(tefsir) anabilim dalı mekki surelerde

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR)
ANABİLİM DALI
MEKKİ SURELERDE KADIN
(RAZİ TEFSİRİ ÖRNEĞİ)
Yüksek Lisans Tezi
SAFİYE GÜRLEVİK
Ankara-2006
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR)
ANABİLİM DALI
MEKKİ SURELERDE KADIN
(RAZİ TEFSİRİ ÖRNEĞİ)
Yüksek Lisans Tezi
SAFİYE GÜRLEVİK
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU
Ankara-2006
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ (TEFSİR)
ANABİLİM DALI
MEKKİ SURELERDE KADIN
(RAZİ TEFSİRİ ÖRNEĞİ)
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı:
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
....................................................................
……………………….
....................................................................
……………………….
....................................................................
……………………….
Tez Sınavı Tarihi:
I
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………..………III
KISALTMALAR……………………………………………………………………IV
GİRİŞ
I.
ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ…………………………..………..…..1
II.
ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE KAPSAMI………………………………..5
III.
FAHREDDİN RAZİ VE MEFATİHUL-GAYB…………………………….....8
IV. İSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE KADIN………..………………………….…..16
V.
KADINLARLA İLGİLİ MEKKİ SURELER/AYETLERİN TASNİFİ ……...23
A. Kadının Yaratılışıyla İlgili Ayetler ……………………………...…..……27
B. İman Açısından Kadın……………………………………………………..28
C. Ailede Kadın…………………………………………………………...….29
D. Kadının Peygamberliği ve Yöneticiliği……………………………………30
E. Ahiret Hayatı ve Kadın………………………………………………...…..30
II
RAZİ’NİN YORUMLARIYLA
MEKKİ SURELER/AYETLERDE KADIN
I. KADININ YARATILIŞI………………………………………………...……..32
A. Genel Olarak İnsanın Yaratılışıyla İlgili Mekki Ayetler…………...…..…32
B. Hz. Havva’nın Yaratılışı…………………………………………………..35
C. Hz. Havva’nın Cennetten Çıkarılışı………………………….…...……….43
II. İMAN AÇISINDAN KADIN………………………………………………….49
A. İman Eden Kadınlar: Hz. Meryem ve Firavun’un Eşi………………..…...50
B. İnkâr Eden Kadınlar: Hz. Lut ve Hz. Nuh’un Eşi, Ebu Leheb’in Eşi…......52
III. AİLEDE KADIN…………………………………………………….……..…58
A. Anne Olarak Kadın………………………………………………….….....58
B. Eş Olarak Kadın…………………………………………………….…..…67
C. Kız Çocukları…………………………………………………….…..........75
IV. KADININ PEYGAMBERLİĞİ VE YÖNETİCİLİĞİ…………………..…91
V. AHİRET HAYATI VE KADIN…………………………………………...…..96
SONUÇ…………………………………………………………………..…….….104
KAYNAKÇA…………………………………………………………………..….108
III
ÖNSÖZ
Günümüzde Müslüman aydınların en çok araştırdığı konulardan biri de
“İslam’a göre kadın” olmuştur. Kadınlarla ilgili yapılan çalışmalarda iki eğilim
olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu eğilimlerden biri İslam’ın kadını en yüksek
mertebeye oturttuğu ve İslam dünyasında kadınlarla ilgili problemler olmayıp bu
problemlerin batıda mevcut olduğunu söyleyenlerin savunmacı tutumu, diğeri ise
kadınların çok ezilip aşağılandığını, İslam toplumunda kadına değer verilmediğini
söyleyenlerin eleştirel tutumudur.
Bizce her iki görüş de doğruluk payı taşımakla birlikte tek başlarına tam olarak
olgusal olanı yansıtmamaktadırlar. Kur’an’ın nazil olduğu dönemde kadınlarla ilgili
olarak çeşitli düzenlemeler getirilmiştir. Bunun sonucu olarak kadınlar yaratılışlarına
oldukça uygun bir sosyal ortamda yaşamışlardır. Ancak dünya hayatı akıp gitmekte
sadece
İslam’ın
ilk
dönemlerinden
müteşekkil
bulunmamaktadır.
Sonraki
dönemlerde kadınlarla ilgili İslam’ın ruhuna uymayan görüşler ortaya çıktığı bir
gerçekliktir. Ancak bunun her yerde ve her zaman gerçekleşen bir durum olmadığı da
ifade edilmelidir. Değerlendirmeleri yaparken tüm bunları göz önünde bulundurarak
çok genel yargılara varmamak gerekir.
Bu çalışmayı savunmacı bir tutumdan hareket ederek değil ayetleri kuşatan
tarihi toplumsal şartları göz önünde bulundurarak oluşturmaya gayret edeceğiz.
Çalışmamı danışmanlığında sürdürdüğüm sayın hocam Prof. Dr. Ahmet
Nedim SERİNSU’ya teşekkürlerimi sunuyorum.
Safiye GÜRLEVİK
Ankara -2006
IV
KISALTMALAR
age
: Adı Geçen Eser
AÜİF
: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
bkz.
: Bakınız
c.
: Cilt
çev.
: Çeviren
DİD
:Diyanet İşleri Dergisi
Hz.
: Hazreti
Mat.
: Matbaa
Neş.
: Neşriyat
s.
: Sayfa
sad.
: Sadeleştiren
SBE
: Sosyal Bilimler Enstitüsü
TDVY
: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
trc.
: Tercüme
ts.
: Tarihsiz
ünv.
: Üniversite
vb.
: Ve benzeri
vd.
: Ve devamı
vs.
: Ve saire
Yay.
: Yayınları
1
GİRİŞ
I.
ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ
Kur’an-ı Kerim’e göre insan neslinin yeryüzünde yaratılış ve var oluş sebebi,
Yaratıcıya layık insan olabilmektir.
İnsanın başlangıcından bahseden Kur’an ayetlerinde, kadın ile erkek cinsiyet
farklılığına herhangi bir üstünlük ve ayrıcalık tanınmamıştır. Önce tek nefsi yaratan
Tanrı, sonra ondan eşini yaratmış ve bu ikisinden pek çok kadın ve erkek türetmiştir.
Bir kimsenin kendi cinsiyetini seçme hürriyeti yoktur. Dilediğine kız, dilediğine
erkek çocuk veren Allah, dilediğini ise kısır kılar. Allah’ın seçimine razı olmaktan
ve şükretmekten başka yapılacak da yoktur.
Kur’an’ın nazil olduğu toplumda insanlar kadın-erkek, hür-köle, zengin-fakir
diye sınıflandırılıyordu. Kur’an’ın gerçekleştirmek istediği amaç insanlar arasındaki
bu tür eşitsizlikleri kaldırmaktı. Yaratıcının katında bu tür sınıflamaların hiçbirinin
geçerliliği yoktu. Allah katındaki üstünlük sadece inanmışlığa ve iyilikler yapmış
olmaya bağlıydı.
Allah erkek veya kadın olsun hayırlı iş gören kişinin emeğini boşa
çıkarmayacağını bildirmekte (3/Ali İmran, 195), hayırlı işlerde yarışılması emrini
vermektedir (2/Bakara, 148; 5/Maide, 48). Herkes ancak bu dünyadaki amelinin
karşılığını bulacaktır öteki dünyada (53/Necm, 39). Çünkü ebedi hayatta, ancak
dünyada iken yapılmış hayırlı işin faydası vardır.
2
Kur’an vahyinin kadın ve erkeğe müşterek mesajı kısaca böyledir. Prensip
mahiyetindeki bu ayetlerin ilk tezahür ettiği kişiler; ilk Müslüman ve ilk şehit olan
kadındır.1 Hz. Peygamber’in ilk eşi Hz. Hatice, İslam’ı kabul eden ilk kişi aynı
zamanda ilk kadındır. Kur’an’da kocasına inanmayan kadınlardan bahsedilmesi ve
Hz. Hatice’nin ekonomik yönden kocasına bağımlı olmaması, onun İslam’ı Hz.
Muhammed’in eşi olduğu için kabul etmiş olabileceği ihtimalini ortadan kaldırır.2
İlk şehit ise Mahzum oğullarının azatlı kölesi olan Sümeyye bint Hubbat’tır.
Yasir’in zevcesi ve Ammar’ın annesi olan Sümeyye kendisine çeşitli işkenceler
yapıldıktan sonra Ebu Cehil tarafından şehit edilir.3
Buna rağmen yine de kadın tarih içerisinde ve kültürlerde erkek kadar değer
görmez. İnsanlık tarihi erkek egemen bir yapı içerisinde oluşturularak kadın boyutu
yönünden kötürüm bırakılmış ve tarih boyunca toplumsal ilişkilerde “erkek
değerleri” birinci plana konmuş, “kadın değerleri” ise ihmal edilmiştir.4
Erkeğin ağır bastığı bir yapılanma biçimi olan ataerkil sistemin toplum içinde
nasıl ortaya çıkıp kökleştiği ile ilgili çeşitli savlar ileri sürülmüştür.5 Nasıl oluştuğu
kesin olarak bilinmeyen bu sistemin belli başlı ön kabullerini, kalıp yargılarını
Fatmagül Berktay şöyle özetlemiştir: “Erkekler doğal olarak daha güçlü ve
akılcıdırlar; dolayısıyla egemen olmak ve hükmetmek için yaratılmışlardır. Buradan
erkeklerin siyasi olanı, devleti temsil etmeye daha elverişli oldukları sonucuna
varılır. Kadınlar ise doğal olarak daha zayıf, akıl ve rasyonel yetenekler açısından
1
Hatiboğlu, “İslam’ın Kadına Bakışı”, İslami Araştırmalar, c.5, sayı:4, 1991s. 231- 232
Savaş, Rıza, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, Gelenek Yay, İst, 2004, s.69
3
Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, s.74
4
Aktaş, Cihan, “Kadının Toplumsallaşması ve Fitne”, İslami Araştırmalar, c.5, sayı:4, 1991, s.251
5
Öztürk, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara
Okulu Yay, Ankara, 2004, s.179
2
3
daha aşağı, duygusal bakımdan daha dengesizdir; bu da onları güvenilmez ve siyasal
katılım açısından elverişsiz kılar… Erkekler, rasyonel zihinsel yetenekleriyle
dünyayı yorumlarlar ve düzene sokarlar. Kadınlar, çocuk doğurma ve yetiştirme
yetenekleri dolayısıyla günlük yaşamın ve türün yeniden üretilmesi işlevini
yürütürler. Her iki işlev de önemli kabul edilmekle birlikte, erkeklerin işlevinin daha
üstün olduğu varsayılır…”6
Kur'an kadının fiziki (doğuştan bir takım fizyolojik farklar hariç) ve ruhi
yapısıyla insan olma vasfında erkekle eşit yaratıldığını, tam ve mükemmel bir birey
olarak dünyaya geldiğini, her türlü kişilik hak ve özgürlüğüne sahip olduğunu kabul
eder.7
Kadın ve erkeğin ontolojik açıdan bazı farklılıkları vardır. Çünkü kadın ve
erkek insan türünün iki cinsidirler. İnsan türünde eşittirler fakat kadın kendine has
biyo-psişik ayırt edici özellikleri ile erkek cinsinden erkek de kendine has özellikleri
ile kadın cinsinden ayrılır. Ancak bu iki cinsin ayırt edici özellikleri üstünlük değil
farklılıktır.
Kadın ve erkeğin tür olarak ontolojik eşitlikleri, onların antropolojik
eşitliklerini de beraberinde getirir. Kadın ve erkek; bilen, yapıp eden, değerleri
duyan, tavır takınan, önceden gören, isteyen, özgür, tarihsel, ideleştiren, kendini bir
şeye veren, çalışan, eğiten ve eğitilebilen, devlet Kur’an, inanan, sanat yaratan,
konuşan varlıklardır ve biyo-psişik bir varlık olma temel antropolojik özelliklerini
6
7
Berktay, Fatmagül, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, İst, 1995, s.26-27
Ağırman, Cemal, Kadının Yaratılışı –İlgili Rivayetler Bağlamında Bir Yaklaşım-, Rağbet Yay,
İstanbul, 2001, s.49
4
paylaşırlar8. Fakat ortak olan bu özellikler, kadın ve erkeğin yaratılışlarının cins
olarak farklılığından dolayı bazı alanlarda farklı olarak tezahür eder.9
Mekki surelerde kadın konusunu araştırmamızın temel nedeni kadını ontolojik
ve antropolojik bir varlık olarak ele almak isteğimizden kaynaklanmaktadır. Çünkü
ilk olarak Mekki ayetlerde, kadının değerli bir varlık olduğu ortaya konulmuş, daha
sonra Medeni ayetlerde hukuki hakları açıklanmıştır.
Kur’an’ın nazil olmaya başlamasından önce Arap toplumunda kadınlar saygın
bir yere sahip değildi. Bunun yanında önceki ilahi dinlerin sunduğu erkekten
yaratılan ve cennetten çıkma sebebi olan kadın imgesi de kadını değersiz kılıyordu.
Kur’an tüm bu telakkileri Mekki surelerde değiştirmiş, kadının saygın bir konuma
gelmesini sağlamıştır.
Araştırmamızda Fahreddin Razi’nin tefsirini örneklem olarak seçme
nedenimiz ise Razi’nin tefsirinin pek çok ilimle donatılmış, kendinden sonra
gelenleri etkileyerek emsal teşkil etmiş, rivayete de önem veren bir dirayet tefsiri
olmasından kaynaklanmaktadır. Tefsir-i Kebir’de Kur’an ayetleri pek çok yönden
irdelenmiş, ayetler tafsilatlı bir şekilde açıklanmıştır.
Ayrıca yaşadığı dönem itibariyle de Razi vahyin nazil olduğu dönem ile
günümüz arasında bir çağda yaşamıştır. Şüphesiz vahyin nazil olduğu dönem,
Razi’nin yaşadığı dönem ve günümüzde sosyal hayat, iktisadi sistem, teknoloji ve
kültür gibi pek çok alanda değişimler olmuştur. Bu değişimlerin anlamlandırmaya
8
9
Mengüşoğlu, Takiyettin, İnsan Felsefesi (Felsefi Antropoloji), İstanbul, 1988, s.13
Güler, İlhami, “Kur’an’da Kadın Erkek Eşitsizliğinin Temelleri”, İslami Araştırmalar, c.5, sayı:4,
1991, s. 310-311
5
etkisi de inkâr edilemez bir gerçektir. Razi tefsirinde kadın konusunu ele alarak bu
anlamlandırmanın tarihsel bir süreçte nasıl gerçekleştiğini de görmüş olacağız.
II.
ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ VE KAPSAMI
Çalışmamızda Kur’an’ın ilk muhataplarına (Mekke Dönemi) kadınlarla ilgili
neler söylediğini ortaya koymaya çalışacağız. Bunu yaparken ikili bir hareket içinde
olacağız. Önce zamanımızdan Kur’an’ın indirildiği zamana gidecek; sonra tekrar
ondan kendi zamanımıza döneceğiz. Zira Kur'an, Peygamberin zamanındaki ahlaki
ve toplumsal durumlara peygamberin zihni aracılığıyla gönderilen ilahi bir cevaptır.
Kur’an’ın inişi ve İslam toplumunun oluşumu tarihi bir ortamda ve sosyal-kültürel
bir gelişim karşısında cereyan etmiştir. Kur'an bu duruma bir cevaptır ve çoğunlukla
somut tarihi olaylar içerisinde karşılaşılan belli sorunlara cevap teşkil eden, ahlaki,
dini ve toplumsal hükümleri içermektedir.
O halde yukarıda işaret ettiğimiz iki hareketten birincisi iki aşamayı içerir. İlk
aşamada bir ayetin tarihi ortamını ve çözüm getirdiği sorunu iyice araştırarak onun
delalet ettiği manayı anlamaya çalışacağız. Elbette ki belli durumlar ışığında belli
ayetleri incelemeye başlamadan önce Kur’an’ın nazil olduğu çevreyi inceleyip;
İslam’ın doğuşu esnasında Arabistan’daki ve özellikle Mekke şehrindeki hayatı
araştırmak gereklidir. Şu halde birinci hareketin ilk aşaması hem Kur'an’ın bir bütün
olarak ne demek istediğini anlamak hem de özel durumlara cevap teşkil eden belli
ilkelerini kavramaktan ibarettir.
6
İkinci aşamada ise Kur'an’ın belirli özel cevaplarını genelleştirerek onları
genel ahlaki-toplumsal amaç/hedeflerin ifadeleri olarak ortaya koymaya çalışacağız.
Bu genel ilkeler toplumsal ve tarihi arka planı içinde incelenen belli ayetlerden ve
çoğu zaman bu ayetlerde zikredilen hükmün illetlerinden “süzülerek” çıkarılır.
Aslında birinci aşama yani tek tek ayetleri iyice anlamak bu ikinci aşamaya işaret
eder ve bizi oraya götürür. Bu her iki aşamada da Kur'an’ın bir bütün olarak ortaya
koyduğu öğretinin mahiyeti yeterince göz önünde tutulmalıdır ki belli ayetlerden
anlaşılan mana ve ileri sürülen fikir Kur'an’ın diğer ayetleri ile tutarlı ve uyumlu
olsun. Zira Kur'an bir bütün olarak belli bir hayat tarzı telkin etmekte ve somut bir
dünya görüşü içermektedir.10
“Bu noktada Kur'an-ı Kerim’in nüzul ortamına yönelik üslubundan söz etmek
gerekmektedir. Kur'an, toplumun dünya görüşünü, kavramlarını yani tüm insani
yapıp-etmeleri ilahi mesajla oluşturmak ister. İşte bu hedef kitlenin yani Kur'an’ın ilk
muhatabı olan insanların yapıp-ettikleri esbab-ı nüzul ortamında fiili olanı ve
müşahhas hayatı göstermek konusunda aracı deliller olarak değerlendirilebilir:
Bu demektir ki Kur'an vahyi, nazil olduğu fikri, sosyal ve manevi çerçevede
(Mekke’de olsun, Medine’de olsun) var olan
a. İnsani birçok probleme,
b. İnsanların bu problemlerden kurtulmak ve rahatlamak arzularına
10
Rahman, Fazlur, İslam ve Çağdaşlık, Ankara Okulu Yay, Ankara, 1999, s. 55-57
7
cevap veren “yaratıcı bir patlayıştır”.11
Tüm bu söylenenler bağlamında çalışmamızda ilk olarak Mekki ayetlerde kadın
konusunda Kur'an’ın hangi dini ve toplumsal hükümleri içerdiğini ortaya koymaya;
ikinci aşamada ortaya konan bu hükümlerin genel ahlaki-toplumsal hedeflerine
varmaya çalışacağız.
Çalışmamız giriş ve beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde ilk olarak
araştırmanın amacı, önemi, yöntemi ve kapsamı hakkında bilgi verdik. Daha sonra
Fahreddin Razi’nin hayatı ve çalışmamızda temel eser olarak kullandığımız Razi’nin
Tefsîr-i Kebîr adlı tefsiri hakkında bilgi verdik. Daha sonra Mekke döneminde nazil
olan kadınlarla ilgili ayetleri anlamaya katkı sağlayacağı düşüncesiyle Mekke’de
İslam öncesi dönemde kadının statüsü ve toplumdaki yerini inceledik.
Son olarak araştırmamızın kapsamında olan ayetleri konular halinde ve nüzul
sırasını esas alarak tasnif ettik. Ayetleri dil açısından, kullanılan kelimelerin
özellikleri ve cümle yapısı yönünden değerlendirdik.
Çalışmamızda Mekkî surelerdeki kadınlarla ilgili ayetleri ve Razî’nin bu
ayetlere ilişkin yorumlarını değerlendirdik. Bunu yaparken gerekli durumlarda
Kur’an’ın bütünlüğünü sağlamak amacıyla Medeni ayetleri de araştırmamıza dâhil
ettik.
Araştırmamızın temel kaynağı Tefsîr-i Kebîr’dir. Bunun yanı sıra Razi ve
Tefsîr-i Kebîr ile ilgili olarak Tabakat ve tarih kitaplarından yararlandık. İslam
11
Serinsu, Ahmet Nedim, Kur'an-ı Kerim’in Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün Rolü, Ankara Ünv.
SBE (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1993, s.246-247
8
öncesi dönemle ilgili tarih kitaplarına başvurduk. Ayrıca Razi, Tefsîr-i Kebîr, İslam
öncesi Mekke dönemi ve Kur’an ile irtibatlı olarak kadın konusunda yazılmış
kitaplar, süreli yayınlar ve tez çalışmalarından da istifade ettik.
Araştırmamızı yaparken tarafsız bir tutum izlemeye gayret gösterdik. Razi’nin
dönemini incelerken tarihsel bir bakış açısı sergileyerek dönemin sosyo-kültürel
durumunu göz önünde bulundurduk. Razi’nin erkek egemen bir toplumda yaşamış
olduğu söylenebilir. Bu nedenle ataerkil değerlerin Razi’nin yaptığı yorumların
zihinsel ve kültürel arka planını oluşturduğu sonucuna varılabilir. Günümüz gözüyle
Razi’nin dönemini değerlendirmekten ziyade o dönemi kendi şartları içerisinde
yorumlamaya çalıştık.
III.
FAHREDDİN RAZİ VE MEFATİHUL-GAYB
Fahreddin Razi’nin, bütün kaynaklarda kaydedilen tam ismi Ebu Abdullah
Muhammed b. Ömer b. el-Hüseyn b. el-Hasan b. Ali el-Kureşi et-Teymi, el-Bekri,
et-Taberistani’dir.12 Künyesi ise Ebu Abdillah veya Ebul-Fadl’dır. Fakat o daha çok
İbnul-Hatib, İbnü
Hatibi’r-Rey (Rey Hatibi’nin oğlu), Fahreddin Razi (Reyli
Fahreddin) ve Fahri Razi diye meşhur olmuştur.13
12
Suyuti, Tabakatu’l-Müfessirin, Leiden, 1839, s. 39; İbn Hallikan, Vefayatul-A’yan, el-Kahire, 19481949, c. III, s. 381; Safedi, El-Vafi bil-Vefeyat, Wiesbaden, 1959, c. IV, s. 248; Davudi, TabakatulMefessirin, Kahire, 1972, c. II, s. 213; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988, c. II, s.238
13
Uludağ, Süleyman, Fahrettin Razi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s. 1; İbn Kesir, Büyük
İslam Tarihi el-Bidaye ven-Nihaye, çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yay. İst, 1995 c. XIII, s. 147
9
Razi, 25 Ramazan 543 (5 Şubat 1149)’te14 Büyük Selçuklu Devleti’nin
başkentliğini yapan Rey’de dünyaya gelmiş,15 1 Şevval 606 (29 Mart 1210)’da
Herat’ta vefat etmiştir.16
Kaynaklarda Razi’nin annesine ve zevcesine dair bir bilgiye rastlanılmamakta,
ancak onun bir kardeşi ile iki oğlu ve bir kızı olduğundan bahsedilmektedir.17
Sultan ve devlet adamlarıyla dost olmak, onlarla iyi ilişkiler kurmak ve
himayelerine girmek düşüncesiyle harekete geçen Razi, önce Gur sultanı
Şehabeddin, sonra ilim ve sosyal hayatıyla Harizmşahların en olgun döneminin
hükümdarı Alaaddin Muhammed b. Tekiş’in18 himayesine girmiştir. 19
Razi, İslam âleminin eski canlılığını ve parlaklığını kaybetmeye başlamış
olmakla beraber sonraki dönemlere nazaran daha iç açıcı bir çağda yaşamıştır.
Abbasilerin merkezi otoritelerinin kaybolmasından sonra ortaya çıkan emirlikler ve
sultanlıklardaki devlet adamları, ilim ve fikir adamlarını, sanatkâr ve edebiyatçıları
koruyorlardı. İbn Rüşd (595/1198), Sühreverdi Halebî (587/1191), İbn Meymun
(601/1204), Seyfuddin Amidi
(631/1233) gibi ilim ve fikir adamları Razi’nin
çağdaşlarıdır. Nasıruddin Tusi (672/1274) VII/XIII. asırda yaşamıştı. Razi’nin
yaşadığı asırda tasavvufi hareketler çok güçlüdür. İbn Arabi (618/1228), İbn Fariz
(632/1234), Feriduddin Atar (618/1228), Sultanul-Ulema Bahauddin Veled
14
Safedi, El-Vafi, c.IV, s.248; Davudi, Tabakatul-Mefessirin, s.214; Abdulhamid, Muhsin, er-Razi
Müfessirsen, Darul-Hurriyyeti lit-Tibaati, Bağdad, 1974, s.13; Uludağ, Fahrettin Razi, s.1
15
İbn Hallikan, Vefayat, c.III, s.384
16
İbn Hallikan, Vefayat, s.384; Davudi, Tabakatul-Mefessirin, s.215; Abdulhamid, er-Razi
Müfessirsen, s. 15-16; Kahveci, Fahreddin erRazi’nin “Mefatihu’l-Gayb” Adlı Tefsirinde
Ulumul-Kur’an, (Basılmamış Doktora Tezi) Sakarya Ünv. SBE, Sakarya, 2001, s. 12
17
Kahveci, Fahreddin erRazi’nin “Mefatihu’l-Gayb” Adlı Tefsirinde Ulumul-Kur’an, s. 5
18
Yazıcı, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, TDVY, Ankara, 2002, s. 357
19
Safedi, El-Vafi ,, s.249; İbn Hallikan, Vefayat, s.382; Abdulhamid, Muhsin, er-Razi Müfessirsen,
s.15; Kramers, “Razi”, İA, İstanbul, 1960, c.IX, s.646; Uludağ, Fahrettin Razi, s.18
10
(628/1231), oğlu Mevlana (673/1273), Sadreddin Konevi (672/1272) ve Necmüddin
Kübra (618/1226) bu dönemde yetişmiş olan tanınmış sufilerden bazılarıdır.20
Razi’nin yaşadığı dönemde Harizm ve Maveraünnehir’de Mutezile; Herat ve
Gazne bölgelerinde ise Kerramiye Mezhebi mensupları vardı. Fakat Mutezile
mezhebi yaygın ve güçlü değildi. Buna karşın Herat ve Gazne’de Kerramiler hem
güçlü hem de yaygındı. Teşbih ve tescimi esas aldıkları için müşebbihe ve
mücessimeden sayılan Kerramiler Hanbeliler’e yakın bulunuyordu. Razi yaşadığı
dönem boyunca Kerramiler, Mutezile, Hanbeliler ve Maturidiler’le mücadele
etmiştir.21
İlk tahsilini bir Eş’ari kelamcısı, edip, fakih, muhaddis olan ve matematik
alanında eseri olduğu söylenen babası Ziyauddin Ömer (559/1163)’den almıştır.22
Razi on altı yaşından babasının ölümüne kadar ondan ders almaya devam etmiştir.23
Babasını kaybeden Razi öğrenimine devam etmek için çevre bölgelere ilim
seyahatine başlamış24 ve Harezm, Maveraünnehr, Rey, Gazne, Horasan ve Herat,
Semerkant, Buhara gibi yerlere geziler düzenlemiştir.25
Kelam, tefsir, fıkıh, Arap dili ve edebiyatı, dinler tarihi, alanında eğitim almış
ve eserler yazmış olan Razi ayrıca iyi bir hatiptir. Tasavvufla da ilgilenen Razi26
20
Uludağ, Fahrettin Razi, s.22; Sülün, Murat, Mefatihu’l-Gayb Tefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin
Fihristi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Ünv. SBE, İstanbul, 1993, s.6
21
Uludağ, Fahrettin Razi, s.22-29
22
İbn Hallikan, Vefayat, s.392; Safedi, El-Vafi, s.248; Davudi, Tabakatul-Mefessirin, c.II, s.214;
Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Uludağ Ünv.
SBE, Bursa, 1996, s. 200
23
Uludağ, Fahrettin Razi, s.2
24
Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, s. 201
25
Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi 1 (Tabakatü’l-Müfessirin), Diyanet İşleri Reisliği
Yayınları, Ankara, 1962, s.310; Abdulhamid, er-Razi Müfessirsen, s. 14-15
26
Razi’nin hayatında tasavvufun yeri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yüce, Abdulhakim, Razi’nin
Tefsirinde Tasavvuf, Çağlayan Yayınları, İzmir, 1996; Yavuz, Yusuf, Şevki, “Fahreddin er-Râzî”,
TDVİA, İstanbul, 1995, c.XII, s.89-95
11
felsefe, mantık, astronomi, madenler, tıp ve matematik konularında da eserler
yazmıştır.27
İtikat yönünden Eş’ari olan Razi amel yönünden Şafii’dir.28 Buna rağmen
mensup olduğu mezhep imamlarına katılmadığı, muhalif mezhep görüşlerini
benimsediği de görülür.29 O bir sünnidir, ancak bazı ayetlerde nesh olup olmadığı
konusunda ve Kur’an’ın eşsizliğini “sarfe” ile açıklamakta Mutezile ile neredeyse
paralel görüşe sahiptir. Şafii olmasına rağmen İmam Şafii’nin, Kur’an ayetleri
hadisle neshedilmez görüşüne katılmamaktadır.30 Fiillerin yaratılması, irade ve
ihtiyar meselesinde Cebri’dir. Hz. Ebubekir’in Hz. Ali’den üstün olduğunu, ele
geçirdiği her fırsatta vurgulamasına rağmen, ondan sonraki en üstün kişinin Hz.
Ömer veya Osman değil Hz. Ali olduğunu belirtir ve adının geçtiği –neredeyse- her
yerde Şia geleneğine uyarak “Aleyhis-selam” ifadesini kullanır.31
Üstün zekâsı, ilme olan merakı, istanbat gücü, felsefeye, dinler tarihine olan
vukufiyeti, tartışma ve cedelci mantığı ile Razi, devrinin ve sonrasının ilim
dünyasına damgasını vurmuş bir şahsiyettir. İlmi seyahatleri esnasında, adına birçok
medrese inşa edilmiş ve buralarda ders vererek pek çok talebe yetiştirmiştir.32
Tahsilu’l-Hakk adlı eserinde Razi, kelam ve fıkıh usulündeki hoca zincirini
vermiştir: Babası Ziyauddin Ömer, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Nasır el-Ensari,
İmamü’l-Haremeyn el-Cüveyni, Ebu İshakel-İsferani, Ebu’l-Hüseyin el-Bahili,
27
Kahveci, Fahreddin er-Râzî’nin “Mefatihu’l-Gayb” Adlı Tefsirinde Ulûmul-Kur’an, s.9-12; Özgel,
Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, s.200-203
28
İbn Hallikan, Vefayat, s.381; Safedi, El-Vafi, s.248
29
Sülün, Murat, Mefatihu’l-Gayb Tefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi, s.6
30
Ceylan, Yasin, “Fahreddin Râzî’nin “Mefâtihu'l-Gayb’ul-Gayb” Tefsiri Üzerine Bazı Mülahazalar”,
İslami Araştırmalar, sy.3, Ankara, 1987, s.47-55
31
Sülün, Mefatihu’l-GaybTefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi, s. 6
32
Özgel, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, s.200-201
12
Ebu’l-Hasen Ali b. İsmail el-Eşari (324/936)’dir. Fıkıhtaki ilim senedi ve üstat
silsilesi de şöyledir: Babası Ziyauddin Ömer, Muhyissünne el-Begavi, Kadi Hüseyin
el-Merzevi, Kaffal el-Merzevi, Ebu İshak el-Mervezi, Ebu’l-Abbas b. Es-Süreyc,
Ebu’l-Kasım el-Enmati, Ebu İbrahim el- Müzeni, İmam Şafii (204/819).33
Hayatta iken büyük ün yapan Razi’nin çevresinde sultan, vezir ve devlet
adamları ile pek çok talebesi toplanır, kendisinden vaaz dinleme yanında kelam,
fıkıh, usul-i fıkıh, tefsir, felsefe, tıp, gramer, edebiyat, tarih gibi ilimler hakkında
bilgiler öğrenirlerdi.34
Razi’nin öğrencileri genellikle felsefe, mantık, tıp, astronomi, kelam ve fıkıh
usulü gibi akli ilimlerde uzmanlaşmışlar ve bu alanlarda eser vermişlerdir. Ebu Bekir
İbrahim el-İsfehani,
Muhammed b. Rıdvan, Kutbuddin el-Mısri (618/1221),
Esirüddin el-Ebheri (663/1264), Taceddin el-Urmevi (656/1285), Siracüddin elUrmevi (676/1277), Şemseddin Hüsrevşahi (653/1255), Efdalüddin el-Hunci
(646/1248),
Şemseddin
el-Hiyuyi
(637/1239)
onun
yetiştirdiği
önemli
şahsiyetlerdendir.35
Razi’nin 30 matbu, 28 yazma eseri vardır. Ayrıca kendine aidiyeti tartışmalı
olan 9 kitaptan daha söz edilmektedir.36 Mefatihul Gayb diğer ismiyle Tefsir-i Kebir
Razi’nin tefsir alanında kaleme aldığı en önemli eseridir. Bizim kaynak olarak
kullandığımız Mefatihul-Gayb (Tefsir-i Kebir), Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci,
Sadık Kılıç ve Sadık Doğru tarafından tercüme edilip Akçağ Yayınları tarafından
Ankara’da 1988 yılında 23 cilt halinde basılı olanıdır.
33
İnb Hallikan, Vefayat, c.III, s.384
Uludağ, Fahrettin Razi, s.34-35
35
Uludağ, Fahrettin Razi, s.35-36
36
Razi’ye atfedilen eserler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Abdulhamid, er-Razi Müfessirsen, s.36-47
34
13
Mefatihul-Gayb’ın Tefsir-i Kebir namıyla meşhur olması, bu eserin bütün
tefsirlerden daha büyük olmasından değil, Razi’nin Tefsir-i Sagir diye bilinen
Dürretü’t-Tenzil adlı tefsirinden büyük olmasından kaynaklanmıştır. Ancak sonraları
gerek Razi’nin şahsiyeti gerekse bizzat kendi değerinden dolayı Tefsir-i Kebir
hakkında tefsir ilminin en büyük eseriymiş gibi bir telakki ortaya çıkmıştır.37
Bilindiği gibi Kur’an tefsirinde başlıca iki eğilim söz konusudur. Bunlardan
biri rivayet diğeri ise dirayettir. Dirayet yalnızca rivayete bağlı kalmayıp Kur’an
naslarını dil, edebiyat ve çeşitli ilimlere dayanarak tefsir etmek demektir. Rivayet ise
sadece nakle dayanarak yapılan tefsir çeşididir.38 Bu bağlamda Mefatihul Gayb
rivayetin de ağırlıklı olarak kullanıldığı bir dirayet tefsiridir.39 Müellif eserinde çok
miktarda akli istidlalde bulunarak nakli bilgileri akli delillerle desteklemeye çalışmış,
bunları yer yer felsefi tartışmalara dayandırarak incelemiştir.40
Mefatihul-Gayb’ın tamamının Razi tarafından tamamlanıp tamamlanmadığına
dair farklı görüşler vardır.41 Tefsirin tamamının Razi tarafından yazılmış olduğunu
iddia edenler olduğu gibi bazı yerlerinin başkaları tarafından yazılmış olduğunu
söyleyenler de vardır. Tefsir-i Kebir’de yer alan “…Bu cümleleri yazıp bitirdikten
sonra, İmam Fahruddin er-Râzi (r.h)'ın sözleri arasında da benim ifadelerime benzer
sözlere rastladım. Demek ki zihinlerimiz arasında bir tevarüs söz konusudur.
Bununla beraber onun sözlerinden çok istifade ettiğimi de itiraf ederim.” gibi ifadeler
bu tefsirin tamamının Razi tarafından yazılmadığını düşündürür.42
37
Sülün, Mefatihu’l-GaybTefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi, s.8
Demirci, Muhsin, Tefsir Tarihi, Marmara Ünv. İfav, İstanbul, 2003, s.58
39
Demirci, Tefsir Tarihi, s.170; Yüce, Abdulhakim, Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf, s.84
40
Cebeci, Lütfullah, “Mefâtihu’l-Gayb”, TDVİA, Ankara, 2003, c.28, s.348-350
41
Uludağ, Fahrettin Razi, s. 110; Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi 1 (Tabakatü’l-Müfessirin), s. 313
42
Tefsîr-i Kebîr, XXI/185-188
38
14
Surelerin sonuna koyduğu bitiş tarihlerinden Razi’nin bu eserini sure sırasını
esas alarak kaleme almadığı görülmektedir. Örneğin Yunus43 ve Hud44 surelerinin
tefsirini h.601 yılının Recep ayında; Yusuf45, Rad46 ve İbrahim47 surelerinin tefsirini
aynı yılın Şaban ayında yazdığı halde, Enfal suresinin tefsirini yine aynı senenin
Ramazan ayında yazmıştır.48
Büyük bir düzen içinde yazılan Razi’nin bu eseri kendinden sonra yazılan
eserlere örnek teşkil etmiştir. Beydavi tefsirini, Zemahşeri ve Razi’nin tefsirinden
ihtisar etmiş, kelami konularda isim vererek ya da vermeden tamamen Razi’den
istifade etmiştir. Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit adlı tefsirinde; İbn Kesir, Tefsiru’lKur'an’il-Azim adlı eserinde Razi’den alıntılar yapmıştır. Âlusi’nin tefsiri ise bazı
ziyadeler ve noksanlıklar hariç tutulduğunda Razi’nin tefsirinin ikinci bir nüshası
gibidir. Muhammed Abduh ve talebesi Reşid Rıza da ondan etkilenen müfessirler
arasındadır.49
Eserini yazarken kendine has bir yöntem takip eden Razi, Kur’an nasları
arasındaki anlam ilişkisinden söz eden ilk müfessir olarak bilinir. Ayetlerin tefsirine
“burada bir takım meseleler vardır” diyerek ve eğer varsa o ayetin hemen
öncesindeki ayetlerle ilişkisini göstererek işe başlar. 50
43
Tefsîr-i Kebîr, XII/491;
Tefsîr-i Kebîr, XIII/151
45
Tefsîr-i Kebîr, XIII/371
46
Tefsîr-i Kebîr, XIII/479
47
Tefsîr-i Kebîr, XIV/48
48
Tefsîr-i Kebîr, VII/301
49
Abdulhamid, er-Razi Müfessirsen, s.170-190
50
Tefsîr-i Kebîr, X/243
44
15
Ele aldığı ayetleri açıklarken yerine göre bunları kitap, bab, fasıl, mesele,
vecih, görüş, hüküm ve mertebeler şeklinde numaralandırarak bir düzen içinde
verir.51
Razi’nin önem verdiği konulardan biri de kıraatlerdir. Sahih ve meşhur
kıraatlerin doğruluğuna Arap dili ve şiirinden deliller getirir. Çeşitli okuyuş vecihleri
arasında tercihlerde bulunur. Bunu yaparken ayetler ve sureler arasında münasebet ve
insicamı dikkate aldığı görülür. Ayetlerdeki kıraat farklılıklarını çoğu kez kıraat
sahibini de belirterek nakleder52 ve şaz kıraati reddeder.53
Ayetlerin lügavi yönlerini çeşitli âlimleri kaynak göstererek inceler.54 Zeccac
(311/923) ve Kaffal (365/926) yararlandığı lügatçilerin başında gelir.55
Razi tefsirinde fıkhî meseleleri oldukça geniş perspektifle açıklar.56 Ayetlerden
çıkarılabilecek amelî hükümleri naklettikten sonra çoğunlukla Şafii mezhebine
uygun olmayanları reddeder.57
Kelam ilmine olan vukufiyeti dolayısıyla Razi, Kur’an’ı tefsir ederken ayetleri
kelamî açıdan da ele alır ve sıkça tartıştığı çeşitli mezhep müntesipleri aleyhine
deliller ortaya sürer.58
Mefatihul-Gayb’da nüzul sebepleri önemli bir yer tutar. Çünkü Razi’ye göre
ayetlerin anlaşılmasında nüzul sebeplerini bilmenin önemli bir yeri vardır. Bu yüzden
51
Tefsîr-i Kebîr, I/245-247;Tefsîr-i Kebîr, I/256-262
Tefsîr-i Kebîr, X/55
53
Demirci, Tefsir Tarihi, s.171
54
Tefsîr-i Kebîr, X/245
55
Yüce, Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf, s.83
56
Demirci, Tefsir Tarihi, s.174
57
Tefsîr-i Kebîr, V/190
58
Tefsîr-i Kebîr, XVI/431
52
16
bazen bir bazen birden çok nüzul sebebi rivayetine yer vererek ayetleri tefsir etmeye
özen göstermiştir.59
Fahreddin Razi, israilî haberleri ahad olarak nitelendirerek onlara itibar etmez.
Çünkü ona göre bu tür haberler kesinlik ifade etmez. Bu nedenle ya israilî haberleri
tefsirine almamış ya da aldıklarını aklî delillerle tenkit etmiştir.60 Örnek olarak Yusuf
suresinin 21. ayetini tefsir ederken Razi israiliyata dayanan bazı rivayetlere yer
verdikten sonra bu rivayetlerin Kur’an’a ve sahih hadislere aykırı olduğunu ifade
ederek Kur’an’ın tefsirinin bu rivayetlerden hiç birine dayandırılamayacağını
vurgular.61
Hakkında kısaca bilgi vermeye çalıştığımız Mefatihul-Gayb’ı “Mekki
Surelerde Kadın” konulu araştırmamızın referans kaynağı olarak belirlememizin
amacı bu eserin hem rivayet tefsiriyle ilgili unsurları ihtiva etmesi hem de Razi’nin
dirayet yöntemini başarıyla kullanması sebebiyle Kur’anî yorumların en zengin
şekilde yer aldığı bir eser olmasındandır. Öyle ki bu tefsir kendinden sonra gelen
hemen bütün tefsirlere kaynak olmuş ve dirayet tefsirinde zirve noktaya ulaşmıştır.62
IV.
İSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE KADIN
İslam öncesi dönemde kadının durumunun bilinmesi ve araştırılması Mekki
surelerdeki kadınlarla ilgili ayetleri kavramak açısından son derece önemlidir. İslami
bakışın, tarih ve sosyal ilimler açısından, cahiliye ile İslamiliğin yani vahyin ortaya
59
Demirci, Tefsir Tarihi, s.170, örnek için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XX/37
Demirci, Tefsir Tarihi, s.171
61
Tefsîr-i Kebîr, XIII/22-23; XIII/193-194
62
Demirci, Tefsir Tarihi, s.174
60
17
koyduğu gerçeklerin birinin diğeri ile yakından ilişkili ve zıtlık içinde olduğunu
vurgulamak isteriz.
İslam dininin diğer alanlarda olduğu gibi kadının sosyal konumu ve kadın
hakları konusunda da yaptığı ıslahat ve gerçekleştirdiği inkılâbın özünün
kavranabilmesi için, İslam vahyinin ilk muhatapları olan Hicaz Bölgesi Araplarının
sosyal hayatının ve kültürel birikimlerinin bilinmesi önem taşır.63
Cahiliye Dönemi olarak bilinen bu devir sınırları tam belli olmamakla birlikte,
bazılarına göre İslam’dan önceki son bir asır (525 m. – 622m.); bazılarına göre ise
son bir buçuk asırlık zaman dilimi olarak kabul edilmektedir.64 Bu devirle ilgili
verilen bilgilerin tamamının bu zaman dilimi ile sınırlı olduğu da söylenemez. Çünkü
İslam’dan önceki dönemde kadınla ilgili pek çok rivayeti tarihlendirme imkânı
yoktur.65
Kur'an nazil olmaya başlayıncaya kadar Arap Yarımadasının hemen her
tarafında düzenli bir aile müessesinin mevcut olduğunu söylemek oldukça güçtür.
Cahiliye devri Arap topluluklarının sistemli bir aile müessesine sahip olmayışları bir
bakıma ictimai hayatlarının tabi bir neticesidir.66
Cahiliye devri Araplarında aile, patriarkal (ataerkil) yani baba otoritesine dayalı
bir karakter arz ederdi. Bu, o dönemin ve komşu milletlerin de özelliğiydi. Genel
olarak orta ve aşağı tabakalarda kadının hiçbir önemi ve rolü yoktu ve bu durum
63
Bardakoğlu, Ali, “Cahiliye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, (Sempozyum), Ensar Neş,
İstanbul, 1996, s.9
64
Cahiliye kelimesi ve devriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Izutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve
İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, ts, s.251-279; Sarıcık, Murat, İnanç ve Zihniyet Olarak
Cahiliye, Nesil Yay, İstanbul, 2004, s.17-38; Fayda, Mustafa, “Cahiliye”, TDVİA, İstanbul, 1993,
c.VII, s.17-19
65
Savaş, Rıza, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, Gelenek Yay, İstanbul, 2004, s.26
66
Uğur, Mücteba, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, Çağrı Yay, İstanbul, 1980, s.16
18
doğuştan başlıyordu. Bir adamın erkek çocuğu olursa sevinir, şenlik yapar; kız
çocuğu doğarsa utanır ve bir müddet toplumdan gizlenirdi.67
Bunun yanında asil ve zengin kimselerin kızları ve eşleri bir şahsiyete sahip
olup itibarlı sayılırlardı.68 Bu kadınlar erkeklere denk tutulmamakla birlikte cariyeler
gibi de kabul edilmezdi.69
Cahiliye çağında Arap erkeği adet zamanlarında bir kadınla bir odada oturmaz,
onlarla birlikte yiyip içmezdi; hatta adet gören kadın belirli bir vakit evden bile
çıkarılırdı.
Bununla birlikte Rıza Savaş, Cahiliye devri toplumunda şiir, fal bakma, ticaret
gibi çeşitli sahalarda başarılı olmuş, zaman zaman erkekleri de geride bırakacak
ölçüde yükselen kadınlar olduğunu belirtmektedir.70
Şehirdeki cariyelerin durumları çok kötüydü. Bazı cariyelerin sahipleri onları
fuhşa sevk eder, kazandıkları paralarını ellerinden alırlardı. Kadının namusuna saygı
göstermek şehirlerdeki yerleşik hayata nazaran çöldeki göçebe hayatında daha
fazlaydı. Kadınlara sataşma (tecavüz) Mekkelilerin aksine Medine halkının
hoşlanmadığı bir durumdu.71
Çoğu kere evlenme hususunda kadının da görüşü alınırdı.72 Ancak isteyip
istemediğine, isteyenin çok yaşlı olup olmadığına bakmadan babası kızını istediği
67
Çağatay, Neşet, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, AÜİF. Yay, Ankara, 1971, s.133
Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s.135
69
Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDVY., Ankara, 2001, s.23
70
Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, s.26
71
Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s. 134; Sarıcık, İnanç ve Zihniyet Olarak
Cahiliye, s.310
72
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Komisyon, Çağ Yay, İstanbul, 1986, c.I, s.183
68
19
erkeğe de verebilirdi.73 Erkekler de hiç bir sınırlama olmadan istedikleri kadar
kadınla evlenebiliyorlardı.74
Cahiliye insanları, kendi anneleri, kızları, hala ve teyzeleri ile evlenmezlerdi.
Fakat iki kız kardeşi aynı anda nikâh altına alabiliyorlardı.75 Arapların nikâh
konusundaki adetlerinden biri de üvey anneleriyle evlenmeleriydi. Bir erkek karısını
boşarsa veya bu kimsenin karısı ölürse bu adamın en büyük oğlu bu kadınla
evlenmek istediğinde elbisesini o kadının üzerine atar böylece o kadına kalıng (mehr)
vermeden onu nikâhına almış olurdu. Üvey annesine böylece sahip olan kişi eğer
isterse onu başkasıyla evlendirip mehri kendisinin almasını şart koşabilirdi. Hatta
ölen kimsenin hayatta kalan oğlu küçükse üvey anayı çocuk büyüyene kadar bekletip
meseleyi onun halletmesine bırakabilirlerdi. Eğer kadın çabuk davranıp kaçabilirse
ancak bu durumdan kurtulabilirdi. Bu şekilde üvey anneleriyle evlenenlere “dayzen”
deniyordu.76
Evlilik daha ziyade kabile içerisinde olmaktaydı (endogami); yabancı bir
kadınla evlenmek hoş karşılanmazdı.77
Cahiliye döneminde pek çok nikâh çeşidi vardı. Bunlar:
1.
Muta Nikâhı: Cahiliye devri nikâh çeşitlerinden biridir. Geçici bir
evlenme şekli olan muta, önceden tespit edilen zamana kadar kadınla
erkeğin bir arada yaşamalarını sağlıyordu ve yuva kurma, çocuk edinme
gibi amaçlar da taşımıyordu. Bu türlü muvakkat evlenmeler özellikle
73
Çağatay, age, s. 136; Sarıcık, age, s.259; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, s.184
Çağatay, age, s. 135; Sarıcık, age, s.261
75
Sarıcık, İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, s.268
76
Sarıcık, age, s.270-271
77
Aydın, Mehmet Akif, “Aile”, TDVİA, c. 2, s.198
74
20
yabancı bir ülkede geçici süre bulunan erkekler tarafından yapılırdı.
Mutaya son verildiğinde erkek gider, doğan çocuklar kadına ait olur ve
filan kadının çocuğu diye anılırdı.78
2.
Şiğar Nikâhı: Mehirsiz olarak iki kadını mübadele ederek yapılan
nikâhtır.
3. Haden Nikâhı: Haden, hür olduğu için zina yapamayan bir kadının bir
erkekle evlilik dışı ilişki hayatı yaşamasıdır.
4.
İstibda’ Nikâhı: Soylu evlat sahibi olmak için başvurulan nikâhtır.
Araplar bunu kabile ve soy asabiyetine önem verdikleri için
yamaktaydılar.
5. Bedel Nikâhı: İki erkeğin eşlerini değişmesi şeklinde yapılan nikâhtır. 79
Cahiliye döneminde boşanma ise 3 türlü idi:
1. Talak-ı Selase: Bir erkeğin karısına üç defa “seni boşadım” demesi ile
olurdu. Buna Talak-ı Bayin de denirdi.
2. Talak-ı Zıhar: Bir adam karısına “sen bana annemin arkası gibi ol”
(Enti hılye) dediği zaman onu boşamış oluyordu.
3. Talak-ı İla: Bir kimsenin karısına yaklaşmamak için yemin etmesiyle
olurdu.80
78
79
Sarıcık, İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, s.281; Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye
Çağı, s.137
Ateş, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, Beyan Yay, İst, 1996,
s.331-344
21
Bir talak çeşidi de “hul”, yani kadının bir bedel karşılığında kocasından
boşanmayı sağlamasıydı.81
Cahiliye döneminde talaktan dolayı beklenilen süreye “iddet” denirdi. İddet
için kesin bir müddet yoktu. Bu durum ise nesebin karışmasına neden olabiliyordu.
Ölümden dolayı iddet ise gereğinden fazla sürer ve kötü şartlar içinde geçerdi.
Kocası öldükten sonra kadın en değersiz bir elbise içinde, evinin en karanlık bir
köşesine çekilir, tam bir yıl bir yere gitmezdi.82
Kadınlar herhangi bir sebeple boşandığında onların başkalarıyla evlenmesine
bir müddet mani olmak için kadının iddet zamanı tamamlanacağı vakit kocası onu
tekrar alır ve boşardı. O zaman bir yıl kabul edilen iddet müddeti yeniden
başlayacağı için kadın başkasıyla evlenemezdi. Koca bu işi üç defa tekrar
edebilirdi.83
Cahiliye Devri Araplarında hâkim olan göçebelik ve çapulculuk verasete tesir
etmişti. Bu sebeple silah taşımayan çocuklarla kadınlar varisler arasında yer
almamıştı. Hatta kadınlar veraset yoluyla eşya gibi intikal etmişlerdi. Kadının kocası
yanındaki değeri, onun mülkiyetinde olan malların değerinden fazla değildi. 84
Çölün zor şartlarında erkek kadar olmasa da kadının çalışmasına da ihtiyaç
duyulmaktaydı. Kadın yemek yapar, çocuklara bakar, develeri sağar, yakacak toplar,
çadır onarır, hurma lifinden hasır örerdi. Bundan başka savaş zamanı yaralılara su
80
Canan, M. Zeki, İslam Tarihi (Cahiliye Devri-Siyer-i Nebi-Halifeler Devri), Yelken Mat, İstanbul,
1977, s.89
81
Ateş, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, s.361
82
Ateş, age, s.368
83
Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s. 133-134
84
Ateş, age, s.379; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c.I, s.184
22
taşımak, onları şiirlerle cesaretlendirmek ve onları tedavi etmek de kadınların
göreviydi. Fakat bu görevler kadınlara hak ve şeref sağlamıyordu.85
Arapların “ved” adını verdikleri kız çocuklarını diri diri gömme adetleri vardı.
Bu adet Beni Temim, Kureyş ve Kinde kabileleri arasında yaygındı.86 Arapların kız
çocuklarını öldürmelerinin en genel nedeni fakirlik endişesi ile şereflerinin
lekeleneceği korkusuydu. Çünkü o dönemde savaşlarda ele geçirilen kadınlar esir
ediliyordu. Cahiliye Arapları yaşamasını istedikleri kızlarına yünden örülmüş bir
cübbe giydirerek deve veya koyun güttürürlerdi. Öldürmek istedikleri kızlarını ise ya
doğar doğmaz ya da altı yaşlarına geldiğinde ona güzel elbiseler giydirerek,
akrabalarına götüreceklerini söylerlerdi. Daha sonra onu çölde önceden hazırladıkları
çukura atar, üstünü toprakla örterlerdi. Doğar doğmaz öldürecekleri zaman,
doğuracak kadının yanına bir çukur kazar, doğan bebek kız ise onu çukura gömer,
erkekse büyütürdü.87
İlhan Arsel Şeriat ve Kadın adlı kitabında Arapların kadını aşağı görmediğini
aksine kutsal nitelikte gördüklerini, Tanrı’nın meleklerini bile dişi kabul ettiklerini
ifade eder.88 Hidayet Şefkatli Tuksal’ın dilinden bu tür yorumlara şöyle cevap
verilebilir: “Cahiliye döneminde kadının durumu ile ilgili olarak ileri sürülen bu tür
iddialarda, güçlü kadın kişiliklere yapılan vurgunun alanı, “sisteme rağmen” değil,
sistemin düzeneği içinde, sahip oldukları avantajları (mal, statü, bilgi vs.) kullanarak
bir yerlere gelebilmiş, ayrıcalıklı kadınları kapsamaktadır. Zira sahip olduğu cinsiyet
nedeniyle, daha en başından aşağılanan ve hor görülen bir kesimin, erkek egemen
85
Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 23; Uğur, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, s.17
Günaltay, Şemsettin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Sad. Mahfuz Söylemez, Mustafa Hizmetli,
Ankara Okulu Yay, 1997, s.120
87
Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s.135
88
Arsel, İlhan, Şeriat ve Kadın, Orhanlar Mat, İstanbul, 1987, s.18
86
23
düzenin itibar ettiği “erkek değerlerin” desteğini almaksızın başarı kazanabilmesi
mümkün gözükmemektedir.”89
İslam, Arapların kadınla ilgili, bölgeden bölgeye farklılık göstermekle
birlikte, genelde olumsuz olan sınırsız çok evlilik, üvey anne ile evlenme, muta
nikâhı, soylu çocuk sahibi olmak için eşini başka erkeğe gönderme, cariyelere fuhuş
yaptırıp onlar üzerinden para kazanma, kız çocuklarını öldürme ve benzeri
telakkilerini tenkit edip düzeltmeye çalışmış, kadının sosyal ilişkilerinde düştüğü
yanlışlıkları yasaklayarak onu koruma altına almış, kadını da insan olarak, kendi yapı
ve fonksiyonuna uygun hak ve borçlara ehil kılmıştır.
Sonuç olarak, sosyoloji biliminin belirttiği gibi toplumsal inkılâpların en zoru
halkın benimsediği örf ve adetleri değiştirmek teşebbüsüdür. Çünkü toplum
kurallarını düzenleyen örf ve adetler üzerlerine yığılan asırların geçişiyle kökleşerek
itiyat halini almış olurlarsa onu sökmek güç olur.
Arapların dini, toplumsal, iktisadi ve siyasi hayatında büyük bir inkılâp yaratan
İslamiyet, Cahiliye devrinin kadın hakkındaki görüşü ve bu telakkinin doğurduğu örf
ve adetleri yıkmış, cemiyeti yeni bir anlayışa göre düzenleyen yeni esaslar
kurmuştur.”90
V.
89
90
KADINLARLA İLGİLİ MEKKİ SURELER/AYETLERİN TASNİFİ
Tuksal, Hidayet Şefkatli, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, Kitabiyat,
Ankara, 2000, s.37
Günaltay, Şemsettin, “İslam’dan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu Aile ve Türlü Nikah
Şekilleri”, Belleten, 1951, c.XV, sy.60, s.691-707
24
Yirmi üç yıllık süre içerisinde tedrici olarak indirilen Kur'an, âlimler tarafından
bazı tasniflere tabi tutulmuştur. Bunlardan biri de sure ve ayetleri Mekki ve Medeni
şeklindeki ayrımdır. Mekki-Medeni ayrımı gerek içerik gerekse terkip ve yapı
düzeyinde Kur'an metninin biçimlenişinde katkısı bulunan iki önemli süreç arasında
bulunan bir ayrımdır. Bu Kur'an’nın canlı tarihsel olguyla olan karşılıklı
etkileşiminin bir ürünü olduğu anlamına gelir.91
Kur'an âlimleri Mekki-Medeni ayrımı noktasında genellikle mekân kriterini
esas almışlardır. Mekki ve Medeni sureleri ayıran bundan başka özellikler de vardır.
Mekki sureler daha kısa ve vurguludur. Arapçadaki üslubu gözeterek kasemlere fazla
yer verilir. Eski kavimlerden ve peygamberlerden sıkça bahsedilir. Allah’a ve ahirete
imana davet edilir, cennet ve cehennem tasvirleri sık kullanılır. Ayrıca secde ayeti
bulunan ve “Kella” lafzının geçtiği sureler Mekki’dir. Bakara ve Âl-i İmran suresi
hariç “heca harfleri bulunan” sureler Mekki’dir. “Ya eyyühennasü” ibaresinin
bulunup “Ya eyyühellezine amenu” bulunmayan sureler de Mekki’dir.
Medeni
sureler ise genelde daha uzun olup, cihat, Şer’i had ve cezalar, medeni kanunlar ve
devletler hukukuna ait hükümler, Ankebut suresi hariç münafıklar vb. konulardan
bahsedilen surelerdir. 92
Kadınlarla ilgili olarak Mekki ve Medeni sureler arasındaki farkları şöyle
sıralayabiliriz:
•
Mekki surelerde kadınlar eski kavimlerle ilgili kıssalarda yer alır (Hz.
Meryem, Hz. Nuh’un eşi, Hz. Lut’un eşi, Hz. Hz. İbrahim’in eşleri, Hz.
91
92
Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı -Metin Anlayışımız ve Kur'an İlimleri Üzerine-, çev.
Mehmet Emin Maşalı, Ankara, 2001, s.102
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara Ünv. İlahiyat Fak. Yay, Ankara, 1976, s.60-62; Sofuoğlu
Mehmet, Tefsire Giriş, Çağrı Yay, İstanbul, 1981, s.83-84
25
Zekeriya’nın eşi, Sebe melikesi, Hz. Yusuf’u satın alan vezirin eşi,
Firavun’un eşi, Hz. Musa’nın annesi ve kız kardeşi, Hz. Şuayb’ın
kızları)
•
Mekki surelerde cennet tasvirlerinde kadın çok sık geçerken, Medeni
surelerde sadece üç ayette geçmektedir.
•
Mekki surelerde kadınların hukuki haklarına değinilmezken Medeni
surelerde çok büyük oranda kadının hukuki hakları açıklanır.
•
Hz. Havva’nın yaratılışı ve cennetten çıkarılmasıyla ilgili ayetler Mekki
Surelerde genişçe anlatılmışken Medeni surelerde bu konudan çok az
bahsedilir.
•
Kız çocuklarının diri diri öldürülmesi konusu Mekki surelerde ayrıntılı
bir şekilde anlatılmışken Medeni surelerde bu konuya yer verilmemiştir.
•
Anne-babaya itaat konusuna Mekki surelerde çok fazla ve tafsilatlı
şekilde, Medeni surelerde ise daha az yer verilmiştir.
Mekki surelerde geçen kadınlarla ilgili konuların daha iyi açıklanabilmesi için
Kur’an’ın indiği toplumun dil yapısının ortaya konulması gerekmektedir.
Kur’an, erkeği kadına önceleyen bir dil dizgesine sahiptir.93 İki yüzden fazla
yerde mümin erkeklere (muminun, muminin) hitap edilirken mümin kadınlar
(muminat) yirmi civarında anılır.94
93
94
Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, s.193
Güler, Kur’an’da Kadın-Erkek Eşitsizliğinin Temelleri, s.312
26
Arapça’da içinde kadınların bulunduğu insan grubu niteleneceği veya işaret
edileceği zaman daima sıfatın veya zamirin eril (müzekker) hali kullanılır. Örneğin
“Ey
inananlar
(muminun)
Allah’ın
yasaklarını
çiğnemekten
ve
onun
cezalandırmasından sakının ve doğrularla beraber olun.” (9/Tevbe, 119) hitabı
gramer olarak müzekkerdir fakat emir kadın-erkek herkesi kapsar.95
Kur’an’ın bütün bu hitap tarzlarında erkeği kadına öncelemesi Arap dilinin
yapısından kaynaklanmaktadır. Dilin, herhangi bir toplumun hayat felsefesini
yansıtan bir ayna olduğu ve Allah’ın da ilk defa belli bir topluma belli bir dille hitap
ettiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Kur’an’ın dil sistemindeki ataerkilliğin
bu boyutunun dinsel değil dilsel bir olgunun tezahürü olduğu anlaşılacaktır.96
Nasır Hamid Ebu Zeyd, Kur’an’ın “erkekler” (rical) kelimesini kullanmasının
daima “erkek cinsi” anlamına gelmediğini bilakis tağlib tarikıyla erkek ve kadını
birlikte ifade ettiğini belirterek şunları söyler: “Biz dil kurallarında, belirtilenler
arasında “bir erkeğin” bulunması durumunda eril üçüncü çoğul şahıs (müzekker)
kalıbını, dişil üçüncü çoğul şahıs (müennes) kalıbına baskın addederiz. Bundan
dolayı Kur'an’ın “erkekler” kelimesiyle çoğu yerde her iki cinsi de belirtmiş olması
doğaldır. Bu, deyim yerindeyse “ataerkil” bir kültürde, yani kadının erkeğe tabi
olduğu ve onun bağımlı bir parçası addedildiği bir kültürde gayet doğal bir şeydir.
Ancak şu da gerçektir ki Kur'an özel hükümlerde kadın-erkek arasında ayrıma
gitmiştir.”97
95
Güler, Kur’an’da Kadın-Erkek Eşitsizliğinin Temelleri, s.312
Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, s.194
97
Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı -Metin Anlayışımız ve Kur'an İlimleri Üzerine-, s.147148
96
27
Razi de Allah’ın yasakladığı meyveyi Hz. Âdem ve Havva’nın birlikte
yemelerine rağmen tövbeyi yalnızca Hz. Âdem yapmasının nedenini, Hz. Havva’nın
Hz. Âdem’e tabi olmasıyla açıklamıştır. Bu nedenle Kur’an ve sünnette kadınlar
zikredilmeksizin erkeklerin zikriyle yetinilmiştir.98
Mekki surelerdeki kadınlarla ilgili ayetleri konularına ve nüzul sırasına göre
tasnif ederken sadece kadına hitap edilen ayetler ele alınmıştır:99
A.
Kadının Yaratılışıyla İlgili Ayetler
Kadının yaratılışıyla ilgili ayetler 3 başlık altında tasnif edilmiştir. Öncelikle
insanın yaratılışıyla ilgili ayetler, daha sonra ilk kadın yani Hz. Havva’nın yaratılışını
ele alan ayetler, son olarak da Hz. Havva’nın cennetten çıkarılışıyla ilgili ayetler
nüzul sırasına göre sıralanmıştır. Musevi ve Hıristiyan din çevresinde ortaya çıkan
“ilk günah felsefesi” ile kadına yüklenen olumsuz tavrın Hz. Havva’nın cennetten
çıkarılması
olayıyla
ilgilendirilmesinden
dolayı
Hz.
Havva’nın
cennetten
çıkarılmasına da kadının yaratılışı bölümünde yer verilmiştir.
1. Genel Olarak İnsanın Yaratılışıyla İlgili Mekki Ayetler:
96/Alak, 1-2; 92/Leyl, 3; 53/Necm, 32; 53/Necm, 45-46; 80/Abese, 18, 19, 20;
95/Tin, 4; 75/Kıyamet, 37-40; 77/Mürselât, 20-24; 50/Kâf, 16; 86/Tarık, 5-7;
35/Fatır, 11; 40/Mümin, 67; 42/Şura, 11; 42/Şura, 49-50; 16/Nahl, 4; 16/Nahl, 78;
71/Nuh, 17-18; 23/Müninun, 12-14; 32/Secde, 6-9; 30/Rum, 20-21; 13/Rad, 8,
98
99
Tefsîr-i Kebîr, 2/436
Nüzul sırasına göre tasnifte yararlandığımız kaynak Tefsîr-i Kebîr’dir.
28
76/İnsan, 2; 22/Hac, 5
2. Hz. Havva’nın Yaratılışıyla İlgili Mekki Ayetler:
7/Araf, 189; 39/Zümer, 6;30/Rum, 21
3. Hz. Havva’nın Cennetten Çıkarılışıyla İlgili Mekki Ayetler:
7/Araf, 19-23; 7/Araf, 27; 20/Taha, 115-122
B.
İman Açısından Kadın
Kadını imani açıdan ele alan ayetler 3 başlık altında tasnif edilmiştir. İlk olarak
genel manada imandan bahsedilen ayetler, sonrasında ise Kur’an’da kendisinden özel
olarak bahsedilen kadınların (inanan kadınlar: Hz. Meryem, Fravun’un eşi; inkar
eden kadınlar: Hz. Nuh ve Lut’un eşleri ile Ebu Leheb’in eşi Ümmü Cemil, ) yer
aldığı ayetler nüzul sırasına göre sınıflandırılmıştır.
1. Genel Olarak İmandan Bahsedilen Mekki Ayetler:
92/Leyl, 3-10; 40/Mümin, 40; 16/Nahl, 97
2. İman Eden Kadınlardan Bahsedilen Mekki Ayetler:
19/Meryem, 16-29; 19/Meryem, 32; 21/ Enbiya, 91; 23/ Müminun, 50; 28/Kasas, 9
3. İnkâr Eden Kadınlardan Bahsedilen Mekki Ayetler:
7/Araf, 83; 26/Şuara, 171; 27/Neml, 55; 27/Neml, 57; 11/Hud, 78-79; 15/Hicr, 60;
15/Hicr, 71; 37/Saffat, 135; 29/Ankebut, 32-33; 11/Hûd, 40; Tebbet, 1-5
29
C.
Ailede Kadın
Ailede kadın konusu anne, eş ve kız çocukları şeklinde üç başlık altında tasnif
edilmiştir.
1.
Anne Olarak Kadın
19/Meryem, 14; 19/Meryem, 32; 27/Neml, 19; 28/Kasas, 10-13; 17/İsra, 23-24;
11/Hud, 71-72; 6/Enam, 151; 31/Lokman, 14-15; 46/Ahkaf, 15; 46/Ahkaf, 17;
51/Zariyat, 29; 71/Nuh, 28; 14/İbrahim, 41; 21/Enbiya, 90; 29/Ankebut, 8
2.
Eş Olarak Kadın:
11/71-73; 19/4-8; 28/23/27; 12/Yusuf, 21; 12/Yusuf, 23-32; 12/Yusuf, 50-51
3.
Kız Çocukları:
Cahiliye döneminde Araplar bazı putların ve meleklerin dişi olduğuna
inanırlardı. Kız çocuklarını da öldürerek Alah’a adarlardı. Hem kız çocuğuna sahip
olduklarında üzülür, utanç duyarlar hem de kız çocuklarını diri diri öldürerek Allah’a
kız çocuğu isnat ederlerdi. Meleklerin ve putların dişi addedilmesi ve Allah’a kız
çocuklarının isnat edilmesiyle kız çocuklarının öldürülmesi ilişkili olduğu için bu
konuyla ilgili ayetleri kız çocukları başlığı altında sıraladık: 53/Necm, 19-23;
53/Necm, 27; 17/İsra, 39-40; 37/Sâffat, 149-160; 43/Zuhruf, 15-19;16/Nahl, 57;
52/Tur, 3 81/Tekvir, 8-9; 17/İsra, 31;6/Enam, 137; 6/Enam, 140; 6/Enam, 151;
16/Nahl, 58-59
30
D.
Kadının Peygamberliği ve Yöneticiliği
Kadının peygamberliği ile ilgili Hz. Musa’nın annesinin ve kadının yöneticiliği
konusuyla ilgili Sebe melikesinin bahsedildiği ayetlerin nüzul sırasına göre tasnifi
şöyledir: 20/Taha, 38; 27/Neml, 20-24; 27/Neml, 25-28; 27/Neml, 29-33; 27/Neml,
34-37; 27/Neml, 36-40; 27/Neml, 41-43; 27/Neml, 44
E.
Ahiret Hayatı ve Kadın
Ahiret hayatının anlatıldığı cennet tasvirlerinde kadın “huri” olarak
adlandırılmaktadır.
Huri
kelimesi
ilgili
ayetlerde
farklı
sıfatlarla
birlikte
kullanılmıştır. Ahiret hayatı ve kadınlarla ilgili ayetlerin nüzul sırasına göre tasnifi
şöyledir: 38/Sad, 49-54; 36/Yasin, 55-57; 56/Vakıa, 22-23; 56/Vakıa, 35-38;
37/Saffat, 48-49; 40/Mü'min, 7-9; 44/ Duhan, 54; 52/Tur, 20; 78/Nebe, 31-33;
55/Rahman, 56, 58; 55/Rahman, 70, 72, 74, 76
31
RAZİ’NİN YORUMLARIYLA
MEKKİ SURELER/AYETLERDE KADIN
32
I.
A.
KADININ YARATILIŞI
Genel Olarak İnsanın Yaratılışıyla İlgili Mekki Ayetler
Kur’an’da insan soyunun büyük bir aile, bu ailenin ilk fertlerinin ise aynı
nefisten yaratılan insan soyu olduğu bildirilmiştir. Allah huzurunda kadın ve erkek
cinsinin insan olarak değer farkı yoktur. Yaratıcı “insan”ı kadın ya da erkek olmasına
bakmadan en güzel şekilde yaratmıştır. Yaratılışla ilgili Mekki ayetlerin burada
açıklanma nedeni kadın ile erkeğin yaratılış açısından farkının olamadığını izah
içindir.
Razi, Hac suresinin 5. ayeti ile Müminun suresinin 12-14. ayetlerinde insanın
topraktan,100 nutfeden101 ve alakadan102 yaratılmasıyla ilgili geniş ve benzer
açıklamalar yapmıştır. Tekrar olmaması için sadece Hac Suresi 5. ayetin
açıklamasına yer verilecektir.103
22/Hac, 5: “Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmekten bir
şüphede iseniz -düşününüz ki- biz sizi topraktan, sonra safi bir sudan, sonra kırmızı
bir kan parçasından, sonra da tam yaratılmış veya tam yaratılmamış bir et
parçasından yarattık. Size açıkça anlatalım diye dilediğimiz rahimlerde belirli bir
vakte kadar durduruyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz, sonra da kemale
eresiniz -diye yaşatıyoruz- ve sizden kimi vefat ettiriliyor kimi de ihtiyarlık çağına
itiliverilir, ta ki, bilgiden sonra bir şey bilmez olsun. Ve yeryüzünü kurumuş bir halde
100
35/Fatır, 11; 40/ Mümin, 67; 23/Mminun, 12; 32/Secde, 6; 30/Rum, 20; 22/Hac, 5
53/Necm, 45; 40/Mümin, 67; 23/Müminun,12-14; 22/Hac, 5
102
96/Alak, 1-2; 75/Kıyamet, 37; 77/Mürselat, 20; 86/Tarık, 5-7; 35/Fatır, 11; 16/Nahl, 4;
23/Müminun, 13; 32/Secde, 7; 76/İnsan, 2; 22/Hac, 5
103
23/Müminun, 12-14. ayetlerin tefsiri için bkz. Mefâtihu’l-Gayb, XVI/398-400
101
33
görürsün. O vakit onun üzerine suyu indiriveririz, harekete gelir ve kabarır ve her
güzel çiftten otları bitirir.”
Bu ayeti Razi, yaratılışı 7 mertebede ele alarak açıklamıştır. Bu mertebeler
kısaca şöyledir:
1. Mertebe: Topraktan yaratılma. Burada şu iki izah yapılmıştır.
a. Topraktan yaratılmayla Hz. Âdem’in yaratılışı kastedilmektedir.
b. İnsanın
oluşmasını
sağlayan
gıdaların
topraktan
elde
edilmesi
kastedilmiştir.
2. Mertebe: “Nutfe”nin oluşmasıdır. Nutfe “erkeğin suyu” anlamına gelir.
3. Mertebe: “Alaka”nın oluşmasıdır. Alaka donmuş kan parçası demektir.
4. Mertebe: “Mudga”nın oluşmasıdır. Mudga bir çiğnemlik et parçasıdır.
5. Mertebe: Çocuk olma. “Tıfl” çocuk kelimesi tekil olarak gelmiştir.
6. Mertebe: “Eşüdd” hale gelme. Eşüdd kuvvetin, aklın ve temyiz gücünün tam
olması demek olup müfredi olmayan çoğul kelimelerdendir.
7.Mertebe:
Kiminin
kuvvetine
rağmen
öldürülüp
kiminin
ihtiyarlığa
ermesidir.104
Yaratılışla ilgili diğer bir ayet de 40/Mümin suresinin 67. ayetidir: “O -Hikmet
Sahibi Yaratıcı- dır ki: Sizi topraktan, sonra bir nutfeden, sonra da bir kan
pıhtısından yarattı. Sonra sizi çocuk olarak çıkarır, sonra kuvvetinizin tekâmülü
104
Tefsîr-i Kebîr, XVI/265-268
34
çağına -erişesiniz- sonra ihtiyarlayasınız diye -sizi yaşatır- sizden bazınız daha evvel
öldürülür ve muayyen olan zamana erişesiniz ve belki düşünürsünüz- diye böyle
yapar.” Bu ayette önce toprak sonra meni daha sonra alakadan yaratılış anlatılıyor.
Ayette geçen ‘sizi topraktan yarattı’ ifadesinde geçen sizi kelimesinin Hz. Âdem
olmadığını belirten Razi’ye göre burada kastedilen tüm insanlıktır. İnsan meni ve
hayız kanından meydana gelmiştir. Meni kandan oluşur. Kan ise yenilen gıdalardan,
gıdalar da topraktan elde edilir. Böylece her insan topraktan var olmuştur.105 Razi
53/Necm suresi, 32. ayette de (minel-arzı) kelimesinin, bütün insanlar için geçerli
olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam eder: “Gerçi bazı insanlar yalnız Hz.
Âdem (a.s)'in kastedildiğini söylerler. Fakat bizim açıkladığımız üzere gıdalar
topraktan olur, gıdalardan da nutfe olur. Böylece her insanın aslı toprak olur.”106
Razi, 35/Fatır suresinin, 11. ayeti107, 32/Secde suresinin 8. ayeti108 ve 30/Rum
suresinin 20. ayetinin109 tefsirinde de benzer açıklamada bulunmuştur.
Yaratılışla ilgili bir diğer ayet 95/Tin suresinin, 4. ayetidir: “Biz gerçekten
insanı en güzel bir biçimde yarattık.” Razi ayetle ilgili şu açıklamaları yapmıştır:
“Takvîm: Bir şeyi, te'lif ve terkibi hususunda, olması gerektiği en güzel biçime
sokmak demektir. Nitekim Arapçada bu manada, “Kavvemtuhu, tekvimen,
festekâme, vetekavveme” ‘Ben onu kıvamına getirdim, en güzel biçime koydum, o
da en güzel biçime girdi’ denilir. Âlimler ayetteki, “en güzel biçim”in ne olduğu
hususunda şu izahları yapmışlardır:
105
Tefsîr-i Kebîr, XIX/327-328
Tefsîr-i Kebîr, XX/552
107
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/385
108
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/201
109
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/92
106
35
1. Allah Teâlâ, insan hariç, her canlıyı yüzükoyun yürüyecek şekilde
yaratmıştır. İnsanı ise, dimdik, yiyeceği şeyleri eliyle alıp yiyen bir şekilde
yaratmıştır.
2. Esamm, bu en güzel biçimin, insanın aklının, anlayışının, edebinin, ilminin
ve açıklamalarının mükemmelliğinde yattığını söylemiştir. Velhasıl birinci görüş,
insanın zahiri biçimi ile ikincisi de, batini (manevi-ruhi) biçimi ile alakalıdır.”110
Genel olarak insanların yaratılışının ele alındığı ayetlerde Razi benzer
açıklamalar yapmıştır. Üzerinde önemle durduğu bir konu “sizi topraktan yarattı”
ifadesidir. Bu ifadede topraktan yaratılanın Hz. Âdem olmadığını belirten Razi’ye
göre burada kastedilen tüm insanlıktır. İnsan meni ve hayız kanından meydana
gelmiştir. Meni kandan oluşur. Kan ise yenilen gıdalardan, gıdalar da topraktan elde
edilir. Böylece her insan topraktan var olmuştur.111
B.
Hz. Havva’nın Yaratılışı
Kur'an’da Hz. Havva’nın yaratılış hikâyesi genel hatları ile anlatılırken
Kur'an’dan önceki kutsal kitap Tevrat’ta bu hikâyenin ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı
görülür.112
110
Tefsîr-i Kebîr , XXIII/245-246
Muhammed Esed, insanın topraktan yaratılmasıyla ilgili 23/Münimun, 12. ayetinde yaptığı
açıklamada Razi’nin yorumuna yer vererek kendisi de aynı görüşü benimser. Ayrıntılı bilgi için
bkz. Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yay, Ankara, 1999, s.690
112
“Ve Rab Allah dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir, kendisine uygun bir yardımcı yapacağım…
Ve Rab Allah adamın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden
birini aldı ve yerini etle kapadı ve Rab Allah, adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı
ve onu adama getirdi. Ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik ve etimden ettir; buna
nisa denilecek çünkü o insandan alındı. Bunun için insan anasını ve babasını bırakacak ve kadına
yapışacaktır ve bir beden olacaklardır. (Tekvin 2:18-24)
111
36
Kur’an-ı Kerim’de Havva ismi geçmez. Hz. Havva, Hz. Âdem’in eşi (zevce)
olarak yer alır. Müfessirler, Hz. Âdem’in “zevce”sinin kim olduğu Kur’an’da açıkça
söylenmese de bu kişinin Hz. Havva olduğunda ittifak etmişlerdir.113 Hz. Havva’yla
ilgili bazı sorular vardır. Hz. Havva ne zaman, neyden yaratılmıştır, cennete ne
zaman girmiş ve cennetten niçin çıkarılmıştır? Bu sorularla ilgili farklı görüşler
mevcuttur. Razi bu görüşleri tefsirinde ele alarak açıklamıştır.
Razi’nin Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili görüşlerini daha iyi anlayabilmek
için Razi’den önce ve sonra yaşayan iki müfessir Taberi (ö. 310/922) ve İbn Kesir (ö.
774/1372)’in görüşlerine yer vereceğiz.
Taberi tefsirinde Hz. Havva’nın yaratılmasıyla ilgili şu açıklamaları
yapılmıştır: “(Ey insanlar) Allah sizi bir tek kişiden yarattı. Sonra ondan da eşini var
etti. Allah, sizin için, hayvanlardan sekiz çift indirdi. O, sizi annelerinizin karnında
bir merhaleden bir merhaleye geçirerek üç karanlık içinde yaratır. İşte bunu yapan,
rabbiniz olan Allah’tır. Mülk ancak onundur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O
halde nasıl çevriliyorsunuz?” (39/Zümer, 6) Ayeti kerimede zikredilen “bir tek
kişi”den maksat, Hz. Âdem, ondan meydana getirilen eşinden maksat ise Hz.
Havva’dır. Katade, Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in kaburgasından yaratıldığını
söylemiştir. Allah insanları Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan meydana getirmiştir…”114
İbn Kesir tefsirinde de Taberi tefsirindekine benzer açıklamalar yer almaktadır:
“Kendileri ile huzura kavuşacağınız (kendi cinsinizden) kendi nefislerinizden size
eşler (olacak dişileri) yaratmış olması da onun ayetlerindendir.” (30/Rum, 21) ayeti
113
114
Tefsîr-i Kebîr, II/388
et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Tevilil Kurân, Mısır, 1954, c.XXIV,
s.194; ayrıca bkz. Rum Suresi, 21. ayetin tefsiri için c.21, s.31; Nisa Suresi 1. ayetin tefsiri için
c.4, s.224
37
Allah Teâlâ'nın: “Odur, sizi bir nefisten yaratan ve ondan da gönlünün ısınacağı
eşini var eden.” (7/A'râf, 189) ayeti gibidir ki burada Havva kastedilmektedir. Allah
Teâlâ Hz. Havva’yı Âdem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet
Allah Teâlâ Âdemoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere
kadınlarını da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse
eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.”115
Hz. Havva’nın dolayısıyla da kadının yaratılışı konusunda Razi’nin tefsirinde
inceleyeceğimiz ilk Mekki ayet Zümer suresinin 6. ayetidir: “Sizi bir tek kişiden
yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan
sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içine bir yaratılıştan
sonra bir yaratılışla yaratıverir. İşte Rabbiniz olan Allah odur. Mülk onun içindir.
Ondan başka ilâh yoktur. Artık nasıl döndürülüyorsunuz?” Razi burada “Allah,
Âdem (a.s)'in zürriyetini, kendi belinden, zerreler halinde çıkardı, bundan sonra da,
Havva’yı yarattı.”116 şeklinde kısa bir açıklama yapmıştır.
Hz. Havva’nın yaratılışı konusunda inceleyeceğimiz bir diğer Mekki ayet Araf
suresinin 189. ayetidir. Ancak Hz. Havva’nın adı, ne zaman ve neyden yaratıldığı
konusunda Razi, Bakara suresinin 35. ayetinde açıklama yaptığı için tekrar olmaması
nedeniyle okuyucuyu bu ayete yönlendirmektedir. Biz de ilk önce bu ayetteki
açıklamaları aktarıp daha sonra Araf suresindeki açıklamalara yer ver vereceğiz.
2/Bakara, 35: “Ve demiştik ki: Ey Âdem, sen eşinle birlikte Cennette yerleş. Ondan,
neresinden isterseniz, bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa (kendine)
zulmedenlerden olursunuz.” Razi burada Hz. Havva’nın ne zaman yaratıldığıyla
115
İbn Kesir, İmadüddin Ebu’l-Fida İsmail bin Ömer, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim, Beyrut, 1998, c.6,
s.2720; ayrıca daha ayrıntılı açıklama için bkz. Nisa Suresi 1. ayetin tefsiri, c.2, s.843-844
116
Tefsîr-i Kebîr, XIX/138
38
ilgili rivayetleri aktarır. İlk rivayet şöyledir: Süddi, İbn Abbbas, İbn Mesud ve bazı
sahabeden şunu rivayet etmiştir: Cenabı Allah İblis’i cennetten çıkarıp Hz. Âdem’i
cennete yerleştirince Hz. Âdem orada tek başına kaldı. Onunla beraber yalnızlığını
giderecek kimse yoktu. Bu sebeple Cenabı Hak ona bir uyku verdi. Sonra sol
tarafının kaburga kemiklerinden birini alıp yerine et koydu ve o kaburgadan Hz.
Havva validemizi yarattı. Hz. Âdem uykudan uyanınca başucunda oturan bir kadın
buldu ve ona ‘Sen kimsin?’ diye sordu. O ‘bir kadın’ cevabını verdi. Hz. Âdem
‘Niçin yaratıldın?’ dedi. O ‘Sen bana ısınasın diye yaratıldım’ dedi. Melekler ‘Onun
ismi ne?’ diye sordular. ‘İsmi Havva’ dediler. ‘Niçin Havva diye isimlendirildi?’
dediler. Birisi ‘Çünkü o canlı bir şeyden yaratıldı’ dedi.
İkinci rivayet ise şöyledir: Hz. Ömer ve İbn Abbas (r.a)’dan şöyle dedikleri
rivayet edilmiştir: Cenabı Allah meleklerden bir ordu gönderdi. Onlar Hz. Âdem ile
Havva’yı padişahların taşındığı gibi altından bir taht üzerinde taşıdılar. Onların
elbiseleri nurdan idi. Her birinin başında yakut ve incilerle bezenmiş altın birer taç
vardı. Hz. Âdem’in belinde inci ve yakutlarla süslenmiş bir kemer vardı. Böylece o
ikisi cennete girdiler.” Razi, bu haber Hz. Havva’nın Âdem (a.s)’ın cennete
girmesinden önce yaratıldığını, ilk haber de onun cennette yaratıldığını gösterir” 117
der. Rivayetleri verdikten sonra gerçeği Allah bilir diyerek yorum yapmadan konuyu
bitirir.
Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili olarak Bakara suresinin 35. ayetinde Razi Hz.
Hasan’dan şu rivayete yer verir: Hiç şüphesiz kadın erkeğin kaburga kemiğinden
yaratılmıştır. Eğer onu doğrultmak istersen kırarsın. Eğer onu kendi haline bırakırsan
117
Hz. Havva’nın yaratışlıyla ilgili hadis rivayetlerinin değerlendirilmesiyle ilgili bkz. Ağırman,
Cemal, Kadının Yaratılışı –İlgili Rivayetler Bağlamında Bir Yaklaşım-
39
ondan istifade edersin. O da düzelir. Daha sonra Razi yine hiçbir açıklamada
bulunmadan diğer konuya geçer. 118
Razi’nin bazı konularla ilgili çok geniş rivayetlere ve görüşlere yer verdikten
sonra kendi görüşünü çok kısa ifadelerle dile getirdiği görülmektedir. Kimi zaman da
Razi konuyla ilgili hiç görüş belirtmeden sadece rivayetleri aktarır. Bu nedenle
Razi’nin bir konu hakkındaki görüşlerini tam ortaya koyabilmek için o konuyla ilgili
diğer ayetlerin tefsirlerine de bakmak gerekmektedir. Razi, Bakara suresinin 35.
ayetinde “eğe kemiğinden yaratılma” ile ilgili bir hadis rivayetine yer vermiş ancak
hiçbir yorum yapmadan diğer bir konuya geçmiştir. Bununla birlikte Hz. Havva’nın
yaratılışının anlatıldığı diğer ayetleri incelediğimizde Razi’nin “eğe kemiğinden
yaratılma”yı kabul etmediğini görmekteyiz. Bazı araştırmacılar sadece Bakara
suresindeki açıklamalarından dolayı Fahreddin Razi’yi de kadının eğe kemiğinden
yaratıldığını ileri sürenlerle birlikte anmaktadırlar.119 Konunun açıklığa kavuşması
amacıyla Medeni surelere de yer verilerek Razi’nin bu konudaki tüm ifadeleri
aktarılacaktır.
Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili Razi, 4/Nisa, 1. ayette geniş açıklamalar
yapmıştır: “Ondan da onun zevcesini yarattı” Razi buradaki “zevc”den maksadın
Hz. Havva olduğunu belirterek onun Hz. Âdem’den yaratılmasıyla ilgili iki görüşü
aktarır. Birinci görüşe göre Allah Hz. Âdem’i yaratıp onu bir süre uyuttu. Sonra onun
sol kaburgalarının birinden Hz. Havva’yı yarattı. Hz. Âdem uyandığında ona
meyledip onunla ünsiyet kurdu. Çünkü o, Hz. Âdem’in bedeninin bir parçasından
yaratılmıştı. Bu görüşte olanlar şu hadisi delil olarak kullanırlar: Kadın eğri bir
118
119
Tefsîr-i Kebîr, II/387-388
Örnekler için bkz. Karslı, İbrahim, Kur'an Yorumlarında Kadın, s.75; Tuksal, Hidayet Şefkatli,
Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, s.54, 59
40
kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Eğer onu düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın. Onu
eğri olarak bırakırsan ondan istifade edersin.120 İkinci görüş Ebu Müslim elİsfehânî'ye aittir. Ona göre ayetin manası, onun cinsinden, yani insan cinsinden, onun
zevcesini yarattı, şeklindedir.121 Bu görüşüne Kur'an’ın, “Allah sizin için,
kendinizden zevceler yaptı” (Nahl, 72) “Allah, onlara kendilerinden bir peygamber
gönderdiği için...” (Âl-i İmran, 164) ve
“Andolsun size kendinizden öyle bir
peygamber gelmiştir ki...” (Tevbe, 128) ayetlerini örnek gösterir. Razi de Ebu
Müslim el-İsfehânî ile aynı görüşte olduğunu belirterek birinci görüşü benimseyen
Kâdı’yı şöyle eleştirir: “Kâdı birinci görüşün daha kuvvetli olduğunu söylemiştir.
Çünkü ancak bu durumda, ayetteki ‘Sizi bir tek candan yarattı’ ifadesi, yerinde olur.
Zira Hz. Havva da yoktan yaratılmış olsaydı, o zaman insan soyu bir candan değil iki
candan (nefisten) yaratılmış olurdu. Kâdî'nin bu görüşüne şu şekilde cevap verilir:
Ayetteki “bir kişiden” sözünün başındaki “mîn”, ibtidâ-i gaye içindir. Yaratmanın ve
yoktan var etmenin başlangıcı, bu tek can olan Hz. Âdem olunca, “sizi bir tek
candan yarattı” denilmesi yerinde olur. Yine Cenabı Hakk'ın, Hz. Âdem’i topraktan
yaratmaya kadir olduğu sabit olduğuna göre, Hz. Havva'yı da topraktan yaratmaya
kadirdir. Durum böyle olunca, Hz. Havva'yı, Hz. Âdem’in bir kaburgasından
yaratmasının manası nedir?”122
Araf suresinin 189. ayetinde “O, ulular ulusu zattır ki, sizi bir nefisten
yaratmıştır ve eşini ondan yapmıştır ki onunla huzur bula. Ne zaman ki onunla
ilişkide bulundu, hafif bir yük yüklendi. Bir müddet bununla gidip geldi. O zaman ki,
120
Tefsîr-i Kebîr, VII/310’daki hadislerin kaynağı: Buhârî, Enbiya, 1; Müslim, Redâ', 60 (2/1091)
Muhammed Esed Nisa 1. ayetiyle ilgili yaptığı açıklamada Ebu Müslim’in bu görüşünü Razi’den
naklederek kendisi de bu görüşe katıldığını belirtir. Bkz. Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s132133
122
Tefsîr-i Kebîr, VII/310-311
121
41
ağırlaştı Allah Teâlâ'ya, Rablerine dua ettiler ki eğer bize bir kusursuz -çocuk- verir
isen andolsun ki, biz elbette şükredenlerden oluruz.” Razi Hz. Havva’nın
yaratılışıyla ilgili İbn Abbas'tan bir rivayet aktarır ve bu rivayeti değerlendirir.
Rivayet şöyledir: “Bu ayette geçen “bir can” kelimesiyle Hz. Âdem, “bundan da
eşini yapan...” kelimesiyle de Hz. Havva murat edilmiştir. Yani, Allah Teâlâ, Hz.
Havva’yı, eziyet vermeksizin, Hz. Âdem (a.s)’in kaburgasından yaratmıştır...” 123
Razi bu rivayeti şöyle değerlendirmiştir: “Cenabı Hak: “O, sizi bir candan
yaratan….dır” buyurmuştur. Meşhur olan görüşe göre, bu ayette geçen “nefs”
kelimesiyle, Hz. Âdem’in nefsi kastedilmiştir. Yine, Cenabı Hak, “bundan da eşini
yapan...” buyurmuştur. Bu tabirle de Hz. Havva kastedilmiştir. Bu görüşte olanlar
şöyle demişlerdir: Hz. Havva'nın, Hz. Âdem’in nefsinden yaratılmış olmasının
manası, Allah Teâlâ'nın, Hz. Havva’yı Hz. Âdem’in kaburgalarının birinden yaratmış
olmasıdır. Bunun hikmeti ise, cinsin, aynı cinse daha fazla meyyal, arzulu ve istekli
olmasıdır. Birbirine bitişmenin illeti, cins birliğidir. Ben derim ki, bu söz müşkildir…
Zira Allah Teâlâ, Hz. Âdem’i doğrudan doğruya yaratmaya kadir olduğuna göre bizi,
Allah, Havva’yı Âdem’in cüzlerinin birinden yarattı, demeye sevk eden şey nedir?
Biz niçin, Allah Teâlâ, Havva’yı da doğrudan doğruya yarattı, demiyoruz. Hem,
insanı tek bir kemikten yaratmaya kadir olan, onu doğrudan doğruya yaratmaya niçin
kadir olamasın? Yine onun sol kaburgalarının sayısı, sağ kaburgalarının sayısından
noksandır, şeklindeki sözde de, hissin ve tıp biliminin hilafına olarak, sorgulanmayı
gerektirecek bir durum mevcuttur. Geriye şöyle denilmesi ihtimali kalmıştır: Biz
bunu söyleyemediğimize göre, o halde, Hak Teâlâ'nın, buyruğundaki “min” harf-i
cerriyle kastedilen nedir? Biz deriz ki: Bir şeye bazen o şeyin şahsına, bazen da
123
Tefsîr-i Kebîr, XI/194
42
türüne göre işaret edilebildiğini zikretmiştik. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) bu,
Allah'ın, namazı ancak kendisiyle kabul edeceği bir abdesttir,124
buyurmuştur.
Hâlbuki burada geçen “abdest” sözüyle, o andaki muayyen ve tek bir abdest
kastedilmemiş, tam aksine bununla tür kastedilmiştir... Ve yine, Hz. Peygamber
(s.a.s), bu aşure günü, Cenâb-ı Hakk’ın, Hz. Musa'yı Firavun'a üstün getirdiği
gündür, buyurmuştur. O halde, ayetten kastedilen mana, Allah, Hz. Âdem’in eşini
insan türünden yaratmıştır, şeklinde olur ki, bunun maksadı, Allah Tealâ'nın, Hz.
Âdem’in eşini de kendisi gibi bir insan yaptığına dikkat çekmektir.”125
Rum suresinin 21. ayetinde ise “Size nefislerinizden kendilerine ısınmanız için,
zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve şefkat yapması da onun
ayetlerindendir. Şüphesiz bunda iyi düşünecek bir topluluk için elbette ibretler
vardır.” (30/Rum, 21) Razi, Araf suresinin 189. ayetindekilere benzer açıklamalar
yapar: “Bazıları “min enfusekum” ifadesiyle Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in
maddesinden yaratıldığının kastedildiğini ileri sürmüşlerse de sahih olan bu ifadeyle
kastedilen mananın, “cinsinizden” şeklinde olduğudur. Nitekim Allah “Andolsun ki
size, sizden (enfusekum) olan bir peygamber gelmiştir.” (Tevbe, 128) buyurmuştur.
Mananın böyle olduğuna “Kendilerine ısınmanız için” buyurmuş olması da delalet
etmektedir. Yani farklı iki cins canlıdan biri diğerinde sükûnet bulmaz… Nefsi
onunla huzur bulmaz ve kalbi de ona meyletmez… demektir.”126
Görüldüğü gibi Razi Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili olarak farklı yorumlar
yapmıştır. Taberi ve İbn Kesir tefsirlerinde Hz. Havva’nın eğe kemiğinden
124
Tefsîr-i Kebîr, XI/199-201’deki hadislerin kaynağı: İbn Mâce, Taharet, 41 (I/140); Ebu Dâvud,
Taharet, 48 (I/25)
125
Tefsîr-i Kebîr, XI/199-201
126
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/9
43
yaratılmasına dair rivayetlere yer vermiş ve bunları eleştiren herhangi bir ifadede
bulunmamışlardır. Ancak Razi, Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in eğe kemiğinden
yaratılmasıyla ilgili hadis rivayetine tefsirinde yer vermiş ama bu rivayeti müşkil
olarak kabul etmiştir. Razi Hz. Havva’nın eğe kemiğinden yaratılmasıyla ilgili
rivayetleri hem akli yollarla ve tıbbî olarak hem de Kur’an’ın diğer ayetlerindeki
benzer kullanımlarına dikkat çekerek reddetmiştir.
Ancak
bu
reddediş
Razi’nin
israili
haberleri
kabul
etmeyişinden
kaynaklanmaktadır. Çünkü Razi, kadınların erkekten yaratılmadığını ancak erkek
için yaratıldığını ifade eder. Kadınlar tıpkı bitkiler, diğer canlılar gibi erkeklere olan
nimeti tamamlamak için yaratılmışlardır. Durum böyle olunca kadınların diğer
yaratılanlar gibi mükellef tutulmamaları gerekir. Ancak eğer kadınlar mükellef
tutulmazlarsa Allah'ın erkeklere olan nimeti tamamlanmış olmaz. Çünkü azap
müeyyidesi sayesinde kadın korkar, böylece kocasına itaat eder ve haramlardan
sakınır. Aksi halde fesat zuhur eder. 127
C.
Hz. Havva’nın Cennetten Çıkarılışı
Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte Hz. Âdem’i cennetten çıkaran Hz. Havva’dır.
Hz. Havva ve onun şahsında tüm kadın cinsine karşı takınılan olumsuz tavrın temeli
bu olaya dayanmaktadır. Eski Ahit Tekvin Üçüncü bölümde Hz. Havva’nın Hz.
Âdem’i ayartarak yasak meyveyi yemesine sebep oluşu anlatılmaktadır.128 Yeni
Ahit’te de Hz. Âdem’in değil Hz. Havva’nın suçlu olduğu, itaatkâr olup erkeğe
127
128
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/94
Kitab-ı Mukaddes, Eski Ahit, Tekvin, 3:1-3:21
44
egemen olmaya kalkışmadan uysal davranır ve çocuk doğurursa kurtulabileceği ifade
edilir.129 Bununla birlikte Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili haberlerde olduğu gibi
onun cennetten çıkarılmasıyla ilgili israili haberler de yine klasik tefsirlerde yerini
bulmuştur.
Aldatan ve insanlığı Cennet’ten çıkaran Havva anlayışı, kadını insanlığın bütün
günahlarından sorumlu tutmuştur. Çünkü ilk günah inancına göre, Hz. Havva’nın
işlediği ve Hz. Âdem’e de işlettiği iddia olunan günah, irsî olarak bütün insanlığa
geçmektedir ve bütün insanlar, bu günahla dünyaya gelmektedir. İsa Mesih, bu
günahı temizlemek amacıyla kendini kurban ettiği için Hz. Havva, dolayısıyla kadın,
Hz. İsa’nın kanından da sorumlu tutulmuştur.
Aldatan Havva imajı, asırlar boyu kadın hakkında çok olumsuz tesir yapmış,
bunun sonucunda kadına, çok defa güvenilmez ve düşük bir varlık olarak bakılmış,130
âdet hali, hamilelik ve çocuk doğurmanın onun için ebedî suçuna bir ceza olarak
telâkki edilmiştir.
Oysa Allah tarafından yasaklanan meyveyi Hz. Âdem ve Hz. Havva birlikte
yemişlerdir.131 Hz. Havva dolayısıyla kadın, Hz. Âdem’in ve insanlığın cennetten
çıkmasına sebep olan uğursuz, kötü varlık değildir. Konuyla ilgili ayetleri Taberi ve
İbn Kesir’den başlayarak ele alacağız.
Taberi tefsirinde konuyla ilgili şu rivayete yer verilmiştir: “Böylece onları
129
Kitab-ı Mukaddes, Yeni Ahit, Pavlus’un Timeteyus’a Birinci Mektubu İkinci Bölüm Dualar ve
Tapınma, 10-15
130
“Meselâ dinî metinlerde geçen şu satırlar bu açıdan manidardır. “Ben ölümden daha acı, kendisi bir
tuzak, kalbi bir kapan ve elleri zincir olan bir kadını buldum. Allah’ı hoşnut edecek bir kimse
ondan kaçsın; o, sadece günahkârları tuzağına düşürsün... Araştırırken 1000 kişi arasında bir tane
dürüst erkek buldum, ama bütün kadınlar arasında bir tane dürüst kadın bulamadım.” (Vaiz, 7: 26–
28)
131
7/Araf, 19-23; 20/Taha, 115-122
45
aldatarak, ağaçtan yemeye sevketti. Ve o ağacın meyvesinden tadınca avret yerleri
onlara göründü. Başladılar cennet yapraklarıyla ayıp yerlerini örtmeye. Bunun
üzerine Rableri onlara şöyle nida etti: Ben size bu ağaçtan yemenizi yasak etmedim
mi? Ve size, şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır, demedim mi?” (7/Araf/22)…
Ayet-i kerimenin devamında Rabbi onlara, Ben size bu ağaçtan yemenizi yasak
etmedim mi ve Şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır, demedim mi, dedi,
buyrulmaktadır. Muhammed b. Kays, ayetin bu bölümünü şu şekilde izah etmiştir:
Allah Teâlâ Âdem’e: ‘Niçin bu ağaçtan yedin? Ben bunu sana yasaklamıştım’ dedi.
Âdem de: ‘Ey Rabbim, onu bana Havva yedirdi’ dedi. Allah Teala Havva’ya: ‘Sen
niçin ona bunu yedirdin?’ diye sordu. Havva da: ‘Bana yılan emretti’ dedi. Allah
Teâlâ yılana: ‘Havva'ya bunu neden emrettin?’ diye sordu. Yılan da: ‘Onu bana İblis
emretti’ dedi. Allah Teâlâ da: ‘İblis kovulmuştur, lanete uğratılmıştır. Sen de ey
Havva, ağacı kanattığın gibi her ay kanayacaksın. Sana gelince ey yılan, senin
ayaklarını keseceğim. Yüzüstü sürükleneceksin. Seni görenler kafanı ezecekler.
Birbirinize düşman olarak inin’ buyurdu. Abdullah b. Abbas da diyor ki: Âdem
ağaçtan yiyince Allah Teâlâ ona: ‘Sana yasaklamış olduğum ağaçtan niçin yedin?’
diye sordu. Âdem de: ‘Onu bana Havva emretti’ dedi, Allah Teâlâ: ‘Ben Havva’yı
zorluklarla gebe kalması ve zorluklarla doğurmasıyla cezalandırdım’ buyurdu.
Bunun üzerine Havva ağladı. O anda ona: ‘Ağlama, sana ve çocuğuna verildi’
denildi.”132
İbn Kesir’de de benzer bir rivayet yer almaktadır: “Abdürrezzâk'ın Ma'mer'den,
onun Katâde'den rivayetine göre o, şöyle demiştir: Âdem: ‘Ey Rabbim; tövbe edip
bağışlanma dilesem ne buyurursun?’ demiş, o da: ‘O halde seni cennete koyarım,
132
Taberi, Camiu’l-Beyan an Tevilil Kurân, c.8, s.143-144
46
buyurmuştu. İblis ise tövbe etmemiş mehil istemişti. İkisinden her birine istedikleri
verilmiştir. îbn Cerîr der ki: Bize Kâsım'ın... İbn Abbas'tan rivayetine göre o, şöyle
demiştir: Âdem ağaçtan yediğinde kendisine: ‘Sana yasakladığım ağaçtan niçin
yedin?’ diye sorulmuş, o da: ‘Havva bana emretti’ demişti. Bunun neticesinde ancak
zorlukla hâmile kalmasını, zorlukla doğurmasını ceza olarak verdim, buyurmuş ve bu
sırada Havva inlemişti. Ona şöyle buyruldu: İnleme; sana ve çocuğunadır.”133
Razi Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın cennetten çıkarılması konusunu Araf
suresinin 19-23. ayeti134 ile Taha suresi 115-122. ayetinde135 detaylı bir şekilde
açıklamıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Razi, Hz. Havva’nın yaratılışıyla ilgili
tefsirinde israili haberlere yer vermiş ancak bunları kabul etmemişti. Bununla birlikte
tefsirinde Hz. Havva’nın Hz. Âdem’i aldatarak cennetten çıkarılmasıyla ilgili israili
haberlere yer vermemiştir. Ayetler:
7/Araf, 19-23: “Ey Âdem, sen zevcenle birlikte, cennete yerleş. İkiniz de
dilediğiniz yerden yiyin ancak şu ağaca yaklaşmayın, sonra zalimlerden olursunuz.
Derken şeytan, onlardan gizli bırakılmış o ayıp yerlerini kendilerine göstermek için
ikisine de vesvese verdi ve şöyle dedi: ‘Rabbiniz size bu ağacı başka bir şey için
değil, ancak iki melek olacağınız yahut ebedilerden olacağınız için yasak etti’ Bir de
onlara, ‘şüphesiz ki ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim’ diye yemin etti. İşte bu
suretle ikisini de aldatarak, (o ağaca) tenezzül ettirdi. Ağacı tattıkları anda ise o
çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet yapraklarından üst üste
örtmeye başladılar. Rableri de, ‘Ben size bu ağacı yasak etmedim mi? Şeytan size
muhakkak apaçık bir düşmandır demedim mi?’ diye nida etti.”
133
İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim, c.3, s.1415-1416
Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XVI/63
135
Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XVI/58-65
134
47
20/Taha, 115-122: “Andolsun ki, Biz, bundan evvel Âdem’e de vahyetmişizdir.
Fakat unuttu o. Biz, onda bir azim bulamadık. Hani meleklere, ‘Âdem için secde
edin.’ demiştik de, İblis’ten başkaları, secde etmişti. O ise, dayatmıştı. Biz de: ‘Ey
Âdem, demiştik, hiç şüphesiz ki bu, senin de zevcenin de düşmanıdır. Bundan dolayı,
sakın sizi cennetten çıkarmasın o. Sonra zahmete düşersin. Çünkü senin, acıkmaman,
çıplak kalmaman, hep oradadır ve sen, hakikaten, burada susamayacaksın, sıcak
altında da kalmayacaksın.’ Derken Şeytan: ‘Ey Âdem, seni ebedilik ağacına ve zeval
bulmayacak bir mülke götüreyim mi?’ dedi. İşte bunun üzerine ikisi de, ondan
yediler. Hemen kötü yerleri açılıverdi. Üstlerini cennet yaprağından (alıp) örtmeye
başladılar. Âdem Rabbine karşı gelmiş oldu ve şaşıp kaldı. Sonra Rabbi yine onu
seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.”
Razi bu ayetleri tefsirinde ilk olarak şeytanın yılanın karnında cennete girmesi
rivayetini akli deliller öne sürerek reddeder ve Hz. Âdem ile Havva’nın cennetten
çıkarılmasıyla ilgili çok geniş açıklamalar yapar. Şeytan iki melek ya da ebedilerden
olacağı vesvesesiyle Hz. Âdem ve Havva’yı kandırarak cennetten çıkmalarına neden
olmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken Hz. Âdem’i kandıranın Hz. Havva değil
şeytan olduğudur.136
Razi’nin, Hz. Âdem ve Havva’nın cennetten çıkarılmasıyla ilgili gerek Mekki
gerekse Medeni ayetlerin hiçbirinde Hz. Havva’nın Hz. Âdem’i aldattığına dair tek
bir kelime dahi kullanmadığını görüyoruz. Ayrıca Taberi ve İbn Kesir’in tefsirlerinde
yer verdiği Hz. Âdem’in yasak meyveyi yemesine sebep olanın Hz. Havva olduğu ve
bundan dolayı hamilelikle cezalandırılması gibi herhangi bir rivayete de tefsirinde
yer vermemiştir. Razi yasak ağaçtan Hz. Âdem ile Havva’nın birlikte yediğini ve
136
Tefsîr-i Kebîr, X/319-328
48
cennetten birlikte çıkarıldıklarını açıklar. Razi’nin, Hz. Havva’dan kimi zaman
“Havva annemiz” diye bahsetmesi ona duyduğu saygının bir ifadesi olarak
değerlendirilebilir.137
137
Tefsîr-i Kebîr, II/414
49
II.
İMAN AÇISINDAN KADIN
İslam’a göre, Allah’a ve diğer iman esaslarına inanmakta, Allah’ın dünya ve
ahiretle ilgili emir ve yasaklarına muhatap olup onların gerektirdiği ceza veya
mükâfata ermekte kadınla erkek arasında herhangi bir fark yoktur.
Eşlerden kadın eğer iman etmemişse kocasının iyi olması hatta peygamber
olması bile ona fayda vermez. Örneğin Allah’ın peygamberlerinden olan Hz. Nuh ve
Lut’un eşi kocalarına inanmamışlardır. Şayet kadın inanıp kocası inanmamışsa, o
zaman da kocasının cezalandırılması kadına zarar vermez. Bunun da örneği Musa
peygamber devrindeki Firavun’un zevcesidir.138 Peygamber hanımı olmak Hz. Nuh
ve Lut’un eşini yanlış seçimlerinin sorumluluğundan kurtarmamış, buna karşılık
Firavun’un eşi kocasının yanlış seçimine rağmen kendi tekâmül yolunda üst
mertebelere ulaşmıştır.139
Nahl suresinin 97. ayetinde “Gerek erkek, gerek kadın, kim mümin olarak,
salih amel işlerse, hiç şüphesiz onu, çok güzel bir hayat ile yaşatırız ve mutlaka, yapa
geldiklerinin daha güzeliyle ecir veririz.” buyrulmuştur. Ayetteki “men” (kim)
kelimesi, umumi bir mana ifade etmesine rağmen ayrıca “Gerek erkek, gerek kadın”
lafzının kullanılmasını Razi şöyle açıklar: “Bu ayet, hayır ve iyilik vaat etmektedir.
Vaadi iyice izah etmek ise, tekit etmek ve tahsis (sınırlama) vehmini kaldırmak için,
kerem ve rahmetin delillerinin en büyüklerindendir.”140
138
Topaloğlu, Bekir, İslam’da Kadın, Yağmur Yay, İstanbul,1970, s. 22
Hatemi, Hüseyin, İlahi Hikmette Kadın, Birleşik Yay, İstanbul, 1999, s.21
140
Tefsîr-i Kebîr, XIV/337-338
139
50
A.
İman Eden Kadınlar: Hz. Meryem ve Firavun’un Eşi
Kur’an’da övülen kadınların başında geleni Hz. Meryem; iffet, ismet ve takva
gibi faziletleri kendinde toplamış bir şahsiyettir (3/Âl-i İmran, 45; 21/Enbiya, 91;
66/Tahrim, 12). Hz. Meryem bedeni ve ruhi saflığı, kendini Allah’a ibadete adaması,
iffet ve namusunu koruması sebebiyle “Betûl” olarak adlandırılmıştır. Betûl ayrıca
manevi mükemmellikle birlikte fiziki güzelliği de ifade ettiğinden Hz. Meryem
zamanının en güzel ve en mükemmel kadını olarak da tanımlanmaktadır.141 Meryem
kelimesinin “rym” kökünden “istemek, ayrılmak” anlamında Arapça bir kelime
olduğunu söyleyenler142 bulunduğu gibi İbranice bir kelime olup “ibadet eden”
manasına geldiğini kabul edenler de vardır.143 Meryem adı birinde sure adı olmak
üzere Kur’an’ın 12 suresinde 34 defa geçmektedir:144
Hz. Meryem, Kur’an’da adı geçen tek kadındır. “Arap kültüründe önde gelen
kişiler, hanımlarının ve kızlarının adlarını açıkça söylemez ve onlardan bahsetmek
söz konusu olunca “eşimiz, ailemiz, ehlimiz” gibi kinaye lafızlarıyla onları anarlardı.
Kur’an da bu geleneğe uyarak yalnızca Hz. Meryem ismine yer vermiştir. Çünkü Hz.
Meryem sıradan bir kadın değildi. O, kadınların en seçkini, küfürden, günah ve
fuhuştan uzak kalmış temiz, iffetli Allah’ın ikramlarına daha dünyada iken nail
olmuş örnek bir hanımdı. İsrailoğulları Hz. Meryem ve onun babasız dünyaya gelen
çocuğu Hz. İsa hakkında ileri geri konuştukları için Yüce Allah onun ismini açıkça
zikretmiş hem de onların iddialarını tamamen geçersiz kılmak ve Hz. Meryem’in
141
İbn Manzur, Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, Beyrut, 1956, c.11, s.43
İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c.12, s.259
143
Zemahşeri, Ebul-Kasım Mahmud b. Ömer, Tefsirul-Keşşaf, Matbaa-i Amire, Mısır, 1307, c.I,
s.144; Harman, Ömer Faruk, “Meryem” TDVİA, c.29, s.240
144
Bakara (2), Al-i İmran (7), Nisa (4), Maide (10), Tevbe (1), Meryem (3), Müminun (1), Ahzab (1),
Zuhruf (1), Hadid (1), Saf (2), Tahrim (1); Abdulbaki, Muhammed Fuad, , Mûcemul- Müfehres liElfazıl Ku’anil-Kerim, el-Kahire, 1988, s. 839-840; Tümer, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz.
Meryem, TDVY, Ankara, 1997, s.153
142
51
dedikodulardan tamamen uzak olduğunu tekitli bir biçimde anlatmak için tekrar
tekrar onun ismini açıkça anmıştır.”145
Meryem’in babasının adı İmran’dır. Annesinden adı verilmeksizin İmran’ın
karısı diye bahsedilmektedir. Razi, tefsirinde Meryem’in annesinin adını Hanne
olarak aktarır. Meryem’e adını annesi verir. Razi, çocuğa annesinin isim vermesi ve
babasından hiç söz edilmemesini Meryem’in babasının daha o doğmadan önce vefat
ettiği şeklinde yorumlamaktadır. Razi, Meryem kelimesinin onların dilinde “İbadet
eden, âbid kadın” manasına geldiğini aktarır. 146
Hz. Meryem’i Allah seçkin olarak tanımlamış ve onun tüm kadınlardan üstün
olduğunu bildirmiştir. Razi’ye göre Hz. Meryem’in diğer kadınlardan üstün olması
onun doğduğu andan itibaren Allah’a ibadet etmesi maksadıyla Beyti Makdis’e
verilmesi, bunun sonucu olarak dünyanın tüm işlerinden uzaklaşmasından
kaynaklanmaktadır.147
Kur’an’da Hz. Meryem’in hayatıyla ilgili olaylar kronolojik sıra ile verilmez.
Ancak ayet grupları arasındaki ilişkilerle ve tefsir usulündeki yöntemlerle bazı
sonuçlara ulaşılabilir.148
Kur’an’da kendisinden övgüyle bahsedilen kadınlardan biri de Firavun’un
eşidir. Razi, Kasas suresi, 9. ayetinin149 tefsirinde Firavun’un eşinin adını Asiye bint
Muzâhim olarak zikreder ve onun nasıl iman ettiğiyle ilgili İbn İshak’tan şu rivayeti
145
Akpınar, Ali, Kur'an Coğrafyası, Fecr Yayınları, Ankara, 2002, s.85
Tefsîr-i Kebîr, VI/276-277
147
Ayrıntılı bilgi için bkz, Tefsîr-i Kebîr, VI/304-305
148
Tümer, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, s.161
149
28/Kasas, 9: “Ve Firavun'un eşi dedi ki: Benim için ve senin için bir göz aydınlığı. Bunu
öldürmeyiniz. Umulur ki bize faydalı olacaktır veya onu oğul ediniriz. Onlar ise farkında
olamıyorlardı.”
146
52
aktarır: “Allah Teâla Hz. Musa (a.s)’ın sevgisini Firavun’un hanımının kalbine attı.
Çünkü Hz. Musa (a.s)’ın yüzünde, gören herkesin sevebileceği bir tatlılık vardı. Bir
de, Firavun’un hanımı o sandığı açarken, o nuru görmüştü. Ayrıca, Firavun’un
hanımı, o sandığı açarken, Hz. Musa (a.s)’ın parmağını emerken bulmuştu. Bir başka
husus da, Firavun’un kızının, Hz. Musa (a.s)’ın tükürüğünü, alacalı yerlerine
sürdüğünde iyileşmiş olmasıdır. Firavun’un hanımının çocuğu olmadığı için, onu
sevmiş olduğu da söylenmiştir...” Razi’nin aktardığı diğer rivayet ise İbn
Abbas’tandır: “Firavun’un hanımı, benim için de senin için de bir göz aydınlığı,
deyince Firavun, bu senin için böyle, bana gelince, benim buna ihtiyacım yok, dedi.
İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Kendisine yemin
olunan Allah’a yemin ederim ki, şayet Firavun da, hanımı gibi, onun kendisi için bir
göz aydınlığı olacağını ifade etseydi (Allah) hanımını hidayete erdirdiği gibi onu da
hidayete erdirirdi...”150
B.
İnkâr Eden Kadınlar: Hz. Lut ve Hz. Nuh’un Eşi, Ebu Leheb’in Eşi
Peygamber eşi olmasına rağmen iman etmeyen kadınlardan biri Hz. Lut’un
eşidir. Razi, Lut’un eşinin adının Vahile olduğunu söyler.151 Hz. Lut’un kavminde
(Sedum ya da Sodom) 152 livata yani homoseksüellik yaygındı. Tüm uyarılara rağmen
150
Tefsîr-i Kebîr, XVII/480-481
Daha fazla bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XXI/567-568
152
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/10-11
151
53
bu durumdan vazgeçmeyen kavim helak edilmişti. Helak olanların içinde Lut’un eşi
de vardı.153
Konuyla ilgili ayetler şunlardır: 7/Araf, 83: “Artık biz onu ve ehlini kurtardık,
zevcesi müstesna, o geriye kalıp helâk olanlardan oldu.”; 26/Şuara, 171: “Geri
kalanların içinde yalnız bir yaşlı kadın vardı.”; 27/Neml, 55: “Siz kadınlarınızı
bırakıp da şehvetle erkeklere mi yanaşacaksınız? Doğrusu siz cahilce hareket eden
bir kavimsiniz.”; 27/Neml, 57: “Binaenaleyh onu ve bütün ailesini kurtardık, karısı
müstesna, onu takdirimizle azapta baki kalanlardan kıldık.”;
15/Hicr, 60: “Karısı
müstesna, takdir ettik ki, muhakkak o, azapta kalacaklardandır.”; 37/Saffat, 135:
“Azap içinde kalanlar arasındaki bir yaşlı kadın müstesna.”; 29/Ankebut, 32-33:
“Dedi ki: Orada muhakkak ki, Lût vardır. Dediler ki: Biz orada kim olduğunu daha
iyi biliriz. Elbette onu ve ailesini kurtaracağız, karısı müstesna. O geride
kalanlardan oldu. Ve o vakit ki, elçilerimiz Lût'a geldi. Lût onlar hakkında tasalandı
ve onlar sebebiyle takati darlaştı. Ve dediler ki: Korkma ve üzülme, şüphe yok ki,
seni ve aileni kurtaracağız, yalnız eşin müstesna. O geride kalanlardan oldu.”
Kur’an’da Lut’un eşi hakkında “acûz” sıfatı kullanılmaktadır. Acûz ise yaşlı
hanım demektir.154 Razi, Hud suresi 78-79. ayetleri açıklarken bu kadından “ihtiyar
ve kötü kadın” diye bahseder.155
Lut’un kavmi livatadan dolayı azaba uğramıştır. Razi Lut’un hanımının livata
yapmadığı halde helak olanlar arasında yer aldığını söyleyerek bunun nedenini şöyle
153
Ayrıntılı bilgi için bkz. Râzi, Tefsîr-i Kebîr, X/500-501; Tefsîr-i Kebîr, VII/366-368; Eski Ahit’te
Hz. Lut’un karısının istemeyerek helak olduğu ifade edilir. Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Eski Ahit, Tekvin,
19:26
154
Ayrıntılı bilgi için bkz. Müftüoğlu, Ömer, Kur’an’da Hz. Lut ve Kavmi, s 91-95
155
Tefsîr-i Kebîr, XIII/80
54
açıklar: “Şerre delalet eden kimsenin, tıpkı, hayra delalet edenin hayrı yapan gibi
addedilmesine benzer olarak, onu yapan gibi bir hissesi ve payı vardır. O kadın ise,
Lût (a.s) kavmine, Lût (a.s)'un misafirleri olduğunu haber vermiş, buna delâlet
etmiştir. Böylece o hayâsız adamlar, o misafirleri kafalarına koymuşlardır. İste o
kadın bu yol göstericiliği yüzünden, onlardan biri gibi olmuştur.”156
Peygamber eşi olup iman etmeyen kadınlardan bir diğeri de Hz. Nuh’un
eşidir. Konuyla ilgili 11/Hûd, 40. ayet şöyledir: “Nihayet emrimiz gelip de fırın
kaynadığı zaman, dedik ki: ‘Her birinden ikişer çift ile aleyhinde söz geçmiş
(helakleri takdir edilmiş) olanlar müstesna. Aileni ve iman edenleri, içine yükle.’
Zaten onun yanındaki az sayıda insandan başkası da iman etmemişti.”
Razi Hz. Nuh’un eşinin adının Vaile olduğunu nakleder.157 Hz. Nuh’un kavmi
Allah’a iman etmeyince helak edilecekleri kendilerine bildirilmiştir. Ancak yine de
iman etmeyen kavim sular altında bırakılarak helak edilmiştir. Helak edilenler
arasında Nuh’un eşi ve oğlu da bulunmaktaydı.158
Razi iman ve inkar eden kadınlarla ilgili geniş açıklamalar yaptığı için
Medeni bir sure olmasına rağmen Tahrim suresinin ilgili ayetlerine burada yer
vereceğiz. 66/Tahrim, 10-11: “Allah kâfirlere, Nuh'un karısı İle Lût'un kansım misal
olarak gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki iyi kulun nikâhı altında idiler. Böyle iken
hainlik ittiler de, o iki koca, onları Allah'ın azabından hiçbir şekilde kurtaramadılar.
(O iki kadına), ‘Ateşe girenlerle beraber, siz de girin’ denildi. Allah iman edenlere
de, Firavun'un karısını misal olarak gösterdi. Hani o kadın, ‘Ya Rabbi, bana katında,
156
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/15
Tefsîr-i Kebîr, XXI/567-568
158
Açıklama için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XIII/23-24
157
55
cennet içinde bir ev yap. Beni Firavun'dan ve onun amellerinden kurtar. Beni, o
zalimler güruhundan kurtar’ demişti” Müfessire göre burada bahsedilen iki kadının
hainliklerinin bu kadınların münafık olup, küfürlerini saklamaları ve o iki
peygamberin aleyhine benzeri hain gayeler gütmeleri manasınadır. Meselâ Nuh’un
karısı, kavmine, o delidir, demiş; Lût'un karısı da, Hz. İbrahim (a.s)’in misafirlerinin
gelişini kavmine haber vermiştir. Yoksa bu iki kadının, zina fiilinde bulunarak,
kocalarına hainlik yaptıkları söylenemez.159
Razi, Tahrim suresinin sonunda Hz. Nuh ile Lut'un karısının mesel olarak
verilmesinin bazı hikmetleri olduğunu kaydederek bunları şöyle sıralar:
1. Erkeklerin ve kadınların, “Büyük mükâfat ve büyük azap” hususunda
dikkatlerini çekmek...
2. Başkasının salâhının iyi güzel yolda olmasının, fesat içinde olana fayda
vermeyeceğini; başkasının fesadının da iyi ve güzel yolda olana zarar vermeyeceğini
bilmek...
3. Erkek, takvanın zirvesinde dahi olsa, kadın konusunda ve nefsi konusunda
kendisine güvenmemelidir. Bu tıpkı, Nuh ve Lut (a.s)’un hanımlarından sudur eden
hal gibidir.
4. Kadının namusluluğunu ve iffetini bilmek çok mükemmel bir fayda temin
eder. Bu da tıpkı, Cenabı Hakk’ın, hakkında, “Şüphesiz ki Allah seni seçti ve seni
temiz kıldı; seni, (zamanındaki) âlemlerin kadınlarına üstün kıldı” (Âl-i İmran, 42)
buyurduğu İmran Kızı Meryem’de olduğu gibidir.
159
Tefsîr-i Kebîr, XXI/565
56
5. Cenabı Hakk’ın huzurunda sadakati bütün olarak yalvarıp yakarmanın, onun
cezasından kurtulup, hesapsız mükâfatlar elde etmeye vesile olacağına ve ezeli olan
zatın huzuruna bütün her konuda başvurmanın gerekli olduğuna, dönüşün, şanı yüce,
kelimesi üstün, kendisinden başka tanrı olmayan ve ancak kendisine dönülecek olan
zata olacağına dikkat çekmek...”160
İman etmeyen bir diğer kadın da Ebu Leheb’in eşi Ümmü Cemil’dir. “Harb’in
kızı olan Ümmü Cemil Ebu Süfyan ibn Harb’in kız kardeşi, Muaviye’nin de
halasıdır. Hz. Peygamber’e karşı amansız düşmanlık sahibidir. Ümmü Cemil’den
Tebbet suresinde bahsedilmektedir. 111/Tebbet, 1-5: “(Asıl) Ebû Leheb'in elleri
kurusun… Ona, malı da, kazandığı da fayda vermedi. Alevli bir ateşe yaslanacak.
Odun hamalı olan karısı da boynunda liften örülmüş bir ip”
Razi müfessirlerden Ümmü Cemil’in odun hamalı olması hakkında şu
açıklamalarda bulunmuştur:
1. O, demet demet diken ve pıtırak dikenleri taşıyor ve bunları, geceleyin Hz.
Peygamber (s.a.s)'in yoluna saçıyordu. Buna göre şayet “O, şerefli ve varlıklı bir
aileye mensup idi. Daha nasıl onun için “O, odun hamalı idi denilebilir?” denilirse
biz deriz ki: Malı çok olsa da o, bayağı ve adi bir kimse idi. Ya da Hz. Muhammed
(s.a.s)’e olan aşırı düşmanlığından dolayı Hz. Peygamber (s.a.s)'in yoluna atmak için,
kendisine odun ve diken taşıtmıştır.
2. O, insanlar arasında laf götürüp getiriyordu. İşte, insanların arasını bozmak
için, laf götürüp getiren kimseye, “Onlar arasında odun taşıyor”, yani, “Aralarında
ateş yakıyor” denilir. Nitekim gevezelik yapan kimseye, “Geceleyin odun toplayan”
160
Tefsîr-i Kebîr, XXI/567-568
57
adı verilir.
3. Katâde'nin görüşü: Buna göre, o, Hz. Peygamber (s.a.s)’i fakir olmakla
kınıyordu. İşte bunun üzerine, odun taşımış olmakla ayıplanmış ve kınanmıştır.
4. Ebû Müslim ve Saîd ibn Cübeyr’in görüşü. Burada murat edilen, onun, Hz.
Peygamber (s.a.s)’e düşmanlık hususunda yüklenmiş olduğu günahlardır. Çünkü bu,
onu ateşe götürme konusunda, odun mesabesindedir. Bunun bir benzeri de budur.
Cenabı Hak, günah işleyen kimseyi, sırtında yük bulunduğu halde yürüyen bir
kimseye benzetmiş ve “Muhakkak ki onlar, bir iftirayı ve apaçık bir günahı
yüklenmişlerdir” (Ahzab, 58), “Onlar, günahlarını sırtlarında taşıyacaklardır...”
(Enam, 31) ve “Onu insan yüklendi...”(Ahzab, 72) buyurmuştur.”161
Razi, Ümmü Cemil’le ilgili açıklamalarına şu soruyu sorarak devam eder:
“Kadınları zikretmek, kerem ve mürüvvet sahibi olana yakışmaz. O halde bunları
zikretmek Allah'ın kelamına nasıl yaraşır? Üstelik bu kadın amcanın hanımı olursa?”
Cevap olarak ise şunlar söyler: “Kendilerini zikretmek, o iki kadının küfürleri
sebebiyle Nuh'un hanımı ile Lut (a.s)'un hanımı hakkında imkânsız görülmeyince,
kocası kâfir olan kâfire bir kadının zikredilmesi, haydi haydi tuhaf görülmez.”162
161
162
Tefsîr-i Kebîr, XXIII/547-548
Tefsîr-i Kebîr, XXIII/549
58
III.
AİLEDE KADIN
Aile tabi, hukuki, toplumsal ve dini bağlara dayanan birliktir.163 Toplumsal
hayatın en temel birimi sosyal yapının çekirdeği olan aile insanlık tarihiyle yaşıt bir
kurumdur. Bu kurumun kökeniyle ilgili farklı sosyolojik açıklamalar bulunsa da ilk
aile Hz. Âdem ve Havva ile ortaya çıkmıştır.164
Carullah ailenin önemini şöyle dile getirmiştir: “Yaratılışın ve yaratılış ile ilgili
bütün tedbirlerin gayesi ailedir. Aile hayatın cenneti ve ebedi cennetin de
başlangıcıdır. Hatun olmayınca aile hiçbir yere yerleşemez, cennet yüzü göremez
hayatın lezzetini alamaz halifelik şerefinde kalamaz, tabiatı da emrine alamaz. Âdem
yalnız başına yarımdır. Hatunla beraber tam olur. İki erkekten bir şey çıkmaz. Hatun
olmayınca cennet de olmaz, aile de olmaz.”165
Ailenin en dar biçimi eşler ve çocuklardan oluşanıdır. Aile içinde kadın; anne,
eş veya çocuktur. Cahiliye döneminde aile müessesesinde kadın pek de iyi bir yere
sahip değildi. Mekki surelerde bozuk olan bu müessese yeniden tesis edilmiş, kadına
tam bir kişilik kazandırılmıştır. Bunu yapmaya ilk olarak kadının anne, eş ve evlat
olarak değerlerinin iade edilmesiyle başlanmıştır. Özellikle kız çocuklarına karşı
takınılan menfi tavır pek çok ayette eleştirilmiş ve kız çocuklarının da erkekler gibi
değerli olduğu beyan edilmiştir.
A. Anne Olarak Kadın
163
Taplamacıoğlu, Mehmet, Din Sosyolojisi, Ankara Ünv. İlahiyat Fak. Yay, Ankara, 1983, s.224
Ünal, İsmail Hakkı, Kur'an’da Aile Kurumu, DİD, c.40, sy.2, s.8
165
Carullah, Musa, Kur’an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin Nurları Huzurunda Hatun, (Yay. Haz.
Görmez, Mehmet), Kitabiyat, Ankara, 1999, s.48
164
59
Kur'an’da annenin tek olarak geçtiği ayetler olmakla birlikte çoğunlukla “anababa” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Arapçada ana-baba kelimesini karşılayan
kelime “ebeveyn”dir. Ebeveyn kelimesinin tekili olan eb (çoğulu âbâ, übüvve),
“çocuk kendisinden olan erkek (vâlid)” anlamına gelir. Ebeveyn ana-babayı, ayrıca
dede ile baba veya amca ile babayı birlikte ifade eder.166
“Ümm” kelimesi ise Arapçada “çocuğun kendisinden doğduğu kadın (valide)
şeklindeki yaygın anlamı yanında daha genel olarak bir şeyin başlangıcında veya
varlığında, yetiştirilmesinde ve iyileştirilmesindeki temel unsuru ifade eder.167 Ana
kelimesi asıl, temel, merkez, kaynak gibi anlamlara gelir.168 İnsan neslinin
devamında çok önemli rol üstlendiği içi anne insanlığın temeli, kaynağı olarak kabul
edilebilir.169 Kur’an’da bu kelimenin bahsedilen anlamlarda kullanıldığı ayetler
bulunmaktadır.170 Kur’an’ın 26 ayetinde (ümmü) kelimesi anne manasında
kullanılmıştır.171
Eb ve ümmün yanı sıra baba ve ana manasında Kur’an’da vâlid ve vâlide
kelimeleri de kullanılmıştır. Bunların tekil, ikil ve çoğul şekillerinin 170’ten fazla
ayette geçtiği görülür.172 Kur'an’da ana-babaya iyilik emredildikten sonra Lokman
suresinin 14. ayeti ile Ahkaf suresinin 15. ayetinde anne hakkına özellikle değinilir.
Kur’an’da Allah’a itaat ve ibadetten sonra anne babaya itaat ve iyilik gelir.
Allah kendine hiçbir şeyi ortak koşmamayı bildirdikten sonra ana-babaya iyilik
166
Akyüz, Vecdi, “Ana baba”, TDVİA, c.3, s.101
Akyüz, “Ana baba”, s.102
168
İbn Manzur, Lisanul-Arab, c.12, s.22; Sarı, el-Mevarid, s. 48
169
Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, s.157
170
Bkz. 3/Ali İmran, 7; 6/Enam, 92; 28/ Kasas, 59; 42/Şura, 7; 43/Zuhruf, 4
171
Abdulbaki, Muhammed Fuad, Mûcemul- Müfehres li-Elfazıl Ku’anil-Kerim, el-Kahire, 1988,
s.101-102
172
Akyüz, “Ana baba”, s.102
167
60
mükellefiyetini zikretmiştir. Çünkü insan üzerindeki nimet çeşitlerinin en büyüğü
Allah’ın nimetidir. Bunun peşinden ana-babanın verdiği nimetler gelir. Diğer bir
sebep de insanın var olmasındaki hakiki müessirin Allah, zahirde ise anne ve babanın
olmasıdır. Ayrıca ana-babanın insan üzerindeki nimeti de gerçekten çok büyüktür.
Bu nimet terbiye, şefkat, küçük iken insanı yok olmaktan koruma ve benzeri
iyiliklerdir.173
Kur'an’da ana-babaya saygı konusunun en geniş şekilde 17/İsra, 23-24.
ayetlerinde yer aldığı görülür: “Ve Rabbin emretmiştir ki, kendisinden başkasına
ibadet etmeyin ve ana ile babaya ihsanda bulunun. Senin yanında onlardan biri veya
ikisi de ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara öf -bile- deme ve onları menetme azarlama- sözlerini kesme -ve onlara güzel hitapta bulun. Ve ikisi için merhametten
tevazu kanadını indir ve de ki: Ey Rabbim! İkisine de merhamet buyur. Nasıl ki,
onlar beni çocuk iken besleyiverdiler.”
Bu ayetlerde Allah önce kendisine ibadet etmeyi, peşinden de ana-babaya itaati
emretmiştir. Razi’ye göre Allah’ın kendine ibadet etmeyi emretmesiyle ana-babaya
itaati emretmesi arasında bazı münasebetler vardır. Bunlar:
1. İnsanın var olmasının gerçek sebebi, Allah’ın onu yaratıp var etmesidir. Var
oluşunun zahiri sebebi ise, onun anne-babasıdır. Böylece Allah, ilk önce pek çok
sebebe tazim edilip saygı duyulmasını, bunun peşinden de zahiri sebebe tazim
edilmesini emretmiştir.
a. Mevcut, var olan, ya akimdir, ya da muhdes. Bununla birlikte insanın
kadim ilah ile olan muamelesinin tazim ve kulluk ile muhdes ile olan muamelesinin
173
Tefsîr-i Kebîr, X/245
61
de, ona karşı şefkatini ortaya koyarak tezahür etmesi gerekir ki, Hz. Peygamber
(s.a.s.)’in “Allah’ın emrine saygı duymak, mahlûkata karşı da şefkat göstermek”
şeklindeki hadisinden kastedilen de budur. Kendilerine en fazla şefkat duyulması
gereken mahlûk ise, ana-babadır. Çünkü onların, o insana karşı inam ve lütufları son
derece fazladır. O halde, “Rabbin, kendinden başkasına kulluk etmeyin…diye
hükmetti” buyruğu, Allah’ın emrine itaat edip tazim göstermeye; “Ana ve babaya iyi
muamele edin” buyruğu da, Allah’ın mahlûkatına şefkatli davranmaya bir işarettir.
b. Nimet verene şükretmekle meşgul olmak vaciptir. Gerçek nimet veren ise
Allah’tır. İnsanlardan birisi de sana inamda bulunmuş olabilir. O halde ona da
teşekkürde bulunmak gereklidir. Çünkü Hz. Peygamber, “İnsanlara teşekkür
etmeyen, Allah’a şükretmez” buyurmuştur. Hâlbuki insan üzerinde ana-babanınki
kadar hiç kimsenin bir nimet ve iyiliği bulunmamaktadır.”174
Razi ana-babanın evlatları üzerindeki haklarının sebeplerini şöyle sıralar:
1. Çocuk ana-babasının bir parçasıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) "Fatıma
benden bir parçadır'' buyurmuştur.
2. Ana-baba çocuğuna alabildiğince şefkat duyar ve onların çocuklarına her
türlü iyiliği yapmadaki çaba ve gayretleri tabi bir haldir. Dolayısıyla ana-babanın
çocuk üzerindeki ihsanları diğer insanlara kıyasla çok daha fazladır.
3. Çocuk son derece zayıf ve aciz olduğu için ana-babanın koruması, inamları
olmasa çocuk hayatta kalamaz.
174
Tefsîr-i Kebîr, XIV/444
62
4. Bir kimsenin bir başkasına yapacağı iyilik o kimseden göreceği iyilik için
olabilir. Hâlbuki çocuğa yapılan iyilik karşılıksız olduğu için daha tam ve mükemmel
olur. Böylece hiç kimsenin insan üzerinde ana-babasınınki kadar hakkı yoktur. 175
İsra suresi 23-24. ayetlerde Allah’a şirk koşmayıp anne babaya iyilik
emredilirken 6/Enam suresi 151. ayette ise Allah’a ibadetten hemen sonra anne
babaya iyilik emredilmektedir. “De ki: Geliniz, Rabbinizin, üzerinize neleri haram
kılmış olduğunu ben okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın ve anaya babaya
iyilik
edin…” Razi’ye
göre
Allah’a
ibadetten sonra
ana
babaya
iyilik
mükellefiyetinin zikredilme sebebi insan üzerindeki nimet çeşitlerinin en büyüğünün
Allah’ın nimeti, bunun peşinden ana-babanın verdiği nimetin gelmesidir. Çünkü
insanın var olmasındaki hakiki müessir Allah, zahirde ise anne ve babadır. Ayrıca
ana-babanın insan üzerindeki nimeti (terbiye, şefkat, küçük iken insanı yok olmaktan
ve helakten koruma vb iyilikler) de gerçekten büyüktür.176
Razi, çocuğun var olmasındaki hakiki müessirin Allah, zahiri müessirin ise
anne-baba olduğunu 29/Ankebut suresi 8. ayetinin tefsirinde de ifade ederek
Allah’ın, insana, ana-babasına karşı gerek fiil, gerekse sözle en güzel teenni ile
davranmasını emrettiğini ifade eder. Ayet şöyledir: “Biz insana ana-babasına
güzellik (le davranmasını ) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan bir
şeyi Bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine itaat etme. Dönüşünüz ancak
banadır. Ne yapar idiyseniz size Ben haber vereceğim.” Razi’ye göre mükemmellik
ifade etmesi için, “husn” kelimesi, nekre olarak (husnen) şeklinde getirilmiştir.177
175
Tefsîr-i Kebîr, XIV/444-445
Tefsîr-i Kebîr, X/245
177
Tefsîr-i Kebîr, XVII/598
176
63
Bu ayette ana-babaya itaat şarta bağlanmışsa da onlara saygı ve iyi
muamelede bulunmada herhangi bir şart öngörülmemiştir. Razi’ye göre “Biz insana
ana-babasına güzellik (le davranmasını ) tavsiye ettik” ayetinde, insanın, anababasına küfür noktasında ittibâ etmesinin caiz olmadığına delil vardır. Çünkü anababaya iyilikte bulunmak. Allah emrettiği için vacip olmuştur. Şayet birisi anababasının sözünden dolayı, Allah'a ibadeti bırakırsa, Allah'a itaati terk etmiş olur.
Dolayısıyla da, Allah'ın o kimseye emredip tavsiye ettiği şeye inkıyat etmemiş olur.
Neticede ana-babasına ihsanda bulunmuş olmaz. O halde kişinin, onlara iyilikte
bulunmak maksadıyla, ana-babasının sözüne uyması, onlara iyilikte bulunmama
neticesine götürür. Varlığı yokluğuna götüren şey ise, batıldır. O halde, ana-babasına
(bu anlamda) tabi olmak batıldır. Ama kişi, şirkten kaçındığı sürece, taat üzerinde
bulunuyor demektir. Ana-babasına ihsanı da, taattandır.178
Lokman, 15. ayette “Eğer onlar hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana
ortak koşasın diye seni zorlarlarsa onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin.
Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz banadır. Ben de neler yapmış
olduğunuzu size haber veririm.” de Allah, ana babaya itaati şarta bağlamakta ancak
onlarla iyi geçinmeyi, onların gönüllerini hoş tutmayı hiçbir şarta bağlamamaktadır.
Anne-babaya itaat Allah’ın emridir ancak iman konusunda anne babanın olumsuz
istekleri yerine getirilemez. Razi, kendisinde, Allah'a itaati terk etme bulunmadığı
sürece, ana-babaya hizmet etmenin vacip, onlara itaatte bulunmanın gerekli olduğunu
belirtir. Ama onların tavırları böyle bir neticeye götürüyorsa, onlara itaat etmemek
gerekir. Burada, ‘Bana dönenlerin yoluna uy’ denilmiştir ki bunun anlamı Razi’ye
göre “Onlara, cisminle, bedeninle sahip çık. Çünkü onların hakkı, senin bedenin
178
Tefsîr-i Kebîr, XVII/599
64
üzerindedir. Fakat aklınla da Peygamber (s.a.s)'in yoluna uy. Çünkü Peygamber de,
tıpkı babanın, senin bedenini eğitip büyütmesi gibi, senin aklını ve ruhunu eğitip
büyütmektedir.”179 demektir.
Kur'an, özellikle annenin doğum öncesi ve sonrasında çektiği sıkıntılara işaret
ederek çocukların ebeveynlerine iyi davranmalarını öğütlemiştir. 31/Lokman suresi,
14. ayette şöyle buyrulmuştur: “Ve insana ana ve babasını tavsiye ettik: Onu anası
zaaf üstüne zaaf ile yüklenmişti. Onun sütten kesilmesi de iki sene içindedir. Bana
şükret ve ana ile babana da. Dönüş de banadır.” Bu ayetle ilgili Razi “ana-baba
hukuku” başlığı altında geniş açıklamalar yapmıştır. Razi’ye göre Allah, insanı
başkasına ibadetten men edip; başkalarına hizmette şekil bakımından ibadete yakın
bir şey olunca bunun imkânsız olmadığını tam aksine bazı yerlerde mesela anababaya hizmet etmek gibi başkaları için de vacip ve gerekli olduğunu beyan etmiş
sonra da bunun sebebini açıklayarak “Onun anası kendisini taşımıştır.”
buyurmuştur. Yani Allah insanı doğrudan yaratmak suretiyle, var etme nimeti, ona
rızk vermek suretiyle de onun hayatını sürdürme nimetini vermiştir. Allah, her ne
kadar gerçek manada olmasa da anneye de şeklen buna benzer bir payeyi vermiştir.
Çünkü çocuğunu karnında taşıması sebebiyle o çocuğun varlığını ortaya koymuş,
emzirmesi sebebiyle de onun bakımını ve bekasını temin etmiştir. Şekil itibariyle
varlık ve bekanın nedeni anneden olunca, Allah’a ibadet gibi addedilen hizmet etmek
de ana-baba için gerekli olmuştur. Çünkü anneye hizmet etmek şeklen Allah’a
hizmet etmeye benzer. Cenabı Hak kendi lütfu ile kendisinden sudur eden şeyleri
şeklen ana-baba için de kabul edince -çünkü çocuğun var olması, hakikatte Allah’tan
179
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/156-157
65
ama şeklen ana-babadandır- şükretmeyi de kendisiyle onlar arasında taksim ederek
“Bana, ana-babana şükret” diye buyurmuştur.
Allah insana ana-babasını tavsiye etmiş, fakat bu tavsiyenin sebebini ise anne
için zikretmiştir. Ama Razi’ye göre annede olan şey babada da vardır. Çünkü baba da
çocuğunu yıllarca sulbünde taşımış ve onu kazancıyla büyütüp beslemiştir.180
İnsana ana-babasının tavsiye edilip bu tavsiyenin sebebinin ise anne için
zikredilmesinin anlatıldığı diğer ayet ise 46/Ahkaf, 15. ayettir: “Ve biz insana
anasına ve babasına iyilik etmeyi tavsiye ettik. Onu anası zahmetle yüklendi ve onu
zahmetle doğurdu, onun bu yüklenilmesi ve sütten kesilmesi -müddeti- ise otuz aydır.
Nihayet reşit olacağı zamana erip kırk yaşına vardığında şöyle der: “Ya Rabbi! Beni
muvaffak kıl, bana ve anam ile babama lütuf etmiş olduğun nimetine şükredeyim ve
razı olacağın bir güzel amelde bulunayım ve soyum hakkında da benim için iyilik
nasip et. Şüphe yok ki, ben sana -günahlarımdan- tövbe ettim ve muhakkak ki, ben
Müslümanlardanım.” Razi, Lokman suresinde annenin özellikle anılmasına rağmen
babanın da aynı derecede önemli olduğuna işaret etmişti. Bu ayeti tefsirinde ise ana
hakkının daha büyük olduğunu ifade etmektedir. Çünkü önce “Biz insana, anababasına iyilik etmesini tavsiye ettik.” buyrulmuş ve ana-baba birlikte zikredilmiş,
daha sonra ana özellikle zikredilerek, “Anası onu zahmetle taşıdı...” buyrulmuştur ki
bu, ana hakkının daha büyük ve çocuk yüzünden ananın çektiği zahmetin daha çok
olduğunu göstermektedir.181
180
181
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/155-156
Tefsîr-i Kebîr, XX/26
66
Mekki surelerde ayrıca Hz. Zekeriya (19/Meryem, 14) ve Hz. İsa’nın
(19/Meryem, 32) anne-babasına karşı saygılı ve itaatkâr oldukları bildirilmekte182;
Hz. Nuh (71/Nuh, 28) ve Hz. İbrahim’in (14/İbrahim, 41) dilinden anne-baba için
dua edilmektedir.
Mekki surelerde evladın anneye karşı sorumlulukları, görevleri ve duygularıyla
ilgili ayetler olduğu gibi annenin evladına karşı görevleri ve annelik duygusuyla ilgili
ayetler de mevcuttur.
Annelik pek çok kadının yaşamak istediği bir tecrübedir. İşte bu kadınlardan
biri de Kur’an’da anılan Hz. Zekeriya’nın eşi (19/Meryem, 8; 21/Enbiya, 90), diğeri
de Hz. İbrahim’in eşidir (11/Hud, 71-72; 51/Zariyat, 29). İlerlemiş yaşlarına rağmen
çocuk sahibi olmayı isteyen Hz. Zekeriya’nın eşi Yahya; Hz. İbrahim’in karısı da
önce İshak daha sonra Yakup adındaki çocuklara sahip olmuşlardır.
Annelik duygusunun anlatıldığı 28/Kasas, 10-13. ayetlerde Hz. Musa’nın
annesinin oğlundan ayrıldığında içinde bulunduğu ruh hali “yüreği (evladından başka
bir şeyden) bomboş” olarak tasvir edilmiştir. Gözünün aydın olması ve endişelerinin
sona ermesi ise oğluna kavuştuğu andaki halidir. Annenin evladına olan sevgisi,
düşkünlüğü, ayrılık acısı ve kavuşma sevinci bu ayetlerde açıklanmaktadır.183 Razi
de bu ayetleri olayın tarihi seyrini anlatarak ve lügat açıklamaları yaparak tefsirinde
ele almıştır.184
182
19/Meryem, 14: “Ve anasıyla babasına itaatkârdı, zorba ve isyankâr değildi.”
19/Meryem, 32:“Ve beni anneme hürmetli kıldı, beni zorba, isyankâr yapmadı.”
71/Nuh, 28: “Ey Rabbim! Bana ve babama, anama ve haneme mümin olarak giren kimseye ve
mümin erkekler ve mümin kadınlara mağfiret buyur ve zalim için helakten başkasını arttırma.”
14/İbrahim, 41: “Ey Rabbimiz! Hesap olunacağı gün beni, anamı, babamı ve müminleri bağışla.”
183
Çağrıcı, Mustafa, “Ana Baba”, TDVİA, İstanbul, 1991, c.III, s.104
184
Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XVII/483-486
67
Razi tefsirinde anne-baba hakkına dair çok geniş açıklamalar yapmıştır. Razi,
anne babaya iyilik emredildikten sonra özellikle annenin zikredilmesine dayanarak,
çocuktan dolayı annenin çektiği zahmet ve meşakkatin daha çok olduğundan ana
hakkının daha büyük olduğunu ifade etmiştir.
B. Eş Olarak Kadın
Kur’an’da eş, kadın, zevce gibi anlamları karşılamak üzere “zevc” ve “imrae”
kelimeleri kullanılmaktadır. Hz. Âdem ve eşinden bahsedilirken zevc kelimesi
kullanılmaktadır. Hz. Âdem’in eşi hakkında imrae kelimesi hiçbir yerde
kullanılmamaktadır.185 Bununla beraber cennete girmeye hak kazanmış olan
insanların cennetteki eşleri hakkında da zevc kelimesi kullanılmıştır. İmrae kelimesi
ise Hz. Yusuf’u satın alan Aziz’in karısı186, Nuh’un karısı187, Lut’un karısı188 ve
Firavun’un karısından189 bahsedilirken kullanılmaktadır.
“Eşler arasında huzur, itminan, sevgi, şefkat, hoşgörü ve inanç birliği varsa
“zevc” kelimesi kullanılmakta (2/Bakara, 35, 230; 4/Nisa, 20; 33/Ahzab, 37),
yukarıda sıraladığımız özellikleri olamayan, sadece dişilik anlamını karşılayan
durumlarda “imrae” kelimesi kullanılmaktadır (3/Âl-i İmran, 35; 4/Nisa, 12, 128;
12/Yusuf, 30, 51; 28/Kasas, 9; 66/Tahrim, 10, 11; 11/Hud, 71; 111/Tebbet, 4).
Örneğin peygamber olan kocalarıyla birlikte hareket etmeyen, onlara karşı çıkan
eşler için zevc kelimesi değil de imrae kelimesi kullanılmıştır. Kur'an’ın ifadesine
185
2/Bakara, 35; 7/Araf, 19; 20/Taha, 117
12/Yusuf, 30, 51
187
66/Tahrim, 10
188
66/Tahrim, 10
189
28/Kasas, 9; 66/Tahrim, 11
186
68
göre Firavun’un hanımı iman etmiş bir kadındı. Ancak Kur'an bu kadın hakkında da
imrae kelimesini kullanmaktadır. Sebebi de Firavun’un kâfir olmasıdır. Çünkü eşler
arasındaki inanç birliği kalkınca zevciyet de ortadan kalkmakta bunun yerine sadece
fizyolojik anlamda karılık ve kocalık kalmaktadır.”190
Yeryüzündeki ilk çift Hz. Âdem ve Havva’dır. Cennette başlayan bu birliktelik
dünya hayatında da devam etmiştir. Aynı nefisten yaratılan insan çiftinden insan
soyu ortaya çıkmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem ve Havva’dan başka eş olarak zikredilenler de
vardır ve bunlar çeşitli yönleriyle bize aktarılmaktadır. Bu çiftlerden biri Hz. İbrahim
ve iki eşidir. Hz. İbrahim’in ilk eşinin çocuğu olmadığı için kocasının ikinci
evliliğine müsaade etmesi çocuk özleminin kıskançlıktan daha güçlü bir duygu
olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte ikinci eşin bir çocuğa sahip olduğunda ise
kıskançlığın etkin bir duygu haline geldiğini anlıyoruz. Nitekim Hz. İbrahim’in ilk
eşinin ihtiyarladığı halde bir çocuğu olmamıştır. Bunun üzerine cariyesi Hacer ile
kocası İbrahim’in evlenmesine müsaade etmiştir. Ancak Hacer’den İsmail dünyaya
geldikten sonra Allah’ın Hz. İbrahim’in ilk eşine bir çocuk müjdelemesi (Hud,
11/71-73) ve sonunda İshak’ın doğması onun kadınlık duygularını tahrik etmiş ve eşi
İbrahim’den Hacer ile oğlu İsmail’in yanından uzaklaştırmasını istemiştir. Hz.
İbrahim ve eşiyle ilgili bu olay bize ailede kadının etkinliğini ve gücünü gösterdiği
gibi kıskançlığın sonuçlarını da göstermektedir.191
190
Ünver, Mustafa, Kur’an’ın Anlaşılmasında Siyakın Rolü, (Yüksek Lisans Tezi) Ankara Ünv. SBE,
Ankara, 1993, s. 172-175
191
Kırca, Kur’an ve İnsan, s. 119
69
Hz. Zekeriya ve eşi ile ilgili aile içi konu da çocuktur. Şu ayetler
çocuksuzluğun sıkıntısını dile getirmekte ve Hz. Zekeriya’nın dilinden bu durumu
bize nakletmektedir. Meryem, 19/4-8: “Rabbim! Gerçekten kemiklerim zayıfladı,
saçlarım ağardı. Rabbim! Sana yalvarmakla şimdiye kadar bedbaht olup bir şeyden
mahrum kalmadım. Doğrusu, benden sonra yerime geçecek yakınlarımın iyi hareket
etmeyeceklerinden korkuyorum. Karım da kısırdır. Katından bana bir oğul bağışla
ki, bana ve Yakup oğullarına mirasçı olsun. Rabbim! Onun, rızanı kazanmasını da
sağla. Allah: Ey Zekeriya! Sana, Yahya isminde bir oğlanı müjdeliyoruz. Bu adı daha
önce kimseye vermemiştik, buyurdu. Zekeriya: Rabbim! Karım kısır, ben de son
derece kocamışken nasıl oğlum olabilir? dedi.” 192
Eş seçiminde Kur’an’nın verdiği örneklerden birisi ise Hz. Musa’nın Hz.
Şuayb’ın kızlarından biriyle evliliği olayıdır. Kur’an’ın beyanına göre Hz. Musa
Mısır’dan çıktıktan sonra Meyden suyunun başına ve orada koyunlarını sulayan bir
grup insanın yanında koyunlarını sulamak üzere bekleyen iki kız görmüştür. Hz.
Musa bu iki kızın koyunlarını sulamış ve daha sonra Hz. Şuayb ile konuşarak
kızından birisini eş olarak seçmiştir. Bu olayı anlatan Kur’an ayetleri ise şöyledir.
Kasas, 28/23-27: “Medyen suyuna geldiğinde, davarlarını sulayan bir insan
topluluğu buldu. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kadın gördü.
Onlara: Derdiniz nedir? dedi. Çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız. Babamız çok
yaslıdır onun için bu işi biz yapıyoruz, dediler. Musa onların davarlarını suladı.
Sonra gölgeye çekildi: Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım, dedi. O
sırada, kadınlardan biri utana utana yürüyüp ona geldi: Babam sana sulama
ücretini ödemek için seni çağırıyor, dedi. Musa ona gelince, başından geçeni anlattı.
192
Kırca, Kur’an ve İnsan, s. 122
70
O: Korkma, artık zalim milletten kurtuldun, dedi. İki kadından biri: "Babacığım!
Onu ücretli olarak tut; ücretle tuttuklarının en iyisi bu güçlü ve güvenilir adamdır,
dedi. Kadınların babası: Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana
nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o senden bir lütuf olur. Ama sana
ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın, dedi.
Kur’an’da Hz. Nuh ve Hz. Lut’un hanımlarından da söz edilmektedir. Bu
konuyla ilgili ayetlerde karıkoca arasında pek çok yönden uyum mevcut olsa da
inanç yönünden bir uyumun bulunmadığı gösterilmektedir. Bu konunun bir darbı
mesel olarak sunulması da dikkat çekicidir. Zira her darbı meselde olduğu gibi
burada da farklı yorumların ve farklı bakış açılarının olması gayet tabidir. Bu fikir ve
inanç yönünden uyum içinde olmayan aileye bir teselli olabileceği gibi başlangıçta
uyum içinde olunsa bile zamanla fikir ve düşünce ayrılıklarına düşülebileceğini de
ifade etmektedir.193
Karı-koca ilişkisi açısından Kur’an’da zikredilen dikkate değer bir örnek ise
Firavun ile eşinin evliliğidir. Hz. Nuh ve Hz. Lut’un evliliğinin tam tersine Firavun
inanmayan, eşi ise inanan bir kişi olarak evlilik kurumunu yürütmüşlerdir.194
Mekki bir sure olan Yusuf suresinde Hz. Yusuf’u satın alan aziz, onun karısı ve
Hz. Yusuf arasında geçen olaya yer verilmektedir. Yusuf kıssasında kadın fıtratı ve
kadın cinselliği arasındaki -erkeğe nispetle- farklar, kadınların daha ince hesapla ve
dolaylı olan yollarla bu türden konulara yaklaşabilme potansiyellerinin tezahürlerini
ifade etmeye yöneliktir. Yusuf kıssası, kadınların fıtraten dar anlamda “daha üstün-
193
194
Kırca, age, s. 118-119
Kırca, age, s. 121-122
71
farklı” oldukları yönlerini kadın-erkek ilişkilerinde emirler/hudutlar düşünüldüğünde,
nasıl kullanabildikleri mevzusunda bir “mesel”dir.
Yusuf suresinde Hz. Yusuf ile azizin karısı arasında geçen olayı kısaca
açıklayalım. Olaylar Hz. Yusuf’un azizin sarayına yerleşip genç ve yakışıklı bir
delikanlı olmasıyla başlar. Saraya gelene kadar Hz. Yusuf’un başından bazı olaylar
geçmiştir. Hz. Yusuf küçük bir çocukken bir rüya görür ve bunu babasına anlatır.195
Babası oğlunun rüyasını dinledikten sonra rüyasını kardeşlerine anlatmamasını
söyler.196
Hz.
Yusuf’un
üvey
annesinden
olma
kardeşleri
onu
çok
kıskanmaktadırlar.197 Bir gün babalarından izin alarak gittikleri bir yere Hz. Yusuf’u
da götürürler ve onu bir kuyuya atarak oradan ayrılırlar.198 Hz. Yusuf’u bir kervan
bulur ve onu köle edinir.199 Mısır’a götürülen Hz. Yusuf orada bir azize satılır.200
Yusuf’u satın alan aziz karısına ona iyi bakmasını belki onu evlat edinebileceklerini
söyler.201 Razi müfessirlerden Kıtfir veya Itfir (Aziz)’in karısının adının Züleyha ya
da Rail olduğunu söyleyenler bulunduğunu nakleder ancak bunların hiçbirinin
Kur’an’da ve sahih hadiste yer almadığını belirterek bu tür rivayetlerden uzak
durulması gerektiğini söyler.202
Hz. Yusuf gençlik çağına erince çok yakışıklı olmuştur. Azizin karısı ona âşık
olur ve onunla birlikte olmak için ona teklifte bulunur fakat reddedilir.203 Razi, Yusuf
peygamberin de kadınla birlikte olmak isteyip istemediğine dair iki görüş aktarır. İlki
195
12/Yusuf, 4
12/Yusuf, 5
197
12/Yusuf, 8
198
12/Yusuf, 15
199
12/Yusuf, 19
200
12/Yusuf, 20
201
12/Yusuf, 20
202
Tefsîr-i Kebîr, XIII/193-194
203
12/Yusuf, 23
196
72
evet Hz. Yusuf günaha niyetlenmişti diyenlerin görüşü: Vahidi ‘el-Basit’ adlı
kitabında Hz. Ali ve İbn Abbas’tan rivayetler aktarır. Razi Vahidi’yi sözlerini ve
eserine aldığı rivayetleri ayet ve sahih hadise dayandırmadığı içi eleştirir. İkincisi
hayır, Hz. Yusuf günaha niyetlenmemiştir diyenlerdir ki bunlar muhakkik müfessir
ve kelamcıların görüşüdür. Razi de bu görüşte olanlardandır.204
Aziz’in karısı isteği kabul edilmeyince zorla onunla birlikte olmaya çalışır.
Fakat Hz. Yusuf ondan kaçmak ister. O esnada gitmesini engellemek için
gömleğinden tutan vezirin karısı Yusuf’un gömleğini yırtar.205 Razi bu olaydan
kadınların tuzaklarının ar ve utanç doğuracak cinste olduğu sonucuna varır. Razi
kadınların tuzak kurma noktasında erkeklerden daha tehlikeli görür. Ayrıca
kadınların bu konudaki tuzakları erkeklerin tuzaklarının sebebiyet vermeyeceği
biçimde utanç doğurur.206
Azizin karısıyla Hz. Yusuf o halde iken Aziz ve kadının akrabalarından biri
tarafından görülür. Gömleğinin arkadan yırtılmış olmasından Hz. Yusuf’un suçsuz
olduğu anlaşılır.207 Bu esnada vezirin, karısı için söylediği “Çünkü sen cidden
günahkârlardan oldun” sözüne dayanarak Razi vezirin, karısının daha evvel de
çokça hata işlediğini bildiği ifade eder. Buradan da vezirin daha işin başında
Yusuf’un değil de karısının suçlu olduğunu bildiği sonucuna ulaşır.208 Vezir bu
olayın sonunda Yusuf’a hadiseyi gizlemesini karısına ise af talebinde bulunmasını
emretmiştir.209 Fakat bu olay şehirde yayılıp insanlar arasında konuşulmuştur.
204
Razi Hz. Yusuf’un günaha meyletmesinin neden mümkün olamayacağını delilleriyle birlikte
açıklamaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XIII/203-206
205
12/Yusuf, 26
206
Tefsîr-i Kebîr, XIII/216
207
12/Yusuf, 26-28
208
Tefsîr-i Kebîr, XIII/217
209
12/Yusuf, 29
73
Şehirdeki bazı kadınlar210 vezirin karısıyla hakkında dedikodular yapmıştır.211
Vezirin karısı yapılan dedikoduları duyunca bu kadınları evine davet etmiş ve onlara
Yusuf peygamberi göstermiştir. Hz. Yusuf’u gören kadınlar şaşkınlık içerisinde onun
insan değil ancak bir melek olabileceğini ifade etmişlerdir.
212
Vezirin karısı daha
sonra Hz. Yusuf’u kendisiyle olmadığı takdirde zindana attırmakla tehdit etmiştir.213
Hz. Yusuf vezirin karısı ve diğer kadınların tuzaklarına meyletmekten korktuğu214
için zindana atılmayı tercih etmiştir.215 Bir müddet hapis hayatı yaşadıktan sonra
kralın rüyasını doğru yorumladığı için hapisten kurtulur.216 Hz. Yusuf suçsuzluğunu
ispat etmek için azizin karısını çağırtır. Azizin karısı doğruyu itiraf eder ve Yusuf
peygamberin suçsuzluğu ortaya çıkar.217
Hz. Yusuf melikin rüyasını yorumlamıştı. Yusuf bu rüyaya göre gerekli
tedbirleri alarak ülkenin kıtlıktan kurtulmasını sağlamıştır. Razi bundan sonra Hz.
Yusuf ve Züleyha’yla ilgili bize şu rivayetleri aktarır: Melik, Yusuf'a ülke yönetimini
teslim etmiş ve Züleyha’nın kocası Kıtfîr'i azletmiştir. Daha sona Kıtfîr ölmüş ve
padişah Yusuf'u, onun karısıyla evlendirmiştir. Hz. Yusuf (gerdek gecesi) kadının
yanına girince, “Bu, senin daha önce istediğinden daha hayırlı değil midir?” demiş ve
210
(kalet nisvetun) değil de (kale nisvetun) olarak kullanılmasının sebebi ‘nisvetun’ kelimesinin
kadınlar topluluğu için vazolunmuş müfred bir isim olup bunun müennesliği hakiki değildir. Bu
nedenle bu fiile müenneslik tâ’sı gelmemiştir. Tefsîr-i Kebîr, XIII/218
211
12/Yusuf, 30
212
12/Yusuf, 31
213
12/Yusuf, 32
214
Razi, Hz. Yusuf çeşitli vesveselere kapıldığını ifade etmiştir. Bunlar: Vezirin karısı Zeliha’nın son
derece güzel ve malının mülkünün olması, Mısırlı kadınların Hz. Yusuf’u zorlamaları, Hz.
Yusuf’un Zeliha’nın kendisini öldürmesinden korkması
215
12/Yusuf, 33
216
12/Yusuf, 47
217
12/Yusuf, 50-52
74
onu bekâr bulmuştur. Böylece o kadın, Yusuf'a Efrayim ve Mişâ adında iki çocuk
doğurmuştur.218
Bu surede kadınların hilelerinden bahsedilmektedir, ancak bu surede anlatılan
olaydan hilenin kadınların varlık yapılarında olduğu gibi bir sonuca ulaşılamaz diyen
Yaşar Nuri Öztürk bu surede altı çizilen entrikalarda hareket noktasının kadınlıktan
çok saray hayatı olduğuna vurgu yapmaktadır. Öztürk’e göre krallık ve saray hayatı
hâkim özellikleri bakımından zulüm ve baskı yeridir. Zulüm ve baskının olduğu her
yerde hile ve tuzak kaçınılmazdır. Böylesi bir hayatta ise baskıya en çok maruz
kalanlar kendilerini ezen anlayışın metotlarını kullanarak çıkış yolları ararlar. Bu
yolların başında ise hile ve entrikalar gelmektedir. Baskı ve aldatmaya en çok maruz
kalan kadınlar olduğu için amaçlarına ulaşmak için bu yollara en çok başvuranlar
onlardır.219
Kur'an’da eş olarak bahsedilen kadınlara yer verildikten sonra Razi’nin eş
olarak kadınlarla ilgili görüşlerine yer verilecektir. Kadınların erkeklere olan nimeti
tamamlamak için yaratıldığını söyleyen Razi, bu konudaki görüşlerini 30/Rum, 21.
ayette açıklamaktadır: “Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız için, zevceler
yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve şefkat yapması da onun ayetlerindendir.
Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir topluluk için elbette ibretler vardır.” Ayetteki
(halaka lekum) ifadesi, kadınlarının yaratılışının, tıpkı diğer canlılar, bitkiler vb.
faydalı şeylerin yaratılması gibi aynı amaçla olduğuna dair bir delil olup, bu Allah’ın
tıpkı, ‘Yerde bulunan şeylerin tamamını sizin için yarattı’ (Bakara, 29) ifadesi
218
Tefsîr-i Kebîr, XIII/271; Tekvin, yar.41:50 Kıtlık yılları başlamadan, On Kenti'nin kâhini
Potifera'nın kızı Asenat Yusuf'a iki erkek çocuk doğurdu. yar.41:51 Yusuf ilk oğlunun adını
Manaşşe koydu. «Tanrı bana bütün acılarımı ve babamın ailesini unutturdu» dedi. yar.41:52
«Tanrı sıkıntı çektiğim ülkede beni verimli kıldı» diyerek ikinci oğlunun adını Efrayim koydu.
219
Öztürk, Yaşar Nuri, Kur'an’daki İslam, Yeni Boyut, İstanbul, 1995, s.211
75
gibidir. Bu ise kadınların ibadet ve mükellef tutulmak için yaratılmış olmamalarını
gerektirirdi. Ancak kadınların yaratılması erkeklere olan nimetler zincirindendir.
Dolayısıyla bu, onların erkekler için yaratılmış olmaları ve mükellef tutulmalarının,
erkeklerin
mükellef
tutulması
tarzında
olmadığını,
erkeklere
olan
nimeti
tamamlamak için olduğunu belirtmek içindir. Bu, nakil, hüküm ve mana bakımından
böyledir. Nakle göre bu konu, bu ve diğer ayetlerde belirtilmiştir. Hükme göreyse
kadın, erkeğin mükellef tutulduğu gibi, pek çok şeyle mükellef tutulmamıştır.
Manaya göre ise kadın, zayıf yaratılışlıdır, naziktir, incedir. Bu yönüyle, çocuğa
benzer. Çocuk ise, mükellef tutulmaz. Bu sebeple, uygun olan, kadının,
mükellefiyete ehil olmamasıdır. Fakat onlar mükellef tutulmadıkları müddetçe,
Allah’ın erkeklere olan nimeti tamamlanmış olmazdı. Zira azap müeyyidesi
sayesinde kadın korkar, böylece kocasına itaat eder ve haramlardan sakınır. Aksi
halde, fesat zuhur ederdi.”220
Görüldüğü gibi Razi kadınların erkekler için yaratılmış olduklarını ifade
etmektedir. Ayrıca Razi aslında kadınların erkekler için yaratıldıklarından mükellef
tutulmamaları gerektiğini ancak mükellef tutulmazlarsa kocalarına itaat etmeyip
fesadın ortaya çıkmasına neden olacakları, mükellefiyetlerinin bu nedenle olduğu
görüşündedir.
C.
Kız Çocukları
Kur’an’nın indiği Arap toplumunda kabile savaşları sebebiyle erkekler ölüyor
kadın nüfusunda bir fazlalık meydana geliyordu. Kadın nüfusun fazlalığı ise kız
220
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/94
76
çocuğuna sahip olmayı utanç haline getiriyordu. Ayrıca soyun erkek çocuktan devam
etme inancı kız çocuklarının değerini iyice azaltıyordu. Bundan dolayı müşrikler kız
çocuklarını öldürmekte sakınca görmüyorlardı.221
Kız çocuklarını öldürmelerinin başka bir nedeni de fakirlik endişesiydi; erkek
her nasıl olsa bir yolunu bulur ve geçimini sağlardı ama kızlar bunu yapamazlardı.
Kıskançlık, sefahat, bilgisizlik, fakirliğe bağlı olarak kızlarını dengi olmayan
erkeklerle evlendirme mecburiyetinde kalmaları ve bunu utanç nedeni olarak
görmeleri de diğer sebeplerdendi.222
Cahiliye Arapları soyun erkek çocuğundan davam ettiğine inanırlardı. Hz.
Muhammed’in tüm erkek çocukları öldüğünde ona “ebter” soyu kesik diye hitap
etmeleri ve bu olay üzerine Kevser suresinin nazil olması bu inancın göstergesidir.
“Şüphesiz Biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Sana
buğzeden (yok mu)? zürriyetsiz olan şüphesiz odur...” Bu surenin tefsirinde Razi
“kevser” kelimesinin anlamıyla ilgili görüşleri aktarır. Bu görüşlerden birine göre
Kevser “Hz. Peygamber (s.a.s)'in çocukları ve soyudur. Çünkü bu sure, Hz.
Peygamber (s.a.s)'i, “ebter” diye ayıplayanlara bir cevap olarak inmiştir.”223 Razi,
ebter kelimesiyle ilgili şu açıklamaları yapar: “Kureyş, erkek evladı ölen kimseler
için “ebter” diyordu. Hz. Peygamber (s.a.s)'in oğulları Kasım ile Abdullah,
Mekke'de; İbrahim de Medine’de ölünce kâfirler, “Yerine geçecek kimse yok”
221
Bilgin, Beyza, “İslam’da ve Türkiye’de Kadınlar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 36, Ankara Ünv.
Basımevi, Ankara, 1997, s.33
222
Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, s.135
223
Tefsîr-i Kebîr, XXIII/464
77
manasında, “ebter” dediler. Fakat Allah Teâlâ daha sonra, Hz. Peygamber (s.a.s)'in
değil, düşmanlarının “ebter” olduğunu bildirmiştir.”224
Hz. Muhammed’e erkek çocukları öldüğü için ebter diyen kâfirlere Kevser
suresinde bu inanışlarının yanlış olduğu açıklanmış ve Hz. Muhammed’in ebter
olmadığı ortaya konmuştur. Böylece bu sure ile kadınlara karşı takınılan tavır da
eleştirilmiş olmaktadır. Çünkü Hz. Muhammed’in soyu kızı ile devam etmiştir.
Böylece soyun devam etmesinde erkek ile kızın farkının olmadığı Hz. Muhammed’in
hayatında kendini gösterilmiştir.
Kız çocuklarını öldüren cahiliye Araplarının bu yanlış davranışlarını uyarmak
ve yasaklamak için de çok sayıda ayet nazil olmuştur. Kız çocukları olduğunda
Cahiliye Araplarının neler hissettiği 16/Nahl suresi, 57-59. ayetlerde şöyle yer
almaktadır: “Ve Allah için kızlar isnat ederler. Hâşâ o münezzehtir. Kendileri için
ise arzu ettiklerini isnat ederler. Onlardan biri kız ile müjdelenince öfke dolu olarak
yüzü mosmor kesilir. Müjdelendiği şeyin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir.
Onu aşağılık duygusu içinde tutacak mı, yoksa onu toprağa mı gömecek, diye
düşünürdü. Bak ne kötü şey ile hükmediyorlar!” Melekleri dişi kabul etmenin
kaynağı tam olarak bilinmemekle birlikte bu konuda çeşitli yorumlar yapılmıştır.225
Razi burada Arapların melekleri kızlar kabul etmelerinin nedeniyle ilgili şöyle bir
yorum yapmıştır: “Melekler görülmeyince, onları görülmeme, gizlenme bakımından
kadınlara benzetmişler ve onlar hakkında bu lafzı kullanmışlardır. Hem güneşin
halesi o net ışığı ve kuvvetli aydınlığı sebebiyle sanki göze görünmez bir varlık
224
225
Tefsîr-i Kebîr, XXIII/479-480
Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri, s.36-37
78
gibidir. İşte bundan ötürü de, güneşe de müenneslik (dişilik) isnat edilmiştir. İşte
müşriklerin bu yanlış inanca düşmelerinin sebebi bu olsa gerektir.”226
Razi, Cahiliye dönemindeki kız çocuğunu öldürme konusunda şu rivayeti
aktarmaktadır: “Erkek, hanımının doğum sancısı başlayınca, doğacak çocuğunun ne
cinste olduğunu anlayıncaya kadar insanlardan uzaklaşır ve saklanırdı. Eğer çocuğu
erkek olursa sevinir, kız olursa üzülür ve o kızı ne yapacağını düşünmek için,
günlerce insanların arasına çıkmazdı.
Rivayet olunduğuna göre Araplar, kızları olunca, bir çukur eşerler, o kız
çocuğunu ölsün diye oraya koyarlardı. Kays b. Asım’ın şöyle dediği rivayet
edilmiştir: ‘Ey Allah’ın Resulü, henüz Müslüman olmadan önce, Cahiliyede sekiz
kız çocuğumu sağ sağ gömdüm, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s) de, ‘Her birine karşılık
bir köle azat et’, buyurunca o, ‘Ey Allah’ın Resulü, benim (kölelerim yok ama)
develerim var’, deyince, Hz. Peygamber (s.a.s), ‘O halde her birine karşılık bir deve
kurban et’, buyurdu.’ Yine rivayet olunduğuna göre bir adam şöyle demiştir: ‘Ey
Allah’ın Resulü, Müslüman olduğumdan beri, İslam’ın tadını alamadım. Cahiliye
döneminde bir kızım vardı. Hanımıma onu giydirip kuşatıp bana getirmesini
söyledim. Sonra o çocuğu alıp onu derin bir uçuruma götürdüm ve oradan aşağı
attım. Çocuk bana ‘Babacığım, beni öldürüyorsun!’, dedi. Ne zaman onun bu sözünü
hatırlasam, bana hiçbir şey kar etmiyor. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav):
Cahiliyede olup bitmiş şeyleri (günahları) İslam kökünden kazıyıp yok eder. İslam
döneminde olan (günah ve hataları da), tövbe-istiğfar yok eder, buyurmuştur.”227
226
227
Tefsîr-i Kebîr, XIV/252
Tefsîr-i Kebîr, XIV/255
79
Razi Cahiliye Araplarının kızlarını öldürme hususunda farklı yollar takip
ettiklerini ifade ederek bunları şöyle sıralar: “Kimi bir çukur kazar, çocuğunu ölsün
diye oraya gömer; kimisi onu yüksek bir yerden aşağı atar; kimisi onu suda boğar;
kimisi de boğazlayıp keserek öldürürdü. Onlar bunu bazen kıskançlık ve
taassuplarından ötürü (yani o kız büyüyünce kendilerine bir ar getireceğinden
korkarak), bazen de fakirlik, ihtiyaç ve geçim kaygısından dolayı yaparlardı.” 228
Razi, Arapların kız çocuğundan hoşlanmama hususunda şu doruk noktalara
vardıklarını belirtmiştir:
1. Onların yüzleri mosmor kesilirdi.
2. Kız çocuğu olmasından çok nefret ettiği için, toplumdan saklanırdı.
C.
Çocuk, tabi olarak sevimlidir. Ama babası, ondan çok nefret ettiği için,
onu öldürmeye cüret eder. Bu da, onların kız çocuğundan nefretlerinin son dereceye
vardığını gösterir.229
Kız çocuklarının neden diri diri gömüldüğü 81/Tekvir suresinin 8-9. ayetlerinde
bizzat gömülen kız çocuğuna sorulmuştur. Bunun nedenini Razi tefsirinde
açıklamıştır: “Diri diri gömülen kızın hangi suçlardan dolayı öldürüldüğü sorulduğu
zaman...” Razi burada öncelikle kız çocuğu olduğunda Cahiliye Araplarının neler
yaptığını açıklamaktadır. Bir kimsenin kız çocuğu olduğunda, bu kişi şayet kızının
yaşamasını isterse çölde, develerini ve koyunlarını otlatması için bu çocuğuna kıldan
bir aba giydirirdi. Eğer onu öldürmeyi isterse boyu altı karış oluncaya kadar ona
228
229
Tefsîr-i Kebîr, XIV/255; XXII/527-528
Tefsîr-i Kebîr, XIV/255
80
dokunmaz, bu boya ulaştığında çocuğun annesine: “Çocuğu süsle, güzel elbiselerini
giydir. Ben onu akrabalarına götüreceğim.” diyerek çocuğu çölde eşmiş olduğu
çukurun başına getirerek çocuğuna, oraya bak der ve onu arkasından oraya iter, o
eştiği çukur yer seviyesiyle bir oluncaya değin çukura toprak atardı. Ayrıca cahiliye
Arapları hamile kadının doğumu yaklaştığında, bir çukur kazardı ve kadın o çukurda
doğum sancılarını çekerdi. Doğurduğu kız olursa onu o çukura atardı, oğlan olursa
onu korurdu.230
Bu ayette kız çocuğunu diri diri gömenlere değil de gömülen kıza bunun
nedeninin sorulması Razi’ye göre onu öldüreni susturma, utandırma, cevapsız
bırakmak içindir.231
Fakirlik endişesinden dolayı çocukların öldürülmesine 17/İsra suresi 31. ayette
de işaret edilmektedir: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, biz onları da
rızklandırırız, sizi de. Muhakkak ki, onları öldürmek büyük bir cinayettir.” Razi
buradaki çocuklardan kız çocuklarının ifade edilmek istendiğini söyler. Kız
çocuklarının öldürülme nedenlerini ise şöyle açıklar: “Araplar kızlarını çalışıp para
kazanmaktan aciz oldukları için öldürüyorlardı. Hâlbuki oğulları, yağma ve baskın
yapmalarından ötürü mal temin edebiliyorlardı. O kız çocuklarının fakir olmasının,
onun küfüvlerinin (dengi olan erkeklerin) kendisine rağbet etmekten alıkoymasından
böylece de babaların onları denkleri olmayan kimselerle evlendirme mecburiyetinde
kalmalarından; bunda ise büyük bir utancın bulunmasından dolayı korkuya
kapılıyorlardı. İşte bundan dolayı Cenabı Hak, ‘Evlatlarınızı (…) öldürmeyin’
buyurmuştur ki bu, hem erkekleri hem de dişileri kapsayan genel bir hitaptır. O halde
230
231
Tefsîr-i Kebîr, XXII/527
Tefsîr-i Kebîr, XXII/528
81
bu, rahmeti ve şefkati iktiza eden şey, onun çocuk olmasıdır. Çocuk olmak vasfı ise,
erkekler ve dişiler arasında müşterek bir vasıftır. Kızlar hakkında endişe edilen
fakirlik hususunun, küçükken hem erkek çocuklar hakkında, hem de çalışamayan
büyük erkek çocukları hakkında da düşünülmesi gerekir.”232
Fakirlik endişesiyle çocukların öldürülmesi konusu Enam suresi 137, 140, 151.
ayetlerde de yer bulmuştur: 6/Enam, 137: “Yine, Allah'a ortak saydıkları (putların
hizmetçileri) müşriklerden birçoğuna -hem onları helâlce düşürmek, hem kendilerine
karşı dinlerini karmakarışık etmek için- öz evlatlarını öldürmesini hoş göstermiştir.
Eğer Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Artık sen onları, uydurmakta oldukları o
yalanlarla baş başa bırak.”
6/Enam, 140: “Çocuklarını beyinsizlikten ve bilgisizlikten dolayı öldürenler ve
Allah’ın rızk olarak verdiği şeyleri ona iftira ederek haram sayanlar şüphe yok ki,
hüsrana
uğramışlardır.
Muhakkak
ki,
onlar
sapıtmışlar,
doğru
yolu
bulamamışlardır.”
6/Enam, 151: “De ki: Geliniz, Rabb’inizin, üzerinize neleri haram kılmış
olduğunu okuyayım: Ona hiçbir şeyi şerik koşmayınız ve ana ile babaya iyilik ediniz.
Ve çocuklarınızı yoksulluktan dolayı öldürmeyiniz. Sizi de onları da biz
rızıklandırırız. Ve kötülüklere, onlardan açıkça olana da, gizlice olana da
yaklaşmayınız ve Allah Teala'nın haram kıldığı herhangi kimseyi de öldürmeyiniz,
hak ile olan müstesna. İşte bunlar ile size tavsiyede bulunmuştur. Ta ki akıllıca
düşünesiniz.”
232
Tefsîr-i Kebîr, XIV/462
82
Razi bu ayetlerde de çocuklardan kastedilen kız çocukları olduğunu ve fakirlik
endişesi ile evlendirme korkusundan dolayı müşriklerin onları öldürdüklerini
belirtir.233 Razi çocuğun Allah’ın insanlara verdiği çok büyük bir nimet olduğunu
kişinin bu nimeti fakirlik endişesinden dolayı hiçe çıkarmaya çalışırsa hem bu
dünyada hem de ahirette büyük bir zarara uğramış olacağını ifade eder. Ayrıca
fakirlik her ne kadar bir zarar ise de, çocuğu öldürmek daha büyük bir zarardır. Hem
öldürme, peşin bir zarardır, fakirlik ise maznundur. Kesin olmayan bir zarardan
sakınmak ise akıllıca değildir.234
Allah, ana-baba haklarına riayetten sonra, çocukların haklarına riayeti vacip
kılmıştır. “Fakirlikten çocuklarınızı öldürmeyin” buyruğundan maksat kız
çocuklarını diri diri gömmeyi yasaklamaktır. Allah bunun sebebini, “Sizi de onları
da rızıklandıran biziz.”
buyurarak açıklamıştır. Çünkü babanın ve çocuğunun
rızkının kefili Allah olduğuna göre, aynı şekilde ana-babaya ve doğan canın hayatta
kalması için gayret etmek ve onun rızkı hususunda Allah’a tevekkül etmeleri
gerekir.”235
Cahiliye Arapları kız çocuklarını Allah’a isnat ederler ve melekleri dişi kabul
ederlerdi. Necm, 19-23. ayetlerde bu konuya değinilmiştir: “Lât’ı, Uzzâ'yı ve
bunların üçüncüsü olan o diğer Menât’ı (bize) haber verin bakalım. Erkek sizin de,
dişi onun mu? O takdirde bu insafsızca bir taksim. Bu (putlar) sizin ve atalarınızın
taktığı adlardan başka bir şey değildir. Allah onlar hususunda bir hüccet indirmedi.
Onlar kuruntudan ve nefislerinin arzu ettiği hevâ-ü hevesten başkasına tâbi
olmazlar. Hâlbuki kendilerine Rablerinden hidayet de gelmiştir.” Razi, müşriklerin,
233
Tefsîr-i Kebîr, X/204
Tefsîr-i Kebîr, X/210-211
235
Tefsîr-i Kebîr, X/245-246
234
83
putların ve meleklerin hiçbirinin Allah’ın misli olamayacağına, ancak Allah’tan
aldığı emir ve yasakları yerine getirdiklerine ve insanlardan sadır olan şeyleri Allah’a
ulaştırdıklarına inandıklarını bildirir. Onlara göre melekler Allah’ın kızlarıdır. Bu
nedenle bunları, dişi (kadın) şeklinde yapıp onlara dişi (müennes) adlar vermişlerdir.
Lat, Menat ve Uzza kelimesinin tahlilini yaparak hepsinin müennes kelimeler
olduğunu beyan eden Razi kızların noksan, erkeklerin ise tam varlıklar olduklarını
itiraf ettikleri halde müşriklerin Allah’a kızları nispet etmelerinin Allah’ın ululuğuna
yakıştırılamayacağını açıklar.236
Benzer bir ayet de 17/İsra, 40. ayettir: “Rabbiniz sizin için oğullar seçti de,
kendisi için meleklerden dişiler mi edindi? Hakikaten siz çok büyük bir iddiada
bulunuyorsunuz.” Razi konuyla ilgili şu ifadeleri aktarır: Araplar çocukların iki
kısım olduğuna, bu iki kısımdan en şereflisinin oğullar, en değersizinin de kız
çocukları olduğuna inanıyorlardı. Aciz ve kusurlu olduklarını bilmelerine rağmen,
oğulları kendilerine nispet ediyorlar, Allah’ın sonsuz kemal ve sınırsız celâl
sıfatlarıyla muttasıf olduğunu bilmelerine rağmen değersiz gördükleri kız çocuklarını
ise ona mal ediyorlardı. Bu böyle bir sözü söyleyen kimsenin, alabildiğine cahil
olduğunu gösterir.237
Bir diğer ayet de 37/Saffat suresi, 149-160. ayetleridir: “Şimdi sor onlara,
kızlar Rabbinin de oğullar onların öyle mi? Yoksa biz, melekleri dişi yarattık da,
onlar şahit miydiler? Haberin olsun ki onlar hakikaten yalan söyleyerek, herhalde
‘Allah doğurdu!’ derler. Onlar elbette yalancıdırlar. Kızları oğullara tercih mi
etmiş? Yoksa melekleri dişiler olarak mı yarattık? Onlar da şahitler mi idiler?” Razi
236
237
Tefsîr-i Kebîr, XX/512
Tefsîr-i Kebîr, XIV/489
84
burada da benzer ifadelerle Allah’a kız çocuğu isnat etmenin akla da nakle de ters
olduğunu izah eder.238
Konumuzla ilgili başka bir ayet ise 52/Tur, 39. ayettir: “Yoksa kızlar onun
(Allah'ın), oğullar sizin mi?” Razi bu ayeti Allah’ın birliği ve neslin üremesi
açısından ele almıştır. Razi neslin devamı için Allah’ın kendi yarattığı bir varlığa
ihtiyacı olmadığını kızlara asıl Allah’a bunu isnat edenlerin muhtaç olduğunu çok
geniş akli delillerle ortaya koyar. Razi bu ayetin Necrân Hıristiyanları hakkında vârid
olduğunu söyler ve devamında şunları aktarır: “Onlar, Allah'ın kızları, kendilerinin
de oğulları olduğunu söylüyorlar. Hâlbuki onlar için kızlar daha uygundur. Çünkü
kızların çokluğu, neslin çokluğunu sağlar. Çünkü çok kızdan, tek bir taneden elde
edilecekten daha çok çocuk olması mümkündür. Ama çok erkeğin, tek bir dişiyi, pek
çok çocuğa hamile bırakması mümkün değildir. Baksana, koyunların dişisi nadiren
kesilir. Zira türün bekasının dişi ile sağlandığı sabit olduğu için, üreme bakımından
bunlar daha faydalıdır. İşte bu sebeple Allah Teâlâ, ‘Ben, yok olmayan bir
kayyumum. Türün devamı hususunda, benim, hadis (mahlûk) bir şahsa ihtiyacım
yoktur’, der.”239
Kız çocuklarını Allah’a isnat etmeyle ilgili diğer bir Mekki ayet de 43/Zuhruf
suresinin 16-18. ayetleridir: “Yoksa O, yaratmakta olduklarından, kızlar edindi de,
oğulları size mi ayırıp seçti? Onlardan biri, benzerini Rahman'a isnat ettiği şeyle
müjde verildiği zaman, o insan, gamla dolar ve âdeta dilsiz halde, yüzü kapkara
kesilir. (Onlar) süs içinde yetiştirilmekte olup da, mücadeledeki (hüccetini)
açıklayamayan kişiyi mi (Allah'a nispet ediyorlar?)” Cahiliye Araplarının kız
238
239
Tefsîr-i Kebîr, XIX/16-18
Tefsîr-i Kebîr, XX/448-449
85
çocuklarını gömme âdetini kaldırmak için nazil olan ayetlerle ilgili Razi daha önceki
açıklamalarında Arapların kız çocuklarını noksan gördüğü için öldürdüklerini
belirtmişti. Burada ise ayetteki belirtilen iki durumdan dolayı kendisi kız
çocuklarının değersiz olduklarını ifade etmektedir. Razi şu açıklamalarda bulunur:
“Allah'ın çocuğu olduğu farz edilmesi durumunda, bu çocuğun kız olmasının
imkânsızlığının izahı şöyledir: Çünkü oğlan, kızdan daha üstündür. Binaenaleyh
kalkıp, Allah'ın, kendisi için kız çocuklar edinip, erkek çocukları kullarına nasip
ettiğini söylersek, kulların durumunun, Allah’ın durumundan daha mükemmel ve
üstün olması gerekir ki bu, aklın bedaheti ile reddedilen bir durumdur. Hak Teâlâ,
kızların noksan olduklarını şöylece beyan etmiştir:
1. “Onlardan birine, Rahman'a isnat ettiği şeyin bir benzeri müjde verildiği
zaman, o insan gamla dolar ve (âdeta) dilsiz halde, yüzü kapkara kesilir.” Ayetinin
ifade ettiği husus: Bu, noksanlıkta bu derece olan bir şeyi, aklı olan insanın Allah'a
nispet etmesi nasıl uygun olabilir, demektir.
2. “(Onlar) süs içinde yetiştirilmekte olup da, duruşmada (hüccetini)
açıklayamayan kişiyi mi (Allah'a nispet ediyorlar)” ayetinin ifade ettiği husus:
Ayetteki bu ifade ile yine kızların eksikliğine dikkat çekilmek istenmiştir. Şöyle ki
birtakım süsler içinde büyütülen, aslında noksandır. Çünkü eğer onun kendinde böyle
bir noksanlık olmasaydı, süsle-püsle tezyine ihtiyaç duymazdı. Daha sonra Cenabı
Hak, onun durumunun eksikliğini, 'Vuruşmada (hüccetini) açıklayamayan’ ifadesiyle
belirtmiştir. Bu, “Kadın, mücadele ve çekişme ihtiyacı duyduğu zaman bunu
hakkıyla yapamaz ve delilini ortaya koyamaz. Çünkü dili tutuk, aklı kıt ve tabiatı
gereği biraz ahmaktır. Nitekim ‘Kadın, hüccetini ortaya koymak isteğiyle
86
konuştuğunda, çoğu zaman aleyhine hüccet olacak şeyleri söyler’ denilir. İşte bütün
bu izahlar, kadının ileri derecede eksik olduğuna delâlet eder. Binaenaleyh bunların,
Allah'ın çocukları olduğunu söylemek nasıl uygun düşer.
Bu ayet, süslenmenin kadınlar için mubah, erkekler için haram olduğuna delâlet
eder. Çünkü Allah, bunu ayıp ve noksanlığın gerekçelerinden kabul etmiştir.
Binaenaleyh erkeğin buna yönelmesi, kendisini zillete düşürmesi demektir ki bu, Hz.
Peygamber (s.a.s)'in “Müminin kendisini rezil-rüsva etmesi caiz değildir” hadisinden
ötürü haramdır. Erkeğe uygun olan süs, Allah'a taat yolunda sabır ve takva ziyneti ile
süslenmektir.”240
Suad Yıldırım, kız çocuklarının değersiz görülmesiyle ilgili Zuhruf 15-19. ayeti
şöyle açıklamaktadır: “Kendileri kız evlat istemeyen müşrik Arapların, kızları
Allah’a isnat etmeleriyle onların sapıklıklarını göstermek için ‘müşakale babından’
istihza olunur. Yani muhal farz, Allah çocuk edinecek olsaydı size göre makbul olan
erkek çocuk edinirdi, sizin kadar bilmiyor muydu ki kızları seçti? Oğlanları size
kızları ona vermekle ne insafsız hükmediyorsunuz.”241
Muhammed Esed de meal-tefsirinde Zuhruf Suresinin bu ayetleriyle ilgili
yaptığı açıklamada bu ayetin İslam öncesi Arapların kızları yalnızca bir yük olarak
ve kız çocuk sahibi olmayı bir aşağılanma olarak görmeleri karşısında ince bir alay
çağrışımına sahip olduğunu belirtmektedir.242
240
Tefsîr-i Kebîr, XIX/507-509
Yıldırım, Suad, Kur’an’da Uluhiyet, Kayıhan Yay, İstanbul, 1997, s. 342
242
Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.999
241
87
Çocukların fakirlik endişesiyle öldürülmesinin yasaklandığı ayetlerden İsra, 3.
ayette ve başka yerlerde243 Esed’e göre bu ifade kız çocuklarının diri diri gömülmesi
ve pek yaygın olmasa da Arapların bazı tanrılarına erkek çocuk kurban etmelerini
ima etmesiyle birlikte “yoksulluk kaygısıyla” yani sadece ekonomik sebeplerle çocuk
aldırmayı da içine alır. Böylece bu ayet çağlar üstü bir önem, çağlar üstü bir anlam
taşır.244
Razi kız çocuklarının öldürülmesiyle ilgili ayetleri iki farklı şekilde
açıklamıştır. İlkinde Razi kız çocuklarıyla ilgili Arapların menfi tutumlarını,
düşüncelerini, diğerinde ise Razi kız çocukları hakkındaki kendi düşüncelerini
açıklamıştır. Razi genel olarak kız çocuklarının noksan olduklarını, yaratılış gereği
akıllarının kıt olduğu görüşündedir. Bu tür düşüncelerine Allah’a kız çocukları isnat
etmeyle ilgili ayetleri tefsirinde yer vermiştir.
Kız çocuklarının öldürülmesinin anlatıldığı ayetlere yer verildikten sonra
Razi’nin kız çocukları hakkındaki görüşlerini açıkladığı Şura suresinin 49 ve 50.
ayetleri ele alınacaktır. Ayetler şöyledir: “Göklerin ve yerin mülkü, Allah içindir,
dilediğini yaratır, dilediği kimseye kız çocukları bağışlar ve dilediği kimseye erkekler
bağışlar. Veya onları erkekler ve dişiler olarak çift eder ve dilediğini de kısır kılar.
Şüphe yok ki, O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.” Bu ayetleri kadın-erkek
üstünlüğü açısından ele alarak açıklayan Razi buradan erkek çocuklarının kız
çocuklarına göre daha efdal olduğu sonucunu çıkarır. Bu ayetlerin ilkinde önce kız
çocukları ikincisinde de önce erkek çocukları zikredilmiştir. Razi’ye göre önce kız
çocuklarını zikretmenin sebepleri şunlardır:
243
244
Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.252, 256, 540, 568, 1078, 1239-1240
Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.565-566
88
1. Kerim olan zat, neticenin hayır, rahat, sürur ve neşe üzere son bulması için
gayret eder. Böylece Cenabı Hak önce kız çocuğu verip, sonra da o kimseye erkek
çocuk verince, sanki o kimseyi gamdan sürura geçirmiş olur ki bu, son derece
keremli bir iştir. Ama önce erkek çocuk, sonra kız çocuk verince sanki o kimseyi
sürurdan kedere geçirmiş olur. Bundan dolayı Cenabı Hak kız çocuğu vermeyi önce
zikretmiş, ikinci olarak da erkek çocuğun hibe edilişinden bahsetmiştir. İşte böylece
Allah, o kimseyi kederden sevince geçirmiş olur. İşte kereme uygun düşen de budur.
2. Cenabı Hak önce kız çocuğu verdiğinde insan Allah’a itiraz edilemeyeceğini
anlar, böylece de buna razı olur. Daha sonra bu kimseye erkek çocuk verdiğinde o,
bu yeni çocuğun Allah’ın kendisine bir lütfu ve ihsanı olduğunu anlar. Böylece daha
fazla şükür ve itaatte bulunur, bunun sırf Allah’ın lütfu ve keremi ile olduğunu anlar.
3. Bir vaiz şöyle demişti: “Kız çocuğu zayıftır, noksandır, acizdir. Her ne
zaman ihtiyaç ve acziyet fazla olursa, Allah’ın ona inayet ve dikkati de o nispette çok
olduğu hususuna dikkat çekmek için Cenabı Hak burada önce kız çocuğunu
zikretmiştir.”
4. Bununla sanki “Ey zayıf ve aciz kız, baban ve annen dünyaya gelmenden
hoşlanmadılar. Her ne kadar onlar senin varlığından rahatsız oldularsa da, sen ihsan
eden ve lütfedenin Allah olduğunu bilesin diye önce seni zikrettim” denilmek
istenmiştir. Kız durumun böyle olduğunu anlayınca, taat ve ibadetini artırır, tenkit ve
kınamayı gerektiren şeylerden daha çok uzak durur.
Ayetteki ikinci cümlede ise Allah erkekleri önce zikretmiştir. Çünkü erkekler,
kadınlardan daha kâmil ve efdaldirler. Kâmil ve efdal olanlar ise daha az değerli
olandan önce zikredilirler. Kısaca çocuğun kız veya erkek oluşuna bakıldığında, bu
89
durum, erkeğin kızdan önce zikredilmesini gerektirir. Ama yukarıda bahsettiğimiz
gibi harici ve sonradan olma bazı sebepler nazarı dikkate alındığında bu
durulmaksızın erkekten önce zikredilmesini gerektirir. Dolayısıyla her iki hususta da
önce zikredilmesi sonra zikredilmeyi gerektiren sebepler bulunduğu için Cenabı Hak
bir defasında şunu diğer defasında ötekini önce zikretmiştir.” 245
Razi’ye göre Allah’ın ‘kız’ (dişi) kelimesini nekira ‘inasen’; ‘erkek’ kelimesini
de marife getirerek, ‘ez- zükur’ buyurmasından murat erkeğin kadından daha efdal
olduğuna dikkat çekmek içindir.246
Bu ayetlerdeki açıklamalarından Razi’nin kız ve erkeğin önce veya sonra
zikredilmesini bir üstünlük olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Bize göre bu ayetteki
sıralama üstünlükle ilgili değildir. Yaratıcı bu ayetle bize cinsiyeti belirleyenin
kendisi olduğunu bildirmektedir. Çünkü sahip olunan çocuğun cinsiyetini
belirlemede insanın hiçbir etkisi yoktur. İnsan ancak kendi iradesiyle, çalışması
sonucu elde şeylerde üstünlükten bahsedebilir.
Razi’nin
kız
çocukları
hakkındaki
görüşlerinin
tam
olarak
ortaya
konulabilmesi için Medeni bir sure olan Ali İmran suresi, 14. ayetine ilişkin yaptığı
açıklamaları burada aktaracağız: “Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve
gümüş; salma güzel atlar, hayvanlar, ekinlerden yana nefsin isteklerine sevgi,
insanlar için bezenip süslenmiştir. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatidir.
Nihayet dönüp varılacak yerin bütün güzelliği Allah'ın nezdindedir.” Razi burada da
erkek çocuklarını kız çocuklarına tercih eden bir yorumda bulunmuştur. Ona göre bu
ayette oğullara olan sevgi kızlara olan sevgiden daha fazla olduğu için, oğullar
245
246
Tefsîr-i Kebîr, XIX/478-479
Tefsîr-i Kebîr, XIX/480
90
özellikle zikredilmiştir. Oğullardan istifade şekli ise, onlardan sürür duyma, onlarla
çoğalıp artma gibi şeyler açısından açıktır, bellidir. Allah'ın insanın kalbinde zevce
ve oğul sevgilerini yaratmasında yüce bir hikmet vardır. Çünkü eğer bu sevgi
olmasaydı, doğum ve çoğalma meydana gelmez, bu da insan neslinin sona ermesine
sebebiyet verirdi. Bu sevgi fıtri bir özelliktir. Bundan dolayı bütün hayvanlarda
bulunmaktadır. Bunun hikmeti ise neslin bekasını sağlamaktır.247
Bu ayet Kehf suresinin 46. ayeti gibidir: “O mallar, o oğullar (hep) dünya
hayatının ziynetidir. Bakılacak olan Salih ameller ise, Rabbinin nezdinde sevapça da
hayırlıdır, emelce de hayırlıdır.” Razi burada mal ve evladın hayatın süsü olup fani
olduklarını söylerken248 Âl-i İmran suresinde erkek evladın kız evlattan değerli
olduğunu ifade eder. Oysa Kefh suresinde olduğu gibi Âl-i İmran suresinin bu
ayetinde de mal ve erkek çocuklarıyla övünen kimselere bir uyarı vardır. Çünkü mal
ve oğulların çokluğu özellikle Arap toplumunda güçlü olmanın dolayısıyla gurur ve
kibre kapılmanın vesilesiydi.249
247
Tefsîr-i Kebîr, VI/187
Tefsîr-i Kebîr, XV/190-191
249
Ünal, İsmail Hakkı, Kur'an’da Aile Kurumu, DİD, c.40, sy.2, s.16
248
91
IV.
KADININ PEYGAMBERLİĞİ VE YÖNETİCİLİĞİ
Kadının peygamberliği Razi’nin tefsirinde yer verdiği konulardan biridir. Konu
içerisinde değerlendirilecek iki kadın vardır. Bunlar Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem
ve Hz. Musa’nın annesidir. “Eşari, peygamberliğini kabul ettiği altı kadın sayar:
Havva, Asiye, Hz. Musa’nın annesi, Sare, Hacer, Meryem (Kadınlar veli, şehid,
Saliha olabildiklerine göre niçin peygamber olamasınlar deniliyor) Bu sayılan altı
kadına meleğin geldiği Kur'an’la sabit, şu halde peygamber olabilirler diyor.”250
İtikat yönünden Eşari olmasına rağmen Razi, kadınların peygamber olamayacağını
söyler.
Razi’ye göre Hz. Meryem bir ayet (mucize) kılınmıştır. Çünkü Hz. Meryem
erkeksiz hamile kalmıştır, cennetten gelen yiyeceklerle beslenmektedir ve Hasan
Basri’den bir rivayete göre hiçbir zaman annesini emmemiş ayrıca tıpkı Hz. İsa’nın
yaşındayken konuşmuştur.251 Razi tüm bunların Hz. Meryem’in gösterdiği
kerametler olduğuna inanır. Mutezili Kâdı’ya göreyse tüm söylenenler doğru ise bu
Hz. Zekeriya’nın bir mucizesi olur. Çünkü Hz. Meryem bir peygamber değildir,
olamaz. Kâdı, Mutezile kelamcısı olduğu için kerameti kabul etmez. Razi, Kâdı’nın
söylediklerine itibar edilmez diyerek evliyanın kerametini kabul eder. Hz. İsa’nın
babasız doğmuş, Hz. Meryem’in de oğlunu babasız doğurmuş olması ile ikisi de
alışılmış olan âdeti bozmuşlardır ve bu enteresan noktada müşterektirler.252
250
Tümer, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, s.169
Tefsîr-i Kebîr, XVI, 224
252
Tefsîr-i Kebîr, XVI, 430-431; ayrıca bkz. Mefâtihu’l-Gayb, VI/304 Âli-İmran, 42-43; özellikle
Tefsîr-i Kebîr, VI/282-285 Âli-İmran 37. ayetin tefsirinde konuyla ilgili geniş açıklamalar
yapılmıştır.
251
92
Hz. Musa’nın annesine vahyedilmesinin yer aldığı 20/Taha suresi 38-39
ayetiyle “Andolsun ki, biz sana, diğer bir zamanda da, annene vahyolunacak olan
şeyi; ilham ettiğimiz vakitte de lütfetmiştik ve (kendine) "Onu tabuta koy da, denize at
ki, deniz onu kıyıya atsın, onu benim de kendisinin de düşmanı olan biri alacak diye
emretmiştik” ilgili yaptığı açıklamalarda ise Razi bu ayetten anlaşılan vahiy ile
peygamberlere gelen vahyin kastedilmediğini hem hüküm vermeye (hâkim olmaya),
imam (devlet başkanı) olmaya hatta İmam Şafii’ye göre kendini evlendirmeye bile
salahiyetli değilken kadının peygamberliğinden hiç bahsedilemeyeceğini ifade eder.
Buna ‘Biz senden evvel de kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını
(peygamber olarak) göndermedik’ (21/Enbiya, 7) ayetini delil gösterir. Ayrıca Razi
Kur’an’da “vahiy” kelimesinin hep “peygamberlik” manasını da ifade etmediğini
nitekim ‘Rabbin bal arısına vahyetti ki…’ (16/Nahl, 68), ‘Hani havarilere şöyle
vahyediyordum…’ (5/Maide,111) ayetlerinde bunun açık olduğunu belirtir.253
Ayrıca Razi Nahl suresinin, 43-47. ayetleri ile Yusuf suresi 109. ayetlerde
yaptığı açıklamalarda da kadın peygamber olamayacağını belirtmektedir.254
Kadının yöneticiliği konusunda değerlendireceğimiz kadın ise Sebe ülkesinin
melikesi yani yöneticisidir. Sebe melikesi ile Süleyman peygamber arasında geçen
olay Neml suresinde anlatılmaktadır.
Razi, Sebe melikesinin adının Belkıs binti Şurahil olduğunu, babasının Yemen
topraklarının hükümdarı olup o ve kavminin güneşe tapan Mecusilerden olduğunu
nakleder.255 Hz. Süleyman’ın kuşlarında Hüdhüd bir gün Sebe’de yaşayan, büyük bir
253
Tefsîr-i Kebîr, XV/504
Tefsîr-i Kebîr, XIV/224-225; Tefsîr-i Kebîr, XIII/365
255
Tefsîr-i Kebîr, XVII, 416
254
93
tahtı olan ve güneşe tapan bir kavmin bir kadın hükümdar olduğunu Hz. Süleyman’a
haber verir.256 Hz. Süleyman, Sebe melikesine ülkesini kendisine teslim etmesini
içeren bir mektup gönderir. Belkıs bu mektuba vereceği cevap için ülkenin ileri
gelenlerine danışır. Onlar da kararı Belkıs’a bırakırlar.257 Belkıs Hz. Süleyman’la
yaptığı görüşmeler sonucu ona teslim olarak Müslüman olur.258 Razi Belkıs ile Hz.
Süleyman’ın evlenip evlenmediği ile ilgili şu rivayeti aktarır: “Âlimler, Hz.
Süleyman'ın, o kadınla evlenip evlenmediği, hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ulemanın
açıklamalarından anlaşılan, onun o kadınla evlenmiş olduğudur. Hâlbuki bunun
bilgisi ne Kur'ân'da yer alır, ne de sahih bir hadiste... Ibn Abbas'dan rivayet
olunduğuna göre, Belkıs Müslüman olunca, Hz. Süleyman ona, kavminden, seni
evlendirebileceğim birisini seç, dedi. Bunun üzerine kadın, böylesi bir saltanatı olan
benim gibi bir kadınla, (alelade) adamlar evlenmez” dedi. Bunun üzerine Hz.
Süleyman, “Nikâh İslâm'dandır” deyince de kadın, eğer durum böyleyse, beni,
Hemdan hükümdarı Tübba ile evlendir, dedi. Bunun üzerine de Hz. Süleyman onu,
onunla evlendirdi. Sonra da onları Yemen'e gönderdi ve o kadın, kraliçeliğini devam
ettirdi. Allah en iyi bilendir.”259
Razi, Sebe melikesinden yola çıkarak kadının devlet başkanlığı meselesinde
herhangi bir yargıya varmaz. Ancak 20/Taha suresi 38 ve 39. ayetlerinin tefsirinde
kadının
256
peygamberliği
27/Neml, 20-24
27/Neml, 29-33
258
27/Neml, 41-44
259
Tefsîr-i Kebîr, XVII/434
257
konusunda
yaptığı
açıklamalarda
kadının
hüküm
94
vermeyeceğini (hâkim olma) ve imam (devlet başkanı) olmayacağını ifade
etmektedir.260
“Kadının Yöneticiliği Meselesi” adlı çalışmasında Kadir Güler, klasik dönemde
kadınların idarecilik yapamayacağı görüşünün egemen olduğunu belirtmekte ve
geleneksel yaklaşımın bu yorumlarının, erkek bakış açısını, kadınla ilgili kendi
dönemlerinde var olan tarafgir anlayışları ve önyargıları yansıtması, hepsinin sadece
erkekler tarafından yazılmış olması, yorumlarda erkeklere yer verilmesi, lafızcı ve
parçacı yaklaşım sunmaları ve hermenötik bir ilkeye dayanmadıkları için gelişigüzel
olmalarından dolayı eleştiriye açık bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaktadır.261
“Belkıs iyi bir idareci olmasına rağmen kadın olduğu için idarecilik konusunda
iyi bir örnek olarak kabul edilmemektedir.” diyen Amine Vedud ve pek çok çağdaş
dönem düşünürü Kur'an’ın yöneticilik konumunun kadın için uygunsuz olduğuna
ilişkin hiçbir ifade kullanmadığını; tam aksine Kur'an’daki Belkıs kıssasının onun
hem siyasal hem de dinsel uygulamalarından övgüyle söz ettiğini belirtmektedir.262
Sebe melikesinin yönetici olmasından yola çıkarak kadınların devlet başkanlığı
yapabileceğini ileri sürenler olduğu gibi bu kıssanın İslamiyet’ten önceki dönemi
anlattığı için böyle bir çıkarımda bulunulamayacağını ileri sürenler263 de vardır.
260
261
262
263
Tefsîr-i Kebîr, XV/504
Gürler, “Kadının Yöneticiliği Meselesi -Bir Hadisin Okunuşu ve Eleştirisi-”, Dini Araştırmalar,
c.4, sy.11, s.85
Gürler, “Kadının Yöneticiliği Meselesi -Bir Hadisin Okunuşu ve Eleştirisi-”, s.87; Sebe
Melikesinden yola çıkarak kadının devlet başkanı olabileceğini savunanlara Akdemir, Salih,
“Tarih Boyunca ve Kur’an-ı Kerim’de Kadın”, İslami Araştırmalar, V/4, 1991, s.270; Karaman,
Hayreddin, İslam’da Kadın ve Aile, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1995, s.85
Beşer, Faruk, Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve İslam, Nun Yay, İstanbul, 1995, s.116-124;
Topaloğlu, İslam’da Kadın, s.273-274
95
Bu görüşte olanların ileri sürdüğü diğer bir delil de Sebe melikesinin Hz.
Süleyman’a teslim olduktan sonra görevine devam ettiğiyle ilgili bir açıklama
olmamasıdır.264
Bazıları da kadının yapısı gereği böyle bir görevi yerine getiremeyeceğini,265
ilim, fikir, sanat, spor, siyaset, iktisat, diğer kültürel faaliyet alanlarındaki başarıları
itibariyle erkeklerin kadınlardan daha üstün olduğunu ifade eder.266 Ayrıca Ebu
Bekre hadisi ve diğer bazı hadislerle de kadının devlet başkanlığının yasaklandığı
görüşünde olanlar da vardır.267
Hafsa Fidan kıssayı farklı bir bakış açısıyla değerlendirerek şunları söyler:
“Kıssanın anlatıldığı nüzul dönemi ve ayrıca kıssanın baştan sona işlenişi
(Kur’an’daki anlatıma göre Melike’nin hikâyenin sonunda bir olan Allah’a iman
etmesi) göz önünde bulundurulduğunda onun temel vurgusunun güçlü bir kadın
kraliçenin iman etmesi olduğu görülmektedir. Nitekim hem peygamber (Muhammed)
hem de ona iman eden kişiler, Sebe kraliçesinin hikâye edildiği dönemde inen benzer
temaları işleyen ayetlerde bu türden iman ve inkâr karşıtlığını işleyen kıssalar ile
teselli edilmektedir.”268
Beşer, Faruk, Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve İslam, Nun Yay, İstanbul, 1995, s.116-124;
Topaloğlu, İslam’da Kadın, s.273-274;
265 Sıbai, Mustafa, İslam’a ve Garblılara Göre Kadın, çev. İhsan Toksarı, Nida Yay, İstanbul, 1969
266 Uludağ, Süleyman, Sufi Gözüyle Kadın, İnsan Yay, İstanbul, 1995, s17
267
Gürler, “Kadının Yöneticiliği Meselesi -Bir Hadisin Okunuşu ve Eleştirisi-”, Dini Araştırmalar,
c.4, sy.11, s.85; Hamidullah, Muhammed, “İslam Hukukunun Kaynakları Açısından Kitab-ı
Mukaddes I”, Atatürk Ünv. İslami İlimler Fak. Dergisi, sy.3, Ankara, 1979, s.387
268
Fidan, Hafsa, Kur’an’da Kadın İmgesi (Doktora Tezi), Ankara Ünv. SBE, Ankara, 2005, s.132
264
96
V. AHİRET HAYATI VE KADIN
Kur'an’ın cennet tasvirleri arasında en çok dikkati çeken motiflerden biri
hurilerdir. Kur'an’ın hurilere atfettiği nitelikler, onların öncelikle cennetteki
erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla
yaratıldığı izlenimini
vermektedir.269
Sözlükte “beyaz olmak, beyazlaşmak” anlamındaki hûr kelimesi haver
kökünden sıfat olan havranın çoğuludur. Türkçede tekili için kullanılan hûri
kelimesi Arapçada yoktur. Araplar, çölde yaşayan kadınların aksine şehir
hanımlarının ten beyazlığını ifade etmek için havariyyat kelimesinin kullanırlar.
Haver kökünden türeyen kelimeler çeşitli ayet ve hadislerde bir güzellik unsuru
olarak göze nispet edilmiştir. Dilciler huri için genellikle “beyaz tenli, gözünün
beyazı saf, siyahı koyu ve yuvarlak, göz kapakları ince ve nazik” tasvirlerini
yapmışlardır. Bir telakkiye göre huri ceylan gözlü, yani gözünün tamamı siyah olan
demektir.270
Hur kelimesi Kur’an’da dört ayette geçmekte, bunların üçünde “iri kara
gözlüler” anlamındaki “îyn”271 kelimesiyle (Vakıa, 22; Duhan, 55; Tur, 20) ve
Rahman suresi 72. ayette “çadırlarda iskân edilmiş” manasındaki “maksûrat”
kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır. Ayrıca huriler Nebe, 33. ayette “kevaib etrab”
(göğüsleri yeni oluşmuş yaşıt kızlar); Vakıa, 37. ayette ise “urub etrab” (eşlerine
düşkün iffetli yaşıt kızlar) şeklinde tasvir edilmiş; Vakıa, 23. ayette yüksek
269
Öztürk, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, -Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, s.212
İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, c.4, s.219-220; Topaloğlu, Bekir, “Huri”, TDVİA, c.18, s. 387-390;
Wensinck, A. J.”Huri”, İA, İstanbul 1950, c.5, s.591-592
271
Sarı, Mevlüd, el-Mevarid, Arapça-Türkçe Lügat, Bahar Yay, İstanbul, 1982, (el-aynau çoğulu ıyn:
gözünün siyahı büyük olan kadın)
270
97
değerlerinden ötürü saklanan ve bir anlamda kıskanılan inciye; Saffat, 49. ayette gün
yüzü görmemiş ve el değmemiş taze yumurtaya; Rahman, 56. ayette ise yakut ve
mercana benzetilmiştir. “Başkasına bakmayan” anlamında Sad, 52; Saffat, 48 ve
Rahman, 56. ayetlerde kullanılmıştır. Yine Kur’an’da hurilerin bakire272 ve aynı
yaşta oldukları273 ile cennetteki eşlerinden önce kendilerine ne bir insan ne de bir
cinin dokunduğu274 ifade edilmiştir.
Medeni surelerde ise üç ayette “tertemiz eşler” manasındaki “ezvac-ı
mutahhara” şeklinde geçmektedir. 275
Hurilerden bahseden ayetlerde hem hurilerden hem de onlara sahip olacak
erkeklerden çoğul sigasıyla bahsetmiştir.276
İlk olarak “hur” kelimesini “ıyn” kelimesiyle birlikte kullanıldığı ayetlerin
tefsirine yer vereceğiz. İlk ele alacağımız ayet Vakıa, 22-23 ayetidir: “Güzel gözlü
huriler de (vardır), saklı inci timsalleri gibi…” Bu ayetlerde huri kelimesi “ıyn”
kelimesiyle birlikte kullanılmış ve huriler saklı inci tanelerine benzetilmiştir. Razi bu
ayetlerin tefsirinde huri ve “ıyn” kelimelerinin okunuşlarına dair geniş dilsel
açıklamalarda bulunmuştur.277
Hur kelimesinin ıyn kelimesiyle kullanıldığı diğer ayet ise Duhan, 54. ayettir:
“İşte böyledir ve onları gözleri iri, elbiseleri tertemiz, renkleri beyaz huriler ile
evlendiririz.” Razi ayetin tefsirinde şu lügat açıklamalarında bulunur: Bu kelime
272
56/Vakıa, 36; 56/Rahman, 56
38/Sad, 52; 56/Vakıa, 37; 78/Nebe, 33
274
55/Rahman, 56, 74; Ayrıca tertemiz eşler manasında “ezvac-ı mutahhara” şeklinde 3 Medeni
surede geçmektedir: 2/Bakara,5; 3/Âl-i İmran, 15; 4/Nisa, 57
275
2/Bakara, 25, 3/Âl-i İmran, 15, 4/Nisa, 57
276
Topaloğlu, Bekir, “Huri”, TDVİA, c.18 s. 387-390
277
Ayrıntılı bilgi için bkz. Tefsîr-i Kebîr, XXI/185-188; ayrıca Vakıa Suresi 35-37. ayetleri içi bkz.
XXI/207-208
273
98
(hur) beyaz manasınadır ve “tahrir” beyazlatmak demektir. Gözün beyazının
alabildiğine beyaz, siyahının da alabildiğine siyah olduğunu ifade etmek için “a’ynun
havrau” denilir. Gözlerinin beyazı, teninin renginde olmadıkça kadına “havra”
(bembeyaz) denilmez… Ayetteki, “iyn” kelimesi, (a’yna) kelimesinin çoğulu olup,
“a’yna”, iri gözlü kadın demektir. Cübbâî, gözleri iri ve büyük olduğunda erkek için
“raculün a’yenu”; kadın için “imraetun a’ynau” ifadesinin kullanıldığını ve bu iki
kelimenin cemisinin de “ı’yn” kelimesi olduğunu söylemiştir. Kelime açıklaması
yaptıktan sonra Razi “hûri-ıyn” tamlamasının kimler için kullanıldığı ile ilgili şu
bilgileri aktarır: “Âlimler, ayette geçen “hûri-ıyn”ın kimler olduğu hususunda ihtilaf
etmişlerdir. Bu cümleden olarak Hasan el-Basrî, bunlar sizin o dişi dökülmüş ihtiyar
karılarınızdır, Allah onları yeniden yaratmıştır, derken, Ebû Hureyre (r.a), bunlar,
dünya kadınları değildir, demiştir.”278
Huri ile ıyn kelimesinin birlikte kullanıldığı bir diğer ayet ise 52/Tur, 20.
ayetidir: “Biz şahin gözlü hurileri onlara eş yaptık” Bu ayette cenneti hak edenlerin
güzel
gözlü
hurilerle
evlendirilmesine
değinilmektedir.
Müfessir
Razi,
evlendirmedeki menfaatin erkeklere ait olduğuna işaret eder. Onlar, huriler ile
lezzetlensinler diye, evlendirilmişlerdir; yoksa huriler onlar ile lezzetlensinler diye
değil. Daha sonra Razi hurilerin güzel, iri gözlerle nitelendirilmesini insanın
uzuvların en güzelinin yüz olması, yüzde yer alan en güzel uzvun da göz olmasına
bağlar. 279
Mekki surelerden üçünde “ıyn” kelimesiyle birlikte kullanılan “huri” kelimesi
Rahman suresinin 72. ayetinde “maksûrat” kelimesiyle kullanılmıştır. Rahman
278
279
Tefsîr-i Kebîr, XIX/590
Tefsîr-i Kebîr, XX/426-427
99
suresinin diğer ayetlerinde de hurilerle ilgili açıklamalar olduğundan konu bütünlüğü
sağlanması açısından bu ayetlerin hepsi birlikte değerlendirilecektir. 55/Rahman, 56.
ayette (O cennetlerde gözlerini -yalnız kendi kocalarına- hasretmiş kadınlar vardır
ki, kendilerine onlardan önce ne bir insan ve ne de bir cin dokunmamıştır…)
hurilerin bazı sıfatlarla kullanılıp ismen zikredilmemesini Razi şu nedenlere
bağlamıştır: “Cenabı Hak sanki oralarda, gözlerini kocalarına tahsis etmiş kadınlar,
eşler vardır, buyurmuştur. Bunda da şöyle bir incelik vardır: Allah Teâlâ, o kadınları
ancak vasıflarıyla zikretmiş, onları, kendi cinslerini ifade eden ad ile zikretmemiştir.
Bu cümleden olarak, mesela bir seferinde, “huru îyn” (pek güzel) gözlü huriler de...
(vardır) (Vakıa, 22) bir seferinde, “yaşıt kızlar” (Vakıa, 37), bazen de “gözünü
yalnız eşlerine hasretmiş (dilberler)” buyurmuş, fakat “falan, falan kadınlar...” diye
ismen zikretmemiştir. Bunun şu iki sebebi vardır:
a) Bu, onların kendilerini teşhir etmekten pek sakındıklarına bir işarettir.
Bundan dolayı Cenabı Hak bu kadınları, cinslerine ait isimlerle zikretmemiştir.
Çünkü cins ismi, sıfatın ortaya koyamayacağı gerçekleri anlatır. Zira sen, meselâ,
hareket eden, dileyen, yiyen, içen, dediğinde bu kimseyi, böyle pek çok vasıfla
nitelemene rağmen, hayvan veya insan demek suretiyle anlatışından daha fazla
ortaya koyamazsın.
b) Onları yüceltmek için... Zira böylece onların güzellikleri, kendilerine cennet
vaat edilmiş olan ehli cennet gözünde artar. Çünkü padişahların kızları, ancak
sıfatlarla anlatılırlar.”280
Razi ayette geçen “kasıratı tarf” tabirini şöyle açıklar: “kasıratı tarf” tabiri
280
Tefsîr-i Kebîr, XXI/139-141
100
“menetmek” manasına olan, “kasr” kökündendir, yani
“O kadınlar gözlerini
(bakışlarını), başkalarına bakmaktan alı korlar” demektir. Bu izaha göre, burada
şöyle bir incelik vardır: Allah Teâlâ daha sonra, bunlar “çadırlar içinde maksûrat
(ehl-i perde) hurilerdir” (Rahman, 73) buyurmuştur. O halde bunlar, bir taraftan
maksûrat (kasredilmiş-perdelenmiş) iken bir taraftan kâsırât (kendi kendilerini
perdelemiş, bakışlarını eşlerine hasretmiş) olurlar. Bu hususta şu iki izah yapılabilir:
1. Onlar, tıpkı iffetli kimselerin meşgul oluşları gibi, gözlerini (bakışlarını)
alıkoymuşlardır (başkalarına bakmazlar). O halde bunlar, tıpkı kendisini çadırlar
içinde kapalı tutan, bakışlarını başkalarına bakmaktan alıkoyanların âdeti gibi,
kendilerini çadırlara kasretmiş âdeta hapsetmişlerdir.
2. Bu, onların yüce kıymetlerini ve iffetlerini anlatan bir ifadedir. Çünkü
kendinden kaynaklanan bir alıkoyma vasfı bulunmayan ve kendilerini idare edecek,
onlara bakacak velileri olmayan kadınlarda bir tür zillet vardır. Ama kendileri için
çok güçlü, başkalarına mâni olabilecek velileri (akrabaları) bulunan kadınlar ise,
dışarı çıkmaktan, başkalarına görünmekten çekinirler. İşte bu onların saygınlıklarına
delalet eder. Ama onların, içlerinde, dışarı çıktıklarında sağa-sola bakma gibi bir
duygu olmadığı zaman da, kendi kendilerine iffetlidirler demektir.”281
Yine bu ayette geçen ‘Kendilerine asla (hiç kimse) dokunmamıştır’ ifadesi ile
ilgili olarak Razi şu izahları yapar:
1. Onlara başkası hâkim olmamış
2. Onlarla cinsi münasebette bulunulmamış
281
Tefsîr-i Kebîr, XXI/141-142
101
3. Kendilerine dokunulmamış”282
Rahman, 58. ayette (Sanki onlar yakut ve mercan gibidirler.) huriler yakut ve
mercana benzetilmiştir. Razi’ye göre hurileri yakut ve mercana benzetmenin iki
nedeni vardır:
a) Bu, onların yakut ve mercanın saflığına, berraklığına bir teşbihtir.
b) Bu, onların incinin beyazlığının ve yakutun kırmızılığının güzelliğine bir
teşbihtir. Mercan, incinin küçüğü olup, beyazlık ve parlaklık bakımından,
büyüğünden çok çok ileridir. Şimdi eğer, bu teşbihin, o kadınların temiz ve
saflıklarını anlatmak için yapıldığını söylersek, deriz ki: Bu hususta şöyle bir incelik
var: Geçen ayetteki (kâsırâtut-tarf) tabiri o kadınların kötülükten ve ahlâksızlıktan
uzak olduklarına, “sanki onlar yakuttur, mercandır” ifadesi de, onların cennette
seçkin, saf, berrak ve tertemiz oluşlarına bir işarettir. Binaenaleyh Cenabı Hak ilk
defa aklî-zihnî hususu zikrederek işe başlamış, sonra da maddî-hissî olan hususu
zikretmiştir. Tıpkı bizim, “Bu teşbih, onların cisimlerini kırmızılık (pembelik) ve
beyazlık hususunda, yakut ve mercana benzediklerini anlatmak içindir” deyişimiz
gibi, bu husustaki hüküm de budur. Çünkü Cenabı Hak, bu kadınların iffetli
oluşlarını, parlak oluşlarından önce zikretmiştir. Bu ayetin, önce geçen ayeti tekit
eden bir ifade olduğu da söylenebilir. Çünkü bu kadınlar, bakışlarını sadece beylerine
hasretmiş olup, ne bir insan, ne bir cin ile beraber olmaktan sakınmış, cinsî
münasebetten kaçınmış olunca, adeta ta madeninin göbeğindeki yakut, sedefinde
(kabukları içinde) korunmuş ve hiç bir el tarafından dokunulmamış olan bir inci gibi
282
Tefsîr-i Kebîr, XXI/142-143
102
olurlar.”283
Hurilerin özeliklerini Saffat suresinin 48-49. ayetlerinde (Ve onların yanlarında
irice gözlü, bakışlarını -kendilerine- tahsis etmiş eşler de vardır ki bunlar örtülüp
saklanmış yumurtalar gibidirler.) Razi şöyle sıralamıştır:
1. O kadınlar bakışlarını hapsetmişler ve kocalarından başkalarına bakmazlar
2. Büyük gözlüdürler, nitekim büyük göz, gözlerin en güzelidir.
3. Örtülüp saklanmış yumurtalar gibidirler.
Meknûn, “örtülü, kapalı” demektir. Ayetteki bu benzetmenin manası şudur:
Yumurtanın dış yüzeyi, sarıya çalan bir beyazlıktadır. Yumurta örtülüp
saklandığında, tozdan topraktan ve dumandan korunmuş olur. Bu renk, son derece
güzeldir. Araplar da kadınlara, “saklı, örtülü yumurtalar” adını verirlerdi.284
Muhammed Esed, “hur” kelimesini “saf ve temiz eşler” olarak çevirmiş ve bu
kelimenin kadın ve erkek cinsini birlikte ifade ettiğini ileri sürmüştür. Bunun
nedenini şöyle açıklar: “hur” ismi hem müzekker ahver’in hem de müennes
havra’nın çoğuludur… İlk Kur'an müfessirlerinin büyük bir kısmı hur terimini daha
ziyade “kadın cinsi arasındaki üstün ve erdemli kimseler” şeklinden başka türlü
anlamamışlardır.285 Vakıa, 38. ayetteki “urub etrab”ı da “uyum içinde olanlar”
şeklinde tercüme eden Esed, bu tabirin ister kadın olsun ister erkek olsun dürüstlük
ve erdemliliğe ulaşmış olan herkesi içine aldığını belirtir.286 Esed, “kevaib etrab”ı da
283
Tefsîr-i Kebîr, XXI/143-144 Razi huri konusuyla ilgili tefsirinde çok detaylı açıklamalar yapmıştır.
Biz burada tekrar olmaması için benzer ayetlerin açıklamalarına yer vermeyip genel olarak
hurilerle ilgili bilgileri aktardık. Daha geniş bilgi için bkz. 38/Sad, 52. ayet için Tefsîr-i Kebîr,
XIX/99; 37/Saffat, 49. ayet için Tefsîr-i Kebîr, XVIII/602-603; 56/ Vakıa Suresi, 35-38. ayet için
Tefsîr-i Kebîr, XXI/206-208; 55/Rahman, 72-75. ayet için Tefsîr-i Kebîr, XXI/150-151
284
Tefsîr-i Kebîr, XVIII/602-603
285 Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İşaret Yay, Ankara, 1999,
s.1104-1105
286 Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.1105
103
“uyumlu harika eşler” olarak çevirmiştir. Birçok müfessirin kevaib kelimesini
“göğüsleri göz alıcı hale gelen veya tomurcuklanan kız” anlamında kullandığını
belirten Esed bu müfessirlerin bu ifadede cennetin (erkek olduğu varsayılan)
sakinlerine hoşnutluk verecek olan bir tür genç “dişi-eşler”e bir atıf yaptıklarını ifade
eder. Ancak ona göre cennetin güzellikleri ile ilgili bütün teşbihleri aynı ölçüde hem
erkek hem de kadın için geçerlidir. Esed’e göre cennetin nimetleri ile ilgili Kur'anî
tasvirler daima müteşabihtir.287
Hüseyin Hatemi ise hurinin cinsiyet çağrışımıyla ilgisi olmayıp İslami ve
ahlaki yaşayışın ürünleri (manevi çocukları) demek olan “vildanun muhalledun” ile
tefsir edilmesi gerektiğini söylemektedir. 288
Hurilerle ilgili ayetler üç ayet dışında (bu ayetlerde de aynı ifadelerle “ezvac-ı
mutahhara” şeklinde kullanılmıştı) Mekki surelerde yer almaktadır. Razi tefsirinde
huriler hakkında çok geniş açıklamalar yapmıştır. Hurilerin dünyadaki iyilikler
neticesi ödül olarak verilen güzel yaratılışlı kadınlar olduğunu belirtmiştir.
287 Esed,
288
Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, s.1227
Bkz. Hatemi, İlahi Hikmette Kadın, s.80
104
SONUÇ
Mekki Surelerde Kadın (Razi Tefsiri Örneği) adlı çalışmamızda Mekki
surelerdeki kadınlarla ilgili ayetleri Razi tefsirini esas alarak incelemeye çalıştık.
Tarihin herhangi bir döneminde oluşan bir yapıtın döneminden etkilenmesi ve
dönemine etki etmesi bir gerçekliktir. Her metin kendi döneminden izler taşır. Her ne
kadar Kur’an bir insan metni olmasa da tarihten bağımsız bir metin de değildir. Bu
bağlamda Kur’an’ın anlaşılması için Arapça indirilmiş olmasını dikkate alabiliriz.
Arapça konuşulan bir topluma inen Kur’an’ın Arapçanın dilsel yapısına göre olması
da kaçınılmazdır.
Kur’an’ın hitap tarzlarında erkeği kadına öncelediği görülmektedir. Bu Arap
dilinin yapısından kaynaklanan bir durumdur. Dilin, herhangi bir toplumun hayat
felsefesini yansıtan bir ayna olduğu ve Allah’ın da ilk defa belli bir topluma belli bir
dille hitap ettiği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Kur’an’ın dil sistemindeki
ataerkilliğin bu boyutunun dinsel değil dilsel bir olgunun tezahürü olduğu
anlaşılacaktır.
Mekki surelerde kadının ontolojik ve antropolojik bir varlık olarak ele
alındığını görmekteyiz. Bilindiği gibi Mekki sureler genel olarak Cahiliye adetlerini
olması gerekene yönlendirmeye veya ortadan kaldırmaya yöneliktir. Mekki
ayetlerde, kadının insan olarak değerli bir varlık olduğu ortaya konulmuştur.
Arap yarımadasında bitip tükenmek bilmeyen kabile savaşları kadınların
toplum içindeki değerini azaltmıştır. Çünkü savaşçı bir toplumda erkek gücüne
ihtiyaç vardır. Mevcut kaynaklar ışığında cahiliye dönemindeki kadınlarla ilgili
105
olumsuz telakkilerin Kur’an’la birlikte kaldırılmaya çalışıldığını, kadınlar lehine son
derece önemli değişme ve gelişmeler kaydedildiğini tespit etmiş bulunuyoruz.
Kadınlarla ilgili olarak Mekki ve Medeni sureler arasındaki bazı farkları tespit
ettik. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Mekki surelerde kadınlar eski kavimlerle ilgili kıssalarda yer alır (Hz.
Meryem, Hz. Nuh’un eşi, Hz. Lut’un eşi, Hz. Hz. İbrahim’in eşleri, Hz.
Zekeriya’nın eşi, Sebe melikesi, Hz. Yusuf’u satın alan vezirin eşi,
Firavun’un eşi, Hz. Musa’nın annesi ve kız kardeşi, Hz. Şuayb’ın kızları)
2. Mekki surelerde cennet tasvirlerinde kadın çok sık geçerken, Medeni
surelerde sadece üç ayette geçmektedir.
3. Mekki surelerde kadınların hukuki haklarına değinilmezken Medeni surelerde
kadının hukuki hakları açıklanır.
4. Hz. Havva’nın yaratılışı ve cennetten çıkarılmasıyla ilgili ayetler Mekki
Surelerde genişçe anlatılmışken Medeni surelerde bu konudan çok az
bahsedilir.
5. Kız çocuklarının diri diri öldürülmesi konusu Mekki surelerde ayrıntılı bir
şekilde anlatılmışken Medeni surelerde bu konuya yer verilmemiştir.
6. Anne-babaya itaat konusuna Mekki surelerde çok fazla, Medeni surelerde ise
daha az yer verilmiştir.
Buradan Mekki ayetlerde kadınla ilgili olumsuz telakkilerin değiştirildiği,
Medeni ayetlerde ise kadının hukuki haklarına yer verildiği kanaatine ulaşıyoruz.
106
Razi’nin tefsirinden Mekki surelerde kadınlarla ilgili görüşlerinin şunlar
olduğunu gözlemledik:
• Razi’nin dönemindeki klasik tefsirlerde, Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in eğe
kemiğinden yaratıldığına dair rivayetlere yer verdikleri görülmektedir. Razi ise bu
konu ile ilgili “kendi nefsinden yaratılma” ayetinde geçen “nefs” kelimesini “cins,
tür” şeklinde yorumlamıştır. Böylece Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in eğe kemiğinden
yaratılmadığını Hz. Âdem ile aynı cinsten yaratıldığını belirtmiştir.
• Hz. Havva’nın cennetten çıkarılması olayıyla ilgili israiliyat haberlerine Razi
tefsirinde yer vermemiştir. Razi’nin dönemindeki tefsirlerde israili haberlere yer
verilirken Razi akla aykırı olup sahih hadislerle uyuşmadığı için bu tür haberlere
itibar etmemiştir.
• Cennet tasvirlerinden “hur” kelimesinin güzel yaratılışlı kadınlar olduğunu
söylemiş ve konuyla ilgili çok geniş açıklamalar yapmıştır.
• Kadının hüküm vermeyeceğini (hâkim olma) ve imam (devlet başkanı)
olmayacağını ifade etmektedir.
• Kadınların peygamber olamayacağını ifade etmiştir. Bununla birlikte
kerameti kabul eden Razi, Hz. Meryem’in bazı kerametlerinin olduğunu söylemiştir.
• Kadınlar erkeklere olan nimeti tamamlamak için yaratılmışlardır. Ayrıca Razi
aslında kadınların erkekler için yaratıldıklarından mükellef tutulmamaları gerektiğini
ancak mükellef tutulmazlarsa kocalarına itaat etmeyip fesadın ortaya çıkmasına
neden olacakları, mükellefiyetlerinin bu nedenle olduğu görüşündedir.
107
• Erkek çocukları kız çocuklarına göre daha değerlidir
• Razi tefsirinde anne-baba hakkına dair çok geniş açıklamalar yapmıştır. Razi,
anne babaya iyilik emredildikten sonra özellikle annenin zikredilmesine dayanarak,
çocuktan dolayı annenin çektiği zahmet ve meşakkatin daha çok olduğundan ana
hakkının daha büyük olduğunu ifade etmiştir.
Kadının değerli görüldüğü en önemli belki de tek yönü anneliğidir. Bunun
dışında kadın yaratılışı gereği noksan, aklı kıttır; onun hileleri, tuzakları, şerleri
çoktur. Kadınlar kendilerini savunamazlar. Bunu yapmaya çalıştıklarında kendilerini
savunacak yerde aleyhinde olan şeyleri bile söylerler.
Tüm bunlar ayetleri de delil göstererek Razi’nin dile getirdiği ataerkil
söylemlerdir. Fakat hemen belirtmemiz gerekir ki Razi’nin yaşadığı sosyo-kültürel
hayatta bu söylemler çok doğaldır. Bu nedenle Razi’nin görüşlerini değerlendirirken
bunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
108
KAYNAKÇA
ABDULBAKİ, Muhammed Fuad, Mûcemul- Müfehres li-Elfazıl Ku’anil-Kerim, elKahire, 1988
ABDULHAMİD, Muhsin, er-Razi Müfessirsen, Darul-Hurriyyeti lit-Tibaati,
Bağdad, 1974
AĞIRMAN, Cemal, Kadının Yaratılışı –İlgili Rivayetler Bağlamında Bir Yaklaşım-,
Rağbet Yay, İstanbul, 2001
AKDEMİR, Salih, “Tarih Boyunca ve Kur’an-ı Kerim’de Kadın”, İslami
Araştırmalar, V/4, 1991, s.260-270
AKPINAR, Ali, Kur'an Coğrafyası, Fecr Yayınları, Ankara, 2002
AKYÜZ, Vecdi, “Ana Baba”, TDVİA, İstanbul, 1991, c.III
AKTAŞ, Cihan, “Kadının Toplumsallaşması ve Fitne”, İslami Araştırmalar, V/4,
1991, s.251-259
ARSEL, İlhan, “Şeriat ve Kadın”, Orhanlar Mat. İstanbul, 1987
ATEŞ, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehli Kitab Örf ve Adetleri, Beyan Yay,
İstanbul, 1996
AYDIN, Mehmet Akif, “Aile”, TDVİA, İstanbul, 1989, c.II
BARDAKOĞLU, Ali, “Cahiliye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın,
(Sempozyum), Ensar Neş, İstanbul, 1996
BERKTAY, Fatmagül, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın: Hıristiyanlık ve
İslamiyet’te Kadın Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, Metis Yay, İstanbul,
1996
BEŞER, Faruk, Kadının Çalışması, Sosyal Güvenliği ve İslam, Nun Yay, İstanbul,
1995
109
BİLGİN, Beyza, “İslam’da ve Türkiye’de Kadınlar”, İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.
XXXVI, Ankara Ünv. Basımevi, Ankara, 1997, s.29-43
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi 1 (Tabakatü’l-Müfessirin), Diyanet
İşleri Reisliği Yay, Ankara, 1962
CARULLAH, Musa, Kur’an-ı Kerim Ayet-i Kerimelerinin Nurları Huzurunda
Hatun, (Yay. Haz. Görmez, Mehmet), Kitabiyat, Ankara, 1999
CEBECİ, Lütfullah, “Mefâtihu’l-Gayb”, TDVİA, Ankara, 2003, c.28
CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara, 1988 (II)
-----------------------,Tefsir Usulü, AÜİF Yay, Ankara, 1976
CEYLAN, Yasin, “Fahreddin Râzî’nin “Mefâtih’ul-Gayb” Tefsiri Üzerine Bazı
Mülahazalar”, İslami Araştırmalar, sy.3, Ankara, 1987, s.47-55
ÇAĞRICI, Mustafa, “Ana Baba”, TDVİA, İstanbul, 1991, c.III
ÇAĞATAY, Neşet, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, AÜİF Yay, Ankara,
1971
DAVUDİ, el-Hafız Şemsüddin Muhammed bin Ali bin Ahmed, Tabakatu’lMüfessirin, Kahire, 1392/1972, (II)
DEMİRCİ, Muhsin, Tefsir Tarihi, Marmara Ünv. İFAV, İstanbul, 2003
DOĞUŞTAN GÜNÜMÜZE BÜYÜK İSLAM TARİHİ, Komisyon, Çağ Yay,
İstanbul, 1986, c.I
ESED, Muhammed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, çev. Cahit Koytak, Ahmet Ertürk,
İşaret Yay, Ankara, 1999
FAYDA, Mustafa, “Cahiliye”, TDVİA, İstanbul, 1993, c.VII
110
FİDAN, Hafsa, Kur’an’da Kadın İmgesi (Doktora Tezi), Ankara Ünv. SBE, Ankara,
2005
GÜLER, İlhami, “Kur’an’da Kadın-Erkek Eşitsizliğinin Temelleri”, İslamiyat, V/4,
1991, s.310-319
GÜNALTAY, Şemsettin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Sad. Mahfuz Söylemez,
Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu Yay, 1997
-----------------, “İslam’dan Önce Araplar Arasında Kadının Durumu Aile ve Türlü
Nikah Şekilleri”, Belleten, 1951, c.XV, sy.60, s.691-707
GÜRLER, “Kadının Yöneticiliği Meselesi -Bir Hadisin Okunuşu ve Eleştirisi-”,
Dini Araştırmalar, c.4, sy.11, s.67-94
HAMİDULLAH, Muhammed, “İslam Hukukunun Kaynakları Açısından Kitab-ı
Mukaddes I”, çev. İbrahim Canan, Atatürk Ünv. İslami İlimler Fak. Dergisi, sy.3,
Ankara, 1979, s.379-390
HARMAN, Ömer Faruk, “Meryem”, TDVİA, Ankara, 2004, c.XXIX
HATEMİ, Hüseyin, Kadının Çıkış Yolu İlahi Hikmet’te Kadın, Birleşik Yay,
İstanbul, 1999
HATİBOĞLU, Mehmed Said, “İslam’ın Kadına Bakışı”, İslami Araştırmalar, V/4,
1991, s.231-235
İBN HALLİKAN, Ebu’l-Abbas Şemsuddin Ahmet, Vefeyatul-A’yan, el-Kahire,
1367/1948, (I-VI)
İBN KESİR, İmadüddin Ebu’l-Fida İsmail bin Ömer, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim,
Beyrut, 1998, (I-VIII)
----------------, Büyük İslam Tarihi, el-Bidaye ven-Nihaye, çev. Mehmet Keskin, Çağrı
Yay, İstanbul, 1995, (I-XXV)
111
İBN MANZUR, Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, Beyrut, 1956
IZUTSU, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, ts,
KAHVECİ, İhsan, Fahreddin er-Râzî’nin
“Mefatihu’l-Gayb” Adlı Tefsirinde
Ulûmul-Kur’an, (Basılmamış Doktora Tezi) Sakarya Ünv. SBE, Sakarya, 2001
KARAMAN, Hayreddin, İslam’da Kadın ve Aile, Ensar Neşriyat, İstanbul, 1995
KARSLI, İbrahim, Kur’an Yorumları’nda Kadın, Rağbet Yay, İstanbul, 2003
KIRCA, Celal, Kur’an ve İnsan, Marifet Yay, İstanbul, 1996
KİTAB-I MUKADDES, Eski ve Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1997
KRAMERS, J. H, “Razi”, İA, İstanbul, 1960, c.IX
MENGÜŞOĞLU, Takiyyettin, İnsan Felsefesi (Felsefi Antropoloji), İstanbul, 1988
MÜFTÜOĞLU, Ömer, Kur’an’da Hz. Lut ve Kavmi, ts
NASR Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı -Metin Anlayışımız ve Kur'an İlimleri
Üzerine-, çev. Mehmet Emin Maşalı, Ankara, 2001
ÖZGEL, İshak, Büyük Selçuklular Dönemi Müfessirleri, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi) Uludağ Ünv. SBE, Bursa, 1996
ÖZTÜRK, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, -Tefsirde Anakronizme Ret
Yazıları-, Ankara Okulu Yay, Ankara, 2004
ÖZTÜRK, Yaşar Nuri, Kur'an’daki İslam, Yeni Boyut, İstanbul, 1995
RAHMAN, Fazlur, Ana Konularıyla Kur’an, Ankara Okulu Yay, Ankara, 1998
--------------, İslam ve Çağdaşlık, Ankara Okulu Yay, Ankara, 1999
RAZİ, Fahruddin, Tefsîr-i Kebîr (Mefâtîhu’l-Gayb), ter. Suat Yıldırım, Lütfullah
Cebeci, Sadık Kılıç, Sadık Doğru, Akçağ Yay, Ankara, 1988 (I-XXIII)
SAFEDİ, Selahaddin Halil bin Aybek, El-Vafi bil-Vefeyat, Wiesbaden, 1959, (IXXV)
112
SARI, Mevlüt, el-Mevarid, Arapça-Türkçe Lügat, Bahar Yay, İstanbul, 1982
SARICIK, Murat, İnanç ve Zihniyet Olarak Cahiliye, Nesil Yay, İstanbul, 2004
SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDV. Yay, Ankara, 2001
SAVAŞ, Rıza, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, Gelenek Yay, İstanbul, 2004
SERİNSU, Ahmet Nedim, Kur'an-ı Kerim’in Anlaşılmasında Esbab-ı Nüzul’ün
Rolü, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Ünv. SBE, Ankara, 1993
SIBAİ, Mustafa, İslam’a ve Garblılara Göre Kadın, çev. İhsan Toksarı, Nida Yay,
İst, 1969
SOFUOĞLU, Mehmet, Tefsire Giriş, Çağrı Yay, İstanbul, 1981
SUYUTİ, Celaluddin Abdurrahman, Kitabu Tabakati’l-Müfessirin, Leiden, 1839
SÜLÜN, Murat, Mefatihu’l-GaybTefsiri’nin 15, 16, 31 ve 32. Ciltlerinin Fihristi
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Marmara Ünv. SBE, İstanbul, 1993
TABERİ, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Tevilil Kurân, Mısır,
1954, (I-XXX)
TAPLAMACIOĞLU, Mehmet, “Din Sosyolojisi”, AÜİF Yay, Ankara, 1983
TOPALOĞLU, Bekir, İslam’da Kadın, Yağmur Yay, İstanbul, 1970
-------------------, “Huri”, TDVİA, İstanbul, 1998, c.XVIII
TUKSAL, Şefkatli, Hidayet, Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki
İzdüşümleri, Kitabiyat, Ankara, 2000
TÜMER, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslam’da Hz. Meryem, TDVY, Ankara, 1997
UĞUR, Mücteba, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, Çağrı Yay, İstanbul, 1980
ULUDAĞ, Süleyman, Fahrettin Razi, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara, 1991
…………., , Sufi Gözüyle Kadın, İnsan Yay, İstanbul, 1995
113
ÜNAL, İsmail Hakkı, Kur'an’da Aile Kurumu, DİD, c.40, sy.2, 2004, s.7-20
ÜNVER, Mustafa, Kur’an’ın Anlaşılmasında Siyakın Rolü (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi) Ankara Ünv. SBE, Ankara, 1993
WENSİNCK, A. J, “Huri”, İA, İstanbul, 1950, c.V
YAVUZ, Yusuf, Şevki, “Fahreddin er-Râzî”, TDVİA, İstanbul, 1995, c.XII
YAZICI, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, TDVY, Ankara, 2002
YILDIRIM, Suad, Kur’an’da Uluhiyet, Kayıhan Yay, İstanbul, 19997
YÜCE, Abdulhakim, Razi’nin Tefsirinde Tasavvuf, Çağlayan Yay, İzmir, 1996
ZEMAHŞERİ, Ebul-Kasım Mahmud b. Ömer, Tefsirul-Keşşaf, Matbaa-i Amire,
Mısır, 1307, (I-II)
ÖZET
GÜRLEVİK, Safiye, Mekki Surelerde Kadın (Razi Tefsiri Örneği),
Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Nedim SERİNSU, s.113
Araştırma giriş, beş bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş bölümünde
araştırmanın amacı, önemi, yöntemi ve kapsamı , Fahreddin Razi’nin hayatı ve
Tefsîr-i Kebîr (Mefâtihu’l-Gayb) adlı eseri hakkında bilgi verilmiştir. Daha
sonra İslam öncesi dönemde kadının toplum içindeki yeri açıklanmış, son
olarak da kadınlarla ilgili Mekki Sureler/Ayetleri tasnif edilmiştir.
Araştırmanın ilk bölümünde kadının yaratılışı üzerinde durulmuştur.
Kadının Hz. Adem’den değil, onun gibi topraktan yatıldığı sonucuna
varılmıştır. Ayrıca Hz. Havva’nın Hz. Adem’in cennetten çıkma sebebi olmadığı
ortaya konularak kadının insanın cennetten çıkarılma nedeni olmadığı
açıklanmıştır. Razi’nin de bu konuda Kur’an’ın beyanına (açıklamasına) uygun
açıklamalarda bulunduğu sonucuna varılmıştır.
Araştırmanın ikinci bölümünde kadın inanç açısından değerlendirilmiştir.
İman ve inkar etmede, sahip olunan statünün önemli olmadığı üzerinde
durulmuştur.
Araştırmanın üçüncü bölümünde kadının ailedeki konumu incelenmiştir.
Mekki surelerde anne, eş ve çocuk olarak kadının önemi üzerinde durulmuştur.
Razi’nin anne olarak kadının değerini açıklamasına karşın eş ve kız çocuğu
olarak kadına aynı değeri vermediği görülmüştür.
Dördüncü bölümde ahirette kadının durumu açıklanmıştır. Ahiretteki
kadın tasvirlerine Mekki surelerde çok sık yer verildiği görülmüştür. Razi’nin
bu tasvirleri tefsirinde geniş bir şekilde açıkladığı görülmüştür.
Son bölümde kadının yöneticiliği meselesi ele alınmış olup Kur’an’ın
bütünlüğü açısından konu değerlendirilerek kadının yönetici olabileceği
sonucuna varılmıştır. Razi ise kadının yönetici olamayacağını ifade etmiştir.
Sonuç kısmında ise Mekki surelerde Kadının yaratılışı, inanıp inanmama
konusundaki seçim özgürlüğü ve kız çocuklarını öldürmenin yasaklanmasıyla
kadınların insan olarak değerli bir varlık olduğu açıklanmıştır. Böylece Mekki
surelerde kadınlara tam bir kişilik kazandırıldığı ortaya konmuştur.
SUMMARY
GÜRLEVİK, Safiye, Woman in Meccan Suras (Commentary of Razi as a
sample), Master Thesis, Consultant: Prof. Dr Ahmet Nedim SERİNSU, PG. 113
Research consists of introduction, five parts and conclusion. Introduction
part gives information about the aim, importance, method and scope of the
research, life of Fahreddin Razi and his work called Great Commentary
(Mefatihu’l – Gayb). Later, woman’s position in society has been explained in
Pre-Islamic period, and finally Meccan Suras and verses about woman have
been classified.
The first part of the research has asserted the creation of woman. It has
been reached to the point that woman has been created not from Prophet Adam
but soil like him. In addition, it has been stated that Eve isn’t the reason for
human beings’ dismissed from heaven by bringing up Eve’s not being the
reason for Adam’s being thrown from heaven. It has been reached to the
conslusion that Razi has made explaination acceptable by the statements of
Qur’an.
In the second part of the research, woman has been evaluated in the
aspect of belief. Her status has no importance for adherence to Islam and
negation which has been accentuated.
In the third part of the research, woman’s position in the family has been
analyzed. Woman as a mother, wife and child has been emphasized in Meccan
Suras. It has been noticed that while Razi has explained the importance of
woman as a mother, he hasn’t given the same importance to woman as a wife
and daughter.
In the fourth part, woman’s situation in life to come has been explained. It
has been seen woman descriptions in life to come are frequently made in
Meccan Suras.
In the last part, the matter of woman’s directorship has been dealt with
and it has been reached to the point in the unity of Qur’an by evaluating the
matter that woman can be a director. However, Razi has stated woman can’t be
a director.
In the conclusion part, in Meccan Suras, creation of woman, preference
freedom to believe or not, women’s being given significance as human beings by
forbidding killing girls have been revealed. Therefore, it has come out that
women have gained a complete personality in Meccan Suras.
Download