DIYANET [ŞLERI BAŞKANLIGI DERGISI. DlN1, AlU.uUO, EDEBl, MESI.EKt AYLIK DERGi 1. Cilt Aralık 1962 ============···==-=== , 7. Sayı ::;,-····· .__ BtJYOK tSLAM MüTEFEK.KtRt FAHRtJDDlN-1 RAZI -uTahir Harimi BALCIOOLU l!~ahrüdmn-i gi~ liJimil'erle meşguliyeti : Mesela orta ça.ğda meşhur· o~an kimyacılığa yenilmez merakları vardı. Iksir-i a'zam, hacer-i mutalsım denilen maddeyi bulına;k, bununila arzu ettiğin eşyayı altına çevirmek, orta çağda umumi bir i'tikad halinde yaşıyordu. Fahrüddin-i Razi de aynı inanışiara kapılanlar arasmda idi. Bu uğurda :birçok paralar sarfetmişti. İbn-i Kıfti, onun bu garip halini kaydediyor. (1) Esasen gizli ilimler adını taşıyan bu gibi şeylere dair şarkda hayli eserler. te'lif edilmiş ve bunlar Avrupaya, evvela Pirene dağlarını aşarak Endelüsten, bilahare ha-çlı seferleri dolayısiyle şarktan intikal et;miştir.. Razi'nin Fahrüddin-i Razi'ye atfedilen bu itikadın sebebi, ona nisbet olunan Es-Sirrü'l-Mektfun adlı bir eserin müellifi ola!'ak tanmmasıdır. Bu yüzden de Şeınsüddin-i Zehehi Türkınani onu küfür1e itharn etmiştir. Buna karşı Süıbki, diyor ki : «Bu sözlerle Razi'yi hem takdir hem tekfir etm~k garip bir hükümdür. Onun müteaddid eserler yazmış akl-ü zeka sahibi bir alim olduğunu itiraftan sonra, o eserlerinin din adamlarınca hayret ve taaccüple karşılandığını söylemek bir nevi tenakuzdur. Es-Sirrü'l-Mektfım kitabının Razi'ye nisbeti münazaalıdır. Zehebi, bunun, Razi'ye atılan bir iftira olduğunu söylüyor. Razi'nin olduğunu kabul etsek bile, sihir değildir. Bu söz, hocamız Zehebi'nin taraf,girliğine şahadet eden bir misaJdir. İbn-i Haldun ise, bu noktaya temas ederek, Razi'nin bu isimde bir te'lifi olduğunu; ve Şarkda şöhret kazanmış olan bu kitrubı görmediğini söylüyor. BazıLarı da o eserin müeHifinin Harram olduğunu iddia ediyorlar. Fakat Es-Sirrü':l-Mektum'un Razi'nin te'lifi olduğu anlaşılmıştır. Uyfmü-1-Hikme şerhinde. (1) Es.-Sirrü'l-Mektfını kitabından bahsettiğine göır~ lartık başka türlü düşünnıeğe imkan yoktur. Bu ~açıklama diğer bir bahisde de görülmektedir. E,s-Sirrü'l-Mektum'dan bir nüsha Bayazid Umumi Kütüphane'de 1280 nurnarada mukayyeddir. ~ahrüıddln-i Razi'run mu:Jıalifleri : Fahrüddin-i Razi gibi devrindeki alimierin reisliğini yapmış ve Şey­ hül-islam-ı Herat unvanını almış şöhretli bir alimin muhakkak bir çok da hasedci ve muhalifleri olaeaktı. Bu aleyhdarları, iki zümreye ayırma.k lazımdır. (1) !bn-i Kıfti s. 190, Mısır tab'ı. _, 19 1 - Sırf ilmi içtihadiara dayanan mühaJefet erbabı; 2 - Sivas! ve mezhebi taassublara: dayanan muh§J,efet .erbabı. Fahrüddin-i Razi'nin muhalifleri arasında, başda gelen Kerramiler . ilc !rlUtasavvıflar görülmektedir. Razi'nin tefsir, fıkıh ilimlerindekl ihti.. · saslariy1e, kelam ve fels2fedeki yüksek iktidarı, onu, asrınm ilmi nüfuzu"' nu tamamen şahsiyetinde temsil ettirecek bir mertebeye çıkarmıştı. Hat~ ta bu şerefli mevkii ·izah eden mühim bir hadiseyi de kitaplar nakledi" yorlar. Harzem hükümdarı Alaüddin'in hürmetlerini kazanması da ancak bu salahiyet sayesinde idi. Fahrüddin-i Razi hayatının ilk şöhretli dee virlerinde tasavvufa iltifat etmemişdir. Bilhassa kelam ve felsefeye tama~ men kendini vermesi, o devirlerde Herat, Belh, Harzem memleketlerinde ya.şayan mutasavvıflarm. hiç de nazariarına hoş gelmiyurdu. Razi'den bir buçuk asır evvel yaşayan büyük sôfilerin te'siriyle hayliden hayliye yayılmış olan mistik nazariyelerin arneli hayatta yarattıkları tar!katla"' rm pirleri, orta Asyada ün salmışlardı. Bu itibarla kıymet kazanan sôfilerin ,biraz da kapalı ve esrarengiz tavırları, ruhları hayli cezbediyor~ du. O zamanlarda Belh şehrinin tasavvufdaki yüksek neşvesiy1e. tanıne mış mümtaz alimlerinden Sultanü'l-Ulema Bahaüddin Veled (1221/618} in günden güne artan şöhreti ve nüfuzu da bu sebeplerden ileri geliyordu. Feyl.esoflara ve kelamcılara karşı menfi neşriyatiyİe ilim hareketlerini sarsmağ.a çalışan bu zümre, Cemal· Hasfrl, Tae Zeyd, Arnid-i Mervezf 1bn=i Kad1 Sıddlk, Şemsüddin Hafi, Reşi:d Kababi gibi sôfile:r, R§"zi tarafdarla~ rı olan alin;ıleri, son derece müteessir ediyordu. Bahaüddln Veled'in Belh'i terketmesi hakl{mda Harzem Şah tarafından verilen emir üzerine kelam ve felsefe aleyhdarlarının sesleri kısmen kesildi. Sulta.nü'l-Ulema, dersled rinde Aristo gibi Yunan felsefecilerinin davalarını bit kıyınet olarak ta" lim ·etmek değil, tslamiyetin kök ve asıllarını aniayıp ruha. gönüle terbiye vermenin gerektiğini ta'riz suretiyle daima tekrarlardı. Bu sözleriyle hep Fahrüddin-i Razi'yi kasdediyordu. Fahrüd:dllı-i Razi ve MutasaVvıfa : Tasavvufun altıncı hicrl asJrlarda hemen bütün İslam dünyasını ku"' caklamış bir zihniyet olarak yayılınağa devam ettiğini görüyoruz. Bilhas"' sa Cengiz istilaları dolayısiyle altüst olan İslam medeniyeti göçrneğe yü71 tutmuştu. Memleketler harap ve birçok iklimlerden sel gibi akan muh~­ cirler, umumun ye'sini bir kat daha arttırıyorlardı. Sefalet artmış, sala;h · ümidi zayıflamış, ayakta tek bir şey kalmıştı : O da iztirap. Tasavvufun ekseriyetle rağbet gördüğü devirler, hep böyle devirlerdir. İslam tasav"' vufu, gönüllerden kitaplara, yani açık ve talimi bir şekle döndükten son" ra, dört asır kadar müşkül şartlar karşısında bünyelenmeğe uğraştı. XII 20 nci asrın sonlarında birdenbire geniş bir inkişafa uğradı ve en meşhur sôfiler kıymetli eserler verrneğe başladı. Bu devrin, tasavvuf tarihinde ehemmiyeti büyüktür. Bu ehemmiyet, yeni bir hayat ve ruhi intibah yaratan mutasavvıfların sundukları teselll şerhetine bağlıydı. Hayatm geçici sadmelerine ba:şka türlü mukavemet etmek imkansızdı. Tasavvufun esaslı talirolerinden birisi, varlığımızı hiçe sayarak felaket ve beliyyeleri AJllah'ın bir cilvesi bilmek ve buna katıanınayı hoş görmeye davet eden bjr iksirdir. Cengiz orduları, Orta Asya şehirlerinden garba doğru bir dönüş yaptılar.. Her taraf yangın ve alevler içinde kaldı. Devam eden viraneler ve harabeler içinde mutasavvıflar, gönülleri ve inanışları marnur etmeye çalışıyorlardı. Hankahlar, kederli ve perişan insanlarla dolup taşıyordu. Az bir zaman içinde tasavvufun nüfuzu, resmi ilim müesseselerine doğru yayıldı. Esasen medrese ilimlerrinde şöhretlenen alimlerden bir. haylisinin daha bu ha.disele!lden önce tasavvuf neş'esiyle kanaat ve talimlerini muhite dökrneğe çalışıyorlardı, Bahaüddln Veled, Necmüdclln-:i:. Kübra, Necmüddin Daye, Sa'düddin-i Hamevi, Mecdüddin Bağdadi gibi tefsir, hadis, fıkıh, tarih ilirolerindeki ihtisaslarma eserleri şelıadet eden zatlar, bu vadide önde bulunuyorlardı. Fahrüddin-i Razi Harzemşahlar sarayında ikramlarla yaşadığı bir devirde, büyük bir nam ·kazanan Bahaüddin Veled'in, ders1erinde felsefe ve kelamcıları zemmetmesi, Razi'yi ve tamftarlarını müteessir ediyordu. Bunun üzerine mukabeleye mecburiyet duydu. isimlerini yukarıda da verdiğimiz alimler, mutasavvıfların bu yoldaki hareketlerini doğru bulmadıklarını kürsilerde söylüyorla:rd1. Zühd ve takva yolunda yUrüyecek yerde ilin üzerinde akıl yürütenierin tartış­ maların:ı:, eski din alimlerinin sünnet ve mezheplerine aykırı gören Bahatlddin Veled'in hergün artan şöhreti, hükümetin de endişesini uyandır­ mıştı. Nihayet 1208/605 tarihinde bu büyük mutasavvıf, Belh şehrini terke mecbur edildi. Tasavvuf kitaplariyle birtakım hal tercümecileri, Muhammed Kutbüddin Harzemşah'a bu fikri Falırüddin-i Razi'nin telkin ettiğini kaydediyorlar. Hazret-i Mevlana Celalüddin-i Rumi de Mesnevi'sinde. babasının nu müdafaa kasdiyle söylediği : yolu~ «Yunanlılarm racaksın! hikmet ve felsefesiyle ne zamana kadar uğraşıp duBiraz da iman hikmetini okusan ya!. .. » mısralariy1e beraber : «Her kimin kalbinde şek ve karışıkhk varsa, o, cihanda saklanmış bir feylesoftur» diyor. Mevlana'nın felsefeyi bir meslek olarak zem etmesi, akıl yoUariyle hakkın marifeti mümkün olmadığı manasında telakkl edilmekle beraber, Fa:hrüddin-i Razi hakkındaki kanaatini de ifade eder. Bu, kendisine babadan intikal etmiştir. Hazret-i Mev~ana, Fahr-i Razi'yi şaşırmış, akıl yollarında bocalayan 21 bir kimse telakkİ ediyor, ve diyor ki · : «Bu balıiste akıldan bil yol görünse idi, Fahr-i Razi .dinin esci.rını bilmiş oJurdu. Heyhat ki tatnuyan bir· .şey bilmez. Onun aklı ve tahayyülatı hayretini çoğaltınaktan başka bir . şeye yaııamadı». Bazı me'hazlarda Fa;hrüddin-i Razi'nin, meşhur sôfiyyfı.ndan Necmüddin-i Kühra ile rolilakattan sonra tasavvufa intisab ettiği rivayet olunuyor. Tacüddin-i Sübki'nin ifadesine göre Razi, Te'vilat-ı Necmiye müellifine iradet getirdikten sonradır ki, Tefsir-i Keb!r'i yazmıştır. Eserde, tasavvuf ve silluke ait birçok işaretiere tesadüf olunması . bundan :ileri gelmektedir. Fahriidıdin-i Razi ve Tefsir : Razi'nin Kur'an üzerine yazdığı Mefatihü'l-Gayb adlı tefsir, alimler .;Rrasında Tefsir-i Kebir namiyle meşhurdur ve matbudur. İslam alimleri Kur'an'ın tefsiri ile meşgul oldukları sırada en ziyade ihtisas kazandlk• ları ilimlerden yardrmı önde tutmuşlar ve biTçok şeyleri tefsirlerine yazmışlardır. Meşhur Arap dilinin bilginlerinden olan Zeccac'ın tefsirine, bir .nahiv kitabı; Aıbdüsselam Kaz:vini'nin, beşyüz cilde varan tefsirine bir Ansiklopedi demek caizdir. Sa'Jebi'ninki ise, tefsir değil, fıkıh kimbıdır. Nitekim bir mezhepler tarihini andıran Kurtubi'nin tefsiri de salamyetli ulemanın tenlcidlerine uğramıştır. Fahrüddin-i Razi de feylesofların ve kelamcıların dava ve nazariyelerini 'tefsirine doldurduğundan dolayı aynı duruma düşmüştür. Ebu Hayyan, Razi'yi bu noktadan şiddetle muahaze etmiştir. (1) Bunun1a heraber Tefsir-i Kebir, · Fahrüddin-i Razi'nin Kur'an üzerinde derin tetkiklerini, islamiyetin ana kaynağı hakkındaki geniş bilgisini bize öğreten muazzam bir eseridir. Kelam ve felsefe ile Kur'an'ı tahlil, mühim esas:l.ar üzerinde bizzat vahyin tebliğ ettiği hükümleri bu yönden tetkik, Razi için bir gaye olmuş idi. (Devamı (1) Ke§fü'z-Zunün (c. I s. 300 istanbul 22 tab'ı). var)