T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR) ANABİLİM DALI MEKKİ SURELERDE KADIN (RAZİ TEFSİRİ ÖRNEĞİ) Yüksek Lisans Tezi SAFİYE GÜRLEVİK Ankara-2006 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR) ANABİLİM DALI MEKKİ SURELERDE KADIN (RAZİ TEFSİRİ ÖRNEĞİ) Yüksek Lisans Tezi SAFİYE GÜRLEVİK Tez Danışmanı Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU Ankara-2006 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR) ANABİLİM DALI MEKKİ SURELERDE KADIN (RAZİ TEFSİRİ ÖRNEĞİ) Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı: Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası .................................................................... ………………………. .................................................................... ………………………. .................................................................... ………………………. Tez Sınavı Tarihi: I İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ……………………………………………………………………..………III KISALTMALAR……………………………………………………………………IV GİRİŞ I. ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ…………………………..………..…..1 II. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE KAPSAMI………………………………..5 III. FAHREDDİN RAZİ VE MEFATİHUL-GAYB…………………………….....8 IV. İSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE KADIN………..………………………….…..16 V. KADINLARLA İLGİLİ MEKKİ SURELER/AYETLERİN TASNİFİ ……...23 A. Kadının Yaratılışıyla İlgili Ayetler ……………………………...…..……27 B. İman Açısından Kadın……………………………………………………..28 C. Ailede Kadın…………………………………………………………...….29 D. Kadının Peygamberliği ve Yöneticiliği……………………………………30 E. Ahiret Hayatı ve Kadın………………………………………………...…..30 II RAZİ’NİN YORUMLARIYLA MEKKİ SURELER/AYETLERDE KADIN I. KADININ YARATILIŞI………………………………………………...……..32 A. Genel Olarak İnsanın Yaratılışıyla İlgili Mekki Ayetler…………...…..…32 B. Hz. Havva’nın Yaratılışı…………………………………………………..35 C. Hz. Havva’nın Cennetten Çıkarılışı………………………….…...……….43 II. İMAN AÇISINDAN KADIN………………………………………………….49 A. İman Eden Kadınlar: Hz. Meryem ve Firavun’un Eşi………………..…...50 B. İnkâr Eden Kadınlar: Hz. Lut ve Hz. Nuh’un Eşi, Ebu Leheb’in Eşi…......52 III. AİLEDE KADIN…………………………………………………….……..…58 A. Anne Olarak Kadın………………………………………………….….....58 B. Eş Olarak Kadın…………………………………………………….…..…67 C. Kız Çocukları…………………………………………………….…..........75 IV. KADININ PEYGAMBERLİĞİ VE YÖNETİCİLİĞİ…………………..…91 V. AHİRET HAYATI VE KADIN…………………………………………...…..96 SONUÇ…………………………………………………………………..…….….104 KAYNAKÇA…………………………………………………………………..….108 III ÖNSÖZ Günümüzde Müslüman aydınların en çok araştırdığı konulardan biri de “İslam’a göre kadın” olmuştur. Kadınlarla ilgili yapılan çalışmalarda iki eğilim olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu eğilimlerden biri İslam’ın kadını en yüksek mertebeye oturttuğu ve İslam dünyasında kadınlarla ilgili problemler olmayıp bu problemlerin batıda mevcut olduğunu söyleyenlerin savunmacı tutumu, diğeri ise kadınların çok ezilip aşağılandığını, İslam toplumunda kadına değer verilmediğini söyleyenlerin eleştirel tutumudur. Bizce her iki görüş de doğruluk payı taşımakla birlikte tek başlarına tam olarak olgusal olanı yansıtmamaktadırlar. Kur’an’ın nazil olduğu dönemde kadınlarla ilgili olarak çeşitli düzenlemeler getirilmiştir. Bunun sonucu olarak kadınlar yaratılışlarına oldukça uygun bir sosyal ortamda yaşamışlardır. Ancak dünya hayatı akıp gitmekte sadece İslam’ın ilk dönemlerinden müteşekkil bulunmamaktadır. Sonraki dönemlerde kadınlarla ilgili İslam’ın ruhuna uymayan görüşler ortaya çıktığı bir gerçekliktir. Ancak bunun her yerde ve her zaman gerçekleşen bir durum olmadığı da ifade edilmelidir. Değerlendirmeleri yaparken tüm bunları göz önünde bulundurarak çok genel yargılara varmamak gerekir. Bu çalışmayı savunmacı bir tutumdan hareket ederek değil ayetleri kuşatan tarihi toplumsal şartları göz önünde bulundurarak oluşturmaya gayret edeceğiz. Çalışmamı danışmanlığında sürdürdüğüm sayın hocam Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU’ya teşekkürlerimi sunuyorum. Safiye GÜRLEVİK Ankara -2006 IV KISALTMALAR age : Adı Geçen Eser AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bkz. : Bakınız c. : Cilt çev. : Çeviren DİD :Diyanet İşleri Dergisi Hz. : Hazreti Mat. : Matbaa Neş. : Neşriyat s. : Sayfa sad. : Sadeleştiren SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü TDVY : Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları trc. : Tercüme ts. : Tarihsiz ünv. : Üniversite vb. : Ve benzeri vd. : Ve devamı vs. : Ve saire Yay. : Yayınları 1 GİRİŞ I. ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ Kur’an-ı Kerim’e göre insan neslinin yeryüzünde yaratılış ve var oluş sebebi, Yaratıcıya layık insan olabilmektir. İnsanın başlangıcından bahseden Kur’an ayetlerinde, kadın ile erkek cinsiyet farklılığına herhangi bir üstünlük ve ayrıcalık tanınmamıştır. Önce tek nefsi yaratan Tanrı, sonra ondan eşini yaratmış ve bu ikisinden pek çok kadın ve erkek türetmiştir. Bir kimsenin kendi cinsiyetini seçme hürriyeti yoktur. Dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk veren Allah, dilediğini ise kısır kılar. Allah’ın seçimine razı olmaktan ve şükretmekten başka yapılacak da yoktur. Kur’an’ın nazil olduğu toplumda insanlar kadın-erkek, hür-köle, zengin-fakir diye sınıflandırılıyordu. Kur’an’ın gerçekleştirmek istediği amaç insanlar arasındaki bu tür eşitsizlikleri kaldırmaktı. Yaratıcının katında bu tür sınıflamaların hiçbirinin geçerliliği yoktu. Allah katındaki üstünlük sadece inanmışlığa ve iyilikler yapmış olmaya bağlıydı. Allah erkek veya kadın olsun hayırlı iş gören kişinin emeğini boşa çıkarmayacağını bildirmekte (3/Ali İmran, 195), hayırlı işlerde yarışılması emrini vermektedir (2/Bakara, 148; 5/Maide, 48). Herkes ancak bu dünyadaki amelinin karşılığını bulacaktır öteki dünyada (53/Necm, 39). Çünkü ebedi hayatta, ancak dünyada iken yapılmış hayırlı işin faydası vardır. 2 Kur’an vahyinin kadın ve erkeğe müşterek mesajı kısaca böyledir. Prensip mahiyetindeki bu ayetlerin ilk tezahür ettiği kişiler; ilk Müslüman ve ilk şehit olan kadındır.1 Hz. Peygamber’in ilk eşi Hz. Hatice, İslam’ı kabul eden ilk kişi aynı zamanda ilk kadındır. Kur’an’da kocasına inanmayan kadınlardan bahsedilmesi ve Hz. Hatice’nin ekonomik yönden kocasına bağımlı olmaması, onun İslam’ı Hz. Muhammed’in eşi olduğu için kabul etmiş olabileceği ihtimalini ortadan kaldırır.2 İlk şehit ise Mahzum oğullarının azatlı kölesi olan Sümeyye bint Hubbat’tır. Yasir’in zevcesi ve Ammar’ın annesi olan Sümeyye kendisine çeşitli işkenceler yapıldıktan sonra Ebu Cehil tarafından şehit edilir.3 Buna rağmen yine de kadın tarih içerisinde ve kültürlerde erkek kadar değer görmez. İnsanlık tarihi erkek egemen bir yapı içerisinde oluşturularak kadın boyutu yönünden kötürüm bırakılmış ve tarih boyunca toplumsal ilişkilerde “erkek değerleri” birinci plana konmuş, “kadın değerleri” ise ihmal edilmiştir.4 Erkeğin ağır bastığı bir yapılanma biçimi olan ataerkil sistemin toplum içinde nasıl ortaya çıkıp kökleştiği ile ilgili çeşitli savlar ileri sürülmüştür.5 Nasıl oluştuğu kesin olarak bilinmeyen bu sistemin belli başlı ön kabullerini, kalıp yargılarını Fatmagül Berktay şöyle özetlemiştir: “Erkekler doğal olarak daha güçlü ve akılcıdırlar; dolayısıyla egemen olmak ve hükmetmek için yaratılmışlardır. Buradan erkeklerin siyasi olanı, devleti temsil etmeye daha elverişli oldukları sonucuna varılır. Kadınlar ise doğal olarak daha zayıf, akıl ve rasyonel yetenekler açısından 1 Hatiboğlu, “İslam’ın Kadına Bakışı”, İslami Araştırmalar, c.5, sayı:4, 1991s. 231- 232 Savaş, Rıza, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, Gelenek Yay, İst, 2004, s.69 3 Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, s.74 4 Aktaş, Cihan, “Kadının Toplumsallaşması ve Fitne”, İslami Araştırmalar, c.5, sayı:4, 1991, s.251 5 Öztürk, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara Okulu Yay, Ankara, 2004, s.179 2 3 daha aşağı, duygusal bakımdan daha dengesizdir; bu da onları güvenilmez ve siyasal katılım açısından elverişsiz kılar… Erkekler, rasyonel zihinsel yetenekleriyle dünyayı yorumlarlar ve düzene sokarlar. Kadınlar, çocuk doğurma ve yetiştirme yetenekleri dolayısıyla günlük yaşamın ve türün yeniden üretilmesi işlevini yürütürler. Her iki işlev de önemli kabul edilmekle birlikte, erkeklerin işlevinin daha üstün olduğu varsayılır…”6 Kur'an kadının fiziki (doğuştan bir takım fizyolojik farklar hariç) ve ruhi yapısıyla insan olma vasfında erkekle eşit yaratıldığını, tam ve mükemmel bir birey olarak dünyaya geldiğini, her türlü kişilik hak ve özgürlüğüne sahip olduğunu kabul eder.7 Kadın ve erkeğin ontolojik açıdan bazı farklılıkları vardır. Çünkü kadın ve erkek insan türünün iki cinsidirler. İnsan türünde eşittirler fakat kadın kendine has biyo-psişik ayırt edici özellikleri ile erkek cinsinden erkek de kendine has özellikleri ile kadın cinsinden ayrılır. Ancak bu iki cinsin ayırt edici özellikleri üstünlük değil farklılıktır. Kadın ve erkeğin tür olarak ontolojik eşitlikleri, onların antropolojik eşitliklerini de beraberinde getirir. Kadın ve erkek; bilen, yapıp eden, değerleri duyan, tavır takınan, önceden gören, isteyen, özgür, tarihsel, ideleştiren, kendini bir şeye veren, çalışan, eğiten ve eğitilebilen, devlet Kur’an, inanan, sanat yaratan, konuşan varlıklardır ve biyo-psişik bir varlık olma temel antropolojik özelliklerini 6 7 Berktay, Fatmagül, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, İst, 1995, s.26-27 Ağırman, Cemal, Kadının Yaratılışı –İlgili Rivayetler Bağlamında Bir Yaklaşım-, Rağbet Yay, İstanbul, 2001, s.49 4 paylaşırlar8. Fakat ortak olan bu özellikler, kadın ve erkeğin yaratılışlarının cins olarak farklılığından dolayı bazı alanlarda farklı olarak tezahür eder.9 Mekki surelerde kadın konusunu araştırmamızın temel nedeni kadını ontolojik ve antropolojik bir varlık olarak ele almak isteğimizden kaynaklanmaktadır. Çünkü ilk olarak Mekki ayetlerde, kadının değerli bir varlık olduğu ortaya konulmuş, daha sonra Medeni ayetlerde hukuki hakları açıklanmıştır. Kur’an’ın nazil olmaya başlamasından önce Arap toplumunda kadınlar saygın bir yere sahip değildi. Bunun yanında önceki ilahi dinlerin sunduğu erkekten yaratılan ve cennetten çıkma sebebi olan kadın imgesi de kadını değersiz kılıyordu. Kur’an tüm bu telakkileri Mekki surelerde değiştirmiş, kadının saygın bir konuma gelmesini sağlamıştır. Araştırmamızda Fahreddin Razi’nin tefsirini örneklem olarak seçme nedenimiz ise Razi’nin tefsirinin pek çok ilimle donatılmış, kendinden sonra gelenleri etkileyerek emsal teşkil etmiş, rivayete de önem veren bir dirayet tefsiri olmasından kaynaklanmaktadır. Tefsir-i Kebir’de Kur’an ayetleri pek çok yönden irdelenmiş, ayetler tafsilatlı bir şekilde açıklanmıştır. Ayrıca yaşadığı dönem itibariyle de Razi vahyin nazil olduğu dönem ile günümüz arasında bir çağda yaşamıştır. Şüphesiz vahyin nazil olduğu dönem, Razi’nin yaşadığı dönem ve günümüzde sosyal hayat, iktisadi sistem, teknoloji ve kültür gibi pek çok alanda değişimler olmuştur. Bu değişimlerin anlamlandırmaya 8 9 Mengüşoğlu, Takiyettin, İnsan Felsefesi (Felsefi Antropoloji), İstanbul, 1988, s.13 Güler, İlhami, “Kur’an’da Kadın Erkek Eşitsizliğinin Temelleri”, İslami Araştırmalar, c.5, sayı:4, 1991, s. 310-311 5 etkisi de inkâr edilemez bir gerçektir. Razi tefsirinde kadın konusunu ele alarak bu anlamlandırmanın tarihsel bir süreçte nasıl gerçekleştiğini de görmüş olacağız. II. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE KAPSAMI Çalışmamızda Kur’an’ın ilk muhataplarına (Mekke Dönemi) kadınlarla ilgili neler söylediğini ortaya koymaya çalışacağız. Bunu yaparken ikili bir hareket içinde olacağız. Önce zamanımızdan Kur’an’ın indirildiği zamana gidecek; sonra tekrar ondan kendi zamanımıza döneceğiz. Zira Kur'an, Peygamberin zamanındaki ahlaki ve toplumsal durumlara peygamberin zihni aracılığıyla gönderilen ilahi bir cevaptır. Kur’an’ın inişi ve İslam toplumunun oluşumu tarihi bir ortamda ve sosyal-kültürel bir gelişim karşısında cereyan etmiştir. Kur'an bu duruma bir cevaptır ve çoğunlukla somut tarihi olaylar içerisinde karşılaşılan belli sorunlara cevap teşkil eden, ahlaki, dini ve toplumsal hükümleri içermektedir. O halde yukarıda işaret ettiğimiz iki hareketten birincisi iki aşamayı içerir. İlk aşamada bir ayetin tarihi ortamını ve çözüm getirdiği sorunu iyice araştırarak onun delalet ettiği manayı anlamaya çalışacağız. Elbette ki belli durumlar ışığında belli ayetleri incelemeye başlamadan önce Kur’an’ın nazil olduğu çevreyi inceleyip; İslam’ın doğuşu esnasında Arabistan’daki ve özellikle Mekke şehrindeki hayatı araştırmak gereklidir. Şu halde birinci hareketin ilk aşaması hem Kur'an’ın bir bütün olarak ne demek istediğini anlamak hem de özel durumlara cevap teşkil eden belli ilkelerini kavramaktan ibarettir. 6 İkinci aşamada ise Kur'an’ın belirli özel cevaplarını genelleştirerek onları genel ahlaki-toplumsal amaç/hedeflerin ifadeleri olarak ortaya koymaya çalışacağız. Bu genel ilkeler toplumsal ve tarihi arka planı içinde incelenen belli ayetlerden ve çoğu zaman bu ayetlerde zikredilen hükmün illetlerinden “süzülerek” çıkarılır. Aslında birinci aşama yani tek tek ayetleri iyice anlamak bu ikinci aşamaya işaret eder ve bizi oraya götürür. Bu her iki aşamada da Kur'an’ın bir bütün olarak ortaya koyduğu öğretinin mahiyeti yeterince göz önünde tutulmalıdır ki belli ayetlerden anlaşılan mana ve ileri sürülen fikir Kur'an’ın diğer ayetleri ile tutarlı ve uyumlu olsun. Zira Kur'an bir bütün olarak belli bir hayat tarzı telkin etmekte ve somut bir dünya görüşü içermektedir.10 “Bu noktada Kur'an-ı Kerim’in nüzul ortamına yönelik üslubundan söz etmek gerekmektedir. Kur'an, toplumun dünya görüşünü, kavramlarını yani tüm insani yapıp-etmeleri ilahi mesajla oluşturmak ister. İşte bu hedef kitlenin yani Kur'an’ın ilk muhatabı olan insanların yapıp-ettikleri esbab-ı nüzul ortamında fiili olanı ve müşahhas hayatı göstermek konusunda aracı deliller olarak değerlendirilebilir: Bu demektir ki Kur'an vahyi, nazil olduğu fikri, sosyal ve manevi çerçevede (Mekke’de olsun, Medine’de olsun) var olan a. İnsani birçok probleme, b. İnsanların bu problemlerden kurtulmak ve rahatlamak arzularına 10 Rahman, Fazlur, İslam ve Çağdaşlık, Ankara Okulu Yay, Ankara, 1999, s. 55-57 7 cevap veren “yaratıcı bir patlayıştır”.11 Tüm bu söylenenler bağlamında çalışmamızda ilk olarak Mekki ayetlerde kadın konusunda Kur'an’ın hangi dini ve toplumsal hükümleri içerdiğini ortaya koymaya; ikinci aşamada ortaya konan bu hükümlerin genel ahlaki-toplumsal hedeflerine varmaya çalışacağız. Çalışmamız giriş ve beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde ilk olarak araştırmanın amacı, önemi, yöntemi ve kapsamı hakkında bilgi verdik. Daha sonra Fahreddin Razi’nin hayatı ve çalışmamızda temel eser olarak kullandığımız Razi’nin Tefsîr-i Kebîr adlı tefsiri hakkında bilgi verdik. Daha sonra Mekke döneminde nazil olan kadınlarla ilgili ayetleri anlamaya katkı sağlayacağı düşüncesiyle Mekke’de İslam öncesi dönemde kadının statüsü ve toplumdaki yerini inceledik. Son olarak araştırmamızın kapsamında olan ayetleri konular halinde ve nüzul sırasını esas alarak tasnif ettik. Ayetleri dil açısından, kullanılan kelimelerin özellikleri ve cümle yapısı yönünden değerlendirdik. Çalışmamızda Mekkî surelerdeki kadınlarla ilgili ayetleri ve Razî’nin bu ayetlere ilişkin yorumlarını değerlendirdik. Bunu yaparken gerekli durumlarda Kur’an’ın bütünlüğünü sağlamak amacıyla Medeni ayetleri de araştırmamıza dâhil ettik. Araştırmamızın temel kaynağı Tefsîr-i Kebîr’dir. Bunun yanı sıra Razi ve Tefsîr-i Kebîr ile ilgili olarak Tabakat ve tarih kitaplarından yararlandık. İslam 11 Serinsu, Ahmet Nedim, Kur'an-ı Kerim’in Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü, Ankara Ünv. SBE (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1993, s.246-247 8 öncesi dönemle ilgili tarih kitaplarına başvurduk. Ayrıca Razi, Tefsîr-i Kebîr, İslam öncesi Mekke dönemi ve Kur’an ile irtibatlı olarak kadın konusunda yazılmış kitaplar, süreli yayınlar ve tez çalışmalarından da istifade ettik. Araştırmamızı yaparken tarafsız bir tutum izlemeye gayret gösterdik. Razi’nin dönemini incelerken tarihsel bir bakış açısı sergileyerek dönemin sosyo-kültürel durumunu göz önünde bulundurduk. Razi’nin erkek egemen bir toplumda yaşamış olduğu söylenebilir. Bu nedenle ataerkil değerlerin Razi’nin yaptığı yorumların zihinsel ve kültürel arka planını oluşturduğu sonucuna varılabilir. Günümüz gözüyle Razi’nin dönemini değerlendirmekten ziyade o dönemi kendi şartları içerisinde yorumlamaya çalıştık. III. FAHREDDİN RAZİ VE MEFATİHUL-GAYB Fahreddin Razi’nin, bütün kaynaklarda kaydedilen tam ismi Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer b. el-Hüseyn b. el-Hasan b. Ali el-Kureşi et-Teymi, el-Bekri, et-Taberistani’dir.12 Künyesi ise Ebu Abdillah veya Ebul-Fadl’dır. Fakat o daha çok İbnul-Hatib, İbnü Hatibi’r-Rey (Rey Hatibi’nin oğlu), Fahreddin Razi (Reyli Fahreddin) ve Fahri Razi diye meşhur olmuştur.13 12 Suyuti, Tabakatu’l-Müfessirin, Leiden, 1839, s. 39; İbn Hallikan, Vefayatul-A’yan, el-Kahire, 19481949, c. III, s. 381; Safedi, El-Vafi bil-Vefeyat, Wiesbaden, 1959, c. IV, s. 248; Davudi, TabakatulMefessirin, Kahire, 1972, c. II, s. 213; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, c. II, s.238 13 Uludağ, Süleyman, Fahrettin Razi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 1; İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi el-Bidaye ven-Nihaye, çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yay. İst, 1995 c. XIII, s. 147 9 Razi, 25 Ramazan 543 (5 Şubat 1149)’te14 Büyük Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapan Rey’de dünyaya gelmiş,15 1 Şevval 606 (29 Mart 1210)’da Herat’ta vefat etmiştir.16 Kaynaklarda Razi’nin annesine ve zevcesine dair bir bilgiye rastlanılmamakta, ancak onun bir kardeşi ile iki oğlu ve bir kızı olduğundan bahsedilmektedir.17 Sultan ve devlet adamlarıyla dost olmak, onlarla iyi ilişkiler kurmak ve himayelerine girmek düşüncesiyle harekete geçen Razi, önce Gur sultanı Şehabeddin, sonra ilim ve sosyal hayatıyla Harizmşahların en olgun döneminin hükümdarı Alaaddin Muhammed b. Tekiş’in18 himayesine girmiştir. 19 Razi, İslam âleminin eski canlılığını ve parlaklığını kaybetmeye başlamış olmakla beraber sonraki dönemlere nazaran daha iç açıcı bir çağda yaşamıştır. Abbasilerin merkezi otoritelerinin kaybolmasından sonra ortaya çıkan emirlikler ve sultanlıklardaki devlet adamları, ilim ve fikir adamlarını, sanatkâr ve edebiyatçıları koruyorlardı. İbn Rüşd (595/1198), Sühreverdi Halebî (587/1191), İbn Meymun (601/1204), Seyfuddin Amidi (631/1233) gibi ilim ve fikir adamları Razi’nin çağdaşlarıdır. Nasıruddin Tusi (672/1274) VII/XIII. asırda yaşamıştı. Razi’nin yaşadığı asırda tasavvufi hareketler çok güçlüdür. İbn Arabi (618/1228), İbn Fariz (632/1234), Feriduddin Atar (618/1228), Sultanul-Ulema Bahauddin Veled 14 Safedi, El-Vafi, c.IV, s.248; Davudi, Tabakatul-Mefessirin, s.214; Abdulhamid, Muhsin, er-Razi Müfessirsen, Darul-Hurriyyeti lit-Tibaati, Bağdad, 1974, s.13; Uludağ, Fahrettin Razi, s.1 15 İbn Hallikan, Vefayat, c.III, s.384 16 İbn Hallikan, Vefayat, s.384; Davudi, Tabakatul-Mefessirin, s.215; Abdulhamid, er-Razi Müfessirsen, s. 15-16; Kahveci, Fahreddin erRazi’nin “Mefatihu’l-Gayb” Adlı Tefsirinde Ulumul-Kur’an, (Basılmamış Doktora Tezi) Sakarya Ünv. SBE, Sakarya, 2001, s. 12 17 Kahveci, Fahreddin erRazi’nin “Mefatihu’l-Gayb” Adlı Tefsirinde Ulumul-Kur’an, s. 5 18 Yazıcı, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, TDVY, Ankara, 2002, s. 357 19 Safedi, El-Vafi ,, s.249; İbn Hallikan, Vefayat, s.382; Abdulhamid, Muhsin, er-Razi Müfessirsen, s.15; Kramers, “Razi”, İA, İstanbul, 1960, c.IX, s.646; Uludağ, Fahrettin Razi, s.18 10 (628/1231), oğlu Mevlana (673/1273), Sadreddin Konevi (672/1272) ve Necmüddin Kübra (618/1226) bu dönemde yetişmiş olan tanınmış sufilerden bazılarıdır.20 Razi’nin yaşadığı dönemde Harizm ve Maveraünnehir’de Mutezile; Herat ve Gazne bölgelerinde ise Kerramiye Mezhebi mensupları vardı. Fakat Mutezile mezhebi yaygın ve güçlü değildi. Buna karşın Herat ve Gazne’de Kerramiler hem güçlü hem de yaygındı. Teşbih ve tescimi esas aldıkları için müşebbihe ve mücessimeden sayılan Kerramiler Hanbeliler’e yakın bulunuyordu. Razi yaşadığı dönem boyunca Kerramiler, Mutezile, Hanbeliler ve Maturidiler’le mücadele etmiştir.21 İlk tahsilini bir Eş’ari kelamcısı, edip, fakih, muhaddis olan ve matematik alanında eseri olduğu söylenen babası Ziyauddin Ömer (559/1163)’den almıştır.22 Razi on altı yaşından babasının ölümüne kadar ondan ders almaya devam etmiştir.23 Babasını kaybeden Razi öğrenimine devam etmek için çevre bölgelere ilim seyahatine başlamış24 ve Harezm, Maveraünnehr, Rey, Gazne, Horasan ve Herat, Semerkant, Buhara gibi yerlere geziler düzenlemiştir.25 Kelam, tefsir, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı, dinler tarihi, alanında eğitim almış ve eserler yazmış olan Razi ayrıca iyi bir hatiptir. Tasavvufla da ilgilenen Razi26 20 Uludağ, Fahrettin Razi, s.22; Sülün, Murat, Mefatihu’l-Gayb Tefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Ünv. SBE, İstanbul, 1993, s.6 21 Uludağ, Fahrettin Razi, s.22-29 22 İbn Hallikan, Vefayat, s.392; Safedi, El-Vafi, s.248; Davudi, Tabakatul-Mefessirin, c.II, s.214; Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Uludağ Ünv. SBE, Bursa, 1996, s. 200 23 Uludağ, Fahrettin Razi, s.2 24 Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, s. 201 25 Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi 1 (Tabakatü’l-Müfessirin), Diyanet İşleri Reisliği Yayınları, Ankara, 1962, s.310; Abdulhamid, er-Razi Müfessirsen, s. 14-15 26 Razi’nin hayatında tasavvufun yeri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yüce, Abdulhakim, Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1996; Yavuz, Yusuf, Şevki, “Fahreddin er-Râzî”, TDVİA, İstanbul, 1995, c.XII, s.89-95 11 felsefe, mantık, astronomi, madenler, tıp ve matematik konularında da eserler yazmıştır.27 İtikat yönünden Eş’ari olan Razi amel yönünden Şafii’dir.28 Buna rağmen mensup olduğu mezhep imamlarına katılmadığı, muhalif mezhep görüşlerini benimsediği de görülür.29 O bir sünnidir, ancak bazı ayetlerde nesh olup olmadığı konusunda ve Kur’an’ın eşsizliğini “sarfe” ile açıklamakta Mutezile ile neredeyse paralel görüşe sahiptir. Şafii olmasına rağmen İmam Şafii’nin, Kur’an ayetleri hadisle neshedilmez görüşüne katılmamaktadır.30 Fiillerin yaratılması, irade ve ihtiyar meselesinde Cebri’dir. Hz. Ebubekir’in Hz. Ali’den üstün olduğunu, ele geçirdiği her fırsatta vurgulamasına rağmen, ondan sonraki en üstün kişinin Hz. Ömer veya Osman değil Hz. Ali olduğunu belirtir ve adının geçtiği –neredeyse- her yerde Şia geleneğine uyarak “Aleyhis-selam” ifadesini kullanır.31 Üstün zekâsı, ilme olan merakı, istanbat gücü, felsefeye, dinler tarihine olan vukufiyeti, tartışma ve cedelci mantığı ile Razi, devrinin ve sonrasının ilim dünyasına damgasını vurmuş bir şahsiyettir. İlmi seyahatleri esnasında, adına birçok medrese inşa edilmiş ve buralarda ders vererek pek çok talebe yetiştirmiştir.32 Tahsilu’l-Hakk adlı eserinde Razi, kelam ve fıkıh usulündeki hoca zincirini vermiştir: Babası Ziyauddin Ömer, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Nasır el-Ensari, İmamü’l-Haremeyn el-Cüveyni, Ebu İshakel-İsferani, Ebu’l-Hüseyin el-Bahili, 27 Kahveci, Fahreddin er-Râzî’nin “Mefatihu’l-Gayb” Adlı Tefsirinde Ulûmul-Kur’an, s.9-12; Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, s.200-203 28 İbn Hallikan, Vefayat, s.381; Safedi, El-Vafi, s.248 29 Sülün, Murat, Mefatihu’l-Gayb Tefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi, s.6 30 Ceylan, Yasin, “Fahreddin Râzî’nin “Mefâtihu'l-Gayb’ul-Gayb” Tefsiri Üzerine Bazı Mülahazalar”, İslami Araştırmalar, sy.3, Ankara, 1987, s.47-55 31 Sülün, Mefatihu’l-GaybTefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi, s. 6 32 Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, s.200-201 12 Ebu’l-Hasen Ali b. İsmail el-Eşari (324/936)’dir. Fıkıhtaki ilim senedi ve üstat silsilesi de şöyledir: Babası Ziyauddin Ömer, Muhyissünne el-Begavi, Kadi Hüseyin el-Merzevi, Kaffal el-Merzevi, Ebu İshak el-Mervezi, Ebu’l-Abbas b. Es-Süreyc, Ebu’l-Kasım el-Enmati, Ebu İbrahim el- Müzeni, İmam Şafii (204/819).33 Hayatta iken büyük ün yapan Razi’nin çevresinde sultan, vezir ve devlet adamları ile pek çok talebesi toplanır, kendisinden vaaz dinleme yanında kelam, fıkıh, usul-i fıkıh, tefsir, felsefe, tıp, gramer, edebiyat, tarih gibi ilimler hakkında bilgiler öğrenirlerdi.34 Razi’nin öğrencileri genellikle felsefe, mantık, tıp, astronomi, kelam ve fıkıh usulü gibi akli ilimlerde uzmanlaşmışlar ve bu alanlarda eser vermişlerdir. Ebu Bekir İbrahim el-İsfehani, Muhammed b. Rıdvan, Kutbuddin el-Mısri (618/1221), Esirüddin el-Ebheri (663/1264), Taceddin el-Urmevi (656/1285), Siracüddin elUrmevi (676/1277), Şemseddin Hüsrevşahi (653/1255), Efdalüddin el-Hunci (646/1248), Şemseddin el-Hiyuyi (637/1239) onun yetiştirdiği önemli şahsiyetlerdendir.35 Razi’nin 30 matbu, 28 yazma eseri vardır. Ayrıca kendine aidiyeti tartışmalı olan 9 kitaptan daha söz edilmektedir.36 Mefatihul Gayb diğer ismiyle Tefsir-i Kebir Razi’nin tefsir alanında kaleme aldığı en önemli eseridir. Bizim kaynak olarak kullandığımız Mefatihul-Gayb (Tefsir-i Kebir), Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç ve Sadık Doğru tarafından tercüme edilip Akçağ Yayınları tarafından Ankara’da 1988 yılında 23 cilt halinde basılı olanıdır. 33 İnb Hallikan, Vefayat, c.III, s.384 Uludağ, Fahrettin Razi, s.34-35 35 Uludağ, Fahrettin Razi, s.35-36 36 Razi’ye atfedilen eserler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Abdulhamid, er-Razi Müfessirsen, s.36-47 34 13 Mefatihul-Gayb’ın Tefsir-i Kebir namıyla meşhur olması, bu eserin bütün tefsirlerden daha büyük olmasından değil, Razi’nin Tefsir-i Sagir diye bilinen Dürretü’t-Tenzil adlı tefsirinden büyük olmasından kaynaklanmıştır. Ancak sonraları gerek Razi’nin şahsiyeti gerekse bizzat kendi değerinden dolayı Tefsir-i Kebir hakkında tefsir ilminin en büyük eseriymiş gibi bir telakki ortaya çıkmıştır.37 Bilindiği gibi Kur’an tefsirinde başlıca iki eğilim söz konusudur. Bunlardan biri rivayet diğeri ise dirayettir. Dirayet yalnızca rivayete bağlı kalmayıp Kur’an naslarını dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanarak tefsir etmek demektir. Rivayet ise sadece nakle dayanarak yapılan tefsir çeşididir.38 Bu bağlamda Mefatihul Gayb rivayetin de ağırlıklı olarak kullanıldığı bir dirayet tefsiridir.39 Müellif eserinde çok miktarda akli istidlalde bulunarak nakli bilgileri akli delillerle desteklemeye çalışmış, bunları yer yer felsefi tartışmalara dayandırarak incelemiştir.40 Mefatihul-Gayb’ın tamamının Razi tarafından tamamlanıp tamamlanmadığına dair farklı görüşler vardır.41 Tefsirin tamamının Razi tarafından yazılmış olduğunu iddia edenler olduğu gibi bazı yerlerinin başkaları tarafından yazılmış olduğunu söyleyenler de vardır. Tefsir-i Kebir’de yer alan “…Bu cümleleri yazıp bitirdikten sonra, İmam Fahruddin er-Râzi (r.h)'ın sözleri arasında da benim ifadelerime benzer sözlere rastladım. Demek ki zihinlerimiz arasında bir tevarüs söz konusudur. Bununla beraber onun sözlerinden çok istifade ettiğimi de itiraf ederim.” gibi ifadeler bu tefsirin tamamının Razi tarafından yazılmadığını düşündürür.42 37 Sülün, Mefatihu’l-GaybTefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi, s.8 Demirci, Muhsin, Tefsir Tarihi, Marmara Ünv. İfav, İstanbul, 2003, s.58 39 Demirci, Tefsir Tarihi, s.170; Yüce, Abdulhakim, Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf, s.84 40 Cebeci, Lütfullah, “Mefâtihu’l-Gayb”, TDVİA, Ankara, 2003, c.28, s.348-350 41 Uludağ, Fahrettin Razi, s. 110; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi 1 (Tabakatü’l-Müfessirin), s. 313 42 Tefsîr-i Kebîr, XXI/185-188 38 14 Surelerin sonuna koyduğu bitiş tarihlerinden Razi’nin bu eserini sure sırasını esas alarak kaleme almadığı görülmektedir. Örneğin Yunus43 ve Hud44 surelerinin tefsirini h.601 yılının Recep ayında; Yusuf45, Rad46 ve İbrahim47 surelerinin tefsirini aynı yılın Şaban ayında yazdığı halde, Enfal suresinin tefsirini yine aynı senenin Ramazan ayında yazmıştır.48 Büyük bir düzen içinde yazılan Razi’nin bu eseri kendinden sonra yazılan eserlere örnek teşkil etmiştir. Beydavi tefsirini, Zemahşeri ve Razi’nin tefsirinden ihtisar etmiş, kelami konularda isim vererek ya da vermeden tamamen Razi’den istifade etmiştir. Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit adlı tefsirinde; İbn Kesir, Tefsiru’lKur'an’il-Azim adlı eserinde Razi’den alıntılar yapmıştır. Âlusi’nin tefsiri ise bazı ziyadeler ve noksanlıklar hariç tutulduğunda Razi’nin tefsirinin ikinci bir nüshası gibidir. Muhammed Abduh ve talebesi Reşid Rıza da ondan etkilenen müfessirler arasındadır.49 Eserini yazarken kendine has bir yöntem takip eden Razi, Kur’an nasları arasındaki anlam ilişkisinden söz eden ilk müfessir olarak bilinir. Ayetlerin tefsirine “burada bir takım meseleler vardır” diyerek ve eğer varsa o ayetin hemen öncesindeki ayetlerle ilişkisini göstererek işe başlar. 50 43 Tefsîr-i Kebîr, XII/491; Tefsîr-i Kebîr, XIII/151 45 Tefsîr-i Kebîr, XIII/371 46 Tefsîr-i Kebîr, XIII/479 47 Tefsîr-i Kebîr, XIV/48 48 Tefsîr-i Kebîr, VII/301 49 Abdulhamid, er-Razi Müfessirsen, s.170-190 50 Tefsîr-i Kebîr, X/243 44 15 Ele aldığı ayetleri açıklarken yerine göre bunları kitap, bab, fasıl, mesele, vecih, görüş, hüküm ve mertebeler şeklinde numaralandırarak bir düzen içinde verir.51 Razi’nin önem verdiği konulardan biri de kıraatlerdir. Sahih ve meşhur kıraatlerin doğruluğuna Arap dili ve şiirinden deliller getirir. Çeşitli okuyuş vecihleri arasında tercihlerde bulunur. Bunu yaparken ayetler ve sureler arasında münasebet ve insicamı dikkate aldığı görülür. Ayetlerdeki kıraat farklılıklarını çoğu kez kıraat sahibini de belirterek nakleder52 ve şaz kıraati reddeder.53 Ayetlerin lügavi yönlerini çeşitli âlimleri kaynak göstererek inceler.54 Zeccac (311/923) ve Kaffal (365/926) yararlandığı lügatçilerin başında gelir.55 Razi tefsirinde fıkhî meseleleri oldukça geniş perspektifle açıklar.56 Ayetlerden çıkarılabilecek amelî hükümleri naklettikten sonra çoğunlukla Şafii mezhebine uygun olmayanları reddeder.57 Kelam ilmine olan vukufiyeti dolayısıyla Razi, Kur’an’ı tefsir ederken ayetleri kelamî açıdan da ele alır ve sıkça tartıştığı çeşitli mezhep müntesipleri aleyhine deliller ortaya sürer.58 Mefatihul-Gayb’da nüzul sebepleri önemli bir yer tutar. Çünkü Razi’ye göre ayetlerin anlaşılmasında nüzul sebeplerini bilmenin önemli bir yeri vardır. Bu yüzden 51 Tefsîr-i Kebîr, I/245-247;Tefsîr-i Kebîr, I/256-262 Tefsîr-i Kebîr, X/55 53 Demirci, Tefsir Tarihi, s.171 54 Tefsîr-i Kebîr, X/245 55 Yüce, Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf, s.83 56 Demirci, Tefsir Tarihi, s.174 57 Tefsîr-i Kebîr, V/190 58 Tefsîr-i Kebîr, XVI/431 52 16 bazen bir bazen birden çok nüzul sebebi rivayetine yer vererek ayetleri tefsir etmeye özen göstermiştir.59 Fahreddin Razi, israilî haberleri ahad olarak nitelendirerek onlara itibar etmez. Çünkü ona göre bu tür haberler kesinlik ifade etmez. Bu nedenle ya israilî haberleri tefsirine almamış ya da aldıklarını aklî delillerle tenkit etmiştir.60 Örnek olarak Yusuf suresinin 21. ayetini tefsir ederken Razi israiliyata dayanan bazı rivayetlere yer verdikten sonra bu rivayetlerin Kur’an’a ve sahih hadislere aykırı olduğunu ifade ederek Kur’an’ın tefsirinin bu rivayetlerden hiç birine dayandırılamayacağını vurgular.61 Hakkında kısaca bilgi vermeye çalıştığımız Mefatihul-Gayb’ı “Mekki Surelerde Kadın” konulu araştırmamızın referans kaynağı olarak belirlememizin amacı bu eserin hem rivayet tefsiriyle ilgili unsurları ihtiva etmesi hem de Razi’nin dirayet yöntemini başarıyla kullanması sebebiyle Kur’anî yorumların en zengin şekilde yer aldığı bir eser olmasındandır. Öyle ki bu tefsir kendinden sonra gelen hemen bütün tefsirlere kaynak olmuş ve dirayet tefsirinde zirve noktaya ulaşmıştır.62 IV. İSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE KADIN İslam öncesi dönemde kadının durumunun bilinmesi ve araştırılması Mekki surelerdeki kadınlarla ilgili ayetleri kavramak açısından son derece önemlidir. İslami bakışın, tarih ve sosyal ilimler açısından, cahiliye ile İslamiliğin yani vahyin ortaya 59 Demirci, Tefsir Tarihi, s.170, örnek için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XX/37 Demirci, Tefsir Tarihi, s.171 61 Tefsîr-i Kebîr, XIII/22-23; XIII/193-194 62 Demirci, Tefsir Tarihi, s.174 60 17 koyduğu gerçeklerin birinin diğeri ile yakından ilişkili ve zıtlık içinde olduğunu vurgulamak isteriz. İslam dininin diğer alanlarda olduğu gibi kadının sosyal konumu ve kadın hakları konusunda da yaptığı ıslahat ve gerçekleştirdiği inkılâbın özünün kavranabilmesi için, İslam vahyinin ilk muhatapları olan Hicaz Bölgesi Araplarının sosyal hayatının ve kültürel birikimlerinin bilinmesi önem taşır.63 Cahiliye Dönemi olarak bilinen bu devir sınırları tam belli olmamakla birlikte, bazılarına göre İslam’dan önceki son bir asır (525 m. – 622m.); bazılarına göre ise son bir buçuk asırlık zaman dilimi olarak kabul edilmektedir.64 Bu devirle ilgili verilen bilgilerin tamamının bu zaman dilimi ile sınırlı olduğu da söylenemez. Çünkü İslam’dan önceki dönemde kadınla ilgili pek çok rivayeti tarihlendirme imkânı yoktur.65 Kur'an nazil olmaya başlayıncaya kadar Arap Yarımadasının hemen her tarafında düzenli bir aile müessesinin mevcut olduğunu söylemek oldukça güçtür. Cahiliye devri Arap topluluklarının sistemli bir aile müessesine sahip olmayışları bir bakıma ictimai hayatlarının tabi bir neticesidir.66 Cahiliye devri Araplarında aile, patriarkal (ataerkil) yani baba otoritesine dayalı bir karakter arz ederdi. Bu, o dönemin ve komşu milletlerin de özelliğiydi. Genel olarak orta ve aşağı tabakalarda kadının hiçbir önemi ve rolü yoktu ve bu durum 63 Bardakoğlu, Ali, “Cahiliye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, (Sempozyum), Ensar Neş, İstanbul, 1996, s.9 64 Cahiliye kelimesi ve devriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Izutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, ts, s.251-279; Sarıcık, Murat, İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, Nesil Yay, İstanbul, 2004, s.17-38; Fayda, Mustafa, “Cahiliye”, TDVİA, İstanbul, 1993, c.VII, s.17-19 65 Savaş, Rıza, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, Gelenek Yay, İstanbul, 2004, s.26 66 Uğur, Mücteba, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, Çağrı Yay, İstanbul, 1980, s.16 18 doğuştan başlıyordu. Bir adamın erkek çocuğu olursa sevinir, şenlik yapar; kız çocuğu doğarsa utanır ve bir müddet toplumdan gizlenirdi.67 Bunun yanında asil ve zengin kimselerin kızları ve eşleri bir şahsiyete sahip olup itibarlı sayılırlardı.68 Bu kadınlar erkeklere denk tutulmamakla birlikte cariyeler gibi de kabul edilmezdi.69 Cahiliye çağında Arap erkeği adet zamanlarında bir kadınla bir odada oturmaz, onlarla birlikte yiyip içmezdi; hatta adet gören kadın belirli bir vakit evden bile çıkarılırdı. Bununla birlikte Rıza Savaş, Cahiliye devri toplumunda şiir, fal bakma, ticaret gibi çeşitli sahalarda başarılı olmuş, zaman zaman erkekleri de geride bırakacak ölçüde yükselen kadınlar olduğunu belirtmektedir.70 Şehirdeki cariyelerin durumları çok kötüydü. Bazı cariyelerin sahipleri onları fuhşa sevk eder, kazandıkları paralarını ellerinden alırlardı. Kadının namusuna saygı göstermek şehirlerdeki yerleşik hayata nazaran çöldeki göçebe hayatında daha fazlaydı. Kadınlara sataşma (tecavüz) Mekkelilerin aksine Medine halkının hoşlanmadığı bir durumdu.71 Çoğu kere evlenme hususunda kadının da görüşü alınırdı.72 Ancak isteyip istemediğine, isteyenin çok yaşlı olup olmadığına bakmadan babası kızını istediği 67 Çağatay, Neşet, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, AÜİF. Yay, Ankara, 1971, s.133 Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s.135 69 Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDVY., Ankara, 2001, s.23 70 Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, s.26 71 Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s. 134; Sarıcık, İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, s.310 72 Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Komisyon, Çağ Yay, İstanbul, 1986, c.I, s.183 68 19 erkeğe de verebilirdi.73 Erkekler de hiç bir sınırlama olmadan istedikleri kadar kadınla evlenebiliyorlardı.74 Cahiliye insanları, kendi anneleri, kızları, hala ve teyzeleri ile evlenmezlerdi. Fakat iki kız kardeşi aynı anda nikâh altına alabiliyorlardı.75 Arapların nikâh konusundaki adetlerinden biri de üvey anneleriyle evlenmeleriydi. Bir erkek karısını boşarsa veya bu kimsenin karısı ölürse bu adamın en büyük oğlu bu kadınla evlenmek istediğinde elbisesini o kadının üzerine atar böylece o kadına kalıng (mehr) vermeden onu nikâhına almış olurdu. Üvey annesine böylece sahip olan kişi eğer isterse onu başkasıyla evlendirip mehri kendisinin almasını şart koşabilirdi. Hatta ölen kimsenin hayatta kalan oğlu küçükse üvey anayı çocuk büyüyene kadar bekletip meseleyi onun halletmesine bırakabilirlerdi. Eğer kadın çabuk davranıp kaçabilirse ancak bu durumdan kurtulabilirdi. Bu şekilde üvey anneleriyle evlenenlere “dayzen” deniyordu.76 Evlilik daha ziyade kabile içerisinde olmaktaydı (endogami); yabancı bir kadınla evlenmek hoş karşılanmazdı.77 Cahiliye döneminde pek çok nikâh çeşidi vardı. Bunlar: 1. Muta Nikâhı: Cahiliye devri nikâh çeşitlerinden biridir. Geçici bir evlenme şekli olan muta, önceden tespit edilen zamana kadar kadınla erkeğin bir arada yaşamalarını sağlıyordu ve yuva kurma, çocuk edinme gibi amaçlar da taşımıyordu. Bu türlü muvakkat evlenmeler özellikle 73 Çağatay, age, s. 136; Sarıcık, age, s.259; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, s.184 Çağatay, age, s. 135; Sarıcık, age, s.261 75 Sarıcık, İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, s.268 76 Sarıcık, age, s.270-271 77 Aydın, Mehmet Akif, “Aile”, TDVİA, c. 2, s.198 74 20 yabancı bir ülkede geçici süre bulunan erkekler tarafından yapılırdı. Mutaya son verildiğinde erkek gider, doğan çocuklar kadına ait olur ve filan kadının çocuğu diye anılırdı.78 2. Şiğar Nikâhı: Mehirsiz olarak iki kadını mübadele ederek yapılan nikâhtır. 3. Haden Nikâhı: Haden, hür olduğu için zina yapamayan bir kadının bir erkekle evlilik dışı ilişki hayatı yaşamasıdır. 4. İstibda’ Nikâhı: Soylu evlat sahibi olmak için başvurulan nikâhtır. Araplar bunu kabile ve soy asabiyetine önem verdikleri için yamaktaydılar. 5. Bedel Nikâhı: İki erkeğin eşlerini değişmesi şeklinde yapılan nikâhtır. 79 Cahiliye döneminde boşanma ise 3 türlü idi: 1. Talak-ı Selase: Bir erkeğin karısına üç defa “seni boşadım” demesi ile olurdu. Buna Talak-ı Bayin de denirdi. 2. Talak-ı Zıhar: Bir adam karısına “sen bana annemin arkası gibi ol” (Enti hılye) dediği zaman onu boşamış oluyordu. 3. Talak-ı İla: Bir kimsenin karısına yaklaşmamak için yemin etmesiyle olurdu.80 78 79 Sarıcık, İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, s.281; Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s.137 Ateş, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, Beyan Yay, İst, 1996, s.331-344 21 Bir talak çeşidi de “hul”, yani kadının bir bedel karşılığında kocasından boşanmayı sağlamasıydı.81 Cahiliye döneminde talaktan dolayı beklenilen süreye “iddet” denirdi. İddet için kesin bir müddet yoktu. Bu durum ise nesebin karışmasına neden olabiliyordu. Ölümden dolayı iddet ise gereğinden fazla sürer ve kötü şartlar içinde geçerdi. Kocası öldükten sonra kadın en değersiz bir elbise içinde, evinin en karanlık bir köşesine çekilir, tam bir yıl bir yere gitmezdi.82 Kadınlar herhangi bir sebeple boşandığında onların başkalarıyla evlenmesine bir müddet mani olmak için kadının iddet zamanı tamamlanacağı vakit kocası onu tekrar alır ve boşardı. O zaman bir yıl kabul edilen iddet müddeti yeniden başlayacağı için kadın başkasıyla evlenemezdi. Koca bu işi üç defa tekrar edebilirdi.83 Cahiliye Devri Araplarında hâkim olan göçebelik ve çapulculuk verasete tesir etmişti. Bu sebeple silah taşımayan çocuklarla kadınlar varisler arasında yer almamıştı. Hatta kadınlar veraset yoluyla eşya gibi intikal etmişlerdi. Kadının kocası yanındaki değeri, onun mülkiyetinde olan malların değerinden fazla değildi. 84 Çölün zor şartlarında erkek kadar olmasa da kadının çalışmasına da ihtiyaç duyulmaktaydı. Kadın yemek yapar, çocuklara bakar, develeri sağar, yakacak toplar, çadır onarır, hurma lifinden hasır örerdi. Bundan başka savaş zamanı yaralılara su 80 Canan, M. Zeki, İslam Tarihi (Cahiliye Devri-Siyer-i Nebi-Halifeler Devri), Yelken Mat, İstanbul, 1977, s.89 81 Ateş, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, s.361 82 Ateş, age, s.368 83 Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s. 133-134 84 Ateş, age, s.379; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c.I, s.184 22 taşımak, onları şiirlerle cesaretlendirmek ve onları tedavi etmek de kadınların göreviydi. Fakat bu görevler kadınlara hak ve şeref sağlamıyordu.85 Arapların “ved” adını verdikleri kız çocuklarını diri diri gömme adetleri vardı. Bu adet Beni Temim, Kureyş ve Kinde kabileleri arasında yaygındı.86 Arapların kız çocuklarını öldürmelerinin en genel nedeni fakirlik endişesi ile şereflerinin lekeleneceği korkusuydu. Çünkü o dönemde savaşlarda ele geçirilen kadınlar esir ediliyordu. Cahiliye Arapları yaşamasını istedikleri kızlarına yünden örülmüş bir cübbe giydirerek deve veya koyun güttürürlerdi. Öldürmek istedikleri kızlarını ise ya doğar doğmaz ya da altı yaşlarına geldiğinde ona güzel elbiseler giydirerek, akrabalarına götüreceklerini söylerlerdi. Daha sonra onu çölde önceden hazırladıkları çukura atar, üstünü toprakla örterlerdi. Doğar doğmaz öldürecekleri zaman, doğuracak kadının yanına bir çukur kazar, doğan bebek kız ise onu çukura gömer, erkekse büyütürdü.87 İlhan Arsel Şeriat ve Kadın adlı kitabında Arapların kadını aşağı görmediğini aksine kutsal nitelikte gördüklerini, Tanrı’nın meleklerini bile dişi kabul ettiklerini ifade eder.88 Hidayet Şefkatli Tuksal’ın dilinden bu tür yorumlara şöyle cevap verilebilir: “Cahiliye döneminde kadının durumu ile ilgili olarak ileri sürülen bu tür iddialarda, güçlü kadın kişiliklere yapılan vurgunun alanı, “sisteme rağmen” değil, sistemin düzeneği içinde, sahip oldukları avantajları (mal, statü, bilgi vs.) kullanarak bir yerlere gelebilmiş, ayrıcalıklı kadınları kapsamaktadır. Zira sahip olduğu cinsiyet nedeniyle, daha en başından aşağılanan ve hor görülen bir kesimin, erkek egemen 85 Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 23; Uğur, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, s.17 Günaltay, Şemsettin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Sad. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu Yay, 1997, s.120 87 Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s.135 88 Arsel, İlhan, Şeriat ve Kadın, Orhanlar Mat, İstanbul, 1987, s.18 86 23 düzenin itibar ettiği “erkek değerlerin” desteğini almaksızın başarı kazanabilmesi mümkün gözükmemektedir.”89 İslam, Arapların kadınla ilgili, bölgeden bölgeye farklılık göstermekle birlikte, genelde olumsuz olan sınırsız çok evlilik, üvey anne ile evlenme, muta nikâhı, soylu çocuk sahibi olmak için eşini başka erkeğe gönderme, cariyelere fuhuş yaptırıp onlar üzerinden para kazanma, kız çocuklarını öldürme ve benzeri telakkilerini tenkit edip düzeltmeye çalışmış, kadının sosyal ilişkilerinde düştüğü yanlışlıkları yasaklayarak onu koruma altına almış, kadını da insan olarak, kendi yapı ve fonksiyonuna uygun hak ve borçlara ehil kılmıştır. Sonuç olarak, sosyoloji biliminin belirttiği gibi toplumsal inkılâpların en zoru halkın benimsediği örf ve adetleri değiştirmek teşebbüsüdür. Çünkü toplum kurallarını düzenleyen örf ve adetler üzerlerine yığılan asırların geçişiyle kökleşerek itiyat halini almış olurlarsa onu sökmek güç olur. Arapların dini, toplumsal, iktisadi ve siyasi hayatında büyük bir inkılâp yaratan İslamiyet, Cahiliye devrinin kadın hakkındaki görüşü ve bu telakkinin doğurduğu örf ve adetleri yıkmış, cemiyeti yeni bir anlayışa göre düzenleyen yeni esaslar kurmuştur.”90 V. 89 90 KADINLARLA İLGİLİ MEKKİ SURELER/AYETLERİN TASNİFİ Tuksal, Hidayet Şefkatli, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, Kitabiyat, Ankara, 2000, s.37 Günaltay, Şemsettin, “İslam’dan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu Aile ve Türlü Nikah Şekilleri”, Belleten, 1951, c.XV, sy.60, s.691-707 24 Yirmi üç yıllık süre içerisinde tedrici olarak indirilen Kur'an, âlimler tarafından bazı tasniflere tabi tutulmuştur. Bunlardan biri de sure ve ayetleri Mekki ve Medeni şeklindeki ayrımdır. Mekki-Medeni ayrımı gerek içerik gerekse terkip ve yapı düzeyinde Kur'an metninin biçimlenişinde katkısı bulunan iki önemli süreç arasında bulunan bir ayrımdır. Bu Kur'an’nın canlı tarihsel olguyla olan karşılıklı etkileşiminin bir ürünü olduğu anlamına gelir.91 Kur'an âlimleri Mekki-Medeni ayrımı noktasında genellikle mekân kriterini esas almışlardır. Mekki ve Medeni sureleri ayıran bundan başka özellikler de vardır. Mekki sureler daha kısa ve vurguludur. Arapçadaki üslubu gözeterek kasemlere fazla yer verilir. Eski kavimlerden ve peygamberlerden sıkça bahsedilir. Allah’a ve ahirete imana davet edilir, cennet ve cehennem tasvirleri sık kullanılır. Ayrıca secde ayeti bulunan ve “Kella” lafzının geçtiği sureler Mekki’dir. Bakara ve Âl-i İmran suresi hariç “heca harfleri bulunan” sureler Mekki’dir. “Ya eyyühennasü” ibaresinin bulunup “Ya eyyühellezine amenu” bulunmayan sureler de Mekki’dir. Medeni sureler ise genelde daha uzun olup, cihat, Şer’i had ve cezalar, medeni kanunlar ve devletler hukukuna ait hükümler, Ankebut suresi hariç münafıklar vb. konulardan bahsedilen surelerdir. 92 Kadınlarla ilgili olarak Mekki ve Medeni sureler arasındaki farkları şöyle sıralayabiliriz: • Mekki surelerde kadınlar eski kavimlerle ilgili kıssalarda yer alır (Hz. Meryem, Hz. Nuh’un eşi, Hz. Lut’un eşi, Hz. Hz. İbrahim’in eşleri, Hz. 91 92 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı -Metin Anlayışımız ve Kur'an İlimleri Üzerine-, çev. Mehmet Emin Maşalı, Ankara, 2001, s.102 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara Ünv. İlahiyat Fak. Yay, Ankara, 1976, s.60-62; Sofuoğlu Mehmet, Tefsire Giriş, Çağrı Yay, İstanbul, 1981, s.83-84 25 Zekeriya’nın eşi, Sebe melikesi, Hz. Yusuf’u satın alan vezirin eşi, Firavun’un eşi, Hz. Musa’nın annesi ve kız kardeşi, Hz. Şuayb’ın kızları) • Mekki surelerde cennet tasvirlerinde kadın çok sık geçerken, Medeni surelerde sadece üç ayette geçmektedir. • Mekki surelerde kadınların hukuki haklarına değinilmezken Medeni surelerde çok büyük oranda kadının hukuki hakları açıklanır. • Hz. Havva’nın yaratılışı ve cennetten çıkarılmasıyla ilgili ayetler Mekki Surelerde genişçe anlatılmışken Medeni surelerde bu konudan çok az bahsedilir. • Kız çocuklarının diri diri öldürülmesi konusu Mekki surelerde ayrıntılı bir şekilde anlatılmışken Medeni surelerde bu konuya yer verilmemiştir. • Anne-babaya itaat konusuna Mekki surelerde çok fazla ve tafsilatlı şekilde, Medeni surelerde ise daha az yer verilmiştir. Mekki surelerde geçen kadınlarla ilgili konuların daha iyi açıklanabilmesi için Kur’an’ın indiği toplumun dil yapısının ortaya konulması gerekmektedir. Kur’an, erkeği kadına önceleyen bir dil dizgesine sahiptir.93 İki yüzden fazla yerde mümin erkeklere (muminun, muminin) hitap edilirken mümin kadınlar (muminat) yirmi civarında anılır.94 93 94 Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, s.193 Güler, Kur’an’da Kadın-Erkek Eşitsizliğinin Temelleri, s.312 26 Arapça’da içinde kadınların bulunduğu insan grubu niteleneceği veya işaret edileceği zaman daima sıfatın veya zamirin eril (müzekker) hali kullanılır. Örneğin “Ey inananlar (muminun) Allah’ın yasaklarını çiğnemekten ve onun cezalandırmasından sakının ve doğrularla beraber olun.” (9/Tevbe, 119) hitabı gramer olarak müzekkerdir fakat emir kadın-erkek herkesi kapsar.95 Kur’an’ın bütün bu hitap tarzlarında erkeği kadına öncelemesi Arap dilinin yapısından kaynaklanmaktadır. Dilin, herhangi bir toplumun hayat felsefesini yansıtan bir ayna olduğu ve Allah’ın da ilk defa belli bir topluma belli bir dille hitap ettiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Kur’an’ın dil sistemindeki ataerkilliğin bu boyutunun dinsel değil dilsel bir olgunun tezahürü olduğu anlaşılacaktır.96 Nasır Hamid Ebu Zeyd, Kur’an’ın “erkekler” (rical) kelimesini kullanmasının daima “erkek cinsi” anlamına gelmediğini bilakis tağlib tarikıyla erkek ve kadını birlikte ifade ettiğini belirterek şunları söyler: “Biz dil kurallarında, belirtilenler arasında “bir erkeğin” bulunması durumunda eril üçüncü çoğul şahıs (müzekker) kalıbını, dişil üçüncü çoğul şahıs (müennes) kalıbına baskın addederiz. Bundan dolayı Kur'an’ın “erkekler” kelimesiyle çoğu yerde her iki cinsi de belirtmiş olması doğaldır. Bu, deyim yerindeyse “ataerkil” bir kültürde, yani kadının erkeğe tabi olduğu ve onun bağımlı bir parçası addedildiği bir kültürde gayet doğal bir şeydir. Ancak şu da gerçektir ki Kur'an özel hükümlerde kadın-erkek arasında ayrıma gitmiştir.”97 95 Güler, Kur’an’da Kadın-Erkek Eşitsizliğinin Temelleri, s.312 Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, s.194 97 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı -Metin Anlayışımız ve Kur'an İlimleri Üzerine-, s.147148 96 27 Razi de Allah’ın yasakladığı meyveyi Hz. Âdem ve Havva’nın birlikte yemelerine rağmen tövbeyi yalnızca Hz. Âdem yapmasının nedenini, Hz. Havva’nın Hz. Âdem’e tabi olmasıyla açıklamıştır. Bu nedenle Kur’an ve sünnette kadınlar zikredilmeksizin erkeklerin zikriyle yetinilmiştir.98 Mekki surelerdeki kadınlarla ilgili ayetleri konularına ve nüzul sırasına göre tasnif ederken sadece kadına hitap edilen ayetler ele alınmıştır:99 A. Kadının Yaratılışıyla İlgili Ayetler Kadının yaratılışıyla ilgili ayetler 3 başlık altında tasnif edilmiştir. Öncelikle insanın yaratılışıyla ilgili ayetler, daha sonra ilk kadın yani Hz. Havva’nın yaratılışını ele alan ayetler, son olarak da Hz. Havva’nın cennetten çıkarılışıyla ilgili ayetler nüzul sırasına göre sıralanmıştır. Musevi ve Hıristiyan din çevresinde ortaya çıkan “ilk günah felsefesi” ile kadına yüklenen olumsuz tavrın Hz. Havva’nın cennetten çıkarılması olayıyla ilgilendirilmesinden dolayı Hz. Havva’nın cennetten çıkarılmasına da kadının yaratılışı bölümünde yer verilmiştir. 1. Genel Olarak İnsanın Yaratılışıyla İlgili Mekki Ayetler: 96/Alak, 1-2; 92/Leyl, 3; 53/Necm, 32; 53/Necm, 45-46; 80/Abese, 18, 19, 20; 95/Tin, 4; 75/Kıyamet, 37-40; 77/Mürselât, 20-24; 50/Kâf, 16; 86/Tarık, 5-7; 35/Fatır, 11; 40/Mümin, 67; 42/Şura, 11; 42/Şura, 49-50; 16/Nahl, 4; 16/Nahl, 78; 71/Nuh, 17-18; 23/Müninun, 12-14; 32/Secde, 6-9; 30/Rum, 20-21; 13/Rad, 8, 98 99 Tefsîr-i Kebîr, 2/436 Nüzul sırasına göre tasnifte yararlandığımız kaynak Tefsîr-i Kebîr’dir. 28 76/İnsan, 2; 22/Hac, 5 2. Hz. Havva’nın Yaratılışıyla İlgili Mekki Ayetler: 7/Araf, 189; 39/Zümer, 6;30/Rum, 21 3. Hz. Havva’nın Cennetten Çıkarılışıyla İlgili Mekki Ayetler: 7/Araf, 19-23; 7/Araf, 27; 20/Taha, 115-122 B. İman Açısından Kadın Kadını imani açıdan ele alan ayetler 3 başlık altında tasnif edilmiştir. İlk olarak genel manada imandan bahsedilen ayetler, sonrasında ise Kur’an’da kendisinden özel olarak bahsedilen kadınların (inanan kadınlar: Hz. Meryem, Fravun’un eşi; inkar eden kadınlar: Hz. Nuh ve Lut’un eşleri ile Ebu Leheb’in eşi Ümmü Cemil, ) yer aldığı ayetler nüzul sırasına göre sınıflandırılmıştır. 1. Genel Olarak İmandan Bahsedilen Mekki Ayetler: 92/Leyl, 3-10; 40/Mümin, 40; 16/Nahl, 97 2. İman Eden Kadınlardan Bahsedilen Mekki Ayetler: 19/Meryem, 16-29; 19/Meryem, 32; 21/ Enbiya, 91; 23/ Müminun, 50; 28/Kasas, 9 3. İnkâr Eden Kadınlardan Bahsedilen Mekki Ayetler: 7/Araf, 83; 26/Şuara, 171; 27/Neml, 55; 27/Neml, 57; 11/Hud, 78-79; 15/Hicr, 60; 15/Hicr, 71; 37/Saffat, 135; 29/Ankebut, 32-33; 11/Hûd, 40; Tebbet, 1-5 29 C. Ailede Kadın Ailede kadın konusu anne, eş ve kız çocukları şeklinde üç başlık altında tasnif edilmiştir. 1. Anne Olarak Kadın 19/Meryem, 14; 19/Meryem, 32; 27/Neml, 19; 28/Kasas, 10-13; 17/İsra, 23-24; 11/Hud, 71-72; 6/Enam, 151; 31/Lokman, 14-15; 46/Ahkaf, 15; 46/Ahkaf, 17; 51/Zariyat, 29; 71/Nuh, 28; 14/İbrahim, 41; 21/Enbiya, 90; 29/Ankebut, 8 2. Eş Olarak Kadın: 11/71-73; 19/4-8; 28/23/27; 12/Yusuf, 21; 12/Yusuf, 23-32; 12/Yusuf, 50-51 3. Kız Çocukları: Cahiliye döneminde Araplar bazı putların ve meleklerin dişi olduğuna inanırlardı. Kız çocuklarını da öldürerek Alah’a adarlardı. Hem kız çocuğuna sahip olduklarında üzülür, utanç duyarlar hem de kız çocuklarını diri diri öldürerek Allah’a kız çocuğu isnat ederlerdi. Meleklerin ve putların dişi addedilmesi ve Allah’a kız çocuklarının isnat edilmesiyle kız çocuklarının öldürülmesi ilişkili olduğu için bu konuyla ilgili ayetleri kız çocukları başlığı altında sıraladık: 53/Necm, 19-23; 53/Necm, 27; 17/İsra, 39-40; 37/Sâffat, 149-160; 43/Zuhruf, 15-19;16/Nahl, 57; 52/Tur, 3 81/Tekvir, 8-9; 17/İsra, 31;6/Enam, 137; 6/Enam, 140; 6/Enam, 151; 16/Nahl, 58-59 30 D. Kadının Peygamberliği ve Yöneticiliği Kadının peygamberliği ile ilgili Hz. Musa’nın annesinin ve kadının yöneticiliği konusuyla ilgili Sebe melikesinin bahsedildiği ayetlerin nüzul sırasına göre tasnifi şöyledir: 20/Taha, 38; 27/Neml, 20-24; 27/Neml, 25-28; 27/Neml, 29-33; 27/Neml, 34-37; 27/Neml, 36-40; 27/Neml, 41-43; 27/Neml, 44 E. Ahiret Hayatı ve Kadın Ahiret hayatının anlatıldığı cennet tasvirlerinde kadın “huri” olarak adlandırılmaktadır. Huri kelimesi ilgili ayetlerde farklı sıfatlarla birlikte kullanılmıştır. Ahiret hayatı ve kadınlarla ilgili ayetlerin nüzul sırasına göre tasnifi şöyledir: 38/Sad, 49-54; 36/Yasin, 55-57; 56/Vakıa, 22-23; 56/Vakıa, 35-38; 37/Saffat, 48-49; 40/Mü'min, 7-9; 44/ Duhan, 54; 52/Tur, 20; 78/Nebe, 31-33; 55/Rahman, 56, 58; 55/Rahman, 70, 72, 74, 76 31 RAZİ’NİN YORUMLARIYLA MEKKİ SURELER/AYETLERDE KADIN 32 I. A. KADININ YARATILIŞI Genel Olarak İnsanın Yaratılışıyla İlgili Mekki Ayetler Kur’an’da insan soyunun büyük bir aile, bu ailenin ilk fertlerinin ise aynı nefisten yaratılan insan soyu olduğu bildirilmiştir. Allah huzurunda kadın ve erkek cinsinin insan olarak değer farkı yoktur. Yaratıcı “insan”ı kadın ya da erkek olmasına bakmadan en güzel şekilde yaratmıştır. Yaratılışla ilgili Mekki ayetlerin burada açıklanma nedeni kadın ile erkeğin yaratılış açısından farkının olamadığını izah içindir. Razi, Hac suresinin 5. ayeti ile Müminun suresinin 12-14. ayetlerinde insanın topraktan,100 nutfeden101 ve alakadan102 yaratılmasıyla ilgili geniş ve benzer açıklamalar yapmıştır. Tekrar olmaması için sadece Hac Suresi 5. ayetin açıklamasına yer verilecektir.103 22/Hac, 5: “Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmekten bir şüphede iseniz -düşününüz ki- biz sizi topraktan, sonra safi bir sudan, sonra kırmızı bir kan parçasından, sonra da tam yaratılmış veya tam yaratılmamış bir et parçasından yarattık. Size açıkça anlatalım diye dilediğimiz rahimlerde belirli bir vakte kadar durduruyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz, sonra da kemale eresiniz -diye yaşatıyoruz- ve sizden kimi vefat ettiriliyor kimi de ihtiyarlık çağına itiliverilir, ta ki, bilgiden sonra bir şey bilmez olsun. Ve yeryüzünü kurumuş bir halde 100 35/Fatır, 11; 40/ Mümin, 67; 23/Mminun, 12; 32/Secde, 6; 30/Rum, 20; 22/Hac, 5 53/Necm, 45; 40/Mümin, 67; 23/Müminun,12-14; 22/Hac, 5 102 96/Alak, 1-2; 75/Kıyamet, 37; 77/Mürselat, 20; 86/Tarık, 5-7; 35/Fatır, 11; 16/Nahl, 4; 23/Müminun, 13; 32/Secde, 7; 76/İnsan, 2; 22/Hac, 5 103 23/Müminun, 12-14. ayetlerin tefsiri için bkz. Mefâtihu’l-Gayb, XVI/398-400 101 33 görürsün. O vakit onun üzerine suyu indiriveririz, harekete gelir ve kabarır ve her güzel çiftten otları bitirir.” Bu ayeti Razi, yaratılışı 7 mertebede ele alarak açıklamıştır. Bu mertebeler kısaca şöyledir: 1. Mertebe: Topraktan yaratılma. Burada şu iki izah yapılmıştır. a. Topraktan yaratılmayla Hz. Âdem’in yaratılışı kastedilmektedir. b. İnsanın oluşmasını sağlayan gıdaların topraktan elde edilmesi kastedilmiştir. 2. Mertebe: “Nutfe”nin oluşmasıdır. Nutfe “erkeğin suyu” anlamına gelir. 3. Mertebe: “Alaka”nın oluşmasıdır. Alaka donmuş kan parçası demektir. 4. Mertebe: “Mudga”nın oluşmasıdır. Mudga bir çiğnemlik et parçasıdır. 5. Mertebe: Çocuk olma. “Tıfl” çocuk kelimesi tekil olarak gelmiştir. 6. Mertebe: “Eşüdd” hale gelme. Eşüdd kuvvetin, aklın ve temyiz gücünün tam olması demek olup müfredi olmayan çoğul kelimelerdendir. 7.Mertebe: Kiminin kuvvetine rağmen öldürülüp kiminin ihtiyarlığa ermesidir.104 Yaratılışla ilgili diğer bir ayet de 40/Mümin suresinin 67. ayetidir: “O -Hikmet Sahibi Yaratıcı- dır ki: Sizi topraktan, sonra bir nutfeden, sonra da bir kan pıhtısından yarattı. Sonra sizi çocuk olarak çıkarır, sonra kuvvetinizin tekâmülü 104 Tefsîr-i Kebîr, XVI/265-268 34 çağına -erişesiniz- sonra ihtiyarlayasınız diye -sizi yaşatır- sizden bazınız daha evvel öldürülür ve muayyen olan zamana erişesiniz ve belki düşünürsünüz- diye böyle yapar.” Bu ayette önce toprak sonra meni daha sonra alakadan yaratılış anlatılıyor. Ayette geçen ‘sizi topraktan yarattı’ ifadesinde geçen sizi kelimesinin Hz. Âdem olmadığını belirten Razi’ye göre burada kastedilen tüm insanlıktır. İnsan meni ve hayız kanından meydana gelmiştir. Meni kandan oluşur. Kan ise yenilen gıdalardan, gıdalar da topraktan elde edilir. Böylece her insan topraktan var olmuştur.105 Razi 53/Necm suresi, 32. ayette de (minel-arzı) kelimesinin, bütün insanlar için geçerli olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam eder: “Gerçi bazı insanlar yalnız Hz. Âdem (a.s)'in kastedildiğini söylerler. Fakat bizim açıkladığımız üzere gıdalar topraktan olur, gıdalardan da nutfe olur. Böylece her insanın aslı toprak olur.”106 Razi, 35/Fatır suresinin, 11. ayeti107, 32/Secde suresinin 8. ayeti108 ve 30/Rum suresinin 20. ayetinin109 tefsirinde de benzer açıklamada bulunmuştur. Yaratılışla ilgili bir diğer ayet 95/Tin suresinin, 4. ayetidir: “Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.” Razi ayetle ilgili şu açıklamaları yapmıştır: “Takvîm: Bir şeyi, te'lif ve terkibi hususunda, olması gerektiği en güzel biçime sokmak demektir. Nitekim Arapçada bu manada, “Kavvemtuhu, tekvimen, festekâme, vetekavveme” ‘Ben onu kıvamına getirdim, en güzel biçime koydum, o da en güzel biçime girdi’ denilir. Âlimler ayetteki, “en güzel biçim”in ne olduğu hususunda şu izahları yapmışlardır: 105 Tefsîr-i Kebîr, XIX/327-328 Tefsîr-i Kebîr, XX/552 107 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/385 108 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/201 109 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/92 106 35 1. Allah Teâlâ, insan hariç, her canlıyı yüzükoyun yürüyecek şekilde yaratmıştır. İnsanı ise, dimdik, yiyeceği şeyleri eliyle alıp yiyen bir şekilde yaratmıştır. 2. Esamm, bu en güzel biçimin, insanın aklının, anlayışının, edebinin, ilminin ve açıklamalarının mükemmelliğinde yattığını söylemiştir. Velhasıl birinci görüş, insanın zahiri biçimi ile ikincisi de, batini (manevi-ruhi) biçimi ile alakalıdır.”110 Genel olarak insanların yaratılışının ele alındığı ayetlerde Razi benzer açıklamalar yapmıştır. Üzerinde önemle durduğu bir konu “sizi topraktan yarattı” ifadesidir. Bu ifadede topraktan yaratılanın Hz. Âdem olmadığını belirten Razi’ye göre burada kastedilen tüm insanlıktır. İnsan meni ve hayız kanından meydana gelmiştir. Meni kandan oluşur. Kan ise yenilen gıdalardan, gıdalar da topraktan elde edilir. Böylece her insan topraktan var olmuştur.111 B. Hz. Havva’nın Yaratılışı Kur'an’da Hz. Havva’nın yaratılış hikâyesi genel hatları ile anlatılırken Kur'an’dan önceki kutsal kitap Tevrat’ta bu hikâyenin ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı görülür.112 110 Tefsîr-i Kebîr , XXIII/245-246 Muhammed Esed, insanın topraktan yaratılmasıyla ilgili 23/Münimun, 12. ayetinde yaptığı açıklamada Razi’nin yorumuna yer vererek kendisi de aynı görüşü benimser. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yay, Ankara, 1999, s.690 112 “Ve Rab Allah dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir, kendisine uygun bir yardımcı yapacağım… Ve Rab Allah adamın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapadı ve Rab Allah, adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adama getirdi. Ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir; buna nisa denilecek çünkü o insandan alındı. Bunun için insan anasını ve babasını bırakacak ve kadına yapışacaktır ve bir beden olacaklardır. (Tekvin 2:18-24) 111 36 Kur’an-ı Kerim’de Havva ismi geçmez. Hz. Havva, Hz. Âdem’in eşi (zevce) olarak yer alır. Müfessirler, Hz. Âdem’in “zevce”sinin kim olduğu Kur’an’da açıkça söylenmese de bu kişinin Hz. Havva olduğunda ittifak etmişlerdir.113 Hz. Havva’yla ilgili bazı sorular vardır. Hz. Havva ne zaman, neyden yaratılmıştır, cennete ne zaman girmiş ve cennetten niçin çıkarılmıştır? Bu sorularla ilgili farklı görüşler mevcuttur. Razi bu görüşleri tefsirinde ele alarak açıklamıştır. Razi’nin Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili görüşlerini daha iyi anlayabilmek için Razi’den önce ve sonra yaşayan iki müfessir Taberi (ö. 310/922) ve İbn Kesir (ö. 774/1372)’in görüşlerine yer vereceğiz. Taberi tefsirinde Hz. Havva’nın yaratılmasıyla ilgili şu açıklamaları yapılmıştır: “(Ey insanlar) Allah sizi bir tek kişiden yarattı. Sonra ondan da eşini var etti. Allah, sizin için, hayvanlardan sekiz çift indirdi. O, sizi annelerinizin karnında bir merhaleden bir merhaleye geçirerek üç karanlık içinde yaratır. İşte bunu yapan, rabbiniz olan Allah’tır. Mülk ancak onundur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl çevriliyorsunuz?” (39/Zümer, 6) Ayeti kerimede zikredilen “bir tek kişi”den maksat, Hz. Âdem, ondan meydana getirilen eşinden maksat ise Hz. Havva’dır. Katade, Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in kaburgasından yaratıldığını söylemiştir. Allah insanları Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan meydana getirmiştir…”114 İbn Kesir tefsirinde de Taberi tefsirindekine benzer açıklamalar yer almaktadır: “Kendileri ile huzura kavuşacağınız (kendi cinsinizden) kendi nefislerinizden size eşler (olacak dişileri) yaratmış olması da onun ayetlerindendir.” (30/Rum, 21) ayeti 113 114 Tefsîr-i Kebîr, II/388 et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Tevilil Kurân, Mısır, 1954, c.XXIV, s.194; ayrıca bkz. Rum Suresi, 21. ayetin tefsiri için c.21, s.31; Nisa Suresi 1. ayetin tefsiri için c.4, s.224 37 Allah Teâlâ'nın: “Odur, sizi bir nefisten yaratan ve ondan da gönlünün ısınacağı eşini var eden.” (7/A'râf, 189) ayeti gibidir ki burada Havva kastedilmektedir. Allah Teâlâ Hz. Havva’yı Âdem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah Teâlâ Âdemoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınlarını da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.”115 Hz. Havva’nın dolayısıyla da kadının yaratılışı konusunda Razi’nin tefsirinde inceleyeceğimiz ilk Mekki ayet Zümer suresinin 6. ayetidir: “Sizi bir tek kişiden yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içine bir yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıverir. İşte Rabbiniz olan Allah odur. Mülk onun içindir. Ondan başka ilâh yoktur. Artık nasıl döndürülüyorsunuz?” Razi burada “Allah, Âdem (a.s)'in zürriyetini, kendi belinden, zerreler halinde çıkardı, bundan sonra da, Havva’yı yarattı.”116 şeklinde kısa bir açıklama yapmıştır. Hz. Havva’nın yaratılışı konusunda inceleyeceğimiz bir diğer Mekki ayet Araf suresinin 189. ayetidir. Ancak Hz. Havva’nın adı, ne zaman ve neyden yaratıldığı konusunda Razi, Bakara suresinin 35. ayetinde açıklama yaptığı için tekrar olmaması nedeniyle okuyucuyu bu ayete yönlendirmektedir. Biz de ilk önce bu ayetteki açıklamaları aktarıp daha sonra Araf suresindeki açıklamalara yer ver vereceğiz. 2/Bakara, 35: “Ve demiştik ki: Ey Âdem, sen eşinle birlikte Cennette yerleş. Ondan, neresinden isterseniz, bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa (kendine) zulmedenlerden olursunuz.” Razi burada Hz. Havva’nın ne zaman yaratıldığıyla 115 İbn Kesir, İmadüddin Ebu’l-Fida İsmail bin Ömer, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim, Beyrut, 1998, c.6, s.2720; ayrıca daha ayrıntılı açıklama için bkz. Nisa Suresi 1. ayetin tefsiri, c.2, s.843-844 116 Tefsîr-i Kebîr, XIX/138 38 ilgili rivayetleri aktarır. İlk rivayet şöyledir: Süddi, İbn Abbbas, İbn Mesud ve bazı sahabeden şunu rivayet etmiştir: Cenabı Allah İblis’i cennetten çıkarıp Hz. Âdem’i cennete yerleştirince Hz. Âdem orada tek başına kaldı. Onunla beraber yalnızlığını giderecek kimse yoktu. Bu sebeple Cenabı Hak ona bir uyku verdi. Sonra sol tarafının kaburga kemiklerinden birini alıp yerine et koydu ve o kaburgadan Hz. Havva validemizi yarattı. Hz. Âdem uykudan uyanınca başucunda oturan bir kadın buldu ve ona ‘Sen kimsin?’ diye sordu. O ‘bir kadın’ cevabını verdi. Hz. Âdem ‘Niçin yaratıldın?’ dedi. O ‘Sen bana ısınasın diye yaratıldım’ dedi. Melekler ‘Onun ismi ne?’ diye sordular. ‘İsmi Havva’ dediler. ‘Niçin Havva diye isimlendirildi?’ dediler. Birisi ‘Çünkü o canlı bir şeyden yaratıldı’ dedi. İkinci rivayet ise şöyledir: Hz. Ömer ve İbn Abbas (r.a)’dan şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Cenabı Allah meleklerden bir ordu gönderdi. Onlar Hz. Âdem ile Havva’yı padişahların taşındığı gibi altından bir taht üzerinde taşıdılar. Onların elbiseleri nurdan idi. Her birinin başında yakut ve incilerle bezenmiş altın birer taç vardı. Hz. Âdem’in belinde inci ve yakutlarla süslenmiş bir kemer vardı. Böylece o ikisi cennete girdiler.” Razi, bu haber Hz. Havva’nın Âdem (a.s)’ın cennete girmesinden önce yaratıldığını, ilk haber de onun cennette yaratıldığını gösterir” 117 der. Rivayetleri verdikten sonra gerçeği Allah bilir diyerek yorum yapmadan konuyu bitirir. Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili olarak Bakara suresinin 35. ayetinde Razi Hz. Hasan’dan şu rivayete yer verir: Hiç şüphesiz kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Eğer onu doğrultmak istersen kırarsın. Eğer onu kendi haline bırakırsan 117 Hz. Havva’nın yaratışlıyla ilgili hadis rivayetlerinin değerlendirilmesiyle ilgili bkz. Ağırman, Cemal, Kadının Yaratılışı –İlgili Rivayetler Bağlamında Bir Yaklaşım- 39 ondan istifade edersin. O da düzelir. Daha sonra Razi yine hiçbir açıklamada bulunmadan diğer konuya geçer. 118 Razi’nin bazı konularla ilgili çok geniş rivayetlere ve görüşlere yer verdikten sonra kendi görüşünü çok kısa ifadelerle dile getirdiği görülmektedir. Kimi zaman da Razi konuyla ilgili hiç görüş belirtmeden sadece rivayetleri aktarır. Bu nedenle Razi’nin bir konu hakkındaki görüşlerini tam ortaya koyabilmek için o konuyla ilgili diğer ayetlerin tefsirlerine de bakmak gerekmektedir. Razi, Bakara suresinin 35. ayetinde “eğe kemiğinden yaratılma” ile ilgili bir hadis rivayetine yer vermiş ancak hiçbir yorum yapmadan diğer bir konuya geçmiştir. Bununla birlikte Hz. Havva’nın yaratılışının anlatıldığı diğer ayetleri incelediğimizde Razi’nin “eğe kemiğinden yaratılma”yı kabul etmediğini görmekteyiz. Bazı araştırmacılar sadece Bakara suresindeki açıklamalarından dolayı Fahreddin Razi’yi de kadının eğe kemiğinden yaratıldığını ileri sürenlerle birlikte anmaktadırlar.119 Konunun açıklığa kavuşması amacıyla Medeni surelere de yer verilerek Razi’nin bu konudaki tüm ifadeleri aktarılacaktır. Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili Razi, 4/Nisa, 1. ayette geniş açıklamalar yapmıştır: “Ondan da onun zevcesini yarattı” Razi buradaki “zevc”den maksadın Hz. Havva olduğunu belirterek onun Hz. Âdem’den yaratılmasıyla ilgili iki görüşü aktarır. Birinci görüşe göre Allah Hz. Âdem’i yaratıp onu bir süre uyuttu. Sonra onun sol kaburgalarının birinden Hz. Havva’yı yarattı. Hz. Âdem uyandığında ona meyledip onunla ünsiyet kurdu. Çünkü o, Hz. Âdem’in bedeninin bir parçasından yaratılmıştı. Bu görüşte olanlar şu hadisi delil olarak kullanırlar: Kadın eğri bir 118 119 Tefsîr-i Kebîr, II/387-388 Örnekler için bkz. Karslı, İbrahim, Kur'an Yorumlarında Kadın, s.75; Tuksal, Hidayet Şefkatli, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, s.54, 59 40 kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Eğer onu düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın. Onu eğri olarak bırakırsan ondan istifade edersin.120 İkinci görüş Ebu Müslim elİsfehânî'ye aittir. Ona göre ayetin manası, onun cinsinden, yani insan cinsinden, onun zevcesini yarattı, şeklindedir.121 Bu görüşüne Kur'an’ın, “Allah sizin için, kendinizden zevceler yaptı” (Nahl, 72) “Allah, onlara kendilerinden bir peygamber gönderdiği için...” (Âl-i İmran, 164) ve “Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki...” (Tevbe, 128) ayetlerini örnek gösterir. Razi de Ebu Müslim el-İsfehânî ile aynı görüşte olduğunu belirterek birinci görüşü benimseyen Kâdı’yı şöyle eleştirir: “Kâdı birinci görüşün daha kuvvetli olduğunu söylemiştir. Çünkü ancak bu durumda, ayetteki ‘Sizi bir tek candan yarattı’ ifadesi, yerinde olur. Zira Hz. Havva da yoktan yaratılmış olsaydı, o zaman insan soyu bir candan değil iki candan (nefisten) yaratılmış olurdu. Kâdî'nin bu görüşüne şu şekilde cevap verilir: Ayetteki “bir kişiden” sözünün başındaki “mîn”, ibtidâ-i gaye içindir. Yaratmanın ve yoktan var etmenin başlangıcı, bu tek can olan Hz. Âdem olunca, “sizi bir tek candan yarattı” denilmesi yerinde olur. Yine Cenabı Hakk'ın, Hz. Âdem’i topraktan yaratmaya kadir olduğu sabit olduğuna göre, Hz. Havva'yı da topraktan yaratmaya kadirdir. Durum böyle olunca, Hz. Havva'yı, Hz. Âdem’in bir kaburgasından yaratmasının manası nedir?”122 Araf suresinin 189. ayetinde “O, ulular ulusu zattır ki, sizi bir nefisten yaratmıştır ve eşini ondan yapmıştır ki onunla huzur bula. Ne zaman ki onunla ilişkide bulundu, hafif bir yük yüklendi. Bir müddet bununla gidip geldi. O zaman ki, 120 Tefsîr-i Kebîr, VII/310’daki hadislerin kaynağı: Buhârî, Enbiya, 1; Müslim, Redâ', 60 (2/1091) Muhammed Esed Nisa 1. ayetiyle ilgili yaptığı açıklamada Ebu Müslim’in bu görüşünü Razi’den naklederek kendisi de bu görüşe katıldığını belirtir. Bkz. Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s132133 122 Tefsîr-i Kebîr, VII/310-311 121 41 ağırlaştı Allah Teâlâ'ya, Rablerine dua ettiler ki eğer bize bir kusursuz -çocuk- verir isen andolsun ki, biz elbette şükredenlerden oluruz.” Razi Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili İbn Abbas'tan bir rivayet aktarır ve bu rivayeti değerlendirir. Rivayet şöyledir: “Bu ayette geçen “bir can” kelimesiyle Hz. Âdem, “bundan da eşini yapan...” kelimesiyle de Hz. Havva murat edilmiştir. Yani, Allah Teâlâ, Hz. Havva’yı, eziyet vermeksizin, Hz. Âdem (a.s)’in kaburgasından yaratmıştır...” 123 Razi bu rivayeti şöyle değerlendirmiştir: “Cenabı Hak: “O, sizi bir candan yaratan….dır” buyurmuştur. Meşhur olan görüşe göre, bu ayette geçen “nefs” kelimesiyle, Hz. Âdem’in nefsi kastedilmiştir. Yine, Cenabı Hak, “bundan da eşini yapan...” buyurmuştur. Bu tabirle de Hz. Havva kastedilmiştir. Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: Hz. Havva'nın, Hz. Âdem’in nefsinden yaratılmış olmasının manası, Allah Teâlâ'nın, Hz. Havva’yı Hz. Âdem’in kaburgalarının birinden yaratmış olmasıdır. Bunun hikmeti ise, cinsin, aynı cinse daha fazla meyyal, arzulu ve istekli olmasıdır. Birbirine bitişmenin illeti, cins birliğidir. Ben derim ki, bu söz müşkildir… Zira Allah Teâlâ, Hz. Âdem’i doğrudan doğruya yaratmaya kadir olduğuna göre bizi, Allah, Havva’yı Âdem’in cüzlerinin birinden yarattı, demeye sevk eden şey nedir? Biz niçin, Allah Teâlâ, Havva’yı da doğrudan doğruya yarattı, demiyoruz. Hem, insanı tek bir kemikten yaratmaya kadir olan, onu doğrudan doğruya yaratmaya niçin kadir olamasın? Yine onun sol kaburgalarının sayısı, sağ kaburgalarının sayısından noksandır, şeklindeki sözde de, hissin ve tıp biliminin hilafına olarak, sorgulanmayı gerektirecek bir durum mevcuttur. Geriye şöyle denilmesi ihtimali kalmıştır: Biz bunu söyleyemediğimize göre, o halde, Hak Teâlâ'nın, buyruğundaki “min” harf-i cerriyle kastedilen nedir? Biz deriz ki: Bir şeye bazen o şeyin şahsına, bazen da 123 Tefsîr-i Kebîr, XI/194 42 türüne göre işaret edilebildiğini zikretmiştik. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) bu, Allah'ın, namazı ancak kendisiyle kabul edeceği bir abdesttir,124 buyurmuştur. Hâlbuki burada geçen “abdest” sözüyle, o andaki muayyen ve tek bir abdest kastedilmemiş, tam aksine bununla tür kastedilmiştir... Ve yine, Hz. Peygamber (s.a.s), bu aşure günü, Cenâb-ı Hakk’ın, Hz. Musa'yı Firavun'a üstün getirdiği gündür, buyurmuştur. O halde, ayetten kastedilen mana, Allah, Hz. Âdem’in eşini insan türünden yaratmıştır, şeklinde olur ki, bunun maksadı, Allah Tealâ'nın, Hz. Âdem’in eşini de kendisi gibi bir insan yaptığına dikkat çekmektir.”125 Rum suresinin 21. ayetinde ise “Size nefislerinizden kendilerine ısınmanız için, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve şefkat yapması da onun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda iyi düşünecek bir topluluk için elbette ibretler vardır.” (30/Rum, 21) Razi, Araf suresinin 189. ayetindekilere benzer açıklamalar yapar: “Bazıları “min enfusekum” ifadesiyle Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in maddesinden yaratıldığının kastedildiğini ileri sürmüşlerse de sahih olan bu ifadeyle kastedilen mananın, “cinsinizden” şeklinde olduğudur. Nitekim Allah “Andolsun ki size, sizden (enfusekum) olan bir peygamber gelmiştir.” (Tevbe, 128) buyurmuştur. Mananın böyle olduğuna “Kendilerine ısınmanız için” buyurmuş olması da delalet etmektedir. Yani farklı iki cins canlıdan biri diğerinde sükûnet bulmaz… Nefsi onunla huzur bulmaz ve kalbi de ona meyletmez… demektir.”126 Görüldüğü gibi Razi Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili olarak farklı yorumlar yapmıştır. Taberi ve İbn Kesir tefsirlerinde Hz. Havva’nın eğe kemiğinden 124 Tefsîr-i Kebîr, XI/199-201’deki hadislerin kaynağı: İbn Mâce, Taharet, 41 (I/140); Ebu Dâvud, Taharet, 48 (I/25) 125 Tefsîr-i Kebîr, XI/199-201 126 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/9 43 yaratılmasına dair rivayetlere yer vermiş ve bunları eleştiren herhangi bir ifadede bulunmamışlardır. Ancak Razi, Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in eğe kemiğinden yaratılmasıyla ilgili hadis rivayetine tefsirinde yer vermiş ama bu rivayeti müşkil olarak kabul etmiştir. Razi Hz. Havva’nın eğe kemiğinden yaratılmasıyla ilgili rivayetleri hem akli yollarla ve tıbbî olarak hem de Kur’an’ın diğer ayetlerindeki benzer kullanımlarına dikkat çekerek reddetmiştir. Ancak bu reddediş Razi’nin israili haberleri kabul etmeyişinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Razi, kadınların erkekten yaratılmadığını ancak erkek için yaratıldığını ifade eder. Kadınlar tıpkı bitkiler, diğer canlılar gibi erkeklere olan nimeti tamamlamak için yaratılmışlardır. Durum böyle olunca kadınların diğer yaratılanlar gibi mükellef tutulmamaları gerekir. Ancak eğer kadınlar mükellef tutulmazlarsa Allah'ın erkeklere olan nimeti tamamlanmış olmaz. Çünkü azap müeyyidesi sayesinde kadın korkar, böylece kocasına itaat eder ve haramlardan sakınır. Aksi halde fesat zuhur eder. 127 C. Hz. Havva’nın Cennetten Çıkarılışı Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte Hz. Âdem’i cennetten çıkaran Hz. Havva’dır. Hz. Havva ve onun şahsında tüm kadın cinsine karşı takınılan olumsuz tavrın temeli bu olaya dayanmaktadır. Eski Ahit Tekvin Üçüncü bölümde Hz. Havva’nın Hz. Âdem’i ayartarak yasak meyveyi yemesine sebep oluşu anlatılmaktadır.128 Yeni Ahit’te de Hz. Âdem’in değil Hz. Havva’nın suçlu olduğu, itaatkâr olup erkeğe 127 128 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/94 Kitab-ı Mukaddes, Eski Ahit, Tekvin, 3:1-3:21 44 egemen olmaya kalkışmadan uysal davranır ve çocuk doğurursa kurtulabileceği ifade edilir.129 Bununla birlikte Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili haberlerde olduğu gibi onun cennetten çıkarılmasıyla ilgili israili haberler de yine klasik tefsirlerde yerini bulmuştur. Aldatan ve insanlığı Cennet’ten çıkaran Havva anlayışı, kadını insanlığın bütün günahlarından sorumlu tutmuştur. Çünkü ilk günah inancına göre, Hz. Havva’nın işlediği ve Hz. Âdem’e de işlettiği iddia olunan günah, irsî olarak bütün insanlığa geçmektedir ve bütün insanlar, bu günahla dünyaya gelmektedir. İsa Mesih, bu günahı temizlemek amacıyla kendini kurban ettiği için Hz. Havva, dolayısıyla kadın, Hz. İsa’nın kanından da sorumlu tutulmuştur. Aldatan Havva imajı, asırlar boyu kadın hakkında çok olumsuz tesir yapmış, bunun sonucunda kadına, çok defa güvenilmez ve düşük bir varlık olarak bakılmış,130 âdet hali, hamilelik ve çocuk doğurmanın onun için ebedî suçuna bir ceza olarak telâkki edilmiştir. Oysa Allah tarafından yasaklanan meyveyi Hz. Âdem ve Hz. Havva birlikte yemişlerdir.131 Hz. Havva dolayısıyla kadın, Hz. Âdem’in ve insanlığın cennetten çıkmasına sebep olan uğursuz, kötü varlık değildir. Konuyla ilgili ayetleri Taberi ve İbn Kesir’den başlayarak ele alacağız. Taberi tefsirinde konuyla ilgili şu rivayete yer verilmiştir: “Böylece onları 129 Kitab-ı Mukaddes, Yeni Ahit, Pavlus’un Timeteyus’a Birinci Mektubu İkinci Bölüm Dualar ve Tapınma, 10-15 130 “Meselâ dinî metinlerde geçen şu satırlar bu açıdan manidardır. “Ben ölümden daha acı, kendisi bir tuzak, kalbi bir kapan ve elleri zincir olan bir kadını buldum. Allah’ı hoşnut edecek bir kimse ondan kaçsın; o, sadece günahkârları tuzağına düşürsün... Araştırırken 1000 kişi arasında bir tane dürüst erkek buldum, ama bütün kadınlar arasında bir tane dürüst kadın bulamadım.” (Vaiz, 7: 26– 28) 131 7/Araf, 19-23; 20/Taha, 115-122 45 aldatarak, ağaçtan yemeye sevketti. Ve o ağacın meyvesinden tadınca avret yerleri onlara göründü. Başladılar cennet yapraklarıyla ayıp yerlerini örtmeye. Bunun üzerine Rableri onlara şöyle nida etti: Ben size bu ağaçtan yemenizi yasak etmedim mi? Ve size, şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır, demedim mi?” (7/Araf/22)… Ayet-i kerimenin devamında Rabbi onlara, Ben size bu ağaçtan yemenizi yasak etmedim mi ve Şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır, demedim mi, dedi, buyrulmaktadır. Muhammed b. Kays, ayetin bu bölümünü şu şekilde izah etmiştir: Allah Teâlâ Âdem’e: ‘Niçin bu ağaçtan yedin? Ben bunu sana yasaklamıştım’ dedi. Âdem de: ‘Ey Rabbim, onu bana Havva yedirdi’ dedi. Allah Teala Havva’ya: ‘Sen niçin ona bunu yedirdin?’ diye sordu. Havva da: ‘Bana yılan emretti’ dedi. Allah Teâlâ yılana: ‘Havva'ya bunu neden emrettin?’ diye sordu. Yılan da: ‘Onu bana İblis emretti’ dedi. Allah Teâlâ da: ‘İblis kovulmuştur, lanete uğratılmıştır. Sen de ey Havva, ağacı kanattığın gibi her ay kanayacaksın. Sana gelince ey yılan, senin ayaklarını keseceğim. Yüzüstü sürükleneceksin. Seni görenler kafanı ezecekler. Birbirinize düşman olarak inin’ buyurdu. Abdullah b. Abbas da diyor ki: Âdem ağaçtan yiyince Allah Teâlâ ona: ‘Sana yasaklamış olduğum ağaçtan niçin yedin?’ diye sordu. Âdem de: ‘Onu bana Havva emretti’ dedi, Allah Teâlâ: ‘Ben Havva’yı zorluklarla gebe kalması ve zorluklarla doğurmasıyla cezalandırdım’ buyurdu. Bunun üzerine Havva ağladı. O anda ona: ‘Ağlama, sana ve çocuğuna verildi’ denildi.”132 İbn Kesir’de de benzer bir rivayet yer almaktadır: “Abdürrezzâk'ın Ma'mer'den, onun Katâde'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Âdem: ‘Ey Rabbim; tövbe edip bağışlanma dilesem ne buyurursun?’ demiş, o da: ‘O halde seni cennete koyarım, 132 Taberi, Camiu’l-Beyan an Tevilil Kurân, c.8, s.143-144 46 buyurmuştu. İblis ise tövbe etmemiş mehil istemişti. İkisinden her birine istedikleri verilmiştir. îbn Cerîr der ki: Bize Kâsım'ın... İbn Abbas'tan rivayetine göre o, şöyle demiştir: Âdem ağaçtan yediğinde kendisine: ‘Sana yasakladığım ağaçtan niçin yedin?’ diye sorulmuş, o da: ‘Havva bana emretti’ demişti. Bunun neticesinde ancak zorlukla hâmile kalmasını, zorlukla doğurmasını ceza olarak verdim, buyurmuş ve bu sırada Havva inlemişti. Ona şöyle buyruldu: İnleme; sana ve çocuğunadır.”133 Razi Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın cennetten çıkarılması konusunu Araf suresinin 19-23. ayeti134 ile Taha suresi 115-122. ayetinde135 detaylı bir şekilde açıklamıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Razi, Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili tefsirinde israili haberlere yer vermiş ancak bunları kabul etmemişti. Bununla birlikte tefsirinde Hz. Havva’nın Hz. Âdem’i aldatarak cennetten çıkarılmasıyla ilgili israili haberlere yer vermemiştir. Ayetler: 7/Araf, 19-23: “Ey Âdem, sen zevcenle birlikte, cennete yerleş. İkiniz de dilediğiniz yerden yiyin ancak şu ağaca yaklaşmayın, sonra zalimlerden olursunuz. Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o ayıp yerlerini kendilerine göstermek için ikisine de vesvese verdi ve şöyle dedi: ‘Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için değil, ancak iki melek olacağınız yahut ebedilerden olacağınız için yasak etti’ Bir de onlara, ‘şüphesiz ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim’ diye yemin etti. İşte bu suretle ikisini de aldatarak, (o ağaca) tenezzül ettirdi. Ağacı tattıkları anda ise o çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet yapraklarından üst üste örtmeye başladılar. Rableri de, ‘Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size muhakkak apaçık bir düşmandır demedim mi?’ diye nida etti.” 133 İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim, c.3, s.1415-1416 Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XVI/63 135 Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XVI/58-65 134 47 20/Taha, 115-122: “Andolsun ki, Biz, bundan evvel Âdem’e de vahyetmişizdir. Fakat unuttu o. Biz, onda bir azim bulamadık. Hani meleklere, ‘Âdem için secde edin.’ demiştik de, İblis’ten başkaları, secde etmişti. O ise, dayatmıştı. Biz de: ‘Ey Âdem, demiştik, hiç şüphesiz ki bu, senin de zevcenin de düşmanıdır. Bundan dolayı, sakın sizi cennetten çıkarmasın o. Sonra zahmete düşersin. Çünkü senin, acıkmaman, çıplak kalmaman, hep oradadır ve sen, hakikaten, burada susamayacaksın, sıcak altında da kalmayacaksın.’ Derken Şeytan: ‘Ey Âdem, seni ebedilik ağacına ve zeval bulmayacak bir mülke götüreyim mi?’ dedi. İşte bunun üzerine ikisi de, ondan yediler. Hemen kötü yerleri açılıverdi. Üstlerini cennet yaprağından (alıp) örtmeye başladılar. Âdem Rabbine karşı gelmiş oldu ve şaşıp kaldı. Sonra Rabbi yine onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.” Razi bu ayetleri tefsirinde ilk olarak şeytanın yılanın karnında cennete girmesi rivayetini akli deliller öne sürerek reddeder ve Hz. Âdem ile Havva’nın cennetten çıkarılmasıyla ilgili çok geniş açıklamalar yapar. Şeytan iki melek ya da ebedilerden olacağı vesvesesiyle Hz. Âdem ve Havva’yı kandırarak cennetten çıkmalarına neden olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken Hz. Âdem’i kandıranın Hz. Havva değil şeytan olduğudur.136 Razi’nin, Hz. Âdem ve Havva’nın cennetten çıkarılmasıyla ilgili gerek Mekki gerekse Medeni ayetlerin hiçbirinde Hz. Havva’nın Hz. Âdem’i aldattığına dair tek bir kelime dahi kullanmadığını görüyoruz. Ayrıca Taberi ve İbn Kesir’in tefsirlerinde yer verdiği Hz. Âdem’in yasak meyveyi yemesine sebep olanın Hz. Havva olduğu ve bundan dolayı hamilelikle cezalandırılması gibi herhangi bir rivayete de tefsirinde yer vermemiştir. Razi yasak ağaçtan Hz. Âdem ile Havva’nın birlikte yediğini ve 136 Tefsîr-i Kebîr, X/319-328 48 cennetten birlikte çıkarıldıklarını açıklar. Razi’nin, Hz. Havva’dan kimi zaman “Havva annemiz” diye bahsetmesi ona duyduğu saygının bir ifadesi olarak değerlendirilebilir.137 137 Tefsîr-i Kebîr, II/414 49 II. İMAN AÇISINDAN KADIN İslam’a göre, Allah’a ve diğer iman esaslarına inanmakta, Allah’ın dünya ve ahiretle ilgili emir ve yasaklarına muhatap olup onların gerektirdiği ceza veya mükâfata ermekte kadınla erkek arasında herhangi bir fark yoktur. Eşlerden kadın eğer iman etmemişse kocasının iyi olması hatta peygamber olması bile ona fayda vermez. Örneğin Allah’ın peygamberlerinden olan Hz. Nuh ve Lut’un eşi kocalarına inanmamışlardır. Şayet kadın inanıp kocası inanmamışsa, o zaman da kocasının cezalandırılması kadına zarar vermez. Bunun da örneği Musa peygamber devrindeki Firavun’un zevcesidir.138 Peygamber hanımı olmak Hz. Nuh ve Lut’un eşini yanlış seçimlerinin sorumluluğundan kurtarmamış, buna karşılık Firavun’un eşi kocasının yanlış seçimine rağmen kendi tekâmül yolunda üst mertebelere ulaşmıştır.139 Nahl suresinin 97. ayetinde “Gerek erkek, gerek kadın, kim mümin olarak, salih amel işlerse, hiç şüphesiz onu, çok güzel bir hayat ile yaşatırız ve mutlaka, yapa geldiklerinin daha güzeliyle ecir veririz.” buyrulmuştur. Ayetteki “men” (kim) kelimesi, umumi bir mana ifade etmesine rağmen ayrıca “Gerek erkek, gerek kadın” lafzının kullanılmasını Razi şöyle açıklar: “Bu ayet, hayır ve iyilik vaat etmektedir. Vaadi iyice izah etmek ise, tekit etmek ve tahsis (sınırlama) vehmini kaldırmak için, kerem ve rahmetin delillerinin en büyüklerindendir.”140 138 Topaloğlu, Bekir, İslam’da Kadın, Yağmur Yay, İstanbul,1970, s. 22 Hatemi, Hüseyin, İlahi Hikmette Kadın, Birleşik Yay, İstanbul, 1999, s.21 140 Tefsîr-i Kebîr, XIV/337-338 139 50 A. İman Eden Kadınlar: Hz. Meryem ve Firavun’un Eşi Kur’an’da övülen kadınların başında geleni Hz. Meryem; iffet, ismet ve takva gibi faziletleri kendinde toplamış bir şahsiyettir (3/Âl-i İmran, 45; 21/Enbiya, 91; 66/Tahrim, 12). Hz. Meryem bedeni ve ruhi saflığı, kendini Allah’a ibadete adaması, iffet ve namusunu koruması sebebiyle “Betûl” olarak adlandırılmıştır. Betûl ayrıca manevi mükemmellikle birlikte fiziki güzelliği de ifade ettiğinden Hz. Meryem zamanının en güzel ve en mükemmel kadını olarak da tanımlanmaktadır.141 Meryem kelimesinin “rym” kökünden “istemek, ayrılmak” anlamında Arapça bir kelime olduğunu söyleyenler142 bulunduğu gibi İbranice bir kelime olup “ibadet eden” manasına geldiğini kabul edenler de vardır.143 Meryem adı birinde sure adı olmak üzere Kur’an’ın 12 suresinde 34 defa geçmektedir:144 Hz. Meryem, Kur’an’da adı geçen tek kadındır. “Arap kültüründe önde gelen kişiler, hanımlarının ve kızlarının adlarını açıkça söylemez ve onlardan bahsetmek söz konusu olunca “eşimiz, ailemiz, ehlimiz” gibi kinaye lafızlarıyla onları anarlardı. Kur’an da bu geleneğe uyarak yalnızca Hz. Meryem ismine yer vermiştir. Çünkü Hz. Meryem sıradan bir kadın değildi. O, kadınların en seçkini, küfürden, günah ve fuhuştan uzak kalmış temiz, iffetli Allah’ın ikramlarına daha dünyada iken nail olmuş örnek bir hanımdı. İsrailoğulları Hz. Meryem ve onun babasız dünyaya gelen çocuğu Hz. İsa hakkında ileri geri konuştukları için Yüce Allah onun ismini açıkça zikretmiş hem de onların iddialarını tamamen geçersiz kılmak ve Hz. Meryem’in 141 İbn Manzur, Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, Beyrut, 1956, c.11, s.43 İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c.12, s.259 143 Zemahşeri, Ebul-Kasım Mahmud b. Ömer, Tefsirul-Keşşaf, Matbaa-i Amire, Mısır, 1307, c.I, s.144; Harman, Ömer Faruk, “Meryem” TDVİA, c.29, s.240 144 Bakara (2), Al-i İmran (7), Nisa (4), Maide (10), Tevbe (1), Meryem (3), Müminun (1), Ahzab (1), Zuhruf (1), Hadid (1), Saf (2), Tahrim (1); Abdulbaki, Muhammed Fuad, , Mûcemul- Müfehres liElfazıl Ku’anil-Kerim, el-Kahire, 1988, s. 839-840; Tümer, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, TDVY, Ankara, 1997, s.153 142 51 dedikodulardan tamamen uzak olduğunu tekitli bir biçimde anlatmak için tekrar tekrar onun ismini açıkça anmıştır.”145 Meryem’in babasının adı İmran’dır. Annesinden adı verilmeksizin İmran’ın karısı diye bahsedilmektedir. Razi, tefsirinde Meryem’in annesinin adını Hanne olarak aktarır. Meryem’e adını annesi verir. Razi, çocuğa annesinin isim vermesi ve babasından hiç söz edilmemesini Meryem’in babasının daha o doğmadan önce vefat ettiği şeklinde yorumlamaktadır. Razi, Meryem kelimesinin onların dilinde “İbadet eden, âbid kadın” manasına geldiğini aktarır. 146 Hz. Meryem’i Allah seçkin olarak tanımlamış ve onun tüm kadınlardan üstün olduğunu bildirmiştir. Razi’ye göre Hz. Meryem’in diğer kadınlardan üstün olması onun doğduğu andan itibaren Allah’a ibadet etmesi maksadıyla Beyti Makdis’e verilmesi, bunun sonucu olarak dünyanın tüm işlerinden uzaklaşmasından kaynaklanmaktadır.147 Kur’an’da Hz. Meryem’in hayatıyla ilgili olaylar kronolojik sıra ile verilmez. Ancak ayet grupları arasındaki ilişkilerle ve tefsir usulündeki yöntemlerle bazı sonuçlara ulaşılabilir.148 Kur’an’da kendisinden övgüyle bahsedilen kadınlardan biri de Firavun’un eşidir. Razi, Kasas suresi, 9. ayetinin149 tefsirinde Firavun’un eşinin adını Asiye bint Muzâhim olarak zikreder ve onun nasıl iman ettiğiyle ilgili İbn İshak’tan şu rivayeti 145 Akpınar, Ali, Kur'an Coğrafyası, Fecr Yayınları, Ankara, 2002, s.85 Tefsîr-i Kebîr, VI/276-277 147 Ayrıntılı bilgi için bkz, Tefsîr-i Kebîr, VI/304-305 148 Tümer, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, s.161 149 28/Kasas, 9: “Ve Firavun'un eşi dedi ki: Benim için ve senin için bir göz aydınlığı. Bunu öldürmeyiniz. Umulur ki bize faydalı olacaktır veya onu oğul ediniriz. Onlar ise farkında olamıyorlardı.” 146 52 aktarır: “Allah Teâla Hz. Musa (a.s)’ın sevgisini Firavun’un hanımının kalbine attı. Çünkü Hz. Musa (a.s)’ın yüzünde, gören herkesin sevebileceği bir tatlılık vardı. Bir de, Firavun’un hanımı o sandığı açarken, o nuru görmüştü. Ayrıca, Firavun’un hanımı, o sandığı açarken, Hz. Musa (a.s)’ın parmağını emerken bulmuştu. Bir başka husus da, Firavun’un kızının, Hz. Musa (a.s)’ın tükürüğünü, alacalı yerlerine sürdüğünde iyileşmiş olmasıdır. Firavun’un hanımının çocuğu olmadığı için, onu sevmiş olduğu da söylenmiştir...” Razi’nin aktardığı diğer rivayet ise İbn Abbas’tandır: “Firavun’un hanımı, benim için de senin için de bir göz aydınlığı, deyince Firavun, bu senin için böyle, bana gelince, benim buna ihtiyacım yok, dedi. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Kendisine yemin olunan Allah’a yemin ederim ki, şayet Firavun da, hanımı gibi, onun kendisi için bir göz aydınlığı olacağını ifade etseydi (Allah) hanımını hidayete erdirdiği gibi onu da hidayete erdirirdi...”150 B. İnkâr Eden Kadınlar: Hz. Lut ve Hz. Nuh’un Eşi, Ebu Leheb’in Eşi Peygamber eşi olmasına rağmen iman etmeyen kadınlardan biri Hz. Lut’un eşidir. Razi, Lut’un eşinin adının Vahile olduğunu söyler.151 Hz. Lut’un kavminde (Sedum ya da Sodom) 152 livata yani homoseksüellik yaygındı. Tüm uyarılara rağmen 150 Tefsîr-i Kebîr, XVII/480-481 Daha fazla bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XXI/567-568 152 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/10-11 151 53 bu durumdan vazgeçmeyen kavim helak edilmişti. Helak olanların içinde Lut’un eşi de vardı.153 Konuyla ilgili ayetler şunlardır: 7/Araf, 83: “Artık biz onu ve ehlini kurtardık, zevcesi müstesna, o geriye kalıp helâk olanlardan oldu.”; 26/Şuara, 171: “Geri kalanların içinde yalnız bir yaşlı kadın vardı.”; 27/Neml, 55: “Siz kadınlarınızı bırakıp da şehvetle erkeklere mi yanaşacaksınız? Doğrusu siz cahilce hareket eden bir kavimsiniz.”; 27/Neml, 57: “Binaenaleyh onu ve bütün ailesini kurtardık, karısı müstesna, onu takdirimizle azapta baki kalanlardan kıldık.”; 15/Hicr, 60: “Karısı müstesna, takdir ettik ki, muhakkak o, azapta kalacaklardandır.”; 37/Saffat, 135: “Azap içinde kalanlar arasındaki bir yaşlı kadın müstesna.”; 29/Ankebut, 32-33: “Dedi ki: Orada muhakkak ki, Lût vardır. Dediler ki: Biz orada kim olduğunu daha iyi biliriz. Elbette onu ve ailesini kurtaracağız, karısı müstesna. O geride kalanlardan oldu. Ve o vakit ki, elçilerimiz Lût'a geldi. Lût onlar hakkında tasalandı ve onlar sebebiyle takati darlaştı. Ve dediler ki: Korkma ve üzülme, şüphe yok ki, seni ve aileni kurtaracağız, yalnız eşin müstesna. O geride kalanlardan oldu.” Kur’an’da Lut’un eşi hakkında “acûz” sıfatı kullanılmaktadır. Acûz ise yaşlı hanım demektir.154 Razi, Hud suresi 78-79. ayetleri açıklarken bu kadından “ihtiyar ve kötü kadın” diye bahseder.155 Lut’un kavmi livatadan dolayı azaba uğramıştır. Razi Lut’un hanımının livata yapmadığı halde helak olanlar arasında yer aldığını söyleyerek bunun nedenini şöyle 153 Ayrıntılı bilgi için bkz. Râzi, Tefsîr-i Kebîr, X/500-501; Tefsîr-i Kebîr, VII/366-368; Eski Ahit’te Hz. Lut’un karısının istemeyerek helak olduğu ifade edilir. Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Eski Ahit, Tekvin, 19:26 154 Ayrıntılı bilgi için bkz. Müftüoğlu, Ömer, Kur’an’da Hz. Lut ve Kavmi, s 91-95 155 Tefsîr-i Kebîr, XIII/80 54 açıklar: “Şerre delalet eden kimsenin, tıpkı, hayra delalet edenin hayrı yapan gibi addedilmesine benzer olarak, onu yapan gibi bir hissesi ve payı vardır. O kadın ise, Lût (a.s) kavmine, Lût (a.s)'un misafirleri olduğunu haber vermiş, buna delâlet etmiştir. Böylece o hayâsız adamlar, o misafirleri kafalarına koymuşlardır. İste o kadın bu yol göstericiliği yüzünden, onlardan biri gibi olmuştur.”156 Peygamber eşi olup iman etmeyen kadınlardan bir diğeri de Hz. Nuh’un eşidir. Konuyla ilgili 11/Hûd, 40. ayet şöyledir: “Nihayet emrimiz gelip de fırın kaynadığı zaman, dedik ki: ‘Her birinden ikişer çift ile aleyhinde söz geçmiş (helakleri takdir edilmiş) olanlar müstesna. Aileni ve iman edenleri, içine yükle.’ Zaten onun yanındaki az sayıda insandan başkası da iman etmemişti.” Razi Hz. Nuh’un eşinin adının Vaile olduğunu nakleder.157 Hz. Nuh’un kavmi Allah’a iman etmeyince helak edilecekleri kendilerine bildirilmiştir. Ancak yine de iman etmeyen kavim sular altında bırakılarak helak edilmiştir. Helak edilenler arasında Nuh’un eşi ve oğlu da bulunmaktaydı.158 Razi iman ve inkar eden kadınlarla ilgili geniş açıklamalar yaptığı için Medeni bir sure olmasına rağmen Tahrim suresinin ilgili ayetlerine burada yer vereceğiz. 66/Tahrim, 10-11: “Allah kâfirlere, Nuh'un karısı İle Lût'un kansım misal olarak gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki iyi kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken hainlik ittiler de, o iki koca, onları Allah'ın azabından hiçbir şekilde kurtaramadılar. (O iki kadına), ‘Ateşe girenlerle beraber, siz de girin’ denildi. Allah iman edenlere de, Firavun'un karısını misal olarak gösterdi. Hani o kadın, ‘Ya Rabbi, bana katında, 156 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/15 Tefsîr-i Kebîr, XXI/567-568 158 Açıklama için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XIII/23-24 157 55 cennet içinde bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun amellerinden kurtar. Beni, o zalimler güruhundan kurtar’ demişti” Müfessire göre burada bahsedilen iki kadının hainliklerinin bu kadınların münafık olup, küfürlerini saklamaları ve o iki peygamberin aleyhine benzeri hain gayeler gütmeleri manasınadır. Meselâ Nuh’un karısı, kavmine, o delidir, demiş; Lût'un karısı da, Hz. İbrahim (a.s)’in misafirlerinin gelişini kavmine haber vermiştir. Yoksa bu iki kadının, zina fiilinde bulunarak, kocalarına hainlik yaptıkları söylenemez.159 Razi, Tahrim suresinin sonunda Hz. Nuh ile Lut'un karısının mesel olarak verilmesinin bazı hikmetleri olduğunu kaydederek bunları şöyle sıralar: 1. Erkeklerin ve kadınların, “Büyük mükâfat ve büyük azap” hususunda dikkatlerini çekmek... 2. Başkasının salâhının iyi güzel yolda olmasının, fesat içinde olana fayda vermeyeceğini; başkasının fesadının da iyi ve güzel yolda olana zarar vermeyeceğini bilmek... 3. Erkek, takvanın zirvesinde dahi olsa, kadın konusunda ve nefsi konusunda kendisine güvenmemelidir. Bu tıpkı, Nuh ve Lut (a.s)’un hanımlarından sudur eden hal gibidir. 4. Kadının namusluluğunu ve iffetini bilmek çok mükemmel bir fayda temin eder. Bu da tıpkı, Cenabı Hakk’ın, hakkında, “Şüphesiz ki Allah seni seçti ve seni temiz kıldı; seni, (zamanındaki) âlemlerin kadınlarına üstün kıldı” (Âl-i İmran, 42) buyurduğu İmran Kızı Meryem’de olduğu gibidir. 159 Tefsîr-i Kebîr, XXI/565 56 5. Cenabı Hakk’ın huzurunda sadakati bütün olarak yalvarıp yakarmanın, onun cezasından kurtulup, hesapsız mükâfatlar elde etmeye vesile olacağına ve ezeli olan zatın huzuruna bütün her konuda başvurmanın gerekli olduğuna, dönüşün, şanı yüce, kelimesi üstün, kendisinden başka tanrı olmayan ve ancak kendisine dönülecek olan zata olacağına dikkat çekmek...”160 İman etmeyen bir diğer kadın da Ebu Leheb’in eşi Ümmü Cemil’dir. “Harb’in kızı olan Ümmü Cemil Ebu Süfyan ibn Harb’in kız kardeşi, Muaviye’nin de halasıdır. Hz. Peygamber’e karşı amansız düşmanlık sahibidir. Ümmü Cemil’den Tebbet suresinde bahsedilmektedir. 111/Tebbet, 1-5: “(Asıl) Ebû Leheb'in elleri kurusun… Ona, malı da, kazandığı da fayda vermedi. Alevli bir ateşe yaslanacak. Odun hamalı olan karısı da boynunda liften örülmüş bir ip” Razi müfessirlerden Ümmü Cemil’in odun hamalı olması hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur: 1. O, demet demet diken ve pıtırak dikenleri taşıyor ve bunları, geceleyin Hz. Peygamber (s.a.s)'in yoluna saçıyordu. Buna göre şayet “O, şerefli ve varlıklı bir aileye mensup idi. Daha nasıl onun için “O, odun hamalı idi denilebilir?” denilirse biz deriz ki: Malı çok olsa da o, bayağı ve adi bir kimse idi. Ya da Hz. Muhammed (s.a.s)’e olan aşırı düşmanlığından dolayı Hz. Peygamber (s.a.s)'in yoluna atmak için, kendisine odun ve diken taşıtmıştır. 2. O, insanlar arasında laf götürüp getiriyordu. İşte, insanların arasını bozmak için, laf götürüp getiren kimseye, “Onlar arasında odun taşıyor”, yani, “Aralarında ateş yakıyor” denilir. Nitekim gevezelik yapan kimseye, “Geceleyin odun toplayan” 160 Tefsîr-i Kebîr, XXI/567-568 57 adı verilir. 3. Katâde'nin görüşü: Buna göre, o, Hz. Peygamber (s.a.s)’i fakir olmakla kınıyordu. İşte bunun üzerine, odun taşımış olmakla ayıplanmış ve kınanmıştır. 4. Ebû Müslim ve Saîd ibn Cübeyr’in görüşü. Burada murat edilen, onun, Hz. Peygamber (s.a.s)’e düşmanlık hususunda yüklenmiş olduğu günahlardır. Çünkü bu, onu ateşe götürme konusunda, odun mesabesindedir. Bunun bir benzeri de budur. Cenabı Hak, günah işleyen kimseyi, sırtında yük bulunduğu halde yürüyen bir kimseye benzetmiş ve “Muhakkak ki onlar, bir iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmişlerdir” (Ahzab, 58), “Onlar, günahlarını sırtlarında taşıyacaklardır...” (Enam, 31) ve “Onu insan yüklendi...”(Ahzab, 72) buyurmuştur.”161 Razi, Ümmü Cemil’le ilgili açıklamalarına şu soruyu sorarak devam eder: “Kadınları zikretmek, kerem ve mürüvvet sahibi olana yakışmaz. O halde bunları zikretmek Allah'ın kelamına nasıl yaraşır? Üstelik bu kadın amcanın hanımı olursa?” Cevap olarak ise şunlar söyler: “Kendilerini zikretmek, o iki kadının küfürleri sebebiyle Nuh'un hanımı ile Lut (a.s)'un hanımı hakkında imkânsız görülmeyince, kocası kâfir olan kâfire bir kadının zikredilmesi, haydi haydi tuhaf görülmez.”162 161 162 Tefsîr-i Kebîr, XXIII/547-548 Tefsîr-i Kebîr, XXIII/549 58 III. AİLEDE KADIN Aile tabi, hukuki, toplumsal ve dini bağlara dayanan birliktir.163 Toplumsal hayatın en temel birimi sosyal yapının çekirdeği olan aile insanlık tarihiyle yaşıt bir kurumdur. Bu kurumun kökeniyle ilgili farklı sosyolojik açıklamalar bulunsa da ilk aile Hz. Âdem ve Havva ile ortaya çıkmıştır.164 Carullah ailenin önemini şöyle dile getirmiştir: “Yaratılışın ve yaratılış ile ilgili bütün tedbirlerin gayesi ailedir. Aile hayatın cenneti ve ebedi cennetin de başlangıcıdır. Hatun olmayınca aile hiçbir yere yerleşemez, cennet yüzü göremez hayatın lezzetini alamaz halifelik şerefinde kalamaz, tabiatı da emrine alamaz. Âdem yalnız başına yarımdır. Hatunla beraber tam olur. İki erkekten bir şey çıkmaz. Hatun olmayınca cennet de olmaz, aile de olmaz.”165 Ailenin en dar biçimi eşler ve çocuklardan oluşanıdır. Aile içinde kadın; anne, eş veya çocuktur. Cahiliye döneminde aile müessesesinde kadın pek de iyi bir yere sahip değildi. Mekki surelerde bozuk olan bu müessese yeniden tesis edilmiş, kadına tam bir kişilik kazandırılmıştır. Bunu yapmaya ilk olarak kadının anne, eş ve evlat olarak değerlerinin iade edilmesiyle başlanmıştır. Özellikle kız çocuklarına karşı takınılan menfi tavır pek çok ayette eleştirilmiş ve kız çocuklarının da erkekler gibi değerli olduğu beyan edilmiştir. A. Anne Olarak Kadın 163 Taplamacıoğlu, Mehmet, Din Sosyolojisi, Ankara Ünv. İlahiyat Fak. Yay, Ankara, 1983, s.224 Ünal, İsmail Hakkı, Kur'an’da Aile Kurumu, DİD, c.40, sy.2, s.8 165 Carullah, Musa, Kur’an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin Nurları Huzurunda Hatun, (Yay. Haz. Görmez, Mehmet), Kitabiyat, Ankara, 1999, s.48 164 59 Kur'an’da annenin tek olarak geçtiği ayetler olmakla birlikte çoğunlukla “anababa” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Arapçada ana-baba kelimesini karşılayan kelime “ebeveyn”dir. Ebeveyn kelimesinin tekili olan eb (çoğulu âbâ, übüvve), “çocuk kendisinden olan erkek (vâlid)” anlamına gelir. Ebeveyn ana-babayı, ayrıca dede ile baba veya amca ile babayı birlikte ifade eder.166 “Ümm” kelimesi ise Arapçada “çocuğun kendisinden doğduğu kadın (valide) şeklindeki yaygın anlamı yanında daha genel olarak bir şeyin başlangıcında veya varlığında, yetiştirilmesinde ve iyileştirilmesindeki temel unsuru ifade eder.167 Ana kelimesi asıl, temel, merkez, kaynak gibi anlamlara gelir.168 İnsan neslinin devamında çok önemli rol üstlendiği içi anne insanlığın temeli, kaynağı olarak kabul edilebilir.169 Kur’an’da bu kelimenin bahsedilen anlamlarda kullanıldığı ayetler bulunmaktadır.170 Kur’an’ın 26 ayetinde (ümmü) kelimesi anne manasında kullanılmıştır.171 Eb ve ümmün yanı sıra baba ve ana manasında Kur’an’da vâlid ve vâlide kelimeleri de kullanılmıştır. Bunların tekil, ikil ve çoğul şekillerinin 170’ten fazla ayette geçtiği görülür.172 Kur'an’da ana-babaya iyilik emredildikten sonra Lokman suresinin 14. ayeti ile Ahkaf suresinin 15. ayetinde anne hakkına özellikle değinilir. Kur’an’da Allah’a itaat ve ibadetten sonra anne babaya itaat ve iyilik gelir. Allah kendine hiçbir şeyi ortak koşmamayı bildirdikten sonra ana-babaya iyilik 166 Akyüz, Vecdi, “Ana baba”, TDVİA, c.3, s.101 Akyüz, “Ana baba”, s.102 168 İbn Manzur, Lisanul-Arab, c.12, s.22; Sarı, el-Mevarid, s. 48 169 Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, s.157 170 Bkz. 3/Ali İmran, 7; 6/Enam, 92; 28/ Kasas, 59; 42/Şura, 7; 43/Zuhruf, 4 171 Abdulbaki, Muhammed Fuad, Mûcemul- Müfehres li-Elfazıl Ku’anil-Kerim, el-Kahire, 1988, s.101-102 172 Akyüz, “Ana baba”, s.102 167 60 mükellefiyetini zikretmiştir. Çünkü insan üzerindeki nimet çeşitlerinin en büyüğü Allah’ın nimetidir. Bunun peşinden ana-babanın verdiği nimetler gelir. Diğer bir sebep de insanın var olmasındaki hakiki müessirin Allah, zahirde ise anne ve babanın olmasıdır. Ayrıca ana-babanın insan üzerindeki nimeti de gerçekten çok büyüktür. Bu nimet terbiye, şefkat, küçük iken insanı yok olmaktan koruma ve benzeri iyiliklerdir.173 Kur'an’da ana-babaya saygı konusunun en geniş şekilde 17/İsra, 23-24. ayetlerinde yer aldığı görülür: “Ve Rabbin emretmiştir ki, kendisinden başkasına ibadet etmeyin ve ana ile babaya ihsanda bulunun. Senin yanında onlardan biri veya ikisi de ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara öf -bile- deme ve onları menetme azarlama- sözlerini kesme -ve onlara güzel hitapta bulun. Ve ikisi için merhametten tevazu kanadını indir ve de ki: Ey Rabbim! İkisine de merhamet buyur. Nasıl ki, onlar beni çocuk iken besleyiverdiler.” Bu ayetlerde Allah önce kendisine ibadet etmeyi, peşinden de ana-babaya itaati emretmiştir. Razi’ye göre Allah’ın kendine ibadet etmeyi emretmesiyle ana-babaya itaati emretmesi arasında bazı münasebetler vardır. Bunlar: 1. İnsanın var olmasının gerçek sebebi, Allah’ın onu yaratıp var etmesidir. Var oluşunun zahiri sebebi ise, onun anne-babasıdır. Böylece Allah, ilk önce pek çok sebebe tazim edilip saygı duyulmasını, bunun peşinden de zahiri sebebe tazim edilmesini emretmiştir. a. Mevcut, var olan, ya akimdir, ya da muhdes. Bununla birlikte insanın kadim ilah ile olan muamelesinin tazim ve kulluk ile muhdes ile olan muamelesinin 173 Tefsîr-i Kebîr, X/245 61 de, ona karşı şefkatini ortaya koyarak tezahür etmesi gerekir ki, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Allah’ın emrine saygı duymak, mahlûkata karşı da şefkat göstermek” şeklindeki hadisinden kastedilen de budur. Kendilerine en fazla şefkat duyulması gereken mahlûk ise, ana-babadır. Çünkü onların, o insana karşı inam ve lütufları son derece fazladır. O halde, “Rabbin, kendinden başkasına kulluk etmeyin…diye hükmetti” buyruğu, Allah’ın emrine itaat edip tazim göstermeye; “Ana ve babaya iyi muamele edin” buyruğu da, Allah’ın mahlûkatına şefkatli davranmaya bir işarettir. b. Nimet verene şükretmekle meşgul olmak vaciptir. Gerçek nimet veren ise Allah’tır. İnsanlardan birisi de sana inamda bulunmuş olabilir. O halde ona da teşekkürde bulunmak gereklidir. Çünkü Hz. Peygamber, “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmez” buyurmuştur. Hâlbuki insan üzerinde ana-babanınki kadar hiç kimsenin bir nimet ve iyiliği bulunmamaktadır.”174 Razi ana-babanın evlatları üzerindeki haklarının sebeplerini şöyle sıralar: 1. Çocuk ana-babasının bir parçasıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) "Fatıma benden bir parçadır'' buyurmuştur. 2. Ana-baba çocuğuna alabildiğince şefkat duyar ve onların çocuklarına her türlü iyiliği yapmadaki çaba ve gayretleri tabi bir haldir. Dolayısıyla ana-babanın çocuk üzerindeki ihsanları diğer insanlara kıyasla çok daha fazladır. 3. Çocuk son derece zayıf ve aciz olduğu için ana-babanın koruması, inamları olmasa çocuk hayatta kalamaz. 174 Tefsîr-i Kebîr, XIV/444 62 4. Bir kimsenin bir başkasına yapacağı iyilik o kimseden göreceği iyilik için olabilir. Hâlbuki çocuğa yapılan iyilik karşılıksız olduğu için daha tam ve mükemmel olur. Böylece hiç kimsenin insan üzerinde ana-babasınınki kadar hakkı yoktur. 175 İsra suresi 23-24. ayetlerde Allah’a şirk koşmayıp anne babaya iyilik emredilirken 6/Enam suresi 151. ayette ise Allah’a ibadetten hemen sonra anne babaya iyilik emredilmektedir. “De ki: Geliniz, Rabbinizin, üzerinize neleri haram kılmış olduğunu ben okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın ve anaya babaya iyilik edin…” Razi’ye göre Allah’a ibadetten sonra ana babaya iyilik mükellefiyetinin zikredilme sebebi insan üzerindeki nimet çeşitlerinin en büyüğünün Allah’ın nimeti, bunun peşinden ana-babanın verdiği nimetin gelmesidir. Çünkü insanın var olmasındaki hakiki müessir Allah, zahirde ise anne ve babadır. Ayrıca ana-babanın insan üzerindeki nimeti (terbiye, şefkat, küçük iken insanı yok olmaktan ve helakten koruma vb iyilikler) de gerçekten büyüktür.176 Razi, çocuğun var olmasındaki hakiki müessirin Allah, zahiri müessirin ise anne-baba olduğunu 29/Ankebut suresi 8. ayetinin tefsirinde de ifade ederek Allah’ın, insana, ana-babasına karşı gerek fiil, gerekse sözle en güzel teenni ile davranmasını emrettiğini ifade eder. Ayet şöyledir: “Biz insana ana-babasına güzellik (le davranmasını ) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan bir şeyi Bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. Ne yapar idiyseniz size Ben haber vereceğim.” Razi’ye göre mükemmellik ifade etmesi için, “husn” kelimesi, nekre olarak (husnen) şeklinde getirilmiştir.177 175 Tefsîr-i Kebîr, XIV/444-445 Tefsîr-i Kebîr, X/245 177 Tefsîr-i Kebîr, XVII/598 176 63 Bu ayette ana-babaya itaat şarta bağlanmışsa da onlara saygı ve iyi muamelede bulunmada herhangi bir şart öngörülmemiştir. Razi’ye göre “Biz insana ana-babasına güzellik (le davranmasını ) tavsiye ettik” ayetinde, insanın, anababasına küfür noktasında ittibâ etmesinin caiz olmadığına delil vardır. Çünkü anababaya iyilikte bulunmak. Allah emrettiği için vacip olmuştur. Şayet birisi anababasının sözünden dolayı, Allah'a ibadeti bırakırsa, Allah'a itaati terk etmiş olur. Dolayısıyla da, Allah'ın o kimseye emredip tavsiye ettiği şeye inkıyat etmemiş olur. Neticede ana-babasına ihsanda bulunmuş olmaz. O halde kişinin, onlara iyilikte bulunmak maksadıyla, ana-babasının sözüne uyması, onlara iyilikte bulunmama neticesine götürür. Varlığı yokluğuna götüren şey ise, batıldır. O halde, ana-babasına (bu anlamda) tabi olmak batıldır. Ama kişi, şirkten kaçındığı sürece, taat üzerinde bulunuyor demektir. Ana-babasına ihsanı da, taattandır.178 Lokman, 15. ayette “Eğer onlar hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşasın diye seni zorlarlarsa onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz banadır. Ben de neler yapmış olduğunuzu size haber veririm.” de Allah, ana babaya itaati şarta bağlamakta ancak onlarla iyi geçinmeyi, onların gönüllerini hoş tutmayı hiçbir şarta bağlamamaktadır. Anne-babaya itaat Allah’ın emridir ancak iman konusunda anne babanın olumsuz istekleri yerine getirilemez. Razi, kendisinde, Allah'a itaati terk etme bulunmadığı sürece, ana-babaya hizmet etmenin vacip, onlara itaatte bulunmanın gerekli olduğunu belirtir. Ama onların tavırları böyle bir neticeye götürüyorsa, onlara itaat etmemek gerekir. Burada, ‘Bana dönenlerin yoluna uy’ denilmiştir ki bunun anlamı Razi’ye göre “Onlara, cisminle, bedeninle sahip çık. Çünkü onların hakkı, senin bedenin 178 Tefsîr-i Kebîr, XVII/599 64 üzerindedir. Fakat aklınla da Peygamber (s.a.s)'in yoluna uy. Çünkü Peygamber de, tıpkı babanın, senin bedenini eğitip büyütmesi gibi, senin aklını ve ruhunu eğitip büyütmektedir.”179 demektir. Kur'an, özellikle annenin doğum öncesi ve sonrasında çektiği sıkıntılara işaret ederek çocukların ebeveynlerine iyi davranmalarını öğütlemiştir. 31/Lokman suresi, 14. ayette şöyle buyrulmuştur: “Ve insana ana ve babasını tavsiye ettik: Onu anası zaaf üstüne zaaf ile yüklenmişti. Onun sütten kesilmesi de iki sene içindedir. Bana şükret ve ana ile babana da. Dönüş de banadır.” Bu ayetle ilgili Razi “ana-baba hukuku” başlığı altında geniş açıklamalar yapmıştır. Razi’ye göre Allah, insanı başkasına ibadetten men edip; başkalarına hizmette şekil bakımından ibadete yakın bir şey olunca bunun imkânsız olmadığını tam aksine bazı yerlerde mesela anababaya hizmet etmek gibi başkaları için de vacip ve gerekli olduğunu beyan etmiş sonra da bunun sebebini açıklayarak “Onun anası kendisini taşımıştır.” buyurmuştur. Yani Allah insanı doğrudan yaratmak suretiyle, var etme nimeti, ona rızk vermek suretiyle de onun hayatını sürdürme nimetini vermiştir. Allah, her ne kadar gerçek manada olmasa da anneye de şeklen buna benzer bir payeyi vermiştir. Çünkü çocuğunu karnında taşıması sebebiyle o çocuğun varlığını ortaya koymuş, emzirmesi sebebiyle de onun bakımını ve bekasını temin etmiştir. Şekil itibariyle varlık ve bekanın nedeni anneden olunca, Allah’a ibadet gibi addedilen hizmet etmek de ana-baba için gerekli olmuştur. Çünkü anneye hizmet etmek şeklen Allah’a hizmet etmeye benzer. Cenabı Hak kendi lütfu ile kendisinden sudur eden şeyleri şeklen ana-baba için de kabul edince -çünkü çocuğun var olması, hakikatte Allah’tan 179 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/156-157 65 ama şeklen ana-babadandır- şükretmeyi de kendisiyle onlar arasında taksim ederek “Bana, ana-babana şükret” diye buyurmuştur. Allah insana ana-babasını tavsiye etmiş, fakat bu tavsiyenin sebebini ise anne için zikretmiştir. Ama Razi’ye göre annede olan şey babada da vardır. Çünkü baba da çocuğunu yıllarca sulbünde taşımış ve onu kazancıyla büyütüp beslemiştir.180 İnsana ana-babasının tavsiye edilip bu tavsiyenin sebebinin ise anne için zikredilmesinin anlatıldığı diğer ayet ise 46/Ahkaf, 15. ayettir: “Ve biz insana anasına ve babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Onu anası zahmetle yüklendi ve onu zahmetle doğurdu, onun bu yüklenilmesi ve sütten kesilmesi -müddeti- ise otuz aydır. Nihayet reşit olacağı zamana erip kırk yaşına vardığında şöyle der: “Ya Rabbi! Beni muvaffak kıl, bana ve anam ile babama lütuf etmiş olduğun nimetine şükredeyim ve razı olacağın bir güzel amelde bulunayım ve soyum hakkında da benim için iyilik nasip et. Şüphe yok ki, ben sana -günahlarımdan- tövbe ettim ve muhakkak ki, ben Müslümanlardanım.” Razi, Lokman suresinde annenin özellikle anılmasına rağmen babanın da aynı derecede önemli olduğuna işaret etmişti. Bu ayeti tefsirinde ise ana hakkının daha büyük olduğunu ifade etmektedir. Çünkü önce “Biz insana, anababasına iyilik etmesini tavsiye ettik.” buyrulmuş ve ana-baba birlikte zikredilmiş, daha sonra ana özellikle zikredilerek, “Anası onu zahmetle taşıdı...” buyrulmuştur ki bu, ana hakkının daha büyük ve çocuk yüzünden ananın çektiği zahmetin daha çok olduğunu göstermektedir.181 180 181 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/155-156 Tefsîr-i Kebîr, XX/26 66 Mekki surelerde ayrıca Hz. Zekeriya (19/Meryem, 14) ve Hz. İsa’nın (19/Meryem, 32) anne-babasına karşı saygılı ve itaatkâr oldukları bildirilmekte182; Hz. Nuh (71/Nuh, 28) ve Hz. İbrahim’in (14/İbrahim, 41) dilinden anne-baba için dua edilmektedir. Mekki surelerde evladın anneye karşı sorumlulukları, görevleri ve duygularıyla ilgili ayetler olduğu gibi annenin evladına karşı görevleri ve annelik duygusuyla ilgili ayetler de mevcuttur. Annelik pek çok kadının yaşamak istediği bir tecrübedir. İşte bu kadınlardan biri de Kur’an’da anılan Hz. Zekeriya’nın eşi (19/Meryem, 8; 21/Enbiya, 90), diğeri de Hz. İbrahim’in eşidir (11/Hud, 71-72; 51/Zariyat, 29). İlerlemiş yaşlarına rağmen çocuk sahibi olmayı isteyen Hz. Zekeriya’nın eşi Yahya; Hz. İbrahim’in karısı da önce İshak daha sonra Yakup adındaki çocuklara sahip olmuşlardır. Annelik duygusunun anlatıldığı 28/Kasas, 10-13. ayetlerde Hz. Musa’nın annesinin oğlundan ayrıldığında içinde bulunduğu ruh hali “yüreği (evladından başka bir şeyden) bomboş” olarak tasvir edilmiştir. Gözünün aydın olması ve endişelerinin sona ermesi ise oğluna kavuştuğu andaki halidir. Annenin evladına olan sevgisi, düşkünlüğü, ayrılık acısı ve kavuşma sevinci bu ayetlerde açıklanmaktadır.183 Razi de bu ayetleri olayın tarihi seyrini anlatarak ve lügat açıklamaları yaparak tefsirinde ele almıştır.184 182 19/Meryem, 14: “Ve anasıyla babasına itaatkârdı, zorba ve isyankâr değildi.” 19/Meryem, 32:“Ve beni anneme hürmetli kıldı, beni zorba, isyankâr yapmadı.” 71/Nuh, 28: “Ey Rabbim! Bana ve babama, anama ve haneme mümin olarak giren kimseye ve mümin erkekler ve mümin kadınlara mağfiret buyur ve zalim için helakten başkasını arttırma.” 14/İbrahim, 41: “Ey Rabbimiz! Hesap olunacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla.” 183 Çağrıcı, Mustafa, “Ana Baba”, TDVİA, İstanbul, 1991, c.III, s.104 184 Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XVII/483-486 67 Razi tefsirinde anne-baba hakkına dair çok geniş açıklamalar yapmıştır. Razi, anne babaya iyilik emredildikten sonra özellikle annenin zikredilmesine dayanarak, çocuktan dolayı annenin çektiği zahmet ve meşakkatin daha çok olduğundan ana hakkının daha büyük olduğunu ifade etmiştir. B. Eş Olarak Kadın Kur’an’da eş, kadın, zevce gibi anlamları karşılamak üzere “zevc” ve “imrae” kelimeleri kullanılmaktadır. Hz. Âdem ve eşinden bahsedilirken zevc kelimesi kullanılmaktadır. Hz. Âdem’in eşi hakkında imrae kelimesi hiçbir yerde kullanılmamaktadır.185 Bununla beraber cennete girmeye hak kazanmış olan insanların cennetteki eşleri hakkında da zevc kelimesi kullanılmıştır. İmrae kelimesi ise Hz. Yusuf’u satın alan Aziz’in karısı186, Nuh’un karısı187, Lut’un karısı188 ve Firavun’un karısından189 bahsedilirken kullanılmaktadır. “Eşler arasında huzur, itminan, sevgi, şefkat, hoşgörü ve inanç birliği varsa “zevc” kelimesi kullanılmakta (2/Bakara, 35, 230; 4/Nisa, 20; 33/Ahzab, 37), yukarıda sıraladığımız özellikleri olamayan, sadece dişilik anlamını karşılayan durumlarda “imrae” kelimesi kullanılmaktadır (3/Âl-i İmran, 35; 4/Nisa, 12, 128; 12/Yusuf, 30, 51; 28/Kasas, 9; 66/Tahrim, 10, 11; 11/Hud, 71; 111/Tebbet, 4). Örneğin peygamber olan kocalarıyla birlikte hareket etmeyen, onlara karşı çıkan eşler için zevc kelimesi değil de imrae kelimesi kullanılmıştır. Kur'an’ın ifadesine 185 2/Bakara, 35; 7/Araf, 19; 20/Taha, 117 12/Yusuf, 30, 51 187 66/Tahrim, 10 188 66/Tahrim, 10 189 28/Kasas, 9; 66/Tahrim, 11 186 68 göre Firavun’un hanımı iman etmiş bir kadındı. Ancak Kur'an bu kadın hakkında da imrae kelimesini kullanmaktadır. Sebebi de Firavun’un kâfir olmasıdır. Çünkü eşler arasındaki inanç birliği kalkınca zevciyet de ortadan kalkmakta bunun yerine sadece fizyolojik anlamda karılık ve kocalık kalmaktadır.”190 Yeryüzündeki ilk çift Hz. Âdem ve Havva’dır. Cennette başlayan bu birliktelik dünya hayatında da devam etmiştir. Aynı nefisten yaratılan insan çiftinden insan soyu ortaya çıkmıştır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem ve Havva’dan başka eş olarak zikredilenler de vardır ve bunlar çeşitli yönleriyle bize aktarılmaktadır. Bu çiftlerden biri Hz. İbrahim ve iki eşidir. Hz. İbrahim’in ilk eşinin çocuğu olmadığı için kocasının ikinci evliliğine müsaade etmesi çocuk özleminin kıskançlıktan daha güçlü bir duygu olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte ikinci eşin bir çocuğa sahip olduğunda ise kıskançlığın etkin bir duygu haline geldiğini anlıyoruz. Nitekim Hz. İbrahim’in ilk eşinin ihtiyarladığı halde bir çocuğu olmamıştır. Bunun üzerine cariyesi Hacer ile kocası İbrahim’in evlenmesine müsaade etmiştir. Ancak Hacer’den İsmail dünyaya geldikten sonra Allah’ın Hz. İbrahim’in ilk eşine bir çocuk müjdelemesi (Hud, 11/71-73) ve sonunda İshak’ın doğması onun kadınlık duygularını tahrik etmiş ve eşi İbrahim’den Hacer ile oğlu İsmail’in yanından uzaklaştırmasını istemiştir. Hz. İbrahim ve eşiyle ilgili bu olay bize ailede kadının etkinliğini ve gücünü gösterdiği gibi kıskançlığın sonuçlarını da göstermektedir.191 190 Ünver, Mustafa, Kur’an’ın Anlaşılmasında Siyakın Rolü, (Yüksek Lisans Tezi) Ankara Ünv. SBE, Ankara, 1993, s. 172-175 191 Kırca, Kur’an ve İnsan, s. 119 69 Hz. Zekeriya ve eşi ile ilgili aile içi konu da çocuktur. Şu ayetler çocuksuzluğun sıkıntısını dile getirmekte ve Hz. Zekeriya’nın dilinden bu durumu bize nakletmektedir. Meryem, 19/4-8: “Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı, saçlarım ağardı. Rabbim! Sana yalvarmakla şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla ki, bana ve Yakup oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da sağla. Allah: Ey Zekeriya! Sana, Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermemiştik, buyurdu. Zekeriya: Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken nasıl oğlum olabilir? dedi.” 192 Eş seçiminde Kur’an’nın verdiği örneklerden birisi ise Hz. Musa’nın Hz. Şuayb’ın kızlarından biriyle evliliği olayıdır. Kur’an’ın beyanına göre Hz. Musa Mısır’dan çıktıktan sonra Meyden suyunun başına ve orada koyunlarını sulayan bir grup insanın yanında koyunlarını sulamak üzere bekleyen iki kız görmüştür. Hz. Musa bu iki kızın koyunlarını sulamış ve daha sonra Hz. Şuayb ile konuşarak kızından birisini eş olarak seçmiştir. Bu olayı anlatan Kur’an ayetleri ise şöyledir. Kasas, 28/23-27: “Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü. Onlara: Derdiniz nedir? dedi. Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok yaslıdır onun için bu işi biz yapıyoruz, dediler. Musa onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım, dedi. O sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: Babam sana sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor, dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı. 192 Kırca, Kur’an ve İnsan, s. 122 70 O: Korkma, artık zalim milletten kurtuldun, dedi. İki kadından biri: "Babacığım! Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır, dedi. Kadınların babası: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın, dedi. Kur’an’da Hz. Nuh ve Hz. Lut’un hanımlarından da söz edilmektedir. Bu konuyla ilgili ayetlerde karıkoca arasında pek çok yönden uyum mevcut olsa da inanç yönünden bir uyumun bulunmadığı gösterilmektedir. Bu konunun bir darbı mesel olarak sunulması da dikkat çekicidir. Zira her darbı meselde olduğu gibi burada da farklı yorumların ve farklı bakış açılarının olması gayet tabidir. Bu fikir ve inanç yönünden uyum içinde olmayan aileye bir teselli olabileceği gibi başlangıçta uyum içinde olunsa bile zamanla fikir ve düşünce ayrılıklarına düşülebileceğini de ifade etmektedir.193 Karı-koca ilişkisi açısından Kur’an’da zikredilen dikkate değer bir örnek ise Firavun ile eşinin evliliğidir. Hz. Nuh ve Hz. Lut’un evliliğinin tam tersine Firavun inanmayan, eşi ise inanan bir kişi olarak evlilik kurumunu yürütmüşlerdir.194 Mekki bir sure olan Yusuf suresinde Hz. Yusuf’u satın alan aziz, onun karısı ve Hz. Yusuf arasında geçen olaya yer verilmektedir. Yusuf kıssasında kadın fıtratı ve kadın cinselliği arasındaki -erkeğe nispetle- farklar, kadınların daha ince hesapla ve dolaylı olan yollarla bu türden konulara yaklaşabilme potansiyellerinin tezahürlerini ifade etmeye yöneliktir. Yusuf kıssası, kadınların fıtraten dar anlamda “daha üstün- 193 194 Kırca, age, s. 118-119 Kırca, age, s. 121-122 71 farklı” oldukları yönlerini kadın-erkek ilişkilerinde emirler/hudutlar düşünüldüğünde, nasıl kullanabildikleri mevzusunda bir “mesel”dir. Yusuf suresinde Hz. Yusuf ile azizin karısı arasında geçen olayı kısaca açıklayalım. Olaylar Hz. Yusuf’un azizin sarayına yerleşip genç ve yakışıklı bir delikanlı olmasıyla başlar. Saraya gelene kadar Hz. Yusuf’un başından bazı olaylar geçmiştir. Hz. Yusuf küçük bir çocukken bir rüya görür ve bunu babasına anlatır.195 Babası oğlunun rüyasını dinledikten sonra rüyasını kardeşlerine anlatmamasını söyler.196 Hz. Yusuf’un üvey annesinden olma kardeşleri onu çok kıskanmaktadırlar.197 Bir gün babalarından izin alarak gittikleri bir yere Hz. Yusuf’u da götürürler ve onu bir kuyuya atarak oradan ayrılırlar.198 Hz. Yusuf’u bir kervan bulur ve onu köle edinir.199 Mısır’a götürülen Hz. Yusuf orada bir azize satılır.200 Yusuf’u satın alan aziz karısına ona iyi bakmasını belki onu evlat edinebileceklerini söyler.201 Razi müfessirlerden Kıtfir veya Itfir (Aziz)’in karısının adının Züleyha ya da Rail olduğunu söyleyenler bulunduğunu nakleder ancak bunların hiçbirinin Kur’an’da ve sahih hadiste yer almadığını belirterek bu tür rivayetlerden uzak durulması gerektiğini söyler.202 Hz. Yusuf gençlik çağına erince çok yakışıklı olmuştur. Azizin karısı ona âşık olur ve onunla birlikte olmak için ona teklifte bulunur fakat reddedilir.203 Razi, Yusuf peygamberin de kadınla birlikte olmak isteyip istemediğine dair iki görüş aktarır. İlki 195 12/Yusuf, 4 12/Yusuf, 5 197 12/Yusuf, 8 198 12/Yusuf, 15 199 12/Yusuf, 19 200 12/Yusuf, 20 201 12/Yusuf, 20 202 Tefsîr-i Kebîr, XIII/193-194 203 12/Yusuf, 23 196 72 evet Hz. Yusuf günaha niyetlenmişti diyenlerin görüşü: Vahidi ‘el-Basit’ adlı kitabında Hz. Ali ve İbn Abbas’tan rivayetler aktarır. Razi Vahidi’yi sözlerini ve eserine aldığı rivayetleri ayet ve sahih hadise dayandırmadığı içi eleştirir. İkincisi hayır, Hz. Yusuf günaha niyetlenmemiştir diyenlerdir ki bunlar muhakkik müfessir ve kelamcıların görüşüdür. Razi de bu görüşte olanlardandır.204 Aziz’in karısı isteği kabul edilmeyince zorla onunla birlikte olmaya çalışır. Fakat Hz. Yusuf ondan kaçmak ister. O esnada gitmesini engellemek için gömleğinden tutan vezirin karısı Yusuf’un gömleğini yırtar.205 Razi bu olaydan kadınların tuzaklarının ar ve utanç doğuracak cinste olduğu sonucuna varır. Razi kadınların tuzak kurma noktasında erkeklerden daha tehlikeli görür. Ayrıca kadınların bu konudaki tuzakları erkeklerin tuzaklarının sebebiyet vermeyeceği biçimde utanç doğurur.206 Azizin karısıyla Hz. Yusuf o halde iken Aziz ve kadının akrabalarından biri tarafından görülür. Gömleğinin arkadan yırtılmış olmasından Hz. Yusuf’un suçsuz olduğu anlaşılır.207 Bu esnada vezirin, karısı için söylediği “Çünkü sen cidden günahkârlardan oldun” sözüne dayanarak Razi vezirin, karısının daha evvel de çokça hata işlediğini bildiği ifade eder. Buradan da vezirin daha işin başında Yusuf’un değil de karısının suçlu olduğunu bildiği sonucuna ulaşır.208 Vezir bu olayın sonunda Yusuf’a hadiseyi gizlemesini karısına ise af talebinde bulunmasını emretmiştir.209 Fakat bu olay şehirde yayılıp insanlar arasında konuşulmuştur. 204 Razi Hz. Yusuf’un günaha meyletmesinin neden mümkün olamayacağını delilleriyle birlikte açıklamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XIII/203-206 205 12/Yusuf, 26 206 Tefsîr-i Kebîr, XIII/216 207 12/Yusuf, 26-28 208 Tefsîr-i Kebîr, XIII/217 209 12/Yusuf, 29 73 Şehirdeki bazı kadınlar210 vezirin karısıyla hakkında dedikodular yapmıştır.211 Vezirin karısı yapılan dedikoduları duyunca bu kadınları evine davet etmiş ve onlara Yusuf peygamberi göstermiştir. Hz. Yusuf’u gören kadınlar şaşkınlık içerisinde onun insan değil ancak bir melek olabileceğini ifade etmişlerdir. 212 Vezirin karısı daha sonra Hz. Yusuf’u kendisiyle olmadığı takdirde zindana attırmakla tehdit etmiştir.213 Hz. Yusuf vezirin karısı ve diğer kadınların tuzaklarına meyletmekten korktuğu214 için zindana atılmayı tercih etmiştir.215 Bir müddet hapis hayatı yaşadıktan sonra kralın rüyasını doğru yorumladığı için hapisten kurtulur.216 Hz. Yusuf suçsuzluğunu ispat etmek için azizin karısını çağırtır. Azizin karısı doğruyu itiraf eder ve Yusuf peygamberin suçsuzluğu ortaya çıkar.217 Hz. Yusuf melikin rüyasını yorumlamıştı. Yusuf bu rüyaya göre gerekli tedbirleri alarak ülkenin kıtlıktan kurtulmasını sağlamıştır. Razi bundan sonra Hz. Yusuf ve Züleyha’yla ilgili bize şu rivayetleri aktarır: Melik, Yusuf'a ülke yönetimini teslim etmiş ve Züleyha’nın kocası Kıtfîr'i azletmiştir. Daha sona Kıtfîr ölmüş ve padişah Yusuf'u, onun karısıyla evlendirmiştir. Hz. Yusuf (gerdek gecesi) kadının yanına girince, “Bu, senin daha önce istediğinden daha hayırlı değil midir?” demiş ve 210 (kalet nisvetun) değil de (kale nisvetun) olarak kullanılmasının sebebi ‘nisvetun’ kelimesinin kadınlar topluluğu için vazolunmuş müfred bir isim olup bunun müennesliği hakiki değildir. Bu nedenle bu fiile müenneslik tâ’sı gelmemiştir. Tefsîr-i Kebîr, XIII/218 211 12/Yusuf, 30 212 12/Yusuf, 31 213 12/Yusuf, 32 214 Razi, Hz. Yusuf çeşitli vesveselere kapıldığını ifade etmiştir. Bunlar: Vezirin karısı Zeliha’nın son derece güzel ve malının mülkünün olması, Mısırlı kadınların Hz. Yusuf’u zorlamaları, Hz. Yusuf’un Zeliha’nın kendisini öldürmesinden korkması 215 12/Yusuf, 33 216 12/Yusuf, 47 217 12/Yusuf, 50-52 74 onu bekâr bulmuştur. Böylece o kadın, Yusuf'a Efrayim ve Mişâ adında iki çocuk doğurmuştur.218 Bu surede kadınların hilelerinden bahsedilmektedir, ancak bu surede anlatılan olaydan hilenin kadınların varlık yapılarında olduğu gibi bir sonuca ulaşılamaz diyen Yaşar Nuri Öztürk bu surede altı çizilen entrikalarda hareket noktasının kadınlıktan çok saray hayatı olduğuna vurgu yapmaktadır. Öztürk’e göre krallık ve saray hayatı hâkim özellikleri bakımından zulüm ve baskı yeridir. Zulüm ve baskının olduğu her yerde hile ve tuzak kaçınılmazdır. Böylesi bir hayatta ise baskıya en çok maruz kalanlar kendilerini ezen anlayışın metotlarını kullanarak çıkış yolları ararlar. Bu yolların başında ise hile ve entrikalar gelmektedir. Baskı ve aldatmaya en çok maruz kalan kadınlar olduğu için amaçlarına ulaşmak için bu yollara en çok başvuranlar onlardır.219 Kur'an’da eş olarak bahsedilen kadınlara yer verildikten sonra Razi’nin eş olarak kadınlarla ilgili görüşlerine yer verilecektir. Kadınların erkeklere olan nimeti tamamlamak için yaratıldığını söyleyen Razi, bu konudaki görüşlerini 30/Rum, 21. ayette açıklamaktadır: “Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için, zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve şefkat yapması da onun ayetlerindendir. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir topluluk için elbette ibretler vardır.” Ayetteki (halaka lekum) ifadesi, kadınlarının yaratılışının, tıpkı diğer canlılar, bitkiler vb. faydalı şeylerin yaratılması gibi aynı amaçla olduğuna dair bir delil olup, bu Allah’ın tıpkı, ‘Yerde bulunan şeylerin tamamını sizin için yarattı’ (Bakara, 29) ifadesi 218 Tefsîr-i Kebîr, XIII/271; Tekvin, yar.41:50 Kıtlık yılları başlamadan, On Kenti'nin kâhini Potifera'nın kızı Asenat Yusuf'a iki erkek çocuk doğurdu. yar.41:51 Yusuf ilk oğlunun adını Manaşşe koydu. «Tanrı bana bütün acılarımı ve babamın ailesini unutturdu» dedi. yar.41:52 «Tanrı sıkıntı çektiğim ülkede beni verimli kıldı» diyerek ikinci oğlunun adını Efrayim koydu. 219 Öztürk, Yaşar Nuri, Kur'an’daki İslam, Yeni Boyut, İstanbul, 1995, s.211 75 gibidir. Bu ise kadınların ibadet ve mükellef tutulmak için yaratılmış olmamalarını gerektirirdi. Ancak kadınların yaratılması erkeklere olan nimetler zincirindendir. Dolayısıyla bu, onların erkekler için yaratılmış olmaları ve mükellef tutulmalarının, erkeklerin mükellef tutulması tarzında olmadığını, erkeklere olan nimeti tamamlamak için olduğunu belirtmek içindir. Bu, nakil, hüküm ve mana bakımından böyledir. Nakle göre bu konu, bu ve diğer ayetlerde belirtilmiştir. Hükme göreyse kadın, erkeğin mükellef tutulduğu gibi, pek çok şeyle mükellef tutulmamıştır. Manaya göre ise kadın, zayıf yaratılışlıdır, naziktir, incedir. Bu yönüyle, çocuğa benzer. Çocuk ise, mükellef tutulmaz. Bu sebeple, uygun olan, kadının, mükellefiyete ehil olmamasıdır. Fakat onlar mükellef tutulmadıkları müddetçe, Allah’ın erkeklere olan nimeti tamamlanmış olmazdı. Zira azap müeyyidesi sayesinde kadın korkar, böylece kocasına itaat eder ve haramlardan sakınır. Aksi halde, fesat zuhur ederdi.”220 Görüldüğü gibi Razi kadınların erkekler için yaratılmış olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca Razi aslında kadınların erkekler için yaratıldıklarından mükellef tutulmamaları gerektiğini ancak mükellef tutulmazlarsa kocalarına itaat etmeyip fesadın ortaya çıkmasına neden olacakları, mükellefiyetlerinin bu nedenle olduğu görüşündedir. C. Kız Çocukları Kur’an’nın indiği Arap toplumunda kabile savaşları sebebiyle erkekler ölüyor kadın nüfusunda bir fazlalık meydana geliyordu. Kadın nüfusun fazlalığı ise kız 220 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/94 76 çocuğuna sahip olmayı utanç haline getiriyordu. Ayrıca soyun erkek çocuktan devam etme inancı kız çocuklarının değerini iyice azaltıyordu. Bundan dolayı müşrikler kız çocuklarını öldürmekte sakınca görmüyorlardı.221 Kız çocuklarını öldürmelerinin başka bir nedeni de fakirlik endişesiydi; erkek her nasıl olsa bir yolunu bulur ve geçimini sağlardı ama kızlar bunu yapamazlardı. Kıskançlık, sefahat, bilgisizlik, fakirliğe bağlı olarak kızlarını dengi olmayan erkeklerle evlendirme mecburiyetinde kalmaları ve bunu utanç nedeni olarak görmeleri de diğer sebeplerdendi.222 Cahiliye Arapları soyun erkek çocuğundan davam ettiğine inanırlardı. Hz. Muhammed’in tüm erkek çocukları öldüğünde ona “ebter” soyu kesik diye hitap etmeleri ve bu olay üzerine Kevser suresinin nazil olması bu inancın göstergesidir. “Şüphesiz Biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Sana buğzeden (yok mu)? zürriyetsiz olan şüphesiz odur...” Bu surenin tefsirinde Razi “kevser” kelimesinin anlamıyla ilgili görüşleri aktarır. Bu görüşlerden birine göre Kevser “Hz. Peygamber (s.a.s)'in çocukları ve soyudur. Çünkü bu sure, Hz. Peygamber (s.a.s)'i, “ebter” diye ayıplayanlara bir cevap olarak inmiştir.”223 Razi, ebter kelimesiyle ilgili şu açıklamaları yapar: “Kureyş, erkek evladı ölen kimseler için “ebter” diyordu. Hz. Peygamber (s.a.s)'in oğulları Kasım ile Abdullah, Mekke'de; İbrahim de Medine’de ölünce kâfirler, “Yerine geçecek kimse yok” 221 Bilgin, Beyza, “İslam’da ve Türkiye’de Kadınlar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 36, Ankara Ünv. Basımevi, Ankara, 1997, s.33 222 Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s.135 223 Tefsîr-i Kebîr, XXIII/464 77 manasında, “ebter” dediler. Fakat Allah Teâlâ daha sonra, Hz. Peygamber (s.a.s)'in değil, düşmanlarının “ebter” olduğunu bildirmiştir.”224 Hz. Muhammed’e erkek çocukları öldüğü için ebter diyen kâfirlere Kevser suresinde bu inanışlarının yanlış olduğu açıklanmış ve Hz. Muhammed’in ebter olmadığı ortaya konmuştur. Böylece bu sure ile kadınlara karşı takınılan tavır da eleştirilmiş olmaktadır. Çünkü Hz. Muhammed’in soyu kızı ile devam etmiştir. Böylece soyun devam etmesinde erkek ile kızın farkının olmadığı Hz. Muhammed’in hayatında kendini gösterilmiştir. Kız çocuklarını öldüren cahiliye Araplarının bu yanlış davranışlarını uyarmak ve yasaklamak için de çok sayıda ayet nazil olmuştur. Kız çocukları olduğunda Cahiliye Araplarının neler hissettiği 16/Nahl suresi, 57-59. ayetlerde şöyle yer almaktadır: “Ve Allah için kızlar isnat ederler. Hâşâ o münezzehtir. Kendileri için ise arzu ettiklerini isnat ederler. Onlardan biri kız ile müjdelenince öfke dolu olarak yüzü mosmor kesilir. Müjdelendiği şeyin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu aşağılık duygusu içinde tutacak mı, yoksa onu toprağa mı gömecek, diye düşünürdü. Bak ne kötü şey ile hükmediyorlar!” Melekleri dişi kabul etmenin kaynağı tam olarak bilinmemekle birlikte bu konuda çeşitli yorumlar yapılmıştır.225 Razi burada Arapların melekleri kızlar kabul etmelerinin nedeniyle ilgili şöyle bir yorum yapmıştır: “Melekler görülmeyince, onları görülmeme, gizlenme bakımından kadınlara benzetmişler ve onlar hakkında bu lafzı kullanmışlardır. Hem güneşin halesi o net ışığı ve kuvvetli aydınlığı sebebiyle sanki göze görünmez bir varlık 224 225 Tefsîr-i Kebîr, XXIII/479-480 Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, s.36-37 78 gibidir. İşte bundan ötürü de, güneşe de müenneslik (dişilik) isnat edilmiştir. İşte müşriklerin bu yanlış inanca düşmelerinin sebebi bu olsa gerektir.”226 Razi, Cahiliye dönemindeki kız çocuğunu öldürme konusunda şu rivayeti aktarmaktadır: “Erkek, hanımının doğum sancısı başlayınca, doğacak çocuğunun ne cinste olduğunu anlayıncaya kadar insanlardan uzaklaşır ve saklanırdı. Eğer çocuğu erkek olursa sevinir, kız olursa üzülür ve o kızı ne yapacağını düşünmek için, günlerce insanların arasına çıkmazdı. Rivayet olunduğuna göre Araplar, kızları olunca, bir çukur eşerler, o kız çocuğunu ölsün diye oraya koyarlardı. Kays b. Asım’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Ey Allah’ın Resulü, henüz Müslüman olmadan önce, Cahiliyede sekiz kız çocuğumu sağ sağ gömdüm, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s) de, ‘Her birine karşılık bir köle azat et’, buyurunca o, ‘Ey Allah’ın Resulü, benim (kölelerim yok ama) develerim var’, deyince, Hz. Peygamber (s.a.s), ‘O halde her birine karşılık bir deve kurban et’, buyurdu.’ Yine rivayet olunduğuna göre bir adam şöyle demiştir: ‘Ey Allah’ın Resulü, Müslüman olduğumdan beri, İslam’ın tadını alamadım. Cahiliye döneminde bir kızım vardı. Hanımıma onu giydirip kuşatıp bana getirmesini söyledim. Sonra o çocuğu alıp onu derin bir uçuruma götürdüm ve oradan aşağı attım. Çocuk bana ‘Babacığım, beni öldürüyorsun!’, dedi. Ne zaman onun bu sözünü hatırlasam, bana hiçbir şey kar etmiyor. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): Cahiliyede olup bitmiş şeyleri (günahları) İslam kökünden kazıyıp yok eder. İslam döneminde olan (günah ve hataları da), tövbe-istiğfar yok eder, buyurmuştur.”227 226 227 Tefsîr-i Kebîr, XIV/252 Tefsîr-i Kebîr, XIV/255 79 Razi Cahiliye Araplarının kızlarını öldürme hususunda farklı yollar takip ettiklerini ifade ederek bunları şöyle sıralar: “Kimi bir çukur kazar, çocuğunu ölsün diye oraya gömer; kimisi onu yüksek bir yerden aşağı atar; kimisi onu suda boğar; kimisi de boğazlayıp keserek öldürürdü. Onlar bunu bazen kıskançlık ve taassuplarından ötürü (yani o kız büyüyünce kendilerine bir ar getireceğinden korkarak), bazen de fakirlik, ihtiyaç ve geçim kaygısından dolayı yaparlardı.” 228 Razi, Arapların kız çocuğundan hoşlanmama hususunda şu doruk noktalara vardıklarını belirtmiştir: 1. Onların yüzleri mosmor kesilirdi. 2. Kız çocuğu olmasından çok nefret ettiği için, toplumdan saklanırdı. C. Çocuk, tabi olarak sevimlidir. Ama babası, ondan çok nefret ettiği için, onu öldürmeye cüret eder. Bu da, onların kız çocuğundan nefretlerinin son dereceye vardığını gösterir.229 Kız çocuklarının neden diri diri gömüldüğü 81/Tekvir suresinin 8-9. ayetlerinde bizzat gömülen kız çocuğuna sorulmuştur. Bunun nedenini Razi tefsirinde açıklamıştır: “Diri diri gömülen kızın hangi suçlardan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman...” Razi burada öncelikle kız çocuğu olduğunda Cahiliye Araplarının neler yaptığını açıklamaktadır. Bir kimsenin kız çocuğu olduğunda, bu kişi şayet kızının yaşamasını isterse çölde, develerini ve koyunlarını otlatması için bu çocuğuna kıldan bir aba giydirirdi. Eğer onu öldürmeyi isterse boyu altı karış oluncaya kadar ona 228 229 Tefsîr-i Kebîr, XIV/255; XXII/527-528 Tefsîr-i Kebîr, XIV/255 80 dokunmaz, bu boya ulaştığında çocuğun annesine: “Çocuğu süsle, güzel elbiselerini giydir. Ben onu akrabalarına götüreceğim.” diyerek çocuğu çölde eşmiş olduğu çukurun başına getirerek çocuğuna, oraya bak der ve onu arkasından oraya iter, o eştiği çukur yer seviyesiyle bir oluncaya değin çukura toprak atardı. Ayrıca cahiliye Arapları hamile kadının doğumu yaklaştığında, bir çukur kazardı ve kadın o çukurda doğum sancılarını çekerdi. Doğurduğu kız olursa onu o çukura atardı, oğlan olursa onu korurdu.230 Bu ayette kız çocuğunu diri diri gömenlere değil de gömülen kıza bunun nedeninin sorulması Razi’ye göre onu öldüreni susturma, utandırma, cevapsız bırakmak içindir.231 Fakirlik endişesinden dolayı çocukların öldürülmesine 17/İsra suresi 31. ayette de işaret edilmektedir: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, biz onları da rızklandırırız, sizi de. Muhakkak ki, onları öldürmek büyük bir cinayettir.” Razi buradaki çocuklardan kız çocuklarının ifade edilmek istendiğini söyler. Kız çocuklarının öldürülme nedenlerini ise şöyle açıklar: “Araplar kızlarını çalışıp para kazanmaktan aciz oldukları için öldürüyorlardı. Hâlbuki oğulları, yağma ve baskın yapmalarından ötürü mal temin edebiliyorlardı. O kız çocuklarının fakir olmasının, onun küfüvlerinin (dengi olan erkeklerin) kendisine rağbet etmekten alıkoymasından böylece de babaların onları denkleri olmayan kimselerle evlendirme mecburiyetinde kalmalarından; bunda ise büyük bir utancın bulunmasından dolayı korkuya kapılıyorlardı. İşte bundan dolayı Cenabı Hak, ‘Evlatlarınızı (…) öldürmeyin’ buyurmuştur ki bu, hem erkekleri hem de dişileri kapsayan genel bir hitaptır. O halde 230 231 Tefsîr-i Kebîr, XXII/527 Tefsîr-i Kebîr, XXII/528 81 bu, rahmeti ve şefkati iktiza eden şey, onun çocuk olmasıdır. Çocuk olmak vasfı ise, erkekler ve dişiler arasında müşterek bir vasıftır. Kızlar hakkında endişe edilen fakirlik hususunun, küçükken hem erkek çocuklar hakkında, hem de çalışamayan büyük erkek çocukları hakkında da düşünülmesi gerekir.”232 Fakirlik endişesiyle çocukların öldürülmesi konusu Enam suresi 137, 140, 151. ayetlerde de yer bulmuştur: 6/Enam, 137: “Yine, Allah'a ortak saydıkları (putların hizmetçileri) müşriklerden birçoğuna -hem onları helâlce düşürmek, hem kendilerine karşı dinlerini karmakarışık etmek için- öz evlatlarını öldürmesini hoş göstermiştir. Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Artık sen onları, uydurmakta oldukları o yalanlarla baş başa bırak.” 6/Enam, 140: “Çocuklarını beyinsizlikten ve bilgisizlikten dolayı öldürenler ve Allah’ın rızk olarak verdiği şeyleri ona iftira ederek haram sayanlar şüphe yok ki, hüsrana uğramışlardır. Muhakkak ki, onlar sapıtmışlar, doğru yolu bulamamışlardır.” 6/Enam, 151: “De ki: Geliniz, Rabb’inizin, üzerinize neleri haram kılmış olduğunu okuyayım: Ona hiçbir şeyi şerik koşmayınız ve ana ile babaya iyilik ediniz. Ve çocuklarınızı yoksulluktan dolayı öldürmeyiniz. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. Ve kötülüklere, onlardan açıkça olana da, gizlice olana da yaklaşmayınız ve Allah Teala'nın haram kıldığı herhangi kimseyi de öldürmeyiniz, hak ile olan müstesna. İşte bunlar ile size tavsiyede bulunmuştur. Ta ki akıllıca düşünesiniz.” 232 Tefsîr-i Kebîr, XIV/462 82 Razi bu ayetlerde de çocuklardan kastedilen kız çocukları olduğunu ve fakirlik endişesi ile evlendirme korkusundan dolayı müşriklerin onları öldürdüklerini belirtir.233 Razi çocuğun Allah’ın insanlara verdiği çok büyük bir nimet olduğunu kişinin bu nimeti fakirlik endişesinden dolayı hiçe çıkarmaya çalışırsa hem bu dünyada hem de ahirette büyük bir zarara uğramış olacağını ifade eder. Ayrıca fakirlik her ne kadar bir zarar ise de, çocuğu öldürmek daha büyük bir zarardır. Hem öldürme, peşin bir zarardır, fakirlik ise maznundur. Kesin olmayan bir zarardan sakınmak ise akıllıca değildir.234 Allah, ana-baba haklarına riayetten sonra, çocukların haklarına riayeti vacip kılmıştır. “Fakirlikten çocuklarınızı öldürmeyin” buyruğundan maksat kız çocuklarını diri diri gömmeyi yasaklamaktır. Allah bunun sebebini, “Sizi de onları da rızıklandıran biziz.” buyurarak açıklamıştır. Çünkü babanın ve çocuğunun rızkının kefili Allah olduğuna göre, aynı şekilde ana-babaya ve doğan canın hayatta kalması için gayret etmek ve onun rızkı hususunda Allah’a tevekkül etmeleri gerekir.”235 Cahiliye Arapları kız çocuklarını Allah’a isnat ederler ve melekleri dişi kabul ederlerdi. Necm, 19-23. ayetlerde bu konuya değinilmiştir: “Lât’ı, Uzzâ'yı ve bunların üçüncüsü olan o diğer Menât’ı (bize) haber verin bakalım. Erkek sizin de, dişi onun mu? O takdirde bu insafsızca bir taksim. Bu (putlar) sizin ve atalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onlar hususunda bir hüccet indirmedi. Onlar kuruntudan ve nefislerinin arzu ettiği hevâ-ü hevesten başkasına tâbi olmazlar. Hâlbuki kendilerine Rablerinden hidayet de gelmiştir.” Razi, müşriklerin, 233 Tefsîr-i Kebîr, X/204 Tefsîr-i Kebîr, X/210-211 235 Tefsîr-i Kebîr, X/245-246 234 83 putların ve meleklerin hiçbirinin Allah’ın misli olamayacağına, ancak Allah’tan aldığı emir ve yasakları yerine getirdiklerine ve insanlardan sadır olan şeyleri Allah’a ulaştırdıklarına inandıklarını bildirir. Onlara göre melekler Allah’ın kızlarıdır. Bu nedenle bunları, dişi (kadın) şeklinde yapıp onlara dişi (müennes) adlar vermişlerdir. Lat, Menat ve Uzza kelimesinin tahlilini yaparak hepsinin müennes kelimeler olduğunu beyan eden Razi kızların noksan, erkeklerin ise tam varlıklar olduklarını itiraf ettikleri halde müşriklerin Allah’a kızları nispet etmelerinin Allah’ın ululuğuna yakıştırılamayacağını açıklar.236 Benzer bir ayet de 17/İsra, 40. ayettir: “Rabbiniz sizin için oğullar seçti de, kendisi için meleklerden dişiler mi edindi? Hakikaten siz çok büyük bir iddiada bulunuyorsunuz.” Razi konuyla ilgili şu ifadeleri aktarır: Araplar çocukların iki kısım olduğuna, bu iki kısımdan en şereflisinin oğullar, en değersizinin de kız çocukları olduğuna inanıyorlardı. Aciz ve kusurlu olduklarını bilmelerine rağmen, oğulları kendilerine nispet ediyorlar, Allah’ın sonsuz kemal ve sınırsız celâl sıfatlarıyla muttasıf olduğunu bilmelerine rağmen değersiz gördükleri kız çocuklarını ise ona mal ediyorlardı. Bu böyle bir sözü söyleyen kimsenin, alabildiğine cahil olduğunu gösterir.237 Bir diğer ayet de 37/Saffat suresi, 149-160. ayetleridir: “Şimdi sor onlara, kızlar Rabbinin de oğullar onların öyle mi? Yoksa biz, melekleri dişi yarattık da, onlar şahit miydiler? Haberin olsun ki onlar hakikaten yalan söyleyerek, herhalde ‘Allah doğurdu!’ derler. Onlar elbette yalancıdırlar. Kızları oğullara tercih mi etmiş? Yoksa melekleri dişiler olarak mı yarattık? Onlar da şahitler mi idiler?” Razi 236 237 Tefsîr-i Kebîr, XX/512 Tefsîr-i Kebîr, XIV/489 84 burada da benzer ifadelerle Allah’a kız çocuğu isnat etmenin akla da nakle de ters olduğunu izah eder.238 Konumuzla ilgili başka bir ayet ise 52/Tur, 39. ayettir: “Yoksa kızlar onun (Allah'ın), oğullar sizin mi?” Razi bu ayeti Allah’ın birliği ve neslin üremesi açısından ele almıştır. Razi neslin devamı için Allah’ın kendi yarattığı bir varlığa ihtiyacı olmadığını kızlara asıl Allah’a bunu isnat edenlerin muhtaç olduğunu çok geniş akli delillerle ortaya koyar. Razi bu ayetin Necrân Hıristiyanları hakkında vârid olduğunu söyler ve devamında şunları aktarır: “Onlar, Allah'ın kızları, kendilerinin de oğulları olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki onlar için kızlar daha uygundur. Çünkü kızların çokluğu, neslin çokluğunu sağlar. Çünkü çok kızdan, tek bir taneden elde edilecekten daha çok çocuk olması mümkündür. Ama çok erkeğin, tek bir dişiyi, pek çok çocuğa hamile bırakması mümkün değildir. Baksana, koyunların dişisi nadiren kesilir. Zira türün bekasının dişi ile sağlandığı sabit olduğu için, üreme bakımından bunlar daha faydalıdır. İşte bu sebeple Allah Teâlâ, ‘Ben, yok olmayan bir kayyumum. Türün devamı hususunda, benim, hadis (mahlûk) bir şahsa ihtiyacım yoktur’, der.”239 Kız çocuklarını Allah’a isnat etmeyle ilgili diğer bir Mekki ayet de 43/Zuhruf suresinin 16-18. ayetleridir: “Yoksa O, yaratmakta olduklarından, kızlar edindi de, oğulları size mi ayırıp seçti? Onlardan biri, benzerini Rahman'a isnat ettiği şeyle müjde verildiği zaman, o insan, gamla dolar ve âdeta dilsiz halde, yüzü kapkara kesilir. (Onlar) süs içinde yetiştirilmekte olup da, mücadeledeki (hüccetini) açıklayamayan kişiyi mi (Allah'a nispet ediyorlar?)” Cahiliye Araplarının kız 238 239 Tefsîr-i Kebîr, XIX/16-18 Tefsîr-i Kebîr, XX/448-449 85 çocuklarını gömme âdetini kaldırmak için nazil olan ayetlerle ilgili Razi daha önceki açıklamalarında Arapların kız çocuklarını noksan gördüğü için öldürdüklerini belirtmişti. Burada ise ayetteki belirtilen iki durumdan dolayı kendisi kız çocuklarının değersiz olduklarını ifade etmektedir. Razi şu açıklamalarda bulunur: “Allah'ın çocuğu olduğu farz edilmesi durumunda, bu çocuğun kız olmasının imkânsızlığının izahı şöyledir: Çünkü oğlan, kızdan daha üstündür. Binaenaleyh kalkıp, Allah'ın, kendisi için kız çocuklar edinip, erkek çocukları kullarına nasip ettiğini söylersek, kulların durumunun, Allah’ın durumundan daha mükemmel ve üstün olması gerekir ki bu, aklın bedaheti ile reddedilen bir durumdur. Hak Teâlâ, kızların noksan olduklarını şöylece beyan etmiştir: 1. “Onlardan birine, Rahman'a isnat ettiği şeyin bir benzeri müjde verildiği zaman, o insan gamla dolar ve (âdeta) dilsiz halde, yüzü kapkara kesilir.” Ayetinin ifade ettiği husus: Bu, noksanlıkta bu derece olan bir şeyi, aklı olan insanın Allah'a nispet etmesi nasıl uygun olabilir, demektir. 2. “(Onlar) süs içinde yetiştirilmekte olup da, duruşmada (hüccetini) açıklayamayan kişiyi mi (Allah'a nispet ediyorlar)” ayetinin ifade ettiği husus: Ayetteki bu ifade ile yine kızların eksikliğine dikkat çekilmek istenmiştir. Şöyle ki birtakım süsler içinde büyütülen, aslında noksandır. Çünkü eğer onun kendinde böyle bir noksanlık olmasaydı, süsle-püsle tezyine ihtiyaç duymazdı. Daha sonra Cenabı Hak, onun durumunun eksikliğini, 'Vuruşmada (hüccetini) açıklayamayan’ ifadesiyle belirtmiştir. Bu, “Kadın, mücadele ve çekişme ihtiyacı duyduğu zaman bunu hakkıyla yapamaz ve delilini ortaya koyamaz. Çünkü dili tutuk, aklı kıt ve tabiatı gereği biraz ahmaktır. Nitekim ‘Kadın, hüccetini ortaya koymak isteğiyle 86 konuştuğunda, çoğu zaman aleyhine hüccet olacak şeyleri söyler’ denilir. İşte bütün bu izahlar, kadının ileri derecede eksik olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh bunların, Allah'ın çocukları olduğunu söylemek nasıl uygun düşer. Bu ayet, süslenmenin kadınlar için mubah, erkekler için haram olduğuna delâlet eder. Çünkü Allah, bunu ayıp ve noksanlığın gerekçelerinden kabul etmiştir. Binaenaleyh erkeğin buna yönelmesi, kendisini zillete düşürmesi demektir ki bu, Hz. Peygamber (s.a.s)'in “Müminin kendisini rezil-rüsva etmesi caiz değildir” hadisinden ötürü haramdır. Erkeğe uygun olan süs, Allah'a taat yolunda sabır ve takva ziyneti ile süslenmektir.”240 Suad Yıldırım, kız çocuklarının değersiz görülmesiyle ilgili Zuhruf 15-19. ayeti şöyle açıklamaktadır: “Kendileri kız evlat istemeyen müşrik Arapların, kızları Allah’a isnat etmeleriyle onların sapıklıklarını göstermek için ‘müşakale babından’ istihza olunur. Yani muhal farz, Allah çocuk edinecek olsaydı size göre makbul olan erkek çocuk edinirdi, sizin kadar bilmiyor muydu ki kızları seçti? Oğlanları size kızları ona vermekle ne insafsız hükmediyorsunuz.”241 Muhammed Esed de meal-tefsirinde Zuhruf Suresinin bu ayetleriyle ilgili yaptığı açıklamada bu ayetin İslam öncesi Arapların kızları yalnızca bir yük olarak ve kız çocuk sahibi olmayı bir aşağılanma olarak görmeleri karşısında ince bir alay çağrışımına sahip olduğunu belirtmektedir.242 240 Tefsîr-i Kebîr, XIX/507-509 Yıldırım, Suad, Kur’an’da Uluhiyet, Kayıhan Yay, İstanbul, 1997, s. 342 242 Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.999 241 87 Çocukların fakirlik endişesiyle öldürülmesinin yasaklandığı ayetlerden İsra, 3. ayette ve başka yerlerde243 Esed’e göre bu ifade kız çocuklarının diri diri gömülmesi ve pek yaygın olmasa da Arapların bazı tanrılarına erkek çocuk kurban etmelerini ima etmesiyle birlikte “yoksulluk kaygısıyla” yani sadece ekonomik sebeplerle çocuk aldırmayı da içine alır. Böylece bu ayet çağlar üstü bir önem, çağlar üstü bir anlam taşır.244 Razi kız çocuklarının öldürülmesiyle ilgili ayetleri iki farklı şekilde açıklamıştır. İlkinde Razi kız çocuklarıyla ilgili Arapların menfi tutumlarını, düşüncelerini, diğerinde ise Razi kız çocukları hakkındaki kendi düşüncelerini açıklamıştır. Razi genel olarak kız çocuklarının noksan olduklarını, yaratılış gereği akıllarının kıt olduğu görüşündedir. Bu tür düşüncelerine Allah’a kız çocukları isnat etmeyle ilgili ayetleri tefsirinde yer vermiştir. Kız çocuklarının öldürülmesinin anlatıldığı ayetlere yer verildikten sonra Razi’nin kız çocukları hakkındaki görüşlerini açıkladığı Şura suresinin 49 ve 50. ayetleri ele alınacaktır. Ayetler şöyledir: “Göklerin ve yerin mülkü, Allah içindir, dilediğini yaratır, dilediği kimseye kız çocukları bağışlar ve dilediği kimseye erkekler bağışlar. Veya onları erkekler ve dişiler olarak çift eder ve dilediğini de kısır kılar. Şüphe yok ki, O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.” Bu ayetleri kadın-erkek üstünlüğü açısından ele alarak açıklayan Razi buradan erkek çocuklarının kız çocuklarına göre daha efdal olduğu sonucunu çıkarır. Bu ayetlerin ilkinde önce kız çocukları ikincisinde de önce erkek çocukları zikredilmiştir. Razi’ye göre önce kız çocuklarını zikretmenin sebepleri şunlardır: 243 244 Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.252, 256, 540, 568, 1078, 1239-1240 Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.565-566 88 1. Kerim olan zat, neticenin hayır, rahat, sürur ve neşe üzere son bulması için gayret eder. Böylece Cenabı Hak önce kız çocuğu verip, sonra da o kimseye erkek çocuk verince, sanki o kimseyi gamdan sürura geçirmiş olur ki bu, son derece keremli bir iştir. Ama önce erkek çocuk, sonra kız çocuk verince sanki o kimseyi sürurdan kedere geçirmiş olur. Bundan dolayı Cenabı Hak kız çocuğu vermeyi önce zikretmiş, ikinci olarak da erkek çocuğun hibe edilişinden bahsetmiştir. İşte böylece Allah, o kimseyi kederden sevince geçirmiş olur. İşte kereme uygun düşen de budur. 2. Cenabı Hak önce kız çocuğu verdiğinde insan Allah’a itiraz edilemeyeceğini anlar, böylece de buna razı olur. Daha sonra bu kimseye erkek çocuk verdiğinde o, bu yeni çocuğun Allah’ın kendisine bir lütfu ve ihsanı olduğunu anlar. Böylece daha fazla şükür ve itaatte bulunur, bunun sırf Allah’ın lütfu ve keremi ile olduğunu anlar. 3. Bir vaiz şöyle demişti: “Kız çocuğu zayıftır, noksandır, acizdir. Her ne zaman ihtiyaç ve acziyet fazla olursa, Allah’ın ona inayet ve dikkati de o nispette çok olduğu hususuna dikkat çekmek için Cenabı Hak burada önce kız çocuğunu zikretmiştir.” 4. Bununla sanki “Ey zayıf ve aciz kız, baban ve annen dünyaya gelmenden hoşlanmadılar. Her ne kadar onlar senin varlığından rahatsız oldularsa da, sen ihsan eden ve lütfedenin Allah olduğunu bilesin diye önce seni zikrettim” denilmek istenmiştir. Kız durumun böyle olduğunu anlayınca, taat ve ibadetini artırır, tenkit ve kınamayı gerektiren şeylerden daha çok uzak durur. Ayetteki ikinci cümlede ise Allah erkekleri önce zikretmiştir. Çünkü erkekler, kadınlardan daha kâmil ve efdaldirler. Kâmil ve efdal olanlar ise daha az değerli olandan önce zikredilirler. Kısaca çocuğun kız veya erkek oluşuna bakıldığında, bu 89 durum, erkeğin kızdan önce zikredilmesini gerektirir. Ama yukarıda bahsettiğimiz gibi harici ve sonradan olma bazı sebepler nazarı dikkate alındığında bu durulmaksızın erkekten önce zikredilmesini gerektirir. Dolayısıyla her iki hususta da önce zikredilmesi sonra zikredilmeyi gerektiren sebepler bulunduğu için Cenabı Hak bir defasında şunu diğer defasında ötekini önce zikretmiştir.” 245 Razi’ye göre Allah’ın ‘kız’ (dişi) kelimesini nekira ‘inasen’; ‘erkek’ kelimesini de marife getirerek, ‘ez- zükur’ buyurmasından murat erkeğin kadından daha efdal olduğuna dikkat çekmek içindir.246 Bu ayetlerdeki açıklamalarından Razi’nin kız ve erkeğin önce veya sonra zikredilmesini bir üstünlük olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Bize göre bu ayetteki sıralama üstünlükle ilgili değildir. Yaratıcı bu ayetle bize cinsiyeti belirleyenin kendisi olduğunu bildirmektedir. Çünkü sahip olunan çocuğun cinsiyetini belirlemede insanın hiçbir etkisi yoktur. İnsan ancak kendi iradesiyle, çalışması sonucu elde şeylerde üstünlükten bahsedebilir. Razi’nin kız çocukları hakkındaki görüşlerinin tam olarak ortaya konulabilmesi için Medeni bir sure olan Ali İmran suresi, 14. ayetine ilişkin yaptığı açıklamaları burada aktaracağız: “Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş; salma güzel atlar, hayvanlar, ekinlerden yana nefsin isteklerine sevgi, insanlar için bezenip süslenmiştir. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatidir. Nihayet dönüp varılacak yerin bütün güzelliği Allah'ın nezdindedir.” Razi burada da erkek çocuklarını kız çocuklarına tercih eden bir yorumda bulunmuştur. Ona göre bu ayette oğullara olan sevgi kızlara olan sevgiden daha fazla olduğu için, oğullar 245 246 Tefsîr-i Kebîr, XIX/478-479 Tefsîr-i Kebîr, XIX/480 90 özellikle zikredilmiştir. Oğullardan istifade şekli ise, onlardan sürür duyma, onlarla çoğalıp artma gibi şeyler açısından açıktır, bellidir. Allah'ın insanın kalbinde zevce ve oğul sevgilerini yaratmasında yüce bir hikmet vardır. Çünkü eğer bu sevgi olmasaydı, doğum ve çoğalma meydana gelmez, bu da insan neslinin sona ermesine sebebiyet verirdi. Bu sevgi fıtri bir özelliktir. Bundan dolayı bütün hayvanlarda bulunmaktadır. Bunun hikmeti ise neslin bekasını sağlamaktır.247 Bu ayet Kehf suresinin 46. ayeti gibidir: “O mallar, o oğullar (hep) dünya hayatının ziynetidir. Bakılacak olan Salih ameller ise, Rabbinin nezdinde sevapça da hayırlıdır, emelce de hayırlıdır.” Razi burada mal ve evladın hayatın süsü olup fani olduklarını söylerken248 Âl-i İmran suresinde erkek evladın kız evlattan değerli olduğunu ifade eder. Oysa Kefh suresinde olduğu gibi Âl-i İmran suresinin bu ayetinde de mal ve erkek çocuklarıyla övünen kimselere bir uyarı vardır. Çünkü mal ve oğulların çokluğu özellikle Arap toplumunda güçlü olmanın dolayısıyla gurur ve kibre kapılmanın vesilesiydi.249 247 Tefsîr-i Kebîr, VI/187 Tefsîr-i Kebîr, XV/190-191 249 Ünal, İsmail Hakkı, Kur'an’da Aile Kurumu, DİD, c.40, sy.2, s.16 248 91 IV. KADININ PEYGAMBERLİĞİ VE YÖNETİCİLİĞİ Kadının peygamberliği Razi’nin tefsirinde yer verdiği konulardan biridir. Konu içerisinde değerlendirilecek iki kadın vardır. Bunlar Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem ve Hz. Musa’nın annesidir. “Eşari, peygamberliğini kabul ettiği altı kadın sayar: Havva, Asiye, Hz. Musa’nın annesi, Sare, Hacer, Meryem (Kadınlar veli, şehid, Saliha olabildiklerine göre niçin peygamber olamasınlar deniliyor) Bu sayılan altı kadına meleğin geldiği Kur'an’la sabit, şu halde peygamber olabilirler diyor.”250 İtikat yönünden Eşari olmasına rağmen Razi, kadınların peygamber olamayacağını söyler. Razi’ye göre Hz. Meryem bir ayet (mucize) kılınmıştır. Çünkü Hz. Meryem erkeksiz hamile kalmıştır, cennetten gelen yiyeceklerle beslenmektedir ve Hasan Basri’den bir rivayete göre hiçbir zaman annesini emmemiş ayrıca tıpkı Hz. İsa’nın yaşındayken konuşmuştur.251 Razi tüm bunların Hz. Meryem’in gösterdiği kerametler olduğuna inanır. Mutezili Kâdı’ya göreyse tüm söylenenler doğru ise bu Hz. Zekeriya’nın bir mucizesi olur. Çünkü Hz. Meryem bir peygamber değildir, olamaz. Kâdı, Mutezile kelamcısı olduğu için kerameti kabul etmez. Razi, Kâdı’nın söylediklerine itibar edilmez diyerek evliyanın kerametini kabul eder. Hz. İsa’nın babasız doğmuş, Hz. Meryem’in de oğlunu babasız doğurmuş olması ile ikisi de alışılmış olan âdeti bozmuşlardır ve bu enteresan noktada müşterektirler.252 250 Tümer, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, s.169 Tefsîr-i Kebîr, XVI, 224 252 Tefsîr-i Kebîr, XVI, 430-431; ayrıca bkz. Mefâtihu’l-Gayb, VI/304 Âli-İmran, 42-43; özellikle Tefsîr-i Kebîr, VI/282-285 Âli-İmran 37. ayetin tefsirinde konuyla ilgili geniş açıklamalar yapılmıştır. 251 92 Hz. Musa’nın annesine vahyedilmesinin yer aldığı 20/Taha suresi 38-39 ayetiyle “Andolsun ki, biz sana, diğer bir zamanda da, annene vahyolunacak olan şeyi; ilham ettiğimiz vakitte de lütfetmiştik ve (kendine) "Onu tabuta koy da, denize at ki, deniz onu kıyıya atsın, onu benim de kendisinin de düşmanı olan biri alacak diye emretmiştik” ilgili yaptığı açıklamalarda ise Razi bu ayetten anlaşılan vahiy ile peygamberlere gelen vahyin kastedilmediğini hem hüküm vermeye (hâkim olmaya), imam (devlet başkanı) olmaya hatta İmam Şafii’ye göre kendini evlendirmeye bile salahiyetli değilken kadının peygamberliğinden hiç bahsedilemeyeceğini ifade eder. Buna ‘Biz senden evvel de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (peygamber olarak) göndermedik’ (21/Enbiya, 7) ayetini delil gösterir. Ayrıca Razi Kur’an’da “vahiy” kelimesinin hep “peygamberlik” manasını da ifade etmediğini nitekim ‘Rabbin bal arısına vahyetti ki…’ (16/Nahl, 68), ‘Hani havarilere şöyle vahyediyordum…’ (5/Maide,111) ayetlerinde bunun açık olduğunu belirtir.253 Ayrıca Razi Nahl suresinin, 43-47. ayetleri ile Yusuf suresi 109. ayetlerde yaptığı açıklamalarda da kadın peygamber olamayacağını belirtmektedir.254 Kadının yöneticiliği konusunda değerlendireceğimiz kadın ise Sebe ülkesinin melikesi yani yöneticisidir. Sebe melikesi ile Süleyman peygamber arasında geçen olay Neml suresinde anlatılmaktadır. Razi, Sebe melikesinin adının Belkıs binti Şurahil olduğunu, babasının Yemen topraklarının hükümdarı olup o ve kavminin güneşe tapan Mecusilerden olduğunu nakleder.255 Hz. Süleyman’ın kuşlarında Hüdhüd bir gün Sebe’de yaşayan, büyük bir 253 Tefsîr-i Kebîr, XV/504 Tefsîr-i Kebîr, XIV/224-225; Tefsîr-i Kebîr, XIII/365 255 Tefsîr-i Kebîr, XVII, 416 254 93 tahtı olan ve güneşe tapan bir kavmin bir kadın hükümdar olduğunu Hz. Süleyman’a haber verir.256 Hz. Süleyman, Sebe melikesine ülkesini kendisine teslim etmesini içeren bir mektup gönderir. Belkıs bu mektuba vereceği cevap için ülkenin ileri gelenlerine danışır. Onlar da kararı Belkıs’a bırakırlar.257 Belkıs Hz. Süleyman’la yaptığı görüşmeler sonucu ona teslim olarak Müslüman olur.258 Razi Belkıs ile Hz. Süleyman’ın evlenip evlenmediği ile ilgili şu rivayeti aktarır: “Âlimler, Hz. Süleyman'ın, o kadınla evlenip evlenmediği, hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ulemanın açıklamalarından anlaşılan, onun o kadınla evlenmiş olduğudur. Hâlbuki bunun bilgisi ne Kur'ân'da yer alır, ne de sahih bir hadiste... Ibn Abbas'dan rivayet olunduğuna göre, Belkıs Müslüman olunca, Hz. Süleyman ona, kavminden, seni evlendirebileceğim birisini seç, dedi. Bunun üzerine kadın, böylesi bir saltanatı olan benim gibi bir kadınla, (alelade) adamlar evlenmez” dedi. Bunun üzerine Hz. Süleyman, “Nikâh İslâm'dandır” deyince de kadın, eğer durum böyleyse, beni, Hemdan hükümdarı Tübba ile evlendir, dedi. Bunun üzerine de Hz. Süleyman onu, onunla evlendirdi. Sonra da onları Yemen'e gönderdi ve o kadın, kraliçeliğini devam ettirdi. Allah en iyi bilendir.”259 Razi, Sebe melikesinden yola çıkarak kadının devlet başkanlığı meselesinde herhangi bir yargıya varmaz. Ancak 20/Taha suresi 38 ve 39. ayetlerinin tefsirinde kadının 256 peygamberliği 27/Neml, 20-24 27/Neml, 29-33 258 27/Neml, 41-44 259 Tefsîr-i Kebîr, XVII/434 257 konusunda yaptığı açıklamalarda kadının hüküm 94 vermeyeceğini (hâkim olma) ve imam (devlet başkanı) olmayacağını ifade etmektedir.260 “Kadının Yöneticiliği Meselesi” adlı çalışmasında Kadir Güler, klasik dönemde kadınların idarecilik yapamayacağı görüşünün egemen olduğunu belirtmekte ve geleneksel yaklaşımın bu yorumlarının, erkek bakış açısını, kadınla ilgili kendi dönemlerinde var olan tarafgir anlayışları ve önyargıları yansıtması, hepsinin sadece erkekler tarafından yazılmış olması, yorumlarda erkeklere yer verilmesi, lafızcı ve parçacı yaklaşım sunmaları ve hermenötik bir ilkeye dayanmadıkları için gelişigüzel olmalarından dolayı eleştiriye açık bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaktadır.261 “Belkıs iyi bir idareci olmasına rağmen kadın olduğu için idarecilik konusunda iyi bir örnek olarak kabul edilmemektedir.” diyen Amine Vedud ve pek çok çağdaş dönem düşünürü Kur'an’ın yöneticilik konumunun kadın için uygunsuz olduğuna ilişkin hiçbir ifade kullanmadığını; tam aksine Kur'an’daki Belkıs kıssasının onun hem siyasal hem de dinsel uygulamalarından övgüyle söz ettiğini belirtmektedir.262 Sebe melikesinin yönetici olmasından yola çıkarak kadınların devlet başkanlığı yapabileceğini ileri sürenler olduğu gibi bu kıssanın İslamiyet’ten önceki dönemi anlattığı için böyle bir çıkarımda bulunulamayacağını ileri sürenler263 de vardır. 260 261 262 263 Tefsîr-i Kebîr, XV/504 Gürler, “Kadının Yöneticiliği Meselesi -Bir Hadisin Okunuşu ve Eleştirisi-”, Dini Araştırmalar, c.4, sy.11, s.85 Gürler, “Kadının Yöneticiliği Meselesi -Bir Hadisin Okunuşu ve Eleştirisi-”, s.87; Sebe Melikesinden yola çıkarak kadının devlet başkanı olabileceğini savunanlara Akdemir, Salih, “Tarih Boyunca ve Kur’an-ı Kerim’de Kadın”, İslami Araştırmalar, V/4, 1991, s.270; Karaman, Hayreddin, İslam’da Kadın ve Aile, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1995, s.85 Beşer, Faruk, Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve İslam, Nun Yay, İstanbul, 1995, s.116-124; Topaloğlu, İslam’da Kadın, s.273-274 95 Bu görüşte olanların ileri sürdüğü diğer bir delil de Sebe melikesinin Hz. Süleyman’a teslim olduktan sonra görevine devam ettiğiyle ilgili bir açıklama olmamasıdır.264 Bazıları da kadının yapısı gereği böyle bir görevi yerine getiremeyeceğini,265 ilim, fikir, sanat, spor, siyaset, iktisat, diğer kültürel faaliyet alanlarındaki başarıları itibariyle erkeklerin kadınlardan daha üstün olduğunu ifade eder.266 Ayrıca Ebu Bekre hadisi ve diğer bazı hadislerle de kadının devlet başkanlığının yasaklandığı görüşünde olanlar da vardır.267 Hafsa Fidan kıssayı farklı bir bakış açısıyla değerlendirerek şunları söyler: “Kıssanın anlatıldığı nüzul dönemi ve ayrıca kıssanın baştan sona işlenişi (Kur’an’daki anlatıma göre Melike’nin hikâyenin sonunda bir olan Allah’a iman etmesi) göz önünde bulundurulduğunda onun temel vurgusunun güçlü bir kadın kraliçenin iman etmesi olduğu görülmektedir. Nitekim hem peygamber (Muhammed) hem de ona iman eden kişiler, Sebe kraliçesinin hikâye edildiği dönemde inen benzer temaları işleyen ayetlerde bu türden iman ve inkâr karşıtlığını işleyen kıssalar ile teselli edilmektedir.”268 Beşer, Faruk, Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve İslam, Nun Yay, İstanbul, 1995, s.116-124; Topaloğlu, İslam’da Kadın, s.273-274; 265 Sıbai, Mustafa, İslam’a ve Garblılara Göre Kadın, çev. İhsan Toksarı, Nida Yay, İstanbul, 1969 266 Uludağ, Süleyman, Sufi Gözüyle Kadın, İnsan Yay, İstanbul, 1995, s17 267 Gürler, “Kadının Yöneticiliği Meselesi -Bir Hadisin Okunuşu ve Eleştirisi-”, Dini Araştırmalar, c.4, sy.11, s.85; Hamidullah, Muhammed, “İslam Hukukunun Kaynakları Açısından Kitab-ı Mukaddes I”, Atatürk Ünv. İslami İlimler Fak. Dergisi, sy.3, Ankara, 1979, s.387 268 Fidan, Hafsa, Kur’an’da Kadın İmgesi (Doktora Tezi), Ankara Ünv. SBE, Ankara, 2005, s.132 264 96 V. AHİRET HAYATI VE KADIN Kur'an’ın cennet tasvirleri arasında en çok dikkati çeken motiflerden biri hurilerdir. Kur'an’ın hurilere atfettiği nitelikler, onların öncelikle cennetteki erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla yaratıldığı izlenimini vermektedir.269 Sözlükte “beyaz olmak, beyazlaşmak” anlamındaki hûr kelimesi haver kökünden sıfat olan havranın çoğuludur. Türkçede tekili için kullanılan hûri kelimesi Arapçada yoktur. Araplar, çölde yaşayan kadınların aksine şehir hanımlarının ten beyazlığını ifade etmek için havariyyat kelimesinin kullanırlar. Haver kökünden türeyen kelimeler çeşitli ayet ve hadislerde bir güzellik unsuru olarak göze nispet edilmiştir. Dilciler huri için genellikle “beyaz tenli, gözünün beyazı saf, siyahı koyu ve yuvarlak, göz kapakları ince ve nazik” tasvirlerini yapmışlardır. Bir telakkiye göre huri ceylan gözlü, yani gözünün tamamı siyah olan demektir.270 Hur kelimesi Kur’an’da dört ayette geçmekte, bunların üçünde “iri kara gözlüler” anlamındaki “îyn”271 kelimesiyle (Vakıa, 22; Duhan, 55; Tur, 20) ve Rahman suresi 72. ayette “çadırlarda iskân edilmiş” manasındaki “maksûrat” kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır. Ayrıca huriler Nebe, 33. ayette “kevaib etrab” (göğüsleri yeni oluşmuş yaşıt kızlar); Vakıa, 37. ayette ise “urub etrab” (eşlerine düşkün iffetli yaşıt kızlar) şeklinde tasvir edilmiş; Vakıa, 23. ayette yüksek 269 Öztürk, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, s.212 İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c.4, s.219-220; Topaloğlu, Bekir, “Huri”, TDVİA, c.18, s. 387-390; Wensinck, A. J.”Huri”, İA, İstanbul 1950, c.5, s.591-592 271 Sarı, Mevlüd, el-Mevarid, Arapça-Türkçe Lügat, Bahar Yay, İstanbul, 1982, (el-aynau çoğulu ıyn: gözünün siyahı büyük olan kadın) 270 97 değerlerinden ötürü saklanan ve bir anlamda kıskanılan inciye; Saffat, 49. ayette gün yüzü görmemiş ve el değmemiş taze yumurtaya; Rahman, 56. ayette ise yakut ve mercana benzetilmiştir. “Başkasına bakmayan” anlamında Sad, 52; Saffat, 48 ve Rahman, 56. ayetlerde kullanılmıştır. Yine Kur’an’da hurilerin bakire272 ve aynı yaşta oldukları273 ile cennetteki eşlerinden önce kendilerine ne bir insan ne de bir cinin dokunduğu274 ifade edilmiştir. Medeni surelerde ise üç ayette “tertemiz eşler” manasındaki “ezvac-ı mutahhara” şeklinde geçmektedir. 275 Hurilerden bahseden ayetlerde hem hurilerden hem de onlara sahip olacak erkeklerden çoğul sigasıyla bahsetmiştir.276 İlk olarak “hur” kelimesini “ıyn” kelimesiyle birlikte kullanıldığı ayetlerin tefsirine yer vereceğiz. İlk ele alacağımız ayet Vakıa, 22-23 ayetidir: “Güzel gözlü huriler de (vardır), saklı inci timsalleri gibi…” Bu ayetlerde huri kelimesi “ıyn” kelimesiyle birlikte kullanılmış ve huriler saklı inci tanelerine benzetilmiştir. Razi bu ayetlerin tefsirinde huri ve “ıyn” kelimelerinin okunuşlarına dair geniş dilsel açıklamalarda bulunmuştur.277 Hur kelimesinin ıyn kelimesiyle kullanıldığı diğer ayet ise Duhan, 54. ayettir: “İşte böyledir ve onları gözleri iri, elbiseleri tertemiz, renkleri beyaz huriler ile evlendiririz.” Razi ayetin tefsirinde şu lügat açıklamalarında bulunur: Bu kelime 272 56/Vakıa, 36; 56/Rahman, 56 38/Sad, 52; 56/Vakıa, 37; 78/Nebe, 33 274 55/Rahman, 56, 74; Ayrıca tertemiz eşler manasında “ezvac-ı mutahhara” şeklinde 3 Medeni surede geçmektedir: 2/Bakara,5; 3/Âl-i İmran, 15; 4/Nisa, 57 275 2/Bakara, 25, 3/Âl-i İmran, 15, 4/Nisa, 57 276 Topaloğlu, Bekir, “Huri”, TDVİA, c.18 s. 387-390 277 Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XXI/185-188; ayrıca Vakıa Suresi 35-37. ayetleri içi bkz. XXI/207-208 273 98 (hur) beyaz manasınadır ve “tahrir” beyazlatmak demektir. Gözün beyazının alabildiğine beyaz, siyahının da alabildiğine siyah olduğunu ifade etmek için “a’ynun havrau” denilir. Gözlerinin beyazı, teninin renginde olmadıkça kadına “havra” (bembeyaz) denilmez… Ayetteki, “iyn” kelimesi, (a’yna) kelimesinin çoğulu olup, “a’yna”, iri gözlü kadın demektir. Cübbâî, gözleri iri ve büyük olduğunda erkek için “raculün a’yenu”; kadın için “imraetun a’ynau” ifadesinin kullanıldığını ve bu iki kelimenin cemisinin de “ı’yn” kelimesi olduğunu söylemiştir. Kelime açıklaması yaptıktan sonra Razi “hûri-ıyn” tamlamasının kimler için kullanıldığı ile ilgili şu bilgileri aktarır: “Âlimler, ayette geçen “hûri-ıyn”ın kimler olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak Hasan el-Basrî, bunlar sizin o dişi dökülmüş ihtiyar karılarınızdır, Allah onları yeniden yaratmıştır, derken, Ebû Hureyre (r.a), bunlar, dünya kadınları değildir, demiştir.”278 Huri ile ıyn kelimesinin birlikte kullanıldığı bir diğer ayet ise 52/Tur, 20. ayetidir: “Biz şahin gözlü hurileri onlara eş yaptık” Bu ayette cenneti hak edenlerin güzel gözlü hurilerle evlendirilmesine değinilmektedir. Müfessir Razi, evlendirmedeki menfaatin erkeklere ait olduğuna işaret eder. Onlar, huriler ile lezzetlensinler diye, evlendirilmişlerdir; yoksa huriler onlar ile lezzetlensinler diye değil. Daha sonra Razi hurilerin güzel, iri gözlerle nitelendirilmesini insanın uzuvların en güzelinin yüz olması, yüzde yer alan en güzel uzvun da göz olmasına bağlar. 279 Mekki surelerden üçünde “ıyn” kelimesiyle birlikte kullanılan “huri” kelimesi Rahman suresinin 72. ayetinde “maksûrat” kelimesiyle kullanılmıştır. Rahman 278 279 Tefsîr-i Kebîr, XIX/590 Tefsîr-i Kebîr, XX/426-427 99 suresinin diğer ayetlerinde de hurilerle ilgili açıklamalar olduğundan konu bütünlüğü sağlanması açısından bu ayetlerin hepsi birlikte değerlendirilecektir. 55/Rahman, 56. ayette (O cennetlerde gözlerini -yalnız kendi kocalarına- hasretmiş kadınlar vardır ki, kendilerine onlardan önce ne bir insan ve ne de bir cin dokunmamıştır…) hurilerin bazı sıfatlarla kullanılıp ismen zikredilmemesini Razi şu nedenlere bağlamıştır: “Cenabı Hak sanki oralarda, gözlerini kocalarına tahsis etmiş kadınlar, eşler vardır, buyurmuştur. Bunda da şöyle bir incelik vardır: Allah Teâlâ, o kadınları ancak vasıflarıyla zikretmiş, onları, kendi cinslerini ifade eden ad ile zikretmemiştir. Bu cümleden olarak, mesela bir seferinde, “huru îyn” (pek güzel) gözlü huriler de... (vardır) (Vakıa, 22) bir seferinde, “yaşıt kızlar” (Vakıa, 37), bazen de “gözünü yalnız eşlerine hasretmiş (dilberler)” buyurmuş, fakat “falan, falan kadınlar...” diye ismen zikretmemiştir. Bunun şu iki sebebi vardır: a) Bu, onların kendilerini teşhir etmekten pek sakındıklarına bir işarettir. Bundan dolayı Cenabı Hak bu kadınları, cinslerine ait isimlerle zikretmemiştir. Çünkü cins ismi, sıfatın ortaya koyamayacağı gerçekleri anlatır. Zira sen, meselâ, hareket eden, dileyen, yiyen, içen, dediğinde bu kimseyi, böyle pek çok vasıfla nitelemene rağmen, hayvan veya insan demek suretiyle anlatışından daha fazla ortaya koyamazsın. b) Onları yüceltmek için... Zira böylece onların güzellikleri, kendilerine cennet vaat edilmiş olan ehli cennet gözünde artar. Çünkü padişahların kızları, ancak sıfatlarla anlatılırlar.”280 Razi ayette geçen “kasıratı tarf” tabirini şöyle açıklar: “kasıratı tarf” tabiri 280 Tefsîr-i Kebîr, XXI/139-141 100 “menetmek” manasına olan, “kasr” kökündendir, yani “O kadınlar gözlerini (bakışlarını), başkalarına bakmaktan alı korlar” demektir. Bu izaha göre, burada şöyle bir incelik vardır: Allah Teâlâ daha sonra, bunlar “çadırlar içinde maksûrat (ehl-i perde) hurilerdir” (Rahman, 73) buyurmuştur. O halde bunlar, bir taraftan maksûrat (kasredilmiş-perdelenmiş) iken bir taraftan kâsırât (kendi kendilerini perdelemiş, bakışlarını eşlerine hasretmiş) olurlar. Bu hususta şu iki izah yapılabilir: 1. Onlar, tıpkı iffetli kimselerin meşgul oluşları gibi, gözlerini (bakışlarını) alıkoymuşlardır (başkalarına bakmazlar). O halde bunlar, tıpkı kendisini çadırlar içinde kapalı tutan, bakışlarını başkalarına bakmaktan alıkoyanların âdeti gibi, kendilerini çadırlara kasretmiş âdeta hapsetmişlerdir. 2. Bu, onların yüce kıymetlerini ve iffetlerini anlatan bir ifadedir. Çünkü kendinden kaynaklanan bir alıkoyma vasfı bulunmayan ve kendilerini idare edecek, onlara bakacak velileri olmayan kadınlarda bir tür zillet vardır. Ama kendileri için çok güçlü, başkalarına mâni olabilecek velileri (akrabaları) bulunan kadınlar ise, dışarı çıkmaktan, başkalarına görünmekten çekinirler. İşte bu onların saygınlıklarına delalet eder. Ama onların, içlerinde, dışarı çıktıklarında sağa-sola bakma gibi bir duygu olmadığı zaman da, kendi kendilerine iffetlidirler demektir.”281 Yine bu ayette geçen ‘Kendilerine asla (hiç kimse) dokunmamıştır’ ifadesi ile ilgili olarak Razi şu izahları yapar: 1. Onlara başkası hâkim olmamış 2. Onlarla cinsi münasebette bulunulmamış 281 Tefsîr-i Kebîr, XXI/141-142 101 3. Kendilerine dokunulmamış”282 Rahman, 58. ayette (Sanki onlar yakut ve mercan gibidirler.) huriler yakut ve mercana benzetilmiştir. Razi’ye göre hurileri yakut ve mercana benzetmenin iki nedeni vardır: a) Bu, onların yakut ve mercanın saflığına, berraklığına bir teşbihtir. b) Bu, onların incinin beyazlığının ve yakutun kırmızılığının güzelliğine bir teşbihtir. Mercan, incinin küçüğü olup, beyazlık ve parlaklık bakımından, büyüğünden çok çok ileridir. Şimdi eğer, bu teşbihin, o kadınların temiz ve saflıklarını anlatmak için yapıldığını söylersek, deriz ki: Bu hususta şöyle bir incelik var: Geçen ayetteki (kâsırâtut-tarf) tabiri o kadınların kötülükten ve ahlâksızlıktan uzak olduklarına, “sanki onlar yakuttur, mercandır” ifadesi de, onların cennette seçkin, saf, berrak ve tertemiz oluşlarına bir işarettir. Binaenaleyh Cenabı Hak ilk defa aklî-zihnî hususu zikrederek işe başlamış, sonra da maddî-hissî olan hususu zikretmiştir. Tıpkı bizim, “Bu teşbih, onların cisimlerini kırmızılık (pembelik) ve beyazlık hususunda, yakut ve mercana benzediklerini anlatmak içindir” deyişimiz gibi, bu husustaki hüküm de budur. Çünkü Cenabı Hak, bu kadınların iffetli oluşlarını, parlak oluşlarından önce zikretmiştir. Bu ayetin, önce geçen ayeti tekit eden bir ifade olduğu da söylenebilir. Çünkü bu kadınlar, bakışlarını sadece beylerine hasretmiş olup, ne bir insan, ne bir cin ile beraber olmaktan sakınmış, cinsî münasebetten kaçınmış olunca, adeta ta madeninin göbeğindeki yakut, sedefinde (kabukları içinde) korunmuş ve hiç bir el tarafından dokunulmamış olan bir inci gibi 282 Tefsîr-i Kebîr, XXI/142-143 102 olurlar.”283 Hurilerin özeliklerini Saffat suresinin 48-49. ayetlerinde (Ve onların yanlarında irice gözlü, bakışlarını -kendilerine- tahsis etmiş eşler de vardır ki bunlar örtülüp saklanmış yumurtalar gibidirler.) Razi şöyle sıralamıştır: 1. O kadınlar bakışlarını hapsetmişler ve kocalarından başkalarına bakmazlar 2. Büyük gözlüdürler, nitekim büyük göz, gözlerin en güzelidir. 3. Örtülüp saklanmış yumurtalar gibidirler. Meknûn, “örtülü, kapalı” demektir. Ayetteki bu benzetmenin manası şudur: Yumurtanın dış yüzeyi, sarıya çalan bir beyazlıktadır. Yumurta örtülüp saklandığında, tozdan topraktan ve dumandan korunmuş olur. Bu renk, son derece güzeldir. Araplar da kadınlara, “saklı, örtülü yumurtalar” adını verirlerdi.284 Muhammed Esed, “hur” kelimesini “saf ve temiz eşler” olarak çevirmiş ve bu kelimenin kadın ve erkek cinsini birlikte ifade ettiğini ileri sürmüştür. Bunun nedenini şöyle açıklar: “hur” ismi hem müzekker ahver’in hem de müennes havra’nın çoğuludur… İlk Kur'an müfessirlerinin büyük bir kısmı hur terimini daha ziyade “kadın cinsi arasındaki üstün ve erdemli kimseler” şeklinden başka türlü anlamamışlardır.285 Vakıa, 38. ayetteki “urub etrab”ı da “uyum içinde olanlar” şeklinde tercüme eden Esed, bu tabirin ister kadın olsun ister erkek olsun dürüstlük ve erdemliliğe ulaşmış olan herkesi içine aldığını belirtir.286 Esed, “kevaib etrab”ı da 283 Tefsîr-i Kebîr, XXI/143-144 Razi huri konusuyla ilgili tefsirinde çok detaylı açıklamalar yapmıştır. Biz burada tekrar olmaması için benzer ayetlerin açıklamalarına yer vermeyip genel olarak hurilerle ilgili bilgileri aktardık. Daha geniş bilgi için bkz. 38/Sad, 52. ayet için Tefsîr-i Kebîr, XIX/99; 37/Saffat, 49. ayet için Tefsîr-i Kebîr, XVIII/602-603; 56/ Vakıa Suresi, 35-38. ayet için Tefsîr-i Kebîr, XXI/206-208; 55/Rahman, 72-75. ayet için Tefsîr-i Kebîr, XXI/150-151 284 Tefsîr-i Kebîr, XVIII/602-603 285 Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yay, Ankara, 1999, s.1104-1105 286 Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.1105 103 “uyumlu harika eşler” olarak çevirmiştir. Birçok müfessirin kevaib kelimesini “göğüsleri göz alıcı hale gelen veya tomurcuklanan kız” anlamında kullandığını belirten Esed bu müfessirlerin bu ifadede cennetin (erkek olduğu varsayılan) sakinlerine hoşnutluk verecek olan bir tür genç “dişi-eşler”e bir atıf yaptıklarını ifade eder. Ancak ona göre cennetin güzellikleri ile ilgili bütün teşbihleri aynı ölçüde hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Esed’e göre cennetin nimetleri ile ilgili Kur'anî tasvirler daima müteşabihtir.287 Hüseyin Hatemi ise hurinin cinsiyet çağrışımıyla ilgisi olmayıp İslami ve ahlaki yaşayışın ürünleri (manevi çocukları) demek olan “vildanun muhalledun” ile tefsir edilmesi gerektiğini söylemektedir. 288 Hurilerle ilgili ayetler üç ayet dışında (bu ayetlerde de aynı ifadelerle “ezvac-ı mutahhara” şeklinde kullanılmıştı) Mekki surelerde yer almaktadır. Razi tefsirinde huriler hakkında çok geniş açıklamalar yapmıştır. Hurilerin dünyadaki iyilikler neticesi ödül olarak verilen güzel yaratılışlı kadınlar olduğunu belirtmiştir. 287 Esed, 288 Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.1227 Bkz. Hatemi, İlahi Hikmette Kadın, s.80 104 SONUÇ Mekki Surelerde Kadın (Razi Tefsiri Örneği) adlı çalışmamızda Mekki surelerdeki kadınlarla ilgili ayetleri Razi tefsirini esas alarak incelemeye çalıştık. Tarihin herhangi bir döneminde oluşan bir yapıtın döneminden etkilenmesi ve dönemine etki etmesi bir gerçekliktir. Her metin kendi döneminden izler taşır. Her ne kadar Kur’an bir insan metni olmasa da tarihten bağımsız bir metin de değildir. Bu bağlamda Kur’an’ın anlaşılması için Arapça indirilmiş olmasını dikkate alabiliriz. Arapça konuşulan bir topluma inen Kur’an’ın Arapçanın dilsel yapısına göre olması da kaçınılmazdır. Kur’an’ın hitap tarzlarında erkeği kadına öncelediği görülmektedir. Bu Arap dilinin yapısından kaynaklanan bir durumdur. Dilin, herhangi bir toplumun hayat felsefesini yansıtan bir ayna olduğu ve Allah’ın da ilk defa belli bir topluma belli bir dille hitap ettiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Kur’an’ın dil sistemindeki ataerkilliğin bu boyutunun dinsel değil dilsel bir olgunun tezahürü olduğu anlaşılacaktır. Mekki surelerde kadının ontolojik ve antropolojik bir varlık olarak ele alındığını görmekteyiz. Bilindiği gibi Mekki sureler genel olarak Cahiliye adetlerini olması gerekene yönlendirmeye veya ortadan kaldırmaya yöneliktir. Mekki ayetlerde, kadının insan olarak değerli bir varlık olduğu ortaya konulmuştur. Arap yarımadasında bitip tükenmek bilmeyen kabile savaşları kadınların toplum içindeki değerini azaltmıştır. Çünkü savaşçı bir toplumda erkek gücüne ihtiyaç vardır. Mevcut kaynaklar ışığında cahiliye dönemindeki kadınlarla ilgili 105 olumsuz telakkilerin Kur’an’la birlikte kaldırılmaya çalışıldığını, kadınlar lehine son derece önemli değişme ve gelişmeler kaydedildiğini tespit etmiş bulunuyoruz. Kadınlarla ilgili olarak Mekki ve Medeni sureler arasındaki bazı farkları tespit ettik. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1. Mekki surelerde kadınlar eski kavimlerle ilgili kıssalarda yer alır (Hz. Meryem, Hz. Nuh’un eşi, Hz. Lut’un eşi, Hz. Hz. İbrahim’in eşleri, Hz. Zekeriya’nın eşi, Sebe melikesi, Hz. Yusuf’u satın alan vezirin eşi, Firavun’un eşi, Hz. Musa’nın annesi ve kız kardeşi, Hz. Şuayb’ın kızları) 2. Mekki surelerde cennet tasvirlerinde kadın çok sık geçerken, Medeni surelerde sadece üç ayette geçmektedir. 3. Mekki surelerde kadınların hukuki haklarına değinilmezken Medeni surelerde kadının hukuki hakları açıklanır. 4. Hz. Havva’nın yaratılışı ve cennetten çıkarılmasıyla ilgili ayetler Mekki Surelerde genişçe anlatılmışken Medeni surelerde bu konudan çok az bahsedilir. 5. Kız çocuklarının diri diri öldürülmesi konusu Mekki surelerde ayrıntılı bir şekilde anlatılmışken Medeni surelerde bu konuya yer verilmemiştir. 6. Anne-babaya itaat konusuna Mekki surelerde çok fazla, Medeni surelerde ise daha az yer verilmiştir. Buradan Mekki ayetlerde kadınla ilgili olumsuz telakkilerin değiştirildiği, Medeni ayetlerde ise kadının hukuki haklarına yer verildiği kanaatine ulaşıyoruz. 106 Razi’nin tefsirinden Mekki surelerde kadınlarla ilgili görüşlerinin şunlar olduğunu gözlemledik: • Razi’nin dönemindeki klasik tefsirlerde, Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in eğe kemiğinden yaratıldığına dair rivayetlere yer verdikleri görülmektedir. Razi ise bu konu ile ilgili “kendi nefsinden yaratılma” ayetinde geçen “nefs” kelimesini “cins, tür” şeklinde yorumlamıştır. Böylece Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in eğe kemiğinden yaratılmadığını Hz. Âdem ile aynı cinsten yaratıldığını belirtmiştir. • Hz. Havva’nın cennetten çıkarılması olayıyla ilgili israiliyat haberlerine Razi tefsirinde yer vermemiştir. Razi’nin dönemindeki tefsirlerde israili haberlere yer verilirken Razi akla aykırı olup sahih hadislerle uyuşmadığı için bu tür haberlere itibar etmemiştir. • Cennet tasvirlerinden “hur” kelimesinin güzel yaratılışlı kadınlar olduğunu söylemiş ve konuyla ilgili çok geniş açıklamalar yapmıştır. • Kadının hüküm vermeyeceğini (hâkim olma) ve imam (devlet başkanı) olmayacağını ifade etmektedir. • Kadınların peygamber olamayacağını ifade etmiştir. Bununla birlikte kerameti kabul eden Razi, Hz. Meryem’in bazı kerametlerinin olduğunu söylemiştir. • Kadınlar erkeklere olan nimeti tamamlamak için yaratılmışlardır. Ayrıca Razi aslında kadınların erkekler için yaratıldıklarından mükellef tutulmamaları gerektiğini ancak mükellef tutulmazlarsa kocalarına itaat etmeyip fesadın ortaya çıkmasına neden olacakları, mükellefiyetlerinin bu nedenle olduğu görüşündedir. 107 • Erkek çocukları kız çocuklarına göre daha değerlidir • Razi tefsirinde anne-baba hakkına dair çok geniş açıklamalar yapmıştır. Razi, anne babaya iyilik emredildikten sonra özellikle annenin zikredilmesine dayanarak, çocuktan dolayı annenin çektiği zahmet ve meşakkatin daha çok olduğundan ana hakkının daha büyük olduğunu ifade etmiştir. Kadının değerli görüldüğü en önemli belki de tek yönü anneliğidir. Bunun dışında kadın yaratılışı gereği noksan, aklı kıttır; onun hileleri, tuzakları, şerleri çoktur. Kadınlar kendilerini savunamazlar. Bunu yapmaya çalıştıklarında kendilerini savunacak yerde aleyhinde olan şeyleri bile söylerler. Tüm bunlar ayetleri de delil göstererek Razi’nin dile getirdiği ataerkil söylemlerdir. Fakat hemen belirtmemiz gerekir ki Razi’nin yaşadığı sosyo-kültürel hayatta bu söylemler çok doğaldır. Bu nedenle Razi’nin görüşlerini değerlendirirken bunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. 108 KAYNAKÇA ABDULBAKİ, Muhammed Fuad, Mûcemul- Müfehres li-Elfazıl Ku’anil-Kerim, elKahire, 1988 ABDULHAMİD, Muhsin, er-Razi Müfessirsen, Darul-Hurriyyeti lit-Tibaati, Bağdad, 1974 AĞIRMAN, Cemal, Kadının Yaratılışı –İlgili Rivayetler Bağlamında Bir Yaklaşım-, Rağbet Yay, İstanbul, 2001 AKDEMİR, Salih, “Tarih Boyunca ve Kur’an-ı Kerim’de Kadın”, İslami Araştırmalar, V/4, 1991, s.260-270 AKPINAR, Ali, Kur'an Coğrafyası, Fecr Yayınları, Ankara, 2002 AKYÜZ, Vecdi, “Ana Baba”, TDVİA, İstanbul, 1991, c.III AKTAŞ, Cihan, “Kadının Toplumsallaşması ve Fitne”, İslami Araştırmalar, V/4, 1991, s.251-259 ARSEL, İlhan, “Şeriat ve Kadın”, Orhanlar Mat. İstanbul, 1987 ATEŞ, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehli Kitab Örf ve Adetleri, Beyan Yay, İstanbul, 1996 AYDIN, Mehmet Akif, “Aile”, TDVİA, İstanbul, 1989, c.II BARDAKOĞLU, Ali, “Cahiliye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, (Sempozyum), Ensar Neş, İstanbul, 1996 BERKTAY, Fatmagül, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın: Hıristiyanlık ve İslamiyet’te Kadın Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yay, İstanbul, 1996 BEŞER, Faruk, Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve İslam, Nun Yay, İstanbul, 1995 109 BİLGİN, Beyza, “İslam’da ve Türkiye’de Kadınlar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXXVI, Ankara Ünv. Basımevi, Ankara, 1997, s.29-43 BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi 1 (Tabakatü’l-Müfessirin), Diyanet İşleri Reisliği Yay, Ankara, 1962 CARULLAH, Musa, Kur’an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin Nurları Huzurunda Hatun, (Yay. Haz. Görmez, Mehmet), Kitabiyat, Ankara, 1999 CEBECİ, Lütfullah, “Mefâtihu’l-Gayb”, TDVİA, Ankara, 2003, c.28 CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988 (II) -----------------------,Tefsir Usulü, AÜİF Yay, Ankara, 1976 CEYLAN, Yasin, “Fahreddin Râzî’nin “Mefâtih’ul-Gayb” Tefsiri Üzerine Bazı Mülahazalar”, İslami Araştırmalar, sy.3, Ankara, 1987, s.47-55 ÇAĞRICI, Mustafa, “Ana Baba”, TDVİA, İstanbul, 1991, c.III ÇAĞATAY, Neşet, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, AÜİF Yay, Ankara, 1971 DAVUDİ, el-Hafız Şemsüddin Muhammed bin Ali bin Ahmed, Tabakatu’lMüfessirin, Kahire, 1392/1972, (II) DEMİRCİ, Muhsin, Tefsir Tarihi, Marmara Ünv. İFAV, İstanbul, 2003 DOĞUŞTAN GÜNÜMÜZE BÜYÜK İSLAM TARİHİ, Komisyon, Çağ Yay, İstanbul, 1986, c.I ESED, Muhammed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yay, Ankara, 1999 FAYDA, Mustafa, “Cahiliye”, TDVİA, İstanbul, 1993, c.VII 110 FİDAN, Hafsa, Kur’an’da Kadın İmgesi (Doktora Tezi), Ankara Ünv. SBE, Ankara, 2005 GÜLER, İlhami, “Kur’an’da Kadın-Erkek Eşitsizliğinin Temelleri”, İslamiyat, V/4, 1991, s.310-319 GÜNALTAY, Şemsettin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Sad. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu Yay, 1997 -----------------, “İslam’dan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu Aile ve Türlü Nikah Şekilleri”, Belleten, 1951, c.XV, sy.60, s.691-707 GÜRLER, “Kadının Yöneticiliği Meselesi -Bir Hadisin Okunuşu ve Eleştirisi-”, Dini Araştırmalar, c.4, sy.11, s.67-94 HAMİDULLAH, Muhammed, “İslam Hukukunun Kaynakları Açısından Kitab-ı Mukaddes I”, çev. İbrahim Canan, Atatürk Ünv. İslami İlimler Fak. Dergisi, sy.3, Ankara, 1979, s.379-390 HARMAN, Ömer Faruk, “Meryem”, TDVİA, Ankara, 2004, c.XXIX HATEMİ, Hüseyin, Kadının Çıkış Yolu İlahi Hikmet’te Kadın, Birleşik Yay, İstanbul, 1999 HATİBOĞLU, Mehmed Said, “İslam’ın Kadına Bakışı”, İslami Araştırmalar, V/4, 1991, s.231-235 İBN HALLİKAN, Ebu’l-Abbas Şemsuddin Ahmet, Vefeyatul-A’yan, el-Kahire, 1367/1948, (I-VI) İBN KESİR, İmadüddin Ebu’l-Fida İsmail bin Ömer, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim, Beyrut, 1998, (I-VIII) ----------------, Büyük İslam Tarihi, el-Bidaye ven-Nihaye, çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yay, İstanbul, 1995, (I-XXV) 111 İBN MANZUR, Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, Beyrut, 1956 IZUTSU, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, ts, KAHVECİ, İhsan, Fahreddin er-Râzî’nin “Mefatihu’l-Gayb” Adlı Tefsirinde Ulûmul-Kur’an, (Basılmamış Doktora Tezi) Sakarya Ünv. SBE, Sakarya, 2001 KARAMAN, Hayreddin, İslam’da Kadın ve Aile, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1995 KARSLI, İbrahim, Kur’an Yorumları’nda Kadın, Rağbet Yay, İstanbul, 2003 KIRCA, Celal, Kur’an ve İnsan, Marifet Yay, İstanbul, 1996 KİTAB-I MUKADDES, Eski ve Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997 KRAMERS, J. H, “Razi”, İA, İstanbul, 1960, c.IX MENGÜŞOĞLU, Takiyyettin, İnsan Felsefesi (Felsefi Antropoloji), İstanbul, 1988 MÜFTÜOĞLU, Ömer, Kur’an’da Hz. Lut ve Kavmi, ts NASR Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı -Metin Anlayışımız ve Kur'an İlimleri Üzerine-, çev. Mehmet Emin Maşalı, Ankara, 2001 ÖZGEL, İshak, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Uludağ Ünv. SBE, Bursa, 1996 ÖZTÜRK, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara Okulu Yay, Ankara, 2004 ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, Kur'an’daki İslam, Yeni Boyut, İstanbul, 1995 RAHMAN, Fazlur, Ana Konularıyla Kur’an, Ankara Okulu Yay, Ankara, 1998 --------------, İslam ve Çağdaşlık, Ankara Okulu Yay, Ankara, 1999 RAZİ, Fahruddin, Tefsîr-i Kebîr (Mefâtîhu’l-Gayb), ter. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, Sadık Doğru, Akçağ Yay, Ankara, 1988 (I-XXIII) SAFEDİ, Selahaddin Halil bin Aybek, El-Vafi bil-Vefeyat, Wiesbaden, 1959, (IXXV) 112 SARI, Mevlüt, el-Mevarid, Arapça-Türkçe Lügat, Bahar Yay, İstanbul, 1982 SARICIK, Murat, İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, Nesil Yay, İstanbul, 2004 SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDV. Yay, Ankara, 2001 SAVAŞ, Rıza, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, Gelenek Yay, İstanbul, 2004 SERİNSU, Ahmet Nedim, Kur'an-ı Kerim’in Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Ünv. SBE, Ankara, 1993 SIBAİ, Mustafa, İslam’a ve Garblılara Göre Kadın, çev. İhsan Toksarı, Nida Yay, İst, 1969 SOFUOĞLU, Mehmet, Tefsire Giriş, Çağrı Yay, İstanbul, 1981 SUYUTİ, Celaluddin Abdurrahman, Kitabu Tabakati’l-Müfessirin, Leiden, 1839 SÜLÜN, Murat, Mefatihu’l-GaybTefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Ünv. SBE, İstanbul, 1993 TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Tevilil Kurân, Mısır, 1954, (I-XXX) TAPLAMACIOĞLU, Mehmet, “Din Sosyolojisi”, AÜİF Yay, Ankara, 1983 TOPALOĞLU, Bekir, İslam’da Kadın, Yağmur Yay, İstanbul, 1970 -------------------, “Huri”, TDVİA, İstanbul, 1998, c.XVIII TUKSAL, Şefkatli, Hidayet, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, Kitabiyat, Ankara, 2000 TÜMER, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, TDVY, Ankara, 1997 UĞUR, Mücteba, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, Çağrı Yay, İstanbul, 1980 ULUDAĞ, Süleyman, Fahrettin Razi, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara, 1991 …………., , Sufi Gözüyle Kadın, İnsan Yay, İstanbul, 1995 113 ÜNAL, İsmail Hakkı, Kur'an’da Aile Kurumu, DİD, c.40, sy.2, 2004, s.7-20 ÜNVER, Mustafa, Kur’an’ın Anlaşılmasında Siyakın Rolü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara Ünv. SBE, Ankara, 1993 WENSİNCK, A. J, “Huri”, İA, İstanbul, 1950, c.V YAVUZ, Yusuf, Şevki, “Fahreddin er-Râzî”, TDVİA, İstanbul, 1995, c.XII YAZICI, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, TDVY, Ankara, 2002 YILDIRIM, Suad, Kur’an’da Uluhiyet, Kayıhan Yay, İstanbul, 19997 YÜCE, Abdulhakim, Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf, Çağlayan Yay, İzmir, 1996 ZEMAHŞERİ, Ebul-Kasım Mahmud b. Ömer, Tefsirul-Keşşaf, Matbaa-i Amire, Mısır, 1307, (I-II) ÖZET GÜRLEVİK, Safiye, Mekki Surelerde Kadın (Razi Tefsiri Örneği), Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU, s.113 Araştırma giriş, beş bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş bölümünde araştırmanın amacı, önemi, yöntemi ve kapsamı , Fahreddin Razi’nin hayatı ve Tefsîr-i Kebîr (Mefâtihu’l-Gayb) adlı eseri hakkında bilgi verilmiştir. Daha sonra İslam öncesi dönemde kadının toplum içindeki yeri açıklanmış, son olarak da kadınlarla ilgili Mekki Sureler/Ayetleri tasnif edilmiştir. Araştırmanın ilk bölümünde kadının yaratılışı üzerinde durulmuştur. Kadının Hz. Adem’den değil, onun gibi topraktan yatıldığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca Hz. Havva’nın Hz. Adem’in cennetten çıkma sebebi olmadığı ortaya konularak kadının insanın cennetten çıkarılma nedeni olmadığı açıklanmıştır. Razi’nin de bu konuda Kur’an’ın beyanına (açıklamasına) uygun açıklamalarda bulunduğu sonucuna varılmıştır. Araştırmanın ikinci bölümünde kadın inanç açısından değerlendirilmiştir. İman ve inkar etmede, sahip olunan statünün önemli olmadığı üzerinde durulmuştur. Araştırmanın üçüncü bölümünde kadının ailedeki konumu incelenmiştir. Mekki surelerde anne, eş ve çocuk olarak kadının önemi üzerinde durulmuştur. Razi’nin anne olarak kadının değerini açıklamasına karşın eş ve kız çocuğu olarak kadına aynı değeri vermediği görülmüştür. Dördüncü bölümde ahirette kadının durumu açıklanmıştır. Ahiretteki kadın tasvirlerine Mekki surelerde çok sık yer verildiği görülmüştür. Razi’nin bu tasvirleri tefsirinde geniş bir şekilde açıkladığı görülmüştür. Son bölümde kadının yöneticiliği meselesi ele alınmış olup Kur’an’ın bütünlüğü açısından konu değerlendirilerek kadının yönetici olabileceği sonucuna varılmıştır. Razi ise kadının yönetici olamayacağını ifade etmiştir. Sonuç kısmında ise Mekki surelerde Kadının yaratılışı, inanıp inanmama konusundaki seçim özgürlüğü ve kız çocuklarını öldürmenin yasaklanmasıyla kadınların insan olarak değerli bir varlık olduğu açıklanmıştır. Böylece Mekki surelerde kadınlara tam bir kişilik kazandırıldığı ortaya konmuştur. SUMMARY GÜRLEVİK, Safiye, Woman in Meccan Suras (Commentary of Razi as a sample), Master Thesis, Consultant: Prof. Dr Ahmet Nedim SERİNSU, PG. 113 Research consists of introduction, five parts and conclusion. Introduction part gives information about the aim, importance, method and scope of the research, life of Fahreddin Razi and his work called Great Commentary (Mefatihu’l – Gayb). Later, woman’s position in society has been explained in Pre-Islamic period, and finally Meccan Suras and verses about woman have been classified. The first part of the research has asserted the creation of woman. It has been reached to the point that woman has been created not from Prophet Adam but soil like him. In addition, it has been stated that Eve isn’t the reason for human beings’ dismissed from heaven by bringing up Eve’s not being the reason for Adam’s being thrown from heaven. It has been reached to the conslusion that Razi has made explaination acceptable by the statements of Qur’an. In the second part of the research, woman has been evaluated in the aspect of belief. Her status has no importance for adherence to Islam and negation which has been accentuated. In the third part of the research, woman’s position in the family has been analyzed. Woman as a mother, wife and child has been emphasized in Meccan Suras. It has been noticed that while Razi has explained the importance of woman as a mother, he hasn’t given the same importance to woman as a wife and daughter. In the fourth part, woman’s situation in life to come has been explained. It has been seen woman descriptions in life to come are frequently made in Meccan Suras. In the last part, the matter of woman’s directorship has been dealt with and it has been reached to the point in the unity of Qur’an by evaluating the matter that woman can be a director. However, Razi has stated woman can’t be a director. In the conclusion part, in Meccan Suras, creation of woman, preference freedom to believe or not, women’s being given significance as human beings by forbidding killing girls have been revealed. Therefore, it has come out that women have gained a complete personality in Meccan Suras.