Fatma Sezgi ABAK MÜKEMMEL IRK MÜMKÜN MÜDÜR? Farklı etnik kökenden insanlar gerçekten birbirlerinden farklı mıdırlar? Japonlar bizden zeki, Almanlar bizden daha mı disiplinlidir? Benimki de dâhil birçoğumuzun cevabı olumlu olacaktır bu sorulara. Fatih Balkış’ın Baht Dönüşü adlı öyküsünü okumaya başladığım ilk andan itibaren içinde çok tanıdık ve geçmişe götüren bir şey fark ettim. Yazarın Fransızca ve Almanca hakkında yaptığı karşılaştırma ve uzun uzun Almanlardan bahsetmesi bana lise yıllarımı hatırlattı. Okuduğum lisede birçok lisenin aksine ana yabancı dil Almanca veya Fransızca olmak zorundaydı. Bu da ister istemez hem öğrenciler hem de öğretmenler arasında çekişmeler yaratırdı. Hangi dil daha iyi, Fransızlar gerçekten ırkçı mı, Almanya’da azınlıklara şiddet var mı , diye sık sık tartışılırdı. Kitaba devam etmem ve 4 sene Alman öğretmenler tarafından eğitim görmem kafamızdaki millet şemalarıyla ilgili yazmaya beni itti. İlk köle satışlarından beri insanların kafalarında oluşan kafatasçılığın bu şemalarla oldukça ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir kangal cinsi köpeğin bir süs köpeğinden güçlü olması ırkları arasındaki farkla kolayca açıklanabilir. Bugün insanların Alman, İsveç, Türk diye ırklara değil hepsinin yalnızca insan ırkına ait olduğu kabul edilen ve bizi hayvanlardan ayıran bir gerçek. Bu yukarıdaki bilgiye dayanarak söyleyebilirim ki Japonların bizden daha zeki olması, kültürlerinin buna teşvik etmesiyle doğru orantılı olabilir. Ancak insanoğlu özeleştiri yapmakta yeni doğmuş bir buzağının yürüyüşü kadar beceriksiz olduğundan üstün veya alçak yetenekleri etnik kökenlerin genetik özellikleri olarak kabul edip işin içinden sıyrılmayı tercih etti. Belki de bu yüzden, milletlere yüklediğimiz sıfatları doğuştan kazanılmış gibi görmekten, bugün hâlâ ırkçılıkla mücadele ediyoruz. Elbette insanlar yaşadıkları yerlerle ilgili olarak farklı evrimleştiler. Afrikalı bir sporcu bu yüzden diğerlerinden daha hızlı. Kırgız birinin gözleri bu yüzden kumlara daha dayanıklı. Ancak benim bahsettiğim şey akıl, disiplin, saygılı olmak gibi kazanılan erdemler. Başka milletlerin zekâlarına, saygılarına, insanlarına verdikleri öneme bakıp “Bunlar doğuştan ya.” diyerek işin içinden çıkmak yerine kendi insanımıza da bunları aşılamaya çalışmalıyız. Başta da bahsettiğim gibi bu davranışsal özellikler kültürle tetiklenen şeyler. Şimdi “Başka kültürleri benimseyip kendi kültürümüze haksızlık mı edelim? “ diyebilirsiniz. Ancak çok değerli bir hocamın da dediği gibi kültürleri birbirinden ayıran net sınırlar var mı? Türkler çok sıcakkanlıdır, ee İspanyollar gibi yani. Türkler aileye düşkündür, İtalyanlar da öyle. Türkler geleneklerine bağlıdır, Araplar gibi mi? Söylemeye çalıştığım kendimize ait gördüğümüz kültürel değerler bile paylaşılarak çoğalmış ortak noktalar sadece. Ama yine de kendimize ait çekirdek bir yapı her zaman varlığını sürdürüyor. Örneğin Türkçeyi düşünelim. En arı hâlinden beri içine bu kadar fazla yabancı kelime girmiş bir dil yoktur herhâlde. Ama Türkçe hiç yok olma ya da ciddi bir yozlaşma tehlikesi altına girmedi çünkü çekirdek yapı hep korundu. Benim diğer milletlerden örnek alalım dediğim noktalar da bu çekirdek yapıya çok dokunmayan, ortak noktalardaki birkaç konu. Zekâlarından, sosyal düzenlemelerinden etkilendiğimiz milletlerden örnek alıp refah seviyemizle ilgili düzenlemeler yapabiliriz. Ne yazık ki hâlâ kitap okuma oranı en düşük ülkelerden biriyiz. Bunda da eğitim sistemimizin hep bir acelesi olması etkili olabilir. Sınavlara hazırlanmak, kitaplara vakit ayırmaktan daha önemli. Bu durum bana hep Tahsin Yücel’in ”Okumuş adam roman okumuş adamdır, diplomalı değil.” sözünü hatırlatır. Bunun gibi gelişimimizi yavaşlatan koşulları iyileştirerek özendiğimiz erdemlere ulaşabiliriz. Kaynakça Fatih Balkış, (2015). Baht Dönüşü. İstanbul: Can