tup yazarak lttihatçı yönetimi müdahale etmekle tehdit etmiş, fakat Alman hükümeti "Sorun Türklerin tama­ men iç sorunudur" diye bunu önlemişti. 5 Bunun üzeri­ ne II. Wilhelm, Dr. Lepsius'u lstanbul'a yollamışsa da Enver Paşa "Alınanların Polanya'da yaptıklarını yapıyo­ rum" diye kendisini kovmuş ve dönüşte kaleme aldığı broşür de Alman hükümeti tarafından yasaklanmıştı. 6 Lepsius, raporunda Alman konsoloslarının her şeyi za­ manında haber verdiklerini, fakat bunları hükümet ve ordunun dikkate almadığını belirtmektedir. Doğu cephelerinde olup bitenleri Ermenilere sem­ pati duyarak izleyen siyasal bilimler profesörü R. Pi­ non'un gözlemleri de ilginçtir. Günümüzde Ermeni ta­ rihçileri, soykırım konusunda ]. Lepsius'u önemli tanık­ lardan biri olarak görmektedirler. Fakat R. Pinon'un an­ lattıktan, Ermeni tehcir ve kırımında Almanların sorumr luluğunu da ortaya koyuyor. Ayrıca R. Pinon, Alman misyonerlerinin çabalarını Alman diplomasisinin ikinci Lepsius, Le rapport seeret du Dr. lahannes Lepsius sur fes massacres d'Armenie R. Pinon'un önsözünden, Paris, 1 9 18. Aynı makale, s. ix. . Türkler ve Ermeniler cephesi olarak değerlendirmiştir. Bizzat ] . Lepsius hak­ kında yazdıkları da şunlardır: "Kendisi aynı zamanda bir Alman yurtseveridir. Ermenilerle ilgilenirken Alman­ ya'nın siyasi ve iktisadi etkisini de gözden uzak tutmu­ yordu ve bir gün Ermenilerin, Asya Türkiyesi'ne Alman nüfuzunda en iyi ajanlar olacağı umudunu besliyordu. " 7 1 9 1 6'dan Sovyet Ihtilali'ne kadar geçen sürede Do­ ğu Anadolu'daki · askeri durum değişmişti. Gelişmeler kısaca şöyle oldu: Osmanlı ordusu Sarıkamış'ta bozguna uğradıktan sonra, kendisi de son derece yıpranmış olan Rus ordusu karşı taarruza geçememişti. Böylece, Rusla­ rın Van'ı işgal etmeleri dışında, iki ordu tüm 1 9 1 5 yılı boyunca karşı karşıya kaldılar. Ilginçtir ki Osmanlılar da bir Rus taarruzundan şüphelenmiyor ve bir bozgunla sonuçlanacak olan Mısır çıkarmasına hazırlanıyorlardı. Ne var ki Ruslar 1 9 1 6 başında ani bir hücumla stratejik bakımdan çok önemli olan Erzurum'u aldılar. 8 Daha sonra Bitlis, Trabzon, Erzincan da Rusların eline geçti. Ruslada beraber bu bölgeye giren (veya tehcirden dö­ nen) Ermenilerin intikamının bu sırada başladığı anlaşı­ lıyor. 9 Ahmet Refik (Altınay) ve Ermeni tarihçilere göre bu kapışmacia Türkleri, o bölgeyi Ermenilere vermek istemeyen Rus ordusu korumuştur. R. G. Hovanisyan, "Ruslar 1 9 1 6 kışı ve ilkbaharında Ermeni yaylasını işgal Aynı makale, s. ix. General Malleterre, Erzurum'un beş günde düşmesini , "savaş tarihinde gö­ rülmemiş bir olay" olarak niteliyor. Age, s. 8 1 . B u intikam Osmanlı resmi makamlan tarafından, l9l8'de, Islam Ahalinin Düçar Olduklan Mezalim Hakkında Vesaike Müstenit Malumat başlığıyla yayınlanan bir kitapta anlatılmıştır. Eser 1 9 l9'da Osmanlı Genelkurmayı ta­ rafından Fransızca olarak da yayınlanmıştır. Documents re/ati/5 aux arro­ cites commises par fes armeniens sur la population musulmane, l982'de H . K Türközü tarafından y ayına hazırlanmıştır. Osmanlı ve So ı yer Belgeleriyle Ermeni Mezalimi. Ankara, 1982. Almanya, Ermeniler ve Mezopotamya edince Rus subayların o zamana kadar Ermeni gönüllü­ lerine ve siyasi gruplarına karşı gösterdikleri yapmacık saygı, istihza ve güvensizliğe dönüştü" 1 0 diye yazar. Fa­ kat Sovyet Devrimi'nden sonra Rus subaylarının kurdu­ ğu disiplinin ortadan kalkması Ermeni intikamını yo­ ğunlaştırmış, Müslüman halk arasında kitlesel kırım ve göçlere yol açmıştır . 1 1 [tl ll R . G . Hovanissian, age, s . 57. Ahmet Refik (Alrınay), ··o zamana kadar Türkleri himaye eden Rus idare­ siydi'' diyor ve şunları ekliyor: ''Asıl katliam, daha sonra, Osmanlı ordusu­ nun Erzincan önlerinde, Trabzon civarında, Erzurum ovalarında göründüğü zaman başlayacaktı. Filhakika bu kıta\ cidden müthiş oldu; Osmanlı ordu­ sunun bazı hareketleri Türklerin felaketine sebebiyet verdi. Ermeniler şehir haricinde Osmanlı ordusuna çete halinde karşı koyuyorlar; dahilde, halkı kışlalara doldurarak, evlere kapatarak öldürüyorlardı. " Age, s. 52-53. Erıne­ nilerin Büyük Savaş·ıaki katkısını anlatan H. Turabian, Ekim Ihtilali'nden sonra Rus ordusunun dağılınasım izleyen günlerde bir askeri Ermeni Birli­ ği'nin kurulduğunu ( 1 2 Aralık 1 9 1 7 ) ve Ermeniterin Aralık ortalarında Er­ zurum, Erzıncan, Van vilayetlerini işgal ettiklerini, ancak harekete geçen Türk birliklerinin Ocak 1 91 8 başlarında bur.alan geri aldığını kaydediyor. lntikamcı kırımlar bu zaman diliminde gerçekleşmiştir. Bkz. H. Turabian; La quesrion armenienne: A vant, pendam et depuis la guerre; Paris, 1922 (ya­ yımlayan Delegalion de la Republique Armenienne ) , s. 1 24. A. Emin Yal­ man'a göre bu durumda, " Ermeni tehcirlerini ayıplayan birçok insan bu propa gandanın (göç ve kırım haberlerinin yayılmasının, T.T.) tesiri altında görüşlerini degiştirmişlerdir" diyor. Yakın Tarihte Gördük/elim ı·e Geçirdik­ lerim, c . ! , Istanbul, 1 970, s. 334. Sovyet Devrimi, Türkler ve Ermeniler � Sovyet Devrimi, Doğu Anadolu'da ittifaklar sistemini ta­ mamen çözdü ve Osmanlılar lehine umulmadık bir du­ rum yarattı. Kendisine gizli anlaşmalarla Istanbul vaat edilmiş olan ve Doğu Anadolu'yu işgal altında bulundu­ ran bir ülke, savaşı 'mağlup' sıfatıyla terk ediyor ve ateş­ kes istiyordu. Bu bağlamda devrim lideri lenin, 1 9 1 7 sonlarında Osmanlı Devleti'ni paylaştıran anlaşmaları "uluslararası eşkıyalık anlaşmaları" olarak niteleyip ka­ muoyuna açıklıyordu. 1 Böylece iki eski müttefik devlet olan Ingiltere ve Rusya arasında amansız bir çatışma or­ tamı oluşuyordu. Bu ortam Milli Kurtuluş Savaşımız için çok elverişli bir zemin yaratacaktır. Rusya'nın mağlup olarak savaşı terk e tmesinden Brest-Litovsk Anlaşması'na kadar durum genel hatlarıyBu konuda bkz. T. Timur, Türk DeıTimi ı-e Sonrası, Imge Ki tabevi Yayınları, Ankara, 1993, s. 25 1 . Türkler ve Ermeniler la Osmanlılar aleyhine olmuştur. Daha sonra Sovyetler Birliği'nin Ingiliz-Fransız emperyalizmine dayanan Er­ menistan'ı pek desteklerneyeceği anlaşılınca Ermenile­ rin tutumunun da değişmeye başladığını görüyoruz. Rusya'nın savaştan çekilmesi üzerine Erzurum ve Van alınmış, daha sonra da Brest-Litovsk Antiaşması çerçe­ vesinde Kars, Batum ve Ardahan referandumla sınırla­ rımıza katılmıştı. Ne var ki söz konusu referandumun uygulanma biçimi Sovyet Rusya tarafından şiddetli eleş­ tirilere uğramıştı. Yeni Sovyet yönetiminin lttihatçı ida­ reyle ilişkileri dikkat çekicidir ve aynı konuda daha sonra Kemalist hareketin davranışıyla karşılaştırılmaya değer. Sovyet Rusya, Dışişleri Bakanı Çiçerin imzalı ve 1 5 Şubat 1 9 1 9 tarihli bir memorandumla, Osmanlı yöneti­ minin Sovyetlere haber bile vermeden Kars, Batum ve Ardahan'ı işgal ettiklerini ve "yerli ahaliye karşı aşırı barbarca şiddet ve baskı yapıldığını " 2 ileri sürüyordu. Aynı memorandumda işgalci Osmanlı güçlerinin halko­ yu yoklamasında tarafsız davranmadıkları da sert bir bi­ çimde ifade ediliyordu. Bu konuda söylenen şuydu: "Oy verme arifesinde reyleri Türkiye lehine olmadığı bilinen eşraf ya oralardan sürülmüş veya tevkif edilmiş, hatta onlardan birçoğu kurşuna dizilmiştir." Çiçerin'in me­ morandumu Osmanlı yönetimini, Sovyetlerin Palon­ ya'da çok zor bir durumda oldukları bir sırada Baku'ya taarruz etmekle ve "yağma, katliam ve her türlü şid­ det"e başvurmakla da suçluyor ve bütün bunların "yeni fütuhat arzusu"ndan başka bir şeye dayanmarlığını iddia ediyordu. Bu ağır eleştirileri içeren memorandum, SovRaporun Türkçe ve Fransızca metni için Bkz. A. Nimet Kurar, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1 970 , s. 7 1 0-714. Sovyet Devrimi, Türkler ve Ermeniler yet Rusya hükümetinin 20 Eylül 1 9 1 8 tarihli bir notayla Brest-Litovsk Antiaşması'nı da geçersiz saydığım hatırla­ tıyordu. llginçtir ki Sovyet memorandumu bu kadar ciddi suçlamalarda bulunmasına rağmen Osmanlılada iyi iliş­ kileri koparmak istemiyor ve uzlaşmacı bir tonda son buluyordu . Bu bağlamda lttihatçı yöneticilere denili­ yordu ki "Türkiye'nin Sovyet Rusya tarafından herhangi bir tecavüze uğramasından korkmaya mahal yoktur. Rus ve Türk halkını (artık) hiçbir şey birbirinden ayır­ mıyor ve Türk halkı, Rus halkının çoktan beri arzuladı­ ğı tarzda dostluk ve kardeşlik elini uzatırsa, hakiki men­ faatlerine en uygun biçimde hareket etmiş olacak(tır)" . 3 Daha sonra göreceğimiz gibi bu tutumu Istanbul değil, Ankara ve Kemalist hareket benimseyecektir. Ermeni Cumhuriyeti zor durumda bulunan Sovyet Rusya'nın desteğinden yoksun kalınca, 4 Haziran 1 9 18' de Osmanlı Devleti'yle silah bırakışmasına gitmiş ve ba­ rış andaşması için A. Hatisyan'ı lstanbul'a yollamıştır. Hatisyan'ın Istanbul'da geçen dört aylık görüşmelerini anlatan kitabı, o dönemin psikolojisini yansıtması açı­ sından son derece önemlidir. 1 Aynt eser, s. 7 ! 4. Hatisyan'ın Anlattıklan � Hatisyan Tiflisli bir Ermeniydi. Tiflis'te tıp tahsili yap­ tıktan sonra siyasete atılmış ve 1 909- 1 9 1 7 yılları arasın­ da bu şehrin valiliğini yapmıştı. Sovyet ihtilalinden son­ ra Tiflis, Gürcülerin eline geçince, Hatisyan Taşnak Par­ tisi'ne girmiş ve kendisini tamamen Ermeni davasına adamıştı. Ermenistan Cumhuriyeti'nin Osmanlılar kar­ şısında gerilemesi sırasında, 4 Haziran 1 9 1 8'de Türkler­ le Batum Andaşması'nı imzalayan iki kişiden biriydi. Daha sonra da A. Aharanyan ile birlikte yeni ve temelli bir antlaşma imzalamak üzere lstanbul'a yollanmıştı. Hatisyan bu sırada bağımsız Ermeni Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı idi; daha sonra da başbakan olacaktır. Hatisyan'ın bu seyahatle ilgili anıları ilk kez 1 930'da Atina'da, ikinci kez de l 968'de Beyrut'ta Ermeni dilinde basılmış tır. Eserin l 989 yılında üçüncü baskısı yine Ati­ na'da, fakat bu kez Fransızca yapılmıştır. 179 Türkler ve Ermeniler l S Haziran l 9 1 8'de lstanbul'a gelen Hatisyan müta­ rekeye kadar Osmanlı başkentinde kalmış ve önde gelen lttihatçılarla görüşmüştür. Bu konuda anlattıkları ve çizdiği portreler her şeyden önce yazarın üslubunun yumuşaklığı ve objektif olma çabasıyla dikkati çekmek­ tedir. Bu niteliğiyle eser günümüzde hırslı ve bağnaz bir söylem içine yerleşip kalmış olan Ermeni sorununun an­ laşılması için önemli bir belge teşkil etmektedir. Hatisyan, Aharonyan'la birlikte lstanbul'a geldiği zaman Wilson llkeleri ilan edilmiş, ABD savaşa girmiş ve savaşın kaderi belli olmuştu. Ayrıca Başkan Wil­ son'un Ermeni yanlısı duyguları da ortaya çıkmıştı. Bu yüzden Istanbul'daki Ermeni temsilcileri, görüşmelerin­ de mümkün olduğu kadar büyük bir Ermenistan tasarı­ sını kabul ettirmeye çalışmışlardır. Hatisyan'a göre ltti­ hatçı liderler kendilerine çok yakın davranmışlar ve hep "Türk-Ermeni dostluğu"ndan söz etmişlerdir. Yazar "O anda samimi oldukları kamsındayım" 1 diyor ve bunun nedenini savaşı kazananlada yapılacak barış konferan­ sında önlerine çıkacak Ermeni sorunu korkusuyla açık­ lıyor. Hatisyan bu konuda, büyük bir takdirle bahsettiği Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey'in, aslında lttihatçıların ge­ nel eğilimini yansıtan düşüncelerini nakletmiştir. Hatisyan'ın aktardığına göre , "uzun boyu, zekası, fizyonomisi, zarif kıyafeti ve akıcı Fransızcası ile mü­ kemmel izienim bırakan" 2 Hüseyin Cahit Bey, Türklerin savaş kayıplarından sonra altı milyon kadar kaldığım, "zinde kuvvetler"e (forces vives) ihtiyaçları olduğunu , bunun için -haritada Türkleri birleştiren iki yol göstereAlexandre Khatissian, Eclosion et developpemenr de la Republique Ar­ menienne, Arına, 1 989, s. 1 1 3. Aym eser. s. 1 1 2. Hatisyan in Anlawkları rek- Ermenilerin engel olmamaları gerektiğini ifade et­ mişti. 3 Hüseyin Cahit Bey'e göre ideal çözüm Türk Pro­ tektorasJ altında bir Kafkas Federasyonu idi. Daha kişi­ sel planda ise Tanin başyazarı, "Ermenilerin tatmin edil­ meleri gerektiğini" 4 söylemekle beraber bu işin kendi elinde olmadığını da eklemişti. Hatisyan, kendisine en olumlu yaklaşanlar arasında Ahmed Rıza Bey' i, Rauf Bey'i (Orbay) ve Vakit gazetesi yazarı Ahmet Emin Bey'i de sayıyor. Fakat bunlar ara­ sında sempatisi en çok Ahmed Rıza Bey üzerinde top­ lanmaktadır. Burada sözü yazara bırakalım: "İstanbul'da görüşebildiğimiz Türkler arasında dış görünüşüyle en sempatik olanı Ahmed Rıza Bey'di: Uzun boy, kar gibi sakallar, kadife gözler, asil bir fizyono mi. Konuşmaya başlar başlamaz Ahmed Rıza Bey muhatabını büyülü­ yordu. " 5 Aslında Hatisyan'ı etkileyen, A. Rıza Bey'in gö­ rünüşü ve konuşması kadar, söylediklerinin içeriği de olmuştur. Çünkü eski Meşveret başyazarı, Ermeni telı­ cirinde lttihatçı yönetinıle ters düşmüştü. Hatisyan'ın yazdığına göre "Talat Paşa iktidardan düştükten sonra , Ahmed Rıza Bey, Türkler içinde, Senato'da Ermeni ve Araplardan ne kadar kişinin öldüğünü açıklayan ilk in­ san olmuştu . lttihatçıların, ortaya çıktıkları zaman şid­ detle karşı koyduğu fikirleri uygulamaya koyma sakatlı­ ğını göstermelerinden, bizlere (Hatisyan ve Aharon­ yan'a) şikayet etmişti. Talat ve Enver iktidarda kaldıkça, bütün çabalarının bir şeye yaramayacağını bize söyle­ mişti" 6 1 4 Aym eser, s. 1 1 2. Aynı eser, s. 1 1 3. Aynı eser, Aynı s. eser, s. 1 1 4. 1 1 4. J sı Türkler ve Ermeniler Aslında Ahmet Rıza Bey'in cerbezesi (güzel konuş­ ması) , çekingenliğini ya da oportünizmini tamamen giz­ lemiyordu. Yurtdışında, muhalefetdeyken evrensel değer­ ler çerçevesinde tavır alabilen, örneğin Hamidiye Alayla­ rı'nın zulmünü kınayabilen bu yazar, Türkiye'de, iktidar­ dayken sessizliğe ve ataiate gömülüyordu. Nitekim 1 909' da Adana'da bir kısım Ermeniler kırılırken ağzını açma­ mış ve bu yüzden Meşrutİyet dergisi başyazarı Şerif Paşa tarafından, kendisine geçmişi hatırlatılarak kınanmıştı. Fakat mütareke yaklaşırken tüm lttihatçılar, Ermeni he­ yetine dostluk gösterisi içindeydiler. Rauf Bey kendileri­ ne yardım vaat ediyor, sonuçsuz kalsa da Enver Paşa nezdinde girişimde bulunuyordu. Ermeni kırımının en uğursuz isimleri Dr. Bahattin Şakir ve Nazım Bey, geçmi­ şi unutınayı ve her konuda Ermenilerle işbirliğini önerir­ lerken, Istanbul Emniyet Müdürü Azmi Bey, "ne kadar güzeller" diyerek Aharonyan'ın şiirlerini okuyordu. 7 Hatisyan, Ermeni tehcir ve kırımının baş sorumlusu olarak gördüğü Enver Paşa'dan bile kinsiz ve öfkesiz bir dille söz etmiştir. Güçlü Savunma Bakanı'nın göz ka­ maştırıcı lüks içindeki yaşantısını da vurgulayan Hatis­ yan, "beşeri ilişkilerinde sade, ölçülü ve çok ılımlı"8 bulduğu bu insanın yüz binlerce kişiyi ölüme götürdü­ ğüne inanmanın güç olduğunu kaydediyor. Hatisyan ve Aharanyan Istanbul'daki temaslarında, Ermeni sınırlarının genişlemesi konusunda hiçbir şey elde ederneden döndüler. Fakat dostça ilişkiler devam etmiş ve Mondros Mütarekesi kapıya dayanınca Rauf Bey, oraya birlikte giderek Türk-Ermeni dostluğu konu­ sunda bir gösteride bulunmayı önermiştir. 7 Aym eser, s. l l 4. Aym eser, s. l l O. Harisyan in Anlawklan Hatisyan'ın l 930'da yayınladığı anılar, görüldüğü gibi hayli ılımlı bir üslupla kaleme alınmışlardı. 9 Dahası Ermeni davasının sözcüsü anılarını, daha geniş bir za­ man dilimini göz önünde bulundurarak, bir esef duygu­ suyla tamamlıyordu. "Zayıf, küçük, yirmi-otuz bin ki­ lometrekarelik bir sahaya sıkışmış, denize limanı olma­ yan ve dört taraftan kuşatılmış bir Ermenistan'ı hoş gö­ receklerdi" diyor yazar ve ekliyor: "Yine de bir gerçek ki zaman kazanmak ve her fırsatı değerlendirmek için, bel­ li bir anda Kemalist yöneticilerle konuşmak yararlı ola­ bilecekti. " 1 0 Wilson Ilkeleri'nin ve ABD himayesinin gündemde olduğu bir ortamda Ermeni camiası böyle bir tutumu gerçekçi bulmamıştır. Ne var ki, l 9 1 8'de Erme­ nilere vaatler yağdıran Clemenceau 19 Aralık 1 9 1 9'da Nubar Paşa'ya "Artık Ermenilerden bıktık" ı ı diyecektir. Hatisyan'ın eserinin 1 968 baskısına bir önsöz yazan Ş. Torigyan da Hatisyan'a katılarak şu sorgulamayı ya­ pıyor: "Belki de her türlü çekingen politikayı reddet­ memizin, Kemalizmin gücünü tanımamızın ve onunla Wilson'un vaat ettiğinden çok daha mütevazı sınırlar üzerinde anlaşmanın uygun olacağını söyleyebilmeliy­ dik. " 1 2 Nihayet eserin son baskısına ( 1 989) ismini be- 10 11 1" Hatisyan bu ılımlı tutumu dolayısıyla bazı Taşnak üyeleri tarafından şidderle eleşririlmiş, hatta ihanetle suçlanmışnr. Fakat, kendisi de Taş nak yöneticisi ve bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti'nin son başbakanı olan Simon Vratsian "Türkiye'yi hesaba katmayanlar siyasi budalalardır" diyerek onu savunmuş­ tu. Gaidz Minassian ile 2 Mart 2004 tarihli konuşmadan. ( Yevrobarsi, 2 Mart 2007). Aynı eser, s. 195. Aynı eser, çevirmenin (anonim) önsözünden, s. 7 , Hatisyan'ın kitabının Er­ menice baskılarından birine, E. Uras'ın Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mesele­ si, !stanbul, 1 9 7 6 , adlı kitabında, tarih ve sayfa belirtilmeden bazı gönder­ meler yapılıyor, s. 6 81. Eserle ilgili herhangi bir değerlendirme söz konusu değildir. Aynı eser, s. 1 4. Türkler ve Ermeniler lirtmeyen çevirmen tarafından yazılan önsözde Ermeni hareketinde Mustafa Kemal veya De Gaulle gibi bir lide­ rin yokluğunun vurgulanması, kaydedilmesi gereken başka bir noktadır. Mütareke, Barış Konferansı ve Ermeni Talepleri � Mondros Mütarekesi, bekledikleri ölçüde olmamakla be­ raber, Ermeni özlemlerine geniş ufuklar açmıştı. Galip devletlerin maddi ve manevi desteklerini arkalannda his­ seden Ermeniler giderek gerçekçilikten uzaklaşan -bu yüzden kendi aralarında da ihtilaflar yaratan- tasarımla­ ra girişmişlerdi. Bunun en somut örneğini Bogos Nubar Paşa liderliğindeki Ermeni heyetinin Paris Barış Konfe­ ransı'na sundukları "Büyük Ermenistan Projesi"nde gö­ rüyoruz. 1 9 1 9 Mayısında, Ermeni Cumhuriyeti ilan edildik­ ten bir yıl sonra Ermeni Parlamentosu , sınırlan içine Türkiye'den kurtarılacak toprakları da katan bir karar almıştı. Türkiye Ermenileri temsilcilerinin Erivan'a em­ poze ettikleri Birleşik ve Hür Ermenistan tasarısı, SeVr Antiaşması'nda kabul edilen Ermenistan'dan da büyük i as Türkler ve Ermeniler bir devleti öngörüyordu. Rusya Ermenilerini tedirgin eden bu tasarıyı, Bogos Nubar Paşa ve A. Aharonyan, Ba­ tı'nın, özellikle ABD'nin eğilimlerini değerlendirerek ha­ zırlamışlardı. Ermeniler ABD mandası talep ettikleri bir sırada, Amerikalıların, ancak büyük bir Ermenistan'ın mandaterliğini kabul edeceklerini düşünüyorlardı. 1 Bu ise kendilerini gerçekçilikten uzak taleplere yönehen nedenlerden biriydi. Ne var ki Büyük Ermenistan iddia­ sı, ABD mandası konusunda incelemeler yapan General Harbord başkanlığındaki heyete de inandıncı görün­ memişti. Heyet, Ermeni kınmıyla ilgili ABD'ye gelen ha­ berleri abartılı buluyor ve Amerikan mandasının olumlu ve olumsuz yönlerini ifade etmekle yetiniyordu. Gene­ ral Harbord eğer l 9 l 6'da Doğu Anadolu'yu gezseydi ra­ poru hayli farklı bir tonda olabilirdi, fakat geride kalan dönemde Ermeni intikam alayları tabioyu değiştirmiş­ lerdi. Zaten Amerikan Kongresi de Wilson'un benimse­ diği mandaterliği 1 920 Nisanında reddetti. Buna rağmen Ermeniler umudu kesmedHer ve zaten bu sırada Avru­ pa'da bulunan Patrik Zaven Efendi, Ingiliz Kralı V. George, Başbakan Curzon, Fransız Cumhurbaşkanı P. Deschanel, Başbakan Millerand ve Yunan Hükümet Baş­ kanı Yenizelos gibi yüksek düzeydeki devlet adamlarıy­ la temaslar yapıyordu. Zaven Efendi bu temaslarından epeyce küçülmüş bir Ermenistan vaadiyle dönmüştü. Fakat dönüşte kaleme aldığı raporunda yine de iyimser­ lik sergiliyor ve Ermenileri birliğe çağırıyordu .2 Bogos Nubar Paşar ve A. Aharonyan, Paris Konferansı'na sunduktan rnuhıı­ rada Türkiye, Ermenistan'dan yedi il (Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas, Trabzon, Erzurum) Kilikya'dan dört sancak (Maraş, Sis, Bereket Dağı, lsken­ derun'la birlikte Adana), Kars bölgesi ile kuzeyi hariç Ardahan ve çevresini istiyorlardı. Sevr Antlaşrnası·ndaki Ermenistan için bkz. E. Uras, age, s. 660. Zaven Efendi'nin raporu için bkz. aym eser, s. 1 03 , 685-690. Mütareke, Barış Konferansı ve Ermeni Talepleri Mütareke'den sonra Türkiye'deki durum ise tam bir manevi çöküntüyü yansıtıyordu. Ittihatçı liderler ülke­ den kaçınıştı ve bir süre sonra iktidara gelen Hürriyet ve İtilaf ileri gelenleri de Ingilizlere şirin görünmekten öte bir politika tasawur edemiyorlardı. Büyük bir saflık için­ de böyle bir tutumun, sanki ülke savaştan yenik çık­ mamış gibi, Osmanlı bütünlüğünü sağlayacağına inanı­ yorlardı. Onlara göre tüm sorumluluklar lttihatçılara yüklenerek, Ermeni kırımı suçlularını yargılayarak te­ mize çıkmak mümkündü. Bu politika açık ve kararlı bir biçimde 4 Mart 1 9 1 9'da Damat Ferit Paşa kabinesinin kurulmasıyla uygulamaya kondu. Damat Ferit Paşa, 8 Mart 1 9 1 9 tarihli kararnameyle Divan-ı Harb'in tüm üyelerini askerleştirmiş ve geniş kapsamlı tutuklamaları başlatmıştı. 3 Kısa zamanda bu girişimin "insanlığa karşı suçlar" dan kaynaklanan adalet duygusundan çok, müttefiklere hoş görünme ve lttihatçılarla hesaplaşma kaygılarına dayandığı izlenimi doğdu. Bu gayretkeşlik doruk nokta­ sına Boğaziayan Kaymakamı Kemal Bey'in lO Nisan'da idamıyla ulaşmıştı. Ne var ki 1 9 1 5 ve l 9 l 6'da susmuş olanların birdenbire insan hakları şampiyonu kesilmiş olmaları büyük bir öfke yarattı ve Kemal Bey'in cenazesi bir halk gösterisine dönüştü. S. Akşin'in yazdığı gibi, "Calthorpe gibi bir Ingiliz için Türklerin böyle bir 'ca ­ ni'den yana gösteriler yapmalarında şaşılacak bir şey yoktu. Ona göre bu gösteriler, Müslüman halkın büyük çoğunluğunun duygularını yansıtıyordu. "4 Ingiliz ami­ ralinin böyle düşünmesi normaldi ve herhalde hiç kimBu konuda ayrıntı için bkz. Sina Akşin, Istanbul Hükümerieri ve Milli Mü­ cadele, !stanbul, 1 976, s. 1 97-202. S. Akşin, age, s . 200. Türkler ve Ermeniler se de ondan 1890'lardan beri süren kanlı olaylarda Ingi­ liz sömürgeciliğinin sorumluluk payım kabul etmesini beklemiyordu. Fakat bu gelişmenin gerçek nedenini bi­ raz da başka yerde aramak, 1 9 1 Tde Ermeni birliklerinin intikam hışmına uğramış, 1 9 1 9'da işgal edilmiş ve pay­ Iaşılmak üzere olan bir ülke halkının eziklik duygusunu iyi değerlendirmek gerekiyordu. 1 9 1 9 Nisanında halk gösteride bulunuyorsa, herhalde bu ne gerçek bir ltti­ hatçılık sempatisinden ne de bir caniyi koruma içgüdü­ sünden doğuyordu. Bu sırada Türkler büyük bir haksız­ lığa uğramış, savunmasız bir halk olmanın psikolojisi içindeydiler. lttihatçılardan nefret, tüm Kurtuluş Savaşı boyunca sürmüş, o dönemin önderleri tarafından çeşitli vesilelerle vurgulanmış, daha sonra da romanlara konu olmuştur. Türkler, lttihatçı yöneticileri özgürce ve işle­ nen cürümlerin bilinci içinde yargılamak fırsatını bula­ mamışlardır. 5 Bkz. Osman Selim Kocahasanoglu, /uihar Terakki 'nın Sorgulanması gılanması, Temel Yayınları, Istanbul, 1998. ve 1-'ar­ Kurtuluş Savaşı Başlarken Ermeni Sorunu � Kemalist hareketi Ittihatçı ve ltilafçı hareketlerden kesin bir biçimde ayıran nitelik onun gerçekçiliğiydi. Ittihat­ çılar Birinci Dünya Savaşı başlarında Mısır'ı Ingilte­ re'den almak için sefer düzenlemişler, yenilgi belli ol­ duktan sonra da büyük bir 'Turan imparatorluğu ' kur­ ma düşüne kapılmışlardı. Itilafçılar ise , Paris Konferan­ sı'nda, sanki hiçbir şey olmamış gibi imparatorluğun tamamını istemiş ve müttefikleri sinirlendirerek hakare­ te uğramışlardı. 1 Kemalist hareket, başından sonuna kadar, ancak yapılabileceği yapmak ilkesine sıkı sıkıya sarılmış ve Misak-ı Milli formülü bu espri içinde gelişti­ rilmiştir. Mondros Mütarekesi'nden sonra Batı kamuoyunun büyük kısmının Türk aleyhtarı oluşu ve bunda Ermeni Osmanlılar, Damat Ferit'in Vahdettin adına Calthorpe'a 30 Man l 9 l 9'da be­ lirttiği gibi, Arap ülkelerine hakimiyetlerini de sürdürmek istiyorlardı . Tek toprak fedakarlığı bağımsız ya da özerk bir Ermenistan idi. Bkz. Sina Akşin, age. s. 2 3 3-234. Türkler ve Ermeniler kırımının da önemli bir rol aynaması Kemalistleri bu konuda Ittihatçılardan farklı bir savunma çizgisine ve propaganda çabasına itmişti. Daha önce de değindiğimiz gibi Ittihatçılar, 1 9 1 6'dan itibaren tehciri, Ermeni-Rus işbirliğini ileri sürerek meşru göstermişlerdi. Tehcir sı­ rasındaki "aşırılıkları" da "sabrı tükenmiş, kızgın halka" ve "Kürt çetelerine" mal etmişlerdi. 2 Oysa lttihatçıların ülkeyi terk etmesinden sonra temel suçlu olarak Ittihat­ çılan gören bir savunma çizgisi giderek güçlenmeye başlamıştır. Bu çizginin, Ingilizierin de baskısıyla, dava­ lara ve cezalandırmalara yol açan uygulamalarını gör­ dük. Bununla Kemalistler arasındaki tutum farkını bir ölçüde azaltacak girişimler de mütarekenin ilk aylarında yapılmıştır. O zaman genç bir tarihçi olan Reşit Saffet'in (Atabinen) Avrupa'ya bu amaçla yaptığı geziler ve "Kara Şemsi" imzasıyla yayınladığı broşürler bu konuda dik­ kate değer bir örnektir. Reşit Saffet Bey gerek 1 9 1 9 Şubatında Bem'de top­ lanan Sosyalist Enternasyonal'e sunduğu raporda, ge­ rekse bir ay sonra Milletler Cemiyeti'nde yaptığı ko­ nuşmada Ermeni tehcirini farklı bir biçimde ele almış­ tır. Kendisine göre "dünyada belki de en gerçek şekilde proleter bir ülke olan Türkiye"nin 3 Ermeni kırımında Bu konuda l 9 1 6'da Osmanlı hükümeti tarafından yayınlanan Verile sur le mouı·ement reFo!urionnaire arnıenien et fes mesures gouı·ernementa!es baş­ lıklı broşüre bakılabilir. Bu kitapçığın bir özeti de Rel'Ue de Hongrie 'de ( 1 5 Haziran 1 9 1 7) "Ermeniler" başlığı al tında yayınlanmıştır. Bu makalede hal­ kın Ermenilere çok kızgın (furieux) olduğu. Ermenileri savunan bir Jan­ darma bölüğüne saldırması. bu arada bazı jandarmaların ölmesi örneğiyle anlatılıyor (s. 5 1 ) . Kara Schemsi, L e prolereriat Turc au Langres Socialiste international de Berne, 5 Şubat 1 9 1 9 . Yazar, kongreye "proletarya ıemsilcisi" olarak değil, " !sviçre , Almanya, Avusturya ve Macaristan'da oturan Türkler adına" katıl­ mıştır. Zaten Reşit Saffet Bey'in fikirleri sosyalizme taban tahana zıttı. Za- Kunuluş Savaşı Başlarken Ermeni Sorunu hiçbir kabahati yoktu. Tüm sorumluluk "tek başlarına Ermenileri kıran Kürt çeteleriyle Komite'nin satın alın­ mış ajanlarına" aitti. Kara Şemsi Milletler Cemiyeti'nde de "Ittihatçı ajitatörlerin işlediği cürümler tüm millete ödetilrnek isteniyor" 4 diye yakınmıştı. Yine aynı yazar, daha sonra konuyla ilgili fikirlerini topadadığı bir bro­ şürde "Ermeni halkının masum kısmının ıstırabına yol açan gayri insani ve ölçüsüz önlemleri" 5 dile getiriyor­ du. Kara Şemsi " Çar'ın sürülerine muhbirlik ve kılavuz­ luk yapan Ermenilerin" zulmünü de aniatmakla beraber tehcir sırasında iki yüz ile üç yüz bin Ermeni'nin öldü­ ğünü de belirtiyordu. 6 Reşit Saffet (Atabinen) , Ermeni sorununu kendince ulusalcı bir açıdan ele almıştı. Kendisi dört yıl sonra Lo­ zan görüşmelerine de Türk heyetinin sekreteri olarak katılmış, fakat Ingiliz ve Fransız temsilcileriyle aşırı ya­ kınlığı Isınet Paşa'nın hoşuna gitmediği için müzakere­ lerin ikinci safhasında heyetten çıkarılmıştır. Mütarekeden sonra Istanbul'da Meclis-i Mehusan'm yayınladığı broşürler de Ermeni sorununda Osmanlı yö­ netiminin ağır sorumluluğunu kabul ediyorlardı. Bun­ lardan Ingilizce yayınlanan ve resmi görüşü ifade eden bir kitapçıkta şu cümleyi okuyoruz: "Bu yok etme ve yağma amaçlı cehennemi politikayı geliştiren ve uygu­ lamaya koyan lttihatçı örgütün suçu açıktır. Liderleri insanlığın en büyük canileri arasında yer alıyorlar. " 7 Bu rnanla Fransız-Ingiliz emperyalizmiyle uzlaşıcı bir "Türkçülük" prograrnı geliştirecektir. Kara Schemsi, L 1slam, fes Turcs er la Sadere des Nations, Cenevre, 1 9 19. Kara Scheınsi, Turcs er armeniens devant lhistaire, Cenevre, 1 9 1 9 , s. 3. Aym eser, s . 3. The Turca-Armenian Queslion: The Turkish Point a{ View, !stanbul, 1 9 1 9 , s. 83. Türkler ve Ermeniler ağır suçlamaya rağmen, broşürde ilk önlemleri (başlan­ gıçtaki tutuklamaları, Ermeni komitelerinin kapatılma­ sını, hatta tehciri) mazur gören veya "hafifletici" neden­ lerle birlikte sunan açıklamalara da yer veriliyordu. Bu çelişkiler o zaman zihinlerin ne kadar bulanık olduğunu gösteriyor. Fakat fikirlerin evrimi açısından önemli olan nokta, bu broşürde de halkın hiçbir sorumluluğa sahip olmadığının vurgulanması ve "tüm sınıflar, tüm millet­ 8 ler Clttihatçı) zulmünün kurbanıydılar" denmesidir. Mütarekenin kabuslu aylarından işgallere ve Milli Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenmesine giden süreç içinde Ermeni konusunda dikkate değer gözlemler yapan bir­ çok yabancının da bulunduğunu biliyoruz. Bunlardan Pierre Loti ayrı bir yer işgal eder. Yazar "Türk dostu" olarak tanındığı için kendisinin bu konudaki fikirleri pek dikkate alınmamış, hatta ağır hücumlara uğramıştır. Oysa Loti, Ermeni kırımını yadsımıyor, aksine hiç onay­ lamadığı "korkunç kırımlar"dan söz ediyor ve olanlar "delice abartılmış" bile olsa "kusuruna oranla son dere­ ce ağır bir cezalandırmaya uğrayan bedbaht Ermenis­ tan'a derin merhametini" 9 dile getiriyordu. Yazarın Tür­ kiye'yi ve Türkleri çok iyi tanımasına rağmen, günümüz­ de bu konudaki tartışmalarda her iki tarafın da sansü­ rüne uğraması, konunun nasıl bir bağnazlık içinde ele alındığını göstermektedir. Kaldı ki bir Fransız yurtseveri olan P. Loti, Osmanlı kırımlarından söz ederken Fran­ sa'nın sömürgeci politikasında uyguladığı kırımlan da hatırlatmaktan geri kalmamıştır. Bu nokta bizi Kemalist politikanın Ermeni sorunuyla hangi koşullarda karşılaş­ tığını ve nasıl bir tavır aldığını sorgulamaya götürüyor. Aym eser. s. 83. Pierre Loti . Les massacres d"Arnıenie. Paris, 1 9 1 8 . s. 23-24. Kemalist Hareket ve Ermeni Sorunu Kemalist hareket Ermeni sorununun dünya kamuoyun­ da Türkiye'nin son derece aleyhine olduğu koşullarda başlamıştı. Ermeni tehcirinin daha ilk uygulamaları lti­ laf devletleri arasında, savaş propagandası ve önyargı­ larla da beslenen büyük bir öfke yaratmıştı. Ingiltere, Fransa ve Rusya daha 24 Mayıs 1 9 1 5'te bir ortak bildiri yayınlayarak "Türkiye'nin insanlık ve medeniyete karşı işlediği bu cinayetlerden dolayı gerek Osmanlı Hükü­ meti üyelerini ve gerek bu katliama katılmış ve katıla­ cak olanları şahsen sorumlu tutacaklarını" 1 Babıali'ye resmen bildirmişlerdi. Tüm savaş boyunca Batı'nın bü­ tün yayın organları devlet adamlarının, ünlü tarihçile­ rin, resmi görevlilerin ve görgü tanıklannın açıklamala­ rına geniş yer vermişlerdi . Aradan geçen zaman ve müEsat Uras, age, s. 608. Osmanlı Hükümeti bu iddiaları "yalan" olarak değer­ lendirdi Ye "kesinlikle· reddetti. Türkler ve Ermeniler tarekeden sonra kurulan Harp Divanları bu kin ve öfke dalgasını azaltmış, fakat ortadan kaldırmamıştı. Mustafa Kemal Paşa da bu durumun tamamen bilincindeydi ve 24 Nisan 1 920'de Meclis'te yaptığı konuşmada "Ermeni­ ler bütün dünyanın fevkalade mazharı sahabeti (koru­ ması altında) olmuş bir vaziyette bulunuyorlar" demiş­ ti. 2 Oysa Kemalist hareket o sırada, kendi açısından, Ermeni sorunuyla bir haksızlığın tamiri ya da bir insan­ lık suçu karşısında tavır alma gibi bir manevi sorun ni­ teliğiyle karşılaşmıyordu. Ulusal savaşa kendini adayan­ lar için Ermeni sorunu bir varlık sorunuydu. Ermeniler, kendi içlerinde bile ihtilaf yaratan aşırı taleplerde bulu­ nurken emperyalizm olgusunu hiç de doğru değerlendi­ rememişlerdi. ABD çok uzaktı, Ingiltere ve Fransa ise Ermenilerin talip olduğu verimli topraklar üzerinde ken­ dileri rekabete girişmişlerdi. Türk Kurtuluş Savaşı iki cephede cereyan etti. Doğu Cephesi'nde başladı, Batı Cephesi'nde bitti. Siyasal ör­ gütlenmedeki önceliğin Doğu'da olması ve ulusal bü­ tünlük yolundaki ilk hedeflerin Erzurum Kongresi'nde saptanması bir rastlantı değildir. Doğu Cephesi Komutanı, General Kazım Karabe­ kir'di. Karabekir Paşa mütarekeden sonra lstanbul'a dön­ müş, fakat çok geçmeden kendisini Erzurum'daki 1 5 . Kolordu Komutanlığı'na tayin ettirmişti. 1 9 1 9 Nisanın­ da Trabzon'dan Erzurum'a geçtikten birkaç ay sonra da General Harbord komutasındaki heyet önce Ermenis­ tan'a uğrayacak sonra da Erzurum'a gelecektir. A rarürk'ün Bütün Eserleri, c . 8, s. S l . TBMM Gizli Ce/se Zahuları, Iş Bankası Yayınlan, 1 999, c. I, s. 4. (Tutanakla ilgili düşülen notta "pek cüzi yerleri zabır esnasında atianmış olduğundan tevhidinde bazı yerleri noksan kalmış­ tır " denmektedir.) Kemalist Hareket ve Ermeni Sorunu 1 9 Mayıs'ta Mustafa Kemal Paşa da Anadolu'ya geç­ tikten sonra Erzurum Kongresi'nin hazırlıkları başla­ mıştı. Kongre'nin asıl amacı Doğu illerinin kurtarılma­ sıydı. Bu sırada Kemalist cephe üzerindeki en büyük baskı, hareketi "ittihatçılığın devamı" olarak damgalaya­ rak küçültmek isteyen iç ve dış güçlerden geliyordu. Mustafa Kemal her fırsatta bu bağlantıları yadsımış ve "ulusal girişim ve örgütlerin ittihatçılıkla hiçbir ilgi ve ilişkisi olmadığını" 3 açıklamıştır. Hatta Sivas Kongresi' nin birinci oturumunda "görüşmelere başlanmadan ön­ ce, tüm delegeler Ittihat ve Terakki Derneği'nin canlan­ dmlmasına çalışılmayacağı konusunda açık açık ve te­ ker teker and içmişlerdir". Yine o sıralarda Istanbul Hü­ kümeti'nin Savunma Bakanı Cemal Paşa'nın bu konu­ daki sorusuna da, M. Kemal Paşa aynı yönde yanıt ver­ miş ve savaş içinde işlenen suçlara verilecek cezaların "Birçok tartışmalara neden olacak olan kağıt üzerinde, reklam biçiminde yayınlardan çok, edimli uygulamalar­ la dosta düşmana gösterilmesini daha uygun ve yararlı görüyoruz" demişti. Görüldüğü gibi Kurtuluş Savaşı'nın lideri, ulusal hareketi başlatırken savaş cürümlerinin göstermelik bir biçimde değil, gerçek ve şiddetli bir bi­ çimde cezalandırılmasından yanaydı. N e var ki aynı günlerde aydınlar arasında Amerikan Mandası lehinde kuvvetli bir hava da esiyordu. Bu akım, Sivas Kongresi'nde, ABD Kongresi'ne Temsilciler Mecli­ si üyelerinden oluşan bir heyetin bu konuda inceleme­ ler yapmak üzere Türkiye'ye davet edilmesim�i�yen ,·���··: � , ' --'v/. . · -:: �· �i�' . . ' Nt)��k,· sı;ıry�� 1 · . Y,;ı.ÇirtlaBu ve izleyen alıntılar için bkz. Gazi Mustafa Kemal, rı, Istanbul, 1995, c. 2. 14 1 , 1 4 2 ve 14 3 sayılı belgeler., ( Mı;ti � Bedf1Yazıct .!';;.,. '' ; rafından sadeleştirilmiştir). ., •. : .· . . ' ·. '' · ' Türkler ve Ermeniler bir mektup yazılmasına yol açmıştır. 4 Oysa aynı tarihte Türkiye'de bulunan Harbord Heyeti de Ermenistan Mandası konusunda incelemeler yapıyordu. Amerikan heyetinin gerek Ermenilerle gerekse Türklerle temasları özel bir önem taşıyordu. 2 Eylül'de lstanbul'a gelen Harbord Heyeti hemen Anadolu'ya geçmiş ve daha lz­ mit'te bir Ermeni Heyeti'nin ziyaretini kabul etmişti. Anılarında bu ziyareti anlatan Rauf Orbay, Gregoryan, Katalik ve Protestan, hepsi de "memleket sevgisinde birleşmiş" üç yüz kadar Ermeni'nin, Heyet'e " 1 9 1 5 Teh­ ciri"ni anlattığını ve bu gibi ziyarederin "bütün önemli şehirlerde" yinelendiğini söylüyor. 5 Nutuk ta da, Musta­ fa Kemal Paşa, Sivas Kongresi'nden hemen sonra da, 22 Eylül 1 9 1 9'da Sivas'ta görüştüğü General Harbord'a, milletinin "mevcudiyet ve istiklalini temin için" her şe­ ye kararlı olduğunu ve sözlerinin "takdirle karşılandığı­ nı" söylediğini yazmıştır. 6 Gelişmelerin bu aşamasında, Mustafa Kemal Pa­ şa'nın Ermeni sorunu karşısında taktik bir tutum içinde olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, Atatürk teh­ cir sorununa sadece beşeri gözlüklerle değil, aynı za­ manda bir siyaset adamı ve savaş halinde bir komutan gözüyle bakıyordu. Bu bağlamda, bir yandan lttihatçıla­ rın yaptığı Ermeni kırımını kabul ediyor, hatta "fazahat" (alçaklık) olarak niteliyor, öte yandan da emperyalist M. Kemal Atatürk Nutuk'ta bu konuda Rauf Paşa'yla görüş ayrılığını anlat­ tıktan sonra, çareyi "öneren de Rauf Paşa oldu" der ve davet mektubundan küçümseyici bir tonda söz eder; ayrıca "bu mektubun gönderHip gönderil­ mediğini pek iyi haurlamadığını" sözlerine ekler. Bkz. Nutuk, Süryay Yayın­ ları, Istanbul, c. I, s. 1 1 5. Rauf Orbay; Cehennem Değirmeni, Siyasi Haaralanm, Emre Yayınları, Is­ tanbul, 1993, c. I, s. 269. Aynı eser, s. 1 70. Kemalist Hareker ve Ermeni Sorunu cephenin baskısı ve abartılı iddiaları karşısında, lzmir'in işgalinden sonra "kıran değil, kırılan" konumuna sü­ rüklenmiş bir milletin haklarını savunuyordu . Sanıyorum ki Rauf Orbay'ın bu konudaki tanıklığı Atatürk'ün o günlerdeki hislerini gerçekçi bir biçimde yansıtıyorlar. Rauf Paşa anılarında şunu söylüyor: "Er­ meni kıtalini (kırımını) o da (Mustafa Kemal Paşa da) takbih ediyordu. Lakin buna karşı lzmir'de Yunanlıların yaptığı kıtal vesair vahşetleri ileri sürüyor ve bu cinayet­ Ierin Ingiliz, Fransız ve ltalyanların gözleri önünde ve yine müttefiklerin harp gemilerinin memlekete çevril­ miş topları karşısında yapıldığını, Ermenilerin katiedilip sürülmelerinin ise hükümeti ele geçiren küçük bir Ko­ mite'nin eseri olduğunu söyledi. "7 Atatürk, Ankara'ya geçtikten sonra da, şehir eşrafıyla yaptığı görüşmede yüzyıllar süren Osmanlı hoşgörüsünü anlattıktan sonra, Ermeni tehcirine gönderme yaparak, "Türkiye'de ortaya çıkmış arzu edilmeyen bazı ahval birçok sebeplere ve mazerete dayanmaktadır" demiştir.8 Harbord Heyeti'yle ilgili olarak General Kazım Ka­ rabekir'in de ilginç bir tanıklığı vardır. Karabekir Pa­ şa'nın yazdığına göre, General Harbord, Erivan'da Er­ menilere "Paris'e murahhas göndereceğinize Erzurum'a gönderin de Türklerle anlaşın; aksi halde işiniz harap­ tır" demişti. Paşa, "Gümrü'de sulh müzakeresinde, Er­ meni heyeti reisi Hatisyan bunu pek büyük bir teessürle söyledi" 9 diye kaydediyor. Bu sözler, A. Hatisyan'ın da­ ha önce sözünü ettiğimiz anılarına hakim olan espriye uygundur. General Harbord'un durumu gerçekten bu Rauf Or bay; ayni eser, s. 276. A tatürk 'ün Bütün f:serleri, Kaynak Yayınları, Istanbul, 200 1 , c. 6, s. 28. Kazım Karabekir, lstiklai Harbimiz, 1. dipnot, Istanbul, 1988, s. 283. Türkler ve Ermeniler kadar çabuk kavramış olması ilginç değil midir? Ve bu değişiklikte Mustafa Kemal Paşa'nın kararlı tutumunun etkisi sezilmiyor mu? Erzurum Kongresi'ni açış nutkunda, Kemal Paşa, "bir fikri istila perverde eden Ermeniler, Nahçivan'dan Oltu'ya kadar bütün ahaliyi lslamiyeyi tazyik ve bazı mahallerde katliam ve yağmagirlikte bulunuyorlar" 10 demişti. General Harbord'la görüşmelerine ve Amerikan temsilcisine Sivas Kongresi'nden sonra verilen rapora hakim olan espri de buydu. 1 1 Bununla beraber tekrar al­ tını çizelim ki Mustafa Kemal Paşa ulusal hareketi ltti­ hatçılardan kesin bir biçimde ayırmak gereğini de du­ yuyordu. Nitekim 24 Eylül l 9 1 9'da General Harbord'a verdiği muhtırada "O l ttihatçılar ki milletin zararına birkaç sene süren kötü idareleriyle ve memleketi için­ den güçlükle sıyrılmaya çalıştığı bir uçuruma düşürmek cürümüyle bütün dünyada kıskanılmayacak şöhrete sa­ hiptirler" diyordu ve şunları da ekliyordu: "Hakikatte lttihatçılar tarafından memleketin içine sürüklendiği acı neticeleri Ferit Paşa ve onun gibilerden çok daha iyi anlıyor ve takdir ediyoruz. " 1 2 Sanıyorum ki Atatürk'ün Ermeni tehciri konusun­ daki en içten görüşlerini Ankara'da TBMM'nin açılma­ sından bir gün sonra Meclis'te yaptığı konuşmada bulu­ yoruz. Mütareke'nin ilanından Ankara'da Meclis'in açıl­ masına kadar geçen olaylan analiz eden Büyük Lider, bu konuşmasında Ermeni tehcirine gönderme yaparak, "Harbi Umumi'nin başlangıç sayfalarından bahsetmek ı,ı ıı ıı Soy/ev ve Demeçleri, 1 9 1 9- 1 938, c. I , Istanbul, 1 945, s. 6. Rapor için Bkz. K. Karabekir, age, s. 283-308. Dr. Seçil Akgün, General Harbordiın Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair Raporu, Istanbul, 1 98 1 , s. 169. A tarürk ün Kemalist Hareker ve Ermeni Sorunu istemem ve zaten l tilaf devletlerinin de bahsettikleri bit­ tabi maziye ait fazahat (alçaklık) değildir" diyordu . 1 3 Gerçekten d e o sırada ltilaf devletleri 1 9 1 5 Tehciri'nden değil, olası yeni kırımlardan söz ediyorlar, "lttihatçı­ lık"la suçladıkları Kemalist cephe aleyhinde sürekli propaganda yapıyorlardı. Buna karşılık Mustafa Kemal Paşa, aynı konuşmasında, Ermenilerin Doğu Anadolu il­ lerinde ve Kilikya'da giriştikleri imha hareketlerini anla­ tıyor ve bunların intikamcı davranışlara yol açmadığını vurgulayarak şunu söylüyordu: "Memleketimizde yaşa­ yan sakin Ermenilerin her türlü taarruzdan masuniyet­ lerini temin eylerneyi pek mühim bir vazifeyi medeniye telakki eyledik." Ermenilerin bağımsız olarak ya da Fransız subayla­ rın koroutası altında giriştikleri intikamcı operasyonlar, başta Atatürk olmak üzere birçok komutan tarafından açıklanmıştı. 14 Ne var ki bunlar dünya kamuoyunda dikkate değer bir yankı uyandırmamışlardır. Tam tersi­ ne 1 9 1 5 Tehcir ve kırımının izleri silinmediği için, Ka'' 14 A rarurk'ün Burun Eser/en� !stanbul, Kaynak Yayınları, c. 8 , s. 64. Atatürk'ün TBMM'nin açılışından sonra yapngı genel degerlendirme, müta­ rekeden sonra durumun Türkler aleyhine nasıl gelişligini çok iyi anlatmak­ tadır. Atatürk 24 Nisan 1920'de Meclis'in gizli eelsesinde yapngı konuşmada şunları da söylüyordu: " Ermenilerin gayesi -bilhassa himaye ve siyaset gö­ rüldükten sonra- Kilikya'da Antep'te, Maraş'ta, Urfa'da, her nerede bulunur­ larsa ahaliyi lslamiyeyi imha etmektir. Oralarda bulunan zavallı kardeşler i ­ mız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır. H e r türlü mukaddesatı muha­ . faza için hariçten bütün milletten istimdaı ediliyorlar. TBMM Gizli Ce/se ZabJf!arı, c. I, Ankara, 1 985, s. 7 ( 1 999). Isınet Paşa da yine Meclis'in gizli bir eelsesinde aynı yönde açıklamalar yapmıştır. C. I , s. 39, 1 7 Mayıs 1 920 tarihli konuşma. Aynı konuda, 1 922'de Paris'te Jean Schlicklin imzasıyla ya­ yınlanmış eserde de bilgiler vardır. Burada belirtildiği gibi, '· 1 3 Nisan 1 9 l 9'da, Ingiliz tahrikleri sonucu Kars yöneticileri şehri terk edince, Ermeni general Osebyan birlikleriyle beraber yerleşti ve Taşnak Partisi'nden Gor­ ganof iktidarı aldı. O zaman bir sürü dehşet verici şeyler yapıldı.'· Angora, s. 1 46. , Türkler ve Ennenıler zım Karabekir komutasındaki Şark Cephesi, Ermenilere karşı harekete geçebilme durumuna geldiği zaman bile, Mustafa Kemal Paşa daha olumlu bir ortam beklemiş ve operasyonlan geciktirmiştir. Atatürk'ün, derhal hareke­ te geçmek isteyen Kazım Karabekir'e 6 Mayıs 1 920'de taarruzu ertelemesi için ileri sürdüğü nedenlerden biri şudur: "Ermeni vukuatı bütün alem-i lseviyeti (Hıristi­ yan alemini) aleyhimize sevk eden avamilin (nedenle­ rin) en mühimlerinden olduğuna göre mevcudiyeti ilk evvel tarafımızdan tasdik olunan Ermeni hükümetini ordumuzun kuvvetiyle mahvetmek ve bittabi yeniden bir Ermeni kıtali (kırımı) demek olan bu harekete bizim tarafımızdan sebebiyet verilmek az çok lehimize bir ce­ reyan getiren tahriki de muvakkaten fesih ve bilhassa Amerika efkar-ı umumiyesini aleyhimize sevk ettirir. " 1 5 Diplomatik kaygılara gerekli önemi vermeyen ve daha çok reel politikanın askeri önceliklerini düşünen Karabekir Paşa bu konuda Atatürk'le tartışmaya da gir­ miştir. Bu görüş ayrılığı birkaç ay sürdükten sonra, Do­ ğu Cephesi Komutanlığı'na çevrilen 1 5 . Kolordu'nun harekatı uygun görülmüş ve Sankamış'ın, Oltu'nun ve Kars'ın alınmasıyla Ermeniler, Gümrü Antiaşması'na (23 Aralık 1 920) mecbur edilmişlerdir. lnönü zaferinden sonra toplanan Londra Konferansı sırasında Amerikalı bir gazeteciyle konuşan Mustafa Kemal Paşa, bu kez Ermeni tehcirini, hiçbir çekince ileri sürmeden, zorunlu gören ve savunan bir dil kullanmıştır. Kurtuluş Savaşı önderine göre Osmanlı Ordusu, Rus Ordusu ile Taşnak Ermeni Komitesi arasında sıkışıp kalarak devamlı terör ve tahribatla karşı karşıya bulunduğu için "lngiltere'nin " Kazım Karabekir, lsriklal Harbimiz, Istanbul, 1 988, s. 677. \ ıoo Kemalist Hareket ve Ermeni Sorunu sulh zamanında ve harp sahasına uzak olan İrlanda'ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız şekilde bakan dünya efkan, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir itharncia bulunamaz(dı) . " 16 Öyle sanıyorum ki, Filadel­ fiya'lı bir gazeteciye Atatürk'ün tamamen "lttihatçı" ar­ gümanlar kullanarak verdiği ve üstelik aslı da ortada olmayan bu yanıt, Ermeni sorununun askeri kısmının tamamlandığı, Ankara'da lttihatçıların gücünün arttığı 17 ve Londra Konferansı'nda dış dünyaya birlik ve beraber­ lik görünümü verme ihtiyacının duyulduğu bir ortam­ da, daha çok konjonktürel nedenlerle açıklanmalıdır. Daha sonra olaylar hızla gelişmiş ve Ermenistan'ın Bolşevikleştirilmesi üzerine uygulamaya konamayan Gümrük Andaşması'nın yerini, Türk-Sovyet dostluğu çerçevesinde gelişen bir diplomasi temelinde, Moskova ( 1 6 Mart 1 92 1 ) ve Kars ( 2 1 Ekim 1 92 1 ) Antlaşmaları almıştır. Yeni Türkiye'nin varlığını uluslararası planda açıklığa kavuşturan ve sağlamlaştıran Lozan Antiaşması (24 Temmuz 1 923) ile Türk-Ermeni ilişkilerinin de çer­ çevesi çizilmiştir. 10 17 Atatürk 'ün Milli D1ş Politikasi (Milli Mücadele Dönemine Air 100 Belge); Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1 992, s. 257-269. Atatürk'ün Filadelfi­ ya'lı gazeteci Clarence K. Streit'la yaptığı bu söyleşinin Fransızca fotokopisi ve Türkçe çevirisi belgeler arasında bulunmaktadır. Kazım Karabekir'in yazdığı gibi b u sıralarda bazı lttihatçılar Enver Paşa'yı Anadolu 'ya sokma planları yapınışiardı ve Meclis harekete geçerek bunları hudut dışına çıkarma kararı aldı. Bkz. lsriklal Harbimiz, c. 2, s. 2 1 5. \ıoı Lozan, Ermeni Sorunu ve Sonrası � Lozan'da azınlıklar sorunu konuşulurken, lnönü önce Osmanlı Devleti'nde bu sorunun tarihçesini vermişti. Ouchy Şatosu'nda, l2 Aralık 1 9 22'de Lord Curzon'un başkanlığında yapılan toplantıda, lsmet Paşa 1894-96 olaylarını anlattıktan sonra " 1909 yılındaki Adana olay­ lan ve Dünya Savaşı başlannda Türk vilayetlerinin bir­ çoğunda art arda patlak veren ayaklanmalar aynı tra­ gedyanın acıklı bir devamıdır" 1 diyordu. Lozan temsil­ cimiz azınlıkların " memleketin cömertliğini kötüye kul­ lanmadıklan sürece" haklannın tanındığını vurgulamış ve "Yahudi topluluğunun verdiği örnek, Rumlara ve Er­ menilere ilişkin üzücü olaylarda sorumluluğun tüm ola­ rak Rumlara ve Ermenilere düştüğünü ispat etmeye ye­ terlidir" 2 diye eklemiştir. Seha L. Meray (yay.) , Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar, Belgeler, SBF Ya­ yım, l Takım, c. l , kitap l , 1972, s. 197. Aynı ese1� s. 197. Türkler ve Ermeniler Isınet Paşa'nın, Ittihatçılan suçlamayan ve yakın geçmişimizle ilgili en ufak bir özeleştiriye yer vermeyen bu konuşması müttefik devletler temsilcilerince tatmin edici bulunmamıştır. 3 Lord Curzon, tsrnet Paşa'nın " ta­ rih profesörlüğünü" övmekle beraber, güncel ve gelece­ ğe dönük konularda sessiz kaldığını belirtiyor, dahası "lsmet Paşa, önce, ne olursa olsun Türklerin gelecekte kendileriyle dostça yaşamak zorunda olduklan Ermeni­ lere karşı gerçek bir suçlamada bulunmaya kadar git­ miştir" 4 diyordu. O tarihte sadece Istanbul'da 1 30.000 kadar Ermeni'nin yaşadığı göz önünde bulundurulursa Isınet lnönü'nün gerçekten de geleceğe dönük açıklama­ larda bulunması gerekirdi. Nitekim, daha sonraki otu­ rumlarda İnönü ve Rıza Nur Bey güncel sorunların tar­ tışılmasına da girmişlerdir. Isınet Paşa, Kurtuluş Savaşı'nda Ermenilerle ilgili açıklamalarında, Yunanlıların da sorumlulukları üze­ rinde durmuştur. Kendisine göre "Bu zavallı halk (Er­ meniler) zorla silah altına alınmış ve Yunan ordusu saf­ larına katılmıştır. Ermenilerin Avrupa'daki yöneticileri, yurttaşlarını böyle tehlikelerle karşı karşıya bırakmama­ sı için, Yunan hükümetine yalvarıp yakarmaktan usanAB Parlamentosu Ermeni soykırımı tezini incelerken çalışmalarını esas aldı­ ğı Yves Ternon'a göre Türk '·resmi tezi" lnönü'nün lozan'da l ttihatçılara en ufak bir eleştiri getirmeyen savunmasında ortaya çıkmıştı. Y. Ternon, Le genocide de Turquie et la guerre (G. Dedeyan'ın derlediği Histoire des ar­ meniens içinde), s. 522. Aynı eser, s. 200. Görüşmelerde Isınet Paşa'nın azınlıkları emperyalizmin maşası olmaktan öte bir varlık olarak tanımayan sunuşu Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı temsilcisi Spalaikovitch'in de tepkisini çekmişti. Spalaikovitch tüm suçu Batı kışkınınasına atfetmenin yanlış olacağını, '"asıl kaldıraç"ın, "ulusal ülkü ve özlemler" olduğunu söylemiş ve şunları eklemiştir: "Yine bu ulusal duygu sayesindedir ki, bugün Yeni Türkiye'nin, Kemalist -başka bir deyimle ulusal- bir Türkiye'nin doğduğunu görmekteyiz." Aynı eser, s. 205. 1 104 Lozan, Ermeni Sorunu ve Sonrasi mamışlardır. Bu uyarmalardan hiçbirine kulak verilme­ miştir. Ermeniler cepheye gönderilmiş ve Türklere ateş etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan sonra çok büyük yakıp yıkmalara girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları bu suçları Ermenilerin üzerine atmak için, kasıtlı pro­ pagandalar yapmaya koyulmuşlardır. "5 Kilikya'da ise Ermeniler, bu kez gönüllü olarak, Fransız subayları kamutasında alaylar oluşturmuşlar ve intikamcı duygu­ lada büyük kırımlar yapmışlardır. Bu bağlamda, lnönü, Fransız birlikleri Kilikya'dan ayrılırken " Neden bu mut­ lu soydan 60.000-80.000 kişi, yurtlarını ve ailelerini bı­ rakarak, başka yerlerde yoksulluk içinde yaşamak üzere Fransızların ardından gidip kaçtılar? " 6 diye sormaktadır. Lozan sırasında Suriye'de de yüz bin kadar Türkiye­ li Ermeni bulunuyor ve eski memleketlerine dönmek istiyorlardı. Türk heyeti, Rıza Nur Bey tarafından sunu­ lan bir bildiriyle "karışıklık çıkarıcı unsurlara, ihtilalci­ lere ("revalu tionnaires" deniliyar), suikast çılar ve gene 1 olarak kötü unsurlara karşı, güvenlik tedbirleri alma hakkını saklı (tuttuğunu) , kendi hallerinde yaşayan ve suçsuz kimselerle, ortalığı karıştırmayan kimseler(in) , doğal olarak bu bildirinin kapsamı dışında (kalacağı­ nı) " 7 açıklamıştır. Isınet Paşa da, aynı bildiriye göre "or­ talığı karıştırmayan kimselerin Türkiye'ye serbestçe dö­ nebilecekler (ini) "8 söylemiş tir. Aym eser, aynı cilı, s. 206 (R. Marsigli'nin tutanaklarından) . Aslında Erme­ niler, mütarekeden sonra Rumlara yaklaşmışlardı. Le Temps gazetesinin (2, 3 Ocak 1 9 1 9) yazdığı gibi Müttefikler lsıanbul'a girerken Ermenilerle Rum­ ları " taleplerinı birlikte sunmak için" birleşmiş bulmuşlardı. Ilgili belgeler ve ayrıntı için bkz. Les al/ies er l'Armenie, Ernesı Leroux, Paris, 1 9 1 8. Aym eser, s. 2 1 4 . Ayni eser, Takım l l , c . I , Kitap !, s . 1 58. Ayni eser, s. 1 59. J ı os Türkler ve Ermeniler Lozan'da Ermenilere 'azınlık hakları' tanınmış, fakat Kemalist dönemde laik ve eşitlikçi mevzuata rağmen kendilerine 'tam hisseli vatandaş' muamelesi yapılma­ mıştır. 9 Lozan bir Türk-Ermeni barışmasının başlangıcı ola­ bilir miydi? Bunu temenni eden Ermeniler de Türkler de mutlaka çoktu. Fakat son sekiz yıl o kadar acı anılar­ la doluydu ki bu uzlaşmanın psikolojik zemini ortadan kalkmıştı. l 9 l 5'te Ermeniler yedikleri darbeyle feci bir haksızlığa uğramış olmakla beraber, l 923'te yok olma tehlikesinden kurtulan Türkiye, l 9 16'dan sonraki geliş­ melerin ıstırabını dile getiriyordu. Günümüzde maksi­ malist Ermeni tezlerini savunan yazarların iddia ettikle­ ri gibi, lnönü'nün Lozan'da yaptığı, Ermenileri suçlayıp lttihatçıları temize çıkarmaktan ibaret değildi. Daha ön­ ce Hatisyan örneğiyle de gösterdiğimiz gibi bazı Ermeni liderleri de l 9 19'dan itibaren Kemalistlerle işbirliğine gitmediklerine esef etmişlerdir. M . Kemal ulusal hare­ kette pişmanlık duyan lttihatçılara da yer vermiş olsa bile, lttihatçı liderlerden nasıl nefret ettiğini -bir kısmını bu makalede naklettiğimiz- birçok beyanatıyla açıkla­ mıştır. Bir Fransız yazarın ifade ettiği gibi, Mustafa Ke­ mal Paşa, lttihatçıları yargılayan, Divan-ı Harb'e Ermeni kırımını bütün vahşetiyle lttihatçılara yükleyen bir di­ lekçe verdi mi? 1 0 Bilinen kaynaklar böyle bir girişime ' '' Günümüzden bakılınca, Lozan'a (bazı Doğu Avrupa ülkeleriyle yapılan an­ laşmalarda olduğu gibi) "azınlık hakkı" konusunda maddeler konulmasının da konuyu zorlaşurdığını söylemek mümkündür sanıyorum. Bir ülkenin kendi vatandaşlannın haklarını uluslararası bir anlaşmanın garantisi altına sokması elbetteki karşılıklı güveni sarsacak ve bütünleşmeyi önleyecek nite­ likte olacaktı. Böyle bir iddia Paul da Veou'nun La passian de Cillicie: 1 9 1 9- 1 922, Paris, 1 938, adlı eserinde yer almaktadır . (s. 8-9). Bu iddia Yves Ternon'un La J ıo6 Lozan, Ermeni Sorunu ve Sonras1 yer vermiyorsa da, bu iddia Batılıların Mustafa Kemal Paşa'yı lttihatçı cürümlerden uzak gören yaklaşımını sergilernesi açısından dikkate değer. Kaldı ki, daha önce de belirttiğimiz gibi, Mustafa Kemal Paşa Sivas Kongre­ si'nin hemen ardından Harbiye Nazırı Cemal Paşa'ya gönderdiği muhtırada savaş suçlularının şiddetle, "kağıt üzerinde kalmayacak" cezalada cezalandırılmasını iste­ mişti. Lozan'ı izleyen dönemde Ortaçağ kurumlarını yık­ mış ve Cumhuriyeti ilan etmiş bir Türkiye'nin uluslara­ rası itibarı bir hayli yüksekti. Bu dönemde Batı'da Türk tecrübesiyle ilgili birçok övücü yayın yapılmıştır. Bu ya­ yınların en önemlilerinden birinde ı 9 ı 5 kırımı bütün dehşetiyle anlatılınakla beraber, "ölüm kalım savaşına girmiş bir imparatorluğun meşru müdafaası" 1 1 olarak nitelenmiştir. Ayrıca birçok yazar ı 9 ı ?'den itibaren Ermenilerin işgalci kuvvetler olarak yaptıkları zulümle­ re de yer vermişlerdir. 1 2 Yine aynı dönemde ı 9 ı 5 dra­ mını yaratan unsurlar arasında emperyalist devletin çı­ kar çatışmalarının rolü de vurgulanmıştır. Bu konuda en objektif yorumlardan birini Harbord heyetiyle bera­ ber Türkiye'de incelemeler yapan E. G. Mears yapmıştır. Amerikalı danışman, yayına hazırladığı kolektif esere yaptığı katkıda "Ermenilerin o günkü durumundan bü­ yük devletlerin diplomasisinin geniş ölçüde sorumlu olduğunu" vurgulamıştı. lttihatçı yöneticilerin Turancı emellerinin de faciada oynadığı rolü hatırlatan yazar, 11 12 cause armenienne ( Paris, 1983) adlı eserinde doğru kabul ediliyor. Böyle bir bilgiye hiçbir Türk kaynağında rastlamadık N . de Bischoff. La Turquie devanr le monde, Paris, 1 936, s . 1 72. Özellikle Kilikya'da olup bitenler için bkz. Jean Melia, Mustafa Kemal, ou fa renovation de la Turquie, Paris, 1 929, s. 209. 1 10 7 Türkler ve Ermeniler daha önceki birçok gözlemci gibi bu Turancı emellerle de Alman ideolojisi ve emperyalizmi arasında ilişki kur­ muştur. Ilginçtir ki, Mears, bu konuda 1 9 1 5 Tehcir ve kırımından sonra Türkleri en çok suçlayan yazarlardan ]. Bryce'a gönderme yapmıştır. Bu konuda yazdıkları şunlardır: " 1920'de James Bryce'ın Lordlar Kamarası'nda söylediği gibi, (tehcir ) , Halife-Sultan'ın iktidarının bir­ likte tanınması ve aynı davaya ortak bir sadakaıle bağ­ lanmak için aynı dili konuşan birçok Batı Asya halkının birleştirilmderi amacına yönelik, Alman etnologlarının bir icadıdır. " 1 3 Yine ]. Bryce gibi Türkleri en çok suçlayan yazar­ lardan Rene Pinon, Kemalist dönemle ilgili bazı eserlere övücü önsözler yazmıştır. 1 4 Ö zetle Kemalist rejim yakın geçmişle mesafesini almış ve tamamen yeni bir Türkiye tasarımı içinde bir yapılanma çabasına girmiştir. Bu ra­ dikal dönüşümün ilk belirtilerini, TBMM'nin kurulu­ şundan sonra, Lloyd George'un Ermeni kırımıyla ilgili suçlamalar dolayısıyla Ankara hükümetinin bir bildiri­ sinde görüyoruz. Bu bildiride geliştirilen tez şuydu: "Şayet Büyük Savaş sırasında bir kısım Ermenilerin tah­ rikiyle ülkelerinin meşru otoritelerine karşı yerel ayak­ lanmalar yüzünden teessüf edilecek olaylar olduysa, bunlar hiçbir şekilde Ankara ulusal hükümetinin so­ rumluluğunu gerektirmez. Aslında ulusal hükümet Is­ tanbul'un Ingilizler tarafından işgalinden itibaren mev­ cuttur ve o zamandan sonra, kırımcı olmaktan çok kırı­ lan Türk halkı, Ingiliz hükümetinin telkinleriyle hareıı 1' E . G . Mears, Modern Turkey, New York, s . 5 1 9, 1 924. Bkz. Colonel Lamouche, Hisroire de la Turquie, Paris, ı 934, R . Pinon'un ön­ sözü M. S. Mouıal, L 'avenir economıque de la Turquie, Paris, ı 925, R. Pinon'un önsözü. l ıo8 Lozan. Ermeni Sorunu ve Sonrasi ket eden Yunanlılara karşı yurdunu korumaktan başka bir şey yapmamıştır. " 1 5 Bu ifade, Kemalistlerin kendile­ rini lttihatçıların devamı olarak görmek şöyle dursun, nasıl yakın geçmişle radikal bir kopuş çabası içinde ol­ duklarını gösteriyor. Eğer zamanla, özellikle Ikinci Dün­ ya Savaşı yıllarında -yine Alman ırkçılığının da etkileriy­ le- şoven bir milliyetçilik şahlanmış, Talat Paşa gamalı haç ciaıngalı bir vagonla Berlin'den getirilerek lttihatçı­ lara "iade-i itibar" sağlanmış ve CHP döneminde Varlık Vergisi, DP döneminde 6-7 Eylül Olayları gibi ırkçı uy­ gulamalar olmuşsa, Ermeni sorununun bugünkü ko­ numa gelmesinde bunların büyük rolü olmuştur. Bu­ nunla beraber 1 970'lere kadar Türkiye'de Ermeni soru­ nu, belleklerden silinmiş olmasa bile, güncel bir sorun niteliği taşımamıştır. Ermeni sorunu uluslararası forum­ lara, önce 1 965'te, 1 9 1 5 faciasının ellinci yıldönümünde Ermenistan'da yapılan gösteriler, buna Türkiye'nin (Sa­ di Koçaş'ın kaleminden) tamamen lttihatçı bir yanıt ver­ mesi üzerine de 1975'ten sonra terör ve birtakım ma­ sum insanların öldürülmesi ile taşınmıştır. Ermeni ko­ mandolarının terörü, Türkiye'nin hiçbir şeyi kabul et­ meyen tutumu bağlamında Ermeni tarihçilere uluslara­ rası ortam hazırlamış ve 1 9 1 5 olayı dünya kamuoyuna "Yirminci Yüzyılın tık Soykırımı" olarak sunulmuştur. O kadar ki, bu bağlamda, Hitler'in bile lttihatçıları ör" Michel Paillarees, Le Kema/isme devanr fes allies, Paris, 1 922, s. 428. Isınet .. Paşa da Hatıralar'ında Lozan'da Noradunkyan Efendinin "Ermeni Yurdu is­ temesi üzerine şunları söylediğini yazar. "Biz ne mazide ne Birinci Cihan Harbi içinde Ermenilerle Türkler arasında geçen hadiselerle herhangi bir su­ retle bir ilişiği olmuş insanlar değildik. Bahsi edilen hadiselerin t amamıyla dışında kalmış yeni insanlarız. Devlerimiz de tamamen yeni bir devlettir. Ermenilerle vatandaşlarımız olarak iyi yaşamak ve iyi münasebederde bu­ lunmak emelimizdir.'· c. l l . s. 80. Türkler ve Ermeniler nek aldığı 16 ileri sürülmüş ve bizzat lttihatçıların ne öl­ çüde Alman etkisinde oldukları unutulmuştur. lO Bu görüş Alman basınında da yer almış ve Der Spiegel'in 1 9 Aralık 1 988 ta­ rihli sayısında Hitler'in Polanya'daki kırımından önce "Erınenilerin yok edilmesinden şimdi kim söz ediyor ?" diye sorulduğunu hatıriatmıştlL Fakat aynı dergide, Marksist Alman lideri Karl Liebknechı'in 1 6 Ocak 1 9 1 6'da, Reichstag'da Alman sorumluluğunu gündeme getirdiğine ve Devlet Bakanı Goııllieb von jagow'un, Ermeni sorununda Türk-Alman anlaşmasını övdü­ ğüne de yer verilmiştiL Alman konsolosları, dergi ye göre, tüm olup bitenleri zamanında haber vermişler, fakat Alınan yönetimi Türkiye'yi korumuştur, \ ııo Tehcir, Kırım, Soykırım � 1 9 1 5 olayları, 1970'lerde, Türk siyasal hayatının kaosa sürüklendiği bir ortamda, Ermeni militanların terörist eylemleriyle yeniden gündeme gelmişti. Türkiye dünya kamuoyu nezdinde 'soykırım' iddiasıyla yargılanmak is­ tenmiş ve bir dereceye kadar da yargılanmıştı. Gerçek­ ten de Türk kamuoyu, hiç de hazır olmadığı bir tartışma ortamında ve terörist baskı altında katı ve duygusal bir pozisyona ve -belki de Ermeni militanların niyet ve he­ sapları çerçevesinde- dünya kamuoyunda yalnızlığa itH­ miştir. Bununla ilgili bazı verilere daha önce işaret et­ miştim. Şimdi dünyada 'soykmm' fikrinin ve hukuku­ nun nasıl doğduğuna ve Ermeni sorununu bu bağlamda nasıl tartışabileceğimize değinmek istiyorum. 'Soykmm' kavramı, Ikinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'nın Yahudilere uyguladığı sistematik kı­ rım ( "Holokost ") dolayısıyla düşünülmüş ve icat edil- l ııı Türkler ve Ermenıler miş bir kavramdır. Batı dillerinde eski Yunanca ve La­ tince iki sözcüğün birleşmesinden oluşan "jenosit" (ge­ nocide) kavramı, Amerikalı hukuk profesörü Raphael Lemkin tarafından önerilmişti. Lemkin bu terimi icat etmekle kalmamış, devletler hukukuna girmesine de önayak olmuştu. Bunda Nazi canilerin Nürnberg'de yargılandıkları sırada karşılaşılan hukuki boşluk da rol oynamıştı. Görülmüştü ki ortaya çıkan cürümlerin nite­ liği Lahey Konvansiyonu'nun savaş suçlulan için ön­ gördüğü hükümler çerçevesini aşmaktadır. 1 Bu bağlam­ da sorun Birleşmiş Milletiere gelmiş ve ilk çalışmayı R. Lemkin'in yaptığı bir tasarı geliştirilmiştir. Uzun tartış­ malardan ve özel komisyonda geliştirilen tadillerden son­ ra ortaya çıkan metin 9 Aralık l 948'de oylanarak üye devletlerin imzasına açılmıştır. 2 Nazi cürümlerinin korkunçluğuna ve tarihi yakınlı­ ğına rağmen Soykırım Konvansiyonu dünya kamuo­ yunda büyük bir ilgi yaratmamıştır. Tartışmalar sırasın­ da da bazı ülkeler (örneğin Belçika) sadece bir bildiriyle yetinilmesi gerektiği kanısındaydı. Ingiltere başta olmak üzere bir kısım ülke ise böyle bir konvansiyonun pratik­ 3 te hiçbir yararı olmayacağı inancındaydılar. Ayrıca , R. Lemkin, Genocide, Le Monde, 2 Ekim 1948. Temel tartışına "siyasal grup"lan da "soykırıın" kavramı içine sokmak iste­ yen Sovyet teziyle "ulusal, etnik, ırksal veya dini" gruplan sayan diger tez arasında olmuştur. Bu ikinci formül, sonunda ittifakla kabul edilmiştir. Ça­ lışmalar 2 Kasım 1 946'da Küba, Hindistan ve Panama delegelerinin istegiyle başlamıştır. BM'deki hazırlığın ve tartışınaların anlatımı için Bkz. Neheıniah Robinson, The Genocide Con vention: Irs Origins and Interprerarion, New York, 1 949. Ingiliz Adalet Bakanı bu düşünceyi açıkça ifade etmişti. The Listener ( l O Mart 1949) dergisinde çıkan bir yazıda d a , pratik anlamsızlığı yüzünden ''Birleşmiş Milletierin prestiji için gerçek bir tehlike" olarak nitelenmişti Q. L. Bierly, The Genocide Con venrion) Bununla beraber yakın geçmişteki soykırımlar komisyonuna bir işlerlik kazandırma gereksinimi ortaya çıkar- lı ıı Tehcir, Kmm, Soykmm Konvansiyon, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda im­ zalandıktan sonra dünya basınında pek bir yankı uyan­ dırmadı. 4 Soykırım Konvansiyonu, ikinci maddesinde soykırı­ mı, "ulusal, ırksal , etnik ya da dini bir grubu, bu niteliği yüzünden, kısmen veya tamamen yok etmek amacıyla işlenen" beş tip eylem çerçevesinde tammlıyordu. Bu beş fiil de şunlardan oluşuyordu: l ) Grup üyelerinin öldürülmesi; 2) Grup üyelerinin fizik veya zihni sağlığını bozucu girişimler; 3 ) Grubun, kısmi veya tüm fiziki yok olmasına ne­ den olacak varlık koşullarına istenerek sürüklenmesi; 4) Grup içi doğumları önleyici tedbirler almak; 5) Gruba ait çocukların zorla başka bir gruba trans­ fer edilmeleri. Bu tanımdan hareketle çeşitli soykırım sınıflamala­ rına gidilmiş ve yirminci yüzyılda gerçekleştirilen "soy­ kırım"lar sergilenmeye çalışılmıştır. 5 Ne var ki tanımın belirsizliği, özellikle "yok etme amacı" gibi öznel bir unsurun yarattığı zorluk bu konuda devamlı tartışmalar açmaktan da geri kalmamıştır. Bütün bunlara rağmen bizler de 1 9 1 5 "Ermeni tehciri"nin Soykırım Konvansi­ yonu açısından ne ifade ettiğini, hukuki planda ne gibi seçeneklerin söz konusu olabileceğini sorgulayabiliriz. mıştır. Bu bağlamda Birleşmiş Milleder Ruanda için özel bir mahkeme ku­ rulmasını kararlaştırmıştır. Bkz. Le Monde, lO Kasım 1 994. Örneğin Le Monde gazetesi l 1 Aralık 1949 tarihli sayısında konvansiyonun kabulünü küçük bir haber olarak verdi. Her ülke başka ülkeleri düşünerek tutumunu geliştirdigi için, ortaya "uygulanması zor" bir metin çıktığı belirti­ liyordu. I. Walliman, M. Dobrowski (yay.), Genocıde and the Modem Age, Etiology and Case Studies ofMass Death, New York, 1 987. 1 11 3 Türkler ve Ermeniler Sanıyorum ki bu konuda ilk söylenecek şey şudur: Hukuki metinler ancak kabul edilerek yürürlüğe girdik­ ten sonra cereyan eden olaylar için geçerlidirler ve geri­ ye dönük (makabline şamil) bir şekilde uygulanamaz­ lar. Zaten Soykırım Konvansiyonu'nda bu yönde istisna getiren bir hüküm de yoktur. Bu bakımdan 1 9 1 5'te ce­ reyan eden olayların 1 948'de kabul edilen ve 1 9 5 l'de de yürürlüğe giren bir uluslararası konvansiyona göre yar­ gılanması hukuka aykırıdır. Nitekim 2002-2003 yılla­ rında faaliyette bulunan Ermeni-Türk Uzlaşma Komitesi (TARC) bunu New York merkezli ve uluslararası hukuk alanında uzmanlaşmış saygın bir sivil toplum kuruluşu olan Ulusötesi Adalet Uluslararası Merkezi'ne (ICTJ ) sormuş v e oradan d a b u yönde bir yanıt almıştır. Uz­ laşma Komitesi'nde düzenleyici rolü oynayan hukukçu David L. Phillips'in belirttiği gibi, ICT]'nin yorumunda "Konvansiyon'da geriye dönük uygulama hususunda bir madde olmadığı, bu yüzden devlet ya da bir şahsa karşı hukuken toprak veya tazminat tazminat talebinde bulu­ nulamayacağı" açıkça ifade edilmiştir. 6 Buna karşılık, hukuki sonuçlar doğurmadan, 1 9 1 5 Tehciri'nin Kon­ vansiyon'a göre soykırım sayılıp sayılamayacağı tartışı­ lınca, Komite farklı bir düşünce ileri sürmüştür. Nite­ kim D . L. Phillips'in aynı makalede belirttiğine göre, Komite, "en azından, Osmanlı yöneticilerinden bazıla­ rının tehcir emirlerinin birçok ölümle biteceğini bilme­ leri dolayısıyla, bunların eylemlerinde jenosit niyetinin öncüileri bulunmaktadır" hükmüne varmıştır. Böyle bir görüş tartışmaları bitirmiş midir? Elbette ki bitirmemiştir. Günümüzdeki durumun, tamamen ters David L. Phillips, Hopdul Signs for Twkey and Armenia. International He­ rald Tribune, 20 Nisan 2005. Tehcir, Kırım, Soykırım nedenlerle Türklerin de kabul etmediği bu ifadeye hiç uygun olmadığım, 1 9 1 5 olaylarının uluslararası plat­ formlarda devamlı tartışıldığım ve birçok devletin de bunları soykırım olarak değerlendirerek parlamentola­ rından karar ya da yasalar çıkardıklarını biliyoruz. 7 O kadar ki bu konuda tavır almayan devletlerin kamuoy­ larında bile soykırım neredeyse tartışılmaz bir veri hali­ ne gelmiştir. Bu garip ve haksız durumun nedeni ne olabilir? Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye'yi bu hazin yalnızlığa iten temel neden, Ermeni diyasporasının veh­ medilen gücü ve etkinliği olmaktan ziyade, bu konuda Türkiye'nin başından itibaren takındığı hiçbir şeyi ka­ bul etmeyen ve suçlayıcı tavır olmuştur. Gerçekten de Türkiye, cumhuriyet döneminde olaya bir "mukatele" , yani karşılıklı kırım olarak bakma ö tesinde bir görüş ge­ tiremedi. Oysa daha 1 9 1 9'da, Ahmet Refik Altınay, Iki Komite, Iki Kıta] başlıklı eserinde, görünüşte "mukate­ le" fikrini savunmakla beraber, olaylarla ilgili çok daha nüanslı bir tablo çizmişti. Harbiye kökenli, Darülfü­ nun'da tarih müderrisi, sonra da Türk Tarih Encümeni üyesi olan Ahmet Refik'in bu eseri aslında lttihatçılarla mesafesini alan Kemalist dönemin esprisini de yansıt­ mıştır. Ahmet Refik (Altınay) , eserinde "iki katliam"dan (Ermeni ve Türk katliamlarından) söz etmekle beraber, dolaylı bir şekilde de olsa, iki "komite"nin aynı nitelikte olmadığını; bunlardan birinin teröre başvuran bir siyaBugüne kadar soykınını bir yasa ile kabul eden ülkeler şunlardır: Ermenis­ tan, Uruguay, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti, Rusya, Yunanistan, Lübnan, Bel­ çika, lsveç, !talya, Vatikan, Fransa, !sviçre, Slovakya, Hollanda, Kanada, Po­ lonya, Litvanya, Arjantin. Türkler ve Ermenıler sal örgüt olmasına karşılık, diğerinin Osmanlı Devleti'ni temsil eden "devlet adamları"ndan oluştuğunu vurgu­ lamaktan da geri kalmamıştı. Yazarımız, 1 9 1 5'te Ermeni teröristlerin Van'da işledikleri cinayetlerin, "lttihatçıla­ rın milli gayeleri için mühim bir fırsat vücuda getirdiği­ ni" kaydettikten sonra şunları eklemiştir: "Adil ve kuv­ vetine güvenir bir hükümetin böyle bir vaziyet karşısın­ da yapacağı şey, hükümet aleyhine isyanları tahakkuk edenleri tecziye eylemekti (cezalandırmaktı) ; fakat ltti­ hatçılar Ermenileri imha etmek ve bu suretle Vilayat-ı Sitte (altı vilayet) meselesini de ortadan kaldırmak iste­ diler. " 8 Oysa bugünkü durum nedir? Bugün 1 9 1 5'te olup bitenler, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun "Vurdular, vur­ duk \ " 9 formülünün meşrulaştıcı ve rahatlatıcı kılıfı dı­ şında düşünülmüyor ve Ahmet Refik Altınay'ın kitabı dahi resmi yayınlarda yok farz ediliyor. Gerçekten de jenosit tartışmaları başladıktan sonra sorun, daima "je­ nosit-meşru müdafaa" ikileminin katılığı içinde algılan­ mış ve bugüne kadar hiçbir devlet adamı 1 9 1 5'te evle­ rinden harklanndan koparılarak sürgüne gönderilen ve yüz binlereesi de öldürülen masum insanların trajedisi karşısında üzüntülerini ifade etmeyi düşünmemiştir. Böyle bir tutumun dünyayı "Türkler ve ötekiler" diye ikiye ayıran zihniyetin dışında kimse tarafından kabul edilerneyeceği açıktır. Bu yüzdendir ki dünyada · da, aslında " 1 9 1 5 Soykırımı" değil, katliam yaptığını ka­ bul ettiği bir siyasal iktidarla özdeşleşmede hiçbir sa8 Ahmet Refik (Altınay), Iki Komire, Iki Kıral, Ankara, Kebikeç Yayınları, 1 994, s. 27. (!lk baskı 1 9 1 9 ) . Radikal, 25 Ocak 2005. l ıı 6 Tehcir, Kınm, Soykınm kınca görmeyen, "Talat Paşa biziz ! Enver Paşa biziz ! Ve haklıyız ! " diye geçmişi güncelleştiren çağdaş Türk siya­ sal rejimi ve Türk değerleri yargılanmaya başlamıştır. Gerçekten de bugün dış dünyada asıl suçlanan "lttihatçı rejim" olmaktan çıkmış, doksan iki yıl önce yaşanan "tehcir" olgusunu tartışırken "tek ses, tek nefes ! " , "Ein Volk, Ein Vox ! " tan öte bir söylem geliştiremeyen ve çı­ kan tek tük aykırı sesi de hain sayarak mahkemelere sevkeden bugünkü "Türk rejimi" haline dönüşmüştür. Böyle bir tutum Türkiye'yi en iyi bilen ve en çok sa­ vunan tarihçileri bile onun yanından uzaklaştırmıştır. O kadar ki ı 9 ı 5 Tehciri'nin soykırım olmadığını söyleyen ve bu konuyla ilgili olarak Fransız mahkemelerinde yargılanan ünlü oryantalist Bemard Lewis bile, sonun­ da, kendi tutumunu "hiçbir şeyi kabul etmeyen resmi Türk otoritelerinden" 1 0 dikkatle ayırmak ihtiyacını duy­ muştur. Gerçekten de Türkiye, ı 985 yılında bile, yanın­ da, Amerikan Temsilciler Meclisi'ne bir dilekçe vererek ı 9 ı 5 Tehciri'nin "soykırım" sayılamayacağını savunan 69 Batılı (veya Batı üniversitelerinde ders veren) bilim adamı bulabilmişken bugün tam bir yalnızlık içine düş­ müş bulunuyor. 1 1 Denile bilir ki 1 9 ı 5'le ilgili iddia ve suçlamalar baş­ ka kaynaklardan da besleniyor ve uluslararası planda soykırım ve insanlığa karşı cürüm gibi suçlara karşı ka­ muoyu duyarlılığı son zamanlarda farklı ve gizli motif­ lerle de beslenerek yapay bir şekilde artmış bulunuyor. Böylece konu artık hukuki olmaktan çıkarak siyasi bir 10 11 Le Monde, 16 Kasını 1993. Bemard Lewis ile söyleşi. B u ilim adamları içinde Roderic Davison, B . Lewis, Stanford J . S haw , Carter Findley, ]. C. Hurewitz, Heat W. Lowry, Donald Quataert, Howard Reed, Frank Tachau gibi bu konuda en yetkili isimler de yer alıyorlardı. 1 117 Türkler ve Eımeniler nitelik kazanmış ve "soykırım" sözcüğü de, sorumsuz bir şekilde, günlük siyaset terminolojisinin sık sık baş­ vurulan terimleri arasına girmiştir Y Şimdi, sorunu bu yönüyle de kavrayabilmek için, Türkiye'nin resmi plan­ da aldığı tavrın tarihi seyrini biraz daha somut ve ayrın­ tılı biçimde gözden geçirelim. 12 Örneğin, birkaç yıl önce Londra Üniversitesi'nde Ho!okosru Anma Günü h e katılan Gündüz Aktan, toplantıyı anlatan bir yazısında, toplantıyı yöneten Dr. Mark Levene'in Ikinci Dünya Savaşı 'ndan sonra elli kadar soykınının yapıldığını söylediğini naklediyor. l&ıdikal, 30 Ocak 2002. lıı8 Jenosit'e Karşı Türk Tezi � 1965 yılında 1 9 1 5 olaylarının ellinci yıldönümünde , Ermenistan'daki gösterilerle beraber "soykırım" tezi ilk kez ortaya atılınca, ı Türkiye buna Sadi Koçaş'ın imzası­ nı taşıyan bir kitapla yanıt vermişti. Henüz ASALA terö­ rünün başlamamış ve kinlerin de lazelenmemiş olduğu o tarihlerde bir orta yol bulunması, bir uzlaşma sağlan­ ması herhalde dikkate alınması gereken bir olasılıktı. Fakat, öyle görünüyor ki, tabii senatör Sadi Koçaş'ın (Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in teşvikiyle kaleme al­ dığını söylediği) Tarih Boyunca Ermenıler ve Türk Er­ meni Ilişkileri başlıklı eseri, bugünkü "resmi görüş "ün de temelinde yatan tezleriyle, bu fırsatı mümkün olacak en kötü şekilde kullandı. Aslında, o yıllarda Ermeni soBu konuda Türk basınındaki tepkileri anlatan bir araştırma için bkz. Rıfat N. Bali, "Türk Basınında ve Türk-Ermeni Toplumunda Ermeni Kıyımının 50_ Yıldönümünün Yansımaları" , Toplum�al Tarih. Mart 2007, S. 1 59. 111 9 Türkler ve Ermenıler runu Türkiye'de gündemde olmadığı için, Koçaş'ın ki­ tabı kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmamış ve dikkatlerden kaçmıştı. Oysa, günümüzden bakınca, tam bir lttihatçı esprisiyle yazılmış; "Suçlu ! Ayağa kalk ! " di­ ye biten sonuç kısmında sadece Ermeni komitecileri suçlayan; tehcirde ölen Ermenilerin "ne Devlet ne de ordu" tarafından değil de, "halk ve muhafızları" tarafın­ dan öldürtildüğünü iddia eden, hatta Enver Paşa'nın Sa­ rıkamış faciasına bile Ermeni casusların sebep olduğunu yazan bu eseri, yansıttığı zihniyet itibariyle, Türklerin Ermeniler (ve bu sorun vesileyle de dünya) ile ilişkile­ rinde bir dönüm noktası sayabiliriz. 2 Elbette daha gerilere giderek, Atatürk'ün ölümün­ den sonra rejimin lttihatçılara "iadeyi itibar" sağlayan tutumunu; Ikinci Dünya Savaşı'nın en kritik anında, Türkiye Nazilerle flört ederken, Talat Paşa'nın naaşının Berlin'den getirilerek merasimle gömülmesini, caddelere okullara adının verilmesini ve "mukatele" fikrinin de bu tarihte "icat edilerek" 3 aslında tehcire karşı çıkmış olan Ziya Gökalp'e mal edildiğini anımsayabiliriz ve Koçaş'ın eserinin fikir iklimini bütün bu gelişmelerin hazırladı­ ğını düşünebiliriz. Böyle düşünmekte kuşkusuz haklı da oluruz. Fakat konuya salt Ermeni tehciri ve soykırım Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Enııenıler ve Türk-Ermeni llişkileıi, Alrınok Matbaası, Ankara, 1 967, s. 1 74, 290. Eserin, Koçaş imzasını taşımasına rağ­ men, kullandığı malzeme itibariyle kolektif bir çalışma ürünü izlerrimi ver­ diğini belirtmeliyiz. Prof. Zafer Toprak yakınlarda yayımlanan "Mukatelenin Icadı" ( Toplumsal Tarih. Mart 2006) başlıklı makalesinde, Osmanlı Divanı'nın zabıtlarına da­ yanarak "mukatele" tezinin Enver Belınan Şapolyo'nun 1943 yılında (yani Talat Paşa'nın kalıntılarının getirildiğı yılda) yayınlanan bir kitabında "icat edilerek" Ziya Gökalp'e mal edildiğini yazıyor. Fakat fikir çok daha önce de vardı. Hatta lttihatçılar bile, adına "mukatele" demeseler bile savunmalarını bu fikre dayandırmışlardı. /ızo jenosit'e Karşı Türk Tezi tartışmaları açısından bakarsak, asıl dönüm noktasının 1 965'te, tehcirin ellinci yıldönümünde Ermeni eylemleri ve Türkiye'nin buna "resmi" yanıtında somutlaşan tep­ kisi olduğu söylenebilir. 1 970'lerin ikinci yarısı ve 1 980'lerin başlarındaki ASALA'nın terör dalgası sona erip de, sorun bir yandan STK forumlarına, öte yandan da siyaset ve diplomasi platformlarına aktarılınca Türkiye bu kez de, 1983'te, Kamuran Gürün imzasım taşıyan, fakat Türk Dışişleri Bakanlığı'nın ortak çalışması olan bir kitapla yanıt ver­ di. Ne var ki, aslında çok daha nüanslı olan ve 1 9 1 5'te Türkiye'de (resmi istatistiklere göre) yaşayan 1 .300.000 Ermeni'den 300.000 kadarının ölmüş ya da öldürülmüş olduğunu kabul eden bu eser de dış dünyada kabul gör­ medi. Çünkü bu kitap da "mukatele" fikrini aşamıyor ve bu fikrin yarattığı manevi huzurla yetiniyordu. Oysa ortada soykırımı tanıyıp tanımamaktan çok daha önemli bir sorun vardı: Kitapta ortaya konulan verilere göre bi­ le Türkiye yöneticilerinin, en azından, 1 9 1 5'te hayatını kaybeden masum Ermeniler hakkında üzüntülerini be­ lirtmesi, onların acısını paylaşınası ve onları ölüme götü­ ren l ttihatçı liderlerin de Türkiye'de kahraman gibi anılmaması gerekiyordu. Sadece terör eylemlerinin dışında kalan ve onları onaylamayan Ermeni camiası değil, Batı kamuoyu da böyle sembolik ve yatıştırıcı bir jest bekliyordu. Gerçekten de durumda bir anormallik vardı. Birçok ulusun tarihinde 1 9 1 5 Tehcir ve kınrola­ rına benzer bir sürü cürüm görülmüştü; fakat bunların hiçbiri Türkiye gibi yargılanmıyor, devamlı "soykırım" suçlaması ile kınanmıyordu. Çünkü, Türkiye gibi, kendi resmi belgelerinin de kabul ettiği toplu cinayetierin fail­ Ierini "hürriyet anıtları"na gömen; adlarını sokaklara, 1 121 Türkler ve Ermeniler okullara veren başka bir ülke de yoktu. 4 Türkiye'de bu konuda, Gürün'ün kitabının esprisine de ters bir şekil­ de, sadece Ermenilerin öldürdükleri Türkler söz konu­ suydu ve ne zaman birisi Ermeni tehcirinde ölenlerden söz etse "Ya bizimkiler? Ya bizim ölülerimiz? " diye sus­ turuluyor ve Türkiye'de bu konudaki yayınların, bir kıs­ mı da "Ermeni vahşeti" , " Ermeni Mezalimi" gibi ırkçılık kokan başlıklar altında, sadece ve sadece bunları anlat­ tığı unutuluyordu. Bu konuda Japonya ile Çin arasında gerginlik yaratan olay örnek olarak anımsanabilir. Japonların 1869'da dikilen Yasukuni Abidesi zamanla Japon­ ların on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda savaşlarda ölen tüm asker ve su­ baylarını (''iki buçuk milyon" kişiyi) temsil eden bir "Meçhul asker abidesi" haline gelmişti. Bunlar arasında Ikinci Dünya Savaşı sonrasında savaş suçlu­ su olarak idam edilen 14 kişi de vardı. Daha önceki Japonya Başbakanı Koizumi'nin bu abideye yaptığı ziyaretler, kendisinin amacının "militariznıi değil, barışı yüceltmek" olduğunu söylemesine rağmen Çin'de büyük tepki­ ler yaratmış ve ülke ilişkileri asgari düzeye inmiştir. Yeni Başbakan Shinzo Abe 2006 sonbaharında ilk ziyaretini Çin'e yapmış ve Japonların "Asya halk­ larına verdiği korkunç zarar ve ısdırapları" dile getirerek bir çeşit özür dile­ miştir. AB Parlamentosu'nun Kararı Türkiye'nin diyaloğu ve empatiyi reddeden bu tutumu uluslararası planda ters tepmiş, Batı kamuoyunu en katı Ermeni tezlerine yaklaştırmıştır. Gerçekten de, Ermeni diyasporasının da teşvik ve baskılarıyla bir yandan kimi ülkeler parlamentolarında "Ermeni soykırımı"nı karara bağlarken, Avrupa Birliği Parlamentosu da 1987'de aynı yönde bir karar almıştır. Böylece, Türk hükümetlerinin devekuşu politikasının da yardımıyla, Batı Avrupa'da, siyasal organları bilmedikleri ve yetkili olmadıkları bir konuda yargı organı haline dönüştüren bir süreç başla­ mıştır. AB Parlamentosu kararı bu bakımdan ilginçtir ve incelenmeye değer. Avrupa Birliği Parlamentosu 1 8 Haziran 1987 tarih­ li oturumunda, siyasi komisyon üyesi Belçikalı bir üye­ nin raporuna dayanarak 1 9 1 5 Ermeni tehcirinin aslında bir 'soykırım' olduğu tezini benimsemiş ve Türkleri de 1123 Türkler ve Ermeniler bunu kabul etmeye davet etmiştir. Burada ilginç olan nokta oylamaya çoğunluğu oluşturan grupların katılma­ maları ve kararın bir azınlık kararı olarak alınmasıdır. Çoğunluğu oluşturan gruplar oylamaya neden ka­ tılmamışlardır? Bu konuda egemen olan eğilimi Avusturyalı bir par­ lamenter şöyle dile getirmiştir: "Ilk defa olarak tarihi bir sorun hakkında karar yetkisini kendisinde gören bir si­ yasal organa sahibiz. "1 Aynı üye "bir hukuki kavramın keyfi bir biçimde geçmişe dönük uygulandığını" söyle­ miş ve bu durumun "kabul edilemez bir emsal yarataca­ ğım" da eklemiştir. 2 Başka ilginç bir yön de, Belçikalı raportörün "Ermenilere ilgisinin çok uzun bir süre ciddi aynınlara uğrayan Flaman cemaatinden olmasıyla bağ­ lantılı bulunduğunu " 3 ifade etmesidir. Flaman raportör soykırım tezini geliştirirken, Yves Ternon'un eserine dayanarak Ermeni iddialarını,4 K Gürün'ün eserine da­ yanarak da Türk resmi tezini incelemekle yetinmiştir. L esperance rerrouı-te, Paris, 1 988, s. 37. · Aynı eser, s. 37 . Aym eser, s. 8. Y. Ternon konuyla ilgili ve ilki l 977'de yayınlanan ( Le.< armeniens: Hisroire d'un genocide, Seuil, 1 977) birçok eser ve makale yazmıştır. Fakat daha son­ ra iki Ermeni yazarı Ermeni camiasında temel referans haline gelen iki eser yayınlamışlardır. Bunlar V. Dadrian·ın daha önce gönderme yaptığımız esc­ riyle, Raymond Kevorkian'ın Le genocide armenien (Odile Jacob, 2006) başlıklı .eseridir. N e yazık ki, büyük bir araştırmanın eseri olan ve (Kevorkian'ın eserinde olduğu gibi) Istanbul Patrikhanesi'nin ( Marsilya'da bulunan) arşivlerine de dayanan bu çalışmalarda yazarlar, bir tarihçi olarak olup bitenleri nesnel bir şekilde anlamaya çalışmak yerine, tüm çabalarını Türk Kurtuluş Savaşı da dahil bütün Türk yakın tarihini "Ermeni soykırı­ mı"na göre yorumlamaya yöneltmışlerdir. Kemalizm'i (Ş. Hanioğlu ve E. Zürcher'in çalışmalarına dayanarak) 1 nihatçılığın bir devamı olarak gören Kevorkian'a göre "yakından bakılırsa Milliyetçi hareketin (yani Kemalist ha­ reketin T.T.) amaçlarından biri Anadolu'da Türk olmayanların yok edilmesi idi; Ingiliz Yüksek Koıniserliği'ne bağlı Ermeni-Yunan Komitesi, her sean- 1 124 AB Parlamentosu 'nun Karan ' AB Parlamentosu'nun kararı, Ermenilerin 'kimlik sorunu' haline getirdikleri bir kavgada kendileri açısın­ dan başarılı bir sayfa olmuş ve yasama organının siyasi­ leşmesine karşı olan çoğunluk, sessiz kalmayı benim­ semediği politik bir davranışı önlemeye yeğlemiştir. Bu karar birçok Avrupa ülkesi için de adeta bir yeşil ışık teşkil etmiş ve Batı ülkelerinde yaşayan Ermeni diyaspo­ rasının baskı ve tehditlerini artırmıştır. O tarihlerden itibaren, diyaspora aktivistlerinin, "Ermeni soykırımı"nı yadsıyanları Holokost'u yadsıyan "negasyonist"lerle ay­ nı plana yerleştirmeye çalışan ve bir ölçüde de başarılı olan propagandalarının yoğunlaştığına tanık oluyoruz. Fransa'da Osmanlı uzmanı Gilles Venstein'ın College de Franda seçilmesini önlemek için yapılan saldınlar5 ya da daha da vahimi, Osmanlı tarihi hakkında klasikleş­ miş bir eser yazmış olan (ve yakınlarda kaybettiğimiz) bir Amerikalı profesör Stanford ]. Shaw'un ülkesinde barınamaz hale gelmesi bu baskı ve şantajları tipik bir biçimde sergiliyorlar. sında, Anadolu'daki I t tihado-Kemalistlerin gasplarının envanterini çıkarı­ yordu . " (s. 929 ) . Işgal kuvvetlerini ve onun hizmetindeki ajanları bir '·yük­ sek mahkeme'· gibi gören bu yoruma göre Türklerin yapacagı tek şey Ingiliz adaletine sıgınınak ve Sevr'i kabullenmekten ibaretti. Böyle bir yaklaşırnın hiçbır diyalog perspektivi açınadıgı ortadadır. Bkz. Le Monde, 27 Ocak 1999. Ermeni Sorunu ve Amerika Birleşik Devletleri � Ermeni soykırımı konusunda kendi üniversite profesö­ rünü kendi ülkesinde savunamaz, daha da kötüsü sa­ vunmak istemez hale gelen ABD'nin durumu gerçekten ilginçtir. Kuşkusuz Amerika'nın bu konudaki tutumu­ nun sadece aktivist Ermenilerin baskısıyla açıklanabile­ ceğini söyleyemeyiz. Bu konuda elektcral hesaplar, ge­ rekli durumlarda Türkiye üzerinde baskı oluşturma ni­ yetleri ve Türk devlet adamlarının demokrat kamuoyu yönünde en ufak yanştıncı bir jeste yanaşmamaları gibi faktörler de rol oynamıştır. Fakat, hangi nedenlerle olur­ sa olsun, sonuç, sadece Amerika açısından değil, Türki­ ye açısından da acı ve biraz da onur kırıcıdır. Acıdır ve onur kırıcıdır; çünkü, Türkiye, "müttefik" ve "stratejik ortak" gibi sıfatlarla tanımladığı ve ülkesin­ de askeri üsler verdiği bir ülkede her yıl aşağılanmakta, 1 127 Türkler ve Ermeniler hakaredere uğramakta ve "Dikkat etl Soykırımı oyla­ tehditi altında yaşatılmaktadır. Amerikan devlet başkanlarının her 24 Nisan'da yaptıkları konuşmalarda 1 9 1 5 olaylarını, "soykırım" sözcüğünü kullanmamış ol­ salar bile, Kurtuluş Savaşı'nı da kapsayan bir süreç için­ de ve soykırım tanırnma tamamen uygun bir biçimde değerlendirmeleri son yıllarda bir ritüel haline gelmiş­ tir. 1 Aynı ülkenin en etkili gazeteleri artık Türk dernek­ lerinin parayla bastırmak istedikleri ilanları bile bas­ mamaktadırlar. 2 Buna karşılık Türkiye ne yapmaktadır? Aslında, Türkiye, Amerikan kamuoyunu da zerre kadar ilgilendirmeyen " 1 9 1 5 Soykırımı "na dudak büke­ ceğine 3 ve de Amerikan tarihinin bu konuda başkalarına nın l " Başkan Clinton 1 997 yılı '' 24 Nisan Mesajı"nda "Osmanh Imparatorluğu'nda 1 9 1 5 ile 19 2 3 yılları arasında, hikayesi anlanlmamış binlerce Ermeni'nin uğ­ radığı katliamdan" söz ettikten sonra "Bu korkunç dönemin kurbanlarını, sürgünün ve ölürolerin acısını yaşamış bir buçuk milyon kadar masum insa­ nı anıyoruz" demişti. Milliyet, 2 7 Nisan 1997. Başkan Bush da 24 Nisan me­ sajında 1 9 1 5 Tehciri'ni "Bugün yirminci yüzyılın en korkunç trajedilerinden biri olan Osmanlı lmpararorluğu'nun son döneminde bir buçuk milyon Er­ meni'nin göçe zorlanması ve yok edilmesini anıyoruz'' diye anmıştı. Radıkal, 2 6 Nisan 2004. Halen (Mart 2007) Temsilciler Meclisi'nde oylanınayı bekle­ yen yasa tasarısı da en radikal Ermeni militanlarını tatmin edecek bir tarzda kaleme alınmışnr. Ö rneğin Amerika'da 36 Türk Derneği'nin para toplayarak New York Timesa verdikleri ilanı gazete ''Bizce soykırım olmuştur" diye basmamıştır. Bkz. Cumhuriyet, 1 2 Haziran 200 5. Bu konuda Jackson Diehl'in Washington Postta yazdığı yazı (5 Mar t 200 7), yazarın hem Amerika'ya hem d e Türkiye'ye yönelttiği yerinde eleştiriler açı­ sından dikkate değer. Amerikan Temsilciler Meclisi'ne gelen tasarı için, Diehl, şunu söylüyor: "Birçoğu hala Iraklı Şiiler ile Sünniler arasındaki farkı bile bilmeyen 4 35 Temsilciler Meclisi üyesinin 92 yıl önce Türkiye'nin ku­ zeydoğusunda yaşanan olayların, (tasarıyı hazırlayanın adıyla) A. Shiff ver­ siyonunun, Kongre'nin tavır almasını gerektirdiğini doğru düzgün ölçüp öl­ çemeyeceğini vann siz düşünün" . Fakat yazar Türkiye'ye yönelik de şu eleş­ tiriyı ekliyor: "Kongre kendi 'bulguları · konusunda budalaca bir hal içinde görünüyor olabilir; fakat , Türk siyasi sınıfının tarihle hesaplaşmak ve kendi /ızB Ermeni Sorunu ve Amerika Birleşik Devletleri ders vermeyi gülünç kılacak cürümlerle dolu olduğunu anımsatacağına, milyonlarca dolar saçarak lobi faaliyet­ leri yürütmekte ya da aynı amaçla milyar dolarlık ihale­ lerde Amerika'yı kollamaktadır. 4 Aynı konuda yarım ağız yapılan ikaz ve tehditierin ise, şimdiye kadar uygu­ lanan şekilleriyle, daha çok Türk iç politikasına dönük olduğunu ve retorik düzeyde kaldığını yeri gelmişken belirtelim. Bu "diplomatik" tavır dışında, Türkiye, iktidarı ve parlamentoda temsil edilen muhalefeti ile birlikte, bir yandan Ingiltere nezdinde A. T oynbee imzalı Mavi Ki­ tap'ın yadsınmasını isterken, 5 öte yandan soykırım iddi­ aları karşısında tezlerini daha da sertleştirmiş ve Türk Tarih Kurumu soykınının aslında Ermeniler tarafından milliyetçiliğini yatıştırmak konusunda süregelen yeteneksizliği belki de bu ülkenin en cıddi siyasi sorunu.··· Türkçe çevirisi için bkz. Radikal, 7 Mart 2007. Referans ga:.:etesinin (6-7 Mayıs 2006) yazdığına göre Türkiye Cumhuriyeti The Liı•ing.,ron Group adlı Amerikan lobi şirketine, Kongre'de soykırım ya­ sasını önlemek amacıyla lobi yapması için 2001 -2005 arasında dokuz mil­ yon dolar ödemiştir. Bunlara Türkiye'nin ABD'de soykırım suçlamasını ön­ lemek içın siyasallaştırdığı ihalelerin yol açtığı (muhtemelen çok daha bü­ yük) harcaınaları da ekleyebiliriz. Ankara'nın eski Washington büyük elçisi Faruk Loğoğlu'nun ifadesine göre "Bizim çalışmamı:.:a şimdiye dek silah lo­ bisi ve Musevi lobisi hep destek olmuştur; belki de son savunma sanayii an­ laşmaları, yani F 35 uçağı ve deniz helikopteri anlaşmaları bu yönde deste­ ğin artmasına katkı verecektir. " Murat Yetkin naklediyor, Radikal. 5 Kasım 2006. Aslında lngili:.:lerden Toynbee'yi yadsımasını isteyen Türk resmi çevreleri, çok daha hukuki ve manıikı bir tutumla, Ingiliz tarihçinin şu sözlerini iddia­ lanna dayanak yapabilirlerdi. Toynbee " Ermeni Kmınlan" başlıklı eserinde şunları yazmıştı: "Müslümanlar Hıristiyan Ermenilere karşı hiçbir dini düş­ manlık besleıniyorlardı. Işlenen cürüm dini fanatizmden değil, ramamen si­ yasal nedenlerle ("pour des raisons purement politiques··ı lmparatorlugun türdeşligini önleyen gayriınüslim ögelerden kunulmayı arzu eden hüküme­ tin ıradesinden kaynaklanıyordu". Les massacres armeniens, Paris, 1 9 16, s. 1 l . Soykırın Konvansiyonı, uzun tart ışmalardan sonra, "siyasal amaçla" ya­ pılan kırımları soykırım tanımlamasının dışında tutmuştu. ı 129 Turk/er ve Ermeniler Türklere karşı gerçekleştirildiği anlamına gelen eserler yayınlamıştır. Bu eserlerde iddia edildiğine göre, 1 9 1 5 Tehciri'nde Kamuran Gürün'ün ileri sürdüğü gibi yüz binlerce değil, sadece (hastalıktan ölenler de çıkanldık­ tan sonra) on bin civarında Ermeni hayatını kaybetmiş­ tir. Aynı yayınlarda, Talat Paşa'nın "kara kaplı def­ ter"inde 924. 158 kişi olarak verilen tehcire tabi Ermeni sayısının da "yaklaşık 500 bin kişi"ye indirildiğini görü­ yoruz. 6 Nihayet bir kısım (ve bu konuda sesini en çok duyuran) tarihçi ve diplomatlanmız "mukatele" tezini de yeterli bulmamışlar ve 1 9 1 5 Tehciri'nin, aslında sa­ vaş suçlarına karşı çıkarılmış bir anlaşma olan Cenevre Sözleşmeleri'ne uygun bir şekilde gerçekleştirildiğini iddia etmişlerdir. 7 Bütün bunlar bugüne kadar bir sonuç vermiş midir? Eğer vermişse, bu sonuç, Türkiye'nin uluslararası planda hiç inandırıcı olamaması, kendisini sanık sandal­ yesine oturtınası ve -dış dünyaya hitap eden uygar bir üslup oluşturamadığı için- manevi bir işkenceye kendi Bu konularda bkz. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ı·e Gerçekler. Türk Ta­ rih Kurumu yayınları, 200 1 . Ermeni/er: Surgun ve Göç, (Kol. eser; Yusuf Halaçoğlu, K. Çiçek, H. Özdemir, Ö . Turan, R. Çalık) Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2004. Murat Bardakçı'nın Talat Paşa'nın "kara kaplı defrer"ini açıklayan yazısı için bkz. Hurriyer. 25 Nisan 2005. Sivil Toplum Kuruluşları Birliği'nin 1 5- 1 6 Aralık 2005'te !stanbul Teknik Üniversitesi'nde düzenledikleri sempozyumun sonunda açıklanan "bildi­ ri"de şu tez savunulmuştur: ''Tehcir bir ıeamül hükmü olan ve Cenevre Söz­ leşmeleri'ne ek 2 numaralı protokolün 18. maddesinde yer alan 'askeri ge­ reklilik' çerçevesinde uygulanmıştır. Sözleşmede aranan milli, etnik, ırksal ve dinsel bir grubu yok etme kastı yoktur ve hiç olmamıştır." Ne var ki Söz­ leşme'de sözü edilen ve bildiricilerin dikkate almadıkları "gereklilik" insan­ ları güvenlik altına almaktır; oysa, 1 9 1 5 Tehciri'ni başlatan Talat Paşa bile, anılarında, mevcut koşullarda "çok çirkin neticeler elde edileceğini biliyor­ dum" diye yazmıştır. Bu neticeler, gerçekten de yüz binlerce ölü şeklinde or­ taya çıkmıştır. Bildiri metni için bkz. Turk-Ermeni Ilişkilerinde Tarihi Ger­ çekler, (Ed. Aysel Ekşi), s. 444-447. 1 130 Ermeni Sorunu ve Amerika Birleşik Devletleri rızasıyla katlanması şeklinde ortaya çıkmıştır. O kadar ki durumun garipliğinden rahatsız olan ya da Türkiye' nin durumuna üzülen kimi yabancı yazarlar bazı ünlü gazetelerde açıkça Türkiye'ye akıl veren yazılar yazmaya başlamışlardır. 8 Ve ne yazık ki bu durumda, demokratik kamuoyunu da makyavelik politikasına destek yapan ABD için en "karlı" politika, galiba, soykırım yasasını çıkarmak değil, mümkün olduğu kadar (bir Demokles kılıcı gibi) gündemde tutmak haline gelmiştir. Oysa, bizler için, 1 9 1 5 olaylarının ellinci yıldönümünde baş­ layan soykırım tartışmalarının sekiz yıl sonraki yüzüncü yıl anma törenlerine kadar ortaya koyduğu ve kayacağı dersler de ortadadır. Orhan Pamuk, Türk mahkemelerinde yargılanırken, Ingiliz yazar George Monbiot, The Guardian gazeresinde Ingiliz hükümetlerinin yakın geçmişte başka halkiara karşı işledikleri cürümleri anlatmıştı. Yazar, 'Türkler geçmiş zulümleri Ingiliz usulü yadsıma sanatını öğrenemediler" başlıklı yazısında, Mike Davis'in ··Geç Yicroria dönemi holokostlan" başlıklı eserine dayanarak, Ingiliz politikasının Hindistan'da 1 2-29 milyon arası insanın ölümüne neden olduğunu açıklamaktadtr. Ingiltere'de bunlar, dar bir çevrede de olsa yazıla­ bildiği ve dava konusu olmadığı için kimse de Ingilizleri suçlamamakıadır. George Monbioı, The Guardian. The Turks ha ven i learned rhe Brirish way of denyüıg pası atrocities. 27 Aralık 2005. 1 131 Sonuç: Uluslararası Mahkeme mi? � Ermeni soykırımı iddiaları 1 9 1 5 T ehcir'i ve kırımlarının ellinci yıldönümünde başladı ve geçen yıllar içinde yir­ miye yakın -ve çoğu dost- ülkenin parlamentoları bu iddiayı yasalaştırdılar. Hatta bir kısım Fransız milletve­ kilinin başını çektiği bir girişim ise soykırımı yadsımayı ceza yaptırımlarına bağlama hedefini güdüyor. Fransa içinde bile ağır eleştirilere uğrayan 1 bu girişim ne kadar haksız ve anlamsız olursa olsun, ister istemez bir ilk olacak ve başka ülkeleri de etkileyecektir. Ne var ki 1 9 1 5 'in yüzüncü yıldönümü de yaklaşıyor ve bu tarihe kadar listenin çok daha kabaracağını ve Türkiye'nin sözlerine ilginin de aynı oranda azalacağını söylemek herhalde bir kehanet sayılmaz. Bununla beraber ülkeÖrnegin Le Monde gaz etesi (12 Ekim 2006), Fransız Parlamentosu'nun bu kararının "Ermeni davasını ve tarihi siyasal kavgaların ve seçim hesaplarının rehinesi haline getirınekten" başkabit anlama gelemeyeceğini yaz mıştı. 1 1 33 Türkler ve Ermenıler mizde bu sorunla doğrudan ya da dalaylı bir şekilde il­ gili olarak iki olumlu gelişmeden de söz edebileceğimizi sanıyorum. Bu olumlu gelişmelerden birincisi resmi çevrelerde soykırım iddialarını Uluslararası Adalet Divanı'na taşı­ mak yönünde beliren niyettir. 2 Gerçekten de, sonuç ne olursa olsun, böyle bir kararın Türkiye'yi sistematik bir şekilde sanık sandalyesine oturtulmaktan, devamlı kü:.. çültülmekten ve de sağa sola tehdit (ya da rüşvet) dağı­ tıp bir şey yapamayan zavallı konuma düşürülmüş ol­ maktan kurtaracağı açıktır. Önce şunu söyleyelim: 1 9 1 5- 1 6 lttihatçı "komite" nin yargılanması, kimilerinin iddia ettiklerinin tersine, asla bugünkü Türklerin yargılanması anlamına gelmez. Kaldı ki, bu çalışmamda da göstermeye çalıştığım gibi, lttihatçıların bile, kendi zamanlarında mevcut olmayan bir suç kavramı ile mahkum edilmeleri beklenemez. 3 Kaldı ki sorumlu lttihatçılar, Osmanlı mahkemelerinde de yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Hürriyet ve l ti­ lafçıların kurdukları Divan-ı Harb'in galip devletler bas­ kısıyla hareket ettiği söylenebilirse de tamamen sami­ rniyetsiz ve ehliyetsiz oldukları iddia edilemez. Ilginçtir ki Ermeni tarihçiler de aynı mahkemeleri lttihatçıların Bu niyeti ilk kez Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 14 Kasım 2006'da TBMM'de bir komisyon toplamısında açıklamıştır. Daha sonra da basma "bu konuda titiz çalışmalar yapıldığını" söylemiştir. Aynı gün CHP Başkan Yardımcısı Onur Öymen de " Ö neri zaten biziındi; şimdi hükümet sahip çıkıyor" demiş­ tir. Milliyet, 16 Kasım 2006. Emekli büyükelçi !lter Türkmen, Hürriyet gazetesindeki ( l O Mart 2007) "Uluslararası Adalet Divam ve Soykırım·· başlıklı yazısında Konvansiyon'un geriye işlememesinin yarattığı "hukuki zırh "ın bizim için yeterli olacağını, risk almamızı söylüyor ve Osmanlı Devleti'nin 'soykırım' ile suçlanamayaca­ ğına hükınedilse bile kararda bizi çok rahatsız edecek unsurlar bulunamaya­ cağından nasıl emin olabiliriz? " diye soruyor. Hürriyer, lO Mart 2007. Fakat bugünkü durumun daha da rahatsız edici olduğu açık değil midir? 1 1 34 Sonuç: Uluslararası Mahkeme mi? baskısı altında kalınakla ve nesnel davranınarnakla eleş­ tirmektedir. Zaten lttihatçılar da bu konuda asla birlik ve beraberlik içinde olmamışlar, örneğin lttihatçı lider­ lerden Ahmet Rıza Bey, Senato kürsüsünde "Ermeni tehciri"ni önlemek için nasıl çalıştığını bizzat kendisi anlatmıştır. 4 Aynı bağlamda Halide Edip Adıvar da ı 9 ı 5 olaylarını "Ermeni göçürmeleri ve toptan öldürmeler" olarak isimlendirmişti. 5 Hatta lttihatçılann beyni sayılan ve "mukatele" fikri de kendisine mal edilen Ziya Gö­ kalp'ın bile tehcire karşı çıktığı, kendisine en yakın dostlanndan H. C. Yalçın tarafından anlatılmıştır. Çağ­ daş Türk romancılan da, en önemli yapıtlarında, yeri geldikçe Ermenilere yapılan zulmü ve mallarının yağ­ malanmasını anlatmaktan geri durmamışlardır. 6 Eğer bu konudaki tavırlar daha da netleşmediyse, bunda, ı 970' lerde ı 9 ı 5 faciasıyla hiçbir ilişkisi olmayan insanlan öl­ düren ASALA terörünün büyük sorumluluğu vardır. Sonuç olarak diyebiliriz ki bu konuda Türklere dü­ şen, ı 908'de özgürlükçü bir devrim biçiminde başlayan tkinci Meşrutiyet'in, ı 9 ı 2'den, özellikle de ı 9 13'teki Ba­ bıali Baskını'ndan sonra bir karşıdevrime, kanlı bir ko­ mitenin iktidarına dönüştüğünü kabul etmektir. Bu bağ­ lamda "Ermeni tehciri" denen olay vahim bir toplu kıA. Rıza Bey, Echos de Turquie, Paris, 1 920, s. 96. Halide Edip Adıvar, Türk'ün A teşle !mrihanı, Istanbul, 1979, s. 14. Bu eserin ilk baskısı The Turkish Ordeal başlığıyla 1 928'de New York'ta yapılmış ur. Ahmet E. Yairnan da tehcirin "yok edici" koşullarını anlatmış ve ''Teşkilat-ı Mahsusa adını taşıyan çeteler, doğrudan doğruya bir imha hedefinin arka­ sından koşmuşlardır" diye yazmışur. Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçir­ diklerim, c. 1, s. 3 3 1 . Örnekler için Bkz. T. Timur, Osmanlı- Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, !stanbul, 1 99 1 , s. 1 69, 1 70, 1 8 5, 186, 294-296. Ayrıca Elif Şafak'ın, daha sonra yayınlanan ve konuyla doğrudan ilgili olan Baba ve Piç (Metis Yayınları, 2006) başlıklı romanı da burada anılmaya değer. 1 135 Türkler ve Ermeniler nındır ve bunu hiçbir neden mazur gösteremez. Ermeni teröristleri bir sürü Türk'ü öldürdüler diye tüm bir hal­ kın cezalandırılmasım mazur görürsek, lttihatçıların su­ çuna iştirak etmiş oluruz. Eğer Doğu Anadolu'da bazı Müslüman köyleri yakıldı diye, örneğin Kayseri merkez ilçesindeki 1 6.000 Ermeni'den 1 2 . 000'i akıbeti meçhul bir sürgüne yoUandı ve kalanlar da Müslüman yapıldıy­ sa7 çağdaş Türk bunu unutmamalı ve bundan utanç duy­ malıdır. Ermenilere gelince, o konuda kavga vermek elbette bizlere değil, kimliklerini "soykırım olgusu "na dayan­ dırmayan, tezlerini Türk düşmanı bir perspektifte geliş­ tirmeyen demokrat aydın ve kuruluşlara düşüyor. Yves Ternon'a göre Türkler soykırımı inkar ederek Ermenile­ re " 1 9 1 5 şokunu atlatma" ve "kimliklerini koruma ara­ cını"8 sağlamışlardır. Eğer doğruysa, bu bir kin ve inti­ kam mantığıdır. Sorunu sadece 1 948 Birleşmiş Milletler Konvansiyonu çerçevesinde düşünmeye götüren bir mantıktır. Oysa, kitabıının başında da değindiğim gibi, bizzat bugünkü Ermeni nesilleri de kendi aralanndaki tartışmalarda bu nitelikte bir kimliği aşma özlemi içinde bulunuyorlar. Sovyet sisteminin çökmesinden, Ermenis­ tan'ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra buna ihtiyaç daha da artmıştır. 9 Ermenistan başkanı L. Ter PetrosBu konuda, tehcir sırasında K ayseri Belediye Başkanı olan, Kurtuluş Savaşı sırasında da Adalet Bakanlığı yapmış A. R. Çalıka'nın anıları öğreticidir. Bkz. H. Çalıka, Kurtuluş Savaşı 'nda Adaler Bakanı Ahmet Rı/at Çalıka 'nın Anılan, Istanbul, ı992, s. 28. Y. Ternon, La cause armenienne, s. ı s ı . Gal\up Enstitüsü'nün Ermenistan'da yaptığı bir ankete göre Ermeni halkının ancak % ı'i Türkiye'nin soykırımı tanımasını ülkelerinin bir numaralı soru­ nu olarak görüyor. Cumhuriyet, 6 Kasım 2006. Erivan'da Ermenistan Ulusal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan başka bir araştırmaya 1 1 36 Sonuç: Uluslararasi Mahkeme mi? yan'ın danışmanı, tarihçi G . J . Libaridian kendisine Türk-Ermeni ilişkilerini soran bir Alman dergisine ver­ diği yanıtta "Eskiden kültürlerimiz birbirine yakındı. Birinci Dünya Savaşı sırasındaki soykırıma rağmen bu yakınlık tekrar sağlanabilir" 1 0 demişti. Bunun için sanı­ yorum ki, geçmişi unutmamak, fakat onu daha gerçekçi bir biçimde yorumlamak gerekir. Soykırım kavramı Bi­ rinci Dünya Savaşı'ndan sonra Milletler Cemiyeti'nde, Osmanlılar için değil, lkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Birleşmiş Milletler'de Nazi cürümleri için yaratılmış bir kavramdır. O zamana, hatta bazen daha sonraki tarihle­ re kadar, Ermeni tarihçilerinin kullandıkları kavram " tehcir ve kırım" idi. Elbette ki her olgunun olduğu gi­ bi, soykınının da tarihi kökenieri ararrabilir ve bu an­ lamda 1 9 1 5 olayları da yeniden değerlendirilebilir. Fa­ kat böyle bir girişimde adil olmak ve bütün kartları ma­ sanın üzerine koymak gerekir. Bu tarz bir yaklaşım ise, lttihatçıların yargılanması dışında, ırk ve din düşman­ lıklarının nerede ve nasıl doğduğu, nasıl uygulandığı, sömürgeciliğin bilançosu, emperyalist diplomasinin halk­ ları birbirine nasıl düşürdüğü, günümüzde 'aşiret kav­ gası' ya da 'etnik kavga' gibi sunulan soykırımların al­ tında hangi çıkarların yattığı gibi olguları da objektif olarak irdelemeyi gerektirir. Çağdaş ve demokratik bir Türkiye'yi özleyen tüm Türkler böyle kapsamlı bir araş­ tırmaya gönülden katılacaklar, kendi tarihlerini de 'tep­ ki' ve 'korunma' saplantılannın yarattığı anormal du­ rumdan kurtaracaklardır. "' göre ıse Ermeniterin % 61 , l 'i soykırımdan sadece Osmanlı Devleti"nin so­ rumlu tutulabileceğini düşünüyor. Milliyet. 30 Nisan 2 00 5 (Semih ldiz"in yazısı ) . Der Spiegel. 2 3 Mart, 1 992. Türkler ve Ermeniler Burada sözü, çok uğursuz bir vesileyle de olsa, Tür­ kiye'de tanık olduğumuz ikinci olumlu gelişmeye geti­ rebiliriz. Gerçekten de, lstanbul'da, 2007 başlarında iş­ lenen iğrenç bir cinayete doğan tepki, "bir musibet, bin nasihatten evladır" misali, Türkiye'de bu konuda espri­ lerin ne kadar büyük ve ne kadar hızlı bir evrim içinde olduklarını bütün açıklığıyla ortaya koydu. Hrant Dink'in öldürülmesinden söz ediyorum; bir cinayetten çıkarılması gereken dersleri anlatmak istiyo­ rum. Tamamen beşeri motiflerle kaleme alınmış bir ki­ tabı, hunhar bir cinayete kurban gitmiş bir vatandaşımı­ zı anan ve anlatan satırlada bitirmekten daha doğal ne olabilir? Hrant Dink'in Ölümü ve Türkiye'de Demokrasi � Hrant Dink, 1 9 Ocak 2007'de karanlık kuvvetlerin, ne yaptığının farkında olmayan bir gencin eline tutuştur­ dukları silahla hayata veda etti. Bu cinayet, yıllardır bu ülkede yargısız infazları sineye çeken tüm hümanist ve demokratik duygular için artık bardağı taşıran son dam­ la idi: Yaralı vicdanlar 23 Ocak 2007'de şahlandı ve yüz binden fazla insanın sessiz ve vakur yürüyüşü kin ve husumet tacirlerinin suratında tokat gibi patladı. Yıllar­ dır baskı ve korku altında sindirilmiş duygular isyan etmiş ve bir toplumsal katarsis atmosferinde ırk ve din düşmanlıklarına "hayır ! " demişti. Vesile gerçekten de çok hazin bir vesileydi. Ne var ki vicdanlar ancak Hrant'ın, Ermeni kökenli bir Türki­ yeli yurtseverin öldürülmesi üzerine seferber olmuştu: Türkiye'de Türk-Ermeni ilişkilerinde kin ve nefret duy- 1 139 Türkler ve Ermenıler gularının dışında, insancıl ilişkilerin kavgasını veren ve bunun için de korkunç baskı ve tehditler altında, "gü­ vercin tedirginliği" altında yaşayan; yine de iyimserliği elden bırakmayan ve naif bir şekilde "Bu ülkede güver­ cinleri vurmazlar! " diye düşünen barış neferi Hrant Dink'in öldürülmesi üzerine. Barış neferi dedik! Hrant Dink barış neferi olmadan, Türk ordusunda er olarak yurttaşlık görevi yapmıştı. Bu görev sırasında, çavuşluk sınavını kazanmış olmasına rağmen er yapıl­ ması, yelimhanede büyümüş bu gencin bilincinde her­ halde ilk yarayı açan darbe olmuştu. Yıllar sonra çıkar­ dığı Agos dergisinde Sabiha Gökçen'in Ermeni asıllı ol­ duğu iddiasının yer alması da Atatürk'ün manevi evia­ dına küfür kabul edildi ve büyük bir kampanyaya yol açtı. Demek ki Türkiye'de bir Türk'e "Ermeni asıllı" demek, iddia bir Ermeni'den de gelmiş olsa "tehlikeli ve sorumsuz" bir düşünce sayılıyor, yayınlanan bir bildiri­ de söylendiği gibi, "Atatürk milliyetçiliğine ve ulus­ devlet yapısına" aykırı bulunuyordu. Kısaca bir Ermeni vatandaşımızın, sırf Ermeni düşmanlığına karşı bir koz olarak kullanmak ve kendi cemaati hesabına da bir övünç payı çıkarmak için ortaya attığı iddia ters tepmiş ve Ermeni düşmanlığını körükleyen ek bir argüman ha­ line dönüşmüştü. 1 Hrant Dink'in büyük "günah''ı bu ince ikazlara ku­ lak vermemesi oldu: Inandığı bazı düşünceler, bağlan­ dığı bazı temel ilkeler vardı; ayrıca bunların Türkiye'nin de yaranna olduğuna inanıyordu. Hrant Dink'e göre Sabiha Gökçen olayının yarattığı ırkçı kampanyayı teşhir eden bir yazı için bkz. Yıldırım Türker. O da mı Ermeni Çıku? Radikal. 29 Şubat 2004. Tür­ ker, yazısında, S. Gökçen'in yakın arkadaşı Pars Tuğlacı'nın "Sabiha da Er­ meni asıllı olduğunu biliyordu" dediğini de nakletmektedir. 1 140 Hranr Dink 'in Ölümü Fe Türkiye 'de Demokrasi Türkiye'de, Ermeni kökenini saklamadan ve geçmişte Ermenilerin yaşadığı trajediyi de yok saymadan yaşa­ mak mümkündü. Bu ortamı kuran Türkiye hem sayıları çok azalmış Ermeni kökenli vatandaşlarına büyük bir manevi huzur sağlayacak, hem de Türkiye'yi haksız dış hücumlardan kurtaracak ve ülkenin itibarını artıracaktı. Ayrıca Türkiye'nin sınır komşusu Ermenistan'la ilişkile­ rini geliştirmesi her iki ülkenin de çıkanna idi. Hrant Dink'in kendisi de Türk dostlarıyla birlikte ziyaret ettik­ leri Ermenistan'da, özlediği dostluk ilişkilerine katkıda bulunmaya çalışmıştı. Ne var ki (üçüncü nesil) Diyaspora Ermenileri aynı havada değildiler. Kimliklerini "soykınm" olgusuna da­ yandırıyorlar ve Ermeniliklerini "ana kök" Ermenis­ tan'dan kopuk, bağnaz bir Türk düşmanlığı şeklinde ya­ şıyorlardı. Ermeni sorunu "marjinal Diyaspora milliyet­ çilerinin tekelinden" kurtanlmalıydı. Fransız Meclisi, Er­ meni soykınmını yadsımayı cezalandıran yasa tasarısını görüşürken, Hrant Dink de, Fransa'ya giderek "bu yasa­ yı ilk çiğneyen kişi" olmak istediğini açıkça ilan etti. Aslında ırk ve din düşmanlıkları bir çeşit "zehirli kan " olarak her milletin damarlannda mevcuttu ve Türk düş­ manlığı da Ermenilerin damarlarında varlığını sürdürü­ yordu. Çözüme, Diyaspora'nın damarlannda "Türk'ten boşalacak o zehirli kanın" yerini yine Diyaspora'nın, "ana-kök" duygularıyla Ermenistan'la kuracağı "asil da­ mar"daki kanın doldurmasıyla ulaşılacaktı. 2 Hrant Dink'in Aga.s'ta yazmış olduğu ve kendisi için bir çeşit ölüm fermanı t eşkil eden yazı,ı ölümünden sonra tekrar yayınlandı. Bkz. Radıkal, 22 Ocak 2007. Türkler ve Ermeniler Iki yıldır baskı ve tehditler altında yaşayan Hrant, " zehirli kan"dan söz e ttiği yazıyı yazarken bir çeşit ölüm fermanını imzaladığının acaba farkında mıydı? Aslında, Hrant'ın tüm düşüncesi ve eylemleri bağlamın­ da değerlendirildiği takdirde, bu yazıda aniaşılamayacak bir taraf yoktu. Hrant, Yargıtay'ın da onayladığı malı­ kurniyetinden sonra bu yanlış anlaşılınayı defalarca ve çoğu kez patetik bir isyan duygusuyla düzeltmeye çalış­ tı. Ne var ki, yazıya, ölümünden sonra bir dostunun yaz­ dığı gibi, "ısrarla tam aksi bir anlam veriliyorsa, yani kas­ ten aniaşılmak istenmiyorsa" , ortada belki de "karanlık bifı'H:esap ve niyet var demekti". 3 ırkçılığın hedefi olan ve en büyük kavgasını ırkçılı­ ğa karşı veren bir insanın bu suçla yargılanması ve mahküm edilmesi kuşkusuz kabul edilebilir bir şey de­ ğildi. Hrant, hak etmediği bu lekeden kurtulmak için sonuna kadar savaşacak ve davayı AIHM'ye kadar taşı­ yacaktı. 23 Ocak 2007'de cenazesinin arkasından "Hepimiz Hrant'ız ! " diye yürüyen yüz binler onun lekesini sildiler ve kara lekeyi, onu asıl hak edenlerin alınlarına yapış­ tırdılar. "Türkiye'nin demokratikleşmesi", diyordu Hrant, "Tür­ kiye'nin soykırımı tanımasından çok daha önemlidir . "4 Ve bunu, Türklüğü aşağılamanın suç , buna karşılık Er­ meni'nin, Rum'un, Yahudi'nin ve Kürt'ün aşağılanmasıÖmer Laçiner, Bu Suikast Böyle Hazırlandı, Agos. 26 Ocak 2007. Neşe Düzel ile söyleşi, Radikal. 2 2 Ocak 2007. 1 142 Hrant Dink/n Ölümü ve Türkiye 'de Demokrasi nın serbest olduğu bir ülkede söylerken ne dediğini çok iyi biliyordu . Bu cesaretini hayatıyla ödedi. 5 Hrant Dink yaşarken yapamadığını ölümüyle ger­ çekleştirdi ve arkasında topladığı yüz binlerle bu ülke­ nin tanık olduğu en anlamlı demokratik şahlanışlardan birine damgasını vurdu. Aslında bu gösteri Hrant'ı ve (yürüyenlerin ellerindeki "Hepimiz Ermeniyiz ! " pankart­ larına rağmen) Ermeniliği tamamen aşıyor ve insanları birbirinden ayıran her türlü önyargıya ve ırkçı ayrımcı­ lığa "hayır ! " diyordu. Hrant ne bir Ermeni ne de bir Türk kahramanı ol­ du. 19 Şubat'ta Türkiye bir demokrasi kahrama : be tti. ��� �· w Türk Ceza Kan�nu'nun, gerekçesinde Türklüğü "dünyanın neresind �)'aşar. ık"\1 sa yaşasınlar Turklere has muşterek kulturun ortaya çıkardığı ortak Wh şeklinde tanımlayan ve "Türklüğü aşağılama"yı cezalandıran 30 1 . maddesi Hram Dink'in ölümü dolayısıyla hararetli eleştirilerin konusu oldu. Buna karşılık, iktidar panisi ve tüm sağcı parTilerle birlikte muhalefet lideri Deniz Baykal'ın da benimsediği demagejik bir görüş, böyle bir maddenin Batılı ül­ kelerin kanunlarında da yer aldığını ve kaldırılmasının Türklüğe hakaretin serbest kılınması anlamına geleceğini ileri sürdü. Aslında tüm Bau ülkele­ rinde çok taraflı olarak ırkçılığı ya;aklayan kanunlar vardır, fakat tek taraflı bir şekilde "lngilizliği aşağılamağı ·· ya da " Fransızlığı aşağılamağı" cezalan­ dıran yasalar yoktur. AB Parlamentosu üyesi joost Lagendijk'in de Başba­ kan'a ve muhalefet başkanına gönderdiği açık mektupta açıkça belirttiği gibi AB üyeleri mevzuatındaki maddeler "Devlet"e hakareti önlerneyi ve kamu hizmetlerinin düzenli çalışmasını hedef almaktadır ve Türkiye'deki gibi uy­ gulamalar söz konusu değildir. Bizde de TCK'nın 2 1 6/2. maddesi '·Halkın bir kesımıni sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişı alu aydan bir yıla kadar cezalandırılır'' di­ yerek " Türklüğü aşağılamayı" zaten yasaklamıştır. Bu bakımdan tek yönlü, faşizan uygulamalara yol açan 30 l 'in toptan kaldırılması gereklidir. Konu­ nun hukuki analizi için bkz. Akın Aıalay, Türklüğü Aşağılamak Serbesr mi Olacak.? Cumhuriye!, 3 Ekim 2006. 1143