Nureddin Yıldız: Din Dindardan Öğrenilir

advertisement
Nureddin Yıldız: Din Dindardan Öğrenilir...
Çarşamba, 15 Haziran 2011 09:57
İslam fıkhına dair çalışmalarından tanıdığımız Sosyal Doku Derneği kurucu başkanı ve Milli
Gazete yazarı Nureddin Yıldız Hoca ile “hayat ve istikamet” konulu bir mülakat yaptık. Burhan
Dergisi okurlarının istifadesine sunuyoruz.
İstikamet üzere olmak ne demektir? Müslüman için bu ne anlama gelir?
İstikamet her şeyden önce müminin bir sorunudur, kâfirin böyle bir sorunu yoktur. İstikamet,
Allahü Teala’nın imtihan amacıyla kulunun önüne çıkardığı fitnelerden birine takılmamak
demektir. Allahü Teala mal mülk fitnesi koyar kulunun önüne; kul o fitneye takılmadan yoluna
devam eder. Şehvet fitnesi koyar kulunun önüne; kul o fitneye takılmadan yoluna devam eder.
Bir ara faizli bir imkân koyar kul ona da takılmadan yoluna devam eder. Demek ki istikamet faize
takılmamak, şehvete takılmamak, yalana takılmamak, gıybete takılmamaktır. Kur’an’sız
kalmamak ve hadis-i şerifi de basit görmemektir. İstikameti şöyle bir benzetmeyle anlatabiliriz:
Otobana giriyorsunuz, otobanın sonunda cennet var, son durağa ulaşıncaya kadar sağa sola
sapmadan, virajlara takılmadan yolunuza devam ediyorsunuz. O halde siz istikamet üzerisiniz.
Yolda her hangi bir sapağa girmişseniz istikametten ayrılmışsınız. Ancak istikametten ayrılmak
demek tekrar geri dönmemek demek değildir. Yanlış bir sapağa girdiniz ve sonuna kadar
gittiyseniz bu zaten küfürdür. Eğer sapağın yanlış bir yol olduğunu yarı yolda anlayıp tekrar
otobana geri dönüyorsanız yine istikamet üzeresiniz. Yani en son gelen melek (Azrail) sizi
otobanda yakalıyorsa kurtuluyorsunuz. Bütün mesele son nefese kadar istikamet üzere
olabilmektir. Alem-i insaniyetin imanı noktasında bize düşen görevler nelerdir? Fert olarak işe
nereden başlamalıyız? Sonra toplum olarak neler yapmalıyız?
Bir İslam projesi yani İslamlaştırma nasıl olur? Bunu kastediyorsunuz herhalde. Bir insanı
İslamlaştırma veya toplumu İslamlaştırmaya nereden başlamalıyız? Bir; evvela imansız hiçbir
şey olmadığı için imanın kökleşmesi için çalışacağız; on üç yıl Medine’de olduğu gibi… İki:
Haramsız bir ortam oluşturacağız. Haramlardan arınma savaşı yapacağız. Fert planında da
böyle, toplum planında da böyle… Faiz varken, kumar varken, alkol varken sana ibadetin
yapacağı bir şey yok ki; kova delik çünkü… Haramlardan korunmadan sonra üçüncü madde de
şudur: Yapabildiğim kadar ibadet. Beş vakit namaz artı yapabildiğim kadar namaz; Ramazan
orucu artı tutabildiğim kadar oruç; farz olan zekat artı verebildiğim kadar sadaka… Son
maddemiz de şudur: Bir Müslüman yalnız kalmayacak yoksa kurda yem olur. Cemaat içinde
olacaksın. Cemaat iki şekildedir. Bir: Ümmet-i Muhammed’in Kabe’ye yönelen ve onun etrafında
halka halka büyüyen büyük cemaati ki bu tüm Müslümanların oluşturduğu cemaattir. İki: Seni
1/5
Nureddin Yıldız: Din Dindardan Öğrenilir...
Çarşamba, 15 Haziran 2011 09:57
din kardeşi görerek sana emri maruf ve nehyi münker yapacak olan dinî çevre. Yüz kişi olur, bin
kişi olur, on bin kişi olur; bu önemli değil. Üç kişi de olsak cemaat olacağız. Pazartesi mi
Perşembe mi toplanacağız, orada birbirimizi ikaz edeceğiz.
Amerika’da yaşayan bir tanıdığım Türkiye’deki vaazların çok sönük olduğunu
söylemişti. Amerika’da bir vaazı dinleyince insanların “Bugün Allah için bir şeyler
yapmalıyım” diye şevklendiklerini anlatmıştı. Okuduğumuz kitaplar, dergiler ve gazeteler;
dinlediğimiz sohbetler, söyleşiler, hutbeler ve vaazlar dini açıdan yeteri kadar toplumu
motive edebiliyor mu? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bir defa elli yıl öncesine göre tanınmayacak bir toplumda yaşıyoruz. İslam hızla yükseliyor. Bu
ne sayesinde oldu. Bu en başta imamlar sayesinde oldu. İmamlar ne kadar gevşek
konuşsallarda en azından küfrün gelişmesini engelliyorlar. Bir adam belki dine imana da
sövecek birisi ama cumaya gidip iki ayet dinleyince, hatta uyuklayarak bile dinlese, imanı
sıfırlanmıyor. Yani Cuma namazı en azından onu imana bağlayan bir ip oluyor. Şu da var ki her
zaman ümmeti Muhammed, hatiplerin kendisini coşturduğu bir ortamı yakalayamamıştır. Bu bir
aşk meselesidir… Bir de müminlerin ihtiyacıyla ilgilidir. Mesela şuandaki hoca efendilerin tesir
gücü İnönü zamanındaki kadar değil… O dönemdeki hoca efendiler ölmek üzere olan bir
topluma hitap ettikleri için, onları uyandırmak için etkili konuşmalar yapıyorlardı. O hoca
efendiler dağlarda, çoğu zaman gizli bir şekilde, ormanlarda, hapishanelerde nesil yetiştirdiler.
O yüzden onların tesiri daha güçlüydü. Şimdi Müslümanların olanakları arttı, lüks sayılabilecek
mekânlara kavuştular. Ama tesir güçleri azaldı. Züht üzere kurulu olan bazı tarikatlar bile bugün
plaza gibi mekânlarda zikir yapıyorlar. Amerika’da hutbe dinleyen kardeşimizin Cuma’dan sonra
gidip İslam için bir şeyler yapmak istemesi, o toplumda Müslümanların konumunun rahat
olmadığını, toplumun bir sıkışıklık içinde olduğunu gösterir. Biz burada Sultan Fatih’in
toprağında kendimizi biraz rahat hissediyoruz. Bu rahatlık müminin aleyhine… Ne gibi? Fakir bir
adam kapı kapı gezip “İş var mı abi” diye sorarak iş ararken, zengin bir adamın çocuğunun
ayağına gelen imkanları tepmesi ve çalışmak yerine babasının hazır parasını yemesi gibi… Biz
de bunun gibi hala Sultan Fatih’in mirasını yiyoruz. Heyecanları tetikleyen sloganik yaklaşımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu bir eğitim meselesidir… Maalesef Hasan El Benna gibi hem ruh terbiyesi, hem cemaat
terbiyesi, hem siyaset şuuru veren zeminlerimiz çok gevşek. Ya ruh terbiyesini, tasavvuf
terbiyesini verip siyasi yönünü çürük bırakıyorlar ya da siyasi bilinci veriyor ama ruh yönü hiç
yok. Yani sosyal bir adam yetişiyor ama ruh yönü ölü… Biz Seyid Kutub’un yoldaki işaretleri ile
Gazzali’nin İhyayı Ulumu’d Din’ini beraber okursak bu konuda doğru bir anlayışa sahip olabiliriz.
Sadece Gazzali okumak da sadece Seyid Kutub okumak da yetmiyor. Ne yapacağız? İkisini
2/5
Nureddin Yıldız: Din Dindardan Öğrenilir...
Çarşamba, 15 Haziran 2011 09:57
sentez yapıp okuyacağız. Hasan El Benna o sentezdi işte… Hem cihat ruhu olsun, hem de işin
ahlaki yönü ihmal edilmesin... Cihat yapan bir peygamberimiz olduğunu unutmuyoruz ama bu
peygamberin “ihtiyarlara ve kadınlara dokunmayın” diyerek merhamete yaptığı vurguyu da
unutmuyoruz. Bildiğiniz gibi magazin ilahiyatçısı diyebileceğimiz bir kısım kimseler tabir-i caizse
dini konuları sulandırıyorlar. Bu tür kimselerin dine zarar verdiğini düşünüyor musunuz?
Kesinlikle dine zararları söz konusudur. Mutezilenin on iki asır önce verdiği zararları biz bugün
hala kapatamadık. Ne demek “bana göre?” Yani Allah bir şey dediyse ben de bir şey diyorum
demek istiyor. Bana göre bu ayet diye bir şey olur mu? Bu Mutezile’nin Abbasi sarayında icat
ettiği bidattır. Mutezilenin üzerinden asırlar geçti, onu çıkaranların kemiklerinden eser kalmadı
dünyada; ama ekolleri devam ediyor. Modernizasyon yanlısı bu okumuş yazmışların bu
hastalığı maalesef tehlikeli bir yoldur. Bazıları da yükselmek için bu tehlikeli yola başvuruyorlar. Bu zevatın ortaya attığı “Kuran İslam’ı…” ifadesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sözün bir tuzaktan başka bir şey olmadığını düşünüyorum.
Dini konularda sahih bilgilere ulaşma noktasında insanlara nasıl bir yöntem tavsiye
edersiniz? Dini kimden öğrenmeliyiz?
Din dindardan, müttakiden öğrenilir. Oryantalistten din öğrenilmez, papazdan din öğrenilmez.
Din Müslüman’dan öğrenilir. Müslüman’ın da aliminden öğrenilir. İlminin içini dolduramayanın
herhangi bir şekilde bize bir şey öğretmesi mümkün değildir. Bizim din öğreneceğimiz insanlar
dini öğretmeyi eshab-ı kiram gibi anlayan insanlardır. Eshab-ı Kiram dini öğretmeyi bir cihat
olarak kabul ediyordu. Öğrendiklerini önce kendileri hayatlarında tatbik ediyor, onu yaşıyor,
sonra öğretiyorlardı. İkinci olarak bir ihtisastan söz etmeliyiz. Hadisi hadisten anlayan birinden,
tefsiri tefsirden anlayan birinden, fıkhı fıkıhtan anlayan birinden öğrenmeliyiz. Gazzali gibi bir
adam, ilmin en üstününe sahip olduğu halde “Hadiste pek güçlü değilim benden hadis almayın”
demiştir.
3/5
Nureddin Yıldız: Din Dindardan Öğrenilir...
Çarşamba, 15 Haziran 2011 09:57
Hocam günümüzde kelam ilminin önemi fazla anlaşılamıyor diye düşünüyorum.
Günümüzün imanî sorunlarına cevaplar verme noktasında kelam ilminden yeteri kadar
faydalanabiliyor muyuz?
Şimdi kelam ilminde bir çıkmazımız var. Kelam ilminin kendi iç sorunları var... Git gide kelam
ilmi çizgisini değiştirmiştir. Kur’an’ı savunmak için kurulmuş bir ilim olduğu halde, Kur’an’dan hiç
yararlanılmayan bir ilim haline gelmiştir. Felsefeye dönüşmüştür. Kelam bugün yine Maturidi’nin
Eşari’nin yaptığı şey haline gelmelidir. Her gelen kelam üzerine çalışırken, kelam kitabını
kalınlaştırıyor. Fakat felsefe üzerinden kalınlaştırıyor. Bu ümmet Kur’an etrafında döndüğü
zaman dağılmayacaktır. Ama kelam ilmi zamanla eksenini şaşırmıştır, Kur’an’dan uzaklaşmıştır.
Kuran’ın etrafındaki şüpheleri kaldırmak için cevap bulmak için çalışması gerekirken, buldukları
her cevap yeni bir şüphe doğurur hale gelmiştir.
Gelenek ve modernite arasında Müslüman’ın konumu neresidir? Modernistlerin veya
gelenekçilerin din algısı arasında Müslüman hangi çizgide olmalıdır?
En başta biz hiçbir şekilde modernist olamayız. Neyi değiştireceğim ben? İmanın şartlarını mı
değiştireceğim. Sadece imanın şartları eskiden divitle yazılıyordu şimdi bilgisayarla yazılıyor.
Ben bugün bilgisayarda yazarım printte çıkartırım, o kadar… Bundan başka yapacağım bir şey
yok benim. Yani biz geleneğimizi yani Ebu Henife’yi bilgisayardan öğreniriz. Yani içerik olarak
geleneğimizden en ufak bir şekilde sapmayız ama yöntem olarak çağın gerektirdiği alet edevatı
kullanırız.
Eski alimlerimiz kendi dönemlerindeki zararlı felsefelere karşı ciddi anlamda
mücadele etmişlerdi. Günümüzde Müslümanlar için zararlı felsefeler nelerdir? Bu konuda
ilim sahipleri sizce üzerine düşeni yapıyor mu? Yapanı var yapmayanı var elbette… Mesela laik anlayış İslam toplumuna sinmeye
başlamıştır. Sekuler anlayışlar içimize sinmiştir, benimsenmiştir, kılık kıyafetimize sinmiştir,
eğitim anlayışımıza sinmiştir. En büyük tehlike de budur. Ve bu sinerken içimize akılcılıkla
sinmiştir. Aklı Allah ile kul arasında sigorta haline getirilmeye başlanmıştır. Allah’tan geleni akıl
süzgecinden geçiriyor, ağır gelirse, onu reddediyoruz. Oysa akıl bir trafo vazifesi yapmalıdır.
Allah’tan gelenler akılda voltajı ayarlanıp bize gelmelidir. Bu sebeple en büyük sıkıntımız
akılcılığın sekülerizmi içimize yerleştirmiş olmasıdır. Bizim savaşımız bunun üzerinden olacaktır.
4/5
Nureddin Yıldız: Din Dindardan Öğrenilir...
Çarşamba, 15 Haziran 2011 09:57
Bir de şu hususu hatırlatmakta yarar vardır. Hadis-i şerifte buyruluyor ki: “Fakirlikten değil
dünyanın size açılmasından korkuyorum.”
Dünyevileşme yani.. “Bir de otelde geçirelim tatili” Ya senin köyün var otelden bin kat daha
güzel… Ya da perdeye bir kat daha perde yapıyoruz. O da güneşten perdeyi korumak için. İşte
bu dünyevileşmedir.
Hocam ıhlas ve samimiyet noktasında dini iştiyakımızın artması için bize nasıl bir
reçete yazarsınız?
Müslüman’ın böyle samimi bir arzusu varsa Kur’an’ı Kerim’e sarılacak, okuyacak, anlasa da
anlamasa da okuyacak anlamaya çalışacak. Ama bu baştan aşağı Ku’ran meali okumak değil.
Mesela üç ay süren bir Kehf Suresi dersi görmek. Bu suredeki sırları anlayan biri heyecanlanır,
dağlara çekilir Allah’ın izniyle. Demek ki birinci olarak enerjimizi Kur’an’dan alacağız. İkincisi;
mürşitsiz yol almak mümkün değil, bir mürşidimiz olacak. Mürşidimiz, siyasetten anlayan, şeriatı
idrak etmiş, dünyanın gidişatını gözlemleyen âlim biri olmalıdır. Sadece züht yönünü bilen biri
bizi pısırıklığa sevk eder, sadece siyasetten anlayan biri ayağımız kaydırır, başkasını kurtaralım
derken kendimiz helak oluruz.
5/5
Download