İçindekiler X. İdrar transport, depoloma ve boşaltma 10.1 Alt üriner sistem disfonksiyonunun sınıflandırılması 10.1.1 Patofizyoloji//Fuat Demirel, Erdem Öztürk 10.1.2 Sınıflama sistemleri 10.1.3 Alt üriner sistem semptomu olan erkeklerin değerlendirilmesi //Ömer Gülpınar 10.1.4 Stres tipte idrar kaçırması olan kadınlarin değerlendirilmesi 10.1.5 Klinik pratikte ürodinaminin rolü 10.2 İdrar kaçırma ve pelvik prolaps 10.2.1 Tanım ve sınıflama//Ergün Güner, Adnan Şimşir 10.2.2 Epidemiyoloji 10.2.3 Patofizyoloji 10.2.4 Tanı 10.2.5 Tedavi 10.2.5.1 İnkontinans tedavisi//Gükhan Temeltaş 10.2.5.2 Pelvik organ prolapsusu cerrahi tedavisi//Oktay Demirkesen, Sinharib Çitgez 10.3 Alt üriner sistemin nöromüsküler disfonksiyonu 10.3.1 Nöropatik alt üriner sistem disfonksiyonunun genel paterni 10.3.2 Beyin sapında ve daha yukarısındaki hastalıklar 10.3.3 Primer olarak spinal kordu tutan hastalıklar 10.3.4 Spinal kordun distalindeki hastalıklar 10.3.5 İşeme disfonksiyonuna neden olan diğer nörolojik hastaliklar 10.3.6 Nöromusküler disfonksiyona bağlı çeşitli durumlar 10.3.7 Nöropatik alt üriner sistem disfonksiyonunun tedavisi //Kürşad Zengin, Mesut Gürdal 10.4 Aşırı aktif mesane 10.4.1 Epidemiyoloji//Melih Sunay 10.4.3 Klinik değerlendirme 10.4.4 Ürodinami 10.4.5 Başlangıç tedavisi//M. İrfan Dönmez, Kubilay İnci 10.4.6 Tedavi 10.5 Noktüri//Oğuz Mertoğlu 10.5.1 Noktüri prevalansı ve günlük yaşama etkisi 10.5.2 Patofizyoloji 10.5.3 Klinik değerlendirme 10.5.4 Tedavi 10.6 Alt üriner sistem boşaltma bozukluklarının tedavisi //İlker Şen, Metin Onaran, Erdal Kukul 10.7 Geriatrik inkontinans ve işeme disfonksiyonu //Zafer Demirer, Emin Aydur 10.6.1 Konzervatif tedaviler 10.6.2 Farmakolojik tedavi 10.6.3 Elektiriksel uyarı ve nöromodülasyon, 10.7.1 Alt üriner sistemde yaşa bağlı değişiklikler 10.7.2 Geriatrik inkontinansın sınıflandırması 10.7.3 Geriatrik inkontinansa bağlı komplikasyonlar 10.7.4 Tanısal yaklaşım 10.7.5 Tedavi 10.8 Üriner sistem fistülleri//Zafer Aybek, Cihan Toktaş 10.8.1 Ürogenital fistüller 10.8.2 Üroenterik fistüller 10.8.3 Ürovasküler fistüller 10.9 Alt üriner sistem divertikülleri//Abdullah Gedik, Nurettin Çelik 10.9.1 Mesane divertikülleri 10.9.2 Kadın üretra divertikülleri 288 289 290 291 X. İdrar transport, depoloma ve Boşaltma 10.1 Alt üriner sistem disfonksiyonunun sınıflandırılması 10.1.1 Patofizyoloji Psikolojik sebepler göz ardı edilirse; dolum/depolama bozuklukları ve boşaltım/işeme bozuklukları mesane, mesane çıkımı veya ikisinin birden disfonksiyonuna sekonder olarak gelişmektedir. 10.1.1.1 Dolum/depolama bozuklukları Dolum/depolama bozuklukları aşırı aktif mesaneye, düşük çıkım direncine, duyu problemlerine veya bunların kombinasyonlarına bağlı olarak görülmektedir. Aşırı aktif mesane Mesane aşırı aktivitesi dolum sırasında mesanenin istemsiz fazik kontraksiyonları ve/veya düşük kompliansın bir sonucu olarak kendini gösterebilir. İstemsiz kontraksiyonlar sıklıkla nörolojik hastalıklar veya yaralanmalar, mesane çıkım obstrüksiyonu, stres tipte idrar kaçırma (STİK) ve yaşlanma ile ilişkili olarak veya idiopatik olarak görülmektedir. Bunların yanında mesane veya üreter duvarının inflamasyonuna veya irritasyonuna bağlı olarak da gelişebilmektedir. Eğer bir hastada sıkışma tipinde idrar kaçırma varsa bu hastada aynı zamanda istemsiz kontraksiyonların bulunduğu da ön görülmelidir. Duyusal bozukluğa bağlı dolum/depolama bozuklukları Mesane ilişkili dolum bozuklukları aşırı aktivitenin olmadığı durumlarda da karşımıza çıkabilir. Bunun sebepleri inflamasyon, irritasyona bağlı artmış afferent input girişinin olması, veya hipersensitivite ve ağrıdır. Etkenler kimyasal, psikolojik veya idiyopatik olabilir. Azalmış çıkım aktivitesi Sfinkterin veya innervasyonunun bozulmasına ve mesane çıkım desteklerinin hasarlanmasına neden olacak her durum mesane çıkım direncinde azalmaya neden olabilir. Yaşlanma, nörolojik hastalıklar, cerrahi yaralanma ve mekanik travma bunlardan bazılarıdır. 292 Stres veya efor ilişkili idrar kaçırma sıklıkla kas, sinir veya bağ doku hasarı sonrası görülmektedir. Üretral destek kadınlarda önemlidir. Levator ani ve endopelvik fasya bu desteğin önemli bileşenleridir. Bu desteğin veya sinirlerin hasarlanması durumunda idrar kaçırma gelişebilmektedir. Mesane boynu fonksiyonları da idrar kaçırmanın önemli bir parçasıdır ve destek yapıların hasarlanması veya mesane boynu fonksiyonlarının hasarlanması ile de kaçırma gelişebilmektedir. Eski kaynaklarda üretranın kadın inkontinansındaki yeri göz ardı edilmektedir. Ayrıca kadınların %50’sinde kontinans noktası orta üretradadır. İntrensek sfinkterik yetmezlik ise sfinkter mekanizmasının malformasyonu olarak tanımlanır. Buna bağlı olarak mesane boynu istirahat halinde açıktır ve abdominal kaçırma basıncı ve üretral kapanma basıncı düşüktür. Etyoloji sıklıkla geçirilmiş cerrahi, travma veya nörolojik lezyonlardır. Dolum / depolama bozukluklarının tedavi seçenekleri mesane kontraksiyonunun inhibisyonu, duyusal outputun azaltılması, mesane kapasitesinin mekanik olarak arttırılması veya intraabdominal basınç artışı sırasında veya sürekli olarak çıkım direncinin arttırılmasıdır. 10.1.1.2 Boşaltma/işeme bozuklukları mesanenin boşaltım sorunları kontraksiyon azalmasına, çıkım direncinin artmasına veya bu iki durumun birlikte görülmesine bağlı gelişmektedir. Mesane aktivitesinde azalma Mesane kontraksiyonundaki azalma veya kontraksiyon kaybı normal detrüsör kontraksiyonu için gerekli olan nöromusküler mekanizmanın geçici veya kalıcı olarak hasarlanmasına bağlı gelişmektedir. Nörolojik olarak normal bireylerde de pelvik veya periferal bölgedeki artmış afferent inputu veya psikojenik nedenlere bağlı olarak da işeme refleks kaybı görülebilmektedir. Nonnörolojik sebepler arasında ise mesane düz kas fonksiyon kaybına neden olan aşırı distansiyon, ilaçlar, enfeksiyon ve fibrozis yer almaktadır. Çıkım aşırı aktivitesi veya obstrüksiyonu Patolojik olarak artmış çıkım direnci sıklıkla erkeklerde görülmektedir. Sıklıkla anatomik obstrüksiyona sekonder olarak görülse de mesane kontraksiyonu sırasında sfinkterlerin gevşeyememesine bağlı da görülebilemektedir. Nörolojik sorunları bulunan hastalarda sfinkter dissinerjisi de yaygındır. Anatomik olarak normal mesane boynunun işeme sırasında yetersiz açılması mesane boynu disfonksiyonu olarak adlandırılır. Anatomik çıkım obstrüksiyonun sebepleri arasında BPH, mesane boynu kontraktürleri ve üretra darlığı yer almaktadır. Kadınlarda görülen çıkım obstrüksiyonun sebepleri ise inkontinans cerrahisine sekonder baskı veya fibrozistir. Boşaltma / işeme bozukluklarının tedavi seçenekleri intravezikal/detrüsör basıncının arttırılması yoluyla işeme refleksinin uyarılması, çıkım direncinin azaltılması veya bu iki tedavinin birlikte uygulanmasıdır. Temiz aralıklı kateterizasyon da boşaltım bozukluğu olan hastalarda etkili bir tedavi yöntemidir. 10.1.2 Sınıflama sistemleri Nörolojik değerlendirmeden elde edilen bilgiler temel alınarak işeme disfonksiyonları farklı tanımlama sistemleri kullanılarak kategorize edilebilmektedir. Sınıflama sistemlerinin amacı tanı sırasındaki karışıklıkları engellemek ve tedaviyi yönlendirmek olmalıdır. İyi bir sınıflama kısa olmalı ve klinik durum hakkında bilgi verecek birkaç anahtar kelime içermelidir. İdeal bir sistem şunları içermelidir : (1) ürodinamik testlerden elde edilen sonuçlar, (2) beklenen klinik semptomlar, (3) nörolojik semptomun tipi ve tahmini yeri. Eğer sınıflama patofizyolojiyi yeterli olarak tanımlayabiliyorsa bu aşamadan sonra tedavi şemaları oluşturulabilir. Sınıflama sistemlerinin çoğunluğu daha önceden tanımlanan nörolojik hastalıkları veya travmaları temel alarak oluşturulmuştur. Hiçbir sistem mükemmel değildir. Mevcut olarak kullanılan sistemlerin çoğu araştırılmıştır; avantajları ve etkinlikleri belirlenmiştir. 10.1.2.1 Fonksiyonel sistem Disfonksiyonel işeme sınıflaması fonksiyonellik temel alınarak yapılabilir. Bu sınıflamada disfonksiyonun primer olarak dolum/depolamaya mı yoksa boşaltım/işemeye mi bağlı geliştiğine bakılır. Bu şema farklılıklarına rağmen tüm uzmanların üzerinde uzlaşacağı iki durumu temel almıştır. Hem dolum hem de boşaltım anomalilerinin birlikte görüldüğü işeme disfonksiyonları da bulunmaktadır. Bu şema sayesinde sınıflama yapılabilir ve tedavi planlanabilir. Fizyolojik ve psikolojik nedenler her zaman bu fazlardan biri ile daha yakın ilişkidedir. Fonksiyonel sınıflamada net ayrım yapabilmek için tüm ürodinamik ve videourodinamik çalışmalar değerlendirilmelidir. Tedavi için net bir ayrım yapılmasına gerek yoktur çünkü bazı hastalarda dolum ve boşaltım bozuklukları birlikte görülebilir. İki bozukluğun birlikte görüldüğü hastalarda baskın olan bozukluk tedavi edilmelidir. Takiben ikincil bozukluk değerlendirilmelidir. Uluslararası Kontinans Derneği’nin (International Continence Society [ICS]) sınıflama sistemi ürodinamik sınıflama sistemi esas alınarak hazırlanmıştır. Depolama ve işeme fazları ayrı ayrı tanımlanmıştır. Birçok tanım standardize edilmiştir. Normal bir mesanede dolum 293 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma fazında detrüsör basıncında anlamlı bir artış izlenmez. Aşırı aktif detrüsör durumunda dolum sırasında spontan veya provake istemsiz detrüsör kontraksiyonları izlenir. Eğer altta nörolojik bir neden yatıyorsa buna nörolojik aşırı aktif detrüsör denirken, eğer altta yatan nörolojik bir neden yok ise buna idiyopatik aşırı aktif detrüsör denir. Mesane kapasitesi ve komplians sistometrik ölçümlerdir. Normal üretral fonksiyonlarda dolum sırasında pozitif üretral kapanma basıncı izlenirken bu değer intraabdominal basınç artışında da pozitif değerlerde kalmaktadır. Yetersiz üretral fonksiyonların izlendiği durumlarda dolum sırasında detrüsör kontraksiyonu olmaksızın kaçırma izlenir. İşeme fazında ise istemli detrüsör kontraksiyonu ile normal bir sürede mesane boşaltılır. Azalmış detrüsör aktivitesinde ise mesaneyi normal bir sürede boşaltacak kadar kontraksiyon sağlanamaz. Akontraktil detrüsörde ürodinamik test süresince kontraksiyon izlenmez. Arefleksi anormal nöral kontrole bağlı akontraktilite olarak tanımlanır. Disfonksiyonel işeme nörolojik olarak normal bireylerde periüretral çizgili kasların istemsiz kasılmalarına bağlı olarak düzensiz işemedir. Detrüsör sfinkter dissinerjisi detrüsör kasılması sırasında istemsiz olarak sfinkterin de eş zamanlı kasılması durumudur. 10.1.2.2 Ürodinamik sınıflama Bu sistem objektif olan ürodinamik çalışma verilerini temel alır. Bu sisteme göre normal kontraktiliteye sahip detrüsör ile birlikte uyumlu çalışan sfinkterlerin varlığında herhangi bir darlık paterni de yoksa normal işeme gerçekleşir. Sakrospinal düzeyin üzerindeki yaralanmalarda en sık görülen bozukluk detrüsör hiperrefleksisidir. Suprasakral spinal kord yaralanmalarında spinal şok dönemini takiben en sık görülen bozukluk çizgili sfinkter dissinerjisidir. Otonomik hiperrefleksi durumunda en sık görülen bozukluk düz kas sfinkter dissinerjisidir. Detrüsör arefleksisi ise sakrospinal kord yaralanmalarında, detrüsörun aşırı gerilmesinde veya mesane ganglion hasarında görülebilir. Bu sistemler sadece ürodinamik çalışmanın başarılı olarak yapılabildiği ve ürolojik çalışmadan net verilerin elde edildiği hastalarda kullanılabilmektedir. Fakat bu ÜRODİNAMİK SINIFLAMA Detrüsör Hiperrefleksisi (veya normorefleksisi) Koordine sfinkterler Çizgili sfinkter dissinerjisi Düz sfinkter dissinerjisi Gevşeyemeyen düz sfinkter Detrüsör Arefleksisi Koordine sfinkterler Gevşeyemeyen çizgili sfinkter Denerve çizgili sfinkter Gevşeyemeyen düz sfinkter 294 sınıflamaya tam olarak uymayan birçok işeme bozukluğu vardır. 10.1.2.3 Lapides Sınıflaması Lapides sınıflaması (1970) 1939 yılında McLennan tarafından yapılan sınıflamanın modifiye şeklidir. McLennan’dan farklı olarak bu sınıflamada atonik nörojen mesane başlığı duysal nörojenik ve motor nörojenik olmak üzere iki başlık altında incelenmektedir. Bu sistem nörologlar ve ürologlar tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. Spinal kord veya beyin ile mesane arasındaki duysal yolları selektif olarak tutan nörolojik hastalıklarda duysal nörojenik mesane gelişir. Diabetes mellitus, tabes dorsalis ve pernisiyöz anemi en sık görülen etkenlerdir. İlk görülen semptom mesane distansiyon duyusunun kaybıdır. Bu durum zaman içinde hipotonisiteye dönüşür. Sonuç olarak bu hastalarda yüksek komplianslı, düşük dolum basınçlı, yüksek kapasiteli mesane izlenir. Mesanenin parasempatik motor innervasyonun hasarlandığı durumlarda motor paralitik mesane gelişir. Bu durum sıklıkla geniş pelvik cerrahiler veya travma sonrasında görülür. İlk semptom ağrılı üriner retansiyondan, işeme güçlüğüne kadar değişiklik gösterebilir. Zaman içinde büyük ve düşük dolum basınçlı mesane ile yüksek derecede rezidüel idrar görülür. Kortikoregulatuar yolun bozulduğu durumlarda uninhibe nörojenik mesane görülür. Serebrovasküler olay, beyin ve spinal kord tümörleri, Parkinson hastalığı ve demyelinizan hastalıklar sık görülen sebeplerdir. Ani sıkışma hissi, sık idrara çıkma ile ürodinamik çalışmalarda duysal anormallik izlenmezken düşük dolumlarda istemsiz kontraksiyonların izlenmesi ile karakterizedir. Üretral obstruksiyon yoksa rezidüel idrar saptanmaz. Motor ve duysal spinal yolların birlikte hasarlandığı durumlarda spinal şok dönemi sonrası refleks nörojenik mesane gelişimi izlenir. Transvers myelit ve travma sık görülen sebeplerdir. Mesane duyusu yokken istemsiz işemeler görülür. Otonomik nörojen mesane sakral spinal kord ile mesane Lapides sınıflaması Duysal nörojenik mesane Motor paralitik mesane (motor nörojenik mesane) Uninhibe nörojenik mesane Refleks nörojenik mesane Otonomik nörojenik mesane arasındaki motor duysal tüm yolların tam kesisi durumunda karşımıza çıkar. Bu durumda idrar hissi, refleks aktiviteler ve mesane duyusu olmaz. Sistometrik testlerde düşük mesane içi basınçla birlikte yüksek mesane kapasitesi izlenir. 10.1.2.4 Bradley sınıflaması Bu sınıflamada alt üriner sistemin santral sinir sistemin tarafından kontrolü dört döngü halinde incelenir ve etkilenen döngüye göre sınıflama yapılır. 1. döngü serebral korteks ile pontin mezensefalik işeme merkezi arasındaki nöronal bağlantıyı kapsar. Bu döngü detrüsör refleksinin istemli kontrolünü sağlar. Beyin tümörleri, serebrovasküler olaylar ve demans gibi serebral atrofi durumlarında bu döngü etkilenir. Sonuç olarak bu grupta istemsiz mesane kontraksiyonları görülür. 2. döngü işeme merkezi ile sakral spinal kord arasındaki intraspinal yolları kapsar. Bu döngünün işeme sırasında tam boşalmayı sağlamak için yeterli detrüsör refleksinden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Akut hasarda detrüsör arefleksisi ve üriner retansiyon ile karakterize spinal şok görülürken sonrasında istemsiz mesane kontraksiyonları görülür. 3. döngü perifer detrüsör afferent aksonları ve onların spinal korddaki yollarını kapsar. Bu döngünün çizgili sfinkter ile mesane arasındaki kordinasyondan sorumlu olduğu düşünülmektedir. Hasarlanması durumunda detrüsör sfinkter dissinerjisi veya istemsiz sfinkter gevşemesi görülür. 4. döngü iki alt bölümde incelenir. 4A pudental motor nöronların periüretral çizgili kaslara yansıyan suprasakral afferent ve efferent innervasyonunu kapsar. 4B ise Onuf çekirdeğindeki pudental motor nöronlarla sinaps yapan periüretral çizgili kas kaynaklı afferent liflerden oluşmaktadır. Bu pudental motor nöronlar periüretral çizgili kasın segmental innervasyonunu kapsar. Bu döngü çizgili sfinterin istemli kontrolünden sorumludur. Hasar durumunda detrüsör sfinkter dissinerjisi veya çizgili sfinkterin istemli kasılma kabiliyetinde kayıp görülür. ni prostat ve onun neden olduğu tıkanıklık olarak kabul edilirdi ve bunlar prostatizm semptomları olarak adlandırılırdı. Daha sonra yapılan çalışmalarda erkeklerdeki AÜSS’lerin çoklu nedenlere bağlı olduğu bildirildi ve bunların mesane çıkım tıkanıklığı (MÇT), bozulmuş kontraktilite, aşırı aktif detrüsör, duyusal ani idrar hissi, nörojenik mesane disfonksiyonu, idrar yolu enfeksiyonu, yabancı cisim, prostatit, noktürnal poliüri, üretra darlığı, mesane tümörü, distal üreter taşı gibi bir çok farklı sebepler olduğu ortaya kondu. AÜSS olan 50 yaş üstü erkeklerde, bu sebeplerden sıklıkla iki veya daha fazlası birlikte bulunmaktadır. Bu çoklu etiyoloji göze alındığında, AÜSS olan erkeklerin tedavisinde doğru değerlendirme ve tanının önemi daha da artmaktadır. AÜSS olan erkeklerin değerlendirilmesinde anamnez, semptom skorları (örn.Uluslararası Prostat Semptom skoru [IPSS]), fizik muayene, üriner ultrasonografi (USG), idrar ve kan analizi, üroflovmetri ve işeme sonrası rezidü idrarın USG ile ölçümü ve poliüri veya noktüri varlığında mesane günlüğü (noktürnal poliüri [günlük idrar miktarının 1/3’ünden fazlasının gece üretilmesi] tanısı sadece mesane günlüğü ile konulur) yapılması gereken tetkiklerdir. Avrupa Üroloji Derneği (AÜD) 2012 kılavuzunda AÜSS olan erkeklerin değerlendirilmesi için bir algoritma yayınlanmıştır (Şekil 1). 10.1.3.1 AÜSS olan erkeklerde dolum sistometrisi ve basınç akım çalışması AÜSS olan erkeklerde, dolum sistometrisi ve basınç akım çalışmasının değerlendirme ve tedaviye ne kadar katkı sağladığı konusu yıllardan beri tartışılmaktadır. Bununla birlikte AÜD 2012 kılavuzunda bu testler opsiyonel olarak belirtilmiş ve aşağıdaki özelliklere sahip erkeklerde cerrahi tedavi öncesinde dolum sistometrisi ve basınç akım çalışmasının sıklıkla gerekli olduğu bildirilmiştir; - 150 ml’den daha fazla işeyemeyenler - ≥ 15 ml/sn maksimal akım hızı olanlar - <50 veya >80 yaş olanlar 10.1.3 Alt üriner sistem semptomu olan erkeklerin değerlendirilmesi - İşeyebilen ancak > 300 ml rezidü idrar miktarı olanlar Alt üriner sistem semptomları (AÜSS) 50 yaş ve üstü erkeklerde sıktır. Geçmişte bu semptomların tek nede- - Bilateral hidronefrozu olanlar - Nörojenik mesane disfonksiyonu şüphesi olanlar - Radikal pelvik cerrahi öyküsü olanlar 295 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma AÜSS ERKEK Semptom skorları (Örn. IPSS) İdrar Analizi İdrar yolu enfeksiyonu,hematüri,diabetis mellitus…. USG (Mesane,prostat,böbrekler) Böbrek fonksiyonlarında bozulma(örn. Distal üreter taşına ve ya transizyonel hücreli karsinoma bağlı),prostatit…… Benign prostat büyümesi, prostat tümör/kisti, pelvik tümör, işeme sonrası rezidüel idrar, üriner retansiyon, mesane taşı, mesane tümörü, mesane divertikülü, mesanede yabancı cisim,distal üreter taşı, hidronefroz …. Üretra darlığı, disfonksiyonel işeme…. Üroflovmetri Mesane Günlüğü Noktürnal poliüri, polidipsi-poliüri,diabetes insipidus (Pollaküri veya poliüri varlığında) Temel değerlendirme sonrası Mesane veya Prostatın Benign Durumları Ek değerlendirmeler sonrası negatif bulguları olan hastalar ERKEK AÜSS Tedavisi Şekil 1. AÜSS olan 40 yaş ve üstü erkeklerin değerlendirilmesi. Sistematik yaklaşım AÜSS ile ilişkili diğer durumları ortaya koyabilir. 296 testler gereklidir Kan Analizi (Na, serum-kreatinin, PSA) Başlangıç değerlendirmede saptanan anormaliklere göre ek tanısal Fizik Muayene Nörolojik hastalıklar-nörojenik mesane disfonksiyonu, ilacın neden olduğu AÜSS, noktürnal poliürili kalp hastalığı,penil hastalıklar (örn. Fimozis,metal stenoz,liken sklorozis,penil kanser) ,palpable prostat kanseri …. Anamnez - Başarısız tedavi (invaziv) öyküsü olanlar 10.1.4.4 İşeme günlüğü 10.1.4 Stres tipte idrar kaçırmasi olan kadınların değerlendirilmesi İK değerlendirilirken, muhtemel diğer depolama ve boşaltım bozukluklarının da ortaya konması için, 3-7 günlük işeme günlüğü mutlaka kullanılmalıdır (AÜD 2012 kılavuzu öneri derecesi A). Yapılan çalışmalarda kadınlardaki idrar kaçırma (İK) oranlarının sıklığı ortaya konmuş ve 20 yaş üstündeki kadınlarda bu oran %49,6 olarak bildirilmiştir. Irksal farklılıklar gösterse de, idrar kaçıran bu kadınlardaki saf stres tipte idrar kaçırma (STİK), saf sıkışma tipi İK ve karışık tipte İK oranı sırasıyla %49,8, %15,9 ve % 34,3 olarak bildirilmiştir. Önemli bir toplum sağlığı sorunu olan kadınlardaki İK’nın doğru değerlendirme ve tanı ile tedavisi mümkündür. Her hastalıkta olduğu gibi İK’nında değerlendirilmesine anamnez ile başlanır, sonrasında da fizik muayene ve ek tanısal testler gerekir. Anamnez ve fizik muayene İK doğru tanısının olmazsa olmazıdır, bununla birlikte ek tanısal testlerin gerekliliği konusunda çeşitli tartışmalar devam etmektedir. 10.1.4.1 Anamnez Doğru hikaye almanın İK değerlendirmesinin ilk basamağı olması gerektiği konusunda üniversal bir fikir birliği vardır. Hikayede İK tipi (STİK, sıkışma tip İK veya karışık tipte İK), süresi ve ciddiyeti sorgulanmalı ve İK’nın diğer işeme ve üriner semptomlar ile ilişkisi araştırmalıdır. Ek hastalıklar ve ilaç kullanımı da sorgulanmalıdır. Hikayedeki ek şikayetler ve bulgularda (ağrı, hematüri, sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu, pelvik cerrahi veya radyoterapi öyküsü, sürekli idrar kaçırma nedeniyle fistül şüphesi veya nörolojik hastalık şüphesi) hastaya ileri incelemeler (ürodinami, görüntüleme ve endoskopi gibi) yapmak gerekir. 10.1.4.2 Fizik muayene Abdominal muayene (üriner retansiyon, abdominal kitle vs) ve parmakla vajinal ve/veya rektal muayeneninde yapıldığı litotomi pozisyonunda jinekolojik muayene yapılmalıdır. Genital bölgenin östrojen durumu, pelvik organ prolapsus (POP) varlığına ve üretral hipermobiliteye (Q tip test) bakılmalı ve stres test (ideal olarak 200-300 ml ile doldurulmuş mesane yapılır. Abdominal basınç artışı sonrası idrar kaçağının görülmesi pozitif olarak kabul edilir) yapılmalıdır. 10.1.4.5 İdrar analizi Öncelikle stikle, bulgulara görede orta akım idrarının mikroskopik incelemesi yapılmalıdır. İdrar analizi İK değerlendirilmesinde mutlaka yapılmalıdır (AÜD 2012 kılavuzu öneri derecesi A). Bu basit tetkik ile idrarda lökosit, nitrit, protein, eritrosit ve glikoz saptanabilir ve bunlar diğer çeşitli hastalıkların belirtisi olabilir. 10.1.4.6 İşeme sonrası rezidüel idrar volümü Normal ve anormal rezidüel idrar değerinin ne olduğu konusunda bir kanıt bulunmamaktadır. AÜD kılavuzu İK olan kadınlarda işeme disfonksiyonu olduğunda ve İK’nın komplike olduğu olgularda ultrasonografi ile işeme sonrası rezidüel idrar ölçümünü önermektedir. 10.1.4.7 Ürodinami Mesanesini normal olarak boşaltan, ani sıkışma semptomu olmayan ve fizik muayenede STİK gösterilen saf STİK olan kadınlarda ürodinaminin tanı ve tedavide ek bir katkı sağlamadığını gösteren birkaç çalışma bulunmaktadır. AÜD kılavuzu STİK olan kadınlarda operasyon öncesi aşağıdaki koşullar varlığında ürodinami yapılmasını önermektedir (Öneri derecesi C); - aşırı aktif mesane semptomu varsa - başarısız cerrahi öykü varlığında - işeme güçlüğü durumunda - cerrahi seçeneğin değişme ihtimali varsa 10.1.4.8 Ped testi Ped testi İK’yı doğru olarak tespit eder ve hastanın semptomlarıyla koreledir. Yirmi dört saatte pedde oluşan >1.3 g’lık ağırlık artışı pozitif olarak kabul edilir. Tedaviye objektif cevabın değerlendirilmesinde kullanılması önerilir (Öneri derecesi C) 10.1.4.3 Semptom skorları 10.1.4.9 Görüntüleme İK için çok farklı semptom skorları ve hayat kalitesi değerlendirme formları geliştirilmiştir. Bunların tedavi sonuçlarına pozitif bir etkisi gösterilememiş olmakla birlikte tedaviye cevabı değerlendirmede kullanılması önerilmektedir. Komplike olmayan saf STİK olan kadınlarda, rutin olarak üst üriner sistem ve alt üriner sistem görüntülemesi önerilmez (Öneri derecesi A) 10.1.5 Klinik pratikte ürodinaminin rolü 297 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Ürodinamik çalışmalar (ÜDÇ) yıllardan beri kullanılmakla beraber kullanımları için 1. derece kanıta dayalı endikasyonları hala belirsizdir. Bunun birçok sebebi vardır. ÜDÇ’yi randomize kontrollü çalışmalar ile ilişkilendirmek zordur. Ayrıca semptomların birçok sebebi olabileceği için homojen hasta popülasyonlarını oluşturmak da zordur. Mevcut durumda ÜDÇ yapmak için en önemli neden klinisyenin kesin bir sebebinin olmasıdır ve buradan elde edilen veriler ışığında tedavi planlanmalıdır. Bu nedenle endikasyonlarını tanımlamak yerine klinik pratikteki yeri tanımlamak daha faydalı olacaktır. Anamnez, fizik muayene ve basit testlerin tanı koymada ve/veya tedavi planlamada yetersiz kaldığı noktada ÜDÇ yararlı olmaktadır. İki senaryoda klinik uygulanabilirliği vardır: 1. Hangi durumların semptomlara yol açtığı konusunda kesin tanıya varabilmek için bilgi edinmek amacıyla (ör: AÜSS veya İK) 2. Üst veya alt üriner sisteme ciddi ve geri dönüşümsüz olarak hasar verebilecek olan hastalıkların etkisinin tanımlanması (ör: spinal kord yaralanmaları ve multiple skleroz gibi nörolojik hastalıklar, radyasyon sistiti). Bazen ilişkili semptomlar olmasa bile anormalikler görülebilir. önemdir. Tüm hastalara aynı sebeplerle ÜDÇ yapılmadığı için klinisyen de ÜDÇ’yi hastaların semptomlarına ve durumlarına göre seçmelidir. Her çalışma öncesinde cevaplanacak sorular belirlenmeli ve çalışmalar bu sorulara göre dizayn edilmelidir. ÜDÇ’nin doğal şartlarda olmadığı ve bu nedenle gerçek hayatı her zaman yansıtamayacağı unutulmamalıdır. Şikayetleri ve semptomları yansıtamayan ÜDÇ’de anormallik saptanması durumunda bu çalışmalar gerekli tanısal çalışmalar olmaktan uzaklaşır. Benzer olarak anormallik saptanmayan çalışmalar da durumların dışlanmasında her zaman yeterli değildir (ör: sıkışma tipi İK olan hastada detrusor aşırı aktivitesinin saptanamaması). Sonuç olarak tüm ÜDÇ’ler klinik olarak anlamlı değildir. Bu nedenle ÜDÇ’nin; hastaların hikayeleri, semptomları, ek hastalıkları ve uygulanabiliyor ise işeme sonrası kalan idrar ve işeme çizelgeleri gibi diğer bilgiler de göz önüne alınarak yorumlanması önemlidir. Okunması önerilen kaynaklar Avrupa Üroloji Derneği Kılavuzu 2012 Campbell-Walsh Urology 10th Edition Constructing trials to show whether urodynamic studies are necessary in lower urinary tract dysfunction. Bosch JL, Cardozo L, Hashim H, Hilton P, Oelke M, Robinson D. Neurourol Urodyn. 2011 Jun;30(5):735-40. Sıklıkla kanıta dayalı olmayan “ÜDÇ endikasyonları”nı listelemek yerine ÜDÇ’lerin klinik pratikte nasıl kullanılması gerektiğini anlatmak daha yararlı olacaktır. ÜDÇ’lerin klinik pratikteki rolü yapılan bir çalışmada ayrıntılı bir şekilde ortaya konmuş ve aşağıda sayılan durumlarda kullanılması önerilmiştir; 10.2 İdrar kaçırma ve pelvik prolaps 1. Alt üriner sistem disfonksiyonuna neden olabilecek faktörlerin belirlenmesi veya dışlanması (ör: üriner inkontinans) ve önemlerinin değerlendirilmesi 10.2.1 Tanım ve sınıflama 2. Alt üriner sistem disfonksiyonunun diğer bileşenleri hakkında bilgi edinmek 3. Alt üriner sistem disfonksiyonunun üst üriner sistem üzerindeki sonuçlarını ön görmek 4. Planlanan tedavinin yan etkileriyle birlikte sonuçlarını ön görmek 5. Tedavinin etkilerini doğrulamak ve tedavi tiplerinin etkilerini anlamak 6. Önceki tedavi başarısızlığının nedenlerini anlamak (ör: üriner inkontinans) ÜDÇ’nin pratik ve etkili bir şekilde kullanılması için en önemli nokta klinisyenin ne zaman ve ne için ÜDÇ yapacağı konusunda yeterli donanıma sahip olmasıdır. ÜDÇ’nin uygulanması sırasında birçok teknik kolaylık bulunsa da iyi bir çalışmanın köşe taşı yeterli bilginin toplanabilmesine yardımcı olan teknik detaylara verilen 298 10.2.1.1 İdrar kaçırma Kadınların büyük çoğunluğu, yaşamlarının bir bölümünde idrar kaçırdıklarını tarif etmektedirler. İdrar kaçırma (İK); ICS (International Continence Society)’e göre objektif olarak kanıtlanabilen; idrarın bir kısmının veya tamamının istemsiz olarak kaçırılmasıdır. Ani ve ertelenemez şiddetli idrar hissi olarak tanımlanan “sıkışma” (urgency), uyanık kalınan süre boyunca 8’den fazla idrar yapma olarak tanımlanan “sıklık” (frequency), gece idrara kalkma (noktüri) gibi yakınmalar ile birlikte idrar kaçırma da dolum fazı yakınması olarak kabul edilmektedir. Yaşamı tehdit eden bir sorun olmamakla birlikte, ıslaklık ve irritasyondan kaynaklanan rahatsızlık ve sosyal aktivitelerin gerçekleştirilmesinde yaşanan kısıtlamalar nedeniyle depresyona kadar varan emosyonel sorunlara neden olabilmektedir. Dolayısıyla İK esas etkisini bireyin “yaşam kalitesi” üzerinde göstermektedir. İK ileri yaş olguların hastane ve bakım evlerine yatırılmasının en önde gelen nedenlerinden biridir. Tedavi edilmemiş İK, kullanılan ped ve koruyucular nedeniyle önemli bir ekonomik problem de oluşturmaktadır. Bu ciddi sonuçlar nedeniyle, İK belirli bir yaştan sonra gelişen, tedavi edilemez ve/veya tedavisi gerekli olmayan bir sorun olarak değerlendirilmemelidir. Her yaş döneminde, karşılaşılan İK düzeltilmesi gereken bir sağlık problemi olarak göz önünde bulundurulmalı ve gerekli değerlendirme aşamaları doğrultusunda ilgili patofizyoloji ortaya konularak tedavi edilmelidir. İK sınıflamasının temel amacı iletişimdir. Farklı İK tiplerinin gruplandırılması ve organize bir şekilde işlenmesi ile mantıklı bir değerlendirme yapısı oluşturulabilir. Ayrıca İK’nın sınıflandırılmasıyla birlikte, hastalığın tanısı, tedavisi ve izleminde daha kolay hareket imkanı sağlanmış olacaktır. 10.2.1.2 İdrar kaçırma tipleri Sıkışma tip İK: Ani ve ertelenemez bir işeme isteği sonrasında ortaya çıkan durumdur. Genellikle aşırı aktif mesane sendromuna eşlik eden bir parametredir. Yapılan çalışmalarda toplumda yaklaşık % 15 oranında görülen aşırı aktif mesane olgularının % 35’inde sıkışma tip idrar kaçırma görülmektedir ki bu da toplumdaki hasta sayısının ne denli ciddi boyutlara ulaştığının göstergesidir. Stres tip İK: İntraabdominal basınç artışı durumlarında (öksürme, aksırma, fiziksel aktivite, spor aktivitesi, ani pozisyon değişikliği) istemsiz olarak idrar kaçırma durumudur. Temel sorun kompetan bir üretra ve/veya mesane boynunun yetersizliğidir. Bilinçsiz İK: Temel bulgu herhangi bir sıkışma hissi veya intraabdominal basınç artışına gerek olmaksızın idrarın sürekli olarak kaçmasıdır. Nokturnal enürezis: Uyku sırasında idrar kaçırma olarak tanımlanır. 5 yaşına kadar incelenmesine gerek görülmezken bu yaştan itibaren patolojik olarak değerlendirilmektedir. İşeme sonrası damlama: İşedikten sonra değişik miktarlarda damla damla idrar kaçırmadır. Sıklıkla erkek popülasyonu ilgilendirse de ileri inceleme gerekliliği yoktur. Taşma tip İK: Depolanan idrarın mesane kapasitesini aştığı durumlarda görülmektedir. Bu tip İK kronik veya akut retansiyona eşlik eder . Karışık tipte İK: Mesanenin ve sfinkterin depolama ve boşaltım sırasındaki bozuklukları tek başlarına görülebildikleri gibi, kombine olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Sıklıkla karşılaşılan İK tipi olan karışık tipte İK’da; stress tip İK ve sıkışma tip İK’nın birlikte olması söz konusudur. Pelvik organ prolapsusu Pelvik organ prolapsusu (POP), kadın iç üro-genital organlarının normal lokalizasyonlarından kaudale doğru yer değiştirmeleri, vajen içine veya içinden dışarıya doğru düşmeleri olarak tanımlanabilir. Sıklıkla postmenapozal ileri yaş grubundaki kadınlarda izlenmektedir. 1996 yılına değin literatürde POP hastalığının sınıflaması için birkaç tip yöntem kullanılsa da, 1996 yılında kullanımına başlanan POP-Q sınıflama sistemi, bu hastalığın sistematik değerlendirilmesinde bilimsel dayanağı en güçlü olan yöntem halini almıştır. Bu sistemden ilerki bölümlerde daha detaylı bahsedilecektir. 10.2.2 Epidemiyoloji İK prevalansı için, literatürde farklı araştırma kriterlerine göre değişik sonuçlar bulunsa da, tüm kadın popülasyonunda yaklaşık %20 gibi bir prevalans bildirilmektedir. Ancak İK olgularının hekime başvurmalarında bir eksiklik söz konusu olduğu için bu konuda tahmin edilen prevalans %30 olarak kabul edilebilir. İK, mortaliteye neden olmaması nedeniyle dünyanın bazı coğrafi bölgelerinde önemsenmese de tüm dünyada yaklaşık 200 milyon insanda görüldüğü tahmin edilen ve yaşam kalitesini önemli ölçüde bozan bir rahatsızlıktır. İK semptomları olan olguların sadece %25-30’u bu konuda hekime başvurmaktadır. Ciddi İK’sı olan kadınların %80’inde ve hafif semptomu olanların ise %40’ında normal popülasyona kıyasla artmış depresyona yatkınlık bulunmuştur. Her 4 kadından biri hayatının herhangi bir döneminde İK ile karşılaşmaktadır, ve erkekler ile prevalans açısından karşılaştırma İK’ın kadınlarda 2-4 kat daha sık olduğunu göstermektedir. Türkiye’de kadınlardaki İK oranı %20-26 arasında değişmektedir. Yaş ile birlikte İK görülme sıklığı artmakta ve artan yaşın risk faktörleri açısından ilk sıralarda olduğu bilinmektedir. İK prevalansı özellikle hayatın 5. (%33) ve 8. (%34) dekadlarında pik yapmaktadır. Gençlerde ve orta yaşlı kadınlarda stress tip, ileri yaşlarda ise karışık tipte İK daha sık görülmektedir. Ayrıca artan yaşla pelvik taban disfonksiyonlarının da paralellik gösterdiği bilinmektedir. Fizyolojik yaşlanma, östrojen eksikliği ve yaşla beraber dejeneratif hastalıkların görülmesi, bu artışın olası sebepleridir. İK açısından yapılan prevalans çalışmalarında sıklıkla saptanan predispozan nedenler arasında doğum sayısı, doğum şekli ve obstetrik komplikasyonlar yer almaktadır. Nullipar kadınlarda %10,1, sezeryan ile doğum yapan grupta %15,9 ve vajinal doğum yapanlarda %21 oranında İK izlenmektedir. Vajinal doğum yapanlarda stress tip İK ve pelvik organ prolapsusu 1,8 kat daha sık görünmektedir. Prolapsus açısından her bir vajinal doğumun riski 1,2 kat arttırdığı bulunmuştur. Özellikle 299 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma forseps kullanımı, epizyotomi, bebek doğum ağırlığının fazla olması ve doğumun 2. evresinin uzamış olmasının prolapsus açısından riski arttırmakta olduğu öngörülmektedir. Obezite stress tip İK ve prolapsus açısından önemli bir risk faktörüdür. İnkontinans açısından vücut kitle indeksi (VKİ) 27’nin üstünde olan kadınlarda 2,9 kat ve karın çevresi >90 cm olan olgularda 5 kat artmış risk söz konusudur. Prolapsus açısından bakıldığında ise VKİ 25’in üstünde olan kadınlarda risk 2-3 kat artmış olarak görülmektedir. Kronik intraabdominal basınç artışı yaratan durumlarda prolapsus riski artmaktadır, kronik konstipasyon nedeniyle ıkınma vajen ön duvarı ve perine desensusu ile ilişkilendirilmiştir. Prolapsus açısından genetik faktörler de mevcuttur. Ailesinde prolapsus mevcut kadınlarda prolapsus görülme olasılığı daha fazladır. Hispanik ve Asyalı kadınlarda prolapsus daha sık görülürken, Afroamerikan kadınlarda beyaz kadınlara göre daha nadir görünmektedir. Geçirilmiş histerektomi de, prolapsus ve İK riskini arttıran bir faktör olarak bilinmektedir. Uygulanan yöntemden bağımsız olarak İK riskinde 1,5-2 kat artış söz konusudur. Sonuç olarak İK yaklaşık her 4 kadından birinde görülen ve toplumdaki bazı önyargılar nedeniyle kimi zaman hekime başvuru nedeni olmayan bir durumdur. Bu konu hakkında birçok çalışma olmasına rağmen farklı etyolojik faktörlerin önemi ve patofizyolojik mekanizmaları halen net olarak aydınlatılamamıştır. Şu aşamada kabul gören risk faktörlerinin başlıcaları yaş, vücut ağırlığı ve parite olarak sıralanabilir. 10.2.3 Patofizyoloji Pelvik taban, periton ile vulvar cilt arasındaki birçok katmandan oluşsa da, başlıca destek yapıları endopelvik fasya, arkus tendines fasya, pelvis ve levator ani kaslarıdır. Endopelvik fasya, serviks ve vajeni çevreleyen ve her iki tarafta arkus tendineus ile pelvise bağlayan fibröz bir bağ dokudur. Prolapsusun yeri, bağ dokudaki zedelenmenin yerine bağlıdır. Buna göre vajen kubbesini asan sakroterin ve kardinal ligamanların zedelenmesinde uterin veya vajen kubbesi prolapsusu, vajen orta kısmını asan arkus tendineus fasya pelvis ve levator ani kaslarındaki zedelenmede mesane ve rektumun prolapsusu oluşmaktadır. Vajen en alt seviyede ise vajen duvarı önde üretra, arkada perineal cisme doğrudan bağlı olarak izlenmektedir. Pelvik destekte ana yapı levator ani kaslarıdır. Levator ani kasları ile birlikte superior ve inferior fasyaları birlikte pelvik diyaframı oluşturmaktadırlar. Levator ani kaslarının bazal aktivitesi ile vajen, üretra ve rektum pu- 300 bik kemiğe doğru; pelvik taban ve organları ise yukarı doğru itilerek ürogenital diyafram kapalı tutulmaktadır. Taban kasları zarar gördüğünde, vajen vertikale yer değiştimekte, ürogenital hiatus açılmakta, yüksek intraabdominal basınç maruziyeti ile ligamanlar gevşemekte ve prolapsus oluşmaktadır. Levator ani kaslarının hasarı, vajinal doğuma bağlı olarak görülebilmektedir. Primipar kadınlarda levator ani kaslarında puboviseral ve iliokoksigeal kısımlarında yırtıklar, puborektal ve pubokoksiegal kasların ise arkus tendineus fasyadan ayrılma defektlerinin olduğu gösterilmiştir. Doğum sonrası bazı kadınlarda rejenerasyon görülebilse de çoğu kadında kalıcı hasar oluşmakta, levator ani fonksiyonunda yaklaşık %25-35 oranında kayıp görülmektedir. Levator ani kaslarının innervasyonunu sağlayan S2-4 ön dal lifleri pelvik taban superiorunda sıkışma ve traksiyon ile zedelenebilmektedir. Bebek doğum ağırlığının daha yüksek olması ve doğum 2. safhasının uzaması ile denervasyon değişikliklerinin daha belirgin olduğu gösterilmiştir. Progresif denervasyon, levator ani kaslarının gevşemesine ve pelvik organ prolapsusu ve stress tip İK’ya sebep olmaktadır. Doğum eyleminin yanısıra gebeliği kendisi de patofizyolojide rol oynamaktadır. Büyüyen uterus nedeniyle pelvik taban bağ dokusunda, sinirlerinde ve kaslarında aşırı gerilme ve intraabdominal basınç artışı bu konuda öne sürülmektedir. Endopelvik fasyada bulunan özellikle tip I ve III kollajen arasındaki oran, prolapsusta tip I aleyhine bozulmaktadır. Hormon tedavisi almayan postmenapozal kadınlarda bu oranın bozulması ile kollajen kuvvetinin azaldığı ve ön duvar prolapsusuna zemin hazırlandığı düşünülmektedir. Eklem hipermobilitesi olan kadınlarda da genital prolapsus prevalansı daha yüksek bulunmuştur. Sıkışma tip İK’da patofizyoloji oldukça farklıdır. Konuyla ilgili olarak 3 farklı hipotez öne sürülmüştür: Bunlardan ilki nörojenik hipotezdir. Sıkışma tip İK’nın detrüsör kasının ani uyarılması nedeniyle ortaya çıktığını savunur. Bu uyarılmanın, santral sinir sisteminde hasar oluşturan veya periferal afferent duyarlılığı artıran çeşitli nedenlerle ortaya çıktığı düşünülmektedir. Myojenik hipotezde detrüsördeki ani kasılmanın kas hücrelerindeki aktivite artışı nedeniyle olduğu öne sürülmektedir. Kas hücrelerinin innervasyonu ortadan kalktığında yüzey membran reseptörlerinin aktivitesindeki artışa bağlı olarak membran potansiyeli değişir ve spontan kontraksiyon oluşumu kolaylaşır. Periferal otonom aktivite hipotezine göreyse myovezikal pleksus içerisinde intramural gangliyon ve interstisyel hücre nodüllerinin detrüsör kasları tarafından çevrelendiği alanlar vardır. Bu alanların her biri izole olarak kontrakte olabilir ve bunun sonucunda otonom mesane aktivitesi olarak tanımlanan lokalize bir aktivite ortaya çıkar. Komşu alanların birbiriyle etkileşimleri sonucunda oldukça güçlü bir kontraksiyon izlenir. 10.2.4 Tanı İK tedavisinin başarılı bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için, altta yatan patofizyolojilerin belirlenmesi amacıyla yeterli bir değerlendirme gerçekleştirilmelidir. Değerlendirme; sırasıyla hastanın öyküsü, fizik muayenesi, ürodinamik testlerden ve kimi zaman ise görüntüleme yöntemlerinden yararlanılarak yapılmaktadır. 10.2.4.1 Öykü Öykü alınırken İK yakınmasına yönelik olarak başlangıcı, gelişimi, şiddeti, eşlik eden diğer işeme bulguları ve olası nedenler araştırılmalıdır. İK’nın hastanın hayatı üzerindeki sosyal ve hijyenik etkileri sorulmalıdır. Olgunun bu nedenle daha önce herhangi bir tedavi alıp almadığı sorulmalı, eğer aldı ise önceden uygulanan tanı ve tedavi hakkında bilgi sahibi olunmalı ve olgunun bu tedavilerden yarar görüp görmediği belirlenmelidir. Ayrıca genitoüriner faktörlerin araştırılması sırasında, İK oluşturabilecek olası medikal ve nörolojik bozukluklar, geçirilmiş cerrahi ve ilaç kullanımı ile ilgili özgeçmiş de sorgulanmalıdır. İK patofizyolojisinde sıklıkla obstetrik ve jinekolojik nedenler yer alabileceği için, bu açıdan olası risk faktörleri sorgulanmalıdır. Stress tip İK için fazla vajinal doğum sayısı, uzamış doğum eylemi, iri bebek doğumu ve operatif doğum öyküsü sorgulanmalıdır. Jinekolojik olarak pelvik kitle, enfeksiyon gibi etkenler araştırılır. Özellikle geçirilmiş abdominal ve vajinal jinekolojik operasyonların ortaya konması önemlidir. Bu operasyonlar sonrası gelişebilecek adezyonlar sonucu mesane kapasitesi dolaylı olarak azalabilir veya üriner fistül gelişebilir. Transvajinal olarak gerçekleştirilen prosedürler ile üretrada striktür, denervasyon, mekanik obstrüksiyon ve fibrozis oluşabilmekte ve taşma şeklinde İK ile sonuçlanabilmektedir. Ürolojik olarak öyküde yer alan kronik üriner enfeksiyonlar, interstisyel sistit, rekürren üriner sistem taşı ve geçirilmiş ürolojik cerrahiler; mesanede irritasyona bağlı olarak detrüsör aşırı aktivitesine neden olabilirken, iatrojenik travmaya sekonder stress tip İK gelişebilmektedir. Daha önceden gerçekleştirilen başarısız anti-İK prosedüleri sonrasında gelişen rekürren İK’larda tanı daha zor ve tedavi başarısı daha düşük olmaktadır, dolayısı ile bu olgular komplike İK olarak ele alınmalıdır. Hastaların kronik karın içi basınç artışına yol açabilecek akciğer hastalıkları, konstipasyon ve obezite gibi diğer ko-morbiditeler açısından da sorgulanması gerekmektedir. Alt üriner sistem innervasyonu üzerine etkiye sahip olan disk hernisi, serebrovasküler hastalıklar, parkinson, multiple skleroz ve diabetes mellitus gibi medikal durumlar da üriner İK’a neden olabilmektedir. Olguların kullanıyor olabilecekleri ilaçlar açısından öykülerinin alınması çok önemlidir. Alt üriner sistem nöromodülasyonu üzerine etkisi olan ilaçlar İK gelişiminde tek başlarına veya eşlik eden faktör olarak yer alabilmektedir. Kronik alkol kullanımı oluşturduğu diürez yanısıra azalmış mobilite ve mesane idrar hissi ile İK oluşturabilmektedir. Antipsikotik, antidepresan ve antiparkinson ilaçlar antikolinerjik etki spektrumları ile retansiyona ve taşma tip İK’ya neden olabilmektedir. Antihipertansif olarak kullanılan α-adrenerjik reseptör blokeri ilaçlar üretral sfinkterde yetmezlik oluşturabilmektedir. Özellikle çoklu ilaç kullanımı olan yaşlı olgularda, İK’yı engelleyen anatomik unsurların da zayıflaması nedeniyle ilaç kullanımı ciddi bir İK nedeni olabilmekle birlikte, basit, ilaç tipi ve dozu değişimi ile İK’ın önüne geçilebilmektedir. Öykünün daha sistemik ve objektif olarak elde edilebilmesi için olguların değerlendirilmesinde semptom sorgulama formlarına, yaşam kalitesi değerlendirme formlarına ve işeme günlüğü tutulmasına başvurulabilmektedir. Alt üriner sistemde oluşan semptomların sıklığının ve ciddiyetinin ortaya konması, İK ile birlikte alt üriner sistem disfonksiyonunun değerlendirilme ve tedavisinde önemli bir adımdır. İşeme günlükleri semptomların sıklık açısından değerlendirilmesinde kullanılabilecek yarı objektif bir metottur. Hastalardan belirli bir süre boyunca alınan sıvı miktarını, işeme sıklığı ve hacimlerini, İK gelişirse gerçekleşen tipi veya gerçekleşme şeklini ve eşlik eden diğer yakınmaları kayıt etmeleri istenir. İşeme günlüğü ile gündüz ve gece idrar sıklığı, eşlik eden sıkışma hissi ve İK epizodları değerlendirilebilmektedir. Ayrıca işenen hacim ve 24 saatlik veya nokturnal toplam idrar miktarı gibi değişkenler de ortaya konabilmektedir. Bu sayede, örneğin işenen hacim değerlendirilerek aşırı aktif detrüsör ve poliüri arasında bir tanının desteklenmesi başarılabilmektedir. Fonksiyonel mesane kapasitesi günlükte saptanan en büyük miksiyon hacmidir. Özetle, işeme günlükleri alt üriner sistem fonksiyonu ve işeme fonksiyonu ile olguların semptomları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesinde güvenilir bilgiler sunmaktadır. İK semptom skorları ve yaşam kalitesi sorgulama formları, olguların semptomlarının ve bu semptomların yaşam kalitesi üzerindeki negatif etkisinin daha standardize ve daha objektif olarak belirlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Ancak burada önemli olanın hekimin hasta ile yüz yüze görüşmesi olduğu unutulmamalıdır. 301 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Bu formlar sistematik ve objektif bir anamnezin elde edilmesinde hekime yardımcı olabilse de, henüz sorgulama ve skorlama formlarının kullanımının olguların tedavisinin sonucuna etkisinin olup olmadığına yönelik kanıt mevcut değildir. 10.2.4.2 Fizik muayene Hastalar alt üriner sistemde disfonksiyona neden olabilecek nörolojik, metabolik, psikolojik ve endokrinolojik sorunlar yönünden araştırılmalıdır. Hastaların genel aktivitelerine ve mobilitelerine engel olabilecek nonürolojik problemler İK’ya neden olan tek faktör olabilir ve bu tip olgularda sadece bu problemlerin çözülmesi ile İK durumu ortadan kaldırılabilir. Tanı aşaması yanı sıra, tedavi aşamasında da olguların genel fizik ve psikolojik sağlık durumlarının bilinmesi ve buna göre seçim yapılması gerekmektedir. Alt üriner sistem fonksiyonunu bozan bir nörolojik sorun olması durumunda, bu sistemle aynı spinal segmentlerden innerve olan alt ekstremite bölgelerinin kas kuvvetinde ve derin tendon reflekslerinde bozulma saptanabilir. Klitoris stimülasyonu ile bulbokavernöz refleks, perianal cilt stimülasyonu ile anal refleks, öksürük ile perineal kas kontraksiyonları araştırılabilir. Vajinal muayene ve rektal tuşe ile anal sfinkter tonusu ve pubokoksigeal kas fonksiyonu konusunda fikir sahibi olunabilir. Nörolojik değerlendirmede bir problem saptanması bize İK’nın temelinde bu yönde bir sorunun olduğuna yönlendirmeli ve bu olgular ileri nörofizyolojik çalışmalar ile araştırılmalıdır. Genitoüriner sistem muayenesine vulva inspeksiyonu ile başlanır. Vulvar deride ödem, eritem ve ekskoriasyon, uzun süreli idrar teması nedeniyle oluşması nedeniyle üriner İK bulgusu olarak düşünülebilir. Ardından spekulum muayenesi gerçekleştirilir. Vajende atrofi, ödem, eritem, akıntı, geçirilmiş operasyonlara bağlı skar görülebilir. Geçirilmiş histerektomisi olan olgularda vajen kafı olası fistüller açısından gözlenmelidir. Valsalva manevrası yaptırılarak uterin veya vajen kubbe desensusu, rektosel, sistosel, üreterosel, mesane boynu mobilitesi, divertikül ve fistül açısından bakı sürdürülür. Rektal tuşe ile rektosel varlığı ve anal sfinkter tonusu incelenir. Bimanuel muayene ile uterus, adneksiyal yapıların durumu ve pelvik destek oluşturulan yapılarda relaksasyon araştırılır. Pelvik organ relaksasyonu veya prolapsusu konusunda değerlendirmeler uzun yıllar boyunca subjektif kriterlere göre yapılmıştır. Bu durum farklı tedavilerin sonuçlarının karşılaştırılmasında zorluklara yol açmaktadır. Bu konuda bir standardizasyon oluşturulması amacı ile 1996 yılında POP-Q sistemi oluşturulmuştur. Bu sistemde himen sabit bir referans noktası kabul edilerek, 2 adet vajen ön (Aa, Ba) ve 2 adet vajen arka duvarında (Ap, 302 Bp), 1 adet posterior fornikste (D) ve 1 adet servikste (C) yerleşen noktanın himene göre kraniyal/kaudal uzaklığı santimetre cinsinden ölçülür. Himene göre noktanın kraniyal yerleşimde olması negatif değer ile ifade edilir. Yukarıda belirtilen noktalar ile himenden anüse kadar olan uzaklık (perineal cisim) ve genital hiatus uzunlukları hasta maksimum valsalva yaparken, total vajinal uzunluk ise hasta gevşek iken gerçekleştirilir. Elde olunan tüm değerler 9 bölmeli bir tabloya yazılmaktadır. Ölçüm noktaları ve elde edilen sonuçlara göre evreleme şekilde özetlenmiştir (Şekil 1). POP-Q sisteminin tanımlanması sonrasında pek çok hekim bu sistemin karışık, öğrenmesi zor ve günlük kullanımda pratik olmamaması vurgularıyla eski sınıflama sistemlerini kullanmaya devam etmiştir. Bu bağlamda yaygın olarak kullanılan Baden-Walker sistemi halen kullanılmaya devam etmektedir (Şekil 2). 10.2.4.3 Detaylı değerlendirme Detaylı bir öykü ve fizik muayene sonrası, İK’sı mevcut tüm olgulara idrar tetkiki, idrar kültürü, stres testi, Q-tip testi, rezidü idrar ölçümü yapılmalıdır. Böbrek yetmezliği şüphesi olanlarda veya poliürik saptanan olgularda böbrek fonksiyonları da değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmeler sonrasında saptanan üriner İK nedeni olabilecek geçici etkenler varsa uygun yöntemler ile tedavi edilmelidir. Bu yönde herhangi bir etken saptanmaması durumunda, veya saptanan etkenin tedavisi sonrası persistan İK durumunda öngörülen İK tipine göre tedaviye başlanabilir veya ileri ürodinamik araştırmalar gerçekleştirilebilir. Bu konuda aşağıda belirtilen kriterlere sahip olgulara özellikle ileri inceleme yapılmalıdır: 1- Basit temel değerlendirme sonunda doğru tanıya ulaşılamayan veya uygun tedavi planı oluşturulamayan olgularda, 2- Hasta yakınması ile bulgular veya tanı arasında uyumsuzluk bulunan olgularda, 3- Uygulanan tedavi yöntemi ile hastanın tatmin olacağı derecede başarı sağlanamadığında, 4- Uygulanan ya da uygulanması planlanan tedavi yöntemine hastanın isteksizlik veya uyum bozukluğu göstermesi durumunda, 5- Cerrahi riske sahip veya önceden cerrahi geçirmiş olgularda cerrahi planlanması öncesinde, 6- Komplike veya komplikasyon oranı yüksek ve başarı oranı düşük cerrahi tedaviler öncesinde, 7- Uygulanacak tedavinin sonucu üzerinde etkisi olan genel veya genitoüriner ek sorunların varlığı: a- Rekürren üriner enfeksiyon b- İşeme fazı disfonksiyonu düşündüren yakınmalar c- Anormal rezidü idrar volümü d- Alt üriner sistem üzerine etkisi bulunan nörolojik sorunlar e- Pelvik organ prolapsusu f- Radikal pelvik veya anti-İK operasyonu öyküsü g- Stress tip İK düşünülmesine rağmen mesane boynu hipermobilitesi izlenmemesi h- Persistan hematüri ı-Alt üriner sistemde konjenital anomali i-Üretral veya periüretral fibrozis ve striktür gelişime neden olabilecek travma, operasyon ya da radyoterapi öyküsü j- Mesane kapasitesi ya da kompliansının aşırı yüksek veya düşük olması Gerçekleştirilmesi planlanan ileri incemeler ile alt üriner sistem fonksiyonunu bozabilecek anatomik, nörolojik ve fonksiyonel sonuçları saptamak, İK’nın nedenlerini saptamak, benzer yakınma oluşturan farklı patofizyolojiye sahip durumlarda ayırıcı tanı sağlamak ve planlanan tedavi yönteminin sonucunu etkileyebilecek risk faktörlerini belirlemek amaçlanmaktadır. 10.2.4.3.1 Spesifik testler İK olgularında ileri incelemelerden önce, spesifik bazı testler gerçekleştirilebilir. Örneğin fistül şüphesi olan durumlarda bu tanıya spesifik olarak boya testi gerçekleştirilebilir. Vajinaya 3 adet gazlı bez yerleştirilir ve mesane metilen mavisi ile renklendirilmiş 400 ml salin ile doldurulur. 30 dakika hafif fiziksel aktivite sonrasında hiatusa yakın bezlerin boyalı olmayıp, kranialde yer alan bezlerin boyalı olması vezikovajinal fistül açısından anlamlıdır. İK olgularında ped testi, idrar kaçağını göstermek için basit ve ucuz bir testtir. Hastaya hijyenik ped verilir, birkaç hareket sonrasında pedin ıslaklığı muayene edilir. Bu şekilde elde olunan ped testi idrar kaçırmayı gösterse de miktarı derecelendiremez. Ayrıca ıslaklığın terleme ve vajinal akıntı ile de oluşabileceği düşünülürse idrar kaçağı her zaman doğru olarak göstermeyebilir. Kaçak miktarının da ölçümünü sağlamak ve daha objektif bir sonuç almak için ağırlık ölçümlü ped testi gerçekleştirilir. Olgu kullanmadan önce ped tartılır ve daha sonra kullanması için verilir. Belli bir zaman sonrasında tekrar tartılarak aradaki farka göre İK derecesi belirlenir. International Continence Society tarafından standardize edilen bir saatlik kısa dönem ped testine hasta işemeye gönderilmeden başlanır. 15 dakikada 500 ml sodyum içermeyen sıvı alımını takiben 30 dakikalık süre boyun- ca yürüme, merdiven çıkma, 10 defa oturup kalkma, 10 defa öksürme, 1 dakika yerinde koşma, 5 kere eğilme ve 1 dakika el yıkama aktiviteleri gerçekleştirilir. Ardından ped tartılarak İK sınıflandırılır. 1 gramdan az ağırlık artışı kesin kuru, 2-10 gr hafif orta, 10-50 gr şiddetli ve 50 gr üstü çok şiddetli kaçırma olarak belirlenir. Testin güvenilirliğini arttırmak için test süresini arttırmayı öneren araştırmalar olsa da, uzun süreli testlerde aktivite farklılıkları nedeniyle kaçan idrar miktarında önemli değişiklikler olabileceği unutulmamalıdır. Q-tip testi 1971 yılında tarif edilen ve üretral hipermobiliteyi gösteren basit ve ucuz bir testtir. Q-tip çubuğu üretravezikal boyun hizasına yerleştirilir, mesaneye veya midüretraya doğru yerleştirilmesi sonucu değiştirmesi açısından önemlidir. Ikınma veya öksürme sırasında çubuğun açısında gerçekleşen horizontal düzleme göre 30 dereceden fazla artış olması hipermobil üretra açısından anlamlıdır. Ancak hipermobilite varlığı stres tip İK tanısını doğrulayıcı değildir, çünkü birçok hipermobil olgu kontinan veya sıkışma tip İK olgusu olabilir. 10.2.4.3.2 Ürodinamik incelemeler Ürodinamik tetkikler alt üriner sistem fonksiyonlarını inceleme konusunda altın standart tetkiklerdir. Özetlemek gerekirse, alt üriner sistemin depolama ve boşaltma fonksiyonlarını mümkün olduğunca taklit ederek laboratuvar koşullarında test edilmesi olarak ifade edilebilir. Ürodinamik testler, olgu kooperasyonunu gerektirmektedir. İlk his, abdominal basınç ile ilgili analizler gibi ölçümler için olgunun testi yapanın söylediklerine uyum sağlaması gerekmektedir. Sistometride normal koşullarda ilk idrar hissi mesanede 150-200 ml idrar olduğunda alınır. Mesane kapasiteye yaklaştığında normal idrar hissi, kapasiteye ulaştığında mutlak idrar yapma hissi oluşur. İntravezikal basınç (510 cm H2O), intraabdominal basınç (0 olacak şekilde ayarlanmalıdır) ve detrüsör basıncı (vezikal basınç – abdominal basınç = p detrüsör) ölçümleri alınır. Mesane hacminde meydana gelen değişikliğin, detrüsör basıncında meydana gelen değişikliklere oranı ile komplians elde edilir. Ancak komplians ölçümünde basıncın sistometrik kapasiteye yaklaşılması ile birlikte hızlı artış gösterdiği kısım dikkate alınmamalıdır. Normal, artmış (alt motor nöron lezyonlarında flask mesane, atonik mesane), azalmış (nörojen, aşırı aktif mesane) şekilde görülebilir. Olgunun sistometri sırasında maksimum tolere edebileceği volüm sistometrik mesane kapasitesine işaret eder. Sistometride dolum sırasında gözlenen basınç artışları, eşlik eden İK’dan bağımsız olarak detrüsör aşırı aktivitesi olarak adlandırılır. Bu olgularda komplians ve sistometrik mesane kapasitesi de azalmıştır, sistometri sırasında mesane içi basıncında hızlı yükselme ile detrüsör kontraksiyonu veya abdominal basınç artışı olmak- 303 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Şekil 1 : POP-Q sınıflaması sızın da İK görülebilir. İnkontinansın izlendiği basınç detrüsör kaçak anı basıncı (detrusor leak point pressure – DLPP) olarak adlandırılır ve >40 cm H2O olması üst üriner sistem açısından risk taşımaktadır. Nörojenik sistemi olağan olgularda detrüsör aşırı aktivitesine sıkışma hissi eşlik edebilir. Aşırı aktif detrüsör ve sıkışma hissi bir arada ve İK ile sonuçlanıyor ise tanı sıkışma tip İK olarak kabul edilebilir. Maksimum sistometrik kapasiteye ulaşıldıktan sonra infüze edilen volüm mesane içerisinde 250-300 ml kalacak şekilde boşaltılır ve abdominal kaçak anı basıncı (AKAB) (valsalva leak point pressure, VLPP) ölçümleri alınır. Hastadan ıkınması istenir ve kaçak olan basınç kaydedilir. Kaçağın olduğu basınçtan istirahat mesane basıncının çıkarılması ile AKAB bulunur, eğer 60 cm H2O’dan düşükse intrensek sfinkter yetmezliği söz konusudur. Bazı stress tip İK olgularında aşırı aktif detrüsör de mevcuttur. Örneğin valsalva sonrası abdominal basınçta azalma olmasına rağmen İK devam ediyor ve detrüsör Şekil 2: Baden-Walker ve POP-Q sınıflama karşılaştırması basıncı yüksek ise stresle uyarılan bir detrüsör aşırı aktivitesi söz konusu olabilir. Sıkışma tip İK tabloya eklendiğinde karışık tipte İK’tan bahsedilir. Ürodinamik olarak boşaltım fazının değerlendirilmesi de mümkündür. Bu açıdan üroflovmetri ve basınç-akım çalışmaları (BAÇ) gerçekleştirilir. Üroflovmetride idrar akım hızı (ml/sn), miksiyon zamanı, ortalama ve maksimum akım hızları (Qmax), idrar volümü ve Qmax’a kadar geçen miksiyon zamanı gibi parametreler ölçülür. Üroflovmetri öncesinde mesane idrar volümünün en az 150 ml olması önerilir. Test serbest veya BAÇ’ın bir parçası olarak intravezikal basınç ölçümü altında gerçekleştirilebilir. Üroflovmetri detrüsör kasının mesane çıkımına karşı çalışması hakkında bize bilgi verir. Ancak düşük akım değerleri kontraksiyonun güçsüzlüğüne veya infravezikal bir obstrüksiyona bağlı olabilir. Normal üroflov değerlerinde de infravezikal obstrüksiyonu yenen güçlü bir detrüsör bulunabilir. Bu açıdan şüpheli durumlarda BAÇ yapılmalıdır. BAÇ’da sistometriyi takiben intravezikal basınç kate- POP-Q Sınıflamasına göre evreleme Evre 0: Aa, Ba, Ap, Bp noktaları -3 cm’de Evre 1: Prolabe olan kısmın en distal bölümü himenin 1 cm yukarısında (-1 cm’de) Evre 2: Prolabe olan kısmın en distal bölümü himenin 1 cm yukarı ve aşağısındaki aralıkta (≤ + 1 cm ve ≥- 1 cm) Evre 3: Prolabe olan kısmın en distal bölümü himenin 1 cm aşağısında ancak total vajinal uzunluk -2 cm’den (TVU) daha fazla prolabe değil (>+ 1cm ve TVU -2 cm) Evre 4: Prolabe olan kısmın en distal bölümü en az TVU-2cm’den daha fazla prolabe (≥TVU-2 cm) 304 Tablo 1 : Sık kullanılan ve ticari olarak bulunabilen orta üretra askıları İsim Tip TVT RP “ aşağıdanyukarıya ” Advantage RP “ aşağıdanyukarıya ” SPARC RP “ yukarıdanaşağıya ” Lynx RP “ yukarıdanaşağıya ” Prefyx PPS Pre-pubik “ aşağıdanyukarıya ” Monarc TO “ dıştaniçe ” ObTryx TO “ dıştaniçe ” Aris TO “ dıştaniçe ” TVT -O TO “ içtendışa ” Tek insizyon Miniarc Tek insizyon TVT Secur Tek insizyon Ajust Tek insizyon Solyx terleri üretrada bırakılarak hastadan idrar yapması istenir. İdeal olarak kateterin obstrüksiyon yaratmayacak (<8Fr) kalınlıkta olması istenir. Miksiyon sırasında idrar akım hızı ve karşılık gelen intravezikal basınçlar ölçülür. BAÇ ile eşzamanlı olarak sfinkter elektromyografisi (EMG) yapılarak olası bir obstrüksiyonun anatomik veya fonksiyonel olduğu ortaya konabilir. Örneğin detrüsör-sfinkter dissinerjisi olan olgularda işeme sırasında eksternal sfinkter EMG aktivitesinin devam ettiği gözlenir. Ayrıca obstrüksiyon varlığında infüzyona kontrast katılması ile floroskopi altında videoürodinamik görüntüler elde olunabilir ve bu görüntüler ile obstrüksiyonun lokalizasyonu veya eşlik eden reflü gibi patolojiler hakkında fikir sahibi olunabilir. Erkeklerin aksine, kadınlarda obstrüksiyonu saptamaya yönelik henüz geçerliliği doğrulanmış bir BAÇ nomogramı mevcut değildir. Üretici Ethicon Boston Scientific AMS Boston Scientific Boston Scientific AMS Boston Scientific Coloplast Ethicon AMS Ethicon Bard Boston Scentific durduğu görülür. Videoürodinamide amaç pelvik tabanın zayıflığını ve hipermobiliteyi göstermek olabileceği gibi, obstüktif durumlarda lokalizasyon hakkında da bilgi verebilir. Mesane tabanının, boynunu ve proksimal üretranın istirahat ve stress esnasında simfiz pubise göre lokalizasyonu ve hareketleri, pelvik taban zayıflığı hakkında bilgi verir. Sistogramda mesane tabanı simfis 1/3 alt seviyesinin altına iniyorsa destek azalmış demektir. 10.2.4.3.3 Radyolojik incelemeler İK ve POP için radyolojik değerlendirme yöntemleri sıklıkla kullanılmamakla birlikte endikasyonlarının bilinmesinde fayda vardır. Voiding sisto-üretrogram (VSUG), sıkışma tip inkontiSfinkter EMG perineye yüzey veya iğne elektrotları yer- nansı olan özellikle nörolojik sorunları olan hastalarda, leştirilerek yapılır. Normalde dolum sırasında eksternal eşlik eden üremi durumunda endikedir. Şiddetli detrüsör sfinkter EMG’sinde amlitüdü gittikçe artan elektriksel aşırı aktivitesi bulunan bazı olgularda üretero-vezikal aktivite, boşalma sırasında ise bu elektriksel aktivitenin bileşkedeki antireflü mekanizmasının bozulması nedeTablo 2: Enjeksiyonda kullanılan materyaller İçerik İsim Üretici FDA onayı Sığır kollajeni Contigen® CR Bard Evet GAX çapraz bağlı Durasphere EXP® Boston Scientific Evet karbon-kaplamalı küreler DMSO ve etilen Tegress® CR Bard Evet vinil alkol kopolimeri Volüm ayarlı balon ACT® Uromedia Hayır Kalsiyum hidroksiapatit Coaptite® Bioform Hayır Hyaluronik asit ve Zuidex® Q-Med Hayır dekstranomer mikroküreleri Çapraz bağlı hyaluronik asit Hylagel® Biomatrix Hayır Silikon polimer Macroplastique® Uroplasty Hayır kopolimer/DMSO İmplante edilebilir Urovive® American Medical Hayır mikrobalon sistemi 305 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma niyle veziko üreteral reflü (VUR) görülebilmektedir. Bu tip hastalarda VUR araştırılması ve derecelendirilmesi için endikedir. necektir. Ultrasonografi, mesanenin değerlendirilmesinde oldukça etkin, ucuz ve non-invaziv bir yöntemdir. Mesane ve uterus patolojileri özellikle transvajinal problar yardımıyla değerlendirilebilir. Örneğin sıkışma tip İK’lı bir hastada neden olabilecek bir mesane kitlesi veya taşı varlığı USG ile net olarak söylenebilmektedir. Bunun haricinde gerek stres tip İK’da gerekse POP’da yaygın kullanım alanı bulunmamaktadır. 2) Burch kolposüspansiyonu Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Magnetik Rezonans Görüntüleme(MRG), İK ve POP değerlendirilmesinde oldukça net görüntüler elde edilmesini sağlayan yöntemlerdir. Ancak akademik çalışma araçları olma dışında günlük pratiğe hizmet edecek net bir endikasyonları tanımlanmamıştır. Hastaya düşük litotomi pozisyonu verilir. Retropubik diseksiyon ile kateterize proksimal üretra açığa çıkartılır. Cerrah vajendeki parmağını yukarı doğru kaldırır ve diğer tüm yapıların görüş alanına girmesini sağlar. İster emilebilen, ister emilemeyen sütür üretraya komşu vajinanın üst duvarına konur (mukozayı geçmemeli). En proksimal sütür üretrovezikal bileşke hizasında olmalıdır. Sütürlerin üretra ve mesane lümeninden geçmemesine dikkat edilmelidir. Sütürler simfisiz pubisin kıkırdak kısmından geçirilerek bağlanır. Etkiye sahip olması için üretra orta hatta simfisiz pubisin hemen altında olmalıdır. Lateralden bakıldığında ise üretrovezikal bileşke simfisiz pubisin altında keskin bir açı yapmalıdır. Kateter üretrada bırakılabilir veya suprapubik direnaj yapılabilir. NOT: Bölüm içerisinde yeralan şekiller Merve EVREN tarafından çizilmiştir. Okunması önerilen kaynaklar Staskin D, Wein AJ. Classification of Voiding Dysfunction in the Female Patient. In: Cardozo L, Staskin D (ed.) Textbook of Female Urology and Urogynecology. 2nd ed.: Informa Healthcare, United Kingdom. 2001, p173-81. Koçak I, Okyay P, Dündar M, Erol H, Beşer E: Female urinary incontinence in the west of Turkey: Prevalence, risk factors and impact on quality of life. Eur Urol 2005; 48: 634-41. Lucacs ES, Lawrance JM, Contreras R, Nager CW, Luber KM. Parity, mode of delivery and pelvic floor disorders. Obstet Gynecol 2006; 107: 1253-60. Swift S, Woodman P, O’Boyle A, Kahn M, Valley M, Bland D, Wang W, Schaffer J. Pelvic organ support study (POSST): The distribution, clinical definition, and epidemiologic condition of pelvic organ support defects. Am J Obstet Gynecol 2005; 192: 795-806. Peterson AC, Webster GD: Urodynamic and videourodynamic evaluation of voiding dysfunction. In Campbell-Walsh Urology, (editor in chief Wein AJ; editors Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA), 9th ed. Saunders Elsevier Philadelphia, PA 19103-2899, 2007, p 1986-2010. Lucas MG, Bosch JLHR, Cruz FR, et al. Guidelines on Urinary Incontinence. Uroweb 2012. Available at: http://www.uroweb.org/gls/pdf/18_Urinary_ Incontinence_LR_June%203rd.pdf. Accessed July 15, 2012 Haylen BT, de Ridder D, Freeman RM, et al. An International Urogynecological Association (IUGA)/International Continence Society (ICS) joint report on the terminology for female pelvic floor dysfunction. Neurourol Urodyn 2010;29(1):4-20. Oyama IA, Steinberg AC, Watai TK, Minaglia SM. Pelvic organ prolapse quantification use in the literature. Female Pelvic Med Reconstr Surg. 2012 Jan-Feb;18(1):35-6. 10.2.5 Tedavi 10.2.5.1 İnkontinans tedavisi 10.2.5.1.1 Retropubik suspansiyon ameliyatları Retropubik süspansiyon ameliyatları 4 başlıkta incele- 306 1) Marshall-Marchettı-Krantz (MMK) operasyonu 3) Paravaginal onarım 4) Laparoskopik retropubik süspansiyonlar 10.2.5.1.1.1 Marshall-Marchettı-Krantz (MMK) operasyonu: Operasyon tekniği 10.2.5.1.1.2 Burch kolposüspansiyonu: Kadın stres tip idrar kaçırmanın cerrahi tedavisinde altın standart olarak kabul edilmektedir. Ancak orta üretra askı operasyonlarının uygulama kolaylığı ve başarı oranlarının yüksekliğine bağlı olara daha yaygın kullanılması sonucunu popülaritesinde ciddi bir azalma olmuştur. Operasyon tekniği; hastaya düşük litotomi pozisyonu verilir, retropubik diseksiyon ile mesaneye ve üretrovezikal alana inilir. Proksimal üretra ve vajina diseksiyon esnasında belirlenir. Mesane kateterize edilir, kateter balonu çekilerek mesane boynuna oturtulur ve üretrovezikal birleşme yeri belirlenir. Operatör vajendeki parmağının yukarı hareketi ile mesane boynunun her iki tarafını yukarı kaldırır. Üretra ve mesane dokusu kibarca mediale çekilerek paravajinal dokuda güvenli alan ortaya çıkarılır. Emilebilir veya emilemeyen süturlar paravajinal dokudan geçirilir, ideali vajene girmemesidir. Bu süturlar Coopers ligamanından geçirilir ve düzgün şekilde oturması sağlanır. Üretra ve mesane bütünlüğü çeşitli yöntemlerle kontrol edilir. Diseksiyon esnasında cerrah geri çekerek üretrovezikal bileşkeyi bulur ve bunun hemen mediali sütürün konduğu alandır. Vajina ve komşu üretrovezikal bileşke arasındaki sulkusun net şekilde görülmesinden sonra, paravajinal doku güvenle sütüre edilir. Sütürün mesaneden geçip geçmediğini kontrol için metilen mavisi kateterden verilerek kaçak olup olmadığına bakılır. Çoğu cerrah bu noktada sis- toskopi yapar. Sistoskopinin avantajı mesane patolojisini kontrol etmek, sütür geçip geçmediğini görmek ve orifislerin durumunu değerlendirmektir. Ayrıca sütürler kibarca çekilirken mesane boynunun başarılı bir şekilde desteklenip desteklenmediği kontrol edilir. Hastaya tekrar kateter takılır. Sütür mesane boynu hipermobilitesinin boşluğunu alacak kadar kibarca gerilir ve gevşek olarak bağlanır, kesinlikle çok gergin olmamalıdır. Bundan dolayı Burch kolposuspansiyonun için üretral stabilizasyon şeklindeki tanımlama daha uygun olur. Proksimal üretra altındaki paravajinal doku tarafından verilen destek bir stabilizasyon sağlar ve abdominal basınç artış anında mesane boynunun daha etkin kompresyonuna olanak sağlar. Mesane direnajı için üretral kateter bırakılabilir veya suprapubik kateter konur. Üretral kateter postoperatif 1-2 gün içinde çekilir. Sütürü uygun şekilde yerleştirilen hastalarda işeme zorluğu nadiren görülür. 10.2.5.1.1.3 Paravajinal Onarım Paravajinal onarımın geçmişi, 1909 yılında mesane tabanı ve proksimal üretrayı pelvis duvarına asan beyaz çizgi olarak adlandırılan arkus tendineusun önemine değinen ve ayrıca paravajinal fasya yırtılmalarının sistosel oluşumuna yol açtığı bildiren George R.White’ın çalışmalarına dayanmaktadır. Daha sonrasında farklı uygulamalar geliştirilmişse de onarımdaki ortak nokta puboservikal fasyanın, pelvik fasyanın arkus tendineusa tutturulmasıdır. İşlem düşük litotomi pozisyonunda uygulanır. Mesane ve üretra vajene ait bağlardan mobilize edilir. Mesane boynu hizasında vajen duvarı bulunur ve 3 adet 1/0 poliglikolik asit sütür 1’er cm aralıklarla paravajinal fasya ve vajen duvarından (mukoza hariç) geçirilir. Sütürlere üretrovezikal bileşkeden başlanır (ana sütür) ve 3 cm proksimale doğru gidilir. Bu sütürler daha sonra aynı taraf obturator fasya ve arkus tendinous fasyası altındaki kastanda geçirilir. Arkus gözlenmiyorsa beyaz çizginin 1,5-2 cm üzerinde yer alan obturator fossa esas alınır. Enterosel oluşumunu önlemek için ek olarak cul de sac’ın kapatılması gerekebilir. Ulaşılan son nokta güvenli fiksasyonu olan, aşağıya inişi engellenmiş, anatomik poziyonda bir üretral aksı olan üretradır. Fiksasyon üretranın sfinkter fonksiyonunu bozmamalı, üretrayı sıkıştırmamalı ve kompresyona yol açmalıdır. Bunlardan dolayı ameliyat sonrası dönemde işeme zorluğu sık değildir. 10.2.5.1.1.4 Laparoskopik retropubik suspansiyon Retropubik suspansiyonlarda laparoskopik teknikler ilk kez 1991 yılında Vancaillie ve Schuessler tarafından kullanıma girmiş ve bu otörlerin laparoskopik yolla bir MMK operasyonu yapmalarını takiben bu teknik hem Burch hem de paravajinal onarımda da uygulanmıştır. Laparoskopik yöntemde de açık ameliyatlardaki aynı prensipler kullanılmıştır. Laparoskopik girişimlerin avantajı ameliyat sahasının daha iyi görüntülenmesi, ameliyat sonrası daha az ağrı olması, kısa hastanede kalma süresi ve kısa iyileşme süresidir. Dezavantajı ise uzun ameliyat süresi ve yüksek maliyet sayılabilir. 10.2.5.1.1.5 Retropubik süspansiyon ameliyatlarının komplikasyonları Ameliyat sonrası işeme zorluğu İşeme zorluğu sütürlerin doğru yerden geçilmemesi, sıkı bağlanması ve böylece üretra aksının aşırı düzeltilmesi sonucu meydana gelir. Bu olgularda üretranın anatomik pozisyona getirilmesi için yapılacak sistoüretropeksi revizyonu sonrası hastaların % 90’nında semptomlar düzelmektedir. Mesane aşırı aktivitesi Leach ve ark.’ın yaptığı metanalize göre preoperatif sıkışma ve detrüsör aşırı aktivitesi varsa, retropubik süspansiyon sonrası sıkışma semptomu görülme riski % 66, sıkışma var ancak gösterilebilir detrüsör aşırı aktivitesi yoksa %36, her ikiside yoksa bu risk %11 olarak bulunmuştur. Vajinal prolapsus Burch operasyonu vajeni lateralden yükselttiği için vajen arka duvarının zayıflamasına neden olarak enterosel oluşumuna yol açmaktadır. İnsidans %3-17 arasındadır. 10.2.5.1.1.6 Etkinlik Konu ile ilgili Cochrane analizi 46 çalışma ve 4738 kadını içermektedir. Açık retroperitoneal kolposüspansiyon için toplam kür oranı % 68,9-88dir. İki küçük çalışmada konservatif tedavi ile karşılaştırıldığında cerrahi sonrası düşük başarısızlık oranı olduğu rapor edilmiştir. Altı çalışmadan elde edilen veriler açık retroperitoneal kolposüspansiyonun anterior kolporafi ile karşılaştırıldığında cerrahi sonrası subjektif kür için düşük yetmezlik oranına sahip olduğu görülmüştür. Cerrahinin iyileştirici etkisi 5. yılda da devam etmektedir. İğne süspansiyonlarla karşılaştırıldığında açık retroperitoneal kolposüspansiyonun başarısızlık oranı daha düşüktür. Oniki çalışmadan elde edilen veriler ışığında ise subüretral askı operasyonu ile karşılaştırıldığında tüm zaman periyodlarında başarısızlık oranında anlamlı bir fark tespit edilememiştir. Hasta raporlarına dayanan kısa-orta-uzun izlemde açık ve laporoskopik açık retroperitoneal kolposüspansiyon arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır, ancak çalışmaların güven aralıkları çok geniştir. İki çalışmada ise Burch sonrası başarısızlık oranının MMK’ye göre 1,5 yıllık izlemde daha düşük olduğu bulunmuştur. Daha farklı takip zamanları ile ilgili çok 307 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma az veri mevcuttur. Genelde diğer açık cerrahi yöntemleriyle açık retroperitoneal kolposüspansiyon karşılaştırıldığında morbidite ve komplikasyon açısından fark bulunamamıştır, ancak pelvik organ prolapsusu, anterior kolporafi ve askı operasyonlarına göre daha sık olarak bulunmuştur. Sonuç kanıta dayalı tıp ışığında bakıldığında açık retroperitoneal kolposüspansiyon özellikle uzun dönemde stres tipte İK tedavisinde etkin bir yöntemdir. Tedavinin ilk yılında kontinans oranı yaklaşık %85-90 dır. Beşinci yılda hastaların %70’i kurudur. Laporoskopik kolposüspansiyonda toparlanma daha hızlı olmakla beraber yöntemin güvenliği ve etkinliği hakkında kaliteli ve yeterli veri mevcut değildir. Okunması önerilen kaynaklar Chapple CR.Retropubic Suspension Surgery for Incontinence in Women. In:Campbell-Walsh Urology,10th ed. (Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, Ed.),Elsevier Saunders,Philadelphia,2012,pp2047-2068. Lapitan MC, Cody JD, Grant A. Open retropubic colposuspension for urinary incontinence in women: a short version Cochrane review. Neurourol Urodyn. 2009;28(6):472-80. Lapitan MC, Cody JD. Open retropubic colposuspension for urinary incontinence in women. Cochrane Database Syst Rev. 2012 Jun 13;6:CD002912 Cornella JL. Management of stress urinary incontinence. Rev Urol. 2004;6 Suppl 5:S18-25. Jerome G, Sender H. The contemporary role of Burch colposuspension. Curr Opin Urol: 2005;15(4);250-255. 10.2.5.1.2 Askı operasyonları Askı operasyonları anatomik olarak mesane boynu veya orta üretraya uygulanır. Günümüzde orta üretra askı operasyonları yaygın olarak kullanılmaktadır. 10.2.5.1.2.1 Mesane boynu askı operasyonları Stres tip idrar kaçırmada askı operasyonları yeni değilidir. İdrar kaçırmada subüretral destek ile tedavi 1900’lü yılların başlarına dayanır. Giardiano 1907’de grasilis kası ile üretranın parsiyel olarak sarılmasını tariflemiştir. Sonraki yıllarda teknik ve kullanılan materyaller çeşitlenmiştir. Bu operasyonda mesane boynunu asmak için çok farklı materyaller kullanılmıştır. Bunlar: • Otolog materyaller o Rektus fasyası, Fasya Lata, vaginal duvar • Allograft materyaller o Kadavra fasya lata, kadavra dermis/asellüler kollagen matriks •Ksenograft materyaller 308 oDomuz dermis matriksi, domuz ince barsak submukozası •Sentetik materyaller oPolitetrafloroetilen meş (PTFE, Gore-Tex), polipropilen meşler (Marlex, prolen, silikon elastomer), polyester meşler (Polietilen Terefitalat- Mersilene, Ethicon, sığır kollajeni injekte edilmiş polyester- ProteGen, Boston scientific) 10.2.5.1.2.1.1 Ameliyat tekniği Mesane boynu askı operasyonlarının bir çok farklı çeşidi vardır. Burada otolog rektus fasyası kullanılarak yapılan askı operasyonu (Pubovajinal askı operasyonu) anlatılacaktır. Girişim, düşük litotomi pozisyonunda yapılır. Üretral 16 Fr Foley kateteri yerleştirilir ve balonu mesane boynunun palpasyonunu kolaylaştıracak şekilde 10 cc şişirilir. Rektus fasyası vajinal kanamayı minimalize etmek için önce hazırlanır. Pubisin 2-3 cm üzerinden 8-10 cm Pfannenstiel insizyonu yapılır, rektus fasyası ortaya çıkarılır. Uzunluğu 8-10 cm, genişliği 1,5-2 cm olan rektus fasyası grefti alınır, fasya kapatılır. Greftin distal 1 cm ucu kendi üstüne katlanır ve uçtan 0.5 cm içeriye sütürler yerleştirilir. Proksimal üretra üzerinden 3 cm’lik orta hat insizyonu veya ters ‘’U’’ insizyonu yapılır. Diseksiyona her iki tarafta üretranın yanından başlanır ve laterallerde endopelvik fasyaya doğru devam edilir. Eğimli Metzenbaum veya Mayo makası ile endopelvik fasya delinir, retropubik aralığa girilir ve pubisin arkasından periostu sıyırarak yukarı doğru ilerletilir. Bu işlem diğer tarafa da uygulanır. Sarot ve Crawford klempi üstten retropubik boşluğa yerleştirilir ve vajinal insizyona doğru ilerletilir. Klempler her iki taraftan geçirildikten sonra mesanede herhangi bir yaralanma olmadığından emin olmak için sistoskopi yapılır. Askı üretranın altına yerleştirildikten sonra askı sütürlerinin her ...biri abdominal insizyondan çekilir. İki parmak sütür düğümlerinin altından geçirilerek askının yeterince ‘’gevşek’’ olduğundan emin olunarak sütürler bağlanır. Takiben vajen kapatılır. 10.2.5.1.2.1.2 Komplikasyonlar 1) Mesane yaralanması Sistoskopi mesane perforasyonu kontrolünde en iyi seçenektir. Eğer yaralanma varsa iğne ve meş pozisyonu düzeltilir, Foley kateter 5-7 gün bırakılır. 2) Üriner retansiyon Büyük serilerde uzamış retansiyon % 0-12 arasındadır. Transvajinal üretroliz çıkım tıkanıklığı varsa uygulanır. 3) De novo sıkışma /sıkışma tipi idrar kaçırma Postoperatif dönemde yeni başlayan sıkışma % 0-33 oranında bildirilmiştir 4) Vajinal erozyon Defekt küçükse (<5mm) konservatif olarak tedavi edilmeye çalışılır. Metronidazol ve vajinal östrojen krem uygulanır. Defekt büyükse veya konservatif tedaviden fayda görmemişse mukozal fleb çevrilir, sentetik materyal kullanılmışsa çıkarılır. 5) Üretral erozyon Genellikle sentetik meş kullanımına bağlıdır. Tedavide meş çıkarılır. 6) Osteitis pubis /Osteomyelit Literatürde transvajinal kemik çapası (bone anchor) operasyonu uygulanan 1228 hasta değerlendirildiğinde osteitis pubisin % 0,16, osteomyelitin % 0,8 görüldüğü rapor edilmiştir. Osteitis pubis konservatif olarak takip edilir. Osteomyelitte ise kemik çapası ve diğer sentetik materyaller çıkarılır, uygun antibiyotik başlanır. 10.2.5.1.2.1.3 Etkinlik Bu teknikte otolog rektus fasyası kullanımı ile ilgili veriler ön plana çıkmaktadır. Bu teknik yaklaşık 30 yıl önce tanımlanmıştır ve büyük hasta sayılı serilerden alınan verilerle etkinliği onaylanmıştır. Son dönemdeki çalışmaların sonuçları otolog rektus fasya askı operasyonlarının stres tip idrar kaçırmanın tüm tiplerinde etkin ve güvenilir bir teknik olduğunu teyit etti. Chaikin ve ark.(1998) ortalama 31 yıllık takipli 151 hastalık serisinde % 92’lik kür/iyileşme oranı rapor edilmiştir. Kür oranı basit olgular için % 100 e yaklaşırken, komplike olgular için % 80 olarak bulunmuştur. Hassouna ve Ghoneim videoürodinami ile tip 3 stres idrar kaçırma tanısı almış ve rektus fasya pubovajinal askı operasyonu uygulanmış 112 kadını anket yoluyla değerlendirmiş, hastaların 78’i ankete cevap vermiştir. Ortalama 3.4 yıllık takipte 61 hastada (% 70) kür veya düzelme olduğu rapor edilmiştir. Yayınlanan hiçbir seride vajinal veya üretral erozyon ya da greft enfeksiyonu rapor edilmemiştir. Otolog fasya lata askı operasyonu etkinliği: Beck ve ark. 1988’de 22 yıllık sürede 170 hastalık otolog fasya lata sonuçlarını rapor ettiği . retrospektif dosya taraması ile kullanılarak yapılan çalışmada kür oranı % 92 olarak bulunmuştur. Ancak bu çalışmada 190 hastadan sadece 17’sinin takip süresi 2 yıldan fazladır. Goiver ve ark.’nın tip 3 stres idrar kaçıran 32 hastalık serisinde ortalama 14 ay sonunda dosyaya göre %87, hastalara uygulanan anket sonucuna göre ise %70’lik başarı elde edilmiştir. Vajinal duvar kullanılarak yapılan askı operasyonu etkinliği: Raz ve ark. izole ön vajinal duvar askısı ile ameliyat edilen 163 hastanın 160’ını anket kullanarak değerlendirmiş, ortalama 17 aylık takipte % 97 kür oranı olduğunu rapor etmiştir. Label ve Sand (1997) vajinal duvar askı operasyonu uygulanan ve % 89’unda eş zamanlı pelvik cerrahi yapılan 90 kadındaki ardışık prosedürlerin sonuçlarını incelemiş ve dosya gözden geçirilmesi ile yapılan değerlendirmede, ortalama 26 haftalık takipte % 70’lik kür oranı bulunmuştur. 10.2.5.1.3 Orta üretra askı operasyonları Retropubik orta üretra askı operasyonları o Aşağıdan-yukarıya o Yukarıdan-aşağıya Transobturator orta üretra askı operasyonları o Dışarıdan-içeriye o İçeriden-dışarıya Tek insizyon orta üretra askı operasyonları (SIS: single insizyon sling) Orta üretra askı operasyonlarında sık kullanılan ve ticari olarak bulunabilen bazı kitler tablo 1’de görülmektedir. 10.2.5.1.3.1 Cerrahi Teknik Retropubik askı operasyonu Retropubik askı operasyonunda trokar körlemesine suprapubik alana doğru ilerletilir ve meş retropubik alandan geçirilir. Bu işlem vajinadan suprapubik alana doğru yapılabileceği gibi, suprapubik alandan vajinaya doğru yapılabilir. Bu işlemin orjinali “tension-free vaginal tape (TVT)”dir ve aşağıdan yukarıya yapılır. Vajinada orta üretraya 2-3 cm’lik küçük bir kesi yapılır, trokar orta üretral alandan pubik kemiğin arkasından abdominal duvara yönlendirilir. Bu işlem çift taraflı olarak yapılır ve hamak tip askı vajinal duvarın altında orta üretrada düzgün şekilde kıvrılmadan,yerleştirilir. Bu yaklaşıma alternatif olarak yukarıdan aşağı uygulanan SPARC sistemi mevcuttur. Yine aşağıda midüretral insizyon yapılır, insizyon ve diseksiyon üst laterale doğru yapılır. Bu yaklaşımın TVT’den farkı, bilateral suprapubik kesi yapılır ve trokar yukarıdan pubik kemiğin arkasına yönlendirilir ve inferomedial yönde cerrahın vajinadaki parmak ucuna doğru ilerletilir. Parmak ucunun kılavuzluğu sayesinde trokar orta üretradaki doğru pozisyona rahatça ilerletilir. İşleme devam etmeden önce mesane yaralanmasını değerlendirmek için sistoskopi yapılır. Eğer trokar mesaneye veya üretral epitele 309 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma girmişse askı yerleştirilmeden önce yeri düzeltilmelidir. Genelde mesane perforasyonu önemli morbiditeye neden olmaz. Mesane yaralanması durumunda postoperatif dönemde üretral kateter bırakılıp, iyileşme sürecinin tamamlanması beklenir. Transobturator askı operasyonu Barsak perforasyonu Postoperatif komplikasyonlar Üriner retansiyon Vajinal askı operasyonu sonrası üretral obstrüksiyon oranı % 1,9-5 dir. Retropubik orta üretra askı operasyonunun iyi çalıştığı ve etkin olduğu bilinmektedir, ancak trokarın körlemesine ilerletilmesi sonucu bağırsak yaralanması tehlikesi vardır. Bağırsak yaralanma ihtimalini minimale indirmek için Delorme “transobturator (TO)” yaklaşımı tanımlamıştır. Bu sayede cerrah retropubik alandan trokar geçirmeden askı materyalini yerleştirebilir. Bu yaklaşımda, orta üretral insizyon yine yapılır fakat trokar labianın lateralinden girilir, bilateral obrutator membran perfore edilip, önceden yapılan vajinal insizyondan çıkılır. (Bu yönteme benzer farklı üreticiler tarafından çeşitli modeller üretilmiştir. Günümüzde hem vajenden obturatora (in-to-out), hem de obturatordan vajene (outto-in) olan modeller cerrahların tercihine göre kullanılmaktadır. Her iki yöntemde de etkinlik ve komplikasyon açısından fark yoktur. Anatomik yönden en önemli endişe trokarın obturator foremende yönlendirilmesi sırasında obturator sinir ve damar yaralanması olmasıdır. Bu damar ve sinir obturator foramenin üst lateralinde yer alır. Bundan dolayı trokar yönlendirilirken inferior pubik ramusun medial yanında kalmaya dikkat edilmelidir. Bu yöntemin henüz retropubik askılar kadar uzun izlem süreli verileri yoktur, ancak bu tekniğin kullanımı giderek yaygınlaşmakta ve bir çok cerrah bu yöntemle tanışmaktadır. Erken dönemde konzervatif yaklaşılır. Başarısız olursa veya geç dönemde ise askı kesilir veya üretroliz yapılır. 10.2.5.1.3.2 Orta üretra askı operasyonu komplikasyonları Retropubik meş kullanılan askı operasyonlarında %7,4 abse görülebilir. İntraoperatif komplikasyonlar Tedavisi direnaj, debritman ve uygun antibiyotik kullanımıdır. Kanama /hematom TVT de trokar geçişi sırasında inferior epigastrik, obturator, eksternal iliak ve femoral damarlar yaralanabilir. Büyük hasta serilerinde retroperitoneal kanama riski % 0.9-2.5 arasındadır. İç organ yaralanması Mesane perforasyonu Önceleri retropubik orta üretra askı operasyonlarında mesane perforasyon oranı % 25 iken, günümüz serilerinde bu oran azalmıştır ve % 3,8-6,7 ye inmiştir. Riski arttıran en önemli faktör önceden geçirilmiş inkontinans ve pelvik cerrahidir. TOT’da trokarın geçtiği hat endopelvik fasyanın altında kaldığı için teorik olarak mesane yaralanması görülmemelidir. Ancak TOT hasta serilerinde de çok nadir de olsa mesane yaralanması rapor edilmektir. 310 De novo sıkışma, sıklık, sıkışma TİK De novo mesane aşırı aktivitesi görülme oranı orta üretra askılarında % 6,1-12,5. Üretral ve vajinal erozyon Aşırı gergin subüretral askı, diseksiyonda üretranın kesilmesi veya üretra duvarına çok yakın diseksiyon yapılması sonucu ortaya çıkan devaskülarizasyona bağlı erozyon görülebilir Metanalizlere göre üretral erozyon oranı % 2,7, vajinal ekstrüzyon oranı % 0,7 dir. Ancak bu oranın gerçekte daha yüksek olduğu düşünülmektedir, bunun nedeni ise bazı hastaların rapor edilmemiş olmasıdır. Klinik bulgu vermeyen inflamasyonlarda erozyon gelişiminde rol oynamaktadır. Uygun diseksiyon, meşin gergin olmadan düzgün yerleştirilmesi ve uygun meş materyali (por çapı > 75) bu riski azaltır. Enfeksiyon/abse 10.2.5.1.3.3 Retropubik orta üretra askı operasyonunun etkinliği Aşağıdan – yukarıya yaklaşım etkinliği Retropubik yaklaşım gözönüne alındığında, literatürde prospektif olarak en fazla TVT verisi vardır. Suprapubik arc (SPARC)’ın kısa dönem verileri mevcuttur ve bu verilere göre kür ve komplikasyon oranları TVT ile eşittir. Diğer retropubik askılarla ilgili veri çok azdır ve henüz uzun dönem sonuçları yoktur. TVT’nin uzun dönem etkinliği ile ilgili hem ürolojik hem de jinekolojik literatür verileri mevcuttur. Nilsson ve ark’ın Nordic çok merkezli prospektif çalışmasında; retropubik yaklaşımın etkinliği ortaya konmuştur. Çalışmaya stres tip idrar kaçırma için TVT uygulanmış 90 kadın dahil edilmiştir. 69 kadın (% 77) kontrolde kalmış ve bunların stres test, 24 saat pad testi, işeme sonrası artık idrarları de- ğerlendirilmiştir. Çalışmada kür 24 saatlik pad testi < 8 gr öksürük stres testinde idrar kaçağı olmaması şeklinde tanımlanmıştır. Ellibeş kadında (% 90,2) ortalama 11,5 yıllık takipte objektif kür tespit edilmiş. Subjektif olarak Patient Global İmpression ölçeğine göre 53/69 (% 77) hastada kür tespit edilmiştir. Nilsson’un sonuçları 2008 tarihli Liapis ve ark.ın çalışmasını da teyit etmektedir. TVT uygulanan 70 kadın fizik muayane, ürodinami, 1 saatlik pad testi ve sorgu formu ile 5 ve 7. yılda değerlendirilmiştir. Hastalarda kür ürodinami ve pad testine göre tanımlanmıştır. Objektif kür 5.yılda % 83, 7.yılda % 80 olarak bulunmuştur. Yukarıdan – aşağıya yaklaşım etkinliği Suprapubic arc (SPARC) askı operasyonu literatürü TVT’ye göre daha sınırlıdır ve bir çok çalışmada takip süresi ortalama 1 yıldır. Andonian ve ark. randomize 43’ü TVT, 41’i SPARC olmak üzere toplam 84 kadını komplikasyon ve kür açısından 1, 6 ve 12. ayda değerlendirilmiştir. Objektif kür 1 saatlik pad testinin < 2g olması olarak tanımlanmıştır. Onikinci ayda her iki grupta objektif kür açısından benzer olarak bulunmuştur. SPARC ile ilgili diğer kısa dönemli çalışmaların sonucunda da TVT ile benzer etkinliğinin olduğu gösterilmiştir. Transobturator askı operasyonunun etkinliği Delorme’nin dıştan içe TOT tekniği ile ilgili çalışmasında, ortalama 17 aylık takipte, kür oranları % 90,6 (29/32 hasta) ve düzelme oranları % 9,4 (3/32 hasta) olarak rapor edilmiştir. Kür; koruyucu bir şey kullanmamak (pad), stres idrar kaçırma olmaması olarak tanımlanmıştır. Leval tarafından 2003’te bu yöntemde trokar içten dışa doğru geçirilerek modifikasyon yapıldı. Kürün semptom skalasında subjektif stres tip idrar kaçırmanın olmaması ve öksürük testinin negatif olması olarak tanımlandığı çalışmada 12. ayda 102 hastada (% 91) kür elde edilmiştir. Hastaların hiçbirinde, erozyon ve ekstrüzyon gelişmemiştir. Üçüncü yılda ulaşılabilen 91 hastadan elde edilen sorgu formlarına göre 12.aydaki kür oranlarına benzer şekilde % 88,4 kür oranı elde edilmiştir. Dıştan-içe ve içten-dışa TOT’u doğrudan karşılaştıran 3 randomize çalışmada; dıştan-içe yöntemde % 83-98, içten-dışa yöntemde ise %87-98 kür oranları rapor edilmiştir. Tek insizyon askı operasyonu ( SIS = Single İncision Sling) etkinliği Retropubik ve transobturator orta üretra askı operasyonunun invazivliğini daha da azaltmak için SIS geliştirildi. SIS ‘in teorik avantajı retropubik alana ve obturator fossaya girilmemesi, bacak ve suprapubik bölgeye insizyon yapılmamasıdır. SIS’in orta ve uzun dönemli sonuçları hakkında veri azdır. Kennelly ve ark. 157 Miniarc uygulanan hastanın 12 aylık sonucunda; negatif öksürük testi olan hastaları % 90,6 ve 1 saatlik pad testi <1 gr olan hastaları % 84,5 olarak rapor etmiştir. Hickens’in 2011 de yayınladığı 108 hastalık MiniARC serisinde 12.ayda kür oranı % 94’tür. Son Avrupa çok merkezli prospektif randomize kontrollü çalışmasında TVT-Secur (TVT-S) ile TVT-O karşılaştırılmıştır. Bir yıl sonunda 75 TVT-S ve 85 TVT-O hastası değerlendirilmiş ve buna göre TVT-S hastalarının % 16,4’ünde, TVT-O hastalarının %2,4’ünde objektif olarak stres tip idrar kaçırma olduğu tespit edilmiştir. Postoperatif 2 haftalık periyodda TVT-S’de daha az ağrı olduğu not edilmiştir. TVT-S ile ilgili orta ve uzun dönemli sonuçlara ihtiyaç vardır. Altmış iki çalışma, 7101 hasta içeren Cochrane Database 2011 analizine göre; retropubik kolposüspansiyon - orta üretra askı operasyonu karşılaştırmasında; orta üretra askı operasyonları kolposüspansiyon kadar etkindir. Postoperatif komplikasyon ve işeme disfonksiyonu ise daha azdır. Subanalizde ise retropubik aşağıdan-yukarı yaklaşımı retropubik yukarıdan-aşağı yaklaşımına göre daha etkindir ve işeme disfonksiyonu, mesane perforasyonu ve erozyon daha azdır. Retropubik ve transobturator yaklaşım karşılaştırıldığında ise objektif kür açısından transobturator yaklaşımı retropubik yaklaşımından daha az başarılıdır (% 84 - % 88,RR 0.96% 95 CI 0.93-0.99). Ancak subjektif kür açısından fark yoktur. Transobturator yaklaşımda daha az işeme disfonksiyonu, kan kaybı, mesane perforasyonu görülmektedir ve operasyon süresi daha kısadır. Minimal invaziv sentetik suburetral askı operasyonu geleneksel suburetral askılar kadar etkilidir. İşeme disfonksiyonu ve de novo sıkışma semptomu daha azdır. Okunması önerilen kaynaklar Dmochowski RR,Padmanabhan P, Scarpero HM.. Slings: Autologous, Biologic, Synthetic, and Midurethral. In:Campbell-Walsh Urology,10th ed. (Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, Ed.),Elsevier Saunders,Phil adelphia,2012,pp2115-2167. Westney OL. Bladder Neck Slings for Stress Urinary Incontinence. Urinary Incontinence In: Female Urology, A Practical Clinical Guide ( Goldman HB, Vasavada SP, Ed.), Humana Pres Inc.New Jersey,2007,pp 131-158. Bales GT, Fedunok PA. Midurethral Slings. Urinary Incontinence In: Female Urology, A Practical Clinical Guide ( Goldman HB, Vasavada SP, Ed.), Humana Pres Inc.New Jersey,2007,pp 111-130. O’Reilly KO, Kobashi KC. Vaginal Sling Surgery: Overview, History, and Sling Material. Female Urology,Urogynecology and Voiding Dysfunction (Vasavada SP, Appell RA, Sand PK, Raz S, Ed.),Marcel Dekker,New York,2005,pp 345-356 Ogah J, Cody DJ, Rogerson L. Minimally invasive synthetic suburethral sling operations for stress urinary incontinence in women: a short version Cochrane review. Neurourol Urodyn. 2011 Mar;30(3):284-91. doi: 10.1002/nau.20980. Moore RD, Serels SR, Davila GW, Settle P. Minimally invasive treatment for female stress urinary incontinence (SUI): a review including TVT, TOT, and mini-sling. Surg Technol Int. 2009 Apr;18:157-73. 311 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Kane AR,Nager CW. Midurethral slings for stress urinary incontinence. Clin Obstet Gynecol. 2008 Mar;51(1):124-35. Gilchrist AS, Rovner ES. Managing complications of slings. Curr Opin Urol. 2011 Jul;21(4):291-6. Lee EW,Nitti VW,Brucker BM. Midurethral Slings for All Stress Incontinence: A Urology Perspective. Urol Clin North Am.2012;39(3); 299-310. Kaufman MR. Contemporary Role of Autologous Fascial Bladder Neck Slings: A Urology Perspective. Urol Clin North Am.2012;39(3); 317-323. 10.2.5.1.4 Enjeksiyon tedavisi Enjeksiyonda kullanılan materyaller Tablo 2’de gösterilmektedir. 10.2.5.1.4.1 Hasta seçimi İntrinsik sfinkter yetmezliği (ISD); düşük abdominal kaçırma noktası basıncı (<60 cm H20) ve ıkınma ile üreteral mobilitenin çok az veya hiç olmaması ile karekterizedir. ISD en sık olarak yaşlı hastalar ve daha önceden uygulanan cerrahinin başarısızlığı ile ilişkilidir. Enjeksiyonu için ideal adaylar; ISD’si olan, minimal üretral mobilitesi ve normal detrüsör fonksiyonu olan hastalardır. Klinik olarak, hastaların çoğu yaşlıdır ve çeşitli derecede detrüsör aşırı aktivitesi vardır. Stres tip idrar kaçırma ile birlikte detrüsör aşırı aktivitesi olması kollajen enjeksiyonu için kontrendikasyon yaratmaz, ancak kollajen enjeksiyonu öncesi detrüsör aşırı aktivitesinin medikal olarak tedavi edilmesi akıllıca olur. Hastalara 4-6 haftalık aralarla birden çok enjeksiyon yapılabileceği ve nadiren geçici üriner retansiyon olabileceği ve bu esnada aralıklı katater kullanması gerekebileceği mutlaka anlatılmalıdır. Hastaların çoğunda başarılı kuruluk için 2-3 enjeksiyon gerekir. Enjeksiyon tedavisinin mutlak kontrendikasyonları, tedavi edilemeyen üriner sistem enfeksiyonları ve materyale karşı aşırı duyarlılıktır . Bundan dolayı kollajen uygulaması yapılacak tüm hastalara tedaviden 30 gün önce 0.1 ml kollajen ile deri testi yapılması önerilmektedir. Aşırı duyarlılık oranı %2-5 dir. İmmunsupresyonu olan veya steroid kullananlarda deri testi reaksiyonu bozulduğu için dikkatli olunmalı veya diğer tedavi seçenekleri üzerinde durulmalıdır. 10.2.5.1.4.2 Cerrahi teknik Enjeksiyon hem periüretral hem de transüretral yolla kullanılarak yapılabilir. Başlangıçta periüretral yol kullanılmakla beraber transüretral enjeksiyon aletlerinin gelişimi ile transüretral yol daha popülarize hale gelmiştir. Endoskopik enjeksiyon işlemi lokal anestezik ile ayaktan uygulanabilir. Eğer operasyon odasında yapılacaksa genel anestezi veya sedasyon, spinal anesteziye (daha sık uzamış üriner retansiyona neden olur) tercih edilir. 312 Hasta enjeksiyon öncesi tek doz ve enjeksiyon sonrasındaki gün florokinolon alır. Hastaya litotomi pozisyonu verilir. İşlem için 21Fr sistoskopi şaftı ve 23G iğne (Richard Wolg Instrument,Vernon Hills,IL) uygundur. Enjeksiyon ile en iyi sonucu elde etmedeki anahtar iğnenin tam olarak doğru yere yerleştirilmesi ve materyalin doğru şekilde verilmesidir. Doğru alana yapılırsa genellikle iki yere enjeksiyon ile tüm üretranın çepe çevre kapanmasını sağlanır. Genelde mesane boynunda saat 4 ve 8 hizasında uygulanır. Ağrıyı azaltmak ve materyal uygulanacak alanın disseksiyonuna yardım etmesi için önce %1’lik lidokain (0,2-0,5 ml) enjekte edilir. İğne çekilmeden materyal şırıngası takılır ve materyal yavaşça enjekte edilir. Materyal submukozal alana verilir ve mesane boynu etkin bir şekilde kapatılır,. Aşırı enjeksiyon yapmaya çalışılmamalıdır, mukoza yırtılabilir ve tüm materyal kaybedilebilir. Enjeksiyon materyalinin dokuda genişleme yapması gerekir ve yavaşça yapılması ise doku yırtılması ihtimalini azaltır. Enjeksiyonun bazı teknik yönleri iyi bilinmelidir. Eğer iğne çok derine yerleştirilirse materyal derine gider ve üretral mukozada istenen genişleme olmaz. Genelde 1-2 ml ile genişleme başlamamış ise bu ihtimal düşünülmelidir. Aksine çok yüzeyel enjeksiyon yapılması da mukozal kabarcık oluşmasına neden olur, bu da doku sınırında kan damarlarının yokluğu ile anlaşılabilir. Bu kabarcık neticede yırtılır ve oluşan defektten enjekte edilen tüm materyal kaybedilir. İdeali, yavaşça ve her alana en az miktarda verilmeye çalışılmasıdır. Ekternal sfinktere direkt olarak enjekte edilmesinden kaçınılmalıdır, bu dizüri ve perineal ağrıya neden olur. İşlem mesane boynunun kapanmasının ve abdominal basıncın artması ile idrar kaçışının olmadığının görülmesi ile sonlandırılır. Enjeksiyonun etkinliğini test etmek için mesanenin yarısı boşaltılır ve hasta öksürtülür. Eğer hasta idrar kaçırıyorsa ek yapılabilir. Postoperatif kalıcı kateter verilen enjeksiyon yerinden sızmasına neden olabileceği için kullanılmaz. Tüm hastaların klinikten ayrılmadan önce işedikleri görülmelidir, gerekirse 10-14 Fr kateter ile aralıklı katerizasyon başlanmalıdır. 10.2.5.1.4.3 Komplikasyonlar Genelde enjeksiyonun yan etkisi çok azdır ve genelde minor yan etkilerdir. -Üriner sistem enfeksiyon (%1.4-6) -Periüretral abse -Hematüri -Perineal ağrı -Geçici üriner retansiyon; aralıklı kateterizasyon gereksinimi %4 olarak rapor edilmiştir -Aşırı duyarlılık (Kollajen: %2-5) nı daha yüksek olarak bulunmuştur.. Okunması önerilen kaynaklar 10.2.5.1.4.4 Enjeksiyon tedavisinin etkinliği Bu konudaki çalışmaları çoğu kollajen üzerinedir. Bir çok çalışmada seçilmiş hastalarda kollajen kullanımı ile iyi sonuçlar alındığı rapor edilmiştir. CR Bard tarafından yapılan kollajen kullanımı ile ilgili verilerin toplandığı çalışmanın sonucunda kadınların %78’nin kuru olduğu, toplamda % 93’ünde şikayetlerde düzelme olduğu rapor edilmiştir. Hastaların %58’inde sadece 1 enjeksiyon ile kuruluk sağlanırken toplamda 1-3 enjeksiyon yapılanlarda kuruluk oranı %88 olarak bulunmuştur.. İkinci yılda ilk enjeksiyon sonrası kuruluk sağlanan hastaların %78’nin kuruluğunun devam ettiği görülmüştür. Monga ve ark. kollajen enjeksiyonu sonrarsı 24 ayda % 68 subjektif kür, % 48 objektif kür oranı bulmuşlardır. Stade ve ark. üretral hipermobilitesi olan ve olmayan hastalarda kollajen kullanımının sonuçlarını karşılaştırmışlardır. Kırk hastanın dokuzunda (9/40) hipermobilite tespit edilmiş ve . subjektif kuruluk oranı hipermobil grupta %76, nonhipermobil grupta ise %46 oranında olduğu gösterilmiştir. Yani hipermobiliteli bir çok hasta kollajen kullanarak başarılı şekilde tedavi edilmiştir. Tachopp ve ark. 99 kadında kollajen enjeksiyonunun etkisinin kalıcılığını değerlendirmiş ve 9. ayda başarı oranını %56 olarak bulunmuştur. Çalışmacılar minimal morbiditesi göz önüne alındığında bu oranı başarılı olarak bulmuşlartır. Cross ve ark. kollajen ile tedavi edilen hastaların uzun dönem (36 ay) sonuçlarını değerlendirilmiştir. Telefon ve hasta kartı ile yapılan değerlendirmede tam kuruluk ve iyileşme oranı genel olarak %74 olarak bulunmuş ve . bunların %72’sinde kontinans 1 veya 2 enjeksiyonda sağlanmıştır. Cochrane Database 2012 değerlendirmesinde 14 çalışmada 2004 kadın değerlendirilmiştir. 45 kadında enjeksiyon tedavisi konservatif yaklaşım ile karşılaştırılmış, enjeksiyonun erken dönemde faydalı olduğu ve hayat kalitesini pozitif etkilediği bulunmuştur. Otolog yağ dokusunu plasebo ile karşılaştıran çalışma güvenlik nedeniyle (1 hastada yağ embolisi) sonlandırılmıştır. İki çalışmada enjeksiyon ile cerrahi girişim karşılaştırılmış, objektif kür cerrahi grupta belirgin olarak daha iyi olarak bulunmuştur. Silikon partikülü, kalsiyum hidroksiapatit, etilen vinil alkol, karbon küreler ve dekstronomer hyaluronik asit kombinasyonlarını karşılaştıran 8 çalışmanın sonucunda diğer enjeksiyon maddelerinin kollajenden daha az veya daha fazla etkin oldukları gösterilememiştir. Dekstronomer hyalüronik asit bileşimi ile tedavi edilen hastalarda enjeksiyon yeri komplikasyonu belirgin olarak yüksek bulunmuş ve günümüzde bu ürün piyasadan kaldırılmıştır. Periüretral ve transüretral enjeksiyon metodu karşılaştırıldığında benzer sonuçlar elde edilmiş ancak periüretral grupta komplikasyon ora- Herschorn S. Injection Therapy for Urinary Incontinence. In:CampbellWalsh Urology,10th ed. (Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, Ed.),Elsevier Saunders,Philadelphia,2012,pp2168-2186. Duane Cespedes RD. Urethral Injectables for Stress Urinary Incontinence. In: Female Urology, A Practical Clinical Guide ( Goldman HB, Vasavada SP, Ed.), Humana Pres Inc.New Jersey,2007,pp 97-110. Kirchin V, Page T, Keegan PE, Atiemo K, Cody JD, McClinton S. Urethral injection therapy for urinary incontinence in women. Cochrane Database Syst Rev. 2012 Feb 15;2:CD003881. Mohr S, Siegenthaler M, Mueller MD, Kuhn A. Bulking agents: an analysis of 500 cases and review of the literature. Int Urogynecol J. 2012 Jun 16. [Epub ahead of print] Zoorob D,Karam M. Bulking Agents: A Urogynecology Perspective.Urol Clin North Am.2012;39(3);273-277. Reynolds WS, Roger R. Dmochowski RR. Urethral Bulking: A Urology Perspective. Urol Clin North Am.2012;39(3); 279-287. 10.2.5.2 Pelvik Organ Prolapsusu Cerrahi Tedavisi 10.2.5.2.1 Anterior Duvar Prolapsusu Cerrahi Tedavisi Anterior duvar prolaps cerrahi tedavisi vajinal ve abdominal (açık veya laparoskopik) yaklaşımlarla yapılabilmektedir. Uygun cerrahi yaklaşımı belirleyen faktörler hemen tüm duvar defektlerinin tedavisinde olduğu gibi; operasyon öncesinde anterior vajinal defekti yanında diğer duvar defektlerinin bulunması, geçirilmiş pelvik rekonstrüktif veya idrar kaçırmaya yönelik cerrahi öyküsü, hastanın genel olarak cerrahi riski, cerrahın deneyimi ve tercihi olarak sayılabilir. Unutulmamalıdır ki, anterior duvar defekti çoğunlukla tek başına değildir ve anterior prolapsusun en distal noktasının himeni aştığı durumlarda apikal destek defektinin de olaya eşlik etme olasılığı yüksektir. Bu durumda ek olarak apikal duvar tamiri bu kadınlardaki prolapsus cerrahi tedavisinin bir parçası olmalıdır. Nitekim ICI (International Consultation on Incontinence) her vajinal prolaps onarımında apeksin uygun bir yöntemle asılmasının düşünülmesi gerektiğini belirtmektedir. Bunun yanında anterior vajinal desteğin idrar kaçırma mekanizmasına katkısı nedeniyle, ek olarak mesane çıkım yetersizliğine bağlı stres idrar kaçırmayı tedavi eden ameliyatlar bu hastalarda gerekli olabilir. Anterior duvar prolaps cerrahisi sonrası oldukça yüksek oranda görülen nüksü engellemek için son dönemde destek materyali olarak sentetik meş veya biyolojik greftlerin kullanımına ilgi artmaktadır. Az sayıdaki randomize çalışmada anatomik sonuçlar ümit verici olmasına rağmen, semptomatik başarı da göz önüne alınarak değerlendirildiğinde destek materyallerinin tüm vajinal prolapsus onarımdaki rolleri tartışmalıdır. 313 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Tablo 3: Pelvik Organ Prolapsusu Cerrahi Tedavisinde kullanılan yöntemler Abdominal Vajinal Anterior Duvar Paravajinal onarım Anterior onarım Anterior kolporafi Destek materyalli vajinal onarım Paravajinal onarım Posterior Duvar Kolpoperineopeksi Posterior onarım Posterior kolporafi Defekte yönelik onarım Apikal Sakrokolpopeksi Uterosakral ligaman süspansiyonu Uterosakral ligaman süspansiyonu İleokoksigeal süspansiyon Uterin süspansiyon Sakrospinoz ligaman süspansiyonu Kuldoplasti* Kolpoklezis Histerektomi Kuldoplasti* Histerektomi *Vajen apeksinin plike edilmiş uterosakral ligamana tespiti Anterior duvar prolapsusu cerrahi tedavisi başlığı altında, santral defektlerde kullanılan klasik anterior kolporafi, santral ve lateral defektlerin herikisini de tedavi etmeyi amaçlayan destek materyalli vajinal onarım ve sadece lateral defektlerde kullanılan paravajinal onarımdan bahsedilecektir. sonrası dikişlerin üreter veya mesaneden geçme olasılığını dışlamak için sistoskopi yapılması gerekebilir. Fazla gelen vajinal duvar kesilerek insizyon 2–0 emilebilen süturler ile kapatılır ve kanama kontrolü için operasyon akşamı üretral kateterle birlikte alınmak üzere vajinal tampon yerleştirilir. 10.2.5.2.1.1 Anterior kolporafi 10.2.5.2.1.2 Destek materyalli vajinal onarım Anterior vajinal duvarda gelişen ve nadiren tek başına bulunan izole santral defektler sonucu oluşan prolapsuslar en iyi vajinal yaklaşımla onarılmaktadır. Anterior kolporafi geçmişte stres idrar kaçırma tedavisinde de denenmiş olmasına rağmen aslında anterior vajinal prolapsus tamirinde kullanılan bir tekniktir. Geçtiğimiz yüzyılda bu tekniğin çeşitli varyasyonları tanımlanmış ancak Kelly tarafından önerilen basit yaklaşım esas teknik olarak kabul görmüştür. Çoğunlukla olduğu gibi santral ve lateral defektlerin bir arada bulunduğu durumlarda, genişletilen diseksiyon aracılığı ile ortaya konan daha lateral dokulardan yararlanmak ve destek materyali kullanmak daha yüksek oranda anatomik başarı sağlamak için gereklidir. Nitekim destek materyali yerleştirilerek yapılan santral ve lateral defekt onarımlarında, anatomik başarı oranlarının artırıldığı gösterilmiştir. Kullanılacak meşler sentetik veya biyolojik (ksenograft, otograft veya allograft) olabilir. Destek materyali olarak polipropilen Tip 1 sentetik meşler ön planda kullanılırken, daha düşük başarılar bildirilmesine rağmen biyolojik greftlerin düşük komplikasyon riski nedeniyle tercih edilebileceği belirtilmektedir. Bu teknikte hasta öncelikle dorsal litotomi pozisyon alınır ve üretral kateter yerleştirilerek drenaj sağlanır. Görüş sağlamak için sütürler ile labiumlar retrakte edilebilir, ancak daha ideali labiumları ve diğer dokuları ekarte eden özel çember retraktörlerin kullanılmasıdır. Bir adet ağırlıklı spekulum yerleştirilerek diseksiyonu kolaylaştırmak amacıyla vaginal mukoza altına steril serum fizyolojik injeksiyonu yapılır. Vagina ön duvar mukozası orta hattan longitudinal planda vajinal apeksten mesane kollumuna dek insize edilir. Diseksiyonda önce parlak beyaz puboservikal fasyaya ulaşılır, ardından da her iki tarafta doğru defekti tam ortaya koyacak şekilde devam edilir. Diseksiyon sırasında uygun plan bulunamaması aşırı kanamalara neden olabilir. Bu nedenle fasial dokuların mesane tarafında kalması son derece önemlidir. Mesane bir alet veya uygun bir retraktör ile redükte edildikten sonra puboservikal fasya geç emilen sütür materyalleri kullanılarak separe veya kontinü sütürler ile orta hatta bir araya getirilir (Kelly plikasyonu) ve santral defektin tamiri gerçekleştirilir. Operasyon 314 Destek materyali ile onarıma, klasik yönteme benzer bir ön hazırlıkla başlanır. Anterior vajinal duvar insizyonu alttan ve üstten yanlara doğru uzatılarak yatay biçimde ‘H’ şeklini alması sağlanır. Vajinal diseksiyon tamamlandıktan sonra, mesane orta hatta doğru ekarte edilerek destek materyalinin tespit noktası olan obturator fasya ortaya konulana dek genişletilir. Tespit sütürleri (2-0 emilebilen materyal) lateralde inferior ramus palpe edilerek ve perostiumdan almadan infralevator obturator fasyadan kuvvetli olarak geçilir. Yönteme göre farklılaşmakla beraber gerekirse mesane tabanı hizasında kardinal ligamandan da geçirilir. Daha sonra destek materyali kırpılarak defektin büyüklüğüne göre gerekli boyutta hazırlanır. Boyut prolapsusun büyüklüğü ve pubik kemik ile kardinal ligamanlar arası uzaklığa bağlıdır Resim 1: Sakrokolpopekside ön ve arka vajinal duvarın köprü görevi görecek bir destek materyali ar acılığı ile sakral promontoriuma tespit edilmesi. Resim 2: Laparoskopik sakrokolpopekside trokar yerleşimi. ve genelde 5 ile 7 cm civarındadır. Sütürler materyalin üzerindeki uygun aralıklarından ve kenarlardan yaklaşık 5 mm mesafeden geçirilip bağlanır. Destek materyali orta hat üst ve alt ucundan katlanma veya buruşmayı engellemek için çevre dokulara tespit edilir. Bu arada santral defekt tamiri (anterior kolporafi) daha önce anlatıldığı gibi uygulanabilir ve destek materyali ‘overlay’ olarak yerleştirilebilir. Meşin yerleştirilmesinden sonra dikişlerin üreter veya mesaneden geçme olasılığını dışlamak için yine birçok yöntemde düşünülebilecek olan sistoskopi yapılması gerekebilir. Vajinal duvarın fazlası uygun şekilde kesilerek anterior duvar kapatılır ve operasyon sonrası kanama kontrolü için operasyon akşamı üretral kateterle birlikte alınmak üzere vajinal tampon yerleştirilir. çıkıntı elle bulunur. Bu esnada künt parmak diseksiyonlarla paravajinal alanın geri kalan kısmı açılır. ATFP, anatomik olarak simfiz pubis ve iskial çıkıntı arasında uzanır. Vajenden koyulan bir ekartör veya cerrahın kullanmadığı eli ile lateral süperior vajinal sulkus normalde asılı olması gereken ATFP’e doğru kaldırılır. Daha sonra 2–0 kalıcı sütür ile proksimalden başlanarak mesane boynu düzeyine gelene kadar 1’er cm aralıklarla 3–5 adet paravajinal sütur konur. Tüm sütürler, konduktan sonra bağlanır ve işlem diğer tarafta da uygulanır. İşlem sonunda sistoskopi yapılarak mesaneden sütür geçip geçmediği incelenebilir. Eğer saptanırsa, mesane duvarını geçmiş bu sütürler çıkartılmalı ve uygun şekilde tekrar yerleştirilmelidir. 10.2.5.2.1.3 Paravajinal onarımı Amaç puboservikal fasyanın ayrıldığı ATFP’e (Arcus Tendineus Fasya Pelvis) tekrar tespitidir. Anterior duvar prolapsus patofizyolojisinde lateral hasarın önemi daha iyi anlaşılınca, çok önceleri tanımlanan bu teknik 1970’li yıllarda tekrar popülarize olmuştur. Paravajinal defekt onarımı retropubik veya vajinal olarak yapılabilir. Başarı şansının daha düşük, komplikasyonların ise ciddi ve daha yüksek oranlarda görülmesi nedeniyle tek başına vajinal yoldan paravajinal onarım nadiren uygulanmaktadır. Bu nedenle burada retropubik yaklaşımdan bahsedilecektir. Retropubik yaklaşım Retropubik yaklaşım açık veya laparoskopik olarak yapılabilir. Hasta alçak, modifiye litotomi pozisyonuna alınır. Üretral kateter ile mesane drenajı sağlanır. Transvers ya da vertikal insizyon sonrası retropubik alana girilir. Mesane mediale doğru retrakte edilerek mesane boynu, simfis pubis, endopelvik fasya, ATFP ve obturator fasya ortaya çıkarılır. Obturator kanalın 4–5 cm altında iskial 10.2.5.2.1.4 Anterior duvar prolapsusu cerrahi tedavisi sonuçları Anterior kolporafi kadın ürolojisinde uygulanan en sık operasyonlardan biri olsa da, literatürdeki verilerin çoğu retrospektif olup olgu serileri şeklindedir. Nispeten daha güncel ve randomize klinik çalışmalarda anterior kolporafi sonrası anatomik başarı oranlarının düşük olduğunu, nüks oranların %40’lara ulaştığı bildirilmektedir. Burada operasyon öncesi değerlendirmenin iyi yapılıp yapılmadığı (santral veya lateral defekt) veya operasyon tekniğinin usulüne uygun olarak uygulanıp uygulanmadığı gibi faktörler önemli rol oynamaktadır. Retropubik paravajinal onarım ile başarı oldukça yüksek gibi gözükmesine rağmen tüm veriler oldukça eski tarihli retrospektif olgu serilerinden elde edilmiştir. Paravajinal onarım sonrası nüksü araştıran çalışmalarda ise santral nükslerin, lateral nükslere oranla belirgin olarak daha sık olduğunu göstermektedir. Bu bilgiler nedeniyle anterior duvar prolapsuslarının tedavisinde tek başına paravijinal onarım uygulanmamaktadır. 10.2.5.2.1.5 Komplikasyonlar 315 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Resim 3: Sakrokolpopeksi için kelebek tarzında birbirine Resim 4: Parsiyel kolpokleziste sol tarafta oluşturulmuş tesbit edilerek hazırlanmış sentetik meş. sulkus. Anterior vajinal prolaps onarımında intraoperatif komplikasyonlar nadir olup organ yaralanması diğer pelvik rekonstrüktif cerrahilerde olduğu gibi düşük düzeydedir. Transfüzyon gerektiren kanama anterior kolporafi ve retropubik paravajinal defekt onarımında nadirdir, ancak bu oran vajinal paravajinal defekt onarımında ise dikkat çekici şekilde daha yüksek oranlarda bildirilmektedir. tirilmesinin geleneksel prolapsus cerrahisine daha önce var olmayan yeni riskler eklediğini ve bu durumun görülme sıklığının giderek arttığı belirtmiştir. Öte yandan histerektomi gereken durumlarda aynı seansta yapılan prolapsus tamirlerinde meşe özgü komplikasyonların anlamlı derecede arttığı, bu nedenle bu hastalarda anterior tamirin destek materyali kullanılmadan yapılması gerektiği belirtilmiştir. Operasyon sonrası dönemde rastlanan komplikasyonlar, diğer vajinal rekonstrüktif cerrahilerde görülen idrar retansiyonu, de novo sıkışma veya de novo stres tipte idrar kaçırma, prolaps nüksü veya vajinal kısalık gelişimidir. Üriner retansiyon kısa süreli kateterizasyon veya düzenli temiz aralıklı kateterizasyon sonrasında genelde düzelmektedir. Gelişen sıkışma yakınmaları için çoğu zaman antikolinerjik tedavi başlanmaktadır. Stres tipte idrar kaçırma için ilerleyen dönemde hastalara ek girişim düşünülebilir. Son yıllarda başta anterior duvar olmak üzere tüm pelvik organ prolapsuslarının cerrahi tedavisi için geliştirilen vajinal meş kitler tanımlanmıştır. Ancak kısa takip süreli düşük kalitede çalışmalardan elde edilen sonuçlar, kullanılan meş alanının büyük olması ve meşe özgü komplikasyonlar nedeniyle artan sayıdaki komplikasyon cerrahileri dikkat çekicidir. Özellikle ileri derecede sistoseli olan olgularda operasyon öncesinde yapılan değerlendirmelerde, eşlik edebilecek enterosel, rektosel veya uterin prolapsların varlığı net olarak ortaya konmalıdır. Bu gibi durumlarda eş zamanlı yapılacak onarımlar operasyon sonrası nüksleri ve sekonder operasyonları önleyebilir. Özellikle semptomatik posterior vajinal defekti olan hastalara cerrahi tedavi önerilmektedir. Rektosel onarımının esas amacı; prerektal ve pararektal fasyanın plikasyonu, prerektal levator liflerin yaklaştırılmasıyla levator hiatusun daraltılması ve perineal cismin onarımı şeklindedir. Ancak postoperatif disparoni oranlarını artırması nedeniyle levator plikasyonu artık uygulanmamaktadır. Bunun yerine orta hat fasyal plikasyonu ile gerçekleştirilen posterior kolporafi ve defekte yönelik onarım posterior duvar cerrahisinde kullanılan yöntemlerdir. Destek materyali kullanımı ise bu yöntemlere üstünlüğünün gösterilememesi ve komplikayonları nedeniyle bazı çok nadir durumlar dışında önerilmemektedir. Destek materyali kullanılan hastalarda ise ekspozisyon (materyalin ayrışmış epitelden görünmesi), ekstrüzyon (materyalin doku veya vücut yapılarının dışına çıkması), sinus trakt oluşumu (görünür materyal olmaksızın vajen veya cilde fistülöz trakt oluşumu) ve komşu organlara erozyon materyale özgü komplikasyonlar arasında en önemlileridir. Nitekim FDA (Food and Drug Administration) önce 2008 yılında prolapsus ve stres idrar kaçırma tedavisinde transvajinal meş kullanımı başlığı ile, daha sonra da 2011 yılında sadece pelvik organ prolapsusunda transvajinal meş kullanımını konu ederek yayınladığı raporlarda, transvajinal meş yerleş- 316 10.2.5.2.2 Posterior duvar prolapsusu cerrahi tedavisi 10.2.5.2.2.1 Posterior kolporafi Hasta dorsal litotomi pozisyona alınır ve anterior kolporafideki hazırlıklar aynen uygulanır. Eğer diğer duvar prolapsusları için girişim yapılacaksa öncelikle onlar onarılır. Vajen arka duvara orta hatta, defektin özelliği- gibi durumlarda tek tek defektin onarımı yapılabilir. Bu yöntemde posterior kolporafi için yapılan diseksiyona benzer bir başlangıçtan sonra rektovajinal fasyadaki defektler rektuma yerleştirilen parmakla ayrı ayrı belirlenir. Genellikle tek tabakalı bir kapatma yeterli olur ve 2–0 geç emilen sütürler kullanılır. 10.2.5.2.2.3 Posterior duvar prolapsusu cerrahi tedavisi sonuçları Resim 5: Parsiyel kolpoklezis ile birlikte transobturator teyp yerleştirilmiş bir hasta. ne göre vajinal apekse kadar veya daha kısa vertikal bir insizyon yapılır ve perineorafi için mukokutanöz bileşkede üçgen oluşturacak şekide iki yanlı olarak uzatılır. Daha sonra iki taraflı diseksiyonla rektovajinal fasya vajen epitelinden laterale doğru ayrıştırılır. Diseksiyon esnasında rektumu korumak amacıyla derinleşmemeli makas ucunun rektuma dönük olmamasına dikkat edilmelidir. Rektum duvarı ve fasyanın daha iyi belirlenmesi amacıyla rektuma, işlem öncesi yerleştirilen tampon veya işlem sırasında yerleştirilen parmaktan yararlanılabilir. Diseksiyona pararektal uzantılar pelvik yan duvarda görünene dek devam edilir. Öncelikle rektal herniasyonun tabanına koyulan 2-0 veya 3-0 emilebilen sütürler ile büyük defektlerin daraltılması gerekebilir. Onarım 0 veya 2–0 geç emilen sütürler ile aralıklı veya kontinü olarak vajinal apeksten perineye rektovajinal dokunun orta hatta plike edilmesi ile sağlanır. Sütürler disparöniden kaçınmak amacıyla çok laterale yerleştirilmemelidir. Distalde posterior vajinal duvar üçgen şeklinde prerektal fasyadan ayrıştırılarak çıkarılır ve sütürler distalde perineal cisme kadar uzatılarak perineorafi gerçekleştirilir. Ayrıca yine rektal muayene yaparak sütürlerin rektumdan geçmediğinden emin olmak gerekebilir. Çoğu olguda başarılı bir onarım ve nüks oranlarını azaltmak için vajina arka duvarının apeksini de asmak gerekebilir. Plikasyondan sonra ortaya çıkan vajinal duvar fazlası, vajeni aşırı daraltmayacak ve yara iyileşmesini bozmayacak şekilde aşırı gerginlikten kaçınılarak kesilir. Vajinal duvar 2-0 absorbabl sütürler ile kapatılır. Operasyon sonrası gaita yumuşatıcılar ve yüksek lifli diyet kullanmaları hakkında hastalar bilgilendirmelidir. 10.2.5.2.2.2 Defekte yönelik onarım Posterior kolporafi komplikasyonlarından kaçınmak için defekte yönelik onarım tanımlanmıştır. En sık görülen defekt lokalizasyonu vajinal septumu perineal cisimden ayıran transvers defektler olmakla beraber lateral, orta hat veya apikal defektler de görülebilir. Bu Posterior kolporafi genellikle diğer duvar prolapsuslarına yönelik onarımlar ile birlikte uygulanır ve çoğu retrospektif olgu serilerinden elde edilen verilere göre başarı oranları genelde yüksektir. Klasik fasyal plikasyonla defekte yönelik onarımların karşılaştırıldığı çalışmalar değerlendirildiğinde, klasik yöntemde anatomik başarısızlığın daha düşük olduğu bildirilmektedir. 10.2.5.2.2.4 Komplikasyonlar Posterior duvar prolapsusu cerrahisi sonrası disparoni riski çok önemlidir. Bu nedenle levator plikasyonunun, özellikle seksüel aktif kadınlarda uygulanması önerilmemektedir. Bunun dışında dışkılama problemleri, hematom, yara enfeksiyonu gibi daha nadir ve geçici komplikasyonlardan bahsedilebilir. 10.2.5.2.3 Apikal duvar prolapsus cerrahi tedavisi Apikal prolapsusun cerrahi tedavisinde vajinal ve abdominal (açık, laparoskopik, robotik yardımlı) yaklaşım uygulanabilmektedir. Yaklaşımı etkileyen faktörler; defektin etyolojik nedeni, daha önce başarısız onarım öyküsü bulunması, önceki onarımın tipi ve cerrahın deneyimidir. 10.2.5.2.3.1 Sakrokolpopeksi Sakrokolpopeksi apikal prolapsus cerrahi tedavisinde kullanılması birinci dereceden önerilmektedir. Sakrokolpopekside amaç ön ve arka vajinal duvarı köprü görevi görecek bir destek materyali aracılığı ile sakral promontoryuma tespit etmektir (Resim 1). Apikal prolapsusun tedavisinde sakrokolpopeksi birincil yöntem veya vajenin diğer duvarlarından kaynaklanan ve başarısız onarım sonrası nüks eden ileri derece prolapsuslarda (sistosel, rektosel ya da enterosel) ikincil operasyon olarak kullanılabilmektedir. Ayrıca kronik karın içi basınç artışı olan hastalar gibi, yüksek nüks riski olanlarda ideal bir yöntem olarak kabul edilebilir. Vajinal yaklaşımlara nazaran vajinal kısalık yapma riskinin daha az olması ve hatta vajinal uzunluğu arttırdığının belirtilmesi özellikle seksüel aktif kadınlarda abdominal bir girişim olan sakrokolpopeksinin vajinal yöntemlere tercih edilmesini sağlamaktadır. Ayrıca bu nedenlerle sakrokolpopekside disparoni riskinin de az olduğu bildirilmektedir. 317 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Destek materyali olarak sentetik veya biyolojik meşler kullanılabilse de, kalıcı (sentetik) meşin en iyi başarı oranına sahip olduğu bilinmekte ve sakrokolpopekside sentetik meşler en üst düzeyden öneri almaktadır. Sakrokolpopeksi’de açık yöntemde tanımlanan operasyon tekniği minimal invazif diğer tekniklerde de (laparoskopik ve robotik yardımlı) aynen uygulanmaktadır. İnsizyon seçimi, hastanın vücut yapısı ve planlanan eş zamanlı operasyona göre yapılır. Laparoskopik sakrokolpopeksi başlığı altında anlatılan operasyon tekniği hem açık hem de bazı tekniğe özgü değişikliklerin eklenmesiyle robotik yardımlı sakrokolpopeksi için de aynen geçerlidir. Laparoskopik sakrokolpopeksi Abdominal yaklaşımdaki yüksek başarı oranları laparoskopik uygulamanın önemini artırmıştır. Laparoskopik yöntem ile vajenin pelvik organlarla komşuluğunun ve sakral promontoryumun iliak damarlar ve üreterler ile olan ilişkisinin daha net ortaya konması açık tekniğe göre önemli bir avantajlardır. Laparoskopik sakrokolpopekside hastanın bacaklarının araya asistan girecek şekilde semilitotomide olması ve barsakları pelvik kavite dışına alabilmek için 25-30 derece Trandelenburg pozisyonuna alınması önemlidir. Üretral kateter yerleştirildikten sonra göbek altına 10 mm kamera portu koyulur. Ek olarak operatörün tercihine bağlı olarak bir tanesi 10 mm olmak üzere farklı yerleşimlerde 3-5 adet trokar tercih edilebilir (Resim 2). Operasyonunun ilk basamağını rektovajinal diseksiyon oluşturur. Eğer hasta histerektomi geçirmemişse uterus, gövdesinden geçirilen ve suprapubik bölgeden çıkarılan bir sütürle batın ön duvarına sabitlebilir ve uterus koruyucu sakrokolpopeksi (histerosakrokolpopeksi) uygulanabilir. Ardından asistan tarafından vajenden yerleştirilen bir retraktör ile vajen yukarı doğru ekarte edilir ve uterosakral ligamanlar görünür hale getirilir. Her iki uterosakral ligaman arası yatay bir insizyon yapılarak median plandaki damarsız bölgede ve vajen arka duvarında kalarak arka tamamlanır. Uterus sabitlenmişse batın ön duvardan ayrılır ve vajen posteriora ekarte edilir. İkinci aşama olarak vezikovajinal mesafede parlak beyaz renkli vajen on duvarı üzerinden mesane, mümkünse trigon seviyesine dek ayrılarak ön diseksiyon da tamamlanır. Bu işlemlerin ardından sigmoid kolonun sağında kalacak şekilde periton açılır ve promontoryum hazırlanarak, median presakral damarlar ile iliak arter arasından üreter lateralde kalacak şekilde anterior longitudinal ligaman görünür hale getirilir. Bu son aşama yani anterior longitudinal ligamanın hazırlanması tüm diseksiyonlar başlamadan önce operasyonun ilk aşaması olarak da gerçekleştirilebilir. Boyutları 2 x 10 cm olan 2 adet sentetik meş kelebek tarzında birbirine tesbit edilir (Resim 3) ve kamera portundan batın içine alınır. 318 Arkaya konacak yama rektovajinal bölgeye girilerek, iki kenarından vajen arka duvarına 2’şer adet sütür ile tespit edilir. Ön yama yine aynı şekilde iki kenarından vajen ön duvarına olabildiğince distalden başlanarak sütüre edilir. Histerosakrokolpopekside meşler broad ligamanda sağ tarafta açılan pencereden alınır. Yamaların daha önce birleştirilen kısmı da promonturyuma tansiyonsuz bir şekilde sabitlenir. Tüm bu işlemlerde 26 mm iğneli 2/0 kalıcı sentetik sütürler kullanılır. Yamanın promontoryuma sabitleme işleminde titanyum helikal klipler de tercih edilebilir. Histerosakrokolpopekside ise ön ve arka yamanın aynı sütürlerle servikse de tesbiti yapılmalıdır. Peritonun tüm meş materyalini ekstraperitoneal alanda bırakacak şekilde kapatılması uzun dönemde oluşabilecek intraperitoneal komplikasyonları engellemek için önemlidir. Bu amaçla 30 mm iğneli 3/0 emilebilen sentetik (poliglaktin) sütürler kullanılabilir. Eğer preop tetkiklerde stres idrar kaçırma tesbit edilmişse laparoskopik kolposüspansiyon veya çoğunlukla orta üretra gevşek slingi aynı seansta uygulanır. 10.2.5.2.3.2 Abdominal uterosakral ligaman süspansiyonu Uterosakral ligaman süspansiyonu vajinal aksın doğal pozisyonunda kalmasını ve diğer duvarlardan oluşacak prolapsus nükslerini engellemek amacıyla uygulanır. Bu yöntem özellikle eş zamanlı histerektomi uygulanması planlanan hastalarda, meşe özgü komplikasyon olasılığı artacağından, sakrokolpopeksi yerine tercih edilebilir. İntraperitoneal uygulanan bu yöntemde klasik olarak kalıcı sütürler ile vajinal apeksin, anterior ve posterior fibromüsküler vajinal duvarlardan da geçilerek uterosakral ligaman kalıntılarına iskial çıkıntı seviyesi ve daha yukarıdan asılmasıdır. Bu amaçla vertikal, alt transvers veya Pfannenstiel abdominal insizyon tercih edilebilir. Her iki üreter ve uterosakral ligamentler belirlendikten sonra kalıcı 3’er adet sütür, medial iskial çıkıntı proksimal ve medialinden her iki uterosakral ligamana yerleştirilir. Daha sonra histerektomi planlanmışsa, tamamlanır ve vajinal kaf kapatılır. Daha önce uterosakral ligamana konan sütürler sırasıyla ön ve arka yaprakları alacak şekilde endopelvik fasyadan da geçilir. Ön ve arka vajina duvarların yaklaştırılması ile olası enterosel defekti de kapatılarak vajinal güdük sakruma doğru çekilir ve vajinal aksın oluşması sağlanır. Batın standart olarak kapatılmadan önce sistoskopi yapılarak üreter ile ilgili bir problem olup olmadığı incelenebilir. 10.2.5.2.3.3 Vajinal yaklaşımlarla apikal onarımlar Sakrospinöz ligaman fiksasyonu İskial çıkıntıdan sakrumun iç çukurunun yan yüzüne yapışan ve koksigeus kasının gövdesinde uzanan sert, fibröz bir yapı olan ve yaklaşık 7-8 cm uzunluğu bulu- nan sakrospinöz ligaman, büyük boyutu ve gerilim gücü ile asıcı operasyonlar için mükemmel bir destek sağlar. Vajinal apeks çoğu zaman sakrospinoz ligamana ve sağa tek taraflı olarak tespit edilse de, işlem bilateral olarak da uygulanabilir. Eşlik eden diğer duvar defektlerinin de vajinal yoldan tamir edilebilmesi avantaj olarak gözükmektedir. Ayrıca abdominal yaklaşımla gerçekleştirilen sakrokolpopeksiye göre daha kısa ameliyat süresi ve daha çabuk iyileşme sağlar. Ancak vajinal aksın posteriora doğru değiştirilmesi ve bunun anterior duvardan prolapsus nüksüne yol açması önemli dezavantajlarıdır. Sakrospinöz ligaman fiksasyonunda vajinal insizyon genelde posterior vajinal duvardan yapılıp sakrospinoz ligamana yine posteriordan ulaşılır. Ancak eşlik eden ve onarımı planlanan anterior duvar defekti de varsa bu işlem anterior insizyon ve anteriordan yaklaşım şeklinde de gerçekleştirilebilir. Diğer vajinal girişimlerde olduğu gibi hazırlanan ve yönteme uygun yapılan vajinal insizyon sonrası sakrospinoz ligaman, anteriorda paravezikal, posteriorda ise künt diseksiyonla rektumun mediale mobilize edilmesi sonrası perirektal mesafede palpe edilir. Ligamanı görünür hale getirmek ve sütür koyabilmek için özel retraktör ve sütür atmayı kolaylaştıran cihazlara gereksinim olabilir. Tek taraflı tespitte 2 sütür iskial çıkıntıdan 1-2 parmak mediale ve 2 cm aralıklarla, bilateral olanda ise 1’er sütür yine aynı lokalizasyona ve her iki tarafa konur. Daha önce işaretlenen vajinal apeksten geçirilecek sütürler bağlanmadan önce vajinal insizyon en az yarısına kadar kapatılır. Daha sonra vajinal apex sakrospinoz ligamana tam oturacak şekilde bağlanır. Sistoskopi ile üreterler kontrol edildikten sonra vajinal insizyonun kalan kısmı kapatılır. Vajinal uterosakral ligamant süspansiyonu Abdominal olarak uygulanan ve vajinal apeksin ön ve arka yüzeylerinin uterosakral ligamentlere bağlanması yönteminin vajinal yoldan gerçekleştirilmesidir. Kolpoklezis Vajinal kaf veya belirgin uterovajinal prolapsuslarda kullanılan bu yöntem diğerleri gibi rekonstrüktif değil obliteratif bir yöntemdir. Parsiyel veya total kolpoklezis şeklinde uygulanabilir. Kısa operasyon süresi, bölgesel veya sedasyonla birlikte lokal anestezi ile uygulanabilmesi, yeterli olması ve komplikasyon oranlarının düşük olması avantajlarıdır. Yöntem histerektomi sonrası gerçekleştirilebilir, ancak histerektomi düşünülmüyorsa, hastaların mutlaka jineonkolojik açıdan değerlendirilmesi yapılmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, bu yöntemin önerildiği hastalar genellikle yaşlı ve komorbiditeleri nedeniyle histerektominin uygulanamayacağı hastalardır. Üretral mea ve serviksten itibaren 1-3 cm bırakılarak uterus drenajı için de lateral sulkuslar oluşturularak va- jinal kapatma parsiyel, yine aynı sınırlarda ancak kalan tüm vajinal epitelin çıkarılarak tam kapatma yapılması ise total kolpoklezis olarak adlandırılır. Diğer vajinal girişimlerde olduğu gibi hazırlanan hastada stres idrar kaçırmaya yönelik girişim planlanıyorsa öncelikle uygulanır. Daha sonra bir alet yardımı ile serviks veya vajinal kaf dışarı doğru çekilerek insizyon yerleri işaretlenip vajinal epitel çıkarılır (Resim 4). Parsiyel kolpokleziste lateralde sulkus oluşturulması için yeterli doku bırakılması ve sulkusların oluşturulması önemlidir. Daha sonra 2-0 geç emilen sütürlerle prolobe olan doku levator seviyesinin üzerine çıkacak şekilde plikasyon yapılır. Sütürler transvers olarak ve önde puboservikal fasya arkada ise rektovajinal fasyayı içerecek şekilde yerleştirilir (Resim 5). Total kolpokleziste sütürlere en distal noktadan ve öncelikle 2-0 emilebilen sütürlerle kese ağzı sütürü konarak başlanır ve bu sütürlere prolapsus yeterli düzeye kadar redükte edilene dek devam edilir veya parsiyel kolpokleziste tarif edildiği gibi transvers plikasyon sütürleri tercih edilir. 10.2.5.2.3.4 Apikal duvar prolapsusu cerrahi tedavisi sonuçları Apikal duvar prolapsusu tedavisinde sakrokolpopeksi ile %90’ın üzerinde başarı oranları bildirilmektedir. Kanıt düzeyi yüksek çalışmalarda sakrokolpopekside, sakrospinoz ligaman fiksasyonuna nazaran daha yüksek anatomik başarı elde edildiği, nüks nedeniyle tekrar ameliyat olma riskinin daha düşük olduğu ve daha düşük disparoni riski bulunduğu bildirilmektedir. Bu nedenle apikal duvar prolapsusu cerrahi tedavisinde bazı özel durumlar hariç vajinal girişimlerin yeri kısıtlıdır. Abdominal yoldan yapılan vajinal prolapsus onarımlarının laparoskopik (tek başına robotik veya yardımlı) olarak olarak gerçekleştirilmesi ve kısa-orta dönemde başarılı sonuçlar elde edilmesi ile ilgili sayıları giderek artan yayınlar mevcuttur. Ayrıca daha kısa hastanede kalış süreleri, düşük komplikasyon oranları ve yüksek hasta memnuniyeti bu yöntemlerin önemli avantajlardır. En önemli sorun ise bu tip uygulamalar için ayrı bir eğitim alınması gerekliliği ve her ne kadar sayı arttıkça kısaldığını bildirilse de öğrenme eğrisini tamamlayana dek ortalama operasyon sürelerinin uzunluğudur. Bu tip prolapsusta kolpoklezis de kısıtlı bir hasta grubunda morbiditesi az ve başarı olasılığı yüksek bir alternatif olarak unutulmamalıdır. 10.2.5.2.3.5 Komplikasyonlar Sakrokolpopekside operasyon sırasında presakral pleksus ve orta sakral damarların yaralanması ve ciddi kanama riski önemlidir. Bu nedenle diseksiyon sırasında ve anterior longitudinal ligamandan sütürleri geçerken dikkatli olunmalıdır. Operasyon sonrasında görülebilecek komplikasyonların 319 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Tablo 4. Hastalıklara göre izlenen en sık işeme disfonksiyonu biçimleri DETRÜSÖR HASTALIK KOMPLİYANS DÜZ SFİNKTER AKTİVİTESİ Serebrovasküler olay AA N S Beyin tümörü AA N S Serebral palsi AA N S Parkinson hastalığı AA, B N S Multipl sistem atrofisi AA, B N, ↓ O Multipl skleroz AA N S Suprasakral SKH AA N S Sakral SKH A N, ↓ KG, O Otonom hiperrefleksi AA N D Miyelodisplazi A, AA N, ↓ O Tabes, pernisyöz anemi B, A N, ↑ S Disk hastalığı A N KG Radikal pelvik cerrahi B, A ↓, N O Diabetes mellitus B, A, AA N, ↑ S ÇİZGİLİ SFİNKTER S, ±İK S S, D(%25), ±İK S, Bradikinezi S S, D (%30-65) D ST D ST S S ST S Kısaltmalar: N, normal; AA, aşırı aktif; B, bozulmuş; A, arefleks; ↑, artmış; ↓, azalmış; S, sinerjik; D, dissinerjik; ±İK, istemli konrol bozulmuş olabilir; O, açık; KG, kompetan gevşemeyen; ST, sabit tonus. en sık olanı greft materyali veya vajinaya atılan tespit sütürlerinin vajinal ekstrüzyon veya ekspozisyonudur. Nitekim bu komplikasyon tipik olarak vajinal kanama ve akıntı yakınmaları sonucunda tespit edilir. Tespit edildikten sonra, küçük olanlarda belli bir süre vajinal östrojen krem kullanılabilir. Eğer iyileşmede yetersizlik olur ve yakınmalar devam ederse greft infeksiyonu olarak düşünülmeli ve materyal vajinal ya da abdominal yoldan tamamiyle çıkartılmalıdır. Anterior veya apikal duvar zayıflığına bağlı ileri evre pelvik organ prolapsusu olanlarda stres idrar kaçırmanın maskelenebileceği akılda tutulmalıdır. Preoperatif olarak saptanamasa da mesane çıkım yetersizliğine yönelik girişimin bu nedenle profilaktik olarak prolapsus cerrahisi ile beraber uygulanması kanıt düzeyi yüksek bir çalışmada önerilmektedir. Ancak yine de bu konu tartışmalı olarak kabul edilmektedir. Ayrıca sakrokolpopeksi ile ilgili olarak kabızlık, anal ağrı gibi postoperatif barsak işlev bozuklukları da literatürde bildirilmektedir. Uterosakral ligaman süspansiyonunda özellikle üreterler ile ilgili komplikasyonlardan sakınmak gerekir Bunun dışında nadiren kanama, barsak yaralanmaları ve pelvik enfeksiyonlar gürülebilir. Sakrospinoz ligaman fiksasyonunda uygun yere konmayan ve çok derin geçen sütürler nedeniyle damar yaralanmalarına bağlı ciddi kanama ve sinir yaralanmalarına bağlı nöropatik ağrılar görülebilir. Geç eriyen sütür materyali kullanılmış ise genelde 2-3 ay sonra gerileyen gluteal ağrı en sık (%15) görülen komplikasyondur. Kolpoklezisde ise operasyona özgü komplikasyon çok nadirdir. 320 10.2.5.2.4 Sonuç: Pelvik organ prolapsusu cerrahi tedavisi zaman içinde gelişim gösteren ve günümüzde ürologların ilgi göstermesi gereken bir konudur. İyi değerlendirme ve defekt konumuna göre uygulanacak cerrahi tipinin belirlenmesi gereklidir (Tablo 3). Okunması önerilen kaynaklar Jack Christian Winters, Joanna Maya Togami, Christopher J. Chermansky: Vaginal and abdominal Reconctructive Surgery for Pelvic Organ Prolapse. Campbell-Walsh Urology 10. Baskı Editörler: Louis R. Kavoussi, MBA Alan W. Partin, Andrew C. Novick, Craig A. Peters. Cilt 3, Sayfa: 2069-2114 Incontinence. 4. Baskı. 2009. Editörler: Paul Abrams, Linda Cardozo, Saad Khoury, Alan Wein. Sandip P. Vasavada, Matthew D. Barber: Evaluation and Management of Anterior Vaginal Wall Prolapse. Female Urology. A Practical Clinical Guide. Editörler: Howard B. Goldman, Sandip P. Vasavada. Bölüm 19, sayfa: 267-280. David A. Ginsber: Treatment of Vaginal Wall Prolapse. Female Urology. A Practical Clinical Guide. Editörler: Howard B. Goldman, Sandip P. Vasavada. Bölüm 20, sayfa: 281-296. Daniel S. Elliott. Diagnosis and Management of Apical Prolapse. Female Urology. A Practical Clinical Guide. Editörler: Howard B. Goldman, Sandip P. Vasavada. Bölüm 21, sayfa: 297-308. 10.3 Alt üriner sistemin nöromüsküler disfonksiyonu 10.3.1 Nöropatik alt üriner sistem disfonksiyonunun genel paterni Farklı nörolojik lezyonlar genellikle tutarlı bir biçimde alt üriner sistem fonksiyonunun dolum/depolama ve boşaltım/işeme safhalarını etkiler. Bu etkilenme biçimi (1) sinir sisteminin etkilenen alanlarına; (2) etkilenen alanların fizyolojik fonksiyonlarına; (3) lezyon veya sürecin destrüktif, inflamatuar veya irritatif olmasına göre farklılık gösterebilir. Ortaya çıkan akut disfonksiyon, çeşitli sebeplerden ötürü uzun dönemde oluşacak disfonksiyondan farklılık gösterebilir. Esneklik (Plastisite) Sinir sistemi ve inerve ettiği yapılar bağlamında düşünüldüğünde esneklik doğasında olan yapısal ve fonksiyonel değişimin kapasitesini ifade eder. Bu değişimler birkaç düzeyde yansıyabilir: (1) yapısal, (2) metabolik, (3) nörolojik. Ortaya çıkan değişiklikler, meydana gelen son ürünün incelenmesinden (örn: klinik sonuçlar) ilk gelişen moleküler sonuçlar ve bunları etkileyen faktörlere kadar farklı düzeylerde incelenebilir. Belirli işeme disfonksiyonu ile ilişkili kronik klinik belirtiler, aslında ‘esneklik’ başlığı altında incelenecek olan nihai sonuçlardır. Bir noktaya kadar değişiklikler geri dönüşlü olabilir. Ancak bir eşikten sonra değişiklikler geri dönüşlü olmaktan çıkabilir, bu yüzden disfonksiyonu oluşturan ilk etken ortadan kaldırılsa veya düzeltilse bile, esneklik klinik semptomların kalıcılığından sorumlu olacak mekanizmadır. Esneklik sonucu gelişen en belirgin değişimler: (1) S2 üstü komplet spinal kord hasarlarında oluşan işeme refleksinin nöronal organizasyonundaki kronik değişimler ve (2) alt üriner sistem periferik parasempatik inervasyonunun kesilmesine bağlı periferik nöronal organizasyonundaki değişimlerdir. - Beyin sapının üstündeki lezyonlar: Beyin sapının üzerindeki nörolojik lezyonlar (nadir istisnalar dışında) işemeyi genellikle istemsiz mesane kasılmaları ve koordineli sfinkter fonksiyonu (hem düz hem de çizgili kas için sfinkter sinerjisi) şeklinde etkilemektedir. His ve çizgili sfinkter kas fonksiyonu genellikle korunur, ancak his yetersiz veya gecikmiş olabilir. Detrüsör arefleksisi, sadece başlangıçta veya kalıcı bir disfonksiyon olarak ortaya çıkabilir. Üriner inkontinans, detrüsör aşırı aktivitesine bağlı gelişebilir. - T6 - S2 arası spinal kordun tam kesisi: Spinal şok evresini atlattıktan sonra genelde his kaybı ile birlikte düz sfinkter kası sinerjik, ancak çizgili sfinkter kası dissinerjisi ile beraber istemsiz mesane kasılmaları görülür. Spinal kordda T6 üzeri lezyonu olan hastalarda ayrıca, düz sfinkter dissinerjisi ve otonom hiperrefleksi görülebilir. İnkontinans, genelde detrüsör aşırı aktivitesine bağlı olarak, nadir olarak da çıkım obstrüksiyonu, buna bağlı idrar retansiyonu ve taşma inkontinansı şeklinde görülür. - S2 altı spinal kord hasarı veya hastalığı: Genelde istemsiz mesane kasılmaları izlenmez. Spinal şok sonrası detrüsör arfefleksisi genelde kuraldır. Nörolojik hasarın tipi ve derecesine bağlı değişmek üzere dolum esnasında değişen oranlarda kompliyans kaybı (mesane duvarında gelişen fibrozise bağlı) izlenir. Genelde düz sfinkterin kasılamamasına bağlı mesane boynu açık kalır, ancak bunun sebebinin sempatik yada parasempatik desantralizasyon/fonksiyon kaybı olup olmadığı belirlenemez. Çeşitli tiplerde çizgili sfinkter disfonksiyonu gelişebilir ancak genelde çizgili sfinkterin olduğu bölgede dinlenme hali tonusu (dissinerji ile aynı anlama gelmez) vardır ve istemli kontrol altında değildir. - Periferik refleks ark hasarı: Periferik refleks ark hasarı sonucu gelişen disfonksiyonlar distal spinal kord veya sinir kökü hasarında görülenlere benzerdir. Detrüsör arefleksisi genelde görülür, kompliyans düşmüştür, düz sfinkterik alan yetersiz kapanma gösterir ve çizgili sfinkter alanında istemli gevşeme sağlanmayan sabit dinlenme tonusu hakimdir. Tablo 4’de hastalıklara göre en sık rastlanan işeme disfonksiyon biçimleri özetlenmiştir. 10.3.2 Beyin sapında ve daha yukarısındaki hastalıklar 10.3.2.1 Serebrovasküler olay (inme) Serebrovasküler olay (SVO) ölümün ana sebeplerinden biridir ayrıca Amerika Birleşik Devletleri’nde özürlülüğün en sık sebebidir ve yılda ortalama 550,000 yeni vaka görülmektedir. Yaklaşık üçte biri ölümcül seyrederken, yine üçte birinde uzun süreli bakım gerektirmektedir. Başlangıçtaki akut dönemden sonra detrüsör arefleksisine bağlı gelişen idrar retansiyonu izlenir. Değişen düzeylerde iyileşme sonrası haftalar veya aylar sonra hastada defisit gelişir. Uzun dönemde SVO sonrası alt üriner sistemde en sık izlenen disfonksiyon fazik detrüsör aşırı aktivitesidir. İdrar hissi değişik oranlarda etkilenebilmesine karşın genellikle sağlamdır, gelişen detrüsör aşırı aktivitesine bağlı bu hastada ani sıkışma hissi ve sık idrara gitme olarak gözlemlenir. Hastada doğal olarak oluşan bu istemsiz kasılmalar kuvvetli çizgili sfinkterik kas kontraksiyonları ile engellenmeye çalışılır. Hasta bunu başarabilirse bu sadece ani sıkışma hissi ve sık idrara gitme olarak belirti verir; ancak başaramazsa sonuç ani sıkışma hissi sonrası görülen idrar inkontinansıdır. Literatürde, hastaneye SVO sonrası gelen hastada başlangıçta idrar inkontinansı oranları %32-72 oranında, hastaneden çıkışta %25-28 oranında ve aradan birkaç ay geçtikten sonra %12-19 oranında görüldüğü rapor edilmektedir. Fowler yaptığı bir çalışmada, SVO sonrası ilk 7 günde görülen idrar inkontinansının sağkalım ve fonksiyonel bağımlılığı öngörmede, bilinç 321 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma düzeyindeki değişimden daha kıymetli olduğunu rapor etmiştir. olur. SVO sonrası düz sfinkterik kas aktivitesinin genelde etkilenmediği (sinerjik) olduğu görülmektedir. SVO sonrası hastaların tedavisinde eğer detrüsör kasında anlamlı kasılma zaafiyeti yada müdahaleyi gerektiren mesane çıkım obstrüksiyonu yoksa, amaç mesane kontraktilitesini azaltmak ve mesane kapasitesini artırmak olmalıdır. 10.3.2.6 Serebral palsi 10.3.2.2 Demans Demans, beyinde özellikle frontal loblarda gri ve beyaz maddede kayıp ve atrofi ile seyreden az anlaşılabilmiş bir hastalık kompleksidir. Bu hastalarda işeme disfonksiyonu gelişirse genelde idrar inkontinansı izlenir. Antimuskarinik ilaç kullanımı, eğer Alzheimer Hastalığı’nın etiyolojisi olarak kabul edilen kortikal kolinerjik kayıp doğru ise kontraendike olabilir. 10.3.2.3 Travmatik beyin hasarı Travmatik beyin hasarı, travma sonucu gelişen en sık nörolojik kayıptır. Eğer işeme disfonksiyonu gelişirse, başlangıçta detrüsör arefleksisinin görüldüğü bir dönem görülmesi muhtemeldir. Ponstaki işeme merkezinin üstündeki lezyonlarda, istemsiz mesane kasılmaları en sık izlenen alt üriner sistem disfonksiyonu belirtisidir. Sfinkter fonksiyonunda koordinasyon kaybı izlenmez. Ancak, beyin sapında, ponstaki işeme merkezinin altındaki lezyonlarda detrüsör-çizgili sfinkter dissinerjisi görülebilir. Bu hastalarda idrar inkontinansı bilateral lezyonlarda ve daha kötü fonksiyonel durumu olan hastalarda daha sık izlenir ve inkontinans gelişmişse rehabilitasyona rağmen hastaların %36’sında kontinans sağlanamaz. 10.3.2.4 Beyin tümörü İşeme disfonksiyonu gelişmesine neden olan tümörler ekseriyetle frontal lobun üst kısmını tutan tümörlerdir. Gelişen idrar inkontinansında en sık detrüsör aşırı aktivitesi ve idrar inkontinansı görülmektedir. Düz ve çizgili sfinkterik fonksiyon genellikle sinerjiktir. Serebellar Ataksi Bu hastalarda beyincik tutulumuna bağlı koordinasyon kaybı, azalmış derin tendon refleksleri, dizartri, dismetri ve kore benzeri hareketler görülür. İşeme disfonksiyonu olarak genellikle detrüsör aşırı aktivitesi ve sfinkter sinerjisi ile beraber idrar inkontinansı görülür. 10.3.2.5 Normal basınçlı hidrosefali Bu hasta grubunda eğer işeme disfonksiyonu gelişirse, genellikle sfinkter sinerjisinde kayıp olmaksızın detrüsör aşırı aktivitesine bağlı idrar inkontinansı şeklinde 322 Serebral palsi (SP), doğum öncesinde, sırasında yada sonrasında merkezi sinir sisteminin hareket-işlev alanlarının hasar görmesinden dolayı oluşan bir tablodur. Çoğu SP’li çocuk ve erişkinde idrar kontrolü mevcuttur ve normal dolum-boşaltım paterni korunmuştur. Bazı yayınlarda SP’li hastalarda %30 civarında işeme disfonksiyonu izlendiği rapor edilmiştir. İnkontinans gelişimini bu hasta grubunda etkileyen en önemli faktörler spastik tetrapleji ve düşük entellektüel kapasitedir. Eğer bir SP’li erişkin bir hasta işeme paterninde akut veya subakut bir değişiklik ile karşımıza çıkarsa genelde sebep primer hastalığın dışında bir nedendir. 10.3.2.7 Parkinson hastalığı Parkinson hastalığı (PH) nedeni bilinmeyen, primer olarak substantia nigradaki dopaminerjik nöronları etkileyen ancak aynı zamanda başka yerlerdeki heterojen nöron gruplarını da etkileyebilen nörodejeneratif bir hastalıktır. PH’nın klasik klinik motor arızalarının oluşmasında nigrostriatal yoldaki dopamin eksikliği sorumlu tutulmaktadır. Parkinsonizm olarak tariflenen PH’nin klasik bulguları tremor, rijidite ve bradikinezidir. Semptom ve bulgulardaki asimetrik kombinasyon, istirahat tremoru olması, levodopaya iyi yanıt alınması PH’yi parkinsonizme yol açan diğer nedenlerden ayıran en önemli özelliklerdir. İşeme disfonksiyonu PH olan hastaların %35-70’inde görülür. İşeme disfonksyonu oluşmuşsa, en sık görülen semptomlar acil sıkışma hissi (%50-75), sık idrara çıkma, nokturi ve acil sıkışma hissi ile görülen inkontinanstır. Ürodinamide en sık görülen bulgu detrüsör aşırı aktivitesidir. Düz sfinkter sinerjiktir. İstemli işemenin başlatılması esnasında psödodissinerji ve çizgili sfinkterin gevşemesinde gecikme (bradikinezi) görülebilir. En sık belirtisi mesane aşırı aktivitesine bağlı depolamada görülen başarısızlık olmasına rağmen, bu grup hastalarda en basit ve geri dönüşümü olan tedavi öncesi bile detaylı ürodinamik çalışmaların yapılması gereklidir. 10.3.2.8 Multipl sistem atrofisi MSA sebebi bilinmeyen, ilerleyici nörodejeneratif bir hastalıktır. Semptomları parkinsonizm, serebellar, otonomik (üriner ve erektil problemleri de kapsayan) ve piramidal kortikal disfonksiyonlar şeklinde kendini gösterebilir. Nörolojik lezyonlar PH’ndan daha fazladır ve daha yaygın hücre kaybı ve gliozis izlenir. Mesane semptomlarının daha erken ve şiddetli olması ve ereksiyonun da etkilenmesi, bu yaygın hücre kaybı ile izah edilebilir. MSA genelde ilerleyici karakterdedir ve prognozu kötüdür. MSA’da görülen ilk idrar belirtileri ani sı- kışma hissi, sık idrara gitme ve ani sıkışma hissini takiben idrar kaçırma şeklindedir ve aynı hastalarda görülen erektil disfonksiyon gibi tanı koyulmasından yaklaşık olarak 4 yıl önce başlar. Santral sinir sistemi alanlarının etkilenmesine ikincil beklendiği gibi detrüsör aşırı aktivitesi görülür, ancak buna alt üriner sistemi inerve eden otonom sinirlerin distal spinal kısımlarının da etkilendiğini işaret eden azalmış kompliyans eşlik edebilir. Hastalık ilerledikçe işemenin başlatılmasında ve sürdürülmesinde zorlukla karşılaşılır, bu da muhtemel pontin ve sakral lezyonları gösterir, bu durumda prognoz kötüdür. Sistoüretrografi veya videoürodinamide açık bir mesane boynu (intrinsik sfinkter yetersizliği) ve elektromyografide saptanan çizgili sfinkter denervasyonu görülür. Düz ve çizgili sfinkterde görülen anomaliler kadınlarda sfinkterik inkontinansa yol açarken, erkeklerde prostatektomiyi riskli hale getirir. Bu hasta grubunda genel prensip yeterli depolamayı sağlayabilmektir ve temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) da seçilmesi gereken tedavi metodudur. Yinede ilerlemiş MSA’lı hastalar TAK için uygun aday olamamaktadır. Erken evre MS hastalarında antikolinerjik tedavi ve TAK önerilir. Kalıcı kateter kullanımı ise diğer tüm tedavi seçenekleri ile başarısız olunmuş hastalara saklanmalıdır. Kalıcı kateter kullanılacaksa suprapubik kateter önerilir. 10.3.3 Primer olarak spinal kordu tutan hastalıklar Genelde sakral spinal kord üzerindeki ve sempatik akışın altındaki tam kesilerde detrüsör aşırı aktivitesi, lezyon altında his kaybı, düz sfinkter sinerjisi ve çizgili sfinkter dissinerjisi ile sonuçlanır. T7-8 (spinal kolonda T6) seviyesi ve üstündeki lezyonlarda düz sfinkter dissinerjisi de görülebilir. Nörolojik ve ürodinamik bulguların korelasyonu yeterince iyi olsa da mükemmel değildir. Bu nedenle ürodinamik çalışma bu hastalarda risk faktörleri ve tedavi planı yapılmasında nörolojik muayenenin yerini alamaz. 10.3.3.1 Multipl skleroz Multipl skleroz (MS) primer olarak genç ve orta yaş erişkinlerin hastalığıdır ve kadınlarda iki kat daha fazla görülür. Hastalık otoimmün olarak uyarılan bir fokal nöral demiyelinizasyona bağlıdır. MS’li hastaların %50-90’ında hastalığın bir evresinde işeme semptomları görülür, inkontinans görülme oranının ise %37-72 arasında olduğu rapor edilmiştir. En sık rastlanan ürodinamik bulgu detrüsör aşırı aktivitesidir (%34-99). Aşırı aktivitesi olduğu görülen hastaların %30-65’inde çizgili sfinkter dissinerjisi izlenir. Detrüsör kontraktilitesinde bozulma %12-38 oranında bu hastalığa eşlik eder ve bu tedavi çabalarını olumsuz etkileyen bir durumdur. Bu hastalarda mesane arefleksisi de görülebilir. Düz sfinkter genelde sinerjiktir. MS’li bir hastada ciddi ürolojik komplikasyonların görülmesinde en önemli parametreler: (1) erkeklerde çizgili sfinkter dissinerjisi, (2) artmış detrüsör depolama basıncı (>40 cmH2O), (3) kalıcı üretral kateterdir. Fonksiyonel sınıflamada MS’li bir hastanın en uygun olacağı grup, detrüsör aşırı aktivitesine bağlı depolama yetersizliğidir. Buna en sık çizgili sfinkter dissinerjisi eşlik eder ve uygun basınçlarda mesanenin tam boşaltılamaması olarak karşımıza çıkar. MS’li hastaların büyük oranında yeni belirtiler olsun yada olmasın detrüsör kompliyansında ve ürodinamik bulgularında zamanla değişiklik olacaktır. Bu yüzden geri dönüşsüz tedavi seçenekleri hastaya önerilecekse dikkatli olunmalıdır. 10.3.3.2 Spinal kord hasarı Spinal kord hasarı (SKH) ani yada şiddetli hiperekstansiyon sonucu spinal kordun kırılma yada dislokasyonu sonucunda oluşur. SKH’na bağlı alt üriner sistem ve seksüel fonksiyonda değişimler izlenir, bu da hayat kalitesini ciddi oranda etkiler. Bu hastalar ürolojik olarak idrar yolu enfeksiyonu, sepsis, üst-alt üriner sistemde bozulma ve taş oluşumu, otonom hiperrefleksi (disrefleksi), cilt komplikasyonları ve depresyon (ürolojik tedavilerine etki edebileceği için) açısından risk altındadırlar. Hastaların %71-80’i erkektir. Ortalama hasta yaşı 31,5’tir. SKH’ndan sonra ilk 10 yılda hastaların yaklaşık %7’sinde en sık hasardan sonra ilk 3 ayda olmak üzere böbrek taşı oluştuğu görülmektedir. Bu taşların %98’i apatit ve struvit taşlarıdır. Spinal Şok: Ciddi bir SKH’nı takiben lezyonun olduğu spinal kord düzeyi ve altında uyarılabilirliğin azaldığı döneme spinal şok evresi denir. Bu seviye altında somatik refleks aktivite kaybolmuş ve flask kas paralizisi gelişmiştir. Spinal şokta hem otonomik hem de somatik aktivite baskılanmış, mesane akontraktil ve arefleks hale gelmiştir. Düz sfinkterik mekanizma fonksiyoneldir. EMG’de çizgili sfinkterde azalmış aktivite izlenir, maksimum üretral kapanma basıncı normalden daha düşüktür, ancak hala eksternal sfinkter alanında devam etmektedir. Ancak normal koruyucu refleks (dolum esnasında çizgili sfinkter refleksi) kaybolmuştur ve istemli kontrol yoktur. Bu yüzden aşırı doluma bağlı taşma yoksa inkontinans izlenmez. İdrar retansiyonu kaidedir ve bu sorunun çözümü için kateterizasyon önerilir. Spinal şok evresi genelde 6-12 haftadır, ancak bazen 1-2 yıla kadar uzayabilir. Kısmi suprasakral lezyonlarda bu süre daha kısadır, hatta bazı hastalarda birkaç gün ile sınırlıdır. Fonksiyonel açıdan SKH’da en sık görülen işeme disfonksiyonu hem dolum-depolama hem de boşaltım fazını içermektedir. Bazı hastalarda ürodinamik bulgular zararsız periyodik mesane kasılmaları şeklinde olsa da 323 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma çoğu hastada tedavi gereksinimi doğacaktır. Mesane basıncı uygun biçimde düşükse yada cerrahi-cerrahi dışı bir yöntemle düşük tutulabiliyorsa sorun primer olarak bir boşaltım sorunu haline gelecek ve TAK ile çözülebilecektir. Otonom Hiperrefleksi (Disrefleksi): SKH olan hastalarda fatal seyredebilme poatansiyeli olan bir durumdur. T6-8 (sempatik çıkım) üstü lezyonu olan hastalarda spesifik uyarılara karşı ortaya çıkan akut bir otonomik (primer olarak sempatik) bozukluktur. Servikal yaralanmalarda (%60), torasik yaralanmalara (%20) oranla daha fazla görülür. Ön şart olarak distal kordun sağlam olması gerekir. Belirtileri arasında şiddetli baş ağrısı, hipertansiyon, yüz ve lezyon seviyesinin üstünde terleme ile beraber kızarma sayılabilir. Genelde bradikardi izlenir. Başka uyarılar da neden olabilmesine rağmen en sık sebep mesane veya rektum distansiyonudur. Uyaran düzeltilirse semptomlar hızla kaybolur. Sistoskopi esnasında 10-20 mg nifedipin verilmesinin sendromu düzelttiği, sistoskopiden 30 dk önce 10 mg verilmesinin ise sendromu önlediği gösterilmiştir. VUR: Suprasakral SKH’nda daha sık görülür. Bildirilen insidans %17-25’tir. İlk tedavi alt üriner sistem ürodinamisini olabildiğince normalleştirmeye çalışmaktır. Bu hastanın kliniğine göre farmakoterapi, üretra dilatasyonu, nöromodülasyon, deafferantasyon, augmentasyon sistoplastisi yada sfinkterotomi olabilir. Üriner Sistem Enfeksiyonu: SKH olan hastalarda üriner sistem enfeksiyonu (ÜSE) göreceli olarak daha sık görülür. Bakteriüri sadece ÜSE semptomatik ise tedavi edilmelidir. miktar nörolojik defisit kalabilse de prognoz genelde iyidir. 10.3.3.5 Nörospinal disrafizm Bu terminoloji içine spina bifida sistika ve spina bifida okkulta girmektedir. Spina bifida sistika miyelomeningosel, meningosel ve miyeloşizisi içerir. Yaklaşık 1/1000 canlı doğumda görülür. En sık lumbosakral myelomeningosel görülür. Alt üriner sistem disfonksiyonu bu hastaların %90’ından fazlasında izlenir. Tipik bir miyelodisplazik hastada, arefleks mesane ve açık bir mesane boynu görülür. Sabit rezidü eksternal sfinkter basıncına ulaşana dek mesane dolar, bu noktadan sonra inkontinans olur. Ayrıca stres tip idrar inkontinansı da görülür. Hastaların %10-15’inde detrüsör çizgili sfinkter dissinerjisi görülür. Ergenlikten sonra çoğu hasta kontinan olur, ama aynı zamanda inkontinansı da daha az tolere edebilecek bir sosyal statüye geçer. Erişkin kadın hastada tedavi amacı üretral sfinkter efektivitesini, üretral kapanma basıncını çok artırmadan sağlamak olmalıdır. Periüretral enjeksiyon tedavisi bu hasta grubu için diğer tedavilere göre daha uygundur. Erkek hasta için de enjeksiyon iyi sonuçlar vermektedir. Unutulmamalıdır ki, miyelomeningeselli hastada olduğu kadar nörolojik bulgular ve ürodinamik sonuçlar arası tutarsızlık diğer hastalıklarda görülmez. Spina bifida okkulatada hastalar genelde erişkin hayatta inkontinans ve rekürren ÜSE ile başvurmaktadır. Gergin kord sendromunda tipik bir disfonksiyon şekli görülmez ve tedavi ürodinamik çalışmaya göre planlanmalıdır. 10.3.3.6 Tabes dorsalis, pernisyöz anemi Kadınlarda SKH: Hastada osteoporoz varlığı kemik fraktürü açısından hastayı yüksek risk grubuna sokar. Paraplejik bayanlar uygun eğitimle genelde rahatlıkla TAK kullanabilirler. Sfilitik miyelopati günümüzde çok nadir görülmesine rağmen, mesane his kaybı ve aşırı rezidü idrara neden olan sensöri-nörojenik mesaneye sebep olabilir. Pernisyöz anemi de aynı bulgulara neden olabilir. SKH ve Mesane Kanseri: Skuamöz hücreli kanser gelişim riski kalıcı kateteri olan hastalarda normal popülasyona oranla %16-28 daha fazladır. 10.3.3.7 Poliomiyelit 10.3.3.3 Servikal miyelopati Servikal miyelopati (SM) hastalarına yönelik yapılan çalışmalarda çeşitli alt üriner sistem disfonksiyon bulguları değişen oranlarda bulunmuştur. Bu yüzden, SM’li hastalarda tedavi planlanırken ürodinamik inceleme yapılması gereklidir. 10.3.3.4 Akut transvers myelit Akut transvers miyelit (ATM) motor, duyu ve sfinkterik bulgular ile hızlı gelişen ve bir noktada stabilize olan bir patolojidir. Hastanın durumu yaklaşık 2-4 hafta arasında stabilize olur ve sonrasında progresyon göstermez. Bir 324 Eğer mesane etkilenirse, tipik belirtisi idrar retansiyonu, detrüsör arefleksisi ve sağlam duyusu olan motor nörojenik mesanedir. 10.3.4 Spinal kordun distalindeki hastalıklar 10.3.4.1 Disk hastalığı Disk prolapsı genelde posterolateral yöndedir, bu yüzden cauda equinayı ancak % 1-15 oranında etkileyebilir. Çoğunlukla disk çıkıntıları L4-5 veya L5-S1 vertebral boşluklardaki spinal köklere bası yapar. İşeme disfonksiyonu oluşabilir ve tutulan sinir kökü alanında kuşak tarzında sırt ağrısı ile birlikte görülür. Fizik muayenede rastlanan en sık bulgular perianal alanda (S2-4 dermatomları) duyu kaybı, ayak lateralinde (S1-2 dermatomları) duyu kaybı veya her ikisinin birlikteliğidir. Disk hastalığı olan hastalarda işeme disfonksiyonu görülme oranının %28-87 arasında olduğu rapor edilmiştir. En sık rastlanan ürodinamik bulgu pelvik taban kaslarında normal veya kısmi denervasyonun izlendiği normal kompliyanslı arefleks mesanedir. Mesane arefleksisi görülen hastaların hepsinde işemede zorluk veya işeyememe şikayeti vardır. Laminektomi mesane fonksiyonunda düzelme sağlamayabilir, bu yüzden cerrahi öncesi ürodinami yapılması önerilir. Kauda equina sendromu anal, üretral sfinkterlerde istemli kontrolün kaybolduğu, seksüel yanıt kaybının görüldüğü, perinede his kaybı ile karakterize klinik bir tablodur. 10.3.4.2 Spinal stenoz Spinal stenoz, spinal kanal, sinir kökü kanalları veya intervertebral foramendeki herhangi bir daralmadır. Konjenital, gelişimsel yada kazanılmış olabilir. Sinir kökleri veya kordun kompresyonu sinir hasarı, iskemi veya ödeme yol açacaktır. Disk prolapsı olmadan da oluşabilir. Servikal spinal kord basısında cauda equina sendromuna kadar değişen semptomlar ve buna uygun ürodinamik bulgular görülür. 10.3.4.3 Radikal pelvik cerrahi Pelvik pleksus yaralanmasına bağlı işeme disfonksiyonu en sık abdominoperineal rezeksiyon ve radikal histerektomi sonrası görülür. Bu cerrahilerden sonra etkilenen hastaların maalesef %15-20’sinde kalıcı işeme disfonksiyonu gelişir. Oluşan hasar denervasyona, nörolojik desentralizasyona, sinirlerin gerilmesine, direkt mesane yada üretra yaralanmasına, veyahut mesane devaskülarizasyonuna bağlı olabilir. Ayrıca radyoterapi veya kemoterapi gibi adjuvan tedavilerde hasarın etiyolojisinde rol oynayabilir. Gelişen işeme disfonksiyonunun tipi etkilenen sinirlere, hasarın derecesine ve zamanla oluşacak reinnervasyona bağlıdır. Radikal pelvik cerrahi sonrası görülen işeme disfonksiyonunda istemli mesane kontraksiyon kaybı-azalması, istemli gevşemenin sağlanamadığı rezidü ve sabit çizgili sfinkter tonusuna sekonder obstrüksiyon bulguları görülür. Genelde düz sfinkter bölgesi açıktır ve fonksiyon kaybına uğramıştır. Bu hastalarda kompliyans kaybı sık görülür, sonuçta hem depolama hem de boşaltımda yetersizliğe sebep olur. Hasta genelde intraabdominal basınç artışına sekonder gelişen idrar inkontinansı ile karşımıza çıkar. Tedavide amaç düşük basınçlı depolamanın sağlanması ve periyodik boşaltım yapılabilmesidir. Kesin bir çıkım obstrüksiyonu saptanmadan prostatektomi yapılmasından kaçınılmalıdır. Bu disfonksiyonların çoğu geçicidir. Bu yüzden cerrahi sonrası erken dönemde TAK uygulaması en doğru tedavidir. Detrüsör fonksiyonlarının normale dönmesi genelde 6-12 ay arası sürmektedir. 10.3.4.4 Herpesvirüs enfeksiyonları Herpes zoster virüsünce sakral dorsal kök gangliyonlarının ve posterior sinir köklerinin tutulumu hastalıkla ilişkili diğer bulgular belirdikten günler-haftalar sonra idrar retansiyonu ve detrüsör arefleksisi görülmesine sebep olabilir. Patolojisi net olarak anlaşılamamasına rağmen detrüsör aşırı aktivitesine bağlı idrar inkontinansı da görülebilir. Genelde 1-2 ay içerisinde spontan iyileşme görülür. Anogenital herpes simpleks virüs enfeksiyonlarına ikincil idrar retansiyonu görülen vakalar rapor edilmiştir. Santral sinir sistemi tutulumundan şüphelenilen bu hastaların serebrospinal sıvı incelemesinde pleositoz saptanmıştır. Ani bilateral sakral sinir kökü tutulumu ve sfinkterik inkontinansı olan ve serebrospinal sıvı pleositozu olduğu saptanması Elsberg sendromu olarak adlandırılır. 10.3.4.5 Diyabetes mellitus Avrupa ve Kuzey Amerika’da en sık periferik nöropati sebebi diyabettir. Diyabet hastalarına sorulduğunda %559’unda işeme disfonksiyonu belirtileri olduğu rapor edilmiştir. Diyabete bağlı alt üriner sistem tutulması olan hastalar için ‘’diyabetik sistopati’’ terimi kullanılır. Tipik ürodinamik bulguları bozulmuş mesane duyusu, artmış sistometrik kapasite, azalmış mesane kontraktilitesi, idrar akımının bozulması ve zamanla artmış rezidü idrar miktarı olarak karşımıza çıkar. Düşük idrar akım hızı erkeklerde mesane çıkım obstrüksiyonlarında da görülebildiği için ayırıcı tanıda önemlidir. Klasik diyabetik sistopatide düz veya çizgili sfinkter dissinerjisi izlenmediği kabul görse de bunun tersine yazılmış yazılar da vardır. Diyabetik hastalarda istemsiz mesane kontraksiyonlarında başka faktörlerinde rol oynadığı bilinmektedir. Tedaviye başlamadan önce muhakkak ürodinamik inceleme yapılması gerekmektedir. Erken evrede zamanlanmış işeme, detrüsör kontraktilitesindeki bozulmaya bağlı kronik distansiyon ve buna ikincil gelişen detrüsör kompanzasyonunu engeller. 10.3.4.6 Guillain-Barre sendromu Guillain-Barre sendromu (GBS), periferik somatik ve otonomik sinir sistemini tutan, inflamatuar demiyelinizan karakterde, hayatı tehdit edebilen bir hastalıktır. Klinik olarak hızlı ilerleyen ekstremitelerde simetrik güç kabı, derin tendonlarda refleks kaybı, değişik otonomik disfonksiyonlar ve çok hafif olan yada olmayan duyu kaybı ile karşımıza çıkar. Periferik sinir dokularına karşı anormal bir immün yanıt sonucu oluşur. Bakteri veya viral enfeksiyon sonrası, enfeksiyöz ajana karşı 325 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma oluşan antikorlar nöral dokularla çapraz reaksiyona girer. Schwann hücre yüzeyi veya myeline karşı gelişen bu immün reaksiyonlar, akut inflamatuar demiyelinizan nöropatiye sebebiyet verir. Hastaların üçte ikisi nörolojik semptomların belirmesiyle iyileşen bir solunum yolu enfeksiyonu veya gastroenterit geçirdiklerini tarif ederler. Hastaların %75’i en ağır tabloya ikinci haftada, %94’ü ise dördüncü haftada ulaşır. Kısa bir plato evresinden sonra haftalar-aylar sürebilen iyileşme dönemi başlar. Hastaların %5-8’i tüm çabalara rağmen bu akut dönemde hayatını kaybeder. Alt üriner sistem disfonksiyonu görülme oranı %25-80 arası değişir. En sık görülen ürolojik bulgular idrar retansiyonu, ani sıkışma hissi ve sonrasında inkontinans, işeme güçlüğüdür. Bu hastaların çoğu yoğun bakımda takip edilirken sondalıdır. Eğer değilse de geri dönüşü olmayan tedavi yaklaşımlarından kaçınarak TAK, antikolinerjik terapi ile akut hastalık evresinin geçmesini beklemek gerekir. 10.3.5 İşeme disfonksiyonuna neden olan diğer nörolojik hastalıklar Lyme Hastalığı: Hastalığın nörolojik semptomları 3 şekilde görülür: (1) ensefalopati, (2) polinöropati, (3) lökoensefalit. Nadiren spiroket mesaneyi de invaze edebilir. Detrüsör aşırı aktivitesi ve arefleksisi görülebilir. Uygun tedavi ile çoğu hastada belirtiler geçer, nadiren ani sıkışma hissi ve sık idrara gitme şikayetleri devam edebilir. Herediter Spastik Parapleji: Genelde otozomal dominant akson harabiyeti ile seyreden santral demiyelinizasyon ve kas güçsüzlüğüne neden olan alt ekstremitede spasitisite görülen bir hastalıktır. ile seyreder. Hastalarda ürodinamik bulgular tamamen normal olabileceği gibi detrüsör aşırı aktivitesi, hiporefleks mesane ve artmış rezidü idrar miktarı gözlenebilir. Topikal Spastik Paraparezi: HTLV-1’in sebep olduğu bir spinal kord miyelopatisidir. Primer şikayetler alt ekstremitede güçsüzlük ve sırt ağrısı iken, bu hastaların %60’ında işeme disfonksiyonu da görülür. Genelde detrüsör aşırı aktivitesi ve dissinerji izlenir. Kazanılmış İmmün Yetmezlik Sendromu: HIV enfeksiyonu hem santral hem de periferik sinir sistemini etkileyebilir, bu yüzden alt üriner sistem disfonksiyonu bulgularının görülmesi şaşırtıcı değildir. Nörojenik işeme bozukluklarının görülmesi kötü prognozu işaret eder. Detrüsör aşırı aktivitesi (en sık), detrüsör eksternal sfinkter dissinerjisi ve arefleksi görülebilir. AIDS’li hastaların %30-40’ında nörolojik tutulum görülür ve hastaların % 20’si de nörolojik semptomlarla doktora başvurur. Ürolojik semptomlarla başvuran hastaların %60’ında altta yatan bir nörolojik problem vardır ve bu hastaların %90’ında AIDS ile alakalı bir neoplazi yada 326 fırsatçı enfeksiyon gelişmiştir. Akut Dissemine Ensefalomiyelit: Akut dissemine ensefalit (ADEM) merkezi sinir sistemini etkileyen sebebi bilinmeyen akut inflamatuar bir demiyelinizan hastalıktır. Paraenfeksiyöz-postenfeksiyöz ensefalomiyelit olarakta bilinir. Lezyonlarının lokalizasyonları serebral beyaz cevherde, beyincikte, beyin sapı ve spinal kordda birden çok yerleşimde olabilir. İdrar retansiyonu, ani sıkışma hissi, sık idrara gitme, işeme zorluğu ve inkontinans görülebilen ürolojik semptomlardır. Ürolojik semptomu olan hastaların çoğu nörolojik iyileşme ile birlikte düzelirler. Siringomiyeli: Siringomiyeli duyu kaybı ve brakiyal amiyotrofi ile karakterize kronik seyirli bir spinal kord hastalığıdır. Genelde servikal spinal kordu tutmasına rağmen tutulum kaudale ilerleyebilir. İşeme disfonksiyonu hastaların %9-25’inde görülür. Ürolojik semptomlar nörolojik belirtilerden 2 ay ile 13 yıl sonra ortaya çıkabilir. Ürodinamik çalışmalarda detrüsör aşırı aktivitesi, detrüsör sfinkter dissinerjisi, detrüsör arefleksisi ve inhibe olmayan sfinkter relaksasyonu izlenebilir. Siringosubaraknoid şant yapılan hastaların yarısından fazlasında ürolojik semptomlarda da düzelme görülür. Şistozomal Miyelopati: Mesane düz kas tutulumuna bağlı mesane boynu obstruksiyonu ve kasılma zaafiyetine ikincil işeme disfonksiyonu gelişebileceği gibi ayrıca şistozomiyazis granulomatöz intratekal kitle yada akut transvers miyelit şeklinde spinal kord tutulumuna da sebebiyet verebilir. Sistemik Lupus Eritematozus: Sistemik lupu eritematozus (SLE) bağ dokuda, ciltte ve organlardaki küçük damarlarda muhtemelen otoimmün kaynaklı yaygın inflamatuar değişikliklerin izlendiği bir hastalıktır. Santral sinir sistemi tutulumu insidansının çeşitli yayınlarda %18-75 oranında olduğu rapor edilmiştir. SLE’li hastalarda normal popülasyona göre depolama ve boşaltım fazında disfonksiyon daha fazla görülür. Genelde sistometrik kapasitede azalma ve düşük akım hızı izlenir. Refleks Sempatik Distrofi: Refleks sempatik distrofi vazomotor bozukluklar gibi otonomik değişikliklerin şiddetli ağrıya eşlik ettiği bir sendromdur. Genelde travmatik hasara ikincil görülür. İşeme disfonksiyonu görülme oranı net olarak bilinmemesine rağmen beklenenden yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Ürodinamik olarak detrüsör aşırı aktivitesi, detrüsör çizgili sfinkter dissinerjisi ve detrüsör arefleksisi görülebilir. 10.3.6 Nöromusküler disfonksiyona bağlı çeşitli durumlar Detrüsör Sfinkter Dissinerjisi: Dissinerji terimi normalde sinerjik olarak çalışması gerekli olan iki kas grubu- nun kineziyolojisinin bozulmasıdır. Sfinkter dissinerjisi ise çizgili veya düz sfinkterin istemsiz kasılması veya gevşeme bozukluğunu ifade eder. Detrüsör sfinkter dissinerjisi (DSD) başka türlü belirtilmediği sürece çizgili sfinkter dissinerjisini tanımlamak için kullanılır. Gerçek DSD sadece ponstaki işeme merkezi ile sakral spinal kord arasındaki yollarda bir bozukluk olursa ortaya çıkar. En sık nedenleri arasında travmatik SKH, MS ve transvers miyelitin çeşitli formları sayılabilir. Bu şekilde bir nörolojik lezyonu olmayıpta DSD’nden şüphelenilen hastalarda nörolojik olası bir hastalığı ekarte etmek için detaylı çalışmalar yapılması gerekir. Bunun tek istisnası yenidoğan ve çocuklarda görülen disfonksiyonel işeme yada Hinman sendromudur. Blaivas ve arkadaşları yaptıkları araştırmalar sonucunda 3 tip DSD tanımlamışlardır. Tip 1 DSD’de hem detrüsör basıncı hem de EMG aktivitesinde artış saptanır. Tip 2’de detrüsör kasılmaları boyunca çizgili sfinkterde sporadik kasılmalar izlenir. Tip 3’te detrüsör kasılması boyunca mesane çıkım obstrüksiyonuna sebep olan artıp azalan tarzda sfinkter kontraksiyonu izlenir. Şunu da belirtmek gerekir ki, detrüsör basınç artışı ile birlikte görülen EMG’de artmış sfinkter aktivitesi gerçek DSD’yi işaret etmeyebilir. Bu tip durumlar psödissinerji olarak tanımlanır. Psödodissinerjinin en sık nedenleri (1) duyulan rahatsızlığa bağlı yada işemeyi başlatmak için hastanın kendini zorlaması, (2) yine duyulan rahatsızlığa bağlı yada istemli olarak mesane kontraksiyonunu baskılamaktır. Eğer uygun tedavi edilmezse erkek hastaların %50’sinden fazlasında VUR, üst üriner sistemde bozulma, taş oluşumu, ürosepsis ve üreterovezikal obstrüksiyon gibi ciddi komplikasyonlar gelişebilir. Kadınlarda bu komplikasyonlar detrüsör basıncının daha az olmasından dolayı daha nadir gelişir. Blaivas’ın sınıflamasına göre tip 1 DSD’ de kalıcı reflü, hidronefroz veya otonom hiperrefleksi yoksa sadece izlem yeterlidir. Tip 2 ve 3 ise genellikle tedavi gerekir. Tedavi başarısının değerlendirilmesinde Kim ve arkadaşları idrar kaçırma basıncının 40 cm H20’dan yüksek olmasını en azından sfinkterotomi için başarısızlık kriteri olarak kullanmıştır. Bu hastalarda kalıcı üst üriner sistem hasarı ve kalıcı DSD oluşma riskinin daha yüksek olduğunu rapor etmişlerdir. Bu kriter diğer tedavi alternatifleri için de kullanılabilir. DSD tedavisinde amaç anormal sfinkter aktivitesini azaltmak yada ortadan kaldırmak olmalıdır. Çizgili sfinkter aktivitesine yönelik farmakoterapiler yeterince başarılı olamadığı için mevcut tedavi yaklaşımları (1) TAK (genelde detrüsör aşırı aktivitesini kontrol altında tutabilecek ilaçlarla beraber), (2) sfinkterotomi, (3) sfinkterik alana stent konulması, (4) sfinktere botulinum toksini enjeksiyonu, (5) devamlı kateterizasyon ve (6) üriner diversiyon olarak adlandırılabilir. Disfonksiyonel İşeme: Nonnörojenik nörojen mesane ve Hinman sendromu gibi isimlerle de tanımlanır. Kli- nik olarak nörolojik bir bozukluğu olmayan hastada çizgili sfinkter seviyesinde ürodinamik olarak istemsiz bir obstrüksiyonu tarif eden sendromdur. Mesane Boynu Disfonksiyonu: İstemli yada istemsiz işeme esnasında mesane boynunun yetersiz açılması ile karakterize bir durumdur. Düz sfinkter dissinerjisi olarak da adlandırılır. Bu hastalarda mesane çıkım obstrüksiyonu varlığı ürodinamik olarak objektif olarak gösterilebilir. Obstrüksiyon varlığı ispatlandıktan sonra videoürodinami, mesane kasılması esnasında elde edilen sistoüretrografi veya üretral işeme profilometrisi ile mesane boynunda obstrüksiyon olduğu ispatlanabilir. Bu sorunun gerçek nedeni bilinmemektedir. Bu hastalığın genç, endişeli, sinirli bireylerde görülmesi ve alfa adrenerjik blokörlerden kısmi fayda görmesi patogenezde sempatik hiperaktivitenin etkisi olduğunu akla getirmektedir. Bu hastalarda zamanla prostat büyümesi de gelişince ortaya çıkan bu ikili obstrüktif duruma ‘’tuzaklanmış prostat’’ adı verilmektedir. Alfa adrenerjik blokörlerden kısmi fayda sağlansa da asıl tedavi mesane boynu insizyonudur. Tuzaklanmış prostat geliştiğinde ise uygun tedavi küçük bir prostat rezeksiyonudur. Kadınlarda Mesane Boynu Obstrüksiyonu: Kadınlarda çok nadir görülür. Mesane çıkım obstrüksiyonu herhangi bir büyüklükteki detrüsör kasılması (genelde >20 cmH2O) esnasında mesane boynu ve distal üretra arasında radyolojik olarak gösterilen obstrüksiyon olarak tanımlanmıştır. Sonuç azalmış veya gecikmiş idrar akımıdır (Qmax<12 ml/sn). Kadınlarda bu sorunun çözümlenmesi için cerrahi tedavi planlanırken çok dikkatli olunmalıdır keza sfinkterik inkontinans riski yüksektir. Genç Erkeklerde Düşük Basınçlı-Düşük Akımlı İşeme (Utangaç Mesane): Genelde detrüsör dekompanzasyonuna (mesane çıkım obstrüksiyonu sonucunda gelişen), kontraktilitesi bozulmuş detrüsör aşırı aktivitesi olarak adlandırılan sendromun bir parçası olarak ortaya çıkar. Genç erkekte bu durum sık idrara çıkma, işemeye başlarken gecikme ve zayıf idrar akımı olarak bulgu verir. Endoskopik olarak saptanamaz tanıda ürodinami yardımcı olur. Hasta özellikle başkalarının bulunduğu ortamlarda işemeye başlarken zorlandığını ifade eder. Gerçek obstrüksiyonu olmayan bu grupta farmakoterapi yada davranış tedavisi seçilmesi gereken yaklaşımdır. Genç Bayanlardaki Fowler Sendromu: Tuhaf olmasına karşın kadınlarda idrar retansiyonu çok nadir izlenmez. Erkeklerde olduğu gibi potansiyel sebepler nörolojik, farmakolojik, anatomik, miyopatik, fonksiyonel ve psikojenik olabilir. Fowler sendromu altta yatan nörolojik bir sebep yokken genç bayanlarda görülen idrar retansiyonunu tarif eder. Klasik tablo 30 yaşından daha genç bir bayanın bir gün yada daha uzun süre sıkışma hissi olmadan alt abdominal bölgede artan bir rahatsızlık hissi ile işeyememesidir. Tanı için sıkışma hissi olmadan 327 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma mesane kapasitesinin 1 litrenin üzerine çıkmış olması gereklidir. Fowler ve arkadaşları üretral sfinkterin çizgili adele yapısının iğne elektrodu kullanarak yapılan değerlendirmesinde tipik EMG bozukluğu tanımlamışlardır. Bu gelişen anormal aktivite sfinkterin gevşemesini bozar. Bu sendromun polikistik overli bayanlarda daha sık izlenmesi bozulmuş kas membran stabilitesi sonucu olabileceğini düşündürmektedir. Tedavide hormonal terapi, farmakoterapi ve botulinum toksini enjeksiyonu başarısız iken yıllarca idrar retansiyonu olan kadınlarda dahi nöromodülasyon ile %70’lere varan başarı görülür. Postoperatif İdrar Retansiyonu: Çok iyi tarif edilmiş ancak iyi anlaşılamamış bir antitedir. İnsidansı %4-25 arasındadır. Genelde alt üriner sistem, perine, jinekolojik ve anorektal cerrahi sonrasında görülür. Eklem replasmanı cerrahisi geçirenlerde postoperatif dönemde 18-24 saat dönemde mesane dekompresyonu sağlanmasının retansiyon insidansını azalttığı rapor edilmiştir. Profilaktik fenoksibenzamin ile sağlanan alfa adrenerjik blokajın postoperatif retansiyonu azalttığı bilinmektedir. Hipertiroidizm: Tirotoksikozu olan hastalar genelde sempatik aşırı aktivite ve otonom sinir sistemi dengesizliğine bağlı semptomlarla başvururlar. Mesane bulguları kadınlarda daha sık görülür. Mesane kapasitesinde artış, düşük idrar akım hızı gibi smptomlar görülebilir. Tirotoksikozun tedavisi ile ürolojik semptomlarda geriler. Şizofreni: İstemsiz mesane kasılmaları bu hasta grubunda sık görülür. Ayrıca hastalarda ani sıkışma ile gelişen idrar kaçırma, enürezis nokturna ve azalmış mesane kapasitesi de görülebilir. Gastroparezi: Gastroparezi mekanik bir tıkanıklık olmaksızın mide içeriğinin duodenuma taşınmasında bozulmaya bağlı bulgularla görülen bir durumdur. İdiyopatik olabileceği gibi diyabet hastalarında ve mide cerrahisi sonrasında da görülebilir. Bu hastalarda yüksek oranda idrar boşaltımında ve sıklığında değişiklikler izlenir. Myastenia Gravis: Myastenia gravis asetilkolin nikotinik reseptörlerine karşı otoantikorların geliştiği bir hastalıktır. Bu drurum nöromüsküler blokaja ve çeşitli çizgili kas gruplarında zayıflamaya sebep olur. Bu hastalarda prostatektomi sonrası inkontinans oranları yüksektir. Isaacs Sendromu: Isaacs sendromu devamlı kas kontraksiyonu, fasikülasyonlar, miyokimi, aşırı terleme ve artmış kreatinin kinaz seviyeleri görülen nadir bir nörolojik hastalıktır. Periferik nöropati, otoimmün hastalıklar, maligniteler ve endokrin bozukluklarda muhtemelen potasyum kanallarına karşı oluşan antikorlara ikincil oluşur. Eş zamanlı rektal sfinkter spazmı da görülebilir. Plazmaferez ve kas gevşeticilerle ürolojik sorunların giderilebileceği rapor edilmiştir. 328 Wernicke Ensefalopatisi: Alkolik yada alkolik olmayan popülasyonlarda vitamin B1 (thiamin) eksikliğine bağlı gelişen nadir bir hastalıktır. Kardiyovasküler ve nörolojik belirtiler ortaya çıkar. Gelişen periferik nöropatiye Wernicke ensefalopatisi adı verilir. Thiamin eksikliği giderilince periferik nöropatiye ikincil gelişen ürolojik bulgular da normale döner. Skleroderma: Deride kalınlaşma ve fibrozis, sindirim sistemi, kalp, akciğer ve böbreklerin küçük damarlarında anomalilerle seyreden bir bağ dokusu hastalığıdır. Ürolojik bulgular nadir görülmez. Mesanede artmış kollajen içeriğine bağlı arefleksi dahi görülebilir. Ehlers-Danlos Sendromu: Bağ dokusunun kalıtımsal bozuklukları ile ilgili sorunların görüldüğü bir hastalıktır. Ana bulguları ciltte hassaslık, aşırı uzayabilme ve eklemlerde mobilite artışıdır. Ürolojik olarak mesane divertikülü sık görülür, cerrahi olarak düzeltilirse, postoperatif dönemde divertikül oluşma oranı preoperatif dönemden daha fazla olur. Spesifik olmayan eklem mobilitesinde artış olan hastalarda işeme disfonksiyonu ve genitoüriner prolaps görülme oranının arttığı da rapor edilmiştir. Miyotonik Distrofi: Miyotonik distrofi, miyotoni ve distal adale atrofisi ile karakterize, ileri evrelerde katarakt, endokrin bozukluklar, mental retardasyon-demans, testis atrofisi-kısırlık, ilerleyici frontal alopesi ve kardiyak iletim kusurlarının görüldüğü otozomal dominant geçişli herediter bir hastalıktır. Miyotonik aktivite sfinkter yada pelvik tabanda görülmese de çoğu hastada işeme ile ilgili şikayetler vardır. Radyasyon: Vale ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada 4 ile 6 hafta içinde %70’lere varan oranda radyoterapi sonrası işeme disfonsiyonu görüldüğünü rapor etmişlerdir. Semptomlar genelde depolama fazı ile alakalıdır, ürodimaik bulguları ise düşük hacimde ilk işeme hissi, azalmış sistometrik kapasite ve azalmış kompliyanstır. Yaklaşık 6 ay içinde bu değerler tedavi öncesi düzeylere gelmektedir. Radyasyonun geç etkilerine bağlı semptomlar daha nadir görülse de ilerleyici olabilir. Defonksiyonalize Mesane: Mesane defonksiyonalizasyonunun zamanlaması ve hastanın yaşı mesane fonksiyonalitesi hakkında bilgi verebilir. Önceden normal olan bir defonksiyonalize mesanede azalmış kapasite, istemsiz mesane kasılmaları ve/veya azalmış kompliyans geliştiği görülür. Defonksiyonalize olmuş mesanenin rehabilitasyonu mümkündür ve giderek artan hacimlerle genişletilmeye çalışılmalıdır. Normal kompliyansın sağlandığının göstergesi 10 yıl takip edilen hastada hidronefroz gelişmemiş olmasıdır. Konjenital Adrenal Hiperplazi: Konjenital adrenal hiperplazisi olan hastalarda aynı yaş grubundaki popülasyona göre %68 daha fazla ani sıkışma hissi ile idrar kaçırma ve %47 daha fazla stres tipte idrar kaçırma gözlenir. Yaşlanma: Yaşlı popülasyonda alt üriner sistem bulguları ve rahatsızlıkları sık görülür ve can sıkıcı olabilir. Buna ek olarak var olan nörolojik problemler mesane çıkım obstrüksiyonuna bağlı alt üriner sistem bulgularını maskeleyebilir. 10.3.7 Nöropatik alt üriner sistem disfonksiyonunun tedavisi 10.3.7.1 Tedavi amaçları Üst üriner sistemin korunması, idrar inkontinansında düzelme sağlanması, alt üriner sistem fonksiyonlarının korunması (depolama ve boşaltım), hastanın hayat kalitesinin düzeltilmesi ve sosyal kabul edilebilirliğin sağlanması olarak özetlenebilir. Bunların içinde şüphesiz en önemli olanı üst üriner sistemin korunmasıdır. Travma sonrası SKH gelişen hastalarda mortalitenin nedenlerinden biri de böbrek yetmezliğidir. Nörojenik alt üriner sistem disfonksiyonu (NAÜSD) tedavisinde altın kural hem dolum hem de boşaltım fazında detrüsör basınçlarının normal sınırlarda kalması sağlanmalıdır. Üriner sistem enfeksiyonlarının önlenmesi ve gerektiğinde tedavisi de bu hasta grubunda özel önem taşır. Hastalarda tam kontinans sağlanamasa da inkontinansın sosyal kabul edilebilirlik seviyesine getirilebilmesi sağlanmaya çalışılmalıdır. Dolum fazında (detrüsör aşırı aktivitesi, düşük kompliyans) yada işeme fazında (DSD, mesane çıkım obstrüksiyonuna neden olan diğer sebepler) yüksek detrüsör basıncı olan hastalarda tedavinin asıl amacı anlamlı rezidü idrar kalmasını engelleyerek, aktif-agresif yüksek basınçlı mesanenin pasif düşük basınçlı bir rezervuar haline getirilmesi olmalıdır. 10.3.7.2 İnvaziv olmayan destekleyici tedaviler 1. Yardımlı mesane boşaltımı: Crede manevrası ve işeme esnasında valsalva kullanılması esnasında oluşacak yüksek basınçlar ve bunun üriner sisteme etkilerinden dolayı kesinlikle önerilmemektedir. Bu yöntemler zaten güçsüz olan pelvik tabanı da zorlayacağından zamanla mevcut inkontinansın da artmasına neden olacaktır. Üst motor nöron lezyonu olan hastalarda refleks işemenin uyarılması detrüsörda kontraksiyon sağlayabilir. Bu yöntemi kullanan hastalarda erken dönemde komplikasyonlar gelişebileceği unutulmamalıdır. Pelvik taban egzersizleri ve biyofeedback seçilmiş hastalara uygulanabilir ve kontinansın sağlanmasında yardımcı olabilir. 2. Alt üriner sistemin rehabilitasyonu: Mesane rehabilitasyonunda amaç mesane fonksiyonun tekrar kazanılabilmesidir. Geçici periferik elektrostimülasyonun MS hastalarında faydası olduğuna dair çalışmalar vardır. Elektrostimülasyon, biyofeedback ve pelvik taban egzersizleri ile beraber yapıldığında MS hastalarında başarılı sonuçlar alınabilir. Bugüne kadar elektrik ve manyetik olarak uyarı verilerek mesane rehabilitasyonu yapılmasına dair yeterli hasta sayısına ve takip süresine sahip çalışma yoktur. Geçici eksternal elektrostimülasyon biyofeedback ile desteklenirse MS hastaları ve kısmi SKH olan hastalarda fayda sağlayabilir. 3. İlaç tedavisi: Nörojenik alt üriner sistem disfonksiyonunda optimal bir ilaç henüz yoktur. Şu an için gerektiğinde kombinasyon tedavileri kullanarak en iyi sonuç alınmaya çalışılmalıdır. Antimuskarinik ilaçlar ilk seçilecek ilaçlardır. İlaç detrüsör kasını stabilize eder, böylece aşırı aktiviteyi azaltır ve mesaneyi parasempatik stimulusa kısmen duyarsız hale getirir. Oksibütinin, trospiyum, tolterodin, propiverin, darifenasin, solifenasin bu amaçla kullanılan ilaçlardır. Fosfodiesteraz tip 5 inhibitörlerinin detrüsör aşırı aktivitesinde kullanımına dair kısıtlı çalışma vardır. Belki gelecekte mevcut ilaçlara alternatif olabilir. Antimuskarinik tedaviye yetersiz yanıt alınan hastalara desmopressin eklenmesi tedavi başarısını artırabilmektedir. Detrüsör aktivitesinde azalma olan hastalarda betanekol ve distigmin gibi kolinerjik ilaçlar mesane kontraktilitesini artırıp mesanenin boşalmasını sağlayabilir, ancak klinikte rutin kullanımı mevcut yan etkilerinden dolayı şimdilik mümkün değildir. Mesane çıkım obstrüksiyonu, rezidü idrar ve otonom disrefleksisi olan hastalarda alfa blokerler kullanılabilir. 4. Eksternal cihazlar: Penis klempi kesinlikle kullanılmamalıdır. Prezervatif sonda cilt tahrişi ve ÜSE açısından yakın takip edilerek kullanılabilir. İnkontinans pedleri de hastalara önerilebilir. 10.3.7.3 Minimal invaziv işlemler 1. Kateterizasyon: NAÜSD tedavisinde altın standart tedavi temiz aralıklı kateterizasyondur (TAK). Detrüsör hipoaktivitesi olan hastalarda ve detrüsör aşırı aktivitesi olan hastalarda başarıyla kullanılmaktadır. 12-14 Fr kateter ile günde 4-6 defa yapılması önerilir. Yeterli sıklıkta yapılan kateterizasyon ile boşaltılan idrarın 400 ml’nin altında olması gerekir. Eğer kalıcı sonda veya suprapubik kateter kullanılması gerekiyorsa silikonlu sondaların kullanılması önerilir. 2. İntravezikal ilaçlar: Antikolinerjik ilaçlar intravezikal olarak da kullanılabilir. Bu yaklaşım yan etkileri azaltmakadır. Kapsaisin ve resiniferatoksin C-liflerini desensitize eder ve bir kaç ay boyunca mesanede his kaybı olmadan detrüsör aşırı aktivitesini azaltır. Botulinum A toksini mesanede ortalama 9 ay süren geri dönüşlü bir kimyasal denervasyon oluşturur. Faydası azalmaya başladığında tekrar enjeksiyon şansı vardır. Botulinum A 329 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma toksini ile resiniferatoksini kıyaslayan klinik çalışmalar botulinum A toksininin daha başarılı olduğunu göstermektedir. Pannek J, Stöhrer M, Blok B, et al. Guidelines on neurologic lower urinary tract dysfunction. European Association of Urology 2012. 3. Mesane boynu - üretraya yönelik girişimler: Mesane boynu insizyonu, sfinkterotomi ve üretral stent mesane çıkım direncini azaltmada kullanılabilir. Sfinktere botulinum toksini enjeksiyonu da DSD tedavisinde başarıyla kullanılmaktadır, etkisi yaklaşık 3 ay sürdüğü için tekrar enjeksiyon ihtiyacı vardır. Kontinansın sağlanabilmesi için mesane çıkım direncini artırmada kitle oluşturucu ajanların enjeksiyonu yapılabilir. 10.4 Aşırı aktif mesane 10.3.7.4 Cerrahi tedavi 1. Mesane boynu - üretral girişimler: Mesane çıkım direncinin artırılması mesane içi basıncını özellikle de işeme esnasında artıracağı için bu yöntemler sadece reflüsü olmayan detrüsör aktivitesinin kontrol edilebilir olduğu vakalarda kullanımı düşünülebilir. Üretral slingler bayan hastalara takılabilir. Erkek hastalarda ise AUS tercih edilmelidir. 2. Detrüsör miyektomisi (otoaugmentasyon): Umbilikusa yakın düzeyde detrüsör kasının %20’lik bölümü mukoza yerinde bırakılarak çıkarılır. Bu alanda divertikül gelişir ve mesane kompliyansı rölatif olarak artırılmış olur. Uzun dönem sonuçları başarılıdır. 3. Denervasyon, deafferantasyon, nörostimülasyon ve nöromodülasyon: Sakral anterior kök stimülasyonu detrüsör kontraksiyonu sağlamak için uygulanabilir. Üretral sfinkter efferentleri de uyarılmasına rağmen detrüsöre göre daha hızlı gevşediği için işeme oluşur. İyi seçilmiş hasta grubunda başarılı olmuştur. Sakral nöromodülasyon afferentleri uyarır ve muhtemelen bu yüzden uyarıcı ve engelleyici uyarıları pelvik organlarda dengeleyerek detrüsör aşırı aktivitesinde azalma sağlar. Gelecekte bu yönde daha başarılı, vücuda daha uygun bir aplikasyon geliştirileceği umulmaktadır. 4. Mesanenin çizgili kas ile sarılması: Elektriksel olarak uyarılabilen bir çizgili kas ile sarılınca mesane kasılması sağlanır. Seçilmiş hastalarda uygulanabilmektedir. 5. Mesane augmentasyonu - üriner diversiyon: Mesanenin barsak gibi pasif gerilme kabiliyetine sahip bir organla augmente edilmesi kompliyansı azaltacaktır. Hasta yaş grubu genç olduğu için bu operasyonların potansiyel komplikasyonları da düşünülmeli ancak diğer tedavilerle başarısız olunması durumunda gündeme gelmelidir. Eğer diversiyon yapılacaksa kontinan diversiyon tercih edilmelidir. Okunması önerilen kaynaklar Wein JA, Dmochowski RR. Neuromuscular dysfunction of the urinary tract. Campbell-Walsh Urology, 10. ed, Chap. 65. Philadelphia: Saunders, 1909-1946. 330 10.4.1 Epidemiyoloji Aşırı aktif mesane (AAM) hastaların yaşam kalitesini derinden etkileyen ve sonrasında ciddi ekonomik harcamalara sebep olan, dünya genelinde yaygın ve önemli bir sağlık problemidir. Yapılan bir çalışmada 2000 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde 26 milyar dolar üzerinde bir harcamaya sebep olduğu gösterilmiştir. AAM semptomlara dayalı patolojidir ve Uluslararası Kontinas Derneğinin (International Continans Society) stardartizasyon komitesi tarafından “kanıtlanmış bir enfeksiyon veya metabolik etyoloji olmaksızın, çoğunlukla idrara sık gitme, noktürinin eşlik ettiği ve sıkışma inkontinansı ile birlikte olan veya olmayan sıkışma hissi” olarak tanımlanmışdır. ICS genel olarak bu semptomlar kümesinden AAM sendromu olarak bahseder. Aşırı aktif mesane sendromunun görülme sıklığını 2006 yılında 4 Avrupa ülkesi ve Kanada da yapılan EPİC çalışmasında %11.8 olarak bildirilmiştir. Bununla birlikte literatür incelendiğinde AAM prevalans çalışmalarının, yapıldığı ülkelere göre geniş farklılıklar gösterdiği izlenmektedir. İspanya’dan bildirilen bir çalışmada AAM görülmesi sıklığı erkeklerde %20, kadınlarda %24 iken Fransa’da yapılan benzer bir çalışmada ise bu oran erkeklerde %11 ve kadınlarda ise %13 olarak bildirilmiştir. AAM tanımı içine idrar kaçırma dahil değildir. Tabloya idrar kaçırma eşlik edebilir veya etmeyebilir. İdrar kaçırması olan olgular ıslak AAM, diğerleri ise kuru AAM olarak da adlandırılmaktadır. Özellikle kuru AAM erkeklerde % 13.4 oranıyla kadınlara (% 7.6) göre daha sık izlenirken, ıslak AAM ise kadınlarda daha fazla görülmektedir (%9.3 karşılık %2.6). AAM, temel parametrenin sıkışma olduğu ve idrar depolamayla ilişkili birkaç alt üriner semptomu içeren bir sendromdur. AAM tanısı için gerekli olan sıkışma ve sıkışmaya eşlik eden diğer semptomlardan en az birinin varlığıdır. ICS tarafından sıkışma, aniden gelen ve geciktirilmesi oldukça zor olan işeme isteği olarak, noktüri ise geceleri en az bir defa işemek için uyanmak mecburiyeti olarak tanımlanmıştır. AAM ve yandaş semptomların birlikte görülme sıklığı yaş ile birlikte artmaktadır. 40- 44 yaş arasında erkeklerde ve kadınlarda görülme sıklığı sırasıyla %9.8 ve %11.9, 50-54 yaş arası %18.9 ve %16.9, 60-64 yaş arası %22.3 ve %22.1 ve 70-74 yaş arasında ise bu oran yine erkek ve kadınlarda sırasıyla %41.9 ve %31.3 e kadar yükselmektedir. AAM tanısında kanıtlanmış bir enfeksiyon veya başka bir patoloji olmaması gereklidir. Eğer AAM semptomlarına sebep olan başka bir patoloji var ise bu AAM olarak tanı alamaz. Özellikle yaşlı erkeklerde Benign Prostat Hiperplazisi geliştiğinde bu kişilerin çoğunda prostatik obstrüksiyona bağlı AAM için belirlenen semptomlar ortaya çıkabilmektedir ama ana patoloji belli olduğu için bu hastalara AAM tanısı konulamaz. Çok önemli olan diğer bir durumda AAM ile detrusor aşırı aktivitesi (DAA) arasındaki kavram kargaşasıdır. AAM semptomlara dayalı bir tablo iken, DAA sistometri sırasında gözlenen mesanenin dolma fazında spontan veya provake olarak detrusor kontraksiyonlarının izlenmesidir. Yani DAA sistometrik bir tanıdır. Hastalarda belirlenmiş veya önceden tanısı konulmuş nörolojik bir bozuk veya lezyon olup olmamasına göre DAA nörojenik veya idiopatik olarak ikiye ayrılabilir. Örneğin istemsiz mesane kasılmaları olan bir spinal kord yaralanması hastasında nörojenik DAA olduğu söylenirken, prostatik obstrüksiyonu olan ve böyle bir bulgusu olan erkekte idiopatik DAA olduğu söylenir. ICS DAA için terminal ve fazik olarak 2 ayrı sistometri paterni tarif etmiştir. Terminal DAA mesane kapasitesine erişildiğinde baskılanamayan ve mesanenin boşalmasına sebep olan tek bir istemsiz kasılma olmasıdır. Fazik DAA ise bir dalga formu şeklinde olup idrar kaçırmaya sebep olabilir veya olmayabilir. İstemsiz kasılmalar tabloya her zaman eşlik etmeyebilir. Yukarıda bahsedildiği üzere AAM ile DAA birbirlerinden çok farklı durumlardır ve kesinlikle terimler birbirlerinin yerine kullanılmamalıdır. Klinisyenler bu iki patolojinin farkını, sıkışma şikayeti nedeniyle başvuran hastalara anlatmalıdırlar. ICS terminoloji komitesi özellikle AAM hastalarının çoğu idrar kaçırmadığı için sıkışma hissinin yeni tanımından idrar kaçırmayı çıkarmışlardır. Ancak bu durum bazı otörler tarafından çok da kabul görmemiştir. AAM hastalarının belirgin bir kısmı idrarlarını hiç kaçırmamış olsalar bile her seferinde sanki idrar kaçıracakmış gibi hissettiklerini ve tuvalete koşmak zorunda kaldıklarını hikayelerinde özellikle belirtirler. Yani “idrar kaçırma korkusu” nun hastalarda çok önemli bir kavram olması otörlerin ICS terminoloji komitesine itirazlarının esas nedenidir. 10.4.2 Etiyoloji ve patofizyoloji AAM tanımlamasında en önemli parametre olan sıkışma hissini bilimsel temelde araştırmak oldukça zordur. Bu subjektif semptomu değerlendirebilmek için hayvan deneyi ve modeli oluşturmak mümkün değildir. Genellikle yapılan çalışmalar DAA üzerine olup, özellikle afferent sinir yollarının sinyalizasyonu üzerine odaklanılmıştır. Bu araştırmalar neticesinde AAM tanısında da belirgin bir artış olmuştur. Bununla birlikte, AAM etyolojisi hakkında net bir veriye halen ulaşılamamıştır. Afferent sinir uçları mesane duvarında yaygın halde ve özelliklede epitelyum altındaki destek dokusunda yoğun olarak bulunmaktadır. Afferent sinir uçları mesanenin gerilmesine fizyolojik olarak duyarlıdırlar. Ancak bazı kişilerde bu fizyolojik duyarlılık impulslara karşı aşırı hassasiyet kazanarak afferent aşırı duyarlılık haline dönüşebilir. Böylece normalde yüksek mesane volümlerinde görülen işeme impulsları düşük mesane volümlerinde ortaya çıkmaya başlar. Benzer şekilde yine mesane duvarında hücreler arası ilişkide rol oynayan ve detrusor kasılmasına aracılık nörotransmitter salınımı da, düşük volümlerde artış gösterir ve patolojik tablonun oluşmasına katkı sağlar. Özet olarak AAM, mesane gerilmesine patolojik düzeyde hassas veya anormal sayıda afferent sinir ucu varlığında gelişebilir. Mesane hakkında bilgiler spinal korda myelinli A ve myelinsiz C lifleri tarafından taşınır. A lifleri pasif mesane gerilmesi ve aktif detrusor kontraksiyonundan sorumludurlar. C lifleri ise primer olarak mesane mukozasının kimyasal irritasyonuna ve ısıya karşı duyarlıdırlar. Yani C lifleri normal bir fizyolojik durumda A liflerine göre daha az aktif iken, patolojik durumlarda A liflerine göre bilgi iletiminde primer sorumlu olurlar. AAM üzerine oluşturulan bütünleştirici hipotezi normal, AAM ve DAA işeme sikluslarına katkıda bulunan faktörleri daha iyi anlamayı amaçlar. Mesane duvarı aktivitesine odaklanarak yapılan incelemelerden çeşitli fikirler üretilmiş ve hipotez oluşturulmuştur. Birincisi mesane içi başınç değişikliği olmaksızın normal ve artmış dolma duyusu ortaya çıkması, detrusor basıncında bir değişiklik olmaksızın normal ve güçlü işeme hissinin oluşmasıdır. Böyle durumlar mesane duvarının sadece küçük bir bölümünde başlayan lokalize kasılmaların sonucu olarak ortaya çıkabilir. Lokalize olduğu içinde bu kontraksiyonların ölçülmesi yapılamaz ve mesane içinde basınç değişiklikleri oluşmaz. Bu tür aktivitelere ufak hareketler (micromotions) terimi kullanılmaktadır. Bu hareketler çeşitli hayvan modellerinde ve insanlarda izlenmiştir. AAM de olduğu gibi mesane içi basınçlarında bir değişiklik olmaksızın abartılı mikro hareketlerden sonra mesane dolum hissi patolojik olarak artar. Hasta devamlı işeme isteği ve hatta sıkışma şikayeti duyabilir. Ayrıca mesanenin inflamatuar hastalıklarında lokal mediatör salımı hastalarda yine lokal kontraksiyonları arttırarak geçici sıkışma şikayetlerine sebep olabilir. İkincisi, mesanede anormal oranda kaslar arası uyarılmaların artışı ve sonrasında bunun ciddi oranda mesaneye yayılarak eş zamanlı kontraksiyonların gelişmesi üzerine kurulan myojenik hipotezdir ve bu hipotezle DAA gelişmesi açıklanmaya çalışılır. Hipoteze göre yine, bu anormal uyarılar intersitial hücre bağlantılarına, innervasyonlara ve uretelyuma uzanmaktadır. Böylelikle local distorsiyonun derecesi ve oranı hastalarda AAM, DAA veya her ikisinin birlikte olmasını belirle- 331 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma yecektir. Üçüncüsü hipoteze göre, mesanenin tam olarak boşalabilmesi yeterli bir süre boyunca detrusor kontraksiyonlarının sürdürülmesine bağlıdır ve bu gerçekleşmesi işeme sırasında detrusor kontraksiyonlarını yürüten myovesikal plesus kaynaklıdır. Mesaneden myovesikal pleksusa gelen feedback sayesinde bu süreç başlar. Eğer feedback mekanizmasını bozan bir lezyon gelişir ise hastalarda işeme sonrası residual idrar kalacaktır. Bu hipotezde en önemli olan mesane duvarında myovesikal pleksusu yapılarının uyarılma düzeyi ve yaygınlık oranlarıdır. Eğer uyarılma düzeyi ve yaygınlık oranı düşük ise bu tamamen normaldır. Eğer tek başına uyarılma düzeyi yüksek ise AAM, yaygınlık oranı yüksek ise asemptomatik DAA ve her ikisi yüksek ise semptomatik DAA sebebidir. Son yıllarda gelişen fonksiyonel beyin görüntü teknolojisinin gelişmesine bağlı olarak özellikle mesane dolumuna özgü beyin bölgeleri üzerinde çalışmalar yapılmaktadır Bölgesel beyin aktivitesinin semptomatik AAM olan kişilerse ciddi değişiklik gösterdiği raporlanmıştır. Bu çalışmalar halen devam etmekte ve sonuçları merakla beklenmektedir. 10.4.3 Klinik değerlendirme Yukarıda bahsedildiği gibi AAM dünya genelinde prevalansı oldukça yüksek bir hastalıktır. Bununla birlikte bu hastalığı olanların çoğunun AAM in aslında tedavi edilebilir bir bozukluk olduğundan haberi yoktur. O nedenle sağlık kurumlarına tedavi talep etmek için başvurular beklenenden daha az olmaktadır. Değerlendirmenin en önemli basamağı hastanın AAM olabileceğini düşünebilmek, hastalar ile empati kurabilmek, hastaya bunun tedavi edilebilir ancak şifa elde edilemeyebilecek bir durum olduğunu özellikle belirtmek, tedavinin hastanın isteğine göre değişebileceğini ve hasta ile bunun için sürekli iş birliğinde olunması gerekliliğini vurgulamak ve AAM semptomları ile gelen hastalarda mesanelerinde enfeksiyon veya başka bir patolojinin olmadığının kanıtlanmasıdır. Bu nedenle tam bir medikal öykü, fizik muayene ve tam idrar analizi AAM tanısı koymada genellikle yeterli olabilir. Ancak bazı olgularda daha ileri tanı teknikleri uygulamak gerekebilir. Öykü AAM aslında semptomatik bir tanıdır ve en önemli semptomu karşı konulması zor olan güçlü bir ani işeme isteğidir. Ayrıca idrara gitme sıklığı oldukça fazla olmakta ve hastalar günde en az 8 veya 9 defa tuvalete gitmekten şikayetçi olmaktadırlar. Hastaların bir kısmında 332 tabloya sıkışmaların baskılanamaması sonucu inkontinans eklenmektedir. Bu nedenle hastaların idraralarını sık sık boşaltmaları gerekmektedir. Eğer hastalar tuvalete hemen ulaşamazlar ise idrar kaçırabilirler. Mesanenin istemsiz olarak kasılması ile mesane tam boşalacağı için kaçırma ciddi miktarda olabilir. Hastalarda aynı şikayetler gecede devam ettiğinden noktüri ve nokturnal enürezis tabloya eklenebilir. Sıkışma AAM için en önemli semptomdur. Subjektif bir şikayet olduğu için değerlendirmek zor olabilir. Bu nedenle çeşitli sıkışma ölçekleri geliştirilmiş ve çalışmalarda kullanılmıştır. Abrams ve arkadaşları tarafından 2005 yılında bildirilen “sıkışma hassasiyet ölçeği”, hastaların sorulara verdikleri cevaplara göre sıkışmayı 5 ayrı başlığa ayırmıştır; 1-Sıkışma yok; Mesaneyi boşaltma isteği hissetmiyorum. 2-Hafif sıkışma hissi; İdrar kaçırma korkusu yaşamadan istediğim kadar idrarımı tutabiliyorum. 3-Orta sıkışma hissi; İdrar kaçırma korkusu yaşamadan kısa bir süreliğine idrarımı tutabiliyorum. 4-Ciddi sıkışma hissi; İdrarımı kaçırmamak için tuvalete yetişmem gerekiyor. 5-Sıkışma tipi idrar kaçırma; Tuvalete yetişemeden idrar kaçırıyorum. 2002 yılında Cardozo ve arkadaşları tarafından geliştirilen diğer bir sıkışma ölçeğinde, yine hastaların sorulara verdikleri cevaplara göre 3 ayrı başlık oluşturulmuştur; 1-İdrarımı genellikle tutamıyorum. 2-Eğer hızlı hareket edersem tuvalete gidinceye kadar idrarımı tutabiliyorum. 3-İdrarımı hissettiğimde, tuvalete gitmeden önce yaptığım işi bitirinceye kadar idrarımı tutabiliyorum. Yukarıda bahsi geçen ölçekler dışında geliştirilen ve geliştirilmeye çalışılan ölçekler vardır. Bu konu en kullanışlı ölçeğin geliştirilmesi sürdürülen çalışmaların sonuçlarına göre olacağı bilimsel bir gerçektir. Hastalarda semptomların değerlendirilmesine ilave olarak detaylı bir medikal, jinekolojik ve cerrahi öykü mutlaka alınmalıdır. Cinsel yolla bulaşan hastalık öyküsü, menstrüel düzen, barsak alışkanlıkları, diabet, hipertansiyon, nörolojik bozukluklar, özellikle geçirilmiş pelvik cerrahi hikayesi ve kullanılan ilaçlar mutlaka değerlendirilmelidir. İşeme Günlüğü Hastaların sık idrara gitmeyle ilgili kendi bildirimleri subjektif olduğu için güvenilir değildir. Bu şikayetleri tam olarak aydınlatabilmek için işeme günlüğü veya sıklık hacim çizelgeleri geliştirilmiştir. Böylelikle hasta kendisi günlük aldığı sıvı miktarının, idrara gitme sayısının ve idrar hacminin monitarizasyonu kolaylıkla yapabilmektedir. Bu günlüklerde eğer varsa idrar kaçırma atakları kolaylıkla belirlenebilmektedir. İşeme günlükleri hastaların semptomlarını sayısal olarak değerlendirmekte, tedavi başlangıcında temel değer olarak hastaların tedavi sonuçlarını değerlendirmede ve takiplerinde objektif olarak değerli bilgi elde etmede çok kullanışlıdır. İşeme günlüklerinin özellikle 48-72 saat süreyle kullanılmasını daha uygun olduğu yapılan çalışmalarda önerilmiştir. Özellikle uzun süreli günlük tutma hasta konsantrasyonu açısından olumsuzdur. Bu nedenle yine 24 saat süreli günlüklerin hasta açısından daha kullanışlı olduğu ve hekimler açısından da aydınlatıcılığını kaybetmediği yapılan bazı çalışmalarda öne sürülmektedir. Ped Testleri AAM tanısı için idrar kaçırma gerekli değildir ve hastaların sadece küçük bir bölümünde vardır. Tanısal kullanımları kısıtlı olmakla birlikte idrar kaçırma ile beraber olan hastaların idrar kayıplarını ölçmede kullanılabilirler. Fizik Muayene Fizik muayenede AAM sendromuna özgü semptom veya bulgu yoktur. Detaylı bir fizik muayeneden esas beklenen amaç abdominal, rektal, pelvik, nörolojik ve jinekolojik muayene sonucunda AAM benzeri semptomlara sebep olan bozuklukları tespit etmektir. Hastalarda nörolojik muayene DAA tanısını ekarte etmede oldukça önemli bir yöntemdir. Alt ekstremitede veya perinesinde motor veya duysal kusurlar araştırılmalıdır. Kadın ve erkeklerde rektal tonus ve sakral refleksler mutlaka kontrol edilmelidir. Erkeklerde prostatın büyüklüğü, üretral darlığın olup olmaması mutlaka araştırılmalıdır. Kadınlarda özellikle jinekolojik muayene çok önemlidir. Pelvik organ prolapsusu, üretral hipermobilite varlığı, vajinal atrofi bulguları AAM semptomlarına sebep olabilir. İdrar Tahlili AAM düşünülen hastaların değerlendirilmesindeki temel yöntemlerden biriside tam idrar analizidir. İdrar yolu enfeksiyonları sırasında mesane duyusunda değişme olduğu için hastalarda AAM semptomları gelişebilir. Özellikle basit bir idrar yolu enfeksiyonu tespit ederek hastaların AAM olmadıkları anlaşılabilir. Alt üriner sistem tümörlerinde de sıkışma, idrara sık gitme ve hatta sıkışma inkontinansı gelişebilir. Bu hastalarda genelde idrar tahlilinde gözlenen hematüri varlığıdır. Böyle durumlarda idrar sitolojisinden başlayarak daha ileri tetkik yapılması zorunludur. Ürodinami Ürodinami mesanenin dolma, depolama ve boşaltma sırasındaki aktivitelerini değerlendiren bir çalışmadır. AAM tanısında ürodinamik çalışmanın yeri oldukça sınırlıdır. Yukarıda daha önce belirtildiği gibi AAM semptoma dayalı tanı olan bir bozukluktur. Komplike olmamış, tedavi edilmemiş, AAM tanısıyla uyumlu semptomları, fizik muayene ve idrar tahlili olan hastalarda ürodinamik çalışmanın yeri yokdur. Ürodinamik değerlendirme daha sonra daha detaylı olarak anlatılacaktır. Sistoüretroskopi AAM tanısında üriner sistemin endoskopik değerlendirilmesi oldukça sınırlıdır. Çünkü normal olarak semptomatik olarak AAM düşündüren ve idrar analizi normal olan bir hastada endoskopik değerlendirme ek olarak çok az tanısal bilgi sağladığı için, AAM tanısında rolü sınırlıdır. Hematüri, steril piürisi olan ve tedaviye dirençli sıkışma, sık idrara çıkma ve/veya inkontinansı olan hastalarda başarısız tedavi sonrası sistoskopik değerlendirme yapılabilir. Görüntüleme yöntemleri AAM olan hastalarda ürodinami ve sistoskopik değerlendirme gibi alt üriner sistemi görüntüleme yöntemlerinin tanısal değeri oldukça kısıtlıdır. AAM tanısı için spesifik bir radyografik bulgu yoktur. AAM olan hastaların başlangıç değerlendirilmesinde en önemli olan semptomların değerlendirilmesi, fizik muayene ve idrar tahlilidir. Eğer tanı kesin değilse bu hastalara daha ileri ürodinami ve sistoskopi gibi daha ileri tanı yöntemleri uygulanabilir. 10.4.4 Ürodinami Ürodinami, mesane ve üretra fonksiyonlarını değerlendiren tüm testleri içine alan bir terim gibi kullanılmakla birlikte üroloji pratiğinde sistometriyi akla getirmektedir. Ürodinamik değerlendirmede amaç hastanın günlük yaşantısında yaşadığı durumu taklit etmeye çalışmak ve klinik değerlendirmeye katkıda bulunmaktır. Aşırı aktif mesane (AAM) tanısı bir çok hastada ürodinamik değerlendirme yapılmaksızın konur ve tedavi edilir. Yüzde 16’lara varan insidansı ile her AAM hastasının ürodinamik olarak değerlendirilmesi pratik gözükmemektedir. Ürodinamik çalışmanın sıkışma inkontinansı/ AAM için, ortalama sensitivitesi 0.69 (0.35-0.96) ve spesifitesi 0.60 (0.21-0.97) dır. İnvaziv , pahalı ve hasta bazında tekrar edilebilirliği düşüktür. Ayrıca tedavi sonuçlarını etkileyebileceğine dair yeterli kanıt yoktur. Yapılan çalışmalarda normal ürodinamik bulguları olanlar ve olmayanlar arasında antimuskarinik tedaviye yanıt verme arasında ilişki olmadığı gösterilmiştir. Birinci 333 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma basamakta ürodinaminin kullanılmasını değerlendiren 129 çalışmanın dahil edildiği bir meta-analizinde maliyet-etkin bulunmamıştır. Ürodinamik çalışmaların geçirilmiş nörolojik bozukluk bulunan, boşaltma semptomları olan, vajinal prolapsusu tespit edilen, radikal pelvik cerrahi geçiren veya pelvik radyoterapi tedavisi alan hastalar, başarısız cerrahi geçirenler, tedaviye yanıt vermeyenlerde ve cerrahi öncesinde yapılması uygundur. 10.4.5 Başlangıç tedavisi AAM tanısı konulan hastalarda tedaviye konservatif yöntemlerle başlanmalıdır. Öncelikle hastaların yaşam stillerini değiştirerek AAM gelişiminde belirleyici rol oynayan ve AAM tablosunu tetikleyen bir takım kişisel davranışları düzenleyerek, mesane kontrolünün tekrar sağlanmasını amaçlayan davranışsal tedaviler günümüzde AAM tedavisinde ilk uygulanması gereken yöntem olarak kabul edilmektedir. Davranışsal tedaviler, hastaların günlük sıvı alım miktarları ve sıvıların içeriğinin ayarlanması, diyetteki mesaneyi irrite eden besinlerin diyetten çıkartılması, barsak alışkanlıklarını düzenlenmesi, sigara içiliyor ise bu alışkanlığın terk edilmesi gibi yaşam tarzı değişiklikleri, mesane işeme programları, mesane ve pelvik kas eğitimi gibi geniş bir yelpazeyi kapsayan yöntemlerdir. Hastalara medikal tedavide aynı anda başlanabilir. Bu tedavilerden hastalar fayda göremezlerse ürodinamik değerlendirme ve sonrasında invaziv tedavi yöntemlerini uygulamak gerekebilir. AAM tedavisi bölümün sonunda detaylı olarak anlatılacağı için burada kısaca konservatif tedavilerden bahsedilecektir. 1.Diyet alışkanlıklarının düzenlenmesi Özellikle yetersiz sıvı alımı, idrar konsantrasyonunun artmasına ve dolayısı ile diyetteki irritanların mukozayı daha çabuk etkilemesine yol açabilir. Bu irritanların mesaneden uzaklaştırılması için yeterince sıvı alınması bu nedenle çok önemlidir. Ayrıca AAM tablosunda özellikle noktürisi olan hastalara gece yatmadan mesanelerinin boşaltılması ve akşam saatlerinde sıvı kısıtlamasına gidilmesi de önerilebilir. Hastaların diyetlerinde mesaneyi irrite ettiği kanıtlanan kafein ve gazlı içeceklerin azaltılmasının önemli olduğu çeşitli yayınlarda bildirilmiştir. Şişmanlık idrar kaçırma için kabul edilmiş bir risk faktörüdür. Yapılan çalışmalarda hastalarda ciddi anlamda kilo verildikten sonra idrar kaçırmanın kaybolduğu gösterilmiştir. Özellikle ıslak AAM olan obez hastalarda kilo verdirilmesi için diyet ayarlaması çok önemlidir. Kronik kabızlık ve fekal impaksiyon AAM provake edici faktör olabilir veya üretral obstrüksiyona neden olarak mesanenin tam boşalmasını engelleyebilir. Hastalarda fekal impaksiyon veya kabızlığın tedavisinin AAM bulgularında hızlı düzelmeye yol açtığı gözlenmiştir. Böyle 334 durumlarda rekürrensten kaçınmak için normal bir barsak alışkanlığının sürdürülmesi önem taşımaktadır. 2.Mesane eğitimi Mesane eğitimi sıkışma inkontinansını tedavi etmeğe yönelik planlanan bir yöntemdir. Burada sıkışma ve sıklık kısır döngüsünü düzenini bozmaktır. Hastalara normal bir işeme paterni sağlamak için çaba gösterilmektedir. Bağımlı programlanmış işeme, alışkanlık eğitimi ve bağımsız mesane eğitimi gibi tarif edilmiş mesane eğitim programları vardır. Özellikle bağımsız mesane eğitiminde uygulanan işemeyi geciktirme ve sıkışma kontrol teknikleri hastalarda zaman içinde sıkışmada azalma veya sıkışma geldiğinde onunla başa çıkılmasını sağlamaya yöneliktir. 3.Pelvik taban kas rehabilitasyonu Pelvik taban kas eğitiminin amacı hastaya detrüsor kasılmalarını baskılamayı öğretmek, hastanın mesane üzerine kontrolünü sağlamaktır. Amaç, pelvik taban kas desteği arttırılarak sıkışma ve idrar kaçırmayı engellemektir. Literatürde özellikle pelvik kas ekzersizlerinin kadınlarda stres tipi idrar kaçırmada etkili olduğu belirtilmiştir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda kadın ve erkeklerde AAM ve sıkışma tipi idrar kaçırma konservatif tedavisinde etkinliği daha fazla bildirilmektedir. AAM’yi tedavi etmede temel prensip, pudental sinir veya pelvik taban kaslarının elektriksel stimülasyonunun mesane kası inhibisyonuna neden olduğu gözlemidir. Bu inhibisyonu sağlayabilmek için hastaya öncelikle mesane veya pelvik taban üzerindeki basıncı artırmadan pelvik taban kaslarını gevşetip kasmayı öğretmektir. Hastaların doğru eksersizleri göstermek için anal veya vajinal geri bildirim metotları kullanılabilir. Tedavinin etkinliğini sağlayan bir numaralı etken doğru pelvik kası belirleyebilmek ve onu izole edebilmektir. Bunu başaramayan hastalara EMG veya manometrik ölçümlerin kullanılarak doğru pelvik kası tanınması sağlanabilir. Biofeedback terapisi, vajinal ağırlık kullanımı, pelvik tabanın elektriksel stimülasyonu gibi yöntemler kullanılarak hastalara doğru kasları izole etmelerinde ve tedavilerinde yardımcı olunabilir. Davranışsal tedaviler sonuç olarak güvenli, hastaya risk teşkil etmeyen ve yan etkisi olmayan yöntemlerdir. Tedavilerin başarılı olması için gerekli temel şart hastanın tedaviye aktif katılımı ve sabırlı olmasıdır. Literatür incelendiğinde davranışsal tedavilerin yüksek kür oranları olmasa da, idrar kaçırma da ciddi düzelmeler sağladığı izlenebilir. Bu konservatif yaklaşımların AAM tedavisinde farmakolojik tedaviyle kombine edilmesinin tek başına uygulanan tedavilerden daha yüksek başarı oranlarına sahip olduğu da bildirilmiştir. Halen AAM tedavisinde davranışsal tedaviler ile ilgili araştırmalar devam etmektedir. Okunması Önerilen Kaynaklar Drake M, Abrams P. Overactive Bladder. In: Wein A, Kavoussi LR, Partin A, editors. Campell- Walsh Urology 10th edition. Philadelphia, Saunders, Chapter 66, 2012; pp 1947-57. Abrams P, Cardozo L, Fall M, et al. The standardisation of terminology of lower urinary tract function: report from the Standardisation Subcommittee of the International Continence Society. Neurourol Urodyn 2002; 21: 167-78. Blaivas JG. Terminoloji. In: Kreder K and Dmochowski R. Çeviri editörü Ergen A. Aşırı Aktif Mesane. Ankara, Güneş Tıp Kitapevleri Ltd Şti, 2010; pp 3-9. Rovner E, Walls M. Aşırı Aktif Mesanenin Tanısı. In: Kreder K and Dmochowski R. Çeviri editörü Ergen A. Aşırı Aktif Mesane. Ankara, Güneş Tıp Kitapevleri Ltd Şti, 2010; pp 27-35. Cartwright R, Cardozo L. Aşırı Aktif Mesane Sendromu Semptomlarının Ölçülmesi. In: Kreder K and Dmochowski R. Çeviri editörü Ergen A. Aşırı Aktif Mesane. Ankara, Güneş Tıp Kitapevleri Ltd Şti, 2010; pp 37-49. Irwin DE, Milsom I, Hunskaar S, et al. Population-based survey of urinary incontinence, overactive bladder, and other lower urinary tract symp¬toms in five countries: results of the EPIC study. Eur Urol 2006; 50:1306– 14; discussion 14–15. Rovner ES, Wein AJ. Overactive bladder and urge incontinence: establishing the diagnosis. Womens Health Prim Care 2000; 3: 117-26. Milsom I, Abrams P, Cardozo L et al. How widespread are the symptoms of an overactive bladder and how are they managed? A population-based prevalence study. BJU Int 2001; 90 (Suppl 3): 11-15. 10.4.6 Tedavi 10.4.6.1 Medikal tedavi Medikal tedavide kullanılan ilaçlar; antikolinerjikler, trisiklik antidepresanlar, antidiüretik hormon analogları, östrojen, alfa blokerler, düz kas gevşeticileri, kalsiyum kanal blokerleri ve potasyum kanal açıcılarıdır. Literatürde en fazla desteklenen medikal tedavi aracı antikolinerjiklerdir. Antikolinerjikler, detrüsör kasını stabilize eder, fonksiyonel mesane kapasitesini artırır, istenmeyen mesane kasılmalarının sıklığını azaltır, ilk idrar hissini geciktirir ve detrüsör kontraksiyonlarının amplitüdünü azaltır. Mesane kasılması temel olarak asetik kolinin indüklediği postgangliyonik parasempatik muskarinik kolinerjik reseptörler üzerinden olmaktadır. M1-M5 olmak üzere 5 tip muskarinik reseptör bulunmasına karşın mesanede M1, M2, M3 bulunur. M2/M3 oranı 3-4/1 olmasına rağmen mesane kasılmasında en etkili reseptör M3’tür. Aşırı aktif mesane tedavisinde kullanılan antikolinerjikler; oksibutinin, tolterodin, trospium, propiverin, darifenasin, solifenasin ve fesoterodindir. Tersiyer ve kuaterner olmak üzere ikiye ayrılırlar. Tersiyer aminler lipofilik, daha az yüklü, daha iyi emilen ve SSS’ye geçebilen moleküllerdir. Buna karşın kuaterner aminlerin SSS’ye geçmeleri sınırlıdır. Normalde mesanenin dolum fazında parasempatik aktivite olmamasına rağmen antikolinerjikler temel olarak mesanenin dolum fazına etkilidirler. Ancak kompetitif inhibitör olduklarından işeme anında meydana gelen asetil kolin deşarjı nedeniyle işemeye etkileri minimaldir. Dar açılı glokom, üriner retansiyon, detrüsör yetmezliği, intestinal obstrüksiyon, myasthenia gravis ve aritmi tanısı olan hastalarda kontrendikedirler. Antikolinerjiklerin etkinlik açısından hiçbirinin birbirine üstünlüğü gösterilememiştir. Yan etki profili genellikle reseptöre selektivite ile alakalıdır ve yan etki sebebiyle ilacı bırakma oranı yalnızca oksibutinin 7,515 mg/gün formülasyonlarında plasebodan fazla bulunmuştur. En sık gözlenen yan etkiler ağız kuruluğu, kaşıntı, konstipasyon, baş ağrısı ve bulanık görmedir. Ağız kuruluğunun sebebi parotis bezindeki M3 reseptörlerinin bulunması olup ilaçların tümünde plasebodan fazladır. Bulanık görme ve konstipasyon da M3 reseptörleri ile alakalıdır. Antikolinerjiklerin kardiyovasküler sistem hastalık sıklığı artmış olan yaşlı popülasyonda kullanımında dikkatli olmak gereklidir. Tolterodin ve propiverin taşikardi sıklığında artışa (çalışmalar çelişkili olmakla birlikte), tolterodin ve solifenasinin ise QT uzamasına sebep olduğu (çalışmalar çelişkili olmakla birlikte) bildirilmiştir. Antikolinerjiklerin SSS etkileri baş dönmesi, uyku hali, uykusuzluk ve kognitif etki şeklinde özetlenebilir. Muskarinik reseptörlerin hepsi SSS’de tanımlanmış olup bilişsel yetmezlik M1 reseptörüyle ilişkilidir. İlacın SSS yan etkileri göstermesi için kan beyin bariyerini geçmesi gereklidir. Bunu belirleyen faktörler ise ilacın lipofilikliği, polaritesi, molekül çapı ve yapısıdır. Serebrovasküler olay veya kan beyin bariyerinin bozulmasıyla sonuçlanan hastalıklarda, azalmış muskarinik reseptör afinitesi olanlarda, ilaç atılımda yaşa bağlı değişiklikler gelişen ve birden fazla ilaç kullanan hastalarda SSS yan etki gelişme olasılığı daha yüksektir. Kan beyin bariyerini en fazla geçen antikolinerjikler oksibutinin ve tolterodin olmakla birlikte trospiyum ve darifenasin kan beyin bariyerini geçmezler. 10.4.6.1.1 Oksibutinin 335 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Oksibutinin lokal anestezik ve kas gevşetici etkisi bulunan tersiyer amin yapısında bir antimuskarinik ajandır. Gastrointestinal sistemde (GİS) ilk geçiş etkisine uğrar ve sitP450 enzim sistemi ile metabolize olur. Primer ve aktif metaboliti olan N-dezetil-oksibutinin yan etkilerden sorumlu tutulur. Spazmolitik etkisi 6-10 saat sürer. Ekskresyonu böbrekler yoluyla olur ve lipofilik özelliğiyle SSS’ye geçer. Uzamış salınımlı formlarıyla günde tek doz ile 24 saatte sabit kan konsantrasyonları elde edilebilir (kararlı plazma seviyesi: 3. gün ). Transdermal (kararlı plazma seviyesi: 4.gün) ve topikal jel (kararlı plazma seviyesi: 7.gün) formları mevcut olup karaciğer ilk geçiş etkisinden etkilenmemeleri bu formların avantajıdır. Ancak ülkemizde yalnızca 5 mg tablet ve oral süspansiyon formları bulunur, toplam günlük dozu 15 mg’a kadar çıkılabilir. Gebelik kategorisi B’dir ve emziren annelere önerilmez. Böbrek ve karaciğer yetmezliklerinde kullanımına dair yeterli veri yoktur. 10.4.6.1.2 Tolterodin Hızlı bir şekilde GİS’ten emilen tolterodin plazma proteinlerinden alfa 1 asit glikoproteine önemli oranda bağlanır. Aktif metaboliti olan 5-hidroksimetil tolterodin %77 oranda böbrek ve %17 oranda gayta yoluyla elimine olur. Ülkemizde 1 mg, 2 mg tablet ve 4 mg uzatılmış salınımlı kapsül formu mevcuttur. Önerilen günlük doz 4 mg’dır. Karaciğer ve böbrek yetmezliği olan hastalarda doz %50 azaltılmalıdır. Gebelik kategorisi C olup emziren kadınlarda kullanılması önerilmez. 10.4.6.1.3 Trospiyum Atropinin kuaterner amonyum türevi olan trospiyum pozitif yüke sahip düşük lipofilik özellikte bir moleküldür. Bu sebeple kan beyin bariyerini geçmez ve SSS yan etki yaratma olasılığı en düşük ajan olarak öne çıkar. Hidrofilik yapısı oral biyoyararlanımını azalttığından yemeklerden 1 saat önce alınması önerilir. Maksimum plazma konsantrasyonuna 4-6 saatte ulaşır, plazma yarı ömrü 20 saattir. Yaş ve cinsiyet farklılığı farmakodinamiği üzerinde değişiklik yaratmaz. Aktif metabolitleri %80 oranda değişmeden tübüler sekresyonla atılıp mesanede yeterli konsantrasyona ulaşarak lokal tedavi edici etki sağlayan tek antikolinerjiktir. Ülkemizde 30mg’lık formları bulunmakta olup hasta bazında doz ayarlaması yapılarak kullanılır. Hafif dereceli karaciğer yetmezliklerinde ( Child-Pugh A ) doz ayarlaması yapılmadan kullanılabilirken kreatinin klirensi <30 ml/dk olan böbrek yetmezlikli hastalarda 20 mg/gün dozun üzerinde çıkılmamalıdır. 75 yaş üzerinde önerilen maksimum doz 20 mg/gündür. Gebelik kategorisi C olup laktasyonda kullanımına ilişkin veri yoktur. 10.4.6.1.4 Propiverin Benzil asit türevi olan propiverin mesane düz kası ve innervasyonu üzerine olan dual etkisiyle ön plana çık- 336 mıştır. Antimuskarinik etkisine ilave olarak kalmodulin ile etkileşerek kalsiyum hemostazı üzerine etki yapar ve ATP aktivitesinde inhibisyona sebep olarak mesane düz kasında gevşemeye yol açar. Karaciğerden metabolize olur ve belirgin ilk geçiş etkisine uğrar. En önemli metaboliti propiverin-N-oksit olup kararlı plazma konsantrasyonuna 4-5 günde ulaşır. Yarılanma ömrü 15 saattir. Ülkemizde 15 mg lık formu bulunmaktadır ve günde 2 doz kullanımı önerilmektedir. Hafif ve orta şiddette karaciğer yetmezliğinde ( Child-Pugh A/B ) doz ayarlamasına gerek yoktur. Kreatinin klirensi <30 ml/ dk olan hastalarda maksimum günlük doz 30 mg’dır. Gebelik kategorisi C olup emziren kadınlarda kullanımı önerilmez. 10.4.6.1.5 Darifenasin M3 muskarinik reseptör selektif kompetetif ve geri dönüşümlü antagonistidir (M3 afinitesi diğer reseptörlerden 9-59 kat yüksektir). Sterokimyasal merkezi olan pozitif yüklü tersiyer bir amindir. Plazma kararlı seviyesine 6 günde ulaşır ve yarılanma ömrü 12 saattir. Plazma proteinlerine %98 oranında bağlanır. Türkiye’de 7,5 mg ve 15 mg uzatılmış salınımlı tablet formları mevcuttur. Yaş, cinsiyet ve ırka bağlı doz ayarlaması önerilmemektedir. Orta derecede karaciğer yetmezliği ( Child-Pugh B ) olan hastalarda günlük maksimum doz 7,5 mg ile sınırlandırılmalıdır fakat ciddi karaciğer yetmezliği durumlarında kullanımı önerilmez. Böbrek yetmezliği durumlarında doz ayarlamasına gerekmez. Gebelik kategorisi C olup emziren kadınlarda kullanımı önerilmez. 10.4.6.1.6 Solifenasin Tersiyer amin yapısındadır ve kararlı plazma düzeyine 10 günde ulaşır. Plazma proteinlerine %98 oranında bağlanır. Karaciğerde metabolize olur (%90 oranında) ve tek aktif metaboliti 4R-hidroksi solifenasindir. Yaş gruplarına göre doz ayarlanmasına gerek yoktur. Türkiye’de 5 mg ve 10 mg formları mevcuttur. Hafiforta böbrek yetmeliği ile hafif karaciğer yetmezliğinde ( Child-Pugh A) doz ayarlamasına gerek olmamakla birlikte ağır karaciğer yetmezliklerinde ( Child-Pugh C ) kullanımı önerilmemektedir. Orta derecede karaciğer yetmezliklerinde ( Child-Pugh B ) ve kreatinin klirensinin <30 ml/dk olduğu durumlarda ise günlük doz 5 mg ile sınırlandırılmalıdır. Çocuklarda, emzirenlerde ve gebelerde kullanım izni yoktur. 10.4.6.1.7 Fesoterodin Bir ön ilaç olup non-spesifik esterazlar ile 5-hidroksimetil tolterodine metabolize olur. Eliminasyon yarı ömrü 7 saat olup idrar (%70) ve gayta (%7) ile atılır. Farmakokinetik özellikleri yaş, cinsiyet, ırksal değişkenlerden etkilenmez.T ürkiye’de 4 mg ve 8 mg uzatılmış salınımlı formları mevcuttur. Hafif-orta dereceli karaciğer ( Child-Pugh A/B ) yetmezliklerinde doz ayarlaması ge- rekmezken ağır karaciğer yetmezliğinde (Child-Pugh C ) kullanımı önerilmemektedir. Kreatinin klirensinin <30 ml/dk olduğu durumlarda günlük maksimum doz 4 mg ile kısıtlanmalıdır. Gebelik kategorisi C olup emziren kadınlarda kullanımı önerilmez. Sonuç olarak; kullanmakta olduğumuz antikolinerjiklerin etki mekanizmaları benzer olduğundan hastanın yaşı, eşlik eden hastalıkları, kullandığı ilaçlar, karaciğer/ böbrek yetmezliği varlığı dikkate alınmalı ve ilaçların yan etki profili ilaç seçiminde göz önünde bulundurulmalıdır. 10.4.6.1.8 Diğer medikal tedavi ajanları Trisikilik antidepresanların detrüsör üzerinde güçlü inhibitör etkileri vardır. Ancak doz ayarlamasının zor olması ve yan etki fazlalığı nedeniyle günlük pratikte sadece antikolinerjiklere yardımcı olmak amacıyla kullanılabilir. Antidiüretik hormon analogları (desmopressin) nokturnal poliürisi olan hastalarda kullanılabilir. Hiponatremi yapabildiğinden böbrek ve kalp yetersizliği olanlar ile hiponatremik hastalarda kontrendikedir. Hastaların tedavi süresince iyi monitörize edilmeleri önemlidir. Östrojen fizyolojik düzeylerde üretral kapanma basıncını artırır, üretral kan akımını, üretral alfa adrenerjik reseptör konsantrasyonunu, periüretral kollajen dokuyu artırıp üriner enfeksiyon insidansını azaltır. Lokal östrojen tedavisi AAM’li hastalarda atrofiyi düzelterek semptomatik düzelme sağlayabilir. 10.4.6.2 Dirençli AAM tedavisi Antikolinerjikler hastaların %70-75’inde başarılı olmaktadır. Tedaviye dirençli AAM hastalarında intravezikal botulinum toksin enjeksiyonu ( A ve B tipi kullanımda), devamlı veya temiz aralıklı kateterizasyon ve cerrahi tedavi seçenekler arasındadır. Botulinum toksin etki mekanizması efferent etki (sinir kas kavşağı, asetilkolin) ve afferent etki (duyusal reseptörler, nörotransmiterler) yoluyla olup ortalama 9 ay sonunda tekrar uygulanması gerekmektedir. Yıllar geçtikçe popülarite kazanan bir yöntem olmasına karşın işeme sonrası rezüdüyü (PVR) artırabileceği ve temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) uygulaması gerektirebileceği ve bunun da artmış İYE sıklığını beraberinde getireceği akılda tutulmalıdır. Optimum doz belirlenememiştir. AAM tedavisinde 100-200 U botulinum toksin A’nın 20-30 cc ye SF ile sulandırılarak 20-30 noktadan (trigon hariç) sistoskopi eşliğinde 1’er cc intravezikal enjeksiyon şeklinde uygulanması pratikte en sık yapılan yöntemdir. Tekrarlayan dozlarda etkinliğinin azaldığına dair bir veri yoktur. 50 U etkinliğinin daha yüksek dozlara oranla az olması, buna karşın 300 U TAK gerektirecek PVR artışına diğerlerinden anlamlı olarak daha fazla sebep olması nedeniyle önerilmemektedir. Enjeksiyondan 12 hafta sonra 100 U için tedavi oranı %37 iken 200 U için yaklaşık %51 dir. Sakral nöromodülasyon (SNM) floroskopi eşliğinde sakral foramenden S3’e perkütan elektrot yerleştirilmesi ve elektrik stimülasyonu yardımıyla işemenin düzenlenmesi esasına dayanır. SNM ile üretral sfinkter aktivitesi artırılarak detrüsör aktivitesi azaltılır. Mesane preganglionik nöronlarının doğrudan inhibisyonuna neden olur. İşeme refleksinin afferent kolundaki internöronal transmisyon inhibe edilir. Stimülasyonun sağlanmasında kullanılan pil cilt altına yerleştirilir. Öncelikle geçici / kalıcı elektrot konarak hastanın tedaviye yanıtı değerlendirilmelidir. 5 yıllık takipte hastaların %50-63’ünde semptomlarda %50’den fazla azalma izlenmiştir. Kontrendikasyonları; test basamağında yeterli cevap vermeyenler, mental kapasitesi yeterli olmayan, kompliansı düşük hastalar, potansiyel ürolojik kontrendikasyonlar (BPH, üretral darlık, ürolojik kanser, mesanede yapısal anomalisi olanlar, sakrumda kemik anomalisi olanlar) ve enfeksiyon durumudur. Sakral nöromodülasyon, yüksek maliyet ve tecrübe gereksinimi nedeniyle kullanımı sınırlı olsa da mesane augmentasyonu ve üriner diversiyon öncesi tedaviye refrakter hastalarda denenmesi gerekli bir tedavi yöntemidir. 10.4.6.3 Cerrahi tedavi AAM’nin cerrahi tedavisi, sakral rizotomi, denervasyon, transvezikal %6 fenol enjeksiyonu, detrüsör myomektomi ve augmentasyon sistoplastiyi içermektedir. Mesane augmentasyonunda amaç istemsiz kontraksiyonları engellemek, kompliyansı ve mesane kapasitesini artırmaktır. Sıklıkla distal ileum segmenti kullanılmakla birlikte gergin olmayan ve yeterli mezenterik uzunluğa sahip herhangi bir barsak segmenti kullanılabilir. Kısa (intestinal obstrüksiyon, enfeksiyon, tromboemboli, kanama, fistül oluşumu) ve uzun (taş oluşumu, metabolik bozukluklar, kanser gelişimi, böbrek fonksiyonlarında bozulma ve perforasyon) dönemde çeşitli komplikasyonlarla karşılaşılabilir. Hastalar uzun dönemde %38 oranında TAK gereksinimi olabileceği konusunda bilgilendirilmelidir. Ayrıca bu hastaların ömür boyu takip edilmeleri gerektiği söylenmelidir. Unutulmamalıdır ki mesane augmentasyonundan nörojenik aşırı aktivitesi olan hastalar %90 oranında fayda görürken idiyopatik detrüsör aşırı aktivitesi olan hastalar %58 oranında fayda görmektedir. Detrüsör myomektomi de ise amaç mesane üzerinde mukozal bir şişkinlik ya da psödodivertikül oluşturarak mesane kapasitesini artırırken dolum basınçlarını düşürmektir. Barsak segmenti kullanımına göre daha az morbid olmasına karşın etkinliği yetersizdir. Ayrıca idiyopatik detrüsör aşırı aktivitesinde bu cerrahi yöntemin etkinliği konusundaki kanıt düzeyi yetersizdir. 337 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Okunması önerilen kaynaklar Drake M, Abrams P, MD. Overactive BladderIn:Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA. Campbell-Walsh Urology. 10th ed. Philadelphia: Saunders Elsevıer; 2012.p 1938-49. Pannek J, Stöhrer M, Blok B, Castro-Diaz D, Del Popolo G, Kramer G, Radziszewski P, Reitz A, Wyndaele JJ. EAU Guidelines on Neurogenic Lower Urinary Tract Dysfunction, 2012. Lucas MG, Bosch JLHR, Cruz FR, Madden TB, Nambiar A, Neisius A, Pickard RS, de Ridder DJMK, Tubaro A, Turner WH. Guidelines on Urinary Incontinence 10.5 Noktüri Noktüri, Uluslararası Kontinans Derneği (ICS) tanımına göre, gece bir veya daha fazla, öncesi ve sonrası uyku ile devam eden, idrar yapmak için kalkmadır. Noktüri klasik anlayışa göre, aşırı aktif mesane sendromunun veya erkeklerde benign prostat büyümesine bağlı alt üriner sistem semptom (AÜSS) grubunun bir parçası olarak bilinmektedir. Günümüzde noktüri ayrı bir durum olarak görülmektedir. Yukarıdaki tanımla bütün noktüri olgularını hasta olarak değerlendirmemek gerekir. Kişiler gece bir kez idrara kalkmanın fizyolojik bir durum olduğunu düşünürler. Bu durum dahi noktüri tanımlaması içine girmektedir. Gece sıkışma hissi olmadan kalkmanın ve sonrasında idrar yapmanın noktüri durumu olmadığını savunanlar da vardır. Noktürisi olan kişiler, bu durumdan rahatsız da olmayabilir. Önemli olan hastanın bu durumdan ne kadar rahatsız olduğu, yaşam kalitesinin ne kadar bozulduğudur. Gece sıklığı 2’den fazla olan hastaların, daha az olan hastalara göre anlamlı şekilde yaşam kalitesi bozulduğu görülmüştür. Noktüri, sıklık hacim çizelgesini kullanarak aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir; • 24 saat (global) poliyüri ; bütün gün ve gecede artmış idrar yapımı • Noktürnal poliüri: 24 saatlik düzende gece artmış idrar yapımı . • Düşük mesane kapasitesi; (Noktürnal veya 24 saat) • Karışık tipte (kombinasyon) (Noktürnal poliüri ve noktürnal veya global [24 saat] düşük mesane kapasitesi ) 10.5.1 Noktüri prevalansı ve günlük yaşama etkisi Noktüri, Benign Prostat Büyümesi (BPB) nedeniyle erkeklerde görülen AÜSS olarak bilinmişse de, artık kadınlarda bu semptom erkekler kadar sıktır . Yapılan çalışmada 18 yaş ve üzeri kişilerde, gecede bir kez idrara kalkma oranı kadınlarda % 54, erkek- 338 lerde % 48 , iki kez idrara kalkma oranı kadınlarda %24, erkeklerde %31 olarak bulunmuştur. Prevalans yaşlandıkça artmakta, ama önemli bir oranda genç popülasyonda da noktüri izlenmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışmada, erkeklerde, 40-49 yaş arasında noktüri oranı % 15 iken, 70 yaş sonrası bu oran % 55’e yükselmektedir. Noktürinin gerçek insidansı ve rahatsızlık edicilik oranını çıkarmak zordur . Bir çok yaşlı noktürinin yaşlılığın getirdiği değişmez ve tedavi edilemez bir durum olarak düşünmektedir. Noktüri erkek ve kadınlar arasında aynı oranda rahatsız edici bulunmaktadır. Noktürinin sıklığı, rahatsızlığı daha da artmaktadır. İngiltere de genel pratisyenlerin 423 hastada yaptığı araştırmada 2 ve üzeri noktüri oranı % 14 olarak bulunmuştur. Bu şikayetin problem olarak görülmesi ise % 67 oranındadır. Aşırı aktif mesane tanılı hastalarda noktüri oranı da araştırılmıştır. Bu hastaların % 65’inde gecede bir kez, % 42’sinde gecede iki kez idrar yapma mevcuttur. Gece 3 ve üzeri idrar yapma sıklığı aşırı aktif mesane tanılı hastalarda % 20 oranında görülüp, en çok yaşam kalitesini kötüleştiren durum olmuştur . Noktüri neden tek başına ayrı bir hastalık olarak değerlendirilmesi gereken bir durumdur ? Noktürinin insomnia ve uyku kalitesi bozukluğu ile güçlü birlikteliği mevcuttur. Elli yaş üzeri yetişkinlerde bozulmuş uyku devamlılığının majör sebeplerinden biridir. Gündüz yorgunluğu ve uykusuzluğu noktürnal işeme periyotlarıyla paralel artmaktadır. Uykusuzluk araba kullanırken kazalara neden olmaktadır. Uykusuzluğa bağlı düşük enerji, iş verimliliğin bozulmasına ve iş kazalarına neden olabilmektedir. Noktüri ve buna bağlı uykusuzluk etkisiyle yaşlılarda gece vakti düşmeler, fraktürler yaşanmaktadır. Özellikle uyku sersemliği ve tuvalet için yön bulma sırasında bu sorunlar görülmektedir. Hastalarda ayrıca görülebilecek görme bozukluğu, antidepresan kullanımı ve tansiyon düşüklüğü düşme ve kemik fraktür riskini daha da artırmaktadır. Noktürnal idrar sıklığıyla, yaşlılarda bozulmuş sağlık durumunun kuvvetli ilişkisi gösterilmiştir. Üç veya daha çok noktürnal işeme sıklığı olan yaşlılarda, daha az sıklığı olan yaşlılara göre, daha fazla mortalite oranları izlenmektedir. BPH nedeniyle TUR-P olan hastalarda görülen başarısız sonuçlarda, geçmeyen noktüri şikayetinin olduğu ve noktürinin alt üriner sistem semptomlarının en can sıkıcı olanı olduğu bilinmektedir . 10.5.2 Patofizyoloji 10.5.2.1 Poliüri , Noktürnal Poliüri : bolik sendromlu hastalarda noktüri izlenebilir. Noktürinin sık ama gözden kaçan nedeni noktürnal poliüridir . Bu nedenle tıp dünyası bu nedene daha çok eğilmektedir. Noktürnal poliüri indeks tanımının tarif edilmesi bu girişimlerden biri olmuştur. Noktürnal idrar çıkışının, 24 saatlik idrar çıkışına oranıdır . Gençlerde (< 25 yaş) bu değer 0,14 iken, yaşlılarda (>65yaş) bu oran 0,34 olarak hesaplanmıştır. Bu indekse göre noktürnal poliüri, uyku sırasında 0,33 üzerinde fazla miktarda idrar üretilmesidir (24 saatlik idrarın %33’den fazlasının gece uyku sırasında üretilmesidir). En önemli sebeplerden biri antidiüretik hormonun salınım ritminin bozulmasıdır . ADH seviyeleri bazı yaşlılarda, geceleri patolojik olarak izlenemez seviyede olabilir. Bazı ilaçlar idrar çıkışını artırarak noktüriye neden olabilir . Bu ilaçlar içinde önemli olanları diüretikler, seçici seratonin geri alım inhibitörleri, kalsiyum kanal blokörleri ve tetrasiklinlerdir . Lityum da nefrojenik diabetes insipidusa neden olarak % 40 hastada noktürnal poliyüriye neden olabilir . Bazı ajanlar da uyku bozukluklarına neden olarak gece idrar sıklığını artırabilir . Global (24 saat) poliyüri de noktürinin bir sebebidir. Tanım olarak 24 saatte 40 ml/kg ‘dan fazla idrar üretilmesidir . Diabetes insipidus gobal poliüri nedenidir. Santral diabetes insipidus antidiüretik hormonun (ADH) yetersiz salınımı sonucu oluşur. Bu hormona böbreklerin yetersiz cevabı da nefrojenik diabetes insipidus olarak tanımlanır. • Azalmış noktürnal mesane kapasitesi Diğer noktürnal poliyüri nedeni kardiyak sorunu olan hastalarda görülmektedir . Bozulmuş kardiyak fonksiyonu olan hastalarda 3. boşluklarda toplanan sıvı gece uyku sırasında dolaşıma geçtiği için, gece idrar sıklığı fazla olmaktadır . Davranışsal olarak fazla sıvı alımı da (polidipsi) poliüri ve noktürnal poliüriye neden olabilir . Yirmidört saatte 40 ml/ kg üzeri idrar yapmak poliüri olarak tanımlanmaktadır (günlük 70 kg bir insanda 2800 ml üzeri). Polidipsi dipsojenik ve psikojenik olabilir . Dipsojenik polidipsi merkezi sinir sistemi problemleri (beyin travma , cerrahi, radyasyon sonucu), psikojenik polidipsi de davranışsal bir durum olarak bilinir, diğer sistemik hastalıklardan, ikincil olarak gelişen susuzluğa bağlı durumlardan ayrılmalıdır . Obstrüktif uyku apnesi, uyku sırasında solunum sisteminin geçici olarak tıkanmasıdır. Sonuçta dengesiz oksinejasyon uykunun bozulmasına neden olur . Bunun dışında intratorasik basıncı artırması, atrial basınç üzerine etkisi nedeniyle, atrial natriütetik faktörü artımı daha fazla idrar oluşumuna neden olmaktadır . Noktüri şikayeti olan her hastada, gün içinde aşırı aktif mesane semptomları olsa dahi obstrüktif uyku apnesi sorgulanmalıdır . Sistemik hastalığı olan , özellikle yaşlı hastalarda noktüri durumunun kompleks ve multifaktoriyel olduğu düşünmelidir. Parkinson hastalarının seyrinde nörolojik hasara göre artan noktüri şikayeti gözlenmektedir. Bu şikayet Parkinson tedavisinden de fayda görmeyebilir. Düzensiz diabet problemi olan hastalarda poliyüri ve noktürnal poliyüri görülmektedir. Şişmanlık da, meta- 10.5.2.2 Düşük mesane kapasitesi Bozulmuş mesane kapasitesi bağlı noktüri iki gruba ayrılır , • Azalmış global (24 saat) mesane kapasitesi İki durumda da noktürnal idrar hacmi mesane kapasitesini aştığı için hasta uyanır, daha fazla o hacmi tutamaz. Düşük mesane kapasitesine bağlı noktürinin nedenlerinden şunları sayabiliriz; • İnfravezikal obstrüksiyon • İdiopatik detrusor aşırı aktivitesi • Nörojenik işeme disfonksiyonu • Mesane, üretra taşı • Mesane, prostat veya üretranın neoplasmları Noktüri etkeni olarak ürolojik nedenler bulunsa bile, global mesane kapasitesi azlığını noktürnal kapasite azlığından ayırmanın zor olduğu, gündüz sıklığı için verilen tedavinin gece sıklığını düzeltemeyebileceği belirtilmiştir. Bu nedenle tedavinin iyi takibi önerilmektedir . Noktürinin çok sözünün geçtiği hasta grubu BPB tanılı hastalardır. Bu hastaları artık BPB’ine bağlı alt üriner sistem semptomu olan hastalar olarak tanımlayabiliriz. Bu hastalar için noktüri en sıkıntı veren semptom olduğu bilinmesine rağmen, tedaviye verdiği cevap tartışmalıdır. Sınırlı bilgilerle medikal ve cerrahi tedavinin şikayetleri belli oranda azalttığı bildirilmektedir. Yalnız bu çalışmaların dayandığı I-PSS (Uluslararası Prostat Semptom Skoru) soru formunda noktüri sorusunun şikayeti net ifade edemediği ve doğru tahmin edemediği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu hastalarda noktürinin değerlendirilmesinde ayrı bir kefede tutulması gerekmektedir. Amerikan Üroloji Derneği, BPB’ye bağlı AÜSS olan hastaların temel yaklaşımında noktüriye ayrı yer vermiştir . İki ve daha fazla gece işemesi olan hastanın noktüri açısından değerlendirilmesini önermiştir. Aşırı aktif mesane hasta grubunda bir bileşeni de noktüridir. Unutulmamalıdır ki noktüri bu sendromun tedavisinde temel oluşturmamaktadır. Anahtar bileşen sıkışma şikayetidir. İnterstisyel sistit (ağrılı mesane) 339 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma hastalığında da noktüri izlenmektedir . Yalnız noktüri sıkışma ile değil ağrı nedeni ile olmaktadır. 10.5.3 Klinik değerlendirme Kadın veya erkek olsun, noktüri için pratik bir yaklaşımda, bir tarama programıyla öncelikle ayrıntılı bir hikaye alınarak neyin normal olduğunu araştırılmalıdır; • Uyku • Artmış idrar atılımına neden olan durumlar (Kardiyovasküler, endokrin , renal) • Mesane kapasitesinin bozulmasıyla ilgili alt üriner sistem semptomları (BPB, aşırı aktif mesane) • Sıvı alımı ve ilaç kullanımı Bunu takiben fizik muayene, idrar analizi yapılır. Sıklık hacim çizelgesi ile 2-3 günlük miksiyon ve sıvı alım davranışı belirlenmelidir. Sıklık hacim çizelgesi noktüri dahil bir çok alt üriner sistem semptomlarını değerlendirmek için kullanılan değerli bir araçtır. Bu çizelgede hasta en az 24 saat olmak üzere hasta işeme sıklıklarını, hacimlerini kayıt edilir. İdeal olarak 3gün olması uygundur . Sıvı alımı da kayıt edilir ve yararlı bilgi vermektedir. Bu çizelgelere bakılarak noktürinin nedeninin belirlenmesi sağlanır. Noktürinin hasta etkisini gözlemek için yaşam kalitesi formları kullanılabilir “Nocturia spesific Quality of life questioanairre “ bu şekilde kullanabilecek bir formdur . Yukarıdaki değerlendirmelere ek olarak, gerekirse ürolojik değerlendirme de IVP , sistoskopi ve ürodinamik çalışmalara ihtiyaç duyulabilir. 10.5.4 Tedavi Öncelikle noktüri şikayeti olan hastalarda, özellikle yaşlılarda, davranış şekillerinin eğitilmesi semptomların hafiflemesinde yeterli olabilir. Semptomların devam etmesi halinde, altta yatan poliüri ve/veya azalmış mesane kapasitesine neden olan durum için tedaviyi planlamak uygun olacaktır . Alta yatan nedenler belirlenip davranış tedavisi düşünülecekse, konzervatif tedavi seçenekleri gözden geçirilmelidir Diüretik, kafein, alkol, gece sıvı alımı, gece kişisel etkenler (anksiyete, gürültü , partner alışkanlıkları) ile ilgili öneriler faydalı olabilir. Yaşlı hastalarda, öğle sonrası, bacak elevasyonu ve elastik bandajlama ödemle toplanan sıvıyı azaltabilir. Soğuk zamanlarda gece yatağın ısıtılması , düzenli egzersiz diğer konservatif tedavi seçenekleri olabilir. 10.5.4.1 Antikolinerjik tedavi 340 Sıkça istatiksel olarak anlamlı sonuçlar çıkmasına rağmen noktüri hastalarının antikolinerjiklerin de bulunduğu geleneksel aşırı aktif mesane tedavisine anlamlı klinik yanıtı tartışmalıdır. Eğer hastada aşırı aktif mesane hastalığı varsa mantıklı bir seçenek olabilir . Genelde gece dozun verilmesi önerilmektedir . Yine de plaseboya göre bu ilaçların noktürnal sıklığı azaltması sınırlıdır. Antikolinerjik ilaçlar, izole bir semptom olarak, noktüri için lisanslı değildirler. 10.5.4.2 BPB-AÜSS tedavisi Erkeklerde alfa bloker tedavisi belki etkili olabilir ama tek başına noktüri semptomu için yeterli olmadığı gösterilmiştir. Cerrahi tedavi özellikle düşük akım hızı olan hastalarda noktüriyi düzeltebileceği gösterilmiştir . Yine de noktüri baskın alt üriner sistem semptomu olan erkek hastalar ayrıntılı olarak incelenmeli, TUR-P tedavisinin güvenli ve süreğen bir tedavi olmayabileceği hastalara anlatılmalıdır . 10.5.4.3 Antidiüretik tedavi Desmopressin vücudun antidiüretik hormonunun sentetik analoğudur. Konservatif tedaviden fayda görmeyen noktürnal poliüri etkeni olan hastalar üzerinde etkilidir. Seçici vasopressin -2 analoğu olarak , ağırlıkla antidiüresiz üzerinde etkileri vardır . 2010 yılında yapılan bir derlemede, desmopressinin noktürnal işeme sıklığı, uyku, yaşam kalitesi ve verimlilik üzerine klinik ve istatiksel olarak faydalı etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Düşük doz (0,1 mg) desmopressinin de etkili olduğu raporlanmıştır. Bu tedavinin en önemli sorunu dilüsyonel hiponatremidir. Bu durum tedavi olanları % 7,6’sında görülmektedir. Risk faktörleri 65 yaş üzeri olmak ve düşük kan sodyum düzeyidir. Kan sodyum düzeyi, tedaviden önce ve tedaviden birkaç gün sonra ölçülmeli, ilaç doz titrasyonuyla devam edilmelidir. Uzun dönem kullanımda düzenli olarak kan sodyum düzeyi ölçülmelidir . Okunması önerilen kaynaklar Wein A, Lose GR, Fonda D.Nocturia in men, women and the elderly: a practical approach. BJU Int. 90 Suppl 3:28-31, 2002. Andersson KE . The pharmacological treatment of nocturia .BJU International,90 (Suppl. 3), 25–27, 2002 . Van Kerrebroeck P, Abrams P, Chaikin D, Donovan J et al. The standardization of terminology in nocturia: report from the standardization subcommittee of the International Continence Society. BJU International, 90,(Suppl. 3), 11–15, 2002 . Weiss JP, Bosch JL, Drake M, Dmochowski RR et al. Nocturia Think Tank: Focus on Nocturnal Polyuria: ICI-RS 2011 . Neurourol Urodyn. 31(3):3309, 2012. van Kerrebroeck P, Hashim H, Holm-Larsen T, Robinson D, Stanley N. Thinking beyond the bladder: antidiuretic treatment of nocturia. Int J Clin Pract. 64(6):807-16, 2010. Drake M.Nocturia. Campbell-Walsh Urology, 10th Edition. Editör: Alan J. Wein. Saunders Elsevier, Philedelphia, 2012: 1958-1966. Weiss JP, Wein AJ, van Kerrebroeck P et al. Nocturia: new directions. Neurourol Urodyn. Jun;30(5):700-3, 2011. 10.6 Alt üriner sistem boşaltma bozukluklarının tedavisi Alt üriner sistemin boşaltım bozuklukları değişik nedenlerle oluşan ve her yaşta görebildiğimiz bir durumdur. Etiyoloji santral sinir sisteminin en üst düzeyinden başlayıp mesane, mesane boynu ve üretrayı da içerecek şekilde oldukça geniştir. Etiyoloji bağımsız olarak, alt üriner sistemin boşaltım bozukluklarından hangi klinik durumun öncelikle tedavi edileceği ve aynı zamanda var olan diğer klinik durumlar tedavi kararını etkileyecektir. Bazı durumlarda hastanın idrar yapmasını sağlamak çok önemli olmayabilecektir. Bu nedenle hastaların tedavisi planlanırken tedaviyi doğru yönlendirmeyi sağlayacak verilerin doğru ve uygun şekilde elde bulunması önemli ve gereklidir. Bu bölümde erkeklerdeki prostata bağlı alt üriner sistem semptomları ve anatomik çıkım tıkanıklıkları tedavisi çok irdelenmeyecektir. Etiyolojiden bağımsız idrar boşaltılmasına yardımcı tedaviler kitabın amacı doğrultusunda irdelenmiştir. Sonuçta izole boşaltım hastalığı görmek zordur, o nedenle alt üriner sistem semptomları her açıdan değerlendirilmeli, dolum semptomlarının birlikteliği akılda tutulmalı ve verilecek tedavilerin yan etkilerinin hastanın hayat kalitesini etkileyebileceğini göz önünde bulundurulmalıdır. 10.6.1 Konzervatif tedaviler 10.6.1.1 Davranışsal tedavi İdrar boşaltma bozuklukları için önerilen davranışsal tedavi yaklaşımları idrar kaçıran hastalardakilerde önerilenler kadar fazla değildir. Değişik durumlardan da analojilerle hastalara aşağıdaki önerilerde bulunulabilinir. Hastalara 24 saatte 1,5 lt’nin altına inmemeleri ve 24 saatte 2.5 lt’yi, özel bir durum olmadığı takdirde, geçmemeleri önerilmelidir. Zamanlı sıvı alımı ve zamanlı işeme de önemli önlemlerden olabilir. İşemeyi çok geciktirmemeleri önerilmelidir. İşemeyi geciktirme var olan kasılma sıkıntısını aşikar hale getirebilir. İkili, üçlü işemeler mesaneyi boşaltılmak için önerilen diğer davranışlardandır. İdrar yapma sırasında gevşemeye çalışmak, gevşetme teknikleri kullanmaya teşvik önemlidir. Üriner sistemde ödeme neden olabilecek alkol, baharatlı yiyecekler gibi alışkanlıkların azaltılması, mümkün- se kullanılmaması önerilmelidir. Hastanın idrarı rahat yapabildiği pozisyonu bulması ve devam etmesi önerilir. Kabızlık diğer önemli bir faktördür. İmpakte gaita pelvik alanda ödeme neden olup hem dolum hem de boşaltım semptomlarına yol açabilir. Konstipasyonla mücadele ciddi şekilde yeme davranışını değiştirerek ya da probiyotiklerle olabilir. Gerekirse laksatiflerle tedavi denenmelidir. Bazı ilaçlar mesane kasılmasını etkileyebilir ya da mesane çıkım tıkanıklığına zemin oluşturabilir. Hastaların kullandığı tedaviler bu açıdan da araştırılmalı, gerekirse ilaç değişiklikleri gözden geçirilmelidir. Dolum semptomlarına yol açabilen bazı alışkanlıklara da, kafein gibi, dikkat etmek gereklidir. 10.6.1.2 Pelvik taban rehabilitasyonu Boşaltım bozukluklarının pelvik taban rehabilitasyonu ile ilgili erişkin çalışmaları neredeyse yoktur. Çocuklarda işemenin öğrenilmesi ile ilgili sıkıntıların giderilmesi için uygulanan biofeedback bu durumun dışındadır. Bunun dışında pelvik taban rehabilitasyonu içinde incelenecek diğer tedavi şekilleri aşağıda özetlenmiştir. Crede ve valsalva manevrası; Crede manevrası ile tonusu azalmış mesanesi ve çıkım direnci düşük olan hastalarda, mesaneye dışarıdan elle baskı uygulayarak, intravezikal basınç arttırılması ve mesane boşaltılması sağlanabilir. Eller açık şekilde baş parmaklar spina iliaka anterior superior bölgesinde, diğer parmaklar suprapubik alana baskı uygulayarak oluşturulur. Hastalar değişik şekillerde basınç artışına yol açan değişik manevralar geliştirebilmektedirler. Zayıf ve spastisitesi olmayan hastalarda işlem daha kolaydır. Valsalva manevrası da benzer şekilde intravezikal basıncı arttırmak için abdominal kasılmanın zorlanması ile gerçekleştirilen bir manevradır. Doğru teknik, otururken karın ileri doğru çıkarılarak bacakların karna doğru çekilmesi ile uygulanan güçle oluşturulur. Burada diyafram ve abdominal kasların istemli kontrolü gereklidir. Bu iki manevrayla işeme uzun dönemde hayal kırıklığı ile sonuçlanır, fizyolojik değildir ve bu uygulanan kuvvetler stres tipi idrar kaçırmaya karşı kuvvetler olduğundan idrar kaçırmaya neden olabilir. Mesane çıkımının refleks sfinkterik açılması genellikle görülmediği için refleks olarak çıkış direncinde artış görülebilir. Uygun hastaya rağmen yeterli mesane boşaltması görülmüyorsa çıkış direncini azaltacak tedaviler eklenebilir. Uygun hasta arefleksif ve az da olsa çıkış denervasyonu olan yani otonom nörojenik mesaneli (T11-L2 spinal kord hasarlı ve sempatik sinirleri hasarlı hastalar), çıkış direnci cerrahi olarak ya da botox enjeksiyonu ile azaltılmış hastalardır. Ayrıca stres idrar kaçırması olan ve neobladder uygulanan hastalar da uygun olabilir. Vezikoüreteral reflü olması rölatif kontrendikasyonlarındandır. Kötüye kullanımı mesane uyumu iyi olmayan hastalardır. Bu durumda depolama basınçları daha da artacağından üst 341 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma üriner sistemin kötüleşmesini neden olunabilir. Tekniğin komplikasyonları hidronefroz, böbrek yetmezliği, reküren üriner enfeksiyon, piyüri, ürolithiazis, epididimit, prolapsus ve hemoroiddir. Mesanenin refleks kontraksiyonlarının başlatılması, spinal kord hasarlı fakat sakral spinal kordu sağlam olan hastalarda spinal reflekslerden yararlanarak işemeye yardımcı olabilir. Sakral işeme refleksi, mesanenin dolması ile mesane duvarı içindeki gerilim reseptörlerinin uyarılması ve duysal afferent sinirlerin aktivasyonu ile oluşur. Spinal korddaki efferent motor lifler, refleksif mesane kontraksiyonu oluşturarak işemeye neden olur. Bu durum istemsiz ve sporadik olarak sıklıkla görülür. Bazı spinal kord hasarlı hastalar bu refleksi istemli olarak sakral ve lumbal dermatomları elle uyararak tetikleyebilirler. Değişik şekillerde yapılan tetikleme klasik olarak her 3 saniyede 7-8 kez ritmik suprapubik vurma ile oluşturulabilir. Hızlı tekrarlayıcı hareketler gerilim reseptörlerinde bir birikim oluşturarak mesane refleks arkını aktive edebilir. Diğer yaygın kullanılan manevralar ise pubis, skrotum veya uyluk cildini ya da kılların çekmek, klitorisi sıkmak, parmakla rektal uyarı yapmaktır. Hasta kendisi için uygun tetikleyici manevrayı bulması için yönlendirilmelidir. Hastanın bunu yapabilmesi için ellerini kullanabiliyor olması ve idrar geldiği anda bunu drene edebilecek sistemlerin var olması gereklidir. Daha çok erkekler için uygun bir teknik gibi durmaktadır. Eğer hastalarda obstrüksiyon ya da DSD varsa uygun şekilde çıkım dirençleri azaltılmaya çalışılmalıdır. Komplikasyonları üst üriner sistemin etkilenmesine bağlıdır. Hastanın uyumu ve komplikasyonlara dikkat etmek için düzenli ürodinamik değerlendirme yapmak gerekir. 10.6.1.3 Temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) TAK, ciddi-zor alt üriner sistem fonksiyon bozuklukları tedavisinde devrim niteliğindedir. Hastada var olan ya da kontinansı sağlamak için tıbbi veya cerrahi müdahale ile oluşturulmuş parsiyel ya da total retansiyonun tedavisinde diğer tedavilerin başarısızlığında kullanılan bir yöntemdir. Ayrıca augmentasyon sistoplasti/kontinan üriner diversiyonların başarılmasında TAK olmaması düşünülemez. 1972 yılında Lapides ve arkadaşları tarafından popülarize edilmiştir. Lapides’in teorisine göre yüksek mesane içi basıncı ve mesanenin aşırı gerginliği üriner yol enfeksiyonunun birincil sorumlusudur. Ayrıca kan akımı azalması bakterinin tutunmasını kolaylaştırır. TAK sırasında sisteme giren bakteriler hasta tarafından elimine edilebilir, rezidüsüz mesane ile distansiyon ve yüksek mesane basıncı olmaması enfeksiyon oluşmamasında önemli role sahiptir. TAK uygulanabilinmesi için hastanın ve ailenin bu tedaviyi anlamaları ve istemeleri önemlidir. Eğer hasta kendi yapacaksa ellerini kullanabilmeli, aile ya da yardımcı 342 yapacaksa zamanında yapılmasının önemi anlatılmalı aynı zamanda hasta otonomik disrefleksi konusunda ve tehlikeleri hakkında bilgilendirilmelidir. Üretranın yada TAK yapılacak giriş deliğinin net seçilmesi işlem için çok önemlidir. Kadın hastalara üretrayı rahatça görsünler diye büyüteçli ayna önerilebilir. Endikasyonları nöropatik mesane, üriner diversiyonlar, detrüsör kas yetmezliğinde (primer hastalık, obstrüksiyona sekonder detrüsör kas yetmezliği gibi), obstrüktif üropati, kontinans cerrahisi sonrası gelişen arasında olan hiperkontinans, intravezikal botoks uygulaması sonrasında gelişen geçici retansiyonlar, non obstrüktif üriner retansiyon ya da bilinmeyen bir nedenle hastanın idrarını yapamadığı ve retansiyonun geliştiği ve tedavi edilemediği durumlardır. Minumum 4- 6 saatte bir uygulanmalıdır. Pratik olarak tedaviye ilk başlarken 6x1 başlanmalı ihtiyaca göre 8x1 veya 4x1 uygulanmalıdır. İstenilen durum 400-500 cc lik mesane kapasitesidir. Hastanın ürodinamik bulguları, üst üriner sistemin durumu, kontinans durumu gibi birçok faktör TAK sayısında etkilidir ve uygulanan TAK sayısı bireyselleştirilmelidir. Günümüzde kendinden kayganlaştırıcılı hidrofilik kateterler kullanılmaktadır. Uygun kateter çapı 12-16 F arasında değişmektedir. Kadınlarda kısa olan tercih edilir. Piyasada hastaların ihtiyaçlarına göre yapılandırılmış (değişik sertlik derecelerinde, su-kateter beraber, idrar torbası ekli, el değmeden kateter kaydırılan gibi) şekilleri mevcuttur. Hastaların değişik ürünlerden haberdar olmaları ve denemelerini önermeli ve kendisi için en uygununu seçmeleri sağlanmalıdır. Profilaktik antibiyotik kullanımı pratik değildir. Yararları tartışmalıdır. Komplikasyonları üriner sistem enfeksiyonu, üretral kanama, üretral, meatal darlıklar, mesane taşı, mesane perforasyonu, lokal irritatif şikayetler sayılabilir. 10.6.1.4 Üretral ve pelvik aygıtlar Üretral stent uygulaması, çizgili sfinkteri bypass etmek için kullanılmıştır. Detrüsör kaçırma anı basıncını düşürdüğü ve rezidü idrarı azalttığı görülmüştür. Yapılan çalışmalar sonucunda üretral stent uygulamasının sfinkterektomiye göre etkili, kolay, az morbid ve ucuz olduğu bulunmuştur. UroLume® stent uygulanan çizgili sifinkter dissinerjisi olan spinal kord hasarlı hastalarda, işeme basınçlarında azalma, rezidü idrarda azalma, otonomik hiperreflekside azalma ve ortalama sistometrik mesane kapasitelerinde değişiklik olmadığı görülmüştür. Önemli avantajlarından bir tanesi de geri dönüşümlü olmasıdır. Komplikasyonları arasında stentin alınması gerekliliği, stent migrasyonu, üretelyal ilerlemeye bağlı tıkanıklık, stent enkrustasyonu ve darlıklar sayılabilir. Stent için ideal hastada fikir birliği yoktur. Geçici üretral stent uygulanan DSD’li hastalarda başarılı olunurken, geçicici stent uygun hastayı bulmaya da yardımcıdır. İntraüretral sfinkter protezi, içinde üriner pompa içeren, hipokontraktil veya akontraktil mesaneli kadınlar için geliştirilen bir sistemdir. Yapılan çalışmalarda uzun süre kullanımda, uygulanma oranı düşük bulunmuş, hastaların yarısından fazlası 15 gün içinde cihazı çıkarttırmışlardır. Hastalarda idrar kaçırma ve lokal rahatsızlık hissi sık görülen şikayetlerdendir. Komplikasyonları arasında cihazın mesaneye migrasyonu ve üriner enfeksiyonlar sayılabilir. ayıran bir testin olmaması, etkinliğinin deneme yanılma sonucu belli olmasına neden olmaktadır. Potansiyel yan etkileri yüz kızarıklığı, bulantı-kusma, ishal, gastrointestinal kramplar, bronkospazm, başağrısı, terleme, görme, akomodasyon bozukluğudur. Betanekol günde 3-4 kez 10-50 mg’lık dozlarda düşük dozdan başlanıp cevap alınana kadar arttırılabilinir. Ülkemizde bulunmamaktadır. 5-10-25 ve 50 mg tablet, 5mg/ml parenteral formu bulunmaktadır. Kontrendikasyonları astım, peptik ülser, intestinal obstrüksiyon, enterit, yeni geçirilmiş gastrointestinal cerrahi, aritmi, hipertiroidizm, mesane çıkım tıkanıklığıdır. 10.6.2 Farmakolojik Tedavi Diğer kolinerjik özelliği olan ilaçlardan bir tanesi de metoklopramiddir. Bu ajan kolinerjik özellikleri de olan bir dopamin reseptör antagonistidir. Hayvanlarda detrüsör kontraktilitesi sağlamasına rağmen kontrollü klinik çalışma yoktur. Diğer bir ajan ise sisapriddir. Çok sayıda farmakolojik aktivitesi olan bu ilacın düz kasa doğrudan uyarıcı etkisi vardır. Dolayısıyla mesane kontraktilitesini iyileştirici etkisi de olabilir. Bu tedaviler mesane içi basıncını arttıran, mesane kasılmasını arttıran ilaçlar ve mesane çıkım direncini azaltan ilaçlar olarak 2 temel grup altında incelenmektedir. Doğal olarak bu grupların kombinasyonu da ayrı bir grup oluşturmaktadır. 10.6.2.1 Mesane içi basıncını arttıran, mesane kasılmasını arttıran ilaçlar Parasempatomimetikler: Mesanenin fizyolojik olarak kasılması için parasempatik postganglionik muskarinik reseptörlerin uyarılması gereklidir. Buradan hareketle mesanesini tam boşaltamayan insanlara asetilkolinin aktivitesini taklit eden ajanlar verilerek bu sağlanabilir düşüncesi oluşmuştur. İlk akla gelen ajan asetilkolinin kendisidir fakat çok kısa sürede enzimatik hidrolize uğradığı için kullanılamamaktadır. Bir çok asetilkolin benzeri etkisi olan ilaç olmasına rağmen mesane için rölatif invitro seçicici olan ajan sadece betanekoldür. Betanekol, kolinesteraz dirençli ve in vitro olarak mesanenin tüm alanlarında kasılmaya yol açan bir ajandır. Uzun yıllar kullanılmış olmasına rağmen bu ilacın başarısı için yeterli kanıt çok azdır. Çoğu başarılı sonuç anektodaldir. Yapılan çalışmalar genel olarak mesane kasının gerilimi arttırılsa da, beklenen fizyolojik benzeri mesane kasılmasınının oluşturulmadığı yönündedir. Ayrıca mesane içi basıncı arttırması, kompliyansın azalmasına yol açabileceğinden komplikasyonlar açısından da dikkatli olunmalıdır. Özellikle nörojenik mesaneli hastalarda parasempatomimetik kullanımı ile idrar yaptığını düşünen ve mesane boşaltımını ve basıncını etkili şekilde düşüren temiz aralıklı kateterizasyon ve diğer tedavileri terk eden hastalarda, mesanenin aşırı distandü olması ve hastanın takipsiz kalması durumunda böbrekler süratle hasarlanabilir. Parasempatomimetik kullanımı, mesanenin elektriksel hassasiyetine de olumlu katkı sağlayabilir ve duyum ve diğer tetikleyici tedavilere yardımcı olabilir. Diğer önemli konu da detrüsör kasılma bozukluğunun nedeni olarak mesanenin primer nedenlerden dolayı kasılamadığı durumların tespitinin çok kolay yapılamamasıdır. Özellikle ileri yaşlarda çeşitli nedenlerle oluşan mesane yetersizlikleri ve diğer nedenlerin önceden 10.6.2.2 Çıkım direncini azaltan tedaviler Alfa adrenerjik reseptör antagonistleri: Alt üriner sistem yaygın bir şekilde adrenerjik sistem tarafından innerve edilmektedir. Mesane tabanı düz kası ve proksimal üretra baskın olarak alfa adrenerjik reseptörler aracılığı ile innerve edilir. İnsan alt üriner sisteminde alfa 2 adrenerjik reseptörler çoğunlukta olmasına rağmen alfa1 adrenerjik resptörler prostatik düz kas ve alt üriner sistem düz kasların kasılmasında baskındır. Alfa adrenerjik reseptör antagonistleri ile yapılan çalışmalarda detrüsörçizgili sifinkter dissinerjisi olmayan hastalar dışındaki nöropatik hastalarda değişik başarı oranları bildirilmiştir. Bunun yanında alfa adrenerjik reseptör blokörlerinin çizgili sifinkter tonüsünü de azaltabileceği yönünde bilgiler bulunmaktadır. Alfa reseptör blokajı yapan ilaçlar çeşitli düzeylerdeki nöral etkilerinden dolayı fonksiyonel çıkım tıkanıklığı, üriner retansiyon, azalmış uyum ve detrüsör aşırı aktivitesi gibi çeşitli tiplerdeki işeme disfonksiyonlarına etkili olabilir. Bu nedenle BPH’da kullanılan dozlarda kullanılabilir. Nitrik oksit; düz kas gevşemesine neden olabilen bir nörotransmitterdir. Topikal intraüretral nitrik oksit kaynağı verilmesi sonrası üretral düz kas gevşemesi ve mesane fonksiyonlarında etkilenme olmadığını görülmesi üzerine dikkat çekmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda detrüsör - çizgili sifinkter dissinerjili, spinal kord hasarlı hastalarda potansiyel bir tedavidir. Kas gevşeticiler: Pelvik taban için selektif bir gevşetici ilaç bulunmamaktadır. Çizgili sifinkter kasılmasının neden olduğu çıkım tıkanıklığının tedavisi için 3 ilaç kullanılmaktadır. Bunlar benzodiazepinler, dantrolen ve baklofendir. Dantrolen doğrudan kas üzerine etkili iken 343 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma diğer ikisi santral etkili kas gevşeticilerdir. Benzodiazepinlerin ve Dantrolenin işe yaradığına dair çok fazla kanıt bulunmamaktadır. Baklofen spinal kord üzerinden, iskelet kasının spastisitisende etkilidir. Düşük doz başlanarak günde 4 kez en fazla 20 mg olarak verilmelidir. Doz artırımı 3 günden önce olmamalıdır. İlaç kesilirken de yavaş olunmalıdır. İşenen idrar miktarı ve kalan artık idrarda azalma çeşitli durumlarda tespit edilmiştir. İlaç taşıma sistemlerinin başarısızlığına örnek bir ilaçtır. Bu nedenle doğrudan intratekal uygulanması ile yüksek spinal konsantrasyonlar sağlanabilir. Kombine kullanım: Kasılmayı arttırıcı ilaçlarla tıkanıklığı giderici ilaçların değişik kombinasyonlarda kullanımı etkinliği arttırma potansiyeline sahiptir. 10.6.3 Elektiriksel uyarı ve nöromodülasyon Mesanenin ve spinal kordun doğrudan uyarılması fikri 1940’lara dayanır. Doğrudan elektriksel uyarı hipotonik ve arefleksif mesaneli hastalarda etkilidir. İlk başlarda %50-60 başarı varken daha sonraki aşamalarda fibrozis, elektrot bozukluğu, erozyon ve diğer ekipman bozukluğuna ikincil yetmezlik gelişebilir. Verilen uyarının çevre dokulara yayılımı ile ağrı, defakasyon hissi ya da defakasyon olması, pelviste ve alt ekstremitede kasılmalar olması, ereksiyon ve ejakülasyon da izlenebilir. Ayrıca mesaneye verilen uyarı sonrası mesane içi basıncı artması ile beraber koordineli olmayan mesane çıkım açıklığının gerçekleşmemesi de başka problemleri yanında getirecektir. Doğrudan sakral spinal kordun elektiriksel olarak uyarılması kalan motor yolların aktive edilmesini sağlayarak işemeyi başlatabilir. Kısa süreli başarılar bildirilmişse de fizyolojik olmayan mesane uyarımına benzer yan etkiler bildirilmiştir. Sinir köklerinin elektriksel uyarımındaki mantık ön köklerin elektriksel uyarımı ile işemenin kolaylaştırılmasıdır. Bu işlemin uygulanabilmesi için sakral kord çekirdeği ile pelvik sinir ve mesanenin intakt olması ve mesanenin kasılabilme yeteneğine sahip olması gerekmektedir. Komplet sakral posterior rizotomi ile eş zamanlı mesane ve çizgili sfinkterin stimülasyonunu önlenerek refleks inkontinans ve mesane kompliyansının bozulmasını önlenir. Elektrotlar intradural olarak S2, S3 ve S4 köklerine, çiftler birbirinden bağımsız aktive olacak şekilde yerleştirilir. Detrüsör genellikle primer olarak S3 den, küçük dalları ise S2 ve S4’den alır. Rektal uyarı her 3’ünden eşit olarak alınır. Erektil uyarılar ise temel olarak S2’den, biraz S3’den alınırken, S4’den alınmazlar. İşeme, defakasyon ve ereksiyonun her hasta için ayrı ayrı ayarlanması mümkün olabilir. Ön sakral kök, mesane ve çizgili sfinkterin somatik liflerinin parasempatiklerini taşıdığı için detrüsör çizgili sifinkter dissinerjisine neden olabilir. Günümüzde Brindley 344 stimülatörünün kullanılma esası post-stimulus işemedir. Uyarı sonrası çizgili sifinkterin gevşeme zamanı, detrüsörün gevşeme zamanından daha kısadır. Aralıklı uyarı yapıldığında işeme, uyarıların arasında mesane içi basıncı yükseltilerek sağlanır. Bu durum ayrıca stimülasyonun yol açtığı DSD’yi de önler. İşeme, mesanedeki fazla olan basıncın oluşturduğu ani fırlatmalar şeklinde olur. Uyarı parametreleri doğru ayarlanmazsa yüksek mesane içi basıncı nedeniyle üst üriner sistem riski ve bacak kaslarının uyarılmasına bağlı hareketler olabilir. Çeşitli çalışmalarda yaklaşık %75 civarında başarı oranları bildirilmektedir. Alet bozulması, reoperasyon gerekliliği ve enfeksiyon gibi komplikasyonları mevcuttur. Ekstadural teknikte de benzer sonuçlar vardır. Bu konu ile ilgili takiplere ihtiyaç bulunmaktadır ve cihazın hala geliştirilmeye ihtiyacı vardır. Transüretral Uyarım: Transüretral elektriksel mesane uyarımı ile işeme refleksini bilinçli bir şekilde başlatacak ve tamamlayacak şekilde bir sistem kurmaya çalışmaktır. Santral ve periferik siniri parsiyel hasarlanmış hastalarda, beyin merkezleri ile mesane arasındaki bazı korunmuş zayıf sinir yollarını normale çevrilmeye çalışılır. Mesanedeki spesifik mekano reseptörler aktive ederek gerçekleştirir. Bu reseptörlerin depolarizasyonu ile intramural motor sistem aktive olur ve küçük kas gruplarında kasılmalar gözlenir. Bu lokal motor reaksiyonlar gerilmeye neden olur, bu gerilme de serebral yapılarca tanımlanır ve mesaneye dönüş yollarını aktive ederek koordineli güçlü detrösör kasılmalarını indükler. Bu teknik özel kateterler ile intraluminal monopolar elektiriksel uyarı ile yapılır. Mesanede serum fizyolojik ortam gereklidir. Uyarı kateterine eklenen su manometresi ile detrüsör kontraksiyonları görülebilir. Yoğun mesane eğitim programı ile desteklenir. Daha önce de belirtildiği gibi komplet olmayan spinal kord lezyonlu, detrüsörü kasılabilen ve reseptörleri aktif olabilen hastalar bu teknikten faydalanabilirler. Bilinçli kontrol için de sağlam bir korteks gereklidir. Yapılan çalışmalarda başarı oranı %30-80 oranında değişmektedir. Çalışmaların sonucunda verilen karar bu tedavi yönteminin sınırlı bir etkiye sahip olduğu yönündedir. Sakral Nöromodülasyon: İdiyopatik obstrüksüyona bağlı olmayan retansiyon, histerektomi sonrası mesane deafferensiasyona ikincil retansiyon ve Fowler sendromunda başarılı şekilde kullanılmaktadır. Tedaviye cevabı belirleyen faktörler hastalığın fonksiyonel durumu, akontraktilite ve fonksiyonel çıkım tıkanıklığının varlığıdır. Yapılan çalışmalarda pozitif karbakol testinin prediktif değeri bulunamamıştır. Başka bir çalışmada obstrüktif olmayan üriner retansiyonlu hastaların implantasyon öncesi işeyebilenleri (50ml’den fazla) işeyemeyenlerine göre daha başarılı bulunmuş. Genel olarak perkütan sinir değerlendirmeye cevap %33-100 arasında değişmektedir. Kalıcı implant sonrası başarı %50-70 arasındadır. Vasavada SP, Rackley RR. Electrical stimulation and neuromodulation in storage and emptying failure. Campbell-Walsh Urology, 10. Baskı, Editörler: Wein AJ, Kavoussi LR, Partin AW, Novick AC, Peters CA. Elsevier Saunders, Philadelphia, 2012: 2026-2046. gibi birçok sağlık problemlerine zemin hazırlamaktadır. İdrar kaçıran yaşlılar, utanma, ayıplanma korkusu, izolasyon ve depresyona kadar gidebilen bir süreç sonunda hastaneye yatırılabilir ya da bir bakımevi/huzurevine alınırlar. Amerika’da 1995 yılındaki geriatrik inkontinans tedavisinin maliyeti, diyaliz ve koroner bypass cerrahisi maliyetinin toplamından daha fazladır. İdrar kaçırma, her yaşta tedavi edilebilir ve sıklıkla iyileşebilir bir hastalık olmasına rağmen, sıklıkla ihmal edilen bir durum olmayı sürdürmektedir. Cespedes RD, Gerboc JL. Other therapies for storage and emptying failure. Campbell-Walsh Urology, 10. Baskı, Editörler: Wein AJ, Kavoussi LR, Partin AW, Novick AC, Peters CA. Elsevier Saunders, Philadelphia, 2012: 2186-2203. 10.7.1 Alt üriner sistemde yaşa bağlı değişiklikler Okunması önerilen kaynaklar Andersson KE, Wein AJ. Pharmacologic management of lower urinary tract storage and emptying failure. Campbell-Walsh Urology, 10. Baskı, Editörler: Wein AJ, Kavoussi LR, Partin AW, Novick AC, Peters CA. Elsevier Saunders, Philadelphia, 2012: 1967-2002. Pannek J, Stöhrer M, Blok B, Castro-Diaz D, Del Popolo G, Kramer G, Radziszewski P, Reitz A, Wyndaele JJ. Guidelines on Neurogenic Lower Urinary Tract Dysfunction, EAU guidelines, 2012. Lynch WJ, Testa GA, Bell DF. The subjective and objective benefit of a remote-controlled intraurethral device for managing the female acontractile bladder. BJU International, 92:960-963, 2003. Bower WF, Swithinbank L, de Long T, de Kort LMO, Marchall-kehrel D. Assessment of non-neurogenic incontinence and lower urinary tract symptoms in adolescentes and young adults. Neurourology and Urodynamics, 29:702-707, 2010. Van koeveringe, Vahabi B, Andersson KE, Kirschner-Herrmans R, Oelke M. Detrusor underactivity: A plea for new approaches to a common bladder dysfunction. Neurourology and Urodynamics 30:723-728, 2011. Yoshimura N, Chancellor MB. Differential diagnosis and treatment of impaired bladder emptying. Reviews in Urology, 6 Sıppl 1, 24-31, 2004. Kontinans; efektif alt üriner sistem fonksiyonu, yeterli mobilite, kognitif durum ve motivasyonu, çevresel ve iyatrojenik engellerin yokluğunu gerektirir. Yaşlılarda alt üriner sistemde yaşlanmayla oluşan fizyolojik değişiklikler ya da alt üriner sistemi etkileyen patolojik değişikliklere bağlı olarak fonksiyon bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Yaşlanma idrar kaçırmaya neden olmaz, fakat yaşlanmayla ortaya çıkan değişiklikler buna yatkınlık oluşturur. İdrar kaçırma nedeni genç insanlarda nadiren üriner sistem dışı olsa da yaşlılarda sıklıkla üriner sistem dışındaki nedenler etkilidir. 65 yaşın üzerinde sık görülen kronik hastalıklar nedeniyle üriner sistemin normal işlevinde aksamalar olabilir. Bunların bazıları; -Kardiyovasküler hastalıklar -Pulmoner hastalıklar 10.7 Geriatrik inkontinans ve işeme disfonksiyonu İdrar kaçırmanın ilerleyen yaşla birlikte sıklığı artmakta ve yaşlı bireyler için çözümü güç fiziksel, psikolojik ve fonksiyonel morbiditeye neden olarak yaşam kalitesini düşürmektedir. A.B.D. kaynaklarına göre evde yaşayan yaşlıların %15-30’unu ve devamlı bakımevlerinde yaşayan yaşlıların %50’sini etkilemektedir. Gelişmiş ülkelere paralel olarak ülkemizde 65 yaş üstü popülasyonda idrar kaçırmanın görülme sıklığı %44,2 iken; bu oran kadınlarda %57, erkeklerde %21,5 olarak karşımıza çıkmaktadır. Geriatrik hastalar, yakınları, bakıcıları ve birçok sağlık çalışanı idrar kaçırmayı önemsemeyip yaşlanmanın bir sonucu olarak görmektedirler. Yaş, mobilite, mental durum veya hastanın yataklı tedavide olmasına bakılmaksızın hayatın hiçbir döneminde idrar kaçırma normal değildir. Geriatrik inkontinans tek başına bir sağlık sorunu olmasının yanında; bası yaraları, perineal bölgede tahrişler, idrar yolu enfeksiyonu, üriner sepsis, düşme ve kırıklar -Serebrovasküler hastalıklar -Nörolojik hastalıklar ve vitamin B12 eksikliği -Parkinson ve demans sayılabilir. Geriatrik hastalarda yaşla ortaya çıkan değişiklikler bazı fiziksel, sosyal ve tıbbi problemleri de beraberinde getirmektedir (Tablo 5). Yaşla birlikte ortaya çıkan ve alt üriner sistemi etkileyen değişiklikleri şöyle sıralayabiliriz. 1-Menapoz sonrası östrojenin trofik etkisinde azalma: Yaşlanmanın, idrar kaçırma gelişimindeki rolü kadınlarda daha belirgindir. Menopozla birlikte östrojen düzeylerindeki azalma sonucunda östrojenin trofik etkisi azalarak; üretral mukozal epitelde atrofi, üretrayı çevreleyen destek dokuda azalma ve pelvik diyaframın zayıflaması ortaya çıkar. Sonuçta kadınlarda sık gözlenen stres ve sıkışma tipi idrar kaçırma gelişir. 2-Üretral basınçta azalma ve üretral hipermobilite: Asemptomatik kontinan kadınlarda dahi yaşla birlikte üretral basınçta düşme ve rabdosfinkterde çizgili kas hücrelerinde progresif kayıp görülür. Özelliklede multipar kadınlarda pelvik tabanın normal anatomik desteğini kaybetmesi üretra ve mesane boynu mobilitesinde artışla sonuçlanır. Bunların sonucunda; idrar retansiyonu ve 345 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Tablo 5. Miksiyonu etkileyen yaşa bağlı değişiklikler ve sonuçları Değişiklik Sonuçlar Derüsör aşırı aktivitesi* Sıklık, sıkışma, noktüri, İK** Bening prostat hiperplazi Sıklık, sıkışma, noktüri ile birlikte çıkım obstrüksiyonu, sıkışma ve taşma İK Gece fazla idrar çıkışı Noktüri ve noktürnal İK Atrofik vajinit, üretrit Üretral mukozal incelme, irritasyon, sıkışma ve stres İK, idrar yolu enfeksiyonu Artmış rezidü idrar Sıklık, noktüri, İK Miksiyonu geciktirmede azalma Sıklık, sıkışma, noktüri, İK Mesane kapasitesinde azalma Sıklık, sıkışma, noktüri, İK Azalmış detrüsör kontraktilitesi Azalmış akım hızı, artmış rezidü idrar, bekleme, İK * Sağlıklı ve kontinan kişilerin %20’sinde görülür., ** İK:İdrar kaçırma. işemenin geciktirilmesi bozulmakta, mesane kapasitesi azalmakta, idrar sıklığında artış olmakta ve karın içi basıncı artıran durumlarda (öksürme, hapşırma) stres idrar kaçırması gelişebilmektedir. 3-Benign Prostat Hipertrofisi (BPH): Erkeklerde yaşla birlikte ortaya çıkan üriner sistem değişiklikleri sıklıkla prostatın büyümesiyle ilişkilidir. BPH’nın sebep olduğu mesane çıkım obstrüksiyonu; idrar depolama ve boşaltım semptomlarına ve üriner retansiyona neden olur. 4-Mesane fonksiyon değişiklikleri: Kontinansın tam sağlanabilmesi için mesanenin yeterli bir depolama ve boşaltma fonksiyonu görmesi gerekir. Yaşla birlikte her iki cinste de; mesane kontraktilitesi, mesane kapasitesi, işemenin geciktirilmesi azalmakta ve istemsiz mesane kontraksiyonları, rezidü idrar miktarı (>50-100 ml), artmaktadır. 5-Noktüri: Yaşla birlikte sıvı ekskresyonunun diürnal paterni günün geç zamanlarında daha çok idrar yapma şeklinde kendini gösterir. Günlük toplam idrar miktarının büyük bölümü yaşlılarda gece çıkarılmaktadır. Bu durum; yukarıda bahsi geçen yaşlılardaki kronik hastalıklar ve bunların tedavisi sonucunda oluşabileceği gibi komorbit hastalığı bulunmayan yaşlılarda da aynıdır. Bu da yaşa bağlı uyku bozukluklarında artışla birlikte ele alındığında yaşlıların sağlıklı olsalar dahi noktüri yaşamalarını açıklık getirmektedir. 6-İmmün fonksiyonda değişiklikler: Yaşa bağlı immün fonksiyon değişiklikleri ve üriner sistem enfeksiyon riskini artıran faktörler (Tablo 6) enfeksiyon sıklığını artırarak idrar kaçırmayı tetikler. 7-Kronik hastalıklar: Yaşla birlikte artan kronik hastalılar (nörolojik, metabolik, vb.) sinir sistemi üzerinden üriner sistem kontrol mekanizmalarını bozabilmektedir. Yaşla birlikte ortaya çıkan kronik hastalıklar sonucunda hastalar yatalak hale gelmekte bu durumda yerçekiminin önemli rol oynadığı idrar drenajında aksamaya neden olarak taş oluşumu ve üriner enfeksiyon gibi komplikasyonlara zemin hazırlamaktadır. 346 8-Böbrek fonksiyon değişiklikleri ve ilaçlar: Yaşla birlikte böbrek boyutlarında küçülme ve özellikle kortekste azalma olur. Anatomik değişikliklere paralel olarak; böbrek kan akımında, GFR’de, idrarı konsantre etmede, sodyum tutulumunda, potasyum atılımında, kolektör tüplerin vazopressin duyarlılığında ve serbest su klirensinde azalma ortaya çıkar. Böbrek fonksiyonlarındaki bu değişiklikler ilaçların böbrekten atılımını da değiştirir. Bazı ilaçlar alt üriner sistemde değişiklikleri de beraberinde getirmektedir (Tablo 7). 10.7.2 Geriatrik inkontinansın sınıflandırması Geriatrik inkontinans; semptomların süresine (geçici, kronik), ortaya çıkış şekline göre (stres, sıkışma, taşma, karışık tip), altta yatan fizyolojik anormalliğe (detrüsör aşırı aktivitesi, sfinkter yetmezliği, çıkım obstrüksiyonu, azalmış detrüsör aktivitesi) göre sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırmalar tanısal yaklaşım, ayrıcı tanı ve tedavinin planlanmasında kolaylık sağlamaktadır. 1-Geçici idrar kaçırma: Yaşlıların üçte birinde ve akut olarak hastaneye yatanların yarısında geçici idrar kaçırma görülür. Yaşlılarda alt üriner sistem değişikliklerine patolojik değişikliklerde eklendiğinde geçici idrar kaçırma ortaya çıkar. Her ne kadar geçici olarak adlandırılsa da sebepler elimine edilemezse idrar kaçırma kalıcı hale gelecektir. Geçici idrar kaçırmaya neden olan yedi faktörün kolayca hatırlanması amacıyla bu nedenlerin baş harflerinin kısaltılmasıyla İngilizcede çocuk bezi kelimesi olan “diaper” kelimesini çağrıştıran ‟DIAPPERS” ipucu kullanılmıştır (Tablo 8). 2-Yerleşik (Kronik) idrar kaçırma: Geçici idrar kaçırma nedenleri ekarte edilmesine rağmen idrar kaçırma devam ediyorsa burada sebep alt üriner sistem ve alt üriner sistem dışı olabilir. Alt üriner sisteme ait nedenler; Geçici nedenlere yönelik tedavi girişimine rağmen idrar kaçırma devam ediyorsa alt üriner sistemden kaynaklanan nedenler ele alınma- Tablo 6. Yaşlılarda üriner enfeksiyon riskini artıran faktörler Yaşlı kadın Yaşlı erkek Mesanenin tam boşalmaması Mesane boynu darlığı ve stenozu Östrojenin azalması Üretra darlığı Üriner sistemde anomali BPH Mesane divertikülü Üriner sistem taş hastalığı Rektosel, üreterosel Bakterisidal sekresyonun kaybı Parkinson, Alzheimer Parkinson, Alzheimer Serebrovasküler olay Serebrovasküler olay lıdır. a-Detrüsör aşırı aktivitesi; Hem erkek hem kadın inkontinan yaşlılarda alt üriner disfonksiyonunun en sık nedenidir. Sık ve acil işeme hissi ile karakterize olan bu durum ürodinamik olarak konulan bir tanıdır. Detrüsörde hücresel seviyede patolojik özel değişikliklerle spontan detrüsör aktivitesi artar ve buna bağlı olarak da bütün mesanenin istemsiz kasılması ortaya çıkar. Yaşlılarda detrüsör aşırı aktivitesi iki şekilde iki şekilde görülür. Birinde mesane kasılma fonksiyonu korunmuştur, diğerinde bozulmuş kontraktilite ve detrüsör hiperaktivitesi (detrusor hyperactivity with impaired contractility, DHIC) olarak adlandırılan ve yaşlılarda detrüsör aşırı aktivitesinin en sık nedenini oluşturan durum söz konusudur. Etiyolojiye yönelik santral sinir sistemine bağlı olan (detrüsör hiperrefleksi) ve bağlı olmayan (detrüsör instabilitesi) şeklinde ayrım yapılmaya çalışılsa da yaşlılarda bu ayrımı yapmak hiç de kolay değildir. Çünkü detrüsör aşırı aktivitesi; yaşlanma, klinik bulgu vermeyen serebrovasküler olaylar, üretral yetmezlik, Alzheimerlı hastalarda bile görülebilen üretral obstrüksiyon kaynaklı olabilir. Bu nedenlerin ayrımını sağlayacak güvenilir yöntemlere günümüzde sahip olmadığımızdan tedavi seçimi de karmaşık hale gelecektir. b-Detrüsör aktivite azlığı; Nadir ve genelde de idiyopatik olup geriatrik inkontinansın % 10’undan azında görülen taşma tipi idrar kaçırmaya neden olur. Obstrüksiyon veya belirgin bir nöropati yokluğunda detrüsörde ultrastrüktürel yapıda dejeneratif değişikliklere bağlı olarak hücresel düzeyde patolojik bir durumdur. Detrüsör kas aktivitesi azalmıştır, böylece mesane boşalma süresi uzar ve rezidü idrar miktarı da artar (400-500 ml). c-Mesane çıkım obstrüksiyonu (MÇO); Yaşlı erkeklerde idrar kaçırmanın ikinci en sık nedenidir. Obstrüksiyonu olan her erkek hastada idrar kaçırma görülmez. Ancak obstrüksiyon idrar kaçırmayla ilişkiliyse genelde detrüsör aşırı aktivitesine bağlı olarak gelişen sıkışma idrar kaçırması şeklindedir ve MÇO durumunda taşma idrar kaçırması nadirdir. Yaşlı kadınlarda yaşlanmaya bağlı olarak üretranın elastisitesi azalır ve bu durum atrofik vajinite bağlı fibrotik değişikliklerle birlikte orta dereceli bir üretral stenoza yol açabilir. Yaşlı kadınlarda belirgin bir obstrüksiyon nadirdir, varlığında büyük bir sistoselin oluşturduğu üretral kink durumuna ya da idrar kaçırma cerrahisi sonrası gelişen obstrüksiyona bağlıdır. Nadiren de mesane çıkım obstrüksiyonu ya da mesane taşı nedendir. c-Stres idrar kaçırma; Yaşlı kadınlarda idrar kaçırmanın ikinci en sık nedenidir. Genellikle üretral hipermobilite ile birlikte olup daha nadir patoloji intrensek sfinkter yetmezliğidir. Kadınlarda stres idrar kaçırma genelde pelvik relaksasyon, multiparite, travmatik doğumlar, morbit obezite ve geçmişteki üroloji operasyonlarla ilişkilidir. Hastalar karın içi basıncının arttığı durumlarda (öksürme, hapşırma, gülme, koşma…vb.) idrar kaçırırlar. Kadınlarda nadir bir neden de belirgin bir detrüsör kontraksiyonu yokluğunda sfinkterin paradoksal olarak gevşemesiyle karakterize olan “üretral instabilite”dir. Ancak bu duruma sahip olduğu düşünülen kadınlarda gerçekte DHIC vardır. Stres idrar kaçırma erkeklerde nadir olup sıklıkla radikal prostatektomi, ve pelvik cerrahi sonrası sfinkter hasarına bağlı gelişir. Her iki cinste de idrar retansiyonu varlığında abdominal basınç artışı yaşanırsa sfinkter yetmezliğine bağlı olmayan stres idrar kaçırması görülebilir. Alt üriner sistem dışı nedenler (fonksiyonel idrar kaçırma); Geriatrik inkontinansın farklı bir tipi olup alt üriner sistem fonksiyonları normal kabul edilen yaşlılarda, bilişsel ve hareket bozukluklarına bağlı olarak idrar kaçırmanın oluştuğu farz edilir, ancak bu tam olarak doğru bir yaklaşım değildir. Kontinan olsalar bile yaşlılarda üriner sistemin normal olması istisnai bir durumdur. Öte yandan demans ve hareketsizlik durumunda idrar kaçırma kaçınılmaz değildir. Hastanede yatan ve şiddetli demansı olan hastaların %17’si kontinan bulunmuş daha da ilginci bu hastalar tekerlekli sandalyeye alındıklarında bu oran % 50’ye yaklaşmıştır. Fonksiyonel idrar kaçırması olan hastalarda geçici idrar kaçırma sebepleri de sık olduğundan; fonksiyonel idrar kaçırma tanısı geçici idrar kaçırma nedenlerini saptamada güçlüklere sebep olur. Ayrıca fonksiyonel bozukluğu olan hastalarda obstrüksiyon ve stres idrar kaçırma olabileceği ve bunlara 347 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Tablo 7. Alt üriner sistemi etkileyen ilaçlar İlaç Etki Alkol Poliüri, sık idrara gitme, urgency, deliryum, hareketsizlik Antidepresanlar Sedasyon, antikolinerjik etkiler Antipsikotikler Sedasyon, antikolinerjik etkiler, rijidite Sedatif/hipnotikler Sedasyon, deliryum, hareketsizlik Antikolinerjikler İdrar retansiyonu, taşma idrar kaçırması, deliryum, gaita tıkanması Kalsiyum kanal blokörleri İdrar retansiyonu, noktüri Diüretikler Poliüri, sık idrara gitme, urgency ACEİ Öksürüğe bağlı stres idrar kaçırma Alfa adrenerjik agonistler İdrar retansiyonu Alfa adrenerjik antagonistler Stres idrar kaçırma Beta adrenerjik agonistler İdrar retansiyonu Narkotik analjezikler İdrar retansiyonu, sedasyon, deliryum, gaita tıkanması Vinkristin İdrar retansiyonu yönelik olarak uygulanacak tedaviden fayda görecekleri de akılda tutulmalıdır. Bununla birlikte idrar kaçırma; mental yapı, mobilite, el becerisi, medikal faktörler ve motivasyondan etkilendiğinden dolayı fonksiyonel bozuklukların idrar kaçırmanın oluşumundaki katkıları da ihmal edilmemelidir. 10.7.3 Geriatrik inkontinansa bağlı komplikasyonlar 1-Üriner sistem enfeksiyonları: İnkontinansla üriner enfeksiyon arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Kateter kullanımı ve eşlik eden hastalıların fazlalığı ürosepsis riskini artırır. Mesanede yüksek rezidü idrar varlığında ve kateterizasyon gereken durumlarda üriner enfeksiyon riski artacaktır. Hatta prezervatif sonda kullanımında da üriner enfeksiyon gelişme riski anlamlı şekilde artmaktadır. 2-Düşme ve kırıklar: Hastane ve bakımevlerinde yapılan çeşitli çalışmalarda; idrar kaçırmanın düşme için majör risk faktörü olduğu ve tekrarlayan düşmelerin %22’sinin idrar kaçırmayla ilişkili olduğu gösterilmiştir. 3-Bası yaraları ve deri lezyonları: İnkontinansı olan yaşlılarda beklenildiği gibi bası yaraları riski anlamlı derecede artar ve iyileşmesi gecikir. İdrar kaçırmayla ilişkili dermatit nem ve ıslaklık ile ilgili durum olmayıp epidermisin erozyonu derinin maserasyonu şeklinde ortaya çıkar. Hastanede yatan inkontinan yaşlılarda sıklığı %27 saptanmıştır. Deride maserasyon durumunda pH ve permeabilite artmakta; mikroorganizma kolonizasyonu ve selülit oluşumu kolaylaşmaktadır. 4-Psikososyal komplikasyonlar: İnkontinansı olan yaşlılarda depresyon, izolasyon, anksiyete oldukça sık görülmektedir. %50 olguda depresif semptomlar, %25 olguda majör depresyon olduğu belirtilmektedir. 348 5-Parasomnia: İnkontinan yaşlılarda genelde noktüri ortaya çıkmakta ve bu da genel sağlık, yaşam ve uyku kalitesinde bozulmaya yol açmaktadır. 6-Bakımevine yerleştirilmede artış: İnkontinans nedeniyle bakımevine yerleştirilme oranı erkeklerde %10, kadınlarda % 6 olarak bulunmuştur. Aynı yaşta idrar kaçırması olanların olmayanlara göre bakımevine yerleştirilme riskinin kadınlarda 2 kata erkeklerde 3,2 kat daha fazla olduğu bildirilmektedir. 7-Maliyet: 1995 yılında ABD’de yıllık maliyetin 16,4 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir. 2000 yılında yapılan bir değerlendirmede 65 yaş üstü olgularda toplam sosyal maliyet 26 milyar dolara kadar çıkmakta olduğu belirtilmiş ve bu maliyetin büyük bir kısmını bakım giderlerinin, komplikasyonların, ve komorbit durumların oluşturduğu belirtilmektedir. 8-Yaşam kalitesinde gerileme, cinsel fonksiyon bozuklukları: Geriatrik olgularda yapılan yaşam kalite anketleri sonucunda yaşam kalitelerinin bozulduğu birçok çalışmada ifade edilmektedir. İnkontinansın seksüel aktivite sırasında ortaya çıkması; utanma, psikolojik sıkıntı ve seksüel disfonksiyona neden olabilmektedir. 10.7.4 Tanısal yaklaşım Yaşlılarda idrar kaçırma oldukça sık olmasına rağmen hastaların büyük kısmı idrar kaçırma nedeniyle doktora gelmezler. Yaşlı hastalar, yakınları, bakıcıları ve hatta bazı sağlık çalışanları idrar kaçırmayı yaşlılığın getirdiği bir durum olarak gördüklerinden; hastalar önce ped kullanır ve sosyal yaşamını sürdürür. Fakat zamanla sosyal ortama daha az çıkarak eve veya bakımevlerine bağımlı hale gelecektir. Sonuçta hastalarda düşkünlük gelişecek ve düşme, buna bağlı kırıklar ve depresyon sıklığı artarak ek morbidite ve mortalite nedeni olacaktır. Sağlıklı yaşlılarda da gençlerdekine benzer tedavi seçeTablo 8. Geriatrik geçici idrar kaçırma nedenleri D Delirium I Infection A Atrophic vaginitis-urethritis P Pharmaceuticals P Psychological E Excess urine output R Restricted mobility S Stool impaction lüğü tutulmalıdır. Hasta işeme günlüğünü öncelikle ken- nekleri uygulanabilirken düşkün yaşlılar komorbiditeler, ilaçlar, fonksiyonel ya da bilişsel bozukluklar gibi idrar kaçırma üzerinde rol oynayabilecek faktörlerin araştırıldığı farklı bir yaklaşım gerektirir. disi mümkün değilse yakını veya bakıcısı doldurmalı, bu süre zarfında hiçbir diyet/içecek alışkanlığı değiştirilmemelidir. En sık kullanılan International Continence Society (ICS) tarafından tarif edilen işeme günlüğüdür. Ölçülen miktar; işlevsel mesane kapasitesi, işeme düzeni, idrar kaçırma şekli ile ilgili bilgiler verecektir. Örneğin sadece sabah idrar kaçırma olması, sabah alınan diüretiğe bağlı olabilir. Yine demanslı konjestif kalp yetmezlikli bir hastada sadece gece idrar kaçırma varsa burada ana sebep demans değil muhtemelen kalp yetmezliğine bağlı diürez olarak düşünülmelidir. İşeme günlüğü aynı zamanda tedaviyi de yönlendirebilir. Polüriye bağlı idrar kaçırmanın noktürnal ya da 24 saatlik poliüri kaynaklı olduğunun ayırt edilmesinde, mesane kapasite düşüklüğüne bağlı idrar kaçırma olduğunun saptanmasında faydalıdır. 1-Anamnez: Yaşlılar sıklıkla idrar kaçırmadan bahsetmediklerinden hekimler yeterli bir anamnezle bu durumu ortaya çıkarmalıdırlar. Anamnezdeki ana hedefler; • Hastanın sosyal ve ailesel yaşantısı ile bakım ve geçim kaynaklarının gözlenmesi • Günlük bazal aktiviteleri (yataktan kalkma, yürüme, banyo, tuvalet, yemek ) ve daha ileri enstrümental aktiviteleri (alışveriş, yemek pişirme, araba kullanma, telefon kullanma) • Hastanın daha önce tanı almış komorbiditeleri ve bunlar için kullandığı tüm reçeteli veya reçetesiz ilaçların sorgulanması, böylece idrar kaçırmayı tetikleyen ya da kötüleştiren ajanların tespiti, değiştirilmesi, mümkünse kesilmesi • Hastanın beslenme alışkanlıklarının incelenmesi • Hastada idrar kaçırmaya neden olabilecek bütün durumların ortaya çıkarılması • İşeme şekli ve inkontinans tipinin belirlenmesi • Noktürinin sorgulanması ve sebeplerinin ortaya konulması (Tablo 9) • İleri ürojinekolojik inceleme gerektirecek patolojilerin (fistül gibi) saptanması • Hasta ve/veya bakıcısının idrar kaçırmadan rahatsızlık derecesinin, idrar kaçırma tedavisinden beklentilerinin (kuruluk, spesifik semptomlarda azalma, yaşam kalitesi, komorbiditede azalma, daha az tedavi yükü gibi), hastanın genel prognozunun ve beklenen tahmini yaşam süresinin sorgulanması a-İdrar günlüğü; Hasta, yakını veya bakıcısı tarafından ifade edilen sübjektif nitelikteki idrar yakınmalarının objektifliğinin sağlanması için 48-72 saatlik işeme gün- Deliryum Enfeksiyon Atrofik vajinit-üretrit İlaçlar Psikolojik Aşırı sıvı çıkarımı Hareket kısıtlılığı Taşlaşmış gaita b-Yaşam kalite anketleri; Yaşlılarda idrar kaçırmayla birlikte başka hastalıklar da bulunabildiğinden idrar kaçırmanın yaşam kalitesi üzerindeki etkisini genel yaşam kalitesi ölçütleriyle değerlendirmek güçtür. Dolayısıyla günümüzde geliştirilmiş az sayıdaki özel anketlerin hastalara uygulanması ek faydalar sağlayabilir. The Urge İmpact Scale (URIS) ve Swedish quastionnaire bu özelliklere sahip olarak kullanılan anketlerdir. 2-Fizik Muayene: Anamnez gibi fizik muayenede geçici nedenleri, eşlik eden hastalıkları ve fonksiyonel bozuklukları saptamada yardımcıdır. Nöroürolojik muayeneye ek olarak deliryum, demans, serebrovasküler olaylar, Parkinson hastalığı, kord basısı, ve nöropati (otonomik, periferal) gibi yaşlılıkta sık görülen nörolojik hastalıklar araştırılarak mobilite, cisimleri transfer edebilme, el becerisi, tuvaletini yapabilme yeteneği gibi fonksiyonel değerlendirme yapılır. Depresyona yönelik tarama testi ve tedavi planlaması için bilişsel durum değerlendirilir. Atrofik vajinit, kalp yetmezliği, periferal ödem gibi durumlara ait bulgular aranır. Rektal muayenede fekal yük, taşlaşmış gaita, kitle varlığı, prostatın kıvamı ve nodülaritesi, sakral refleksler ile gluteal çizgi simetrileri değerlendirilmelidir. Yaşlı hastalarda anal refleks değerlendirmesinde anal kasılmanın olmaması patolojik olmayıp bu durumun saptanması da zayıf detrüsörü ekarte ettirmez. 349 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma a-Stres Testi; Mesane dolu, hasta rahat ve mümkün olduğunca dik pozisyonda (kadın hastalar özellikle pelvik ve perineal kaslarını gevşetecek şekilde) yapılmalıdır. Stres faktörü olan öksürük çoklu, ıkınma ise tek ve şiddetli olmalıdır. Karın içi basınç artışına eşlik eden idrar kaçırma; stres idrar kaçırması, sonrasında olan idrar kaçırma stresin indüklediği detrüsör aşırı aktivitesi olarak yorumlanır. Hastada şiddetli acil işeme isteği varsa (genelde istemsiz mesane kasılmasına bağlıdır) yalancı pozitiflikten dolayı test yapılmaz. Stres testi sonrasında hastanın bir kaba idrarını yapması istenilir ve mesanede kalan idrar ölçülür. Eğer test negatif, hastanın anamnezinde stres idrar kaçırma varsa, işenen idrarla mesanede kalan rezidü idrar toplamı >200 ml ise stres test tekrarlanmalıdır. b-Postvoid rezidü ölçümü (PVR); ilk basamak merkezlerde uygulanamayabilecek bir testtir. Özellikle uzun süreli diabetes mellitus, daha önce idrar retansiyonu geçirenler ya da yüksek PVR saptananlar, opiyatlar gibi mesane boşaltımını bozan ilaç alanla, şiddetli kabızlık, antimuskarinik tedaviye rağmen persistan ya da kötüleşen sıkışma hissi olanlar, daha önce detrüsör aktivitesinin azalmış olduğu ya da mesane çıkım obstrüksiyonu saptananlarda yapılması önerilir. Optimal olarak işeme sonrası rezidü idrar ilk 5 dk. içinde ölçülmelidir. Mesanenin kateterizasyonu veya ultrasonik cihazlarla ölçülebilir. Herhangi bir popülasyon için yüksek rezidü miktarı belirsiz olsa da 50-100 ml rezidü normal kabul edilmekte, 100 ml ve üzerindeki ölçümler ise ileri değerlendirme konusunda uyarıcı olarak görülmektedir. Eğer PVR ölçümünde gecikme olursa aldatıcı yüksek sonuçlar kaydedilebilir. İnkontinan yaşlılarda PVR ölçümü hayati öneme sahiptir. Örneğin PVR değeri 200 ml olan kadınla 10 ml PVR ölçülen inkontinan bir kadının tedavileri farklıdır (Antimuskarinik kullanımı PVR miktarını artırabileceğinden ilk hastada temiz aralıklı kateterizasyon uygulanabilir) c-Q-tip (Cotton swab) testi ve Bonney (Marshall) testi; üretral hipermobiliteyi ve prolaps redüksiyonunda stres idrar kaçırma varlığını test etmek için kullanılan bu iki testin yaşlılarda kullanımı sınırlıdır. Vajinal stenoz yaşlılarda muayenede parmakların vajene girmesini engellediğinden Bonney testi yanlış pozitiflikler sıktır. 3-Laboratuar Testleri: Tüm hastalarda serum sodyum, potasyum, kalsiyum, glukoz, albumin, üre, kreatinin ayrıca idrar tetkiki ve idrar kültürü bakılmalıdır. a-Tam idrar tetkiki; başta kadın hastalar olmak üzere idrar kaçıran tüm hastalarda idrar tetkiki mutlaka yapılmalıdır. Semptomatik idrar yolu enfeksiyonuna bağlı birçok yaşlı hastada idrar kaçırma gelişmektedir. Uygun bir antibiyoterapi ile tedavi edilebilen bu durum idrar kaçırmanın geçici nedenleri arasındadır. b-Görüntüleme yöntemleri; Üriner sistem ultrasonogra- 350 fisi, basit, etkili ve invaziv olmayan bir yöntemdir. Rezidü idrarın yanında üriner sisteme ait patolojilerin birçoğunun tespitini sağlar. Ayrıca intravenöz ürografi, işeme sistogramı, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntülemeleri de gerekli olduğunda yapılmalıdır. c-Sistoskopi; Steril hematürili, suprapubik veya perineal rahatsızlıkları olan, yeni başlayan acil işeme hissi olan ve invaziv mesane karsinoması riski altındaki hastalara idrar sitolojisi ve sistoskopi uygulanmalıdır. d-Ürodinami; hastalarda geçici ya da kronik idrar kaçırma nedenleri saptandıktan sonra persistan idrar kaçırma için yapılacak optimal tanısal değerlendirmenin ne olduğu bilinmemektedir. Minimal invaziv bir ürodinami olan yatak başı sistometrisi önerilmiş ancak sınırlı faydası nedeniyle popüler olmamıştır. Bu nedenle çok kanallı ürodinamik inceleme bazı durumlarda kaçınılmaz olarak yapılmaktadır. Ürodinami, alt üriner sistemin fonksiyonlarının hidrostatik yöntemle incelenmesiyle mesanenin dolum ve boşaltma fonksiyonları değerlendirilmesidir. Ürodinami bütün hastalara rutin olarak uygulanmaz. İnkontinansın nedeni belirlenemezse ürodinamik değerlendirme yapılmalıdır. Yaşlılarda tanısal rolü tartışmalıdır. Fakat tedaviyi etkileyebilecek bir tanısal belirsizlikte, ampirik tedavinin başarısız olduğu ve invaziv tedavi girişimlerinin düşünüldüğü durumlarda çok kanallı ürodinamik inceleme yapılmalıdır. 10.7.5 Tedavi İdrar kaçırma tedavisi açısından sağlıklı yaşlı erişkinlerle düşkün yaşlılara yaklaşım aynı değildir. Tedavi tercihleri, tedaviden beklentiler, tedavinin fayda ve maliyeti, ilaç tedavisiyle ilgili bazı özel problemler ve düşkün yaşlılara has sorunlar bu yaklaşım farkını doğuran faktörlerdir. Yaşlılıkla birlikte ortaya çıkan fizyolojik, psikolojik, sosyolojik ve ekonomik değişiklikler bilindiğinde bu faktörler daha iyi anlaşılabilir ve bu popülasyonda hasta odaklı hedeflerin ne kadar önemli olduğu ve bakıcının rolü çok daha iyi bilinebilir. Bu nedenle geriatrik idrar kaçırma için hangi tedavi seçilirse seçilsin kontinans tedavisinin çerçevesini çizen bu faktörler tedavide mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Geriatrik inkontinans ve işeme fonksiyon bozukluğu tedavisiyle ilgili bazı genel prensipler mevcuttur. Bunlardan ilki ve belki de en önemlisi tıbbın en bilinen prensiplerinden biri olan ve “hastalık yoktur, hasta vardır” şeklinde ifade edilen prensiptir ki tanısal yaklaşımda olduğu gibi tedavide de her bir hastaya özel bir yaklaşımı gerektirir. Diğer önemli bir prensipte, başta yaşlılar olmak üzere, yerleşik bir idrar kaçırması olan hastaları başarılı bir şekilde tedavi etmenin genellikle birçok faktöre bağlı ol- duğu ve idrar kaçırmaya yol açan üriner sistem dışındaki faktörlerin ortadan kaldırılmasını gerektirdiğidir. cıyla ileri merkezlere (üroloji, jinekoloji, geriatri ya da fizik tedavi bölümü ) sevk edilebilir. 10.7.5.1 Başlangıç tedavisinde yaklaşım 10.7.5.2 İleri değerlendirme ve uzman tedavisi Sık idrara gitme, sıkışma idrar kaçırması, noktüri, stres idrar kaçırması, karışık (mixed) tip idrar kaçırma, idrar yapmada güçlük ve/veya yetersiz boşaltım semptomlarından biri veya birkaçı ile başvuran geriatrik hastalarda tanısal değerlendirme sonucunda ulaşılabilecek ilk basamak tanılar şunlardır: İleri değerlendirme aşamasında idrar kaçırmaya katkıda bulunabilecek komorbiditeler, ilaçlar, bilişsel ve fonksiyonel bozukluklar ve olası cerrahi tedavinin olumlu sonuçlarını engelleyebilecek demans gibi durumlar değerlendirilir. Yapılmış başlangıç tedavisinin yeterli süre uygulanıp uygulanmadığı, tedaviden beklentiler ve tahmini yaşam süresi hasta ve/veya bakıcısıyla ele alınır. İlk basamak tanısı yanlış olabileceğinden bu aşamada ürodinamik değerlendirme yapılmalıdır. Ayrıca muhtemel cerrahi tedavi deliryum, dehidratasyon, düşme ve enfeksiyon gibi yaşlılarda cerrahiden sonra sık ortaya çıkan komplikasyon riskinin saptanması amacıyla preoperatif değerlendirme ve peroperatuar bakım planı yapılmalıdır. İleri değerlendirme aşamasındaki inkontinan yaşlı bir hastada saptanabilecek olası tanılar aşağıda sıralanmış olup takip eden sayfalarda bunların tedavileri ele alınmıştır. 1. Sıkışma idrar kaçırması (sıkışma ve buna eşlik eden idrar kaçırma, sık idrar gitme, noktüri) 2. Belirgin yüksek PVR (DHIC, mesane çıkım obstrüksiyonu ya da aktivitesi azalmış detrüsöre bağlı olarak ortaya çıkabilir) 3. Stres idrar kaçırması (abdominal basınç artışına bağlı idrar kaçırma) 4. Karışık (mixed) tip idrar kaçırma (öncelikle en rahatsız edici semptom tedavi edilir) 5. Komplike idrar kaçırma (idrar kaçırmayla birlikte ağrı, hematüri, nüks semptomatik üriner enfeksiyon, pelvik kitle, pelvik radyasyon öyküsü, pelvik/alt üriner sistem cerrahisi, şiddetli prolaps, fistül şüphesi olması durumunda, idrar kaçırma tipinin belirlenemediği olgularda ve demans ya da fonksiyonel bozukluk gibi ilk basamak tedavinin yapılamayacağı yaşlılarda tedavi girişimi planlanmaksızın ileri değerlendirme ve girişim için sevk edilir) 1. DHIC ile birlikte ya da tek başına detrüsör aşırı aktivitesi Yukarıdaki ilk dört “ilk basamak tanısı” konulduğu zaman aşağıda bahsedilecek konservatif ve davranışsal tedavi yöntemleri (yaşam tarzı değişiklikleri, idrara sıkışma ve kaçırma konusunda erkenden uyarılan hastalarda mesane eğitimi ve bilişsel durumu bozuk olanlar için hatırlatma yoluyla işemenin teşvik edilmesi) ve/ veya ilaç tedavisi (duruma uygun olarak α- adrenerjik blokörler, antimuskarinikler ve desmopressin) ve pelvik taban kas egzersizleri (bilişsel olarak sağlam yaşlılarda) uygulanır. 6. Komplike idrar kaçırma (idrar kaçırmayla birlikte saptanan komplike nedene göre tedavi) İlk tedavi hastaya özgü yani bireysel olmalı ve tedavi; tedaviyle amaçlanan durum, tedavi tercihleri ve tahmini yaşam süresi beklentisi ve en olası klinik tanı ışığında planlanmalıdır. Örneğin bazı düşkün hastalarda (hareket etmek için 2 ya da daha fazla kişi gereken, ileri demansı olan ya da bunlarla birlikte noktürnal idrar kaçırması olanlar) yegâne olası sonuç alt bezi kullanımıyla sağlanacak “kontrollü inkontinans” olacaktır. Yukarıda bahsedilen tedavi yöntemleriyle optimal bir idrar kaçırma tedavisi sıklıkla mümkündür. Yeterli bir süre uygulanmış bir tedaviye yeterli cevap alınamaz veya başarısız olunursa hasta yeniden değerlendirilerek tedavi yeniden düzenlenebilir veya ileri değerlendirme ve tedavi ama- 2. Üretral hipermobilite ya da sfinkter yetmezliğine bağlı stres idrar kaçırması 3. Karışık (mixed) tip idrar kaçırma 4. Mesane çıkım obstrüksiyonu 5. Azalmış detrüsör aktivitesi 10.7.5.3DHIC ile beraber ya da tek başına detrüsör aşırı aktivitesinin (DAA) tedavisi DAA, DHIC ile ya da tek başına ortaya çıkabilse de her iki durumda da temel semptom sıkışma idrar kaçırması olacaktır . DAA tedavisinde ilk yaklaşım bu duruma yol açan nedenin saptanması ve tedavi edilmesi olsa da çoğu durumda böyle bir neden saptanamaz ya da saptanan nedenin spesifik bir tedavisi yoktur. Bundan dolayı da DAA tedavisi semptomatiktir, yani nedeni değil de semptomu ortadan kaldırmaya yöneliktir. Sıvı alımının miktar ve zamanlamasının ayarlanarak idrar oluşumunun dolayısıyla işemenin de miktar ve zamanlamasının ayarlanması şeklindeki basit önlemler veya yatak başına bir idrar toplayıcı cihaz konulması (herhangi bir kap olabildiği gibi bir portatif klozet de olabilir) gibi sıkışma hissinin getireceği olası durumları (idrar kaçırma, acil işeme için koşuşturmaya bağlı düşme ve kırıklar) bertaraf etmeye yönelik önlemler genelde başarılı olur. 351 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Bu tarz önlemlerin yeterli ya da tatminkâr olmadığı yaşlılarda başarılı olabilecek ve olası antikolinerjik ilaçların yan etkilerinden kaçınmayı sağlayabilecek diğer bir yaklaşım davranışsal tedavidir. Bu amaçla, bilişsel olarak sağlam hastalarda gündüzleri uygulanacak mesane eğitim rejimleriyle işeme aralıkları artırılabilir ve tatminkâr bir sonuç elde edilinceye kadar devam edilir. Bilişsel fonksiyonları bozuk hastalarda kullanılacak işemenin teşvik edilmesi (prompted voiding) yöntemiyle (her bir-iki saatte bir işeme ihtiyacı sorulması ve işeme için tuvalete kadar eşlik edilmesi) bakımevi/huzurevinde kalan yaşlıların gündüz idrar kaçırma atakları yarı yarıya azaltılabilir. Bu başarı oranları tedaviye antikolinerjik eklenerek artırılabilir. malıdır. İlaç dozu artırılmasına rağmen idrar kaçırması kötüleşen yaşlılarda PVR ölçümü tekrar edilmelidir. Yine antimuskarinik ilaçların çok bilinen bir yan etkisi olan ağız kuruluğunu gidermek için aşırı sıvı alımı da bu ilaçların etkinliğini azaltacaktır. Yine tanısal aşamada hastadan istenecek idrar günlüğüyle hastanın gece kaçırmalarının noktürnal diüreze bağlı olduğu saptanabilir ve bu durumda noktürnal diüreze yol açan nedenler (konjestif kalp yetmezliği, diabetes mellitus, obstrüktif uyku apnesi, periferal ödem, gece aşırı sıvı alımı) saptanarak etiyolojiye göre tedavi uygulanabilir. Detrüsör içine botulinum toksin enjeksiyonu da yaşlılarda iyi sonuçlar sağlayan bir tedavi seçeneği olmasına rağmen yaşlılarda kullanımıyla ilgili veri ve standardizasyon eksikliği sebebiyle ve aynı zamanda olası yan etki riskleri nedeniyle deneysel olarak kabul edilmektedir. İlaç tedavisi davranışsal tedavinin etkisini artırabilir fakat onun yerine uygulanmamalıdır. Özellikle ani sıkışma hissiyle idrar kaçıran yaşlılarda zamanlı işeme yöntemi ya da mesane eğitimiyle birlikte kullanılacak bir antimuskarinik ajan çok daha faydalı olacaktır. Yeni antimuskarinik ajanların (darifenasin, solifenasin, trospium ve fesoterodin) yaşlılarda etkinliği ve güvenilirliği yavaş salınımlı oksibütininve tolterodin benzerdir ve ani salınımlı oksibütinin ve tolterodinden daha iyidir. Antimuskarinik ilaçlardan oksibütinin ve tolterodin ile ilgili veriler daha zengindir. Yaşlılarda antimuskariniklerle ilgili çalışmalar, bu ilaçların yaşlılarda, gençlerdeki kadar etkin olduğunu ve tolere edilebilecek en düşük dozda başlanarak artırılmak suretiyle etkinlik ya da yan etki ortaya çıkıncaya dek kullanılması gerektiğini göstermiştir. Yaşlılarda antimuskarinik ilaçların seyrek de olsa konfüzyon oluşturucu bir etkisi bilinmektedir. Ancak bu risk düşük olduğundan düşkün veya bilişsel bozukluğu olanlar için bile bu risk nedeniyle antimuskarinik ilaçlardan kaçınmamak gerekir. Ayrıca kolinesteraz inhibitörü alan hastalarda antimuskarinik ilaç kullanımıyla ilgili teorik bir risk söz konusu olsa da bu durumun klinik bir problem doğurmayacağı bildirilmektedir. Yine antimuskarinik kullanımıyla elektrokardiyogramda değişiklikler ve nabız sayısında bir artış ve bu artışa bağlı yüksek ölüm oranlarına dair bir risk söz konusu olsa da yaşlılarda uygun antimuskarinik dozu düşük olduğundan bu durum klinikte pratikte belirgin değildir. Tüm antimuskarinik ilaçların kullanımıyla subklinik ya da klinik idrar retansiyonu gelişebileceğinden özellikle DHIC mevcut olgularda olmak üzere PVR takibi yapıl- 352 Antikolinerjik etkiye sahip antidepresanlardan amitriptilin ve doksepin’in yaşlılarda kullanılması önerilmezken nortriptilin ve imipramin’in ancak emniyetli bir ilaç grubu olan SSRI’lara cevap vermeyen depresif inkontinan yaşlılarda kullanılması önerilmektedir. Başta sakral nöromodülasyon olmak üzere elektriksel stimülasyon ve selektif sinir blokajı gibi diğer tedavi alternatifleri seçilmiş hastalarda başarılıdır. Son zamanlarda desmopressin’in başta noktüri olmak üzere idrar kaçıran yaşlılarda emniyetle kullanılabileceğine dair yayınlar olsa da bunların çoğu kısa dönem sonuçlarını içermektedir. Aynı zamanda bu hastaların yaklaşık beşte birinde (hemen tamamı 65 yaş üzeri olan hastalardır) hiponatremi gelişmekte ve buna bağlı olarak sıvı tutulumu ve şuur bozuklukları oluşabilmektedir. Ayrıca bu ilacın geriatrik inkontinans için etkin bir ilaç olduğuna dair çok az veri mevcuttur. Hiponatremi, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği gibi kontrendikasyonları, hiponatremi ve sıvı tutulumu riski, kalsiyum atılımını artırıp potasyum tutucu özelliği ve henüz ortaya konulamamış etkinliği nedeniyle desmopressin yaşlılarda büyük bir dikkatle kullanılmalıdır. Alt bezi ve idrar kaçıran erkek ve kadınlar için tasarlanmış özel iç çamaşırları hafif idrar kaçırma olgularında ve özellikle yaşlı hasta sosyal ve hareket kısıtlılığı yoksa emniyet hissi vererek faydalı olur, ancak dirençli ve şiddetli idrar kaçırma olgularında fayda sağlamaz. Prezervatif kateterler yaşlı erkeklerde yararlı olsa da uzun dönem kullanımda ortaya çıkan can sıkıcı sorunlar (cilt irritasyonu, bakteriüri, yara enfeksiyonu gibi) nedeniyle kullanıma tahammül edilemez. Ayrıca küçük ve retraktil penisi olanlarda uygun değildir. DAA’ne bağlı idrar kaçırması olanlarda kalıcı üretral kateterizasyon, genellikle mevcut durumu şiddetlendirdiğinden dolayı önerilmez. Kullanılması zorunlu hallerde kateterin tetiklediği mesane kontraksiyonlarına bağlı olarak oluşacak perikateter kaçağı ve üretral erozyon oluşumunu önlemek amacıyla küçük çaplı ve balonu az şişirilmiş olarak kullanılmalıdır. Mesane kontraksiyonları devam ederse antimuskarinik denenebilir. Tablo 9. Noktüri nedenleri A-Hacime Bağlı 1-Yaşa bağlı 2-Aşırı sıvı alımı/alkol 3-Diüretikler, kafein, teofilin 4-Endokrin/metabolik a-DM/Dİ b-Hiperkalsemi 5-Periferal ödem a-Konjestif kalp yetmezliği b-Albumin azaltan durumlar c-Periferal vasküler hastalık d-ilaçlar B-Uykuya bağlı 1-Uykusuzluk 2-Ağrı 3-Dispne 4-Depresyon 5-İlaçlar C-Alt üriner sisteme bağlı 1-Düşük mesane kapasitesi 2-Detrüsör hiperaktivitesi 3-Prostat bağımlı 4-Taşma idrar kaçırması 5-Düşük mesane kompliansı 6-Duyusal acil işeme DHIC ile birlikte DAA’sı olan hastalarda tedavi yaklaşımı benzer olsa da mesane kontraksiyon yeteneğinin azalmış olmasına bağlı gelişen düşük ya da yüksek miktardaki idrar retansiyonunun çözümü yönünden farklılıklar gösterir. Mesanenin yeterli olarak boşaldığı olgularda yukarıda bahsedilen davranışsal yöntemler düşük doz antimuskariniklerle birlikte ya da tek başına uygulanabilir. Rezidüel idrarın 150 ml’den fazla olduğu olgularda ise işemeye başladıktan sonra uygulanacak işemeyi artıran yöntemler (Crede manevrası, Valsalva manevrası ya da ikili işeme) ya da antimuskariniklerle birlikte ya da tek başına aralıklı kateterizasyon yararlı olabilir. Bunların hiçbirisine uygun olmayan ya da bu yöntemlerin başarılı olmadığı bu tarz olgularda alt bezi tarzı seçenekler ya da kalıcı kateterizasyon zorunlu olacaktır. İşeme günlüğü ile sıkışma hissinin yüksek mesane hacimlerinde oluştuğu saptanan DHIC’li hastalarda işemeyi artıran yöntemler ya da uyumadan önce yapılacak kateterizasyon rezidüel idrarı atmayı sağlayacağından rahat ve kontinan bir gece sağlayabilir. 10.7.5.4Stres idrar kaçırmanın tedavisi Stres idrar kaçırması olan yaşlı kadınlarda tedavi yaklaşımı konservatif ve cerrahi tedavi modellerini içermektedir. Konservatif tedavi seçenekleri ve kimlerde uygulanacağı aşağıda listelenmiştir. • Üretral hipermobilitesi olan obez yaşlı kadınlarda kilo vermeyle idrar kontrolü artırılabilir. Ayrıca, karın içi basıncını artıran durumlarda yapılacak postüral manevralar da faydalı olabilir. • İdrar kaçırmayı tetikleyen atrofik vajinit gibi durumların tedavi edilmesi ve ACE inhibitörü grubundan antihipertansiflere bağlı öksürük kaynaklı idrar kaçırma için ilaç değişikliği faydalı olacaktır. • Başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinde yaygın olarak kullanılan ve artık ülkemizde de pazarlanan vajinal pesserler özellikle yaşlı ve cerrahiye uygun olmayan yaşlılarda tercih edilebilir. • Tanısal değerlendirmede alınan idrar günlüğünde istemli idrar tutma ya da tembel mesane kaynaklı olarak stres anında mesanede tutulan idrar miktarının fazlalığına bağlı idrar kaçırması olanlarda (hacime bağlı idrar kaçırma) böbreklerden idrar oluşumunun miktarı ve işeme aralıkları ayarlanması faydalı olabilir. Ancak, hacme bağlı stres idrar kaçırma için mesane hacmi 150-200 cc altında ise tek başına bu yöntem işe yaramayabilir. • Pelvik taban kas egzersizleri, bilişsel olarak normal ve bu tedaviyi isteyen özellikle şiddetli olmayan idrar kaçırma problemi olan yaşlılarda bir hayli faydalı olabilir. Pelvik taban egzersizleriyle sağlanabilecek bu fayda, bu tedaviye vajinal koniler, biofeedback ya da elektrosti- 353 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma mülasyon eklenerek bir miktar daha artırılabilir. • Stres idrar kaçırması olan yaşlı kadınlarda halen etkin bir farmakolojik tedavi yoktur. Bu alanda kullanılabilecek mevcut tüm ajanların (fenilpropanolamin, duloksetine, imipramin, psödoefedrin, östrojen) en iyi durumda bile etkisi minimaldir fakat özellikle yaşlı popülasyonda belirgin yan etkilere (fenilpropanolamin ile hemorajik inme, imipramine ile postüral hipotansiyon, psödoefedrin müstahzarlarındaki klorfeniramin ile hipertansiyon) neden olurlar. • Yukarıda sayılan tedavi girişimlerinin başarısız olduğu olgularda, hastanın kabul etmediği durumlarda ya da şiddetli stres idrar kaçırması olan yaşlılarda cerrahi tedavi göz önünde bulundurulmalıdır. Subüretral askı cerrahisi yaşlı kadınlarda genellikle kolay tolere edilebilir bir yöntem olsa da orta üretra askılarının rejyonal hatta lokal anestezi altında ayaktan bir prosedür olarak yapılabilmesi avantaj oluşturmaktadır. Ancak TVT başarı oranlarının ilerleyen yaşla birlikte alt üriner sistemde ortaya çıkan patofizyolojik değişikliklerle ve önceki ameliyatlar nedeniyle yaşlılarda daha düşük olduğu ve zamanla da azaldığı bildirilmektedir (ilk yıl % 80-90, ikinci-üçüncü yıl % 60-70, beşinci yıl % 55). Ancak, yaşlılarda genellikle idrar kaçırma cerrahisiyle ilgili memnuniyet oranları kür oranlarından daha yüksektir. Yaşlılarda idrar kaçırma cerrahisi sonrasında uzamış idrar retansiyonu ve obstrüktif semptomlar gibi komplikasyonların daha az olduğu (%2-15) bildirilse de de novo sıkışma veya detrüsör aşırı aktivitesi daha sık olarak ortaya çıkmaktadır. • Sfinkter yetmezliği durumunda uygulanabilecek diğer tedaviler ise periüretral kitle oluşturucu madde enjeksiyonu ve artifisyel sfinkter implantasyonudur. Her ne kadar bu yöntemlerle ilgili güncel veriler, bu yöntemlerin popülerliğini azaltmış olsa da bu iki yöntem genç kadınlardaki kadar etkindir. Yaşlı kadınlarda kitle oluşturucu madde enjeksiyonunun askı cerrahine göre bazı üstünlükleri (minimal invaziv, ayaktan ve lokal anestezi altında uygulama, daha az peri/postoperatif komplikasyon) vardır, fakat bu tedavi için ideal aday; intrensek sfinkter yetmezliğine bağlı hafif-orta stres idrar kaçırması olan, sıkışma/detrüsör aşırı aktivitesi olmayan, detrüsör kontraktilitesi bozulmamış ve üretral hipermobilitesi minimal olan yaşlı kadınlardır. İlk tedaviden sonra zamnala enjeksiyon tekrarı gerekebilir ve bunların etkinliği de ilk enjeksiyondan daha az olabilir. Stres idrar kaçırması olan yaşlı erkeklerde konservatif yaklaşımlar (kondom kateterler, penil klempler, alt bezi gibi) ve cerrahi tedavi seçenekleri (erkek askı cerrahisi, artifisyel sfinkter implantasyonu) mevcutken farmakoterapiyle ilgili veri azdır ve çok da ümit verici sonuçlar içermez. Yine stres idrar kaçırması olan yaşlı erkeklerde pelvik taban kas egzersizleriyle ilgili veri yoktur. 354 • Kondom kateterler ve penil klempler gibi protezler ancak bilişsel olarak sağlam ve el becerisi yeterli yaşlılarda yararlı olabilirse de genelde hastalar bunları tolere edemez. • Alt bezi de özellikle bilişsel problemi olan veya mobilite problemi mevcut hastalarda mantıklı bir alternatiftir. • Stres idrar kaçırması olan yaşlılarda transüretral retrograd ya da perkütan antegrad kitle oluşturucu madde (genellikle kollajen veya silikon mikroimplant) enjeksiyonu ile ilgili yeterli veri yoktur, ancak özellikle yaşam beklentisi kısa olan yaşlılarda minimal invaziv bir seçenek olarak uygulanabilir. Diğer bir seçenek de ayarlanabilir silikon balon implantasyonudur. • Konservatif girişimlerin başarısız olduğu, hasta tarafından tolere/kabul edilmediği ya da şiddetli stres idrar kaçırması olan yaşlılarda erkek askı ameliyatı ya da artifisyel idrar sfinkteri implantasyonu olası seçeneklerdendir. Ancak yaşlılarda bu yöntemlerle ilgili yeterince veri yoktur. Hafif stres idrar kaçırması, güçlü bir detrüsörü olan ve daha önce pelvik radyasyon almamış bir yaşlıda bazı sebeplerle (daha az invaziv, mekanik bir cihaz değil, dolayısıyla el becerisi gerekmez ve düşük maliyete sahip) askı cerrahisi daha makuldür. Erkek askı cerrahisine karar verme sürecinde bu yönteme ait bazı rahatsız edici komplikasyonlar (sepsis riski, kalıcı perineal ağrı, çıkarma mecburiyeti doğurması, özellikle detrüsör kontraktilitesi problemli olanlarda uzamış idrar retansiyonu) göz önünde bulundurulmalıdır. Yaşlılarda yeterli veri olmasa da iyi seçilmiş hasta gruplarında artifisyel idrar sfinkteri implantasyon sonuçları onuncu yılda bile genç hastalardakine benzerdir. Ayrıca kontraktilitenin bozulmuş olduğu yaşlılarda bile uygulanabilir olması avantajıdır. Hastanın bilişsel durumunun normal ve el becerisinin de yeterli olması gereken bu seçeneğin komplikasyon ve revizyon oranları yüksektir. 10.7.5.5 Aktivitesi azalmış detrüsör (AAD) tedavisi Taşma idrar kaçırmasıyla kendini belli eden AAD’nin tedavisinde amaç; rezidüel idrar miktarını azaltmak, varsa hidronefrozu gidermek ve ürosepsisi önlemektir. Bu maksatla uygulanacak tedavi adımları aşağıda listelenmiştir. •Tedavide ilk adım en az 7-14 gün süreyle (bir aya kadar da sürebilir) aralıklı ya da kalıcı kateterizasyon ile mesanenin dekompresyonudur. Bu sırada detrüsör fonksiyonlarının bozulmasına yol açan şiddetli kabızlık ya da ilaçlar gibi nedenler de düzeltilmelidir. Özellikle akut retansiyon ile gelen olgularda α- adrenerjik blokör başlanması ve bir yıldan daha uzun yaşam beklentisi olanlarda 5α-redüktaz inhibitörüyle kombine edilmesi uygun olacaktır. • Bir ay sonunda kalıcı kateterizasyon sonlandırılmalı- dır. Dekompresyon yöntemleriyle mesane fonksiyonları tam olarak düzelmeyen hastalarda; hastalar spontan detrüsör kontraksiyonunu başlatabiliyorsa ya da özellikle kadınlarda AAD’ye stres idrar kaçırması da eşlik ediyorsa işemeyi artıran yöntemler (Crede manevrası, Valsalva manevrası ya da ikili işeme) yararlı olabilir. • AAD tedavisinde farmakoterapinin yeri olmasa da, hastalarca kullanımını zorunlu kılan durumlarda kesilemeyen ve antikolinerjik etkileri nedeniyle mesane kontraksiyonlarını bozan trisiklik antidepresanlar gibi ilaçları alan hastalarda bazen bethanekol (bölünmüş dozlarda günlük 40 - 200 mg) faydalı olabilir. Bu durumda olmayan ve sfinkter fonksiyonları normal, nörolojik kaybı olmayan diğer hastalar için de rezidü idrar miktarını azaltıcı bir etki gösterebilir. • Dekompresyon sonrasında detrüsörün akontraktil olduğu saptanırsa yukarıdaki girişimlerin hiç biri sonuç vermeyeceğinden hastaya aralıklı ya da kalıcı kateterizasyon başlanmalıdır. Yaşlıların çoğunda temiz aralıklı kateterizasyon emniyetli, kolay, ağrısız etkindir. Ancak sık üriner enfeksiyon geçiren ya da kalp kapakçık problemi mevcut olanlarda üriner enfeksiyon için antibiyotik profilaksisi gerekir. Düşkün yaşlılardaysa aralıklı kateterizasyon bazen mümkün olsa da genellikle imkânsızdır ve kalıcı sonda takılır. Huzurevlerinde kalan yaşlılarda temiz aralıklı kateterizasyonun enfeksiyon riski oluşturmadığı ortaya konuluncaya dek steril yöntemle aralıklı katerizasyon yapılmalıdır. Aralıklı kateterizasyonun uygunluğuna ve faydalarına rağmen yaşlıların çoğu kalıcı kateterizasyona meyillidir. Kalıcı kateterizasyon çok etkin bir dekompresyon yöntemi olmasına rağmen, yalnızca seçilmiş endikasyonlarda (akut hastalık durumunda sıvı dengesinin takibi amacıyla, iyileşmeyen bası yaralarında, akut idrar retansiyonunda geçici dekompresyon için, diğer tüm girişimlere rağmen düzelmeyen taşma idrar kaçırmasında) ve çok dar bir hasta grubunda (hastaların sadece %1-2’sinde) kullanılmalı ve bu hastalar özellikle bakım alan hastalar olmamalıdır. Çünkü kalıcı kateterizasyon, tıpkı gençlerde olduğu gibi pek çok ve önemli komplikasyon (kronik pyelonefrit, mesane ve üretrada erozyon, mesane taşı ve kanseri, ürosepsis) riski taşır. 10.7.5.6 Mesane çıkım obstrüksiyonunun tedavisi Sıkışma ya da taşma idrar kaçırması ile kendini belli edebilecek mesane çıkım obstrüksiyonu saptanan yaşlı erkeklerde genellikle konservatif tedavi yeterli olacaktır. İdrar retansiyonu ve buna bağlı olarak gelişebilecek üst üriner sistem hasarı olmayan MÇO olgularında, idrar günlüğünde yapılacak ayrıntılı bir inceleme sonucunda, böbreklerden idrar üretiminin sıvı alımı ve idrar üretimini etkileme potansiyeli olan ilaçların kullanımının yeniden ayarlanması ve idrar yapma alışkanlıklarının yeniden uygun biçimde düzenlenmesi faydalı olabilir. Bu yaklaşımın başarısız olduğu olgularda α- adrenerjik blokörler iyi tolere edilen etkin bir seçenektir. Ancak bu grup ilaçlar ciddi kardiyovasküler ve oftalmik yan etki potansiyeli olan ilaçlar olduğundan yaşlılarda dikkatli kullanılmalıdır. Doksazosin ve terazosine göre silodosin, tamsulosin ve alfuzosin gibi yeni ilaçların ortostatik hipotansif etkileri daha düşük oranda olsa da semptomatik hipotansiyon riski nedeniyle özellikle hipertansif ve aort stenozlu yaşlılarda ancak uygun tıbbi konsültasyon ile tedavi başlanması makuldür. Ayrıca doksazosin’in hipertansif kişilerde kalp yetmezliği riskini artırdığı bilinmektedir. Diğer yandan tamsulosin başta olmak üzere tüm α- adrenerjik blokör alan ve iridektomi (kapalı açılı glokom ve iris melanomunda uygulanan ve irisin çıkartıldığı ameliyat) ya da katarakt cerrahisi uygulanan hastalarda ameliyat sırasında veya sonrasında floppy iris sendromu riski olduğu da bildirilmiştir. Bu komplikasyonu önlemek için α- adrenerjik blokör kullanımının iridektomi ya da katarakt cerrahisinden ne kadar önce kesilmesi gerektiği konusunda da bir belirsizlik olduğundan MÇO nedeniyle α- adrenerjik blokör kullanan tüm hastalara olası göz komplikasyonu konusunda gerekli bilgilendirmenin yapılması uygun olacaktır. Son yıllarda artan sayıda çalışmalar, MÇO ile birlikte detrüsör aşırı aktivitesi olan ve α- adrenerjik blokör tedavisine yeterli cevap vermeyen olgularda antikolinerjik tedavinin etkin ve güvenilir olduğunu göstermektedir. Ancak şiddetli obstrüksiyonu, böbrek hastalığı ve belirgin (> 150-200 ml) rezidü idrarı olan hastalarda bu seçenek geçerli değildir. Antikolinerjik özelliği olan ilaçlar da alan, bilişsel bozukluğu olan, belirgin rezidü idrarı kalan ve herhangi bir nedenle yakın takibi gereken hastalarda büyük bir dikkatle kullanılmalıdır. Diğer bir monoterapi seçeneği de 5α-redüktaz inhibitörleridir (finasterid ve dutasterid). Ancak az sayıda erkekte gözlenmiş olan faydalı etkilerinin orta düzeyde olması ve bu etkinin gerçekleşmesi için ilacın uzun süre kullanımının gerekmesi nedeniyle, özellikle büyük prostatı olanlarda α- adrenerjik blokörlerle birlikte bir kaç yıl kombine kullanılması her iki ilacın tek başına kullanımından daha faydalıdır. En az bir yıllık kullanımı sonucunda idrar retansiyon riskini azaltır. MÇO ve birlikte olabilen detrüsör aşırı aktivitesi için uygulanabilecek diğer minimal invaziv ve cerrahi tedavi seçenekleri ilgili bölümlerde ele alınmıştır, burada vurgulanması gereken nokta obstrüksiyon ortadan kaldırıldığında bile DAA yaşlı hastalarda gençlere göre daha az oranda iyileştiğidir. Ancak idrar kaçırma bilişsel bozukluğu olanlarda bile gerileyebilir. Öte yandan lokal anestezi altında uygulanan ve idrar boşaltımı için kanalizasyon oluşturmayı amaçlayan kısmi rezeksiyon girişimleri veya ablatif seçenekler düşkün hastalar için genellikle yeterli olacaktır, çünkü adenomun tekrar büyüyüp obstrüksiyon oluşturmasına kadar geçecek süre 355 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma sıklıkla beklenen yaşam süresinden daha uzundur. Sonuç olarak idrar kaçırma, kişinin yaşı ne olursa olsun anormaldir ve yaşlılarda, yaşlının hareketliliğine, bilinç ve mental fonksiyonlarına ve yaşadığı yere bakılarak normal olarak değerlendirilemez. Yaşla birlikte ortaya çıkan bir takım üriner ve üriner olmayan fizyolojik değişikliklerin yanı sıra yaşlılarda sıklıkla eklenen patolojik nedenler ve ilaç kullanımına bağlı olarak yaşlıların idrar kaçırma açısından risk taşıdıkları açıktır. Bu durum tedavide de göz önünde bulundurularak aşamalı bir tanı-tedavi mantığıyla ve multidisipliner yaklaşımla yaşlıların idrar kaçırması başarılı bir şekilde tedavi edilebilir, her zaman kür olmasa da en azından hastada idrar kaçırma tedavisiyle memnuniyet oluşturan bir başarı sağlanabilir. Okunması önerilen kaynaklar Resnick NM, Tadic SD, Yalla SV: Geriatric incontinence and voiding dyfunction. In:Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA. Campbell-Walsh Urology. 10th ed. Philadelphia: Saunders Elsevıer; 2012.p 2204-22. Herschorn S: Injection therapy for urinary incontinence. In:Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA. Campbell-Walsh Urology. 10th ed. Philadelphia: Saunders Elsevıer; 2012.p 2168-85. DuBeau CE, Kuchel GA, Johnson T, et al. Incontinence in the frail elderly. In: Abrams P, Cardozo L, Khoury S, Wein AJ, editors. Incontinence, 4th International Consultation on Incontinence. Plymouth (UK): Plymbridge Distributors; 2009. p. 961–1024. Resnick NM: Urinary incontinence. In: Beers MH, Berkow R. The Merck Manual of Diagnosis and Therapy. 17th ed. Whitehouse Station, 1999. Abrams P, Klevmark B, Frequency volume charts: an indispensable part of lower urinary tract assessment. Scand J Urol Nephrol Suppl. 1996; 179:47-53. Abrams P, Cordozo L, Fall M, Griffiths D, Rosier P, Ulmsten U, van Kerrebroeck P, Victor A, Wein A; Standardiastion Sub-cobmittee of the İnternational Continenece Society. The standardization of terminology of lower urinary tract function: report from the Standartization Subcobmittee of the İnternational Continenece Society. Neurourol Urodyn. 2002;21:167-78 Ouslander JG, Johnson TM:Incontinence.In; Hazzard WR, Blass JP, Halter JB, Ouslander JG, Tinetti ME, editors. Principles of Geriatric Medicine & Gerontology, 5th ed. New York: McGraw-Hill Companies, Inc, 2003; p1571-1586. Işık AT, Bozoğlu E:Geriatrik Olgularda Üriner İnkontinans. İkinci Baskı, İstanbul, Som Kitap, 2010. Weiss JP, Blaivas JG, Van Kerrebroeck PE, Wein AJ: Nocturia, Causes, Consequences and Clinical Approaches.1st ed, Springer, 2010. 10.8 Üriner sistem fistülleri Fistül epitel veya mezotel ile kaplı iki veya daha fazla vücut boşluğu ve/veya cilt arasındaki anormal bağlantı olarak tariflenmektedir. Üriner sistemden genital organlara, intestinal sisteme, vasküler sisteme, cilde ve hatta respiratuar sisteme fistül gelişebilir. Üriner fistüller için- 356 de en sık ürogenital fistüller, ürogenital fistüller içinde de en sık vezikovajinal fistüller (VVF) görülür. 10.8.1 Ürogenital fistüller A-Vezikovajinal fistüller B-Vezikoüterin fistüller C-Üretrovajinal fistüller D-Üreterovajinal fistüller 10.8.1.1 Vezikovajinal fistüller Üriner fistüller içinde en sık görülenidir. Hastanın sosyal yaşamını ve hayat kalitesini çok ciddi oranda etkileyen bir durumdur. 10.8.1.1.1 Etiyoloji 20. yüzyılın başlarında tüm dünyada nedenler arasında doğum travmaları ilk sırada yer alırken günümüzde doğum teknikleri ve gebe bakımındaki gelişmelerin katkısıyla gelişmiş ülkelerde jinekolojik ve diğer pelvik cerrahiler ilk sıraya yerleşmiştir. Pelvik cerrahileri maligniteler, radyoterapi ve doğum travmaları takip etmektedir. VV fistüllerin daha nadir sebepleri ise inflamatuar hastalıklar, yabancı cisim ve travmadır. Radyoterapiden aylar hatta yıllar sonra VV fistül oluşabilir. Hem eksternal hem de interstisyel radyoterapi sonrası VV fistül gelişebilir. Ayrıca radyoterapi sonrası uzun dönemde gelişen VV fistüller nüks bir kitlenin de ilk habercisi olabilir. Gebe takibi ve bakımının zayıf olduğu gelişmekte olan ülkelerde doğum travmaları hala en önemli nedendir. Bunun nedeni sefalopelvik uyumsuzluğa bağlı olarak gelişen bası ve sonrasında vajen ve mesanede oluşan nekrozdur. 10.8.1.1.2 Semptomlar VV fistüllerin semptomları radyoterapi dışında genelde etiyolojik nedenden yani operasyon veya doğumdan hemen sonra başlar. Bu hastalardaki semptomların şiddeti fistülün genişliği ile doğrudan ilişkilidir. Hastaların büyük kısmında vajenden sürekli idrar kaçağı olur ve mesanede hiç idrar depolanmazken fistülü daha küçük olan hastalarda aralıklı ve pozisyonel idrar kaçırma görülebilir. İdrar kaçışına bağlı olarak sık üriner ve vajinal enfeksiyonlar, idrarın irritan etkisine bağlı cilt lezyonları gibi birçok semptom eşlik edebilir. 10.8.1.1.3 Tanı Tanıdaki ilk adım hastanın şikâyetleri ve anamnezinden yola çıkarak VV fistülden şüphelenmektir. İdrar kaçırmanın diğer nedenleri de (stres, sıkışma, taşma) sorgulanmalıdır. Ardından spekulumla yapılması önerilen vajinal muayanede vajenden gelen sıvı görülür. Ayrıca fizik muayanede fistül ağzı etrafındaki muhtemel sütür, yabancı cisim varlığı ayrıca dokudaki inflamasyon ve atrofi de değerlendirilir. Mesane metilen mavisi ile doldurularak vajene koyulan pedin boyanmasına göre gelen sıvının idrar olduğu doğrulanabilir. VV fistül şüphesi olan her hastaya sistoüretroskopi yapılmalıdır. Bu işlem hem tanıyı netleştirmek hem de fistülün tam yerini, fistül komşuluğundaki mesane dokusunun durumunu ve fistül ağzının üreter orifisleri ile olan ilişkisini değerlendirmek ve maligniteye bağlı fistül gelişen hastalarda fistül traktından biyopsi almak için yapılmalıdır. Sistoskopi ile fistül ağzı izlenemezse sistogram çekilmelidir. VV fistüller en iyi lateral pozisyonda izlenebilmektedir. Fistülün küçük olduğu bazı hastalarda miksiyon sistoüretrogram da gerekebilir. Bu hastalarda genelde mesane doldurulmaya başlandığında vajene opak geçişini izlenebilmektedir. Bu sayede fistülün yeri ve uzunluğu hakkında da bilgi sahibi olunabilir. Eğer sistogram ile de fistül gösterilemezse üreterovajinal fistülden şüphelenilmeli ve intravenöz pyelografi veya retrograd pyelografi yapılmalıdır. Mesane opak madde ile doldurularak çekilecek olan tomografi de kullanılabilir. Başka bir idrar kaçırma türünden veya nörolojik bir hadiseden şüphelenilmiyorsa ürodinami genellikle gerekmez. 10.8.1.1.4 Tedavi Amaç idrar kaçağının ve buna bağlı komplikasyonların engellenmesidir. 10.8.1.1.4.1 Minimal invaziv yöntemler Kateterli bekleme: Özellikle küçük fistüllü hastalarda yeterli olabilir. Sadece kateter drenajıyla spontan kapanmayla ilgili yapılan çalışmalarda fistülün spontan kapanmasında en önemli faktörün etyolojiden drenaja kadar geçen süre olduğu saptanmıştır. Bunun nedeni fistül epitelizasyonudur. Çünkü epitelize olan bir fistül traktı spontan kapanamaz. Endoskopik yöntemler: Stovsky ve ark. tarafınca yapılan bir çalışmada 3,5 mm’den küçük fistüllerin sistoskopi esnasında koagule edilebileceği belirtilmiştir. Bu çalışmada toplam 15 hastanın fistülü koagule edilmiş ve 12 hastada başarı elde edilmiştir. Bu hastalardan 3 tanesinin daha önce açık cerrahi ile fistül onarımları başarısız olmuş ve 2 hastanın fistülünün iyileşmiş olması da bu yöntemin açık cerrahi sonrasında da kullanılabileceğini göstermiştir. Bu yöntemin uygulanabilirliği ise özellikle küçük fistüllerde önerilmekle birlikte kesin bir sınır belirlenememiştir. Transüretral yolla fistül ağzının sütüre edilmesiyle ilgili de bazı küçük serili çalışmalar mevcuttur. 10.8.1.1.4.2 Açık cerrahi Cerrahi yöntem konusunda bir çok tartışmalı konu mevcuttur. Zamanlama: Özellikle radyoterapiye bağlı olmayan fistül olgularında teşhis ile tedavi arasındaki bekleme süresinde tartışmalar vardır. Başarıyı geç ya da erken yaklaşımın ne derecede etkilediği bilinmemektedir. Ancak geleneksel olarak vezikovajinal fistüle neden olan cerrahi ile tamirin arasında 3-6 ayın geçmesi beklenmektedir. Eğer enfekte fistüller de ya da radyoterapiye bağlı fistül gelişmiş ise daha uzun süre beklenmesi önerilmektedir. Radyoterapi sonrasında gelişen endarterit nedeniyle, dokuların vasküler gelişimi için 1 yıla kadar beklemek gerekebilir. Bu beklemenin inflamasyon ve ödemin gerilemesini bu gerilemenin de; cerrahi sırasında doku planlarının daha net seçilebilmesini, kanamanın daha az olmasını ve sütür hatlarının daha az gerginlikte olmasını sağlayacağı belirtilmektedir. Fakat son zamanlarda yapılan bazı çalışmalarda özellikle doğuma bağlı komplike olmayan fistüllerin tespit edilir edilmez tedavi edilebileceği ve böylece hastaların hayat kalitesinin en az düzeyde etkileneceği belirtilmektedir. Erken cerrahi planlanan hastalarda özellikle de abdominal cerrahi sonrası gelişen fistüllerde vajinal onarımın tercih edilmesinin daha yararlı olacağı saptanmıştır. Vajinal cerrahinin tercih edilmesi gerekliliği ise abdominal cerrahi sonrası vajinal dokuların daha az hasarlanmış olması gösterilmektedir. Tüm bu çalışmalar ışığında söylenebilir ki VV fistüllerin tedavi zamanı hakkında bir altın standart yöntem oluşmamıştır. Yöntem: Onarım transvajinal mi yoksa trans abdominal mi yapılacak? Bu seçimde cerrahı yönlendirecek olan fistülün yeri, boyutu, ihtiyaç duyulması muhtemel flepin boyutu gibi operasyonel özelliklerin yanında esas yönlendirici olan cerrahın deneyimleridir (Tablo 10). Bu iki yöntemin tüm bu özelliklerinin yanında vajinal onarım daha minimal invaziv bir cerrahi olması nedeniyle daha az kan kaybı, daha az ağrı daha az hospitalizasyon ve normal aktiviteye daha kısa sürede dönüş gibi ek getirileri de mevcuttur. Bu yüzden vajinal onarım son yıllarda ürojinekologlar arasında popüleritesini giderek arttırmaktadır. Trakt eksizyonu: Geleneksel yöntemler de traktın çıkartılması önerilirken traktın çıkartılmadan sadece etraftaki skar dokusunun eksize edilerek defektif alanların yaklaştırılmasıyla da başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Flep kullanımı: Radyasyon fistülleri, geniş fistüller, başarısız onarım hikâyesi gibi durumlarda önerilmektedir. Östrojen kullanımı: Operasyon öncesi dönemde lokal östrojen preparatlarının kullanımının vaskularizasyonu arttıracağı ve iyileşmeyi hızlandıracağı yönünde görüş- 357 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma ler de mevcuttur. Hastalara operasyondan sonra uzun süre kateterli kalacakları ve kateter alındıktan sonra sıkışma tipi idrar kaçırmalarının olabileceği, cerrahi esnasında kullanılabilecek flep dokuları nedeniyle carrahi tipinin değişebileceği mutlaka söylenmelidir. 10.8.1.1.4.2.1 Transvajinal yöntem En sık kullanılan yöntem vajinal flep yöntemidir. Bu yöntemde hasta litotomi pozisyonuna alınarak uygun boyama ve steril örtüm yapılır. Vajinal ring ekartör ve ağırlıklı vajen ekartörü yerleştirilir. Ardından fistül traktı izlenerek trakttan mesaneye doğru ince bir foley kateter yerleştirilerek traksiyona alınır ve görüş iyileştirilir. Vajen ön duvarına serum fizyolojik infiltre edilerek diseksiyon kolaylaştırılır. Uzun kollar vajinal apekse doğru olmak üzere ters J veya ters U insizyon yapılır ve trakttaki foley traksiyona alınarak trakt doğurtulur. Kesiden distal-proksimal ve laterallere doğru ilerlenerek vajinal flep hazırlanır. Fistül ağzı trakta doğru gömülerek 3-0 emilebilir sütürlerle kapatılır. Trakt eksizyonu daha önce de belirtildiği gibi tartışmalıdır. Eksizyon fistülü büyütebileceği, kanamayı arttırıp koter kulllanımını arttırabileceği için önerilmemektedir. Fistül ağzı sütüre edildikten perivezikal yağ dokusu ve mesane kas dokusu ikinci tabaka olarak ilk sütür hattına dik olacak şekilde kapatılır. Serbestlenen vajinal flepler de kapatılarak fistül bölgesi 3 tabaka halinde kapatılmış olur. Ardından mesane 250-300 cc serum fizyolojik ile doldurularak fistülün kapandığı teyit edilir. Vajene 1 gece içerde tutulacak olan vajinal tampon yerleştirilir. Tampon hemostaz ve dokular arasındaki ölü boşluklar kalmaması açısından faydalı olmaktadır. Vajinal flep yönteminde eğer tam kapanmamadan şüphelenilirse özellikle distal fistüller için labial bölgedeki yağ dokusu ve konnektif dokuları içeren Martius flepi kullanılabilir. Flep bir tünel aracılığıyla onarım yapılan bölgenin üzerine getirilir. Flepin alındığı bölgeye bir dren yerleştirilerek cilt kapatılır ve baskılı pansuman yapılır. Martius flepin uzatılamayacağı ve kan dolaşımının bozulabileceği özellikle histerektomi sonrası gelişen yüksek yerleşimli fistüllerde ise periton flepi kullanılır. Cerrahi sonrası hasta 2-3 hafta kateterli kalmalıdır. Bazı otörlerce post-op dönemde üretral kateterizasyonun yeterli olamayabileceği bu yüzden hastaların üretral ve suprapubik kateterle takip edilmesi önerilmektedir. Bu süre sonunda sistogram ile kaçak varlığı araştırılır. Kaçak yoksa foley çekilebilir, kaçak varsa foley 2-3 hafta daha tutulup tekrar sistogram çekilir. Hastaya bu dönem süresince antikolinerjik tedavi uygulanabilir. 10.8.1.1.4.2.2 Transabdominal yöntem Bu yöntem üreteroneosistostomi veya augmentasyon 358 sistoplastisi gibi ek cerrahi yöntemlerin kullanılmasının gerekeceği, vajinal yöntemle görüşün zor olacağı yüksek yerleşimli fistüllerde ve geniş fistüllerde kullanılmalıdır. Vajinal yönteme göre uzun nekahat ve hastanede kalış süresi, daha fazla kan kaybı gibi dezavantajları vardır. Bu yöntemde suprapubik insizyonla mesaneye ulaşılır. Vajene bir tampon yerleştirilerek VV fistülün izlenmesi kolaylaştırılabilir. Ardından mesaneye 2 adet tespit sütürü konur ve traksiyona alınır. Bu aşamadan sonra operasyon 2 şekilde ilerleyebilir. Transvezikal devam edilecekse fistül traktı çıkartılıp vajen ve mesane duvarı sütüre edilir. Transvezikal yöntemde Gil-Vernet’in tanımladığı şekilde posterior mesane duvarından otoflep hazırlanabilir. Diğer yöntemde (O’Conor Yöntemi) ise transperitoneal veya ekstraperitoneal yöntemle vezikal kesi posteriordan fistül ağzına kadar uzatılarak retrovezikal alana girilir ve fistül traktı çıkartılır. Mesane ve vajen ayrı ayrı kapatılır. Ardından eğer gerekli olursa peritoneal veya omental flep getirilebilir. Flep fistül bölgesinin en az 2 cm aşağısına kadar gerilimsiz bir şekilde uzatılmalıdır. VV fistüllerde cerrahi sonrası başarı % 90 düzeyindedir. Yapılan çalışmalar bir fistülün kapanması için en büyük şans ilk operasyon olduğunu göstermektedir. Fistül tekrarladıkça başarı oranı düşmektedir. 10.8.1.2 Vezikoüterin fistül Bu fistül tip nadir bir tiptir ve serilerin çoğu 15-20 senelik takiplere rağmen sınırlı sayıda hastadan oluşmaktadır. Son yıllarda görülme sıklığı sezeryan operasyonlarının artmasına bağlı olarak giderek artmaktadır. Vezikoüterin fistüllerin büyük kısmı mesane arka duvarında ve orta hatta oluşur. Genelde sürekli idrar kaçırma olmaz bunun nedeni serviksin sfinkter benzeri bir görev görmesidir. Vezikoüterin fistüllerde görülen siklik hematüri, menoüri ve idrar kaçırma semptomları (Youssef Sendromu) birlikte bulunmaktadır. Tanıda sistoskopi, sistogram, histerosalpingografi ve histeroskopi kullanılır. MR ve tomografi de kullanılabilir. Tedavi hastanın fertilite isteğine göre şekillenir. Gebelik isteği olmayanlara histerektomi önerilebilir. Gebelik isteği olanlarda ise VV fistüldeki O’Conor yöntemine benzer şekilde trakt eksize edilir ve gerekirse flep kullanılır. 10.8.1.3 Üretrovajinal fistüller VV fistüldeki gibi etyoloji ülkeler arsı farklılıklar gösterir. Gelişmiş ülkelerde vajinal cerrahiler ilk sırada iken gelişmekte olan ülkelerde ise en sık neden doğum eylemidir. Diğer nedenler ise radyoterapi, maligniteler ve travmadır. Semptomlar fistül boyutu ve yeri ile direk Tablo 10: Vezikovajinal fistül onarımında vajinal ve abdominal yöntemlerin karşılaştırılması YÖNTEM TRANSABDOMİNAL TRANSVAJİNAL Göreceli tercih Yüksek yerleşimli ve geniş fistüller, RT fistülleri, ek Komplike olmamış basit fistüller, nedenleri cerrahi girişim ihtiyacı (augmentasyon, alçak yerleşimli fistüller, hasta üreteroneosistostomi) başarısız vajinal onarım isteği hikayesi, hasta isteği Operasyon zamanı 3-6 ay beklenmesi önerilir Görüş alanı Trigonal veya mesane boynundaki fistüllerde görüş zor olabilir. Enfeksiyon ve komorbidite yokluğunda beklenmeden yapılabilir Vajinal kafta yerleşen fistüllerde görüş zor olabilir. Seksüel fonksiyon Vajinal derinlik değişmez Vajinal derinlik azalabilir. Kullanılabilecek flep türleri Omentum, peritoneal flep, rektus abdominis Labial yağ dokusu (Martius flep), peritoneal flep, gluteal cilt, gracilis flep ilişkildir. Distal fistüllerde idrar kaçırma hiç olmayabilir veya işeme esnasında vajene dolan idrarın gelmesi olarak tanımlanan yalancı idrar kaçırma gözlenir. Fistül mesane boynunda ise sürekli idrar kaçırma izlenebilir. Tanıda fizik muayene, üretroskopi ve voiding sistoüretrogram kullanılır. Tedavi esas olarak VV fistüldeki vajinal yaklaşımla aynıdır. Bazı kaynaklar üretrovajinal fistüllerde özellikle de nüks ve birden fazla olanlarda rutin flep (Martius, rektus abdominis) kullanımını önermektedir. Başarı oranları genelde VV fistüldeki kadar iyi olmakla birlikte periüretral doku kaybı sfinkter disfonksiyonu gibi nedenlerden dolayı değişkenlik gösterebilmektedir. Mesane boynu ve sfinkterin ciddi derecede hasarlandığı durumlarda kontinansı tekrar sağlamak mümkün olmayabailir. 10.8.1.4 Üreterovajinal fistüller En sık nedeni pelvik cerrahilerdir. Pelvik cerrahiler içinde ise en sık neden histerektomidir (laparoskopik>abd ominal>vajinal). Semptomlar klasik olarak histerektomiden birkaç hafta sonra başlar. Hastanın diğer üreteri normal olduğunda normal işeme fonksiyonu devam eder fakat mesane boşalmasına rağmen sürekli ıslaklık olur. Üreterden oluşan bu idrar kaçağı nedeniyle retroperitoneal alanda ürinom gelişebilir. Ürinom hastalarda yan ağrısı, bulantı ve ateşe neden olabilir. Tanıda kullanılan en önemli yöntem retrograd ve intravenöz pyelografidir. Mesane metilen mavisiyle doldurulup vajene konan pedin boyanmaması aksine intravenöz uygulama sonucu boyanması tanı koydurur. Diğer fistülleri dışlamak için sistoskopi, sistogram ve ürinom varlığını değerlendirmek için tomografi kullanılabilir. Retrograd pyelografi- de bir fistül veya ekstravazasyon tespit edildiğinde üreteral stent yerleştirilmeli ve en az 4 hafta tutulmalıdır. Stent yerleştirilemezse veya stent çekildikten sonra hala kaçak varsa açık cerrahi uygulanmalıdır. Retrograd stent yerleştirilemediği durumlarda perkütan nefrostomi takılarak fistül devre dışı bırakılmalı böylece retroperitoneal idrar birikimi ve buna bağlı komplikasyonlar da engellenmelidir. Literatürde retrograd stent takılamadığı için perkütan nefrostomi ile takip edilen ve fistülleri spontan kapanan vakalar mevcuttur. Üreteral fistüllerin birçoğu distal uçta olduğu için açık cerrahi genellikle UNC şeklinde olmaktadır. Üreter mümkün olduğunca distale kadar diseke edilmeli ve kanlanmasına dikkat edilmelidir. Boari flep veya psoas hitch tekniği kullanılabilir. Bazı vakalarda böbreğin ototransplantasyonu, ileri derecede renal disfonksiyonu olan hastalarda ise nefrektomi tercih edilebilir. Bu yöntemlerle % 90 oranında başarı sağlanmaktadır. 10.8.2 Üroenterik fistüller 10.8.2.1 Vezikoenterik fistüller Mesane ile intestinal sistem arasında oluşur. 10.8.2.1.1 Etyoloji En sık nedeni sigmoid divertikülittir. Bu yüzden en sık erkeklerde ve 55-65 yaş grubunda görülür. Diğer nedenleri ise malignite, Crohn hastalığı, radyoterapi, enfeksiyon, travma ve pelvik cerrahilerdir. Hastalarda en sık alt üriner sistem ve sistit semptomları görülür. Klasik, tanı koydurucu ve hastaların %50-70 inde görülen semptom ise pnömotüridir. Daha nadiren fekalüri görülebilir. Tanı 359 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma Şekil 3: Vezikovajinal fistül tanısında izlenecek yol aşamasında fistülün varlığı kanıtlanabilmekle birlikte anatomik lokalizasyonunu belirlemek çok zordur. Sistoskopi ve sigmoidoskopi de fistülün olduğu bölgede lokalize enflamasyon ve ödem alanları görülebilir fakat fistül ağzı genelde izlenemez. Sigmoidoskopi sonrası görülen pnömatüri tanıyı kesinleştirir. riski fazla olan durumlarda önerilir. Oral baryum enemalı direk grafi çekilebilir veya ilk idrar radyolojik olarak incelenebilir. (Bourne testi). Ayrıca hastaya aktif kömür verilerek idrardaki kömür parçacıkları izlenebilir. Fakat bu yöntemlerin hiç birisi lokalizasyonu tam olarak belirleyemez. Non-komplike ve yeterli barsak temizliği yapılmış ve yaygın enfeksiyonu olmayan hastalarda tek aşamalı yöntem tercih edilir. Gerekirse peritoneal veya omental flep kullanılabilir. Komplike ve enfekte fistüllerde daha sıklıkla kullanılan iki aşamalı yöntemde ise rezeksiyonla eş zamanlı kolostomi açılır. Enfeksiyon ve kolonik kontaminasyon geriledikten sonra ortalama 3. ayda kolostomi kapatılır. Tomografi ise mesanede hava, kolonda divertikül varlığı ve her iki komşu kolon ve mesane duvarında kalınlaşma olarak tanımlanan ve fistüle özgü olduğu kabul edilen bir üçleme mevcuttur. 2004’te yapılan bir çalışmada tomografinin %90, baryum enemanın %20 sistogramın ise %11 oranında doğru tanı koyabildiği bu yüzden fistül şüpheli hastalarda tomografinin ilk tercih olarak kullanılması önerilmiştir. Açık cerrahi Tek aşamalı veya iki aşamalı cerrahi uygulanabilir. Komplike fistüllerde parsiyel mesane ve barsak rezeksiyonu gerekir Çok nadir olmakla birlikte özellikle genç erişkin erkek hastalarda apendikovezikal fistül izlenebilir. Bu fistül genellikle tedavi edilmeyen ve komplike olan apendisit olgularında oluşur. 10.8.2.1.2 Tedavi 10.8.2.2 Üreteroenterik fistüller Takip ve minimal invaziv yöntemler En sık neden Crohn hastalığıdır. Dolayısıyla fistül en sık terminal ileuma olur. Bu bölgeden sıklıkla üreterlere bazen de mesaneye fistül gelişebilir. Diğer nedenleri ise cerrahi, travma, radyoterapi, üreter tömörleri ve ülseratif kolittir. Özellikle pelvik cerrahi sonrası üreterorektal fistüller gelişebilir. Literatürede pelvik cerrahi sonrası radyoterapi alan ve sonrasında gelişen üreteral darlık Şiddetli semptomları olmayan ve hayat kalitesi ciddi oranda etkilenmeyen non-komplike vakalarda intravenöz beslenme, barsakların dinlendirilmesi, antibiyotik tedavisi ilk seçenek olarak denenebilir. Bu yöntem özellikle Crohn hastalığı gibi cerrahi sonrası bile tekrarlama 360 Şekil 4: Üreterovajinal fistül tanı ve tedavisinde izlenecek yol için yapılan balon dilatasyonun neden olduğu fistüller de mevcuttur. Tanı genelde retrograd pyelografi ile konur. IVP ve tomografi de kullanılıbilir. Tedavide ise üreterolizis ve barsak rezeksiyonu uygulanır. Fistül çevresi dokular çok enflame değilse ve üreter hasarı olmadan serbestlik sağlanabilirse üreter rezeksiyonu genellikle gerekli değildir. Ciddi renal fonksiyon kaybı olanlarda ise nefrektomi gerekebilir. 10.8.2.3 Pyeloenterik (Renoenterik) fistüller Renal pelvis veya kaliksler ile intestinal sistem arasında oluşan fistüllerdir. Büyük kısmının nedeni böbrek ve barsaklara ait inflamatuar patolojiler olmakla birlikte, böbrek patolojileri daha ön plandadır. Böbrek patolojilerinden de en sık ksantogranülamatöz pyelonefrit görülmektedir. Son yıllarda ise hem enfeksiyon tedavisindeki ilerlemeler hem de böbreğe yönelik perkütan girişimlerin artmasıyla renal cerrahilerde önemli bir neden haline gelmiştir. Sağ böbreğe yapılan cerrahi girişimler yakın komşuluk nedeniyle duodenal yaralanma ve fistüller açısından risklidir. Literatürde künt travmalardan aylar sonra dahi fistül gözlenen vakalar da vardır. Hastalarda genelde yan ağrısı, ateş ve intestinal semptomlar izlenir. Tanıda IVP ve retrograd pyelografi kullanılır. Eğer perkütan renal cerrahi sonrası şüphelenilirse nefrostogram ile de tanı konabilir. Tedavi yöntemleri de etiyolojinin değişmesine paralel olarak değişmiştir. Günümüzde tedavide renal drenaj (nefrostomi ve/veya üreteral stent) ve nazogastrik kateter ve barsak istirahati uygulanır. Böbrekte herhangi bir yabancı cisim (taş, stent parçası) varsa çıkartılmalıdır. Fonksiyonu ileri derecede azalmış böbreklerde ise nefrektomi yapılabilir barsak ise primer onarılır. 10.8.2.4 Üretrorektal fistüller 10.8.2.4.1 Etiyoloji Genellikle prostat ve üretraya yönelik cerrahiler, rad- yoterapi, kriyoterapi, rektal operasyonlar, lokal invaziv prostat ve rektum maligniteleri ve travma sonrası oluşur. Daha nadiren prostatik abselerin perforasyonu sonrası da gelişebilir. Fakat en sık neden malign veya benign nedenlerle yapılan prostatektomi operasyonlarıdır. Yüksek hacimli radikal prostatektomi serilerinde rektal yaralanma %1-2 düzeyinde tespit edilmiştir. Bu yaralanmaların çoğunluğu intraoperatif tespit ve tedavi edilmektedir. Hastaların bir çoğu onarım sonrası sorunsuz iyileşmekte iken çok küçük bir kısmında ise rektoüretral fistül oluşmaktadır. Gelişen fistüllerin büyük bir çoğunluğu vezikoüretral anastomoz bölgesindedir. Diğer nedenler arasında yer alan radyoterapi ve kriyoterapi serilerindeki oranlar %0 ile % 2 arasında değişmektedir. Fakat tedavi konusunda genel görüş radyoterapi sonrası gelişen fistüllerin tamirinde interpozisyonel bir flep ihtiyacının daha yüksek olduğudur. 10.8.2.4.2 Semptomlar Rektoüretral fistüllü hastaların semptomları çek çeşitlilik gösterir. Pnömotüri, fekalüri, dizüri ve peritonite bağlı ağrı, bulantı-kusma ve ateş görülebilir. Ayrıca bu fistüllerin çoğu anostomoz bögesinde olduğu için stress inkontinansta sıkça görülmektedir. 10.8.2.4.3 Tanı İlk adım rektal muayenedir. Rektal muayenede fistül traktı palpe edilebilir. Ayrıca voiding sistoüretrogram, retrograd üretrografi, sistoskopi ve rektoskopide kullanılabilir. Bu yöntemlerle tanı genelde rahatça konur. 10.8.2.4.4 Tedavi Radyoterapi veya kriyoterapiye bağlı olmayan küçük fistüllerde üretral kateterle birlikte oral beslenmenin kesilmesi ile spontan iyileşmeler bildirilmiştir. 1500 hastalık bir prostatektomi serisinde gelişen toplam 13 rektoüretral fistülden 3 tanesi kateterli bekleme ile iyileşmiştir. Fakat bu iyileşme süresi 100 güne kadar uzamıştır. Bunun dışında endoskopik sütürasyondan fibrin glue kullanımına kadar birçok minimal invaziv yöntem kullanılmıştır. Konservatif yöntemlere cevap için 3 aya 361 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma kadar beklenebileceği belirtilmektedir. Bu tedavilere cevap vermeyen hastalarda ise açık cerrahi uygulanır. Açık cerrahiler transrektal, perineal veya abdominal yolla yapılabilir. Transrektal operasyonlar ise transsfinkterik (York-Mason Operasyonu) veya ekstrasfinkterik yöntemle yapılabilir. Transsfinkterik yöntem çok iyi bir görüş alanı sağlamasına rağmen fekal inkontinans riski vardır. Çünkü rektum arka duvarıyla birlikte anal sfinkter de açılır. Ekstrasfinkterik yöntemde ise görüş alanı genelde kısıtlı ve manüplasyon zordur fakat inkontinans gibi bir risk yoktur. Her iki yöntemde de trakt eksize edilir. Üretra ve rektum onarılmasını takiben onarılan rektum bölgesinin üzerine rektal mukozadan flep kapatılarak 3 tabakalı kapatma sağlanmış olur. Perineal onarımın en büyük avantajı ise omental flep kullanabilme avantajıdır. Cerrahi ne şekilde olursa olsun tek (kolostomisiz) veya iki aşamalı (kolostomili) yapılabilir. Özellikle radyoterapi fistülleri ve geniş fistüllerde iki aşamalı süreç önerilmektedir. Brakiterapi ve kriyoterapi sonrası gelişen fistüller genellikle geniş doku nekrozlarıyla birliktelik gösterdiğinden bu hastalara üriner ve intestinal diversiyonlar gerekebilir. 10.8.3 Ürovasküler fistüller Bu fistüller sıklıkla renal pelvis ve kaliksler ile vasküler sistem arasında oluşur nadiren toplayıcı sistemin diğer kısımlarında da oluşabilir. Bu fistüllerin tamamına yakınında neden üst üriner sisteme yapılan endoskopik girişimlerdir (üreteroskopi, perkutan nefrolitotomi gibi). 10.8.3.1 Renovasküler ve pyelovasküler fistüller Etiyolojide en sık perkütan nefrolitotomi görülmektedir. En büyük risk trakt oluşturulması ve dilatasyon aşamasındadır. Bu fistüllerin perop tanınması sheat ve sonrasındaki nefrostomi kateteri nedeniyle zor olabilir. Bu operasyonların yanı sıra renovasküler fistüller böbrek biyopsisi sonrasında da gelişebilir. Semptom olarak aralıklı hematüri iken masif ve hastayı şoka kadar götürebilen ani hematüriler de görülebilir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli bir hususta kateterli dönemde kateterin baskısı nedeniyle çok ciddi olmayan kanamanın kateter çekildikten sonra şiddetlenebileceğidir. Tedavide hastanın hemodinamik durumu göz önünde tutulmalıdır. Hemodinamisi stabil olan hastalarda nefrostomi kateter traktından daha geniş bir kateter (foley, nelaton) ilerletilerek tampon yapılabilir. Buna rağmen kanama durmazsa veya hastanın hemodinamisi kötüleşirse anjiyografik yöntemler ve hatta nefrektomiye kadar gidebilen açık cerrahiler gerekebilir. 10.8.3.2 Üreterovasküler Fistüller Son yıllarda artan ürolojik endoskopik girişimler nedeniyle sıklığı artmaktadır. Bununla birlikte radyoterapi, pelvik cerrahi sonrasında da gelişebilir. Spontan gelişen fistüllerin çoğu anevrizma gibi vasküler anomali zemininde gelişir. En sık iliak arter ve vene fistül gelişmektedir. En sık semptom hematüridir. Tanıda retrograd pyelografi, IVP veya intravenöz opaklı tomografi kullanılabilir. Bu yöntemlerin başarısız olduğu durumlarda selektif anjiyografik yöntemler hem tanı hem de tedavi amaçlı kullanılabilir. Anjiyografik yöntemlerin yetersiz kaldığı durumlarda ise kardiyovasküler cerrahi konsültasyonu ile birlikte açık cerrahi önerilir. Vasküler tarafın tamiratı sonrası çeşitli üriner diversiyonlar gerekebilir (üreteroüreterostomi, transüreteroüreterostomi, üreterokutanastomi). 10.8.3.3 Diğer ürolojik fistüller Çok nadir olmakla birlikte üriner sistemden cilde, toraksa ve lenfatik sisteme fistül gelişebilir. Bu fistüllerin büyük kısmının nedeni kronik enfeksiyonlar, cerrahi girişimler ve travmadır. Böbrekten toraksa gelişen fistüllerin büyük kısmının nedeni perkütan girişimler, cilde gelişen fistüllerin nedeni ise özellikle taşa bağlı gelişen kronik pyelonefrittir. Ayrıca uzun süre nefrostomili kalan hastalarda da cilde fistül gelişebilir. Üreter ve mesaneden cilde gelişen fistüllerin büyük kısmıda iyatrojeniktir. İnvaziv maligniteler de tedavisiz bırakılırsa cilt fistülüne neden olabilir. Tanıda IVP ve tomografi kullanılabilir. Ciltte fistül ağzı izlenen hastalarda ise fistülografi yapılabilir. Ayrıca literatürde yine büyük kısmı cerrahi girişime ve travmaya sekonder gelişen lenfatik sistem ve eklem boşluklarına fistülizasyonda bildirilmiştir. Üriner sistemin kendi organları arasında bile fistül gelişebilir. Özellikle perineal travmalar ve pelvik cerrahiler sonrası normal anatomik yapıyı (mesane boynu, prostat) by-pass ederek idrar kaçırmaya neden olan vezikoüretral fistüller bildirilmiştir. Üretrokutanöz fistüller ise genellikle hipospadias cerrahi sonrası karşımıza çıkar. Okunması önerilen kaynaklar Rovner ES: Urinary tract fistulae. In:Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA. Campbell-Walsh Urology. 10th ed. Philadelphia: Saunders Elsevıer; 2012.p 2223-51. Noble MJ, Vasavada SP, Lavery IC. Repair of bladder fistulae In: Novick AC. Operative Urology at Cleveland Clinic. New Jersey Humana Press; 2008. p 299-313 Eilber KS, Kavaler E, Rodríguez LV, Rosenblum N, Raz S. Ten-year experience with transvaginal vesicovaginal fistula repair using tissue interposition. J Urol. 2003 Mar;169(3):1033-6. -Stovsky MD, Ignatoff JM, Blum MD, Nanninga JB, O’Conor VJ, Kursh ED. Use of electrocoagulation in the treatment of vesicovaginal fistulas. J Urol. 1994 Nov;152(5 Pt 1):1443-4. Singh O, Gupta SS, Mathur RK. Urogenital fistulas in women: 5-year 362 experience at a single center. Urol J. 2010 Winter;7(1):35-9. Porcaro AB, Zicari M, Zecchini Antoniolli S, Pianon R, Monaco C, Migliorini F, Longo M, Comunale L. Vesicoüterine fistulas following cesarean section: report on a case, review and update of the literature. Int Urol Nephrol. 2002;34(3):335-44 Hilton P. Urogenital fistula in the UK: a personal case series managed over 25 years. BJU Int. 2012 Jul;110(1):102-10 Bazi T. Spontaneous closure of vesicovaginal fistulas after bladder drainage alone: review of the evidence. Int Urogynecol J Pelvic Floor Dysfunct. 2007 Mar;18(3):329-33. Raz S, Bregg KJ, Nitti VW, Sussman E. Transvaginal repair of vesicovaginal fistula using a peritoneal flep. J Urol. 1993 Jul;150(1):56-9. Scozzari G, Arezzo A, Morino M.Enterovesical fistulas: diagnosis and management. Tech Coloproctol. 2010 Dec;14(4):293-300. Culkin DJ, Ramsey CE. Urethrorectal fistula:transanal, transsphincteric approach with locally based pedicle interposition fleps. J Urol 2003; 169: 2181–2183 Kitamura H, Tsukamoto T. Rectourinary fistula after radical prostatectomy: review of the literature for incidence, etiology, and management. Prostate Cancer. 2011;2011:629105. Batter SJ, McGovern FJ, Cambria RP.Ureteroarterial fistula: case report and review of the literature. Urology. 1996 Sep;48(3):481-9. Yu NC, Raman SS, Patel M, Barbaric Z. Fistulas of the genitourinary tract: a radiologic review. Radiographics. 2004 Sep-Oct;24(5):1331-52. Review. 10.9 Alt üriner sistem divertikülleri 10.9.1 Mesane divertikülleri Mesane divertikülleri, mesane mukozasının muskularis propria içinden mesane dışına doğru herniasyonu olarak tanımlanmaktadır. Değişik boyutlarda, ince duvarlı, ostium veya boyun olarak adlandırılan bağlantılarla mesaneye açılan, idrar dolu kistik oluşumlardır. Histolojik olarak divertikül; divertiküller olup, çocukluk çağı boyunca bulunmalarına rağmen, klinik olarak en sık 10 yaş civarında saptanırlar. Vezikoüreteral reflü (VUR) ile sıklıkla birliktedir. Konjenital mesane divertiküllerinin nedeni sıklıkla üreterovezikal bileşkenin konjenital zayıflığıdır. Çocuklarda insidans %1,7 olarak bildirilmiş olup, sistoskopide genellikle trabekülasyon izlenmez. Konjenital divertiküller Menkes, William, Ehler-Danlos gibi sendromlara eşlik edebilir. (Resim 1) Edinsel (sekonder) mesane divertikülleri en sık mesane çıkım obstrüksiyonu (BPH, prostat Ca) veya nörojen mesaneye sekonder olarak gelişirler. Bunların dışında üretra darlığı, posterior üretral valf ve üreteroneosistostomi sırasında kas tabakasının uygun olmayan şekilde kapatılması gibi iatrojenik nedenlerle de ortaya çıkabilirler. Konjenital mesane divertiküllerinde olduğu gibi üreterovezikal bileşkede daha sık görülürler. Edinsel mesane divertikülleri çoğunlukla çok sayıda olup, görülme sıklığı erkeklerde BPH gelişim yaşıyla uyumlu olarak 60 yaş civarında artar. Sistoskopide genellikle trabekülasyonda artış izlenir. Erkek/kadın oranı 9/1 olup, prostatizm ile ilişkili orta-büyük divertikül insidansı %1-6’ dır. Orifisi içine alan divertiküller Hutch divetikülü olarak adlandırılır. (Resim 2) 10.9.1.2 Klinik bulgular Divertiküllere bağlı olarak, yetersiz idrar boşaltımı, abdominal doluluk hissi, ikili işeme gereksinimi gibi spesifik olmayan bulgular görülebilir. Divertikül boyutu ile hastanın klinik yakınmaları arasında korelasyon yoktur. Birçok mesane divertikülü, özellikle üriner enfeksiyon, hematüri, abdominal ağrı gibi yakınmalarla başvuran hastalarda, tesadüfen saptanır. Mesane divertikülüne bağlı olarak görülen işeme sonrası artık idrar (postvoiding rezidü) üriner enfeksiyon için predispozisyon oluşturduğu gibi tedaviye yanıtı da etkiler. • Mukoza 10.9.1.3 Tanı • Subepitelyal bağ doku veya lamina propria Mesane divertiküllerinin tanısında radyolojik ve endoskopik yöntemler kullanılabilir. Radyografik tetkiklerin incelenmesinde divertiküllerin sayı, anatomi ve lokalizasyonu mutlaka değerlendirilmelidir. Floroskopik voiding sistoüretrografi oldukça etkin bir tanı yöntemi olup, sistoskopiye göre divertikülü daha yüksek oranlarda saptayabildiği gösterilmiştir. Bu yöntemde anteriorposterior, oblik ve lateral görüntülerle divertikülün lokalizasyonu, boyutu saptanmakta, işeme sonrası boşaltım ve varsa VUR görüntülenebilmektedir. Divertikül ostiumu tümör veya herhangi bir nedenle obstrükte olmuşsa bilgisayarlı tomografi (BT) ve magnetik rezonans (MR) gibi ileri görüntüleme yöntemleri kullanılabilir. • Dağınık ince kas fibrilleri • Adventisyadan oluşur. Divertikül duvarında bulunan düz kas lifleri işeme sırasında divertikülün tam boşalmasını sağlayamaz. 10.9.1.1 Etiyopatogenez Mesane divertikülleri konjenital ve edinsel olmak üzere iki gruba ayrılır. Konjenital mesane divertikülleri sıklıkla orifislerin posterolateralinde lokalize, soliter ve nisbeten daha büyük Divertikül basısına bağlı olarak asemptomatik hidronef- 363 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma roz gelişebileceğinden, üst üriner sistemin intravenöz pyelografi, ultrasonografi, BT veya MR gibi görüntüleme yöntemleriyle değerlendirilmesi gerekebilir. Endoskopik muayenede divertikül ağzının, orifislerle ve mesane boynu ile olan ilişkisi değerlendirilmeli, endoskop ile divertikül içine girilerek taş veya şüpheli mukoza görünümü araştırılmalıdır. Gerektiğinde biyopsi veya sitolojik değerlendirme için örnekler alınmalıdır. Mesane çıkım obstrüksiyonu, azalmış, komplians veya nörojen işeme disfonksiyonu mesane divertikülü oluşumuna sebep olabilir. Ürodinami bu hastalarda tanı için oldukça önemli bilgiler verebilir. Azalmış komplians, yüksek detrusor basınçları gibi anormal ürodinami sonuçları olan hastalarda altta yatan patoloji tedavi edilmezse, cerrahi tedavi sonrasında divertikül rekürrensi ve diğer bazı problemler yaşanabilir. Mesane divertiküllerinde yapılan ürodinamilerde mesane kontraktilitesi, idrarın divertiküle kaçması sebebiyle oluşan basınç düşmesi etkisiyle, yanlış ölçülebilir ve bu hastalarda hiperkomplian bir mesane saptanabilir. Divertikül çok büyük ise mesane kapasitesi çok artacağından bu hastalara yanlış bir tanı olarak flask tip nörojen mesane tanısı konabilir. Mesane divertikülleri ile ilişkili olarak malign değişim, üreteral anomaliler ve taş oluşumu görülebilir. Tedavi edilmeyen divertiküllerde idrar stazına bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülen malign dönüşüm sıklığının kesin olarak bilinmemekle beraber yüksek olduğu düşünülmektedir. Bazı çalışmalarda %0,8-%10 sıklıkla görüldüğü bildirilen neoplazilerin %60-80 ürotelyal, %20 -25 squamöz karsinom olduğu bildirilmiştir. Gecikmiş tanıya ve müsküler tabakanın yokluğuna bağlı olarak bu tümörlerin ekstravezikal yayılımı sıktır ve prognoz genellikle kötüdür. Lezyonların transüretral rezeksiyon (TUR) ile tedavi edilmesindeki zorluk ve hatta çoğu zaman imkânsızlık sebebiyle genellikle parsiyel veya radikal sistektomi gibi tedaviler önerilirken, düşük derece ve düşük evrede divertikülektomi yeterli olabilmektedir. Cerrahiye uygun olmayan ya da cerrahi tedavi istemeyen hastalarda, preoperatif VSUG veya videoürodinami ile tespit edilmiş belirgin mesane kontraktilite bozukluğunda temiz aralıklı kataterizasyon (TAK) veya sürekli kataterizasyon yeterli ve etkili bir yaklaşım olabilir. Tesadüfen saptanmış, herhangi bir yakınmaya neden olmayan, işeme sonrasında tam olarak boşalan divertiküllerde izlem en uygun yaklaşımdır. Hastalarda persistan semptomlar, rekürren enfeksiyonlar, obstrüksiyon, taş varlığı, malignite ve VUR gibi komplikasyonların varlığı cerrahi tedaviyi gerektirir. Yapılacak cerrahi girişim öncesinde endoskopik veya diğer görüntüleme yöntemleriyle divertikül sayısı, büyüklüğü, lokalizasyonu ve diğer anatomik yapılarla olan komşuluğu değerlendirilmelidir. Cerrahi tedavide endoskopik yaklaşım, açık cerrahiye uygun olmayan veya divertikül drenajı iyi olmayan ve TUR planlanan hastalarda düşünülebilir. Standart rezektoskopla yapılan bu yöntemde amaç divertikül ağzı kas tabakasını da içine alacak şekilde insize edilerek ostiumun genişletilmesidir. Divertikülektomi amacıyla açık cerrahi yöntem veya laparoskopik/robotik yöntemler kullanılabilir. Açık cerrahi yöntemde sıklıkla transvezikal yaklaşım uygulanmaktadır. Ayrıca ekstravezikal ve kombine teknikler de mevcuttur. Prostatik büyüme ve infravezikal obstrüksiyon tespit edilmiş vakalarda transvezikal prostatektomi ve divertikülektomi eşzamanlı yapılabilir. Laparoskopik veya robotik divertikülektomi hem ekstravezikal hem de transvezikal olarak uygulanabilen diğer cerrahi yöntemlerdir. Uygulanan cerrahi teknikten bağımsız olarak divertikülün, üreterler, pelvik damarlar ve barsaklarla olan olası ilişkisi dikkatle değerlendirilmelidir. Ayrıca üreteral orifislere yakın divertiküllerin varlığında ameliyat öncesinde veya ameliyat esnasında üreterler kataterize edilerek üreter ve orifisler korunmalı, divertikül eksizyonundan sonra mesane tabakaları uygun şekilde kapatılmalıdır. Üreterovezikal bileşkeye yakın divertiküllerde bu alanda kas gücü zayıf olduğundan ipsilateral üreter anaomalileri sık görülür. VUR bazı çalışmalarda %83-89 oranından bildirilmiştir. Cerrahi tedaviye bağlı olarak ortaya çıkabilecek en ciddi komplikasyon üreter yaralanmasıdır. Bunun dışında, üriner trakt enfeksiyonu, uzamış idrar ekstravazasyonu, üriner fistül, kanama ve barsak yaralanması gibi komplikasyonlar da görülebilir. 10.9.1.4 Tedavi Okunması önerilen kaynaklar Mesane divertiküllerinin tedavisinde amaç altta yatan sebebi tedavi etmek olmalıdır. İnfravezikal obstrüksiyon varlığında eşzamanlı prostatektomi ve divertikülektomi uygulanabilir. Obstrüksiyonun giderilmesi sonrası divertikül takip edilecekse eşlik eden reflü, enfeksiyon ve malignite ekarte edilmeli, USG, voiding sistoüretrografi (VSUG) veya videoürodinami ile divertikülün boşaldığı gösterilmelidir. 364 Rovner ES: Bladder and Female Urethral Diverticula. In:Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA. Campbell-Walsh Urology. 10th ed. Philadelphia: Saunders Elsevıer; 2012.p 2262-89. Tanagho EA: Disorders of the Bladder, Prostate, & Seminal Vesicles. In: Tanagho,EA, McAninch JW. Smith’s General Urology, 17th ed. The McGraw-Hill Companies, LANGE; 2008. P 581 10.9.2 Kadın üretra divertikülleri Kadınlardaki kronik ürogenital semptomların nedenlerinden biri olan üretra divertikülleri (ÜD) genel olarak üretra ile ilişkili periüretral kistik yapılar olarak tanımlanmaktadır. Hastalar sıklıkla sürekli tekrarlayan sistit, idrar yaptıktan sonra damlatma, sık idrara çıkma (frequency), vajen ön duvarda bazen ağrılı olabilen şişkinlik gibi yakınmalarla başvururlar. Ancak ÜD için spesifik olmayan bu bulgular nedeniyle çoğunlukla hastalar yanlış ve/ veya yetersiz tedavi almakta ve gelişmiş görüntüleme yöntemlerine rağmen çoğu hastada ÜD tanısı gecikmektedir. Normal kadın üretrası, mesane boynundan eksternal meaya uzanan, 3–4 cm uzunluğunda üretropelvik ligaman olarak adlandırılan bağ dokusu ile asılı muskulofasiyal bir tüptür. Üretropelvik ligaman pelvisin ön (endopelvik fasya) ve arka (periüretral fasya) yaprakları arasında uzanan iki tabakanın birleşmesiyle oluşmaktadır. Üretral divertiküller bu ligaman ile sınırlı kavitelerdir. Üretranın posterolateralinde bulunan periüretral bezlerin ÜD gelişiminde rolü olabileceği düşünülmektedir. 10.9.2.1 Etiyopatogenez Üretral divertiküllerin gerçek nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bir kısım ÜD’ün konjenital olabileceği, büyük bir çoğunluğunun ise edinsel olduğu düşünülmektedir. Konjenital ÜD’lerin Gardner kanalının kalıntılarından köken aldığı ileri sürülmüştür. Edinsel ÜD’ler ile ilgili birçok teori vardır. Vajinal doğum sırasında oluşan travmaya bağlı olarak üretral mukozanın kas tabakaları arasından fıtıklaşmasına ya da forsepsle doğuma bağlı olarak ÜD gelişebileceği teorileri ileri sürülmüştür. Ancak bazı yayınlarda ÜD saptanan hastaların %20 -30’unun hiç doğum yapmamış kadınlar olduğu bildirilmiştir. Edinsel ÜD ile ilgili olarak en çok kabul gören teori periüretral bezlerin tekrarlayan enfeksiyonlarıdır. Bu teoriye göre; üretranın posterolateraline yerleşmiş olan periüretral bezlerde E.Coli ve vajinal floradan kaynaklanan diğer patojenlerin neden olduğu enfeksiyonlar sonucunda abse formasyonu gelişmekte ve bu absenin üretra lümenine rüptürü sonucunda ÜD’ler gelişmektedir. Oluşan bu ÜD kavitesinde sürekli olarak idrar stazı olması re-enfeksiyonlara neden olmaktadır. Gelişen reenfeksiyon ve enflamasyonlara bağlı olarak divertikül ağzının tıkanması hastada ağrı ve diğer klinik bulgulara, aynı zamanda divertikül çapının büyümesine neden olmaktadır. Divertikül içinde Ca-oksalat ve Ca-fosfat taşları olguların %10’unda görülürken, %6–8 oranında divertikül içinde tümör tespit edildiği bildirilmiştir. Üretral divertiküller sıklıkla üretranın distal 1/3 kısmında, vajen ön duvarında bulunmalarına rağmen ba- zen üretrayı kısmen saran yarım ay şeklinde, bazen de üretrayı tamamen saran sirküler formda da karşımıza çıkabilmektedir. 10.9.2.2 Sıklık Hastaların bir kısmında hastalık herhangi bir bulgu vermediğinden ÜD’lerin gerçek sıklığını saptamak mümkün değildir. Ancak inkontinans şikayetleri ile başvuran kadınlarda %1,4, alt üriner sistem belirtileri ile baş vuran kadınlarda ise endorektal coil MR incelemesi ile yapılan değerlendirmede %10 oranında ÜD tespit edilmiştir. Bu oranlar alt üriner sistem belirtileri olan kadınlarda artmış sıklığı göstermekte ancak toplumda gerçek görülme sıklığını yansıtmamaktadır. Kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı çalışmalarda ÜD’ün genel popülasyonda görülme sıklığının %1-6’dan daha yüksek olduğu bildirilmiştir. 10.9.2.3 Klinik bulgular Üretral divertiküller bazen hiçbir bulgu vermeyen, tesadüfen saptanan (%20) bir klinik tabloya neden olurken, bazen yaşam kalitesini olumsuz olarak etkileyen çok çeşitli bulgularla ortaya çıkabilirler. Semptomatik hastalar çoğunlukla 30–60 yaşlar arasında saptanmaktadır. Hastalarda en sık görülen bulgular; • Artmış işeme sıklığı ve acil işeme hissi % 40-100 • Dizüri %30-70 • Tekrarlayan üriner enfeksiyonlar %30-50 • İşeme sonrası idrar damlatma %10-30 • Disparoni %10-25 • Hematüri %10-25 Stres veya urge inkontinans, pelvik ağrı, perineal ağrı, hesitancy, vajinal veya üretral akıntı, üretral hassasiyet ve işeme sonrası atık idrar hissi daha az sıklıkla görülen bulgulardır. Üretral divertikülün büyüklüğü ile hastanın klinik bulgularının şiddeti korelasyon göstermeyebilir. 10.9.2.4 Tanı Tanı için eksiksiz bir öykü, fizik muayene, enfeksiyon varlığını değerlendirmek için idrar mikroskopisi, idrar kültürü, üretra ile mesanenin endoskopik görüntülenmesi, ultrasonografi ve diğer görüntüleme yöntemleri kullanılabilir. Gelişmiş görüntüleme yöntemlerine rağmen genellikle tanı klinik bulguların başlamasından ortalama 5 yıl sonra konabilmektedir. Hastanın disüri, disparoni ve idrar damlatma gibi yakınmalarının uzun süredir devam etmesi, üriner enfeksiyonlarının sık tekrarlaması üretral divertikülü akla 365 X. İdrar Transport, Depoloma ve Boşaltma getirmelidir. Vajinal muayenede sıklıkla vajen 1/3 alt bölümde üretranın ventralinde- vajen ön duvarında-kitle olması ÜD düşündürmelidir. Bu kitlenin sıvazlanması ile bazen üretradan pürülan akıntı gelmesi de ÜD lehine bir bulgudur. Ancak hastaların çoğunda bu karakteristik pürülan akıntı gelmeyebilir. Palpe edilen bu vajinal kitlede sertlik olması ÜD’ de taş veya tümör olabileceğini düşündürmelidir. Üretrosistoskopi ile genellikle midüretrada, üretranın posterolateralinde mukozal defekt ve ÜD’ün orifisi görülebilir. Ayrıca üretrosistoskopi ile mesanede olabilecek diğer patolojilerde değerlendirilebilir. Bunun için fleksible sistoskop veya ucu yuvarlak olan (gaga şeklinde olmayan) özel olarak üretilmiş sistoskoplar kullanılmalıdır. Üretrosistoskopi ile olguların %15-89’unda (ortalama %70) ÜD tanısı konabilir. Cerrahi planlanan hastalarda işlem öncesi divertikül seviyesini, divertikülün eksternal üretral sfinkter ve mesane boynu ile olan ilişkisini görmek için üretrosistoskopi yapılması rutin bir işlem olarak önerilmektedir. Ürodinami ÜD’ü olan bayan hastalarda stres üriner inkontinans (SUİ) varlığını veya yokluğunu göstermek için yapılabilir. Bazı yayınlarda ÜD ile birlikte ürodinamide %50 sıklıkla SUİ tespit edildiği bildirilmişir. Günümüzde bu hastalarda en sık kullanılan görüntüleme yöntemi voiding sistüretrografi (VSUG)’dir. VSUG’nin ÜD için sensitivitesi %44-95’tir. Üretral divertiküller bazen üst üriner sistemi çeşitli nedenlerle değerlendirmek üzere çekilen intravenöz ürografilerde, özellikle dolu ve boş mesane grafilerinde tesadüfen de saptanabilir. Ultrasonografide üretra ile devamlılık gösteren anekoik veya hipoekoik kistik alanların görülmesi ile ÜD tanısı konmakta, abdominal problarla görüntü kalitesi yetersiz olduğundan, en iyi görüntüler endoluminal problarla (transrektal, translabial veya endovajinal) elde edilmektedir. Magnetik rezonans görüntüleme (MRG) yüksek çözünürlüklü multiplanar görüntüler vererek ÜD’leri göstermekte, bunun yanı sıra sıklıkla bu kistlerin paraüretral kistlerden ayırımını da yapabilmektedir. VSUG’den en önemli üstünlüğü görüntülemenin işemeden bağımsız olması ve radyasyon gerektirmemesidir. MRG yüzeyel veya endoluminal coiller (vajinal, rektal) kullanılarak uygulanabilir. MRG, USG gibi ÜD orifisini görüntülemede yetersizidir. 10.9.2.5 Tedavi Herhangi bir yakınması olmayan, fizik muayene ve/veya görüntüleme yöntemleri esnasında tesadüfen saptanan 366 ÜD’lerde herhangi bir tedavi yapılmayabilir. Ancak hastanın hayat kalitesini bozan, belirgin dizüri, idrar yaptıktan sonra damlama, dirençli ve tekrarlama eğiliminde olan üriner enfeksiyon, disparoni gibi semptomları olan hastalarda üretral divertikülün en iyi tedavisi divertikülün komplet transvajinal eksizyonudur. Bu cerrahi işlem öncesinde enfeksiyon varsa tedavi edilmelidir. İnkontinansı önlemek için cerahi esnasında mesane boynu ve eksternal üretral sfinktere dikkat edilmeli, üretra iyi kapatılarak üretrovajinal fistül gelişimi önlenmelidir. Okunması önerilen kaynaklar Rovner ES: Bladder and Female Urethral Diverticula. In:Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA. Campbell-Walsh Urology. 10th ed. Philadelphia: Saunders Elsevıer; 2012.p 2262-89. Foley CL, Greenwell TJ, Gardiner RA. Urethral diverticula in females. BJU Int. 2011 Nov;108 Suppl 2:20-3. Bennett SJ. Urethral diverticula.Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol. 2000 Apr;89(2):135-9.