Sekiz kişi dünyanın yarısına denk servetin sahibi! İngiliz yardım kuruluşu Oxfam, Davos’ta toplanacak Dünya Ekonomik Forumu öncesinde bir rapor yayınladı. Raporun çarpıcı olması bir yana kapitalizmin çürümüşlüğünü ortaya koyması ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin nasıl bir hırsızlık olduğuna dair tezimizin de tekrar tekrar kanıtlanması açısından önemli. Rapora göre dünyadaki en zengin sekiz kişinin kişisel servetleri toplamı 426 milyar dolar ediyor. Dünyada yaşayan tüm insanların yarısına tekabül eden 3.6 milyar insanın toplam servetleri ise 409 milyar dolar. Yani bu sekiz kişi 3.6 milyar insandan daha fazla servete sahip. Dünyanın yarısından fazlasına… Bu tablo, birileri daha çok kazanmak istiyor ya da bazı insanlar daha aç gözlü oldukları için oluşmadı. Bu eşitsizliğin oluşması bizzat içinde bulunduğumuz ve dünya çapında gerçekleşen İktisadi üretim ilişkilerinin yapısal bir sonucu. Yani olmak zorunda olan şey. “Eşitsizlik son noktaya ulaştı daha kötüsü olmaz” tezini kanıtlayacak hiçbir bilimsel veri yok. Hatta daha artarak trilyon dolarlık servetlere sahip insanların 25-30 sene içinde çıkacağını ekonomik veriler bize söylüyor. Sorun nerede? Dünyada her yıl parasal büyüme, yeni metalar, yeni teknolojiler ile artmakta, dolayısıyla üretilen zenginlik de öyle… Fakat yaratılan para ve üretilen metalar belirli kişilerin cebine girerken yeni teknolojiler ise hayatımızı kolaylaştıracak yerde yıkım ve ölüm araçlarının daha da ölüm saçabilmesi için kullanılıyor. Neden? -Doğru tehşis koyalımçünkü dünyada ekonomi plansız ve kaotik, üretilen servetin nasıl dağıtılacağından çok kimin bu servete konacağına odaklanan bir sistem var. Üretilen servetin üretenlerin elinden çalınarak alındığı, karşılığında yaşayabileceği kadar aylık rutinlerde para verildiği bir sistem…. Öyle ki üretici güçlerin, bazı insanların kişisel mülkü olduğu bu sistem, eşitsizliği artırmaya, üretenlerden daha fazla çalmaya ve tekelleşmeye eğilimlidir. Tersi düşünülemez. Çünkü kapitalizm akıl dışıdır. Bu sebeple krizlere de eğilimlidir, hatta kendi kendinin altını oymaya da… İşte bu yüzden kapitalizmi ehlileştirme derdinde değiliz. Mümkünse ehlileşemesin zaten çünkü bu bir yanılsama. O yeniden ve yeniden çürüme aşamasına girmek zorunda. Hedefimiz İçinde yaşamanın bile anlamsızlaştığı ve niteliksizleştiği bu sistemi bir daha geri gelemeyecek şekilde parçalamak, yok etmektir. Peki ne yapmalı? Lenin bu soruyu 114 yıl önce sordu. Cevabını da tüm 20. yüzyılı değiştirerek verdi. Amacı siyasal iktidarı ele geçirmek değildi. Bu sadece bir araçtı. Neyin aracı? Tüm dünyada üretici güçleri kamulaştırmanın… Özel mülkiyetin ilgası gerçekleşmeden bu eşitsiz uçurum tablosu giderilemeyecek. Ve 169 yıl önce Marks ve Engels nicelik açısından küçük nitelik açısından muazzam büyüklükte olan manifesto eserlerinde tam da bu konuyu şöyle açıklamışlardı: “Sermaye ortaklaşa bir üründür; ancak pek çok üyenin ortak etkinliğiyle, eninde sonunda da ancak toplumun bütün üyelerinin ortak etkinliği ile devinime geçebilir. Öyleyse sermaye kişisel değil, toplumsal bir güçtür. Öyleyse sermaye ortak mülkiyete, toplumun bütün üyelerinin mülkiyetine çevrildiğinde kişisel mülkiyet toplumsal mülkiyete çevrilmiş olmaz. Yalnızca mülkiyetin toplumsal niteliği değişmiş olur. Sınıf niteliğini yitirmiş olur.” Diyerek kollektif üretilen zenginliğin özelleştiği toplumda bu zenginliğin toplumsallaşmasının insanların ihtiyaçları doğrultusunda sahip oldukları şeylerden mahrum kalmayacağını anlatıyor ve ardından burjuvaziye şöyle sesleniyor: “Özel mülkiyeti kaldırmak istiyoruz diye ödünüz kopuyor. Oysa sizin var olan toplumunuzun üyelerinin onda dokuzu için özel mülkiyet zaten ortadan kalkmış; var olması düpedüz o onda dokuz için varolmamasından ötürü. Öyleyse siz bizi zorunlu koşulu toplumun büyük çoğunluğunun mülksüzlüğü olan bir mülkiyeti kaldırmak istemekle suçluyorsunuz. Kısacası bizi kendi mülkiyetinizi kaldırmak istemekle suçluyorsunuz. Tastamam öyle, işte biz bunu istiyoruz.” Tarihe geçmiş bu satırlar, aradan 169 yıl geçse de Marks’ı, yaşadığı dönemden belki de daha fazla haklı çıkaracak şekilde günümüzdeki toplumsal gerçekliğe ışık tutuyor. İnsanlığın bilgi birikiminden çıkan yeni yaratıcı teknolojilerin toplumsallaşmasıyla yeni bir uygarlığı yaratacak olanağa çoktandır sahibiz. Fakat özel mülkiyet var olmaya devam ettiği sürece bir avuç kemirgenin dünyayı tükettiğini görmeye devam edeceğiz. Bu eşitsizlik ve çürümüşlük belki de en çok burjuvaziyi korkutuyor. Çünkü bu durumun sistemin altını oyduğunun ve kendi mülkiyetlerini tehdit ettiğinin bilincindeler. Bu sebeple kapitalizmin “aşırılıklarının” törpülenmesi daha “adil” ve “insancıl” hale getirilmesi çabası burjuvazinin bir kesimi tarafından daha çok dillendirilecek. Ali Koç’un kapitalizmin ortadan kalkması gerek gibi lafları burjuvazide bu eğilimin arttığını gösteriyor. Ama asla istedikleri gibi hem kendi sınırsız mülkiyetlerini koruyup hem barış içinde güllük gülistan bir toplum oluşturamayacaklar. Emeği ile geçinen her bireyin bu mülkiyet biçimini değiştirmeye çalışmak, görevi olmalıdır. Ya bu hedef gerçekleşecek ya da tüm dünya barbarlık girdabında cehenneme dönecek. Dolayısıyla emeğiyle geçinenlerin zaten kaybedecek bir şeyleri yok. Zorunluluklar dünyasından özgürlükler dünyasına, kazanacakları koskoca bir dünya olacak.