HANGİ ERMENİ SORUNU? Sedat LAÇİNER "Hangi Ermeni Sorunu?, Türkiye'nin iç değişkenleri kadar dış ilişkileri bakımından da konuyu ele alan bir çalışma. İç politika-dış politika bağlantısının önemine dikkat çekilirken, aynı zamanda "Ermeni sorunu” ile "Ermenistan sorunu” arasındaki ilintiye vurgu yapılıyor. Türkiye'nin Azerbaycan, Rusya, ABD ve Avrupa ülkeleriyle ilişkilerinde sorunun iki boyutunun ne türden etkiler yarattığı ele alınıyor.” Ermeni sorunu, 19. yüzyılda Doğu Sorunu'nun bir parçası olarak ortaya çıktı. Başka bir deyişle Osmanlı'nın Rusya, İngiltere, Avusturya ve Fransa gibi dönemin büyük devletleri arasında paylaşılmasının bir sonucudur Ermeni sorunu.' Osmanlı'yı zayıflatarak buradan parçalar koparmaya çalışan ülkelerin en önemli aracı etnik ve dini farklılıkları derinleştirerek ayrılıkçı hareketleri teşvik etmek oldu. Osmanlı Devleti'nde çok sayıda Hristiyan topluluğun olması ve bunların belli bölgelerde yoğunlaşmış olmaları din ve etnik ayrılıkçılığı desteklemeyi kolaylaştırdı. Sırplar, Bulgarlar, Yunanlar ve diğerleri bu çabalar sonucunda Osmanlı'dan koptular. Özellikle Osmanlı-Rus Savaşları bu kopuşların en önemli hazırlayıcısı oldu ve Osmanlı'nın Hristiyan tebaası birer birer İstanbul'dan ayrıldı. Rusya'nın ve Avusturya'nın oldubittilerine destek veren Avrupa diplomasisi sayesinde Osmanlı'dan ayrılan devletler Osmanlı'nın daha da zayıflatılmasında bir araç oldular. Türkler ve Ermeniler birbirine çok yakın yaşayan milletlerdir. Belki de şu anki nefretin nedenlerinden biri de bu benzerlikler ve yakınlıktır. İnsan bu kadar büyük bir öfkeyi belki de ancak en yakınına karşı duyabilir. Evlatlıktan reddedilmiş bir evlat veya babalıktan reddedilmiş bir baba kadar canımızı ne yakabilir? Fakat unutmamak gerek, baba ve evladı sonsuza kadar ayrı tutmak da zordur. Ayrılık çok acı olsa da kucaklaşma da bir o kadar büyük olabilir. Son söz olarak, Kafkasya bizim evimiz. Kimi kardeşimiz, kimi evladımız kimi ise uzaktan akrabamız. Biz zayıfladıkça her biri ayrı yollara düşmüşler. Hatta içlerinden kimi kötü yollara düşmüş, kimi akraba olduğundan bihaber kardeşini boğazlamaya kalkmış, kısacası yaşanan tam bir aile dramı. Ermeniler 1915 olaylarını büyük bir soykırım olarak görürler ve Türkleri inkârcılıkla suçlarlar. Buradan hareketle kendi yaslarını dahi tutamadıklarını, çünkü suçlunun elini kolunu sallayarak gezdiğini, suçunu itiraf etmek bir yana, bir de karşı tarafı suçladığını söylerler. Ermeni yayınlarında 1915 olayları ile masum ve savunmasız bir kadının tecavüze uğraması arasında sık sık analoji yapılır. Elbette burada tecavüzcü olan Türklerdir. Tecavüz eden hem yapacağını yapmıştır, hem de avazı çıktığı kadar bağırmakta ve etraftakilere yerde yatan kadının suçlu olduğunu işaret etmektedir. İşte bu tablo Ermenilerin canını yakmaktadır. Ermeni yayınlarını okursanız Ermenilerin bu nedenle yas tutamadıklarını, soykırımın içlerinde kapanmaz bir yara olarak kaldığını görürsünüz. Ermeni milliyetçiler 1915-1923 arasında yaşananları bir soykırım olarak nitelemekle kalmazlar, aynı zamanda yaşananların 20, yüzyılın, hatta modern zamanların ilk soykırımı olduğunu da iddia ederler. Buradan vardıkları en önemli sonuç ise Türklerin işledikleri suçun cezasız kalmasının diğer uluslara da kötü örnek olduğu, Almanların dahi İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudileri soykırıma uğratırken Türkleri örnek aldıkları şeklindedir. Bu izah tarzı Almanların çok hoşuna gitmiştir. Çünkü bu sayede hem 20. yüzyılın ilk soykırımını işleyen ulus olmaktan kurtulacaklardır, hem de İkinci Dünya Savaşı esnasında işledikleri günaha Türkleri de ortak etmiş olacaklardır. Tüm bunlara ek olarak bir ihtimal Birinci Dünya Savaşı esnasında Ermenilere karşı alınmış tüm karar ve uygulamalarda Alman subayların rolü de unutulabilecektir. Böylesine avantajlarla dolu bir tez belli ki Alman devleti tarafından da üstü örtülü olarak desteklenmiştir ve tezi destekleyecek deliler oluşturulmaya çalışılmıştır, Almanların derdi suçlarına ortak aramak istemektedirler. Soykırımın herkes tarafından işlendiğini ispata çalışmakta, meseleyi sulandırma gayreti içinde olmaktadırlar. Ermeniler ise kendi dramlarını insanlığın ilk dramı olarak takdim ederek Yahudilerin durumuna benzer bir durumu yakalamaya çalışmaktadırlar. Kâğıt üzerindeki kurgularını bozan gerçekleri ise ya görmezden gelmektedirler, ya da tahrip etmektedirler. Bilindiği üzere Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'na girince Ermeni isyanlarında da bir artış yaşandı. Bunun bir nedeni azınlıkların kendilerini kurtarma gayreti idi. Osmanlı artık güçlü değildi ve herkes kendi yoluna gitmek istiyordu. İkinci önemli neden ise savaş ortamında rakip devletlerin birbirlerini azınlıklar yoluyla zayıflatma çabasıydı. Ermeniler ile diğer ülkeler arasında zaten hâlihazırda güçlü bağlar var idi. Doğu'da Ruslar, Ermenileri Rus vatandaşlığına geçiriyordu ve birçok Ermeni çifte vatandaş konumundaydı. Katolik Ermeniler ise uzun süredir Fransa'ya yakın duruyorlardı. İngilizler sırf Ermenilerden yararlanmak için propaganda kampanyası başlatmıştı. Amerikan ve İngiliz misyonları, okulları ve misyonerleri Anadolu'nun dört bir yanında faaldiler. Tüm bunların sonucu olarak Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı'nın en zayıf karnı Ermeni azınlık olmuştur. Bazı bölgelerde Osmanlı Ordusu iki ateş arasında kalmış, ileride Ruslar ile çarpışırken, arkada Ermeni saldırıları orduyu çok zor durumda bırakmıştır. Van örneğinde görüldüğü üzere şiddetli ayaklanmalar da yaşanmış ve Osmanlı Hükümeti tehcir (zorunlu göç) kararı almıştır. Bu karar 1 milyona yakın Ermeni’nin yer değiştirmesini öngörmektedir.Karar istenildiği gibi uygulanamamış ve istenmeyen sonuçlar da yaşanmıştır. Bazılarına göre başlı başına tehcir kararı bir soykırım kanıtıdır. Oysaki Osmanlı tehcir kararı alan ne ilk, ne de son devlet olmuştur. İsviçre'de Ermeni iddialarının yasalaşması süreci 2001 Fransa kararından sonra hızlandı. 2003 Aralığında İsviçre Parlamentosu’nun alt kanadı olan Ulusal Konsey sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir tasarıyı kabul etti. Bunun üzerine Türkiye kararı bir nota ile protesto etti ve Dışişleri "kararı şiddetle kınıyoruz” açıklamasını yaptı. Dönemin İsviçre Büyükelçisi Kurt Wyss'a "Türkiye - İsviçre ilişkilerinin zedelenmesinden İsviçre parlamentosu sorunlu tutulacaktır” dendi.13 Mart 2001'de İsviçre meclisi bir başka Ermeni tasarısını oyladı ve bu tasarı 70'e karşı 73'e oyla reddedildi. 2002 İlkbahar’ında gelen Ermeni tasarısında 115 milletvekilinin imzası vardı. 200 vekilli bir mecliste bu sayı oldukça etkileyicidir. Ancak Hükümet bir kez daha ağırlığını koydu ve konunun tarihçilere bırakılması gerektiği belirtildi. Rusya neden Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasını destekliyor, bunun iki temel nedeni var: İlk olarak Rusya sadece Ermenistan'ı değil, tüm bölgeyi istiyor. Bunun için Karabağ sorununun çözümü, en azından yumuşama sürecine girmesi şart, çünkü bu sorun bir yandan RusyaErmenistan hattını bölgede tecrit ederken, diğer taraftan Rusya karşıtı Türkiye-AzerbaycanGürcistan hattını sıkı sıkıya birleştiriyor. Karabağ sorunu sürerken Rusya karşıtlarını ayırmak neredeyse imkânsız. Fakat Ermeni Açılımı bu hattı gevşetmeye başladı bile. Azeriler Türkiye'den şüpheleniyor ve ihanete uğradıkları hissi her geçen gün artıyor. Diğer taraftan Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan için tek çıkış kapısı olmaktan çıkacağı endişesi ile gelişmeleri takip ediyor. Türkiye ise Ermenistan’a (ve Rusya'ya) yakınlaşarak bölgeye karışık mesajlar veriyor. Böylece Rusya karşıtı blok iyiden iyiye gevşiyor, belki de dağılma yoluna giriyor. Günün sonunda araları açılan her bir ülke birer birer Rusya'nın kucağına düşecek. Batı ile bağlar gevşerken Rusya inisiyatifi bölgeye hâkim olacak, en azından Moskova'nın planları böyle. Nitekim Bakü'de Türkiye ile ilgili şüpheler artmaya devam ediyor. Rusya yanlıları Türkiye'yi şüpheli hale sokacak haberleri tüm ülkede zevkle yayıyorlar. Türkiye'nin sorunu Erivan'ın ‘soykırım' konusunda ne düşündüğünden çok 'soykırım' iddialarını bahane ederek Türkiye aleyhine tüm dünyada yürüttüğü kampanyadır. Bu kampanya öylesine şiddetlidir ki; Fransa'dan ABD'ye, Polonya'dan Arjantin'e kadar Türkiye'nin siyasi ve ekonomik ulusal çıkarlarının altını oymaktadır. Ülkesel çıkarlar bir yana Türklerin yurtdışındaki bireysel çıkarları dahi tehdit edilmektedir. Örneğin Hollanda ve Belçika gibi ülkelerde Türklerin milletvekili/ belediye başkanı adaylıkları Ermenilerce engellenmektedir. Tüm bu kampanyaların arkasında ise özellikle Koçeryan başkanlığından bu yana Erivan Hükümeti bulunmaktadır. Böylesine bir husumeti hiçbir devlet kabul etmez. Türkiye'nin Ermenistan'a gösterdiği tepki aslında olması gerekenin oldukça altında kalmıştır. Türkiye-Fransa ilişkileri, ya da Türkiye-AB ilişkileri eğer bir devletin kampanyaları ile zarar görüyorsa o devlet mutlaka cezalandırılır. Oysa bazıları 'soykırım iddiaları' ile soykırım bahanesiyle yürütülen Türkiye karşıtı kampanyayı birbirinden ayırmakta zorlanmaktadırlar. Ne yazık ki diasporanın ve Erivan’ın yürüttüğü 'soykırım' kampanyası zaman zaman ırkçı özellikler de taşımakta ve "Türkiye'ye ve Türklere zarar verelim de nasıl olursa olsun” havasına bürünmektedir. Erivan'ın anlaması gereken asıl nokta bu kampanyalar sürdüğü sürece TürkErmeni ilişkilerinde normalleşme çok zor olacaktır. 2001 yılında Fransa Ermeni iddialarını resmen 'soykırım' olarak kabul etmişti. O zaman da Türkiye'yi görmezden gelmiş, tamamen Ermeni yanlısı bir duruş sergilemişti... O günlerde yasanın iddiaları reddedenlere ceza getirmediği söyleniyordu. Oysa bu doğru değildi. Evet, yasada herhangi bir ceza belirtilmiyordu. Fakat çıkan yasa Fransa'nın diğer yasalarından farklı değildi. Diğer bir deyişle Fransa'da "Ermeni soykırımı yoktur” diyen, Fransız yasalarına karşı çıkmış oluyordu. Bu açık bir suçtu. Ancak sadece ne kadar para cezası, ne kadar hapis cezası öngörüldüğü belli değildi. Bu bağlamda şu anki yasanın geçmemesi ya da Fransa Devlet Başkanı Chirac'ın Erdoğan'ı arayıp özür dilemesi fazla bir anlam içermiyor. Sonuçta 2001'de çıkan yasadan hareketle mahkemelerin yapacakları yorumlar Türkleri bu ülkede çok zor durumda bırakacaktır. Nitekim halen bu ülkede görevli Türk Başkonsolos hakkındaki davanın sürüyor olması bunun bir göstergesidir. Diplomatik dokunulmazlıkları olan ve doğal olarak ülkesini savunan (yani işini yapan) bir diplomatın dahi yargılandığı bir ülkede sıradan bir Türkün Ermeni iddiaları reddetmesi olanaksızlaşacaktır. Böyle bir kişi mahkeme kapılarında sürüneceği gibi, siyaset yapamayacak, çalıştığı şirkette işini kaybetmekle karşı karşıya kalabilecektir. Sonuçta Fransız yasaları 1915'te bir soykırım oldu diyor ve siz ‘en büyük insanlık suçu' olan böyle bir suçu inkâr ediyorsunuz. Böyle bir tavır en azından Fransız toplumunda şiddeti teşvik etmek, insanlığa karşı suçları onaylamak olarak yorumlanır. Hrant Dink cinayeti sonrasında Türkiye AB kurumlarında azınlıklarına kötü davranan bir ülke olarak daha fazla ön plana çıkacak. Hristiyan azınlıkla ilgili eleştirilere Kürtler de eklenecek ve Aleviler gibi bazı gruplar azınlık statüsüne sokulmaya çalışılacaklar. Vakıflar sorunu gibi bazı konularda Avrupa yargı kurumları da dâhil birçok uluslararası kurum Türkiye'ye daha az anlayışla yaklaşacak. Elbette Ermeni sorununda Türkiye'nin zaten az olan inandırıcılığı belki de tamamen ortadan kalkacak. Nitekim Dink‘in öldürülmesini Ermeni iddialarına dayandıranların sayısı hızla artıyor. İngiliz gazeteci Robert Fisk "Dink soykırımın 1.500.001. kurbanı oldu” diyor. Diaspora Ermeni kuruluşları da cinayet nedeniyle Türkiye'yi suçluyorlar. Oysa yaşarken Dink, Diaspora Ermenilerine karşı Türkiye lehine mücadele eden en önemli isimdi. Diaspora Ermenileri Dink'i "satılmış” olmakla, "Türkiye'nin uşağı” olmakla suçluyorlardı. Yaşarken diasporanın en önemli rakibi olan Dink'in ölüsü diasporanın en önemli silahı olacaktı.