Untitled

advertisement
�
IMGE
kitabevi
Taner Timur, 1958 yılında AÜ SBF'den mezun oldu. Aynı fakültede asistan ol­
masının ardından, 1968 yılında doçenılige, 1979 yılında profesörlÜğe yükseldi.
12 Eylül askeri darbesinden sonra görevinden istifa ederek çalışmalarım Paris'te
sürdürdü. Eylül 1992'de eski görevine döndü. 2002 yılına kadar bu görevini
sürdürdü.
Timur'un Eserleri:
Türk Devrimi ve Sonrası (Doğan Yayınevi, 1971; Imge Kitabevi Yayınları,
1993,1994, 1997,2000)
Osmanlı Toplumsal Düzeni (AÜ SBF. 1979; Imge Kitabevi Yayınları, 1994,
2000)
Osmanli Kimligi (H il Yayınlan,1986; Imge Kitabevi Yayınları, 1998,2000)
Osmanlı Çalışmaları-Ilkel Feodalizmden Yarı Sömürge Ekonomisine (Verso,
1989; Imge Kitabevi Yayınları, 1996, 1998)
Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş (!letişim Yayınları, 1991, 1994; Imge
Kitabevi Yayınları, 2003)
Osmanlı-Tılrk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik {Afa Yayınları, 1991;
Imge Kitabevi Yayınları, 2002)
Küreselleşme ve Demokrasi Krizi (Imge Kitabevi Yayınları,1996,2000)
Toplumsal De!fişme ve Üniversiteler (imge Kitabevi Yayınları,2000)
SürüdenAyrılanlar (Imge Kitabevi Yayınları, 2000)
Türkler ve Ermeniler (Imge Kitabevi Yayınları,2000,2001, 2007)
Türkiye Nasıl Küreselleştil {imge Kitabevi Yayınları,2004)
Felsefi lzlenimler(lmge Kitabevi Yayınları, 2005)
Yakın Osmanlı TarihindeAykırı Çehreler ( lmge Kitabevi Yayınları,2006)
Marksizm, Insan ve Toplum (Yordam, 2007)
Im ge Dağıtım
Ankara
I s t a nbu l
K onur Sokak No: 43/A Kız ılay
Ankara Cad. No: 45 Cağaloğlu
Tel: (312) 417 50 95-96 /418 28 65
Tel: (212) 527 40 57
Faks: (312) 425 65 32
Faks: (212) 527 41 45
E-Posta: dagitim®imge.com. tr
E-Posta: cagaloglu®imge.com.tr
Taner Timur
Türkler ve Ermeniler
1915 ve Sonrası
Gözden Geçirilmiş
3 . Baskı
ll
IMGE
ki tabevi
Imge K itabevi Yayınları
Genel Yayın Yönermeni
Refik Tabakçı
ISBN 978-975-533-318-2
© Imge Kiıabevi Yayınları, Taner Timur, 2000
Tüm hakları sakhdır.
Yayıncı izni olmadan, kısmen de olsa
fotokopi, film vb. elektronik ve mekanik
yöntemlerle çogaltılarnaz.
ı. Baskı: Ekim 2000
2. Baskı: Nisan 2001
3 . Baskı: Mayıs 2007
Kapak
Murar Özkoyuncu
Düzelti
Arda Yakut
Dizgi
Yalçın A reş
Baskı ve Cilt
Pelin Ofser Tipo Marbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
Milharpaşa Cad. No: 6214 Kızılay-Ankara
Tel: (312) 418 70 93-94 Faks: 41810 46
www.pelinofset. com. tr
•
I m g e K i t a b e vi
Yayıncılık Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti.
Konur Sak. No: 3 Kızılay 06650 Ankara
Tel: (3 1 2) 4 1 9 46 1 0- 1 1
!nternet: www.irnge.corn.ır
•
•
Faks: (3 1 2 ) 425 29 87
E-Posta: imge@irnge.corn.tr
İçindekiler
Üçüncü Baskıya Önsöz
Önsöz
.
Giriş
Ermeni Diyasporası ve Kimlik Krizi.
Cumhuriyet Nesilleri ve Ermeni Sorunu
1 9 15 Dramı ve Tarihi Arka Plan
.
Sonun Başlangıcı: Tehcir Kararı Nasıl Alındı?
lttihatçı Savunma
.
1 9 14: Ermeni-Rus Işbirliği
.
"Talim-i Alaman " mı?
Almanya, Ermeniler ve Mezopotamya
Sovyet Devrimi, Türkler ve Ermeniler
Hatisyan'ın Anlattıkları
Mütareke, Barış Konferansı ve Ermeni Talepleri
Kurtuluş Savaşı Başlarken Ermeni Sorunu
Kemalist Hareket ve Ermeni Sorunu
7
11
15
23
. 29
35
39
47
51
57
69
75
79
85
89
93
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . .
. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
ls
Türkler ve Ermeniler
Lozan, Ermeni Sorunu ve Sonrası
Tehcir, Kınm, Soykırım
Jenosit'e Karşı Türk Tezi
AB Parlamentosu'nun Kararı
Ermeni Sorunu ve Amerika Birleşik Devletleri
Sonuç: Uluslararası Mahkeme mi?
Hrant Dink'in Ölümü ve Türkiye'de Demokrasi
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . .
ıo3
ııı
ı ı9
1 23
127
ı33
1 39
Üçüncü Baskıya Önsöz
�
Bu kitabıının son baskısından sonra altı yıl geçti ve bu
süre içinde konuyla ilgili önemli gelişmeler oldu. Ana
hatlarıyla, bu gelişmelerin 1 9 15'te olup bitenleri yorum­
lamada Türkiye ile dış dünyanın arasındaki farkları da­
ha da derinleştirdiğini söyleyebiliriz. Gerçekten de yir­
miye yakın ülke 1 9 15 olaylarını "soykınm" kabul etti ve
parlamentolarında bunu ifade eden yasalar çıkardı.
20 15 yılına, yani Ermeni tehcir ve kırımının yüzüncü
yıldönümüne kadar bu sayının daha da artması kuvvetle
muhtemel görünüyor.
Iki büyük dünya savaşının yaşanmış olduğu son
yüzyıl içinde, tüm dünyada, sivil halklara karşı çok sa­
yıda kırım da yapılmış, insanlığa karşı suçlar da işlen­
miştir. Bununla beraber Türkiye'nin özel bir muamele
görmesi ve devamlı sanık sandalyesine otunulması kuş­
kusuz haksız ve insafsız bir davranıştır. Fakat, ne yazık
ki Türkiye de, resmi planda, yüz binlerce insanın ölme-
Türkler ve Ermeniler
sine ve öldürülmesine yol açan bir "tehcir" olayını adeta
meşrulaştıran tezleriyle, bu konuda, başından itibaren
olumsuz bir rol oynadı. Üstelik böyle bir tutumun ek­
sikliğini belirtmek, ı 9 ı 5- ı 7 yıllannda hayatım kaybe­
den, çoğu savaş ve terörle ilgisi olmayan, masum Erme­
niler hakkında üzüntü beyan etmek, egemen çevrelerde
devamlı bir şekilde bizim ölülerimize karşı bir saygısız­
lık, Türkiye'ye de bir ihanet olarak değerlendirildi. Böy­
le bir yaklaşım dış dünyada ters sonuçlar doğurunca, bu
kez resmi çevrelerin tutumu daha da katılaştı. Öyle ki
bugün Türk Tarih Kurumu'nun bu konuyla ilgili yayın­
lannda Talat Paşa'nın ortaya koyduğu nesnel veriler bile
kabul edilmiyor ve "soykırım iddialarını çürütme" adı
altında Türkiye'yi dünyada hüzün verici ve yalnız bir
duruma sokan bir tavır sergileniyor. En hazini de Tür­
kiye'yi bu acıklı konuma sokanlar, ABD'de lobilere para
dağıtıp bilinen sonuçlan alanlar millete hesap verecek­
lerine, bu duruma itiraz edenleri sanık sandalyesine
o turtmakta ve siyasetçisi, diplomatı, tarihçisi ve sonun­
da da yargıcıyla yargılamaktadır. Hrant Dink'in de so­
kaklarda "yargısız infaz" edilmeden önce bu merciler
önüne çıkanldığı ve önce "yargılı infaz"a tabi tutulduğu
belleklerden siline bilir mi?
Hrant Dink'in cenaze töreni bu konuda Türkiye'de
duyguların ne kadar değiştiğini, resmi Türkiye ile reel
Türkiye arasındaki farklılaşmanın nasıl belirginleşmeye
başladığını ortaya koymuştur. Gönül isterdi ki bu iğrenç
cinayet hiç işlenınemiş ve bu olumlu gelişme de başka
bir vesileyle ortaya çıkmış olsun! Fakat ne yazık ki ar­
zularla olgular çoğu kez uyum halinde olmuyor ve bu­
gün ırkçı bir cinayete karşı, ancak demokratik bir şah­
lanışla bir ölçüde teselli bulabiliyoruz. Hrant Dink de
is
Uçüncü Bask1ya Onsôz
"Türkiye'nin demokratikleşmesi, Türkiye'nin soykırımı
tanımasından çok daha önemlidir" dememiş miydi?
Kitabıının bu genişletilmiş baskısında, son gelişme­
leri de, nesnel olmaya çalışarak ve sorunun kaçınılmaz
olarak beşeri duygulada örtüşen yanlarını da unutmaya­
rak, analizime katmaya çalıştım. Ayrıca daha önceki
dönemlerle ilgili yorumlarımı da o sırada inceleme fırsa­
tı bulamamış olduğum eserleri okuyarak zenginleştir­
meye gayret ettim. Eğer bu çalışmanın daha demokratik
bir Türkiye'ye herhangi bir katkısı olabilirse kendimi
amacıma ulaşmış hissedeceğim.
Istanbul, Mart2007
1
1
Önsöz
Ermeni sorununun tüm boyutlarıyla tartışıldığı, yerli
yersiz uluslararası arenalara taşındığı, Türk tarihçileri­
nin "suskunluk"la suçlandığı bir ortamda, beş yıl önce
kaleme aldığım bu araştırınayı yeniden yayıulamak için
herhalde özel bir gerekçe aramak zorunda değilim. Bu­
nunla beraber, Cumhuriyet'in yetmiş yedinci yılında da­
hi, bu sorunun ülkemizde hala serinkanlılıkla ele alın­
masının çok zor olduğunu esefle görüyorum.
Bunun nedenleri nelerdir?
Bizi korkuyla içimize kapanmaya sevk eden, bir
"Sevr Psikozu" içinde kolektif bir savunmaya yönehen
unsurları nasıl çözümlememiz gerekiyor? Yoksa "Erm e­
ni travm ası "nı analize çalışan alayh psikanalistlerimize
paralel olarak bir de "Türk travması "nı mı çözümlernek
durumundayız?
Inanıyorum ki Türkiye Cumhuriyeti dipdiri ve ayak­
tadır. En azından bu potansiyeli taşıyor. Bizi zayıf düşü-
lıı
1
Türkler ve Ermeniler
ren, bir yabancı parlamentonun tamamen seçim oyunla­
rına dayanan, o ülkede bile önemli bir haber niteliği ta­
şımayacak utanç verici bir girişimini bir karabasan hali­
ne getiren, kolektif korku ve evhamlarımızdır. Ve asıl
çözümlememiz gereken temel zaafımız da budur.
Bu kolektif korku nereden kaynaklanıyor? Suçlanan
bizler miyiz ve neyle suçlanıyoruz? Amerika Birleşik
Devletleri, komşularına karşı üslerle ve radar cihazlarıy­
la donattığı bir ülkeye hangi nedenle ve nasıl bir komp­
lo hazırlıyor? Ve bunu, tüm şevkimizle bütünleşmeye
çalıştığımız Avrupa Birliği hangi nedenlerle taklide
hazırlanıyor?
Aslında suçlanan bizler değiliz. Suçlanan 1 9 1 3 dar­
besiyle iktidarı gasp etmiş , tüm muhaliflerini yok etmiş,
ülkeyi savaşa ve yıkıma sürüklemiş, milyonlarca Türk'ü
-Sarıkamış'ta, Kanal'da , Arap Çöllerinde- ölüme götür­
müş ve sonunda hayasızca memleketten kaçmış bir çete
yönetimidir. Mustafa Kemal Atatürk'ü bile içine sindi­
remeyen ve sonunda öldürmeye teşebbüs eden bir çete !
Atatürk, "O lttihatçılar ki milletin zararına birkaç sene
süren kötü idareleriyle ve memleketi içinden güçlükle
sıyrılmaya çalıştığı bir uçuruma düşürmek cürümüyle
bütün dünyada kıskanılmayacak bir şöhrete sahiptir"
dememiş miydi? Eğer bizler, tüm jön Türk yönetimiyle
değil, fakat bu "birkaç senelik" cürüm yönetimiyle he­
saplaşmamızı zamanında yapsaydık bugün bu durumda
olur muyduk?
Ne yazık ki böyle durumlarda kamuoyumuza, ta­
rihçilere ders veren, fakat tarih bilincinden tamamen
yoksun bir zihniyet hakim oluyor. Buna göre yönetenler
ve yönetilenler, sorumlular ve masumlar, zalimler ve
halk gibi ayrımların bir anlamı yoktur. Bir yanda " ezeli
lı
ı
Önsöz
ve ebedi Türkler", öte yanda da "ezeli ve ebedi Türk
düşmanları" vardır.
Bu zihniyetle n ereye kadar gidilebilir?
Yeterli ya da yetersiz, bu çalışmamda, sesleri du­
yulmak istenmeyen daha bir sürü aydınımız gibi, bu
"travma"nın dışında kalmaya, doğru gördüklerimi söy­
lemeye çalıştım.
Ankara, Ekim 2000
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
j
J
Giriş
Ülkemizde egemen tarih yazımına "Ermeni Tehciri" baş­
lığıyla geçen olaylar hakkında Şevket Süreyya Aydemir
şunları yazmıştı: "19 1 4- 1 9 1 8 Harbi içinde Osmanlı top­
raklannda ve bilhassa Anadolu ile ona sınır olan bölge­
lerde, karşılıklı bir imha hareketinin geçtiği bir gerçek­
tir. Fakat milletler ve halklar arasında, tarihin bazen öy­
le safbaları yaşanır ki, en doğru olan, galiba o safbaları
unutmaktır. "1 Ne var ki herkese "unutma" tavsiye eden
Aydemir'in kendisi bazı şeyleri unutmamıştır ve şu yar­
gıda bulunur: "Bu faciada ve Ermeniler aleyhine işleyen
çarkların bence en önde gelen sorumlu ve suçluları,
Ermenilerin içinden yetişen, fakat coğrafi ve tarihi şart­
lan hiçbir suretle doğru değerlendiremeyen Ermeni yarı
aydınları olmuştur. "2
2
Ş. S. Aydemir, Enver Paşa, II.
Aynı eser. s. 489.
c.,
Remzi Kitabevi, !stanbul, 1972, s. 487.
Türkler ve Ermeniler
Ş. S. Aydemir yukarıdaki satırları yazarken, Türki­
ye, lttihatçı ideoloji ve yöntemleri canlandıran l2 Mart
cuntası altında yaşıyordu. Ülkede her zaman tabu olmuş
bir konu hakkında objektif bir değerlendirme yapmak
olanaksızdı. Bununla beraber Aydemir'in naklettiğimiz
cümlelerinde hem "karşılıklı imha"dan hem de "Erme­
niler aleyhine işleyen çarklar"dan söz edilmekte ve baş
suçlu olarak da "Ermeni yarı aydınları" gösterilmekte­
dir. Bu suçlama herhalde Taşnak ve Hınçak militan ve
teröristlerini aşan bir anlamda kullamlmaktadır ve üzü­
cü olan nokta, Ş. S. Aydemir gibi geniş ufuklu bir yaza­
rın herkese "unutma" önerirken kendisinin, üstelik so­
runla çok yakından ilgili bir şahsın biyografisinde, mut­
lak suçlamalarda bulunmasıdır.
Burada Ermeni tarihçilerin ve aynı yönde düşünen
Batılı yazarların yazdıklarını bir tarafa bırakalım ve
Türk resmi tezinin ortaya koyduğu verilere bir göz ata­
lım. Bu tezi yansıtan en önemli kaynaklardan birine gö­
re ülkemiz, Birinci Dünya Savaşı'na girerken Osmanlı
Devleti'ndeki tüm Ermenilerin sayısı 1 .300.000 kadardı
ve bunlardan 'tehcir' sırasında ölenlerin (öldürülenle­
rin) sayısı 300.000 civarındaydı. 3 Bu rakamların Ermeni
ve Batılı tarihçiler tarafından hiç kabul edilmediği ve bu
konuda uygunsuz bir rakam kavgası olduğu ayrı bir ko­
nudur.4 Fakat bir devlette etnik ve kültürel bir azınlığın
Kamuran Gürün, Le dossier armenien, Türk Tarih Kurumu Yayı nları, 1983,
s. 265. Ayrıca Bkz. Le probleme armenien, neuf questions neuf reponses,
Ankara, 1 982, s. 3 1 . Amerikalı tarihçi Jusıin McCarthy ·'Ben, hem kendi he­
saplarımı hem de o dönem Anadolu'ya giden bir Ermeni delegasyonunun
verdigi rakamı esas alarak 600 bin Ermeni'nin öldürüldüğü kanısındayım"
diyor. Yasemin Çongar'la Söyleşi, Mılliyet, 28 Eylül 200 1 .
Ermeni kaynakların b u konuda ileri sürdükleri (ve genellikle Batı'da da ka-
Giriş
dörtte biri civarındaki bir kısmının yok edilmesi olgusu,
o toplumun belleğinde hiçbir iz bırakmazsa sağlıklı bir
durumla karşı karşıya olduğumuz söylenebilir mi?
Aslında tüm ulusların tarihinde bu gibi vicdanları
rahatsız eden olguları bilinçaltına iten savunma meka­
nizmaları vardır. Fakat hiç olmazsa toplumun bir kesi­
minde bu olayların, tüm toplum vicdanını rahatlatacak
bir açıklıkla tartışılması gerekmez mi? Ermeni tehcir ve
kırımı ile ilgili olarak böyle bir tartışma Türkiye'de hiç­
bir zaman yapılmamıştır. Bugün de bu konuda elverişli
bir tartışma ortamının bulunduğunu söyleyemeyiz. Sa­
nıyorum ki bunun, kültür tarihimizin üzerinde derinli­
ğine düşünülmesi gereken bazı özellikleriyle ilgili yön­
leri vardır. Bu özellikler, genellikle Türklere sempati
duymayan Batılı çevrelerde "Türkler kolektif bellekten
yoksunlar" şeklinde ifade ediliyorlar. Kimi milliyetçi
Ermeni tarihçiler ise, belki de belli bir 'Türk imajı'nın
devamında yarar gördükleri için, böyle bir tartışmayı
engelleyecek tarzda yayınlar yapmaktadırlar. Bunun bir
örneğini, 1 990'larda, tanınmış Ingiliz oryantalisti Ber­
nard Lewis'in Fransız gazetesi Le Monde'a yaptığı bazı
açıklamalar dolayısıyla kopartılan fırtınacia görmüştük
Bu konuda ne demişti B. Lewis? Türk resmi tezlerini mi
savunmuştu? Kesinlikle hayır!
bul ettirdikleri) rakam bir buçuk milyon ölüdür. Türk Tarih Kurumu Baş­
kanı Prof. Yusuf Halaçoglu'nun '"tehciri, belki de asrın en sistemli yer degiş­
tirmesi" olarak sunan çalışmasında ise '"Ermeni çetelerinin katliamına ugra­
yan halktan bazı grupların kafilelere bir tepki olmak üzere saldırıları vuku
bulmuş ve yaklaşık dokuz-on bin kişi katledilmiştir'· denmektedir. Bu hesa­
ba göre bizzat tehciri tasarlayan ve uygulayan siyaset adamları ve komutan­
lar bile yanılmış ve ölü sayısını oldugunun çok üstünde göstermişlerdir.
Bkz. Prof. Dr. Y. Halaçoglu, Ermeni Tehciri, Babıali Külrür Yayıncılıgı, !s­
tanbul, 2006, s. ı ı 2.
Türkler ve Ermeniler
Kendisini Ermeni tezlerinden ve "hiçbir şeyi kabul
etmeyen resmi Türk otoritelerinden" 5 dikkatle ayıran B.
Lewis, planlı bir soykırımından söz edilemeyeceğini söy­
lediği için uğradığı hücumlara karşı görüşlerini şöyle
toparlıyordu:
1) Ermenilere karşı, Avrupa'daki antisemitizm dal­
gasına benzer hiçbir kin kampanyası yapılmadı.
2) Ermeni tehciri, her ne kadar büyük çapta olduy­
sa da tüm ülkeyi kapsamadı ve özellikle Istanbul ve İz­
mir gibi şehirlere uygulanmadı.
3) Türk eylemleri, aşınlıklarına rağmen, tamamen
nedensiz değildi. Birçok Ermeni'nin Türklerle savaşan
Rusları kurtarıcı olarak görmeleri savaş zamanlarının
çok görülen nevrozlarıyla ağırlaşınca tehcir atmosferi
doğdu.
4) Teheir -stratejik, kriminel ya da başka nedenler­
le- Osmanlı Imparatorluğu'nda yüzyıllardır uygulanan
bir yöntemdi. Örneğin, Rus ilerlemesi karşısında Van
şehrinin Müslüman halkı da aldacele sürülmüştü. Bu
Müslüman halkın pek azı bu "dostane" (tırnak B. Le­
wis'in) sürgünden hayatlarını kurtarabildiler.
S) "Hiç kuşkusuz Ermenilerin çektikleri ıstırap,
'Holokost' dolayısıyla Yahudilerin çektikleri acı gibi, bu
halkın belleğini hala biçimlendiren büyük bir beşeri tra­
j edidir. " Gerçi, Ermeniler de, bazı Amerikan misyoner­
lerinin raporlarının gösterdiği gibi, tehcirden önce ele
geçirdikleri bazı köylerde korkunç zulümler yaptılar.
Fakat durum eşitsizdi. Istanbul hükümeti bu sorunu
eskiden beri başvurduğu tehcir yöntemiyle çözme kararı
aldı. "Osmanlı hükümetinin Ermeni milletini yok etmek
'"1In entretien avec Bemard Lewıs', Le Monde, 1 6 Kasım 1993.
Giriş
ıçın bir karar ve planı konusunda hiçbir ciddi delil
mevcut değildir. " 6
B. Lewis'in bu görüşleri hiç kuşkusuz tartışmaya
açıktır. Fakat Osmanlı Devleti hakkında bilgileri daha
çok Osmanlı Ermenileri'yle sınırlı bir Fransız tarihçisi­
nin bunları "bilimsel değerden tamamen yoksun" olarak
dışlaması da tartışmayı reddeden bir hoşgörüsüzlük işa­
reti değil midir? 7
Fransa'da Lewis davası ile ilgili tartışmalar cereyan
ederken soykırım konusunda uzman tarihçilerden Jay
Winter de görüşünü açıklamıştı. Yeri gelmişken, diğer
tüm yaklaşımlardan farklı noktalar içeren bu görüşü de
özetlemek istiyorum.
Jay Winter, 19 15 Tehcir kararının bir "soykınm ka­
rarı" olmadığı, fakat "topyekün savaş koşulları içinde
soykırıma dönüştüğü"8 kanısındadır. Topyekün savaş
kavramı ise, yazara göre, Türkiye'de değil Batı'da doğ­
muştur ve onu "bir Türk tiranı değil, Amerikan generali
Philip Sheridan icat etmiştir" . Topyekün savaş, Sheri­
dan'ın Bismarck'a yazdığı mektupta belirttiği gibi, düş­
man ordusuna yıkıcı darbeler vurduktan sonra "halkı ve
hükümetlerini barış istemeye zorlamaya sevk edecek
zulüm uygulamayı" ifade etmektedir. Bu yöntem Birinci
Dünya Savaşı'nda Doğu Almanya, Belçika ve Fransa'daki
mülteci akımları vesilesiyle de uygulamaya konmuştur.
Le Monde, 1 Ocak 1994.
·Enrretien avec Anahide Ter Minassian ", Le Monde, 26 Nisan 1994. Bunun­
la beraber, B . Lewis, soykırım olgusunu tamamen Ermeni tarihçilerinin ver­
siyonu olarak yorumladığı için Fransız mahkemelerinde ya rgılanmış ve bu
konudaki B M Deklarasyonu ve Avrupa Parlamentosu kararına gönderme
yapmadığı için manevi razıninata mahkum olmuştur. Bkz. Le Monde, 25
Haziran 1995.
]ay Winter, "Le massacre des arnıeniens ", Le Monde, 3 Ağustos 1994.
Türkler ı'e Ermeniler
jay Winter, Ermeni tehcirini, yaşam kavgası içinde
her türlü moral değerden arınmış insanların soykırıma
çevirdiği kanısındadır. 9 Amerikalı tarihçiye göre temelde
ırkçı bir ideoloji olmadığı için, kırım, Auschwitz ve
Trebiinka uygulamalarına değil, on dokuzuncu yüzyılda
Balkanlar' daki kırımlara ve Amerikalıların Kızılderilileri
kırmalarına benzemektedir.
Görüldüğü gibi] . Winter'in tezi de resmi Türk te­
zinden hayli uzak ve lttihatçı yönetim için hayli ağırdır.
Buna rağmen Ermeni diyasporasında da öfke yaratmış,
ağır eleştirilere uğramıştır. 1 0 Oysa yakın tarihlere kadar
Ermeni tarihçileri bu konuda daha ılımlı bir tutum için­
deydiler. Örneğin Basınacıyan 1 9 22'de kaleme aldığı ki­
tabında 500.000 Ermeni'nin kırıma uğradığını yazıyor, 1 1
Tarasyan ise 1 9 S 7 yılında yayınlanan eserinde 1 9 1 5
olayları için "tehcir ve kmm 1 2 ifadesini kullanıyordu.
Aynı ifade Hovanisyan'ın 1967'de yayınlanan Bağımsız­
lık Yolunda Erm enistan adlı eserinde de kullanılmak­
taydı ve 1 970'lere kadar Ermeni tarihçileri arasında ge­
nel bir formül oluşturmuştu. 1 3 Öte yandan Birinci Dün"
Buna yanıt veren ve 1 9 1 dramında "hemen tüm ailesini kaybetüğini" belir­
5
ten bir Fransız Erınenisi, tehcirin soykırıma dönüşmesinde sorumsuz insan­
ların değil, Teşkilat-ı Mahsusa nın rol oynadığına işaret etmektedir. (S.
Kilindijan, Le Monde, 30 Ağustos 1994). Gerçekten 1 9 14 Ağustosunda ye­
niden örgüılenip, genişleyen Teşkılal-1 Mahsusa nın görevlerinden biri de
Türkiye'de bağımsız bir Ermenistan'ı önlemektir. Bkz. Dr. Philips H. Sıod­
dard. Teşkilat-ı Mahsusa, Istanbul, 1993 s. 5 0 . Bu konuda, ileride tekrar de­
ğineceğimiz gibi, Ahmet Refik (Altınay), A. Emin Yalman, Arif Cemi\ gibi
dönemin tanıklarının da ağır suçlamaları vardır.
Ö rneğin Gerard Chaliand, J. Winter'e verdiği yanııra Alman diplomatlarını,
rahip Lepsius'u ve Morgethau'u tanık göstererek "önceden yok etme fikri"ni
kanıtlamaya çalışmıştı. Le Monde, 30 Ağustos 1994.
K . J . Basmadjian, L 'histoire moderne des armeniens, Paris, 1 99 2, s. 145.
H . Thorossian, L 'histoire de l'Armenie et du peuple armenien, Paris, 1 957, s.
'
'
10
11
12
11
146 .
Richard G. Hovanissian, Armenia on the Road to Jndependence,
1918, s. 48.
Giriş
ya Savaşı'ndan sonra yapılan, sayıları bir hayli kabarık
yayınlarda Ermeni tehcir ve kırımında, başta Almanya
olmak üzere bazı Batılı devletlerin önemli ölçülerde so­
rumluluk payı taşıdıkları vurgulanmıştır. Bu tez zaman­
la unutulmuşsa da, Hovanisyan, sözünü ettiğimiz ese­
rinde Almanların suç ortaklığını tekrar hatırlatıyor; Al­
manya büyükelçisi Bernstoffun trajedinin nedeni olarak
Ermenileri suçlayan beyanatını naklediyor ve elçileri
Morgenthau vasıtasıyla tüm olup bitenlerden haberdar
olan Amerikalıların 1 9 1 Tye kadar Osmanlı Devleti'yle
diplomatik ilişkileri kesmediklerine dikkati çekiyordu. 14
Oysa 1 975'te, Ermeni terör örgütü ASALA'nın başlattığı
suikast girişimlerinin yarattığı ortamda Ermeni tezleri
giderek katılaşmış, nesnel verilerden uzaklaşılmış, hatta
piyasaya düzmece belgeler sürülmüş 1 5 ve soykırım iddi­
alarını kabul etmeyenler baskı ve tehditle karşılaşmaya
başlamışlardır. Bu bağlamda Ermeni kırımı Nazilerin
soykırımıyla aynı kefeye konmuş, hatta Hitler'in lttihat­
çılardan esinlendiği ileri sürülmüş ve 1 9 1 5 - 1 9 1 7 ara­
sında bir buçuk milyon (hatta bazılarına göre iki mil­
yon) Ermeni'nin öldürüldüğü ileri sürülmüştür. " 16 So-
14
"
10
Los Angeles, 1 969 (ilk baskı 1 967). Soykırım fikri ilk kez 1 965 Nisan ayın­
da, 1 9 1 5 olaylarının ellinci yıldönümünde, Erivan'da yapılan büyük gösteri­
lerde ortaya atılmış ve aynı yıl Ermeni Hükümeti, Sovyet Hükümeti'nden
soykırımı resmen tanımasını istemiştir. Yine 1965 Nisanında Kaliforniya ve
Uruguay Meclisleri 24 Ni sanı "anına günü" olarak kabul eden kararlar al­
mışlardır. Bu gelişıneler daha sonra tarihçiterin yayınlarında da ifadesini
bulmuştur.
Age, s. 48-53, 57. Hovanisyan, BcrnstofPun beyanı için 28-29 Eylül 1 9 1 5 ta·
rihli New York Times gazetesine gönderme yapıyor.
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Ermeni Belge Düzmeciliği, Ileri Yayınları, Istan­
bul, 2006.
Aslında daha ı 949'da Ermeni tarihçi Pasdırmacıyan, Hitler'in lttihatçıları
örnek aldığını yazmıştı. H. Pasderınajian, Hisroiı·e de I'Armenie, Paris, 1 986,
s. 4 ıl (ilk baskı 1 949 ) . Fakat bu görüşün Ermeni ve bir kısım Batı çevrele­
rinde klişeleşmesi son otuz yıl içindedir.
121
Türkler ve Ermeniler
runa serinkanlılıkla eğilmeyi ve ı 9 ı 5 dramında hiçbir
sorumluluğu bulunmayan bugünkü Türklerle bir diya­
loğu önleyen bu sertleşmenin nedenleri nelerdir?
ASALA terörü ı 975'te başladığı için, bizde bazı çev­
reler bunları ı 97 4 Kıbrıs müdahalesine bağlamışlardır. 1 7
Oysa bu gelişim Ermeni diyasporasının üçüncü nesiinin
yaşadığı 'kimlik krizi' ve bunu harekete geçirmekte
önemli bir rol oynayan Lübnan savaşıyla daha yakından
ilgili görünüyor. Ayrıca unutmayalım ki terörist eylem­
leri Lübnan Ermenileri başlatmış olsalar da bunları
dünya çapında politize eden ve bazı mesajları Batı ka­
muoyuna ileten özellikle Fransız ve Amerikan Ermeni
diyasporası olmuştur.
17
Ermeni teröristleri n saldırısı, aslında, Rusya kökenli bir Ermeni olan
Mıgırdiç Yanıkyan'ın Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konso­
los Bahadır Demir'i 2 Ocak 1973 tarihinde, Santa Barbara'da tuzağa düşüre­
7
rek öldürmeleriyle başlamıştır. Batı kamu oyunun bu cinayete duyarsızlığın­
da, kuşkusuz, askeri cunta altında yaşayan bir ülkenin itibarsızlığı da rol
oynamıştır. Ö yle görünüyor ki kin küpü haline gelmiş bir ihtiyarın menfur
cinayeti l975'(e başlayan örgütlü cinayetlere örnek olmuştur. Terör kurbanı
diplomatlarımızın hüzün verici tablosu için bkz. Dr. Bilal Şimşir, Ma/ra
Mahkeme/eri. Ermeni Terörü ve Şehir Türk Diplomatl.an. (Prof. Dr. Aysel
Ekşi'nin editörlüğünde yayınlanan Belgeler ve Tanıklarla Türk-Ermeni Iliş­
kilerinde Tarihi Gerçekler içinde), Alfa Yayınları, !stanbul, 2006, s. 12!.
Ermeni Diyasporası ve Kimlik Krizi
�
Ermeni diyasporasının üçüncü neslinin, babalarından,
hatta 1 9 15 faciasını yaşamış dedelerinden daha bağnaz
olmalarının nedenleri nelerdir? Ermeni kimliği konu­
sunda Fransız Ermenileri arasındaki bir tartışma, konu­
ya bir ölçüde ışık tutuyor. 1 Bu yüzden genç Fransız Er­
menilerinin yirmi yıl kadar önce yaptıklan bazı sorgu­
lamaları ve ileri sürdükleri tezleri özetlemek yararlı ola­
bilir.
l9 l5'te tehcire uğrayan Ermenilerden bir kısmı da­
ha sonra çeşitli yollardan Marsilya'ya gelmişler ve mül­
teci kamplarına sevk edilmişlerdi. Çok geçmeden ora­
daki hayat koşullarının çok sefil olduğunu ve işsizliğin
hüküm sürdüğünü anladılar. Bunlardan bir kısmı Paris
civarında iş imkanları olan Alfortville şehrine gitti ve
orada çalışmaya başladı. Bunların sorunu her şeyden
J Perigaud. M. Hovanissian-Denieuil. A. Krimian, Reconquere de lidentite
par la praaque de la langue amıenienne, Paris, 1985.
Türkler ve Ermenıler
önce yaşam kavgasını sürdürmek ve yeni bir hayat
kurmaktı. Ilk "Ermeni Cemaati" de Alfortville'de kurul­
du. 2 Ermeni mültecileri zamanla Fransa'nın her tarafına
dağıldılar, fakat yoğunluklarını daha çok Marsilya ve
Paris'te korudular.
lkinci ve üçüncü nesil Fransız Ermenileri yazılı bir
Ermeni kültüründen yoksun kaldılar. Bunların çoğu
Fransız dili ve kültürü aracılığı ile özümlendi ve Fran­
sızlaştı. Kendilerine Ermeni kökenierini unutturmayan
ve Ermeni bilincini ayakta tutan tek şey ebeveynlerinin
anlattıkları tehcir ve kırım olguları, yani 'soykırım'a da­
yanan bir 'kara tarih 've 'Türk'e karşı kin ' idi. "Böylece,
üçüncü nesil, seçilmiş kültürünü 'siyah tem eller üstüne
oturttu. Eski sözlü gelenekler, efsaneler ve bayramlar
unutuldu. Sadece soykırım anısı kaldı. " 3
'
ASALA'nın suikastçıları üçüncü nesli böyle bir psi­
koloji içinde yakaladılar. Bu yüzden aralarında, farklı
ortamlardan gelmiş olsalar bile, sıcak bir bağlantı doğdu
ve o ana kadar terörü aklından geçirmemiş birtakım
genç insanlar bile bu eylemleri kendi kimliklerinin bir
ifadesi olarak algıladılar. Fakat bu gelişim yeni bir süre­
ci başlattı. "Terörist eylemler ve özellikle üçüncü neslin
bunlarla özdeşleşmesi, halen gerçekleşmekte olan kül­
türel uyanışı somutlaştıracak ve ilerletecekti. "4 Kısaca
"üçüncü nesil, atalarının etnik-kültürel değerlerini tek­
rar bulmak ihtiyacını hissediyor ve kültürel miraslarını
sadece soykırım tarihi açısından değil, bu değerler çer­
çevesinde yaşamak istiyor(du) . " 5
Aynı eser,
Aym eser,
Aym eser,
Aym eser.
s.
13.
s.
53 .
s.
56.
s.
54.
Ermeni Diyasporası ve Kimlık Krizi
Bu düşünce ve özlemler Sovyet sisteminin çökme­
sinden ve bağımsız bir Ermenistan'ın kurulmasından
önce ifade edilmişlerdir. Daha sonraki gelişmelerin bun­
ları güçlendirici bir etki yaptığını düşünebiliriz . Fakat
burada asıl dikkati çeken nokta, Fransız kültürü tara­
fından özümlerren Ermenilerin, bu öz benliğinden kop­
ma olgusunu içlerine sindirememiş olmaları değil mi­
dir? Ulusal özgüllüğünü "melting pot"un birleştirici gü­
cüne dayandıran Amerika'da bile Ermenilerin benzer
duygular içinde bulunmaları ve suikast komandoları
oluşturmaları dikkat çekicidir.
Günümüzde Ermeni sorunu, tarihe dönme, yakın
geçmişi sorgulama ve yeni bir kimlik arama sorunlarıyla
iç içedir. Ne var ki meşru ve haklı arayışlarında, dedele­
rinin ıstırabını yaşamamış bir genç neslin suikast ve ci­
nayet gibi barbarca yöntemlere başvurmuş olmaları da
aslında anlaşılması zor bir olgudur. Gerçi 1 9 19'dan son­
ra da Ermeni komandolar intikam eylemlerine girişmiş­
ler ve sorumlu gördükleri lttihatçı liderleri öldürmüş­
lerdi. Oysa 1970 ve 80'lerin 'intikam tugayları', Türkiye
Cumhuriyeti'ni temsil ettikleri düşüncesiyle Türk dip­
lomatlarına suikastlerle ortaya çıkmışlar, sonunda, Pa­
ris-Orly sabotajında olduğu gibi toplu kırımlardan da
kaçınmadıklarını göstermişlerdir. lşin daha da üzücü ta­
rafı, masum insanların öldürülmelerini Batı kamuoyu­
nun belli bir hoşgörüyle karşılaması ve sonunda terör
örgütü ASALA'nın ciddi tarihi incelemeye dayanmayan
bazı tezlerini dünya kamuoyuna benimsetmesidir.
Bunun anlamı bugün bile Türkiye'de yeterince kav­
ranmamıştır. Ülkemizdeki genel eğilim bu durumu hala
Batı'nın geleneksel Haçlı zihniyetine, Ermeni ve Rum
lahilerinin çalışmalarına, yanlış tanınmamıza vb. atfet-
125
Türkler ve Ermeniler
me yönündedir. Ayrıca Ermeni davasını, bizim yönetici
zümrenin ve medyanın yanlış yaklaşımlarının da etki­
siyle, Batı kamuoyunda çoktan kaybettiğimizin farkında
bile görünmüyoruz. 6 Bugün 1 9 1 5 olayları tüm Avrupa
ülkelerinde tartışmasız bir 'soykırım' olarak değerlendi­
rilmektc ve Türkler bu acı gerçeği ısrarla ve inatla red­
deden "belleksiz" , " tarihiyle hesaplaşmaktan korkan"
bir toplum olarak sunulmaktadır. Kısaca Ermeni soru­
nu, dış dünyada 'Türk Imajı'nın (onlara göre " Türk
Gerçeği"nin) bir parçası olmuştur. Buna ait göstergeler
Türkiye'de görmezlikten gelinmiş ve sansür edilmiştir.
Örneğin, kabul edilmekte o kadar ısrarlı olduğumuz AB
Parlamentosu 1 987 yılında 1 9 1 5- 1 9 1 7 olaylarını, 9 Ara­
lık 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Konvansiyonu'na da­
yanarak "jenosit" kabul etmiş ve Konsey'e de bunu Türk
hükümetine kabul ettirmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca
karar, Türkiye'nin bu olguyu reddetmesinin Avrupa Bir­
liği üyeliğine kaçınılmaz engellerden ( "incontournables
obstacles ") biri olacağını da ifade etmiştir. 7 Daha önce
cereyan eden, sembolik planda olsa dahi Batı kamuoyu­
nu çok etkileyen bir olay daha vardır. 1 984 yılı Nisan
ayında, Bertrand Russell geleneğini devam ettiren ve
Türk tezini Batılı platformlarda en çok savunan eski büyükelçi ve gazeteci
Gündüz Aktan'ın yazdıkları bu durumu en açık bir biçimde ifade ediyor.
2002 yılında Londra'da Holokosr Ulusal Anma C!inli toplantısına katılan
Akıan, ülkeye döndükren sonra şunları yazmıştı: "Toplantıda konuşanların
çoğu (konu aslında Yahudi soykırımı, T T.) Ermenilere soykırım yapıldığını
artık bir veri olarak kabul ediyor." Radıkal, 30 Ocak, 2002. G. Aktan birkaç
yıl sonra Almanya ve Zurich'te katıldığı ıoplanıılar için de benzer gözlem­
lerde bulunmuş ve şunları yazmıştır: "Ermeni soykmm iddiaları konusunda
Münih'te karıldığım toplantıdaki izlenimlerim Zürih'tekilerden pek farklı
değil. Ermenilere soykırım yaptığımız konusunda Alman kamuoyuna da ge­
nel bir kanı hakim olmuş." Alınanya da Aynı başlıklı yazı, Radikal, 24 Ocak
2006.
A. Grosser. Le erime er la ıneınoire, Flammaıion, Paris, 1989, s. 202.
Ermeni Diyasporası ve Kimlik Krizi
Avrupa'nın en ünlü entelektüellerini ve bir kısım Nobel
ödüllü bilim adamlarını bir araya getiren 'Halklar Mah­
kem esi' Ermeni soykırımını kınamış ve -hiçbir sorum­
luluğu olmadığını kabul ettiği- bugünkü Türkleri bu soy­
kırımı tanımaya davet etmiştir.8
Bir taraftan masum insanlarımız hunharca öldürü­
lürken, öte yandan Batı kamuoyunda yargılanıp mah­
küm edilmemiz gerçekten acı ve haksız bir olgudur. Fa­
kat gerek resmi çevrelerimiz gerekse medya organları
yanlış bir tutumla bu gelişime katkıda bulunmamışlar
mıdır? Sanıyorum Türkiye'de hiç tartışma konusu olma­
mış bu soru üzerinde düşünmenin zamanı çoktan
gelmiştir.
1 975'te ASALA'nın cinayetleri, Batı, Türk ve Ermeni
kamuoylarında bir sürpriz ve şaşkınlık etkisi yarattı.
Türkiye bir iç terör döneminden geçmiş, 1 2 Mart cunta
rejimini yaşamış ve istikrarsız bir biçimde demokrasiye
geçmeye çalışıyordu. Askeri rejimin yarattığı kin ve in­
tikam birikimi, daha sonraki yıllarda tanık olduğumuz
yeni ve daha yaygın bir terör ortamını hazırlamıştı. Bü­
yük bir olasılıkla ASALA teröristlerini de cesaretlendi­
ren bu ortamda, yine de altmış sene önce yaşanmış bazı
acı olayların hesabının çağdaş Türklerden sorulacağı hiç
beklenmiyordu. O ana kadar ismi duyulmamış bir Er­
meni terör örgütü, Türk diplomatlarını öldürüyor ve bu
yöntemle Türkiye hükümetini ' 1 9 1 5 Soykırımı'nı tanı­
maya' zorluyordu.
Le erime de silence, rıibunaf pennanent des peuples, Flammaıion, Paris 19 4.
8
Bu kararı onayiayan ünlü düşünür, oryanıalıst ve bilim adamlarından bazılan­
nın adları şunlardır: M. Rodinson, j Habermas, ]. Derrida, F. Lyoıard, E .
Morin, R. Aron, V. Jankdewich. F. J acop, L . Sciasia, S . d e Beauvoir, R. Barthes,
A. London, M. Duras, A. Tourain, D. Mayer, A. Lwoff, B. Kouchner, F. Per­
roux, H. Tazieff, F. Furet, E. Le Roy Ladurie, C. Lefort, L. Schwartz.
Türkler ve Ennenıler
Batı medyası bu olayları küçümsedi ve televizyon­
larda gösterilen toplu kırım fotoğraflarıyla bir ölçüde de
meşrulaştırdı. lşlenen cinayetleri seyircilerine anlatmak
için programcılar elbette 1 9 1 5 olaylarından söz etmek
zorundaydılar. Fakat (yurtdışında kısmen izlediğim ve
bir ölçüde genelleştirilebilir nitelikteki) yayınlar, bunla­
rın haber verme işlevini aşıp meşrulaştırıcı bir yayma
dönüştüğü izlenimini veriyordu. Böylece her hunhar ci­
nayetin ardından, hangi 'arşiv'lerden alındığı belli olma­
yan birtakım kırım tabloları Batılı televizyon ekranlarını
doldurmaya başlamıştı.
Cumhuriyet Nesilleri ve Ermeni Sorunu
�
Bu sırada Türkiye'de 1 9 1 5 olaylarına doğrudan tanık
olanların sayısı çok azalmış, etkileri de hiç kalmamıştı.
Cumhuriyet'in kuruculan yeni bir tarih anlayışı geliş­
tirmişler, I ttihatçı iktidarın radikal bir eleştirisini yap­
mışlar, fakat 1 9 1 5 olaylarını, sıradan ve neredeyse nor­
mal bir 'tehcir' olgusu olarak yansıtmışlardı. Bu yüzden
toplum düzenimizi ve tarihimizi kökten bir eleştiriye
tabi tutan -ve bu nedenle cunta rejimlerinde başına gel­
medik kalmayan- Cumhuriyet'in açık fikirli üçüncü nes­
li, bu konuda nesnel bir bilgiye sahip değildi. Zaten
197 1 askeri rejimi, Türkiye'de tüm sorunları sadece kaba
bir milliyetçilik çerçevesinde tartışmaya izin veriyordu.
Başka bir deyişle 'Kemalizm' adına I ttihatçı şovenizm
yeniden hortlamış1 ve Sevr psikozu ülkeye yayılmaya
Aslında bu dönüşümün temelleri lkınci Dünya Savaşı ıçinde, Türkiye'nin,
anlaşmalarına aykırı bir biçimde, Nazi Almanyası ile sıkı ilişkiler içinde bu­
lunduğu bir sırada atıldı. Talat Paşa'nın ·'ıahnit edilerek özel bir şekilde gö-
Türkler ve Ermenıler
başlamıştı. Böylece planlı bir şekilde sahneye konmamış
olan bir durum, insan haklarıyla ilgili tüm derneklerin
Türkiye aleyhine rapor üzerine rapor hazırladıkları bir
ortamda Ermeni teröristlerinin ve militanlarının propa­
gandalarına çok olumlu bir ortam hazırladı. Türk tutu­
munun temel zaafı bu noktada ortaya çıktı. Aslında bu
zaafı hazırlayan başka bir psikolojik neden daha vardı.
Cumhuriyet rejiminde yetişen kuşaklar, haklı ola­
rak, Sevr Antiaşması'nı Türklerin yok oluşu, Lozan'ı ise
kurtuluşu ve yeniden yapılanması olarak algıladılar.
Onlar için Mondros Mütarekesi'nden sonra başlayan ve
örgütlenerek zafere ulaşan direniş, yakın tarihlerinin en
olumlu olayıydı. Ermenilerle ilişkiler de bu dönemde
yeniden düzenlenmiş ve bir dizi dostluk ve barış ant­
Iaşması bizzat Ermeni yöneticilerinin imzalarıyla yürür­
lüğe girmiş ve dünyaya ilan edilmişti. Batum Antlaşma­
sı'ndan (4 Haziran 1 918) Lozan'a kadar uzanan bu ant­
laşmalar serisi yeni bir çığır açmış ve 1 9 1 5- 1 7 yıllarının
acı anılarını arka plana itmişti. Kaldı ki 1 9 1 5-l6'da
Trabzon, Van, Bitlis, Erzurum vilayetlerinin Ruslar taramülmüş cesedi'' Nazi sembolü (gamalı haç) işlenmiş bir vagonla Türkiye'ye
getirildi ve 25 Şubat 1 94 3'te "görkemli bir törenle Hürriyet/ Ebediye tepe­
sindeki diğer hürriyet şehitleri yanına defnedildi" Ertesi gün basında çıkan
yazıların çoğu da eski sadrazarnın kişiliği hakkında "yücelıici" nitelikte idi­
ler. Bu bilgileri aktaran Tevfik Çavdar, Talat Paşa'yı "Jakoben devrimci" ve
"örgüt ustası" olarak öven eserinde bu iade kararında "Ilk isteğin Türkiye
Hükümeti'nden mi, yoksa Nazilerden mi geldiğini bilmiyoruz." diyor. T.
Çavdar, Bir Orgıit Ustasının Yaşanı Öyküsü: Talat Paşa, Ankara, Imge Yayın­
ları, 200 1 , s. 570-57 1 . Cenaze merasimini anılarında anlatan Naciye Neyyal
ise, Mustafa Kemal ile karşılaşıırdığı Talat Paşa'nın çok olumsuz bir tablo­
sunu çiziyor ve "(lttihaıçılar zamanında) bir asra bile sığdırılamayacak kadar
cinayetler, pek kısa bir zamanda, on sene zarfında işlendi" diyor. Bkz. Res­
sam Naciye Neyya/'in Mutlakiyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet Hatıralan, Is­
tanbul, Pınar Yayınları, 2004, s. 383.
1 30
Cumhuriyet Nesilleri ve Ermeni Sorun u
fından, l920'de de Kilikya'nın Fransızlar tarafından iş­
gali sırasında Ermeniler, Rus ve Fransız subayları ko­
mutası altında intikam girişimlerinde bulunmuşlardı.
Ermeni tehciri sırasında "cidden nefrete şayan cinayet­
ler" işlendiğini duyan ve kendi komutanlığı altındaki
bölgede (Suriye) "Ermenilere bir tecavüz yapılmasına
meydan verilmemesi" hususunda emir veren Cemal Pa­
şa, Doğu Anadolu'da hicret ve cinayet sonucu öldürülen
Türk ve Kürtlerin sayısının Ermenilerden daha fazla ol­
duğunu yazmıştır. 2 Bu konudaki çeşitli -ve çok abartılı­
değerlendirmelere ileride değineceğiz. Burada işaret et­
mek istediğimiz nokta bir kısım Ermeni'nin, Birinci
Dünya Savaşı'ndan sonra imzalanan antlaşmaların en
ağın olan Sevr Andaşması'na duyduğu özlemdir. Kali­
forniya'da iki Türk diplomatının tuzağa düşürülerek öl­
dürüldükleri yıl ( 1 973) yayınlanan bir eserde, bir Er­
meni yazarı, Sevr hariç, Ermenilerle imzalanan tüm ant­
laşmaları (Batum, Gümrü, Moskova, Kars, Lozan) ge­
3
çersiz sayıyordu.
Bu iddialar Türk hükümetleri ve kamuoyu tarafın­
dan elbette benimsenemezdi. Dünyada hiçbir devlet, te­
rör yöntemleriyle, aslında gerçekiere de uygun olmayan
bazı tezleri kabule zorlanamaz. Bununla beraber, Türki­
ye'nin reaksiyonunun da serinkanlı ve sağlıklı olduğunu
iddia edemeyiz.
Cemal Paşa, Hatınif, Nehir Yayınları, Istanbul, 2006, s. 386. Bu id'!it'lfl : rı:� .,
abartılı bulan A. Emin Yalman, Ermeni çetelerinin Erzurum'ı.rı•t'Ş giı.li ndeıi.
sonra Türklerin kaçtığını yazmakta ve "Kafilelerin yollarda vetdiklerı zaiyat
dışmda Ermeni çevrelerinin kırk bin Türkü öldürdükleri tahhıin }"dilebilir';
demektedir. Gördüklerim ve lşiaiklerinı, c. I, Istanbul, 1970, s. 333..
Shavarsh Torisquian, The Armenian Quesrion and !mernarional Uıw, Bey"
rut, 1973.
Türkler ve Ermeniler
1 975'te bir sürpriz etkisiyle başlayan cinayetler Türk
resmi çevrelerinde ve kamuoyunda şiddetli bir tepki
uyandırdı. Ne var ki bu tepki tamamen duygusaldı ve
bu konuda daha önceden yapılmış az çok nesnel araştır­
malara dayanmıyordu. Türk hükümeti "teröristleri mu­
hatap almayız" diyor, fakat aslında sadece teröristleri
muhatap alıyor ve tüm Ermeni camiasım teröristlere
meylettirecek bir söylem geliştiriyordu. Oysa terörizmle
mücadelenin en iyi yöntemi, onu tecrit edecek ve gide­
rek etkisiz kılacak en doğru tavrı takınabilmektir. Bu­
nun için de terör eylemlerini bizim gibi sürpriz olarak
karşılayan Ermeni camiası ve dünya kamuoyu nezdinde
inandırıcı olabilecek bir yorum getirebilmektir. Ne var
ki bu konuda 'Katil Ermeniler' , 'Cani Ermeniler' gibi
ırkçı formüllerin ötesine geçemeyen bir tutum sergilen­
di. 4 Türk tezi 1915 olaylarını bir "iç savaş" , bir "karşı­
lıklı kıtal" (birbirini öldürme) olarak görüyor; kimi baYurtdışındaki Türk temsilcilerine karşı l975're başlayan terörist saldınlar 15
Temmuz l983'te Paris Orly Havaalanında, THY Bürosu önünde patlatılan
bombaya (soykınmcı eyleme-"genocidary acr"e) kadar diyasporanın lojistik
ve moral desteğinden yararlandı. Diyaspora erkinlikleri daha sonra siyasal
plarforma aktarılarak yoğun bir jenosit kampanyasına dönüştürüldü. Batılı
devletler kendi ülkelerinde terörisı eylemlerin failierini bulup cezalandırdık­
tan sonra Türkiye'den dünya kamuoyuna yönelik bir jest, inandıncı bir me­
saj beklediler. Ne var ki Türkıye adına konuşanlar, Türk tezlerine en yakın
tarihçi Bemard Lewis'in dediği gibi "hiçbir şeyi kabul etmeyerek" Batı ka­
muoyunu en katı Ermeni tezlerini benimsemeye yönelttiler. Terörün durma­
sı da, Türkiye'de, Orly suikastında bazı Avrupalıların da ölmesine bağlandı.
Oysa, Dışişleri Bakanlığı'nın Ermeni terörü üzerine kurduğu Istihbarat ve
Araştırma Dairesi'nin ilk genel müdürü emekli Büyükelçi Ömer Engin
Lütem'in belirttiğine göre, "Büyük devletler Ermeniterin faaliyetlerine karşı
çıktı, failierin hepsi yakalandı ve ağır cezalara çarptırıldı" ve "Ermeni terö­
rünün l985'te durmasının nedeni de Abdullah Çatlı ve öteki bazı kişilerin
Ermenilere karşı yaptıkları icraat değildL Terörü durduran doğrudan doğru­
ya Ermeniterin kendileri (oldu)". Hürriyet, 9 Ağustos 2004, Yener Süsoy ile
söyleşi.
Cumhuriyet Nesilleri ve Ermeni Sorunu
sm ve yayın organları daha da ileri giderek 1 9 15'te, Er­
menilerin Türkleri kestiğini, asıl "soykırım"ı onların
yaptığını yazıyorlardı. 5 Bu konuda bir kısım lttihatçıla­
rın anılarında sözünü ettikleri vicdan hesaplaşmasını
yapabilen birkaç aydın bile çıkmadı. Zaten yaratılan
Ermeni düşmanı histeri ortamında çıkmasına da olanak
yoktu. Ayrıca ortada böyle bir tutuma kaynak teşkil ede­
cek nesnel eserler ve araştırmalar da bulunmuyordu.
Cumhuriyet'in ilk nesilleri, geçmişten kopuş ve yeniden
kuruluş süreci içinde 1 9 1 5 dramını zaten unutmuşlardı
ve 1 975'ten sonra sorun beklenmedik bir biçimde yeni­
den gündeme gelince boşluğu Ittihatçı-şoven tezler dol­
durdu. Kemalist rejim bu konuda kendisine yakışır bir
tarihi hesaplaşma yapamamış, meydanı Türk halkının
da mahvına neden olan kornitacıların manevi torunları­
na bırakmıştı. Bütün bunlar bir araya gelince Türki­
ye'de, yirminci yüzyılın en büyük dramlarından birini
yaşamış Ermeni halkını teröristlerden ayıran ve onlara
sempatisini ileten tek bir ses bile çıkmadı.
Burada Ermenilerin kimliklerini Türk düşmanlığı
üzerine kurduklarını -veya böyle sanıldığını- ve bu ol­
gunun da Türk tutumunu belirlediğini düşünebiliriz.
Oysa daha 1 9 l 9'da Ahmet Refik (Altınay), Iki Komite, Iki Kua/ başlıkl ı ese­
rinde konuya çok daha nesnel bir şekilde yaklaşmıştı. Harbiye kökenli Da­
rülfünun tarih müderrisi (ve sonra da Türk Tarih Eucümeni üyesi), eserin­
de, 1 9 1 5'te Ermenilerin Vau'da çıkardıkları isyanın "ltıihatçıların milli gaye­
leri için mühim bir fırsat meydana getirdiğini" yazmış ve şunları eklemişti:
"Adil ve kuvvetine güvenir bir hükümetin böyle bir vaziyet karşısında yapa­
cağı şey, hükümet aleyhine isyanları tahakkuk edenleri tecziye eylemekti
(cezalandırmaktı); fakat lttihatçılar, Ermenileri imha etmek ve bu suretle
Viiayan Si tt e (altı vilayet) meselesini de ortadan kaldırmak istediler." Iki
Komite, Iki Kıta/, Ankara, yayma hazırlayan Hamide Koyukan, Kebikeç Ya­
yınları, Ankara, 1 994, s. 27. (Eser ılk kez Aralık 1 9 1 8-0cak 1 9l9'da !kdam
gazetesinde tefrika edilmiştir.)
Türkler ve Ermeniler
Aslında bu konu iyi çözümlenmesi gereken ve paradok­
sal boyutları olan bir konudur. Bu çerçevede şöyle tarihi
bir açıklama getirilebilir sanıyorum.
1915 Dramı
ve
Tarihi Arka Plan
1 9 1 5 yılı Ermeniler için olduğu gibi Türkler için de bir
felaket yılı oldu. Sankamış faciasıyla başlayan 1 9 1 5 se­
nesi, sonunda Çanakkale zaferiyle bitse bile Anadolu
Türklerine çok pahalıya mal olmuştu. Zaten 'Ermeni
Tehciri' de bu ortamda düşünülmüş ve bir panik havası
ve çılgınlığı içinde uygulanmaya konulmuştu. Ne var ki
Türk-Ermeni ilişkileri, yer yer feci kmmlarla bütünle­
şen 'tehcir' olgusuyla noktalanmadı. Türkler ve Ermeni­
ler önce büyük savaşın bitimine, daha sonra da Kurtu­
luş Savaşı'nın sonuna kadar bazen savaş meydanlarında,
bazen de müzakere masalarında karşılaştılar. Bütün bu
gelişmeler sırasında Istanbul'da bir Türk-Ermeni dost­
luk derneği vardı ve Lozan imzalanırken Ermeni cemaa­
tinin lideri, bir Ingiliz gazetesine verdiği beyanatta,
"Farklı ırklardan oluşan toplumlarda en önemli şey,
bunlar arasında gerekli ahengi kurmaktır. Mutsuz geç-
Türkler ve Ermeniler
miş unutulmalıdır" 1 diyordu. Ne var ki "mutsuz geç­
miş" unutulmadı. Bu konuda bir açıklığa ihtiyaç vardı.
Ermeni diyasporası kabul edildikleri ülkelerin dış­
layıcı ve horlayıcı ortamı içinde yeni bir hayat kurma­
nın güçlüklerini yaşarken2 bütün suçu kendilerini ana­
yurtlanndan kovanlarda buluyorlardı. Bu duygularını
yer yer anlaşılır abartılarla, çocuklarına ve torunlarına
ilettiler. Oysa bu düşmanlık duygusu birçok ortak değe­
rin birleştirdiği bir yaşamın ürünü olan sempati ve öz­
lemle iç içe, iki yönlü (ambivalent) bir duyguydu. Buna
karşılık Batı'da yetişen diyaspora, dedelerinin çoğu kez
bilinçaltına ittiği bu sonuncu duygulardan yoksun yetiş­
ti. Batılı değerlerin bireyci atmosferi içinde, kendilerine
anlatılanları kuru bir entelektüel çerçevede, bir 'köken
arayışı' bağlamında özürolediler. Dedelerinin ı 9 ı 5- ı 9 23
arasında yer yer kendi hemcinslerini (örneğin Taşnak
ve Hınçak militanlarını) eleştiren, en azından topyekün
savaş psikolojisinin yarattığı çılgınlıkları kavrayan tec­
rübesine sahip değildiler. Temelde haklı olmaları, onları
topyekün bir haklılık psikolojisine sürüklüyordu. Katı
inançlarını paylaşmayan Batılı yazarlar, Türkler tarafın­
dan kandırılmış ya da satın alınmış oportünistler olarak
görülüyordu. Sonunda ASALA terörünü de onaylayan
bu bağnazlık, ı 920'lerde bizzat bazı Ermeni liderlerinin
kabul ettiği olguları bile sansür ediyordu. Somut bir ör­
nek verelim. lleride adından tekrar söz edeceğimiz Bogos
Eliot Grinnell Mears, Modern Turkey, New York, 1924, s. 531. 24 Temmuz
1923 tarihli Manchester Guardian Weekljden aktarma.
Ermeni asıllı Fransız sinemacısı Henn Verneuil (Aşod Malakyan) Mayrig
isimli kitabında bu güçlükleri anlatır. Paris'te geçirdiğim yıllarda tanıdığım
bazı yaşlı Ermenilerin de Fransa'ya girerken pasaportlarını göstererek ''biz
Hıristiyanız" demelerine rağmen ırkçı bir tutumla karşılaştıklarını, "Türk
muamelesi" gördüklerini anlattıklarını nakletmek isterim.
1915 Dram1 ve Tarihi Arka Plan
Nubar Paşa, 1924'te şunları yazabiliyordu: "Büyük Sa­
vaş'ta Türk halkı da Ermeniler kadar ağır bir bedel öde­
di. Muharebe meydanlarına gönderilenler büyük çoğun­
lukları itibariyle Küçük Asya'dan toplanmışlardı. Bunun
dışında salgın hastalıklar, yoksulluk, kıtlık, kötü sağlık
koşulları Müslüman halk arasında korkunç tahribat
yaptı. Alman istatistiklerine göre savaş esnasında iki
milyondan fazla Türk öldü. " 3 Gerçi Nubar Paşa bunları
Doğu Anadolu'da nüfus dengesinin bozulmadığını ka­
nıtlamak için yazıyor ve Ermeni çoğunluğunun tekrar
sağlanması için teheir edilenlerin güvenlik içinde yurt­
larına dönmelerini talep ediyordu. Aslında en güvenilir
İstatistikler, Ermenilerin, Doğu illerinde, 1 9 1 5'ten önce
de çoğunluğa sahip olmadıklarını ortaya koymuştur. 4
Fakat burada vurgulamak istediğimiz nokta Nubar Pa­
şa'nın, 1 9 1 5 trajedisine çok daha yakın bir tarihte bile,
olup bitenlere kin ve intikam duygularından sıyrılmış
bir biçimde yaklaşabilmesidir. Çağdaş Ermeni diyaspo­
rası ya da onun adına konuşanlar, çoğunlukla , ne yazık
ki bu ılımlı tutumu benimsemekten uzak görünüyorlar.
Burada sorulacak soru şudur: Günümüzde Ermeni­
terin sözcülüğünü yapmak isteyen bir kısım tarihçi ve
politikacılar 1 9 1 5 olaylarını planlı ve sistemli bir soykı­
rım sayarak, Nazilerin Yahudi soykırımıyla (Holokost)
E. G. Mears, age, Nubar Paşa'nın Ermenilerle ilgili makalesi, s. 73.
Mareel Leart, La quesrion annenienne, Paris 1 9 1 3 , ss. 9-1 I . Daniel Panzec,
" L 'enjeu du nombre; La population de la Turquie de 1914 .ıi 192 1", Turquie:
La croisee des chenıjns, Paris, 1 989, 1 9 14 Nisanında S. Zarzecki şunları ya­
zıyordu. "Küçük Asya'da hiçbir yerde Ermeniler türdeş ulusal heyet halinde
yaşamıyorlar. Bu onların hem siyasal zaaflarının hem de ticari refahlannın
nedenini oluşturuyor. Aralarından çok azının hayal ettiği Ermeni Devle­
ti"nin, fırsat çıkarsa, nereye yerleştirileceği konusunda karşı\aşılacak müşkü­
laı, bu özlemi üropik kılıyor." Revue de Paris, Nisan 1 9 1 4, s. 879.
Türkler ve Ermeniler
aynı kefeye koyarak, hatta Hitler'in cürümlerinde Os­
manlıları model aldığını ileri sürerek neyi hedefliyorlar?
Eğer amaçları intikam duygularını tatmin etmek, Türk­
leri dünya kamuoyunda küçültmekse, bu yolun Türk
milliyetçiliğini kamçılayıcı ve Türkiye-Ermenistan iliş­
kilerini daha da zehirleyici sonuçlar verebileceğini dü­
şünmeleri gerekir. Yok eğer, daha somut planda, Lo­
zan'dan Sevr'e dönen bir süreci başlatmak istiyorlarsa,
bunun günümüz gerçekleriyle ilgisi olmayan bir kurun­
tu olduğunu gözden kaçırmamalıdırlar. Bu gibi tutum­
lar Batı kamuoyuna "bağnaz bir Türkiye" sunmak için
kimilerinin hoşuna gidebilir. Fakat Türkiye'ye komşu
ve işbirliği ihtiyacındaki bir bağımsız Ermenistan'ın is­
tediği herhalde bu değildir.
O halde yapılacak şey nedir?
Yapılacak şey, tarihi arka planı göz ardı etmeden,
1 9 1 4- 1923 dönemini mümkün olduğu kadar objektif
olarak ve aşamalı bir şekilde ele almak suretiyle yeni bir
değerlendirme denemesine girmektir. Bunun sonucu or­
tak bir senteze götürmeyebilir. Fakat Türk-Ermeni ba­
rışmasına yol açabilecek bir diyaloğu başlatabilir. Inkar­
cı tutumu olduğu gibi maksimalist tezleri de dışlayarak
bu konuda gerçekçi bir zemin yaratabilir. Bu yönde bir
katkıda bulunmak istediğimiz bu kitapta, genel bir de­
ğerlendirme denemesinden önce olayların gelişimini ve
yaşadıkları dönemde nasıl algılandıklarını saptamaya ça­
lışacağız.
Sonun Başlangıcı: Tehcir Kararı
Nasıl Alındı?
Ermenilerin tehciriyle ilgili kararın nasıl alındığı uzun
süre anlaşılamamış ve olay yıllarca hırçın polemiklerin
konusu olmuştur. Kararın ne kadar karanlık koşullarda
alındığını, İttihat ve Terakki Fırkası'nın en önde gelen
isimlerinden Hüseyin Cahit Yalçın'ın yazdıkları çok iyi
gösteriyor.
Siyasal anılarında Hüseyin Cahit Bey, "(Ermeni so­
rununu) ilk kez Çanakkale'ye gittiğimiz zaman Enver'in
ağzından işitmiştim" demekte ve "Enver, bu tehlikenin
önünü almak için, doğu illerindeki bütün Ermenileri
yerlerinden kaldırarak başka yaniara göndermek gere­
ğine inandığını söylüyordu" 1 diye eklemektedir. Tanin
başyazannın konuyla ilgili şu gözlemleri daha da ilginç­
tir: "Ermenileri göç ettirmeyi kim düşünmüş, kim hazırHüseyın Cahit Yalçın, Siyasal Anı/ar, Istanbul, 1976, s. 233.
Türkler ve Ermeniler
lamış ve kim bu biçimde uygulamıştı? Herhalde bir ki­
şinin eseri olamazdı. Ama ne zaman bu sorun üzerine
Genel Merkez'de konu açılsa kimin bunu hazırladığı
düğümü belirsizce geçiştiriliyordu . Göç ettirmeyi Ba­
kanlar Kurulu da kararlaştırmış olabilirdi. Ama göç et­
tirme sırasında geçen olaylar, ikinci üçüncü derecedeki
ellerin, yerel tutku ve kinlerin, çıkarların sebep olduğu
olaylar mıydı? " 2 Hüseyin Cahit Bey Genel Merkezden
Ziya Gökalp, Kemal ve Mithat Şükrü Beylerin3 bu uyguAynı eser, s. 235. Ilginçtir ki I t tihat ve Terakki Fırkası'nın en güçlü paşala­
rından ( "triyumvira"sından) Cemal Paşa bile Hatırar"ında "Devletin hangi
sebepten dolayı Ermeniterin genel olarak tehcirine karar verdiğini bilmi­
yorum" diye yazmıştır. Age, s. 38 1 . Arif Cemil'in 1934 yılında Vakit gazete­
sinde "A. Mil" imzasıy1a tefrika edilen TeşkilatJ Mahsusa başlıklı eserine gö­
re ise, Bahattin Şakir Sarıkamış bozgunundan sonra Doğu illerine bir seyahat
yapmış ve lstanbul'a dönerek Ittihat ve Terakki Fırkası'nın Merkezi Umumi­
si ile müzakerelere girmişti. A. Cemi!, "Bu müzakereler nihayet 'tehcir ka­
nunu'nun neşri ile neticenmişti" diyor. f Dünya Savaşı 'nda TeşkilatJ Mahsu­
sa, Arba Yayınları, !stanbul, 1 997, s. 246.
Mithat Şükrü Bey, Ermeni kırımlarında en çok suçlananlardan Dr. Reşit
Bey'e "Siz hekimsiniz. . . ve bu sıfatla can kurtarınakla vazifelisiniz. Nasıl olup
da bunca insanın yakalanıp ölümün kucağına anlmasına göz yumdunuz?"
diye sorduğunda Dr. Mehmet Reşit'ten "Türklüğüm hekimliğime galebe çal­
dı" yanıtını almıştır. Bkz. Mithat Şükrü Bleda, Imparatorluğun Çöküşü,
Remzi Kitabevi, !stanbul, 1979, s. 58. Idam edilmekıense imihan seçen Dr.
Reşit, amlarında, Ermenilerin devlet aleyhindeki "ama! ve maksadı fiilen sa­
bit olduğundan" bunlara karşı "tedabiri şedide ittihaz etmek" (şiddetli ön­
lemler almak) zorunlu olmuştu, diye yazar ve şöyle devam eder: "'(Oysa),
Osmanlı milletini mahkum göstermek ve bu suretle Avrupa umumi efkarına
tarziye vermek budalalığında bulunanlar hiç düşünmüyorlar ki bugüne ka­
dar medeniyet tarihi masal kitabı kadar boş; medeniyet, hukuku beşer, bey­
nelmilel hukuk gibi yaldızlı tabirler. . . mübteldirler (iptal edilmişlerdir) " . Yi­
ne de Dr. Reşit, hak ve hukuku tamamen bir tarafa atmayarak, anılarında şu
gözlemlerini de ifade etmiştir: "Mateessüf. fırsattan istifadeye kalkışanlar
yalnız avam tabakasından üç beş kişi değildi. Köylerdeki zahire ve hayvanla­
rı, filan Ermeni ortağıındı veya ben emanet e tmiştim diyerek zabt etmeye
kalkışanlar arasında oranın en yüksek tabakasından zevat vardı" . Bkz. ittihat
ve Terakki'nin Kurucu Üyelerinden Dr. Reşir Bey)n Hanralan, yayma hazır­
layan A. Mehmetefendioğlu, Arba Yayınları, !stanbul, 1 993, s. 55, 6 1 , 69, 74.
Sonun BaşlangıCI: Tehcir Kararı Nasıl Alındı?
lamaya karşı olduklannı, buna karşılık Bahaddin Şa­
kir'in Doğuda bir gezi yaparak vali ve mutasarnflara yet­
ki sınırlarını aşıp kendi düşüncelerini Genel Merkez'in
ve Cemiyet'in karar ve isteği biçiminde aşılamış" 4 gö­
ründüğünü de ifade ediyor. Profesyonel tarihçiler ve ar­
şiv çalışmaları daha yakın tarihlerde bu konuyu epeyce
aydınlatmış bulunuyorlar.
Hikmet Bayur, Türk lnkılabı Tarihi'nde Ermeni telı­
cirinde baş sorumluluğu Talat Paşa'ya vermiştir. Ünlü
tarihçi bu konuda şunları yazıyor: " Dahiliye Nezareti,
yani Talat Bey, Meclis-i Vükela'dan karar almadan ve bu
işle ilgili bir kanun-u muvakkate çıkarttırmadan Ermeni
tehcirini başlattırmıştır ve bu çok ağır sorumluluğu tek
başına üzerine almaktan kaçınmamıştır. " 5 Yazara göre
bir "kanun-u muvakkate" (geçici kanun) çıkarmak bir­
kaç saatlik bir işti. Buna rağmen Talat Paşa'nın bir "em­
rivaki"yi yeğlemesi anlaşılması zor bir olaydır.
l 994'te yayınlanan Osmanlı arşiv belgelerinde de
aynı görüş yinelenmektedir. Bu belgelere dayanılarak
kaleme alınan önsözde belirtilcliğine göre Talat Paşa
"Aralık l 9 1 4'te Doğu vilayetlerine gönderdiği gizli bir
talimatta oldukça büyük miktarda bulunan ve özellikle
H. C. Yalçın, aynı eser, s. 235. Yalçın, l916'da Yedigün dergisinde tefrika
edilen yazılarında, söylentilerin ve "şüphe uyandıran ince ve hafif delillerin'·
ve çeşitli görüşmelerinin "kendisinde kuvvetle peyda ettiği zanna göre tehcir
.
işinin en büyük arnili ve haliki Bahattin Şakir'dir. diye yazmıştır. Yazara gö­
re Bahattin Şakir Doğu illerini dolaşarak "haiz olduğu mevki dolayısıyla
emirlerinin Merkez-i Umumi ve hükümet emırleri diye telakki edilmesini'.
sağlamıştı. (s. 83). Ne var ki bu bir suçlama değildir; H. C. Yalçın'ın kendisi
de tehcir kararını övmekte ve "Türk'ıin yaşaması için'· bu kararı alanlar
"kalplerinden gelen insani hisleri bile susturacak kadar mıithiş bir azim ve
irade göstermişlerdir " demektedir. Bkz. H. C. Yalçın; Tanıdık/arım; YKB Ya­
yınları, Istanbul, 2001, s. 83.
Hikmet Bayur, Türk lnkılabı Tarihi, TTKB, lll. c., lll. Kısım, Ankara, l 983,
s. 38.
Türkler ve Ermeniler
Ermenilerin eğitimiyle ilgilenen yabancı kuruluş ve
memurların harp sırasında başka bölgelere gönderilme­
lerinin düşünüldüğünü" 6 ifade etmiştir. Enver Paşa ise 2
Mayıs l 9 1 5'te Talat Paşa'ya yazdığı mektupta, Rusların
bir kısım Müslümanı Türkiye'ye sürmelerine karşılık
olarak Ermenilerin Rusya'ya (veya Anadolu'da uygun
yerlere) sürülmelerini öneriyordu. Söz konusu eserde
" Dahiliye Nazırı Talat Paşa, durumun nezaketi karşısm­
da geçici bir kanun çıkmadan ve Meclis-i Vükela kararı
olmadan bütün sorumluluğu üzerine alarak tehciri baş­
lattı. "7 denilmektedir. Ne var ki kırım uygulama ve söy­
lentilerinin başlamasından sonra Rusya, Ingiltere ve
Fransa'nın baskıları üzerine, sorumluluğu tek başına
yüklenemeyeceğini anlayan Talat Paşa 27 Mayıs l 9 1 5'te
resmi ismi " Vakt-i selerde icraat-ı hüküm ete karşı ge­
lenler için cihet-i askeriyece ittihaz olunacak tedabir
h akkında kanun-u muvakkat' olan geçici yasayı çıkart­
mıştır. 8
Başta sadece güvenliği sarsacak bölgelerde uygula­
nan tehcir, bu kanunla "isyan çıkaran ve Ermeni komi­
tecilerine yataklık eden diğer vilayetlerdeki Ermenileri
de kapsamına (almış)" ve "Devlet sevk edilen Ermenile­
rin gittikleri yerlerdeki nüfuslarını devamlı kontrol ede­
rek, Müslüman ahalinin % lO'unu geçmemesine özen
göstermiştir. " 9
Görüldüğü gibi, o dönemin tanıkiarına ve arşiv bel­
gelerine göre , tehcir konusu daha önce çok dar bir IttiOsman/i Belgelelinde Ermemler (1915-1920). T.C. Başbakanlık Devlet Ar­
şivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 1994,
Aym eser, s. 8.
Aynı eser,
Aynı eser,
s.
s.
8.
9.
s.
6.
Sonun Başlangici: Tehcir Karan Nasil Almdi?
hatçı çevrede müzakere konusu olmuş ve bu müzakere­
lerde Dr. Bahattin Şakir ağır basmışsa da, başlangıçta so­
rumluluk tek başına Talat Paşa tarafından yüklenilmiş­
tir. Bununla beraber, yurtdışına kaçtıktan sonra anıları­
nı kaleme alan Talat Paşa, T ehcir Kanunu'ndan söz eder­
ken, "Ben bu kanunun tatbiki aleyhtarı idim. Jandarma­
lar tamamen, polisler ise kısmen ordu hizmetine alınmış
ve yerlerine milisler konmuştu. Tehcirin bu vasıtalarla
yapılması halinde çok çirkin neticeler elde edileceğini
biliyordum. Binaenaleyh istikbali düşünerek bu kanu­
nun tatbik edilmemesinde ısrar ettim ve meriyete gir­
mesini de geciktirmeye muvaffak oldum" 1 0 demektedir.
Aslında Talat Paşa bu satırları yazarken, sözünü et­
tiği "çok çirkin neticeler"i biliyordu ve bu yüzden söy­
ledikleri daha çok kişisel bir savunma olarak değerlen­
dirilebilir. Bu da önemli bir noktadır ve daha sonra tar­
tışacağız. Şimdi lttihatçıları bu kadar çılgın bir kararı
almaya sevk eden konjonktürel nedenleri anlamaya ça­
lışalım.
Ermenilerle Türklerin ilişkileri 1890'lardan itibaren çok
çelişkili aşamalardan geçmişti . Abdülhamit'in Hamidiye
Alayları'nın Ermeni devrimcilerine ve teröristlerine kar­
şı giriştiği kanlı bastırma hareketleri büyük bir huzur­
suzluk yaratmış, 1 1 fakat 1 908 devriminin özgürlük ve
1 ''
11
Ta/ar Paşa 'nm Haara/an, Istanbul, 1 946, s. 64. Bu sözlerde özellikle Enver
Paşa'ya yönelciimiş gizli bir suçlamanın olduğu düşünülebilir.
Bkz. T. Timur, Osman!J Çalişma/an, Imge K itabevi Yayınları, Anka ra, 1 996.
Sulran Abdülhamid, Uluslararasi llişkıler l'e Ermeni Sorunu başlıklı makale,
s. 321-350.
Türkler ve Ermeniler
kardeşlik havası bir süre her şeyi unutturmuştu. Hürri­
yetin ilanıyla beraber Ermeniler de Doğu Anadolu'da si­
lah taşıyabilir hale gelmişler ve Kürtlere karşı bir denge
sağlayabilmişlerdi. Daha da ötesi, yer yer kendileri Kürt­
lere bir baskı unsuru olmaya başlamışlardı. Batılı bir göz­
lemci bu konuda şunları yazmıştır: "Kürt giderek aşağı­
dan aldıkça, Ermeni küstah ve kırıcı oluyor, Kürt'ü vah­
şilik ve eşkıyalıkla suçluyor, Anayasa'nın kendi eseri ol­
duğunu haykırıyor, çalındığını iddia ettiği topraklarının
iadesini talep ediyordu. Kürtlerin eski kötülüklerinin
cezalandırılmasını istiyor , birçok durumda da cezayı
kendi uyguluyordu . " 1 2
1 909 karşı-devrimi ve Adana'da Ermenilere karşı gi­
rişilen kırımlar Türk-Ermeni gerg}.nliğini yeniden ön
plana getirdi. lttihatçı cuntanın Osmanlı Devleti'ni bir
olup bitti sonucu soktuğu Birinci Dünya Savaşı ise, da­
ha ilk yılında karşılaşılan yenilgilerle yeni bir facianın
zeminini hazırlıyordu.
Balkan Savaşları'yla beraber "Türk'ün Türk'ten baş­
ka dostu olmadığı" fikri egemen olunca lttihatçılar Er­
meni halkına da farklı gözlerle bakmaya başlamışlardı.
Artık onlar "Mıllet-i Sadıka " sayılamazdı ve Balkanlarda
olup bitenlerin Doğu Anadolu'da da salınelenmesine
müsaade edilemezdi. Bunu önlemek için her şey yapıla­
caktı. Fakat yine de, taktik icabı, Ermeniler yok sayıl­
ınadı ve Ermeni örgütlerle ilişkiler kesilmedi. 1 9 1 3'e
kadar lttihatçılar, karşılıklı kuşku ve güvensizlik duygu­
lan içinde de olsa, Taşnaksutyun ile ittifak bağlarını de­
vam ettirdilerY
"
11
S. Zarzecki, age, s. 887.
Davison'un açıklamalarına göre l 907 de 165.000 üyesi oldugunu söyleyen
Taşnaksutyun Partisi Jön-Türklerle l 9 l 3'e ( "Babıali Baskını"na) kadar işbir'
Sonun Başlangıcı: Tehcir Kararı Nasıl Alındı .?
Savaş başlayınca bağlar iyice koptu.
Savaş, Ermeni halkını trajik bir şekilde ikiye böl­
müştü. Ermenilerin bir kısmı Rusya'da bir kısmı da Tür­
kiye'de sınır komşusu olarak yaşıyorlardı ve savaş ha­
lindeki her iki devlet de onları diğeri aleyhine ayaklan­
maya ve savaşmaya zorluyordu . Aslında bu biraz da
Türk-Rus savaşını ilk etapta Ermeni iç savaşına dönüş­
türmek olacaktı. Ermeni tarihçilerin yazdığı gibi, Os­
manlı Devleti'nin l Kasım l 9 1 4'te savaşa girmesiyle ,
"Ermeniler kendilerini sınırın her iki yakasında Rus ve
Türk çıkarları için birbirlerini öldürmeye hazır bir halde
buldular. " 1 4
Ermeni tehciri fikri Sarıkamış hezimetiyle Çanakka ­
le çıkartması arasındaki çöküntü ortamında olgunlaştı.
lngilizler, Fransızlar ve Anzaklar 25 Nisan 1 9 15'te Geli­
bolu Yarımadası'na çıktıkları gün, lttihatçı rejimin em­
niyet kuvvetleri de istanbul'da Ermeni ileri gelenlerini
tutuklamaya başlamışlardı.
Yer yer feci kırım operasyonlarına dönüşen Ermeni
tehciri, önce ltilaf Devletleri'nin 24 Mayıs ı 9 ı 5 tarihli
ortak bir bildirisiyle, l 9 ı 6'dan itibaren de -savaş koşul­
larına rağmen- belgesel eserlerle dünya kamuoyuna ilan
edilmeye başlanmıştır. G. Clemenceau, A. ]. Toynbee, ].
14
liği yaptı. Hınçak yöneticileri ise Rus Parlamentosu'nda (Duma"da) Sosyal
Demokraılarla birlik içindeydiler. O sıralarda Osmanlı Devleti'nin Asya top­
raklarının paylaşılması konusunda da söylentiler vardı ve bunlar Ruslarla
Alman ve Fransızları karşı karşıya getiriyordu. Ancak 8 Şubat 1 9 1 4'te üze­
rinde anlaşılan reform programı herkesi az çok ratmin etmişti. Bkz. Roderic
H. Davison; The Armenian Crisis, 1 912-1 914; Ed. The Armenian National
Council olAmerica, New York, l 948.
Gaidz F. Minassian, 1 Dünya Savaşı Öncesinde Inihar ve Terakki Cemiyeri
ile Ermeni Devrimci Federasyonu Arasındaki Ilişkiler. Aras Yayınları ( yaza­
rın Arsen Avagyan ile birlikte hazırladığı Enneniler ve luihar ve Terakki
başlıklı kitaptan) , Istanbul, 2005, s. 205 .
Türk/er ve Ermemler
Bryce, H. A. Gibbons gibi ülkeleri için çok itibarlı imza­
ları taşıyan yayınlar ve beyanatlar, lttihatçı rejimin cü­
rümlerini görgü tanıkiarına dayanarak sergiliyorlardı.
Bunlar üzerinde durmadan önce sözü savunmaya vere­
lim.
Gerçekten lttihatçı rejim Ermeni tehcirini nasıl meş­
ru göstermeye çalışmıştır?
lttihatçı Savunma
�
Aslında Osmanlılar kesin yenilgiye kadar bir ölüm ka­
lım savaşı içindeydiler ve Ermeni sorunuyla bu koşul­
larda karşı karşıya bulunuyorlardı. Bununla beraber da­
ha l 9 l 6'dan itibaren tehcirin neden olduğu sayısız cü­
rümden haberdar olmuşlar ve bu konuda araştırma
yapma ve önlem alma gereğini hissetmişlerdi. Bu tutu­
mun ilk belirtisini Ittihat ve Terakki Fırkası'nın 1 5 Ey­
lül l 9 1 6'da toplanan kongresinde açıklanan bazı önlem­
lerde görüyoruz. Bu kongrede Ermeni tehcirini "meşru"
kılan nedenler on yedi madde halinde sayılmakla bera­
ber, tehcir sırasındaki "aşırılıklar" da vurgulanmıştır. lt­
tihatçıların tehcirle ilgili görüşü şöyle ifade edilmiştir:
"Bu nakil esnasında bazı ifratkarane hareket vuku bul­
duğu mesmu (duyulmuş) olduğundan tahkikat icrası
için muhtelif hey'atı teftişiye (teftiş heyetleri) gönderil­
miş ve sevk olunanların emlak ve arazisinin suiistimale
Türkler ve Ermeniler
uğrarnamasını teminen kanun-u mahsus (özel kanun)
yapılmıştır. Bu kanuna tevfikan (uygun olarak) teşkil
olunan komisyonlar emval-i metrukeyi (terk edilmiş
malları) sebt-i defter (kayıt) etmektedirler. " 1 Bu duyarlı­
lığın kısmen dış tepkilerin bir ürünü olduğunu düşüne­
biliriz. Gerçekten aynı yıl Ingiliz Dışişleri Bakanlığı,].
Bryce'ın bir önsözüyle yayınladığı belgelerde lttihatçı
yönetimi büyük bir töhmet altında bırakmıştı. 2
Mete Tunçay (yay. Haz.), Cıhar ve Tehcir, Afa Yayınları, !stanbul, 1 99 1 , s.
70.
The Treatment of Armenians in rhe Ouoman Empire 1 915-1916 (Docu­
menrs Presemed ro Viscounr Grey of Fallodon by Viscounr Bryce), 1 9 1 6
Londra, '' Miscellaneous", N o: 3 l , 1 9 1 6 . B u kitap geçtiğimiz yıllarda 1 9 1 5
olayları hakkında Türkiye'nin önemli bir girışimine yol açtı. Girişime ön
ayak olan CHP milletvekili Şükrü Elekdağ'a göre Batılılar Ermeni soykırımı
konusunda üç kitaba dayanıyorlardı . Bunlardan ABD büyükelçisi Mor­
genthau'un anılarıyla Aram Andanian'ın Naim Bey takma adıyla yayınladığı
iki eser çürütülmüştü. Eğer bu Mavi Kitap da çürütülürse sorun kalmaya­
caktı. Zaten bu eser propaganda amacıyla yazılmıştı ve Amerikalı profesör
justin Mc Carrhy'nin gösterdiği gibi belgelerin çoğu uydurmaydı. Ayrıca In­
gilizler Birinci Dünya Savaşı'nda aynı amaçla Almanya hakkında çıkardıkları
kitabı yadsımışlardı (Bkz. Ş. Elekdağ, Cumhur�ver, 9 Mart 2005). Bu iddialar
ne yazık ki gerçekiere uyınuyor. Nitekim AB Parlamentosu 18 Haziran
1 987'de Ermeni soykırımını oylarken bu eseriere değil, Yves Ternon'un ese­
rine dayanmıştı. Ayrıca, yine Ş. Etekdağ'ın da belirttiği gibi 2000 yılında eser
yeniden basılarak Ingiltere'de Baroness Cox tarafından basma "önemli ve
ciddi bir kaynak gibi" sunulmuş ve "Ingiliz basını da bu görüşü tartışmasız
kabul etmişti" ( Cumhuriyet, 29 Nisan 2005) . Bır başka nokta da girişimde
Toynbee'nin çok daha sonraki eserlerinde de Ermeni tehcirini açıkça bir
"soykırım·· olarak nitelediğinin dikkate alınmamış olmasıydı (Bkz. A.
Toynbee, Experiences, Oxford University Press, Londra, 1969, s. 24 1 -242).
Bununla beraber Elekdağ projeyi parlarnemoya kabul ettirdi ve mektup R. T.
Erdoğan ve Deniz Baykal tarafından imzalanarak Ingiltere'ye yailandı. O sı­
rada bu şanssız girişimin mantıksızlığı , örneğin Zülfü Livaneli'nin deyimiyle
'·yersiz ve küçük düşürücü" olduğu hususunda basında yer alan birçok uya­
rıya kulak asılmadı ( Varan, 22 Kasım 2005 ) . Taner Akçam'ın mektuptaki id­
diaları teker teker çürüten iddiaları da görmezden gelindi (Bkz. Birikim, Bir
Skandal: TBMM Mektubu, Haziran 2005). Sonuç da sürpriz olmadı. Avam
Karnarası Başkanı Michael Martin ımzasıyla yollanan yanı tta, "British
humour''u yansHan bir ifadeyle, "mekıubun küıüphaneye teslim edildiği"
ı
J4
8
Imhaıçı Savunma
lttihatçılar bu büyük suçlamaya karşı ABD'deki elçi­
leri Ahmet Rüstem Efendi'nin bir kitabıyla ayrıntılı bir
biçimde yanıt vermeye çalışmışlardır. l 9 1 8'de Bem'de
Fransızca olarak yayınlanan bu kitabın tüm lttihatçıla­
rın görüşlerini yansıttığını söyleyemeyiz. Bununla bera­
ber yazar, mutlaka, eserinde Osmanlı yönetici zümre­
sinde epeyce yaygın olan tezleri dile getiriyordu. Bu ni­
teliğiyle burada özetlenıneye değer kanısındayız.
Önsözünde 1848 Devrimi'nden sonra Osmanlı Dev­
leti'ne sığınan bir Polenyalı mültecinin oğlu olduğunu
belirten A. Rüstem Bey, savunmasını Batılı sömürgecili­
ğin vahşetiyle ilgili örneklerle donatılmış bir referans
çerçevesi içinde yapmaktadır. Ana fikri, Osmanlı Devle­
ti'nde her zaman büyük bir hoşgörü içinde yaşamış olan
Ermenilerin, Büyük Savaş'ta Rus yanlısı bir tutum içine
girerek ihanet ettikleri ve sert önlemlere zemin hazırla­
dıkları şeklindedir. Bu bakımdan tehcir olgusu da Os­
manlı hükümeti açısından tamamen yerinde bir "meşru
müdafaa" 3 eylemiydi. Yazar, bu bağlamda, Rusların 1863'
te Sibirya'ya sürdükleri Polonyalıları, İngilizlerin lrlan­
dalıları Amerika'ya göçüren zulümlerini, Fransızların
Cezayir'de ve Belçikalıların Kongo'daki cürümlerini ör­
nek veriyor. Ahmet Rüstem Bey tehcir sırasında vuku
bulan "şiddet" hareketlerini not etmekle beraber bunları
da "mazur" göstermekten geri kalmıyor ve şu korkunç
yargıda bulunuyor: "Kadınlar ve çocuklar da dahil tüm
bildiriliyordu. Bu haberi "Zemin Kayıyor" başlıklı yazısında veren Oktay Ek­
şi, bu arada lskoçya'nın Edinburg Belediyesi'nin de soykırımı onayladıgını
yazıyordu. Hüniyeı, 21 Kasım 2005.
Ahmed Rüstem Bey, Lı Guerre Mondiale et la question Turco-Armenienne,
Bem, 1 9 1 8 , s. 93. Belirtelim ki eser, yazarın notuna göre 30 Mart 1 9 1 6'da
tamamlanmıştır.
Türkler ve Ermenıler
Ermeni halkı ihtilal virüsüyle zehirlenmişti ve Osmanlı
halkı ve hükümetiyle şu veya bu biçimde savaşa giriş­
mişti. "4 Yani bu yüzden de kolektif olarak başlarına ge­
lenlere layıktıları Aslında lttihatçı liderler arasında
bundan çok farklı düşünenler olmuştur.
Ermeni tehciri ve sonuçları, bu kadar katı biçimde
olmasa bile, Osmanlı vatandaşı Ermenilerin Birinci Dün­
ya Savaşı'nda Rusya'dan yana tavır almaları, hatta fiili
işbirliğine girmeleri temelinde tartışılmıştır. Bu konuda
Türk tezlerinde bir devamlılık ve tutarlılık vardır. Bu
yüzden, Ermeni kaynaklarını da kullanarak, soruna bir
ölçüde açıklık getirmek istiyorum.
Age. s. 1 23. A. Rüstem Bey, ABD'deki siyahlara yapılan muameleyi de eleş­
tirdiği için Başkan Wilson tarafından eleştiriimiş , fakat Babıali tarafından
destekieni nce .. persona non grata .. ilan edilmiştir.
I so
1 9 1 4 : Ermeni-Rus İşbirliği
�
Osmanlı-Rus Savaşı ufukta belirince, Ermeniler üzerine
her iki taraftan da baskılar başlamıştı. Ne var ki, 1 908'
den sonra Osmanlı ordusuna katılma hak ve yükümlü­
lüğüne sahip olmalarına rağmen Osmanlı Ermenilerinin
sempatisi daha çok Ruslara yöneliyordu. Aslında özüm­
leyici bir eğilim içindeki Ruslara karşı da mesafeli dav­
ranınakla beraber, din ve kültür bakımından kendilerini
onlara daha yakın hissediyorlardı. Bununla beraber Taş­
naksutyun ve Patrikhane ileri gelenleri lttihatçılarla iyi
ilişkiler içindeydiler.
1 9 1 4 Ağustosunda savaşın başlamasından bir ay
önce, lttihatçı !iderler, Taşnak liderlerini Erzurum, Van
ve Bitlis'i de kapsayan geniş bir özerk yönetim vaadiyle
Ruslara karşı ayaklanmaya davet ettiler. Oysa Osmanlı
Ermenileri daha çok tarafsızlıktan yanaydılar; fakat Os­
manlı-Rus savaşı halinde ülkelerine sadık kalacaklarını
1 sı
Türkler ve Ermeniler
vaat ettiler. Aslında pek savaşmaktan yana değillerdi ve
bu eğilimlerinde Avrupa'nın da desteğine sahiptiler. O
sıralarda Von der Goltz Paşa'nın yazdığı gibi, "bir za­
manlar Avrupa, reayanın hukuki eşitliğinin göstergesi
olarak Hıristiyanların orduya katılmasını isterken, bu­
gün bunu gerçekleştirdi diye Türk yönetimini kınıyor­
du. " 1
Savaş başladıktan sonra Ruslar da Ermenileri "Türk
tiraniarına" karşı savaşa davet etmişler ve bu çağrıyı Eç­
miadzin Katolikosu onaylamıştı. 2 Erzurumlu Ermenile­
rin bir kısmı daha 1 9 1 4 Aralığında Kafkasya'ya göçmüş­
lerdi. M. Larcher Ermeni-Rus işbirliğini şöyle anlatmış­
tır: "Rusların örgüdediği birliklere katılmak için gönül­
lüler sınırları aşıyorlardı. Partizanlar sık sık Türk kon­
voylarına ve tecrit olmuş hedeflere saldırıyorlardı. As­
kerlik hizmeti genel bir biçimde, hatta bazen silah zo­
ruyla reddediliyordu. Bir kaleye dönüşmüş olan Van
Karargahı bir ay direnmiş ve sonunda bir Türk topçu
birliğinin müdahalesi gerekmişti. Türk birliklerinde gö­
revlendirilen Ermenilerin sadakati kuşkulu görünüyor­
du. " 3 Bu görüşler bazı çağdaş Ermeni yazarları tarafın­
dan yadsınmıştır. Örneğin tehcir ve kırımla ilgili Fran­
sız arşiv belgelerini toplayan A. Beylerian, Larcher'in
görüşlerini "Türk yanlısı" ve "dayanaksız" olarak nite­
liyor. Yazara göre Osmanlı Ermenileri savaşa kitlesel bir
biçimde katılmışlardı, hatta Enver Paşa bunun için Pat­
rik Zaven Efendi'ye bir teşekkür mektubu yollamıştı. 4
Baron Von der Goltz, La de/aire da lajeune Turquie, Paris, 1 9 1 3 , s. 22.
Commandam M . Larcher, La Guerre Turque dans la Guerre Mondıale, Paris,
1926, s_ 395.
Aym eser, s_ 395.
Arthur Beylerian; Les grandes puissances, f'Empire Onoman er fes anne­
niens dans fes archiı'es françaises, Paris, Publications de Sorbonne , 1983,
1 914: Ermeni-Rus Işbirliği
Ne Ermenice ne de Türkçe ve Osmanlıca bildiği halde
Ermeni sorununda bir "otorite" haline getirilen Yves
Ternon da aynı görüşü ifade etmiştir: "Osmanlı vatan­
daşları seferber olunca Ermeniler de Osmanlı ordusunu
doldurdular. Itaat etmeyenler ve kaçaklar enderdi veya
Türk tarafındakilerden mutlaka daha azdı." 5 Bu görüşler
l 970'lerde kendini gösteren ve Ermeni kimliği konu­
sundaki arayışlada bağlantılı olan bir ideolojik katılaş­
manın ürünü izlenimini veriyorlar. Nitekim Ermeniler
tarafından daha önce yazılmış eserlere bakarsak, tam
tersine, Ermenilerin ayaklanarak ve Ruslara katılarak
savaşınalarından övünç payı çıkardıklarını görüyoruz.
Bu konuda yetkili bir tanık olan Ermeni subayı Kor­
ganoffa göre "Savaşın ilk günlerinden itibaren Ermeni­
ler, ltilaf Devletleri ordularına katılma çağrılarına heye­
canla cevap verdiler. Bu amaçla ya da koşullar elverişli
olduğu durumlarda bağımsız birlikler kurmak için her
taraftan büyük sayıda gönüllüler geliyordu. " 6 Yine aynı
yazara göre Ermeniler Van'da ayaklanmışlar, Türkler ta­
rafından kuşatılmaları üzerine Rusya'dan gelen birlikler
tarafından Van'ın işgaliyle kurtulmuşlardır. Korganoff
bu konuda şöyle yazıyor: "Van'ın işgalinden sonra, ora­
ya sağlam bir biçimde yerieşebilmek için, Van Gölü'nün
güneyindeki bölgeyi çetelerden ve Türklerden temizle­
mek gerekiyordu . " 7 "Türk ve Kürt temizliği " temmuz
Yazar bu mektubun Istanbul'da çıkan Osmanicher Lleyd gazetesinde yayın­
ladığını (26 Şubat 1 9 1 5) ekliyor.
Yazarın ifadesine göre ilgili kaynaklar kendisine tercüme edilmiştir. Bkz.
"Les armeniens: hisroire d'un genocide de Turquie er la guerre", G. Dedeyan
(yay. Haz.), Hisro/re des armeniens, Paris, 1986, s. 487.
Gal G. Korganoff, La parriciparion des armeniens a la Guerre Mondiale, Pa­
ris, 1 927, s. 4-5.
Aynı eser, s. 24.
Türkler ve Ermeniler
ayında Türklerin Malazgirt'i ele geçirmelerine kadar de­
vam etmiştir.
Ermeni kumandamnın l927'de yayınlanan kitabın­
da dikkati çeken nokta şudur: Yazar, Birinci Dünya Sa­
vaşı'na Ermenilerin "taraf' (Etat belligerant) olarak ka­
tıldığını gururla anlatmakta ve kendilerine yardımcı
olan Rus subaylarının adlarını da vererek (General Vic­
hinsky ve Deeff, Albay Morel Zinkevitch ve Efremov)
Ermeni başarılarını sergilemektedir. Ermeni tehciri ve
bunun uygulamada aldığı biçim herhangi bir gözlem
konusu değildir. Daha sonraki Ermeni tarihçilerin de
kaydettikleri gibi, Korganoffun kitabı Birinci Dünya Sa­
vaşı'nda Ermenilerin yazdığı "destan"ı (Epopee) anlat­
mak amacıyla kaleme alınmıştır. 8
Osmanlı Ermenilerinin Ruslada işbirliği l 970'lere
kadar Ermeni tarihçilerinin de kabul ettikleri bir olguy­
du. Bunların sayısı elbette ki Rusya Ermenilerine göre
çok düşüktü. Fakat bunlar, Hovanisyan'ın yazdığı gibi,
Rus ordularına "kılavuzluk ve muhbirlik" 9 yaparak çok
önemli bir rol oynamışlardır. Elbette ki bütün bunlar
Ermenilerin topyekün tehcirini ve feci kınrolara uğra­
rnalarım mazur gösteremezdi. Fakat bugün sorunu tar­
tışırken, olup bitenleri bütün boyutlarıyla görmek ve
değerlendirmemizi ona göre yapmak zorundayız. Olay­
lara çok daha yakın olan bazı Ermeni yazarlar, Birinci
Dünya Savaşı başlangıcİnda Ermenilerin kurdukları bir­
liklerin tehciri tahrik etmedeki rolünü belirtirken 1 0 Hit8
9
10
H. Pasdermadjian, L'hiswire de I'Armenie, Paris,
1 949 ).
1 986·,
s.
41 2
(ilk baskı
Richard G. Hovanissian, Armenia, On the Road to Jndependence,
44, Los Angeles, 1 9 69.
K . S. Papazian, Patriotism Perverted, Boston,
1 9 34.
1 9 18,
s.
1 914: Ermeni-Rus Işbirliği
ler'in ilhamını Jön Türklerden aldığı yönündeki tezleri
ciddiye almak zordur. Ayrıca, l 9 1 6'da Ermeni tehcir ve
kırımıyla ilgili olarak başlatılan kampanyacia Alman­
ya'nın da Osmanlı Devleti gibi hedef tahtasına oturtul­
duğunu görmezden gelemeyiz. Sorunun l 9 l 5'ten günü­
müze kadar ne gibi ideolojik dalgalanmalar içinde gel­
diğini anlamak için bu husus üzerinde kısaca durmak
zorundayız.
\ ss
"Talim-i Alaman" mı?
Birinci Dünya Savaşı'nın temelinde , sömürge yarışında
geç kalmış güçlü bir Almanya'nın -Küçük Asya ve Orta­
doğu'dan başlamak üzere- yayılma emelleri yatıyordu.
Alman teorisyenleri, "pangermanizm" çerçevesinde bu
yayılmanın ideolojisini I880'lerden itibaren geliştirmiş­
lerdir. Bu ideoloji Avrupa'da, özellikle Fransa'da dikkat­
le izlerriyor ve gelişimin olası siyasal sonuçları tartışılı­
yordu. 1
Birinci Dünya Savaşı'na Osmanlılar kendisini Islam
dünyasının koruyucusu ilan eden Il. Wilhelm'in müt­
tefiği olarak ve Alman generallerinin komutasında ka­
tılmışlardır. Bu katılış lttihatçı cuntanın bir olup bittisi
Bkz. Pierre [mbarı de la Tour, Le pangermanisme et la philosophie de
/'histoire, Paris, 1 9 1 6 . Charles Andler, Les origines du pangermanisme
(1800-1888). Paris, 1 9 1 5 ; E. Durkheim; "L Allemagne au-dessus de tour'� La
mentalite allenıande et la guerre, Paris, 1915.
Türkler ve Ermeniler
şeklinde gerçekleşmişse de , yaygın bir görüşe göre, ka­
çınılmaz ve zorunlu bir karar olarak yorumlanmıştır. Bu
doğru mudur? Sanıyorum ki sorun en azından tartışma­
lıdır ve batılı generaller arasında Osmanlı Devleti'nin ta­
rafsız kalmasının ltilaf Devletleri'ni daha müşkül bir du­
rumda bırakacağını savunanlar da olmuştur. 2
Birinci Dünya Savaşı'nda Türkiye, Almanya'nın uydu­
su varsayılınca 1 9 1 5 Ermeni tehcir ve kırımı da daha çok
Alman sorumluluğu çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bu
konuda ilk şiddetli tepki Ingiliz siyaset adamı ve tarihçisi
James Bryce'dan gelmiştir. 6 Ekim 1 9 1 5'te, Avam Kama­
rası'nda, milletvekili Bryce, Osmanlıları sistematik bir
Ermeni kıyımıyla suçlayan ağır bir konuşma yapmıştır.
Bu konuşmanın gözden geçirilmiş bir şeklini, aynı yıl A.
]. Toynbee'nin yine aynı konuda yayınladığı bir kitabın
önsözü olarak buluyoruz. 3 Bu iki yazarın önemi ve gö­
rüşlerinin bugünkü tartışmalarda da çok etkili oluşu do­
layısıyla bu konuda bir miktar tamamlayıcı bilgi verelim.
James Bryce'in Ermenilerle ilk ilişkisi 1876'da yap­
tığı Rusya-Kafkasya ziyaretiyle başlamıştı. 4 Dağcılığa özel
bir merakı olan hukukçu, daha sonraki bir ziyaretinde
( 1878'de) Ağrı (Ararat) Dağı'na da tırmanmıştı.
Örnegin Fransız generali Malleterre şunları yazmıştır : "Türkiye"nin Al man­
ların himayesine ve suç orraklıgına girdiği günden itibaren, Ittifak Devletleri
Doğu Sorunu'nu çözmek için tüm özgürlüğe kavuşuyorlardı. Türkiye·nin,
zorunlu olarak Alınanya'ya yakın bir nötralitesi, müttefiklere karşı açık bir
düşmanlıktan daha fazla güçlük yaratacaktı. Öyle görünüyor ki Ingiltere bu­
nu anladı ve hızla Türkleri yenerek Balkanları kendine bağlama kararı aldı. "
Revue des Deux Monde;; l Mayıs 1 9 1 6, s . 89.
A. ]. Toynbee, Les massacres anm'niens, Paris, 1 9 1 6. (Arnıenian A rroci!ies,
rhe murder of a Narion. . wirh a speech delivered hy Lord Bryce, Londra,
1 915.)
Bryce'in biyografisi ile ilgili no tları Dicrionary o fNa rional Biography: 19221 930 (Londra, 1 9 37) adlı kaynaktan çıkard tk.
\ sa
'· Talim-i Alaman " mı?
Koyu bir Hıristiyan olan ve kendisini e tkileyen eser­
lerin başında lncil'i sayan Bryce, bu seyahatlerinde tanı­
dığı Ermenilere de kayıtsız kalamazdı. Bununla beraber
l877'de yayınladığı Kafkasya ve Ararat adlı kitabında,
çevresinde yetişip yükseldiği Gladstone tipi sistematik
bir Türk düşmanlığı yapmamıştır. Bu eserinde Türklerle
ilgili gözlemi şöyledir: "Türkiye Müslümanları iyi vasıf­
lardan yoksun değiller; en azından Anadolu köylüsü,
dürüstlük, sadelik ve çalışkanlık konularında çok daha
uygar ülke köylülerinden üstün . . . Fakat ırk bir bütün
olarak ele alınır ve son iki yüzyılda devlet yönetimi ve
savaş konularında değerlendirilirse, umutsuz bir şekilde
atıl, şaşkın ve aciz olduğu görülür. "5 Burada ekleyelim
ki J. Bryce Doğu Hıristiyanlarıyla ilgili misyoner ruhlu
fikirlerini Ingiliz emperyalizminin çıkadarıyla bağdaş­
tırmasını da çok iyi bilmiştir. Nitekim yazar, sözünü et­
tiğimiz eserinde açıkça şunları yazıyor: "Türklerin elin­
de bulunması çıkarlarımızı ve güvenliğimizi ilgilendiren
iki yer var: Birincisi İstanbul ve Çanakkale, ikincisi ise
Ermenistan! "6 ]. Bryce daha sonra Ermenistan'ın Rusya
tarafından ilhakının, lngiliz çıkarları açısından doğura­
cağı sonuçlar üzerinde durmakta ve Ermenilerin yaşadı­
ğı bölge için bir "reform tasarısı" sunmaktadır.
J . Bryce'ın yukarıda işaret e ttiğimiz duygu ve dü­
şünceleri, kendisini Doğu Sorunlan Derneği'ne girmeye
yöneltmiş ve lngiliz politikacısı Ingiltere'de Ermeni ulu­
sunun başlıca avukatı ve lngiliz-Ermeni Derneği'nin de
kurucusu ve ilk başkanı olmuştur. Parlamento'ya gir­
dikten sonra Ermenilerin baş sözcüsü haline gelmiş ve
"
James Bryce, Trancaucasia and Anmll, Londra, 1996, s. 427; (ilk baskı 1877).
Aynı eser, s. 4 36.
Türkler ve Ermenıler
l 880'de Ermeni bölgesine bir Hıristiyan vali tayinine ça­
lışmıştır."7
1 9 1 5 Tehcir ve kırımının "dikkatle önceden hazır­
landığı" kanısında olan yazar, bu olaylarda Almanların
rolü hakkında sağlam bir bilgiye sahip olmadığını, fakat
Almanların isyancıların cezalandırılmasından söz ede­
rek, müttefiklerini mazur gösterdiklerini söylemekte­
dir. 8 Bu konuda asıl metni kaleme alan A. ]. Toynbee
daha kesindir. Genç Ingiliz tarihçisi bazı Ermeni mülte­
cilerinin, birçok Alman konsolasunun "Ermeni kırımını
teşvik ettiği veya yönelttiği " 9 yönündeki tanıklıklarını
tam güvenilir bulmamakla beraber, Almanların kırımı
çok kolay önleyebilecek durumdayken bunu yapmadık­
larını ve özellikle Alman basınının kırımı mazur göster­
diğini ifade etmektedir.
A. ]. Toynbee daha sonra Belçika ve Fransa'daki
"Alman terörü" hakkında yayınlar yapmıştır. 1 0 Tarihçi­
lik kariyerine savaşta sivil halka yapılan zulümleri sergi­
lemekle başlayan Toynbee'nin tutumu elbette ki yerile­
mez. Bununla beraber, konuya yaklaşımında çağının
egemen ideolojisini yansıtan ve giderek bütün çirkinli­
ğiyle ortaya çıkan bir unsur var ki buna işaret etmeden
geçemeyeceğim. Toynbee, Ermeni kırımını kınarken şöy­
le bir muhakeme yürütüyor: " Ermeniler, Amerika kıta­
sında beyazlar önünde yavaş yavaş çekilen Kızılderililer
gibi vahşi değiller. Barbar komşuları Kürtler gibi göçebe
çobanlar da değiller. Bizimle aynı hayat tarzına sahip-
10
National Biography 1922-1930
A. J . Toynbee. age, Bryce'in önsözü, Paris, 1 9 1 6 , s. 1 7 .
Aym eser, s . 140- 14 1 , 14 7.
A . j . Toynbee, The German Terrorin Belgium, Londra, 1 9 1 7 .
·-ra/im-i Alaman "mı ?
ler. , ı ı Kızılderili soykırımını "yavaş yavaş çekilme" gibi
sunan bu muhakeme sömürgeci siyasetin riyakar espri­
sini yansıtmıyor mu?
Ermeni tehcir ve kırımındaki Alman sorumluluğu,
ı 9 ı 6 başlarında Fransız resmi görüşlerini yansıtan bir
dergide çok daha açık bir biçimde işlenmiştir. "Alman
Metodu, Türk lşçiliği" başlığını taşıyan bir makalede,
"Ermenilerin yak edilmesi" , pangermanizm ve Alman
çıkarları bağlamında değerlendirilmektedir. 12 Yazara gö­
re Bağdat demiryolunu bir kolanizasyon ve nüfuz alanı
yapan Almanların Ermeni kırımında siyasal çıkarlan
vardı.1 3
"Belçika kırımlarıyla Ermeni kırımı arasında nitelik
değil, derece farkı vardır" 14 denen yazıda ABD'deki Al­
man elçisi Bernstorff ve Alman basınının kırımı nasıl
mazur gösterdikleri de kaydedilmektedir. Almanlar ve
Türklerle ilgili ağır suçlamalara rağmen, dönemin psi­
kolojisini göstermesi bakımından, kınının başlamasın­
daki sorumluluk konusunda makaledeki tereddüdü yan"
11
11
Age. s. 3 5 . Bu "yavaş yavaş çekilme" on milyon kadar Kızılderili'nin yok
edilmesi anlamına geliyor.
" Le supression des arıııeniens: Merhode a/lenıande. rravail rurc". Revue des
Deux Mondes, 1 Şubat 1 9 1 6 . Clmzasız yazı, daha sonraki yayınlardan anla­
şıldığı üzere R. Pinon tarafından yazılmıştır.)
Edward Mead Earle, Bağdad demiryolu konusundaki incelemesinde hattın
" Çok sayıda Ermeni'nin bulunduğu Doğu Anadolu'yu Osmanlı Hüküme­
ti'nin esaslı bir kontrol altına almasına imkan vereceğini" yazmıştır. Earle'e
göre .. .Türk milliyetçiliğinin Almanya için hiçbir tehlikesi yokm" ve bu ül­
ke güçlü bir Türkiye istiyordu; onun için de "Almanya, Makedonya ve Er­
meni isyanlarının kanlı bir şekilde basurılmasına hiç sesini çıkarmadı'· . An­
cak Almanya'nın amacı Türkiye'nin "kolonizasyon"undan çok emperyalist
nüfuz alanı haline getirilmesiydi. Nitekim anlaşmada "demiryolunun geçtiği
yerlerde Alman kolonilerinin yerleşmesine izin verilmemişti". Bkz. Bağdad
Demiryolu Sava�J. Istanbul Milliyet Yayınları, 1972, s. 1 3 5, 165, 242-24 3.
Pinon, agın, s. 532.
•·
14
Türkler ve Ermenıler
sıtan şu satırları da aktarmak isterim: "Burada sorumlu­
lukları gerçek bir şekilde saptamak çok zordur. Ilk kı­
rımın, ilk direnmeden önce mi sonra mı olduğunu bil­
mek güçtür. lki seri olay birbirine o kadar bağlıdır, her
ikisi de bahtsız Ermenistan'da öylesine kendiliğinden
oluşmuşlardır ki, tarih bunları birbirinden ayıramaya­
caktır." 1 5
Genel bir değerlendirmeye geçmeden, bu konuda
günümüzde de önemli bir referans muamelesi gören -ve
Ermeni tarihçileri tarafından tekrar yayınlanan- ABD
Büyükelçisi H. Morgenthau'nun ve diğer bazı etkili dip­
lomat ve yazarların görüşlerini de özetleyelim.
Henry Morgenthau bir Amerikan hukukçusu ve işa­
damıydı. Almanya'dan ailesiyle beraber dokuz yaşın­
dayken New York'a gelmiş ( 1865 ) ve Columbia Üniver­
sitesi'nde hukuk okuduktan sonra gayrimenkul huku­
kunda uzmanlaşmıştı. 16 Daha sonra bu alanda şirket yö­
neticiliği yapmış ve l 905'te "Henry Morgenthau Com­
pany" adlı kendi şirketini kurmuştur.
Morgenthau mesleki etkinliğinin dışında politikayla
da ilgiliydi ve on dokuzuncu yüzyıl sonlarında doğuş
halinde olan siyonizme büyük bir sempati duyuyordu.
Bu bağlamda, programında etnik azınlıklar konusuna
büyük bir yer veren W. Wilson'un seçim kampanyasına
katılmış, mali komite başkanlığı yapmıştır. Diplomatik
kariyeri de bu vesileyle başlamıştır.
Amerikan Siyonist Federasyonu'nun kurucularından
Stephen S. Wise, Morgenthau'un lstanbul'a elçi oluşu ko­
nusunda şunları yazıyor: "Morgenthau kısmen de 1 9 1 3
ı;
'"
Aym makale, s . 540.
H. Morgenthau ile ilgili biyografik notlar için Bkz. Who Was Who in
c. lll, Chicago, 1 950; Encyclopaediajudaica, c. XII, Kudüs, 1 9 7 1 .
America,
"Talim-i Alaman " mı ?
Ağustosunda Dijon'da benim kendisini teşvikim sonucu
lstanbul'a elçi olarak gitti. lstanbul'a gidişi Ermenilerin
koşullarını düzeltme ve Filistin'deki Yahudilerin duru­
munu iyileştirme yoluyla Amerika'ya yararlı olabilirdi. " 1 7
Bu çabalarıyla Amerikan elçisi elbette kendi açısından
saygıya değer bir amaç güdüyordu. Fakat kabul etmeliyiz
ki H. Morgenthau tarafsız bir gözlemci değil, bir dava
adamıydı ve yazdıkları da bu çerçevede değerlendirilme­
lidir. Bununla beraber, bu haliyle bile, Amerikan elçisinin
gözlemleri bugünkü maksimalist Ermeni tezlerini doğru­
lar nitelikte değildir. Bunun nedenini açıklamak zor ol­
masa gerekir. Morgenthau'nun asıl sempatisi elbette ki
Ermenilere değil, Yahudilere yönelikti. Bu yüzden, ltti­
hatçı liderlerle çok iyi ilişkiler kurmuş ve haklarında yer
yer olumlu gözlemlerde bulunmuştur.
Morgenthau'ya göre 1 908 devrimini yapanlar hürri­
yetçi ve eşitlikçi özlemlerinde samimiydiler. Fakat bunu
gerçekleştirecek güçleri yoktu. "Türklerin yüzyıllar bo­
yunca kötü muamele ettiği ve kırdığı ırklar bir gecede
kardeşlik duygularıyla donanamazlardı. "18 Böyle olunca
Jön Türkler giderek yenileştirici güç olarak ortadan
kalktılar, fakat bir "siyasal makine" olarak varlıklarını
korudular .
lttihatçılar 1 9 1 3 darbesiyle tekrar iktidarı aldıktan
sonra ortaya güçlü adam olarak Talat Paşa çıktı. Mor­
genthau, Talat Paşa'yla ilgili dikkate değer bir portre çiz­
mektedir.
17
18
Stephen S. Wise, Challenging Years, Londra. 1 9 5 1 , s. l l l .
_,,�·�):;'fi;,·; ,
H. Morgemhau, Ambassadar Morgenrhaus Story, New Yp.rl<, :ıı:ıı9, 5·.'· 13:
Ayrıca eserin yazılış şekli ve arka perdesi için Bkz. Heitlr W. Lowry, The.
Story Behind Am bassadar Morgenrhau. Lowry bu incelı;:ı� esinde Elc;l'iün ya� ...
zılarına ve günlüğüne dayanarak, anıların eser olara!{ ya:yinlap.ırken iıasü· �
çarpıtıldığını sergiliyor.
·
1
1 63
Türkler ve Ermenıler
Amerikan elçisine göre "Pomak" asıllı Talat Paşa, bir
"yiyiciler çetesi" içinde sade yaşantısıyla dikkati çeki­
yordu. Enver Paşa'nın şahane hayatı yanında, borçlarını
ödedikten sonra maaşından kalan kısımla geçinen Talat
Paşa, tamamen yozlaşmış bir ortamda çalmadan da ya­
şanabileceğini gösteriyordu. Ayrıca Morgenthau'ya "Ka­
binenin en dindar üyesi olduğunu" da söylemişti. 1 9 Bü­
tün bu bilgiler Morgenthau'un, en azından, Talat Paşa
ile ne kadar yakın ilişkiler içinde olduğunu göstermiştir.
Zaten Amerikalı diplomat, yüz binlerce Ermeni'nin kı­
rımından "başlıca sorumlu" 20 olarak gördüğü Talat Paşa
hakkında çok olumlu gözlemlerde de bulunmuştur. Ör­
neğin şunları yazmıştır: "Tanıdığım bütün Türk politi­
kacıları içinde, sadece Talat'ın doğuştan olağanüstü ye­
teneğe sahip olduğunu gördüm. " 2 1 "Bir yiyiciler çete­
sinde lider olan Talat, gerçekten dikkate değer kişisel
niteliklere sahipti. " 22 Bu değerlendirmeler Morgent­
hau'nun Talat Paşa'ya karşı özel bir nefreti olmadığını
ortaya koymaktadır. lttihatçı yöneticileri bir eşkıya şe­
bekesi olarak görmesine rağmen Morgenthau'un tüm
antipatisi Almanlara, özellikle Almanya'nın Istanbul'da­
ki elçisi Wangenheim'a gidiyordu. O kadar ki Morgent­
hau, fiziki özellikleri nedeniyle de dünyaya hakim olmak
isteyen junker tipinin katıksız bir örneği olarak gördü­
ğü Alman elçisinden -biraz da saygıyla karışık- dehşetle
söz ediyordu.
10
2''
21
22
Prof. Lowry, bu bilgiyi Elçi'nin lO Temmuz 1 9 1 4 tarihli günlüğüne dayandı­
rıyor. Age, s. 30- 3 1 . Oysa yayınlanan eserde Talat Paşa'nın Morgenthau'ya
dinsiz olduğunu ve "tüm rahip, haham ve hocalardan nefret ettiğini'' söyle­
diği (yani gerçeğin tam tersi) yazılmıştır. Morgenthau, age, s. 20.
Morgenthau, aynı eser, s. 4.
2
Aynı eser, s. 23.
Age, s. 20.
"Talim-i Alaman " mı?
Morgenthau'ya göre o zamana kadar ilkel yöntem­
lerle hareket eden Türkler, modern tehcir yöntemlerini
Almanlardan öğrenmişlerdi. Türkiye'deki en önemli
Alman bahriye uzmanlarından Amiral Usedam'ın ken­
disine " tehciri Türklere Almanların telkin ettiğini" söy­
lediğini yazan Morgenthau şunları da eklemektedir: "En
önemli nokta şudur ki modern çağlarda halkların kitle
olarak sürülmeleri fikri, tamamen bir Alman buluşu­
dur." 2 3
Bu açıklamalar gösteriyor ki Amerikan elçisi Ittihat­
çı yönetimi suçlamakla beraber, Ermeni tehcir ve kın­
mının baş mimarı olarak Alman ordusunu görüyordu.
Benzer görüşler Morgenthau'dan çok daha ciddi bir en­
telektüel olan Amerikalı tarihçi ve misyoner H. A. Gib­
bons tarafından da savunulmuştur.
Gibbons, tehcir olgusunu " Ermeni ırkını yok etmek
için sistemli bir şekilde ve ihtimamla hazırlanmış bir
plan" 24 olarak sunmuştur. Fakat bunu Alman hüküme­
tinin, "eğer teşvik etmediyse en azından iyi karşıladı­
ğı" 2 5 kanısındaydı. Gibbons'a göre " Ermenilerin yok
edilmesinden Almanlar, sadece Almanlar karlı çıkıyor­
du. " 26 Amerikalı tarihçi bu konuda, başka bir açıdan son
derece önemli şu gözlemlerini de ifade etmiştir:
"Görüldü ki Ermenilere karşı hiçbir zaman lslam
fanatizmi olmadı, şimdi de yok. OtorHelerin teşvik ve
kumandasıyla asker ve jandarmanın yardımı olmasaydı
Ermeni kırımı asla meydana gelmeyecekti. " 27 Daha son13
14
"
1"
27
Age, s. 365-366.
H . A. Gibbons, The Blackesr Page ofModern History. Evenrs in Arınenia in
1915, New York, 1 9 1 6, s. 1 7 .
Age, s . 54.
Age, s. 62.
Age, s. 55-56. H. A. Gibbons 1 908 devriminden iki hafta sonra jön Türk
1 6s
Türkler ve Ermeniler
ra göreceğimiz gibi Ermeni tehcirinin uygulanmasında
ortaya çıkan toplu öldürmeler değişik yorumlara yol aç­
mıştır.
1 9 1 5 olaylarında Almanların rolü, çeşitli dereceler­
de değerlendirilmekle beraber, savaş yıllarında genellik­
le kabul edilen bir tezdi ve bu konuda geniş bir literatür
vardır. 28 Hatta Türkler arasında da o sırada bu kanıda
olan ve yapılan zulümleri " Talim-i Alam an" olarak isim­
lendirenler az değildi. Savaştan sonra da Alman sorum­
luluğu üzerinde duran ciddi yayınlar devam etti ve bun­
lar arasında Ermeni imzası taşıyanlar da vardı. Şimdilik
şu kadarını belirtelim ki bu konuda Almanları temize
çıkaran bizzat lttihatçı liderler olmuştur. Tehcir kararı-
28
mültecilerini getiren gemiyle Istanbul'a gelmişti. 1910- 1 9 1 3 yılları arasmda
Robert College'de öğretmenlik yaptı ve 1 9 l 3'te Princeton Üniversitesi'nde
doktorasını tamamladı. Osmanlı Devleti'nin kuruluşuyla ilgili dikkate değer
-ve çok tartışılınış- bir tezin sahibidir. Bkz. Dicrionary of American Biog­
raphy. New York, 1 944, s. X-I.
Harry Stuerıner, Deux ans de guerre a Consranrinople, Paris, 1 9 1 7 , s. 38.
(Eserin Türkçesi için bkz. Konsranrinopl'da !:ıavaşın Iki l'ılı, Istanbul, Büke
Yayınları, 2002, s. 62-63.) 1 9 1 5- 1 6 yıllarında Istanbul'da Kôlnische Zeirung
gazetesinin muhabiri olarak bulunan yazar "Alınan Kızılhaçı'nın ülkenin iç­
lerine giden doktorlarıyla heınşerilerinin güvenilir ifadelerine" dayanarak,
"iki Alınan subayın Anadolu'nun içlerinde küçük bir köyden geçerken ora­
daki sürgün ve Etmenilerin kökünü kazıma harekerinde bizzat yer aldıkları­
nı" nakleder. Stuermer, Türklerin Etmenilere karşı giriştiği gaddarca hare­
ketlere izin verdiği için maalesef Alınan Hükümeti'ni de aynı ölçüde sorumlu
tutuyorum" demektedir. (s. 43). Alman arşin belgelerini de içeren bir çalış­
ına için bkz. Selami Kılıç, Ermeni Sorunu ve Almanya, Istanbul, Kaynak Ya­
yınları, 2003. Ayrıca bkz. Bertha S. Papazian, The Tragedy ofArmenia, Bos­
ton, 1 9 18, s. 1 57; Mikael Varandian, L'Armenie er la quesrion annenienne,
Paris, 1918, s. 87; Kework Aslan, Armenia and che Armenians, New York,
1 920, s. 1 35 . Son olarak Vahakn V. Dadrian da eserinde bu konuda vardığı
sonucu şöyle açıklamıştır: "Bu tanıklığın ortaya koyduğu şey Alman işbirli­
ğinin merkezi bir yer işgal eıtiğidir; açıkçası Türklerin Ermenileri yok etme
girişiminde birçok Alınan asker sivil memurunun onlara yardım etmek ve
s uçlarına katılmak konusunda gönüllü olmalarıdır." The Hisrory of Ar­
menian Genocide, Berghahn Books, 1995, s. 294.
··Ta/im-i Alaman " mı?
mn başlıca sorumlusu Talat Paşa'nın bu konuda yazdık­
ları şunlardır: "Bazı fena fikirli düşman propagandacıla­
rı Almanların Türkleri, Ermenileri ezmek hususunda
teşci ettiklerini söylemek suretiyle Ermeni hadiseleri
dolayısıyla Almanya'nın şerefine de tecavüz etmişlerdir.
Hadiseler ise tamamıyla aksini ispat etmektedir; zira her
yeni vaka duyulur duyulmaz Alman hükümeti bu gibi
hadiselere son verilmesini tavsiye eden notalar gönder­
mişti. Bu husustaki bütün vesikalar da Babıali'de bu­
lunmaktadır. "29 Görüldüğü gibi Talat Paşa, sığındığı Al­
manya'da yazdığı anılarında "Almanya'mn şerefini" sa­
vunmaya çalışmaktadır. Buna karşılık Almanlar, kısa bir
süre sonra Berlin sokaklarında vurulan Talat Paşa'nın
katilini alkışlar arasında heraat ettirerek eski sadraza­
mm 'şerefine' ne derece önem verdiklerini dünyaya ilan
etmişlerdir. Işin ilginç yönü, bu görüş, Kemalist döne­
min gözde tarihçisi Hikmet Bayur'un imzasıyla çağdaş
Türkiye'ye de mal edilmiştir. Bayur, temel eserinde, Al­
manya'yı korumuş, "Üçlü anlaşmanın asıl düşmanı Al­
manya olduğu için Ermeni tehciri ona karşı da bir silah
gibi kullanılmıştır" demiştir. 30
29
Talat Paşa 'nın Harıraları, Istanbul, 1 946, s. 75. O dönemin ünlü tarihçilerin­
den Ahmed Refik (Altınay) ise, Iki Komite, Iki Kual başlıklı eserinde, tanık
olduğu Ermeni kırımını anlatırken, şunları yazmıştır: Almanlardan kalpleri
insaniyer hisleriyle meşhun olanların bu cinayetlerden müteneffir oldukları­
na hiç şüphe yoktu. Fakat resmi Almanya ısteseydi bu kıtale mani olurdu.
Sait Halim Paşa, Ittihat'ın kör bir aletiydi; Enver ve Talat Almanya'nın sö­
zünden bir adım dışarı çıkamazlardı; bu cinayetleri kuvvetlerine güvenerek
icra etmeleri imkan haricınde idi. " Age, s. 3 8.
Hikmet Bayur, Tüık lnkdabi Tarihi, c. III, kısım lll, Ankara, 1 98 3 , s. 3 4- 3 5 .
1 9 1 3 Aralı k ayında Alman Askeri Heyeti Başkanı olarak gelen ve savaşta
Osmanlı ordularına komutanlık yapan Liman von Sanders de anılarında Er­
meni kırımında Alınan sorumluluğunu daha çok " Levanten isnat ve iftirala­
rı"na atfederek reddetmiştir. Liman Paşa'ya göre tehcir "Türkiye Türklerin­
dir ! " sloganını benimseyen ve ·'devlete düşman unsurları uzaklaştırdıkları
··
1"
Türkler ve Ermeniler
Gerçek bu mudur?
Üçlü anlaşmanın taraflan Ittihatçılan adam sayma­
dıklan, onları Almanların kuklalan olarak gördükleri
için oklarını Almanlara karşı mı çevirmişlerdir? Aslında
durum herhalde bu kadar basit değildir ve günümüzde
yazılan eserlerde de Alman sorumluluğu tartışma konu­
su yapılmaya, hatta kesin bir olgu olarak sunulmaya de­
vam ediliyor. 3 1 Sanıyorum ki çelişkili yorumlar bizzat
Alman politikasının çelişkilerinden kaynaklanmaktadır.
"
takdirde, gelecek için ülkelerine vatanperverane bir hizmet yapacakların
zanneden" yöneticilerin eseri olmuştu. Alman subayların olup bitenlerden
haberi bile olmamıştı; kendisinin komuta ettiği ordu zaten Doğu vilayetleri­
ne bin km uzakta bulunuyordu. (Tehcir ve kınmların tüm Anadolu'ya, hatta
Trakya'ya uzandığı göz önünde bulundurulursa, Alman generalinin açık­
lamasını inandırıcı bulmak zor görünüyor.) Bkz. Türkiye 'de Beş Sene, !stan­
bul Yeditepe Yayınevi, 2006, s. 1 93-1 94.
Bu konudaki son yayınlar arasında Vahakn N . Dadrian'ın ayrıntılı eseri dik­
kati çekiyor. Ermeni tarihçi bu konuda vardığı sonucu şöyle açıklamıştır:
"Bu tanıklığın ortaya koyduğu şey Alman işbirliğinin merkezi bir yer işgal
ettiğidir; açıkçası Türklerin Ermenileri yok etme girişiminde birçok Alman
asker sivil memurunun onlara yardım etmek ve suçlarına katılmak konu­
sunda gönüllü olmalarıdır.·· The History of Arnıenian Genocide, Berghahn
Books, 1995, s. 294.
Almanya, Ermeniler ve Mezopotamya
�
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Doğu Anadolu ve
Mezopotamya emperyalist çıkar çatışmalarının alanı ha­
lindeydi, fakat iki büyük güç -Almanya ve Rusya- böl­
gede doğrudan nüfuz kavgası içindeydiler.
Rusya, Ortodoks Hıristiyanlık kanalıyla Ermenilere
çok yakındı ve koruyucu bir rol oynamak istiyordu. Fa­
kat güçlenme halindeki Ermeni milliyetçiliği, bağımsız­
lığını kazandıktan sonra kendisine sırt çeviren Bulgar
örneğinin de etkisiyle, Rusya'yı ürkütüyordu. Türkiye
Ermenileri, kan kardeşlerini de barındıran güçlü kom­
şularının özürolerne eğilimlerine karşı mesafeli davranı­
yorlardı. Bazı iddialara göre daha Abdülhamit devrinde
sultanın Ermenilere karşı en sağlam müttefiki, "Ermeni­
siz bir Ermenistan" 1 istediği söylenen Rus Dışişleri BaBu iddia E. GranYille'in bir makalesinde (Le rsarisme en Asie Müıeure; Reı•ue
Polirique lnternarional, 1 9 1 7 , 26. sayı) ileri sünilmüştür. A. Mandelstam'a
1
1 69
Türkler ve Ermeniler
kanı Lobanof-Rostowsky idi. Bu yüzden Ermenilere kar­
şı Ruslada Osmanlı yönetimi sertlik politikasında yarı­
şıyorlardı. Fakat Büyük Savaş öncesinde Ruslarla Erme­
niler yeniden uzlaşma içine girmişler, Ruslar Ermenile­
rin çok uzun bir tarihi dönemden beri bağımsız bir dev­
let kurmamış olduklarını göz önünde bulundurarak, ya­
şadıkları bölgeyi himaye altına alma çabalarına girmişti.
Rus Elçisi Çarikov'un Istanbul'dan gönderdiği raporlara
göre Ermeni sorunu artık 1 894-96 yıllarında olduğun­
dan farklıydı ve Rusya, Ayastefanos'ta öngördüğü vesa­
yet politikasına dönebilirdi.2 Buna karşılık Almanlar,
bütünüyle Osmanlı Devleti'ni nüfuz alanları saydıkları
için yönetici zümreyi korumak zorundaydılar. Bununla
beraber Hıristiyan azınlıklara da duyarsız kalamazlardı.
Gerçekten Alman diplomasisinde Ermenilere karşı
iki eğilim oluşmuştur. Bunlardan birincisi din ve kültür
seviyesi bakımından kendilerine yakın gördükleri Er­
menileri korumak ve nüfuz politikalarında onlardan ya­
rarlanmaktı. Bu eğilimi en hararetli bir biçimde misyo­
nerler temsil etmiş ve bunlar yönetici zümre arasında da
taraftar bulmuşlardır. 1 9 1 3 Nisan ayında Adana'da bir
kaynaşma olunca Göben zırhlısı komutanı, valiyi ziyaret
etmiş ve kırım halinde şehri işgal edeceklerini bildirmiş­
ti. 3 Zaten savaştan önce pangermanist teorisyenler ara­
sında Ermenileri Bağdat demiryolu boyunca iskan et­
meyi düşünenler dahi olmuştu. 4 Bu görüş bir ölçüde
göre, yazann ısviçre 'de oruran üsr düzeyde bir 1rrtharçı olduğu da iddia
edilmiştir. Bkz. Le sort de I'Empire Oaoman, Paris, 1 9 1 8 . s. 295.
Rene Pinon, "La n'organis!arion de la Turquie d'Asie", Revue des Deux
Mondes, Ağustos 1 9 1 3.
Aynı makale, s. 90 1 . Bu sırada Almanlar Istanbul'daki elçiliklerinde özel bir
Ermeni bürosu da kurmuşlardı.
Paul Rohrbach, Die Ba.gdadbahn, Berlin, 1902, s. 18.
Almanya Ermeniler ve Mezopotamya
,
Ermeni yandaşları ile jön Türk yandaşlarını uzlaştırı­
yordu.
Savaş başladıktan ve Osmanlılar Almanya'nın ya­
nında savaşa katıldıktan sonra durum değişti. Bununla
beraber Ermeni sempatizam misyonerler çalışmalarını
durdurmadılar. Bunlardan ilahiyat doktoru johannes
Lepsius, tehcir ve kırım haberleri yayılınca Türkiye'ye
gitmiş ve bir rapor hazırlamıştı. Dönüşünde Protestan
ileri gelenlerinden on kişilik bir komisyon kuruldu ve
heyet, lmparator Il. Wilhelm'i ziyaret etti. R. Pinon'a
göre, ziyaretten sonra lmparator, kendi eliyle bir mek­
tup yazarak lttihatçı yönetimi müdahale etmekle tehdit
etmiş, fakat Alman hükümeti "Sorun Türklerin tama­
men iç sorunudur" diye bunu önlemişti. 5 Bunun üzeri­
ne II. Wilhelm, Dr. Lepsius'u lstanbul'a yollamışsa da
Enver Paşa "Alınanların Polanya'da yaptıklarını yapıyo­
rum" diye kendisini kovmuş ve dönüşte kaleme aldığı
broşür de Alman hükümeti tarafından yasaklanmıştı. 6
Lepsius, raporunda Alman konsoloslarının her şeyi za­
manında haber verdiklerini, fakat bunları hükümet ve
ordunun dikkate almadığını belirtmektedir.
Doğu cephelerinde olup bitenleri Ermenilere sem­
pati duyarak izleyen siyasal bilimler profesörü R. Pi­
non'un gözlemleri de ilginçtir. Günümüzde Ermeni ta­
rihçileri, soykırım konusunda ]. Lepsius'u önemli tanık­
lardan biri olarak görmektedirler. Fakat R. Pinon'un an­
lattıktan, Ermeni tehcir ve kırımında Almanların sorumr luluğunu da ortaya koyuyor. Ayrıca R. Pinon, Alman
misyonerlerinin çabalarını Alman diplomasisinin ikinci
Lepsius, Le rapport seeret du Dr. lahannes Lepsius sur fes massacres
d'Armenie R. Pinon'un önsözünden, Paris, 1 9 18.
Aynı makale, s. ix.
.
Türkler ve Ermeniler
cephesi olarak değerlendirmiştir. Bizzat ] . Lepsius hak­
kında yazdıkları da şunlardır: "Kendisi aynı zamanda
bir Alman yurtseveridir. Ermenilerle ilgilenirken Alman­
ya'nın siyasi ve iktisadi etkisini de gözden uzak tutmu­
yordu ve bir gün Ermenilerin, Asya Türkiyesi'ne Alman
nüfuzunda en iyi ajanlar olacağı umudunu besliyordu. " 7
1 9 1 6'dan Sovyet Ihtilali'ne kadar geçen sürede Do­
ğu Anadolu'daki · askeri durum değişmişti. Gelişmeler
kısaca şöyle oldu: Osmanlı ordusu Sarıkamış'ta bozguna
uğradıktan sonra, kendisi de son derece yıpranmış olan
Rus ordusu karşı taarruza geçememişti. Böylece, Rusla­
rın Van'ı işgal etmeleri dışında, iki ordu tüm 1 9 1 5 yılı
boyunca karşı karşıya kaldılar. Ilginçtir ki Osmanlılar
da bir Rus taarruzundan şüphelenmiyor ve bir bozgunla
sonuçlanacak olan Mısır çıkarmasına hazırlanıyorlardı.
Ne var ki Ruslar 1 9 1 6 başında ani bir hücumla stratejik
bakımdan çok önemli olan Erzurum'u aldılar. 8 Daha
sonra Bitlis, Trabzon, Erzincan da Rusların eline geçti.
Ruslada beraber bu bölgeye giren (veya tehcirden dö­
nen) Ermenilerin intikamının bu sırada başladığı anlaşı­
lıyor. 9 Ahmet Refik (Altınay) ve Ermeni tarihçilere göre
bu kapışmacia Türkleri, o bölgeyi Ermenilere vermek
istemeyen Rus ordusu korumuştur. R. G. Hovanisyan,
"Ruslar 1 9 1 6 kışı ve ilkbaharında Ermeni yaylasını işgal
Aynı makale, s. ix.
General Malleterre, Erzurum'un beş günde düşmesini , "savaş tarihinde gö­
rülmemiş bir olay" olarak niteliyor. Age, s. 8 1 .
B u intikam Osmanlı resmi makamlan tarafından, l9l8'de, Islam Ahalinin
Düçar Olduklan Mezalim Hakkında Vesaike Müstenit Malumat başlığıyla
yayınlanan bir kitapta anlatılmıştır. Eser 1 9 l9'da Osmanlı Genelkurmayı ta­
rafından Fransızca olarak da yayınlanmıştır. Documents re/ati/5 aux arro­
cites commises par fes armeniens sur la population musulmane, l982'de H .
K Türközü tarafından y ayına hazırlanmıştır. Osmanlı ve So ı yer Belgeleriyle
Ermeni Mezalimi. Ankara, 1982.
Almanya, Ermeniler ve Mezopotamya
edince Rus subayların o zamana kadar Ermeni gönüllü­
lerine ve siyasi gruplarına karşı gösterdikleri yapmacık
saygı, istihza ve güvensizliğe dönüştü" 1 0 diye yazar. Fa­
kat Sovyet Devrimi'nden sonra Rus subaylarının kurdu­
ğu disiplinin ortadan kalkması Ermeni intikamını yo­
ğunlaştırmış, Müslüman halk arasında kitlesel kırım ve
göçlere yol açmıştır . 1 1
[tl
ll
R . G . Hovanissian, age, s . 57.
Ahmet Refik (Alrınay), ··o zamana kadar Türkleri himaye eden Rus idare­
siydi'' diyor ve şunları ekliyor: ''Asıl katliam, daha sonra, Osmanlı ordusu­
nun Erzincan önlerinde, Trabzon civarında, Erzurum ovalarında göründüğü
zaman başlayacaktı. Filhakika bu kıta\ cidden müthiş oldu; Osmanlı ordu­
sunun bazı hareketleri Türklerin felaketine sebebiyet verdi. Ermeniler şehir
haricinde Osmanlı ordusuna çete halinde karşı koyuyorlar; dahilde, halkı
kışlalara doldurarak, evlere kapatarak öldürüyorlardı. " Age, s. 52-53. Erıne­
nilerin Büyük Savaş·ıaki katkısını anlatan H. Turabian, Ekim Ihtilali'nden
sonra Rus ordusunun dağılınasım izleyen günlerde bir askeri Ermeni Birli­
ği'nin kurulduğunu ( 1 2 Aralık 1 9 1 7 ) ve Ermeniterin Aralık ortalarında Er­
zurum, Erzıncan, Van vilayetlerini işgal ettiklerini, ancak harekete geçen
Türk birliklerinin Ocak 1 91 8 başlarında bur.alan geri aldığını kaydediyor.
lntikamcı kırımlar bu zaman diliminde gerçekleşmiştir. Bkz. H. Turabian; La
quesrion armenienne: A vant, pendam et depuis la guerre; Paris, 1922 (ya­
yımlayan Delegalion de la Republique Armenienne ) , s. 1 24. A. Emin Yal­
man'a göre bu durumda, " Ermeni tehcirlerini ayıplayan birçok insan bu
propa gandanın (göç ve kırım haberlerinin yayılmasının, T.T.) tesiri altında
görüşlerini degiştirmişlerdir" diyor. Yakın Tarihte Gördük/elim ı·e Geçirdik­
lerim, c . ! , Istanbul, 1 970, s. 334.
Sovyet Devrimi, Türkler ve Ermeniler
�
Sovyet Devrimi, Doğu Anadolu'da ittifaklar sistemini ta­
mamen çözdü ve Osmanlılar lehine umulmadık bir du­
rum yarattı. Kendisine gizli anlaşmalarla Istanbul vaat
edilmiş olan ve Doğu Anadolu'yu işgal altında bulundu­
ran bir ülke, savaşı 'mağlup' sıfatıyla terk ediyor ve ateş­
kes istiyordu. Bu bağlamda devrim lideri lenin, 1 9 1 7
sonlarında Osmanlı Devleti'ni paylaştıran anlaşmaları
"uluslararası eşkıyalık anlaşmaları" olarak niteleyip ka­
muoyuna açıklıyordu. 1 Böylece iki eski müttefik devlet
olan Ingiltere ve Rusya arasında amansız bir çatışma or­
tamı oluşuyordu. Bu ortam Milli Kurtuluş Savaşımız için
çok elverişli bir zemin yaratacaktır.
Rusya'nın mağlup olarak savaşı terk e tmesinden
Brest-Litovsk Anlaşması'na kadar durum genel hatlarıyBu konuda bkz. T. Timur, Türk DeıTimi ı-e Sonrası, Imge Ki tabevi Yayınları,
Ankara, 1993, s. 25 1 .
Türkler ve Ermeniler
la Osmanlılar aleyhine olmuştur. Daha sonra Sovyetler
Birliği'nin Ingiliz-Fransız emperyalizmine dayanan Er­
menistan'ı pek desteklerneyeceği anlaşılınca Ermenile­
rin tutumunun da değişmeye başladığını görüyoruz.
Rusya'nın savaştan çekilmesi üzerine Erzurum ve Van
alınmış, daha sonra da Brest-Litovsk Antiaşması çerçe­
vesinde Kars, Batum ve Ardahan referandumla sınırla­
rımıza katılmıştı. Ne var ki söz konusu referandumun
uygulanma biçimi Sovyet Rusya tarafından şiddetli eleş­
tirilere uğramıştı. Yeni Sovyet yönetiminin lttihatçı ida­
reyle ilişkileri dikkat çekicidir ve aynı konuda daha
sonra Kemalist hareketin davranışıyla karşılaştırılmaya
değer.
Sovyet Rusya, Dışişleri Bakanı Çiçerin imzalı ve 1 5
Şubat 1 9 1 9 tarihli bir memorandumla, Osmanlı yöneti­
minin Sovyetlere haber bile vermeden Kars, Batum ve
Ardahan'ı işgal ettiklerini ve "yerli ahaliye karşı aşırı
barbarca şiddet ve baskı yapıldığını " 2 ileri sürüyordu.
Aynı memorandumda işgalci Osmanlı güçlerinin halko­
yu yoklamasında tarafsız davranmadıkları da sert bir bi­
çimde ifade ediliyordu. Bu konuda söylenen şuydu: "Oy
verme arifesinde reyleri Türkiye lehine olmadığı bilinen
eşraf ya oralardan sürülmüş veya tevkif edilmiş, hatta
onlardan birçoğu kurşuna dizilmiştir." Çiçerin'in me­
morandumu Osmanlı yönetimini, Sovyetlerin Palon­
ya'da çok zor bir durumda oldukları bir sırada Baku'ya
taarruz etmekle ve "yağma, katliam ve her türlü şid­
det"e başvurmakla da suçluyor ve bütün bunların "yeni
fütuhat arzusu"ndan başka bir şeye dayanmarlığını iddia
ediyordu. Bu ağır eleştirileri içeren memorandum, SovRaporun Türkçe ve Fransızca metni için Bkz. A. Nimet Kurar, Türkiye ve
Rusya, Ankara, 1 970 , s. 7 1 0-714.
Sovyet Devrimi, Türkler ve Ermeniler
yet Rusya hükümetinin 20 Eylül 1 9 1 8 tarihli bir notayla
Brest-Litovsk Antiaşması'nı da geçersiz saydığım hatırla­
tıyordu.
llginçtir ki Sovyet memorandumu bu kadar ciddi
suçlamalarda bulunmasına rağmen Osmanlılada iyi iliş­
kileri koparmak istemiyor ve uzlaşmacı bir tonda son
buluyordu . Bu bağlamda lttihatçı yöneticilere denili­
yordu ki "Türkiye'nin Sovyet Rusya tarafından herhangi
bir tecavüze uğramasından korkmaya mahal yoktur.
Rus ve Türk halkını (artık) hiçbir şey birbirinden ayır­
mıyor ve Türk halkı, Rus halkının çoktan beri arzuladı­
ğı tarzda dostluk ve kardeşlik elini uzatırsa, hakiki men­
faatlerine en uygun biçimde hareket etmiş olacak(tır)" . 3
Daha sonra göreceğimiz gibi bu tutumu Istanbul değil,
Ankara ve Kemalist hareket benimseyecektir.
Ermeni Cumhuriyeti zor durumda bulunan Sovyet
Rusya'nın desteğinden yoksun kalınca, 4 Haziran 1 9 18'
de Osmanlı Devleti'yle silah bırakışmasına gitmiş ve ba­
rış andaşması için A. Hatisyan'ı lstanbul'a yollamıştır.
Hatisyan'ın Istanbul'da geçen dört aylık görüşmelerini
anlatan kitabı, o dönemin psikolojisini yansıtması açı­
sından son derece önemlidir.
1
Aynt eser,
s.
7 ! 4.
Hatisyan'ın Anlattıklan
�
Hatisyan Tiflisli bir Ermeniydi. Tiflis'te tıp tahsili yap­
tıktan sonra siyasete atılmış ve 1 909- 1 9 1 7 yılları arasın­
da bu şehrin valiliğini yapmıştı. Sovyet ihtilalinden son­
ra Tiflis, Gürcülerin eline geçince, Hatisyan Taşnak Par­
tisi'ne girmiş ve kendisini tamamen Ermeni davasına
adamıştı. Ermenistan Cumhuriyeti'nin Osmanlılar kar­
şısında gerilemesi sırasında, 4 Haziran 1 9 1 8'de Türkler­
le Batum Andaşması'nı imzalayan iki kişiden biriydi.
Daha sonra da A. Aharanyan ile birlikte yeni ve temelli
bir antlaşma imzalamak üzere lstanbul'a yollanmıştı.
Hatisyan bu sırada bağımsız Ermeni Cumhuriyeti'nin
Dışişleri Bakanı idi; daha sonra da başbakan olacaktır.
Hatisyan'ın bu seyahatle ilgili anıları ilk kez 1 930'da
Atina'da, ikinci kez de l 968'de Beyrut'ta Ermeni dilinde
basılmış tır. Eserin l 989 yılında üçüncü baskısı yine Ati­
na'da, fakat bu kez Fransızca yapılmıştır.
179
Türkler ve Ermeniler
l S Haziran l 9 1 8'de lstanbul'a gelen Hatisyan müta­
rekeye kadar Osmanlı başkentinde kalmış ve önde gelen
lttihatçılarla görüşmüştür. Bu konuda anlattıkları ve
çizdiği portreler her şeyden önce yazarın üslubunun
yumuşaklığı ve objektif olma çabasıyla dikkati çekmek­
tedir. Bu niteliğiyle eser günümüzde hırslı ve bağnaz bir
söylem içine yerleşip kalmış olan Ermeni sorununun an­
laşılması için önemli bir belge teşkil etmektedir.
Hatisyan, Aharonyan'la birlikte lstanbul'a geldiği
zaman Wilson llkeleri ilan edilmiş, ABD savaşa girmiş
ve savaşın kaderi belli olmuştu. Ayrıca Başkan Wil­
son'un Ermeni yanlısı duyguları da ortaya çıkmıştı. Bu
yüzden Istanbul'daki Ermeni temsilcileri, görüşmelerin­
de mümkün olduğu kadar büyük bir Ermenistan tasarı­
sını kabul ettirmeye çalışmışlardır. Hatisyan'a göre ltti­
hatçı liderler kendilerine çok yakın davranmışlar ve hep
"Türk-Ermeni dostluğu"ndan söz etmişlerdir. Yazar "O
anda samimi oldukları kamsındayım" 1 diyor ve bunun
nedenini savaşı kazananlada yapılacak barış konferan­
sında önlerine çıkacak Ermeni sorunu korkusuyla açık­
lıyor. Hatisyan bu konuda, büyük bir takdirle bahsettiği
Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey'in, aslında lttihatçıların ge­
nel eğilimini yansıtan düşüncelerini nakletmiştir.
Hatisyan'ın aktardığına göre , "uzun boyu, zekası,
fizyonomisi, zarif kıyafeti ve akıcı Fransızcası ile mü­
kemmel izienim bırakan" 2 Hüseyin Cahit Bey, Türklerin
savaş kayıplarından sonra altı milyon kadar kaldığım,
"zinde kuvvetler"e (forces vives) ihtiyaçları olduğunu ,
bunun için -haritada Türkleri birleştiren iki yol göstereAlexandre Khatissian, Eclosion et developpemenr de la Republique Ar­
menienne, Arına, 1 989, s. 1 1 3.
Aym eser. s. 1 1 2.
Hatisyan in Anlawkları
rek- Ermenilerin engel olmamaları gerektiğini ifade et­
mişti. 3 Hüseyin Cahit Bey'e göre ideal çözüm Türk Pro­
tektorasJ altında bir Kafkas Federasyonu idi. Daha kişi­
sel planda ise Tanin başyazarı, "Ermenilerin tatmin edil­
meleri gerektiğini" 4 söylemekle beraber bu işin kendi
elinde olmadığını da eklemişti.
Hatisyan, kendisine en olumlu yaklaşanlar arasında
Ahmed Rıza Bey' i, Rauf Bey'i (Orbay) ve Vakit gazetesi
yazarı Ahmet Emin Bey'i de sayıyor. Fakat bunlar ara­
sında sempatisi en çok Ahmed Rıza Bey üzerinde top­
lanmaktadır. Burada sözü yazara bırakalım: "İstanbul'da
görüşebildiğimiz Türkler arasında dış görünüşüyle en
sempatik olanı Ahmed Rıza Bey'di: Uzun boy, kar gibi
sakallar, kadife gözler, asil bir fizyono mi. Konuşmaya
başlar başlamaz Ahmed Rıza Bey muhatabını büyülü­
yordu. " 5 Aslında Hatisyan'ı etkileyen, A. Rıza Bey'in gö­
rünüşü ve konuşması kadar, söylediklerinin içeriği de
olmuştur. Çünkü eski Meşveret başyazarı, Ermeni telı­
cirinde lttihatçı yönetinıle ters düşmüştü. Hatisyan'ın
yazdığına göre "Talat Paşa iktidardan düştükten sonra ,
Ahmed Rıza Bey, Türkler içinde, Senato'da Ermeni ve
Araplardan ne kadar kişinin öldüğünü açıklayan ilk in­
san olmuştu . lttihatçıların, ortaya çıktıkları zaman şid­
detle karşı koyduğu fikirleri uygulamaya koyma sakatlı­
ğını göstermelerinden, bizlere (Hatisyan ve Aharon­
yan'a) şikayet etmişti. Talat ve Enver iktidarda kaldıkça,
bütün çabalarının bir şeye yaramayacağını bize söyle­
mişti" 6
1
4
Aym eser, s. 1 1 2.
Aynı eser, s. 1 1 3.
Aynı eser,
Aynı
s.
eser, s.
1 1 4.
1 1 4.
J sı
Türkler ve Ermeniler
Aslında Ahmet Rıza Bey'in cerbezesi (güzel konuş­
ması) , çekingenliğini ya da oportünizmini tamamen giz­
lemiyordu. Yurtdışında, muhalefetdeyken evrensel değer­
ler çerçevesinde tavır alabilen, örneğin Hamidiye Alayla­
rı'nın zulmünü kınayabilen bu yazar, Türkiye'de, iktidar­
dayken sessizliğe ve ataiate gömülüyordu. Nitekim 1 909'
da Adana'da bir kısım Ermeniler kırılırken ağzını açma­
mış ve bu yüzden Meşrutİyet dergisi başyazarı Şerif Paşa
tarafından, kendisine geçmişi hatırlatılarak kınanmıştı.
Fakat mütareke yaklaşırken tüm lttihatçılar, Ermeni he­
yetine dostluk gösterisi içindeydiler. Rauf Bey kendileri­
ne yardım vaat ediyor, sonuçsuz kalsa da Enver Paşa
nezdinde girişimde bulunuyordu. Ermeni kırımının en
uğursuz isimleri Dr. Bahattin Şakir ve Nazım Bey, geçmi­
şi unutınayı ve her konuda Ermenilerle işbirliğini önerir­
lerken, Istanbul Emniyet Müdürü Azmi Bey, "ne kadar
güzeller" diyerek Aharonyan'ın şiirlerini okuyordu. 7
Hatisyan, Ermeni tehcir ve kırımının baş sorumlusu
olarak gördüğü Enver Paşa'dan bile kinsiz ve öfkesiz bir
dille söz etmiştir. Güçlü Savunma Bakanı'nın göz ka­
maştırıcı lüks içindeki yaşantısını da vurgulayan Hatis­
yan, "beşeri ilişkilerinde sade, ölçülü ve çok ılımlı"8
bulduğu bu insanın yüz binlerce kişiyi ölüme götürdü­
ğüne inanmanın güç olduğunu kaydediyor.
Hatisyan ve Aharanyan Istanbul'daki temaslarında,
Ermeni sınırlarının genişlemesi konusunda hiçbir şey
elde ederneden döndüler. Fakat dostça ilişkiler devam
etmiş ve Mondros Mütarekesi kapıya dayanınca Rauf
Bey, oraya birlikte giderek Türk-Ermeni dostluğu konu­
sunda bir gösteride bulunmayı önermiştir.
7
Aym eser, s. l l 4.
Aym eser,
s.
l l O.
Harisyan in Anlawklan
Hatisyan'ın l 930'da yayınladığı anılar, görüldüğü
gibi hayli ılımlı bir üslupla kaleme alınmışlardı. 9 Dahası
Ermeni davasının sözcüsü anılarını, daha geniş bir za­
man dilimini göz önünde bulundurarak, bir esef duygu­
suyla tamamlıyordu. "Zayıf, küçük, yirmi-otuz bin ki­
lometrekarelik bir sahaya sıkışmış, denize limanı olma­
yan ve dört taraftan kuşatılmış bir Ermenistan'ı hoş gö­
receklerdi" diyor yazar ve ekliyor: "Yine de bir gerçek ki
zaman kazanmak ve her fırsatı değerlendirmek için, bel­
li bir anda Kemalist yöneticilerle konuşmak yararlı ola­
bilecekti. " 1 0 Wilson Ilkeleri'nin ve ABD himayesinin
gündemde olduğu bir ortamda Ermeni camiası böyle bir
tutumu gerçekçi bulmamıştır. Ne var ki, l 9 1 8'de Erme­
nilere vaatler yağdıran Clemenceau 19 Aralık 1 9 1 9'da
Nubar Paşa'ya "Artık Ermenilerden bıktık" ı ı diyecektir.
Hatisyan'ın eserinin 1 968 baskısına bir önsöz yazan
Ş. Torigyan da Hatisyan'a katılarak şu sorgulamayı ya­
pıyor: "Belki de her türlü çekingen politikayı reddet­
memizin, Kemalizmin gücünü tanımamızın ve onunla
Wilson'un vaat ettiğinden çok daha mütevazı sınırlar
üzerinde anlaşmanın uygun olacağını söyleyebilmeliy­
dik. " 1 2 Nihayet eserin son baskısına ( 1 989) ismini be-
10
11
1"
Hatisyan bu ılımlı tutumu dolayısıyla bazı Taşnak üyeleri tarafından şidderle
eleşririlmiş, hatta ihanetle suçlanmışnr. Fakat, kendisi de Taş nak yöneticisi
ve bağımsız Ermenistan Cumhuriyeti'nin son başbakanı olan Simon Vratsian
"Türkiye'yi hesaba katmayanlar siyasi budalalardır" diyerek onu savunmuş­
tu. Gaidz Minassian ile 2 Mart 2004 tarihli konuşmadan. ( Yevrobarsi, 2 Mart
2007).
Aynı eser, s. 195.
Aynı eser, çevirmenin (anonim) önsözünden, s. 7 , Hatisyan'ın kitabının Er­
menice baskılarından birine, E. Uras'ın Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mesele­
si, !stanbul, 1 9 7 6 , adlı kitabında, tarih ve sayfa belirtilmeden bazı gönder­
meler yapılıyor, s. 6 81. Eserle ilgili herhangi bir değerlendirme söz konusu
değildir.
Aynı eser, s. 1 4.
Türkler ve Ermeniler
lirtmeyen çevirmen tarafından yazılan önsözde Ermeni
hareketinde Mustafa Kemal veya De Gaulle gibi bir lide­
rin yokluğunun vurgulanması, kaydedilmesi gereken
başka bir noktadır.
Mütareke, Barış Konferansı ve
Ermeni Talepleri
�
Mondros Mütarekesi, bekledikleri ölçüde olmamakla be­
raber, Ermeni özlemlerine geniş ufuklar açmıştı. Galip
devletlerin maddi ve manevi desteklerini arkalannda his­
seden Ermeniler giderek gerçekçilikten uzaklaşan -bu
yüzden kendi aralarında da ihtilaflar yaratan- tasarımla­
ra girişmişlerdi. Bunun en somut örneğini Bogos Nubar
Paşa liderliğindeki Ermeni heyetinin Paris Barış Konfe­
ransı'na sundukları "Büyük Ermenistan Projesi"nde gö­
rüyoruz.
1 9 1 9 Mayısında, Ermeni Cumhuriyeti ilan edildik­
ten bir yıl sonra Ermeni Parlamentosu , sınırlan içine
Türkiye'den kurtarılacak toprakları da katan bir karar
almıştı. Türkiye Ermenileri temsilcilerinin Erivan'a em­
poze ettikleri Birleşik ve Hür Ermenistan tasarısı, SeVr
Antiaşması'nda kabul edilen Ermenistan'dan da büyük
i
as
Türkler ve Ermeniler
bir devleti öngörüyordu. Rusya Ermenilerini tedirgin
eden bu tasarıyı, Bogos Nubar Paşa ve A. Aharonyan, Ba­
tı'nın, özellikle ABD'nin eğilimlerini değerlendirerek ha­
zırlamışlardı. Ermeniler ABD mandası talep ettikleri bir
sırada, Amerikalıların, ancak büyük bir Ermenistan'ın
mandaterliğini kabul edeceklerini düşünüyorlardı. 1 Bu
ise kendilerini gerçekçilikten uzak taleplere yönehen
nedenlerden biriydi. Ne var ki Büyük Ermenistan iddia­
sı, ABD mandası konusunda incelemeler yapan General
Harbord başkanlığındaki heyete de inandıncı görün­
memişti. Heyet, Ermeni kınmıyla ilgili ABD'ye gelen ha­
berleri abartılı buluyor ve Amerikan mandasının olumlu
ve olumsuz yönlerini ifade etmekle yetiniyordu. Gene­
ral Harbord eğer l 9 l 6'da Doğu Anadolu'yu gezseydi ra­
poru hayli farklı bir tonda olabilirdi, fakat geride kalan
dönemde Ermeni intikam alayları tabioyu değiştirmiş­
lerdi. Zaten Amerikan Kongresi de Wilson'un benimse­
diği mandaterliği 1 920 Nisanında reddetti. Buna rağmen
Ermeniler umudu kesmedHer ve zaten bu sırada Avru­
pa'da bulunan Patrik Zaven Efendi, Ingiliz Kralı V.
George, Başbakan Curzon, Fransız Cumhurbaşkanı P.
Deschanel, Başbakan Millerand ve Yunan Hükümet Baş­
kanı Yenizelos gibi yüksek düzeydeki devlet adamlarıy­
la temaslar yapıyordu. Zaven Efendi bu temaslarından
epeyce küçülmüş bir Ermenistan vaadiyle dönmüştü.
Fakat dönüşte kaleme aldığı raporunda yine de iyimser­
lik sergiliyor ve Ermenileri birliğe çağırıyordu .2
Bogos Nubar Paşar ve A. Aharonyan, Paris Konferansı'na sunduktan rnuhıı­
rada Türkiye, Ermenistan'dan yedi il (Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput, Sivas,
Trabzon, Erzurum) Kilikya'dan dört sancak (Maraş, Sis, Bereket Dağı, lsken­
derun'la birlikte Adana), Kars bölgesi ile kuzeyi hariç Ardahan ve çevresini
istiyorlardı. Sevr Antlaşrnası·ndaki Ermenistan için bkz. E. Uras, age, s. 660.
Zaven Efendi'nin raporu için bkz. aym eser, s. 1 03 , 685-690.
Mütareke, Barış Konferansı ve Ermeni Talepleri
Mütareke'den sonra Türkiye'deki durum ise tam bir
manevi çöküntüyü yansıtıyordu. Ittihatçı liderler ülke­
den kaçınıştı ve bir süre sonra iktidara gelen Hürriyet ve
İtilaf ileri gelenleri de Ingilizlere şirin görünmekten öte
bir politika tasawur edemiyorlardı. Büyük bir saflık için­
de böyle bir tutumun, sanki ülke savaştan yenik çık­
mamış gibi, Osmanlı bütünlüğünü sağlayacağına inanı­
yorlardı. Onlara göre tüm sorumluluklar lttihatçılara
yüklenerek, Ermeni kırımı suçlularını yargılayarak te­
mize çıkmak mümkündü. Bu politika açık ve kararlı bir
biçimde 4 Mart 1 9 1 9'da Damat Ferit Paşa kabinesinin
kurulmasıyla uygulamaya kondu.
Damat Ferit Paşa, 8 Mart 1 9 1 9 tarihli kararnameyle
Divan-ı Harb'in tüm üyelerini askerleştirmiş ve geniş
kapsamlı tutuklamaları başlatmıştı. 3
Kısa zamanda bu girişimin "insanlığa karşı suçlar"
dan kaynaklanan adalet duygusundan çok, müttefiklere
hoş görünme ve lttihatçılarla hesaplaşma kaygılarına
dayandığı izlenimi doğdu. Bu gayretkeşlik doruk nokta­
sına Boğaziayan Kaymakamı Kemal Bey'in lO Nisan'da
idamıyla ulaşmıştı. Ne var ki 1 9 1 5 ve l 9 l 6'da susmuş
olanların birdenbire insan hakları şampiyonu kesilmiş
olmaları büyük bir öfke yarattı ve Kemal Bey'in cenazesi
bir halk gösterisine dönüştü. S. Akşin'in yazdığı gibi,
"Calthorpe gibi bir Ingiliz için Türklerin böyle bir 'ca ­
ni'den yana gösteriler yapmalarında şaşılacak bir şey
yoktu. Ona göre bu gösteriler, Müslüman halkın büyük
çoğunluğunun duygularını yansıtıyordu. "4 Ingiliz ami­
ralinin böyle düşünmesi normaldi ve herhalde hiç kimBu konuda ayrıntı için bkz. Sina Akşin, Istanbul Hükümerieri ve Milli Mü­
cadele, !stanbul, 1 976, s. 1 97-202.
S. Akşin, age, s . 200.
Türkler ve Ermeniler
se de ondan 1890'lardan beri süren kanlı olaylarda Ingi­
liz sömürgeciliğinin sorumluluk payım kabul etmesini
beklemiyordu. Fakat bu gelişmenin gerçek nedenini bi­
raz da başka yerde aramak, 1 9 1 Tde Ermeni birliklerinin
intikam hışmına uğramış, 1 9 1 9'da işgal edilmiş ve pay­
Iaşılmak üzere olan bir ülke halkının eziklik duygusunu
iyi değerlendirmek gerekiyordu. 1 9 1 9 Nisanında halk
gösteride bulunuyorsa, herhalde bu ne gerçek bir ltti­
hatçılık sempatisinden ne de bir caniyi koruma içgüdü­
sünden doğuyordu. Bu sırada Türkler büyük bir haksız­
lığa uğramış, savunmasız bir halk olmanın psikolojisi
içindeydiler. lttihatçılardan nefret, tüm Kurtuluş Savaşı
boyunca sürmüş, o dönemin önderleri tarafından çeşitli
vesilelerle vurgulanmış, daha sonra da romanlara konu
olmuştur. Türkler, lttihatçı yöneticileri özgürce ve işle­
nen cürümlerin bilinci içinde yargılamak fırsatını bula­
mamışlardır. 5
Bkz. Osman Selim Kocahasanoglu, /uihar Terakki 'nın Sorgulanması
gılanması, Temel Yayınları, Istanbul, 1998.
ve
1-'ar­
Kurtuluş Savaşı Başlarken Ermeni Sorunu
�
Kemalist hareketi Ittihatçı ve ltilafçı hareketlerden kesin
bir biçimde ayıran nitelik onun gerçekçiliğiydi. Ittihat­
çılar Birinci Dünya Savaşı başlarında Mısır'ı Ingilte­
re'den almak için sefer düzenlemişler, yenilgi belli ol­
duktan sonra da büyük bir 'Turan imparatorluğu ' kur­
ma düşüne kapılmışlardı. Itilafçılar ise , Paris Konferan­
sı'nda, sanki hiçbir şey olmamış gibi imparatorluğun
tamamını istemiş ve müttefikleri sinirlendirerek hakare­
te uğramışlardı. 1 Kemalist hareket, başından sonuna
kadar, ancak yapılabileceği yapmak ilkesine sıkı sıkıya
sarılmış ve Misak-ı Milli formülü bu espri içinde gelişti­
rilmiştir.
Mondros Mütarekesi'nden sonra Batı kamuoyunun
büyük kısmının Türk aleyhtarı oluşu ve bunda Ermeni
Osmanlılar, Damat Ferit'in Vahdettin adına Calthorpe'a 30 Man l 9 l 9'da be­
lirttiği gibi, Arap ülkelerine hakimiyetlerini de sürdürmek istiyorlardı . Tek
toprak fedakarlığı bağımsız ya da özerk bir Ermenistan idi. Bkz. Sina Akşin,
age.
s.
2 3 3-234.
Türkler ve Ermeniler
kırımının da önemli bir rol aynaması Kemalistleri bu
konuda Ittihatçılardan farklı bir savunma çizgisine ve
propaganda çabasına itmişti. Daha önce de değindiğimiz
gibi Ittihatçılar, 1 9 1 6'dan itibaren tehciri, Ermeni-Rus
işbirliğini ileri sürerek meşru göstermişlerdi. Tehcir sı­
rasındaki "aşırılıkları" da "sabrı tükenmiş, kızgın halka"
ve "Kürt çetelerine" mal etmişlerdi. 2 Oysa lttihatçıların
ülkeyi terk etmesinden sonra temel suçlu olarak Ittihat­
çılan gören bir savunma çizgisi giderek güçlenmeye
başlamıştır. Bu çizginin, Ingilizierin de baskısıyla, dava­
lara ve cezalandırmalara yol açan uygulamalarını gör­
dük. Bununla Kemalistler arasındaki tutum farkını bir
ölçüde azaltacak girişimler de mütarekenin ilk aylarında
yapılmıştır. O zaman genç bir tarihçi olan Reşit Saffet'in
(Atabinen) Avrupa'ya bu amaçla yaptığı geziler ve "Kara
Şemsi" imzasıyla yayınladığı broşürler bu konuda dik­
kate değer bir örnektir.
Reşit Saffet Bey gerek 1 9 1 9 Şubatında Bem'de top­
lanan Sosyalist Enternasyonal'e sunduğu raporda, ge­
rekse bir ay sonra Milletler Cemiyeti'nde yaptığı ko­
nuşmada Ermeni tehcirini farklı bir biçimde ele almış­
tır. Kendisine göre "dünyada belki de en gerçek şekilde
proleter bir ülke olan Türkiye"nin 3 Ermeni kırımında
Bu konuda l 9 1 6'da Osmanlı hükümeti tarafından yayınlanan Verile sur le
mouı·ement reFo!urionnaire arnıenien et fes mesures gouı·ernementa!es baş­
lıklı broşüre bakılabilir. Bu kitapçığın bir özeti de Rel'Ue de Hongrie 'de ( 1 5
Haziran 1 9 1 7) "Ermeniler" başlığı al tında yayınlanmıştır. Bu makalede hal­
kın Ermenilere çok kızgın (furieux) olduğu. Ermenileri savunan bir Jan­
darma bölüğüne saldırması. bu arada bazı jandarmaların ölmesi örneğiyle
anlatılıyor (s. 5 1 ) .
Kara Schemsi, L e prolereriat Turc au Langres Socialiste international de
Berne, 5 Şubat 1 9 1 9 . Yazar, kongreye "proletarya ıemsilcisi" olarak değil,
" !sviçre , Almanya, Avusturya ve Macaristan'da oturan Türkler adına" katıl­
mıştır. Zaten Reşit Saffet Bey'in fikirleri sosyalizme taban tahana zıttı. Za-
Kunuluş Savaşı Başlarken Ermeni Sorunu
hiçbir kabahati yoktu. Tüm sorumluluk "tek başlarına
Ermenileri kıran Kürt çeteleriyle Komite'nin satın alın­
mış ajanlarına" aitti. Kara Şemsi Milletler Cemiyeti'nde
de "Ittihatçı ajitatörlerin işlediği cürümler tüm millete
ödetilrnek isteniyor" 4 diye yakınmıştı. Yine aynı yazar,
daha sonra konuyla ilgili fikirlerini topadadığı bir bro­
şürde "Ermeni halkının masum kısmının ıstırabına yol
açan gayri insani ve ölçüsüz önlemleri" 5 dile getiriyor­
du. Kara Şemsi " Çar'ın sürülerine muhbirlik ve kılavuz­
luk yapan Ermenilerin" zulmünü de aniatmakla beraber
tehcir sırasında iki yüz ile üç yüz bin Ermeni'nin öldü­
ğünü de belirtiyordu. 6
Reşit Saffet (Atabinen) , Ermeni sorununu kendince
ulusalcı bir açıdan ele almıştı. Kendisi dört yıl sonra Lo­
zan görüşmelerine de Türk heyetinin sekreteri olarak
katılmış, fakat Ingiliz ve Fransız temsilcileriyle aşırı ya­
kınlığı Isınet Paşa'nın hoşuna gitmediği için müzakere­
lerin ikinci safhasında heyetten çıkarılmıştır.
Mütarekeden sonra Istanbul'da Meclis-i Mehusan'm
yayınladığı broşürler de Ermeni sorununda Osmanlı yö­
netiminin ağır sorumluluğunu kabul ediyorlardı. Bun­
lardan Ingilizce yayınlanan ve resmi görüşü ifade eden
bir kitapçıkta şu cümleyi okuyoruz: "Bu yok etme ve
yağma amaçlı cehennemi politikayı geliştiren ve uygu­
lamaya koyan lttihatçı örgütün suçu açıktır. Liderleri
insanlığın en büyük canileri arasında yer alıyorlar. " 7 Bu
rnanla Fransız-Ingiliz emperyalizmiyle uzlaşıcı bir "Türkçülük" prograrnı
geliştirecektir.
Kara Schemsi, L 1slam, fes Turcs er la Sadere des Nations, Cenevre, 1 9 19.
Kara Scheınsi, Turcs er armeniens devant lhistaire, Cenevre, 1 9 1 9 , s. 3.
Aym eser, s . 3.
The Turca-Armenian Queslion: The Turkish Point a{ View, !stanbul, 1 9 1 9 ,
s. 83.
Türkler ve Ermeniler
ağır suçlamaya rağmen, broşürde ilk önlemleri (başlan­
gıçtaki tutuklamaları, Ermeni komitelerinin kapatılma­
sını, hatta tehciri) mazur gören veya "hafifletici" neden­
lerle birlikte sunan açıklamalara da yer veriliyordu. Bu
çelişkiler o zaman zihinlerin ne kadar bulanık olduğunu
gösteriyor. Fakat fikirlerin evrimi açısından önemli olan
nokta, bu broşürde de halkın hiçbir sorumluluğa sahip
olmadığının vurgulanması ve "tüm sınıflar, tüm millet­
8
ler Clttihatçı) zulmünün kurbanıydılar" denmesidir.
Mütarekenin kabuslu aylarından işgallere ve Milli
Kurtuluş Savaşı'nın örgütlenmesine giden süreç içinde
Ermeni konusunda dikkate değer gözlemler yapan bir­
çok yabancının da bulunduğunu biliyoruz. Bunlardan
Pierre Loti ayrı bir yer işgal eder. Yazar "Türk dostu"
olarak tanındığı için kendisinin bu konudaki fikirleri
pek dikkate alınmamış, hatta ağır hücumlara uğramıştır.
Oysa Loti, Ermeni kırımını yadsımıyor, aksine hiç onay­
lamadığı "korkunç kırımlar"dan söz ediyor ve olanlar
"delice abartılmış" bile olsa "kusuruna oranla son dere­
ce ağır bir cezalandırmaya uğrayan bedbaht Ermenis­
tan'a derin merhametini" 9 dile getiriyordu. Yazarın Tür­
kiye'yi ve Türkleri çok iyi tanımasına rağmen, günümüz­
de bu konudaki tartışmalarda her iki tarafın da sansü­
rüne uğraması, konunun nasıl bir bağnazlık içinde ele
alındığını göstermektedir. Kaldı ki bir Fransız yurtseveri
olan P. Loti, Osmanlı kırımlarından söz ederken Fran­
sa'nın sömürgeci politikasında uyguladığı kırımlan da
hatırlatmaktan geri kalmamıştır. Bu nokta bizi Kemalist
politikanın Ermeni sorunuyla hangi koşullarda karşılaş­
tığını ve nasıl bir tavır aldığını sorgulamaya götürüyor.
Aym eser.
s.
83.
Pierre Loti . Les massacres d"Arnıenie. Paris, 1 9 1 8 . s. 23-24.
Kemalist Hareket ve Ermeni Sorunu
Kemalist hareket Ermeni sorununun dünya kamuoyun­
da Türkiye'nin son derece aleyhine olduğu koşullarda
başlamıştı. Ermeni tehcirinin daha ilk uygulamaları lti­
laf devletleri arasında, savaş propagandası ve önyargı­
larla da beslenen büyük bir öfke yaratmıştı. Ingiltere,
Fransa ve Rusya daha 24 Mayıs 1 9 1 5'te bir ortak bildiri
yayınlayarak "Türkiye'nin insanlık ve medeniyete karşı
işlediği bu cinayetlerden dolayı gerek Osmanlı Hükü­
meti üyelerini ve gerek bu katliama katılmış ve katıla­
cak olanları şahsen sorumlu tutacaklarını" 1 Babıali'ye
resmen bildirmişlerdi. Tüm savaş boyunca Batı'nın bü­
tün yayın organları devlet adamlarının, ünlü tarihçile­
rin, resmi görevlilerin ve görgü tanıklannın açıklamala­
rına geniş yer vermişlerdi . Aradan geçen zaman ve müEsat Uras, age, s. 608. Osmanlı Hükümeti bu iddiaları "yalan" olarak değer­
lendirdi Ye "kesinlikle· reddetti.
Türkler ve Ermeniler
tarekeden sonra kurulan Harp Divanları bu kin ve öfke
dalgasını azaltmış, fakat ortadan kaldırmamıştı. Mustafa
Kemal Paşa da bu durumun tamamen bilincindeydi ve
24 Nisan 1 920'de Meclis'te yaptığı konuşmada "Ermeni­
ler bütün dünyanın fevkalade mazharı sahabeti (koru­
ması altında) olmuş bir vaziyette bulunuyorlar" demiş­
ti. 2 Oysa Kemalist hareket o sırada, kendi açısından,
Ermeni sorunuyla bir haksızlığın tamiri ya da bir insan­
lık suçu karşısında tavır alma gibi bir manevi sorun ni­
teliğiyle karşılaşmıyordu. Ulusal savaşa kendini adayan­
lar için Ermeni sorunu bir varlık sorunuydu. Ermeniler,
kendi içlerinde bile ihtilaf yaratan aşırı taleplerde bulu­
nurken emperyalizm olgusunu hiç de doğru değerlendi­
rememişlerdi. ABD çok uzaktı, Ingiltere ve Fransa ise
Ermenilerin talip olduğu verimli topraklar üzerinde ken­
dileri rekabete girişmişlerdi.
Türk Kurtuluş Savaşı iki cephede cereyan etti. Doğu
Cephesi'nde başladı, Batı Cephesi'nde bitti. Siyasal ör­
gütlenmedeki önceliğin Doğu'da olması ve ulusal bü­
tünlük yolundaki ilk hedeflerin Erzurum Kongresi'nde
saptanması bir rastlantı değildir.
Doğu Cephesi Komutanı, General Kazım Karabe­
kir'di. Karabekir Paşa mütarekeden sonra lstanbul'a dön­
müş, fakat çok geçmeden kendisini Erzurum'daki 1 5 .
Kolordu Komutanlığı'na tayin ettirmişti. 1 9 1 9 Nisanın­
da Trabzon'dan Erzurum'a geçtikten birkaç ay sonra da
General Harbord komutasındaki heyet önce Ermenis­
tan'a uğrayacak sonra da Erzurum'a gelecektir.
A rarürk'ün Bütün Eserleri, c . 8, s. S l . TBMM Gizli Ce/se Zahuları, Iş Bankası
Yayınlan, 1 999, c. I, s. 4. (Tutanakla ilgili düşülen notta "pek cüzi yerleri
zabır esnasında atianmış olduğundan tevhidinde bazı yerleri noksan kalmış­
tır " denmektedir.)
Kemalist Hareket ve Ermeni Sorunu
1 9 Mayıs'ta Mustafa Kemal Paşa da Anadolu'ya geç­
tikten sonra Erzurum Kongresi'nin hazırlıkları başla­
mıştı. Kongre'nin asıl amacı Doğu illerinin kurtarılma­
sıydı. Bu sırada Kemalist cephe üzerindeki en büyük
baskı, hareketi "ittihatçılığın devamı" olarak damgalaya­
rak küçültmek isteyen iç ve dış güçlerden geliyordu.
Mustafa Kemal her fırsatta bu bağlantıları yadsımış ve
"ulusal girişim ve örgütlerin ittihatçılıkla hiçbir ilgi ve
ilişkisi olmadığını" 3 açıklamıştır. Hatta Sivas Kongresi'
nin birinci oturumunda "görüşmelere başlanmadan ön­
ce, tüm delegeler Ittihat ve Terakki Derneği'nin canlan­
dmlmasına çalışılmayacağı konusunda açık açık ve te­
ker teker and içmişlerdir". Yine o sıralarda Istanbul Hü­
kümeti'nin Savunma Bakanı Cemal Paşa'nın bu konu­
daki sorusuna da, M. Kemal Paşa aynı yönde yanıt ver­
miş ve savaş içinde işlenen suçlara verilecek cezaların
"Birçok tartışmalara neden olacak olan kağıt üzerinde,
reklam biçiminde yayınlardan çok, edimli uygulamalar­
la dosta düşmana gösterilmesini daha uygun ve yararlı
görüyoruz" demişti. Görüldüğü gibi Kurtuluş Savaşı'nın
lideri, ulusal hareketi başlatırken savaş cürümlerinin
göstermelik bir biçimde değil, gerçek ve şiddetli bir bi­
çimde cezalandırılmasından yanaydı.
N e var ki aynı günlerde aydınlar arasında Amerikan
Mandası lehinde kuvvetli bir hava da esiyordu. Bu akım,
Sivas Kongresi'nde, ABD Kongresi'ne Temsilciler Mecli­
si üyelerinden oluşan bir heyetin bu konuda inceleme­
ler yapmak üzere Türkiye'ye davet edilmesim�i�yen
,·���··: �
,
' --'v/.
. ·
-::
�·
�i�' .
.
'
Nt)��k,· sı;ıry��
1 ·
.
Y,;ı.ÇirtlaBu ve izleyen alıntılar için bkz. Gazi Mustafa Kemal,
rı, Istanbul, 1995, c. 2. 14 1 , 1 4 2 ve 14 3 sayılı belgeler., ( Mı;ti � Bedf1Yazıct .!';;.,. ''
;
rafından sadeleştirilmiştir).
.,
•. :
.·
.
.
'
·.
''
·
'
Türkler ve Ermeniler
bir mektup yazılmasına yol açmıştır. 4 Oysa aynı tarihte
Türkiye'de bulunan Harbord Heyeti de Ermenistan
Mandası konusunda incelemeler yapıyordu. Amerikan
heyetinin gerek Ermenilerle gerekse Türklerle temasları
özel bir önem taşıyordu. 2 Eylül'de lstanbul'a gelen
Harbord Heyeti hemen Anadolu'ya geçmiş ve daha lz­
mit'te bir Ermeni Heyeti'nin ziyaretini kabul etmişti.
Anılarında bu ziyareti anlatan Rauf Orbay, Gregoryan,
Katalik ve Protestan, hepsi de "memleket sevgisinde
birleşmiş" üç yüz kadar Ermeni'nin, Heyet'e " 1 9 1 5 Teh­
ciri"ni anlattığını ve bu gibi ziyarederin "bütün önemli
şehirlerde" yinelendiğini söylüyor. 5 Nutuk ta da, Musta­
fa Kemal Paşa, Sivas Kongresi'nden hemen sonra da, 22
Eylül 1 9 1 9'da Sivas'ta görüştüğü General Harbord'a,
milletinin "mevcudiyet ve istiklalini temin için" her şe­
ye kararlı olduğunu ve sözlerinin "takdirle karşılandığı­
nı" söylediğini yazmıştır. 6
Gelişmelerin bu aşamasında, Mustafa Kemal Pa­
şa'nın Ermeni sorunu karşısında taktik bir tutum içinde
olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, Atatürk teh­
cir sorununa sadece beşeri gözlüklerle değil, aynı za­
manda bir siyaset adamı ve savaş halinde bir komutan
gözüyle bakıyordu. Bu bağlamda, bir yandan lttihatçıla­
rın yaptığı Ermeni kırımını kabul ediyor, hatta "fazahat"
(alçaklık) olarak niteliyor, öte yandan da emperyalist
M. Kemal Atatürk Nutuk'ta bu konuda Rauf Paşa'yla görüş ayrılığını anlat­
tıktan sonra, çareyi "öneren de Rauf Paşa oldu" der ve davet mektubundan
küçümseyici bir tonda söz eder; ayrıca "bu mektubun gönderHip gönderil­
mediğini pek iyi haurlamadığını" sözlerine ekler. Bkz. Nutuk, Süryay Yayın­
ları, Istanbul, c. I, s. 1 1 5.
Rauf Orbay; Cehennem Değirmeni, Siyasi Haaralanm, Emre Yayınları, Is­
tanbul, 1993, c. I, s. 269.
Aynı eser, s. 1 70.
Kemalist Hareker ve Ermeni Sorunu
cephenin baskısı ve abartılı iddiaları karşısında, lzmir'in
işgalinden sonra "kıran değil, kırılan" konumuna sü­
rüklenmiş bir milletin haklarını savunuyordu .
Sanıyorum ki Rauf Orbay'ın bu konudaki tanıklığı
Atatürk'ün o günlerdeki hislerini gerçekçi bir biçimde
yansıtıyorlar. Rauf Paşa anılarında şunu söylüyor: "Er­
meni kıtalini (kırımını) o da (Mustafa Kemal Paşa da)
takbih ediyordu. Lakin buna karşı lzmir'de Yunanlıların
yaptığı kıtal vesair vahşetleri ileri sürüyor ve bu cinayet­
Ierin Ingiliz, Fransız ve ltalyanların gözleri önünde ve
yine müttefiklerin harp gemilerinin memlekete çevril­
miş topları karşısında yapıldığını, Ermenilerin katiedilip
sürülmelerinin ise hükümeti ele geçiren küçük bir Ko­
mite'nin eseri olduğunu söyledi. "7 Atatürk, Ankara'ya
geçtikten sonra da, şehir eşrafıyla yaptığı görüşmede
yüzyıllar süren Osmanlı hoşgörüsünü anlattıktan sonra,
Ermeni tehcirine gönderme yaparak, "Türkiye'de ortaya
çıkmış arzu edilmeyen bazı ahval birçok sebeplere ve
mazerete dayanmaktadır" demiştir.8
Harbord Heyeti'yle ilgili olarak General Kazım Ka­
rabekir'in de ilginç bir tanıklığı vardır. Karabekir Pa­
şa'nın yazdığına göre, General Harbord, Erivan'da Er­
menilere "Paris'e murahhas göndereceğinize Erzurum'a
gönderin de Türklerle anlaşın; aksi halde işiniz harap­
tır" demişti. Paşa, "Gümrü'de sulh müzakeresinde, Er­
meni heyeti reisi Hatisyan bunu pek büyük bir teessürle
söyledi" 9 diye kaydediyor. Bu sözler, A. Hatisyan'ın da­
ha önce sözünü ettiğimiz anılarına hakim olan espriye
uygundur. General Harbord'un durumu gerçekten bu
Rauf Or bay; ayni eser,
s.
276.
A tatürk 'ün Bütün f:serleri, Kaynak Yayınları, Istanbul, 200 1 ,
c.
6,
s.
28.
Kazım Karabekir, lstiklai Harbimiz, 1. dipnot, Istanbul, 1988, s. 283.
Türkler ve Ermeniler
kadar çabuk kavramış olması ilginç değil midir? Ve bu
değişiklikte Mustafa Kemal Paşa'nın kararlı tutumunun
etkisi sezilmiyor mu?
Erzurum Kongresi'ni açış nutkunda, Kemal Paşa,
"bir fikri istila perverde eden Ermeniler, Nahçivan'dan
Oltu'ya kadar bütün ahaliyi lslamiyeyi tazyik ve bazı
mahallerde katliam ve yağmagirlikte bulunuyorlar" 10
demişti. General Harbord'la görüşmelerine ve Amerikan
temsilcisine Sivas Kongresi'nden sonra verilen rapora
hakim olan espri de buydu. 1 1 Bununla beraber tekrar al­
tını çizelim ki Mustafa Kemal Paşa ulusal hareketi ltti­
hatçılardan kesin bir biçimde ayırmak gereğini de du­
yuyordu. Nitekim 24 Eylül l 9 1 9'da General Harbord'a
verdiği muhtırada "O l ttihatçılar ki milletin zararına
birkaç sene süren kötü idareleriyle ve memleketi için­
den güçlükle sıyrılmaya çalıştığı bir uçuruma düşürmek
cürümüyle bütün dünyada kıskanılmayacak şöhrete sa­
hiptirler" diyordu ve şunları da ekliyordu: "Hakikatte
lttihatçılar tarafından memleketin içine sürüklendiği acı
neticeleri Ferit Paşa ve onun gibilerden çok daha iyi
anlıyor ve takdir ediyoruz. " 1 2
Sanıyorum ki Atatürk'ün Ermeni tehciri konusun­
daki en içten görüşlerini Ankara'da TBMM'nin açılma­
sından bir gün sonra Meclis'te yaptığı konuşmada bulu­
yoruz. Mütareke'nin ilanından Ankara'da Meclis'in açıl­
masına kadar geçen olaylan analiz eden Büyük Lider,
bu konuşmasında Ermeni tehcirine gönderme yaparak,
"Harbi Umumi'nin başlangıç sayfalarından bahsetmek
ı,ı
ıı
ıı
Soy/ev ve Demeçleri, 1 9 1 9- 1 938, c. I , Istanbul, 1 945, s. 6.
Rapor için Bkz. K. Karabekir, age, s. 283-308.
Dr. Seçil Akgün, General Harbordiın Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine
Dair Raporu, Istanbul, 1 98 1 , s. 169.
A tarürk ün
Kemalist Hareker ve Ermeni Sorunu
istemem ve zaten l tilaf devletlerinin de bahsettikleri bit­
tabi maziye ait fazahat (alçaklık) değildir" diyordu . 1 3
Gerçekten d e o sırada ltilaf devletleri 1 9 1 5 Tehciri'nden
değil, olası yeni kırımlardan söz ediyorlar, "lttihatçı­
lık"la suçladıkları Kemalist cephe aleyhinde sürekli
propaganda yapıyorlardı. Buna karşılık Mustafa Kemal
Paşa, aynı konuşmasında, Ermenilerin Doğu Anadolu il­
lerinde ve Kilikya'da giriştikleri imha hareketlerini anla­
tıyor ve bunların intikamcı davranışlara yol açmadığını
vurgulayarak şunu söylüyordu: "Memleketimizde yaşa­
yan sakin Ermenilerin her türlü taarruzdan masuniyet­
lerini temin eylerneyi pek mühim bir vazifeyi medeniye
telakki eyledik."
Ermenilerin bağımsız olarak ya da Fransız subayla­
rın koroutası altında giriştikleri intikamcı operasyonlar,
başta Atatürk olmak üzere birçok komutan tarafından
açıklanmıştı. 14 Ne var ki bunlar dünya kamuoyunda
dikkate değer bir yankı uyandırmamışlardır. Tam tersi­
ne 1 9 1 5 Tehcir ve kırımının izleri silinmediği için, Ka''
14
A rarurk'ün Burun Eser/en� !stanbul, Kaynak Yayınları, c. 8 , s. 64.
Atatürk'ün TBMM'nin açılışından sonra yapngı genel degerlendirme, müta­
rekeden sonra durumun Türkler aleyhine nasıl gelişligini çok iyi anlatmak­
tadır. Atatürk 24 Nisan 1920'de Meclis'in gizli eelsesinde yapngı konuşmada
şunları da söylüyordu: " Ermenilerin gayesi -bilhassa himaye ve siyaset gö­
rüldükten sonra- Kilikya'da Antep'te, Maraş'ta, Urfa'da, her nerede bulunur­
larsa ahaliyi lslamiyeyi imha etmektir. Oralarda bulunan zavallı kardeşler i ­
mız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır. H e r türlü mukaddesatı muha­
.
faza için hariçten bütün milletten istimdaı ediliyorlar. TBMM Gizli Ce/se
ZabJf!arı, c. I, Ankara, 1 985, s. 7 ( 1 999). Isınet Paşa da yine Meclis'in gizli
bir eelsesinde aynı yönde açıklamalar yapmıştır. C. I , s. 39, 1 7 Mayıs 1 920
tarihli konuşma. Aynı konuda, 1 922'de Paris'te Jean Schlicklin imzasıyla ya­
yınlanmış eserde de bilgiler vardır. Burada belirtildiği gibi, '· 1 3 Nisan
1 9 l 9'da, Ingiliz tahrikleri sonucu Kars yöneticileri şehri terk edince, Ermeni
general Osebyan birlikleriyle beraber yerleşti ve Taşnak Partisi'nden Gor­
ganof iktidarı aldı. O zaman bir sürü dehşet verici şeyler yapıldı.'· Angora,
s. 1 46.
,
Türkler ve Ennenıler
zım Karabekir komutasındaki Şark Cephesi, Ermenilere
karşı harekete geçebilme durumuna geldiği zaman bile,
Mustafa Kemal Paşa daha olumlu bir ortam beklemiş ve
operasyonlan geciktirmiştir. Atatürk'ün, derhal hareke­
te geçmek isteyen Kazım Karabekir'e 6 Mayıs 1 920'de
taarruzu ertelemesi için ileri sürdüğü nedenlerden biri
şudur: "Ermeni vukuatı bütün alem-i lseviyeti (Hıristi­
yan alemini) aleyhimize sevk eden avamilin (nedenle­
rin) en mühimlerinden olduğuna göre mevcudiyeti ilk
evvel tarafımızdan tasdik olunan Ermeni hükümetini
ordumuzun kuvvetiyle mahvetmek ve bittabi yeniden
bir Ermeni kıtali (kırımı) demek olan bu harekete bizim
tarafımızdan sebebiyet verilmek az çok lehimize bir ce­
reyan getiren tahriki de muvakkaten fesih ve bilhassa
Amerika efkar-ı umumiyesini aleyhimize sevk ettirir. " 1 5
Diplomatik kaygılara gerekli önemi vermeyen ve
daha çok reel politikanın askeri önceliklerini düşünen
Karabekir Paşa bu konuda Atatürk'le tartışmaya da gir­
miştir. Bu görüş ayrılığı birkaç ay sürdükten sonra, Do­
ğu Cephesi Komutanlığı'na çevrilen 1 5 . Kolordu'nun
harekatı uygun görülmüş ve Sankamış'ın, Oltu'nun ve
Kars'ın alınmasıyla Ermeniler, Gümrü Antiaşması'na (23 Aralık 1 920) mecbur edilmişlerdir. lnönü zaferinden
sonra toplanan Londra Konferansı sırasında Amerikalı
bir gazeteciyle konuşan Mustafa Kemal Paşa, bu kez
Ermeni tehcirini, hiçbir çekince ileri sürmeden, zorunlu
gören ve savunan bir dil kullanmıştır. Kurtuluş Savaşı
önderine göre Osmanlı Ordusu, Rus Ordusu ile Taşnak
Ermeni Komitesi arasında sıkışıp kalarak devamlı terör
ve tahribatla karşı karşıya bulunduğu için "lngiltere'nin
"
Kazım Karabekir, lsriklal Harbimiz, Istanbul, 1 988, s. 677.
\ ıoo
Kemalist Hareket ve Ermeni Sorunu
sulh zamanında ve harp sahasına uzak olan İrlanda'ya
reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız şekilde
bakan dünya efkan, Ermeni ahalinin tehciri hususunda
almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir
itharncia bulunamaz(dı) . " 16 Öyle sanıyorum ki, Filadel­
fiya'lı bir gazeteciye Atatürk'ün tamamen "lttihatçı" ar­
gümanlar kullanarak verdiği ve üstelik aslı da ortada
olmayan bu yanıt, Ermeni sorununun askeri kısmının
tamamlandığı, Ankara'da lttihatçıların gücünün arttığı 17
ve Londra Konferansı'nda dış dünyaya birlik ve beraber­
lik görünümü verme ihtiyacının duyulduğu bir ortam­
da, daha çok konjonktürel nedenlerle açıklanmalıdır.
Daha sonra olaylar hızla gelişmiş ve Ermenistan'ın
Bolşevikleştirilmesi üzerine uygulamaya konamayan
Gümrük Andaşması'nın yerini, Türk-Sovyet dostluğu
çerçevesinde gelişen bir diplomasi temelinde, Moskova
( 1 6 Mart 1 92 1 ) ve Kars ( 2 1 Ekim 1 92 1 ) Antlaşmaları
almıştır. Yeni Türkiye'nin varlığını uluslararası planda
açıklığa kavuşturan ve sağlamlaştıran Lozan Antiaşması
(24 Temmuz 1 923) ile Türk-Ermeni ilişkilerinin de çer­
çevesi çizilmiştir.
10
17
Atatürk 'ün Milli D1ş Politikasi (Milli Mücadele Dönemine Air 100 Belge);
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1 992, s. 257-269. Atatürk'ün Filadelfi­
ya'lı gazeteci Clarence K. Streit'la yaptığı bu söyleşinin Fransızca fotokopisi
ve Türkçe çevirisi belgeler arasında bulunmaktadır.
Kazım Karabekir'in yazdığı gibi b u sıralarda bazı lttihatçılar Enver Paşa'yı
Anadolu 'ya sokma planları yapınışiardı ve Meclis harekete geçerek bunları
hudut dışına çıkarma kararı aldı. Bkz. lsriklal Harbimiz, c. 2, s. 2 1 5.
\ıoı
Lozan, Ermeni Sorunu ve Sonrası
�
Lozan'da azınlıklar sorunu konuşulurken, lnönü önce
Osmanlı Devleti'nde bu sorunun tarihçesini vermişti.
Ouchy Şatosu'nda, l2 Aralık 1 9 22'de Lord Curzon'un
başkanlığında yapılan toplantıda, lsmet Paşa 1894-96
olaylarını anlattıktan sonra " 1909 yılındaki Adana olay­
lan ve Dünya Savaşı başlannda Türk vilayetlerinin bir­
çoğunda art arda patlak veren ayaklanmalar aynı tra­
gedyanın acıklı bir devamıdır" 1 diyordu. Lozan temsil­
cimiz azınlıkların " memleketin cömertliğini kötüye kul­
lanmadıklan sürece" haklannın tanındığını vurgulamış
ve "Yahudi topluluğunun verdiği örnek, Rumlara ve Er­
menilere ilişkin üzücü olaylarda sorumluluğun tüm ola­
rak Rumlara ve Ermenilere düştüğünü ispat etmeye ye­
terlidir" 2 diye eklemiştir.
Seha L. Meray (yay.) , Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar, Belgeler, SBF Ya­
yım, l Takım, c. l , kitap l , 1972, s. 197.
Aynı ese1� s. 197.
Türkler ve Ermeniler
Isınet Paşa'nın, Ittihatçılan suçlamayan ve yakın
geçmişimizle ilgili en ufak bir özeleştiriye yer vermeyen
bu konuşması müttefik devletler temsilcilerince tatmin
edici bulunmamıştır. 3 Lord Curzon, tsrnet Paşa'nın " ta­
rih profesörlüğünü" övmekle beraber, güncel ve gelece­
ğe dönük konularda sessiz kaldığını belirtiyor, dahası
"lsmet Paşa, önce, ne olursa olsun Türklerin gelecekte
kendileriyle dostça yaşamak zorunda olduklan Ermeni­
lere karşı gerçek bir suçlamada bulunmaya kadar git­
miştir" 4 diyordu. O tarihte sadece Istanbul'da 1 30.000
kadar Ermeni'nin yaşadığı göz önünde bulundurulursa
Isınet lnönü'nün gerçekten de geleceğe dönük açıklama­
larda bulunması gerekirdi. Nitekim, daha sonraki otu­
rumlarda İnönü ve Rıza Nur Bey güncel sorunların tar­
tışılmasına da girmişlerdir.
Isınet Paşa, Kurtuluş Savaşı'nda Ermenilerle ilgili
açıklamalarında, Yunanlıların da sorumlulukları üze­
rinde durmuştur. Kendisine göre "Bu zavallı halk (Er­
meniler) zorla silah altına alınmış ve Yunan ordusu saf­
larına katılmıştır. Ermenilerin Avrupa'daki yöneticileri,
yurttaşlarını böyle tehlikelerle karşı karşıya bırakmama­
sı için, Yunan hükümetine yalvarıp yakarmaktan usanAB Parlamentosu Ermeni soykırımı tezini incelerken çalışmalarını esas aldı­
ğı Yves Ternon'a göre Türk '·resmi tezi" lnönü'nün lozan'da l ttihatçılara en
ufak bir eleştiri getirmeyen savunmasında ortaya çıkmıştı. Y. Ternon, Le
genocide de Turquie et la guerre (G. Dedeyan'ın derlediği Histoire des ar­
meniens içinde), s. 522.
Aynı eser, s. 200. Görüşmelerde Isınet Paşa'nın azınlıkları emperyalizmin
maşası olmaktan öte bir varlık olarak tanımayan sunuşu Sırp-Hırvat-Sloven
Krallığı temsilcisi Spalaikovitch'in de tepkisini çekmişti. Spalaikovitch tüm
suçu Batı kışkınınasına atfetmenin yanlış olacağını, '"asıl kaldıraç"ın, "ulusal
ülkü ve özlemler" olduğunu söylemiş ve şunları eklemiştir: "Yine bu ulusal
duygu sayesindedir ki, bugün Yeni Türkiye'nin, Kemalist -başka bir deyimle
ulusal- bir Türkiye'nin doğduğunu görmekteyiz." Aynı eser, s. 205.
1 104
Lozan, Ermeni Sorunu ve Sonrasi
mamışlardır. Bu uyarmalardan hiçbirine kulak verilme­
miştir. Ermeniler cepheye gönderilmiş ve Türklere ateş
etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan sonra çok büyük
yakıp yıkmalara girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları
bu suçları Ermenilerin üzerine atmak için, kasıtlı pro­
pagandalar yapmaya koyulmuşlardır. "5 Kilikya'da ise
Ermeniler, bu kez gönüllü olarak, Fransız subayları
kamutasında alaylar oluşturmuşlar ve intikamcı duygu­
lada büyük kırımlar yapmışlardır. Bu bağlamda, lnönü,
Fransız birlikleri Kilikya'dan ayrılırken " Neden bu mut­
lu soydan 60.000-80.000 kişi, yurtlarını ve ailelerini bı­
rakarak, başka yerlerde yoksulluk içinde yaşamak üzere
Fransızların ardından gidip kaçtılar? " 6 diye sormaktadır.
Lozan sırasında Suriye'de de yüz bin kadar Türkiye­
li Ermeni bulunuyor ve eski memleketlerine dönmek
istiyorlardı. Türk heyeti, Rıza Nur Bey tarafından sunu­
lan bir bildiriyle "karışıklık çıkarıcı unsurlara, ihtilalci­
lere ("revalu tionnaires" deniliyar), suikast çılar ve gene 1
olarak kötü unsurlara karşı, güvenlik tedbirleri alma
hakkını saklı (tuttuğunu) , kendi hallerinde yaşayan ve
suçsuz kimselerle, ortalığı karıştırmayan kimseler(in) ,
doğal olarak bu bildirinin kapsamı dışında (kalacağı­
nı) " 7 açıklamıştır. Isınet Paşa da, aynı bildiriye göre "or­
talığı karıştırmayan kimselerin Türkiye'ye serbestçe dö­
nebilecekler (ini) "8 söylemiş tir.
Aym eser, aynı cilı, s. 206 (R. Marsigli'nin tutanaklarından) . Aslında Erme­
niler, mütarekeden sonra Rumlara yaklaşmışlardı. Le Temps gazetesinin (2,
3 Ocak 1 9 1 9) yazdığı gibi Müttefikler lsıanbul'a girerken Ermenilerle Rum­
ları " taleplerinı birlikte sunmak için" birleşmiş bulmuşlardı. Ilgili belgeler ve
ayrıntı için bkz. Les al/ies er l'Armenie, Ernesı Leroux, Paris, 1 9 1 8.
Aym eser, s. 2 1 4 .
Ayni eser, Takım l l , c . I , Kitap !, s . 1 58.
Ayni eser, s. 1 59.
J
ı os
Türkler ve Ermeniler
Lozan'da Ermenilere 'azınlık hakları' tanınmış, fakat
Kemalist dönemde laik ve eşitlikçi mevzuata rağmen
kendilerine 'tam hisseli vatandaş' muamelesi yapılma­
mıştır. 9
Lozan bir Türk-Ermeni barışmasının başlangıcı ola­
bilir miydi? Bunu temenni eden Ermeniler de Türkler
de mutlaka çoktu. Fakat son sekiz yıl o kadar acı anılar­
la doluydu ki bu uzlaşmanın psikolojik zemini ortadan
kalkmıştı. l 9 l 5'te Ermeniler yedikleri darbeyle feci bir
haksızlığa uğramış olmakla beraber, l 923'te yok olma
tehlikesinden kurtulan Türkiye, l 9 16'dan sonraki geliş­
melerin ıstırabını dile getiriyordu. Günümüzde maksi­
malist Ermeni tezlerini savunan yazarların iddia ettikle­
ri gibi, lnönü'nün Lozan'da yaptığı, Ermenileri suçlayıp
lttihatçıları temize çıkarmaktan ibaret değildi. Daha ön­
ce Hatisyan örneğiyle de gösterdiğimiz gibi bazı Ermeni
liderleri de l 9 19'dan itibaren Kemalistlerle işbirliğine
gitmediklerine esef etmişlerdir. M . Kemal ulusal hare­
kette pişmanlık duyan lttihatçılara da yer vermiş olsa
bile, lttihatçı liderlerden nasıl nefret ettiğini -bir kısmını
bu makalede naklettiğimiz- birçok beyanatıyla açıkla­
mıştır. Bir Fransız yazarın ifade ettiği gibi, Mustafa Ke­
mal Paşa, lttihatçıları yargılayan, Divan-ı Harb'e Ermeni
kırımını bütün vahşetiyle lttihatçılara yükleyen bir di­
lekçe verdi mi? 1 0 Bilinen kaynaklar böyle bir girişime
' ''
Günümüzden bakılınca, Lozan'a (bazı Doğu Avrupa ülkeleriyle yapılan an­
laşmalarda olduğu gibi) "azınlık hakkı" konusunda maddeler konulmasının
da konuyu zorlaşurdığını söylemek mümkündür sanıyorum. Bir ülkenin
kendi vatandaşlannın haklarını uluslararası bir anlaşmanın garantisi altına
sokması elbetteki karşılıklı güveni sarsacak ve bütünleşmeyi önleyecek nite­
likte olacaktı.
Böyle bir iddia Paul da Veou'nun La passian de Cillicie: 1 9 1 9- 1 922, Paris,
1 938, adlı eserinde yer almaktadır . (s. 8-9). Bu iddia Yves Ternon'un La
J ıo6
Lozan, Ermeni Sorunu ve Sonras1
yer vermiyorsa da, bu iddia Batılıların Mustafa Kemal
Paşa'yı lttihatçı cürümlerden uzak gören yaklaşımını
sergilernesi açısından dikkate değer. Kaldı ki, daha önce
de belirttiğimiz gibi, Mustafa Kemal Paşa Sivas Kongre­
si'nin hemen ardından Harbiye Nazırı Cemal Paşa'ya
gönderdiği muhtırada savaş suçlularının şiddetle, "kağıt
üzerinde kalmayacak" cezalada cezalandırılmasını iste­
mişti.
Lozan'ı izleyen dönemde Ortaçağ kurumlarını yık­
mış ve Cumhuriyeti ilan etmiş bir Türkiye'nin uluslara­
rası itibarı bir hayli yüksekti. Bu dönemde Batı'da Türk
tecrübesiyle ilgili birçok övücü yayın yapılmıştır. Bu ya­
yınların en önemlilerinden birinde ı 9 ı 5 kırımı bütün
dehşetiyle anlatılınakla beraber, "ölüm kalım savaşına
girmiş bir imparatorluğun meşru müdafaası" 1 1 olarak
nitelenmiştir. Ayrıca birçok yazar ı 9 ı ?'den itibaren
Ermenilerin işgalci kuvvetler olarak yaptıkları zulümle­
re de yer vermişlerdir. 1 2 Yine aynı dönemde ı 9 ı 5 dra­
mını yaratan unsurlar arasında emperyalist devletin çı­
kar çatışmalarının rolü de vurgulanmıştır. Bu konuda
en objektif yorumlardan birini Harbord heyetiyle bera­
ber Türkiye'de incelemeler yapan E. G. Mears yapmıştır.
Amerikalı danışman, yayına hazırladığı kolektif esere
yaptığı katkıda "Ermenilerin o günkü durumundan bü­
yük devletlerin diplomasisinin geniş ölçüde sorumlu
olduğunu" vurgulamıştı. lttihatçı yöneticilerin Turancı
emellerinin de faciada oynadığı rolü hatırlatan yazar,
11
12
cause armenienne ( Paris, 1983) adlı eserinde doğru kabul ediliyor. Böyle bir
bilgiye hiçbir Türk kaynağında rastlamadık
N . de Bischoff. La Turquie devanr le monde, Paris, 1 936, s . 1 72.
Özellikle Kilikya'da olup bitenler için bkz. Jean Melia, Mustafa Kemal, ou fa
renovation de la Turquie, Paris, 1 929, s. 209.
1 10 7
Türkler ve Ermeniler
daha önceki birçok gözlemci gibi bu Turancı emellerle
de Alman ideolojisi ve emperyalizmi arasında ilişki kur­
muştur. Ilginçtir ki, Mears, bu konuda 1 9 1 5 Tehcir ve
kırımından sonra Türkleri en çok suçlayan yazarlardan
]. Bryce'a gönderme yapmıştır. Bu konuda yazdıkları
şunlardır: " 1920'de James Bryce'ın Lordlar Kamarası'nda
söylediği gibi, (tehcir ) , Halife-Sultan'ın iktidarının bir­
likte tanınması ve aynı davaya ortak bir sadakaıle bağ­
lanmak için aynı dili konuşan birçok Batı Asya halkının
birleştirilmderi amacına yönelik, Alman etnologlarının
bir icadıdır. " 1 3
Yine ]. Bryce gibi Türkleri en çok suçlayan yazar­
lardan Rene Pinon, Kemalist dönemle ilgili bazı eserlere
övücü önsözler yazmıştır. 1 4 Ö zetle Kemalist rejim yakın
geçmişle mesafesini almış ve tamamen yeni bir Türkiye
tasarımı içinde bir yapılanma çabasına girmiştir. Bu ra­
dikal dönüşümün ilk belirtilerini, TBMM'nin kurulu­
şundan sonra, Lloyd George'un Ermeni kırımıyla ilgili
suçlamalar dolayısıyla Ankara hükümetinin bir bildiri­
sinde görüyoruz. Bu bildiride geliştirilen tez şuydu:
"Şayet Büyük Savaş sırasında bir kısım Ermenilerin tah­
rikiyle ülkelerinin meşru otoritelerine karşı yerel ayak­
lanmalar yüzünden teessüf edilecek olaylar olduysa,
bunlar hiçbir şekilde Ankara ulusal hükümetinin so­
rumluluğunu gerektirmez. Aslında ulusal hükümet Is­
tanbul'un Ingilizler tarafından işgalinden itibaren mev­
cuttur ve o zamandan sonra, kırımcı olmaktan çok kırı­
lan Türk halkı, Ingiliz hükümetinin telkinleriyle hareıı
1'
E . G . Mears, Modern Turkey, New York, s . 5 1 9, 1 924.
Bkz. Colonel Lamouche, Hisroire de la Turquie, Paris, ı 934, R . Pinon'un ön­
sözü M. S. Mouıal, L 'avenir economıque de la Turquie, Paris, ı 925, R. Pinon'un önsözü.
l ıo8
Lozan. Ermeni Sorunu ve Sonrasi
ket eden Yunanlılara karşı yurdunu korumaktan başka
bir şey yapmamıştır. " 1 5 Bu ifade, Kemalistlerin kendile­
rini lttihatçıların devamı olarak görmek şöyle dursun,
nasıl yakın geçmişle radikal bir kopuş çabası içinde ol­
duklarını gösteriyor. Eğer zamanla, özellikle Ikinci Dün­
ya Savaşı yıllarında -yine Alman ırkçılığının da etkileriy­
le- şoven bir milliyetçilik şahlanmış, Talat Paşa gamalı
haç ciaıngalı bir vagonla Berlin'den getirilerek lttihatçı­
lara "iade-i itibar" sağlanmış ve CHP döneminde Varlık
Vergisi, DP döneminde 6-7 Eylül Olayları gibi ırkçı uy­
gulamalar olmuşsa, Ermeni sorununun bugünkü ko­
numa gelmesinde bunların büyük rolü olmuştur. Bu­
nunla beraber 1 970'lere kadar Türkiye'de Ermeni soru­
nu, belleklerden silinmiş olmasa bile, güncel bir sorun
niteliği taşımamıştır. Ermeni sorunu uluslararası forum­
lara, önce 1 965'te, 1 9 1 5 faciasının ellinci yıldönümünde
Ermenistan'da yapılan gösteriler, buna Türkiye'nin (Sa­
di Koçaş'ın kaleminden) tamamen lttihatçı bir yanıt ver­
mesi üzerine de 1975'ten sonra terör ve birtakım ma­
sum insanların öldürülmesi ile taşınmıştır. Ermeni ko­
mandolarının terörü, Türkiye'nin hiçbir şeyi kabul et­
meyen tutumu bağlamında Ermeni tarihçilere uluslara­
rası ortam hazırlamış ve 1 9 1 5 olayı dünya kamuoyuna
"Yirminci Yüzyılın tık Soykırımı" olarak sunulmuştur.
O kadar ki, bu bağlamda, Hitler'in bile lttihatçıları ör"
Michel Paillarees, Le Kema/isme devanr fes allies, Paris, 1 922, s. 428. Isınet
..
Paşa da Hatıralar'ında Lozan'da Noradunkyan Efendinin "Ermeni Yurdu is­
temesi üzerine şunları söylediğini yazar. "Biz ne mazide ne Birinci Cihan
Harbi içinde Ermenilerle Türkler arasında geçen hadiselerle herhangi bir su­
retle bir ilişiği olmuş insanlar değildik. Bahsi edilen hadiselerin t amamıyla
dışında kalmış yeni insanlarız. Devlerimiz de tamamen yeni bir devlettir.
Ermenilerle vatandaşlarımız olarak iyi yaşamak ve iyi münasebederde bu­
lunmak emelimizdir.'· c. l l . s. 80.
Türkler ve Ermeniler
nek aldığı 16 ileri sürülmüş ve bizzat lttihatçıların ne öl­
çüde Alman etkisinde oldukları unutulmuştur.
lO
Bu görüş Alman basınında da yer almış ve Der Spiegel'in 1 9 Aralık 1 988 ta­
rihli sayısında Hitler'in Polanya'daki kırımından önce "Erınenilerin yok
edilmesinden şimdi kim söz ediyor ?" diye sorulduğunu hatıriatmıştlL Fakat
aynı dergide, Marksist Alman lideri Karl Liebknechı'in 1 6 Ocak 1 9 1 6'da,
Reichstag'da Alman sorumluluğunu gündeme getirdiğine ve Devlet Bakanı
Goııllieb von jagow'un, Ermeni sorununda Türk-Alman anlaşmasını övdü­
ğüne de yer verilmiştiL Alman konsolosları, dergi ye göre, tüm olup bitenleri
zamanında haber vermişler, fakat Alınan yönetimi Türkiye'yi korumuştur,
\ ııo
Tehcir, Kırım, Soykırım
�
1 9 1 5 olayları, 1970'lerde, Türk siyasal hayatının kaosa
sürüklendiği bir ortamda, Ermeni militanların terörist
eylemleriyle yeniden gündeme gelmişti. Türkiye dünya
kamuoyu nezdinde 'soykırım' iddiasıyla yargılanmak is­
tenmiş ve bir dereceye kadar da yargılanmıştı. Gerçek­
ten de Türk kamuoyu, hiç de hazır olmadığı bir tartışma
ortamında ve terörist baskı altında katı ve duygusal bir
pozisyona ve -belki de Ermeni militanların niyet ve he­
sapları çerçevesinde- dünya kamuoyunda yalnızlığa itH­
miştir. Bununla ilgili bazı verilere daha önce işaret et­
miştim. Şimdi dünyada 'soykmm' fikrinin ve hukuku­
nun nasıl doğduğuna ve Ermeni sorununu bu bağlamda
nasıl tartışabileceğimize değinmek istiyorum.
'Soykmm' kavramı, Ikinci Dünya Savaşı sırasında
Nazi Almanyası'nın Yahudilere uyguladığı sistematik kı­
rım ( "Holokost ") dolayısıyla düşünülmüş ve icat edil-
l ııı
Türkler ve Ermenıler
miş bir kavramdır. Batı dillerinde eski Yunanca ve La­
tince iki sözcüğün birleşmesinden oluşan "jenosit" (ge­
nocide) kavramı, Amerikalı hukuk profesörü Raphael
Lemkin tarafından önerilmişti. Lemkin bu terimi icat
etmekle kalmamış, devletler hukukuna girmesine de
önayak olmuştu. Bunda Nazi canilerin Nürnberg'de
yargılandıkları sırada karşılaşılan hukuki boşluk da rol
oynamıştı. Görülmüştü ki ortaya çıkan cürümlerin nite­
liği Lahey Konvansiyonu'nun savaş suçlulan için ön­
gördüğü hükümler çerçevesini aşmaktadır. 1 Bu bağlam­
da sorun Birleşmiş Milletiere gelmiş ve ilk çalışmayı R.
Lemkin'in yaptığı bir tasarı geliştirilmiştir. Uzun tartış­
malardan ve özel komisyonda geliştirilen tadillerden son­
ra ortaya çıkan metin 9 Aralık l 948'de oylanarak üye
devletlerin imzasına açılmıştır. 2
Nazi cürümlerinin korkunçluğuna ve tarihi yakınlı­
ğına rağmen Soykırım Konvansiyonu dünya kamuo­
yunda büyük bir ilgi yaratmamıştır. Tartışmalar sırasın­
da da bazı ülkeler (örneğin Belçika) sadece bir bildiriyle
yetinilmesi gerektiği kanısındaydı. Ingiltere başta olmak
üzere bir kısım ülke ise böyle bir konvansiyonun pratik­
3
te hiçbir yararı olmayacağı inancındaydılar. Ayrıca ,
R. Lemkin, Genocide, Le Monde, 2 Ekim 1948.
Temel tartışına "siyasal grup"lan da "soykırıın" kavramı içine sokmak iste­
yen Sovyet teziyle "ulusal, etnik, ırksal veya dini" gruplan sayan diger tez
arasında olmuştur. Bu ikinci formül, sonunda ittifakla kabul edilmiştir. Ça­
lışmalar 2 Kasım 1 946'da Küba, Hindistan ve Panama delegelerinin istegiyle
başlamıştır. BM'deki hazırlığın ve tartışınaların anlatımı için Bkz. Neheıniah
Robinson, The Genocide Con vention: Irs Origins and Interprerarion, New
York, 1 949.
Ingiliz Adalet Bakanı bu düşünceyi açıkça ifade etmişti. The Listener ( l O
Mart 1949) dergisinde çıkan bir yazıda d a , pratik anlamsızlığı yüzünden
''Birleşmiş Milletierin prestiji için gerçek bir tehlike" olarak nitelenmişti Q.
L. Bierly, The Genocide Con venrion) Bununla beraber yakın geçmişteki
soykırımlar komisyonuna bir işlerlik kazandırma gereksinimi ortaya çıkar-
lı
ıı
Tehcir, Kmm, Soykmm
Konvansiyon, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda im­
zalandıktan sonra dünya basınında pek bir yankı uyan­
dırmadı. 4
Soykırım Konvansiyonu, ikinci maddesinde soykırı­
mı, "ulusal, ırksal , etnik ya da dini bir grubu, bu niteliği
yüzünden, kısmen veya tamamen yok etmek amacıyla
işlenen" beş tip eylem çerçevesinde tammlıyordu. Bu
beş fiil de şunlardan oluşuyordu:
l ) Grup üyelerinin öldürülmesi;
2) Grup üyelerinin fizik veya zihni sağlığını bozucu
girişimler;
3 ) Grubun, kısmi veya tüm fiziki yok olmasına ne­
den olacak varlık koşullarına istenerek sürüklenmesi;
4) Grup içi doğumları önleyici tedbirler almak;
5) Gruba ait çocukların zorla başka bir gruba trans­
fer edilmeleri.
Bu tanımdan hareketle çeşitli soykırım sınıflamala­
rına gidilmiş ve yirminci yüzyılda gerçekleştirilen "soy­
kırım"lar sergilenmeye çalışılmıştır. 5 Ne var ki tanımın
belirsizliği, özellikle "yok etme amacı" gibi öznel bir
unsurun yarattığı zorluk bu konuda devamlı tartışmalar
açmaktan da geri kalmamıştır. Bütün bunlara rağmen
bizler de 1 9 1 5 "Ermeni tehciri"nin Soykırım Konvansi­
yonu açısından ne ifade ettiğini, hukuki planda ne gibi
seçeneklerin söz konusu olabileceğini sorgulayabiliriz.
mıştır. Bu bağlamda Birleşmiş Milleder Ruanda için özel bir mahkeme ku­
rulmasını kararlaştırmıştır. Bkz. Le Monde, lO Kasım 1 994.
Örneğin Le Monde gazetesi l 1 Aralık 1949 tarihli sayısında konvansiyonun
kabulünü küçük bir haber olarak verdi. Her ülke başka ülkeleri düşünerek
tutumunu geliştirdigi için, ortaya "uygulanması zor" bir metin çıktığı belirti­
liyordu.
I. Walliman, M. Dobrowski (yay.), Genocıde and the Modem Age, Etiology
and Case Studies ofMass Death, New York, 1 987.
1 11 3
Türkler ve Ermeniler
Sanıyorum ki bu konuda ilk söylenecek şey şudur:
Hukuki metinler ancak kabul edilerek yürürlüğe girdik­
ten sonra cereyan eden olaylar için geçerlidirler ve geri­
ye dönük (makabline şamil) bir şekilde uygulanamaz­
lar. Zaten Soykırım Konvansiyonu'nda bu yönde istisna
getiren bir hüküm de yoktur. Bu bakımdan 1 9 1 5'te ce­
reyan eden olayların 1 948'de kabul edilen ve 1 9 5 l'de de
yürürlüğe giren bir uluslararası konvansiyona göre yar­
gılanması hukuka aykırıdır. Nitekim 2002-2003 yılla­
rında faaliyette bulunan Ermeni-Türk Uzlaşma Komitesi
(TARC) bunu New York merkezli ve uluslararası hukuk
alanında uzmanlaşmış saygın bir sivil toplum kuruluşu
olan Ulusötesi Adalet Uluslararası Merkezi'ne (ICTJ )
sormuş v e oradan d a b u yönde bir yanıt almıştır. Uz­
laşma Komitesi'nde düzenleyici rolü oynayan hukukçu
David L. Phillips'in belirttiği gibi, ICT]'nin yorumunda
"Konvansiyon'da geriye dönük uygulama hususunda bir
madde olmadığı, bu yüzden devlet ya da bir şahsa karşı
hukuken toprak veya tazminat tazminat talebinde bulu­
nulamayacağı" açıkça ifade edilmiştir. 6 Buna karşılık,
hukuki sonuçlar doğurmadan, 1 9 1 5 Tehciri'nin Kon­
vansiyon'a göre soykırım sayılıp sayılamayacağı tartışı­
lınca, Komite farklı bir düşünce ileri sürmüştür. Nite­
kim D . L. Phillips'in aynı makalede belirttiğine göre,
Komite, "en azından, Osmanlı yöneticilerinden bazıla­
rının tehcir emirlerinin birçok ölümle biteceğini bilme­
leri dolayısıyla, bunların eylemlerinde jenosit niyetinin
öncüileri bulunmaktadır" hükmüne varmıştır.
Böyle bir görüş tartışmaları bitirmiş midir? Elbette
ki bitirmemiştir. Günümüzdeki durumun, tamamen ters
David L. Phillips, Hopdul Signs for Twkey and Armenia. International He­
rald Tribune, 20 Nisan 2005.
Tehcir, Kırım, Soykırım
nedenlerle Türklerin de kabul etmediği bu ifadeye hiç
uygun olmadığım, 1 9 1 5 olaylarının uluslararası plat­
formlarda devamlı tartışıldığım ve birçok devletin de
bunları soykırım olarak değerlendirerek parlamentola­
rından karar ya da yasalar çıkardıklarını biliyoruz. 7 O
kadar ki bu konuda tavır almayan devletlerin kamuoy­
larında bile soykırım neredeyse tartışılmaz bir veri hali­
ne gelmiştir.
Bu garip ve haksız durumun nedeni ne olabilir?
Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye'yi bu hazin
yalnızlığa iten temel neden, Ermeni diyasporasının veh­
medilen gücü ve etkinliği olmaktan ziyade, bu konuda
Türkiye'nin başından itibaren takındığı hiçbir şeyi ka­
bul etmeyen ve suçlayıcı tavır olmuştur. Gerçekten de
Türkiye, cumhuriyet döneminde olaya bir "mukatele" ,
yani karşılıklı kırım olarak bakma ö tesinde bir görüş ge­
tiremedi. Oysa daha 1 9 1 9'da, Ahmet Refik Altınay, Iki
Komite, Iki Kıta] başlıklı eserinde, görünüşte "mukate­
le" fikrini savunmakla beraber, olaylarla ilgili çok daha
nüanslı bir tablo çizmişti. Harbiye kökenli, Darülfü­
nun'da tarih müderrisi, sonra da Türk Tarih Encümeni
üyesi olan Ahmet Refik'in bu eseri aslında lttihatçılarla
mesafesini alan Kemalist dönemin esprisini de yansıt­
mıştır.
Ahmet Refik (Altınay) , eserinde "iki katliam"dan
(Ermeni ve Türk katliamlarından) söz etmekle beraber,
dolaylı bir şekilde de olsa, iki "komite"nin aynı nitelikte
olmadığını; bunlardan birinin teröre başvuran bir siyaBugüne kadar soykınını bir yasa ile kabul eden ülkeler şunlardır: Ermenis­
tan, Uruguay, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti, Rusya, Yunanistan, Lübnan, Bel­
çika, lsveç, !talya, Vatikan, Fransa, !sviçre, Slovakya, Hollanda, Kanada, Po­
lonya, Litvanya, Arjantin.
Türkler ve Ermenıler
sal örgüt olmasına karşılık, diğerinin Osmanlı Devleti'ni
temsil eden "devlet adamları"ndan oluştuğunu vurgu­
lamaktan da geri kalmamıştı. Yazarımız, 1 9 1 5'te Ermeni
teröristlerin Van'da işledikleri cinayetlerin, "lttihatçıla­
rın milli gayeleri için mühim bir fırsat vücuda getirdiği­
ni" kaydettikten sonra şunları eklemiştir: "Adil ve kuv­
vetine güvenir bir hükümetin böyle bir vaziyet karşısın­
da yapacağı şey, hükümet aleyhine isyanları tahakkuk
edenleri tecziye eylemekti (cezalandırmaktı) ; fakat ltti­
hatçılar Ermenileri imha etmek ve bu suretle Vilayat-ı
Sitte (altı vilayet) meselesini de ortadan kaldırmak iste­
diler. " 8
Oysa bugünkü durum nedir?
Bugün 1 9 1 5'te olup bitenler, Türk Tarih Kurumu
Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun "Vurdular, vur­
duk \ " 9 formülünün meşrulaştıcı ve rahatlatıcı kılıfı dı­
şında düşünülmüyor ve Ahmet Refik Altınay'ın kitabı
dahi resmi yayınlarda yok farz ediliyor. Gerçekten de
jenosit tartışmaları başladıktan sonra sorun, daima "je­
nosit-meşru müdafaa" ikileminin katılığı içinde algılan­
mış ve bugüne kadar hiçbir devlet adamı 1 9 1 5'te evle­
rinden harklanndan koparılarak sürgüne gönderilen ve
yüz binlereesi de öldürülen masum insanların trajedisi
karşısında üzüntülerini ifade etmeyi düşünmemiştir.
Böyle bir tutumun dünyayı "Türkler ve ötekiler"
diye ikiye ayıran zihniyetin dışında kimse tarafından
kabul edilerneyeceği açıktır. Bu yüzdendir ki dünyada ·
da, aslında " 1 9 1 5 Soykırımı" değil, katliam yaptığını ka­
bul ettiği bir siyasal iktidarla özdeşleşmede hiçbir sa8
Ahmet Refik (Altınay), Iki Komire, Iki Kıral, Ankara, Kebikeç Yayınları,
1 994, s. 27. (!lk baskı 1 9 1 9 ) .
Radikal, 25 Ocak 2005.
l ıı 6
Tehcir, Kınm, Soykınm
kınca görmeyen, "Talat Paşa biziz ! Enver Paşa biziz ! Ve
haklıyız ! " diye geçmişi güncelleştiren çağdaş Türk siya­
sal rejimi ve Türk değerleri yargılanmaya başlamıştır.
Gerçekten de bugün dış dünyada asıl suçlanan "lttihatçı
rejim" olmaktan çıkmış, doksan iki yıl önce yaşanan
"tehcir" olgusunu tartışırken "tek ses, tek nefes ! " , "Ein
Volk, Ein Vox ! " tan öte bir söylem geliştiremeyen ve çı­
kan tek tük aykırı sesi de hain sayarak mahkemelere
sevkeden bugünkü "Türk rejimi" haline dönüşmüştür.
Böyle bir tutum Türkiye'yi en iyi bilen ve en çok sa­
vunan tarihçileri bile onun yanından uzaklaştırmıştır. O
kadar ki ı 9 ı 5 Tehciri'nin soykırım olmadığını söyleyen
ve bu konuyla ilgili olarak Fransız mahkemelerinde
yargılanan ünlü oryantalist Bemard Lewis bile, sonun­
da, kendi tutumunu "hiçbir şeyi kabul etmeyen resmi
Türk otoritelerinden" 1 0 dikkatle ayırmak ihtiyacını duy­
muştur. Gerçekten de Türkiye, ı 985 yılında bile, yanın­
da, Amerikan Temsilciler Meclisi'ne bir dilekçe vererek
ı 9 ı 5 Tehciri'nin "soykırım" sayılamayacağını savunan
69 Batılı (veya Batı üniversitelerinde ders veren) bilim
adamı bulabilmişken bugün tam bir yalnızlık içine düş­
müş bulunuyor. 1 1
Denile bilir ki 1 9 ı 5'le ilgili iddia ve suçlamalar baş­
ka kaynaklardan da besleniyor ve uluslararası planda
soykırım ve insanlığa karşı cürüm gibi suçlara karşı ka­
muoyu duyarlılığı son zamanlarda farklı ve gizli motif­
lerle de beslenerek yapay bir şekilde artmış bulunuyor.
Böylece konu artık hukuki olmaktan çıkarak siyasi bir
10
11
Le Monde, 16 Kasını 1993. Bemard Lewis ile söyleşi.
B u ilim adamları içinde Roderic Davison, B . Lewis, Stanford J . S haw , Carter
Findley, ]. C. Hurewitz, Heat W. Lowry, Donald Quataert, Howard Reed,
Frank Tachau gibi bu konuda en yetkili isimler de yer alıyorlardı.
1 117
Türkler ve Eımeniler
nitelik kazanmış ve "soykırım" sözcüğü de, sorumsuz
bir şekilde, günlük siyaset terminolojisinin sık sık baş­
vurulan terimleri arasına girmiştir Y Şimdi, sorunu bu
yönüyle de kavrayabilmek için, Türkiye'nin resmi plan­
da aldığı tavrın tarihi seyrini biraz daha somut ve ayrın­
tılı biçimde gözden geçirelim.
12
Örneğin, birkaç yıl önce Londra Üniversitesi'nde Ho!okosru Anma Günü h e
katılan Gündüz Aktan, toplantıyı anlatan bir yazısında, toplantıyı yöneten
Dr. Mark Levene'in Ikinci Dünya Savaşı 'ndan sonra elli kadar soykınının
yapıldığını söylediğini naklediyor. l&ıdikal, 30 Ocak 2002.
lıı8
Jenosit'e Karşı Türk Tezi
�
1965 yılında 1 9 1 5 olaylarının ellinci yıldönümünde ,
Ermenistan'daki gösterilerle beraber "soykırım" tezi ilk
kez ortaya atılınca, ı Türkiye buna Sadi Koçaş'ın imzası­
nı taşıyan bir kitapla yanıt vermişti. Henüz ASALA terö­
rünün başlamamış ve kinlerin de lazelenmemiş olduğu
o tarihlerde bir orta yol bulunması, bir uzlaşma sağlan­
ması herhalde dikkate alınması gereken bir olasılıktı.
Fakat, öyle görünüyor ki, tabii senatör Sadi Koçaş'ın
(Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in teşvikiyle kaleme al­
dığını söylediği) Tarih Boyunca Ermenıler ve Türk Er­
meni Ilişkileri başlıklı eseri, bugünkü "resmi görüş "ün
de temelinde yatan tezleriyle, bu fırsatı mümkün olacak
en kötü şekilde kullandı. Aslında, o yıllarda Ermeni soBu konuda Türk basınındaki tepkileri anlatan bir araştırma için bkz. Rıfat N.
Bali, "Türk Basınında ve Türk-Ermeni Toplumunda Ermeni Kıyımının 50_
Yıldönümünün Yansımaları" , Toplum�al Tarih. Mart 2007, S. 1 59.
111 9
Türkler ve Ermenıler
runu Türkiye'de gündemde olmadığı için, Koçaş'ın ki­
tabı kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmamış ve
dikkatlerden kaçmıştı. Oysa, günümüzden bakınca, tam
bir lttihatçı esprisiyle yazılmış; "Suçlu ! Ayağa kalk ! " di­
ye biten sonuç kısmında sadece Ermeni komitecileri
suçlayan; tehcirde ölen Ermenilerin "ne Devlet ne de
ordu" tarafından değil de, "halk ve muhafızları" tarafın­
dan öldürtildüğünü iddia eden, hatta Enver Paşa'nın Sa­
rıkamış faciasına bile Ermeni casusların sebep olduğunu
yazan bu eseri, yansıttığı zihniyet itibariyle, Türklerin
Ermeniler (ve bu sorun vesileyle de dünya) ile ilişkile­
rinde bir dönüm noktası sayabiliriz. 2
Elbette daha gerilere giderek, Atatürk'ün ölümün­
den sonra rejimin lttihatçılara "iadeyi itibar" sağlayan
tutumunu; Ikinci Dünya Savaşı'nın en kritik anında,
Türkiye Nazilerle flört ederken, Talat Paşa'nın naaşının
Berlin'den getirilerek merasimle gömülmesini, caddelere
okullara adının verilmesini ve "mukatele" fikrinin de bu
tarihte "icat edilerek" 3 aslında tehcire karşı çıkmış olan
Ziya Gökalp'e mal edildiğini anımsayabiliriz ve Koçaş'ın
eserinin fikir iklimini bütün bu gelişmelerin hazırladı­
ğını düşünebiliriz. Böyle düşünmekte kuşkusuz haklı da
oluruz. Fakat konuya salt Ermeni tehciri ve soykırım
Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Enııenıler ve Türk-Ermeni llişkileıi, Alrınok
Matbaası, Ankara, 1 967, s. 1 74, 290. Eserin, Koçaş imzasını taşımasına rağ­
men, kullandığı malzeme itibariyle kolektif bir çalışma ürünü izlerrimi ver­
diğini belirtmeliyiz.
Prof. Zafer Toprak yakınlarda yayımlanan "Mukatelenin Icadı" ( Toplumsal
Tarih. Mart 2006) başlıklı makalesinde, Osmanlı Divanı'nın zabıtlarına da­
yanarak "mukatele" tezinin Enver Belınan Şapolyo'nun 1943 yılında (yani
Talat Paşa'nın kalıntılarının getirildiğı yılda) yayınlanan bir kitabında "icat
edilerek" Ziya Gökalp'e mal edildiğini yazıyor. Fakat fikir çok daha önce de
vardı. Hatta lttihatçılar bile, adına "mukatele" demeseler bile savunmalarını
bu fikre dayandırmışlardı.
/ızo
jenosit'e Karşı Türk Tezi
tartışmaları açısından bakarsak, asıl dönüm noktasının
1 965'te, tehcirin ellinci yıldönümünde Ermeni eylemleri
ve Türkiye'nin buna "resmi" yanıtında somutlaşan tep­
kisi olduğu söylenebilir.
1 970'lerin ikinci yarısı ve 1 980'lerin başlarındaki
ASALA'nın terör dalgası sona erip de, sorun bir yandan
STK forumlarına, öte yandan da siyaset ve diplomasi
platformlarına aktarılınca Türkiye bu kez de, 1983'te,
Kamuran Gürün imzasım taşıyan, fakat Türk Dışişleri
Bakanlığı'nın ortak çalışması olan bir kitapla yanıt ver­
di. Ne var ki, aslında çok daha nüanslı olan ve 1 9 1 5'te
Türkiye'de (resmi istatistiklere göre) yaşayan 1 .300.000
Ermeni'den 300.000 kadarının ölmüş ya da öldürülmüş
olduğunu kabul eden bu eser de dış dünyada kabul gör­
medi. Çünkü bu kitap da "mukatele" fikrini aşamıyor
ve bu fikrin yarattığı manevi huzurla yetiniyordu. Oysa
ortada soykırımı tanıyıp tanımamaktan çok daha önemli
bir sorun vardı: Kitapta ortaya konulan verilere göre bi­
le Türkiye yöneticilerinin, en azından, 1 9 1 5'te hayatını
kaybeden masum Ermeniler hakkında üzüntülerini be­
lirtmesi, onların acısını paylaşınası ve onları ölüme götü­
ren l ttihatçı liderlerin de Türkiye'de kahraman gibi
anılmaması gerekiyordu. Sadece terör eylemlerinin
dışında kalan ve onları onaylamayan Ermeni camiası
değil, Batı kamuoyu da böyle sembolik ve yatıştırıcı bir
jest bekliyordu. Gerçekten de durumda bir anormallik
vardı. Birçok ulusun tarihinde 1 9 1 5 Tehcir ve kınrola­
rına benzer bir sürü cürüm görülmüştü; fakat bunların
hiçbiri Türkiye gibi yargılanmıyor, devamlı "soykırım"
suçlaması ile kınanmıyordu. Çünkü, Türkiye gibi, kendi
resmi belgelerinin de kabul ettiği toplu cinayetierin fail­
Ierini "hürriyet anıtları"na gömen; adlarını sokaklara,
1 121
Türkler ve Ermeniler
okullara veren başka bir ülke de yoktu. 4 Türkiye'de bu
konuda, Gürün'ün kitabının esprisine de ters bir şekil­
de, sadece Ermenilerin öldürdükleri Türkler söz konu­
suydu ve ne zaman birisi Ermeni tehcirinde ölenlerden
söz etse "Ya bizimkiler? Ya bizim ölülerimiz? " diye sus­
turuluyor ve Türkiye'de bu konudaki yayınların, bir kıs­
mı da "Ermeni vahşeti" , " Ermeni Mezalimi" gibi ırkçılık
kokan başlıklar altında, sadece ve sadece bunları anlat­
tığı unutuluyordu.
Bu konuda Japonya ile Çin arasında gerginlik yaratan olay örnek olarak
anımsanabilir. Japonların 1869'da dikilen Yasukuni Abidesi zamanla Japon­
ların on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda savaşlarda ölen tüm asker ve su­
baylarını (''iki buçuk milyon" kişiyi) temsil eden bir "Meçhul asker abidesi"
haline gelmişti. Bunlar arasında Ikinci Dünya Savaşı sonrasında savaş suçlu­
su olarak idam edilen 14 kişi de vardı. Daha önceki Japonya Başbakanı
Koizumi'nin bu abideye yaptığı ziyaretler, kendisinin amacının "militariznıi
değil, barışı yüceltmek" olduğunu söylemesine rağmen Çin'de büyük tepki­
ler yaratmış ve ülke ilişkileri asgari düzeye inmiştir. Yeni Başbakan Shinzo
Abe 2006 sonbaharında ilk ziyaretini Çin'e yapmış ve Japonların "Asya halk­
larına verdiği korkunç zarar ve ısdırapları" dile getirerek bir çeşit özür dile­
miştir.
AB Parlamentosu'nun Kararı
Türkiye'nin diyaloğu ve empatiyi reddeden bu tutumu
uluslararası planda ters tepmiş, Batı kamuoyunu en katı
Ermeni tezlerine yaklaştırmıştır. Gerçekten de, Ermeni
diyasporasının da teşvik ve baskılarıyla bir yandan kimi
ülkeler parlamentolarında "Ermeni soykırımı"nı karara
bağlarken, Avrupa Birliği Parlamentosu da 1987'de aynı
yönde bir karar almıştır. Böylece, Türk hükümetlerinin
devekuşu politikasının da yardımıyla, Batı Avrupa'da,
siyasal organları bilmedikleri ve yetkili olmadıkları bir
konuda yargı organı haline dönüştüren bir süreç başla­
mıştır. AB Parlamentosu kararı bu bakımdan ilginçtir ve
incelenmeye değer.
Avrupa Birliği Parlamentosu 1 8 Haziran 1987 tarih­
li oturumunda, siyasi komisyon üyesi Belçikalı bir üye­
nin raporuna dayanarak 1 9 1 5 Ermeni tehcirinin aslında
bir 'soykırım' olduğu tezini benimsemiş ve Türkleri de
1123
Türkler ve Ermeniler
bunu kabul etmeye davet etmiştir. Burada ilginç olan
nokta oylamaya çoğunluğu oluşturan grupların katılma­
maları ve kararın bir azınlık kararı olarak alınmasıdır.
Çoğunluğu oluşturan gruplar oylamaya neden ka­
tılmamışlardır?
Bu konuda egemen olan eğilimi Avusturyalı bir par­
lamenter şöyle dile getirmiştir: "Ilk defa olarak tarihi bir
sorun hakkında karar yetkisini kendisinde gören bir si­
yasal organa sahibiz. "1 Aynı üye "bir hukuki kavramın
keyfi bir biçimde geçmişe dönük uygulandığını" söyle­
miş ve bu durumun "kabul edilemez bir emsal yarataca­
ğım" da eklemiştir. 2 Başka ilginç bir yön de, Belçikalı
raportörün "Ermenilere ilgisinin çok uzun bir süre ciddi
aynınlara uğrayan Flaman cemaatinden olmasıyla bağ­
lantılı bulunduğunu " 3 ifade etmesidir. Flaman raportör
soykırım tezini geliştirirken, Yves Ternon'un eserine
dayanarak Ermeni iddialarını,4 K Gürün'ün eserine da­
yanarak da Türk resmi tezini incelemekle yetinmiştir.
L esperance rerrouı-te, Paris, 1 988, s. 37.
·
Aynı eser, s. 37 .
Aym eser, s. 8.
Y. Ternon konuyla ilgili ve ilki l 977'de yayınlanan ( Le.< armeniens: Hisroire
d'un genocide, Seuil, 1 977) birçok eser ve makale yazmıştır. Fakat daha son­
ra iki Ermeni yazarı Ermeni camiasında temel referans haline gelen iki eser
yayınlamışlardır. Bunlar V. Dadrian·ın daha önce gönderme yaptığımız esc­
riyle, Raymond Kevorkian'ın Le genocide armenien (Odile Jacob, 2006)
başlıklı .eseridir. N e yazık ki, büyük bir araştırmanın eseri olan ve
(Kevorkian'ın eserinde olduğu gibi) Istanbul Patrikhanesi'nin ( Marsilya'da
bulunan) arşivlerine de dayanan bu çalışmalarda yazarlar, bir tarihçi olarak
olup bitenleri nesnel bir şekilde anlamaya çalışmak yerine, tüm çabalarını
Türk Kurtuluş Savaşı da dahil bütün Türk yakın tarihini "Ermeni soykırı­
mı"na göre yorumlamaya yöneltmışlerdir. Kemalizm'i (Ş. Hanioğlu ve E.
Zürcher'in çalışmalarına dayanarak) 1 nihatçılığın bir devamı olarak gören
Kevorkian'a göre "yakından bakılırsa Milliyetçi hareketin (yani Kemalist ha­
reketin T.T.) amaçlarından biri Anadolu'da Türk olmayanların yok edilmesi
idi; Ingiliz Yüksek Koıniserliği'ne bağlı Ermeni-Yunan Komitesi, her sean-
1 124
AB Parlamentosu 'nun Karan
'
AB Parlamentosu'nun kararı, Ermenilerin 'kimlik
sorunu' haline getirdikleri bir kavgada kendileri açısın­
dan başarılı bir sayfa olmuş ve yasama organının siyasi­
leşmesine karşı olan çoğunluk, sessiz kalmayı benim­
semediği politik bir davranışı önlemeye yeğlemiştir. Bu
karar birçok Avrupa ülkesi için de adeta bir yeşil ışık
teşkil etmiş ve Batı ülkelerinde yaşayan Ermeni diyaspo­
rasının baskı ve tehditlerini artırmıştır. O tarihlerden
itibaren, diyaspora aktivistlerinin, "Ermeni soykırımı"nı
yadsıyanları Holokost'u yadsıyan "negasyonist"lerle ay­
nı plana yerleştirmeye çalışan ve bir ölçüde de başarılı
olan propagandalarının yoğunlaştığına tanık oluyoruz.
Fransa'da Osmanlı uzmanı Gilles Venstein'ın College de
Franda seçilmesini önlemek için yapılan saldınlar5 ya
da daha da vahimi, Osmanlı tarihi hakkında klasikleş­
miş bir eser yazmış olan (ve yakınlarda kaybettiğimiz)
bir Amerikalı profesör Stanford ]. Shaw'un ülkesinde
barınamaz hale gelmesi bu baskı ve şantajları tipik bir
biçimde sergiliyorlar.
sında, Anadolu'daki I t tihado-Kemalistlerin gasplarının envanterini çıkarı­
yordu . " (s. 929 ) . Işgal kuvvetlerini ve onun hizmetindeki ajanları bir '·yük­
sek mahkeme'· gibi gören bu yoruma göre Türklerin yapacagı tek şey Ingiliz
adaletine sıgınınak ve Sevr'i kabullenmekten ibaretti. Böyle bir yaklaşırnın
hiçbır diyalog perspektivi açınadıgı ortadadır.
Bkz. Le Monde, 27 Ocak 1999.
Ermeni Sorunu ve
Amerika Birleşik Devletleri
�
Ermeni soykırımı konusunda kendi üniversite profesö­
rünü kendi ülkesinde savunamaz, daha da kötüsü sa­
vunmak istemez hale gelen ABD'nin durumu gerçekten
ilginçtir. Kuşkusuz Amerika'nın bu konudaki tutumu­
nun sadece aktivist Ermenilerin baskısıyla açıklanabile­
ceğini söyleyemeyiz. Bu konuda elektcral hesaplar, ge­
rekli durumlarda Türkiye üzerinde baskı oluşturma ni­
yetleri ve Türk devlet adamlarının demokrat kamuoyu
yönünde en ufak yanştıncı bir jeste yanaşmamaları gibi
faktörler de rol oynamıştır. Fakat, hangi nedenlerle olur­
sa olsun, sonuç, sadece Amerika açısından değil, Türki­
ye açısından da acı ve biraz da onur kırıcıdır.
Acıdır ve onur kırıcıdır; çünkü, Türkiye, "müttefik"
ve "stratejik ortak" gibi sıfatlarla tanımladığı ve ülkesin­
de askeri üsler verdiği bir ülkede her yıl aşağılanmakta,
1 127
Türkler ve Ermeniler
hakaredere uğramakta ve "Dikkat etl Soykırımı oyla­
tehditi altında yaşatılmaktadır. Amerikan devlet
başkanlarının her 24 Nisan'da yaptıkları konuşmalarda
1 9 1 5 olaylarını, "soykırım" sözcüğünü kullanmamış ol­
salar bile, Kurtuluş Savaşı'nı da kapsayan bir süreç için­
de ve soykırım tanırnma tamamen uygun bir biçimde
değerlendirmeleri son yıllarda bir ritüel haline gelmiş­
tir. 1 Aynı ülkenin en etkili gazeteleri artık Türk dernek­
lerinin parayla bastırmak istedikleri ilanları bile bas­
mamaktadırlar. 2
Buna karşılık Türkiye ne yapmaktadır?
Aslında, Türkiye, Amerikan kamuoyunu da zerre
kadar ilgilendirmeyen " 1 9 1 5 Soykırımı "na dudak büke­
ceğine 3 ve de Amerikan tarihinin bu konuda başkalarına
nın l "
Başkan Clinton 1 997 yılı '' 24 Nisan Mesajı"nda "Osmanh Imparatorluğu'nda
1 9 1 5 ile 19 2 3 yılları arasında, hikayesi anlanlmamış binlerce Ermeni'nin uğ­
radığı katliamdan" söz ettikten sonra "Bu korkunç dönemin kurbanlarını,
sürgünün ve ölürolerin acısını yaşamış bir buçuk milyon kadar masum insa­
nı anıyoruz" demişti. Milliyet, 2 7 Nisan 1997. Başkan Bush da 24 Nisan me­
sajında 1 9 1 5 Tehciri'ni "Bugün yirminci yüzyılın en korkunç trajedilerinden
biri olan Osmanlı lmpararorluğu'nun son döneminde bir buçuk milyon Er­
meni'nin göçe zorlanması ve yok edilmesini anıyoruz'' diye anmıştı. Radıkal,
2 6 Nisan 2004. Halen (Mart 2007) Temsilciler Meclisi'nde oylanınayı bekle­
yen yasa tasarısı da en radikal Ermeni militanlarını tatmin edecek bir tarzda
kaleme alınmışnr.
Ö rneğin Amerika'da 36 Türk Derneği'nin para toplayarak New York Timesa
verdikleri ilanı gazete ''Bizce soykırım olmuştur" diye basmamıştır. Bkz.
Cumhuriyet, 1 2 Haziran 200 5.
Bu konuda Jackson Diehl'in Washington Postta yazdığı yazı (5 Mar t 200 7),
yazarın hem Amerika'ya hem d e Türkiye'ye yönelttiği yerinde eleştiriler açı­
sından dikkate değer. Amerikan Temsilciler Meclisi'ne gelen tasarı için,
Diehl, şunu söylüyor: "Birçoğu hala Iraklı Şiiler ile Sünniler arasındaki farkı
bile bilmeyen 4 35 Temsilciler Meclisi üyesinin 92 yıl önce Türkiye'nin ku­
zeydoğusunda yaşanan olayların, (tasarıyı hazırlayanın adıyla) A. Shiff ver­
siyonunun, Kongre'nin tavır almasını gerektirdiğini doğru düzgün ölçüp öl­
çemeyeceğini vann siz düşünün" . Fakat yazar Türkiye'ye yönelik de şu eleş­
tiriyı ekliyor: "Kongre kendi 'bulguları · konusunda budalaca bir hal içinde
görünüyor olabilir; fakat , Türk siyasi sınıfının tarihle hesaplaşmak ve kendi
/ızB
Ermeni Sorunu ve Amerika Birleşik Devletleri
ders vermeyi gülünç kılacak cürümlerle dolu olduğunu
anımsatacağına, milyonlarca dolar saçarak lobi faaliyet­
leri yürütmekte ya da aynı amaçla milyar dolarlık ihale­
lerde Amerika'yı kollamaktadır. 4 Aynı konuda yarım
ağız yapılan ikaz ve tehditierin ise, şimdiye kadar uygu­
lanan şekilleriyle, daha çok Türk iç politikasına dönük
olduğunu ve retorik düzeyde kaldığını yeri gelmişken
belirtelim.
Bu "diplomatik" tavır dışında, Türkiye, iktidarı ve
parlamentoda temsil edilen muhalefeti ile birlikte, bir
yandan Ingiltere nezdinde A. T oynbee imzalı Mavi Ki­
tap'ın yadsınmasını isterken, 5 öte yandan soykırım iddi­
aları karşısında tezlerini daha da sertleştirmiş ve Türk
Tarih Kurumu soykınının aslında Ermeniler tarafından
milliyetçiliğini yatıştırmak konusunda süregelen yeteneksizliği belki de bu
ülkenin en cıddi siyasi sorunu.··· Türkçe çevirisi için bkz. Radikal, 7 Mart
2007.
Referans ga:.:etesinin (6-7 Mayıs 2006) yazdığına göre Türkiye Cumhuriyeti
The Liı•ing.,ron Group adlı Amerikan lobi şirketine, Kongre'de soykırım ya­
sasını önlemek amacıyla lobi yapması için 2001 -2005 arasında dokuz mil­
yon dolar ödemiştir. Bunlara Türkiye'nin ABD'de soykırım suçlamasını ön­
lemek içın siyasallaştırdığı ihalelerin yol açtığı (muhtemelen çok daha bü­
yük) harcaınaları da ekleyebiliriz. Ankara'nın eski Washington büyük elçisi
Faruk Loğoğlu'nun ifadesine göre "Bizim çalışmamı:.:a şimdiye dek silah lo­
bisi ve Musevi lobisi hep destek olmuştur; belki de son savunma sanayii an­
laşmaları, yani F 35 uçağı ve deniz helikopteri anlaşmaları bu yönde deste­
ğin artmasına katkı verecektir. " Murat Yetkin naklediyor, Radikal. 5 Kasım
2006.
Aslında lngili:.:lerden Toynbee'yi yadsımasını isteyen Türk resmi çevreleri,
çok daha hukuki ve manıikı bir tutumla, Ingiliz tarihçinin şu sözlerini iddia­
lanna dayanak yapabilirlerdi. Toynbee " Ermeni Kmınlan" başlıklı eserinde
şunları yazmıştı: "Müslümanlar Hıristiyan Ermenilere karşı hiçbir dini düş­
manlık besleıniyorlardı. Işlenen cürüm dini fanatizmden değil, ramamen si­
yasal nedenlerle ("pour des raisons purement politiques··ı lmparatorlugun
türdeşligini önleyen gayriınüslim ögelerden kunulmayı arzu eden hüküme­
tin ıradesinden kaynaklanıyordu". Les massacres armeniens, Paris, 1 9 16, s.
1 l . Soykırın Konvansiyonı, uzun tart ışmalardan sonra, "siyasal amaçla" ya­
pılan kırımları soykırım tanımlamasının dışında tutmuştu.
ı
129
Turk/er ve Ermeniler
Türklere karşı gerçekleştirildiği anlamına gelen eserler
yayınlamıştır. Bu eserlerde iddia edildiğine göre, 1 9 1 5
Tehciri'nde Kamuran Gürün'ün ileri sürdüğü gibi yüz
binlerce değil, sadece (hastalıktan ölenler de çıkanldık­
tan sonra) on bin civarında Ermeni hayatını kaybetmiş­
tir. Aynı yayınlarda, Talat Paşa'nın "kara kaplı def­
ter"inde 924. 158 kişi olarak verilen tehcire tabi Ermeni
sayısının da "yaklaşık 500 bin kişi"ye indirildiğini görü­
yoruz. 6 Nihayet bir kısım (ve bu konuda sesini en çok
duyuran) tarihçi ve diplomatlanmız "mukatele" tezini
de yeterli bulmamışlar ve 1 9 1 5 Tehciri'nin, aslında sa­
vaş suçlarına karşı çıkarılmış bir anlaşma olan Cenevre
Sözleşmeleri'ne uygun bir şekilde gerçekleştirildiğini
iddia etmişlerdir. 7
Bütün bunlar bugüne kadar bir sonuç vermiş midir?
Eğer vermişse, bu sonuç, Türkiye'nin uluslararası
planda hiç inandırıcı olamaması, kendisini sanık sandal­
yesine oturtınası ve -dış dünyaya hitap eden uygar bir
üslup oluşturamadığı için- manevi bir işkenceye kendi
Bu konularda bkz. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri ı·e Gerçekler. Türk Ta­
rih Kurumu yayınları, 200 1 . Ermeni/er: Surgun ve Göç, (Kol. eser; Yusuf
Halaçoğlu, K. Çiçek, H. Özdemir, Ö . Turan, R. Çalık) Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 2004. Murat Bardakçı'nın Talat Paşa'nın "kara kaplı defrer"ini
açıklayan yazısı için bkz. Hurriyer. 25 Nisan 2005.
Sivil Toplum Kuruluşları Birliği'nin 1 5- 1 6 Aralık 2005'te !stanbul Teknik
Üniversitesi'nde düzenledikleri sempozyumun sonunda açıklanan "bildi­
ri"de şu tez savunulmuştur: ''Tehcir bir ıeamül hükmü olan ve Cenevre Söz­
leşmeleri'ne ek 2 numaralı protokolün 18. maddesinde yer alan 'askeri ge­
reklilik' çerçevesinde uygulanmıştır. Sözleşmede aranan milli, etnik, ırksal
ve dinsel bir grubu yok etme kastı yoktur ve hiç olmamıştır." Ne var ki Söz­
leşme'de sözü edilen ve bildiricilerin dikkate almadıkları "gereklilik" insan­
ları güvenlik altına almaktır; oysa, 1 9 1 5 Tehciri'ni başlatan Talat Paşa bile,
anılarında, mevcut koşullarda "çok çirkin neticeler elde edileceğini biliyor­
dum" diye yazmıştır. Bu neticeler, gerçekten de yüz binlerce ölü şeklinde or­
taya çıkmıştır. Bildiri metni için bkz. Turk-Ermeni Ilişkilerinde Tarihi Ger­
çekler, (Ed. Aysel Ekşi), s. 444-447.
1 130
Ermeni Sorunu ve Amerika Birleşik Devletleri
rızasıyla katlanması şeklinde ortaya çıkmıştır. O kadar
ki durumun garipliğinden rahatsız olan ya da Türkiye'
nin durumuna üzülen kimi yabancı yazarlar bazı ünlü
gazetelerde açıkça Türkiye'ye akıl veren yazılar yazmaya
başlamışlardır. 8 Ve ne yazık ki bu durumda, demokratik
kamuoyunu da makyavelik politikasına destek yapan
ABD için en "karlı" politika, galiba, soykırım yasasını
çıkarmak değil, mümkün olduğu kadar (bir Demokles
kılıcı gibi) gündemde tutmak haline gelmiştir. Oysa,
bizler için, 1 9 1 5 olaylarının ellinci yıldönümünde baş­
layan soykırım tartışmalarının sekiz yıl sonraki yüzüncü
yıl anma törenlerine kadar ortaya koyduğu ve kayacağı
dersler de ortadadır.
Orhan Pamuk, Türk mahkemelerinde yargılanırken, Ingiliz yazar George
Monbiot, The Guardian gazeresinde Ingiliz hükümetlerinin yakın geçmişte
başka halkiara karşı işledikleri cürümleri anlatmıştı. Yazar, 'Türkler geçmiş
zulümleri Ingiliz usulü yadsıma sanatını öğrenemediler" başlıklı yazısında,
Mike Davis'in ··Geç Yicroria dönemi holokostlan" başlıklı eserine dayanarak,
Ingiliz politikasının Hindistan'da 1 2-29 milyon arası insanın ölümüne neden
olduğunu açıklamaktadtr. Ingiltere'de bunlar, dar bir çevrede de olsa yazıla­
bildiği ve dava konusu olmadığı için kimse de Ingilizleri suçlamamakıadır.
George Monbioı, The Guardian. The Turks ha ven i learned rhe Brirish way
of denyüıg pası atrocities. 27 Aralık 2005.
1 131
Sonuç: Uluslararası Mahkeme mi?
�
Ermeni soykırımı iddiaları 1 9 1 5 T ehcir'i ve kırımlarının
ellinci yıldönümünde başladı ve geçen yıllar içinde yir­
miye yakın -ve çoğu dost- ülkenin parlamentoları bu
iddiayı yasalaştırdılar. Hatta bir kısım Fransız milletve­
kilinin başını çektiği bir girişim ise soykırımı yadsımayı
ceza yaptırımlarına bağlama hedefini güdüyor. Fransa
içinde bile ağır eleştirilere uğrayan 1 bu girişim ne kadar
haksız ve anlamsız olursa olsun, ister istemez bir ilk
olacak ve başka ülkeleri de etkileyecektir. Ne var ki
1 9 1 5 'in yüzüncü yıldönümü de yaklaşıyor ve bu tarihe
kadar listenin çok daha kabaracağını ve Türkiye'nin
sözlerine ilginin de aynı oranda azalacağını söylemek
herhalde bir kehanet sayılmaz. Bununla beraber ülkeÖrnegin Le Monde gaz etesi (12 Ekim 2006), Fransız Parlamentosu'nun bu
kararının "Ermeni davasını ve tarihi siyasal kavgaların ve seçim hesaplarının
rehinesi haline getirınekten" başkabit anlama gelemeyeceğini yaz mıştı.
1 1 33
Türkler ve Ermenıler
mizde bu sorunla doğrudan ya da dalaylı bir şekilde il­
gili olarak iki olumlu gelişmeden de söz edebileceğimizi
sanıyorum.
Bu olumlu gelişmelerden birincisi resmi çevrelerde
soykırım iddialarını Uluslararası Adalet Divanı'na taşı­
mak yönünde beliren niyettir. 2 Gerçekten de, sonuç ne
olursa olsun, böyle bir kararın Türkiye'yi sistematik bir
şekilde sanık sandalyesine oturtulmaktan, devamlı kü:..
çültülmekten ve de sağa sola tehdit (ya da rüşvet) dağı­
tıp bir şey yapamayan zavallı konuma düşürülmüş ol­
maktan kurtaracağı açıktır.
Önce şunu söyleyelim: 1 9 1 5- 1 6 lttihatçı "komite"
nin yargılanması, kimilerinin iddia ettiklerinin tersine,
asla bugünkü Türklerin yargılanması anlamına gelmez.
Kaldı ki, bu çalışmamda da göstermeye çalıştığım gibi,
lttihatçıların bile, kendi zamanlarında mevcut olmayan
bir suç kavramı ile mahkum edilmeleri beklenemez. 3
Kaldı ki sorumlu lttihatçılar, Osmanlı mahkemelerinde
de yargılanmış ve mahkum olmuşlardır. Hürriyet ve l ti­
lafçıların kurdukları Divan-ı Harb'in galip devletler bas­
kısıyla hareket ettiği söylenebilirse de tamamen sami­
rniyetsiz ve ehliyetsiz oldukları iddia edilemez. Ilginçtir
ki Ermeni tarihçiler de aynı mahkemeleri lttihatçıların
Bu niyeti ilk kez Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 14 Kasım 2006'da TBMM'de
bir komisyon toplamısında açıklamıştır. Daha sonra da basma "bu konuda
titiz çalışmalar yapıldığını" söylemiştir. Aynı gün CHP Başkan Yardımcısı
Onur Öymen de " Ö neri zaten biziındi; şimdi hükümet sahip çıkıyor" demiş­
tir. Milliyet, 16 Kasım 2006.
Emekli büyükelçi !lter Türkmen, Hürriyet gazetesindeki ( l O Mart 2007)
"Uluslararası Adalet Divam ve Soykırım·· başlıklı yazısında Konvansiyon'un
geriye işlememesinin yarattığı "hukuki zırh "ın bizim için yeterli olacağını,
risk almamızı söylüyor ve Osmanlı Devleti'nin 'soykırım' ile suçlanamayaca­
ğına hükınedilse bile kararda bizi çok rahatsız edecek unsurlar bulunamaya­
cağından nasıl emin olabiliriz? " diye soruyor. Hürriyer, lO Mart 2007. Fakat
bugünkü durumun daha da rahatsız edici olduğu açık değil midir?
1 1 34
Sonuç: Uluslararası Mahkeme mi?
baskısı altında kalınakla ve nesnel davranınarnakla eleş­
tirmektedir. Zaten lttihatçılar da bu konuda asla birlik
ve beraberlik içinde olmamışlar, örneğin lttihatçı lider­
lerden Ahmet Rıza Bey, Senato kürsüsünde "Ermeni
tehciri"ni önlemek için nasıl çalıştığını bizzat kendisi
anlatmıştır. 4 Aynı bağlamda Halide Edip Adıvar da ı 9 ı 5
olaylarını "Ermeni göçürmeleri ve toptan öldürmeler"
olarak isimlendirmişti. 5 Hatta lttihatçılann beyni sayılan
ve "mukatele" fikri de kendisine mal edilen Ziya Gö­
kalp'ın bile tehcire karşı çıktığı, kendisine en yakın
dostlanndan H. C. Yalçın tarafından anlatılmıştır. Çağ­
daş Türk romancılan da, en önemli yapıtlarında, yeri
geldikçe Ermenilere yapılan zulmü ve mallarının yağ­
malanmasını anlatmaktan geri durmamışlardır. 6 Eğer bu
konudaki tavırlar daha da netleşmediyse, bunda, ı 970'
lerde ı 9 ı 5 faciasıyla hiçbir ilişkisi olmayan insanlan öl­
düren ASALA terörünün büyük sorumluluğu vardır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki bu konuda Türklere dü­
şen, ı 908'de özgürlükçü bir devrim biçiminde başlayan
tkinci Meşrutiyet'in, ı 9 ı 2'den, özellikle de ı 9 13'teki Ba­
bıali Baskını'ndan sonra bir karşıdevrime, kanlı bir ko­
mitenin iktidarına dönüştüğünü kabul etmektir. Bu bağ­
lamda "Ermeni tehciri" denen olay vahim bir toplu kıA. Rıza Bey, Echos de Turquie, Paris, 1 920, s. 96.
Halide Edip Adıvar, Türk'ün A teşle !mrihanı, Istanbul, 1979, s. 14. Bu eserin
ilk baskısı The Turkish Ordeal başlığıyla 1 928'de New York'ta yapılmış ur.
Ahmet E. Yairnan da tehcirin "yok edici" koşullarını anlatmış ve ''Teşkilat-ı
Mahsusa adını taşıyan çeteler, doğrudan doğruya bir imha hedefinin arka­
sından koşmuşlardır" diye yazmışur. Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçir­
diklerim, c. 1, s. 3 3 1 .
Örnekler için Bkz. T. Timur, Osmanlı- Türk Romanında Tarih, Toplum ve
Kimlik, !stanbul, 1 99 1 , s. 1 69, 1 70, 1 8 5, 186, 294-296. Ayrıca Elif Şafak'ın,
daha sonra yayınlanan ve konuyla doğrudan ilgili olan Baba ve Piç (Metis
Yayınları, 2006) başlıklı romanı da burada anılmaya değer.
1 135
Türkler ve Ermeniler
nındır ve bunu hiçbir neden mazur gösteremez. Ermeni
teröristleri bir sürü Türk'ü öldürdüler diye tüm bir hal­
kın cezalandırılmasım mazur görürsek, lttihatçıların su­
çuna iştirak etmiş oluruz. Eğer Doğu Anadolu'da bazı
Müslüman köyleri yakıldı diye, örneğin Kayseri merkez
ilçesindeki 1 6.000 Ermeni'den 1 2 . 000'i akıbeti meçhul
bir sürgüne yoUandı ve kalanlar da Müslüman yapıldıy­
sa7 çağdaş Türk bunu unutmamalı ve bundan utanç duy­
malıdır.
Ermenilere gelince, o konuda kavga vermek elbette
bizlere değil, kimliklerini "soykırım olgusu "na dayan­
dırmayan, tezlerini Türk düşmanı bir perspektifte geliş­
tirmeyen demokrat aydın ve kuruluşlara düşüyor. Yves
Ternon'a göre Türkler soykırımı inkar ederek Ermenile­
re " 1 9 1 5 şokunu atlatma" ve "kimliklerini koruma ara­
cını"8 sağlamışlardır. Eğer doğruysa, bu bir kin ve inti­
kam mantığıdır. Sorunu sadece 1 948 Birleşmiş Milletler
Konvansiyonu çerçevesinde düşünmeye götüren bir
mantıktır. Oysa, kitabıının başında da değindiğim gibi,
bizzat bugünkü Ermeni nesilleri de kendi aralanndaki
tartışmalarda bu nitelikte bir kimliği aşma özlemi içinde
bulunuyorlar. Sovyet sisteminin çökmesinden, Ermenis­
tan'ın bağımsızlığına kavuşmasından sonra buna ihtiyaç
daha da artmıştır. 9 Ermenistan başkanı L. Ter PetrosBu konuda, tehcir sırasında K ayseri Belediye Başkanı olan, Kurtuluş Savaşı
sırasında da Adalet Bakanlığı yapmış A. R. Çalıka'nın anıları öğreticidir. Bkz.
H. Çalıka, Kurtuluş Savaşı 'nda Adaler Bakanı Ahmet Rı/at Çalıka 'nın Anılan,
Istanbul, ı992, s. 28.
Y. Ternon, La cause armenienne, s. ı s ı .
Gal\up Enstitüsü'nün Ermenistan'da yaptığı bir ankete göre Ermeni halkının
ancak % ı'i Türkiye'nin soykırımı tanımasını ülkelerinin bir numaralı soru­
nu olarak görüyor. Cumhuriyet, 6 Kasım 2006. Erivan'da Ermenistan Ulusal
ve Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan başka bir araştırmaya
1 1 36
Sonuç: Uluslararasi Mahkeme mi?
yan'ın danışmanı, tarihçi G . J . Libaridian kendisine
Türk-Ermeni ilişkilerini soran bir Alman dergisine ver­
diği yanıtta "Eskiden kültürlerimiz birbirine yakındı.
Birinci Dünya Savaşı sırasındaki soykırıma rağmen bu
yakınlık tekrar sağlanabilir" 1 0 demişti. Bunun için sanı­
yorum ki, geçmişi unutmamak, fakat onu daha gerçekçi
bir biçimde yorumlamak gerekir. Soykırım kavramı Bi­
rinci Dünya Savaşı'ndan sonra Milletler Cemiyeti'nde,
Osmanlılar için değil, lkinci Dünya Savaşı'ndan sonra
Birleşmiş Milletler'de Nazi cürümleri için yaratılmış bir
kavramdır. O zamana, hatta bazen daha sonraki tarihle­
re kadar, Ermeni tarihçilerinin kullandıkları kavram
" tehcir ve kırım" idi. Elbette ki her olgunun olduğu gi­
bi, soykınının da tarihi kökenieri ararrabilir ve bu an­
lamda 1 9 1 5 olayları da yeniden değerlendirilebilir. Fa­
kat böyle bir girişimde adil olmak ve bütün kartları ma­
sanın üzerine koymak gerekir. Bu tarz bir yaklaşım ise,
lttihatçıların yargılanması dışında, ırk ve din düşman­
lıklarının nerede ve nasıl doğduğu, nasıl uygulandığı,
sömürgeciliğin bilançosu, emperyalist diplomasinin halk­
ları birbirine nasıl düşürdüğü, günümüzde 'aşiret kav­
gası' ya da 'etnik kavga' gibi sunulan soykırımların al­
tında hangi çıkarların yattığı gibi olguları da objektif
olarak irdelemeyi gerektirir. Çağdaş ve demokratik bir
Türkiye'yi özleyen tüm Türkler böyle kapsamlı bir araş­
tırmaya gönülden katılacaklar, kendi tarihlerini de 'tep­
ki' ve 'korunma' saplantılannın yarattığı anormal du­
rumdan kurtaracaklardır.
"'
göre ıse Ermeniterin % 61 , l 'i soykırımdan sadece Osmanlı Devleti"nin so­
rumlu tutulabileceğini düşünüyor. Milliyet. 30 Nisan 2 00 5 (Semih ldiz"in
yazısı ) .
Der Spiegel. 2 3 Mart, 1 992.
Türkler ve Ermeniler
Burada sözü, çok uğursuz bir vesileyle de olsa, Tür­
kiye'de tanık olduğumuz ikinci olumlu gelişmeye geti­
rebiliriz. Gerçekten de, lstanbul'da, 2007 başlarında iş­
lenen iğrenç bir cinayete doğan tepki, "bir musibet, bin
nasihatten evladır" misali, Türkiye'de bu konuda espri­
lerin ne kadar büyük ve ne kadar hızlı bir evrim içinde
olduklarını bütün açıklığıyla ortaya koydu.
Hrant Dink'in öldürülmesinden söz ediyorum; bir
cinayetten çıkarılması gereken dersleri anlatmak istiyo­
rum. Tamamen beşeri motiflerle kaleme alınmış bir ki­
tabı, hunhar bir cinayete kurban gitmiş bir vatandaşımı­
zı anan ve anlatan satırlada bitirmekten daha doğal ne
olabilir?
Hrant Dink'in Ölümü ve
Türkiye'de Demokrasi
�
Hrant Dink, 1 9 Ocak 2007'de karanlık kuvvetlerin, ne
yaptığının farkında olmayan bir gencin eline tutuştur­
dukları silahla hayata veda etti. Bu cinayet, yıllardır bu
ülkede yargısız infazları sineye çeken tüm hümanist ve
demokratik duygular için artık bardağı taşıran son dam­
la idi: Yaralı vicdanlar 23 Ocak 2007'de şahlandı ve yüz
binden fazla insanın sessiz ve vakur yürüyüşü kin ve
husumet tacirlerinin suratında tokat gibi patladı. Yıllar­
dır baskı ve korku altında sindirilmiş duygular isyan
etmiş ve bir toplumsal katarsis atmosferinde ırk ve din
düşmanlıklarına "hayır ! " demişti.
Vesile gerçekten de çok hazin bir vesileydi. Ne var
ki vicdanlar ancak Hrant'ın, Ermeni kökenli bir Türki­
yeli yurtseverin öldürülmesi üzerine seferber olmuştu:
Türkiye'de Türk-Ermeni ilişkilerinde kin ve nefret duy-
1 139
Türkler ve Ermenıler
gularının dışında, insancıl ilişkilerin kavgasını veren ve
bunun için de korkunç baskı ve tehditler altında, "gü­
vercin tedirginliği" altında yaşayan; yine de iyimserliği
elden bırakmayan ve naif bir şekilde "Bu ülkede güver­
cinleri vurmazlar! " diye düşünen barış neferi Hrant
Dink'in öldürülmesi üzerine.
Barış neferi dedik!
Hrant Dink barış neferi olmadan, Türk ordusunda
er olarak yurttaşlık görevi yapmıştı. Bu görev sırasında,
çavuşluk sınavını kazanmış olmasına rağmen er yapıl­
ması, yelimhanede büyümüş bu gencin bilincinde her­
halde ilk yarayı açan darbe olmuştu. Yıllar sonra çıkar­
dığı Agos dergisinde Sabiha Gökçen'in Ermeni asıllı ol­
duğu iddiasının yer alması da Atatürk'ün manevi evia­
dına küfür kabul edildi ve büyük bir kampanyaya yol
açtı. Demek ki Türkiye'de bir Türk'e "Ermeni asıllı"
demek, iddia bir Ermeni'den de gelmiş olsa "tehlikeli ve
sorumsuz" bir düşünce sayılıyor, yayınlanan bir bildiri­
de söylendiği gibi, "Atatürk milliyetçiliğine ve ulus­
devlet yapısına" aykırı bulunuyordu. Kısaca bir Ermeni
vatandaşımızın, sırf Ermeni düşmanlığına karşı bir koz
olarak kullanmak ve kendi cemaati hesabına da bir
övünç payı çıkarmak için ortaya attığı iddia ters tepmiş
ve Ermeni düşmanlığını körükleyen ek bir argüman ha­
line dönüşmüştü. 1
Hrant Dink'in büyük "günah''ı bu ince ikazlara ku­
lak vermemesi oldu: Inandığı bazı düşünceler, bağlan­
dığı bazı temel ilkeler vardı; ayrıca bunların Türkiye'nin
de yaranna olduğuna inanıyordu. Hrant Dink'e göre
Sabiha Gökçen olayının yarattığı ırkçı kampanyayı teşhir eden bir yazı için
bkz. Yıldırım Türker. O da mı Ermeni Çıku? Radikal. 29 Şubat 2004. Tür­
ker, yazısında, S. Gökçen'in yakın arkadaşı Pars Tuğlacı'nın "Sabiha da Er­
meni asıllı olduğunu biliyordu" dediğini de nakletmektedir.
1 140
Hranr Dink 'in Ölümü Fe Türkiye 'de Demokrasi
Türkiye'de, Ermeni kökenini saklamadan ve geçmişte
Ermenilerin yaşadığı trajediyi de yok saymadan yaşa­
mak mümkündü. Bu ortamı kuran Türkiye hem sayıları
çok azalmış Ermeni kökenli vatandaşlarına büyük bir
manevi huzur sağlayacak, hem de Türkiye'yi haksız dış
hücumlardan kurtaracak ve ülkenin itibarını artıracaktı.
Ayrıca Türkiye'nin sınır komşusu Ermenistan'la ilişkile­
rini geliştirmesi her iki ülkenin de çıkanna idi. Hrant
Dink'in kendisi de Türk dostlarıyla birlikte ziyaret ettik­
leri Ermenistan'da, özlediği dostluk ilişkilerine katkıda
bulunmaya çalışmıştı.
Ne var ki (üçüncü nesil) Diyaspora Ermenileri aynı
havada değildiler. Kimliklerini "soykınm" olgusuna da­
yandırıyorlar ve Ermeniliklerini "ana kök" Ermenis­
tan'dan kopuk, bağnaz bir Türk düşmanlığı şeklinde ya­
şıyorlardı. Ermeni sorunu "marjinal Diyaspora milliyet­
çilerinin tekelinden" kurtanlmalıydı. Fransız Meclisi, Er­
meni soykınmını yadsımayı cezalandıran yasa tasarısını
görüşürken, Hrant Dink de, Fransa'ya giderek "bu yasa­
yı ilk çiğneyen kişi" olmak istediğini açıkça ilan etti.
Aslında ırk ve din düşmanlıkları bir çeşit "zehirli kan "
olarak her milletin damarlannda mevcuttu ve Türk düş­
manlığı da Ermenilerin damarlarında varlığını sürdürü­
yordu. Çözüme, Diyaspora'nın damarlannda "Türk'ten
boşalacak o zehirli kanın" yerini yine Diyaspora'nın,
"ana-kök" duygularıyla Ermenistan'la kuracağı "asil da­
mar"daki kanın doldurmasıyla ulaşılacaktı. 2
Hrant Dink'in Aga.s'ta yazmış olduğu ve kendisi için bir çeşit ölüm fermanı
t eşkil eden yazı,ı ölümünden sonra tekrar yayınlandı. Bkz. Radıkal, 22 Ocak
2007.
Türkler ve Ermeniler
Iki yıldır baskı ve tehditler altında yaşayan Hrant,
" zehirli kan"dan söz e ttiği yazıyı yazarken bir çeşit
ölüm fermanını imzaladığının acaba farkında mıydı?
Aslında, Hrant'ın tüm düşüncesi ve eylemleri bağlamın­
da değerlendirildiği takdirde, bu yazıda aniaşılamayacak
bir taraf yoktu. Hrant, Yargıtay'ın da onayladığı malı­
kurniyetinden sonra bu yanlış anlaşılınayı defalarca ve
çoğu kez patetik bir isyan duygusuyla düzeltmeye çalış­
tı. Ne var ki, yazıya, ölümünden sonra bir dostunun yaz­
dığı gibi, "ısrarla tam aksi bir anlam veriliyorsa, yani kas­
ten aniaşılmak istenmiyorsa" , ortada belki de "karanlık
bifı'H:esap ve niyet var demekti". 3
ırkçılığın hedefi olan ve en büyük kavgasını ırkçılı­
ğa karşı veren bir insanın bu suçla yargılanması ve
mahküm edilmesi kuşkusuz kabul edilebilir bir şey de­
ğildi. Hrant, hak etmediği bu lekeden kurtulmak için
sonuna kadar savaşacak ve davayı AIHM'ye kadar taşı­
yacaktı.
23 Ocak 2007'de cenazesinin arkasından "Hepimiz
Hrant'ız ! " diye yürüyen yüz binler onun lekesini sildiler
ve kara lekeyi, onu asıl hak edenlerin alınlarına yapış­
tırdılar.
"Türkiye'nin demokratikleşmesi", diyordu Hrant, "Tür­
kiye'nin soykırımı tanımasından çok daha önemlidir . "4
Ve bunu, Türklüğü aşağılamanın suç , buna karşılık Er­
meni'nin, Rum'un, Yahudi'nin ve Kürt'ün aşağılanmasıÖmer Laçiner, Bu Suikast Böyle Hazırlandı, Agos. 26 Ocak 2007.
Neşe Düzel ile söyleşi, Radikal. 2 2 Ocak 2007.
1 142
Hrant Dink/n Ölümü ve Türkiye 'de Demokrasi
nın serbest olduğu bir ülkede söylerken ne dediğini çok
iyi biliyordu . Bu cesaretini hayatıyla ödedi. 5
Hrant Dink yaşarken yapamadığını ölümüyle ger­
çekleştirdi ve arkasında topladığı yüz binlerle bu ülke­
nin tanık olduğu en anlamlı demokratik şahlanışlardan
birine damgasını vurdu. Aslında bu gösteri Hrant'ı ve
(yürüyenlerin ellerindeki "Hepimiz Ermeniyiz ! " pankart­
larına rağmen) Ermeniliği tamamen aşıyor ve insanları
birbirinden ayıran her türlü önyargıya ve ırkçı ayrımcı­
lığa "hayır ! " diyordu.
Hrant ne bir Ermeni ne de bir Türk kahramanı ol­
du. 19 Şubat'ta Türkiye bir demokrasi kahrama
:
be tti.
���
�· w
Türk Ceza Kan�nu'nun, gerekçesinde Türklüğü "dünyanın neresind �)'aşar. ık"\1
sa yaşasınlar Turklere has muşterek kulturun ortaya çıkardığı ortak Wh
şeklinde tanımlayan ve "Türklüğü aşağılama"yı cezalandıran 30 1 . maddesi
Hram Dink'in ölümü dolayısıyla hararetli eleştirilerin konusu oldu. Buna
karşılık, iktidar panisi ve tüm sağcı parTilerle birlikte muhalefet lideri Deniz
Baykal'ın da benimsediği demagejik bir görüş, böyle bir maddenin Batılı ül­
kelerin kanunlarında da yer aldığını ve kaldırılmasının Türklüğe hakaretin
serbest kılınması anlamına geleceğini ileri sürdü. Aslında tüm Bau ülkele­
rinde çok taraflı olarak ırkçılığı ya;aklayan kanunlar vardır, fakat tek taraflı
bir şekilde "lngilizliği aşağılamağı ·· ya da " Fransızlığı aşağılamağı" cezalan­
dıran yasalar yoktur. AB Parlamentosu üyesi joost Lagendijk'in de Başba­
kan'a ve muhalefet başkanına gönderdiği açık mektupta açıkça belirttiği gibi
AB üyeleri mevzuatındaki maddeler "Devlet"e hakareti önlerneyi ve kamu
hizmetlerinin düzenli çalışmasını hedef almaktadır ve Türkiye'deki gibi uy­
gulamalar söz konusu değildir. Bizde de TCK'nın 2 1 6/2. maddesi '·Halkın
bir kesımıni sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına
dayanarak alenen aşağılayan kişı alu aydan bir yıla kadar cezalandırılır'' di­
yerek " Türklüğü aşağılamayı" zaten yasaklamıştır. Bu bakımdan tek yönlü,
faşizan uygulamalara yol açan 30 l 'in toptan kaldırılması gereklidir. Konu­
nun hukuki analizi için bkz. Akın Aıalay, Türklüğü Aşağılamak Serbesr mi
Olacak.? Cumhuriye!, 3 Ekim 2006.
1143
Download