iftiralara cevablar

advertisement
İFTİRALARA CEVABLAR
EBU SEYF
Hamd Allah subhanehu ve tealayadır. Salat ve selam ise Onun Rasulü'nedir.
Günümüzde en çok tartışılan ve en çok ayakların kaydığı konulardan birisi de
büyük şirkte cehalet mevzusudur. Günümüzde bazıları büyük şirkte cehaleti
mazeret görürken bazıları ise görmemişlerdir. Peki böyle bir ihtilafın olması
isteyenin isteyen görüşü seçmesi ve kim hangi görüşü seçerse seçsin karşı tarafı
kınamaması gibi bir şeyi gerektirir mi?
Hayır! Kesinlikle. Bu konuda tek doğru görüş vardır. O da büyük şirkte cehalet
mazeret değildir ve büyük şirkte cehaleti mazeret görenler ise sapıktırlar. İşte
durum bu kadar nettir.
Benim bu risaleyi yazmamın sebebi ''Büyük şirkte cehalet'' adlı bir kitabı
okudum ve içinde birçok sapıklığın olduğunu gördüm. Dahası ''Nakil Kürsüsü''
denilen yapının da büyük şirk konusunda nasıl saptığına şahid oldum. Allah
subhanehu ve tealadan onlara hidayet vermesini dilerim.
NAKİL KÜRSÜSÜ'NÜN CEHALET KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ
Soru:
''Selamun aleykum hocam, Cehalet özrü meselesinde günümüzde büyük şirk
işleyenlerin ikametul hücce yapılmadan tekfir edilmeyeceklerini söylüyorsunuz.
Hocam Selef’den büyük şirkte cehaletin mazeret olacağını söyleyen âlimler
kimlerdir?''
Cevab:
''Aleykum selam ve rahmetullahi ve berekatuhû. Hamd âlemlerin rabbi olan
Allah’a, salât ve selam efendimiz Rasûlullah’a, ehli beytine, ashabına ve yolunu
takip eden mü’minlere olsun.
Öncelikle şunu söyleyeyim. Cehaletin büyük şirkte mazeret olup olmayacağı
konusu Ehl-i Sünnet âlimleri arasında ictihada açık ihtilaflı bir meseledir. Yani
mazeret gören âlimler olmuş. Mazeret görmeyen âlimlerde olmuş. Bazı şartlar
dahilinde mazeret olur diyenler olmuş. Ama bu âlimler birbirlerini tekfir
etmemişler, ve kötülememişlerdir. Bu konuda İsmail hocamızın bir risalesi yakın
zamanda Allah'ın izniyle basılacaktır. O risaleyi okumanı muhakkak tavsiye
ederim. Ancak acilen soruna şu cevabı vereyim:
Muasır ulemadan Ebu'l-Fadl Ömer El-Hadduşi (hafizehullah)"El-uzru bi'l-Cehli"
(cehaletin özür olması) kelimesinin, selefin literatüründe bulunmadığını iddia
eder. Bunu yerine selef "el-Huccetu'r-risaliyye" (risâlet hücceti) ibaresini
zikreder. Dolayısıyla Kuran ve Sünnet nassları çerçevesinde büyük şirkte
cehaletin mazeret olabileceğine kanaat getiren kimseler, bu kanaatlerini
destekler mahiyette selef ve seleften sonra gelen ulema isimlerini bulmakta ne
kadar zorlanacaklarsa, büyük şirkte ikrah ve intifau'l-kast hariç hiçbir surette
cehaleti mazeret görmeyenler de bir o kadar zorlanacaktır.
"Kıble ehlinden yani Müslüman olan bir kimse cehaleti sebebiyle onu şirke
sokacak bir söz veya eylemde bulunursa, direkt müşrik olur cehaleti kesinlikle
mazeret değilidir" diye seleften yani sahabe, tabiin ve tebetabiinden isim
bilmiyorum. "Mazerettir" diyen kimseleri de duymadım ve okumadım. Büyük
şirkte cehaletin mazeret olabileceğine kanaat getiren cihadî şeyhlerden Şeyh
Atiyyetullah(rahimehullah)'ın Ebu Meryem'e yazdığı reddiyede şu ifadeler
vardır:
"...siz Mihlif'e (Ebu Meryem'e) bir sene mühlet verin, bu konuda itirazdan salim
açık bir icma (cehaletin mazeret olmayacağına dair) rivayetini getirebilirse, ilim
ehline göre ona icabet vacip olur...
Tam tersine -biz icma nakletmeye cüret etmemekle beraber- biri çıksaydı da
zıddına bir icma (cehaletin mazeret olabileceğine dair) naklinde bulunsaydı, bu
doğruya daha yakın olurdu."
Daha sonra Musa Hoca Ebu Katade el Filistini'nin cehaleti mazeret
gördüğünden bahseder. Sonra şöyle devam etti:
Cehaletin büyük şirkte mazeret olabileceğini söyleyen eski bazı âlimlerden şu
isimleri verebilirim: İbni Hazım, Kuvvetli ihtimale göre İbni Teymiye ve talebesi
İbnil Kayyım, İbni Hacer El-Askalani, İbnul Vezir El-Yemani, Şevkani, Elüsi, Kasimi
ve Şeyh Sa'di (Allah onlara rahmet etsin). Allah en iyisini bilir.
Allah’a hamd ve Rasûlü Muhammed’e salât ve selam olsun. Davamızın sonu
âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd etmektir.''
NAKİL KÜRSÜSÜNE CEVAB
İşte ''Büyük şirkte cehalet'' adlı kitabda hemen hemen yukarıda Musa Hoca'nın
anlattığı şeylere değiniyor.
Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Değildir
'' Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah'ın kelâmını işitip
dinleyinceye kadar ona aman ver, onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır.
İşte bu onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.''1
İşte bu insanlar daha daveti duymamalarına Allah subhanehu ve tealanın
kelamını işitmemelerine rağmen müşrik olarak isimlendirilmiştir. Dikkat et!
Allah subhanehu ve teala ayetin sonunda şöyle buyuruyor: '' İşte bu onların,
bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır.''
Allah onlara bilmeyen bir kavim demesine rağmen ayetin başında '' Ve eğer
müşriklerden biri dedi.
''Kitab ehlinden ve müşriklerden küfredenler, kendilerine apaçık bir huccet
gelinceye kadar vazgeçecek değillerdi.''2
Allah subhanehu ve teala daha apaçık hüccet gelmeden ''Kitab ehlinden ve
müşriklerden küfredenler'' dedi.
“İcmâ ile sâbit olduğuna göre: Allâh’u Teâlâ, usulu’d-dîn’deki (dîni asıllarındaki)
cehâleti mazeret olarak saymamıştır.” [Karâfî, Şerhu Tenkihi’l-Fusul: 439.]''3
''Kadı İyad dedi ki; “Küfürde hiç kimse cehaletle mazeretli değildir.”( Şerhuş Şifa
(2/438), İlam bi Kavaitul İslam (65))4
''İmam Şemseddin bin Arefe el-Maliki dedi ki; “Doğru olan şudur ki küfrün
çeşitlerinde kimsenin cehaleti özür olamaz. Tıpkı Ebu’l Hasan el-Maliki’nin
1
tevbe 6
beyyine 1
3
Abdullâh Saîd el-Müderris.
4
Ebu Ubeyde,tekfir bidat mıdır hakikat mi
2
Şerhu Risaletu Muhammed ibnu Yezid’in risalesinde açıkladığı gibi cehalet
mazeret değildir.”( Haşiyetu Desugi ala Şerhul Kebir (4/302))5
''İmam Karrafi dedi ki; “Çünkü şeriatın sahibi bütün itikadları şiddetli bir şekilde
yüceltti. Öyle ki bir insan eğer özen gösterip bütün gücünü harcasa Allah’ın
sıfatlarından bir sıfatı veya vacip olan başka bir şeydeki cehaletini kaldırmak için
uğraşsa ve bunu kaldırmaya güç yetirememesinden dolayı asluddinden olan bu
vacibi terk etse, bu itikadı terk ettiği için mezheplerin meşhur görüşüne göre
ebedi cehennemlik olur.”( Furuk (2/149))6
''İmam Şafiî ne de güzel söyler; “Eğer cahil cehaletinden dolayı mazur olsaydı,
cehalet ilimden hayırlı olurdu. Kul için hüccetin ulaşmasından ve ilim imkânına
sahip olmasından sonra, ona hükmedilmesinde hiçbir cehaleti yoktur. ‘İşte bu
insanların resullerden sonra Allah’a karşı bir hüccetleri olmasın diyedir…’ ”( El
Mensur fi Kavaidi Fıkhıyye Zerkeşi (2/15-17))7
''İmam Suyuti, İmam Zerkeşi’den naklederek tevhidi ve dinin aslını izah ettikten
sonra şöyle dedi; “İşte bu kısımda lafızların manasını kast ederek hiç kimse
cehaletle mazeretli olmaz. Çünkü bunlar herkesin dinden bilmesi gereken zaruri
meselelerdendir.”( İtkanu Fiulumil Kur’an (2/232-233))8
Musa Hoca şöyle diyor: '' Cehaletin büyük şirkte mazeret olabileceğini söyleyen
eski bazı âlimlerden şu isimleri verebilirim: İbni Hazım, Kuvvetli ihtimale göre
İbni Teymiye ve talebesi İbnil Kayyım,...
Bakalım İbni Kayyım rahimehullah ne diyor.
''Hafız İbn Kayyım rahimehullah der ki; “İslam Allah’ı birlemektir. Ondan
başkasına ibadet etmemektir. Allah’a ve resulüne iman, onların getirdiklerine
ittiba etmektir. Eğer kul bunun ile gelmezse Müslüman olamaz. İnatçı bir kâfir
olmasa da, cahil bir kâfir olur. İşte bu tabakadan murad, cahil ve inatçı olmayan
kâfirlerdir. İnat etmemiş olmaları onları kâfir olmaktan çıkarmaz. Çünkü kâfir
5
a.g.e.
a.g.e.
7
a.g.e.
8
a.g.e.
6
Allah’ı birlemeyi ve resulü yalanlayandır. Bu yalanlama bazen inat ile olur.
Bazen de inat ehlini cehalet ile taklit etmek ile olur…''(9 Tarikul Hicreteyn (382))9
''Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah dedi ki; “Bu babdaki mertebeler üçtür.
Birincisi; ölü olan, ya da gaip olan, salihlere, evliyalara ve diğerlerine dua ederek
onlara: “Ey efendim falan, beni koru. Senden bekliyorum ve sana sığını- yorum.
Ya da düşmanlarıma karşı bana yardım et.” Bunlar ve benzerleri gibileri şirktir.
Bundan daha büyükleri ise “Beni bağışla, affet” gibi sözlerdir ki bunları cahil
müşriklerden bir taife söylemektedir.”( Mecmuatul Fetava (1/350-351))10
''Şeyh Muhammed ibn Abdulvehhab der ki; “Allah’ın Resulünü gönderdiği şeyi
ve İslam dinini öğrenmek için çalış. Âlimlerin ‘Her kim tağutu inkâr eder Allah’a
iman ederse sağlam kulpa yapışmıştır'11 ayeti hakkındaki sözlerini iyi araştır.
Allah’ın resulüne öğrettiklerini öğrenmek noktasında çok çalış. Resulün tevhid
adına ümmetine öğrettiklerini öğ- renmek için çalış. Her kim bundan yüz
çevirirse Allah kalbine mühür vurur. Dünyayı dine tercih etmiştir. Allah bundan
cehaleti mazeret kılmamıştır.”( Mecmuatul Fetava Ver Resail vel Ecvibe (136))12
''Şeyh Ebu Batın dedi ki; “Biz Şeyh İbn Kayyım’ın, İbn Akil’in sözünü güzel
görerek naklettiğinden bahsettik. Orada kabirler hakkında aşırı gidenlerin
cehaletleri ile beraber küfrüne hükmetmişti. Şüphesiz Kur’an, şirkte mukallidin
özrü vardır sözünü red ediyor. Bunu söyleyen Allah’a iftira etmiş- tir. Allah ateş
içindeki mukallitlerden bahsederken diyor ki; “Şüphesiz biz yöneticilerimize ve
büyüklerimize itaat ettik. Onlarda bizi saptırdılar.”13 Allah kâfirlerin sözünü
anlatırken der ki; “Biz babalarımızı bu yol üzerine bulduk. Biz onların yollarına
uyuyoruz.”14 İşte âlimler bu ayetleri delil alarak derler ki, “Tevhide, risalette ve
dinin aslında taklit caiz değildir. Her mükellefe farz olan tevhidi ve risaleti
9
a.g.e.
a.g.e.
11
bakara 256
12
Ebu Ubeyde,tekfir bidat mıdır hakikat mi
13
Ahzab 67
14
Zuhruf 22
10
delilleri ile bilmektir. Ve dinin diğer asıllarını bilmektir. Çünkü bu asılların
delilleri zahirdir.”( Durerus Seniyye (10/394), Mecmuatur Resailun Necdiyye (5/476))15
''İmam Kurtubi diyor ki; “Tevhitte hiçbir mukallidin özrü yoktur.”( Kurtubi (3/2755),
Araf suresi 173. Ayetin tefsirinde söylemiştir.)16
Musa Hoca şöyle diyor:
Atiyyetullah(rahimehullah)'ın Ebu Meryem'e yazdığı reddiyede şu ifadeler
vardır:
"...siz Mihlif'e (Ebu Meryem'e) bir sene mühlet verin, bu konuda itirazdan salim
açık bir icma (cehaletin mazeret olmayacağına dair) rivayetini getirebilirse, ilim
ehline göre ona icabet vacip olur...
''Şeyh Ebu Batın dedi ki; “Bütün mezheplerin âlimleri sahibinin tekfir edileceği
sayılamayacak kadar çok söz, fiil ve itikat saymışlardır. Bunları da inat ederek bu
küfürleri işleyenlerin tekfir edilmesi ile sınırlandırmamışlardır. “Küfür sahibi,
tevil yaparak, müctehid olarak, hatalı olarak, mukallit ya da cahil olarak yaparsa
tekfir edilmez.” diyen şüphesiz kitap, sünnet ve icmaya muhalefet
etmiştir.''(Risaletun İntisar (46))17
“İcmâ ile sâbit olduğuna göre: Allâh’u Teâlâ, usulu’d-dîn’deki (dîni asıllarındaki)
cehâleti mazeret olarak saymamıştır.” [Karâfî, Şerhu Tenkihi’l-Fusul: 439.]''18
Umarım bunlar Atiyyetullaha cevab niteliğinde olmuştur. Tekrar meseleye
dönersek..
''Sanaâni dedi ki; “Fakihler, fıkıh kitaplarının riddet bablarında küfür kelimesi ile
konuşanın tekfir edileceğinden bahsettiler. Konuştuğu küfür kelimenin
manasını kast etmese dahi böyle demişlerdir.”( Tathirul İtikad (35-36))19
‘’Abdurrahman bin Hasen (rh.a) ise şöyle demiştir:
15 15
Ebu Ubeyde,tekfir bidat mıdır hakikat mi
16
a.g.e.
a.g.e.
18
Abdullâh Saîd el-Müderris.
17
19
a.g.e.
“Allah alimlere rahmet etsin, onlar istikamet yolunda gitmişler ve mürted
bablarını zikretmişlerdir. Onlardan hiç birisi “Bir kimse küfür olan bir söz
konuşur veya fiil işler de bunun kelime-i şehadete zıt olduğunu bilmezse cahil
olduğundan dolayı tekfir edilmez, dememiştir.” (Ed- Durar’us Seniyye,
11/479)’’20
‘’İmam Nevevi (rh.a) Muslim’de geçen “Kim Allah’a bir şeyi ortak koştuğu halde
ölürse cehenneme girer” hadisinin şerhinde şunları söylemektedir:
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şirk koşanların ateşe gireceğine, şirk
koşmayanların da cennete gideceğine hükmetmesi Müslümanlar arasında icma
edilmiş bir meseledir. Müşriklerin Cehennem ateşine girmeleri genel
manadadır. Müşrikler oraya girecekler ve orada ebedi olarak kalacaklardır. Bu
hususta Yahudi ve Hristiyanlar gibi ehli kitaptan olan kimselerle putperest
olanlar ya da diğer kafirler arasında bir fark yoktur. Keza hak ehli nezdinde sırf
inatçılık edip küfürde direnenlerle ötekiler arasında bir fark yoktur. Ayrıca İslam
milletine hiç dahil olmamış muhalifler ile kendisini İslama nisbet edip de inkarı
veya başka sebeblerle küfrüne hükmedilmiş olan kimseler arasında da bir fark
yoktur.” (Nevevi Şerhu Muslim, 2/97 Hadis rakam: Muslim no: 92)’’21
Günümüz Müşriklerini Tekfir Etmeyenlere bir Uyarı
‘’Şeyhulislam İbn Teymiye “Sarim’ul Meslul” adlı eserinin son bölümünde
Ebubekir,Ömer, Osman (r.anhum) gibi sahabeye dil uzatan Rafızilerin hükmünü
ele almış ve onları tekfir eden alimlerin ve de tekfir etmeyen alimlerin
görüşlerini naklettikten sonra şöyle demiştir:
"Onlar hakkında söylenilenlerin tafsilatına dair bir fasıl:
Kim bu sövmesine bir de, Ali'nin ilah olduğu yahut o peygamberdi de Cebrail
risaleti kime vereceğinde yanıldı, sapıklığını eklerse işte bunun küfründe hiç
şüphe yoktur. Dahası böylesi birinin tekfir edilmesinde duraksayanın küfründe
de şüphe yoktur." (es-Sarım'ul-MesluI, 518)
20
21
http://www.almuwahhid.org/makale.php?id=279
A.g.e.
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab (rh.a)’ın oğlu Abdullah, Rafızilerin hükmüyle
alakalı İbn Teymiyye’nin verdiği bu fetvayı naklettikten sonra şöyle demektedir:
"Her kim "Şehadet kelimesini telaffuz ettikten sonra artık hiçbir şey zarar
vermez" derse veyahut da "şehadet getirip namaz kılan oruç tutan bir kimsenin,
Allah'tan başkasına ibadet etse bile tekfir edilmesi caiz değildir" derse bu kimse
kafirdir. Böyle birisinin küfründe şüphe eden dahi kafirdir. Çünkü –daha önce de
belirttiğimiz gibi- bu kimse bu sözüyle Allahı, Rasulunu ve Müslümanların
icmasını yalanlamış olur." (Durer'us Seniyye, Mürted babı, 10/250 )’’22
Peki ya hükmü Allahtan başkasına vererek, Allah subhanehu ve tealaya şirk
koşan,bunun yanında namaz kılan,oruç tutan kişilere müşrik dediğimiz zaman
biz harici cehennem köpeği oluyoruz da o şirk koşanlara Müslüman diyenler
nasıl itidalli oluyorlar? Subhanallah. Vallahi islam gittikçe garipleşiyor.
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab “İslam dininin aslı” adlı risalesinde şöyle
demektedir:
İslam dininin aslı ve kaidesi iki önemli hususu ihtiva etmektedir.
Birincisi:
Tek olan, ortağı olmayan Allah'a (celle celaluhu) ibadet edip insanları buna
davet etmek, dostluğu velayeti bunun üzerine bina etmek, bunu terk edenleri
de tekfir etmektir.
İkincisi:
Allah'a ibadet hususunda şirkten sakındırmak ve bu hususta sert davranmak;
düşmanlığı bundan dolayı yapıp, onu (yani şirki) işleyenleri tekfir etmektir.
Bu sayılan esaslara muhalefet edenler çok çeşitlidir:
1 – Bunların muhalefet bakımından en şiddetli olanları, bu hususların hepsine
birden muhalefet edenlerdir.
2 – Onlardan bazıları ise sadece Allah (celle celaluhu)’a ibadet eder, fakat şirki
reddetmez ve de şirk işleyenlere düşmanlık göstermez.
22
A.g.e.
3 – Onlardan bazıları ise şirk işleyenlere düşmanlık gösterir, fakat onları tekfir
etmez.
4 – Onlardan bir kısmı tevhidi sevmez, fakat ona buğz da etmez.
5- Onlardan bir kısmı tevhid ehlini tekfir etti ve bu yaptıklarını salih kimselere
sövme olarak isimlendirdi.
6 – Onlardan bir kısmı hem şirke buğzetmez hem de onu sevmez.
7– Onlardan bir kısmı şirki bilmez, dolayısıyla inkar da etmez.
8- Onlardan bir kısmı da tevhidi bilmez ve de inkar da etmez.
9 – Bu kimselerin en tehlikeli olanları ise; tevhid’le amel eden, fakat onun
kıymetini ve değerini bilmeyen ve de tevhidi terk edenlere buğzetmeyen ve
onları tekfir etmeyenlerdir.
10 - Onlardan bazıları; şirki terk eder, onu çirkin görür ve inkar eder, fakat şirkin
kötülüğünü bilmez ve de şirk ehline düşman olmaz, onları tekfir etmez.
Bu sayılan kimselerin hepsi Allah (celle celaluhu)’ın nebilerine gönderdiği tevhid
dinine muhalefet eden kimselerdir.” (Durer'us Seniyye, 2/22)’’23
‘’Şeyh Hamd bin Atik en-Necdi şöyle demektedir:
"Bütün rasullerin dininin aslı; "tevhidi yerine getirmek, onu ve ona bağlı olanları
sevmek, onlara dost olmak, şirki reddetmek, şirk ehlini tekfir etmek, onlara
buğzetmek ve onlara düşmanlık göstermektir." Allah-u Teâlâ'nın şu kavlinde
olduğu gibi: "İbrahim ve beraberinde olanlarda sizler için güzel bir örnek vardır.
Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Biz, sizden ve sizin Allah’tan başka
taptıklarınızdan uzağız. Sizi reddettik. Bizimle sizin aranızda, bir olan Allah’a
iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve kin başlamıştır." (Mumtahine: 4)
(Durer'us Seniyye, 8/418 (Cihad babı)’’24
Allah sana hidayet etsin. "İbrahim ve beraberinde olanlarda’’ işte bu onunla
beraber olanlardan kasıt bir görüşe göre rasullerdir. Yani bütün rasuller
kavimlerine nasıl şirkten beri olup,onları tekfir edeceklerini öğretmişlerdir.
23
24
A.g.e.
A.g.e.
KENDİSİNE DAVET ULAŞMAYAN KİMSENİN AHİRETTEKİ DURUMU
Abdulkadir bin Abdulaziz rahimehullah şöyle der:
''Bu durum iki şekilde olabilir: Ya gerçekten kendisine tebliğ ulaşmamıştır: Akıl
baliğ olup Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem risaletini hiç işitmemiş olan
kimse gibi. Ya da hükmen tebliğ ulaşmamıştır: Rasul’ün davetinin ulaşması ve
yaygın olmasına rağmen; çocuk, deli, bunamış olup teklifin hitabını anlamaya
güç yetiremeyen kimse gibi.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in görüşüne göre bu kimseler (yani hakikaten veya
hükmen rasulün davetinin ulaşmadığı kimseler) kıyamet günü imtihan
edileceklerdir. Böylece Allahu Teala’nın rasulleri ile hücceti, ya dünyada ya da
ahirette tüm yarattıkları üzerine ikâme edilmiş olacaktır.
''İbn-i Teymiye şöyle der: “Allahu Teala rasul gönderinceye kadar hiçbir
kimseye azap etmez. Ona azap etmediği gibi, Müslüman ve mü’min olan bir
kişinin dışında hiç kimseyi ve Rabbi’ne ibadet etmekten büyüklenen ve müşrik
olan bir kişiyi cennete sokmaz. Kime dünyada iken davet ulaşmamışsa ahirette
imtihan edilecektir. Cehenneme ancak şeytana uyanlar girecektir. Günahı
olmayan ateşe girmez. Allahu Teala ancak rasul gönderdikten sonra bir kimseyi
cehennemle azaplandırır. Çocuk, deli yahut peygamber gelmediği bir dönemde
yaşayıp ölen bir kimse gibi, kendisine bir rasulün daveti ulaşmayan kişi, gelen
haberlerde bildirildiği üzere ahirette imtihana çekilir.”
İbnu’l-Kayyım’ın bu konuda söyledikleri şu şekildedir: “Bununla ilgili birçok
haber gelmiştir. Bunlar birbirini desteklemektedir. Bu hadislerden biri de İmam
Ahmed’in Müsned’inde rivayet olunan ve Bezzar’ın sahih bir isnatla rivayet
ettiği hadistir.
İmam Ahmed şöyle der: Muaz İbn-i Hişam, babası, Katade, Ahnaf İbn-i Kays,
Esved İbn-i Seri’ yoluyla Nebi’nin Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dediğini
rivayet eder:
“Kıyamet günü bahaneleri olacak dört kişi vardır: Sağır olup işitemeyen, çok
ihtiyar olan, akılsız olan ve rasul gelmediği bir dönemde (fetret dönemi)
yaşayan kişi.
İşitemeyen der ki; “Ya Rabbi, İslam geldi fakat ben hiçbir şey işitemiyordum.”
Akılsız olan şunu der: “İslam geldiğinde çocuklar beni sokakta taşlıyorlardı.”
İhtiyar olan; “İslam bana geldi fakat ben hiçbir şey düşünemiyordum.” Fetret
döneminde yaşayan ise; “Ya Rabbi, bana rasul gelmedi” der. Onlardan itaat
etmeleri için ahit alınır ve ateşe girmelerini emreden bir peygamber gönderilir.
Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki; eğer oraya girerlerse onlar için
serin ve selamet olur.”...25
''Kendisine davet ulaşmamış olan kişilerin Allah hakkındaki cehaletinin küfür
sayılacağı konusunda Mervezi (v. 294), “Ta’zimu Kadr’is Salat” adlı eserinde
hadis ehlinden bir cemaatin şöyle dediğini nakletmektedir:
"Allah’a dair ilim, iman; O’nun hakkındaki cehalet ise küfür demektir.
Bunun gibi farzlara dair bilgi, imandır; ancak bunlar hakkında farz kılınışlarından
önceki cehalet ise küfür demek değildir.
Çünkü Resulullah’ın (s.a.v) ashabı, Allah, elçisini onlara ilk gönderdiği sırada
Allah’a imanlarını ikrar ettiler ve lakin bunun akabinde kendilerine farz kılınan
hususları bilemediler. Buna rağmen gelecek olan farzlara dair bu cehaletleri,
küfür olmadı. Akabinde Allah (celle celaluhu) onlara farzları indirdi. İşte bu
farzları ikrar etmeleri ve onları yerine getirmeleri iman oldu. Mamafih onu inkâr
eden ise Allah’ın haberini yalanladığı için, kâfir oldu. Şayet Allah’tan bir haber
gelmemiş olsaydı sırf buna dair cehaleti sebebiyle hiç kimse kâfir olmazdı. Bu
bağlamda haberin gelişinden sonra Müslümanlardan bunu duymayan olursa bu
cehaleti sebebiyle gene kâfir olmamaktadır. Ne var ki Allah’a dair bilgisizlik
(cehalet) her halükarda küfürdür. Bu, ister haberin gelişinden önce olsun ister
sonra.” (Mervezi, Tazim’u Kadr’is Salat, 2/520)''26
''Keza İmam eş-Şafii (rh.a) kendisine davet ulaşmamış olan kişilerle savaşmanın
caiz olmadığından bahsettiği yerde kendi döneminde davetin ulaşmadığı bir
topluluk bilmediğini söylemiş ve ardından böyle bir topluluğun varlığı
farzedilirse bunları öldürenlerin ne yapması gerektiğini şöyle açıklamıştır:
“Eğer, Müslümanlardan birisi bu şekilde kendisine davet ulaşmamış
müşriklerden birisini öldürürse bakılır; eğer ki öldürdüğü kişi Hristiyanlardan
25
26
el cami fi talebil ilmi şerif
http://www.almuwahhid.org/makale.php?id=279
veya Yahudilerden ise ona Yahudi veya Hristiyanlara verilen diyeti öder; eğer ki
öldürülen kişi putperest veya Mecusi ise ona da Mecusi’nin diyetini öder.” (ElUmm, 4/253)''27
'' İbn Kesir (rh.a) “Biz Rasul göndermedikçe azab etmeyiz” (İsra: 15) ayetinin
tefsirinde şöyle demiştir:
“Burada bir mes'ele kalıyor. Şöyle ki: Gerek eski, gerekse yeni bilginler ve
imamlar bu konuda ihtilâf etmişlerdir. Babaları kâfir olan ve kendileri çocukken
ölen yavruların hükümleri nedir? Deli, sağır, bunamış ihtiyar ve İslâm'ın daveti
kendisine ulaşmadan fetret devrinde ölenlerin durumu nasıldır? Bunlar
hakkında pek çok hadîs vârid olmuştur. Allah'ın inayet ve tevfîkiyle önce bu
hadîsleri zikredeceğim, sonra da bu konuda imamların sözlerinden özet bir
bölüm kaydedeceğim. Yardım dilenecek yalnızca Allah'tır. (İbni Teymiyye
yukarıda zikredilen hadisi zikrediyor.)
İbn Kesir (rh.a) buna benzer hadisleri naklettikten sonra fetret ehlinin ve
benzerlerinin ahirette bu şekilde imtihan olunacağı görüşünü tercih etmekte ve
buna itiraz eden İbn Abdilberr’in sözlerini tenkid etmektedir. Esasen Ehli
sünnetin nezdinde daha çok tercih edilen (racih addedilen) kavil budur yani
imtihan görüşüdür. Onlar bu hususta ilgili hadislerle istidlal etmişler ve ayrıca
İsra: 15 gibi daveti işitmeyenlerin azab görmeyeceğini beyan eden ayetleri delil
almışlardır. Zira “İmtihan” görüşünü savunanlar fetret ehlinin azap
görmeyeceğini söylerler ve ardından onların akibetinin ne olacağı sorusunu da
imtihandan geçirilecekleri şeklinde cevaplarlar.''28
''Ebu Hanife ve Maturidiler ise bilhassa tevhid konusunda risaletten önce de
azabı sabit görmüşlerdir. Bu meselenin çıkış kaynağı olan husun kubuh yani
iyilik ve kötülük akılla mı nakille mi bilinir konusuna ise tafsilat gerektirdiğinden
ötürü girmiyoruz. Hanefilerden ve başkalarından tevhid konusunda davet
ulaşmamış olan kimselere de azabın hak olacağını söyleyenler şirk ehline azab
edileceğini beyan eden umum nassların yanı sıra tevhidin akıl yoluyla
bilineceğini ifade eden nassları –örneğin İbrahim (as)’ın kevni hüccetlere
bakarak Allahın varlığını ve birliğini ispat etmesi gibi- delil getirmişlerdir.
(Misaller için bkz. Abdulaziz el Buhari, Keşf’ul Esrar, 4/229-232) “Biz rasul
27
28
a.g.e.
a.g.e.
göndermedikçe azab etmeyiz” buyruğunu ise dünyadaki azab olarak tevil
etmişlerdir. Bunlara göre Allah risaletten habersiz olan kafirleri dünyada helak
etmez ancak ahirette azaplandırır. (Misal olarak Kurtubi tefsirinden ilgili ayete
bakılabilir.) Ancak Allahu a’lem bu tür tevil ve delillendirmeler zayıf
görünmektedir. Bu hususta tercih edilen risaleti duymamış olan kafirlerin azab
görmemesi ve de kıyamet günü imtihan edilmeleridir. ''29
Ben de Allah subhanehu ve tealanın tevfıkiyle derim ki; fetret ehlinin bile
ahirette ebedi cehennemlik olduğunu söyleyen alimler olmuş. Subhanallah!
Durum böyleyken günümüzde bazıları Kuran apaçık ortadayken sünnet apaçık
ortadayken nasıl olur da şirk işleyenlere müslüman derler. Subhanallah! Vallahi
onlar çok büyük bir söz söylediler. Vallahi onlar çok büyük bir söz söylediler.
Vallahi onlar çok büyük bir söz söylediler.
‘’Muhakkak ki Allah, O'na şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki şeyleri
dilediği kimse için bağışlar.’’30
‘’Muhakkak ki, kim Allah’a şirk koşarsa, o taktirde Allah ona cenneti haram
etmiştir ve onun varacağı yer ateştir. ‘’31
İşte böyle, siz Allah subhanehu ve tealanın asla bağışlamayacağı şirki işleyenlere
Müslüman dediniz,halbuki şirk işleyenlere müşrik denilir.
Nakil kürsüsünün Bazı İftiralarına Cevablar
Musa Hoca şöyle diyor:
‘’ Cehaletin büyük şirkte mazeret olabileceğini söyleyen eski bazı âlimlerden şu
isimleri verebilirim: İbni Hazım, Kuvvetli ihtimale göre İbni Teymiye ve talebesi
İbnil Kayyım, İbni Hacer El-Askalani, İbnul Vezir El-Yemani, Şevkani, Elüsi, Kasimi
ve Şeyh Sa'di (Allah onlara rahmet etsin). Allah en iyisini bilir.’’
Şimdi Allah subhanehu ve tealanın izniyle bunlara cevab verelim.
‘’ Bu meyanda ilk olarak muhaliflerin İbn Hazm’dan getirdikleri bir sözün tahlilini
yapacağız. İbn Hazm ez-Zahiri (rh.a) diyor ki:
29
a.g.e.
Nisa 48
31
Maide 72
30
“Ümmetin tümünün hakkında hiç kimsenin ihtilafta bulunmadığı bir şekilde
ittifakıyla kabul ettikleri hususlardan biriside; -Mushaflarda bundan farklı
olduğunu bildiği halde- kasıtlı olarak Kuran’dan bir ayeti değiştirenin veya bu
şekilde bir kelimeyi düşürenin veya kasıtlı olarak Ondan bir kelimeyi
reddedenin, ümmetin tümüne göre kafir olacağıdır. Sonra, kişi tilavette hata
edebilir, bir kelimeyi artırır veya diğerini eksiltir. Doğru olduğu zannıyla cahil
olarak sözünü değiştir ve bunda kibirli davranır ve hak kendisine açığa çıkmadan
bunda münazaraya girer. Bu durumda olan bir kimse, ümmetin arasında tek bir
kişiye göre bile ne kâfir, ne fasık ne de günahkâr olmaz. Mushaf’a vakıf
olduğunda veya kurraların haberi ile hücceti ikame edebilecek bir kimse doğru
şeklini ona bildirdiğinde hatası üzerinde ısrar ederse, bu durumda ümmetin
tümüne göre hiç şüphesiz bununla kâfir olur. Bu, dinin bütün meselelerinde
geçerli olan bir hükümdür…” (El-Fisal, 3/141)
Şimdi, bu iddiacılar tekfirin hüccet ikamesinden sonra mümkün olacağı
kaidesinin dinin bütün meselelerinde geçerli olacağını söyleyen İbn Hazm’ın bu
sözünün şirk hususunda da cehaletin özür olacağı manasına geleceğini ileri
sürmektedir. İbn Hazm’ın bu sözüyle “El-Uzru bi’l-cehl akidetus-selef” adlı
kitabın müellifi Şerif el-Hezza istidlal etmiş ve bundan yola çıkarak usul furu
ayırd etmeden cehaletin dinin bütün meselelerinde –şirk de dahil olmak üzeremazeret oluşunda icma olduğunu ileri sürmüştür. Hakikaten de İbn Hazm
Kuran’dan zannederek bir şeyi Kurana atfeden kimsenin hüccet ikame edilene
kadar kafir olmayacağında icma olduğunu söyledikten sonra dindeki bütün
meselelerin de bu şekilde olduğunu söylemiştir. Lakin İbn Hazm’ın bu sözü amm
yani genel bir sözdür. Eğer bu iddiacı bir nebze olsun fıkıh usuluyle ilgilenmişse
ister şari’den isterse sıradan insanlardan gelen amm lafızların hükmü ile alakalı
alimlerin ihtilaflarını da bilmesi gerekir. Muhassısı yani tahsis eden,
sınırlandıranı bilinmeyen Umum lafızların delaleti zanni midir kati midir konusu
usulculer tarafından tartışılmış ve çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. Hatta
Hanefiler haricindeki alimlerin cumhuru bu şekildeki amm lafzın delaletinin
zanni olduğu hükmüne varmışlardır…
İbn Hazm’ın sözünü iyi anlamak için sözün siyakına ve sibakına bakmak ve İbn
Hazm’ın diğer kavillerine göz atmak gerekir ki İbn Hazm’ın ne kasdettiği tam
olarak anlaşılabilsin ve de bu umum sözün herhangi bir istisnası olup olmadığı
ortaya çıksın. Şimdi İbn Hazm’ın sözkonusu kelamı sarfettiği yere göz
attığımızda tekfir meselesini ele aldığı ve kendi itikadına muhalif olan herkesi,
ayrım yapmadan tekfir edenleri tenkid ettiği görülür. İbn Hazm cehalet özrüne
delil getirilen kudret hadisi vb konularla alakalı bir çok meseleyi bu
bahsettiğimiz bölümde ele almıştır. Konunun akışında şöyle bir ifade
kullanmaktadır:
“Hak olan şudur ki her kim için İslam akdi sabit olmuşsa bu akid ondan ancak
nass veya icma ile ortadan kalkar. Kuru iddia ve iftira ile olmaz. Bir kimse, kendi
nezdinde Allahın böyle buyurduğu veya Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in böyle dediği sabit olduğu halde buna muhalefet edip Allaha ve
Rasulune muhalif bir şeye cevaz vermediği müddetçe tekfir edilmez. Bu ister
din ve mezheple alakalı bir konuda olsun, isterse de fetva ile alakalı bir konuda
olsun fark etmez. Veyahut da (kişinin bilmeden muhalefet ettiği mesele)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den icma ile, tevatürle veya ahad haber
yoluyla sahih olarak nakledilen bir şey olsun (kişinin nezdinde sabit olana kadar
ona muhalefetinden dolayı tekfir edilmez.) Bundan yakin olarak sabit olmuş kati
icmaya muhalefet eden kişi müstesnadır. Çünkü bunun delil oluşu ve (buna
muhalif olanın) tekfirinin vacib olduğu hususu açıktır. Zira herkes bu icmayı
bilme ve muhalifini tekfir etme noktasında ittifak etmiştir. Bizim kavlimizin
doğruluğuna Allahu teala’nın şu kavli delil teşkil etmektedir:
“Kendisine doğru yol belli olduktan sonra kim Rasule karşı gelir ve müminlerin
yolundan başkasına uyarsa onu döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme atarız. O
ne kötü dönüş yeridir” (Nisa: 115) (El-Fisal, 3/138)’’32
İşte İbni Hazmın sözleri apaçık ortada. O halde hala nasıl olurda İbni Hazmın
büyük şirkte cehaleti mazeret gördüğünü söylersiniz? Allahtan korkun. Vallahi
Allahtan korkun.
İbni Hazmın ilk başta zikredilen sözü hafi yani kapalı meselelere hamledilir.
Allah için Allah subhanehu ve tealaya şirk koşan ve dinin asıllarından bir aslı
yıkan ve dinin asıllarından cahil olan bir kişi için nasıl büyük şirkte cehalet
mazeret olsun? Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?
32
A.g.e.
‘’ Zaten İbn Hazm bu sözünü yukarda da işaret ettiğimiz gibi bütün bidat ehlini
tekfir edenleri redd etme sadedinde zikretmiştir. Bu söz, Allaha şirk koşanlar
gibi açık muhalefetleri sergileyenlerle alakalı değildir. Kısacası İbn Hazm’ın bu
sözünde şirk hususunda cehaleti mazeret gördüğüne delalet edecek bir şey
yoktur.’’33
Şimdi hem Musa Hocaya hem de kitabın yazarı İsmail’e şunu sormak istiyorum:
Siz hem büyük şirkte cehaletin ihtilaflı olduğunu söylüyorsunuz bu konuda her
iki taraftan da icmanın olmadığını söylüyorsunuz hem de İbni Hazmın büyük
şirkte cehaleti mazeret gördüğünü söylüyorsunuz. Fakat İbni Hazm diyor ki:
‘’ Doğru olduğu zannıyla cahil olarak sözünü değiştir ve bunda kibirli davranır ve
hak kendisine açığa çıkmadan bunda münazaraya girer. Bu durumda olan bir
kimse, ümmetin arasında tek bir kişiye göre bile ne kâfir, ne fasık ne de
günahkâr olmaz.’’
İbni Hazm ise bunda ittifak olduğunu belirtiyor. Siz ise ihtilaflı olduğunu
söylüyorsunuz. Siz kendi savunduğunuz görüşünüzde bile çelişki içerisindesiniz.
Kaldı ki İbni Hazmın büyük şirkte cehaleti mazeret gördüğü falan da yok. Siz İbni
Hazmın amm bir sözünden böyle bir çıkarım yapıyorsunuz.
Büyük Şirkte Cehalet kitabının yazarı Ebubekir İbnul Arabi el Malikinin de büyük
şirkte cehaleti mazeret gördüğünü belirtti. Bakalım gerçekten de el Maliki
büyük şirkte cehaleti mazeret görmüş mü yoksa bu İsmail denilen adam bu
alime iftira mı atmış.
"Cemaleddin el Kasımi diyor ki: Hadiste “Kim şöyle yaparsa şirk koşmuştur veya
küfre girmiştir” şeklinde gelmiştir. Fakat bununla dinden çıkartan küfür ve de
dinden çıkartan büyük şirk kasdedilmemiştir. (Allaha sığınırız) Buhari (rh.a) şöyle
demiştir: “Nimete nankörlük ve Küfrün altındaki küfür” (Kufrun dune kufr) babı”
Kadı Ebubekr ibn’ul Arabi bu kavlin şerhinde şunları söylemiştir:
“İtaatler iman diye isimlendirildiği gibi masiyetler de küfür diye isimlendirilir.
Fakat küfür ıtlak olunan bir masiyet, sahibini İslam milletinden çıkaran küfür
olmayabilir, bu ümmetten cahil ve hatalı bir kimse küfür veya şirkten bir şey
yapsa kafir veya müşrik olmaz. Çünkü o kimse cehaleti ve hatası sebebiyle
mazur görülür. Terk edildiğinde tekfir edilen, benzerine anlaşılmaz ve karışık
33
A.g.e.
olmayan bariz bir hüccet iyice açıklanıncaya kadar ve de müslümanların icma
ettiği, herkes tarafından düşünmeden İslam' dan olduğu zorunlu olarak bilinen
bir şeyi inkar edinceye kadar bir müslüman tekfir edilmez.”
(Kasımi bu sözleri naklettikten sonra şöyle demektedir) İlerde açıklaması
geleceği üzere buna bidat ehlinden başka kimse muhalefet
etmemiştir."(Mehasin’ut Tevil, 3/161)’’34
Biz tekrar Nakil kürsüsüne şunu soruyoruz,siz hem büyük şirkte cehelatin
mazeret olmasının ihtilaflı olduğunu söylüyorsunuz hem de bu sözü
naklediyorsunuz. O zaman büyük şirkte cehaleti mazeret görmeyen bütün
ulemanın size göre bidatçi olması gerekir. Çünkü Kasımi şöyle diyor:’’ İlerde
açıklaması geleceği üzere buna bidat ehlinden başka kimse muhalefet
etmemiştir.’’
‘’ Görüldüğü üzere İbn’ul Arabi’nin bu sözü de aynı şekilde hakkında icma
edilmiş dinin zaruri hükümleri dışındaki meseleler hakkındadır. Şu halde büyük
şirk ve Allahtan başkasına ibadetin bir çeşidini sarfetme gibi zahir, açık
meseleler bu kapsama girmez. Kaldı ki İbn Arabi’nin bu kavlini nakleden
Cemaleddin el Kasımi’nin de belirttiği gibi İbn Arabi’nin bu sözü, Buhari’nin
Sahihindeki bir bölüm olan “Küfrün altındaki küfür” (Kufrun dune kufr yani
küçük küfür) sözünün açıklaması sadedinde söylenmiştir. Maalesef iddiacı
sözün bununla alakalı kısmını bilerek veya bilmeyerek nakletmemiştir. Açıkça
anlaşılacağı üzere İbn Arabi’nin asıl konusu dinden çıkartmayan küçük küfür ve
küçük şirktir. Kasımi de aynı şekilde İbn Arabi’nin sözünü küçük şirk ve küçük
küfürle alakalı açıklama sadedinde nakletmiştir. Sözün devamında da
alimlerden bidat ehlinin tekfirinde acele edilmemesi ile alakalı ve benzeri sözler
nakletmiştir. Bütün bu karineler İbn’ul Arabi’nin kasdının büyük şirkte cehaleti
mazeret olarak göstermek olmadığını, bunun aşağısındaki meselelerde mazeret
kabul ettiğine delalet eder.’’35
Kitabın yazarı Muhammed bin Abdulvehhabın oğlu Abdullahın da cehaleti
mazeret gördüğünü belirtti.
Abdullah şöyle der:
34
35
A.g.e.
A.g.e.
‘’ “İnsanları, haktan ve ona tabi olmaktan uzak tutmak için korkutmaya çalışan
bir kimse şöyle derse: Siz; "Ya (ey) Allah’ın Rasulü! Senden şefaat taleb
ediyorum!" diyen bir kimseyi, mutlak biçimde kanı dökülmesi mübah olan bir
müşrik ilan ediyorsunuz bu ise ümmetin çoğunluğunun özellikle de haleften
olanların küfre düşmesini gerektirir çünkü (haleften olan kimselerin) tabi
oldukları alimler bunun mendub olduğunu söylemekteler ve bunun aksini
söyleyenleri de eleştirmektedirler.
Derim ki; Bu, bunu gerektirmez şöyle ki, bilindiği üzere: "Lazımu'l-mezheb leyse
bi mezheb (mezhebin gerektirdiği, bizzat mezhep değildir)". Örneğin sırf,
rivayet olduğu üzere hadiste bahsi geçtiği biçimde Allah’ın uluv’undan ve
yönünden bahsettiğimiz için mücessime sayılmayız.
Bizden önce ölmüş olanlar için, onlar bir ümmetdi gelip geçti deriz. Biz, hak
davamızın kendisine ulaştığı ve yolun kendisi için netleştirildiği, hüccetin ikame
edildiği (buna rağmen) kibir ve inat ile devam eden kimseden başkasını tekfir
etmiyoruz. Bugün bizim kendileriyle savaştığımız kimselerin çoğunluğu Allah’a
ortaklar koşmakta direten, dinin farzlarını eda etmeyi reddeden ve açıktan
büyük günah ve yasaklanmış amellerde bulunanlardır. (Bu) çoğunluğun dışında
kalanlarla ise ancak onların bu kimselere destek olmaları, onları benimsemeleri,
onların sayılarını arttırmaları ve bize karşı savaşta onların yanında yer almaları
sebebiyle savaşmaktayız. Bu durumda böyle kimseler de kendilerine karşı
savaşılma gerekçesini üzerlerinde bulundurmuş olurlar. Biz, bizden önce
yaşayıp da hataya düşmüş ancak masum (hata işlemekten korunmuş)
olmadıkları gerekçesiyle mazeretli kabul edilmiş kimseleri mazeretli kabul
etmekteyiz.
Dolayısıyla, bir meselede icma vardır, bunun aksini söyleyen kimseleri
eleştirenler hata etmiştir şeklinde bir yargıda bulunmak kesinkes doğru değildir.
Yine bir kimsenin hataya düşmesi de yeni bir şey değildir ki mevzubahis
kimselerden daha hayırlı olan kimseler de hataya düşmüştür. Örneğin Ömer
ibni el-Hattab (radiyallahu anh), mehir hakkındaki sözünden, yaşlı kadın onu(n
yanlışını) düzelttiğinde dönmüştü ve bunun gibi onun hayat hikayesinde çokça
bilinen daha birçok konuda hataya düşmüştür. Aslına bakarsan, sahabelerden
büyük bir topluluk Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onların
arasındayken, nuru onları hidayete iletirken: "Onlarınki gibi bize de bir Zatu
Envat yap!" diyerek hataya düşmüşlerdir.
Eğer, bu şüpheye düşmüş olanların durumudur, düzeltildiğinde hakkı kabul
ederler, ancak; delilleri anlayan, (sonra da) tabi olunan imamların sözlerine
bakıp da ölene kadar bulunduğu (batıl) yol üzere kalmaya devam eden kimsenin
durumu hakkında ne denir diye soracak olursan derim ki:
Mevzubahis kimseleri mazeret ehli saymakta bize bir mani yoktur ve bu kişilerin
kafir olduğunu söylemiyoruz hakeza daha önceden bahsi geçen kimselerin bu
hatasında ısrar etmiş dahi olsa, kendi zamanında bu meseleyle diliyle, kılıcıyla
ve mızrağıyla başedebilecek kimsenin bulunmayışı sebebiyle işledikleri hatanın
suçlusu olduğunu da söylemiyoruz. Çünkü ne hüccet kaim olunmuş ne de yol
belirginleştirilmiş onun için bilakis mevzubahis dönemin yazarlarının çoğunun
eğilimi bu konulardaki sünnet ehl-i alimlerin görüşlerini toptan reddetmek
şeklinde idi, herkim (alimlerin) sözlerine bakmış olsa daha kalbine bu görüş
sirayet etmeden (o dönemin yazarları) buna muhalefette bulunur ve güvenilir
kabul edilen kimseler, avama bu konulara bakmayı hepten yasaklar, kralların
sultası kalbi (sünnete uygun) bu görüşü kabul eden kimseleri –Allah’ın
diledikleri dışında- bundan engellerdi.
Dahası, Mu’aviye (radiyallahu anh) ve ashabı Emir el-Mü’minin Ali ibni Ebi Talib
(radiyallahu anh)’a muhalefet etmeyi uygun görmüş, onunla (ve ashabıyla)
savaşmış ve ona karşı savaş ilan etmiştir. İcmaya göre onlar bunu yapmakta
hatalı idiler ve bu hatalarında da sebat etmişlerdir. Oysa, icma ile bilinmektedir
ki, seleften bir tek kimse dahi onlardan birini bile tekfir etmemiştir. Üstelik
onlar Mu’aviye (radiyallahu anh)’ı fasıklık ile dahi yaftalamamışlardır bilakis Ehli Sünnet içerisinde çok iyi bilindiği üzere, onların hata içerisinde olsalar dahi
ictihad sevabı alacaklarını bildirmişlerdir.
Bizler de bunun gibi; dini doğru olan, salih oluşu, ilmi, takvası ve zühdü
herkesce bilinen, hayatı övgüye değer olan ve samimi çabalarını ümmete
faydalı ilimler öğretmeye yada bu konularda yazmaya adayan hiç kimseyi bu
yada şu konuda hataya düşmüş olsa dahi tekfir etmiyoruz. Örneğin İbni Hacer
el-Heytemi ki onun ed-Durr el-Munazzam isimli eserinde ne söylediği
tarafımızca bilinmektedir, yine de bu, onun büyük ilmini eksiltmez bu sebeple
onun Şerh el-Erbain (40 Hadis Şerhi) ve ez-Zevacir (Büyük Günahlar) vb.
kitaplarına büyük önem vermekteyiz ve o Müslüman alimlerinden biri olduğu
için kitaplarında naklettiklerine itimat ediyoruz.” (Bu söz, muvahhidler
tarafından Mekke’nin fethedildiği gün yapılan bir konuşmadan alınmıştır. Bu
konuşmanın tamamı ed-Durer’us-Seniyye fi’l-Ecvibe en-Necdiyye, 1/222-242
sayfaları arasında geçmektedir.’’36
Biz burada İsmail’e şunu soruyoruz: Şeyh burada Rasulullahtan kabri başında
şefaat isteme olayını ele almıştır. Bunun büyük şirkte cehaletle nasıl alakasını
kurdun. Allah için bu amelle, hükmü Allahtan alıp mahluka verenlerin ya da
sadece Allahın gücünün yeteceği hususlarda mahluktan yardım isteyenin
yaptıkları bir mi?
İşte şefaat meselesinin tafsilatı:
‘’Büyük şirk diyenler
Şeyh Abdullatif Ali Şeyh dedi ki;
“ Kullardan sadece Allah’ın güç yetirebileceği şeyleri istemek ve onlardan
yardım dileme büyük şirktir. Eğer derse ki; Ey Allah’ın velisi bana şefaat et, işte
bu sorunun kendisi yasaklanmıştır. Onlardan şefaat dilemek hıristiyanlara
benzemektir. -Haşa- Derler ki Ey Allah’ın oğlu bize şefaat et. Müslümanlar icma
etmişlerdir ki; bu şirktir. Eğer Allah’tan başka tesirleri olduğuna da bununla
beraber itikat ederse bu ondan daha büyük bir küfürdür.”( Fi Berahinil İslamiyye Fi
Reddi Şübhetil Farisiyye 2/22)
Şeyh Muhammed ibnu Abdulvehhab da aynı şekilde;
“ (İslamı bozan icma edilmiş) İkinci unsur; her kim Allah ile arasına aracı koyarsa
onlara dua eder onlardan isterse, onlardan şefaat dilerse, onlara tevekkül
ederse icma ile kâfir olur.”( Nevakidul İslam El Aşara)
Şeyh Muhammed ibnu Abdulvehhab ve torunlarının hepsi bu mezhebi
savunmuş ve uzun uzadıya bunun küfür olduğunu anlatmaya çalışmışlardır.
Mübah diyenler
36
A.g.e.
İbnu Kudame El Hanbeli dedi ki;
“ Sonra kabre gelir, sırtını kıbleye verir, yüzünü kabre doğru dönersin. Ortana
alır ve dersin ki; ‘ Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun Ey Allah’ın
Nebisi. Selam üzerine olsun, Kullarının ve yarattıklarının en hayırlısı olan Ey
Allah’ın Nebisi. Şehadet ederim ki Allah tek ilahtır ve onun ortağı yoktur.
Şehadet ederim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir. Ben şehadet ederim ki
sen kullara rabbinin risaletini ulaştırdın. Ümmetine nasihat ettin. Rabbinin
yoluna hikmetle ve güzel vaaz ile çağırdın. Yakin(ölüm) sana gelene kadar
Allah’a ibadet ettin. Rabbimizin sevip razı olduğu şekilde sana salât olsun.
Allah’ım ona Nebilerden ve Resullerden en faziletlisine verdiğin mükâfatın ile
mükâfat ver. Onu vaad ettiğin övülmüş makama ulaştır. Allah’ım Muhammed
(sav) ve ailesine, İbrahim’e ve ailesine salât ettiğin gibi salât et. Şüphesiz sen
övgüye layık olan övülensin.’ Allah’ım sen söyledin ve senin sözün haktır;
“ Onlar eğer nefislerine zulm ettiklerinde sana gelselerdi ve bağışlanma
dileselerdi, sen de onlar için bağışlanma dilese idin, şüphesiz Allah’ı çok
bağışlayıcı ve tevbeleri kabul eden olarak bulacaklardı.”
‘ Ben sana günahlarından bağışlanma dileyen olarak geldim. Seninle rabbime
şefaat dilemeye geldim. Allah’ım senden onun hayatında gelip bağışlanma
dileyene bağışlanmayı vacip kıldığın gibi, bana da bağışlanmayı vacip kılmanı
diliyorum.’”( Mugni; Mesele 2748)
İmam Nevevi dedi ki; “ Birinci yerine döner. Resulullah sallahu aleyhi ve
sellem’e doğru döner, onunla nefsi hakkında tevessül eder, Onunla şefaat diler,
İmam Maverdi, Kadı Ebu Tiyb ve arkadaşlarımızdan bazılarının güzel görerek
naklettiği Utbi kıssasında ne güzel söylenmiştir. ‘ Nebi sallahu aleyhi ve
sellem’in kabrinin yanında oturuyordum. Bir bedevi geldi. Dedi ki; Selam
üzerine olsun Ey Allah’ın Resulü. Ben işittim ki Allah subhanehu ve Teala şöyle
dedi;
“ Onlar eğer nefislerine zulm ettiklerinde sana gelselerdi ve bağışlanma
dileselerdi, sen de onlar için bağışlanma dilese idin, şüphesiz Allah’ı çok
bağışlayıcı ve tevbeleri kabul eden olarak bulacaklardı.”
Ben sana günahlarından bağışlanma dileyen olarak geldim. Seninle rabbime
şefaat dilemeye geldim… Nebi sallahu aleyhi ve sellem’i sonra rüyada gördüm.
Ey Utbi o Arabiyi müjdele Allah onu bağışladı.”( Mecmul Mühezzeb)
İmam Maverdi rahimehullah dedi ki;
“ Nebi sallahu aleyhi ve sellem’in kabrinin ziyareti emredilmiştir ve kişi bununla
memurdur. Aynı zamanda bu da menduptur.” (El Havi 8/274)
…
Küçük şirk diyenler
Şeyhulislam İbn Teymiyye dedi ki;
“ Bunun gibi misaller Kuran’da çoktur. Allah’tan başka Salihlere, Nebilere ve
Evliyalara dua etmekten nehyetmektedir. İşte bu şirktir ya da şirke götüren bir
yoldur.”( Mecmuatul Fetava 1/179 )
“ Şeriattan en uzak olan dua şekli ölüden ihtiyacını istemek veya insanların
çoğunun ölülerin çoğuna başları sıkıştığında sığınmaları gibi şekillerdir. İşte
bunlar putlara ibadet etmenin cinsidir. Bunun sebebi ile şeytan ölü veya
bilinmeyen bir kişi suretine girer. Tıpkı putların kullarını saptırmak için girdiği
şekiller gibi. Bilakis putlara ibadet etmenin aslı kabirlere ibadet etmektir. İbn
Abbas ve başkaları bunu anlatırken kabrin yarılabileceğini ölünün içinden
çıkabileceğini, insanlar ile el sıkışıp onlarla konuşabileceğini bu suretle de
şeytanın farklı şekillerde insanları saptırabileceğini söylemişlerdir. İşte bu
birçok salihin kabri başında gerçekleşen durumlardır. Ancak kabre veya ölüye
secde etmek ise bundan daha büyüktür. Aynı şekilde öpmek de daha büyüktür.
İkinci mertebe; Kişi zannediyor ki ölünün kabri yanında duaya icabet edilir. Ya
da orada dua etmesi evde veya mescide yaptığı dualardan daha hayırlıdır ve bu
sebeple de kabri ziyaret ediyor. Ya da kabrin yanında namaz (Allah’a) kılıyor. Ya
da ondan sıkıntılarını (onun vesilesi ile) istiyor. İşte bunlar Müslümanların
imamlarının ittifakı ile münker olan bidatlardandır. Bunlar haramdır. Din
imamları arasında bu konuda bir ihtilaf bilmiyoruz.
Üçüncü mertebe; Kabir sahibinden kendisi için Allah’tan istemesini istiyor, işte
bu da Müslümanların imamlarının ittifakı ile bidatlardandır. Allah haber verdi ki;
Yusuf 'un kardeşleri Yusuf için secdeye kapandılar. Anne ve babası da secdeye
kapandılar. Bu secde bizim için meşru değildir. Hiç kimsenin bir başkası için
secde etmesi caiz değildir. Öyle ki Nebi sallahu aleyhi ve sellem dedi ki; “ Eğer
birinin birine secde etmesini istese idim kadının kocasına secde etmesini
isterdim.” ( Er Reddu Alal Bikri 1/145)
Bu ibare Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin bu konudaki mezhebinin ne olduğunu
ortaya koymaktadır.
İşte şimdi burada bir nokta ortaya çıkmaktadır ki; Şirkin bazı şekilleri hakkında
ümmet icma etmişken bazı şekilleri hakkında ihtilaf etmiştir.
Kabirden sadece Allah’ın güç yetirebileceği bir şeyleri isteyen kişinin kâfir olması
noktasında ümmet imamları icma etmiştir.
Ancak ölüden, bir insanın insandan talep edebileceği duayı, öldükten sonra
ölünün işitmesi sebebi ile -ki bu konuda ümmetin açık ittifakı söz konusudurölüden Allah’a kendisi için dua etmesinin hükmü konusunda imamlar ihtilaf
etmişlerdir. ‘’37
İşte böylece Abdullah Bin Muhammedinde büyük şirkte cehaleti mazeret
görmediği anlaşılmış oldu.
Büyük şirkte cehalet kitabının yazarı muteber alimlerden bu üç alimin sözlerini
zikretmiştir. Bu da onun bu yazılanlarına cevab niteliğindedir. Kitabın yazarının
muasır alimlerden naklettiklerine gelince bunlara cevab vermedim. Çünkü ben
iddia ediyorum ki islam akdi sabit olan bir kişi için ikrah ve intifaul kast dışında
büyük şirkte cehalet mazeret değildir ve selef bunda ittifak etmiştir.
Allaha hamdolsun. Yazının sonuna geldik. Bu yazdıklarımdaki bütün doğrular
Allah subhanehu ve tealadan bütün yanlışlar ise nefsimden ve şeytandandır.
(Ebu Seyf ,hicri: 18 Şaban 1437)
37
Ebu Ubeyde, NASLARIN DELALETİNİN KATİLİĞİ VE ZANNİLİĞİ
Download