T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATLARI ARAP DİLİ VE EDEBİYATI DOKTORA TEZİ MISIRLI NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ İLE DUYGU ASENA’NIN ESERLERİ VE EDEBİ KİŞİLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI SENEM SOYER 2502080288 TEZ DANIŞMANI PROF. DR. HÜSEYİN YAZICI İSTANBUL 2013 ÖZET Kadın olmak, çeşitli açılardan bakıldığında sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi olarak farklı yorumlanabilir özellikleri içermektedir. Çocukluktan itibaren hem aileden aktarılan genetik kodlar hem toplumdan aktarılan değerler, kadınlara hangi durumlarda nasıl davranacaklarını öğretir biçimde düzenlenmiş ve uygulana gelmiştir. Bunun tabii bir sonucu olarak kadın, birey olamamış, ikincil bir nesne konumuna dönüşmüştür. Ataerkillik ve süregelen hâkim ideoloji ya da kişiye göre konumlandırılan ve kendisine biçilen rolleri yapmak üzere kurgulanan kadın, bir yandan birey olup kendisini gerçekleştirmeye çalışırken diğer taraftan tüm görev ve sorumluluklarını başarıyla yerine getirmek zorundadır. Türkiye ve Mısır bilindiği gibi erkek egemen bir toplumdur. Ancak Mısır toplumunda yaygın olan ataerkillik, Türk toplumunda görülenden biraz daha sert bir tavır sergilemektedir. Erkek, ataerkil toplumlarda çok büyük bir öneme sahiptir. Kadının kraliçe olduğu Eski Mısır’dan sonra, sosyal konumunun ataerkil düzen ile değişmesi ve ikinci dereceye düşmesi, toplumun her alanında kendini hissettirmiştir. Bu durum tarihsel bir dönüşümün sonucudur. Cahiliye dönemini yaşayan Araplar için büyük bir devrim olan Kur’an’ın inişiyle kadınlar, Hz. Muhammed döneminde rahata ermiş olsalar da daha sonra kimilerine göre İslâm dininin ataerkil ideolojilere uydurulması sonucu ikincil konuma düşmekten kurtulamamışlardır. “Feminizm, ataerkil güçlere ve sınıf baskısına karşı mücadele etmektir” görüşünü savunan es-Sa‘dâvî ile kendi feminizm görüşünü “her alanda kadının erkekle tam eşitliği” anlayışına göre şekillendiren Asena, eserleri ve kadını ele alışları bakımından çeşitli sınıflandırmalara tâbi tutularak çoğulcu inceleme yöntemi ile değerlendirilmiştir. Yazarların ortak ve farklı yönleri üzerinde durulmuştur. iii ABSTRACT Being a woman includes some features which can be interpreted differently according to social, cultural, economical and political aspects, when looked from different perspectives. Both genetic codes transferred from the family starting from the childhood and the values transferred from the society have been arranged and applied to teach women how to behave in a condition. As a result of this woman couldn’t become an individual and turned into a second rate object. The women who are placed according to patriarchy and the dominant ideology or individuals and who are edited to perform the roles which are arranged for her, not only tries to become an individual and realize herself but also she has to fulfill her responsibilities successfully. As it is known Turkey and Egypt are male dominant countries. But the patriarchy which is common in the Egyptian society, shows a stricter attitude than the one seen in the Turkish society. Man has a greater importance in patriarchal societies. After the Ancient Egypt period in which the woman used to be the empress ,her social status changed and declined to the second rate due to patriarchal order and this could be felt in every area of the society. This situation is the result of a historical cycle. For the Arabs in the Pre-Islamic era with the revelation of the Holy Quran which was a revolution although women got out of hole in the time of Prophet Mohammed, for some people they couldn’t escape from becoming of the second rate importance as a result of the application of Islam to patriarchal ideologies. es-Sa‘davi, who is defending the idea that “Feminism is to struggle against patriarchal power and the pressure of the class” and Asena, who is shaping her own feminism idea according to ‘the full equality of women and men in every area’, are both evaluated according to their works and approaches toward women with the pluralist research method by putting to various classifications. The common and different aspects of authors are emphasized. iv ÖNSÖZ Feminizm, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğasını anlamayı amaçlarken toplumsal cinsiyet politikalarına, üstünlük ilişkilerine ve cinselliğe odaklanır. Feminizmin önemi farklılıklardan bir güç doğurmasıdır. Bu dayanışmanın sağladığı güç, oluşturduğu sinerji ile ezilenlerin direnişine yardımcı olur. Cinsiyetleri birbirine yakınlaştıran köprüler kurarak hem karşıt cinslerin daha iyi anlaşmasına hem de dünyaya daha eleştirel bir gözle bakmasına olanak sağlar. Türkiye’de feminizmin en güçlü temsilcisi ve sesi olan Duygu Asena, yazdıklarıyla hakkında çok konuşulmuş, ölümünden sonra bile adına yapılan tartışmalar sürmüştür. Eserleri feminizm açısından değerlendirmeye tabi tutulan Asena, ilk eseri Kadının Adı Yok ile satış rekorları kırmıştır. Mısırlı yazar Nevâl esSa‘dâvî de ilk kitabı olan el-Mer’etu ve’l-cins (Kadın ve Seks) ile Arap dünyasında kadın sorunlarına dikkat çekmiştir. Bu tezin başlangıcında karşılaştırmalı edebiyat ve feminist edebiyat ile ilgili geniş bir literatür taraması yapılmış ve incelenmiştir. Daha önce yapılan tezler de incelenip değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Yazarlardan Mısırlı Nevâl es-Sa‘dâvî ile iletişim kurulmuştur. Tezin konusunu oluşturan eserler ve yazarlarının feminizmin savunucu olmaları sebebiyle ilk bölümde feminist hareketin tarihsel gelişimi ele alınmıştır. İkinci bölümde ülkelerin feminist edebiyat çalışmaları incelenmiştir. Üçüncü bölümde eserler çeşitli başlıklar altında değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Sonuç bölümünde yazarlar arasında bir kıyas yapılarak feminist harekete katkıları ve edebiyat dünyasındaki konumları belirtilmiştir. Doktora eğitimimin ilk gününden itibaren bugüne kadar hoşgörüsünü, bilgisini ve desteğini esirgemeyen, tez danışmanlığımı kabul ederek çalışmama katkıda bulunan, tez yazım aşamasında taslak metinlerimi titizlikle inceleyen ve bana dönüt sağlayan, bu sürecin en zorlandığım zamanlarında devam edebilmem için beni cesaretlendiren kıymetli hocam Prof. Dr. Hüseyin YAZICI’ya teşekkürlerimi sunarım. v Tez çalışmam süresince, önerileriyle bana her konuda yardımcı olan Yard. Doç. Dr. Ömer İSHAKOĞLU’na ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatlarındaki tüm hocalarıma, Üniversiteye adım attığım andan bugüne kadar eğitimimin her safhasında ayrı bir emeği olan Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Arapça Öğretmenliği’ndeki değerli hocalarım Prof. Dr. Musa YILDIZ’a, Prof. Dr. Nurettin CEVİZ’e, Doç. Dr. Mehmet Hakkı SUÇİN’e ve diğer tüm hocalarıma, Araştırmalarımla ilgili İSAM Kütüphanesi ve çalışanlarına, kaynak temini konusunda bana yardımcı olan www.onlinearabic.net ile kurucusu İhsan DİNÇ’e ve Tahir MERZUK’a, Bana hep güvendikleri ve inandıkları için, tanıdığım günden beri hep yanımda oldukları için Olgun ÇIDAR ve Serap ÇIDAR’a, Ailem, arkadaşlarım, meslektaşlarım ve sevgili öğrencilerime, Ozan Yiğit ATALAY, Sümeyra GÜMRÜKÇÜ, İdris OKUDUCİ, Arzu AYDIN, Seyit Ahmet UYSAL, Nuray YÜKSEL, Feyzanur KARAİNCİ ve Ayşe Şule KILINÇ’a, Bu yorucu süreçte en büyük moral kaynağım olan yeğenlerim Doruk ve Derin SAĞLAM’a ve bana sabır, ilgi, güler yüz, hoşgörü ve anlayış gösteren herkese içtenlikle teşekkürlerimi sunarım. Senem SOYER İstanbul 2013 vi İÇİNDEKİLER ÖZET........................................................................................................................... iii ABSTRACT ................................................................................................................ iv ÖNSÖZ ........................................................................................................................ v TABLO VE ŞEKİL LİSTESİ ..................................................................................... xi KISALTMALAR LİSTESİ........................................................................................ xii TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ ........................................................................ xiv GİRİŞ ........................................................................................................................... 1 Tezin Amacı ............................................................................................................. 1 Tezin Önemi ............................................................................................................. 2 Tezin Yöntemi.......................................................................................................... 2 Sınırlılıklar ............................................................................................................... 4 Kavramsal Çerçeve .................................................................................................. 4 I. BÖLÜM: FEMİNİZM TARİHİ ............................................................................... 5 1.1 TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE FEMİST HAREKET ...................................... 5 1.1.1 İLKÇAĞLARDA FEMİNİZM VE KADININ DURUMU ................. 12 1.1.2 ESKİ YUNAN – ROMA DÖNEMİNDE FEMİNİZM VE KADININ DURUMU .......................................................................................................... 14 1.1.3 RÖNESANS – REFORM VE ENDÜSTRİ DEVRİMİ DÖNEMLERİNDE KADININ DURUMU ....................................................... 17 1.2 FARKLI FEMİNİST AKIMLAR VE SÖYLEMLER ............................ 22 1.2.1 LİBERAL FEMİNİST KURAM ......................................................... 23 1.2.2 KÜLTÜREL FEMİNİST KURAM ..................................................... 26 1.2.3 MARKSİST – SOSYALİST FEMİNİST KURAM............................. 28 1.2.4 İKİNCİ DALGA FEMİNİZM.............................................................. 31 1.2.5 FEMİNİZM VE VAROLUŞÇULUK .................................................. 32 vii 1.2.6 RADİKAL FEMİNİST KURAM ............................................................. 34 1.2.7 PSİKANALİST FEMİNİST KURAM ...................................................... 36 1.2.8 FRANSIZ FEMİNİST KURAM ............................................................... 37 1.2.9 ÜÇÜNCÜ DALGA FEMİNİZM .............................................................. 39 1.2.10 SİYAH FEMİNİST KURAM ................................................................. 40 1.2.11 LEZBİYEN FEMİNİST KURAM .......................................................... 41 1.2.12 POSTMODERN FEMİNİST KURAM .................................................. 41 1.2.13 EKOFEMİNİZM ..................................................................................... 43 1.2.14 İSLÂMÎ FEMİNİZM .............................................................................. 43 1.3 BATIDA FEMİNİZM ...................................................................................... 46 1.4 DOĞUDA FEMİNİZM.................................................................................... 50 II. BÖLÜM: TÜRK VE MISIR EDEBİYATLARINDA FEMİNİST HAREKET ... 59 2.1 TÜRKİYE’DE FEMİNİST HAREKET VE ÖNCÜLERİ ............................... 59 2.2 CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE FEMİNİZM ...................................... 63 2.3 CUMHURİYET DÖNEMİNDE FEMİNİZM ................................................. 76 2.4 DUYGU ASENA’YI ÖNCÜ KILAN SEBEBLER ......................................... 87 2.5 MISIR’DA FEMİNİST HAREKET VE ÖNCÜLERİ ..................................... 99 2.6 İSLÂM ÖNCESİ DÖNEMDE KADININ DURUMU .................................. 120 2.7 NAPOLYON BONAPART DÖNEMİ .......................................................... 124 2.8 OSMANLI YÖNETİMİNDE MISIR KADINININ DURUMU ................... 127 2.9 NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’Yİ ÖNCÜ KILAN SEBEPLER ............................... 130 III. BÖLÜM: DUYGU ASENA VE NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’NİN FEMİNİZM İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ............................................................................................... 140 3.1 DUYGU ASENA’NIN ESERLERİNDE İÇERİK ........................................ 145 3.1.1 AİLE UNSURU ...................................................................................... 145 3.1.2 BABA KARAKTERİ ............................................................................. 146 viii 3.1.3 CİNSELLİK ............................................................................................ 150 3.1.4 DİN KONUSU ........................................................................................ 153 3.1.5 EVLİLİK ................................................................................................. 154 3.1.6 İŞ HAYATI ............................................................................................. 163 3.1.7 SOSYAL HAYAT .................................................................................. 168 3.1.8 KADIN OLGUSU ................................................................................... 174 3.2 NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’NİN ESERLERİNDE İÇERİK ................................ 178 3.2.1 AİLE UNSURU ...................................................................................... 178 3.2.2 BABA KARAKTERİ ............................................................................. 181 3.2.3 CİNSELLİK ............................................................................................ 184 3.2.4 DİN KONUSU ........................................................................................ 191 3.2.5 EVLİLİK ................................................................................................. 197 3.2.6 İŞ HAYATI ............................................................................................. 203 3.2.7 SOSYAL HAYAT .................................................................................. 207 3.2.8 KADIN OLGUSU ................................................................................... 211 3.3 İKİ YAZAR ARASINDA GENEL BİR MUKAYESE ................................. 218 SONUÇ .................................................................................................................... 227 KAYNAKÇA ........................................................................................................... 235 EKLER ..................................................................................................................... 250 EK 1: NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ İLE YAPILAN GÖRÜŞME: ............................... 250 EK 2: TC. BAŞBAKANLIK KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, KADININ STATÜSÜ ve SAĞLIĞI İLE İLGİLİ GERÇEKLER ....................... 253 ULUSLARARASI DÜZEYDE “KADIN KONULARINDA” YAPILAN VE DÜZENLENEN TOPLANTILAR .......................................................................... 253 YENİ BİN YIL KALKINMA HEDEFLERİ BİLDİRGESİ (BM, 2000) SONUÇ HEDEFLERİ ............................................................................................................ 257 ix TÜRKİYE’DE KADINLAR VE EĞİTİMDE YAPILANLAR .............................. 259 TÜRKİYE’DE KADINLAR VE EKONOMİDE YAPILANLAR ......................... 261 TÜRKİYE’DE KADINLAR VE SAĞLIK KONULARINDA YAPILANLAR .... 263 TÜRKİYE’DE KADIN HAKLARI ALANINDAKİ YASAL GELİŞMELER ...... 265 TÜRKİYE’DE KADINLAR VE KARAR MEKANİZMALARINA KATILIM ... 270 TÜRKİYE’DE KADINLARIN İLERLEMESİNİ DESTEKLEYEN KURUMSAL MEKANİZMALAR ................................................................................................. 272 KİŞİ ADLARI İNDEKSİ ......................................................................................... 278 ESER ADLARI İNDEKSİ ....................................................................................... 280 ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................. 290 x TABLO VE ŞEKİL LİSTESİ Şekil 1 Duygu Asena-Bebekliği ............................................................................... 282 Şekil 2 Duygu Asena ve Kardeşi İnci Asena ........................................................... 282 Şekil 3 Duygu Asena Annesi İle Birlikte ................................................................. 283 Şekil 4 Duygu Asena ve Kadınca Dergisi ................................................................ 284 Şekil 5 Duygu Asena ................................................................................................ 285 Şekil 6 Duygu Asena ................................................................................................ 285 Şekil 7 Duygu Asena-Cenazesi ................................................................................ 285 Şekil 8 Nevâl es-Sa‘dâvî-Bebekliği ......................................................................... 286 Şekil 9 Nevâl es-Sa‘dâvî'nin Büyükannesi .............................................................. 286 Şekil 10 Nevâl es-Sa‘dâvî Kardeşleri ile Birlikte .................................................... 287 Şekil 11Doktor Nevâl es-Sa‘dâvî-1957 ................................................................... 288 Şekil 12 Nevâl es-Sa‘dâvî Kahire'deki Evinde ........................................................ 288 Şekil 13Nevâl es-Sa‘dâvî Tahrîr Meydanı'nda ........................................................ 289 xi KISALTMALAR LİSTESİ a.e. aynı eser a.g.e. adı geçen eser a.g.m. adı geçen makale AGİK Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı Aş. Aşağı AÜHF Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi AWSA Arap Kadınları Birliği Bs. Basım Bkz. Bakınız C. cilt CEDAW Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Çev. Çeviren Der. Derleyen DİA Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi DNA Deoksiribonükleik asit, genetik kod DTCF Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi FGM Kadın Sünneti-Female Genital Mutilation IAW Uluslararası Kadın Oy Hakkı Birliği ICPD Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Kongresi xii ICW Uluslararası Kadın Konseyi ILO Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organization) IWSA Uluslararası Kadın Oy Hakkı Derneği KSSGM Kadın Sorunları ve Statüsü Genel Müdürlüğü OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (Organization For Ekonomic Co-operation and Development) ö. Ölümü s. sayfa TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi TCK Türk Ceza Kanunu vd. ve diğerleri Yay. Haz. Yayına hazırlayan Yuk. Yukarı yy. yüzyıl xiii TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ Bu çalışmada aşağıdaki transkiripsiyon alfabesi kullanılmıştır. Sesliler: ــــا، ــــ َى: â, ــــي: î ، ـــــ ُو: û ، َ ـــــe (kalın harfler a), ـــــ: i, ُ ـــــ:u Sessizler: ء:’ ب:b ث:t ث:s ج:c ح:ḥ خ:ẖ د:d ذ:ẕ ر:r ز:z س:s ش:ş ص:ṣ ض:ḍ ط:ṭ ظ:ẓ ع: ‘ غ:ġ ف:f ق:ḳ ك:k ل:l م:m و:v ه:h ي:y ن:n Yukarıda verilen transkiripsiyon alfabesine ek olarak aşağıdaki hususlar esas alınmıştır: 1. Kelime başında gelen harf-i tarifler küçük yazılmıştır. Örnek: es-Sa‘dâvî 2. Harf-i tarifle gelen kelimelerin başındaki şemsi ve kameri harflerin okunuşu belirtilmiştir. Örnek: es-Sa‘dâvî 3. İzafet terkibi şeklinde bulunan ibarelerde ve vaslı gerektiren yerlerde muzâf ve muzâfun ileyhin îrabı yazıda gösterilmiştir. Örnek: ed-Durru’lmensûr 4. Terkip halindeki isim ve lakapların cüzleri bitişik yazılmış ve kaynaşan kelimelerden ilkinin bulunduğu yere göre irabındaki değişiklikler yazıda gösterilmiştir. Örnek: Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ xiv GİRİŞ Tezin Amacı Bu çalışmanın amacı, Mısır’da feminizmin öncüsü olan Nevâl es-Sa‘dâvî ile Türkiye’de kitapları çok ses getirmiş, kadın hakları ve onun savunulması konusunda çığır açmış Duygu Asena’yı feminizm görüşleri açısından incelemek ve mukayese etmektir. Çalışmanın amacı çerçevesinde genel olarak aşağıdaki sorulara yanıt aranacaktır: - Feminizm nedir ve ortaya çıkışıyla birlikte etkileri neler olmuştur? - Dünyada, Mısır’da ve Türkiye’de feminizmin süreçleri nasıl gelişmiştir? - Feminizm hareketine zemin hazırlayan görüşler nasıl ortaya çıkmıştır? - Yazarlarımızın hayat hikâyeleri ve edebiyat görüşleri nelerdir? - Duygu Asena ve eserlerinde kadın olgusu nasıldır? - Nevâl es-Sa‘dâvî ve eserlerinde kadın olgusu nasıldır? Bu tezin hazırlanış aşamasında görülmüştür ki; feminizm dünyanın neresinde ve hangi toplumda olursa olsun başta ataerki olmak üzere bütün baskılara karşı bir hareket biçimi olmuştur. “Elit tabaka” ve “yoksul halk” söylemini kullanarak bizim de bir bakıma sınıf ayrılığını onayladığımız her kesimden kadınlar, hak arayışları için bir şekilde feminist harekete dâhil olmuşlardır. Bu katılımın süresi değişkenlik gösterse de feminizm, tüm toplumları kısa zamanda etkisi altına almıştır. İki ayrı kültürde doğup büyüyen, farklı hayatlar yaşayan yazarlarımız Duygu Asena ve Nevâl es-Sa‘dâvî’yi bu tezde ortak paydada bir araya getiren unsur feminizmdir. İki yazar da hâkim güç olan ataerkiye kendi toplumlarında bir öncü olarak direniş göstermişler ve toplumda bir uyarıcı rolü oynamışlardır. 1 Tezin Önemi Feminizm konusunda, ister bu görüşü benimsesin ister reddetsin hemen herkesin belli bir fikri, düşüncesi vardır. Fakat bu konuda genel eğilim “onların (kötü feministler) erkeklerden nasıl da nefret ettikleri, onların doğaya ve de Tanrı’ya nasıl karşı çıktıkları, onların tümüyle lezbiyen oldukları, onların bütün işleri ellerine alarak başka hiçbir şansı kalmayan beyaz erkeklere dünyayı nasıl da zehir ettikleri”1 yönündedir. Hâlbuki feminizmin asıl amacı, erkek düşmanı olmak değil aksine “cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmeyi amaçlayan bir harekettir”2; kadınların toplumda bir birey olarak yer edinmesini ve özgürlüklerini kazanmış kadınlardan oluşan bir toplum meydana getirmektir. Çoğu zaman yanlış anlaşılmalar sonucu uzak durulan feminizmin doğru ve bilimsel tanımını yaparak, toplumun her kesiminden insanın bu kavramı doğru anlamasını sağlamak çalışmamızın hedefleri arasındadır. Ayrıca geleneksellikleri Asena ve ve es-Sa‘dâvî’nin modernleşme eserlerinde, çabaları yaşadıkları açısından feminist toplumlar, görüş ile değerlendirilecektir. Tezin Yöntemi Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, disiplinler arası olma özelliğiyle incelemeye tâbi tutulan eserleri, edebiyat bilimi dışında başka birçok alanla da ilişkilendirmekte ve inceleme yöntemini belirlemektedir. Bu konuda Gürsel Aytaç, metin inceleme yöntemlerini şu şekilde belirlemiştir: “Pozitivist İnceleme, Psikanalitik (Freud’cu) İnceleme, Marksist İnceleme, Feminist İnceleme, Hesaplaşmacı İnceleme, Dilbilimsel İnceleme, Okuyucuya Yönelik İnceleme, Felsefeye Dayalı İnceleme, 1 Bell Hooks, Feminizm Herkes İçindir, Yay. Haz. Amy Spangler, Çev. Ece Aydın vd., İstanbul, Çitlembik Yayınları, 2002, s. I. 2 Hooks, a.e., s. 1. 2 Metne Bağlı İnceleme (Werkimmanent), Yorumlayıcı İnceleme (Hermeneutik), Alımlama Estetiği (Rezeptionsästhetik) ve Çoğulcu İnceleme.”3 Bu tezin hazırlanmasında farklı feminist bakış açılarına ek olarak sosyolojik ve psikolojik yöntemler de dâhil edilmiş ve çoğulcu bir yöntem izlenmiştir. Bu yöntemin yanı sıra feminist inceleme yöntemi kullanılmıştır. Her iki yazarın feminizmin güçlü savunucuları olmaları ve eserlerinde kadın karakterleri her açıdan etkili biçimde irdelemeleri bu yöntemi kullanmayı gerektirmiştir. Bu bağlamda şunu da eklemek gerekir ki; “edebiyat yapıtlarına bakıldığında, yalnız gerçek yaşamda değil romanlarda, şiirlerde, oyunlarda kadının aşağılandığı, horlandığı ve böylece ataerkil düzenin bu yoldan desteklenip sürdürüldüğü görülür.”4 Berna Moran’ın belirttiği gibi feminist eleştiri, edebiyat yapıtlarındaki kadına karşı bu tutumu ortaya koymak ve sorunlara yaklaşım bakımından gereklidir. Feminist edebiyat bilimi, Aytaç’ın da ifade ettiği gibi 20. yy.ın ikinci yarısından itibaren çeşitli kuramlarla bütünleşerek günümüze kadar uzanmıştır. “Edebiyatı politik-sosyal bakış açısıyla inceleyip “kadın” problematiğini vurgulayan çalışmaların ardından kadın yazar ve şairlerin eserlerini edebilik [edebîlik] açısından metne bağlı açımlama, yorumlama çalışmaları, giderek de bu eserlerin alımlanmasını, etkileşimini araştıran çalışmalar hep feminist edebiyat biliminin çeşitlemeleri olarak devam etmektedir.”5 Sosyolojik yöntem, yazarların eserlerini sadece kendi bakış açılarından değil aynı zamanda kendi toplumları bakımından da incelemek için gereklidir. Moran’ın ifade ettiği gibi “sosyolojik eleştiri edebiyatın kendi başına var olmadığı, toplum içinde doğduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesinden hareket eder. Yazarı, eseri ve okuru sosyal koşullar belirlediğine göre, yapılacak iş, bir bilim adamı gibi davranmak ve bu koşullar üzerine eğilerek sanatla ilgili sorunları açıklamaktır.”6 Tezimizde karşılaştırmalar yazarların eserleri üzerinden yapılacaktır. Romanlardaki kadın karakterler çeşitli açılardan mukayeselere tâbi tutulacaktır. 3 Gürsel Aytaç, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul, 2003, s. 97-101. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, I. Baskı 1999, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 249-250. 5 Gürsel Aytaç, Genel Edebiyat Bilimi, 1. Baskı 2003, Say Yayınları, İstanbul, 2009, s. 167-168. 6 Aytaç,a.e., s. 83. 4 3 Ayrıca yazarlarımızın hayatlarının, eserleri ve söylemleri üzerindeki etkileri de değerlendirilecektir. Sınırlılıklar Bu tez Duygu Asena ve Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserleri ile sınırlandırılmıştır. Bu bağlamda Asena’nın vefat etmiş olmasından dolayı tek kaynak olarak eserleri ve onun hakkında yazılmış olan makaleler kullanılmıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî ile elektronik posta yoluyla iletişim kurulmuş, elde edilen eserleri kaynakçada belirtilip incelemeye tâbi tutulmuştur. Mısırlı yazarın bazı kitaplarına ulaşılamamıştır. Sonuç ve genellemeler bunlarla sınırlıdır. Kavramsal Çerçeve “Kendisini kurtaracak tek şeyin kendisine karşı duyduğu güvenin olduğunu, ne yazık ki, kadın şimdiye kadar bir türlü öğrenememiştir. Tam tersine, kendisine, istediği her şeyin gerçekleşmesini daima baba, erkek kardeş, koca gibi erkeklerden beklemesi öğretilmiştir”7. Zografu’ya ait bu sözden hareketle feminizmin kaçınılmaz ve ne derece önemli olduğu ortadadır. 7 Hakan Altun, “Feminist Kuram Doğrultusunda Bir Okuma/Sahneleme ve Bir Örnek Çalışma: Denizden Gelen Kadın”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2008, s. 17. 4 I. BÖLÜM 1.FEMİNİZM TARİHİ 1.1 TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE FEMİST HAREKET Günümüz toplumuna gelinceye değin bütün toplumlarda kadın sorunu tüm sorunların başında gelmiştir. Kadınlara sorunlu varlıklar olarak bakılmış, kadınla ilgili durumlar sorun olarak algılanmış ve feminist hareket, insanlık tarihinin bugüne kadar görülmüş en güçlü davası olmuştur. Feminizm ve feminist hareket ifadelerinin doğru anlaşılabilmesi için öncelikle kadınların tarih boyunca özgürlük ve hakları açısından hangi merhalelerden geçtiğini incelemek gerekir. Kadının tarihteki yerini incelemek için tarih öncesi dönemlere hatta insanlık tarihine bakmak yerinde olacaktır. Yasak meyveyi (Hz.) Âdem’e yedirerek Cennetten kovulmaya (Hz.) Havva’nın sebep olduğu ileri sürülerek başlatılan ve günümüz kadınlarına kadar süregelen kadına karşı tutum ve davranışlar herkesçe bilinmektedir. Bazılarına göre bu durum; kadının ikincil konuma itilmesine zemin hazırlamış, ataerkil yapının güçlenmesine olanak sağlamıştır. “Kadınların tarihi her şeyden önce baskı altına alınışlarının ve bunun gizlenişinin tarihidir. Zaten gizleme de baskının bir parçasıdır: Bu açıdan ne rastlantıdan ne de tarafsız bilimden söz edilebilir1”. Tarihe geniş bir perspektiften bakılırsa toplumların sürekli bir sınıfsal ayrılığa maruz kaldıkları görülmektedir. Yöneten ve güçlü olan sınıflar bu durumun devamlılığını sağlarken, ötekiler diyebileceğimiz yönetilenler ise her fırsatta durumun değişmesi için bir araya gelme, örgütlenme, hak arama eğiliminde olmuşlardır. Bu sınıfsal farklılıklar değişik biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Önemi hiçbir zaman değişmeyen ise cinsiyetçilik olmuştur. Feminizmi güçlü kılan ise cinsiyetçiliğe karşı çıkma ve kadınların “kız kardeşlik kültürü” adı altında ve dayanışma içinde olmalarını, bir araya gelmelerini sağlaması olmuştur. “Kadınlar arasındaki dayanışma her zaman cinsiyetçiliği zayıflatır ve ataerkinin yok olması 1 Andrée Michel, Feminizm, Çev. Şirin Tekeli, Kadın Çevresi Yayınları, İstanbul, Ağaoğlu Yayınevi Tesisleri, 1984, s. 159. 5 için uygun ortamları kurar”2. Feminizm “kadını görünmez kılan ve ikincileştiren ataerkiyi/erkek egemenliğini sorunlaştırarak, tarihselleştirerek ve sorgulayarak çözümler üretme çabasındadır”3. Tarih boyunca anaerkil düzenden ataerkil düzene geçiş sürecinde kadına biçilen rol, itaat etme, boyun eğme, ev içine hapsolma, çocuk bakma ve sessiz kalma gibi birçok şekilde karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar bu sessizliğe her fırsatta karşı çıkmışlar ve hak arayışlarını sürdürmüşlerdir. Batıda değişim rüzgârları estiren Fransız İhtilâli ile beraber eşitlik, özgürlük ve adalet kavramları insanları düşünmeye, durum değerlendirmesine ve mücadeleye teşvik etmiştir. Toplumları güçlü bir değişime sürüklemiştir. Diğer taraftan İslâm Dini, kadına hak ettiği değeri ve hakları vermiştir. Kadının insan olup olmadığını tartışmak yerine onu “cennet anaların ayakları altındadır”4 hadis-i şerifinde de belirtildiği gibi, kadına anne olması hasebiyle en büyük ve saygın yeri vermiştir. Evlilik öncesinde kadına mihr verilmesi, İslâm ile gelen reform niteliğinde bir yeniliktir. Kaplan’ın da belirttiği gibi; sanayi, bilim ve teknolojinin ilerlemesi, feodalizmin çözülmesi, nüfusun belirli merkezlerde yoğunlaşması, kadının geniş ölçüde iş yaşamına atılması, geleneksel bağların ve düşünce yapılarının değişmesi sonucunu doğurdu5. Eski zamanlardan beri birlikte çalışan ve eşit paylara sahip olan toplumda sınıfsal farklılıklar ortaya çıktı. Bu farklılaşma ve sınıfsallaşma adaletsiz paylaşımı ve sömürüyü ortaya çıkardı. Dolayısıyla kadınların toplumdaki yeri değişmiş oldu. Ekonomik ve siyasi haklarından mahrum bırakılan burjuva kadınlar ile ağır iş koşulları altında ezilen işçi kadınların eşit haklar için mücadelesi ve birlikteliği feminist hareketin ilk kıvılcımları oldu. Kadın sorunlarının çözümüne ilişkin yaklaşımlar genel olarak Batı dünyasında gelişmiştir. Batı’da feminizm, toplumsal hareketlerin yükselişe geçtiği, büyük siyasal, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin yaşandığı 18. ve 19. yy.lara denk düşmektedir. “Özgürlük, hak ve adalet kavramlarını merkeze alarak asimetrik ilişkileri sorgulayan feminizm, erkeklerle eşit konumda haklar adına mücadele etmiş 2 Hooks, a.g.e., s. 15. Altun, a.g.e., s. 36. 4 Nesâî, Cihad, 6 5 Erhan Kaplan, “Türk Siyasal Sisteminin Temel Belgelerinde Kadın ve Kadın Sorunu”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999, s. 6. 3 6 ve isteklerini de siyasal ve hukuksal zeminde gerçekleştirmeye çalışmıştır6”. Kadınlar mücadelelerini sistemli bir şekilde 19. yy.da ortaya koyabilmişler ve 20. yy.da da feminist hareket uluslararası bir nitelik kazanabilmiştir. Feminizm sözcüğü ilk kez 1837 yılında Fransa’da Robert Sözlüğüne girmiştir. “Kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin”7 olarak tanımlanmıştır. Felix Grendon, feminizm teriminin 1872 yılı başlarında Alexandre Dumas tarafından “L’Homme-Femme” adlı bir broşürde kadın hakları hareketi için kullanılmıştır.8 Başka bir açıdan feminizm, “temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan siyasi bir harekettir. Kadın-erkek arasındaki ilişkiyi aile, eğitim, iş dünyası, siyasi hayat, kültür ve tarihe kadar geniş bir yelpaze içinde sorgular”9. Şirin Tekeli’nin feminizm görüşü ise şöyledir:“Feminizm, kadınların dünyaya, erkeklerin gözlerinden, onların çıkarları açısından değil, kendi gözleriyle bakmasını savunan, kendi seslerini bulmalarını isteyen bir düşünce akımıdır10”. Dilek İmançer’e göre ise feminizm, “feminist hareket çerçevesinde kadın sorununu sadece kadın-erkek eşitsizliği açısından ele almak tek boyutlu bir çözümleme olacaktır. Zira kadın sorunu ekonomik, politik, ideolojik psikolojik yönlerin iç içe geçtiği karmaşık bir olgudur”11 der. Bu tanımı desteklercesine Bell Hooks da “feminizm herkes içindir”12 diyerek feminizmin toplum için gerekli olduğu noktasına dikkat çekmiştir. Kadınların bu haklı davalarından kasıt erkekler ile eşitlik değil aynı toplumsal, sosyal, ekonomik ve siyasi haklara sahip olmaktır. Bir hukukçu gözüyle feminizm “bir yandan kadınlara erkeklerle eşit haklar ve fırsatlar tanınmasını ve kadınlara karşı olan ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını, diğer taraftan kadınların erkeklerden farklı olduğunu ve bu farklılığın göz önünde bulundurulması gerektiğini savunan sosyal, politik ve hukuki akımdır”13. Aksu Bora ise feminizmi şu şekilde 6 Elif Tekin, “1980 Sonrası Türkiye’de Feminizmin Görünümü”, Afyon, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, , 2007, s. 2. 7 Michel, a.g.e., s. 6. 8 Felix Grendon, “Feminism”, Encylopedia Americana, New York, 1970, C.11, s. 107. 9 Ömer Çaha, “Feminizm ve Sivil Toplum”, (Çevrimiçi) http://www.fatih.edu.tr/~omercaha/ 30.04.2013 10 ŞirinTekeli, Kadınlar İçin Yazılar, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1988, s. 215. 11 Dilek İmançer, “Feminizm ve Yeni Yönelimler”, Doğu Batı Dergisi, Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları, Sayı 19, Yeni Düşünce Hareketleri-2002, s. 151. 12 Hooks, a.g.e., s.122. 13 Adnan Güriz, “Feminizm, Postmodernizm ve Hukuk Bir İnceleme”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, No:521, Ankara, AÜHF Döner Sermaye Yayınları No:36, 1997, s. 2. 7 açıklamıştır: “feminizmi özetleyen tek bir cümle bulmam gerekseydi, bu cümle, ‘kişisel olan politiktir’ olurdu. Bu söz, feminizmin kadınların kendi hayatlarına bakışlarını ve bu hayatı algılamalarını nasıl temelden değiştirdiğini gösterdiği kadar, cinsiyeti ‘doğal’ ve ‘biyolojik’ bir varoluş olmaktan çıkarıp politikleştirdiğine de işaret eder. Bu nedenle, feminizm politik düşünceye ve eyleme yaptığı büyük katkının ifadesidir.”14 Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi feminizmden amaç, kadının zaten sahip olduğu fakat tarih sahnesinde zamanla yitirdiği haklarına kavuşmasıdır. Feminizmin ortaya çıkışındaki faktörler çeşitli kaynaklardan beslenmiştir. İlk olarak Avrupa’da kendini gösteren feminizm için, kadına karşı yaklaşım etkili olmuştur. Bunun yanı sıra Hindistan’da kadınların ölen kocalarıyla yakılma âdeti, ortaçağda cadıların yakılması, Afrika ülkelerindeki kadın sünneti, kilisenin kadına karşı tavrı öne çıkan etkenlerdir. Tarihsel süreç içerisinde feminizme bir göz attığımızda; Hitit toplumunda kadın hükümdarların geniş yetkilere sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra Yunan kültüründen de ilk tanrıçaların kadın olduğu bilinmektedir. Eski Türklerde ise erkek egemen bir yapı olmasına rağmen kadın değersiz değildir, aksine yönetimde söz sahibidir. Fakat Ortaçağ Avrupa’sında kadının durumu içler acısıdır. XIII. yy.dan itibaren Hıristiyanlıkta kadın düşmanlığının cadı avı altında katliamlara dönüşmesi, bunun en açık göstergelerinden biridir. Kilise kendi içindeki yoldan çıkmalar ile sarsılan otoritesini sağlamak için engizisyon mahkemelerini kurmuştur. Özellikle bilimle ilgilenen, jinekoloji ile kadına tedavi uygulayan binlerce masum kadın büyücülükle suçlanmış, işkenceye uğramış ve katledilmiştir. Reform hareketi ile birlikte kadının durumunda biraz olsun düzelme sağlanmıştır. İslâm öncesi Arap toplumunda da kadının hiç değeri yoktur. Öyle ki kız çocukları diri diri toprağa gömülmüşlerdir. Cahiliye olarak adlandırılan bu dönemden sonra “İslam toplumunda kadının durumu birçok Avrupalı yazar tarafından yanlış anlaşılmış ve Müslüman kadının bütün tarih boyunca erkeğin esiri olduğu veya kafes arkasına itilmiş bir 14 Aksu Bora, “ “Kadın Sorunu” mu, Erkek Egemenliği mi?”, Modern Türkiye’de Siyasi DüşünceDönemler ve Zihniyetler, 1. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 9. C., 2009, s. 818. 8 mahpusun hayatını yaşadığı tezi ileri sürülmüştür.”15 Ancak İslâmiyet ile birlikte kadının durumu çok yükselmiştir. “Müslüman reşit kadın hem istifade hem de kullanma ehliyetine sahip olduğu için çağdaş hukuk sistemlerine bağlı kadınlardan çok önce hukuki şahsiyetini kazanmış bulunmaktadır. Serbestçe ticaret yapan, malları üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunan Müslüman kadını toplum hayatında kendine düşen yeri almaktan alıkonulmamıştır; hatta Divân-ı Mezâlim başkanlığı gibi kadılıktan bile üstün olan bir vazifeyi görmesi doğal karşılanmıştır.” 16 Çünkü İslâm Dini’ne göre kadın ve erkek eşittir. Allah insanları çift ve eşit yaratmıştır. “İslâm'da ilk kadın tarafından işlenen ve erkeğin de işlemesine sebep olunan aslî günah anlayışı yoktur. Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Âdem'le Havva'nın şeytan tarafından müştereken kandırıldığından bahseder.”17 İslâm Dini’nin, Hıristiyanlıkta olduğu gibi kadının günahkâr olduğuna dair ve kadın karşıtı bir tavrı yoktur. “Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah’a güzel bir ödünç verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükâfat vardır”18 ayeti Kur’an-ı Kerîm’de erkek gibi kadının da muhatap alındığını göstermektedir. Fakat İslâm Dini erkeğe kadından farklı olarak çeşitli sorumluluklar yüklemiştir. Erkek çalışıp kadının geçimini ve ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Kadın ise isterse çalışır. Ayrıca Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de kadın ve erkeğe aynı şekilde şöyle hitap etmiştir: “Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, 15 Bahriye Üçok, İslâm Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 3. bs., Eylül 2011, s. 10. 16 Üçok, a.g.e., s. 10. 17 Mehmet Akif Aydın, “Kadın”,Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Komaş A.Ş. Dağıtım İstanbul Şubesi, İstanbul, 2001, C. 24, s. 87. 18 Hadîd Suresi 18. Ayet. 9 mütevâzî erkekler ve mütevâzî kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır.” 19 . Hz. Muhammed, kadınlara karşı iyi davranılmasını, yumuşak huylu ve tatlı dilli olunmasını tavsiye etmiştir. Bunu şu hadis-i şerifte açıkça görmek mümkündür: “aranızda en hayırlı kimseler kadınlarına, zevcelerine karşı huyu en iyi olanlarınızdır.”20 İslâm Dininin kadına verdiği değere başka güzel bir örnek şu hadistir; “kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler.”21 İslâm Dininin kadına verdiği değerin bir göstergesi olarak Nisa Suresi de örnek verilebilir. Ayrıca sütkardeşlerin evlenmesini haram kılan İslâmiyet, kadının çocuğu emzirmesiyle DNA’sının değiştiği gerçeğini göz ardı etmemiştir. İslâm Dininin kutsal kitabı Kur’an-ı Kerîm’in dili, Arapçadır. Cinsiyetli bir dil olan Arapça, baskın, hâkim ve üretken özelliği olan nesne adlarını müennes (dişil) isimlendirmiştir. Örneğin güneş, yer ve gök kelimeleri yazılışları itibarıyla müzekker olmasına karşın müennes kabul edilen kelimelerdendir. Kadın yaratılış itibariyle de baskın özelliklerdedir. En küçük yapı taşı olan kromozomlar kadınlarda XX, erkeklerde XY şeklindedir. Eğitime büyük önem veren İslâmiyet, ilim tahsilini kadın-erkek her Müslüman’a zorunlu kılmıştır. Osmanlılarda ise kadınlar sınırlı haklara sahiptir. Devletin kuruluş yıllarında eski Türklerdeki adetler yaygınken, Fatih Sultan Mehmet devri ile yükselişe geçen Osmanlılarda kadın, gerek din, gerek etkilenilen İran ve Bizans kültürü gerekse yerleşik yaşama geçiş sebebiyle toplumsal yaşamdan uzaklaşmıştır. XVI. yy.da kadınlara yönelik fermanlar yayınlanmıştır. Bu fermanlar genellikle kadınların kıyafeti, sokağa çıkmaları ve erkeklerle ilişkilerini düzenlemeye yöneliktir. Kadınların, gayrimüslimler aracılığıyla Batı’dan getirilen modaya uymaları yasaklanmıştır. Ayrıca “III. Osman döneminde kalın siyah peçe kullanmayan kadının sokağa çıkması yasaklanır. Saray dışındaki kadınların sandala 19 Ahzâb Suresi 35. Ayet. Müslim, Rada 61, 1469 21 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiye ve İstilahat-ı Fıkhiye Kamusu, İstanbul, C. II., 1999, s. 73-74. 20 10 binmesine izin verilmez. Toplumsal alanda kadın erkek birlikteliğinin hoş karşılanmadığı Osmanlı Devleti’nde kadınların mesire yerlerine gitmeleri ve kaymakçı dükkânlarına girmeleri de yasaklanır.”22 Fakat XIX. yy.da Tanzimat Fermanı’nın ilanı ve batılılaşma süreci ile kadınların durumunda bir takım iyileşmeler ve değişiklikler olmuştur. Ülkemizde egemen olan ataerkil yapının yanı sıra, 1926 yılında Medeni Kanun ile kadınlara erkeklerle eşit olma hakkı, 3 Nisan 1930 gün ve 1580 sayılı yasayla belediye seçimlerine katılma, 26 Ekim 1933 gün ve 2349 sayılı kanunla köy ihtiyar heyetlerine ve muhtarlığa seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. 1934 yılında da 2599 sayılı yasayla milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. 1935 yılında yapılan ilk genel seçimde 18 kadın milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmiş ve “kadınlar parlamentoda %4,5 oranında temsil edilmişlerdir.”23 Türk kadınının siyasal haklardan yararlanması dünya ülkelerinin (Fransa, İtalya, Brezilya, Çin, Japonya, İsviçre) birçoğundan önce olmuştur. “Uluslararası Parlamenter Birliği 2003 istatistiklerine göre, ulusal parlamentolardaki kadın temsil oranları sıralamasında Türkiye, 157 ülke arasında 149. sıradadır. Türkiye’de 3.468 belediye başkanından sadece 18’i kadındır. Türkiye’de üst düzey karar verme mekanizmalarında bulunan kadın oranı % 7’dir.”24 Ancak 2011 seçimleri sonrası 78 kadın milletvekili sayısına ulaşılmıştır. Fakat bu sayı bile, maalesef hala dünya parlamentolarındaki kadın vekil sayısının (%18,5) çok altında kalmıştır. 22 Sibel Dulum, “Osmanlı Devleti’nde Kadının Statüsü, Eğitimi ve Çalışma Hayatı (1839-1918)”, Eskişehir, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, , 2006, s. 15. 23 Semra Gökçimen, “Ülkemizde Kadınların Siyasal Hayata Katılım Mücadelesi”, Yasama Dergisi, Sayı:10 Eylül- Ekim-Kasım-Aralık 2008, s. 5. 24 Gamze Polat, “Cumhuriyet Dönemi Popüler Aşk Romanlarında Kadın Temsilleri: Muazzez Tahsin Berkand ve Kerime Nadir Romanlarının İncelenmesi”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2009, s. 59. 11 1.1.1 İLKÇAĞLARDA FEMİNİZM VE KADININ DURUMU Bilindiği gibi kadın, aile ve ev anlayışının en büyük ve en önemli parçasıdır. Zaman içerisinde değişiklikler gösterse de genellikle erkek tarafından korunup kollanmış, haklar ve görevleri açısından sınırları çizilmiş ve genellikle yeri ev içi olmuştur. Ya babasının egemenliği altında yaşamış ya da kocasının buyruğu altına girmiş ve hayatına devam etmiştir. Değişik kültürlerde bu durum, farklılıklar gösterse de dünyadaki bütün kadınlar hemen hemen aynı süreçleri yaşamışlardır. Günümüzde olduğu gibi eski çağlarda da kadının toplumdaki yeri ve önemi farklılıklar göstermektedir. Tarih sahnesinde kadının sosyal statüsüne baktığımızda, zaman zaman kraliçe olmuş, en üst sıralarda yerini almış, zaman zaman da “insan mıdır değil midir” sorusuyla varlığı tartışma konusu olmuştur. “İktidarın erkeklere ait, dolayısıyla eril olduğu bir dünyada tarih bilimi, önceleri yalnız güçlülerle ilgilendikten sonra, işçilerin ve köylülerin geçmişteki durumlarına ilgi göstermeye başlamıştır ama bugüne değin kadınların tarihini hep göz ardı etmiştir”25. Feminist hareket ve taraftarları bu duruma karşı olmuşlar ve kadın tarihinin yazılmasına olanak sağlamışlar, katkıda bulunmuşlardır. Feministler sayesinde kadının tarihi üzerine yoğunlaşılmış, kadının nasıl ve neden bugünkü durumuna geldiği açıklanmaya çalışılmıştır. Kadınlar ve tüm insanlık hakkında çok az şey bildiğimiz dönem paleolitik çağdır. Bu çağda “hayat tarzını avcılık ve toplayıcılık belirlemektedir. Kadınlar bu toplumlarda daha çok toplayıcılıkla uğraşır ama erkeklerle birlikte ava da giderlerdi.”26 Yine bu dönemle ilgili elde edilen bilgi ve kalıntılara göre “bulunan heykelciklerin hemen hepsi, taş ya da fildişinden yapılma, cinsel özellikleri çok belirgin kadın figürleri”27 olmuştur. Bu durum da, kadının toplumsal konumunun bilinenin aksine erkekten daha üstün, hiç değilse onunla aynı statüye sahip olduğu görüşünü desteklemektedir. Çünkü bu dönemde soyun devamını belirleyen ana unsur 25 Michel, a.g.e.,s. 19. Michel, a.e., s. 25. 27 Michel, a.e., s. 30. 26 12 kadındır. Kadın birçok konuda karar alan yetkili kişidir. Erkek ise “beşikten mezara kadar hayatının her döneminde, geniş aile ya da klan içindeki konumu gereği ona iradesini kabul ettiren bir kadına tâbi”28 olmuştur. Paleolitik çağı avcılığın yanı sıra toplayıcılık ve tarımın ön plana çıktığı neolitik dönem izlemektedir. Tarımın öneminin artması ile birlikte “kadınlar da tohumu ve tahılların yeniden üreme devresini keşfettiler”29. Ayrıca bu çağda kadınlar farklı yöntem ve tekniklerle ürün saklamayı, dokuma yapmayı keşfetmişlerdir. Kadınların bu faaliyetleri onların statülerini de etkilemiş ve “güçlü ana tanrıçaların ortaya çıkmasına neden olmuşlardır”30 Neolitik dönemin ikinci kısmında yaşanan gelişmeler toplumsal örgütlenmeyi ve kadının statüsünü alt-üst etmiştir. Devrim niteliğindeki bu gelişmeler “yeni enerji kaynaklarının bulunuşu (öküz, su ve rüzgâr gücü), daha ileri tekniklerin icadı (saban, su ve rüzgâr değirmenleri, yelkenli gemi), yeni taşımacılık yöntemlerinin geliştirilmesi…”31 kadının yerini erkeğin almasına zemin hazırlamıştır. Bu gelişmeleri nüfus artışı ve yerleşik hayata geçiş süreci izlemiştir. Bunun da sonucu olarak “kent, ilk sınıf çatışmasını doğurdu. Çünkü kent demek, tarımsal artık, özel mülkiyetin gelişmesi ve birikim yapılması, dolayısıyla bir sınıfın kendini başka bir sınıfa besletmesi demektir.”32 Tüm bu gelişmeler köleliğe dayalı düzene geçişe, sınıfsal farklılıkların ortaya çıkmasına ve kadının toplumdaki yerinin değişmesine sebep olmuştur. Kadınların ev içine hapsedilmesinin ilk örmeklerine yine bu dönemde rastlanmaktadır. Avcılık ve göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçen toplumların sosyal durumları da değişim göstermiştir. Önceden yeni av alanlarına sahip olmak için kabileler arası yapılan evliliklerin “yerini endogami (içerden evlenme) aldı. Artık aile reisleri, doğurganlıklarını evin büyümesi amacıyla değerlendirmek üzere 28 Michel, a.g.e.,s. 31. Michel, a.e., s. 32. 30 Farahnaz Amırı, “Feminist Eleştiri Açısından Korku Sinemasında Kadının Sunumu”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 6. 31 Michel, a.g.e., s. 35. 32 Michel, a.e., s. 36. 29 13 evin tüm kızlarını kuzenler için saklamaya başladılar.”33 Görüldüğü gibi kadının ötekileştirilmesi ve ikincileştirilmesi çok eski dönemlere dayanmaktadır. 1.1.2 ESKİ YUNAN – ROMA DÖNEMİNDE FEMİNİZM VE KADININ DURUMU Bilindiği üzere antik çağlarda kadının önemi çok fazlaydı. Çünkü o çağdaki insanların gözünde kadın tanrıça konumundaydı. Kadın ‘bereket’, ‘doğurganlık’ ve ‘aşk’ tanrıçaları olarak betimleniyordu. O dönemdeki insanların böyle düşünmelerine sebep, kadının dünyaya yeni bir canlı getirebilme özelliğine sahip oluşuydu. Anadolu’da, karanlık ve antik çağlarda yer alan bütün kültürlerde ana tanrıça kültü geçerliydi. Bunun en bariz örneğini Kibele Kültü’nde görmek mümkündür. Kibele Kültü, Anadolu’da 8000 yıl önceki ilk insanın yerleşik kültüre geçtiği Alacahöyük kültüründe başlamıştır. Daha sonra Eski Yunanda ‘Artemis Tanrıça’ ve Roma’da da ‘Tanrıça Demeter’ adıyla yer bulmuştur. Kadın tanrıçalar bu toplumlarda önemli yere sahiptir. Sevgiyi, güzelliği, üremeyi, adaleti ve bereketi temsil etmektedirler. “Klasik dönem Atina toplumunda kadınlar (özgür vatandaş olanlar) ile erkekler ayrı yaşam sürerler, erkekler agora ve jimnasyum gibi kamusal mekânlarda kendi aralarında beraber olurken, “saygın” kadınlar evden çok az çıkarlardı.”34 Bu özgür kadınlar ancak ev içi işlerde, kölelerin idaresinde kendileri karar alıp uygulayabiliyorlardı. Özgür vatandaş kabul edilmelerine rağmen siyasi haklardan yoksundular. Bu toplumda çeşitli kadın statüleri nedeniyle net bir durumdan bahsetmek pek mümkün olamamaktadır. Çünkü kadınlar; özgür, köle, fahişe ve yabancı olarak çeşitli isimler altında gruplandırılmıştı. Ayrıca yine aynı toplumda, kadınların insan olarak değeri olmadığı bilinmektedir. Evin dışında dolaşmaları hoş karşılanmazdı. Bu nedenle yaşlı bir köle eşliğinde dışarı çıkarlardı. “Ev kadınları evin dışındaki toplumsal yaşama ancak dini 33 Michel, a.g.e., s. 36. Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın:Hıristiyanlıkta ve İslamiyet’te Kadının Statüsü Üzerine Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları, 2009, s. 86. 34 14 festivaller, doğum, ölüm gibi olaylarda girebilseler de, şüphesiz dışarıdaki hayatta boşluğu kapatan kadınlar da olmuştur.”35 Sadece fakir kadınların serbest hareket etmeleri ve evin dışında çalışmaları alışılmış bir durumdu. Bunların yanı sıra Aristokrat kadınların daha özgür yaşadıkları bilinmektedir. “Eğitim görmüş birkaç ünlü isim ise ancak aristograt gruptan çıkmıştır. HelIenistık dönemle birlikte özgürlüğü artan kadınlar erkeklerin hamiliklerinden kurtularak, eğitim görmeye başlamışlar ve toplumsal hayat içinde artık yönetici, sanatçı, filozof, doktor, hatta bilim insanı olarak yer almışlardır.”36 Bu toplumda kadının yeri, ona bakış açısı ile bağlantılı olmuştur. Evlilik kurumu bu toplumda büyük bir öneme sahiptir. Fakat kadın evleneceği erkeği seçme hakkına sahip değildir. Evlenilecek kişiye kızın babası, eğer babası vefat etmişse en yakın erkek akrabası karar verir. Kıza evlenirken çeyiz olarak bir miktar da para verilir. Bu toplumda evlenme yaşı kızlarda 18-20 yaş civarı, erkeklerde ise 37 yaş civarıdır. Kadının tek ve aslî görevi çocuk doğurmaktır. Burada meşru yollardan ve erkek çocuk doğurmak önem arz etmektedir. Eski Yunan toplumunda doğum sonrası istenmeyip terk edilen genellikle kız çocukları olmuştur. Kadınlar hamilelikleri boyunca ve doğumdan sonra kırk güne kadar kirli sayılmışlar ve bu nedenle ibadet yerlerine girmeleri yasaklanmıştır. Ayrıca eski Yunan toplumunda mimari açıdan evler, kadın ile erkeği bir araya getirmeyecek şekilde ve ayrı yaşamalarını sağlayacak biçimde tasarlanmıştı. Evin içindeki odaları ve dışarı çıkarken giydikleri kıyafetleri, onları koruyacak şekildeydi. Kadınlarla üzerine bu kısıtlamalar ile bağlantılı olarak “tarihçi Thukydides (İ.Ö. 400), kahramanı Perikles’in ağzından, en iyi kadının “erkekler arasında hakkında, iyi ya da kötü, en az konuşulan kadın” olduğunu”37 ifade etmişti. Ayrıca kadınların ortalıktan çekilip görünmez olarak erkekleri baştan çıkarma ve cezp etmelerine de engel olmak amaçlanmıştır, denilebilir. Eski Roma’da da kadının durumu pek farklı değildir. Roma’da kız çocukları ev idaresi eğitimi içinde yetiştirilirlerdi. Kadınlar iş hayatına katılmışlardı fakat çalışan kadına hoş gözle bakılmazdı. “Aile reisi olan erkeğin aile fertleri üzerinde 35 Ayşe Gül Akalın, “Eskiçağda Grek Kadınının Toplumsal Yaşantısı”, Ankara Üniversitesi-DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, XXI, 33, (2003), s. 42. 36 Akalın, a.e., s. 42. 37 Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın…, s. 88. 15 mutlak hâkimiyeti vardı. Aile reisi karısının idamına bile karar verebilirdi. Aile fertleri, ‘sürekli aile fertleri’ ve ‘mukavvat aile fertleri’ diye ikiye ayrılmıştır. Mukavvat üyeler kız evlatlardan oluşurdu. Babaları ölecek olursa büyük erkek kardeşlerin sultası altına girerlerdi. Evlendiklerinde de kocalarının sultasına girerler ve öz ailesi ile olan bağları tamamen kesilirdi. Kadının boşama hakkı yoktu.”38 Aile kurumu toplumda önemli yere sahipti. Eski Yunan toplumu ile ilgili olarak, Sparta Kenti’nin hakkında bilinenler ise durumun tam tersi şekildedir. Sparta’lılar savaşçı bir toplumdu. “Erkek çocuklar savaşçı olmak üzere eğitilirken, kız çocukları da ileride gürbüz çocuklar doğurabilsinler diye beden eğitimi yaparlardı. Diğer kentlerdeki yaşıtlarından farklı olarak evlerin içine kapanmazlar, açık havada hatta çıplak olarak spor yapar, bedenlerini güçlendirmeye çalışırlardı.”39 Kadınların yasal olarak da hakları vardı ve mirastan yararlanabiliyorlardı. Sparta’daki kadınlar hemcinslerine göre daha iyi koşullarda yaşamışlardır. Bu durumu geçerli olan Likurgos yasaları ve dayanışma üzerine kurulan toplumsal kurallara bağlamak mümkündür. Savaşçı yaşam tarzlarının giyimleri ile ilgili rahatlığı yansıttığı bilinmektedir. Sparta kenti dışında, kadının meşru yollardan çocuk sahibi olması önem kazanırken burada devletin çocuklara verdiği önem sonucu durum farklılaşmıştır. Zina konusunda daha esnek davrandıkları bilinmektedir. Atina’da yaşamış ünlü filozof Aristoteles, o günün Yunan toplumunda kadınlar için bir erdem kabul edilen sessizlik ve yumuşak huyluluk davranışları için “sessizlik, kadının izzetidir, ama aynı şey erkek için geçerli değildir” diyerek toplumun kadın algısını vurgulamıştır. Aristoteles’e göre; sadece erkekler aklını kullanma ve düşünme, karar verebilme yeteneğine sahiptir. Çocuklar, kadınlar ve köleler yeterli muhakeme yetisine sahip olamadıklarından erkek onlara 38 Gülsüm Engin, “İslam Hukuku Açısından Çocuğun Bakımı ve Yetiştirilmesinde Kadının Hak ve Sorumlulukları”, Adana, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 3. 39 Didem Demiralp, “Eski Yunan Kültüründe Kadının Yeri”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Bilim ve Eleştiri, 09, 2008, s. 142. 16 hükmetmelidir. Bu düşünce tarzı daha sonra Hıristiyanlığın kadın görüşü için temel kaynak niteliğinde izlenilen yol halini almıştır.40 1.1.3 RÖNESANS – REFORM VE ENDÜSTRİ DEVRİMİ DÖNEMLERİNDE KADININ DURUMU Başlangıç noktası olarak bakıldığında bir özgürlük ve eşitlik arayışı olan feminist hareket, toplumların siyasal ve ekonomik değişimleri yaşadıkları 18.yy sonlarında başlamış, 19. yy boyunca dinamiklerini (ideoloji-düşünce) belirlemiş ve ancak 20. yy.da bir sistem olarak kendini göstermiştir. Kadınlar feminizm kavramı ile daha önce dile bile getiremedikleri sorunlarına toplumsal bir boyut kazandırabilmişler, kendileri ile ilgili toplumsal farkındalığı gerçekleştirebilmişler ve sadece kadın olmaktan kaynaklı sorunlarına dikkat çekebilmişlerdir. Rönesans ve reform hareketleriyle hız kazanan bilimde ve sanatta ilerleme aydınlanma çağı ile devam etmiştir. Avrupa toplumu, kilisenin baskısından ve dogmalardan kurtulmuş, bilime yönelmiştir. Aydınlanma çağı, aklın ve bilimin önderliğinde bir özgürleşme çağı olmuştur. Avrupa’da yaşanan bu değişimler birbirini izlemiş ve Endüstri Devrimi 18. yy. sonlarında İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Tarım toplumundan kentsel-endüstriyel yapıya dönüşüm yaşanmıştır. Buhar kuvvetinin sanayide uygulanması ve buhar gücüyle çalışan makine kullanımı, büyük fabrikaların artmasını sağlamıştır. Fabrikaların artması, çalışan sayısına yansımış ve işçi-işveren kavramıyla beraber ‘işçi sınıfı’ denilen yeni bir sınıf da ortaya çıkmıştır. Rekabet ortamı, maliyeti düşürme gayreti düşük ücretle işçi çalıştırmayı getirmiş, bu durum da işçinin ve iş gücünün sömürülmesine yol açmıştır. Ucuz işgücüne duyulan ihtiyaç, kadını evinden çıkarmış ve çalışma hayatına dâhil etmiştir. Bu durum kadının önce eşit işe eşit ücret olarak başlayan işçilik hakkı arayışını ardından da kadın olarak haklarını arayışını başlatmıştır. Eşit haklar için başlayan mücadele feminist hareketin de başlangıcı olmuştur. “…her kesimden kadın, konumuna ve ezilme şiddetine göre başkaldırdı; işçi kesimindeki kadınlar ağır çalışma şartlarına 40 Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 87. 17 ve düşük ücrete, burjuva kadınları ise ekonomik ve siyasal haklardan yoksun bırakılmaya başkaldırdılar. Amerika’da kölelik karşıtı hareketle iç içe gelişen kadın hareketi, İngiltere’de orta sınıf önderliğinde oy hakkı talebine odaklandı. Fransa ve Almanya’da ise kadın hareketi ağırlıklı olarak işçi sınıfı kadınlarının önderliğinde gelişti.”41Ağır iş koşulları altında ezilen çalışan kadınlar Amerika’ya göç ettiler. Burada kendi işlerini kurup mülk sahibi oldular. “Çok sayıda kadının katıldığı 1848 Şubat Devriminden sonra feminist eylemler birçok kanaldan gelişmeye başladı. 1849’da Kadınların Sesi gibi dergiler çıkarıldı. Bu dergilerde kadınların oy ve temsil hakkı savunuldu. Kadınlar aynı zamanda ekonomik haklarını da talep ediyorlardı.”42 Aydınlanma döneminde yaşanan gelişmeler ışığında, Avrupa düşünce olarak değişmiş, Endüstri devrimi ile de toplumda sosyal ve siyasal dönüşümler yaşanmıştır. 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi, özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla Avrupa’da kitleleri harekete geçirmiş, mutlak monarşinin değişmesini hedeflemiştir. Fransız Devriminin temelini oluşturan “İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirgesi” esaslarına göre iki temek hak vardır; Özgürlük ve Eşitlik. “17. ve 18. yüzyıllar boyunca –öncesinde ve sonrasında- kadının eş ve anne olarak evine ait olduğu varsayımı neredeyse evrenseldi. 18. yüzyılın ortasından itibaren ve özellikle 19. yüzyılın başında tarihsel dönüşümler, özellikle de sanayi devrimi, kadını özel alanda tecrit ederek, işyeri ile ev mekânını birbirinden ayırdı. Makinalaşmış fabrikalar ve ev ekonomisinin çöküşü ile birlikte işin kamusal dünyası evin özel dünyasından daha önce hiç olmadığı kadar birbirinden ayrıldı. Bu gibi eğilimler, akılcılığı kamusal alanla, akıl-dışılığı ve ahlakı özel alanla ve kadınla düşüncesini desteklemiştir.” özdeşleştiren aydınlanma 43 41 Tekin, a.g.e., s. 5. Tekin, a.e., s. 8. 43 Josephine Donovan, Feminist Teori, Çev: Aksu Bora vd., 6. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2010, s. 19. 42 18 Tüm bu gelişmeler, kilisenin baskıcı ve kadını yok sayan tavırları, en ucuz iş gücü olarak kadının kullanılması ve burjuva kadınlarının daha çok özgürlük için sesinin yükselmesi feminist hareketi ortaya çıkarmıştır. “1700 yılında yazan Mary Astell, “eğer mutlak hükümranlık devlet için gerekli değilse, nasıl oluyor da aile içinde gerekli sayılıyor?[…]Eğer bütün insanlar doğuştan özgürse, nasıl oluyor da bütün kadınlar köle doğuyor?’44 diye sorgulamıştır. “…Eylül 1791 tarihinde Paris’te, Fransız Devrimi’nin erken safhalarında, Olympe de Gouges Les Droits de la Femme (Kadın Hakları) adlı bir broşürü”45 ve 3 Ocak 1792’de Mary Wollstonecraft, feminist düşünce için temel eser olan “A Vindication of the Rights of Woman” (Kadın Hakları Savunusu) adlı eseri yayınlamıştır. Burada yazar, insanlar arasındaki farkların doğal olmadığını, toplum ve çevre tarafından ortaya çıkarıldığını savunmuştur. Wollstonecraft, çocukların yurtsever olarak yetiştirilmeleri için önce bunun ne anlama geldiğini öğrenmeleri ve annelerinin de yurtsever olmaları gerektiğini ifade etmiştir. Bu dönemde eşit oy hakkı talebi üzerinde durulmuştur. Bu konuda kadına kürsüye çıkma hakkı isteyen “Gouges daha sonra giyotinle idam edildi. …Amerikan Devrimi sırasında ise, Abigail Adams, kocası John’a ulusu oluşturacak yeni kanunlar yapılırken kadınların da bir sesi ya da temsilcisi olması gerektiğini söylemişti. 1790’da, Massachusetts’de Amerikalı Judith Sargent Murrey, On the Equality of the Sexes (Cinsiyetler Arasındaki Eşitlik Üzerine) adlı eserini yayınlamıştı.”46 Bu dönemin göze çarpan durumları arasında burjuva kadınların salon toplantıları düzenlemesi de vardır. Fakat okuma yazma bilmemeleri sebebiyle bu toplantılar sadece soylu kadınların taklit edilmesi ile sınırlı kalmıştır. Çünkü okuma yazma durumları erkek işidir ve kadın kültürel ve bilimsel gelişmeleri öğrenmek için de erkeğe muhtaçtır. Kadınlar bu dinletilerde öğrendikleri yeni bilgiler ışığında diğer ülkelerdeki kadınlarla kendilerini karşılaştırmışlardır. Bunun sonucunda da kafalarında yeni sorular ve sorunlar belirmiştir. Bu dönemin kadın hakları savunucularından olan Mary Wollstonecraft (ö:1797), eğitim sorununa dikkat çekmiştir. Wollstonecraft’un temel savı, kadının 44 Fatmagül Berktay, “Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye”, Sivil toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, No 7, 2004, s. 6. 45 Donovan, a.g.e., s.15. 46 Donovan, a.e., s.15. 19 düşünce tarzının onun eğitimiyle ilgili olduğudur. Eğitim hakkı erkekler kadar kadınlar için de önemli ve hayati bir konudur. İlk modern feminizm metni sayılan eserinde, insan olmaları sebebiyle kadınların da erkekler ile aynı haklara sahip olması gerektiğini savunmuştur. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, aydınlanma çağında başlayan bu hareketlilik “19. yy. Amerikan kadın hakları hareketinin önemli iki lideri Elisabeth Cady Stanton ve Susan B.Anthony, selefleri Wollstonecraft, Wright ve Grimke tarafından ifade edilen Aydınlanma Teorisini geliştirerek ve daha rafine hale getirdiler.”47 Stanton, kadınların zayıf, beceriksiz ve erkekler tarafından korunmaya muhtaç oldukları görüşüne karşı çıkmıştır. Ev hayatının, mutlu hayatın yolu olduğunu reddetmiş ve kadınların korunmaya ihtiyaçları olmadığını belirtmiştir. “Temel haklar doktrinini kadınlara uyarlayan en erken girişim, Elisabeth C.Stanton tarafından kaleme alınan ve 19-20 Temmuz 1848 tarihinde Seneca Falls, New York’ta yayınlanan, Declaration of Sentiments’dir (Duygular Bildirisi). 48 Anthony ise, siyasi örgütleyici özelliği ile doğal haklar doktrinine vurgu yapmıştır. 1872 Kongre seçimlerinde oy kullandığı ve yasaları ihlal ettiği gerekçesiyle suçlu bulunmuştur. “19. yy.da sunulan son bir liberal teori parçası da, iki İngiliz felsefeci olan Harriet Taylor ve John Stuart Mill tarafından geliştirilmiştir… Harriet Taylor’un 1832 metni, 19.yüzyılda önerilen en radikal metinlerden biridir. Kadınlar için tüm kamu kurumlarını ve mesleklerini içeren tam bir siyasi ve sivil eşitlik üzerine ısrar etmekten öte aynı zamanda evlilik ile ilgili tüm yasaların kaldırılmasını da öneriyordu. ”49 Kadın hareketinin diğer bir önemli ismi Kate Millet, 1974 yılında kadın cinselliğini ele alan, otobiyografi türünde Uçmak (Flying) adlı kitabını yayımlamıştır. Stanton’un aksine Millet, kamusal ve özel kimliğin birbirinden ayrılamayacağını söyler.50 Kadınların eğitim hakkını elde etmeleri, 19. yy. feminist eylemlerin sonucunda olmuştur. Bu eylemlerin bir başka düşüncesi de bütün kadınların 47 Donovan, a.g.e., s. 43. Donovan, a.e., s.23. 49 Donovan, a.e., s. 55. 50 Nazan Aksoy, Kurgulanmış Benlikler- Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s. 45. 48 20 birleşerek haklarını kazanmak için mücadele etmeleri gerektiği olmuştur. “Nitekim Uluslararası Kadın Konseyi’nin kuruluş toplantısı, 1888’de Washington’da yapıldı: 66 Amerikalı ve 8 Avrupalı kadın, burada yeni uluslararası örgütün amaçlarını saptadılar. Burada, XIX. yüzyıl boyunca ortaya atılan çeşitli feminist talepler, kadının ezilişine son verecek bir eylem planı çerçevesinde birleştirildi. 1899’da Uluslararası Kadın Konseyi’nin Londra’da yapılan ikinci toplantısına bağlı 11 örgüte üye 600.000 feministi temsil eden 5.000 kadın delege katıldı.”51 Bu konseylerde toplumun her kesiminden kadın bir arada çalışmıştır. Bu konsey ve toplantılar kadınların kız kardeşlik kavramını anlamaları ve canlandırmaları için önemli bir adım olmuştur. “Kadınlar arasındaki dayanışma her zaman cinsiyetçiliği zayıflatır ve ataerkinin yok olması için uygun ortamları kurar.”52 Kız kardeşlik kültürü politik bir dayanışma, birliktelik ve olumlu bir harekettir. “XIX. yüzyılda feminizmin ortaya attığı bir başka temel düşünce de, tüm ülke kadınlarının birleşerek, haklarını kazanmak için yardımlaşmalarının gerekli olduğuydu.”53 20. yy.a gelindiğinde ise; daha büyük ve köklü değişimler yaşanmıştır. Sovyetler Birliği dağılmış, Lenin kadınlardan yana olan düşüncelerini açıklamıştır. Bu gelişmeler kadınlar açısından olumlu kazanımlar şeklinde sonuçlanmış ve çalışan kadınlar için kreşler kurulmuştur. Kadınların politikaya katılımları sağlanmış, çalışma ve eğitim şartlarında da düzenlemeler yapılmıştır. En önemli değişim ise kadının kürtaj hakkını elde etmesi olmuştur. Fakat bu durum fazla uzun sürmemiştir. Yine bu dönemde Uluslararası Kadın Konseyi (ICW), ekonomik, siyasal ve toplumsal birçok hak için mücadelelerini sürdürmüştür. Evli kadının maddi özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Evlilik dışı çocuklarla ilgili yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ev kadınları için de asgari ücret uygulaması, ilkokul öğretmenlerinin kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin aynı ücreti kazanmaları ve genelevlerin kapatılması için mücadeleler de devam etmiştir. 51 Michel, a.g.e., s.110. Hooks, a.g.e., s.15. 53 Michel, a.g.e., s. 109. 52 21 1904 yılında Uluslararası Kadın Oy Hakkı Birliği (IAW) kurulmuş ve oy hakkının elde edilmesi ile olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Tüm bu gelişmelere rağmen günümüzde kadın sorunları halen devam etmekte ve hem doğuda hem de batıda bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye farklılıklar göstermektedir. 1.2 FARKLI FEMİNİST AKIMLAR VE SÖYLEMLER Feminizm ve feminist akım ifadeleri hem birbirleri ile yakın ilişkili hem de aralarında ince farklılık bulunan iki ayrı kavramdır. Feminizmden kasıt; kadınların eşit haklar mücadelesi iken, feminist akım ise farklılıkları, farklılığın sebeplerinisonuçlarını açıklama ve feminist hareket ile bu durumları ilişkilendirmeyi açıklamaktadır. Bu iki kavram da kadın ile ilgili olduğundan, “ ‘Kadın’ tek başına ele alınabilen homojen bir kavram olmadığından; din, renk, ırk, yaşadığı toplum ve sınıf gibi olgularla birlikte geliştiğinden feminizm tek bir düşünce ve tek bir yol ile açıklanamaz.”54 Bu sebepledir ki farklı feminizmler ve bunun sonucu olarak da farklı feminist kuramlar doğmuştur. Feminist kuramlar birbirlerini etkilemişler, etkileşimde bulunmuşlar, bazen ortak paydada bazen zıt kutuplarda ama hep kadın mücadelesinin ismi olmuşlardır. Burada şunu da belirtmek gerekir ki; bu kuramlar kadın tarihi ile ilgili dönüm noktalarıdır. “Kişinin kendi tarihini, kökenlerini bilmesi, dünyaya başkaları tarafından kendisine dayatılan bir açıdan değil, kendi halkının açısından bakabilmesi anlamına gelir. Kadınlar da kendi tarihlerini öğrenip yeni kuşaklara öğretmedikçe, köleliğin eski örüntülerinin tuzağına düşecekler ve güçlükle kazanılmış özgürlükleri yitireceklerdir.”55 Feminist kuramları bir bilgi olarak ele aldığımızda, cinsiyetçiliği sorgulayan, ataerkiyi eleştiren ideolojiler olarak tanımlanabilir. Kendi içlerindeki tarihsel farklılıklardan başlayarak sorunlara kendi açılarından bakabilmeyi, farklı olanı görmeyi amaçlamaktadırlar. Çıkış süreçleri açısından ele aldığımızda ise, çeşitli etkileşimlerle dönüşüp değiştiklerini, 54 55 Altun, a.g.e., s. 41. Donovan, a.g.e., s.9. 22 birbirlerine yaptıkları katkılarıyla büyüyüp geliştiklerini söyleyebiliriz. Bir sonra gelen öncekini yok etmemiş aksine güçlendirmiştir. Feminizm ifadesi “önceleri yalnızca Thomas Hobbes, Kohn Locke gibi aydınlanmacı düşünürlerin insan haklarından sadece erkeklerin yararlanabilecekleri yönündeki söylemlerine, hemen tüm Avrupa tarihi boyunca kadınların sosyal hayattan dışlanmalarına ve çeşitli işkencelere maruz bırakılmalarına tepki olarak ortaya çıkmışken, sonraları kadının toplum dışına itilmesi yalnızca Avrupa’ya has bir durum olmadığı için tüm dünyada taraftar bulmuş ve Avrupa’dan, önce Amerika’ya sonra da tüm dünyaya yayılmış ve yükselişi önlemeyen bir teori, bir paradigma haline gelmiştir.”56 Bu yükseliş, birçok değişikliği ve alanlar arası etkileşimi beraberinde getirmiştir. Farklı feminizm durumları 20. yy. kadın hareketinin en önemli kısmını ve içeriğini oluşturmaktadır. 18. ve 19. yy.da kadın hareketi Fransız Devrimi’nin de etkisiyle eşitlik üzerine yoğunlaşmıştır. İlk dalga olarak adlandırılan bu hareket, düşüşler yaşanmasına rağmen varlığını ve etkisini ikinci dalga feminizmin başladığı 1960’lara kadar sürdürmüştür. İkinci dalga feminizm ise 1980’lere kadar sürmüş ve yerini üçüncü dalga feminizme bırakmıştır. İkinci dalga feminizmde 60’lı yıllardaki öğrenci hareketleri etkili olurken, 1980’lerdeki üçüncü dalga feminizm modernizm ve çok kültürlülük etkisinde gelişmiştir. 1.2.1 LİBERAL FEMİNİST KURAM 19. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan liberal feminizm, feminist kuramlar arasında kadının eşitlik ve varlığına işaret eden ilk feminist kuramdır. Eşitlik üzerine kurulu olan liberal feminizm, orta sınıf kadın hareketi olarak başlamıştır. Diğer feminist görüşlere temel teşkil etmiş ve dayanak oluşturmuştur. “Liberal feminizmin esas hedefi, kadınların “kamusal” alana girmesini önleyen ve 56 Emine Öztürk, Türk Kadınının Feminizme Bakışı, Ravza Yayınları, İstanbul, 2007, s. 8. 23 onları eve hapseden yasaları ve uygulamaları ortadan kaldırmak”57 olmuştur. Liberal feminizm savunucuları, kadınların yasalar karşısında tüm haklarını elde etmeleri için mücadele etmişlerdir. Çünkü kadınların maruz kaldıkları eşitsizliğin devlet eliyle giderilmesini istemişlerdir. Bütüncül bir biçimde kadınları yok sayan erkekler, bu sayede güçlerini korumuşlar ve kadınların sesini kesebilmişlerdir. Liberalizm, bireyin özgürlüğü ve bağımsızlığına vurgu yapmaktadır. Bu görüşten hareketle bireyin özgürlüğü sadece erkek için değil aynı zamanda kadın için de geçerlidir. Liberal feminizm de bu düşünceden yola çıkarak kadın ve erkeğin eşit olduğunu savunmaktadır. Liberal feminizmin temel felsefesi ‘bireyin özgürlüğüözerkliği’ olmuştur. Hiçbir ayırım gözetmeksizin dini, dili, rengi ne olursa olsun herkes eşittir, eşit olmalıdır. Eşitliğin ilk olarak eğitimde sağlanması gerektiğine vurgu yapmışlardır. Çünkü eğer kadına da eğitim hakkı sağlanırsa sahip olduğu zihinsel güç, onun gelişimine katkıda bulunacaktır. Aslında kadın ve erkek arasında büyük farklar olmadığı düşünülmektedir. Liberal feministler, erkeklerle aynı eğitimi alabilen kadının, erkeğin yaptığı işleri de yapabileceğini savunmaktadır. Kadınlar için güzel sanatlar (müzik, dans, şiir, edebiyat) ve ev işleri, erkekler için ise sosyal bilimler uygundur görüşüne karşı çıkmışlardır. Kadının eğitimsiz olması sadece kendisine zarar vermez, toplum için de sorun teşkil edecektedir. Çocuğu yetiştiren, ona dilini öğreten ve ilk eğitici olan annenin eğitimi, eğitimli bir birey olması büyük önem taşımaktadır. 17. ve 18. yy.da kadının eve ait olduğu yaygın görüşü, kadının eğitimsizliği ile açıklanmaya çalışılmıştır. Ev özel alanına hapsedilen kadın, ekonomik bağımsızlığını elde edememiştir. Bu da eşitsizlik sonucunu getirmiştir. Hâlbuki kadının çalışarak ekonomik özgürlüğünü eline alması, kendi özgürlüğünün de garantisidir. Liberal feministlerin esas ve temel amacı kadına tüm alanlarda erkeklerle eşitlik hakkının tanınmasının sağlanmasıdır. Mary Wollstonecraft liberal feminizmin en önemli öncülerindendir. “Kadın Hakları Savunusu” adlı eseriyle liberal görüşü ve Fransız Devrimi’nin eşitlik düşüncesini temel alarak kadınların da erkekler gibi doğal hakları olduğunu, doğuştan gelen haklara sahip olduğunu savunmuştur. Kanun önünde eşitlik ve oy hakkı üzerine çalışmıştır. Nitekim başarılı 57 Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti: Kadınların İnsan Hakları, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları, 2010, s. 43. 24 da olmuştur. Ancak Mary Wollstonecraft eşitliği savunurken “kadına erkekle tam eşitlik tanınmasını savunmamıştır. Ona göre, kadın kocasından ancak bir ölçüde bağımsız olmalıdır. Kız çocuklarına erkek çocuklarınkine benzer bir eğitim verilse bile kadının temel ödevinin eş ve anne olmak olduğu unutulmamalıdır.”58 Liberal feminizmin diğer bir güçlü sesi John Stuart Mill (ö: 1873) de oy hakkı talebinin yanı sıra eğitimin önemine değinmiştir. Liberal feminizm, toplum tarafından kabul edilen kadın-erkek sosyal rollerini de eleştirmiştir. Çünkü mevcut roller kadına avantaj sağlamamaktadır. Toplumsal rollerin öğrenimi dayanmaktadır. de çocukluk dönemine İşte burada eğitim konusu ve çocukların büyük önem yetiştirilmesine arz etmektedir. Çocukluklarından itibaren eğitim yönünden kadın ve erkeğe sağlanacak eşitlik, zihinlerdeki farklı olma durumunu en aza indirgeyecek hatta yok edecektir. “Aydınlanmacı Liberal Feministler aşağıdaki temel düşünceleri paylaşmaktadırlar; 1. Akla inanç. Wollstonecraft gibi bazı düşünürlere göre, Akıl ve Tanrı neredeyse eşanlamlıdır. Birey, aklı içinde tanrısal bir kıvılcım barındırır; bu kişinin vicdanıdır. Frances Wright ve Sarah Grimke gibi feministler, gerçeğin en güvenilir kaynağının herhangi bir yerleşik kurum ve gelenek değil, bireysel vicdan olduğunun göz önünde tutulması gerektiğini belirtirler. 2. Kadının ve erkeğin ruhları ile akılcı yeteneklerinin aynı olduğu inancı. Başka bir deyişle kadınların ve erkelerin ontolojik olarak aynı olduğu inancı. 3. Toplumsal değişime ve toplumun dönüşümüne etki etmenin en iyi yolunun eğitim – özellikle eleştirel düşünebilmek için eğitilmek- olduğuna inanç. 4. Bireyin diğer bireylerden ayrı olarak gerçeği arayan, akılcı ve bağımsız bir aktör olarak hareket eden ve haysiyeti bağımsızlığına bağlı olan yalnız bir varlık olduğu görüşü 5. Sonuç olarak, aydınlanma kuramcıları, doğal haklar doktrinine bağlı kalmışlardır. Önemli birçok kuramcı kendini siyasi haklarla ilgili taleplerle sınırlandırmamakla birlikte, 19. Yüzyıl kadın hareketi esas olarak bu talepler, özellikle de oy verme hakkı talebi üzerine oturmuştur. 58 Güriz, a.g.e., s.16. 25 Kadının sadece oy hakkını kullanabilmesi ve eğitim alması onun özgürleşmesi için tek başına tabii ki yeterli değildir. Liberal feminizm savunucuları, kadının siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamda da özgür bireyler olmalarını istemişlerdir. Ayrıca hukuksal eşitlik de bütünün parçalarından biridir görüşündedirler. “Liberal feminizmin günümüzde savunduğu temel görüş erkeğin kadın üzerindeki temel hâkimiyetini ortadan kaldıracak tedbirler alınması, erkeğe ait kamu alanı ve kadına ait özel alan fikrinin red edilmesi şeklinde kendini göstermektedir. Bu yaklaşıma göre, erkek gibi kadın da özerk bir kişiliğe sahiptir. Akılcılık, serbest seçim, eşit haklar, fırsat eşitliği liberal teorinin temel ilkeleridir. Kadın da erkek kadar rasyoneldir. O da erkek kadar bağımsız ve kendi seçimlerini yapmakta serbest olmalıdır.”59 1.2.2 KÜLTÜREL FEMİNİST KURAM Kültürel feminist kuram, liberal feminizmden çok farklılık göstermemekle birlikte siyasal değişimlerden ziyade kültürel dönüşümlere vurgu yapmaktadır. Kadınların yasalar önünde elde ettikleri hakların onları özgürleştiremeyeceğini savunmaktadır. “Eleştirel düşünme ve kendini geliştirmenin önemini kabul etmeye devam ederken, hayatın akıldışı, sezgisel ve genellikle kolektif yönü üzerinde dururlar. Kadınlarla erkekler arasındaki benzerlikleri vurgulamak yerine, genellikle kadınlık niteliklerinin kişisel kuvvet, gurur ve kamusal yenilenme kaynağı olarak kabul edilen farklılıkları üzerinde dururlar.”60 Gelenekselliğin içinde kalmış ve çok fazla dillendirilmemiş ‘din, aile ve evlilik’ kavramlarına alternatif arayışındadırlar. Kültürel feminist kuram, romantik birey olgusuna önem vererek “barışseverlik, işbirliği, farklılıkların şiddetsiz biraradalığı ve kamusal hayatın uyumlu bir şekilde düzenlenmesi” görüşünden hareket etmektedir. Bu düşünce, gerçekleşmesi mümkün değilmiş gibi görünse de, kültürel feministler özgüven sahibi kadınlar ile toplumun değişeceğine inanmaktadırlar. Eğitim almış, üretime katılan, ekonomik bağımsızlığını sağlamış kadınlar, baskılara karşı seslerini yükseltebilecek, kendi 59 60 Güriz, a.g.e., s. 62. Donovan, a.g.e., s. 69. 26 değişimini sağlayacak ve dolayısıyla toplumsal değişim de ardından gelecektir tezini ileri sürmektedirler. Kültürel feminizm düşüncesinin “Woman in the Nineteenth Century (19. Yüzyılda Kadın)” isimli eserle Margaret Fuller (ö:1850) tarafından başladığı kabul edilmektedir. Ayrıca Matilda Joslyn Gage’in (ö:1898) “Woman Church and State (Kadın, Kilise ve Devlet)” adlı eseri önemli eserlerden biri olmuştur. Stanton ise “The Woman’s Bible (Kadının İncili)” ve “ The Matriarchate (Anaerkillik)” adlı makaleleriyle özellikle Hıristiyanlığı eleştirmiştir. Stanton, anaerkil düzene özlemini sürekli belirtmiştir ve “anaerkilliği ‘barışın ve bolluğun altın çağı’, ataerkilliği ise ‘tiranlığın, savaşların ve toplumsal hastalıkların kaynağı’61 olduğu görüşünü savunmuştur. Çünkü kadınlar, güçlerini, annelik duygularının da etkisiyle iyilikten ve koruyuculuktan yana kullanmışlardır. 19. yy. feministlerinden bir diğeri de Matilda Joslyn Gage’dir. Gage de diğer kültürel kuramcılar gibi kiliseyi eleştirmiştir. Çünkü Hıristiyanlığın erkeği tanrılaştırdığını düşünmektedir. Hıristiyan inanışına göre, kadının görevi, erkeğine kusursuz hizmet sunmaktır. Kadın, ‘erkeğin hazları için oyuncak olarak yaratılmıştır’ görüşüyle ikincil planda tutulmuştur. Yine bu inanışa göre, ilk günah kadınındır ve erkeği o baştan çıkarmıştır. Kültürel feministlerden Charlette Perkins Gilman’a göre, ev hayatında yapılacak radikal değişimler kadın için bir çözüm olabilir. “En temel kadınsı itki birleştirmek, bir araya getirmektir ve inşa etmektir; en temel erkeksi itki yaymak, dağıtmak ve tahrip etmektir.”62 Erkek bakış açısıyla yapılmış tüm düzenlemeler kadın sezgileri ve duygusallığı ile değiştirilmelidir. “Ataerkilliğin ‘özel mülkiyete dayalı ailesi’nde kadınlar hane içinde erkeğin malıdır; ‘ilk ve tek amaçları erkeğe haz vermek’ olan kadınlar, nesnelerden çok daha az önemlidirler... onu bir mal gibi sahiplenen ve vahşice kıskanan egemen erkek, onu bin tür kuralla kuşatır. Erkeğin 61 62 Donovan, a.g.e., s. 83. Donovan, a.e., s. 96. 27 toplumsal ilişkileri, hizmetleri ve gerçek hayatı varken, kadın o kadar sakınılmıştır ki, bu onun insanca gelişmesini engellemiştir.”63 Kültürel feminist kuram, anaerkil düzenin yeniden topluma kazandırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Kadını değerli bulmuş, önemine vurgu yapmıştır. Kadının değersiz bulunduğu toplumlar için, bir ev babasız nasıl başıboş ve eksik kalıyorsa kamusal alan da kadın olmazsa aynı şekilde eksik kalacaktır, tezini savunmuştur. Kadına yer veren bir toplumda savaşların ve çekişmelerin yerini yeniden barışın alacağını bildirmiştir. Bu kuram eleştirel düşünmenin ve onun getireceği değişimin önemine vurgu yapmıştır. Kültürel feministler, hareketin sadece bir hak elde etme olmadığını belirtmişler ve erkeklerden ruhsal ve fizyolojik olarak farklı olduklarının da farkına varılmasını, bu farklılıklara rağmen ve bu farklılıklara ek olarak erkeklerle eşit olmayı istemişlerdir. 1.2.3 MARKSİST – SOSYALİST FEMİNİST KURAM Marksist feminist kuramın en temel savlarından biri kadın erkek arasında cinsiyet yönünden bir ayrım olmadığıdır. Bu ayrımın, cinsiyetler bazında değil toplumsal olduğunu savunmuşlardır. Marksist düşünceye göre asıl sorun toplumsal sınıflardır. Kadının hak aramak durumunda kalmasının en temel sebebi üretimden uzaklaştırılması, kamusal alandan tecrit edilip eve hapsolması ve görevinin ev içi ile sınırlandırılıp belirlenmiş olmasıdır. Bu tarz bir görev tanımı kapitalizm düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Kapitalizm, erkeği dışarıdaki hayata, kamusal alana görevlendirirken; kadın özel alanda kısıtlı kalmıştır. Eğer kadın çalışmayı, kamusal alana katılmayı başarabilmiş ise; iş hayatındaki cinsiyetçiliğe de karşı çıkılmıştır. Temizlik işçisi, bakıcı, hemşirelik gibi meslekler, kadının ev hayatının uzantısı olan mesleklerdir ve kadının iş hayatı bu meslekler ile sınırlandırılmamalıdır. Sosyalist ve Marksist feminist kuramcılar, kapitalizm ile kadın hareketinin temel başkaldırı sebeplerini eşdeğer görmüşlerdir. Bu kuramcılara göre ataerkilliği besleyen kapitalizm ortadan kaldırılmadıkça kadın sorunları devam edecektir. 63 Donovan, a.g.e., s. 97. 28 Kadının üretim alanı olan ev, kapitalizm ile birlikte bu özelliğini yitirmiştir. Üretimin ev dışına taşınması, erkeğin ev dışı üretimde etkin rol alması ve mülkiyet edinmesi kadını erkeğe bağlı duruma getirmiştir. Çünkü “avlanmak yerine sürü yetiştirildiğinde, daha çok yiyecek ve hayvansal ürün elde edildiğinden değişim için materyale sahip olunuyordu. Bu nedenle sürü (erkeklerce) özel mülk edinilen ve başka mallarla değiştirilen bir meta oldu. Başka buluşlar üretimi artırdı… ve böylece artı değer ortaya çıktı…bu köle kullanımına yol açtı. Aynı zamanda karılar da ‘bir değişim değeri’ kazandılar. ‘Tüm fazlalık…ona kaldığı’ için, bu değişimden kazançlı çıkan, erkek idi. Kadınların ev işleri erkeğin biriktirdiği ile kıyaslandığında önemsiz sayılmaya başladı. ‘Zenginlik arttıkça erkeğin konumu… kadınınkinden daha önemli hale geldi.’ ‘Analık hukuku bu nedenle devrilmek zorunda kaldı.’”64 Bu düşünceler ışığında kültürel feministler, özel mülkiyetin ortadan kalkması ve kadınerkek birlikte sosyalist topluma geçişi sağlamanın kadın sorunlarını da çözeceğine inanmaktadırlar. Çünkü kadının ikincilliğinin ardında anaerkilliğin yok oluşu vardır. “Üretimden kopan kadının yaptığı ve “ev işi” olarak adlandırılan iş de böylece değersizleştirilerek kadının ikincileşmesine katkı yapar; kadın emeğinin ekonomik değeri yok sayılır, paralel olarak çoğunlukla “kadın işi” olarak nitelenen ve diğer işlere göre önemsiz kabul edilen işlerde istihdam edilip emeği karşılığında daha az ücret verilir. Kadının evde yaptığı işin bir değişim değeri olmadığından, daha çok kullanım değeri açısından değerlendirilir.”65 Ekonomik gücün el değiştirmesi ve erkeğe geçmesi, erkeği ev içinde de güçlü kılmıştır. Böylelikle kadın değersizleşmiş ve hizmetçi konumuna indirgenmiş, erkeğin kölesi ve çocuk doğurma aracı haline gelmiştir. Bu değişimler “erkek burjuvazidir ve karısı proletaryayı temsil eder”66 düşüncesini beslemiştir. Çünkü erkek artık daha güçlü bir ekonomiye sahiptir. Marksist feministler, Marks ve Engels’den etkilenerek kadının ikincilliğini toplumsal sınıf ile açıklamaya çalışmışlardır. “Feminist teorinin gelişmesinde Marks ve Engels’in görüşlerinin büyük önemi vardır. Özellikle kadınlarının bilinçlerinin yükseltilmesinde Marksist tarihsel materyalist görüşlerin etkisi kuşku 64 Donovan, a.g.e., s. 144. Altun, a.g.e., s. 58. 66 Donovan, a.g.e., s. 145. 65 29 götürmemektedir. Bu görüş kültür ve toplumun köklerinin maddî ve ekonomik koşullarda yattığını savunan maddeci determinizm düşüncesine dayanmaktadır.”67 Sosyalistler ise bu durumun kapitalizm kökenli olduğuna inanmaktadırlar. Marksist görüş ekonomik temeller üzerine kurulu bir düzendir. Ekonomi ise bir toplumu şekillendiren en önemli etkenlerden biridir. Dolayısıyla Marksist düşüncenin kadını sorun olarak ele alma şekli ekonomiktir. Bu bağlamda Marksist feminizmin, kadınlar arasındaki eşitsizliğe de vurgu yaptığını belirtmek gerekir. Sosyal statü ile üst sınıflara mensup kadınların alt sınıf kadınlarına göre ekonomik ve sosyal güçleri vardır. Bu tezin konusu kapsamında Türkiye ve Mısır kadınları örneğinde, eğitimli ve çalışan kadın ile bu özelliklere sahip olmayan kadınlar arasındaki kültürel ve sosyal eşitsizlikler çok açık bir şekilde görülmektedir. “Feminist teori Marksist teoriden etkilenmekle birlikte ideolojik yapısının temelini maddî koşullar yerine cinsiyet ayrımı oluşturmaktadır. Emek Marksizm için neyse, cinsellikte feminizm için odur. Marksist teorinin diyalektik materyalizm yöntemini, feminist teori bilinç yükseltme olarak yorumlar. Zira çağdaş feminist teorinin başat varsayımı bilinç yükseltmenin kendisinin devrimci bir praksis olduğudur.”68 Sosyalist feminist kuram, Marksist feminist kuramın cinsiyetsizlik görüşüne karşı çıkmaktadır. Sosyalist kuram içerisinde radikal feminist kuramın izlerini de görmek mümkündür. Marksist feminizm ile radikal feminizm arasında bir bağ ve köprü olan sosyalist feminizm, “gerçekte çağdaş ‘Marksist feminizm’in artık katışıksız bir Marksizm’den çok, (temelde) radikal feminizm tarafından değiştirilmiş bir Marksizm’i temsil ettiğine işaret etmek için ‘sosyalist feminizm’”69 diye adlandırılmıştır. Sosyalist feministler, hem sınıf farklılığına hem de ataerkilliğe karşı çıkmışlardır. Sonuçta diğer tüm feminizmler gibi bu iki kuram da kadını ele almaktadır. “Marksist/sosyalist feminist kuram kadını ortak özdeş bir kimlik altında değerlendirir. Marksist vurgu farklı sınıflardan kadınlar arasında bir farklılık tanımlarken, sosyalist vurgu kadının kapitalizmi deneyimlemesiyle oluşan bir farklılık üzerinedir. Ancak son kertede nüanslarına karşın iki yaklaşım da kadını 67 İmançer, a.g.e., s. 153. İmançer, a.e., s. 154. 69 Donovan, a.g.e., s. 130. 68 30 ortak kimlikleri üzerinden ve evrensel bir yaklaşım sergileyerek insan ortak paydasında tanımlarlar.”70 1.2.4 İKİNCİ DALGA FEMİNİZM 18. yy.da feminizm adıyla toplumda ayrı bir değişim başlatan kadın hareketi, uzun uğraşlarının sonucunda başarılar elde etmiş ve mücadelesinin meyvelerini toplamaya başlamıştır. Öncelikle hukuksal alanda yasalar önünde eşitlik elde edilmiştir. Bu kazanımlar ve ardından kamusal alana katılım hakkı ile yeni mücadelelerin önü açılmış, kadınlar kendilerinde güç bulmuşlardır. 1960’lı yıllarda feminist hareket boyut değiştirmiştir. Önceleri geniş bir açıdan ve toplumsal olarak eşit haklar kazanımı üzerine kurulu kadın mücadelesi, sonraları ikinci dalga olarak adlandırılan feminist hareket ile kadına, kadınca bakış açısı önem kazanmıştır. “Simone Beauvoir’in belirttiği gibi ‘kadın doğulmaz, olunur’ fikri temelinde feministler, erkek ve kadın arasındaki bütün sosyal ayrımların biyoloji ve anatomiden kaynaklandığını savunan ataerkil fikirleri çözümlemeye başlamışlardır. Bu doğrultuda kadın kimliği ve cinsiyeti yeniden ele alınmış ve tüm kalıplarıyla birlikte ataerkil sistem cins temelindeki ayrımcılığın temel sebebi olarak kabul edilmiştir.”71 Birinci dalga feminist hareket diye adlandırılan hak elde etme sürecinden sonra II. Dünya savaşı yıllarında durgun ve durağan bir dönem yaşanmıştır. Savaş sebebiyle kamusal alanda daha fazla yer alabilen kadınlar, savaşın sona ermesiyle “eve dönüş” yapmak zorunda bırakılmışlardır. Elde ettikleri siyasi ve sosyal başarılar ile kadın-erkek eşitliğini de sağladıklarını zanneden birinci dalga feministler, 1980’li yıllarda baş gösteren ikinci dalga feminist hareket ile aslında ataerkilliğin ve cinsiyetçiliğin halen devam ettiğinin farkına varacaklardır. İkinci dalga feminizm, ilk dönem mücadelelerine kadının cinselliği ve kadın bedenine uygulanan şiddete karşı çıkma eylemlerini de eklemişlerdir. İkinci dalga feminizm daha çok ‘farklılık’ vurgusu üzerine ele alınmıştır. 70 71 Altun, a.g.e., s. 62. Tekin, a.g.e., s. 47. 31 İkinci dalga feminizm hareketi 1960’lı yıllarda ortaya çıkan Yeni Sol hareketine de dayanmaktadır. Bu siyasi yapının içinde yer alan, kendi gruplarında yaşadıkları cinsel ayrımcılık ile yüzleşen kadınlar fark etmişlerdir ki; eşitlik anlayışı feminist hareket için yetmemektedir. “Özgürlük” kavramı da feminist hareket dâhil edilmelidir. Bu bakış açısı da hareketi başka bir yöne taşımıştır: Kadın artık toplumu ve sosyal durumu eleştirel bir biçimde incelemeye ve sorgulamaya başlamıştır. Kadın artık kendi kural ve politikalarını oluşturmaya başlamış ve feminizmin hedefleri ve yönelimleri daha geniş bir çerçevede belirlenmiştir. İkinci dalga feminist kuram bilgiye de önem vermiştir. Bunun sonucunda da feminist edebiyat eleştirisi gelişmiştir. O zamana değin göz ardı edilmiş kadın yazınına vurgu yapılmak istenmiş ve “kadın yazarların görünmezlikleri”72 ele alınmıştır. Feminist eleştiriden amaçlanan diğer bir gaye ise; “değişik bir eleştiri pratiği sunmakla ‘feminist okur’ sorunuyla karşı karşıya gelir…yeni bir yazı ve okuma bütünlüğü yaratma yoluyla bizim de feminist okurlar olarak edimde bulunmamızı sağlama amacı taşımasıdır.”73 Feminizm bilimsel bir kimlik ve disiplinler arası bir boyut kazanarak ve güçlenerek ilerlemeye devam etmiştir. Ülkemizde feminist hareket daha çok ikinci dalga feminist hareket üzerinde yoğunlaşmıştır. 1.2.5 FEMİNİZM VE VAROLUŞÇULUK Varoluşçuluk akımının temel ilkesi ‘var oluşun öz’den önce geldiği’ düşüncesidir. Varoluşçu feminist akımın öncülerinden Simon de Beauvoir’in (ö:1986) de bu düşünce ışığında belirttiği gibi “kadın doğulmaz olunur”. Beauvoir, ‘diğer’ kavramı üzerine yoğunlaşmış ve kadının sosyal durumu ile gördüğü davranışların ilişkili olduğunu öne sürmüştür. Bu düşünce akımı, bireyin biricikliğine ve özelliğine vurgu yapmaktadır. Fakat yaşananlar ile şekillenen bir hayat da vardır. 72 Maggie Humm, Feminist Edebiyat Eleştirisi, Yay. Haz: Gönül Bakay, Çev: Özge Altay vd., İstanbul, Say Yayıncılık, 2002, s. 26. 73 Humm, a.e., s. 26. 32 İşte bu noktada kişinin kendi dışındaki dünya ile çelişkisini konu alan varoluşçuluk, öznel yargıları ve kişisel hayat deneyimlerini önemser. Bu düşünce, Beauvoir’in İkinci Cins adlı kitabının yayınlanmasıyla hız kazanmıştır. Beauvoir’in üzerinde durduğu ‘öteki’ kavramı, ataerkil toplumlarda kadının cins ve kimlik olarak farklı algılanışının işaretidir. Kadının kişiliği üzerinde bu ikincilliğin izlerini görmek mümkündür. Eğer kadın, ona öğretilen ya da dikte edilen toplumsal ve sosyal rollerin farkına varır ve reddedebilirse kurtuluşa erecektir. Bunun için de bilinç gereklidir. Bütün olarak bu durumlar da kadının ekonomik özgürlüğünü elde etmesine dayanmaktadır. Kadın, öğrendiği ve benimsediği rolleri ile erkeğe bağımlı ve köle haline getirilmiştir. Dolayısıyla kadının kurtuluş mücadelesi uzun ve bilinçli bir süreci gerektirmektedir. Kadın kendi varoluşunu kendi hazırlamalı ve tasarlamalıdır. Beauvoir, ‘İkinci Cins’ adlı kitabında durumu şöyle açıklamaktadır: “Erkeğin, kendisini çocukluktan itibaren hissettiren avantajı, bir insan uğraşının hiçbir şekilde bir erkek olarak yazgısına ters düşmemesidir... Buna karşılık kadından, kadınlığını gerçekleştirebilmesi için kendisini nesne ve kurban haline getirmesi istenir: bu da, egemen özne olma iddialarını bir yana bırakmak zorunda kalması demektir. Özgürleşmiş kadının durumuna özellikle damgasını vuran, işte bu çelişkidir. Eksik olmayı kabul etmediği için kendisini kadın rolüyle sınırlandırmak istemez; öte yandan kendi cinselliğini yadsımak da eksik olmak anlamına gelir. Erkek, cinselliği olan bir insandır: kadında ancak cinselliği olan bir insan olduğu zaman erkek ile eşit bir birey olur. Kadınlığını yadsıması insanlığının bir bölümünü yadsıması demektir.” 74 Varoluşçu feminist düşünceye göre kadın için iki çeşit seçim yapma durumu vardır. Bunlardan ilki, kadının kendini nesne olarak görüp, öteki olmayı kabul edip durumu içselleştirmesidir. Erkek tarafından korunma ve muhafazayı kabul etmesidir. Ancak bu da kadının ümitsizliğe düşmesine sebep olabilir. İkinci yol ise, kadının 74 İmançer, a.g.e., s. 154. 33 kendini özne olarak kabul etmesi ve etrafındakileri de bunu kabullenmeye mecbur bırakmasıdır. 1.2.6 RADİKAL FEMİNİST KURAM Yüzlerce yıllık bir geçmişe ve sağlam köklere sahip olan eril iktidar ve cinsiyetçilik kavramları, feminist hareket doğrultusunda elde edilen hukuksal haklara rağmen direncini korumuştur. Toplumsal ve kültürel olarak köklü değişimler olmadığı sürece, bu hukuksal başarı da yeterli olmamıştır. Radikal feminizm, sadece şekilci olarak kalabilmiş bu eşitlik anlayışını sorgulamış ve farklılığa dikkat çekmiştir. Radikal feminist kuram 1960’lı yıllarda kadınların özgürlük ve kurtuluşuna eşlik eden bir hareket olarak ortaya çıkar ve ikinci dalga feminizme temel bir basamak oluşturur. Kadının içinde bulunduğu durumun temel sebebi olarak ataerkiyi görür ve sistemin kökten değişmesini ister. Kapitalizmin, eril iktidarın ve ataerkil yapının tüm ezme biçimlerinin yok edilmesini arzular. Kadının, sadece kadın olmasından dolayı sorunları olduğunu dile getirir. Erkeklerin onları hem ekonomik hem de kişisel zevkleri için iki yönlü sömürdüklerini ileri sürerler. Bununla bağlantılı olarak aile ve evlilik kurumunu eleştirirler. Radikal feministlere göre, evlenme ve aile olma durumları içinde çocuk doğurarak anne rolünü de üstlenen kadın, sosyal ortamdan iyice soyutlanmış ve bağımlı hale getirilmiştir. Evlilik kurumu, kadının kendi bedeni üzerindeki denetim hakkını kaybetmesi ve başkasına devretmesi olarak görülmektedir. “Kadınların cinselliği erkeklerin; öncelikle babanın, sonra da kocanın malı olarak belirlendi ve kadının cinsel "saflığı" (özellikle bekâreti), üzerinde pazarlık yapılabilen bir ekonomik değere dönüştü.”75 Bu görüşlerden hareketle radikal feminizmin, kadın bedeni ve cinselliğine olan vurgusunun erkek baskısından kaynaklandığını açıklamak mümkündür. Radikal feministler, kadın bedeni üzerindeki eril iktidara karşı da eleştiride bulunmuşlardır. Özellikle şiddet ve rızasız birliktelik olması sebebiyle tecavüz, 75 Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 81. 34 kadının ve vücudunun eşya gibi kullanılması dolayısıyla pornografi ve kadın bedeninin medyada her türlü kötüye kullanımı konusuna dikkat çekmişlerdir. Medyanın bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kadının köleliğine ve ikincileştirilmesine hizmet ettiğini dile getirmişlerdir. Radikal feminizm görüşü, ekonomik ya da sosyal iyileştirmelerle kadın durumunun düzelmeyeceğine inanmaktadırlar. Çünkü bu ifadeler ve çabalar kapitalizm ve sosyalizm gibi ideolojilerin ürünüdür. Kapitalizm ataerkiyi güçlendirip destekleyen bir ideoloji iken, sosyalizm ise feminizm ile taban tabana zıt bir ideolojidir. Asıl sorun, cinsiyetçilik sorunudur. Toplumun her katmanında ve kesiminde kadına bakış açısı farklılık arz etmektedir. Fakat ilk olarak ailede, ataerkil yapının baskıcı gücünü görmek mümkündür. “Tüketimin örgütlendiği asal alan olan aile, kadının toplumdan iyice soyutlanarak ve geleneksel bağlarından koparılarak içine gömüldüğü bir hücreye dönüşür. Bu yapı çocuk için de toplumdan koparılarak ve itaatin öğretilerek kapitalist sisteme gerekli olan vasıflı köleler haline getirildiği bir larva olarak işler; özgürlüğü kısıtlanır ve itaatkar bir işçi olarak hasat edileceği güne kadar hijyen ortamda yetiştirilir.”76 Kadına ve dolayısıyla çocuğa rolleri, toplum tarafından öğretile gelmektedir. Böylece yarının kadınları çocuklar, rollerini ve gereklerini öğrenerek yetişmektedirler. Hâlbuki iş tanımının cinsiyeti yoktur. Radikallere göre, annelik ve ev kadınlığı rolü ortadan kaldırılırsa cinsiyetsiz bir toplum gerçekleşebilecektir. Bu bir bakımdan evlilik kurumunun da ortadan kaldırılmasıdır. Radikal feminizme ait olan “kişisel olan politiktir” ifadesi ve bunun sonucu olarak çözümü de siyasettir görüşünü ortaya çıkarmıştır. Ev hayatı ve toplumsal rollerdeki farklılıklara itiraz eden radikaller, bunun kişisel olmadığını iddia ederler. Cinsiyetçiliğin toplumsal hatta kamusal bir olgu olduğu görüşündedirler. Radikal feminizm sistemli bir teori ortaya koymamış fakat mevcut durumlara alternatifler üretmiştir. Gelecek için daha yerleşik bir düzenden ziyade ânı kurtarmaya yönelik tezler ileri sürmüştür. 76 Altun, a.g.e., s. 71. 35 1.2.7 PSİKANALİST FEMİNİST KURAM Psikanalist teriminin esası “cinsiyet” ve “cinsellik” ifadelerine dayanmaktadır. Psikanalizim, kadın cinsiyeti ve cinselliğine radikal denilebilecek eleştiriler getirmiştir. Bu eleştiriler büyük oranda Sigmund Freud ve onun görüşlerine dayanmaktadır. Freud, “aile içinde kadın ve erkek rollerinin tanımlanması, çocukluktan yetişkinliğe geçiş, aile içi dinamikler gibi konularda devrim niteliğindeki gözlem ve çalışmalarıyla kadınlar arasında dosttan çok düşman edindi.”77 Freud, çocuğun büyüme aşamasında geçirdiği cinsel kimlik sürecini açıklamıştır. Freud’a göre; oedipal dönemde çocuğun cinsel arzuları gelişme gösterir ve ebeveynlere karşı bir bağlılık oluşur. Bu durum da kız çocuk için annenin, erkek çocuk için de babanın rakip olarak algılanması sonucunu doğurur. Oedipal dönemdeki çocuklar için ebeveynler, “hayatının kadını - hayatının erkeği” rolünü alabilmektedirler. Kız çocuklar babaya, erkek çocuklar da anneye kendilerini beğendirmek isterler. Çocuklar için hemcinsleri olan ebeveynler rakip olarak görülürler. Erkek çocuk açısından babanın rakip olması aynı zamandan başka bir korkuyu besler ki o da iğdiş (hadım) edilme korkusudur. İğdiş edilme korkusu, anneye duyulan bağlılığın ve arzuların ötesine geçer. Erkek çocuk için anneden kopma süreci başlar. Bu durumda babası ve erkek kimliği ile özdeşlik kurarak fallik (erkek cinsel organı) gücü keşfeder ve onu tercih eder. Bu güç erkek çocuk için bir üstünlük ve artı değer ifade ederken, kız çocuk için güçsüzlüğü temsil etmektedir; çünkü kız çocuk bundan yoksundur. Bir bakıma kız çocuk zaten iğdiş edilmiştir. Psikanaliz, kaygı ve korku duygularının kaynağının nesneye duyulan kıskançlık olduğunu ileri sürmektedir. Feministler bu noktada karşı çıkıp, bu görüşe itiraz etmişlerdir. Freud’un görüşlerinin eril olduğunu, bu durumda da kadının eril bir bakış açısıyla değerlendirildiğini savunmuşlardır. Bu kuramda görüşleri dikkat çeken “Psikanaliz ve Feminizm” adlı eseriyle Juliett Mitchell’dir. 1974 yılında yayınlanan bu kitapta ilginç genellemeler görülmektedir. Mitchell, feminist hareketi Freud’un görüşleri ile toplumsal olarak açıklamaya çalışmıştır. Mitchell’e göre Yunan kültürü eril ve kadın düşmanı bir yapıya sahiptir. “…tezinde de, kültürün –yanı sıra akıl, zekâ, eleştirel düşünme gibi 77 Jale Parla, Kadınlar Dile Düşünce-Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet, Der. Sibel Irzık, Jale Parla, 4. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 26. 36 Yunan kültüründe takdir ettiğimiz ne varsa- erkeğe, bunun tam tersinin (düşünemezlik) ise kadına ait olduğu düşüncesi, kadınların rasyonel düşünme yeteneğine sahip olmadıkları için kültürel olarak önceden dışlandıkları biçiminde yorumlanabilir.”78 Hangi feminist görüş olursa olsun kabul edilemez olan bu tavır ve durum, erkek egemen toplumu anlamada yardımcı olmuştur. Sigmund Freud’un görüşleri de bu noktada kabul edilebilir görüşler değildir. Freud’un cinsel kimlik oluşumu ile ilgili görüşleri psikanalist feministlerce desteklenmiştir. Fakat genel olarak Freud, erkeklerin her bakımdan kadından üstün olduğunu ileri sürmektedir. Feministler, bu eril düşünce ile kadının ikincilliğinin açıklanamaz olduğu düşünülmektedirler. Freud, davranışların temelinde cinsel dürtüler olduğunu belirtmektedir. Bu durum da ancak bilinçaltı dünyası ile açıklanabilir. Bireylerin cinsellikleri ve davranışları arasındaki bağ, psikanalitik bir açıklamayı gerektirmektedir. 1.2.8 FRANSIZ FEMİNİST KURAM Fransız feminist kuramı, farklılıkları bir üst sınıra taşımak ve post-yapısal tarzıyla, ikinci dalga feminist hareket ve üçüncü dalga feminist hareket arasında eşitlik üzerine bir bağ ve köprü görevi üstlenmiştir. “Fransız kadın hareketine göre cinsiyetin kültürel belirlenimi yadsınamayacak bir gerçektir ve bu gerçeğin temelinde hem erkeğin hem de kadının dile mahkûm olma yazgısı yatar.” 79 Fransız feminist kuramda Lacan kuramı öne çıkmıştır. Bu hareketin öncülerinden Julia Kristeva, H.Cixous ve Luce Irigaray dile mahkûm olma durumunu bütünlük halinden ayrışma, farklılaşma ve bireyselleşme ile açıklamışlardır. Bu öncü feministler, hareketi dil, sembolize etme ve söylem bakımından yeniden değerlendirmişlerdir. Burada kullanılan dil de, eril bir karakter taşımaktadır. “…Kadınların erkekler tarafından yapılmış bir dil içinde yaşamak zorunda oldukları…,kadınların sessizliğinin, sürekli olarak onlar hakkında ve onlar üzerinden, onların dolayımıyla konuşan bir dil tarafından tanımlanması ve güvence altına alınması…(onları) hep 78 79 Donovan, a.g.e., , s. 203. Parla, a.g.e., s. 31. 37 ‘erkeklerin’ dilinde, ‘erkek dili’ndedirler”80 söylemiyle ifade bulmuştur. Kadın, bazen yüce bir değer olarak, bazen de olumsuz simgeler olarak ama hep nesne olarak dilde yer almıştır. Artık kadınların kendilerine ait bir dil kullanmaları gerekliliği ortaya çıkmıştır. Gizli kadın dilini ortaya çıkarmak ya da o dili yeniden inşa etmek, feminist hareketin esaslarından biri olmalıdır. Eril dile karşı en güçlü silah, kadına özgü bir dil kullanmaktır. Fakat burada kadın bedeni üzerinden yazmak yeni tartışmaları gündeme getirecektir. Kadınlar, yazılanlar aracılığı ile konuşacak ya da susacaklar ama yine de kaybeden taraf olacaklardır. “Bazı kadın yazarlar tarafından “kadın yazını” olarak adlandırılan bu üslûbu, …kadın bedenini yazının merkezine yerleştir(il)mesiyle, kadın öznenin otoritesini beden, cinsellik ve dil arasında kurulacak bir bütünlükte aramasıyla”81 tanımlanacaktır. Fransız feminist kuramcılar, yapıbozucu (zıtlıklardan doğan negatifliklerin yok sayılması) feminist kuram ekseninde geliştirilen yazınları incelemişlerdir. Genel eğilim eril dil üzerinedir ve erkeğin ön plana çıktığı ve üstün tutulduğu bu anlatılarda kadın ise, onu negatif olarak tanımlayan özellikleri, bedeni ve “öteki” olarak ele alınmıştır. Dildeki bu zıtlıklar göstergebilimin konusudur. “Gösteren” ile “gösterilen” arasındaki ilişkiden yola çıkarak Kristeva, dili semiyotik ve sembolik olarak iki sürece ayırır. Sembolik, baba ve ataerkiyi temsil ederken, semiyotik de anneyi ve dişil dili ifade eder. Kristeva’ya göre bu iki durum değişimlere uğrayarak yeni bir dil oluşturabilirler. Fakat kadının dilde özne olarak yer alması ancak dilin dişilleştirilmesi ile mümkün olacaktır. Feminist eleştiri olarak adlandırılan bu ifade, toplumsal cinsiyeti oluşturan söylemleri her yönüyle izlemeye ve eleştiriden geçirmeye ve bu yapıları kendi içinde bozup yeniden inşa etmeye yönelir. Burada önemli olan kadınların yok sayıldıkları alanlarda varlıklarının söylenmesi ve erkeklerle sadece belirli başlıklar altında eşitlenmesi değildir. 80 Sibel Irzık, Jale Parla, Kadınlar Dile Düşünce Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 8. 81 Irzık, Parla, a.e., s. 222. 38 1.2.9 ÜÇÜNCÜ DALGA FEMİNİZM Farklılıklar üzerine kurulu bir yaklaşım olan üçüncü dalga feminizmin temelini sosyal ve kültürel anlamda farklı olanlar ve geride/arda kalanlar oluşturmaktadır. İlk ve ikinci evrede eşitlik üzerine kurulu olan feminist yaklaşımlar, üçüncü dönemde farklılıklar politikası üzerine odaklanmıştır. Burada farklılıklardan kasıt “dışarıdakiler; yani siyahlar, üçüncü dünyalılar, eşcinseller, çevreciler ve karşıkültürel azınlıklar gibi kültürel ve politik olarak kıyıda olanlardır. Farklılıklar kimliklerinden feragat etmeyip bir araya geldiklerinden, üçüncü dalganın söylemi çok seslidir. Üçüncü dalganın ürettiği politikalar, yeni emperyalizmin kimliksizleştirerek çoğunluk içinde eritme ve katı etnik/dinsel/kültürel kimlikler içine gömerek izole etme politikalarını boşa çıkarır. Böylece kim olduklarını bilen ve hedef ortaklığında dayanışan kadınlar hem kendilerini kendi sesleriyle ifade edebilirler, hem de baskıya ve baskılayanlara karşı mücadele edebilirler. Üçüncü dalga feminizmlerin bir diğer temel özelliği de Batı düşüncesinin oluşturduğu düalizme karşı ikili karşıtlıkları bozma/aşma tavırdır.”82 Daha önce Fransız feminist kuramda göstergebilimin konuları arasında geçen yapıbozumcu kuram olarak değinilen zıtlıklardan yola çıkarak yok sayma durumunun, burada karşıtlıkların birbirini beslediğini ileri sürmektedir. Jacques Derrida (ö:2004) tarafından geliştirilen yapısökümcü eleştiri, üçüncü dalga feminizmin kendini ifade edebildiği yöntemlerden biridir. Yapısökümcülük, karşıt olanların doğal olmadığını, anlamların dilin içinde sürekli değişken olduğunu ifade etmektedir. Gösterilenin, işaret ettiğinin yanı sıra aynı zamanda içinde gizli başka bir anlama da işaret ettiğini ileri sürer. “ Yapısöküm ile ilişkiye giren feminizm, söylem aracılığıyla üretilen ve ikili karşıtlıklar üzerinden doğallaştırılan/sabitlenen özsel kimliklerin/toplumsal cinsiyetin kültürel/toplumsal bir kurgu olduğunu savlayarak, ikili karşıtlıkların yapısını bozarak bu kurguyu üreten ideoljiyi/söylemi açığa çıkarmaya çalışır. Dünya eril bakış açısıyla kurulduğundan, feminist eleştiri bu bakışı bozmayı/sökmeyi hedefler.”83 82 83 Altun, a.g.e., s. 93. Altun, a.e., s. 95. 39 Farklılıklardan yola çıkarak fakat yine kadın ve kadın kimliği üzerine yoğunlaşan bu kuram, postmodern kurama çok yakın hatta onunla iç içe bir kuramdır. 1.2.10 SİYAH FEMİNİST KURAM Kadın olmak sebebiyle yaşanan ezilme ve aşağılanmalara maruz kalan siyah kadınlar, feminist harekete dâhil olduklarında da beyaz kız kardeşleri tarafından uygulanacak aynı tavra maruz kalmışlardır. Bir yandan kadın olmanın diğer yandan da siyah erkeklerle birlikte farklı olmaktan dolayı çift yönlü bir ezilme yaşamışlardır. Bell Hooks’a göre; “ayrıcalıklı sınıfa mensup kadınlar, hareketin başından beri, kendi meselelerini odaklanılacak “asıl” meseleler haline getirebiliyorlardı… Bu mesele, kadınların yaşadığı bir kriz olarak sunulsa da, gerçekte, küçük bir iyi eğitimli, beyaz kadın grubunun kriziydi.”84 Farklı kadınları bir araya getiren feminist hareket, kız kardeşlik kültürünün yerleştirilmesi ve geliştirilmesi için sınıfsal ve ırksal farklılıkların göz ardı edilmesi gerektiğini ortaya çıkardı. Siyahlar, kadın olmanın getirdiği cinsiyet ayrımının yanı sıra ırk olarak da sınıfsal olarak da sosyal yapının odağından uzak kalıyorlardı. “Sınıfsal güce sahip kadınlar, feminist platformu faydacı bir biçimde kullanırken, bir yandan da feminist politikaları yok ediyorlar ve sonunda kendilerini tekrar ezecek bir ataerkil sistemin sürmesini sağlıyorlar.”85 Ayrıcalıklı beyaz kadınlar, hareketin sahibi ve lideri rolünü ilan ederken, onların dışında kalan beyaz ama işçi, yoksul ve renkli kadınları da, seyirci ilan ettiler. Bu sayede feminizme yeni kavramlar dâhil olmuş ve siyah yani renkli kadınlar da harekete yön vermişlerdir. Bu durum da feminist hareketin açılım yaparak ve genişleyerek büyümesine katkı sağlamıştır. 84 85 Hooks, a.g.e., s. 37. Hooks, a.e., s. 44. 40 1.2.11 LEZBİYEN FEMİNİST KURAM Feminist hareket ve kadınlar açısından cinsel özgürlük hareketi eşzamanlı eylemler olarak gelişme göstermişlerdir. Öncü rolünü üstlenen birçok lezbiyen düşünür, feminist hareket içinde sınıf sorununu dile getiren ilk eylemcilerdir. Bu kadınlar ataerkil düzene karşı sınıf sorununun aşılması gerektiğini, ırk ve cinsellikle ilgili katı sınırların değişmesini arzulayan kadınlardır. Onların sorunsallaştırdığı bu ifadeler, zaten feminist hareketin en başından beri üzerinde durduğu konulardan oluşmaktaydı. “Kadınlar olarak kimi seveceğimizi, vücutlarımızı ve hayatlarımızı kiminle paylaşacağımızı seçme özgürlüğümüz, eşcinsel ve kadın hakları adına mücadele eden radikal kadınların katkıları sayesinde büyük ölçüde genişledi.”86 Radikal feministlerin bu konudaki katkıları yadsınamaz bir gerçektir. 1.2.12 POSTMODERN FEMİNİST KURAM Postmodern feminizm, kadınlar arasındaki farklılıklara vurgu yaparak dikkat çekmiştir. Ancak bu vurgunun farklı coğrafyalardaki kadınların, farklı sorunlarına söylem olarak bir çözüm getirememiştir. Çünkü başlangıcından itibaren feminist hareket birçok kazanımla süregelmiştir. Ataerkil düzenin devam ettiği bir iktidarda söylemle sınırlı kalan postmodern kuram, eşitsizliği aşmaya yetmemiştir. 1970’li yıllarda ilgi odağı haline gelen postmodern feminizm, modern dönem ile ilgili her şeye bir isyan ve başkaldırı hareketi olma özelliği taşımaktadır. Postmodern feminist yaklaşım konusunda değişik görüşler vardır. Bunlardan bir kısmı feminist hareketin, postmodernizmin ortaya çıkış sürecinde etkili olduğunu savunmaktadırlar. Bir kısmı ise; her iki hareketin de ortak bir paydada bir araya gelemeyeceğini ileri sürmektedirler. Postmodern feminizm farklı birçok konuyu tek başlık altında toplamayı başarabilmiştir. Psikanalizm, varoluşçuluk, yapısalcılık bir düşünme sistemi olarak 86 Hooks, a.g.e., s. 101. 41 potsmodern düşüncede yerini almıştır. Donovan’a göre; “1980’lerde feminist teorinin ana teması, monolitik bir söylemin tiranlığına direnişti. Postmodernist ve çok kültürlülük teorilerinin fark vurgusunun kışkırttığı feminist teori giderek daha özgülleşti, kadınlar arasındaki farklara –özellikle de ırk, sınıf, etnik ve cinsellik farklarına- daha fazla dikkat sarf etmeye başladı.”87 Carole Pateman, Genevieve Lloyd, Susan Bordo ve Irısh Young gibi bu kurama öncülük eden düşünürler, liberal feminizme önemli ve derin eleştiriler yaptılar. Kadın toplumun bir öğesi olduğundan hem etkileyen hem de etkilenen taraf olacaktır. Bunun yanı sıra, kadın olarak farklı gruplara mensup olması sebebiyle de kadın sorunu ve çözümüne dair başka alternatif yollar da olacaktır. Postmodern feministler, daha önceki kuramların tüm farklılıkları kapsamamasını eleştirmişlerdir. Feminist kuramlar, üçüncü dünya ülkeleri kadınları, zenci kadınları ve lezbiyen kadınları göz ardı etmişlerdi. Önceki feminist hareket beyaz kadınlar ve ayrıcalıklı sınıfa mensup kadınlar arasında yükselmişti. Postmodern feminist hareket ise; herhangi bir gruba ya da ideolojiye bağlı kalmaksızın kadının ikincilliği ve ezilmişliğinin yok edilmesini arzulamaktadır. Postmodern düşünce ikilemlere de dikkat çekmiştir. Zıtlıklardan ve karşıtlıklardan oluşan tüm ikilemlerin bir yandan da birbirleriyle olan güçlü bağına işaret etmişlerdir. En basit ve en derin haliyle, kadın-erkek ikilemini ele alırsak; bu iki kavram ne birbirine zıt, ne de ayrılabilen iki kavramdır. Bu nedenle postmodern kurama göre bu kavramların gerçekte nasıl var olduklarının incelenmesi gerekir. Özetle “postmodernizm tüm kuram ve genelleştirmeleri ayırt etmeksizin reddeder. Postmodernist eleştiri saçmalık düzeyine indirgendiğinde ortaya aşırı uçta bir nominalizm çıkar: yalnızca bireysel tikellikler meşrudur. Herhangi bir kuram ya da genelleştirici bir cümle, tikel farklılıkları sildiği için kuşku uyandırır ve reddedilir.”88 Feminist teori, çeşitlilik ve farklılık olgusuna daha fazla yer vererek ve genişleyerek büyümektedir. 87 88 Donovan, a.g.e., s. 351. Donovan, a.e., s. 381. 42 1.2.13 EKOFEMİNİZM “Ekofeminizm terimi, Fransız feminist Françoise d’Eaubonne [ö:2005] tarafından 1974 yılında icat edildi.”89 19. yy. feministleri daha çok çevre sorunları üzerine yoğunlaşmışlardı. Kadınların süslenmek uğruna hayvanların katline seyirci olmalarını eleştirmişlerdi. Kadınlar ile doğa arasındaki olumlu yakınlık ilgisi bu kuramın temel esaslarındandır. Ekofeminizmin en önemli savunucularından olan Ynestra King, “doğa kadın bağlantısını koparmamayı seçmemiz gerektiğini ileri sürer; tersine, bunu farklı bir kültür ve politika yaratmakta bir üstünlük noktası olarak”90 kullanılabileceğini vurgular. Ekofeminist kurama göre, kadın da doğa da tahakküm altına alınması hususunda benzerlikler göstermektedir. Var olan çevre sorunları için suçlamaların, eril otoriteye yöneltilmesini savunurlar. Aynı eril otorite, kadını da daima egemenliği altına almak amacındadır. Bu düşünceden hareketle ekofeminizm, “insanlar ve doğa (hayvanlar da dâhil) arasında Batı biliminin ikilikçi, nesneleştirici özellikleri ortadan kaldıran bir ilişki üzerine düşünmenin yeni yollarını oluşturmak”91 hedefindedir. Çünkü genel olarak insanın insan ile ilişkisi ve insanın doğayla ilişkisi hep egemen olma yönündedir. Ekofeminist hareket, kadının da doğanın da eril dünya tarafından sömürülmek istendiğinin altını çizmektedir. Bu düşünceden hareketle feminizm ile bağlantılı ve bir arada yürütülmesi gerekmektedir. 1.2.14 İSLÂMÎ FEMİNİZM İslâmî feminizm kavramı, özgün bir feminizm hareketi olmamasına karşın kadınların farkındalık ve bilinçlenme durumlarını gösteren bir mücadele girişimi olmuş ve bu yönüyle önem arz etmiştir. Müslüman kadınların, kadın haklarının dini kurallar ve geleneksellik içinde, yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunan feminist 89 Donovan, a.g.e., s. 385. Donovan, a.e., s. 387. 91 Donovan, a.e., s. 389. 90 43 bir eleştiridir. İslâmî feminizm kavramı, oryantalizm ve batılı feminizmden etkilenmiş, sömürgeci faaliyetlere karşı çıkmış, milliyetçiliği ön planda tutmuş bir harekettir. Margot Badran’a göre; doğu ve batı, feminizm açısından kıyaslandığında toplumsal olarak farklı kurgulanışlar göze çarpmaktadır. İslami feminizm, Müslüman toplumlara özgü bir harekettir. Kur’an-ı Kerîm’in inişi bir devrim niteliği taşımaktadır. Ancak bu devrimin getirdiği eşitlik tam anlamıyla topluma yayılamamıştır. Ataerkil fikirler, toplumsal cinsiyet eşitliğine direnç göstermiştir. Bu ataerkillik, İslâm’ı, öncesini de referans alarak ataerkil öğretilere uygun hale getirmiştir.92 İslâmi feminizm, din ve geleneklerin kadın üzerine etkilerine yoğunlaşmış, Kur’an-ı Kerîm ve diğer kaynakları çalışmalarının dayanağı yapmıştır. Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitliğine önem vermiş feminist kuramlardan biridir. Bu feminist hareket, kadınların modernleşme ve gelenekler arasında dine bağlı kalarak gelişimini amaçlamaktadır. Bu hareket özellikle Mısır’da ilgi görmüştür. İran İslâm Cumhuriyeti, bu feminizm hareketinin ilgi gördüğü ve çalışmalarının yürütüldüğü diğer bir ülkedir. Zenân (Kadınlar) dergisi, İslâm’ın kadın hakları açısından yeniden yorumlandığı bir yayım organı olmuştur. Kadın, sosyal hayata ne kadar dâhil olmuşsa içinde bulunduğu toplum o denli modern sayılmış ve tarih boyunca toplumun gelişmişliğinin ölçütü olmuştur. Bu bağlamda kadının toplum içindeki yeri sürekli gündem konusu olagelmiştir. Bununla ilgili olarak Müslüman kadının konumu ise hem sömürge hareketi çalışmalarında hem de kendi toplumlarının modernleşme çalışmalarında tartışma konularından biri olmuştur. Müslüman toplumlardaki bu alana dair eleştirel yaklaşımlar, feminist harekete ve edebiyata katkı sağlamış, İslâmî feminizm söylemi yaygınlaşmıştır. İslâm ülkelerinde gelişen bu farkındalık batılı erkeklerin “kadın yaşamının çözülmesi ile bu toplumların batı karşısında güçsüzleşeceğine ”93 dair inancı beslemiştir. 92 Margot Badran, “Islamic Feminism Revisited”, (Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/2006/781/cu4.htm, 10 Ekim 2012 93 Ayşe Güç, “İslamcı Feminizm: Müslüman Kadınların Birey Olma Çabaları”, Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 17, Sayı 2, 2008, s. 651. 44 İslâmî feminizm, Müslüman ülkelerin modernleşme çabalarıyla beslenerek büyümüştür. Kültürler ve gelenekler farklıdır ancak ortak bir paydada İslâm adı altında birleşilmiştir. Bu konuda Kâsım Emîn’in (ö:1908) Tahrîru’l-mer’e (Kadının Özgürleşmesi) adlı kitabı ilk örnek gösterilebilir. Kâsım Emîn, kadın haklarını vurgularken Kur’an’a işaret etmiştir. Dini kaynaklar destekli kadın hareketi Hüdâ Şa‘râvî (ö:1947) tarafından ulusal bir kadın hareketi haline getirilmiştir. Feminizm hareketinin sistemli bir hareket haline geldiği dönemlerden itibaren Müslüman kadınların kendilerini ve konumlarını sorgulama tutumları bazı ortak sorunları da gündeme getirmiştir. Bu arada dikkat çeken bir husus, Müslüman toplum mensubu kadınların, toplumdan topluma değişen sorunlarının ortaya çıkmasıdır. Bu sorunlardan biri de; Müslüman kimliğe sahip kadınların laik ve dindar kadınlar olarak ayrılmasıyla başlamıştır. Ayşe Güç’ün belirttiği gibi; Müslüman olmak, İslâm dinini seçmiş bütün kadınlara ait kültürel bir kimliktir. Fakat burada farklılık dindar kadınların, Müslüman kadın çalışmalarına sağladığı katkılardır.94 İslâmî feminizm kavramı ile dini kaynakların kadın-erkek eşitliği hakkında yeniden yorumu yapılmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’de birçok defa ısrarla eşitlikten bahsedilmesine rağmen aile ve toplum hayatlarında tam bir eşitlik söz konusu değildir. İslamcı feministler özellikle siyaset alanında olmak üzere hem dinî hem de kamusal alanda eşitlik mücadelesi vermektedirler. Kadın, hakları bakımından din bağlamında ele alınırsa farklı yorumlar ve süregelen tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Ayşe Güç’ün ifade ettiği gibi; toplumu ilgilendiren konularda Kur’an açık kapı bırakmıştır. Uzun bir süreçte kölelik gibi etkinliğini yitiren olgular varken, çok eşlilik, kadınların tanık olamama durumları ve erkeklerin kadınlara üstünlüğü hususlarında tartışmalar devam etmiştir. Bu durumda ataerkil sitemin ve geleneklerin gücü yadsınamaz bir gerçektir.95 İslâmî feminizmi diğer feminist akımlardan ayıran en belirgin özelliklerden biri de, kadın bedenini ele alış ve değerlendirme biçimidir. Aile kurumunu ve aile içi 94 95 Güç, a.g.e., s. 653. Güç, a.e., s. 669-670. 45 ilişkilere vurgu yapan hareket, kadın bedeni ile ilgili olarak batılı feminist hareketlerin aksine bir tutum sergilemiştir. İslâmî feminizm, uluslararası düzeyde yapılan kongrelerle etki alanını genişletmiştir. İspanya’da yaşayan Müslümanlar tarafından ilki Barcelona’da düzenlenen bu kongreler sonucunda, kutsal kaynaklar ışığında kadın haklarının yeniden ele alınması, İslâm hukuku, toplumsal cinsiyet ve aile kavramları tartışılmıştır. 1.3 BATIDA FEMİNİZM Feminist hareketin başlangıç noktası olarak batı toplumlarının işaret edilmesi ve Fransız devriminin fitili ateşleyici rolü herkesçe bilinmektedir. Kadın ister doğuda ister batıda olsun tarihin her döneminde ayrımcılığa maruz kalmıştır. Fakat batı toplumlarında bu durum daha bariz bir şekilde görülmektedir. Cahiliye döneminde gömülen kız çocuklarına karşılık ortaçağda büyücü ve cadı oldukları gerekçeleriyle kadınlar yok edilmeye çalışılmıştır. “…Pozitivist tarihçilik, bir bütün olarak gündelik yaşamı görmezlikten gelirken kadınları da yok saydı… Tarih dışına itilip deneyimleri marjinalleştirilenler, elbette yalnızca kadınlar değil; tüm “altta kalanlar”; örneğin köleler, köylüler, proleterler, zenciler, vb. belirli zamanlarda tarih dışı bırakıldılar.”96 Mensubiyetleri her ne olursa olsun ister burjuva ister işçi, kadınlar sadece cinsiyeti nedeniyle bile erkeklere nazaran kenarda kalmışlardır. Kadın, tarih yazımının tam da ortasında ve faal bir durumda olduğu halde, bir olgu olarak tarih biliminde maalesef yer edinememiştir. Bu duruma rağmen kadın ve kadın hareketi tarihsel süreç olarak incelediğinde, her dönem için değişen koşul ve şartlarda kadına karşı ezici bir tutum izlendiği görülmektedir. Kadının, resmen çalışma hayatına katılması ve “işçi” olarak nitelendirilmesi Sanayi Devrimi dönemine rastlamaktadır. Sanayi Devrimi öncesinde de ekonomik faaliyetlerde yer alan kadınlar, göçebe topluluklardan beri sosyal hayatta önemli roller üstlenmişlerdir. Yerleşik hayata geçinceye kadar etkin bir role sahip olan kadınlar, ticarî hayatın da başlamasıyla 96 Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 20. 46 evlerine çekilmişler ve daha pasif bir rol oynamışlardır. Böylece anaerkil düzen, yerini ataerkil düzene bırakmıştır. 19. yy.a gelindiğinde ise bu ayrım, kadın- erkek arasında iş bölümü ve işin niteliği açısından derin yarılmalara da neden olmuştur. Kadın, ucuz ve yedek iş gücü olarak görülmüştür. Sanayi Devrimi ile birlikte artan işgücü ihtiyacına karşılık olarak kadın da, hem sayıca artarak hem de daha etkin bir şekilde ekonomik alanda yerini almıştır. Bu durum “ilk kez ve bugünkü anlamı ile ücretli kadın işgücü kavramının doğmasına yol açan en önemli tarihsel gelişme olarak değerlendirilmektedir.”97 Tabii bu olumlu sayılabilecek gelişmeler, olumsuz yanları da beraberinde getirmiştir. Kadınlar, olumsuz çalışma şartlarına maruz kalmışlardır. Sonuç olarak bu dönemde bazı sosyal iyileştirme politikaları ile çalışma şartları ve saatlerinin sınırlandırılması gibi koruyucu tedbirler ile mevcut durum düzeltilmeye çalışılmıştır. 17. ve 18. yy.larda, yaygın tutum kadının evine ve ailesine ait olduğu inancı olmuştur. “ … Eş ve anne rolünden çıkmadıkları sürece olumlu bir güç… 5-6 Ekim 1789’da yaptıkları gibi, ekmek talebiyle isyan ettikleri zaman mesele yoktur; ne var ki, Fransız Devriminin süreci içinde kendilerinin de eşit insan olduklarını öne sürüp kamusal rollere soyundukları zaman iş değişir!”98 Fakat Sanayi Devrimi ile değişen ekonomik koşullar, aydınlanma çağının getirileri ve Fransız Devriminin estirdiği eşitlik, özgürlük rüzgârları kadın durumunda da değişikliklere neden olmuştur. Kadınlar, bu yeniliklerle beraber özgürleşen toplum içinde birey olarak yer almak istemişlerdir. Bu farkındalık ile birlikte çok yönlü bir hareket olan feminist hareket yükselmeye başlamıştır. 19. yy.’ın sonlarına gelindiğinde ise, kadın çalışan sayısında rakamsal artış göze çarpmaktadır. I. ve II. Dünya Savaşları’nın da etkisiyle kadın işgücü istihdam edilmiştir. Sanayi Devrimi’nin ilk zamanlarında maden ocaklarında ve ağır şartlarda çalıştırılan kadınlar ortaya çıkan olumsuz yan etkileri sebebiyle 1842 yılında “ 97 Özlem Çelik, “Ataerkil Sistem Bağlamında Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Benimsenmesi”, Ankara, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008, s. 119. 98 Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 22. 47 Britanya’daki madenlerde kadınların çalışması nihayet yasaklandı. 1847’de kadınların çalışması günde 10 saatle sınırlandırıldı.”99 Sanayi Devrimi ile birlikte, önceleri evde küçük esnaf olarak iş yapan aile bireyleri ve onların iş kolu olan dokuma endüstrisi zamanla fabrikalara doğru kaymıştır. Ağır çalışma şartları ve uzun vardiya saatleri, işçi sınıfını dolayısıyla da aileleri etkilemiştir. “İngiltere de 1861 yılında emekçilerin üçte birini kadınlar oluşturuyordu. İşçi sınıfının kadınları günün önemli kısmını ev dışında geçirmek zorundaydı. Bu nedenle kadın emeği, ev içi görevlerden ziyade sanayi üretimi üzerinde yoğunlaşmıştı.”100 I.Dünya Savaşı dönemi tüm toplumları etkileyen bir süreç olmuştur. Savaşmak için cepheye giden erkeklerin yerini kadınlar almıştır. Üstelik bu değişim, işin ağır şartlarına bakılmaksızın gerçekleşmiştir. Almanya’daki kadın işçi sayısında da çok büyük bir artış görülmüştür. Kadınlar ağır sanayide de çalışmaya başlamışlardır. Savaş sonrasında ise, kadınlar işlerini erkeklere devretmek konusunda mecbur bırakılmışlar ve yaptırımlara uymak zorunda kalmışlardır. Burada şunu eklemek gerekir ki; savaş sonrasında kadınlar 20’ye yakın Avrupa ülkesinde oy hakkı elde etmişlerdir. I. Dünya Savaşından II. Dünya Savaşına kadar olan dönemde kadınlar, feminist hareket eğilimlerine savaşın önlenmesini de ekleyerek hedeflerini gerçekleştirmeye devam etmiştir. Fransız Kadınları Ulusal Konseyi, savaştan yenik çıkan Almanya ile ilgili tahkir söylemlerini engelleme çalışmaları yapmıştır. Bu durumun dünya barışına katkı sağladığı yadsınamaz bir gerçektir. Rusya’da ise kadınlar, 1917 devrimi ile sağlık sigortası, doğum öncesi-sonrası ücretsiz sağlık hizmeti ve orduda görev alma gibi birçok hak elde etmişlerdir. İngiltere’de genel oy hakkını 1928 yılında I. Dünya Savaşı’ndan sonra elde eden kadınlar, çocuğun velayeti, mülk edinme, boşanma ve zina suçlamasında kocasıyla eşit haklara ancak 1970’li yıllarda kavuşabilmiştir. 99 Çelik, a.g.e., s. 121. Çelik, a.e., s. 122. 100 48 II. Dünya Savaşı sırasında kadınlar antifaşist bir eylem içinde olmuşlardır. Faşizme karşı çıkmışlar, gerilla savaşlarına katılmışlar hatta hapse girmişlerdir. Savaş sonrasında, kadınların inkâr edilemez rollerine karşın yine de evlerine dönmeleri için kampanyalar düzenlenmiştir. Amerika ve İngiltere’de kreşlerin kapatılması kadınların eve dönmesini sağlamak için yapılmış bir harekettir. Feminist hareket, ülkeden ülkeye ve toplumlara göre değişiklikler arz etse de, birçok hareketle iç içe bir şekilde gelişme göstermiştir. Amerika’da kölelik karşıtlığıyla, İngiltere’de oy hakkı istekleriyle, Fransa ve Almanya’da ise işçi kadınlar ekseninde yol almıştır. Şunu da belirtmekte fayda vardır ki; “kadın-erkek eşitliği sorunsalının İkinci Dünya Savaşı sonrasından beri birleşmiş Milletler Topluluğu’nun gündemine girmiş bir konu olduğunu”101 ve gerek kurumlar gerekse anlaşma, sözleşmeler aracılığı ile bu durumun onaylandığını vurgulamak gerekir. Kadın-erkek eşitliği konusunda en ileri düzeydeki ülke İsveç’tir. İsveç toplumu kadının kamu yaşamına etkin katılımı ile öncü rolünü sürdürmektedir. 1988 yılında parlamentoda kadın temsilci oranı %38’e yükselmiş, 2,1 milyon kadın gelir getiren bir işte görev almıştır.102 Feminist hareket zamana göre değişiklikler göstermiştir. Önceleri eşitlik kavramı üzerine gelişme gösteren ve liberal hümanist düşünceyi benimsemiş birinci dalga feminist hareket oy kullanma ve temsil hakkını da elde etmeyi başarmıştır. Daha sonraki dönemlerde elde edilmiş siyasi kazanımlarla da olsa, kadının ikinciliği ile alakalı bir değişiklik ve ilerleme anlamında bir iyileşme olmamıştır. Bir bakıma bu kazanımlar, kadının kendine yabancılaşmasına ve erkekleşmesine de aracı olmuştur. Bu durumun anlaşılması ile birlikte politika değiştirilmiş, kadın cinsiyetini ön plana çıkarıcı ve kadın bakış açısını değerli kılan bir politika izlenmeye başlanmıştır. Değişen kültürel, sosyal ve ekonomik yapılar, kimlik kavramını da etkilemiş ve değiştirmiştir. 101 Şirin Tekeli, Meryem Koray, Devlet-Kadın-Siyaset, Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, Aralık, 1991, s. 9. 102 Tekeli, Koray, a.e., s. 13. 49 İkinci dalga feminizmin öne çıkan olgularından biri de sol siyasi yapılanma içindeki kadınların, kendi durumlarındaki ezilmişliğin farkına varmalarıdır. Bu süreçte tabu sayılan konular incelenmiştir. Köklü bir sistem halini almış ataerkil yapıyı da sorgulamış ve eleştirmişlerdir. 1970 ve 1980’li yıllarda gelişen postmodernizm ve post yapısalcı kuramlar, liberal hümanist düşünce sistemini sorgulamışlardır. Bu kuramlar tekil bilgi yerine değişkenliği esas alarak bilginin yer ve zamana göre çoğulculuğunu savunmuşlardır. Bunlar Avrupa’da ortaya çıkan ve gelişen feminizmin bir boyutudur. Feminist hareketin Avrupa’da çıkış yönü açısından başka nedenleri de vardır. Avrupa, kadını genel olarak olumsuz yönleri ve özellikleri ile ele almıştır. Bilindiği gibi Hıristiyanlık dini de bu olumsuz tavra arka çıkmıştır. Kadının ikincil plana itilmesinde bu dinin etkisi herkesçe bilinmektedir. Hıristiyanlık, kadını tek günahkâr olarak görmüş ve cennetten kovulmanın tek müsebbibi saymıştır. Cinsel hazlar Hıristiyanlıkta bir günah olarak görülmüştür ve ruhen kirlenildiği kabul edilmektedir. Bunların yanı sıra evlilik içi cinsel yaşama da sıkı yaptırımlar uygulanmıştır. 1949 yılında Simon de Beauvoir “İkinci Cinsiyet: Kadın” adlı kitabını, Betty Friedan (ö:2006) Kadınsal Mistik adlı kitabını yayımlanmıştır. 1975 yılı Birleşmiş Milletler tarafından “Kadın Yılı” ilan edilmiştir. Gayle Rubin, 1975 yılında Kadınların Antropolojisine Doğru eserini yayınlamıştır. 1.4 DOĞUDA FEMİNİZM Feminist hareketin ortaya çıkışı ve yükselişi, batı toplumu kadınları sayesinde gerçekleşmiştir. Harekete öncülük eden batılı kadınların feminizme katkılarının yanı sıra doğudaki kadınların katkıları da yadsınamaz bir gerçektir. Burada doğu olarak kastedilen Arap kültürü, Arap topluluğu ve Arap kadınıdır. Edward Said (ö:2003) Orientalism adlı eserinde batılı olmayanları “diğer” olarak tanımlamıştır. Bu tanımdan yola çıkılarak denilebilir ki; bir toplumun mensubu olmayan “diğer”dir. Bu kavram, toplumun değer yargıları, maddi ve 50 manevi kültür öğeleri, moda denilen giyim tarzları, evlilik âdetleri ve aile yaşamları, dini inanç biçimleri ve iş hayatlarını ifade etmek için kullanılabilir. Bir toplumun kültürel değerleri ve yargıları o toplumu belirginleştiren özelliklerin bileşimidir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin de belirttiği gibi, Arap toplumunun en önemli birleştirici unsuru “dil birliği”dir.103 Bu dil birliğinin yanı sıra Arap ulusunu bir arada tutan diğer vazgeçilemez unsurlar ortak coğrafya, din ve tarih ile farklı yerlerde de olsalar birbirleriyle paralellik arz eden, benzerlik gösteren çıkarlarıdır. Tüm ortaklıklar, yaşanılanlar, paylaşımlar, etkileşimler ve hatta çatışmalar Arap kültürünün oluşmasına katkıda bulunmuştur. Böylece bu toplumları bir arada tutan ortak bir kültür ve kimlik oluşmuştur. Uzun ve ortak tarih içinde Arap toplumunun kadına bakışı büyük farklılıklar göstermemektedir. Büyük çoğunluk tarafından İslâmiyet benimsenmiştir ve İslâmiyet’in etkisi ile kadına bakış hususunda olumlu değişiklikler yaşanmıştır. İslâmiyet öncesi Arap toplumunda aile, ataerkil bir yapıdadır. Erkek ve akrabaları tarafından oluşturulan ve onlar tarafından temsil edilen ailede kadının ve akrabalarının pek itibarı yoktur. Kadına karşı bu tutum, kadını yok sayıcı niteliktedir. Cahiliye dönemi olarak adlandırılan bu süreçte, kız çocuk sahibi olmak bir kusur olarak sayılmış ve bu kusurdan kurtulmak için kız çocuklarını diri diri toprağa gömmüşlerdir. Kadına ne evde ne de toplumda değer verilmemiş, kadın sadece bir zevk aracı olarak görülmüştür. Erkek istediği kadar kadınla ve istediği sürece evlilik yapma hakkına sahip olmuştur. Evlilik kurumu o dönemde eşler arası bir paylaşımdan çok kadının satılıp, babanın hâkimiyetinden çıkarak “kalın”* karşılığı kocaya tâbi olması olarak algılanmıştır. Kadının, kalından pay alma hakkı yoktur. İslâm dini ile birlikte bu durum mihr ile değiştirilmiş ve tamamının kadının hakkı olduğu belirtilmiştir. Ayrıca boşanma halinde, “iddet” süresince nafakası eşi tarafından karşılanır olmuştur. Eski âdetlerden biri de kadının, evliliği ile ilgili söz söyleme ve eş seçme hakkı yoktur. Evlenilecek olan kişiye kızın babası karar vermiştir. Gerçekte “aile, bir kadını, kendisini en yüksek fiyata satın alan, daha sonra da insanlığın gerektirdiği daha yüce ihtiyaçları dikkate almaksızın onun 103 * Ayrıntılı bilgi için bkz.: Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’l-ġurbe, s. 17. Bu dönemde bir kızı almak için babasına, eğer babası yoksa diğer yakınlarına verilen ağırlık. 51 sadece maddi ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılayan erkeğe köle haline getiren bir kurum değil, bilakis bir karşılıklı dayanışma ve toplumsal bir edep unsuru kabul edilir.”104 Yaygın olan bir başka âdet ise, kocanın ölümü halinde kadının miras olarak, kalın ödenmeksizin üvey oğluna eş olabilmesiydi. İslâm dini ile birlikte bu âdet ortadan kaldırılmıştır. Arapların kadına bakış açısı birçok durumda kendini göstermektedir. “Arap dilinde kadınları değişik iyi ve kötü vasıflarıyla ifade eden, hatta en küçük ayrıntıya kadar kadınları tasnif ve tavsif eden birçok kelimenin bulunması, Arap şiirinin en vazgeçilmez konuları arasında iyi ve kötü özellikleriyle kadının yer alması, Arapların belli açılardan kadınlara önem verip onda olumsuz yön ve vasıfları görmek istemeyişleri olarak yorumlanabilir.”105 Ayrıca Araplar kadınların fikir ve görüşlerine de önem vermemişler, kadına danışmayı “onlara danışın fakat aksini yapın (şâviruhunne hâlifuhunne)” sözüyle alaycı bir tavırla eleştirmişlerdir.106 İslâmiyet ile birlikte tüm bu davranışlara ya bir sınırlama getirilmiş ya da tamamen yasaklanmıştır. İslâm dini özellikle yeme-içme-barınma gibi hayâtî gereksinimlerde, hak ve adalette, ibadet etmede, düşündüklerini söyleme ve dinvicdan hürriyeti ile çalışmada, okumada, seyahat etmede, mülkiyet edinme gibi belli konularda insanları eşit tutmaktadır.107 İslâm dini ve Kur’an-ı Kerîm insan olma sıfatından dolayı kadın-erkek arasında fark gözetmemiştir. “Kişilerin veya grupların ‘ameller’e dayanan bir ayrıştırmaya tâbi tutulması, kadınların toplumdaki değeri ve birey olarak varoluşlarıyla ilgili bazı problemleri bünyesinde barındırmaktadır. Kur’an insanları amellere göre ayrıştırır, fakat belirli amellere belirli değerler atfetmez.”108 Ayrıca, İslâmiyet ile birlikte mal edinme ve miras başta olmak üzere tüm hakları ve toplumsal statüsü kadına iade edilip herkes eşit kabul edilmiştir. Fakat uygulamada bu haklardan söz etmek bazen mümkün olmamaktadır. Erkek akrabalar 104 Âmine Wedûd-Muhsin, Kur’ân ve Kadın, Çev. Nazife Şişman, 3. bs., İstanbul, İz Yayıncılık, 2005, s. 121. 105 Ali Bardakoğlu, “Cahiliye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi İlimler Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, s. 15. 106 Bardakoğlu, a.e., s. 15. 107 Ali Özek, “Kur’an’da Kadınlara Ait Hükümler, Haklar- Vecibeler”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, s. 19. 108 Wedûd-Muhsin, a.g.e., s. 105. 52 yoluyla bu haklar bir şekilde yine sınırlandırılmakta ya da tamamen gasp edilmektedir. Ekonomik faaliyetlerden cinselliğe kadar birçok alanda cinsiyetler arası eşitsizlik söz konusudur. Fakat bunun yanı sıra, İslâmiyet ile gelen ya da diğer hukukî iyileştirmeler yoluyla verilen haklar açısından hiçbir değişiklik olmadığını da söyleyemeyiz. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan değişim ve gelişmeler Araplara da yansımış ve toplumda kadına bakış açısından olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Tüm bu iyileştirmeler ve olumlu gelişmelere rağmen, Arap toplumundaki erkek üstünlüğü konusunda pek bir değişiklik olmamıştır. Toplum olarak ataerkil yapı korunmakta ve etkisini sürdürmektedir. Arap toplumunun en belirgin özelliği ataerkil bir yapıya sahip olmasıdır. Bu ataerkillik, erkekler ve yaşlılara öncelik tanıyan, erkekleri tamamen merkeze alarak bütün güçleri elinde bulunduran ve kontrol eden hiyerarşik bir sistem olarak tanımlanabilir. Bu toplumlardaki ataerkil yapının gücü ve etkisi sadece mensup oldukları dinin getirdiği hükümler sebebiyle üstünlüğe sahip olma değildir. Aksine, zaten var olan ataerkil yapıyı, bu gücü ve sürekliliği dinî hükümler beslemektedir. Arap kadını İslâm dini ile birlikte kendisine iade edilen haklarına rağmen, yanlış uygulamalar neticesinde hâlâ tam anlamıyla söz sahibi olamamıştır. Ataerkil toplum, kendi yaptırım gücünün devamlılığını sağlamak için, kadının ikinci konumda olmasını, onun yaratılışı hususundan başlayarak Kur’an-ı Kerîm ve hadis destekli doğrulamaya çalışmaktadır. “Kuran-ı Kerim’de yer alan miras, şahitlik gibi konularda iki kadının bir erkeğe eşit sayılması [aslında Kuran’da bir erkeğe iki kadın şahit sözü ticaret ile alakalı olarak kullanılmıştır ve kadının bu konuda tecrübesi olmadığından ve yanlışlık yapılmaması için belirtilmiştir109], erkeklerin kadınlar üzerinde yönetici olarak gösterilmesi, kadınların tesettüre dikkat etmesi gerektiği, erkeklerin dört evliliğe kadar evlilik hakkına sahip olması [Kur’an’da bahsedilen çok eşlilik yetim hakkının korunması ve savaş gibi sebeplerden dolayı azalan erkek nüfusun kadın nüfusla sayıca eşitliğini sağlamak ile ilgilidir], kadınların erkeklerin yani eşlerinin sözünü dinlememesi halinde dövülebileceği gibi konular, yine kadınların akıl ve dininin eksik olduğuna, uğursuz olduğuna, danışılması fakat söylediklerinin tersinin yapılması gerektiğine, kocasının rızasını almadan Cennete 109 Bakara Suresi 282. Ayet. 53 gidemeyeceğine, vs.….dair rivayetler İslam’da yer alan ataerkil fonlara örnek olarak gösterilebilir.”110 Ataerkil yapının, kadının korunup kollanması gerektiğini savunurken aslında kendi egemenliğini korumak düşüncesinde olduğu görüşüne varılmaktadır. 19.yy. ortalarından itibaren Doğu’ya doğru yayılarak Türkiye ve Mısır’ı da içine alan reform hareketi kadınlar ekseninde şekil almıştır. Oryantalistler ve sömürgeci eylemlerin, Müslüman kadının toplumsal konumu ile ilgili başlattıkları tartışmalar yine bu Müslüman ülkelerdeki feminist hareketi destekler nitelikte olmuştur. Boşanma, miras ve medeni hukuk hakları ile eğitim ve çalışma özgürlükleri üzerine gelişen hareket, genel olarak batılılaşma ve modernleşme hareketi olarak süregelmiştir. Bu algıda, bahsedilen ülkelerin gelişmişlik düzeyleri de etkili olmuştur. “İlk Arap Feminist olarak adlandırılan Kasım Emin’in 1899’da basılan, kadınların eğitimini, çok eşli evlilik, boşanma yasalarında düzenlemeyi ve peçenin kaldırılmasını savunan “Tahrirü’l Mer’e” (Kadınların Özgürleşmesi) adlı eseri İslam ülkelerinde kadın hareketlerine yön vermesi bakımından, aynı şekilde Halil Hamit’in “İslamiyet’te Feminizm yahut Âlem-i Nisvânda Müsâvât-ı Tâmme” (İslamiyet’te Feminizm veya Kadınlık Âleminde Tam Eşitlik) adlı kitabı da feminist özellikler göstermesi bakımından dikkat çekicidir.”111 Batıda kadın özgürlük hareketi olarak anılan feminizm, doğuda ise batılılaşma ve modernleşme düşüncesini temsil etmiştir. İslâm Dinini seçmekle batılı hemcinslerinden önce hak elde eden “doğu kadını” için feminist hareket bir haklar genişletilmesi olarak görülmüştür. Bu yüzyılda Ortadoğu ülkelerinden özellikle Mısır’da hararetlenen bu tartışmalar Nevâl es-Sa‘dâvî, Leyla Ahmed, Zeynep Rıdvân gibi kadınlar tarafından sürdürülmektedir. Ayrıca dini araştırmalar ve İslâm hukuku konusunda Müslüman kadın akademisyen ve araştırmacıların çalışmaları dikkat çekmektedir. Bunun yanı sıra dergi ve internet sitelerinin de feminist hareket içinde büyük bir önemi olmuştur. Özellikle İran’da Shahla Sherkat tarafından kurulan “Zenân” dergisi örnek gösterilmektedir. 110 Nazife Gürhan, “Toplumsal Cinsiyet ve “İslami Feminist” Söylem”, Bilim, Ahlak ve Sanat Bağlamında Çağdaş İslam Algıları, Uluslararası Sempozyum, Samsun, 2010, s. 369. 111 Gürhan, a.e., s. 371. 54 I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan milliyetçilik düşüncesi, ulusçuluk anlayışını beslemiştir. Modern ulus devletlerin kurulma çalışmaları yapılırken, kadınlar da kamusal alanda yer edinmek için seslerini yükseltmeye başlamışlardır. Arap feminizmi, Arap milliyetçiliği ile eş zamanlı ortaya çıkmıştır. “1919’da İngiliz sömürgeciliğine karsı Kahire’de büyük bir miting düzenleyen kadınlar, bir yandan Wafd partisinin kadın kollarını oluştururken, diğer yandan bağımsız bir feminist örgütlenme olan Mısır Feministler Birliği’ni kurdular.”112 Türkiye ile aynı tarihsel aralıkta başlayan ve gelişen Mısır feminist hareketi, elde ettikleri kazanımlar açısından ve kadın sorunları adına önemli çözümler sunmuştur. Başlangıçta her iki ülke açısından da bu hareket, elit kesim feminizmi olarak sınırlı kalmış, dolayısıyla toplumun bütününe yayılamamıştır. Ortadoğu feminizmi, daha çok sömürgeciliğe karşı sürdürülen bağımsızlık savaşlarında kendini göstermiş ve yoğunluk kazanmıştır. Türkiye’deki durum ise Mısır’dan biraz daha farklıdır. Hem tam bağımsızlığını kazanmış bir ülke olarak Türkiye, hem de Mustafa Kemal Atatürk sayesinde birçok ülke kadınından önce haklar elde eden “Türk Kadını”nın feminist hareketi kamu alanında yer edinme üzerine yoğunlaşmıştır. Bugünkü Arap coğrafyasını da içine alan Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat ile başlayan değişim ve yenilenme süreci 1908 yılında anayasal bir boyut kazanmıştır. Böylelikle kadınlar görüş bildirme hatta dernek kurma girişimlerinde bulunmuşlardır. Fakat yine de anayasa ile resmîlik kazanmak tek başına yeterli olamamıştır. Yaşanan değişimlerin sonucunu görmek için, toplumun da kültürel ve sosyal açıdan bu dönüşümlere hazır olmasının gerekliliği kaçınılmazdır. Hem günümüz Türkiye’sini hem de Mısır’ı kapsayan bu imparatorlukta, İslâm dininin benimsenmiş olması sebebiyle feminist hareket, bu coğrafyada başka bir boyut kazanmıştır. Bu durum da, kadınların elde ettikleri haklarına rağmen, kavramsal düzeyde kalan “kadın sorunu” nu çözmek için, kendilerine geniş haklar veren dinin bir defa daha ve kadın hakları açısından yeniden yorumlanmasını gerektirmiştir. 19. yy.da Mısır’da başlayan “Modernleşme hareketlerinin radikalizmi, esas olarak içinde doğdukları tarihsel bağlamın bileşenlerini reddederek, bir anlamda 112 Aksu Bora, “Ortadoğu’da Kadın Hareketleri: Farklı Yollar, Farklı Stratejiler”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:39 (Ekim 2008), s. 60. 55 “beyaz bir sayfa” açma arzusu ve iddiasını içermektedir… kendi “yeni”liğini sömürgecilikten kurtuluş mücadelesi içinde tanımlayan Mısır’da da … bu “yeni” aynı zamanda “eski” den kopmayı kapsamaktadır.”113 Geçmişin izlerini sürerek geleceği inşa etmek, sorunları da beraberinde getirmiştir. Ortadoğu’daki modernleşme hareketleri öncelikle aile içi düzenlemeler hususunda incelendiğinde; pek etkili olmadığı görülmektedir. Mısır’da Nevâl esSa‘dâvî’nin görüşleri nedeniyle aile hayatına müdahale edilmiş ve eşinin onu boşaması istenmiştir.114 Kazemî’nin belirttiğine göre; Mısır Yüksek Anayasa Mahkemesi tarafından değişiklik yapılan 44 sayılı Kanunu iptal eden 1985 tarihli kararında, aile hukuku ile ilgili bir duruma işaret edilmektedir. Bu kanun, Enver Sedat'ın 1979 tarihli başbakanlık kararnamesine ve bu kararnamenin 1985 yılında halk meclisinin onayladığı biçimine dayanmıştır. Yeni yasaya göre, kocanın ikinci evliliği ve boşanma konularında kadınlara daha fazla özgürlük verilmesi, 1929 tarihli kişi hukukuna ilişkin kanunun bazı hükümlerini değiştirmiştir. Kanunun iptali esnasında ortaya çıkan tartışmalar ve anlaşmazlıklar, geleneksel aile hukuku hükümlerinin toplumdaki izlerinin ve kökleşmiş durumun göz ardı edilemez işaretleri olmuştur. Mısır’ın yakın tarihinde yaşanan bu deneyimler, Mısırlı feministlerin aile hukuku ile ilgili konularda yasal boyutu daha çok kullanmalarına imkân tanımıştır. İslâmî usullere göre, evlilik iki taraf arasında yapılan bir sözleşme olması dolayısıyla, çiftler taraflara eşit haklar veren anlaşmalar hazırlamaya başlamışlardır. Bu tip sözleşmeler, Kur’an’ı Kerîm’e atıf yapılarak, hukukî ve dinî gerekçelere uygun ve haklı nedenleri de kapsayan Mısırlı feministlerin hazırladığı belgeler olmuştur. Her ne kadar hukukî kurumlar resmen bu yeni evlilik sözleşmesi belgesini kabul edip onaylamasa da bu çabalar Mısır Kadınları’nın toplumsal statüsünü iyileştirme adımlarıdır115. 113 Aksu Bora, “Hatırlananlar ve Unutulanlar: İslam Coğrafyasında Modernleşme ve Kadın Hareketleri”, Bilig Dergisi, 53.Sayı, Nisan 2010, s. 55. 114 Adele Newson-Horst, The Essential Nawal El Saadawi A Reader, Zed Books, London&New York, 2010, s. viii. 115 Farhad Kazemi, “Toplumsal Cinsiyet, İslam ve Politika” Çev.: Didem Özalpat, “Social Research" , Vol : 67 No: 2 ( Summer 2000 ), s. 453-474. 56 20. yüzyılın Müslüman ve Arap kimliğine sahip kadınları, Ortadoğu’daki feminist hareketin öncüleri olmuşlardır. Özellikle Türkiye ve Mısır kadınları hem ortak coğrafya etkisi hem de aynı inanç üzere olmaları sebebiyle eş zamanlı ve benzer çalışmalar yapmışlardır. Gelenekçi geçmişin izleri altında ve modernleşme kıskacında sıkışmışlar ve tercih yapmak zorunda kalmışlardır. Arap feminizmi, kadına karşı toplumsal vahşet boyutundaki gelenekselci kurallarından vazgeçememiş ama sömürgeci anlayışla da savaşı devam etmiştir. Feminist hareket kesintiye uğrasa da devamlılığını sürdürmüştür. Fakat toplumsal cinsiyet eşitsizliği çözümlenemeyen bir sorun olarak yerini korumuştur. Kazemî’nin değindiği Ortadoğu’daki demografik değişim, bu sorunun çözümüne katkıda bulunmuştur116. 1998 yılında nüfusun yarısını oluşturan genç kesim ile aktif kadın nüfusunun bu değişimi gerçekleştireceği beklenmektedir. Çünkü bu yeni nesil, iyi eğitim almış, kültürel, politik ve sosyal açıdan görüş sahibi, teknoloji bilgisine haiz ve ebeveynlerinden aldıkları ile daha donanımlı bir nesildir. Bu değişimi sağlayacak olan etkin nüfus ebeveynleri özellikle de anneleri, doğudaki feminizmin ortaya çıkışına katkıda bulunan, eğitim almış ve batıya açılmış kadınlardır. Seyahatler aracılığıyla da etkileşimde bulunulmuştur. Bu etkileşimlerin sonucu olarak, Batılı kadınlar gibi Müslüman Doğu kadınları da izlenimlerini aktarmıştır. “Müslümanların ev yaşantısında mahremiyet anlayışı nedeniyle Batılıların, evlerin içinde neyin nasıl işlediğini anlamasına pek fırsat olmamıştır. Genelde Avrupalıların Doğu yaşam tarzına yaklaşımları fantezi, söylenti, efsane şeklindedir. Batılı erkekler Müslüman erkeklerin kadınlar üzerindeki hak ve ayrıcalıklarına imrendiklerini gizleyemezken, Avrupa’yı gidip gören Müslümanlar, Batılı kadınların rahatlığını serbestliğini ve gördükçe dehşete kapıldıklarını, erkeklerin kıskanç olmayışına şaşırdıklarını ve Batılıların günahkar bir hayat 117 sürdüğünü anlatmışlardır.” 116 Kazemi, a.g.e., s.262. Bernard Lewis, Faith and Power (İnanç ve İktidar: Ortadoğu’da Din ve Siyaset), Oxford Universty Press, 2010, s. 39. 117 57 İlim tahsil etmek ya da yenilikleri takip etmek amacıyla Avrupa’ya gönderilen erkekler, Batılı kadınlara gösterilen saygıyı abartılı bulmuşlar, kadınların erkeklerle birlikte çalışıyor olmalarını da yadırgamışlardır. Kadın eğitimi konusu çok yönlü bir değişimin can alıcı noktasıdır, odağıdır. Köklü reformlar, radikal değişimler, sosyal ve kültürel aktiviteler, toplumun yarısını oluşturan kadınlar olmadan olamaz. Doğu toplumlarında eğitim konusunun önemine değinen ve sistematik bir şekilde üzerine düşen ülkeler (Tunus, Irak) olmasına rağmen, feminizm ve kadın özgürlüğünü batının günahına ortak olmak olarak değerlendiren görüşler de yok değildir. Arap toplumları da dâhil olmak üzere Doğu medeniyetinin de bir sorunu olan kadın konusunun, tüm yasal düzenlemelerle beraber yine kadınlar eliyle çözüme kavuşması beklenmektedir. 58 II. BÖLÜM 2. TÜRK VE MISIR EDEBİYATLARINDA FEMİNİST HAREKET Feminizm hareketi toplumsal ideoloji ve uygulamalarının edebî metinleri nasıl şekillendirdiğine yönelirken temelde edebiyat hareketi de cinsiyet odaklıdır. Türk edebiyatında feminist hareketin izleri Duygu Asena’nın (ö:2006) eserleri ile Mısır edebiyatında ise Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserleri üzerinden incelenecektir. Bu bölümde Türkiye ve Mısır’da daha önceki dönemlerde yazılmış eserler, kadın haklarını savunma ve farkındalık sağlama amacıyla yazılmış eserler bağlamında değerlendirilmiştir. “Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyorsunuz, kanatlarını kesiyorsun, sonra uçamıyor diye yakınıyorsunuz.” Simon de Beauvoir 2.1 TÜRKİYE’DE FEMİNİST HAREKET VE ÖNCÜLERİ Eski Türklerde kadının değeri ve önemi herkesçe bilinmektedir. Kadın, hem bir yönetici olarak Hakan’ın (eşinin) yanında yer almış, hem de aile ile toplum arasında köprü görevi üstlenmiştir. Kadına verilen değer ve eğitim, gelecek nesillerin sağlıklı olmasının ön koşuludur. Kadın, toplumun en küçük yapı birimi olan ailede anne olarak ilk eğitimci olma rolünü almıştır. Osmanlı Devleti döneminde İslâmiyet’in etkisi ile evine yönelen kadın toplumsal rollerinden sıyrılmıştır. Tanzimat ile başlayan eşitlik ve özgürlük hareketi ile bu durum, yeniden yükselişe geçen toplumsal değerlerden olmuştur. Türkiye’de kadın hareketi birçok sosyal, siyasal ve kültürel olayla iç içe bir şekilde gelişmiştir. Feminizm, batıda başlayan bir hareket olmasına rağmen o 59 dönemde yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme sürecine de eşlik etmiştir. Ayrıca kadınların önce basın yayın yoluyla varlığını hissettirip, sonra da eğitim yoluyla gelişimlerine katkı sağlamaları kültürel ve sosyal yöne de dâhil olan bir hareket olmuştur. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte siyaset sahasına da iştirak eden kadınların, topluma katkılarını ve her türlü çalışmalarını da destekler bir eylem olmuştur. Feminist hareket incelendiğinde, karşımıza toplumun her katmanından bir kadın ve onların hikâyesi çıkmaktadır. Feminizm bu yönüyle, tarihî süreçte bir yer edinememiş olan kadınların tarih sahnesi içerisindeki varlıklarının kayıt altına alınmasını sağlamıştır. Feminizm, Türkiye için modernleşme sürecinde önemli ve güçlü etkilere sahiptir. Hareketin belirli temalarından olan toplumsal cinsiyet, modern aile, eğitimli kadın, siyasetçi kadın gibi kavramların yeniden yorumlanmasına ışık tutmuştur. Bununla beraber Türkiye’nin temel unsurlarından olan milliyetçilik olgusu, inanç çeşitlikleri ve İslâmî kimlik ile modernleşme gibi kavramlar da yeniden ele alınmıştır. Türkiye kadın hareketi açısından tarihsel olarak incelenirse ilk kıvılcımların 1980 öncesi dönemde gündeme geldiği göze çarpmaktadır. 19. yy.ın sonlarına dayanan uzun bir mücadelenin başlangıcı olduğu bilinmektedir. Türkiye coğrafyasında ilk defa 1980’li yıllarda basım yoluyla sesini duyuran feminist hareket, daha çok edebiyat ve medya aracılığıyla yol almıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan hareket, sol kesim aydınlar ve elit tabaka insanlar vasıtasıyla toplum ile buluşmuştur. Toplumsal bir öğreti halinde süregelmiş olan kadın-erkek arasındaki görev dağılımı, erkeğin dışarıda para kazanması ve geçimi sağlaması üzerine kurulu iken, kadın, kazanılan paranın harcanması ve evin düzeninden sorumlu olmuştur. Modernleşme süreci ile birlikte, kadının statüsü sorgulanmaya başlanmış, bu konu ile alakalı pek çok toplantılar düzenlenmiştir. Çeviriler ve basılı yayımlar aracılığı ile feminist kuram üzerine çalışmalar yapılmıştır. 1985 yılında feminist hareketin rotası çizilmiş, 1987 yılında da “Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği” kurulmuştur. Türkiye’deki hareket genel olarak sosyalist feminist kuram üzerine gelişmiştir. Aynı yıl bu konudaki ilk yayım olan “Feminist” dergisi çıkarılmıştır. Bunu 1988 yılında “Sosyalist Feminist Kaktüs 60 Dergisi” takip etmiştir. Ayrıca bu dönemde bir kadın kültür evi de kurulmuştur. Bu tarihler feminist hareketin zirveye doğru hızla tırmandığı dönemdir. 1990’lı yıllarda “Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı” şiddete maruz kalan kadınlar için sığınak amaçlı kurulmuştur. 4 Ekim 1989 yılında Türkiye’de ilk olarak İstanbul Üniversitesi bünyesinde Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin de kurulmasıyla hareket, kurumsal bir özellik kazanmıştır. Bu dönemde kadından sorumlu bir bakanlık da kurulmuştur. Bunlara ek olarak 1990 yılında Bakırköy ve Şişli Belediyelerine bağlı ilk kadın sığınma evleri açılmıştır. Bu çalışmalar feminist hareketin devlet tarafından da benimsendiğinin göstergesidir. 1990 yılı kadın çalışmalarını bir araya toplamak amacıyla “Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi”nin de kuruluş yılıdır. Ayrıca akademik kadın çalışmaları, 2009 yılında ilk hakemli, uluslar arası e-dergi olan “Fe-dergi” yayımlanmaya başlanmıştır. 20112012 akademik yılında kadın çalışmaları ile ilgili Türkiye’de ilk doktora programı açılmış ve öğrenci alımı gerçekleşmiştir. 2011 yılında ilk olarak Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Anabilim Dalı Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde kurulup çalışmaya başlamıştır. Bunlara ek olarak Kasım 2011’de Ankara Üniversitesi öğrenciler ve öğretim üyeleri arasında şikâyetleri değerlendirecek olan Cinsel Taciz ve Saldırı Destek Birimi kurulmuş ve Türkiye’de bir üniversite bünyesinde cinsel suçları önlemeye yönelik ilk kurumsal adım atılmıştır.1 Tüm bu çabalar, kadının sadece ev içinde değil toplumda da bir statüsünün ve söz hakkının olduğu bilincinin yayılması ve yaygınlaşması için harcanmış ve çığ gibi büyüyerek devam etmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun kültürel mirasını da alarak çağdaşlaşma yolunda ilerleyen yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, birçok alanda kadının sosyalleşmesini destekleyen bir tavırda olmuştur. “Kurtuluş savaşında erkeğin yanında yer alan kadın, sosyal hayatta da yerini almalıdır”, düşüncesinden yola çıkarak kurulan “Türk Kadınlar Birliği” siyasal, kültürel ve toplumsal alanda kadının haklarının savunucusu ve takipçisi olmuştur. “Kadınların siyasal alanda var olma mücadelesi 1913’te kurulan Müdafaa-i Hukuku Nisvan Cemiyeti ile başlamış, 1 Funda Şenol-Cantek, “Birkaç Arpa Boyu…, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar,” Fe Dergi 3, sayı 2 (2011), s. 101-103. 61 1923’te Halk Partisi Kadın Kollarının kurulması ve 1924’te Türk Kadınlar Birliği’nin kurulması ile sürmüştür.”2 Türkiye’de feminist hareket kadınlar için eşit hak ve özgürlük arayışıyla başlamış ve hukukî zeminde elde edinilmiş haklarla ilk amacını tamamlamıştır. Bu çerçevede ilk önce Türk Kadını’nın elde ettiği, belediye seçimlerine katılma hakkı öncü ve en büyük kazanım olmuştur. 3 Nisan 1930 yılında 1580 sayılı kanun ile kadın-erkek eşitliği yolunda bir adım daha atılmıştır. Söz konusu tarihlerde konu ile ilgili olarak “20.10.1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk metninde 10. maddede seçme hakkına ilişkin “on sekiz yaşını ikmal eden her erkek Türk, Mebusan intihabını iştirak etme hakkına haizdir” hükmü ve 11. maddede seçilme hakkına ilişkin “otuz yaşını ikmal eden her erkek Türk, mebus intihap edilmek salahiyetini haizdir” hükümleri yer almaktaydı.”3 Bu ifadeler, kadınların hakları açısından bakıldığında engel teşkil ettiği için, daha sonra 5.12.1934 tarihinde yapılan bir değişiklik ile seçme hakkı için erkek ve kadın için yirmi iki yaş ve seçilme hakkı için de erkek ve kadın otuz yaşını tamamlamış olma koşulları getirilmiştir. Bu düzenlemenin ardından 1935 yılında yapılan seçimlerde meclise 17 kadın milletvekili girmiştir. Bu sayısal sonuç, yüzdelik dilim olarak bakıldığında maalesef Türkiye tarihinde bir daha aşılamamıştır. Kadınlar açısından bir düzenleme de aile içi ilişkiler esası konusunda gerçekleştirilmiştir. “4 Ekim 1926 yılında İsviçre Medeni Kanununun Türkçeye çevrilmesi ile oluşturulan Türk Medeni Kanunu önceki hukuk sisteminden farklı olarak devrimci niteliği ile çağdaş hukuk sistemleri ile aynı konuma getirilip laiklik ve eşitlik ilkeleri ile kadınlarımızı olması gereken konuma kavuşturmuştur.”4 743 sayılı medeni kanun, kadınlar için büyük kazanımlar sağlamıştır. Buna; tek eşle evlilik, boşanma hakkı ile ilgili düzenlemeler, mirasta eşit dağılım ve resmi nikâh töreni örnek olarak gösterilebilir. Fakat yeniliklere ayak uydurma konusunda “toplumdaki ve çağdaş dünyadaki gelişmeleri dikkate alarak 2001 yılında “İnsan hakları, eşitlik özellikli kadın-erkek eşitliği”, “Demokratiklik” kavramlarında 2 Altın Aslı Şimşek, “Türk Modernleşmesinde Kadının Konumu ve Etkisi”, İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi ISSN:1309-9876 Özel Sayı, Cilt 1, 2011, s. 605. 3 Şimşek, a.e., s.605. 4 Şimşek, a.e., s. 654. 62 meydana gelen yeni anlayışa uygun olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kabul edilmiştir.”5 2.2 CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE FEMİNİZM 19.yüzyılın Batı’da yaşanan toplumsal ve kültürel gelişmeleri dünyayı değiştirmeye devam ederken, Osmanlı İmparatorluğu da bozulan sistemini düzeltmek için yoğun bir şekilde yeni yollar arayışına girişmiştir. Hukukî, ekonomik ve siyasî alanlarda Batı tarzı örnek alınarak bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerden biri de “hareket-i nisvân” adıyla ifade edilen feminist harekettir. Yaşanan değişimleri kadın hareketi açısından ele alırsak, Osmanlı feminizmini doğuran sebeplere temel oluşturmasından çok yön verdiği söylenebilir. Avrupa ile Osmanlı Devleti arasındaki kültürel, sosyal ve toplumsal değişkenler farklı kaynaklardan beslenmektedirler. Bunun doğal bir sonucu olarak Osmanlı aydınları arasında bir ikilik doğmuştur. Eski sistemin korunup yeni düzen ile desteklenmesi daha çok kabul gören bir politika olmuştur. Fakat İslâmî kurallara göre düzenlenen toplumsal sistemi ve aile hukukunu değiştirmek radikal bir eğilim olarak görülmüştür. “Lale Devri sonrasında Avrupa’ya gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi gibi elçiler vasıtasıyla, Osmanlılar Avrupa’yı daha yakından tanıma imkânı bulmuştur.”6 Bu temaslar neticesinde Batıyı görmüş aydınlar, Avrupa tarzı yenilikler ve Türk Kadını’nın eğitiminin gerekliliği üzerinde önemle durmuşlardır. Osmanlı modernleşmesinin kültürel yönü, eğitim ve edebiyat ile kendini ortaya koymuştur. Batıda başlayan toplumsal değişim çok yönlü olarak devam etmiştir. Osmanlı Döneminde başlayan, kadın hakları adına yaşanan olumlu gelişmeler maalesef tüm dünyada aynı geçerlilikte olamamıştır. Ülkemiz Türkiye açısından duruma baktığımızda 1839 Tanzimat Fermanı ile kadın hareketinin başladığını söyleyebiliriz. Fakat bu değişim uzun bir sürece yayılmıştır. Meşrutiyet döneminde güçlenerek devam etmiş, Cumhuriyet döneminde de yükselişini sürdürmüştür. Ancak şunu da 5 Şimşek, a.g.e., s. 654. Kadriye Kaymaz, “İlk Türk Kadın Yazarlarından Emine Semiye Hanım, Hayatı ve Eserleri”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2008, s. 3. 6 63 belirtmek gerekir ki; Osmanlı Kadın Hareketi esasen, basım-yayım yolu ve örgütlenme olmak üzere iki ana kolda gelişme göstermiştir. Çıkardıkları gazete ve dergiler yoluyla toplumu bilinçlendirmeyi amaç edinen kadınlar, bir sonraki aşamada yardım dernekleri ile başlayan örgütlenme sürecine girmişlerdir. Basım-yayım organlarının gelişme gösterdiği bu dönemde yayımlanan eserler, kadını çok yönlü olarak ele almışlardır. “Tanzimat Dönemi içinde kadın sorunlarını doğrudan konu edinen ilk eser, Felsefe-i Zenân’dır… Felsefe-i Zenân, eserlerinde ısrarlı ve bilinçli şekilde kadın sorunları üzerinde duran Ahmet Mithat’ın en ilginç eseridir. Eserde, evlilik kurumu içinde farklı ve seçtikleri yaşam tarzlarıyla dönemin sıra dışı kahramanları olan kadın karakterler yanında asıl dikkati çeken nokta, bir erkek yazarın kadın bakış açısıyla erkekleri eleştirme çabasıdır.”7 Yine Ahmet Mithat Efendi tarafından kaleme alınan Jöntürk adlı eser, bu dönemde kadının eğitimini konu edinen ilk eserler arasındadır. Her yönüyle Osmanlı Kadın Hareketi, toplumun sosyal-kültürel, siyasalhukuksal birçok alanda kadının ön plana çıktığı bir kırılma noktası olmuştur. Kadın, tarihsel bir süreç içinde ele alındığında, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne, modernleşmenin ana unsuru olarak görülmekte, kadınlar her alanda varlıklarını ortaya koymaktadırlar. Dolayısıyla denilebilir ki kadın hakları hususunda “Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19.yüzyılda başlayan bir dizi çabanın, batılılaşma/modernleşme sürecinin 20.yüzyıl başında ulaştığı sentezdir.”8 Şer’i ve örfî hukuk kurallarına göre yönetilen Osmanlı Devleti’nde, kadınlar tamamen özel alanda yani evde yer almışlardır. Bu durum Bizans geleneğinin uzantısı, Arap kültürü etkisi ve uygulamada esas alınan ve toplum kurallarını düzenleyen İslâm Hukuku ile açıklanabilir. Kadının durumu ile ilgili hükümler şer’i kurallara göre verilmiştir. Osmanlılarda kadının aile içindeki yerine önem verilmesine karşın 1908 yılında II. Meşrutiyet ile kadınlar kendilerine aile dışında da yer edinmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde toplumsal olarak ataerkil aile yapısı benimsenmiştir. Kadın evlenmeden önce baba ya da erkek kardeş sorumluluğunda 7 Nevin Yurdsever Ateş, “Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı 20.Yıl Özel Yayını Yeni Harflerle Kadın Yolu/ Türk Kadın Yolu (1925-1927), 2009, s. 19. 8 Yurdsever, a.e., s. 2. 64 iken evlenmesiyle tüm sorumluluğu eşine ait olmuştur. Kadının eş seçme hakkı söz konusu değilken, eşinin sözlü ya da yazılı olarak onu boşama hakkı vardı. Osmanlı hukuk sisteminde kadın ve erkek eşitsizliği, tüm ataerkil toplumlarda olduğu gibi erkeğin lehine bir şekilde kurumsallaşmıştı. Cinsiyete dayalı olarak kadın aleyhine kurulan iş bölümü, erkeğin toplumsal olarak güçlenmesini sağlamıştır. Hem ekonomik yönden hem de sosyal bakımdan güçlü olan erkek, düzenin sürekliliği için kadının zayıf kalmasını sağlamıştır. Kadın konusuna Osmanlı saraylarında yaşayanlar açısından bakıldığında durum pek farklı değildir. Her ne kadar siyasi olarak nüfuz sahibi olmuş sultanlar olmuşsa da resmi kayıtlarda isimlerine az rastlanmaktadır. Harem kültürü, Osmanlı ile özdeşleşen bir kültürdür. Osmanlıya Bizans ve İran’dan geldiği bilinmektedir. Zamanla güçlenen ve etkisi saray dışına taşan harem geleneği, mekânları haremlik-selamlık olarak kadın ve erkeğe göre ayırmıştır. Bu ayrılma ile birlikte kadının kapanma süreci başlamış, peçe yaygınlaşmış ve kadının özel alana geçmesi gelenek halini almıştır. Kadının eğitim yuvası olan Osmanlı sarayındaki harem geleneği, özellikle I. Ahmet’ten itibaren bozulma göstermiştir. Önceleri saygın bir eğitim kurumu olan ve her yönden eğitimli kadın yetiştirme görevini yerine getiren haremde, kadının durumu ile ilgili algı değişme göstermiş, haremdeki kadının ilk ve tek görevi annelik yapmak ve eşini ya da sultanı mutlu etmek olmuştur. Hâlbuki haremin bütün kızları ve cariyeleri padişaha sunulmak için toplanmamıştır. Burada padişaha sunulacak kızların yanı sıra saraya ve hanedana hizmet edecek kızlar da bulunmaktadır. Bu kızların tümü Türkçe ve İslâmi ilimler başta olmak üzere sanat, görgü, dikiş-nakış gibi eğitimlere tâbi tutulmuşlar, saray eğitimi almışlardır. Hatta devletin çeşitli kademelerinde görev yapan, kendileri gibi saray eğitiminden geçmiş Enderunlularla evlenmeleri sağlanarak, saraylı, seçkin bir sınıf oluşturulmuştur. “Çırağ’a çıkmak” adı verilen bu durum, cariyelerden azat edilip, evlendirilenlerdir. Bu cariyelerin saray ile ilişkileri evlilik yaparak daha farklı bir boyutta devam etmiştir. Bu seçkin sınıfa mensup bireyler, Osmanlı padişah ve ailesine hizmet etmek için sarayda görev almışlar, kadınlar ise toplumsal hayatta önemli sorumluluklar yüklenmişlerdir. Saraylı olarak tabir edilen bu kişiler, yüksek 65 maaş gelirleri ve değerli hediyeleri itibariyle varlıklı olarak bilinirlerdi. Bu varlıklarını da İstanbul’un sosyal, kültürel ve dini hayatlarına katkıda bulunarak kullandıkları bilinmektedir. Haremden yetişmiş olmak onlara, bir yandan maddi zenginlik sağlarken diğer yandan itibar ve dinî kültür de kazandırmıştır. Ayrıca topluma kazandırdıkları yapıtlar ile padişahın gücünü pekiştirmişler, saray kültürünü halka taşımışlardır. Harem kültürü uzun yıllar etki ve otoritesini korumasına karşın küçük yaştaki şehzâdelerin tahta çıkması, idareyi sağlayamamaları ve devlet yönetimindeki otorite boşlukları nedeniyle fazîlet ve ahlâk yuvası haremin de düzeninde bozulmalar görülmüştür. Saraydaki kadınların ve cariyelerin konumunu, saray dışında bu kadar kesin sınırlarla çizmek mümkün değildir. Çünkü kırsalda, tarlada çalışacak iş gücüne ihtiyaç vardır ve kadın en ucuz iş gücüdür. Köylerde kadınlar tarlada çalışarak üretimde aktif rol almışlardır. Saray ve kırsal dışındaki şehir hayatında ise geniş aile yapılanması görülmektedir. Tanzimat Dönemi’nin bir sonucu olarak örf ve âdetlerin etkisinin azalarak değişmesi, geniş aile yapısının yerini çekirdek aile yapısının almasına zemin hazırlamıştır. Batılılaşma hareketleri çerçevesinde Avrupa’daki gelişmelerden etkilenen Osmanlı aydınları, kadını ve onun durumunu sorgulamaya başlamışlardır. Osmanlı döneminin ilk feminist yazını “Üç Kadın” adıyla Terakki dergisinde yayınlanan bir mektup sayılabilir. Yazarlarının kesin olarak üç kadın olduğu bilinmemekle birlikte bir protesto mektubudur. İçeriğini boğaz vapur seferlerinde kadınların erkekler ile aynı ücreti ödeyip, aynı mekânlarda seyahat edememesi oluşturmaktadır.9 İlk bağımsız gazete olan Terakki gazetesinin de katkılarıyla kadın ve aile, kadın ve eğitim, kadın ve modernleşme konuları üzerine yoğunlaşılmıştır. Bu bağlamda, Hanımlara Mahsus Gazete de önemli çıkış yapan yayımlardan biridir. Bu gazetenin en önemli özelliği kadın yazarların yanı sıra erkek yazarların da yer almasıdır. 1895 ve 1908 yılları arasında yayınlanan bu dergi en uzun süreli dergi olmuştur. “Derginin amacı ise kemâl-i edeb ve iffet dairesinde yazılmak şartı ile kadınlara mahsus her 9 Nicole A.N.M. Van Os, Ed. Tanıl Bora, Murat Gültekingil, “Osmanlı Müslümanlarında Feminizm”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, C. 1, 8. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s. 336. 66 türlü ahvâl, faydalı makaleler ve günlük havadisler neşretmek şeklinde”10 belirlenmiştir. Yenileşme sürecinde yüzünü Avrupa’ya dönen Osmanlılarda dergiler, moda, saç, makyaj ve kıyafet gibi kavramların geniş yer bulduğu yayım araçları olmuştur. Osmanlı Kadını’nın bilinç kazanarak belli bir amaç için bir araya gelmesi 1869 yılında Terakki-i Muhaderât dergisi ile olmuştur. İlk kadın çalışmaları ve örgütlenmeleri dergiler aracılığıyla yapılmıştır. “Bu dönemde çıkarılan bazı gazete ve dergilerde kadının durumunun iyileştirilmesi ile ilgili yazılar yazmışlardır. Onlara göre İslamiyet, Müslüman kadına Batıdakinden daha fazla hak vermiş olsa da toplumda kadına biçilen rollerin buna izin vermediği kabul edilmiştir. Bu dönemde aydınlar siyasal anlamda da kadını erkekle bir görmektedir. Özellikle Ziya Gökalp bu dönem kadın haklarının ileri savunucularından olup, kadına siyasi haklar tanınmasını en çok dile getirenlerden biridir.”11 1886 yılında tüm kadrosunun kadın olması sebebiyle “Şükûfezâr” dergisi de ilk olma özelliği taşımaktadır. Bu evrede ayrıca “Vakit”, “İnsâniyet”, “Aile” ve “Parça Bohçası” gibi dergiler çıkarılmış fakat uzun süreli yayınlar olamamışlardır. Tanzimat dönemi, fermanda özellikle kadınlar için bir hüküm bulunmamasıyla beraber kanunlarla kadınlar lehine olumlu değişikliklerin yapıldığı bir dönem olmuştur. Kız çocuklarının eğitilmesinin önemi ve gerekliliği, onlar için okullar açılması Tanzimat fermanıyla karara bağlanmıştır. Osmanlı zamanında Tanzimat ile tohumları atılan modernleşme süreci de kadını hem topluma hem de modernleşme eylemine dâhil eden kapsamlı bir dönüşüm hareketi olmuştur. Avrupa ve dünyanın farklı pek çok yerinde kadın ile ilgili tartışmalar Osmanlı Devletine de tesir etmiş, iz bırakmıştır. Osmanlı Devleti’nin teokratik bir yapıya sahip olması sebebiyle özel bir alanda bulunan kadın, değişim sürecinde pek çok farklı şekilde katılmış ve rol almıştır. Kadın nüfusun da dâhil edildiği ilk sayım 1844 yılında yapılan nüfus sayımıdır* ve kadın nüfusun da sayısal olarak ifadesi, aynı zamanda onun ev dışında da varlığını hissettirmesi ve topluma kabul edilmesi olarak 10 Mustafa Çiçekler, Fatih Andı, “Yeni Harflerle Hanımlara Mahsus Gazete” (1895-1908) Seçki, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı 20.Yıl Özel Yayını, 2009, s. 14. 11 Belkıs Konan, “Türk Kadınının Siyasi Hakları Kazanma Süreci”, AUHFD, 60 (1) 2011, s. 163. * İlk nüfus sayımı 1831 yılında askere alınacak Müslüman erkek sayısını belirlemek ve Müslim ile gayrimüslimlerden toplanacak vergi miktarını belirlemek amaçlı II. Mahmut döneminde yapılmıştır. 67 düşünülebilir. “Osmanlı kadın hareketi; insan addedilme, kamu yaşamına katılabilme, üyeleri olarak kamu alanında yer alma, eğitim ve tüm mesleklere girme, değersizleştirilmekten kurtulma amacına yönelmişti. Bu da özel alandan kamusal alana doğru kadın kimliğinin var olması demekti.”12 Kadın nüfusun sayımı, Osmanlıdaki kadın algısının değiştiğinin de işaretidir. Tüketici konumundaki kadına artık üretici kimliği verilmiştir. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat sonrası yapılan düzenlemeler ve değişimler kadınlar açısından ele alındığında onların adına eşitlik yönünde bir adım olsa da başkaca yönleri bulunmaktadır. Bu yönlerden birisi eşitlik sınırlarının devlet eliyle belirlenmesidir. Bu hem olumlu hem de olumsuz anlamlar barındırabilmektedir. Geleneksel toplumlarda modernleşme çabaları her zaman beklenen sonuçları hemen ortaya çıkarmaz. Fakat şunu da eklemek gerekir ki; Tanzimat ile kadın-erkek eşitliğinin konu edildiği ilk yasalardan biri olan miras hukukuna dair Arazi Kanunnamesi, kadın lehine olumlu bir gelişmedir. Batı ile karşılaştırıldığında, kadın İslamî kurallar gereği zaten belli bir paya sahipti. Nüfus sayımının ardından 1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde ilköğretim çağındaki kız çocuklarının sübyan mekteplerine devam etmesi zorunlu hale getirilmiştir. Kız çocukları için okullar açılmıştır. Daha sonra 1859 yılında ise kız çocukları için öğretmenlerin kadın olmaları şartıyla rüştiyeler açılması uygun görülmüştür. Kızların eğitimlerini tamamlayıp bu okullarda öğretmen oluncaya kadar yaşlı ve ahlâklı erkek öğretmenlerin bu okullarda çalışmasına izin verilmiştir. Yaşanan bu olumlu gelişmeler eğitim adına rüştiyeler ile sınırlı kalmış, kız çocukların eğitimi lise düzeyine geçememiştir. Çünkü gelenekler ve görenekler ağır basmış, o yaştaki (evlenme yaşı) kızların okula gitmesi toplumsal olarak kabul görmemiştir. Bu anlayış ancak 1870 yılında açılan öğretmen okulları (Dârulmuallimât) sayesinde değişebilmiştir. Toplumda yaygın olan algı, kız çocuklarına en çok yakışan mesleğin öğretmenlik olduğudur. Kız çocuklarına uygun diğer meslek olan ebelik için 1842 yılında eğitim verilmeye başlanmıştı. 1869’da Kız Sanat Okulu açılmış, öğrenciler ordu için dikiş eğitimi almışlardır. Bunu izleyen 12 Şimşek, a.g.e., s. 599. 68 süreç, ayrı sıralarda oturmak koşuluyla kızların erkeklerle beraber aynı sınıfta eğitim alması olmuştur. 1876 Kanun-i Esasi ile kız-erkek bütün çocuklara zorunlu eğitim getirilmesi diğer bir önemli adım olmuştur. Eğitim almaya başlayan kızlardan oluşan yeni nesil Osmanlı kadınları, edebiyat alanında eserler vermeye başlamışlardır. Bu dönemde Fatma Aliye (ö:1936) ve Emine Semiye (ö:1944) ilk Türk kadın romancılar olarak öne çıkan isimler olmuştur. Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olan Fatma Aliye Hanım eserlerinde, kadın sorunlarına sıkça yer vermiştir. Kadınların eğitimi ve çalışması, eşitlik, İslam’da kadının yeri ve kadının sosyal hayata katılımı konularını ele almıştır. Kendisi küçük yaşta iyi bir eğitim almış, Fransızca, Arapça, tarih, edebiyat ve felsefe alanlarında kendini geliştirmiştir. Kadınların eğitiminin önemini belirtmiştir. Çocukların ilk eğiticisi olan annelerin eğitimi, sağlıklı bireyler yetişmesi açısından önem arz eder, düşüncesinden hareket etmiştir. Bu konuda dönemin erkek aydınları ile aynı görüşü paylaştığı söylenmektedir. Burada şunu belirtmek gerekir ki; başlarda erkek feministler tarafından kaleme alınan kadınla ilgili konular daha sonraları kadın feminist yazarlar tarafından ele alınmıştır. Osmanlı yönetiminde, kızların eğitimi sadece okullar yoluyla yürütülmemiş, okul eğitiminin yanı sıra kızların becerikli birer ev hanımı olarak da yetişebilmeleri için İstanbullu muhafazakâr aileler, kızlarını “kadın usta”* yanına göndermişlerdir. Üst düzey ve bürokrat aileler ise kızları için özel hocalar tutarak daha entelektüel bir eğitim olan “konak eğitimi”** yöntemini tercih etmişlerdir. Mahalle mekteplerindeki gelenekselliğin izlerini taşıyan eğitim ile de geleceğin becerikli ev hanımları yetiştirilmiştir. Kadının eğitimi ile ilgili mücadele ve tartışmalarda karşılaşılan sorunları aşmaya yönelik olarak, daha iyi bir eş olma amacı altında, kadınların bireysel ihtiyaçlarının yanı sıra toplumun beklentilerinin giderilmesi de göz önünde bulundurulmuş, ona göre şekillendirilmiştir. Süregelen toplumsal cinsiyet düzenine göre kadına biçilen aile içi roller eğitim ile yoğrulmuş, pekiştirilmiş ve ayrılmaz bir parça haline getirilmiştir. Kadın eğitiminin gerekliliği, kadının daha iyi bir eş ve anne * Kadın usta: muhafazakâr ailelerin kızları için seçtiği ehli namus kadın eğitici, daha geniş bilgi için bkz: Şefika Kurnaz, “Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923)”, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Bilimsel Serisi 4, Ankara 1990, s. 20. ** Entelektüel ailelerin kızlarının evlerinde aldıkları eğitimin adı. 69 olmasıyla temellendirilmiştir. Eğitim ile kadının aile içi yeri ve rolü değerli kılınmış ve yükseltilmiştir. Eğitim yoluyla kadının tüketici olarak görülen konumu değişmiş ve üretici konuma geçmiştir. Bu gelişmeler neticesinde var olan toplumsal cinsiyet düzeni de değişmeye başlamıştır. Tanzimat dönemi ile birlikte “Batılılaşma” hareketi sosyal hayatın her alanında görülmekteydi. Dinî, siyasî, iktisadî ve hukukî alanlarda değişimler getiren Tanzimat Fermanı, kadınlar adına da yeni kazanımların elde edilmesine bir vesile olmuştur. Ferman “…özellikle aile mirası ve cariyeliğin kaldırılması gibi konularda dikkati çeker. Osmanlılarda Tanzimat öncesi kadının topraktan miras alması söz konusu değilken, bu dönemde erkek kardeşle eşit haklara sahip kılınmıştır.”13 Tanzimat’a kadar olan dönemde tüm mal varlığı erkek evlada bırakılırken kız evlat sadece erkeğin olmadığı durumlarda bedel ödeyerek mal sahibi olmuştur. 1847 yılında İrâde-i Seniye ve 1858 yılında Arazi Kanunu ile kız evlatların da doğrudan mal sahibi olmaları sağlanmış ve eşitsizlik giderilmiştir. Tanzimat ile başlayan yenilenme süreci sonunda girilen Meşrutiyet dönemi, kadın hakları konusunda en önemli gelişmelerin yaşandığı süreç olma özelliğine sahiptir. Osmanlı aydınları bu alanda ilk kıvılcımları ateşlemişlerdir. Meşrutiyet dönemi, kadın hakları ve bu hakların savunulması açısından kadın hareketinin ivme kazandığı bir dönem olmuştur. Hareketin toplumsal bir boyut kazanması adına somut adımlar atılmıştır. Bu dönemde daha çok hayırsever amaçlarla kurulmuş kadın dernekleri göze çarpmaktadır. Kadınların ilk örgütlenmesi “Şefkat” olarak adlandırılan yardım derneklerinin bünyesi dâhilinde olmuştur. 1898 yılında Emine Semiye tarafından Selanik’te Şefkat-i Nisvân kurulmuştur. Bunu 1908 yılında kurulan Osmanlı Kadınları Cemiyet-i Hayriyesi takip eder. Bu derneklerin amacı yoksul olan kimsesiz kadınlara ve çocuklarına yardım etmektir. Özellikle savaşlar sonrasında “Topkapı Fukaraperver Cemiyet-i Hayriye’si, Kadıköy Fukarasever Hanımlar Cemiyeti, Himâye-i Etfâl Cemiyeti kurulan bu yardım derneklerinden bazılarıdır. Yardım 13 Şefika Kurnaz, “Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923)”, 2. bs., T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Bilim Serisi 4, Ankara 1991, s. 33. 70 dernekleri dışında, 1886 yılında Muhadderât-ı Nisvân adıyla kurulan dernek kadın derneklerinden ilki olmuştur. Dergi çıkarma ile başlayan ve dernek kurma olarak devam eden bilinçlenme durumu, kadınlar arasında görev bilinci ve güç birliği oluşturmuştur. Meşrutiyet Dönemi kadın dergilerinden “…Şükûfezâr (İstanbul, 1886), Hanımlara Mahsus Gazete (İstanbul, 1895-1908), Demet (İstanbul, 1908), Mahâsin (İstanbul, 1908-1909), Kadın (Selanik, 1908-1909), Kadın (İstanbul, 19111912), Kadınlar Dünyası (İstanbul, 1913-1914 ve 1918-1921), Kadınlık (İstanbul, 1914)14 öne çıkan yayımlar olmuştur. İkinci meşrutiyet dönemi, Tanzimat döneminin de katkılarıyla daha özgür ve tartışılabilir bir ortamın doğduğu bir zaman dilimi olmuştur. Bu özgür ortamda kadın sorunları farklı açılardan geniş yer bulabilmiştir. Kadınların eğitimi konusu başta olmak üzere farklı düşünce akımlarının, çeşitli perspektiflerden konuyu ele aldıkları görülmüştür. Meşrutiyet kazanımlarından biri de kadınların ev içinde sürdürülen eğitimden okul eğitimine geçilmesidir. Bununla ilgili olarak bazı kadın dernekleri de kadının sorununa kalıcı çözümler bulmak için kurulmuştur. Bu derneklerin ilk amacı kız çocuklarına ve kadınlara eğitim vererek onları meslek sahibi yapmaktır. Cemiyeti Hayriye-i Nisvâniye bu derneklerdendir. Yine aynı amaçla 1913 yılında Osmanlı Türk Hanımları Esirgeme Derneği kurulmuştur. Bir grup derneğin kuruluş amacı da kadını kültürel açıdan donanımlı ve nitelikli kılmaktır. Asrî Kadın Cemiyeti ve Teâli Nisvân Cemiyeti bu gayedeki derneklere örnek gösterilebilir. Eğitimler sonucunda yayılan bilinç, kadının durumunu sorgulamaya başlamıştır. Bu çalışmaların bir sonucu olarak da bu dernekler içinde, kadının, toplum içindeki statüsü ve eşitsiz konumuna karşı mücadele eden bir dernek ortaya çıkmıştır. Nuriye Ulviye Mevlan (ö:1964) tarafından 28 Mayıs 1913 yılında kurulan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-i Nisvân Cemiyeti, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan tüm kadınları hiçbir ayrım gözetmeksizin üye kabul etmiştir. Derneğin öncelikli amaçları arasında çok kadınla evliliğin önlenmesi, boşanma hakkının kadına da verilmesi gibi aile içini ilgilendiren konular olmuştur. Ayrıca bu dernek “kadınları kuşatan, onları toplumsal yaşamdan alıkoyan geleneklere, kadın-erkek eşitsizliğine, hukuksuzluğa, eğitimsizliğe karşı bir 14 Aynur Demirdirek, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, Ankara, Ayizi Kitap, Haziran 2011, s. 9. 71 mücadele alanı”15 açmaya odaklanmıştır. Dernek ancak 1921 yılından sonra siyasal haklar talebinde bulunmuştur. Bu feminist kuruluş, daha çok elit kesimden olmayan orta sınıf kadınlar tarafından destek görmüş ve o kadınların dikiş öğrenmesini sağlayarak para kazanmalarına da yardımcı olmuştur. Yine dernek aracılığı ile ihtiyacı olan kadınların doktor muayeneleri sağlanmıştır. Osmanlı Kadın Hareketi ile ilgili değinilmesi gereken bir husus da; “Beyaz Konferanslar” toplantılarıdır. Bu toplantılarda, Fatma Nesibe Hanım’ın konuşmalarını dinlemek amacıyla, P.B. isimli kişinin konağında bir araya gelinmiştir. Demirdirek’in de belirttiği gibi; P.B.’nin isteği doğrultusunda konferans salonunun beyaz olması ve toplantıya katılan kadınların beyaz başörtülü olmaları sebebiyle “Beyaz Konferanslar” ismiyle anılmışlardır. Fatma Nesibe Hanım’ın konuşmalarını aktaran P.B., konferans notlarına kendi duygu, düşünce ve gözlemlerini de eklemiştir.16 Derneklerle ilgili olarak şunları da eklemek gerekir ki; Osmanlı kadın mücadelesinin önde gelen isimlerinden Fatma Aliye Hanım (Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı) askerler için bir dernek kurmuştur. Nisvân-i Osmaniye İmdad Cemiyeti adıyla bu dernek, askerlerin ihtiyaçlarının karşılanması için çalışmıştır. Eğitim alabilen ve kendini geliştirebilen kadınlar, daha sonra vatan savunması ve milli mücadele sürecinde etkin rol almışlardır. İşgallere karşı miting ve protestolar düzenlemişlerdir. “23 Mayıs 1919’da Sultanahmet Meydanı’nda yapılan miting, Milli Mücadele Dönemi’nde yapılan en önemli mitinglerden biridir. Bu miting, Türk kadınının milletini savaşa yönlendirebilecek kadar toplumsal ve siyasal bilinç ve etkinliğinin geliştiğini göstermektedir.”17 Halide Edip Adıvar (ö:1964), Fatma Aliye, Emine Semiye bu kuşağın ve Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen isimlerinden olmuştur. Savaş yılları, kadınlar için farklı bir statüye sahip olmak anlamı taşımıştır. Türk kadını bizzat Kurtuluş Savaşı’na katılmış ve cephede savaşmıştır. Bu durum kadın açısından bakıldığında, ev dışında kadın ile erkeğin birlikte çalışma ve mücadelesine örnek bir davranış olmuştur. Ayrıca iş hayatında da erkeklerden boşalan yerlere kadınlar getirilmiş ve kadın çalışan sayısında artış yaşanmıştır. Bu artış eğitimli ve kalifiye kadın ihtiyacını ortaya çıkarmış, kız çocuklarının eğitiminin 15 Ateş, a.g.e., s. 28. Demirdirek, a.g.e., s. 71. 17 Polat, a.g.e., s. 22. 16 72 gerekliliği bir defa daha vurgulanmıştır. 1916 yılında kurulan “Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi” derneği, kadınların iş ortamında her yönden rahat çalışabilmeleri için düzenlemeler yapmıştır. Savaş yılları kadınlar açısından eğitim imkânlarının da elde edildiği bir dönem olmuştur. Eğitimli kadın oranı artmış, ilk kız lisesi açılmış (1911), yüksek öğretim derslerine kız öğrencilerin katılımı da başlamıştır. Bu eğitim süreci, artık eli kalem tutan kadınlardan kadın hakları savunucuları çıkarmıştır. I.Dünya Savaşı ile yeniden değişen ekonomik ve sosyal şartların sonucunda, bu yıllarda yaşanan gelişmelerden biri de, 1917 tarihli Hukuk-u Aile Kararnamesi’dir. “Bu kanunun Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslim ve gayrimüslim tebaasına ait aile hukuku kurallarını modern anlamda tedvin eden ilk kanun olması”18 özelliği ile herkesi kapsayan ilk standart belge olma özelliği dikkat çekmiştir. Bu kararname ile kadınlara nişan, evlenme, boşanma ve poligamiye karşı bazı haklar tanınmakta, evlenmelerde her dinden tebaa için devletin kontrolü şart koşulmaktadır. Aile Hukuku Kararnamesi, Meşrutiyet Dönemi Türkçülük akımının, toplumun her alanındaki etkisinin bir tezahürüdür. Türkçülük akımı etkisinin özellikle kadın konusunda olduğu görülmektedir. “Bu dönemde kızlar için yeni okullar açılması, Darülfünun’a kız öğrenci alınması gibi gelişmelerde Batıcıların da rolü olmuşsa da, Türkçülerin fikrî ve siyasî ağırlığının daha fazla olduğu bir gerçektir.”19 Türk kadın hareketi, uzun yıllardır süregelip etkisini güçlü bir biçimde devam ettiren, yıkılması çok güç düşünce ve inanışların etkisi ile sekteye uğramıştır. Ne var ki ister İslamcı olsun isterse Batıcı, aydınların ve düşünürlerin çoğunluğu, kadının eğitilmesi üzerinde önemle durmuşlardır. Bilgili, eğitimli ve mutlu kadın ailesini de mutlu edecektir. Kadın, aileyi bir arada tutan en önemli unsurlardan biridir. Anne olarak çocukların ilk eğitmenidir. Önce kadının eğitilmesi paralel olarak gelecekte eğitimli bir toplum getirecektir. Çünkü kadına bakış açısı, bir milletin uygarlık seviyesi ile yakından ilgilidir. Meşrutiyet dönemi, yaşanan gelişmeler neticesinde 18 Mehmet Ünal, “Medeni Kanunun Kabulünden Önce Türk Aile Hukukuna İlişkin Düzenlemeler ve Özellikle 1917 Tarihli Hukuk-i Aile Kararnamesi”, AÜHFD, Yıl 1977, C. 34, Sayı 1-4, s. 227. 19 Kurnaz, a.g.e., s. 76. 73 Osmanlı Kadını’nın farkındalık düzeyini yükseltmiştir. Böylelikle Osmanlı döneminde, birçok şeyden mahrum edilmiş ve erkek tarafından çizili sınırlarda yaşamış, ezilen ve eğitimsizlik içinde kıvranan Osmanlı Kadını’nın yerini, Milli Mücadele döneminde toplumsal olarak her alanda kendine yer edinmeye çalışan Türk Kadını söylemi almıştır. Bu söylem ve anlayış, aynı zamanda uyanışın da sembolü olmuştur. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde eğitim almaya başlayan kız öğrenciler Milli Mücadele Döneminde halkı harekete geçirici rol oynamışlardır. Bu öğrenciler ve cemiyet üyesi kadınlar İstanbul’da işgalcilere karşı ilk protesto mitingini düzenlemişler, Anadolu’da önemli görevler üstlenmişlerdir. Dönemin kadın edebiyatçı ve şairleri, eserleriyle de kadın hareketine destek vermiştir. Bu dönem edebiyatçıların eserlerinde toplumu etkileyecek kadın tiplerini görmek mümkündür. Meşrutiyet ile daha da artan özgürlük anlayışı, demokrasi kavramını beslemiştir. Daha önceleri kadını ilgilendiren husus moda konusu iken, bu dönemde kadın hareketi dikkatleri çekmiştir. İş hayatına katılan kadınların sayısında da artış görülmüştür. “1920 yılında İstanbul’daki Galata Osmanlı Bankası’nın sekreteri kadın idi. Ziraat Bankası’nda 7, Elektrik ve Tramvay Şirketinde 2,Telefon Şirketinde 48 kadın çalışmaktaydı.20 Yine 1920 yılında Afife Jale Hanım, ilk kadın tiyatro oyuncusu olarak tiyatro sahnesinde yerini almıştır. Ayrıca Süreyya Ağaoğlu, Cumhuriyet dönemi ilk kadın avukatı, Safiye Ali de ilk kadın doktoru olmuştur. Cumhuriyet dönemi örnek kadın isimlerini çoğaltmak mümkündür. Bedriye Gökmen ilk kadın pilotumuz, Sabiha Gökçen ise dünyadaki ilk kadın savaş pilotu olarak tarihe geçmiştir. Bu isimlere ek olarak henüz on beş yaşındayken Atatürk’ün özel izniyle ilk uçuşunu gerçekleştiren Edibe Subaşı, ilk kadın akrobasi pilotumuz, Türkân Akyol ilk kadın bakanımız, Müfide İlhan ilk kadın belediye başkanımız, Filiz Dinçmen ilk kadın büyük elçimiz olmuştur. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, en eski ve ilk kamusal meslek öğretmenlik olmuştur. “Dârülmuallimât’ın 1873 yılındaki ilk mezunlarından inas rüştiyelerine atanan kadınlar, sıbyan mekteplerindeki kadın hafızlardan ya da nakış hocalığı yapan kadınlardan sonra ilk kadın öğretmenlerdir. Kadın öğretmen, gerek Osmanlı İmparatorluğu’nda gerekse Cumhuriyet’te “medeniyete geçiş projeleri” kapsamındaki kilit figürlerden biri olarak görülmüştür. 20 Kurnaz, a.g.e., s. 97. 74 Emine Seniye, Nezihe Muhittin, Şükufe Nihal gibi kadın öğretmenler II. Meşrutiyet ve sonrası kadın hareketinin öncüleri arasındaydı.”21 Ayrıca TBMM’deki ilk kadın vekillerimizin 13’ünün öğretmen olduğu göz önüne alınırsa bu süreçte kadın eğitiminin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Burada şunu da vurgulamak gerekir ki; kadın odaklı yürütülen modernleşme hareketine “erkek çocuğun tercih edildiği bir toplumda Atatürk’ün evlatlık olarak kız çocuklarını tercih etmesi, tartışmasız bir değer atfetmenin yanı sıra, güçlü bir simgesel işaret”22 olmuş, olumlu katkılar sağlamıştır. Osmanlılarda feminist hareket sadece Müslüman ve Türk kadını ekseninde olmamış, devletin yapısı itibarıyla daha kapsamlı bir hareket olmuştur. Osmanlıdaki her kesimden halk, aralarında yardım dernekleri gibi dernekler kurmuşlardır. Osmanlı halkını oluşturan farklı etnik guruplar, Beyoğlu Rum Cemiyet-i Hayriye-i Nisvâniye ve Azkaniver Ermeni Maarifperver Kadınlar Cemiyeti isimli dernekler kurmuşlardır. Osmanlı Devletindeki feminist harekete toplumsal cinsiyet düzeni açısından bakılırsa; yaygın sosyal düzenin erkek egemen bir düzen olduğu görülmektedir. Fakat Osmanlının farklı millet ve sınıflardan oluşması sebebiyle kadının durumu değişkenlik göstermektedir. Bu tezde ele alınan kısım Müslüman feminist olarak tanımlanan kadınlardır. Bu bağlamda, Osmanlıda kamu erkeklere ait bir alan iken, kadınlara özel alan olan ev içi ayrılmıştır. Özellikle orta ve üst sınıfa ait aileler için bu değişmez bir cinsiyet düzenidir. O nedenle batı ülkelerindeki kadın ile ilgili bazı girişimler Osmanlıda rağbet görmemiştir. Siyasal haklar talebi buna örnek olarak gösterilebilir. Nitekim I. Dünya Savaşı sonlarına değin siyaset, Müslüman Osmanlı kadını için uzak bir alan olmuştur. Buna ek olarak Osmanlı’da mekânların cinsiyetlere göre ayrımı göze çarpmaktadır. Kadınların gezecekleri yerle, alışveriş 21 Gökçimen, a.g.e., s. 24. Deniz Kandiyoti, Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar- Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, İstanbul, Metis Yayınları, 3. bs., 2011, s. 233. 22 75 yapacakları yerler ve davranışları hatta ev içinde bile “makarr-ı nisvân”* adıyla kendilerine özgü alanlar belirlenmiştir. Bu bağlamda Osmanlı döneminde kadının çalışma hayatına katılması konusunda bir durumu daha belirtmek gerekir. Fatma Aliye Hanım, kadınlar üzerine yazdığı yazılarda çalışma hayatına kadının katılımını tedrici bir şekilde olması gerektiğini ifade etmiştir. Öncelikle kadınlığın uzantısı kabul edilen işlerle yavaş bir şekilde kamusal alana çıkılması gerektiğini düşünmektedir. Çünkü kadın bedenini toplumda fitne olarak gören ataerkil bir anlayış hâkimdir. Kadının özel alandan çıkması sonucu süregelen işleyişin aksamaması için belirli mesleklerle kadın bedeni denetim altında tutulması gereklidir. Fatma Aliye Hanım, eğitim almamış kadınların dahi çalışma hayatına katılabileceğini belirtmiştir.23 Bu ifadelerden hareketle Fatma Aliye Hanım’ın kadının çalışma hayatına katılımını önemsediği sonucuna varılabilir. Eşlerin, çalışan kadın karşısında sert ve acımasız tavırlarının da değişeceğini söylemek mümkündür. Çünkü kadının çalışması ve sınırlarını aşarak kocasına bağımlı olmaktan kurtulmasını sağlayacaktır. Kadın hareketi tarihin hangi döneminde olursa olsun hep bağımlı olma durumundan kurtulma duygularıyla iç içe gelişmiştir. Eğitim sayesinde gelişen kadınlar kendilerini ifade etme fırsatı bulmuşlar, hak arayışlarını sürdürmüşlerdir. 2.3 CUMHURİYET DÖNEMİNDE FEMİNİZM Bağımsızlığını ilan ederek yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin hem toplum olarak hem de devlet olarak kendi ayakları üzerinde durması, öncelikle yapılması gerekenlerden biri olmuştur. Savaştan çıkmış bir ülke olarak yaralarını sarmaya başlayan Türk Devleti, her alanda kendini yenilemek durumunda kalmıştır. Toplumsal hayatın bir parçası olan iş yaşamı, Osmanlı toplumunda devlet yapısı itibarıyla farklılık arz etmektedir. Gayrimüslimlerden oluşan halk ticaret işini, * Mecelle’ye göre mutfak, kuyu başı ve başka evden görülmeyecek şekildeki avluda kadınlara ait yerler 23 Şahika Karaca, “Fatma Aliye Hanım’ın Türk Kadın Haklarının Düşünsel Temellerine Katkıları”, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2011, Sayı 31, s. 105. 76 Müslümanlar ise bürokrasi ve ordu gibi devlet hizmetlerini yerine getirmekteydi. Bu ortamda kadın iş yaşamında tam anlamıyla yer alamamıştı. Öğretmenlik ve ebelik gibi meslekler kadına göre meslekler olarak kabul edilmiş ve kadının çalışma hayatı belirli işlerle sınırlı kalmıştı. İşte bu noktada çalışma yaşamına yeni katılan kadının, toplum içinde kendi ayakları üstünde durabilen bir kadın model olarak, yeni oluşmakta olan toplumun her alanında yerini alması gerekmekteydi. Fakat kadınlarımızın büyük bir kısmı kırsal kesimde yaşamaktaydı. Onların şehir hayatına dâhil edilmesi ve uyum sağlaması gerekiyordu. Ayrıca Cumhuriyet döneminde kadınlardan siyasi ve sosyal yaşamda edindikleri yeni rollerinin yanı sıra geleneklere bağlı kalarak öteki kadınlığa da örnek teşkil etmeleri beklenmekteydi. Tanzimat döneminde başlayan değişim hareketleri, kadının önünde yeni bir yol açmıştır ve bu yol Cumhuriyet dönemi de dâhil olmak üzere günümüze kadar uzanmıştır. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin kesiştiği yıllarda genel olarak orta ve üst sınıfa ait eğitim almış kadınların bu değişim hareketini kendilerince irdeledikleri görülmektedir. Gazete, dergi, konferans ve dernekler aracılığıyla her türlü basın-yayın organını kullanarak seslerini duyurmaya çalışmışlardır. O dönemde başlayan hareketin, siyasi haklar başta olmak üzere birçok hususta etkin rolü olmuştur. Bazı görüşlere göre, kadının geri kalmışlığı dinî hükümlere bağlanmaktaydı. Bu sebeple Cumhuriyet Dönemi siyasi hayatında, dinin siyasete etkisinin azaltılarak tamamen ortadan kaldırılması benimsenmiştir. Böylelikle kadını geri planda tutmak yerine, aktif olarak siyasi hayata da dâhil etmek, onu toplumun her alanında görmek tercih edilmiştir. TBMM’nin açılması ve bunu takiben hilafetin kaldırılması ile eğitimde eşitlik yolunda atılan adımların sürekliliği ve ilk anayasamız olan 1924 Anayasası ile kadının konumu ve yeri sağlamlaştırılmış, kadın hukuksal olarak yasalarla güvence altına alınmıştır. 1930 yılında kadınlar belediye seçimlerine katılma hakkı elde ettiler. Daha sonra 1933 yılında Köy Kanunu’nun 20. ve 25.maddelerinde yapılan değişikliklerle muhtar ve ihtiyar heyetine seçilme hakkı da verilmiş oldu. 1934 yılında ise, kadınların siyasal hak talebiyle TBMM’ye yürümeleri Atatürk’ün dikkatini çekmiştir ve bu konuda 1924 Anayasası’nın 10. ve 11. Maddelerinden yapılan değişiklik ile kadınlar genel seçimlerde de seçme ve seçilme hakkı elde etmişlerdir. Kadının siyasal hayata başlangıcı olarak kabul edilen 77 bu gelişmelerin yanı sıra eğitimde fırsat eşitliği olarak kabul edilen eğitimin birleştirilmesi, kadının yasal güvencesi olan medeni hukuk toplum yapısındaki değişim ve Cumhuriyetin kazanımları arasındadır. II. Meşrutiyet döneminde başlayan kadına yönelik yasal ve toplumsal düzenlemeler ilk olarak 1917 yılında yürürlüğe giren evlilik sözleşmesinin devlete bildirilmesi, kadınlara boşanma hakkı tanıyan bazı şartların kabul edilmesi gibi yenilikleri kapsayan Hukuk-u Aile Kararnamesi ile 1914 yılında İstanbul Üniversitesi’ne ilk kadın öğrencilerin alınmasını sağlayan yenilikler kabul edilebilir. Bu yıllardaki çabalar, modernleşme sürecinde etkili olmuş ve yeni yaşam modeli örnek teşkil etmişlerdir. Bu gelişmelere ek olarak Türk Kadını’nın politik hakları elde etmesiyle kazandığı yeni rolleri, kişilerin zihinlerindeki ve toplumdaki var olan yapılanmanın tekrar yenilenmesini gerektirmiştir. Aksu Bora’nın da belirttiği gibi; “ bu yeni öznellik biçimleri, böyle bir toplumsal ve siyasal bağlam içinde, kişisel ve toplumsal hafızanın inşasıyla da yakından ilişkilidir. Bu inşa, bir dizi unutuş yaratmıştır. Türkiye bağlamında bu unutuşların ilki, kadınların verdikleri hak mücadelesinin unutuluşudur. Böylece kadınların eşitliği fikrinin Mustafa Kemal’in zihninde yaratılmış ve yine onun tarafından yürürlüğe konmuş bir fikir olduğu inancı yaygın ve güçlü bir inanç haline gelebilmiştir.”24 Kimi zaman Türk kadınının bir mücadele sonucu haklarına kavuşmamış, haklar Atatürk tarafından onlara hediye edilmiştir şeklindeki kanının yanlış ve haksız bir düşünce olduğunu ortaya koymaktadır. Bilakis Atatürk de, kadının siyasal hak kazanımı konusunda, bunun kendilerine bir lütuf ve hediye olmadığını belirtmiş, Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı döneminde, Türk Kadını’nın cesareti, çalışkanlığı, fedakârlığı ile bunu ziyadesiyle hak ettiğini ifade etmiştir. Sonuç her ne olursa olsun, birçok ülke kadınından önce ayrıcalıklı olarak haklarına ulaşan Türk Kadınları başka bir sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Şehirdeki kadınlar ile kırsaldaki kadınların öncelikli sorunları farklı olmuştur. Kırsalda meydana gelen yeni doğan ölümleri, resmi nikâh ile ilgili problemler, ataerkil aile yapısı, erken yaşta evlendirilme, savaş sonrasını yaşıyor olmanın getirdiği yoksulluk ve sağlık sorunları 24 Bora, “Hatırlananlar ve Unutulanlar:..”, s. 56. 78 vardır. Şehirde yaşayan kadınlar, kırsala göre daha iyi şartlara sahip olmuşlar, resmi kurumlarda veya evlerinde eğitim alabilmişlerdir. Çeşitli dernek ve yardım kurumları vasıtasıyla sorunlarına çözüm bulabilmişlerdir fakat bu çözümler kırsala ulaşamamıştır. Bu durum ancak uzun yıllar sonra, ulaşım yollarının artması ile kırsal ve şehir arasındaki etkileşimde, yeniliklerden her kesim kadının haberdar olması ile birlikte aşılmaya başlanmıştır. “Tarihsel süreç içinde Türk kadınının toplumsal yaşamda geçirdiği değişim ve dönüşümler incelendikten sonra, bu değişimlerin son aşaması olan Cumhuriyet Dönemi’nde kadını anlamak için, bu dönemde yapılan düzenlemelere bakılmalıdır. Bu düzenlemeler, Türk toplumunu en çağdaş medeniyetlerin seviyesine ulaştırmayı amaçlayan Kemalizm’in kadın konusu üzerinden kurduğu hegemonyayı da ortaya koymaktadır. Bu hegemonya, siyaset, hukuk, eğitim ve aile gibi devletin ideolojik aygıtları üzerinden kurulmuştur.” 25 Yapılan düzenlemeler kırsaldaki ve şehirdeki kadını zamanla birbirine yaklaştırmıştır. Fakat bu düzenlemeler kadınların genel sorunlarını çözmeye ve kadınları koruyup, güvence altına almaya yöneliktir. Sorunların özüne bakılırsa, kadınların yaşadıkları yer ve hayatları açısından bile farklı problemler yaşadıkları görülmektedir. Cumhuriyet döneminde hem gelişen sanayi sonucu istihdam açısından hem de yaşanan savaşlar sebebiyle erkek nüfusun azalması yüzünden iş hayatında kadına ve kadın işgücüne ihtiyaç artmıştır. Medeni Kanun’un kabulü ile birlikte kadının sosyal durumunda büyük ilerlemeler kaydedilmiş ve böylece evlilikten boşanmaya, mirastan eşitliğe kadar birçok alanda kazanımlar sağlanmıştır. "1926 Medeni Kanunu ile kız öğrencilerin Harp Okulları dışında bütün okullara girmesinin önü açılmıştır. 1927 yılında ortaokullarda karma eğitim başlamıştır."26 İlk olarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1921 yılında kız öğrenci almıştır. Bunu 1922 yılında 25 26 Polat, a.g.e., s. 30. Polat, a.e., s. 38. 79 Tıp Fakültesi izlemiştir. Bu eğitim alan kız öğrencilerin mesleklerini icra edebilmeleri ise tüm engellemelerden sonra ancak 1930'lu yıllarda gerçekleşebilmiştir. 1930'lu yıllardan sonra kadınlar artık her alanda varlıklarını göstermişlerdir. Cumhuriyet dönemi kanunları Medeni Kanun ile sınırlı kalmamıştır. 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kız çocukları için eğitimde fırsat eşitliği getirilmiştir. Yapılan bu yasal düzenlemeler ile kadın-erkek eşitsizliği aşılmaya çalışılmış fakat tam bir iyileşme gerçekleşememiştir. Eksik kalan yönlerin tamamlanması amacıyla, 4721 sayılı 22 Kasım 2001 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen Yeni Medeni Kanun ile aile içerisindeki hak ve görevler eşitlik esasına dayandırılmıştır. Yasada yapılan son değişikliklerle, kadının statüsü daha da iyi bir konuma yükseltilmiştir. Özellikle evlilik süresinde edinilen malların eşler arasında hakça bölüşümüne ilişkin yeni düzenlemeler, kadın hakları açısından ciddi kazanımlar sağlamıştır. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanunun belirgin özelliklerinden biri de İslâmi kurallara göre düzenlenmiş toplumsal hayatın büyük ölçüde değiştirilmesi olmuştur. Evlilik kurumundaki değişiklikler toplumun değerlerinden olan İslâmî öğretiyle çelişmediği ve yaygın toplumsal cinsiyet rollerine karşı çıkmadığı için bu kanun toplum tarafından kabul görmüştür. Cumhuriyet dönemi yeniliklerinden biri de 15.06.1937 yılında ilki çıkarılan 3008 sayılı “İş Kanunu”dur. Bu kanunda kadınlar için doğum iznine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Ayrıca madenlerde, tünellerde, gece vardiyasında sanayi bölgesinde kadının çalışması yasaklanmıştır. Artan ihtiyaç ve talepler doğrultusunda 12 Ağustos 1967 yıl ve 7931 sayı ile yeni bir İş Kanunu çıkarılmıştır. Daha sonra 25.08.1971 yılında ise 1475 sayılı İş Yasası kabul edilmiştir. Bu yasaya göre; kadınların iş hayatındaki durumları da düzenlenmiştir. Hamile ve doğum yapmış kadınların durumları, maden ocaklarında kadın işçi çalıştırılamayacağı gibi durumlar bu yasa ile karara bağlanmıştır. Son olarak da 22 Mayıs 2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu çıkarılmıştır. Bu yeni kanunla birlikte Avrupa Birliği normları esas alınmıştır. Bir düzenleme de “eşit davranma ilkesi” konusunda yapılmış, özellikle cinsiyet ayrımcılığı yasaklanmış ve din, dil, ırk, mezhep, siyasi ve felsefi düşünceye de dayalı herhangi bir sebeple ayrım yapılamayacağı karara bağlanmıştır. 80 Cumhuriyet döneminde en önemli kazanımlarından birisi de kadının siyasi haklarını yasal olarak elde etmesidir. Milli mücadele döneminde başlayan Türk Kadını’nın siyasi hayatı, Cumhuriyet Dönemindeki çeşitli girişimlerle hayata geçmiştir. Bununla ilgili olarak söylenmesi gereken "Kadının seçme ve seçilme hakkına ilişkin olarak ilk girişim, 1923 yılında Tunalı Hilmi Bey tarafından yapılmıştır."27 Tunalı Hilmi Bey, itirazlarla karşılaşmasına rağmen 1924 yılında aynı girişimi tekrarlamış fakat yine bu girişim kabul görememiştir. İslam devleti kimliğinden sıyrılarak, Cumhuriyet ile birlikte hukuk devleti kurulmuştur. Tüm hukuksal düzenlemelere karşın yeni Türkiye Cumhuriyeti modernlik ile geleneksellik arasında ikiliklerini sürdürmüştür. Bu ikilem özellikle kadın konusunda açık bir şekilde görülmektedir. Yasal düzenlemeler ile birlikte kadın genellikle aile kurumu içinde ve anne-eş rolü kapsamında ele alınmıştır. Medeni Kanun ile birlikte kadına sağlanan haklar olmasına rağmen maalesef eşinin izni olmadan çalışma hayatına devam edememiş, erkek evin reisi olmaya devam etmiştir. Kentlerde modernleşmenin etkisi ile değişimler yaşanırken, kırsalda kadın Osmanlı dönemindeki tarz ve konumunu sürdürmüştür. Bu yıllarda siyasetteki Türk Kadını çalışmalarına Nezihe Muhittin’in (ö:1958) 1923 yılında “Kadınlar Halk Fırkası”nı kurması örnek olarak gösterilebilir. Türk Kadını’nın toplumun her alanında hak ettiği yeri almasını amaçlayan Nezihe Muhittin ve arkadaşları, kadının kamu yaşamına katılımını ve tam eşitliği talep etmektedirler. Bu taleplerini iletirken kadının anne ve eş rolünü de göz önünde bulundurmaktadırlar. Kadınlar Halk Fırkası, çalışmalarını 1924 yılında kurulan “Türk Kadınlar Birliği” isimle kurulan cemiyet ile sürdürmüştür. Türk Kadınlar Birliği tüzüğünden kadının siyasal hak talebi maddesi çıkartılarak, kadın hakları adına daha da güçlenerek hizmet vermiştir. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun ile birliğin politik tavrı da güç kazanmıştır. 1930 yılında Türk Kadını’nın belediye seçimlerine katılması ile resmîlik kazanan siyasal haklar kazanımı, Avrupa’da bu uğurda yıllardır mücadele edenlerin dikkatini çekmiş ve “XII. Uluslararası Kadın Birliği Kongresi”nin İstanbul’da yapılmasına karar vermişlerdir. Kongre hazırlıkları Birlik üyeleri ile yürütülmüştür. Yıldız Sarayında tertip edilen Kongre “18 Nisan 27 Polat, a.g.e., s. 32. 81 1935’te Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ tarafından açıldı. Kongreye katılanlar …Amerika, Avusturalya, Avusturya, Belçika, Bermud Adaları, Bulgaristan, Çekoslavakya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Filistin, Hindistan, Hollanda, İngiltere, İran, İrlanda, İzlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Jamaika, Japonya, Lüksemburg, Macaristan, Mısır, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Serendip, Suriye, Türkiye, Uruguay, Yeni Zelenda, Yugoslavya, Yunanistan…’dır.”28 Kongreye katılan temsilciler Türkiye’de yaşanan gelişmelere ilişkin düşüncelerini ve Mustafa Kemal’e olan hayranlık duygularını dile getirmişlerdir. Bu konuda Mısır Heyeti Başkanı Hüdâ Şa‘râvî şunları ifade etmiştir: “…dünya kadınlık hareketini yakından takip ediyoruz ve bu itibarla İstanbul Kongresi bizim için bir bayram Atatürk’e günüdür(…)Şark’ta borçluyuz. kadınların Mısır’da 1923’ten kurtuluşunu beri peçe kalkmıştır. Şimdi bizim kadınlarımız da şapka giyiyor, erkeklerle beraber geziyor. Tiyatrolarımızdan kafesler kaldırılmıştır.”29 Mısır heyeti başkanının Atatürk’e hitaben “Türkler sizi Atatürk, yani ‘Türklerin Babası’ diye isimlendiriyorlar. Ben ise Ataşark, yani ‘Şarkın Babası’ diye isimlendirmek istiyorum” dediği bilinmektedir. Atatürk doğu toplumları için takip edecekleri yolu işaret ederek, insanlığın manevî gelişmesinde yeni bir dönem açmıştır. Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyet dönemine kadar büyük ve tarihi bir değişim yaşayan Türk kadını çeşitli yayın organları aracılığı ile sesini duyurmaya çalışmıştır. Türk Kadınlar Birliği daha sonra Türk Kadını’nın haklarını eksiksiz elde ettiği ve Birlik’in görevini yerine getirdiği gerekçesiyle kapatılmıştır. Ancak, daha önce değindiğimiz gibi Türk Kadını siyasal olarak maalesef hak ettiği yeri tam olarak elde edememiştir. Siyasal hak kazanımları ile Cumhuriyet Dönemi kazanımları, kadının kamusal alana katılımı adına uzun ve sancılı bir süreç olmuştur. Fatmagül Berktay’ın da belirttiği gibi kadınların mecliste temsil edilmesi bakımından fark edilir bir değişiklik yaşanmamıştır. “1961-65 döneminde 3, 1965-69 döneminde 8, 28 29 Ateş, a.g.e., s. 46. Ateş, a.e., s. 46. 82 1969-73 döneminde ise 4 kadın temsilci parlamentoda yer aldı.”30İlk seçimlerde 18 kadın milletvekilinin ardından, kadınların tek partili dönemlerde çok partili dönemlere göre mecliste daha çok yer aldıkları görülmektedir. Ülkemiz nüfusunun yarısını oluşturan kadınların, siyasette böylesine çekingen durmaları ve aday listelerinin sonlarında yer almaları, ataerkil sisteme ve onun getirilerinden olan siyasetin erkek işi olduğu düşüncesine dayandırılmaktadır. Ayrıca yeterli sayıda partili ve nitelikli kadın aday bulunmaması da bir etken olarak görülmüştür. Yine de mecliste yer alan kadın vekiller açısından bir durum değerlendirmesi yapıldığında; meclisin ilk dönem kadın vekillerinin “son derece çekingen, neredeyse oradaki varlıklarından dolayı özür diler bir tutum ve ruh hali içinde olmalarına karşılık, 1960 sonrasında kadın temsilciler artık çok daha atak ve cesurdur. Bu kadın temsilciler yeterli bilgi ve beceri birikimine sahiptir ve bundan kaynaklanan özgüveni meclisteki davranışlarına yansıtırlar.” 31 İlk dönem kadın vekiller, -büyük çoğunluğu elit kesim halktan olmalarına rağmen- gerçekten kadınların temsilcileri olma görevini yerine getirmişlerdir. Fakat 1960 sonrası kadın vekiller, artık partili olarak söz almışlar ve siyasi görüşleri uyarınca erkek meslektaşları gibi partilerini temsil etmişlerdir. Bu dönemde ve sonrasında kadın vekiller, sadece kadın sorunları adına mücadele etmek için ve kadının temsili adına mecliste değillerdir. 1960 ve sonrasındaki yıllarda kadın vekiller, yüksek öğretim de dâhil olmak üzere iyi eğitim almış ve meslek edinmiş nitelikli kadınlardan oluşmaktaydılar. Bu özellikleri, onları ülkenin temsil ettikleri diğer kadınlarıyla çok küçük ve bir ortak paydada birleştirilebilmiştir. Aynı ülkenin insanı olan bu kadınlar aslında farklı bir kültürde yetişmemişlerdir. Aile içinde aynı görevleri yapmaktadırlar. Fakat onların siyasetçi kimlikleri ve eğitimli olmaları, diğer kadınlardan onları ayıran en belirgin özelliklerinden olmuştur. Ülkemizde halen kadın nüfus mecliste sayıca yeteri miktarda temsil edilememektedir. Geleneksel yapımızı göz önünde bulundurursak; kadının olduğu yerde erkekler sözlerine dahi dikkat etmektedirler. En sinirli oldukları zamanlarda bile “dua et kadın var, yoksa ağzının payını verirdim” söylemi onları kibar 30 31 Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 193. Berktay, a.e., s. 194. 83 davranmaya ve konuşmaya sevk etmektedir. Dolayısıyla kadının sosyal hayatta ve mecliste de daha fazla sayıyla yer alması, temsil edilmesi gereği kaçınılmaz olmaktadır. Üçüncü dalga feminizmin yaşandığı 1980’lerde, Türkiye’de kadın hareketi gelişerek devam etmiştir. Bu dönemde örgütlenmeler başlamış ve Kadın Dernekleri, Kadın Araştırma Merkezleri kurulmuştur. Üniversiteler, Kadın Araştırmaları Lisans Üstü derslerini programlarına almışlardır. Ayrıca Kadın ve Aileden Sorumlu devlet bakanlığı kurulmuştur. 1985 yılında Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni (CEDAW) bazı çekinceler koyarak imzalamıştır. CEDAW Sözleşmesi 19 Ocak 1986 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ayrıca “Avrupa Sosyal Şartı, Çocuk Hakları Sözleşmesi, ILO, OECD, AGİK gibi kuruluşların sözleşme, karar ve tavsiyelerinin Kahire Dünya Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Planının, 4. Dünya Kadın Konferansı Eylem Planı ve Pekin Deklarasyonunun iç hukukta uygulanması yönünde çalışmalar sürdürülmektedir.”32 CEDAW Sözleşmesi uyarınca 1990 yılında (KSSGM) “Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü” kurulmuş ve kadın politikaları çalışmaları resmi yollarla yürütülmeye devam etmiştir. CEDAW Sözleşmesine ek olarak hazırlanan ve 30 Temmuz 2002 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan “İhtiyari Protokol” ile taraf ülkelerin sözleşmeyi ihlalleri durumunda, kişi ve grupların CEDAW’a başvuru hakkı kabul edilmiştir. Türkiye’deki kadın hareketi ve hukukçu kadınların çalışmaları ile yeni TCK 26 Eylül 2004 tarihinde TBMM’nde kabul edilmiş ve 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Hukuksal düzenlemeler ile kadın-erkek eşitliği ilkesi 2001 ve 2004 yıllarında yeniden düzenlenmiştir. 1 Ocak 2002 tarihli Yeni Medeni Kanun’un ardından, 9 Ocak 2003 tarihinde “Aile Mahkemelerinin Kuruluş, görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun” yürürlüğe girmiştir. Takiben 4 Mayıs 2007 tarihli 4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” kabul edilmiştir. 26 Eylül 2004 tarihli 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nda cinsel şiddet içeren suçlar, insan olarak kadına ve onun bedensel bütünlüğüne karşı yapılmış suçlar kapsamına alınmıştır. Eski yasada “Âdâbı Umumiye ve Nizâmı Aile Aleyhine Cürümler” başlığında ele alınan cinsel şiddet içerikli suçlar, genel adaba ve aile düzenine karşı 32 Gökçimen, a.g.e., s. 32. 84 işlenmiş suç olarak kabul edilmişti ve kişi olarak kadını ele almıyordu. Berktay’ın da belirttiği gibi kız veya kadın kaçırma durumlarında kadının evli olup olmaması, rızasının olup olmaması, evlenme amacıyla yapılması ya da tecavüze uğraması gibi farklı durumlara göre değişik kararlar veriliyordu.33 Görüldüğü gibi bu uygulama insan hakları konusuna aykırı bir uygulamadır. Kadın ya da erkek cinsiyet ayrımı yoktur, insan vardır. İnsanlık kavramı büyük ve geniş bir aileyi temsil eder. DoğuBatı, Müslüman-Hıristiyan, beyaz-siyah ayrımı yoktur. 80’li yıllar YAZKO grubunun yayın çalışmaları ile kadın hareketinin ivme kazandığı yıllar olmuştur. Ayrıca “Somut” dergisi bir sayısını feminizme ayırmıştır. Bunlara ek olarak Şirin Tekeli ve arkadaşları tarafından kurulan Kadın Çevresi, 1987 yılında kurulan Feminist Dergi ve Kitap Kulübü’nün çeviri faaliyetleri feminizmin yaygınlaşmasına ve anlaşılmasına katkı sağlamıştır. Bu yıllarda sürdürülen feminizm hareketi daha çok toplumsal olarak eşitsizliğe neden olan yapılar üzerine odaklanmıştır. Bu dönemde yapılan eleştiriler ataerkil sisteme yönelik olmuş ve toplumsal cinsiyet kavramı ekseninde, rollerin doğuştan değil sonradan öğretilmiş oldukları ileri sürülmüştür. Yine bu dönemde “kadınların özel alana mahkûm edildikleri; ezme-ezilme ilişkisinin ve sömürünün herhangi bir kamusal aracın müdahalesine izin vermeyen özel alanda yaşandığı vurgulandı.”34 Bu düşünceden hareketle en çok eleştiri alan aile kurumu olmuştur. Kadınların ortak sorunları olduğunu, farklılıkların yok edilmesi ve toplumsal cinsiyetin ortadan kaldırılmasını istemişlerdir. Ülkemizde kadına yönelik olumlu gelişmeler devam etmektedir. Kadın haklarının korunması ve geliştirilmesi yönünde çalışmalar yürütmesi için 24 Mart 2009 tarihli ve 5840 sayılı kanun ile “Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu” kurulmuştur. Ayrıca 1999 tarih ve 445 sayılı kanun ile siyasal partilerin kadın kollarını yasaklayan madde yürürlükten kaldırılmıştır. Fakat kadın kolları üyelerinin, kadın hareketinin önemi hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları ve siyaseten güçsüz olmaları nedeniyle, kadının siyasete katılımı adına istenen mücadeleyi tam anlamıyla 33 34 Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 53. Necla Arat, Feminizmin ABC’si, İstanbul, Say Yayınları, 2010, s. 10. 85 sağlayamamaktadır. Kadın kolları çalışmalarının kermesler düzeyinde kalması ve parti için oy toplama organı olarak görülmesi, kadının TBMM’de temsiline ve güç birliğine engel olmaktadır. Burada şunu da belirtmekte fayda vardır; toplumun diğer yarısını oluşturan kadınlar lehine yapılan tüm gelişmeler, kanunlar ve hukuksal düzenlemelere rağmen, kadının siyasal olarak temsili yetersiz düzeydedir. Türk Kadını maalesef TBMM’de hak ettiği yere kavuşamamıştır. Bunun sebepleri olarak ataerkil toplum yapısı, geleneksel cinsiyet rolleri ve kadına biçilen “apolitik” rol ağır basmaktadır. Sadece siyasette değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında üst düzey idareci ve yöneticilik pozisyonlarında da kadınların temsilinin düşük olduğu görülmektedir. “132 üniversitenin 13’ünde kadın rektör görev yapmaktadır. Mimarların yüzde 38’si, avukatların ise yüzde 36,8’i kadındır. Türkiye’de bürokraside kadınların üst yönetim kadrolarında yer alması da oransal olarak düşüktür. Örneğin bütün dünyada erkeklerin egemen olduğu diplomatik görevlerde Türk Dışişlerinde görev yapan 160 büyükelçimizden 18’i kadındır. Ayrıca, 8 kadın başkonsolosumuz bulunmaktadır. Türkiye’de 35 adet kadın mülki idare amiri bulunmaktadır. Ülkemizde halen kadın vali bulunmazken, 428 vali yardımcısından 7’si ve 795 kaymakamdan 22’si kadındır. 165 kaymakam adayının ise 6’sı kadındır. Kadınların üst düzey bürokrasi içinde durumlarına bakıldığında, 20 müsteşar içerisinde hiç kadın bulunmamaktadır. 80 müsteşar yardımcısının ise 3 tanesi kadındır. Bağlı kurum genel müdürlerinden 43 tanesi içinde 5 tanesi kadındır. 374 genel müdür yardımcısından 29 35 tanesi, 859 daire başkanından ise 132’si kadındır” Günümüzde Türkiye’de kadınların okullaşma oranlarını artırmaya yönelik çalışmalar devam etmektedir. Araştırma sonuçlarına göre halen Marmara bölgesinde %13.1 oranında okur-yazar değildir. Bunun yanı sıra kadına yönelik şiddetin azaltılması için 2005 yılında Kadından Sorumlu Bakanlık, Genelkurmay ve Diyanet İşleri Başkanlığı ile ortaklaşa çalışma yürütmeye başlamıştır. 35 Gökçimen, a.g.e., s. 43. 86 2.4 DUYGU ASENA’YI ÖNCÜ KILAN SEBEBLER Daha önce değinildiği gibi, Türkiye’de kadın konusu ve kadının toplumsal rolleri bakımından durumu Osmanlı Devleti zamanından başlayan ve süreklilik arz ederek gelişme gösteren bir yol izlemiştir. Cumhuriyet döneminde bu durum daha belirgin bir hal almıştır. Türkiye’deki kadın hareketi genel hatlarıyla iki dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. İlki Tanzimat Fermanı ile başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarını da kapsayan birinci dalga feminist harekettir. Bu dönem daha çok, hak elde etme ve kadınların sesini duyurmaya yönelik eylemlerin olduğu bir süreci kapsamaktadır. İkinci dalga feminist hareket dediğimiz 1980 sonrası dönem ise, ortaya konulan eylemler açısından farklılık arz etmektedir. İkinci dalga feminizmde kadınlar artık daha çok kadın cinselliği ve kadına şiddet konularına dikkat çekmişlerdir. Bu dönemde aynı düşünceyi, feminizmi farklı yollardan savunan çeşitli gruplar da ortaya çıkmıştır. Feminizm konusunda ortaya çıkan farklı gruplar ve farklı düşünceler harekete renk katmışlardır. Hareket bu alanda “her biri kendi dergisini yayımlayan ve dergilerinde kendi söylemlerini geliştiren kollara ayrılmış olsa da Türkiye’nin değişik şehirlerinde belli konular etrafında düzenlenen kampanya ve protestolarla her gruptan kadını bir araya toplayabilen bir aktivizm”36 olma özelliği taşımaktadır. Ayrıca bu gruplar, gerek batıdaki feminist hareketin süregelen etkileri ve izleri görüşü olsun gerekse artan farkındalık ve bilinç düzeyi olsun, Türkiye’de kadın olgusu ve kadına bakışın değişmesine destek vermişlerdir. Bu yıllar, feminist teoriler açısından postmodernizm ve çok kültürlülük etkisiyle farklılıkların vurgulandığı yıllardır. Erkeklerle eşit olmaktan öte, artık kadının özgüllüğüne ve kadınlar arasındaki farklılıklara dikkat çekildiği yıllar olmuştur. Yeniliklerin yaşandığı her dönemde sancılı süreçler de kaçınılmaz olmuştur. Yeni olmasından kaynaklanan acemilikler, eksiklik ve aksayan yönler fark edildiğinde ortaya çıkan sonuç, toplumların en çok ihtiyaç duydukları konularda yoğunlaşıldığıdır. Türkiye’nin feminizm ile tanışması gerçek manada 1980’li yıllarda olmuştur. Duygu Asena’nın yönettiği “Kadınca” dergisi 1978 yılında yayım hayatına başlamıştır. 1980 yılında yaşanan askerî darbenin ardından kadınlar için suskunluk 36 Tekin, a.g.e., s. 57. 87 dönemi sona ermiş ve kadınların sesleri daha gür çıkmaya başlamıştır. “Siyasal katılım arayışına yönelen kadınların ilk olarak 1981 yılında YAZKO çatısı altında kadın konusunda bir sempozyum düzenledikleri görülmektedir. Bu sempozyum ile “feminizm” kamuoyu önünde ilk kez savunulmuştur.”37 YAZKO’nun (Yazarlar ve Çevirmenler Kooperatifi) yayınladığı “Somut” dergisi de kadınları, geleneksel konuları sorgulamaya yönlendirmiştir. Somut Dergisi’nin ardından bilinç yükseltme çalışmaları 1984 yılında “Kadın Çevresi Anonim Şirketi” ile devam etmiştir. Feminist bir kitap çevirisi de yayımlayan bu şirketin amacı, kadınların emeğini değerlendirmek, yardımlaşma ve hizmet görevlerini yerine getirmektir. Yine bu dönemde üniversiteli öğrenciler feminist harekete katılmışlardır. “Kadın Çevresi” ayrıca “Feminist” isimli dergi çıkarmıştır. 8 Mart 1988 yılında “Dayağa Karşı Kampanya” ile “Bağır Herkes Duysun” isimli kitap bu dönemde kadına şiddet konusuna dikkat çekmeyi başarmışlardır. Feminist Dergi’yi takiben “Sosyalist Feminist Kaktüs Dergisi” de yayın hayatına başlamıştır. “Bedenimiz Bizimdir. Cinsel Tacize Hayır” kampanyası da bu dönemin önemli çıkışlarından olmuştur. Kadınlar, “Giyim Sarkıntılığa Davet Değildir” sloganıyla erkeklerin gittiği meyhaneleri dolaşarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca özel televizyon kanalları ile birlikte kadına yönelik programlar da ekranlarda daha çok yer almaya başlamıştır. 1980 dönemi feminist hareketi, kadına karşı fiziksel, duygusal ve cinsel her türlü istismar ve tacize karşı bir kamuoyu oluşturma çabasında olmuştur. Feministler, yeni politikalarla kenarda kalmış konuları ve Müslüman-Türk toplumunun değerlerini irdelemeye başlamışlardır. Kadın ve kadınla ilgili her şey bu konunun özünü oluşturmaktadır. Namus, bekâret, taciz, tecavüz, cinsellik, flört ve aile içi yaşam, bu tartışmalarda başı çeken konular olmuştur. Aile ve şiddet konusundaki kırılma noktası ise; Çankırı’da şiddet gören hamile bir kadının açtığı boşanma davasının “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” gerekçesi ile dava hâkimi tarafından reddedilmesi olmuştur*. Bu kararı protesto etmek için 17 Mayıs 1987’de Kadıköy Yoğurtçu Parkında kalabalık bir kadın 37 Hale Nebihe Çamer, “Başkent Kadın Platformu Derneği, Cumhuriyet Kadınları Derneği ve Uçan Süpürge’de Yer Alan Gönüllü Kadınların, Gönüllülük Deneyimleri İle Elde Ettikleri Kazanımlar”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Projesi, 2005, s. 42. * Karar 4 Nisan 1987 tarihinde Çankırı Asliye Hukuk Hâkimi Mustafa Durmuş tarafından verilmiştir. 88 grubunun katıldığı ilk büyük ve izinli yürüyüş gerçekleşmiştir. Bu yürüyüşü bayram havasında geçen “Kariye Şenliği” takip etmiştir. “1989 sonunda yapılan tartışmalar sonunda, cinsel tacize karşı “Mor İğne”, “Sokakları ve Geceleri İstiyoruz”, “438. madde” kampanyaları, eylemleri ve yürüyüşleri”38 düzenlenmiştir. Aynı dönemde Ankara’da faaliyet gösteren “Perşembe Grubu” ve “Kadın Dayanışma Grubu” kadına şiddet konusunu tartışmışlardır. Bu yıl, Türkiye’deki tüm feminist grupların katıldığı ve ilk defa bir araya geldikleri “Feminist Hafta sonu” düzenlenmiştir ve “Kadınların Kurtuluş Bildirgesi” çıkarılmıştır. Bu yıllardaki en önemli gelişmelerden biri de 438. Madde’dir. “Tecavüzün hiçbir haklı gerekçesi yoktur ve tecavüze uğrayan kadınlar iffetli-iffetsiz diye ayrıma tabi tutulamaz” sloganıyla kampanya hedefine ulaşmış ve TCK 438. Madde 21.11.1990 tarih ve 3679 sayılı kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır ve feministler ilk yasal kazanımlarını da elde etmişlerdir. Bu yasal kazanıma ek olarak Medeni Kanunun kadının çalışmasını kocasının iznine bağlayan 159. Madde de 1990 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılmıştır. 80’li yıllarda “…feminist kavramlar ve kadınların meseleleri kadın filmleri yoluyla da gündeme geliyordu. Dağınık Yatak, Bir Yudum Sevgi, Adı Vasfiye ve Kadının Adı Yok gibi filmler cinselliğinin farkında olan, cinsiyetçi normlara ve toplumun kadını küçük düşüren kurallarına karşı mücadele veren bağımsız kadınlara dikkat çekti.”39 Kadının Adı Yok adlı kitabıyla ve çeşitli çalışmaları ile Duygu Asena, bu yıllardaki feminist hareketin öncülerinden olmuştur. Ataerkil bir yapıya sahip Türk toplumunda kadını, görevleri ve duyguları ile farklı bir bakış açısıyla ve feminist görüşle eleştirmiştir. Türk toplumunda kadın erkek ilişkileri genellikle evlilik kurumu içinde ele alınmaktadır. Duygu Asena, evlilik kurumunu da eleştirmiştir. Çünkü Türk toplumundaki evlilik algısı, ev içi bütün yükü ve sorumluluğu kadına verir şekildedir. Hâlbuki iş yaşamında da kendine yer edinen kadın için bu durum, kadının yaşamını zorlaştırmaktadır. Bu düşünceden hareketle kadının özgürleşmesine vurgu yapan Duygu Asena, düşünceleri ve yazdıkları ile ilgili olarak o günün Türk toplumunda, bazen yanlış anlaşılıp eleştirilmiş bazen de topluma ve normlara aykırı 38 39 Tekin, a.g.e., s. 61. Tekin, a.e., s. 63. 89 olarak değerlendirilmiştir. “Asena yazılarında, farklılıkçı feminizmin 80’li yıllardan itibaren belirgin olarak sahip çıkmaya başladığı kadınlık erdemlerinin, kadınların ezilmesinin gerekçeleri olduğunu düşündüğü izlenimini doğuruyordu. Bu açıdan bakılacak olursa, O’nun kadınlar için önerdiği özgürlük, dişiliği öne çıkartan bir kimlikle, bir erkek yaşantısı sürdürmek olarak anlaşılmaya açık kalmıştır.”40 Fakat Duygu Asena’nın asıl vurguladığı kadın ve erkeğin eşit olduğu, aynı sorumlulukları paylaştığıdır. Bu iki varlık sadece fiziksel olarak birbirinden farklıdır. Bu farklılık erkeğe, kadına sahip ve egemen olma, buyurma, baskı ve tahakküm altına alma hakkı vermemektedir. Kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılık, eşitliğin olmadığı büyük bir toplumsal farklılığa dönüşmemelidir. Küçük yaşlardan itibaren öğretilen erkeklerin hep kahraman, kadınların hep anne olduğu toplumsal roller belirlenmemelidir. Bu görüşten hareketle denilebilir ki; Duygu Asena’nın oynadığı rol, kadınların haddini bilip, erkeklerin karar verdiği ve onayladığı sınırlar içindeki dünyada hayatlarını sürdürmeleri yerine kadınların kendilerine dayatılanları aşmaları hususunda gün yüzüne çıkmaktadır. Duygu Asena, kendi adını koymaya cesaret etmiş ve başka kadınlara da örnek olmuş birisidir. “Bugün genç kadın kuşakları kendilerini daha fazla özne hissediyorlarsa, kimliklerine daha çok sahip çıkabiliyorlarsa, bunun Duygu Asena’nın ve bir bütün olarak kadın hareketinin, erkek egemen sistemin kadınları ‘kimliksizleştirme’ ve ‘adsızlaştırma’ harekâtına karşı 1980’lerden beri verdikleri yorucu, dikenli ama aynı zamanda da zevkli mücadeleye borçlular.”41 Duygu Asena’nın, Türkiye’de feminizm konusunda ilk ve öncü isim olması, bu alanda kimsenin sivrilmemiş, öne çıkmamış olmasından kaynaklanmıştır. Ayrıca o dönemlerde feminist tanımı, pek kabul gören ve olumlu anlamları olan bir terim olarak algılanmamıştır. Yayımlanan yazıları ile herkesin dikkatini çeken Kadınca dergisinin aynı zamanda gündem oluşturması, Asena isminin bilinmesini ve duyulmasını sağlanmıştır. Asena kendisi için ne feminist ne de feminizm karşıtı bir ifade kullanmamıştır. Bu konudaki görüşlerini işe yarama isteği olarak dile getirmiştir. 40 Cihan Aktaş, , Gücünüzü Bilin: Duygu Asena’ya Saygı, Yay. Haz. Reyhan Yıldız, İstanbul, Erko Yayıncılık, 2007, s. 30. 41 Fatmagül Berktay, Gücünüzü Bilin: Duygu Asena’ya Saygı, s. 41. 90 Duygu Asena, feminizm ile tanışması hakkında, annesinin yaşadıklarına içsel bir tepki olarak, farkında olmadan ve bilinçsizce olduğunu ifade etmiştir. Bu tepkisel duruma özel hayatında yaşadıkları ile ilgili toplum baskısı eklenince, Asena haksızlık, eşitsizlik ve ötekileştirilmeye karşı mücadeleci biri olmuştur. “70’lerin başlarında işten atılmasına yol açan, kadın olarak ahlakını ve iffetini hedef alan aşk skandalının Asena’yı fikirlerinde nasıl radikalleştirdiği tahmin edilebilir.”42 Asena, kimsenin söyleyemediğini cesurca söyleyerek birçok kadının sesi ve Türkiye’de feminist hareketin sembolü olmuştur. Asena böylesine cesur ve açık sözlü olmayı, doğrudan konuşmayı babasından öğrendiğini belirtmiştir. Ona göre babası; rahat ve kafasına göre yaşayan bir adamdır. Kendine göre kuralları vardır. İstediğini yapmak için her yolu dener. Kendisi her şeyi yapabilir ama başkaları onun kadar şanslı değildir. Feminist bir kadın olmasının yanı sıra insanî duyguları gazetecilik mesleğinde de onu diğer meslektaşlarından ayırmıştır. Öldürülen insanlar, cumartesi anneleri O’nun için haber değeri taşıyan öğeler olmuştur. “Bu yüzden gazetecilik adına çıktığı yolculuklarda hep Türkiye’nin temel bir sorununu gözümüze sokmuştu. Manisa’da gençler işkence görmüşse Duygu oradaydı, Diyarbakır’da Tunceli’de insan hakları ihlal edildiğinde Duygu oradaydı, gazeteci Metin Göktepe’nin katillerinin Afyon’daki duruşmasına kalkan otobüste gene Duygu olurdu. Sahiller taşlaşırken, Carettalar yok olurken Duygu telaşlanırdı.”43 Asena, yaptıkları ve söylemleriyle hak elde edip köşesine çekilen Türk Kadını’na ışık olmuş, yol açmış, yapılacakları işaret etmiştir. Tümay Tuğyan’a göre Asena’yı böylesine önemli kılan, “cesurdu, kararlıydı, inanmıştı. Kahramanların hep erkek olduğu bir dünyada Jean d’Arc’lığa soyunmuştu. Kadın olmanın eksik olmak anlamına gelmediğini anlatacaktı hemcinslerine. Erkeklerin dünyasında var olmanın yollarını öğretecekti.”44 Erkeğine boyun eğmesi öğretilmiş Türk Kadını, annesini örnek alarak babasının kurallarından kocasının kural dünyasına geçiş yaparak evlenmiş oluyordu. Duygu Asena, 80’li yıllarda edebiyatın da yükselişe geçtiği dönemde, kadınların kendi sorunlarını, kadın kalemiyle dile getirmeyi amaç edinmişti. Asena’nın yazmaya başladığı dönemde, toplumda tabu olan, hiç konuşulmayan cinsellik de 42 Aktaş, a.g.e., s. 32. İpek Çalışlar, Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, s. 46. 44 Tümay Tuğyan, “ Duygu Asena- Söylenecek Sözü Vardı”, Kıbrıs Yazıları, Sayı 3/ Yaz-Güz 2006, s. 133. 43 91 onun kaleminden dökülmeye başlamış ve eleştirilerin ardı arkası kesilmemişti. Ama yine de o, kendini ve hayatını kadın-erkek eşitliği mücadelesine adamıştı. Kadının, cinsellik konusu da dâhil olmak üzere her alanda erkekle eşitliği üzerine yazmıştı. Cinsel içerikli ve müstehcen bulunan yazı ve resimlerle ilgili kendini eleştirenlere “Benim ar ve haya duygularım müstehcen resimlere bakınca değil, erkeklerin kadınları dövdüklerini duydukça inciniyor ”45 diyerek cevap vermiştir. 19 Nisan 1946 yılında İstanbul’da doğan Duygu Asena, tutucu olarak nitelendirilebilecek bir ailenin büyük kızıdır. Annesi Nihal Hanım, CHP eski milletvekili Ali Şevket Öndersev’in kızıdır. Babası Ahmet Muhtar Bey, tüccar, amcası Vacit Bey DP milletvekillerindendir. Kadıköy Özel Kız Koleji ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü’nü bitirmiştir. Haseki Hastanesi Çocuk Kliniği’nde ve İstanbul Üniversitesi Çocuklarevi’nde pedagog olarak çalışmıştır. 1972 yılında Hürriyet Gazetesi’nde gazetecilik hayatına başlamıştır. Gazetenin Kelebek ekinde ‘Şirin’ takma adıyla köşe yazıları yazmış, ayrıca Ayrıntılı Haber gazetesinde muhabirlik ve 1976-78 yıllarında da Man Ajans’ta metin yazarlığı yapmıştır.46 1978 yılında Gelişim Yayınları’nda Genel Yayın Yönetmeni olarak göreve başlayan Asena, Kadınca başta olmak üzere Onyedi, Ev Kadını, Bella Bayan, Kim, First ve Negatif gibi çok sayıda dergi yönetmiştir. “Sonraki yıllarda Söz, Sabah, Güneş, Yarın, Milliyet, Cumhuriyet ve Vatan gazetelerinde köşe yazarlığı, yöneticilik ve röportaj yazarlığı yaptı. Kadın hakları ve sorunları gazete yazılarının ve kitaplarının odağında yer aldı.”47 Duygu Asena, Türkiye feminist hareketinin vazgeçilemez isimlerinden biri olmuştur. Yazılarında ele aldığı daha önce hiç konuşulmamış ve yazılmamış konular ile gündem oluşturmayı başarmıştır. Kadınerkek her kesimden kendisine yöneltilen eleştiriler 1980 sonrası Türk kadın hareketindeki rolünü ortaya koymaktadır. Uzun yıllardır basın dünyası içinde bulunan yazar, ilk eseriyle edebiyat dünyasına da girmiştir. Ancak “Asena’nın ‘Kadının Adı Yok’ adlı ilk kitabı 1987 45 Ayşe Emel, Zeki Coşkun, Ben Duygu, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş, 2008, s. 214. 46 Reyhan Yıldız, Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, s. 11. 47 Yıldız, a.e., s. 11. 92 yılında yayınlandı, bir yıl içinde 40 baskı yaparak Türkiye’de satış rekoru kırdı. Aynı yıl Atıf Yılmaz tarafından filme alındı. Film, önemli bir gişe başarısı elde etti. Nokta Dergisi Doruktakiler ve Boğaziçi Üniversitesi En İyi Yazar ödüllerini aldığı 1988 yılında ‘Kadının Adı Yok’ Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından muzır bulundu ve satışı yasaklandı.”48 Bu durum neticesinde Asena, açtığı dava sonucunda hukuksal yollarla kitabının yeniden yayım hakkını kazanmış ve kitabı birçok ülkede yayımlanmıştır. Kadının Adı Yok, Şirin Tekeli tarafından “Türkiye’nin ilk orijinal feminist manifestosu bu kitap yalnızca bir kadının hikâyesi değil, bunun yanında kadınlara minimum kadınlık bilinci seviyesinde buluşmaları için yapılmış bir çağrı”49 olarak tanımlanmıştır. Bu kitabın devamı olan Aslında Aşk Da Yok 2 yıl sonra 1989 yılında yayımlanmıştır. Çeşitli öykülerden oluşan Kahramanlar Hep Erkek 1992 yılında yayımlandı. “Kadınca dergisindeki sevilen yazılarından derlediği dördüncü kitabı Değişen Bir Şey Yok, Temmuz 1994’de piyasaya çıktı ve ilk hafta 70 bin satarak yeni bir rekor kırdı. Aynı yıl beyninde tümör olduğu teşhis edilen Duygu Asena geçirdiği ameliyata rağmen bu dönemde de yazmaya devam etti. 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri tarafından ikinci kez En İyi Yazar seçildi.”50 Aynada Aşk Vardı adlı beşinci kitabı 1997 yılında, Aslında Özgürsün 2001 yılında, Aşk Gidiyorum Demez 2003 yılında ve Paramparça 2004 yılında yayımlandı. 2003-2004 yıllarında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde dergicilik dersi de veren Asena, ‘Umut Yarıda Kaldı’, ‘Yarın Cumartesi’ ve ‘Bay E’ isimli filmlerde de rol almıştır. “İlk yazısının yayınlandığı 10 Eylül 1972 (Hürriyet gazetesinin Kelebek eki) tarihinden son yazısının yayınlandığı 12 Aralık 2004 tarihine kadar (Vatan gazetesi sonraki günlerde de eski yazılarını yayınlamaya devam etti) yazının içinde olmuş, yazıyla yoğurduğu hayatı hep yazarak kazanmış bir gazeteci, yönettiği aylık dergiyi 90 bin gibi bugün hiçbir basın mensubunun hayal edemeyeceği bir 48 Yıldız, a.g.e., s. 11. Arzu Öztürkmen, Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, s. 71. 50 Yıldız, a.g.e., s. 12. 49 93 tiraja ulaştırmış bir yönetici, kitapları bestseller olmuş, yurtdışında da ilgiyle karşılanmış bir yazar, filmlerde oynamış bir aktris, bir pedagog, üniversitede ders veren bir eğitimci, aşklarıyla da gündeme gelen güzel bir kadın, mutlak ve yakın bir ölüm karşısında gülümseyerek hayatı, yaşamayı savunan bir hasta, ikiyüzlülüğünü toplumun 51 yüzüne haykıran bir kadın hakları savunucusu; …” Duygu Asena, 30 Temmuz 2006 yılında, 60 yaşında ölümünün ardından bile adı feminizm kavramıyla anılmaya devam eden, hâlâ fikirleri tartışılan çok yönlü ve çok güçlü bir kadındır. Ahmet Cemal’in de belirttiği gibi yasalar aracılığı ile sağlanan çağdaş kurallara karşın, toplumun çeşitli kesimlerinde kadının hâlâ hak ettiği yerini bulamadığı, töre cinayetlerinin alışılagelmişliği ve kadına karşı yapılan tüm ötekileştirmelerin ortasında kadın olarak kadını korumaya soyunmak, bir kadın olarak kadını savunmak çok yürekli bir tutumdur.52 1979 yılında “Kadınca” dergisinin yayımlanması ve Duygu Asena ile başlayan bu farkındalık sağlama, kadın hakları konusundaki bilinçlenmeyi, toplumsal ve hukuksal değişmeyi getiren bir biçimde olumlu şekilde sonuçlanmıştır. Sedef Kabaş’ın tanımlamasına göre; “ayrımcılığı ayrıcalık kabul eden erkek egemen bir toplumda kadın isyanının sembolü bir yazar. Kitaplarında kadının anne, eş, kız ve benzeri sıfatların ötesinde salt kadın olma hakkını gündeme taşımış cesur bir kalem,”53 mücadeleden vazgeçmeyen bir kadındır. Duygu Asena’nın eserleri kurgu açısından değerlendirildiğinde ilk üç eserin birbirleriyle bağlantılı olduğu görülmektedir. Kendini ifade etme ve kendi olma yollarını arayan, bir yandan gelenek diğer yandan modernleşme arasındaki kadınları incelemiştir. Asena, eserlerinde iş ve ekonomik güç sahibi olmanın önemini özellikle vurgulamıştır. Diğer iki eseri, kısa hikâyeler ve köşe yazılarından derlenmiştir. Eserlerinde yalın ve sade, konuşma diline yakın bir dil kullanmıştır. Eserler konu bakımından esas bir temel üzerine konumlandırılmış değişken parçalar 51 Yıldız, a.g.e., s. 9. Ahmet Cemal, Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, s. 135. 53 Sedef Kabaş, İpek Dokulu Başarılar 60 Kadın 60 Öykü, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş, 2007, s. 124. 52 94 özelliğindedir. Tüm eserlerinin ana teması farklı hayatlar üzerinden kadın ve cinselliktir. Eserlerde kadın cinsel hayatı sık sık öne çıkarılmıştır. Bu kadınların hayatlarındaki farklılıkları ortaya çıkaran geleneksel ve kültürel öğretiler ile yaşam koşullarıdır. Asena, eserlerinde okuyucuya hep bir bitiş olduğu mesajını vermiştir. Süreklilik, sonsuzluk gibi kavramlar yoktur. Asena, imkânsız gibi görünen olaylarla bunların gerçekleşme durumlarını aynı çizgide vermiştir. Böylece inandırıcılığı ve gerçek olma durumu işlenmiştir. Kadınların hayatı ile ilgili eksik yönler, doğru kabul edilen yanlışlar Asena'nın kaleminden karakterler konuşturularak sunulmuştur. Bu davranışları pekiştiren kültürel öğeler de yine kahramanlar aracılığıyla sunulmuştur. Eserlerde kadının birey olarak algılanması ön planda tutulmuştur. Eserin yazıldığı dönem de göz önünde bulundurulursa Türkiye'deki siyasi atmosfer, siyasi ve sosyal alanda öne çıkmış kadını bireyciliğe yönlendirmiştir. Bu bağlamda “gelişmeler Kadının Adı Yok (1987) ve benzeri, tepkisel yanı ağır basan ürünlerle edebiyata”54 yansımıştır. Eserlerde üzerinde durulan diğer bir husus bilginin davranış haline gelememesidir. Bazı durumlarda eğitim almış erkekler ve kadınlar, geleneklerin ağır basması sonucunda değişime yabancı kalmaktadırlar. Bu gibi durumlar en çok çalışsa bile ev içinde her işten kadın sorumludur fikrini desteklemiştir. Duygu Asena ve eserleri üzerine şu şekilde bir tespit yapmak mümkündür. Bireyin büyüme ve bilinçlenme sürecini ele alan bildungsroman türünde yazılmış eserlerdir, denilebilir. Jale Parla’nın da belirttiği gibi; kadın yazarların hemen hepsi bu roman türünde yazmışlardır. “Kadın yazarlar, kadın kahramanlarının çocukluklarından başlayarak nasıl, hangi etkiler altında, nelere direnip nelere direnemeyerek, hangi kimlik bunalımlarından geçerek olgunlaştıklarını”55 anlatmışlardır. Böylelikle kendi hayatları ile bir hesaplaşmayı okumak mümkün olmuştur. Aynı durumu Asena’nın ilk eseri olan Kadının Adı Yok için söylemek mümkündür. Asena’nın feminizmi ve görüşleri, ülke kadınlarının genel durumunu ve sorunlarını yansıtmadığı gerekçesiyle ‘elit kesim feminizmi’ olarak adlandırılmıştır. 54 Macit Balık, “Latife Tekin’in Romancılığı”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2011, s. 114. 55 Irzık, Parla, a.g.e., s. 180. 95 Mahremiyet sayılan ve telaffuzu bile mümkün olmayan konularda cesurca sesini duyurmaya çalışması tepkilere de yol açmıştır. Asena bu konu hakkındaki görüşlerini Kadınca dergisinde şu şekilde özetlemiştir: “…Bekâretini kaybeden genç kızları intihar etmeleri gerektiğine, eğer etmezlerse birer fahişe olacaklarına ikna etmeye çabalayan filmleri protesto ettik. Dayak sorununa karşı durduk. Kadınlara, “İlk tokatta ayrılın,” dedik. Bir kadını dövmenin normal bir davranış ve kişisel bir hak olduğunu düşünen erkekleri protesto ettik; onların hayvanlardan bile daha vahşi birer yaratık olduğuna hükmettik. Kadınlara çalışmalarını salık verdik. Onların okumasını istedik. Hükümetlere kadınları korumalarını söyledik… Medeni Kanunumuz’un kadınlara karşı olan yasalarını sıraladık. Ülkemizde içeriği hakkında hiçbir şey bilinmeyen ve insanlara bir hayalet gibi musallat olan feminizm hakkında konuşmaya çalıştık.” 56 Ayrıca Asena, feminizm anlayışını eşitlikçi olarak tanımlamıştır. “Asena’ya göre eşitlikçi feminizm, kadınların üretime iştirakleri, baskıcı bir tutumdan ve zorla benimsetilen ailevi bir kimlikten kurtuluş, kişisel başarılar ve erkeklerle eşit fırsatlara sahip olmak için verilen mücadele gibi alanları”57 kapsamaktadır. Türkiye’de kadın-erkek eşitliği cumhuriyet döneminde yasalarla sağlanmış ve güvence altına alınmıştır fakat toplumsal hayatta yaşayış olarak benimsenmesi çok kolay olmamıştır. Asena’nın önemi burada ortaya çıkmaktadır. Ayşe Arman’ın da belirttiği gibi önemli olan kadının ekonomik özgürlüğünü elde edip kendi ayakları üzerinde durması, kimseye muhtaç olmadan kendine bir hayat kurabilmesidir.58 Asena, birçok kadının hayatını ve hayata bakışını değiştirmeyi başarmış bir kadındır. Hastalığı döneminde dahi mücadeleyi bırakmayarak çevresine enerji vermeye, ışık saçmaya devam etmiştir. 56 Öztürkmen, a.g.e., s. 70. Öztürkmen, a.e., s. 72. 58 Ayşe Arman, “Nur İçinde Yat Duygu”, Hürriyet, 2 Ağustos 2006, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/4852589.asp 14 Kasım 2012 57 96 Açık sözlülüğü ile tanınan Asena, hastalığı döneminde biyografi niteliğinde bir eser ile yeniden okuyucusu ile buluşmuştur. Bu defa kendi hayatını, eserlerindeki hayatından izleri anlatmıştır. Onun feminizmini ve mücadelesini anlamak için bu eser önem taşımaktadır. Asena, kendi hayatıyla ilgili anılarını paylaştığı Ben Duygu isimli eserde, hakkındaki konuşmalara ve birçok konuya açıklık getirmiştir. Bu kitapta, babasının ölümü ile başlayan yalnızlık duygusu, annesini de kaybetmesiyle bir yaşam şekline dönüşmüştür. Çok severek evlendiği eşi Gürkan ile uyuşamadıklarını fark etmeye başlamış, katıldıkları toplantı ve partilerde kendini o ortamlara ait hissetmemiştir. Boşanmayı kabul etmeyen eşiyle uzun bir süre beraber yaşamaya devam etmiştir. Bu süreçte yasak aşkı olarak bilinen Murat ile ilişkisini sürdürmüştür. Asena, hareketli bir hayat yaşamıştır. Hürriyet gazetesindeki işinden kovulmasına sebep olan yasak aşkı, başta her iki eş olmak üzere herkes tarafından bilinen bir ilişki olmuştur. Eşi askerdeyken ondan aldığı vekâletname ile boşanabilmiştir. Asena’nın eserlerini okurken kararlığını ve kırılganlığını da hissetmek mümkündür. Türkiye’de kadın denilince belli görevleri yerine getiren, gazeteleri dedikodu sayfalarından ibaret gören bir kadın tablosu çizilir. Asena’nın kararlılığı “neden karşılarındaki yüzlerce, binlerce başarılı örneğe karşın, kadın hâlâ güçsüz, hâlâ çevresiyle ilgisiz, hâlâ “yalnızca kadın” onlara göre?...”59 ifadesinde görülebilir. Kırılganlığı ise, topluma göre yasak kabul edilen bir aşk yaşadığı için, aleyhine ahlaksız şeklinde tanık olan iş arkadaşlarını anlatırken hissedilebilir. Asena’nın feminizmi başkalarının dilinden çok çeşitli şekillerde ve farklı açılardan ele alınıp değerlendirilmiştir. Ancak kendi ifadesiyle, annesinin yaşadıklarından yola çıkarak düşüncelerinin şekil aldığını belirtmiştir. Ayrıca “Kadınca” dergisinin yayımlanmaya başladığı 1978 yılı siyasi olarak karışık bir yıl olmuştur. Maraş katliamları, İstanbul’daki sokak çatışmaları ve değişen toplumsal durumların içinde ortaya çıkan dergide, konu başlıkları kadınların ilgisini çeker şekilde evine, güzellik olgusuna, pratik bilgilerin paylaşımına göre düzenlenmişti. 59 Emel, Coşkun, a.g.e., s. 103. 97 Zaman içinde derginin değişen formatı Asena’nın feminizm algısını da ortaya koyması bakımından önemlidir. “… Hep söylüyorum, bize ‘Cesur’ diyorlar. Bekâret sorununu irdeledik, kadının özgürlüğünü savunduk, erkeklerin çalışan kadınlara her konuda yardım etmeleri gerektiğini anlattık, saygının yitirildiği, yozlaşmış evliliklerin bitirilmesinin çocuklar için daha yararlı olacağını söyledik, cinsel sorunları enine boyuna kurcaladık, bu konuyu tabu gibi görmeden açıkça yazdık, kadının da cinsellikten zevk alma hakkına sahip olduğunu yazdık, Medeni Kanun’un kadınlar aleyhindeki maddelerini bir bir ortaya çıkarttık, değişmesi gerektiğini savunduk, kadının kürtaj hakkının olması gerektiğini, bu hakkın paralı kadınlarda zaten var olduğunu defalarca vurguladık… ”60 Bu gelişmeler ışığında 12 Eylül darbesinin ardından yasaklarla dolu olan dönem kadınlar için bir sorgulama ve eleştirel bakış açıları kazanma dönemi kabul edilebilir. Asena, eserlerinde toplumsal sorunlardan yola çıkarak hikâyelerini anlatmıştır. Türkiye’deki feminizmin gelişimini de onun eserlerinde okumak mümkündür. Çünkü hem geleneklerin devam eden etkisi hem de toplumsal kurallara boyun eğmiş, pek çok yönden erkeğe bağımlı kadınlar Asena’nın kahramanlarından tipler olmuştur. Bunun yanı sıra modernleşme yanlısı, özgürlüğüne değer veren, eşitlik arzusuyla mücadele veren kadınlardan da kahramanları olmuştur. İki farklı özellikteki kadınlar, onun eserlerinde bazen diyalog bazen de monologlar şeklinde konuşmalarla kültürel değerleri sorgulamış, toplumsal yaptırımlara eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmışlardır. 60 Duygu Asena, “Nice nice dört yıllara”, Kadınca, İstanbul, Gelişim Basım ve Yayın A.Ş, Aralık 1981 98 2.5 MISIR’DA FEMİNİST HAREKET VE ÖNCÜLERİ 1880 yıllarında ilk defa Fransız feminist ve kadınların oy hakkı savunucusu olan Hubertine Auclert (ö:1914) tarafından, Jurnali La Citoyenne’de eril hâkimiyeti ve baskıyı eleştirmek, kadınlar için Fransız Devriminde verilmiş hak ve özgürlükler sözlerini hatırlatmak için kullanılan feminizm terimi, 1920’li yıllarda “nisâiyye” ifadesi ile Mısır’da Arapça ve Fransızca olarak kullanılmaktaydı. Mısır feminizmi, terimsel olarak batı kökenli olmasına karşın hareketin içeriği ve tarzı Mısır’a özgüdür. Margot Badran’ın belirttiğine göre; Sri Lankalı akademisyen Kumari Jayawardena’nın 1986 yılında çıkarttığı çığır açan kitabında Feminisms and Nationalism in the Third World (Üçüncü Dünya Ülkelerinde Feminizm ve Ulusçuluk) çeşitli Asya ve Orta Doğu ülkelerinde feminist hareketlerin ortaya çıkışını anlatmıştır. Ayrıca bu hareketlerin İslâmi reform hareketleri dâhil ulusal özgürleşme ve dini reform hareketleri bünyesinde yer alışını belirtmiştir.61 Mısır, Orta Doğu ülkeleri içinde kadın hareketi ile ilgili olarak öncü bir rol oynamıştır. Feminizmin Müslüman ülkeler arasında, hareketin batılı olması sebebiyle sürekli eleştirilen bir hareket olması olumsuz bir tablo ortaya koymuştur. Bu bağlamda Müslüman ülkelerdeki feminist hareket için, hareketin özselleştirilmesi bakımından İslâmi feminizm terimi kullanıldığı da görülmüştür. Mısır’da farklı siyasi görüşlere sahip kadın aktivistlerden bazıları Kur’an-ı Kerîm ve İslâmiyet kaynaklı bir toplumsal cinsiyet eşitliği ve adalet istemişlerdir. Özellikle Zeynep el-Ġazâlî62 feminizminin bu çerçevede değerlendirilebileceği söylenebilir. İslâmi feminizm olarak adlandırılan bu hareketle birlikte modernleşme sürecinde, kadın hareketinin etkisi tüm dünyada olduğu gibi Mısır’da da görülmüştür. Modernleşme ve yenileşme süreciyle gelen değişimin izlerini ve bu değişimin kadın hareketi ile ilişkisini, toplumun en küçük ve güçlü öğesi olan kadınlar üzerinden net bir biçimde takip etmek mümkündür. Yenilik hareketleri radikal değişimleri de kapsamaktadır. 61 Margot Badran, Feminism in İslam: Secular and Religious Convergences, Oxford : Oneworld, 2009. IX, s. 47. 62 Ayrıntılı bilgi için bkz.: aş s.103. 99 “Kendi “yeni”liğini sömürgecilikten kurtuluş mücadelesi içinde tanımlayan Mısır’da da, Türkiye ve İran’da da bu “yeni”, aynı zamanda “eski”den kopmayı kapsamaktadır. Yani, modernleşme hareketlerinin radikalizmi, esas olarak içine doğdukları tarihsel bağlamın bileşenlerini reddederek, bir anlamda “beyaz bir sayfa” açma arzusu ve iddiasını içermektedir. Bu ülkelerin modernleşme anlatılarında önemli bir yer tutan “yeni insan”, “yeni aile” tartışmalarının arkasında, esasen bu güçlü arzu ve iddia yatmaktadır. “Çürümüş” ve “yozlaşmış” olan yalnızca siyasal yapı değil, bütün bir toplumsal yapıdır ve bu çürümenin panzehiri, varolan yapıları kökünden kesip atarak yenilerini kurmaktır.” 63 19.yy.da ivme kazanan Mısır’daki kadın hareketleri, kadınların yazılarıyla başlayıp ve Türkiye, İran gibi diğer İslam ülkelerinden farklılık göstermektedir. Mısırlı kadınlar, -Türk ve İran kadınlarının aksine- hem İngiliz sömürgesine karşı çıkmışlar hem de siyasal bir uzantı olarak Vefd Partisi’nin kadın kollarını oluşturmaya başlamışlardır. 1924 yılında kurulan Mısır Feministler Birliği, aynı yıl Türkiye’de kurulan kadın birliği gibi yasal ve siyasal kazanımlar elde edememiştir fakat geniş bir tartışma alanı açmış ve bu alanı korumayı başarmıştır. Kadınlar bu süreçte özellikle modernizm yanlısı erkeklerden büyük destek görmüşlerdir. Özellikle Kâsım Emîn’in Tahrîru’l-mer’e (Kadının Kurtuluşu) isimli kitabının yayımlanması, Mısır’da kızların okula gönderilmesi için verilen mücadeleyi desteklemiş, gücünü artırmıştır. Sömürgeye karşı direniş hareketleri ve topluma eleştirel bir gözle bakmayı sağlayan ulusal bağımsızlık mücadeleleri, kızların okula gidebilmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Margot Badran’ın belirttiğine göre; Mısır’da feminist hareket, erkekler tarafından başlatılmış olarak görülse de aynı amaç uğruna bir araya gelen farklı kadınların güç birliğini hatırlamak gerekir. Mısır’da feminizm hareketi ekseninde gelişen olaylarda bazı tezatlıklar göze çarpmaktadır. Örneğin meydanlarda ifade bulan ve destek gören hareket, bireysel olarak ele alındığında aynı şekilde kabul görmemiştir. Buna benzer biçimde ataerkil 63 Bora, “Hatırlananlar ve Unutulanlar: …”, s. 55. 100 düzen gelişen dünyada sosyal alanda zayıflarken aksi bir biçimde aile kurumu içinde güçlenmiştir. Mısır’da ve diğer İslâm ülkelerinde kadın hareketinin en önemli sorunu halk ile bütünleşmeyip, elit kesim ile sınırlı kalmasıdır. Milliyetçi elit kesim, halk tarafından yürütülen modernleşme hareketi ve kadınların özgürlükleri için yeni sınırlar belirlemiştir. İslam coğrafyasında bu değişim sürecinde sıklıkla kullanılan “İslâmi Feminizm” ve “Laik Feminizm” terimleri net ve kesin ayırımları göstermesi açısından önem arz etmektedir. İslâmi feminizm, Arap toplumunda sürekli baskıya maruz kalan kadınlar için bir kurtuluş yolu olmuştur. Bu düşünce ile feminizm kavramının, Kur’an-ı Kerîm ışığında kadın haklarının İslâmi kaynaklara göre ve kadınlar lehine yeniden yorumlanması istenmiştir. “Mısır tarihinde önemli (ama unutulmuş) bir kişilik olan Labiba Ahmad [Lebîbe Ahmet] (1870-1951), milliyetçilikle İslamcılığı bağdaştırmaya çalışırken, İslamın feminist bir yorumunu kullanmış, Mısır ulusunun inşasında kullanılması gereken harcın firavunlar döneminden değil, İslamiyetten taşınması gerektiğini savunmuştur. Ona göre İslami inanç sistemi, gerçekte, kadın haklarını yüceltmektedir.”64 Dini yeniden yorumlama çalışmaları ve kadın haklarının erkekler tarafından da desteklenmesinin ardından, seçkin sınıf kadınlarınca yürütülen bağımsızlık mücadelesi orta sınıf halkın kadınlarının da dikkatini çekmiştir. Mısır kadın hareketinde, elit kesimin mensuplarından Melek Hifnî Nâsif (ö:1918) ve Hüdâ Şa‘râvî öncü rol üstlenerek, kadın hareketine önemli katkıda bulunmuşlardır. Özellikle Hüda Şa‘râvî, peçeye karşı tutum ve davranışlarıyla dikkat çekmiştir. Laik bir anlayışa sahip olan Şa‘râvî, Müslüman kadının örtünmesine karşı çıkmış ve batılı kadınlar gibi olması gerektiğini savunmuştur. Mısırlı feminist kadınlar bir yandan kendi haklarının savunmasını yaparken diğer yandan sömürge karşıtı eylemlerle ülkelerini de savunmuşlar çift yönlü bir mücadele sürdürmüşlerdir. Şa‘râvî, 1919 yılındaki milliyetçi harekete kadınların da iştirakine katkı sağlamıştır. Toplumun her kesiminden kadın işgale karşı çıkmış ve protesto gösterilerinde bulunmuştur. Bu gösteriler sırasında işgalciler tarafından yaralanan ve hayatını kaybeden kadınlar anısına 1994 yılında 16 Mart günü “Mısır Kadınlar Günü” ilan edilmiştir. Margot Badran, Mısır’daki feminist 64 Bora, “Hatırlananlar ve Unutulanlar: …”, s. 58. 101 hareketin gelişiminde rol oynayan öncü kadınları aşamaları ve isimlerine göre bir sınıflandırmaya tabi tutmuştur. Buna göre; 1920’li yıllardan 1950 yıllarına kadar olan dönem Radikal Liberal Feminizm, 1940 ve 1950 yılları arasında Populist (halkçı) Feminizm, 1960 ve 1970 yıllarında Cinsel Feminizm ve son olarak 1980’lerde yeniden ortaya çıkan feminist hareket olarak dört grupta ve birbirleriyle örtüşür bir tabloda ortaya çıkmıştır. Radikal liberal feministlere öncü olarak Hüdâ Şa‘ravî ve Sîza Neberâvî’yi (ö:1985) örnek vermiştir. Popülarist feministlerden Fatma Nimet Raşid, Duriye Şefik (ö:1975), Sîza Neberâvî ve İnci Eflâtun (ö:1989) öne çıkan isimlerdendir. Cinsel feminizm ve yeniden dirilen feminizm ile Nevâl es-Sa‘dâvî harekete yön veren kişilerdendir.65 Daha önce de değinildiği gibi Mısır feminizm hareketinde kadınlar sadece kendi haklarını aramamışlar aynı zamanda emperyalizm karşıtı eylemlerde de bulunmuşlardır. Bağımsızlık mücadelesi etrafında örgütlenen kadınlar, 1930’lu yıllarda –bu yıllar Arap milliyetçiliğinin de önem kazandığı yıllardır- kadın hakları ve sorunları ile ilgilenmeye başlamışlardır. Kurulan yeni devletler ile yapılan reformlar neticesinde kadınların eğitimi ve kamusal alanda yapılan istihdam çalışmalarında artış görülmüştür. Kadın hakları değişiminin dini boyutunu ele alırsak bu konuya farklı yaklaşımların olduğunu görürüz. Bunlardan ilki gelenekçi yaklaşımdır ve kadının yaratılış gereği erkeğe bağlı olduğu öne sürülmektedir. Nisa suresi 34. Ayete göre “Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde sorumlu yöneticilerdir.”66 Buradan hareketle kadından beklenen davranışın erkeğe ve ataerkil düzene itaat olduğu sonucuna varılabilir. Kadınların okula gitme hakkı kazanması onların mezuniyetten sonra iş arayacak ve erkeğe olan bağımlılıklarının azalarak yok olmasını sağlayacaktır. Kadınların iş hayatına dâhil olarak erkeğe ait olan mekânlara katılması, okula giden yolun sokaktan geçmesi, sonuç olarak da kadınla ilgili toplumsal ve ahlaki boyutta tartışmaların gündemde olması demektir. Burada savunulan diğer bir görüş de kadınların eğitiminin yine kadınlara hizmet etmek için doktorluk ve hemşirelik gibi alanlarda gerekli olduğudur. İkinci bir yaklaşım olarak 65 66 Badran, Feminism in İslam, s. 3. Nîsa Suresi 34. Ayet. 102 modernistlik, kadının geleneksellikten kurtularak kamusal alanda yer almasını öngörmektedir. Özellikle Müslüman kadınların dünya kadın hareketine, toplumun her alanındaki değişimlere İslâmi bir yorum getirmesini ve öncü rol oynayarak yön vermesini arzulamaktadır. Zeynep el-Ġazâlî (ö:2005) bu düşüncenin en göze çarpan savunucularındandır. el-Ġazâlî, ilk eğitimini Ezher âlimlerinden olan babasından almış, babasının vefatı üzerine eğitim hayatına okulda devam etmiştir. İslam davetçilerinin ileri gelen kadın öncülerinden olan el-Ġazâlî, kendisini İslâmiyet’i yaymaya ve kadınların sahabe kadınları örnek alarak yaşaması için yollara düşmüş öncü bir kadındır. el-Ġazâlî’nin feminist hedefleri İslâm yoluyla elde edilebileceğine inancı tamdır. Ona göre toplumdaki tüm rahatsızlıklar İslâm'a dönüş ile tedavi edilebilir ve kadınların çoğu İslam ile tanışarak hak ettiği saygıya ve haklara ulaşabilir. Seyyid Kutup bu felsefenin en büyük kuramcılarından biri sayılmıştır ve el-Ġazâlî’ye büyük bir destek vermiştir.67 Seyyid Kutup, kadın-erkek eşitliğine inanmış ve bunu Kur’an kaynaklı açıklamıştır. Zeynep el-Ġazâlî, lise yıllarından sonra bir süre Kadınlar Birliği’nde Hüdâ Şa‘râvî ile birlikte çalışmış fakat fikir ayrılıkları sebebiyle ayrılarak Müslüman Kadınlar Birliği’ni kurmuştur. Yıllarca hapis yatmış, çeşitli işkencelere maruz kalmış, devlet tarafından uğradığı baskı ve şiddete rağmen çalışmalarına devam etmiştir. Zeynep el-Ġazâlî, Hüdâ Şa‘râvî tarafından eğitim için yurtdışına Fransa’ya gönderilecekler listesinde yer almak istemiş fakat daha sonra bu isteğinden vazgeçmiştir. Mısır’da feminist hareketin iki aşaması vardır: birincisi 19. yüzyılın sonlarında, feminizmin henüz erkek toplumunun büyük kısmı tarafından fark edilmediği dönemdir. Bu dönem boyunca feminist bilinci olan kadınların bütün ya da parça olarak baskıyı fark ettiği, cinsiyet ayrımının işlevini ve kadının toplumdan itilmesinin, geleneklerin miras bıraktığı itaatin devam ettiği sinyallerini veren Müslüman kadınların çoğunun peçe takmaya devam etmesi dikkat çekmiştir. Bununla birlikte kadınlar, gelenek kamuflajı adı altında yaşamlarını kamusal alana doğru geliştirecek ilk adımlarını atmışlardı. Bu dönem aynı zamanda ileri düşünceli erkeklerin ülkenin özgürlüğü yanı sıra kadınların özgürlüğünü desteklediği bir 67 Pauline Lewis, “Zainab al-Ghazali: Pioneer of Islamist Feminism”, Sayyid Qutb, Winter 2007, Michigan Journal of History, s. 12. 103 dönem olmuştu. İkinci aşama ise, Nâsır rejiminin istisnası ile 1923’ten bugüne açıkça organize edilmiş faaliyetlerin olduğu bir dönemdir. Bu dönem, kadınların ilk feminist organizasyonlarını şekillendirdiği, siyasi kanunlara, kadının dışlanmasına ve cinsiyet ayrımcılığına tepkilerini göstermek için iki kadın peçelerini çıkardığı bir dönem olmuştur. Bu da feministlerin kendilerine koydukları hedefleri açık bir kampanyayla duyurmalarının başlangıcı olmuştu. Bu olay 1922’de Mısır’ın yarı bağımsızlığını kazanmasından sonra feminizm yanlısı erkeklerin dikkatlerini ulusal politika ve kendi kariyerlerine verdiğinde olmuştu. Milliyetçi erkeklerin eskiden açıkça görülen kadınların özgürlüklerini durdurma çağrıları, kadınların ilerlemesi için ihtiyatlı çalışanların sayısını bir kaç kişiye indirdi. 1923’te Mısır kadın aktivistleri feminizm terimini kullanmaya ve açıkça kendilerine feminist demeye başlamışlardır.68 Bunun bir sebebi de 1923 yılındaki anayasada Mısır halkının eşit olduğu kabul edilmesine rağmen kadınlara oy hakkı verilmemesidir. Ülke savunmasında eşit hatta öncü olan kadınlar siyasal hayatta da aynı hakları istemişlerdir. Feminizm kavramının Arap toplumlarında yer almaya başlamasıyla önce eğitim konusuna dikkat çekilmiştir. Hüdâ Şa‘râvî öncülüğündeki Mısır Feminist Birliği, kızların eğitimi için okul açmıştır. Ayrıca Mısır’daki kadın hareketinin ilk dönem kazanımları olarak kabul edilen bu gelişmeler arasında evlilik yaşının yükseltilmesi de önemli bir adımdır. Eğitim görmenin tabii bir sonucu olarak şunu da belirtmek gerekir ki; hiyerarşinin temeli ve erkeğe ait bir olgu olan para kazanmak, kadının da elde edebildiği bir özellik olursa düzen bozulması ihtimali ortaya çıkmıştır. İstatistikler göstermektedir ki eğitim alan kadınların ortalama çocuk doğurma sayısı düşmektedir. Eğitim sebebiyle evliliği erteleyen, çocuk doğurabilecek yaştayken para kazanmaya göz diken ve gün geçtikçe bilgiye daha hızlı ve kolay ulaşan kadınlar toplumsal düzeni bozabilirler.69 Daha önce andığımız feminist yaklaşımlardan bir diğeri ise; Orta Doğu’daki kadın özgürleşmesinin bazen desteklenerek bazen de ket vurularak devlet tekelinde olduğu ileri sürülmüştür. Bu ülkelerde çalışan kadın oranını 2006 yılı verilerine göre her 100 erkeğe karşılık 68 Badran, Feminism in İslam, s. 2. Fetna Ayt Sabbah, İslam’ın Bilinçaltında Kadın, Çev: Ayşegül Sönmezay, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995, s. 28-29. 69 104 36,7’dir70. Bu hususta bazı görüşler, bu durumun kadınların tembellik ve isteksizliğinden mi yoksa devletin getirdiği sınırlamalardan mı kaynaklandığı fikirleri üzerinde durmaktadırlar. Batı’da eğitim gören ve ülkelerinin modernleşme sürecinde yeni oluşumların, siyasi düşüncenin savunucuları rolünü üstlenen modernist erkekler, kadın sorunu konusunda farklı ve radikal yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bu Müslüman feministlerden Kâsım Emîn, kadın ve erkek arasındaki ayrımı yorumlamaya ve kadının örtünmeye zorlanışının mantığını anlamaya çalışmıştır. Burada şu sonuca varmıştır: Kadınlar cinsel dürtü ve arzularını erkeklerden daha iyi kontrol edebildiklerine göre, kadınlar değil erkekler kontrol altında tutulmalıdır.71 Kâsım Emîn, kadınların tecrit edilerek dışlanmasına da karşı çıkmıştır. Kadınların örtünme ve tecrit yoluyla erkekleri baştan çıkarmalarının engelleneceği düşüncesinin yanlış bir uygulama olduğunu öne sürmüştür. Burada erkeklerin baştan çıkarılma hususunda çok zayıf bulunduğu, kendilerini ve cinselliklerini kontrol etmede kadınlara göre yetersiz kalmaları sebebiyle mi kadınların örtünmeleri gerekliliği üzerinde durmuştur. Bu dönemde modernist erkekler, kadın sorunu ile ilgili yayımladıkları kitaplarla Ortadoğu ülkelerinde kadın sorunun tartışılmasına büyük zemin hazırlamıştır. “1876’dan sonra Ortadoğu’da yayıncılığın gelişmesi ve modernist ulusalcı söylemin bu yayınlar ile geniş kitlelere ulaştırılması yeni düşünce ortamının doğuşunu sağlamıştır.”72 Arap milliyetçiliği düşüncesi eksenli sürdürülen yayın politikası ve çağdaş Batı anlayışı, Arap Rönesans’ı denilen dönemin başlamasına zemin hazırlamıştır. “Dinî düşüncede ıslah ve yenileme gerekliliği fikri, Cemâleddîn-i Efgânî'nin Mısır'a gelmesiyle birlikte açık bir şekilde dile getirilmeye başlandı. Bu fikrin en önemli temsilcilerinden Muhammed Abduh da büyük ölçüde Batı ilim ve yönetim anlayışıyla irtibatlandırılıp yeniden tanımlanacak aklın önemini 70 Ayrıntılı bilgi için bak. ILO, Global Employment Trends for Women Brief, Mart, 2007, s. 14. Ayrıntılı bilgi için bkz.: Kâsım Emîn, The Liberation of Women, Çev. Samiha Sidhom Peterson, Kahire, The American University in Cairo Press, 1995. 72 Mehmet Fatih Nas, “Bölgesel ve Küresel Dinamikler Bağlamında Orta Doğu’daki Kadın Hareketi”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 45. 71 105 vurgulayarak modern bilimlerle İslâm'ın bağdaştırılabileceği fikrini savundu.”73 Arapça olarak (nahda) kelimesi ile ifade bulan bu dönemde, sosyal ve düşünsel açıdan gelişme adına, radikal değişimlerin zorunlu olduğunun vurgulandığı hareketin temel konuları arasında, Arap toplumundaki kadının statüsü de ele alınmıştır. Arap dünyasındaki bu ilerleme hareketi, Arap Kadını’na her alanda daha fazla özgürlük tanınmasına olanak sağlamıştır. Toplumu şekillendirmede kadın ve kadının eğitimi büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla kadın sorunu üzerine yapılan çeşitli çalışmalarda iki ana konu dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, 1860 yılında Ta‘lîmu’l-mer’e (Kadınların Eğitimi) adıyla Butrûs el-Bustânî (ö:1883) tarafından yayımlanmıştır. el-Bustânî kadın eğitiminin öneminin savunucularındandır. İkinci husus ise, bu düşünceye karşı bir görüş olarak Aḥmet Fâris eş-Şidyâk* (ö:1887) tarafından savunulan düşüncedir. eş-Şidyâk’a göre, Arap Kadını’nın ikincil konumunun asıl sebebi eğitimsizliği değil, ekonomik olarak erkeğe bağımlılığıdır. eş-Şidyâk 1855 yılında es-Sâḳ ‘ale-s-sâḳ (Bacak Bacak Üstüne) isimli bir eser yayınlamıştır. Bu dönemde kadın sorunu konusuna en önemli katkıyı, Kâsım Emîn 1899 yılında yayımladığı Taḥrîru-l-mer’e (Kadının Özgürlüğü) ve 1900’de yayımladığı el-Mer’etu-l-cedîde (Modern Kadın) adlı eserlerle yapmıştır. Kâsım Emîn, kadının ikincilliğine ve cinsiyetler arası eşitsizliğe karşı çıkmıştır. Ayrıca yasaların daha uygulanabilir olmasını savunmuştur. Kâsım Emîn, bir toplum içinde kadının durumunun, toplumun ulaştığı uygarlık düzeyinin açık bir göstergesi olduğuna inanmıştır. Mısır toplumunda kadınların tedavisini eleştirmiş, böylece tıp alanında düzelmelere ve o eski tedavi yöntemlerinin ortadan kaldırılmasına yardımcı olmuştur. Emîn, Mısırlıların Avrupai tarzdaki sosyal normları ve kültürel geleneklerini benimsemeye hazır olduklarını belirtmiş ve siyasi özgürlüklerden bahsederek Mısır toplumu kadınlarının, Avrupalı kadınların seviyesine gelmesini istemiştir. Modernist erkeklerin yanı sıra eğitim alabilmiş, Batı kültürü ile tanışabilmiş seçkin sınıfın kadınları, Mısır kadını için öncü rol üstlenmişlerdir. Ayrıca seçkin sınıf kadınları, çoğunlukla şehirlerde yardım ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirmişlerdir. 73 Hilal Görgün, “Mısır-Fransız İşgali Sonrası”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 2001, C. 29., s. 578. * Ayrıntılı bilgi için bkz.: Atilla Çetin, “Fâris eş-Şidyâk”, DİA, C. 12, s. 168-170. 106 İlk Arap kadın yazar olan ve “aristokrat bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Aişe Teymûriyye (1840-1902), babası İsmail Paşa Teymur’dan gördüğü destek sayesinde çok iyi bir eğitim almış, Farsça ve Türkçe öğrenmiştir… el-Müeyyed gazetesinde yazdığı makalelerinde kadın-erkek eşitliğine vurgu yapmış, kadının süs ve zinete önem vermesi yerine toplumda önemli roller üstlenmesinin gerekliliğine dikkat çekmiştir.74 Mersiye, mehdiye ve gazel türünde de örnekler vermiştir. Ayşe Teymuriyye, 19.yy’da yaşanan değişimleri ve gelişmeleri de yazılarında ele alan ilk yazardır. Burada kadınların hayatlarındaki değişimi ele alan kadın yazarlar arasında Zeynep Fevvâz’ı (ö:1914) da eklemek gerekir. Kadınların hayatlarında değişen durumlar denilen gelişmeler; bir yandan peçe ile örtülmesi ve bunun çeşitli şekillerde desteklenmesi sürerken diğer yandan bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, sosyal ve ekonomik iyileşmeler kadının kısıtlanmış hayatını dönüştürmeye başlamıştır. Badran’ın da değindiği gibi kadınlar için tasarlanmış cazip tatil fırsatları, gelişen ulaşım ağları feminist bilincin yükselmesine ve farkındalığın artmasına olanak sağlamıştır. Mısır’ın tanınmış feministlerinden Hüdâ Şa‘râvî75 “1908’de Fransız yazar Margrette Calamine’in konferansını kocasının yardımıyla düzenlemiş ve böylece Cuma konferansları adı altında devam eden Mısır’da kadınların konuşma yapma geleneği başlamıştır.”76 Şa‘râvî’nin öncülüğünde kadınlar, örtünmenin ve peçenin, kadını toplum dışında tutmanın İslam ile bir ilgisi olmadığını keşfetmişlerdir. Bu dönemde ataerkil otorite güç kaybetmeye başlamıştır. Çünkü kadınlar İslâm dininin engellemediği birçok durumun ataerkil düzen tarafından konulduğunu ve korunduğunu öğrenmişlerdir. Muhammed Abduh (ö:1905) bu sırada modern İslâm düşüncesiyle önem kazanan isimlerden olmuştur. Kadın köleliğine, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine karşı birçok yazı yazmış, kadın-erkek eşitliğinin İslam’ın temeli olduğuna vurgu yapmıştır. Abduh, halen çok övülen bir fikir bir adamı olarak yerini korumaktadır. Ayrıca Ahmet Lütfü el-Seyid (ö:1963) ve bir grup erkek yazar el-Cerîde gazetesinde kadınlardan yana düşüncelerini ifade ettiler. “…Veliüddin Yakan, Saad Zankil (Birinci Dünya Savaşı sonrasında Mısır’ın 74 Ömer İshakoğlu, “19.yüzyıl Arap Nahda Hareketinde Kadın Yazarların Rolü ve Zeynep Fevvâz”, Şarkiyat Mecmuası, Sayı 21 (2012) :2, s. 46. 75 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Margot Badran, Opening the Gates, s. 42-48. 76 Zeynep M. Tulunay, “İran ve Mısır’da Kadın Hareketleri”, İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006, s. 76. 107 ulusal önderi oldu), Muhammed Hüseyin Heykel, Taha Hüseyin, Selame Musa, Mustafa Fehmi, Faruk Antun, Ahmed el Zayat ve Mustafa El Menfalut de ona katılıyordu. Raşit Ali Rida’nın çıkarttığı El Manar (Fener) ve El Mukataf ile El Hilal sütunlarının kadınların kurtuluşu üzerine yazılara açtılar.”77 Sömürgecilik faaliyetlerine karşı protestolarla başlayan Mısırlı kadınların seslerini duyurma süreci “el-ittiḥâdu’n-nisâiyyu’l-Miṣriyyu” (Mısır Feminist Birliği) kurulmasıyla resmilik kazanmıştır. Birliğin kurucu başkanı Hüda Sa‘râvî ile Sîza Neberâvî ve Nebeviye Musa (ö:1951) başta olmak üzere tüm üyeler etkin ve önemli rol oynamışlardır. Ayrıca Şa‘râvî birçok uluslararası konferansta ülkesini temsil etmiş, 1935 yılında Türkiye’de yapılan Uluslararası Kadın Konferansı’nın başkanı seçilmiştir. Mısır Feminist Birliği üyelerinden olan diğer tanınmış kadınlardan biri olan Lebîbe Ahmet (1870-1951) laikliğe karşı çıkarak ilk İslamcı feminist olmuştur. Kahireli orta sınıf bir ailenin mensubu olan Lebîbe Ahmet, Mısır Kadını’nın Uyanışı Derneği’ni kurmuştur. İslamcı bir başka feminist Zeyneb el-Ġazâlî’dir. 1943 yılında Mısır Feminist Birliği’ne katılmıştır. Zeynep el-Ġazâlî (1917-2005) daha sonra “Cem‘iyyetu’s-Seyyidâti’l-Muslimât” (Müslüman Kadınlar Derneği) kurmuştur. Zeynep el-Ġazâlî ve birçok kadın İslâmi görüşleri sebebiyle “feminizm” kelimesini reddederek bu çalışmaları gerçekleştirmişlerdir. Mısır Feminist Birliği’nin kuruluşunda yer alan Sîza Neberâvî (1897-1985), İskenderiye’de aldığı Fransızca eğitiminin ardından Paris’te Versaille Lisesi’nde okumuştur. 1908 yılında Fevâkihu ta‘lîm-î’l-benât (Kızların Eğitiminin Meyveleri) isimli kitapla kadın eğitimi konusuna dikkat çeken Nebeviye Musa (1886-1951) da birliğin üyelerindendir. Nebeviye Musa, okul müdireliği de yapmış ve 1920 yılında el-Mer’etu ve’l-‘amel (Kadın ve İş) isimli kitabı yayınlamıştır. “Al-Ayat al-Bayyinat fi Tarbiyat al-Banat (Diğer kitapları Kızların Eğitiminde Açık Dizeler), Diwan al-Fatah (Genç Kadının Şiirleri) ve romanı Riwayat Nabhutub’tur. Öğretmenlik yaptığı dönemde Eğitim Bakanlığının yasağı nedeniyle “Narin/Tutsak Vücutta Yasayan Vicdan” (Damir 77 Nevâl es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, Çev: Sibel Özbudun, İstanbul, Anahtar Kitaplar, 1991, s. 216. 108 Hayy fi Jism Raqiq) takma adıyla al- Muqattam ve al-Ahram gibi gazetelerde ve haftalık al-Balagh al-Usbui’de yazılar yazdı.”78 Mısır feminizminin diğer isimlerinden biri olan Duriye Şefîk (1908-1975) kadınların oy hakkı ve ekonomik özgürlükleri için mücadele etmiştir. Ayrıca Şefîk, Sorbone’dan doktora derecesi alan ilk mısırlı kadın olmuştur.79 Şefik’in kurduğu Bintu’n-Nîl (Nil’in Kızı) orta ve alt sınıf kadınlara yönelik, durumlarının iyileştirilmesini amaç edinmiş bir dernektir. Ancak topluma nüfuz edememiş, hedefini gerçekleştirememiştir. Genç ve sosyalist bir feminist olan İnci Eflatûn ise, sınıf ve kadın baskısını emperyalist istismara bağlamıştır. 1948 yılında Semanûne milyûn imra'a mea'nâ (Seksen Milyon Kadın Bizimle) ve 1949 yılında Nahnu enNisâ'u’l-Miṣriyyât (Biz Mısırlı Kadınlar)ı yayınlamıştır.80 Eğitimli bir ailede ve çevrede yetişen Mısırlı kadın yazarlardan Melek Hifnî Nâsif, “ilkokul bitirme sınavlarına müracaat eden ilk Mısırlı bayan ünvanını almış ve daha sonra öğretmen okulundan mezun olmuştur. Bir eğitimci olarak kadının eğitimine önem vermiş ve bu konudaki yazılarını “en-Nisâ’iyyât” adıyla el-Cerîde dergisinde yayınlamıştır.”81 Mısır’ın özerk bir yönetimde olduğu 1922’li yıllarda Nebeviye Musa, Melek Hifnî Nâsif, Mayy Ziyade (ö:1941) ve Lebîbe Hâşim (ö:1953) gibi isimler üniversitelerde kadını bilgilendirme konferansları düzenlemişlerdir. “Yoksul kadınlara ve çocuklara sağlık ve tıbbî hizmet vermek için ilk laik hayırsever dernek olan Mabarrat Muhammed Ali’yi kurmuşlardır.”82 Lebîbe Hâşim aslen Lübnanlı olmasına rağmen, ailesiyle Mısır’da yaşamıştır. “Fetâtu’ş-Şarḳ” (Doğu’nun Kızı) isimli bir dergi çıkarmıştır. Mabarrat Muhammed Ali derneğinin bir benzeri de Cemi‘yyetu’l-mer’eti’l-cedîde (Yeni Kadın Topluluğu) ismiyle orta sınıf kadınlar tarafından kurulmuştur. Okuma-yazma, hijyen ve el sanatları gibi birçok alanda orta sınıf kadınları eğiten bu dernek aracılığıyla sosyal feminizm kavramı güçlenmeye başlamıştır. Nebeviye Musa, Mısır Feminist Birliği’nin kurucu üyelerindendir. Hayatını eğitime adamış bir kadın olan Musa, öğretmenlik ve okul yöneticiliği 78 Tulunay, a.g.e., s. 76-77. (Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012. 80 (Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012. 81 İshakoğlu, a.g.e., s. 46. 82 (Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012. 79 109 görevleri de yapmıştır. Mısır Feminist Birliği daha sonra 1923 yılında Uluslararası Kadın Oy Hakkı Derneği’ne ( IWSA) katılmıştır. 1944 yılında Filistin ve Arap Kadını’na özgürlük söylemiyle Arap Feminist Konferansı’nı örgütlemiştir. Akabinde de Arap Feminist Birliği kurulmuştur.83 Kadın ile ilgili çalışmaların yürütüldüğü derneklere Mısır Feminist Birliği’nin genç grubu olarak kurulan Şakîkât örnek gösterilebilir. Üyelerinden Havva İdris, çalışan anneler için ilk kreşi açan feminist olmuştur. Mısır kadın hareketi içerisinde, yayıncılık çalışmalarına başlangıç niteliğindeki ilk dergi 1892-1894 yılları arasında, İskenderiye’de Hind Nevfal (ö:1920) tarafından çıkarılan “el-Fetât” (Genç Kızlar) olmuştur. Derginin konu çeşitliliği ve ilk olma özelliğinden dolayı dağıtımı geniş bir çevreye yayılmıştır ve diğer Ortadoğu ülkeleri için de örnek olmuştur. “Bu dönemde İskenderiye’de 1888’de Anis al-Jalis (Oturana Teselli) ve Shajaral al Durru (Zararlı Ağaç); Kahire’de 1901’de Al Mar’a (Kadın), 1902’de Al-Saada (Saadet) ve Fatal al-Nil (Nil’in Kızları)”84 isimli kadın dergileri çıkarılmıştır. Bu dergilerden Enîsü-l-celîs, feminist görüşle kadın sorununu ele alan tek dergi olmuştur. Derginin bu özelliği, aynı zamanda derginin editörlük görevini de yürüten Alexandra Aferno’nun Batı ile ilgili çalışmaları, Batı’yı ziyaretleri ve kadın konusuna özel alakasıyla açıklanmaktadır. Kadın yazını ile ilgili bu çalışmalar, “Kadın dergilerindeki kadın sorununun toplumsal, kültürel ve dini yönden ele alınmaya başlanması ve kadınların bu dergilere artan ilgileri diğer farklı yazın türlerinde de kadın yazarların ürün vermeye başlamalarına etki etmiştir. Bunun ilk örneğini romanda Affieh Karam adlı kadın yazarın 1906’da yayımladığı Bedia ve Fuat (Badia wa Fouad) adlı romanda”85 görmek mümkündür. Yazar, romanda Batılı ülkelere göç eden Arap Kadınların yaşadığı sorunları, karşılaştıkları önyargıları anlatmaktadır. Arap Kadın yazınının en çarpıcı örneklerinden biri de Zeyneb Fevvâz (1846-1914) tarafından kaleme alınan ed-Durru’l-mensûru fî ṭabaḳât rabbâti’l-ḫudûr (Ev Kadınlarındaki Gizli Cevher) adlı eserdir. Fevvâz, bu eserde aralarında Hz. Muhammed’in annesinin de bulunduğu 83 (Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012. Nas, a.g.e., s. 77. 85 Nas, a.e., s. 78. 84 110 Doğulu ve Batılı 453 meşhur kadının alfabetik olarak biyografisine yer vermiştir. Yazar, “eserinin girişinde yararlandığı tarihi ve edebi kaynakların yaklaşık kırk adet olduğunu ve bunları bazı makalelerle de desteklediğini ifade eder. Bu eser, alanındaki ilk ve önemli çalışmalardandır, ayrıca kadınlara özgü bir biyografi kitabı olmasıyla da dikkatleri çeker.”86 Nebeviye Musa tarafından neşredilen el-Mer’etu ve’l-‘amel (Kadın ve Emek) isimli eserde yazar, kadının ekonomik bağımsızlığını kazanmasının haklılığına dikkat çekmiş ve emeğinin karşılığının gerekliliğini savunmuştur. Yakın tarihe bakıldığında Hüdâ Şa‘râvî tarafından 1925 yılında kurulan “L’egyptienne” (Mısır Kadını) isimli derginin en uzun süreli dergi olduğu göze çarpmaktadır. Fransızca olarak da yayınlanan dergi, farklı görüşlere sahip bir yazar kadrosuna da sahipti. Burada Fatma Nimet Râşid anılması gereken isimlerdendir. L’egyptienne dergisi için yazılar yazmış ve el-Misriyye’nin editörlüğünü yapmıştır. Râşid, 1944 yılında ilk defa kadınların siyasi parti girişimini gösteren, kadının siyasal hak talebiyle ilgili gücünü artırmak amaçlı Hizbu’n-nisâ’iyyi’l-vatanî’yi (Ulusal Feminist Partisi) kurmuştur. Eğitim konusuna ağırlık veren bu parti, kürtaj ve doğum kontrolünü destekleyen ilk feminist grup oldu. L’egyptienne dergisini müteakip 1937 yılında Hüdâ Şa‘râvî tarafından Mısır Feminist Birliği bünyesinde “el-Misriyye” (Mısırlı Kadın) dergisi çıkarılmış ve Ortadoğu’nun her köşesine dağıtımı sağlanmıştır. 1922 ve 1938 yılları arasında Kadının Uyanışı dergisi, Nil’in Kızı dergisi kadın ile ilgili olarak yayınlanan dergilerdendir. Ayrıca yine günümüze yakın tarihlerde Hâlide Sa‘id tarafından (Arap Kadını: Varlığı Olmayan Yaratık) adlı kitabı yazmış ve Arap kadınlarının asırladır maruz kaldığı ayrımcılık ve değersizleştirmeye karşı çıkarak eleştirmiştir. Yoksul Mısırlı kadınlar, 20. yy. kadın hakları adına önemli adımlar atan, girişimlerde bulunan cesur kadınlar olarak tarihe geçmişlerdir. Çünkü bu kadınlar “…ilk başkaldıran, grev yapan, fabrika işgal eden, gösteri için sokaklara dökülen ve insanlık haklarına saygı gösterilmesini, çalışma saatlerinin kısaltılmasını ve yasayla belirlenmesini, gebelik ve doğum için analık izni verilmesini talebeden kadınlar 86 İshakoğlu, a.g.e., s. 50. 111 oldu.”87 Bu dönemde elit sınıfa ait kadınların, kadın hareketi çerçevesinde örgütlendikleri görülmüştür. Yoksul işçi sınıfı kadınlar ile bu üst sınıfa ait kadınların talepleri oldukça farklı olmuştur. Çünkü üst sınıf kadınların talebi peçenin kaldırılması üzerine yoğunlaşmıştı. Yoksul işçi kadınların sorunlarından ve peçe takmalarından haberleri yoktu. Bu yoksul sınıfa ait kadınlar daha sonra 1919 devriminin isimleri unutulmuş kadın şehitleri olarak anılmışlardır. 1920’li yıllara değin Mısır’da feminist hareket için “nisâiyye” terimi kullanılmıştır.88 Ortadoğu’da feminist hareket ile ilgili “Badran, feminizmin batılı bir hareket olarak görülmesi ve Müslüman toplumun geleneksel yapısında tahribat yaratacağını düşünmeleri nedeniyle Ortadoğu’daki İslamcı kadınların hareketlerini ya da kendilerini “feminist” olarak tanımlamaktan çekindiklerini tespit ediyor. Fakat bu çekincenin hareketi dışarıdan takip edenler açısından onları “feminist” olarak tanımlamaya engel teşkil etmediğini de ayrıca belirtiyor.”89 II. Dünya Savaşı’nın başlaması ve savaşın olumsuz etkileri tüm dünyada ve toplumun her alanında olduğu gibi Ortadoğu’da, kadın hareketinde ve yazınında da olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Ancak öncü kadınlar çalışmalarını devam ettirmişlerdir. Arap toplumunda kadının ve kadın haklarının anlaşılabilmesi için zaman zaman halk ile görüşmüşler, meydanlarda gösteriler düzenlemişler, protestolara katılmışlardır. 1950 yıllarına gelindiğinde Nâsır yönetimi 1956 yılında kadınların 30 yıl önce istedikleri oy hakkı kanunu vermişti. Eğitim ve sağlığın yararına ülke içinde daha fazla donanımlı sınıflar açmıştı ve üniversite eğitimi ücretsiz oldu. Buna ek olarak tüm mezunlara iş garantisi verildi. “1927’de erkek öğretmen okulu sayısı 25 iken, kız öğretmen okulu sayısı da 18’e ulaştı. 1930’da ilk ve orta dereceli okullarda okuyan kız çocukların oranı, erkek çocukların %40’ına yükseldi.”90 Bu bağlamda kadın vatandaşlar kazanımlarının tadını çıkardılar ama ataerkil baskıyı da üzerlerinde hissettiler. Kadın, bu dönemde 1956 ve 1963 anayasaları ile erkekle eşitliğe kavuşabilmiştir. Siyasi olmadığı sürece tüm 87 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 220. Margot Badran, “Islamic Feminism:what’s in a name?”, Al-Ahram Weekly,17-23 January 2002. 89 Zehra Yılmaz, “Badran ve İslam’da Feminizm,” Fe Dergi 3, sayı 1 (2011), 108-109. 90 Rahmi Er, Modern Mısır Romanı (1914-1944), Ankara, Fatih Dağıtım, 1997, s. 35-36. 88 112 faaliyetlere izin verilmiştir. Bilinen birkaçı dışında, kadınlar hükümet bürokrasisinin ya da mesleklerin üst aşamalarına gelemediler ve fiilen kadınlara daha uygun görülen alanlara ayrıldılar. Ayrıca devlet, çalışan olarak ihtiyaç duyduğu kadınlara iş verirken bir de uzun saatler çalışmalarının yanı sıra ailelerinin yüküyle ikiye katlanan sorumluluklarını kolaylaştıracak destek servislerini oluşturmamıştı. Kişisel hak kanunları, sembolik ve pratik olarak kadınları ezerken yürürlükte kalmaya devam etmişti.91 Zamanla ataerkil sistemin baskısı sonucu bu dönemin önde gelen feminist isimlerinden olan Neberâvi ve Eflatun’un çalışmaları engellendi. İttihâdu’nnisâiyyi’l-kavmî (Ulusal Feminist Birliği) çalışmaları ile sosyal ve siyasi organizasyonlarına sınırlama getirildi. Eflatun dört yıl hapis cezası aldı. Açık sözlü bir feminist ve sistemi eleştiren bir kişi olan Şefîk ev hapsine alındı. Râşid’in partisine Hizbu’n-nisâ’iyyi’l-vatanî (Ulusal Feminist Partisi) son verildi. Neberâvi susturuldu. Uzun yıllardır bağımsız mücadelesini sürdüren, 1919 ulusal devrimin sonucunda başlattıkları Kadın Feminist Aktivistler bastırıldı. Tüm bu olumsuzluklara rağmen kadınlar perde arkasından da olsa bağımsız feminizmi canlı tutmayı başardılar. Özellikle Sîza Neberâvi sayesinde Demokratik Kadın Birliği’nin uluslararası konferanslarına düzenli katılımıyla seslerini uluslararası düzeyde duyurmayı başardılar. Bu kadın feministlerin çalışmaları halkçı-popülerist özellik göstermekteydi. Nâsır döneminin en önemli gelişmelerinden biri de Râviye Atiye’nin 1957 yılında ilk kadın parlamenter olmasıdır. Yine bu dönemde Hikmet Ebu Zeyd, ilk kadın bakan olarak tarihe geçmiştir. Feminizmin Mısır’daki tarihi sürecinde 1970’li yıllarda Sedat yönetimi ve kapitalizm ile birlikte yükselişe geçen bir unsur da İslamcılıktı. Nâsır döneminin özgür havasının ardından liberalleşen ekonomi toplumu her yönden olumsuz etkilemiştir. Uygulanan politikalar halkı yoksullaştırmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak feminist eylemler yön değiştirmiştir. Bu dönemin en önemli kazanımları 1970 yılında Ayşe Râtib’in ikinci kadın bakan olarak atanması, 1977 yılında yerine Emel Osman’ın getirilmesidir. Ancak Enver Sedat dönemi feminist hareket açısından sekteye uğramasına neden olan bir duraklama dönemi olmuştur. 91 Badran, Feminism in İslam, s. 11-12. 113 Bu dönem aynı zamanda ağırlıklı olarak cinsel içerikli bir feminizmi savunan Nevâl es-Sa‘dâvî’nin el-Mer’etu ve’l-cins (Kadın ve Seks) adlı kitabını yazdığı yıllara denk düşmektedir. Nevâl es-Sa‘dâvî ve Kâsım Emîn’in feminist mücadelesi savundukları bakımından benzerlik göstermektedir. İkisi de kadın sünneti, yüzü kapatma gibi cinsellik ve kadınla ilgili konuların İslami kurallarla değil ataerki ile doğrudan ilgili olduğunu söylemişlerdir. 1980’li yıllarda yeniden ve daha güçlü bir şekilde ortaya çıkan feminist hareket, farklı bir biçimde yapılanmaya başlamıştır. 1985 yılında “Cem‘iyyetu’ttadâmuni’l-mer’eti’l-‘Arabiyyeti” (Arap Kadınları Birliği-AWSA) resmi olarak çalışmalarına başladı. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin başkanlığındaki organizasyon, merkezi Kahire’de, diğer kolları Arap ülkelerinde ve Batıdaki bazı Arap topluluklarında olacak şekilde yapılanmıştı. Mısırlılar AWSA üyeleri olarak feminizmlerini Arap çerçevesi içine oturttular. AWSA feminizmi kadının siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hayata katılımının Arap dünyasının ve Arap toplumunda demokrasinin farkına varılması için temel unsur olduğunu bildirdi. Cinsiyet ayrımına ailede ve toplumda bir son verilmesini talep etti. AWSA üyeleri geniş bir feminist reçete içeriyordu.92 AWSA’nın kurulduğu yıl ilk kazanımlarından birisi 1979 yılında Sedat tarafından değiştirilen, boşanmada kadına avantajlar sağlayan “Kişisel Haklar Yasası”nı yeniden eski haline getirmesidir. Bu grup çok sayıda kadını bir araya getirmiş ve harekete geçirmiştir. Lecnetu’d-dıfâi‘ ‘ani’l-hukûki’l-mer’eti ve’l-usrati (Kadın ve Aile Haklarını Koruma Komitesi) de bu dönemde kurulmuştur. AWSA güçlenerek çalışmalarına devam etmiş ve 1989 yılında Arapça kadın ve feminizm kelimelerin baş harfi olan “Nun” adında bir dergi çıkarmıştır. Dergi içeriğini şu şekilde ifade etmiştir: “Kadını; aklı, kalbi, bedeni, tarihi, felsefesi, adalet ve bilgeliği ile tanınan kraliçelerin yaşadığı eski medeniyet ile birlikte insan olarak muhatap alıyoruz.”93 AWSA 1991 yılında kapatılmıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî, dernek ile ilgili tüm yaşananları Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e isimli kitabında ayrıntılı olarak ele almıştır. Derneğin kapatılma sebepleri arasında şu maddeler yer almaktadır: 1. Ülkenin yüksek çıkarları ve sosyal barışı tehdit 92 93 Badran, Feminism in İslam, s.14. Nevâl es-Sa‘dâvî, Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e, Sînâ li’n-neşri, Kahire, 1992, s. 49. 114 2. Mısır’ın diğer Arap ülkeleri ile yabancı devletlerle olan ilişkilerine kötülük 3. Açıklama yapmaksızın uluslararası düzeyde toplantılar düzenleme 4. Açıklama yapmaksızın yabancı heyetlerle görüşme 5. Genel edebe, kanun ve hükümlere muhalefet 6. İslam ve şeriat karşıtı anlaşma ve düşüncelerin yayılması 7. Açıklama yapılmaksızın “nun” isimli derginin yayınlanması 8. Açıklama yapılmaksızın Mısır bankasında hesap açılması94 Mısır kadın hareketi genel itibarıyla bağımsız olarak nitelendirilebilecek bir feminist gelenek takip etmişlerdir. Badran’ın ifade ettiğine göre; uzun yıllar süren mücadelelerinde ataerkil yapıyı anlayıp İslâm dinini anlamayan feministler, kadınlarla iletişimlerinde bu iki gücü ayrı tutmuşlardır.95 Mücadelelerine karşı halktan gelen direnmelerin İslamiyet adı altında olmasını reddetmişlerdir. Bu reddetme sağ ve sol ideolojik görüşlere sahip tüm feministler için geçerli bir durumdu. Bu kadınlar feminist olarak İslamî tartışmaları kendileri adına olumlayarak kullanamamışlardır. İslâmiyet’in kadınlara özel verdiği hakları, ataerkil gücü özel hayatlarında sona erdirmek, sosyal hayatta yer alabilmek ve bunun haklılığını göstermek için kullanmışlardır. Farklı siyasi düşüncelerdeki kadınlar feminizm ile kendilerine hareket alanı da oluşturmuşlardır. Bu çoklu düşünce ortamı içinde milliyetçilik önde gelen duygular arasında ilk sıradaki yerini korumuştur. Feministler kendi hedeflerini gerçekleştirme yolunda en çok vatanlarına hizmet etmiş, ülkelerinin inşasında önemli roller yerine getirmişlerdir. Kalkınma için ülkenin ihtiyaç duyduğu işgücü eksiği kadınların talepleri ile örtüşmüştür. Kontrolü devlet eliyle yapılan yeni düzenlemeler, siyasi haklar hususunda 1956 yılında Nâsır’ın kadınlara oy verme hakkını tanımasına kadar sürmüştür. Nâsır dönemindeki sosyalist rejim kadınların topluma dâhil edilmesine destek olmuştur. Kadının toplumda ve sosyal hayatta yer 94 95 es-Sa‘dâvî, Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e, s. 14-20. Badran, Feminism in İslam, s. 15. 115 almasıyla güç kaybeden ataerkil yapı, farklı yönlerden güçlenerek aile içinde otoritesini devam ettirmiştir. Ancak Sedat’ın yönetimi sosyalizmi reddetmiştir. Bunu kabul ettirmek için İslam ve muhafazakârlık ön plana çıkmıştır. Burada şunu belirtmek gerekir ki; İslamî kültürün halk arasında yükselmesi ve muhafazakârlığın yaygınlaşması feminizmin İslâm’a karşı olarak algılanmasına ve karşı karşıya gelmesine yol açmıştır. İslâmiyet ile kadından evine dönmesi beklendi. Mısır’daki feminist hareket kadınları birçok yönden bir araya getirmiştir. Sömürgeci düzene karşı çıkarken, ataerkil sistemin baskılarına karşı koyarken ve kadın haklarını savunurken kadınlar hep birlik olmanın önemini vurgulamışlardır. Feminizm, Mısır’da bir güç haline dönüşmüştür. Mısır milliyetçilik hareketi orta ve üst sınıf kadınları bir araya getirmiştir. Bu sayede sokaklardaki gösterilere, siyasi organizasyonlara, haberleşmelere katılan kadınlar, ataerkil yapı tarafından bir sorun olarak görülmemiş ve eleştirilmemiştirler. Aksine kadınların bu alışılmadık tavırlarının milliyetçi harekete karşı bir savunma -evde savunucu olan kadındüşüncesinin uzantısı olarak görmüşlerdir. Kadınların bu mücadeledeki önemli rolü ve erkeklerin liberal söylemlerinin yanı sıra kadınlara olan vaatlerine rağmen, savaş mücadelesi bittiğinde egemen güç olan ataerki kontrolü ele almak istemiştir. Kadının toplumdaki rolü sınırlıdır ve asıl yeri evidir düşüncesinden hareketle kadınların yeniden evlerine dönmeleri beklenmiştir. Ancak kadınların milliyetçi duygularla giriştikleri tecrübeleri onlara kayda değer bir siyasi tecrübe kazandırarak, ulus için taleplerini sağlamlaştırmış ve beklentilerini hızlandırmıştır. Ataerkil egemenliğin yabancı emperyalist güçlerle eşdeğer olduğunu ve ulusal kurtuluşun kadının özgürlüğüne kavuşmadan tamamlanmış olmayacağını savunmuşlardır. Mısır’daki kadın hareketinde etkili olan düşüncelerden biri de feminizmin batı kökenli olması dolayısıyla bunu savunmanın köklere karşı bir reddetme olarak algılanması olmuştur. Kadınlar feminist kimlikleriyle anılmayı pek tercih etmemişlerdir. Hatta İslamcılık Mısır toplumuna ait bir kavram olduğu için daha kolay kabul görmüş ve güven ortamı sağlamıştır. Bu nedenle ilk feminist eylemler İslâmi bir çerçevede olmuştur. Mısırlı İslamcı feministler, faaliyetlerini sürdürürken Batıyı sıkça eleştirmişler, erkek karşıtı olmak olarak algılanan feminizmi reddetmişlerdir. Kadın hareketi, Müslüman toplumlarda kadının ezildiği ve sıkıntılı olduğu bir dönemde önem kazanmıştır. 116 Özellikle İslamcı feministler tarafından kadınların hakları olduğu ama bunun kullandırılmadığı söyleniyordu. Kadının içinde bulunduğu durum iyileştirilmeye çalışılırken Mısır devleti ve ataerkil sistem feminizmin yayılmasına pek olanak sağlamıyordu. Aynı şekilde İslâm dininin de doğru anlaşılması ve yayılmasını da pek arzu etmemişlerdir. Margot Badran bu konuyla ilgili gözlemlerini şu şekilde dile getirmiştir; bu sınırlamalar içindeki kadınlar pragmatik şekilde hareket ediyorlar. İslamcı hareket içinde liberal akımlar ortaya çıkarken oluşumsuz feminizm beklemede kalıyor. Mısır’da entelektüel kadınlar, duruşlarını dile getirmeye devam edecek, toplumdaki yerlerini koruyacak ve değişik sınıfsal, bölgesel, ideolojik kesimlere ulaşmaya çalışacaklardır. Toplumsal cinsiyet aktivizmleri farklı ideolojilerde temellenmeye devam edecektir. Bunun sonucu olarak değişik kimlik yapılandırmaları ve örtüşen ama farklı ideal toplum algıları yansıyacaktır.96 Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Mısır da 90’lı yıllarda feminizmin üçüncü dalgası denilebilecek farklı bir dönem yaşamaya başlamıştır. Yaklaşık olarak 1960’lı yıllarda başlayan ve bu yıllara kadar süren kadın hareketinin farklılaşması toplumsal cinsiyet kavramıyla kendini ortaya koymuştur. Toplumsal cinsiyet, kadının toplum içindeki rollerini yerine getirmesine destek veren bir kavramdır. Kadının toplumda yer almasıyla kısmen de olsa özgürleşmesine olanak sağlandığı için kadına daha fazla alan açılmasını ister. Bu konu tam olarak kadının toplumsal rolleriyle ilintili olduğu için bütün kadınları aynı amaç altında sağ-sol-İslamcı kimlikleriyle bir araya getirebilmiştir. Toplumsal cinsiyet kavramıyla birlikte Mısır’da İslamcılar, feministler ve feminist kimliklerinin gizli kalmasını arzu eden profeministler için dönüm noktası olmuştur. Çeşitli şekillerde yürütülen faaliyetler tüm gruplar için birçok yönden fayda sağlamıştı. Bir yandan örtük ya da açık bir biçimde feminist eylemlerini gerçekleştirirken diğer yandan ideolojik anlamda da kendilerini ifade etmesi fırsatı bulmuşlardı. Ayrıca 1994 yılında Kahire’de yapılan Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Kongresi (ICPD) kısaca FGM* olarak adlandırılan kadın sünnetinin tüm dünyada kamuoyu oluşturmasını sağlamıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin şiddetle karşı çıktığı, kadın bedeninin bütünlüğüne olan bir saldırı olarak gördüğü bu müdahale 96 * Badran, Feminism in İslam, s. 32. Kadın sünneti- Female Genital Mutilation 117 insan haklarının ihlali olarak protesto edildi. Mısır’da birçok tartışmaya yol açan bu uluslararası yoğun ilgi, ataerkil sistemin üyelerini harekete geçirerek geleneksellik arkasına sığınma yolunu seçtiler. Ataerkil sistemin bir ürünü olan ve dini kurallar gereği uygulanması gereken kadının cinselliğini bitirme işlemi, fitne ve omniseksual (çift cinsiyete yatkın) olarak görülen kadını kontrol etmek eylemidir. Erkeklerin onuru ve gururu, kadınların iffeti ile ölçülmektedir. ICPD konferansının etkileri ve CNN Mısır’da belgesel olarak yayınlanan on dört yaşındaki bir çocuğun durumu, eğitimsiz ve bilgisiz kişiler tarafından yapılan sünnetin bazı yasaklarının kalkmasına yol açtı. 1959 yılında hastanelerde yapılması yasaklanan sünnete Sağlık Bakanlığı yeniden izin verdi. Bu durum başka sorunları beraberinde getirdi. Bir yandan feministler izin verilen kadın sünnetine davalar açarken diğer yandan doktorlara da davalar açıldı. Hastanede olmasına karşın bir kız çocuğunun ölmesi üzerine bakanlık yeniden yasakladı. 1997 yılında İdari mahkeme tarafından Danıştay’dan alınan karar gereği sağlık bakanlığının hastanelerde sünneti yasaklamasına karşı karar alındı. Ancak 29 Aralık 1997 yılında temyizde bir önceki kararın reddedilmesine karar verildi. FGM’nin önlenmesi ve kalıcı olarak kaldırılmasına yönelik olarak insan hakları ve sağlık aktivistlerinin birleşmesiyle çalışma grubu oluşturulmuştur. Badran’ın ifade ettiği gibi; bu grup köylerden başlayarak anti-FGM düşüncesini topluma kabul ettirmeye çalışmışlar, bir ölçüde bazı köylerde başarılı olabilmişlerdir. Yeni düşüncelerin kabul edilmesiyle eski geleneklerin kayda değer bir şekilde terk edildiği gözlemlenmiştir.97 Mısır’da halkın ekonomik olarak yarı yarıya güçlü olması, adalet ve eşitlikten yoksunluk halleri yakın zamandaki gerçekleşen Mısır Devriminin sloganını “adalet, eşitlik, saygı” olarak belirlemiştir. Daha önceki tecrübeleriyle meydanlara yeniden dönen kadınlar erkeklerle yine birlikte mücadele etmişlerdir. Fakirliğe, ötekileşmeye kadın erkek birlikte karşı çıkmış, protesto etmişlerdir. Tahrir Meydanı, erkekler ve genç kuşak protestocular kadar kadınların da cesur ve kararlı duruşlarına şahit olmuştur. Mısır halkı istediğini yapabileceğini keşfetmiştir. Yapılan devrimden kadınlar da kendi paylarına düşeni almak istemişlerdir. Mısır’da çalışan kadının kaderi olan taciz olayına, Tahrir Meydanı’nda hiç rastlanmamıştır. Günümüz Mısır 97 Badran, Feminism in İslam, s. 41. 118 feminist hareketinin kadınları eski-yeni, sağ-sol, laik-İslamcı gibi birçok gruplara ayrılmasına karşın onları bir arada tutan ulusçuluk duygusudur. Kadın örgütlerinin genel merkezi Kahire’dir. Bu örgütler, kadını bilgilendirme seminerleri düzenlemekte, iş sahibi olup para kazanabilmeleri için yardımcı olmaktadır. Ayrıca şiddete uğrayan kadınlar için tıbbî ve psikolojik destek veren gruplar da vardır. Bazı örgütler, kadın sorunlarının erkekler olmadan çözülemeyeceği inancıyla karar alma durumuna erkekleri de dâhil etmekte, çalışmalarını farklı bir feminist yaklaşımla sürdürmektedirler. Son yıllarda sıkça rastlanan bir ifade olan ve 1990’lı yıllarda kullanılmaya başlanan İslâmi feminizm terimi ve Mısır ile ilişkisinden kısaca bahsetmek gerekir. Çünkü İslâmi feminizmin gelişmesinde sömürgeci zihniyete maruz kalmış Mısır’ın özel bir yeri vardır. “19. yüzyılda Mısır’da başlatılan tartışmalar, uzun bir süre İslamcı feminist söylem altında birleştirilen yaklaşımları canlı tutmuştur. Son yıllarda ise bu sahadaki çalışmalar çoğunlukla Batı’da yaşayan Müslüman kadınlar, İran’daki Zanan dergisi çevresi - 2008 yılında kapatılmadan önce- ve Malezya’daki “Sisters in Islam” (SIS) grubu, Endonezya'da, 2000 yılında Fareena Syedİn başkanı olduğu feminist "Rahima Foundation (Rahime Vakfı)" ve bu vakfın yayın organı "Swara Rahima" dergisi, Esmâ el-Murâbıt önderliğindeki Fas merkezli İslamcı feminist hareket, liderliğini el-Hâcce Nihal Emced ezZehâvî'nin yaptığı Irak İslamcı Feminist Hareketi, Amine Vedûd, Pakistanlı Nazya Seyid ve Esma Barlas, Mısırlı Leyla Ahmed, Dr. Zeynep Rıdvân, Yeni Kadın Vakfı başkanı Emel Abdülhadî ve Arap Kadınları Dayanışma Vakfı (AWSA) başkanı Nevâl es-Sa'dâvî, Bangladeşli Rukiye Şekâvet Hüseyin ve Dina Sıddîkî, Faslı Fatıma el-Mernîsî, Yemenli, "Sisters Arabic Forum (Arap Kızkardeşler Forumu)"tarafından üstlenilmiştir.” 98 98 Gürhan, a.g.e., s. 372. 119 Burada adı geçen feministler, Müslüman kimliğe sahip kadınlardır. Ayrıca bu kadınlar, Müslüman kadınların toplumsal konumu ve haklarının savunulması konusunda İslam’a uygun bir tavır sergilemişler ve Müslüman kimliklerini ön planda tutmuşlardır. Nevâl es-Sa‘dâvî, İslamcı feminist değildir fakat Müslüman kimliği ile yaptığı çalışmalar bu alana katkı sağlamıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin cinsel içerikli feminizmi ile İslami feministlerin feminizm algısı ters düşmektedir. İslami feministler, kadın bedeninin her türlü sömürüsü ve kadına şiddete karşıdır. Bu görüşle feminizme yakın bir tavır sergilemektedirler. Ancak görüş ayrılıklarının yaşandığı konular en çok kadının cinsel özgürlüğü, doğum-kürtaj ve evlilik ilgili olmaktadır. 2.6 İSLÂM ÖNCESİ DÖNEMDE KADININ DURUMU Tarihin en eski uygarlıklarından biri olan eski Mısır uygarlığı, M.Ö. 300’lü yıllara, Yunan istilasına kadar sürmüştür. Bu medeniyette kadınlar ile ilgili yasa ve kuralların şaşırtıcı biçimde erkeklerle eşit olduğu bilinmektedir. Ayrıca kadınların saygınlıkları olduğu, diğer medeniyetlerde olduğu gibi kötü muamelelere maruz kalmadıkları öğrenilmiştir. Eski Mısır medeniyetinde kadınların mülk edinme, mülk üzerinde tasarruf etme ve miras bırakma, mahkemede tanık olma hakları vardı. Evliliklerinde sözleşme yapma ve boşanma hakları vardı. “Kadınların özerkliğine, ekonomik faaliyetlerine ve yasalar önünde eşitliklerine ilişkin kanıtları ideolojik düzlemde tamamlayan bir olgu ise, tanrıça kültlerinin, özellikle de Hathor ve İsis kültlerinin yaygınlığı ve bu kültlerin rahibelerinin gördüğü saygıdır.”99 Tanrıça İsis, esnek kuralları ile kadın-erkek herkese kucağına açmış, şefkat ve yardım tanrıçası olarak kabul edilmiştir. Tanrıça İsis ve kültünün bu eşitlikçi yaklaşımı, kadınlar için bir avantaj olmasının yanı sıra toplumun her sınıfından kişileri bir araya getirme özelliği ile öne çıkmıştır. Eski Mısır uygarlığı 3000 yıldan fazla hüküm sürmüştür. Hanedanlar tarafından yönetilen bu uygarlık; hanedanlık öncesi dönem, eski krallık dönemi (6. 99 Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 92. 120 hanedana kadar), birinci ara dönem (7-10 hanedanlar), orta krallık dönemi (11-14. hanedanlar), ikinci ara dönem (15-17. hanedanlar), yeni krallık dönemi (18-20. hanedanlar), son ara dönem (21-26. hanedanlar), persler dönemi, geç hanedanlık dönemi (28-30. hanedanlar), yunan dönemi ve roma dönemi idarelerinden geçmiştir. Günümüzden beş bin yıl öncesine dayanan Mısır uygarlığında ilk din olarak Yahudiliğe rastlanmaktadır. Yapısal kalıntılar ve papirüslerden elde edilen yazılar buna işaret etmektedir. Bu sırada eski Mısırlıların kendilerine özgü dinleri, ibadet etme biçimleri olduğunu ifade etmek gerekir. “Yahudilik Firavunlar dininden, özellikle de Akhnaton’un güneş kültündeki tektanrıcı öğelerden birçok bakımdan etkilenmiştir. Firavunlar çağının birbirini izleyen sülalelerinde, Mısırlı kadınların gerek ülke işlerinde gerekse din alanında önemli konumlara sahip olduğu dönemler bilinmektedir.”100 Mısır tarihi boyunca kadınlar, siyasi politikalar gereği bazen yönetimde söz sahibi olmuşlar hatta Firavun derecesine kadar yükselmişlerdir. 7. Yüzyılda İslâm Dinini seçen Mısırlıların, Müslüman olmadan evvel Mısır kadınının coğrafyadaki durumuna bakmak için zamanı Firavunlar Döneminden itibaren ele almak gereklidir. “Palmyra Kraliçesi Zenobia, firavun Hatshepsut, Nefertiti ve tabii Cleopatra Mısır tarihinin tanınmış kadın yöneticileridir. Bunların yanı sıra Mısır tarihinde kadın vali ve yöneticiler bulunmaktadır. Firavun Hatshepsut’un fresklerinden kadınlığını belirtecek izlerin silinmesi, Hatshepsut’un kadın olduğunun ancak yakın zamanlarda anlaşılabilmesi ise kadınların uğradığı ayrımcılıkla bu güçlü yöneticilerin de karşılaştıklarının göstergesidir.”101 Tarihsel bulgular eski Mısır’da kadın kraliçelerden ve anaerkil toplumların varlıklarından söz etmektedir. Bu durumu göçebe yaşam ile ilişkilendirmek mümkündür. Böylelikle kadınlar eve kapatılmaktan, erkeklere ait kamusal alan ayrımına tabi olmaktan korunmuşlardır. Eski Mısır’da kadınların sahip olduğu güç de bu durumla açıklanabilir. Firavunların sık sık başkentlerini değiştirmeleri, kentleşmenin gelişmesine engel olmuştur. Ayrıca Mısır hanedanlarının yerleşik 100 101 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 119. Tulunay, a.g.e., s. 76. 121 olmayışı, yönetim değişikliklerinde iktidar birikimlerinin aktarımını ve korunup güçlenmesini önlemiştir.102 Fakat zamanla ekonomik ve sosyal şartlar, kadının erkekle eşit olan sosyal konumunu değiştirmiş, kadının altın çağını sona erdirmiştir. Kadını, evde olduğu sürece cariye, dışarıda ise başkalarının evinde hizmetçi durumuna getirmiştir. Hâlbuki Mısır medeniyeti bilinen en eski medeniyettir. Kadının durumundaki düşüş milattan önce 2400’lü yıllardan 2100’lü yıllara kadar olan sürede yedinci sülaleden onuncu sülaleye kadar süren dönemde toprak sahibi olmayla başlamıştır. Bu düşüş on birinci hatta on üçüncü aileye kadar devam etmiştir.103 Kadının ön planda olduğu birinci dönemde meşhur kraliçe Nefertiti ve zekâsıyla ün salan Hatsepsut on sekizinci aileye mensuptur. Ayrıca tarih araştırmaları Mısır’da tanrıçaların varlığını kanıtlar niteliktedir. Firavunlar dönemindeki Mısır’da birçok alanda egemen olan tanrıçalar vardı. “Hakikat tanrıçası Maait, Savaş ve Sel tanrıçası Naiyet, İsis, Sikhmet, Hathour bunlardan yanlıca birkaç tanesidir.”104 Eski Mısır’da toplum anaerkil bir yapı göstermekteydi. Çocukların soyları ana soydan devam ediyordu. Miras anneden ve en büyük kız evlada geçiyordu. Anaerkil sistemde kadınlar toplumsal olarak yüksek bir konuma sahiptir ve tanrı derecesine kadar yükselebilmektedir. Tarihin ilk evrelerini yaşayan insanlar toplayıcılık ve avlanma gibi belli iş alanlarına sahiptiler. İlkel tarım toplumlarında kadınların önemli roller aldıkları ve aile içinde erkekle eşit ve ön planda yer aldıkları görülmüştür. Kadının bu dönemde toplumdaki konumu ve ekonomik geliri, kadının karar alabilme hakkına da yansımıştır. İsterse kendi kararıyla boşanmak istemesi buna örnek gösterilebilir. Eski Mısır toplumunda ilk dönemlerde hiyerogliflerde kadınların sık sık resmedildiğine rastlanmıştır. Bu resimler, kadının sosyal statüsü ve erkeğe eşit olan konumunu ifade edecek şekilde ve boyuttadır. Bu durum İ.Ö. 2420-2140 dönemlerine rastlayan VII.-X. sülaleler dönemine değin sürmüştür. Kadının durumuyla ilgili gerileme ve düşüş XVIII. sülaleye kadar sürmüştü. Bu sülale 102 Michel, a.g.e., s. 40. Nevâl es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, Beyrut, elMuessetu’l-Arabiyyetu li’d-dirâsâti ve’l-neşri, 1990, s. 159. 104 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 120. 103 122 döneminde yönetici konumuna geçen kraliçeler ile yeniden yükselmiştir. “Firavun ülkesinin kadınları dokumacılık ve halıcılık alanlarında çalışır, Pazar yerlerinde ticaret yapar ve kocalarının yanında ava çıkarlardı. Aile mezarlarında kadının resmi kocanınkiyle aynı boyutlardaydı; bu da kadına gösterilen saygının yanı sıra hak ve görev eşitliğini ifade etmekteydi.105 Bu örnekler çoğaltılabilir. Karnak tapınağı duvarında rastlanan kazılarda, kadının kocasının önünde yürüdüğü resmedilmiştir. Ayrıca kadınların da erkekler gibi spor yaptığı hatta şarap içtiği öğrenilen bilgiler arasındadır. Daha sonra yerleşik düzene geçilmesiyle birlikte kadının durumundaki değişiklikler baş göstermeye başlamış, anaerkil sistem yerini ataerkil sisteme bırakmıştır. Burada mülkiyet sahibi olmanın önemi, büyük rolü vardır. VII. sülale döneminde Mısır halkı, mülkiyete karşı bir ayaklanma gerçekleştirmiştir. Eski Mısır medeniyeti ile ilgili değinilmesi gereken bir husus da İslamiyet’ten önce Hz. Musa ve Firavun arasında geçen olayların Kur’an-ı Kerîm’de yer almasıdır. Hz. Musa, Firavun ve kavmini uyarmış fakat yalancılıkla suçlanmıştır. “Musa bunun üzerine apaçık ayetlerimizle onlara vardı. Onlar: “bu, sırf uydurma bir sihirdir! Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey işitmedik” dediler. Musa da dedi ki: “rabbim kendi tarafından kimin hidayetle geldiğini bilir. Yine rabbim hayırlı akıbetin kime kısmet olacağını iyi bilir. Doğrusu bu, zâlimler felâh bulmaz!” firavun ise dedi ki: “ey millet! Ben sizin için benden başka bir tanrı bilmiyorum. Haydi ey Haman, benim için çamura ocağı yak, tuğla imal et ve bana bir kule yap; kuleye çıkıp (oradan) belki Musa’nın tanrısını görebilirim. Öyle sanıyorum ki o yalancının tekidir.”106 İslâm öncesi dönemle ilgili kadınların durumu hakkında şunu da eklemek gerekir ki; kadın kölelerin erkek kölelerden sayıca fazla olduğu bilinmektedir. Bu 105 106 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 138. Kasas Sûresi 38. Ayet. 123 kadın kölelerin satılmaları hususunda daha çok para kazanma amacı güden tüccarların onları eğittikleri edinilen bilgiler arasındadır.107 2.7 NAPOLYON BONAPART DÖNEMİ Mısır tarihinde bir dönüm noktası niteliğinde olan Napolyon’un seferi, Batıdaki haçlı zihniyetinin İslam dünyasına dönük bir uzantısıdır. “Bu seferin detayları ve sonuçlarına geçmeden önce daha geniş ufuklu bir gözlem yapabilmek için, genelde Batı’nın, özelde de Fransa, İngiltere ve İtalya’nın, sadece Arap dünyasının değil, aynı zamanda bütün İslam dünyasının stratejik iki ülkesi olan Suriye ve Mısır’a dönük emellerinin tarihi arka planına göz atmak gerekir.”108 Hz. Ömer zamanında fetihleri tamamlanmış bu ülkeler, çeşitli sebeplerle Avrupa’nın bu topraklarda siyasal ve ekonomik hâkimiyet sürmek için fırsat kolladığı yerler olmuşlardır. Mısır’ın modernleşme ile buluşması 1798-1802 yılları arasındaki Napolyon Bonapart komutasındaki Fransız ordusunun Mısır’a seferiyle başlar. Mısır, bu işgal ile sadece Fransız ordusuyla tanışmamış, aynı zamanda dönemin meşhur bilim adamları ve oryantalistleri ile de bir araya gelmiştir. Bu buluşma Arap edebiyatı için de yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. “Fransızlar, beraberlerinde bir matbaa getirerek Mısır'da çıkan ilk gazete özelliğini taşıyan Courier de l'Egypte ile La Decade egypti-enne dergisini neşrettiler.”109 Napolyon’un beraberindeki bu bilimsel ekip tarafından, tıp, tarım ve tarih ile ilgili çalışmalar da yapılmıştır. Fransa’nın Mısır’ı işgal etmekteki asıl amacı Hindistan ticaretine engel olmak, İngiltere’nin gücünü kırmak ve Osmanlı’dan hisse almaktır. Sefere, beraberinde bilim adamı ve uzman alarak bu topraklardaki eski uygarlıkları incelemek de hedefleri arasındaydı. Amaçlarına daha kolay ve kısa yoldan ulaşabilmek için halk ile iletişime geçilmiş ve inanç ve geleneklere tesir edilmiştir. Fransız asker ve bürokratların Mısır Halkı ile yakın ilişki kurmaları, kütüphaneleri 107 Ayrıntılı bilgi için bkz.: A.Yaşar Koçak, “Şair Cariyeler”, Şarkiyat Mecmuası C. 9, 2006, s. 3544. 108 Mehmet Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, Bursa, Emin Yayınları, 2009, s. 41. 109 Görgün, a.g.m., s. 579. 124 halkın hizmetine sunmaları modernleşme hareketini hızlandırmıştır. Napolyon ‘un Mısır’a girmeden önce yanındakilere yaptığı konuşmada beraber yaşayacakları halkın kadınlara farklı davrandığına dikkat çekmiştir. Ancak onları her konuda özellikle de din ile ilgili hassasiyet göstermeleri hususunda uyarmıştır. İşgal ya da sefer olarak adlandırılan bu gelişmelerden biri de yeme-içme ve eğlence tarzıyla getirdikleri yeniliklerdir. Tiyatro, konser ve dans gibi o güne kadar bunlarla hiç tanışmamış Mısırlılar için bu etkinlikler hayata bakışlarını değiştiren faaliyetler olmuştur. Yine bu sefer sırasında Mısır’a gelen Fransız kadınların rahat tavırları, giyimleri, konuşmaları ve erkeklerle olan yakın ilişkileri dikkat çekici davranışlardan olmuştur. “Napolyon’un generali Menou’nun Mısır’lı bir kadınla evlenmesi, karısına davranışları ve Fransız subayların Mısır toplumuyla karışması sonucu Fransızlarla iletişime geçen üst sınıfa mensup kadınlar bundan etkilenmişlerdir. Böylece kadınların serbestleşme talepleri başlamıştır.” 110 Ancak bu durum uzun vadeli olamamıştır. Osmanlı donanması ve ordusu tarafından Fransız ordusunun yenilgiye uğratılması ve 21 Mart 1801 yılında İskenderiye’de mağlup edilmesi Napolyon’un Mısır ile ilgili hayallerinin de sonu olmuştur. Üç yıl gibi kısa bir süre sonra Fransızların ülkeyi terk etmesiyle modernleşme dönemi sekteye uğramış, tam tersi bir dönem başlamıştır. Yaşanan toplumsal baskılar, işkenceler, dayak ve öldürülme olayları içinde en dikkat çekeni Şeyh el-Bekrî’nin kızının Fransız tarzı giyinmesi sebebiyle öldürülmesidir. Tüm bu olaylarda Mısır Kadını’nın Batı’yı örnek alma çabalarını ve bunun sonucunda yaşananları görmek mümkündür. Napolyon’un Mısır’ı işgali bir taraftan modernizmi başlatırken diğer taraftan Avrupa’nın İslâm coğrafyasını sömürgecilikle kuşatmasının da yeni ve güçlü bir başlangıcı olmuştu. Daha sonra Fransız birlikleri de İngilizler tarafından ülkeden atılacaktı ve ülke ekonomisi çeşitli borçlanmalarla İngilizler lehine şekil alacaktı.111 İngiliz sömürgesi uzun yıllar devam etmiş, Mısır halkının birçok defa ayaklanmasının sebebi olmuştur. Mısır, İngilizler için olduğu kadar tüm dünyayı 110 Tulunay, a.g.e., s. 71. Selin Çağlayan, Müslüman Kardeşler’den Yeni Osmanlılar’a İslamcılık, Ankara, İmge Kitabevi, 2011, s. 32. 111 125 saran yayılmacı hedefler için kilit bir öneme sahip olmuştu. Çünkü Mısır, konumu gereği okyanuslara ve çöllere aynı anda hâkim olmak anlamına geliyordu. Napolyon’un Mısır seferi ile ilgili bazı açılardan hem olumlu hem de olumsuz yaklaşımlar vardır. Olumlu yaklaşımda işgalin Müslümanlar tarafından onaylanmadığı hatta işgali durdurmak için başta Osmanlı yönetimi olmak üzere tüm Arapların çabaladığı aktarılmaktadır. Olumsuz yaklaşıma göre ise; bu işgal daha önce de değinildiği gibi haçlı zihniyetiyle yapılmış bir sefer olup kutsal mekânlar başta olmak üzere halk için değerli her şey tahrip edilmiş, değerlerin izleri silinmeye çalışılmıştır. Napolyon’un beraberinde getirdiği bilim ordusu, Mısır ve Arap edebiyatına hizmet etmekten ziyade Fransız devriminin felsefesini halka kabul ettirmek için getirilmiş ve kullanılmıştır.112 Napolyon’un Mısır seferi, Arap dünyasının Avrupa ile yoğun temas halinde geçmiş olan üç yılın ardından fikrî, siyasî, kültürel ve bilimsel birçok yönden değişimlerin başladığı bir dönem olmuştur. Bu özelliği nedeniyle modernizmin başlangıcı sayılmakta ve önem arz etmektedir. Yaşanan bu gelişmeler sonucunda modern Mısır edebiyatında farklı kültürlerin sentezi olan ürünler ortaya çıkmıştır. Hüseyin Yazıcı’nın belirttiği gibi; ekonomik ve politik yönlerden batılılaşan Arap dünyası edebî olarak da batıya yönelmiştir. “Yeni okulların açılması, öğrenim için Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi, Mısırlı Rıfat et-Tahtavî (1801-1873) ile başlayan çeviri faaliyetleri 1822’de Mehmet Ali Paşa’nın (1805-1848) Bulak’ta kurduğu matbaanın ardından Arap dünyasında yayılmaya başlayan matbaacılık ve buna paralel olarak gelişen gazetecilik, yeni bir neslin yetişmesine yol açmış ve yeni edebî türlerin hem doğmasını hem de yayılmasını hızlandırmıştır. Yurtdışına açılan bu yeni nesil, Avrupa edebiyatına ait eserleri orijinal dillerinden okumaya, bu arada da roman ve öykü çevirileri yapmaya koyulmuştur.”113 112 113 Yalar, a.g.e., s. 44-46 Hüseyin Yazıcı, Çağdaş Arap Öyküleri, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999, s. 7. 126 Burada son olarak Napolyon’un Mısır seferinin kadınlar üzerindeki olumsuz etki bırakan bir sonucuna da değinilebilir. Deniz Kandiyoti’nin ifade ettiği gibi; bazı orta sınıf Mısırlı kadınlar Fransızlar ile işbirliğini çıkarlarına uygun görmüşler, Fransız kocaların nezaketinden etkilenmişlerdir. Ancak bu işbirliğine karşı topluma hâkim olan ataerkillik duruma oldukça sert bir tepki vermiştir.114 2.8 OSMANLI YÖNETİMİNDE MISIR KADINININ DURUMU Halife Hz. Ömer döneminde İslam orduları tarafından ele geçirilen Mısır, önce bir Türk kavmi olan Tolunlular, ardından Abbasiler ve yine Türk olan İhşitler tarafından yönetilmişlerdir. Osmanlıya gelinceye kadar Fatımîler, Eyyûbiler ve Memluklar tarafından idare edilmiştir. Mısır’da Osmanlı yönetimi ilk olarak 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in fethiyle başlamıştır. “Memlûk Sultanlığı'nın XVI. yüzyıl başlarından itibaren İslâm dünyasında iç huzursuzluklara çare bulamaması, dış tehlikeleri karşılamakta zorluk çekmesi, öte yandan Dulkadir Beyliği meselesi ve Safevî tehdidi iki devlet arasında savaşa zemin hazırladı. Mercidâbık'ta yapılan savaşı Osmanlılar kazandı ve Suriye Osmanlı hâkimiyetine girdi. Ardından Ridâniye'de Memlûk direnişi kırıldı; Osmanlı kuvvetleri Kahire'yi ele geçirip zorlu sokak çatışmaları neticesinde duruma hâkim oldu.”115 Bundan sonra yönetim Vezir-i Azam Yunus Paşa’ya verildi. Fakat para ve mal hırsları nedeniyle Yavuz Sultan Selim tarafından tayin edilen yöneticiler düzeni sağlamakta gecikince, “Mısır'ın ilk beylerbeyliğine Memlûk asıllı Hayır Bey getirildi ve bunun yanma güvenilir Osmanlı beyleri verildi. Mısır muhafazası için 3000 kadar muhafız tayin edildi. Daha sonra padişah Hayır Bey'den halka adalet ve şefkatle davranmasını, fesadı menetmesini, Mısır'ın sınır ve limanlarını dış tehlikelerden 114 115 Deniz Kandiyoti, Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, s. 170. Seyyid Muhammed es-Seyyid, “Mısır, Osmanlı Dönemi”, C. 29., DİA, s. 563. 127 korumasını ve Haremeyn erzakını düzenli biçimde göndermesini emrederek Mısır'dan ayrıldı.”116 Mısır, Osmanlı yönetimine geçmesiyle halifelik makamı da Osmanlıya geçmiş oldu. 1517 yılında I. Selim tarafından uygulamaya konulan kanunname, Mısır ile ilişkileri düzenleyen ilk belge olmuştur. Burada Mısır gelirlerinin İstanbul merkez yönetimi ile İslam dünyasının kutsal toprakları Hicaz bölgesine taksim edilmesi öngörülüyordu. Yavuz Sultan Selim bu sıralarda Mısır’da bulunuyordu.117 Napolyon’un işgaline kadar devam eden Osmanlı yönetiminin ardından “Akkâ'da Cezzâr Ahmed Paşa'ya yenilen Bonapart (Mayıs 1799) Ağustos 1799'da Mısır'dan ayrıldı. Fransız kuvvetleri de Osmanlı-İngiliz ittifakıyla gerçekleştirilen saldırılara dayanamayarak Ağustos 1801'de Mısır'ı terk etmek zorunda kaldılar.”118 Yeniden Osmanlı yönetimine geçen Mısır’da, Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1805 yılında vali olarak göreve başlamıştır. Paşa, bölgeyi Fransız işgalinden kurtarmak üzere Osmanlı yönetimi tarafından gönderilmiş ve Fransızlara karşı başarılar elde etmiştir. Ayrıca Mehmet Ali Paşa, uzun yıllar Mısır’da hüküm süren Türk Hanedanının da ilk temsilcisi olmuştur. Yönetimi ele aldıktan sonra hilafete de başkaldırarak Mısır’da yarı bağımsız bir dönem başlatmıştır. Napolyon’dan devraldığı kültürel miras ile Rifâ‘a Râfi‘ et-Tahtâvî başkanlığındaki heyeti Fransa'ya göndermiştir. Daha sonra Batı eğitimi alan bu öğrenciler, o kültürü ülkelerine taşımışlar ve Nahda olarak bilinen Arap Rönesans’ını başlatmışlardır. Mehmet Ali Paşa dönemi Mısır’da siyasetten ekonomiye kültürel ve sosyal pek çok reformun yapıldığı bir dönem olmuştur. Özellikle “Mehmed Ali Paşa'nın 1822'de Bulak'ta kurduğu matbaada çok sayıda Arapça ve Türkçe eser basılmıştır. 1828'de resmî nitelikli el-Vekâ’i‘u’l-mısriyye gazetesi Rifâa et-Tahtâvî yönetiminde Türkçe-Arapça olarak çıkmaya başlamıştır. Ardından gerçekleşen gazete ve dergi sayısındaki artışı, daha çok Suriyeli ve Lübnanlı Hıristiyan Arap yazarların Mısır'a yerleşmeleri 116 es-Seyyid, a.g.m. s. 563. Osmanlılar dönemi Mısır ile ilgili bkz.: Nurettin Ceviz, “Osmanlılar Döneminde Mısır’da Arap Edebiyatı (1517-1798), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum, 2002. 118 Görgün, a.g.m., s. 569. 117 128 etkilemiştir.”119 Burada Rifâ‘a Râfi‘ et-Tahtâvî’nin (1801-1871) kadın eğitimine ve yasalarla kadın haklarının güvence altına alınmasına vurgu yaptığını belirtmek gerekir. Rahmi Er’in de belirttiği gibi; Tahtâvî, 1826 yılında Fransa’ya gönderilen ilk burslu öğrenci heyetine imam olarak eşlik etmiş, Fransa’da geçirdiği yıllarda ilkçağ tarihi, Yunan felsefesi ve mitolojisi, coğrafya, aritmetik ve mantık bilimlerine ait eserler okumuş, çok iyi derecede Fransızca öğrenmiştir. Bu sayede aydınlanma dönemi düşünceleri Tahtâvî aracılığıyla Mısır ile buluşmuştur. Yurtdışına burslu olarak gönderilen bu öğrenciler ilk olarak 1813 yılında İtalya’ya sonrakiler ise Fransa’ya gönderilmiştir.120 Mehmet Ali Paşa dönemi Mısır’da kadının sahip olduğu hakların gelişmesi ve toplumun ilerlemesi için etkili reformların yapıldığı bir yönetim süreci olmuştur. Eğitim Bakanlığı bu dönemde kurulmuş, tıp ve mühendislik okulları açılmıştır. “Devlet matbaası ve tercüme bürosu kurulmuş, Ortadoğu’nun ilk Türkçe-Arapça gazetesi Vekay-i Mısriye [el-vakâ’i‘u’l-mısriyyetu] 1829’da yayınlanmaya başlamış ve çoğu tercüme 243 kitap yayınlanmıştır. Bu dönemde yurt dışına gidip dönen öğrenci ve diplomatlarla ülkede Fransız kültürünün etkisi artmıştır.”121 Bu dönemde sağlık alanında yapılan yenilikler, sağlıklı toplum oluşumunda önemli rol oynamıştır. Çeşitli hastalıklara karşı aşı yöntemi kullanılmış, genç kadınlar, köleler ebe okullarına yönlendirilmiştir. Böylelikle bilinçli bir toplum yapısı kurmak istenmiştir. Ebe okulunda eğitim gören kızların modern tıp ile tanışması, kendileri açısından statü sahipliğinin, halk açısından ise aydınlanmanın başlangıcı olmuştur. Mısır’da Mehmet Ali Paşa dönemi her yönden farklılıklarını hissettirmiştir. Paşa döneminde Mısır, özerk bir bölge olarak yönetilmeye başlanmıştır. Mehmet Ali Paşa’nın sıra dışı kişiliği sayesinde Mısır, Osmanlı’dan önce modern kurumlarla tanıştı. Bu dönemde Avrupai tarzda bir ordu oluşturuldu. Osmanlı’nın klasikleşen yapıtlarından cami, imaret yerine fabrika ve yol gibi yatırımlara ağırlık verip, iktisadi kalkınmaya öncelik verdi. Kavalalı Paşa’nın Osmanlı’ya karşı isyanı kazanması ise gücüne güç katmış ve yaklaşık yüz elli yıl sürecek bir hanedan yönetimini 119 Görgün, a.g.m., s. 579. Er, a.g.e., s. 5. 121 Tulunay, a.g.e., s. 71. 120 129 beraberinde getirmiştir. Mehmet Ali Paşa dönemi, Mısır’ın her yönden gelişmesine olanak sağlamış bir dönemdir. 19. yy.da Mısır, Paşa’nın reformlarıyla şekillenmiş ve kalkınmıştır.122 Bu yıllarda Mısır’da meydana gelen sosyal değişiklikler kadının durumu açısından bakıldığında pek bir değişim göstermemiştir. Aile kurumunda baba, 20. yy. başlarına kadar hem evin hem de aile fertlerinin reisi konumundadır. Erkek çocuklar evli olsalar dahi ya aynı evde ya da yakın çevrede ikamet eder şekilde kapalı bir sosyal gruptur. Baba, evin gelirleri, mülkleri ve çocuklar hakkında söz sahibi olmak hususunda tek yetkili, sorumlu kişidir. Ailede saygı görmek yaş ile doğru orantılıdır. Tabii ailenin bu durumunun sosyal bir sonucu olarak toplumda da benzer şekilde bir yapılanma sergilenmektedir.123 19.yy.daki gelişmeler yaşanırken bu yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan feminizm hareketi etkileri ancak 20.yy.da görülebilmiştir. Bu esnada kadın için iki farklı durum söz konudur. Tarım ile uğraşan çiftçi kadınlar ile köylü ve üst sınıfa mensup kadınlar giyim-kuşam yönünden farklıydılar. Çiftçi kadınlar peçe kullanmamasına rağmen diğer kadınlar peçe kullanmışlardır. 2.9 NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’Yİ ÖNCÜ KILAN SEBEPLER Nevâl es-Sa‘dâvî, Arap toplumunu eleştiren ve köklerine bağlılığın simgesi olarak tanımladığı Arapça kaleme alınmış yazılarıyla bir yandan Arap toplumuna hitap edip, diğer yandan da İngilizcesi ile gelişmemiş bir ülkenin ünlü bir düşünürü, yazarı, aktivisti ve kadın haklarının en güçlü savunucularından biri olarak batı toplumuna seslenmiştir. es-Sa‘dâvî eserlerini yazmak için Arap dilini seçmiştir. Arap toplumu içinde belli kültürel değerlerin yayılması için dil birliği önemli bir faktördür. Geniş bir coğrafyaya yayılan, farklı inanış, etnik yapı ve ekonomik düzeydeki Arap toplumu için Arapça, bir araya getirici ve birleştirici büyük bir etken olmuştur. 122 Kavalalı Mehmet Ali Paşa dönemi ve reformları ile ilgili bkz.: Mehmet Hakkı Suçin, Dünden Bugüne Arapçaya Çevirinin Serüveni, Ankara, Kurgan Edebiyat, 2012, s. 82-108. 123 Sevda Özkaya Özer, Osmanlı Devlet İdaresinde Mısır (1839-1882), Elazığ, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlamamış Doktora Tezi, 2007, s. 317. 130 Arapça yazılan eserleri eşi tarafından İngilizceye çevrilmiştir. Hem lisans derslerinde hem de lisansüstü derslerde okutulan kitapları kadın yazarlar, sömürge sonrası Afrika ve Ortadoğu edebiyatı, dünya edebiyatı, biyografi, oto biyografi, siyaset ve feminist teori ile ilgili birçok konuyu ele almaktadır. es-Sa‘dâvî, ABD’de Washington Üniversitesi’nde ve Duke Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmalarda bulunmuştur. Halen Florida Eyalet Üniversitesi’nde misafir profesör olarak görev yapmaktadır.124 Aynı zamanda es-Sa‘dâvî bu çok yönlülüğü ile Ortadoğu coğrafyası dâhilinde olmayan antolojilerde yer alan tek Arap kadınıdır. Kadın özgürlüğü ve hakları alanında uluslararası mücadeleler etkili bir örnek olmuştur. Psikiyatri eğitimi alan Nevâl es-Sa‘dâvî’yi dünya çapında ünlü kılan 1972 yılında kaleme aldığı bir tabu olarak görülen kadın cinselliği konusundaki el-Mer’etu ve’l-cins (Kadın ve Seks) adlı eseridir. Bu kitabın yazımıyla birlikte Mısır kamu sağlığı yöneticiliğindeki işinden alınmış, Mısır Tıp Birliği’ndeki genel sekreter yardımcılığı görevini kaybetmiş ve bir tıp dergisindeki yazı işleri müdürlüğü görevine de son verilmiştir. Bu eser dünya çapında ses getirirken es-Sa‘dâvî’yi Mısır’da da İslâmi kuruluşların hedefi haline getirmiştir. Kendi toplumu tarafından sıkça eleştirilen es-Sa‘dâvî, kendi kültürüne karşı olmakla ve toplumun özelini ortaya sermekle suçlanmıştır. Dürüstlüğün önemini her zaman vurgulayan yazar, bu eleştirilere karşı yine dürüst olarak kendini savunmuştur. Dürüstlük hususunda eğitim bakanlığında çalışan babasını kendine örnek almıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî, Mısır, Kafr, Tahla’nın aşağı deltasında 27 Ekim 1931’de doğmuştur. Baba tarafından ailesi çiftçidir ve köyde yaşamaktadır. Şükrü Bey’in kızı olan annesi ve babasıyla birlikte şehirde yaşamıştır. Bu durumun kendisine zıtlıkları görebilme ve hem köy hayatının zorluklarını hem de burjuvazi şehir hayatını tanıma imkânı vermiştir. es-Sa‘dâvî, sayıları çok az olan bir grup kadınla tıp fakültesine girmiş ve 1955 yılında derece almıştır. Aynı yıl ilk eşi Ahmet Helmy ile evlenmiş, kızı Mona’nın doğumundan sonra 1956 yılında boşanmıştır. İlk tıbbî meslekî deneyimini Tahla’da yoksul ailelerin çektiği acılara tanıklık ederek yaşamıştır. 124 Amal Amireh, “Bakış Açısı-Tüm yönleriyle Nevâl es-Sa’d’avî-Milletler üstü dünyada Arap Feminizmi”, Journal of Women in Culture and Society 2000, vol.26, no.1, Autumn 2000, s. 215249. 131 Te‘allemtu el-ḥub125 adlı eserinde burada yaşadıklarını kaleme almıştır. 1958-1970 yılları arasında Sağlık Bakanlığı’nda genel halk sağlığı eğitiminin başkanlığını yapmıştır. İlk kitabının yayımlanmasının ardından işten çıkarılmasıyla birlikte feminist açıklamaları ve yazıları son bulmuş, bunu tutuklanması ve sürgün edilmesi takip etmiştir. 1964 yılında Şerif Hetata ile evlenmiş ve o yıl oğlu Âtıf doğmuştur. 1973-1978 yılları arası yazar olarak edebiyat ve bilim enstitüsüne hizmet etmiştir. Aynı yıllarda Ayn Şems Üniversitesi’nde nörotik hastalarla ilgili çalışmalarını yürütmüştür. Politik baskılar ve tehditler nedeniyle 1993 yılında Mısır’ı terk ederek Duke Üniversitesi’nde çalışmalarına devam etmiştir. es-Sa‘dâvî’nin hiç eğitim almamış babaannesinin muhtara karşı “biz köle değiliz. Allah adaletlidir. İnsanlar bunu bir sebep üzerine öğrenirler”126 sözleri, hayatında boyun eğmemenin önemli örneklerden biri olmuştur. Aynı etkili örneklerden biri de annesinin babasına karşı ‘bana bağırma hakkını kendinde gören bir adamla yaşamaktansa kapı kapı dolaşıp çamaşır yıkamayı tercih ederim’ sözleridir. Küçük yaştan itibaren es-Sa‘dâvî’nin hayatında aslında her insanda olduğu gibi, yaşanan her an, duyulan her söz düşünce yapısı ve kişilik oluşumunda önemli etkilere yol açmıştır. es-Sa‘dâvî yaşadığı ilk ayrımcılık örneğini şöyle aktarıyor: “Bana okumayı öğreten annemdi. Yazdığım ilk kelime ismim Nevâl’di… İsmim benim bir parçam haline geldi. Sonra annemin ismini öğrendim ‘Zeynep’. İsmimin yanına onun adını yazdım. Onun ismi benimkinden ayrılmaz hale gelmişti. İkisinin yan yana duruşunu ve anlamlarını sevmiştim. Annem her gün bana yazacak yeni bir kelime öğretiyordu. Annemi babamdan daha çok sevdim. Babam annemin adını benimkinden ayırdı ve yerine kendisininkini yazdı…”127 Nevâl es-Sa‘dâvî, gerçek isminin Nevâl Zeynep olduğunu, Arap toplumunda isimden sonra gelen baba soy adının yerine annesinin adını kullanmayı tercih ettiğini belirtmiştir. Bunu -esSa‘dâvî- dedemin adı, benimle ilgisi yok diye ifade etmiştir.128 125 Nevâl es-Sa‘dâvî, Te‘allemtu el-ḥub, Beyrut, Dâru’l-edeb, 1989. Nevâl es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, The Early Life Of Nawal El Saadawi, Translated by Sherif Hetata with A Foreword by Bettina Aptheker, Zed Books, London&New York, 2009, s:x. 127 es-Sa‘dâvî, a.e., s.1. 128 Newson-Horst, The Essential Nawal El Saadawi A Reader, s. 7. 126 132 Hayatı zorluklarla ve mücadele ile geçen es-Sa‘dâvî, bu gücü annesinden aldığını “beni ayakta tutan (gücün omurgası) annemin bana gençken söyledikleriyle inşa olmuştu. ‘Nevâl’i ateşe at, yaralanmadan çıkar’. Bunu duyduktan sonra tehlikelerin içine cesurca yürüyebildim. Belki de bu yüzden birçok kere ölümden döndüm”129 sözleriyle ifade etmiştir. Annesinin hayatındaki önemini her fırsatta dile getirmiştir. Eğitimine devam edip doktor olabilmesini, 10 yaşlarında evliliğe karşı mücadele ederken, etrafındaki nefret dolu gözlere karşı mücadelesini ve cesaretini annesine borçlu olduğunu belirtmiştir. Annesi kadar kişiliğinde etkili olan babası ile ilgili şunları dile getiriyor: “Bu vatansever, cesur, kimseden ne müdür, ne kral, ne hükumet, ne İngilizler, ne de Kafr Talha’daki muhtardan korkmayan adamın kızıydım. Allah’ın yüceliğinden başka kimseden korkmuyorum!”130 es-Sa‘dâvî, 29 yaşındayken annesini kaybetmiştir. Kadınların hakları için mücadele edeceğine dair annesine söz verdiğini de ifade etmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî, kadın olmanın tamamıyla utanılacak bir şey sayıldığı, içinde bulunduğu kendi toplumunda, kadın olarak yaşamanın savaşını vermiştir. Bir yandan doktor, bir yandan yazar, bir yandan sömürge karşıtı eylemci ama her zaman ülkesine âşık ve oraya ait olmaktan gurur duyan bir kadın olmuştur. Ülkesinde yaşadığı sorunların ve hapse atılışının sebebini düşünmek ve yazmak olarak dile getirmiştir. Küçüklüğünden beri “Sitt el-Hacca”* ve “Gazalı Kadın”** kahramanlık ve cesaret verici hikâyeleri ile büyümüştür. Nevâl es-Sa‘dâvî ilk olarak “Muharrem Bey” kız okulunda okumuş daha sonra annesinin de büyük desteği ile eğitimine devam etmek üzere Kahire’ye gitmiştir. Eğitim konusu annesi kadar babası için de büyük önem taşımaktaydı. Çünkü babası, ancak aldığı eğitim sayesinde fakir çiftçi sınıfından orta sınıfa yükselebilmişti. Nevâl es-Sa‘dâvî eğitim için gittiği Kahire’de önce halasının, ardından da amcasının ve son olarak da vefat eden dedesinin evinde kalmıştır. Bu süreç içinde sağlık sorunları yaşamış fakat kendi ifade ettiği şekliyle iri ve sağlam 129 es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 3. es-Sa‘dâvî, a.e., s. 81. * Babaannesi, cesaretiyle örnek olmuş bir kadın ** Devletin bir uzantısı ve temsilcisi olarak görülen bekçiye tokat atmasıyla kahraman olan kadın. 130 133 kemikleri onu ayakta tutmaya devam etmiştir. Bu güçlü kemikleri sayesinde ondan izinsiz çantasını karıştıran ve onu öpmek isteyen Memduh131 amcasına karşı çıkabilmiştir. Benzer bir durum da tren istasyonunda meydana gelmiş, çocuğun biri dirseğiyle göğsüne vurmuş, aynı hızla kendisi de kitap dolu çantasını çocuğun kafasına geçirmiştir. Yaşanan bu olay “Tarzan ailesi üyesi” diye adının çıkmasına neden olmuşsa da erkeklerle arasına mesafe koyabilmeyi başarmıştır. Dedesinin evinde daha çok mutsuz anı biriktirmiştir. Sadece kendisi değil evin diğer üyeleri de askerî bir disiplinle yönetilen bu evde hep hüzünlü olmuşlardır. Okul hayatı her zaman üstün başarılarla doludur. Ortaokullarda matematik öğretmenliği yapmak için eğitim bakanlığından burs kazanmış fakat bursun karşılıklı olması ve şartlara bağlanması sebebiyle bursu kabul etmemiştir. Kendisinin başarılarına rağmen erkek kardeşinin başarısızlığı karşısında, babasının mutlu olup olmadığını ve hayallerinin erkek evlattan kız evlada doğru yön değiştirip değiştirmediğini düşünmüş, bu düşüncelerini şu ifadelerle dile getirmiştir: “Ailemin gelinlik giymem hayali, avukat cübbesi, beyaz doktor önlüğü, ya da profesör ve yazarların giydiği kıyafetleri giymem hayaline dönüştü. Bu onların yaşamlarının umuduydu. Onların büyük hayallerinde kardeşim Ta’lat vardı fakat onun tekrarlayan başarısızlığı yerini hayal kırıklığına bıraktı. Bu hayal kırıklığı kızlarının başarısı ile yeni umutlar açtı. Şans bana döndü.”132 es-Sa‘dâvî ortaokul yıllarında ilk gösteriye katılışını şöyle anlatmıştır: “bir sabah onun (arkadaşı Samia) yüksek sesle, “yarın sabah bütün okulun katılacağı büyük bir gösteri olacak. Vatansever bir gösteri olduğu için okulumuz bu gösteriye katılmalı” diye bağırdığını duyduk.”133 Bu çağrı üzerine hazırlıklara başlandı ve esSa‘dâvî ilk saflarda yerini aldı. Fakat daha sonra bu gösteri ile birlikte Samia’nın arkadaşı olamayacağını öğrendi. Çünkü Nevâl es-Sa‘dâvî’yi hükümet yetkililerine karşı ve temsilci sıfatıyla tek başına bırakarak gözden kaybolmuştur. Okulun öğrencilerini kışkırtmak ve elebaşı olmak sebebiyle okul müdiresi tarafından 131 Üniversite öğrencisi olan amcası, zayıf, çelimsiz, kültürel birikimi olmayan, kız peşinde koşmaktan başka bir şey bilmeyen para babası. Ayrıntılı bilgi için bkz.: A Daughter of Isis, s. 211. 132 es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 252. 133 es-Sa‘dâvî, a.e., s. 270. 134 cezalandırılmak üzere olan Nevâl es-Sa‘dâvî, babasının gelişi ve verdiği yüksek rütbeli bir isim aracılığı ile hemen affedilmiştir. es-Sa‘dâvî en yüksek puanla okulu bitirmişti, edebiyat okumak istiyordu fakat ailesinin de arzusu doğrultusunda tıp okumaya karar vermişti. Çünkü tıp eğitimi ailesinin saygı duyduğu alanlardan biriydi ve erkek olan kardeşine göre dezavantajlı durumunu böylelikle değiştirebilir, ailesinin ona da saygı duymasını sağlayabilirdi. Üniversite eğitimi için edebiyata olan düşkünlüğüne rağmen tıp fakültesi seçmiştir. es-Sa‘dâvî, diğer kızlar tırnakları bozulacak korkusuyla eline neşter almazken yine aksini yapıyor ve deneyimli bir doktor adayı olarak yetişiyordu. Mezuniyetinden sonra bir köyde çalışmaya başlamıştı fakat ataerkil sistem ve gelenek-göreneklere karşı kadınları kışkırttığı gerekçesiyle sürgünlere gönderilmişti. Son olarak eşiyle birlikte Carolina’yı yurt edinmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî, kendi toplumunda olduğu kadar batı toplumunda da ünlü, örnek bir Arap yazar olarak tanınmaktadır. Bu tanınma, es-Sa‘dâvî’nin çok ülke ziyaret edip gezmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bir süre Birleşmiş Milletlere bağlı olarak çalışmış, Afganistan Addis Ababa kadın programının başında bulunmuş, Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu’nun Batı Asya programını hazırlamıştır.134 es-Sa‘dâvî, sesini çıkar(a)mayan kadınlara örnek olmuş, hükümet yönetimi de dâhil olmak üzere herkese karşı düşüncelerini savunmuştur. Dinin baskı unsuru olarak kullanılmasına ve bağnazlığa karşı mücadele etmiştir. Eserlerini yazarken daha geniş bir kitleye ulaşmak için aşırı edebî veya bilimsellikten uzak, halkın aşina olduğu bir dil ve yine halkın aşina olduğu terimler kullanmıştır. Eserlerinde, basit kelimeler, kısa-öz cümleler ve kısa paragraflar tercih etmiş, bu da eserlerine köşe yazısı havası vermiştir. Eserlerinin kurgusal olmayanlarında edebi tarzları çok iyi bir biçimde harmanlamış, eleştirel analiz, bilimsel eser, tartışma, sicil, anekdot ve otobiyografileri yan yana sıralamıştır. Okurlarına bir doktorun özgüveni, bir eylemcinin şiddeti, bir tanığın güvenilirliği ve kendisi de yaralı bir kadının 134 Amal Amireh, “Wiew Point-Framing Nawal El-Saadawi: Arab Feminism in a Translational Worl(Bakış Açısı-Tüm yönleriyle Nevâl es-Sa’d’avî-Milletler Üstü dünyada Arap Feminizmi)”, Journal of Women in Culture and Society 2000, vol.26, no.1, Autumn 2000, s. 218. 135 anlayışıyla hitap etmeyi başarmıştır.135 es-Sa‘dâvî eserleri ile modern Arap edebiyatında feminist romanların temelini sağlamlaştırmıştır. Hikâye, roman, fikir, eleştiri ve tıp gibi çok geniş yelpazeli bir alanda yetmişten fazla eser veren yazar esSa‘dâvî, toplumu şekillendirme arzusuyla eserlerinde toplumsal sorunlara sıklıkla yer vermiştir. es-Sa‘dâvî’nin birçok kitabı ve yazıları toplum için tehlikeli bulunduğu ve tartışmalı olduğu düşünüldüğünden Mısır’da basımına izin verilmemiştir. İlk kitabı el-Mer’etu ve’l-cins (Kadın ve Seks) 1971 yılında yayımlanmış ve çok ses getirmiştir. Kitabın gördüğü bu ilgiyi, içeriğe bağlamıştır. Kitabında kadına fiziksel ve ruhsal her türlü şiddete karşı çıkmıştır. Kadın sünneti ve kadına yapılan her türlü cinsel baskının nörolojik rahatsızlıklar sebebi olduğunu belirtmiştir. Feminist edebî kişiliğinin yanı sıra etkili ve cesur siyasi söylemleri İslâmi kurumlar tarafından hedef alınmasına neden olmuştur. 2001 yılında İslamcı muhafazakâr kesimler, es-Sa‘dâvî’nin söylemleri ve yazılarının İslâmi sınırları aştığı gerekçesiyle eşi Şerif Hetata ile evliliğini bozması için mahkemeye vermişlerdi. Ancak dava, insan hakları örgütlerinin uluslararası protestoları sonucunda düşmüştür. İlk kitabının ardından 1973 ve 1976 yılları arasında Ayn Şems Üniversitesi tıp fakültesinde kadın ve nevroz üzerine çalışmalar yürütmüştür. Hapishane ve cezaevlerindeki kadınları da kapsayan araştırması gerçek bir hayat hikâyesi olan ve hapishanede tanıştığı Firdevs’in hayatını anlattığı Sıfır Noktasındaki Kadın kitabına kaynaklık etmiştir. Daha sonra 1977 yılında Arap kadınları, muhafazakârlık, kadın sünneti gibi konuları ele aldığı Havva’nın Örtülü Yüzü isimli eseri yayımlanmıştır. 1979-1980 yıllarında Birleşmiş Milletler Afrika ve Orta Doğu kadın danışmanlığını yapmıştır. Bu yıllardan sonra kadın özgürlükleri özellikle de zihinsel özgürlükleri için mücadele etmiştir. es-Sa‘dâvî’nin yazıları ve eylemleri meslekî olarak işsiz kalmasına hatta hapse girmesine neden olmuştur. 1983 yılında hapishanedeki anılarını kaleme aldı ve Muẕekkerâtun fî sicni’n-nisâ adlı eseri yayımlandı. Yazarın hapiste ve sonrasında devam eden cesur mücadelesi tehditler almasına da sebep olmuştu. Aynı yıl İmraâtâni fî imraâ isimli eserini de kaleme alan es-Sa‘dâvî, üniversite eğitimi için tıp fakültesinde okuyan, içinden gelen sese kulak verip zamanla kendi kararlarını almaya başlayan Behiye’nin hikâyesini anlatmıştır. 135 Amireh, a.g.e., s. 231. 136 Nevâl es-Sa‘dâvî, Enver Sedat döneminde hükümet ve yönetime karşı eleştirileri nedeniyle hapse atılmış ve iki ay Kanatır Cezaevi’nde kalmıştır. Hapishanede kaldığı bu dönemde yazmaya devam etmiştir. Görevlilerden kâğıtkalem istemesi üzerine kendisine silah vermeyi teklif ettiklerini, yazdıkları sebebiyle orada olduğunu hatırlattıklarını belirtmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî, göz kalemi ile sigara ve tuvalet kâğıdına yazarak daha sonra anılarını kitaplaştırmıştır.136 1982 yılında tahliye edildikten sonra Mısır’ın ilk yasal ve bağımsız feminist örgütü olan (AWSA) Arap Kadınlarının Dayanışma Birliği’ni kurmuştur. Birliğin amaçlarını, slogan haline gelen, aklın üzerindeki örtüyü kaldırma, bilgi ve kadınlar arasında dayanışma güçtür, ifadeleri açıklamaktadır. Kadınların toplumsal yaşamına etkin katılımı için çalışan birlik, 1991 yılında I.Körfez Savaşı’na karşı çıkması sebebiyle hükümet yetkilileri tarafından yasaklanmıştır.137 Bir tıp doktoru olması ve düşüncelerini bilimsel kanıtlarla savunması ile öne çıkan Nevâl es-Sa‘dâvî’nin, kendisinden önceki feminist kadınlardan farkı cinselliği ele alış tarzıdır. Daha önceleri fakir kadınların hayat kadını olması ve bu şekilde cinsel istismara maruz kalması üzerine odaklanan feminist mücadeleleri daha kapsamlı ve geniş bir açıdan ifade etmiştir. Kadına sadece hayat kadını olarak değil aile içinde, sosyal hayatta ve dini hükümlerin kullanılarak yapıldığı istismarlardan bahsetmiştir. Din adamlarının kadınlara eşitsiz davranmalarını eleştirmiştir. esSa‘dâvî çok cesur bir şekilde; cinsel hâkimiyetin ve kadının suistimâl edilmesinin, erkeklerin sorumluluğunda olan ve toplumun sürekli olarak bu mesuliyeti kadına yüklediği ahlâk kavramına ışık tutmuştur. Şeytanın Masumiyeti adıyla Türkçeye tercüme edilen eseri Cennet ve İblîs ataerkil düzenin ve kadına uygulanan baskının eleştirilip değerlendirilmesidir. Kadın istismarı ve dinin kullanılışına da değinmiştir. Kapitalist düzenin bir sonucu olarak kadın vücudunun reklam ve yazılı medya aracılığı ile kullanılması başta olmak üzere emperyalizm karşıtı söylemlerde bulunmuştur. Sömürgeciliğe sadece meydanlarda savaşarak değil yaşayış olarak da karşı çıkılması gerektiğine vurgu yapmıştır. Makyaj malzemeleri, kot vb. giysilerin de sömürgeci tutumun bir yansıması olduğunu dile getirmiştir. 136 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Nevâl es-Sa‘dâvî, Memoirs From The Women’s Prison, Çev. Marilyn Booth, USA, University Of California Press, 1995. 137 bkz.: yuk. s. 114-115. 137 Nevâl es-Sa‘dâvî, eserleriyle Mısır’da kadınlara ve feminizme yeni ufuklar açmıştır. Tarihsel olarak ikinci dalga feminizm ile özdeşleşen es-Sa‘dâvî, sosyal, ekonomik ve kültürel köklü değişimler olmasını arzulamıştır. Günümüzde Mısır’da da yaşanan Arap Baharı hakkında çocukluğundan beri hayali olduğunu dile getirmiştir. Badran’ın da ifade ettiği gibi; Doktor es-Sa‘dâvî, kadınlara uygulanan her türlü baskıya ve özellikle cinsel çifte standarda karşı çıkmıştır. Mısır’daki pek çok kadını bilinçlendirilmesini sağlamıştır. Çalışmalarıyla bir dönem kadın öğrencilerde demokratik oluşum bilincinin yükselmesine katkıda bulunmuştur. Ancak kendisi, tabu olan bir alana girdiği için yoğun eleştiriler almıştır. Yanlış anlaşılmalar sonucu, es-Sa‘dâvî feminizmi kadınların ahlaksızlığını desteklemek ve dini sınırlardan çıkmakla ilişkilendirilmiştir. Dahası, feminizm hareketi başlı başına bunlarla algılanmaya başlanmıştır. es-Sa‘dâvî, cinsel istismarlara dikkat çekerken; yeni doğan İslamcı hareket örtünmeye geri dönüşü savunarak kadınların zayıf ve aynı zamanda tehlikeli cinsel varlıklar olmaları üzerine vurgu yapmıştır. İslamcılar ve diğer muhafazakârlar feminizmi cinsel özgürlükle ilişkilendirmişlerdir ve bu ilişki hâlâ daha kırılamamıştır. Feminizm Mısır’da halen aşırı uç bir hareket olarak görülmektedir. Bu tutumda es-Sa‘dâvî’nin etkin bir rolü olduğunu söylemek mümkündür. Eserlerinde seçtiği kahramanlar ve olay örgüsü, Mısır’daki feminizm algısında etkili olmuştur. Ancak es-Sa‘dâvî’nin eserleri ve cesur kişiliğinin Mısır feminizminin uluslararası düzeyde tanınmasında ve duyulmasında da önemli bir işlevi olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu sonucun karşılıklı bir etkileşim ile sağladığı yararlar çoktur. Farklı ülkelerdeki kadınların ve sorunlarının çözümü için ortak bir hareket takip edilip, büyümesi ve güçlenmesine katkıda bulunabilir. Nevâl es-Sa‘dâvî, tüm dünyada tanınan bir feminist yazardır. Eserleri geniş bir okuyucu yelpazesine sahiptir denilebilir. Bu ilginin, eserlerinde ele aldığı ve incelediği konuların, kadın bir doktor tarafından ve bilimsel yöntemlerle açıklamasından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Nevâl es-Sa‘dâvî, Mısır toplumuna karşı ifadeler kullandığı ve diğer feminizm savunucularından farklı bir noktaya vurgu yaptığı için dikkat çekmiştir. 138 Mısırlı yazarın eserleri kurgu bakımından ele alındığında belirli konular üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Kadın kahramanlar, toplumda uygulanan ezme biçimlerine nasıl ve ne ölçüde maruz kaldıkları yaşanmış örneklerle okuyucuya sunulmuştur. Eserlerde görülen uzun mekân tasvirleri ruhsal durumlarla ilgili olarak değişiklikler göstermektedir. Romantizm etkilerinin görüldüğü bu tasvirlerde olumlu bir hava veren doğa tasvirlerinin yanı sıra olumsuzluk ifade eden karanlık tasvirleri de yer almaktadır. Roman sanatının tarih, sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi çeşitli disiplinlerin bir bileşimi olduğunu ifade eden Mehmet Tekin, tasvir ile daha da güçlendiğini ileri sürmüştür.138 Burada es-Sa‘dâvî’nin tasvir yoluyla okuyucuyu metnin içine çekme arzusu olduğu söylenebilir. Kadın kahramanların ele alınışında bir esas gözetilmiştir. Kadın, sosyo-kültürel hayat ve ekonomik koşullar içinde ahlakî bir sorun olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda es-Sa‘dâvî eserlerinde metinlerarasılığı görmek mümkündür. Bu duruma, Kadının Cennette Yeri Yok’ta öldükten sonra eşlerin cennette buluşacağı inancına ve erkeklere vaat edilen hurilere139 gönderme yapılması örnek olarak gösterilebilir. “Kendini tabutun içinde, ipek bir kefene sarılı buldu. Cenaze töreninin ardından annesinin kurt ulumasını, ya da tren düdüğünü andıran feryadını duydu: “Cennette kocanla buluşacaksın Zeynep…” … Kapı kapalıydı. Yavaşça elini uzatıp kapıyı itti. Yatağın dört direğini ve direklere asılı perdeyi gördü. Ortada geniş bir yatak, yatağın üzerinde de damat gibi oturan kocası vardı. Kocasının sağında bir kadın vardı. Solunda bir başka kadın. İkisi de beyaz tenlerini ortaya seren şeffaf elbiseler giymişlerdi, gözleri hurilerin gözleri gibi ışık doluydu. Kocasının yüzü ona dönük değildi, demek ki onu görmemişti. Eli hâlâ kapının üzerindeydi. Kapıyı arkasından çekerek kapattı. Kendi kendine: “siyah bir kadının cennette yeri yok,” diyerek dünyaya geri döndü.”140 Nevâl es-Sa‘dâvî, eleştirilerinde dini kuralların ataerkil fonlar olduğunu sürekli vurgulamıştır ve bununla ilgili eserlerinde bu durumu kanıtlar nitelikte atıflar ve göndermeler yaparak metinlerarasılığı kullanmıştır. 138 Mehmet Tekin, Roman Sanatı I: Romanın Unsurları, 10. bs.,İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2012, s.225-226. 139 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Nevâl es-Sa‘dâvî, Kadının Cennette Yeri Yok, s. 99-106. 140 Nevâl es-Sa‘dâvî, Kadının Cennette Yeri Yok, Çev. Begüm Kovulmaz, Esin Eşkinat, 2. bs., İstanbul, Everest Yayınları, 2008, s.104-106. 139 III. BÖLÜM 3. DUYGU ASENA VE NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’NİN FEMİNİZM İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ Feminizm; kadın haklarından biri olan eğitim konusu üzerinde önemle durmuş ve bu konunun ayrıntılı olarak tartışılmasına yol açmıştır. Eğitim konusu bu çalışmamızı oluşturan iki yazarın da irdelediği sorunların başında yer almaktadır. Duygu Asena ve Nevâl es-Sa‘dâvî eğitim ile ilgili benzer görüşleri savunmaktadırlar. Asena, eğitim yoluyla meslek sahibi olabilecek kadınların ekonomik özgürlüğe kavuşarak bağımsızlıklarını da elde edebileceklerini ve bunun önemini vurgulamıştır. es-Sa‘dâvî ise bununla ilgili olarak görüşlerini dile getirirken öncelikle babasından şu ifadeleri aktarmıştır: “Parlamentoda zorunlu eğitime karşı olan üyeler vardı. Paşa Badraoui Ashour adında biri parlamento oturumunun birinde ayağa kalkmış sesini yükselterek ”Beyler, ücretsiz eğitim mavi gallebeyalıları ütülü kıyafet giyen insanlara çevirir. Eğer köylülerin çocukları eğitilirse, kazma kürek tutmak zor gelmeye başlayacaktır” demiştir. Başka bir paşa Waheeb Doss da: “Fakir çocuklarını eğitmek sosyal açıdan çok tehlikeli ve psikolojik isyanlara sebep olacaktır” diyerek bu görüşe katıldığını belirtmiş, üçüncü paşa Ta’lat Harb da “ eğitim ufku açar ve bu ülkeye ve hükümete tehlike oluşturur.”1 Nevâl es-Sa‘dâvî eğitime önem veren bir babanın kızı olarak yetişmiştir. Çünkü onun babası da eğitim sayesinde köyde çiftçi olarak yaşamamış ve saygınlık kazanmıştır. Fakat Mısır’da halkın genel eğilimi erkekleri okutup, kızları kaderine terk etmek biçimindedir. Mısır’daki bu eğitim sistemini eleştiren es-Sa‘dâvî, örtünme ile eğitim arasında bir ilişki kurarak bu konudaki görüşlerini belirtirken, peçenin Kur’an-ı Kerim’de yer almadığını ifade etmiş, Mısır’daki eğitim sisteminin, aklı ve mantığı peçelemeye yönelik olduğunu ve bunun engellenmesinin gerektiğine dikkat çekmiştir. Burada Mısır’ın çok önemli ve etkili bir kurumu olan el-Ezher’in söylediği “peçe takmak dini bir gerekliliktir” ifadesinin de dinî değil siyasi bir açıklama olduğu görüşündedir. 1 es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 101-106. 140 es-Sa‘dâvî’nin feminizm anlayışı bazı yönleriyle diğer Mısırlı feministlerden farklılıklar göstermektedir. ‘Feminizm, ataerkil güçlere ve sınıf baskısına karşı mücadele etmektir’ görüşünü savunan es-Sa‘dâvî, sömürgeden kurtulmuş bağımsız bir ülkede yaşamanın önemine değinmektedir. Mısır’daki çoğu kadının feminizmi yanlış anladıklarını, onlara göre feminizmin erkek egemenliğine karşı çıkmaktan ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Hâlbuki es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’l-ġurbe (Kadın ve Gurbet) adlı eserinde de belirttiği gibi peçe ya da cilbâb* ne inanışın ne de Arap kültürü ve karakterinin bir parçasıdır. Makyaj yapan, dar kotlar ve topuklu ayakkabı giyip aynı zamanda peçe takan kadınlarda farkındalık eksikliği olduğunu, bu kadınların da sömürgenin bir parçası ve tüketim kültürünün esiri olduklarını ifade etmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin, İslâm ve kadın konusuna bakışını ataerkil düzenin sonuçları bağlamında açıklamak mümkündür. Üç semavi dinin de ataerkillik paydasında birleştiğini ifade etmektedir. Buradan yola çıkarak İslâmiyet bir din olmasının ötesinde tarihsel bir süreç ve toplumsal bir olgudur. es-Sa‘dâvî’nin feminizm görüşü, bu düşüncelerin ötesinde Arap kadınının İslâmiyet ile değer kaybetmesi ya da yüceltilmesi haricinde ekonomik, sosyal, siyasal ve tarihsel bağlamda ve kendi şartları içinde değerlendirilmesi yönündedir. Bununla birlikte yazar, kadının iki türlü sömürüye maruz kaldığını dile getirmektedir. Birincisi bedenen sömürü, diğeri ise sınıfsal olarak erkekler tarafından sömürülmeleridir. es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde, genel olarak fakir kadınların sömürüye maruz kalmasını ve bu kadınlar üzerinde kurulan baskıyı görmek mümkündür. Kendine has üslubuyla ve açık bir şekilde yaptığı dine ve Arap toplumuna dair eleştirileri, onu diğer feministlerden ayıran en belirgin özelliklerinden biridir. Mısır’daki geleneksel feminizm anlayışının, orta ve elit sınıfa ait kadınların çıkarlarının korunmasına yönelik yürütüldüğünü ileri süren es-Sa‘dâvî, ilerici görüşe sahip gruplar arasında ayrılıklar olduğunu, ülke çıkarları için bu grupların birleşmeleri gerektiğini de belirtmiştir. Ayrıca Enver Sedat döneminde takip edilen reformlar yerine toplumun yeniden yapılandırılması ve tam özgür kılınmasına yönelik bir feminizmin gerekliliğini savunmuştur. Sömürgeden arındırılmış özgür bir toplum ifadesinden hareketle es-Sa‘dâvî, kendi feminizm görüşü içinde toplumsal kimliğin de * Bir tür örtü, çarşaf, elbise. 141 korunmasından yana bir tavır sergilemektedir. Örneğin; Arap dili toplumsal bir kimliktir ve ciddiyetle korunması gerekmektedir. Kendini Mısır ve Arap toplumunun insanlarını eğitmeye adayan es-Sa‘dâvî, Arap dili ile ilgili, bu dili bir eğitim aracı olarak gördüğünü dile getirmiştir. Bu nedenle de eserlerini Arapça yazmaktadır ve sonradan bu eserlerin diğer dillere çevirileri yapılmıştır. Dinî ve siyasi çekişmelerin bir kenara bırakılıp, kadınların da eğitildiği bir toplumda aslî köklere sahip çıkılması çok önemlidir. Felsefe, tarih ve din bilimleri konusunda herkes gerçek bilgi sahibi olmalıdır. Burada es-Sa‘dâvî’nin asıl vurgulamak istediği yine sömürgeciliğe karşı çıkan bir hareket olması gerektiğidir. Çünkü ahtapota benzer şekilde yayılan ve her şeyi kapsayan küreselleşme ve Amerikan sömürgesi, silahlanmadan sinema sektörüne, dizi filmlerden doğum kontrol haplarına kadar büyük bir pazar halini almaktadır. Bu durum da bütün ülkeleri, ekonomik üretimlerini yok etmenin yanı sıra kültürlerini ve bağımsız kimliklerini de yok etmeye yönelik olarak tehdit etmektedir.2 Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre Arap toplumunda kadın kadar erkek de baskı altında ve yoksunluk içindedir. Kadının özgürleşmesi kadar erkeğin bağımsızlığı önem arz etmektedir. Çünkü toplumsal yaptırımlar ve süregelen âdetler erkeği de bağlamaktadır. Bu da kendine güvensizliğe sebep olmakta ve kadına yetememe duygusunu geliştirebilmektedir. Buna bağlı olarak kadının başka erkeklere ilgi duyabileceği fikri ve endişesi erkeklerde sıkıntılara yol açmaktadır. 3 Yunan bir şairin bir hayat kadını için yazdığı şu beyit bu durumu açıklamaktadır: -altı kuruşa satın alıyorum seni ey Atina’nın baştan çıkarıcısı -kollarında ne korku, ne darlık ne de sıkıntı hissetmiyorum4 Duygu Asena, kadını toplumsal bir bağlam içinde sosyal rolleri ve görevleri bakımından ele alıp bir roman kahramanı veya kişisi olarak okuyucuya sunmuştur. Burada kadının değişen rolleri yine kadınlar üzerinden ve onların ağzıyla aktarılmıştır. Kadının yaşadığı hissel yahut düşünsel tüm değişimler, toplumun gündelik hayatı yaşayış şekliyle verilmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî ise kadını, sosyal, 2 Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’l-ġurbe, Kahire, Dâru’l-me‘arif, (t.y), s. 14-15. Nevâl es-Sa‘dâvî, er-Raculu ve’l-cins, s. 409-410. 4 es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti…, s. 412. 3 142 siyasal ve ekonomik sorunlarıyla ön plana çıkararak kadınların değişim taleplerinin toplumun erkekleri tarafından ahlaki bir sorun olarak algılandığını ifade etmiştir. Her iki yazar da kadınların güçlenerek eski kadın imajını yıkmalarından yanadır. Buna örnek olarak kadının sömürülmesinin bir biçimi olan medyada kullanımı ve cinsel obje olarak algılanması verilebilir. Kırmızı ruj ve topuklu ayakkabı ile simgeleşen kadın bedeni çıplaklıkla birleşince, kadınla ilgili kalıplaşmış yargıları pekiştirmektedir. Nevâl es-Sa‘dâvî, kadının ancak bilgi ve eğitimle kalıcı ve olumlu yönde değişeceğini, giyim ve makyaj başta olmak üzere kapitalist sistemin bir parçası olduğuna işaret etmiştir. Bu konuda Duygu Asena’nın eserlerinde kadınlarının, bakımsız olduğunu söylemek zordur. Aşırıya kaçmayan ancak özenli kadınlar oldukları, dış görünüşlerini önemsedikleri görülmektedir. Bu tür bir seçim için Asena’nın özellikle güzel kadınları seçtiğini söylemek mümkündür. Çünkü güzellik dikkat çekicidir. Herkes güzele sahip olmak ister, toplum olarak da erkekler gözünden de güzel kadın önemlidir. Duygu Asena, Kadınca dergisini çıkardığı yıllarda kadının cinsel obje olarak kullanılmasına karşı olarak birkaç girişimde bulunmuştur. Derginin haberlerinden birisi, Amerika’da bir kulüpte kadınlara striptiz yapan erkekler konu edilmiştir. Ayrıca “Playgirl” dergisinden bir haberle kadınlar arasında bir haber yapılmıştır. Bu haberde kadınlara, çıplak erkek fotoğrafları gösterilerek düşünceleri alınmıştır. Bu resimlere kadınların tepkisi, erkeklerin aksi yönde cevaplar olmuştur. Bu noktadan yola çıkarak her türlü sömürüye dikkat çekilmiş, karşı çıkılmıştır. Asena ve es-Sa‘dâvî, feminizm konusunda büyük ölçüde kendi hayatlarından örneklerle düşüncelerine yön vermişlerdir denilebilir. Her iki yazarın eserlerinde kendi yaşadıklarından izler okumak mümkündür. Asena, Kadınca dergisini hazırladığı yıllarda kendisine ayrılan bir sayfanın düşüncelerini ifade etmek için yetmediğini fark edip yazmaya karar verdiğinde kendi hayatından hareket ettiğini belirtmiştir. “Bir gün oturdum, işyerindeki bilgisayarda yazmaya başladım ve dedim ki, kendi hayatımdan yola çıkacağım. Çünkü ancak kentli kadını yazabilirim. Anadolu kadınını henüz bilmiyorum. Kentli kadını yazacağım; kentli kadının ortalamasını ben zaten yaşadım… Buradan yola çıkıp, onu kurgulayacağım… 143 Anadolu’dan, büyük şehirlerden çalışan-çalışmayan, evli-bekâr her kesimden, yüksek öğrenimli ya da değil, her kadın benzer sıkıntıları yaşıyordu. Onlara, “yalnız değilsiniz, kurtulabilirsiniz!” ”5 duyguları, yazılarında ve feminizm mücadelesinde etkili olmuştur. Bu noktadan hareketle Asena’nın, feminizm görüşü şekillenmiştir. Kadınca dergisi yayım hayatı boyunca, her kesimden kadınla görüşmüş, farklı hayatlardan benzer sorunları dinlemiştir. Bu sorunlar ortak yanı; baba, koca, patron ya da diğerleriyle kadının maruz kaldığı gelenekten kaynaklanan ve gelenekselleşen baskısıdır. Bu baskı durumundan kurtulmanın tek yolu olan itaat ve uyum, kadın için vazgeçilmez ölçüt kabul edilmiştir. Kadının görevi hakkına düşenle mutlu olmak ve her şeyi olduğu gibi kabul etmektir. Kadın hastalıkları ve kürtaj kadınlar için en zor durumlardan; boşanmak ise bir eksiklik olarak kabul edilmektedir. Benzer sorunları es-Sa‘dâvî eserlerinde de okumak mümkündür. Kadın cinselliği Mısır’da kadınların önde gelen sorunlarından biridir. es-Sa‘dâvî’nin doktor oluşu nedeniyle birçok kadınla görüşmüş olması ve benzer sorunları dinlemiş olması Asena ile benzerlik göstermektedir. Mısırlı yazar, yazarak kadın bilinci uyandırmayı seçmiştir. Buradan hareketle, Asena ile aynı görüşte denilebilir. Çünkü es-Sa‘dâvî, Asena gibi gerçekleri göz önünde tutmak ve sorunlara dikkat çekmek istemiştir. Yazarların ikisi de baskın olan adalet duyguları neticesinde haksızlıklara karşı çıkmışlardır. Asena feminizm görüşünü açıklarken, hiçbir ideolojiyi benimsemediğini belirtmiştir. Çünkü kadın olmak, herhangi bir yönetim biçimi ile ilgili ve bağlantılı değildir. Ne sosyalizm ne de radikal görüşler kadınların sorununu çözemez, şeklinde düşünmektedir. Kadınca dergisinin yayımı için araştırırken kadın ile ilgili pek çok konuda bilgi sahibi olmuştur. Kadınlarla ilgili eşitsizlik, haksızlık durumlarının yaygınlığını görünce bu konuyu daha güçlü savunmuştur. Bu arada es-Sa‘dâvî gibi, bu konuda uzmanlaşmış ve öne çıkmaya başlamıştır. Duygu Asena feminizm görüşü açısından kadını ele alış tarzı bireyselliği ön plana çıkarır özelliktedir. Kadın sorunları toplumu ilgilendiren ve parçası olan konulardır fakat Asena, kadınların kurtuluşunu bireysel gayret ve başarıya bağlamıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî, Arap kadınının sorunlarını din, ahlak, siyaset, felsefe, 5 Emel, Coşkun, a.g.e., s. 117. 144 tarih, iktisat ile bedensel ve ruhsal sağlık olarak birçok konuyla ilintili ele almıştır. es-Sa‘dâvî’ye göre kadın sorunu sosyal ve kültürel çeşitli alanlarla iç içedir. Ahlak, temizlik ve din adına kızların ve erkeklerin sünnet edilmesini, komşularının kızının bir adam tarafından kandırıldıktan sonra kendini yakmasını, evlilik dışı hamile kalan kızın kendini nehre atmasını ya da düğün gecesi bekâretini ispatlayamadığı için babası tarafından öldürülen kızın durumunu da bütün sosyal alanlarla bağlantılı görmektedir. Ayrıca toplumun her alanında sevgiden söz edilirken, bir genç kız âşık olduğunda büyük bir suç işlemiş sayılmaktadır. 3.1 DUYGU ASENA’NIN ESERLERİNDE İÇERİK 3.1.1 AİLE UNSURU Kadının Adı Yok adlı eser ile başlayan ve bazı görüşlere göre elit feminizm olarak da adlandırılan Duygu Asena’nın feminizmi, Türkiye’de yeni bir dönemi açmıştır. Asena, bu eserde aile olgusunu, herkesin bildiği, çekirdek aile yapısında ele almıştır. Muhafazakâr bir baba, babanın sözünden çıkmayan bir anne ve çocuk yaşta cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan iki kız evlat… Okuyucu bu eserde tipik bir baba karakteri ile karşılaşmaktadır. Aslında bu eserde herkes ayrı bir tiptir. Fakat kendisine dikte edilen ve anlamsız bulduğu kurallara karşı çıkıp sorgulayan evin büyük kızı kahraman olarak okuyucuya sunulmuştur. Aile kavramı çerçevesinde eseri incelediğimizde klasik bir Türk aile yapısı ortaya konulmuştur. Bu eserde Asena, aile içi ilişkileri ele almıştır. Bunlardan biri babanın aile bireyleri ile iletişimidir. Sert görünüşlü, otoriter bir baba, kendi kuralları ile eşini ve kızlarını kısıtlamaktadır. Asena bu durumu şu ifadelerle aktarmıştır: “babam hepimize, her şeyimize karışıyor. Anneme bile zaman zaman kızıyor. “geç kalma” diyor, “nereye gidiyorsun, kaçta geleceksin, kaç lira harcadın, kaça aldın”6 Eserlerde anlatılan ailelerde, herkesin yaşamış olduğu bir hikâye konu edilmiştir. Tek 6 Duygu Asena, Kadının Adı Yok, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş, 64. bs., 2008, s. 10. 145 otorite ve karar mercii babalar, başkalarına göre yaşayan, kendilerini feda eden anneler ve annelerinin kaderini yaşayan kızları… Asena genel olarak eserlerinde şehirde yaşayan aileleri ve o ailenin kadınlarını incelemiştir. Bu kadınlar bazen kendi aralarında çatışmalar yaşamaktadırlar. Örneğin Aslında Özgürsün eseri, biri evli ve ev hanımı diğeri bekâr ve iş kadını iki kadını ele almaktadır. Eserde klasik aile hayatını ve yalnız yaşayan şehirli kadınların hayatlarını okumak mümkündür. Böylece farklılıklara dikkat çekilmiştir. Aşk Gidiyorum Demez eserinde, kadının aile içindeki yükü ve rolü üzerinde eleştiriler okumak mümkündür. Bu eserde de iki farklı kadının hayatı ele alınmıştır. Asena eserlerinde biri evli diğeri bekâr kadını seçerek bilinçli bir vurgu yapmıştır denilebilir. Bu sayede aile içi ilişkiler, toplumda yaşananlara benzer şekilde okuyucuya verilmek istenmiştir. Aile kurmak, Türk toplumunda yaygın olarak kullanılan ifadelerden biridir. Paylaşıma dayalı bir birlikteliktir. Bireylerin sorumlulukları vardır. Fakat toplumsal cinsiyet ayrımına göre aile içi görev ve sorumluluklar da cinsiyetlere uygun şekilde kadın ve erkek arasında pay edilmiştir. Bu paylaştırmada en büyük pay kadına düşmektedir. Erkekten evin geçimini sağlaması beklenirken, kadın bazı durumlarda hem ev içi he de ev dışı sorumluluk almıştır. Yani kadının çalışıyor olması ev yükünü azaltmamış aksine daha ağırlaştırmıştır. 3.1.2 BABA KARAKTERİ Türk toplumunda ve aile yapısında babanın büyük bir önemi ve ayrı bir yeri vardır. Sadece baba değil, ata olarak adlandırılan tüm büyüklerimiz değerlidir. Cennet annenin ayakları altına serilmişken, babanın duası da bedduası da kabuldür, denilerek babanın da önemi vurgulanmıştır. Geleneksel aile yapısı ve toplumsal kurallar, babaya saygıya ayrı bir önem vermiştir. Sofrada başköşe ona ayrılmıştır. Türk aile yapısında geniş aile bilinci ile genelde büyük sofralar kurula gelmiştir. Misafirlerin katıldığı zamanlarda önce çocuklar yedirilmiş, misafire ve erkeğe ayrı bir özen gösterilmiştir. 146 Asena, Kadının Adı Yok adlı eserinde babayı muhafazakâr bir baba olarak seçmiştir. Baba, evin geçimini tek başına çalışarak sağlar. Kızları ve eşi için görünmez sınırlar çizmiş, onları kısıtlayarak güvenliklerini sağladığını düşünmüştür. Burada Asena’nın kendi özyaşam öyküsünden yola çıkarak muhafazakâr bir baba seçtiği sonucuna varılabilir. Bir kadının hayatındaki ilk erkeğin babası olması düşüncesinden hareketle, kadınların hayatları ve kişiliklerinde babalarının sözleri ve davranışları etkilidir. Asena’nın babası da aşırı korumacı tavrı ile Türk aile yapısına paralellik göstermekte ve eserdeki baba karakteri üzerinden eleştiriler yapılmaktadır. Aynı eserde baba, küçük kızının gözünden güçlü olarak görülmektedir. Çünkü paranın sahibidir. Babasının davranışlarını irdeleyen kız, bu durumu erkek olmaya ve para kazanmaya bağlayarak, kadının ekonomik özgürlüğe sahip olmasının önemini vurgulamıştır. “Babamın çok parası var, annemin yok, bizim de yok, hepimize babam para veriyor. Sanırım parayı o verdiği için her şeye karışıyor, para çok önemli.”7 Bu eserde baba, evin reisi konumundadır. Kızlarıyla ilgili her konuda baba karar vermektedir. İlkokulda birlikte oturacağı sıra arkadaşının kim olacağına, hangi liseye gideceklerine baba karar vermiştir. Onlara en uygun olarak özel bir kız lisesi seçmiştir. Bu seçimde çeşitli faktörlerin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin ailenin maddi durumu buna olanak sağlamıştır denilebilir. Ayrıca muhafazakâr olması da önemli bir unsurdur. Son olarak da ailenin kızlarına güvenmemesi sayılabilir. Babanın kızları ile en büyük sorunu iletişim kur(a)mamasıdır. İletişim sadece babalar ve kızlarının ilişkilerinde değil, toplumu oluşturan bireylerin tüm ilişkilerinde vazgeçilemez bir unsurdur. Aşk Gidiyorum Demez adlı eserde iletişimsizlik üzerine gelişen bir durum bütün ayrıntıları ile okuyucuya şöyle aktarılıyor: Çocuğu ile ilgili titizlenen Selin, bakıcısına çocuğuyla alakalı her durumdan haberdar edilmek istediğini belirtir. Kendisi çalışan bir annedir. Baba da çocuğuna oldukça düşkündür fakat anne ve babanın çocukla ilgili önem arz eden durum algıları farklıdır. Bakıcının evham yapıp anneyi araması, annenin iş yoğunluğu üzerine durumdan babayı haberdar etmesi ve babanın da yetiştirmesi gereken köşe yazısının öne geçmesi… Anne ve baba arasında geçen telefon 7 Asena, Kadının Adı Yok, s. 11. 147 görüşmesinin ardından anne, erkeklerin hiç bir şey olmamış gibi davranmalarını, vurdumduymaz olmalarını ve bir durumdan diğerine kolayca ve iz bırakmadan geçebilmelerini eleştiriyor.8 Kadınlar yaşadıkları olaylar karşısında erkekten aynı ilgi ve tepkiyi bekliyorlar. Bu beklenti gerçekleşmeyince de kendilerinin şımarıklık ettikleri düşüncesine kapılıyorlar. Böyle durumlarda anne-babanın ve çevredekilerin tutumları da etkili oluyor. Aileler genelde yapıcı olmak adına iyi bir eş ve ilgili bir baba olduğu yorumunu yapıyorlar. Çocukların gözünden babaları farklı zamanlarda farklı açılardan değerlendirilir. Bazen ailesi için çok çalışması fedakârlık olarak algılanır bazen de çocuklarla çocuk olamadıkları, sevgilerini açıkça ifade etmedikleri için eleştirilirler. Buna benzer bir örnek, Değişen Bir Şey Yok adlı eserde tüm açıklığıyla okuyucuya sunulmuştur. “Belki de babalarımız trompet çalıp dans etselerdi, çocuklarını kucaklamayı da bilirlerdi. Eğer babalarımız kendilerini erkeklik duygularının içine hapsetmeyip bir şeyler bestelemeyi deneselerdi, evde hoplayıp zıplamayı küçüklük saymasalardı, ortalıkta kucaklanmaya hasret, şefkat yoksunu bunca insan birikmezdi.”9 Babalara büyükleri tarafından öğretilen bu davranışlardı. Üstelik bunlar toplumdan öğreniliyor, anneler aracılığı ile pekiştiriliyordu. Soğuk yüzlü, asık suratlı, sevip okşamayan, erkekliği duygularını belli etmemekte gören babalar… Duygu Asena, aynı baba tipini Paramparça adlı eserinde de ele almıştır. Kahramanın babası “…sıradan, eski Anadolu erkeklerinden, despot, soğuk, çok sert, çocuklarını asla kucağına almıyor, sevip okşamıyor, konuşmuyor bile. Sevgisini göstermesi ayıp gibi. Onu kahvehanelerde hatırlıyorum, yüzünü bile görmüyoruz çoğu zaman. Hâlâ da bilemem, içinde bize karşı bir sevgi var mıydı, vardı da gösteremiyor muydu?”10 Ebeveynlerin bu tavrı ilerleyen yıllarda çocuklarının sorunlarının kaynağını teşkil edebiliyor. Zaten eserlerdeki kahramanlar, en çok baba sevgisini göremediklerinden yakınıyorlar. Hatta böyle bir sevginin varlığından bile 8 Duygu Asena, Aşk Gidiyorum Demez, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş., 2008, s. 42-46. 9 Duygu Asena, Değişen Bir Şey Yok, İstanbul, 43. bs.,Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.A.Ş., 2007, s. 82-84. 10 Duygu Asena, Paramparça, 16. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.A.Ş., 2012, s. 27-28. 148 şüphe duyuyorlar. Çocukluklarını bir yandan eksik yaşayan bireyler daha sonra bu açığı kapatmak için karşılarına ilk çıkana gönüllerini ardına kadar açıyorlar. Tecrübesizlik ve yoksunluk duygusu, bu kişilerin yanlış insanları tanıma ve ayırt etme yetisini ortadan kaldırmada büyük rol oynuyor. İster kız ister erkek olsun her çocuk için baba sevgisinin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Ebeveynler çocuklarının ilk rol modelleridir. Duygu Asena’nın eserlerinde baba karakteri genel olarak klasik Türk aile yapısına uygun davranış rolleri sergilemişlerdir. Kızlar, otoriter babalarının baskısından kurtulmak için evlenmeyi kurtuluş olarak görmüşlerdir. Evlenmeden önce görmedikleri ve bilmedikleri baba sevgisini ne yazık ki evlendikten sonra keşfedebilmişlerdir. Babaların, kızlarını hedefleri ve istekleri konusunda engellemeleri, kızların ise tüm yasaklara ve kısıtlamalara rağmen bir üniversite diploması sahibi olmaları, babaların yüzüne bir gurur olarak yansımıştır. Kadının Adı Yok, Asena’nın ilk ve çok eleştiri alan eseridir. Bu eleştirileri oklarına baba figürüne karşı hissettiklerini yazmasından dolayı maruz kaldığını ifade ediyor. Asena, eserinde babasının arkadaşlarına karşı tavrını şöyle dile getiriyor: “arkadaşlarımız hep bizim bahçeye geliyor. Kızları da erkekleri de çok seviyorum, aralarında hiç ayrım yapmıyorum. Ama babam yapıyor… Babam gözlerini dikmiş camdan dışarı, bize bakıyor. O kadar kızgın ki, bakışlarından ateş saçıyor, yüzü maske gibi ve çok korkunç. Oğlanlar babamdan korkuyorlar. Kızlar korkmuyorlar çünkü babam kızlara kızgın bakmıyor.”11 Babasının bu tavrı, çocuk zihninde anlam veremediği sorular oluşmasına sebebiyet veriyor. Kitapta baba karakterine karşı duyduğu öfkeyi dile getirmek için kullandığı ifadeler, Asena’nın belirttiğine göre onun, babasından nefret ettiği için, aynı zamanda, tüm erkeklere nefret duyan biri olduğuna dair etiketlenmesine yol açmıştır. Duygu Asena bu iddiaları kesin olarak reddetmiştir. Hastalığı döneminde biyografi olarak hazırlanan eseri Ben Duygu, Asena’nın feminizmini anlamak için okuyucuya önemli mesajlar vermektedir. Sevgisini göstermediği için eleştirdiği babasının, aile reisliği algısını şu şekilde dile getirmiştir: 11 Asena, Kadının Adı Yok, s. 7. 149 “pikaplar, teypler çıkar, ilk bize gelir. Saç kurutma makinası çıkar, ilk biz alırız… Teyple oynarız. Bütün mahallenin çocukları bizde, müziği açar, mahalleye yayın yaparız. Babam böyle şeylere her zaman olanak sağlardı, biz memnun olalım diye. Ama hep böyle parasal mutluluklar. Yemekte eti, sebzesi, böreği, tatlısı, meyvesi mutlaka olurdu. ”12 Daha önce değinildiği gibi, çocukluk döneminde anne-babadan beklenen tek şey koşulsuz sevgi ve ilgidir. Fakat ataerkil toplumlarda bu durum çok kolay değildir. Uzun yıllardır öğrenilen katı görünüşlü tavrın aşılması zaman almıştır. Babalık ya da evin reisliği görevlerini yerine getirme koşulu, eksikleri tamamlamak olarak görülmüştür. Bu arada sevgi ihtiyacı görmezden gelinmiştir. Bu ifade ile çocukların sevilmemiş oldukları algısı kastedilmemektedir. Aksine sevginin gösterilmemesi, tatlı bir söz söylenilmemesi, sıcak bir dokunuşun hissettirilmemesi ifade edilmektedir. Asena, Kadının Adı Yok ve Ben Duygu isimli eserlerinde, babaların çocuklarını koruma ve kollama amacıyla aslında onları kısıtlayarak yalana yönlendirdiklerini de ele almıştır. Her iki kitap yazardan da izler taşıdığı için kendi hayatından örnekler ile süslenmiştir. Arkadaşlarının doğum günlerine gitmek için kendi evlerinin üst katından telefonla aramaları, sadece kız kıza olacağız demeleri, denize gidip balkonda yanmışız ifadeleri yasaklamalar sonucu babasına söylenen yalanlardan bazılarıdır. Eserlere konu edilen baba karakterlerinden biri, çocuklarla arasına görünmez engeller koymuş, duvarlar koymuş, sevdiğini hiç göstermemiş ve korku yoluyla saygı duymalarını sağlamış babalardır. Bu baba tipini özellikle Kadının Adı Yok ve Paramparça isimli eserlerde okumak mümkündür. Annelerin aksine babalar, sevgilerini bastırmış olarak okuyucuya verilmiştir. 3.1.3 CİNSELLİK Cinsellik konusu ve bununla ilgili davranışların düzenlenmesi, toplumdan toplumlara değişiklik göstermekle beraber belirli siyasi, sosyo-ekonomik, kültürel ve 12 Emel, Coşkun, Ben Duygu, s. 41. 150 dini kurallara bağlı bir tutum sergilemektedir. Yasalar ve dini hükümler, toplumsal tabular, ülkelerin siyasi ve ekonomik durumları, kültürel birikimleri, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve başka birçok etken, cinsel hayatın yaşanması ve biçimlendirilmesinde rol oynamaktadır. Modernleşme ve Müslüman toplumların batılılaşma çabaları, cinsel yaşamı geleneklere bağlı yapısından ayıramamıştır. “Türkiye Cumhuriyeti’nde başlatılan modernizasyon hamleleri, daha çok üst sınıflardan kadınlar için geçerli olsa da, kadınların kamusal alana girişini kolaylaştırmıştır, ama kadınların cinsel davranışlarına yönelik davranış kuralları, hareketliliklerine getirilen “içselleştirilmiş” kısıtlamalar için bir mekanizma olarak kullanılmaya devam etmiştir.13 Modernizm ve feminizm savunucuları kadınlar, toplumun her alanında eşitliği ele alsalar da cinsellikle ilgili genellikle kaçınarak, öteleyen ve erteleyen bir tutum sergilemişlerdir. Müslüman toplumlarda kadının cinsel ve bedensel haklarının önemi hususunda olumlu çalışmalar yapılmasına rağmen hala bir takım eksiklikler görülmektedir. Buna bağlı olarak cinsellik denilince akla ilk gelen kavramlardan biri “evlilik”tir. Cinsel hayatı, kurallarla ve baskı ile denetim altına alınan kadınların, cinselliği evlilik kurumu dışında yaşaması uygun görülmemektedir. Burada bekâret kavramı da önemli bir yer tutmaktadır. Modernleşen kadınlar ve onların modern hayatlarına rağmen Türk toplumunda bekâret hala önemini ve değerini korumaktadır. Ne kadar modern bir toplum olunsa da cinsellik perdesi, çevre ve sosyalleşme etkileri ile öğrenildiğinden ve gelenekselliğin yaptırımından önemi korunmaktadır. Bu konu dini olarak ele alındığında, İslâm Dini, kadını ve erkeği eşit tutmuş, her ikisine de zina yapmayı yasaklamıştır. Fakat toplumda yaygın olan genel kanı, cinselliği kadın ile özdeş kelime tutmakta, bütün denetimi kadın üzerinden sağlamaktadır. Kadınların bedenleri ve cinsellikleri kendilerine değil ailelerine, aşiretlerine ya da topluma ait görülmektedir. Kadınların değeri, cinsel isteklerini kontrol etmeleri ile erkeklerinki ise yaşadıkları deneyimlerle anlam kazanmaktadır. Aslında cinsellik doğrudan ve sadece ne kadınla ne de erkekle ilintilidir. Cinsellik, toplumla, toplumun kuralları ve din ile anlam kazanmaktadır. Cinselliğin bu denli çok yönlü ve toplumla iç içe oluşu 13 İpek İlkkaracan, Gülşah Seral, Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, Çev. Ebru Salman, “Kadının İnsan Hakkı Olarak Cinsel Haz: Türkiye’deki Bir Taban Eğitimi Programından Derlemeler”, 3. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 198. 151 onu feminizm ile de birlikte anılır bir kavram kılmıştır. “Kadınların beden ve cinsellikle ilgili algıları, içinde yaşadıkları ataerkil ilişkilerden bağımsız değildir. Ataerkillik, kadınları ikincilleştirir ve ezerken, aynı zamanda, özdeğer duygularını da zedeler. Bu zedelenme, onların kendilerini ezen bir sistemle işbirliği yapmalarını, kendilerini ikincilleştiren değer sistemini içselleştirmelerini anlamaya çalışırken, önemli bir başlangıç noktasıdır.”14 Cinsellik hep gizli bir konu olarak kalmış, kişilere özel olması yönüyle içselleştirilmiştir. Bu kadar çok kadın ile birlikte anılan ve ele alınan bir konunun sadece ataerkil güçler tarafından denetlenmemesi ilginçtir. Cinselliğini toplumun belirlemiş olduğu normlar dışında yaşayan kadınlar, diğer kadınlar tarafından dahi kötü etiketlenmektedirler. Bu durumda; cinselliği dillendiren ve yaşayan kadınlar için toplumsal tepkinin ve yaptırımın nasıl olacağı açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca toplumsal düzen, kadın bedeni ve cinselliğini kontrol altında tutmayı gerektirir. Çünkü cinsel özgürlük toplumsal bir kargaşaya yol açabilir. Duygu Asena ise, tüm bu karşılaşılabilir tepkileri göze alarak cinselliğin yazılması ve konuşulması hususunda öncü bir rol oynamıştır. “Cinselliğin, tarihin bir noktasından (ama görünen o ki; görülemeyecek kadar eski bir noktasından) itibaren baskı altına alınıp, denetlendiği bir gerçektir. Tarihin her döneminde iktidarların “sorun” u haline gelen bu olgu, -hakkında düşünmemiz bile kısıtlandığı içindir belki- biz farkında olmadan bile, çoğumuzun hayatında sorunlu bir yer teşkil etmektedir. Cinsellik; hayatımızın, hakkında en çok kural bulunan parçalarından biridir ve toplumsal normlar aracılığıyla, kadın erkek hepimizin eninde sonunda gidip çarpacağı bir duvardır.”15 Asena’nın eserlerinde ilk göze çarpan ya ailesinden biri tarafından ya da toplumun isteği ile cinselliğini yaşa(ma)dığı gözlenen karakterlerdir. Kadının Adı Yok’ta evin kızları, babalarından gizli saklı erkek arkadaşları ile buluşmuşlardır. Başka bir eseri olan Aslında Özgürsün karakterlerinden Belgin, bir dönem eşinden başka bir erkeğe ilgi duymuştur. 14 Özüm Dinçer, “Namus ve Bekâret: Kuşaklar Arasında Değişen Ne? İki Kuşaktan Kadınların Cinsellik Algıları”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 7. 15 Dinçer, a.g.e., s. 2. 152 Duygu Asena’nın eserlerinde sıklıkla örnek verdiği ve kadın kahramanların yaşadıkları durumlardan biri de cinselliği evlilik içinde ve dışında yaşamış olmalarıdır. Şunu eklemek gerekir ki; “kamusal alanda ciddi, erkeksi, meslek kadını olan ile, özel alanda neşeli, alımlı, bilgili, doğurgan kadın modeli arasında sıkışan ve iş yaşamına katıldığı taktirde de her iki rolü birlikte oynaması beklenen kadınlar için gösterilen yeğane ortak hedef Batılılaşmayla özdeşleştirilen bir modernleşme olmuştur.”16 Feminizmin Türkiye’deki yansımaları Asena’nın da belirttiği gibi; büyük şehirlerde özgürlük adına yapılan hareketlerden, gazete manşetlerinde cinsellik konulu yazılardan ibarettir. Toplumdaki feminizm etkilerini görmek için uzun yıllar gerekir. Çünkü yaşanan değişimler tabu olan konuların ortadan kalktığının bir göstergesi değildir. Cinsellik hâlâ üstü kapalı bir konu alanı ise, hâlâ bu konuda bilinçlendirici eğitimler verilmiyorsa eksiklikler sürüyor anlamına gelir. Bu arada cinsellik gibi tabu olan ve toplumların ayrı bir önem verdiği konu olan cinsellik eğitim de hatırı sayılır büyüklükte bir yer kaplamaktadır. Yanlış bilgiler ve uygulamalar kişinin tüm hayatını etkileyecek olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. 3.1.4 DİN KONUSU Muhafazakâr bir ailede yetişen Duygu Asena eserlerinde din konusuna değinmemiştir. Eleştirilerini kadınları mağdur eden ya da eşitsizliğe sebep olan toplumun gelenek ve görenekleri açısından yapmış, davranışsal durumları din ile ilintilendirmemiştir. Aslında Duygu Asena din konusunda kendi görüşlerini eserlerinde belirtip yorumlamak yerine objektif açıdan toplum davranışı olarak yansıtmayı tercih etmiştir. Eserlerinde göze çarpan evlilik dışı ilişkiler aslında toplumda var olan ve süregelen davranış biçimleridir. Bunları din açısından yorumlayıp, uygun değildir demek yerine yorumu okuyucuya bırakmıştır. Eleştirileri kendisi yapmayarak bağımsız ve tarafsız bir tutumla ele almıştır. Böylelikle okuyucu ve topluma ayna tutarak kendi değer yargılarını değerlendirme imkânı vermiştir. 16 Ayşe Saktanber, “Kemalist Kadın Hakları Söylemi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 2, İletişim Yayınları, C. 2 Kemalizm, İstanbul, 2009, s. 330. 153 Bu hususta Duygu Asena’nın eserlerinde dini duygulara ve yorumlara yer vermemesi, kadın kimliğini öne çıkarmayı istemesinden kaynaklanmaktadır. Kadın ve erkek olmak bir kimliktir. Kişilerin kimliklerini yaşaması farklı bir durum, cinselliklerini yaşaması farklı bir durumdur. İnançlar insana has duygulardır, değişken değillerdir. Fakat cinsellik değişken bir olgudur. Ruhsal durumlara, ekonomik şartlara hatta din ile ilgili olarak bile değişiklik gösterebilir. Duygu Asena’nın cinselliğe yaptığı vurgu farklı yorumlara neden olabilmektedir. Fakat burada cinsellik ile ilgili tartışmalar din aracılığı ile değil toplumun kendi ürettiği kurallar bütünü ile değerlendirilmiştir. Örneğin doğu toplumlarında önemini koruyan bekâret, İslam dini ile değil toplumsal yapı ile ilgilidir. Hıristiyanlıkta da önemini koruyan bu konu, toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. 3.1.5 EVLİLİK Türk toplumunda evlilik olmazsa olmaz toplumsal kurallardan biridir. Evlilik kurumu kadının cinselliği yaşama alanıdır ve bunu ancak kocasıyla yaşamalıdır. Kadınlara çocukluklarından beri öğretilen bu anlayıştır. “Bize ille de evlenmemiz gerektiğini öğrettiler. Pembe hayallerimizin bir parçasıydı evlilik. Kayıtsız şartsız bir düş, bir mutluluk, bir masal âlemiydi. Evlilik bütün olumsuz şeylerden kurtuluştu.”17 Ne yazık ki umdukları gibi olmadı, olamadı. Büyük umutlarla evlendiler, özveri ve fedakârlıkla evliliklerini sürdürdüler. “Gözünün içine bakmışlar adamların, seviyor mu, beğeniyor mu? Ya artık benden bıktıysa… Ya bırakır da giderse… Ya benden genç güzel bir kıza tutulursa? ... Ve günlerce, gecelerce saçını okşamayan, güzel söz söylemeyi unutmuş, asık suratlı ama para kazanan erkeğe kucaklarını açıp durmuşlar.”18 Sevgilerinin bitmesine rağmen kadınlar, gidecek yerleri olmadığı için, ekonomik olarak erkeğe bağımlı oldukları için, gelenek ve görenekler “baba evi, koca evi, mezarlık” algısına göre şekillendiği için gidememişlerdir. Duygusal olarak aralarında bir bağ kalmamış, kâğıt üzerinde devam eden evliliklerindeki kocalarına 17 18 Asena, Değişen Bir Şey Yok, s. 12. Asena, a.e., s. 40. 154 görevlerini yerine getirmişlerdir. Bazen de çocukları için eşlerine katlanmışlardır. Sevgi ve saygıyı yitirdikleri kocalarına karşı katlanma gücünü gösterebilmişler fakat evlerini ve eşlerini bırakıp gitmeye cesaret edememişlerdir. Duygu Asena, Aslında Özgürsün isimli eserinde, dışarıdan bir gözle bakıldığında mutlu bir evlilik süren, örnek çift olarak gösterilen eşlerin bile gerçekte kendi içlerinde aynı mutluluğu yakalayamadıklarını dile getirmiştir. Bu örnek çiftlerden biri olan Belgin karakterinin annesi, eşini kaybeder. Yanından bir an olsun ayrılmadığı kırk yıllık kocasının ardından uzun süre yas tutar. Fakat bir gün kocasının ardından eşyalarını toplarken ona yazılmış aşk mektuplarını bulur ve aldatıldığını öğrenir. Kızının mutlu olup olmamasıyla ilgili sorusuna şu şekilde cevap verir: “Hep ikinci planda olmayı kabullenmek, hep uyum göstermek, hep karşısındakini pohpohlamak ve kendini asla kavga etmemeye, sesini bile yükseltmemeye programlamak mutluluksa mutluydum… Bana anneannen böyle öğretmişti, ben de onun dediklerini aynen yaptım. Bu kadar silik olmayı kabullenmek, hep onun arkasında durmaya katlanmak, evlendikten sonra bankadan ayrılıp, onun yükselmesi için çabalamak için tek bir nedenim vardı, onun dürüstlüğü, asla yalan söylememesi…”19 Bu örnekten anlaşılacağı gibi kadınlar, evlendikten sonra hayatlarını kocalarının mutluluğu üzerine kuruyorlar. Aldatılmadıklarını bilmek en büyük kazançları oluyor. Fakat acı gerçeği öğrendikten sonra daha önce yaptıkları, yaparken çok mutlu oldukları eylemler bir anda tam tersine dönüyor ve kendilerini kötü hissediyorlar. Duygu Asena, Aslında Aşk Da Yok isimli eserinde birbirlerini çok severek ve arzulayarak evlenen kişilerin evliliklerinden örnekler veriyor. Aydın’ın eşi -ve aynı zamanda da eserin anlatıcısı olan kadın kahraman- evlilikleri ve maalesef mutsuz sonuçlanan evlilikleri anlatılıyor. Hiç evlenemeyeceğini düşünerek gelen ilk talibiyle baba evinden kaçarcasına evlenen Zeliha, iki çocuğuna rağmen eşinden ayrılıyor. Zeliha’nın evliliği hayal ettiği gibi olmuyor. Evini, eşyalarını hatta perdelerini ve koltuk örtülerini bile başkası seçiyor. Kocası Müfit, onun ne hissettiğine aldırış etmiyor. Ekonomik olarak geçimlerini sağlayan manifatura dükkânının getirisi yeterli 19 Duygu Asena, Aslında Özgürsün, 22. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. AŞ., 2008, s. 149. 155 gelmeyince Zeliha çalışmaya karar veriyor. Bir kadına sekreterlik yapmaya başlıyor ve bir gün o kadına “kocasını hiç sevmediğini, cüce boyundan ve gözlüklerinden tiksindiğini, onunla yatarken midesinin bulandığını, bir de üstüne üstlük son zamanlarda durmadan dayak yediğini”20 anlatıyor. Zeliha sonunda iki çocuğuna rağmen kocasını terk ediyor. Asena, burada kadınların evlilik algıları üzerine görüşlerini dile getirmiştir. Özgür olmak herkes için önemli ve vazgeçilemez bir duygudur. Genç kızlık dönemlerini baskı, sınırlama ve yasaklamalarla geçiren kadınlar, evlenerek özgür olacaklarını düşünmektedirler. Çünkü o dönemde erkek arkadaş ile baba evine birlikte gitmek, tatile çıkmak, eve geç gelmek gibi tüm hayaller yasaktır. Asena, “Kadının Özgürlüğü” isimli makalesinde bu konuyu şu cümle ile özetlemiştir: “Yapamayacağınız öyle çok şey var ki, işte bütün bu şeyleri yapmak özgürlük oluyor, evleniyorsunuz.”21 Kadınlar, kendi hayatları üzerine hayaller kurarken yalnızdırlar fakat iş bu hayalleri gerçekleştirme eylemine dönünce durum farklılaşır. Evlenirken evinin eşyalarına bile başkası karar verir, kadın kabul eder. Giyeceklerine başkası karar verir, kadın giyer. Özgürlüğünü dört duvar arasında yaşaması gerekir. Duygu Asena, aynı eserinde evliliklerdeki sorunlara ve sorunların olası kaynaklarına da dikkat çekiyor. Kadınlar sevilmemekten, dokunulmamaktan şikâyet ediyorlar. Evliliklerin başlarındaki duyguların nasıl ve neden yok olduğundan yakınıyorlar. Eserdeki kahramanlardan biri olan Gül, “bir ilgi uğruna, kendisine sarılan bir beden, bir heyecanlı öpüş uğruna”22 hiç istemediği halde kocasını aldatıyor. Asena, Aslında Özgürsün isimli eserde evli bir karakter olan Belgin kişisinin tek düzeleşmiş bir ilişkisi olduğunu, ilk zamanlardaki heyecanlarının kalmadığını aktarıyor. Bu karakterin ilgi duyduğu bir alandan yola çıkarak katıldığı bir dernek aracılığı ile tanınır bir kişi haline dönüşmesi anlatılıyor. Konuşmacı olarak katılmaya başladığı etkinliklerden birine eşi ve oğlu da dinleyici olarak katılıyor. O sırada eşi izlediği “başarılı kadın” için şu duyguları dile getiriyor: “ben onun bu 20 Duygu Asena, Aslında Aşk Da Yok 43. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş., 2008, s. 32. 21 Duygu Asena, “Kadının Özgürlüğü”, Vatan Gazetesi, 8 Şubat 2005 22 Asena, Aslında Aşk Da Yok, s. 42. 156 kadar güzel olduğunu bile unutmuşum…”23 Bu cümle ile kadınların ve erkeklerin evlilik birlikteliğinde öncesinde ne yapılıyorsa evlilik uğruna terk edilememesi vurgusu yapılmak isteniyor. Çünkü “Belgin” evlenmeden önce hareketli bir yaşamı olan, zekâsını kullanan bir kadındı. Fakat evlendikten sonra eşi için üniversite öğrenimini bırakan, kendini eşine ve çocuğuna adayan, sıradan bir kadın olmuştu. Kadın değişmişti. Erkek, bu değişim sonucu kendini evine adamış ve iş hayatının içinde boğulup sıradanlaşmıştı. Herkes görevini eksiksiz yerine getirir olmuş fakat birbirlerinin farkında olmamışlardı. Bunun doğal sonucu olarak “güzellikler” unutulmuştu. Eserdeki asıl kahraman ve Aydın’ın eşi olan kadın karakterin evliliği de yıkılmaktan kurtulamıyor. Onlar da çok severek evlendikleri halde dalgalanmalar yaşıyorlar. Bu dalgalanmaların bazıları atlatılsa da zamanla ikisi de birbirlerine dokunmamaya başlıyorlar. Bu yabancılaşma sürecinde ayrı evlerde yaşayıp başkalarıyla birlikte oluyorlar ve evliliklerini bitiriyorlar. Buradaki kadın karakter, kendi yaşadıkları ve evliliği üzerinden, genel toplumsal durumlara göndermelerde bulunuyor. Evlendikten sonra katıldıkları çeşitli davetlerde “Aydın Bey’in eşi” olarak tanıştırılmaktan hoşlanmadığını dile getiriyor. Kadının da birey olduğuna ve daha da önemlisi kadının bir adı olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca sebebi her ne olursa olsun kadınların dayak yemesinin hiç bir haklı yanının olmadığına vurgu yapılıyor. Kadınların evliliklerinde ve diğer ilişkilerinde yedikleri ilk tokattan itibaren farkında olmalarının önemine değiniliyor. Asena’nın eserlerinde en çok göze çarpan durumlardan biri de çok severek yapılan, düzgün ve sorunsuz giden evliliklerin kaçınılmaz hazin sonudur. Kadınlar her zaman ilk günlerdeki heyecanın devamını arzularken, erkekler için durum farklılık göstermektedir. Erkek, eşinin tüm ihtiyaçlarını karşıladığını, zaten evli olduğunu, onu üzmediğini ve her şeyin yolunda olduğunu düşünerek “sorun nedir?” diye sorguluyor. Erkeklere göre; kadınların, eşlerinin küçük kaçamaklarını anlaması mümkün değildir. Öyleyse nasıl bu kadar takıntılı olabilir ve ayrıntılarda boğulabilirler, diye sorguluyorlar. Sonra da sorunlara geçici bir çözüm olarak, 23 Asena, Aslında Özgürsün, s. 230. 157 kadının bu sinirlenmelerinin regl dönemlerine bağlı olduğuna karar veriyorlar. Hâlbuki kadın, sevgi ve ilgi istiyorken, erkekler için; kurulmuş ve devam eden bir düzen yeterlidir. Duygu Asena’nın eserlerinde evli kişiler üzerinden hikâyeler ve olaylar anlatılsa da asıl kahraman genellikle evlenmekten kaçınmıştır. Böylece Asena’nın evliliğe bakış açısı da eserlerine yansımıştır. Asena’ya göre evlilik kişileri sınırlandıran bir bağdır ve ilişkiler evlilik olmadan da devam edebilmelidir. Evlenmeden önce gösterilen kibar ve medeni davranışların kaynağındaki saygının sürekliliği sağlanmalıdır. Her ne kadar severek ve çok isteyerek yapılsa da eserlerinde örnek gösterilen bütün evlilikler de ayrılık yaşanmıştır. Günümüz evliliklerinde çokça karşılaşılan bir durum haline gelen boşanma konusunda Aile ve Sosyal Araştırma Genel Müdürlüğü tarafından 1998 yılında yapılan bir araştırmaya göre; sağlıksız evliliklerin altı sebebi bulunmuştur. “Bunlar eşlerin doğrudan diğerlerine yönelmeyen ve önemli toplumsal tepki de doğurmayan genel nitelikli yanlış davranışları, eşlerin diğer eşe ya da çocuklara yönelen ve fakat yoğun toplumsal tepki doğurmayan davranışları, eşlerin birbirini yeterince tanımadan evlenmesinin sonucu olarak ortaya çıkan uyumsuzluk hâlleri, eşlerin kusurundan kaynaklanmayan ancak evliliğin yürümesini imkânsız hâle getiren durumlar, eşlerin önemli toplumsal tepki doğuran ve ahlaksızca sayılan hâlleri, eşler arasında temelde geleneksel rol dağılımının reddinden kaynaklanan ve çeşitli konularda kendini gösteren otorite tartışmalarıdır.”24 Boşanmalar için belirli nedenlerden söz etmek yeterli olmamaktadır. Çünkü evlilik kadar, boşanmak da karmaşık ve zorlu bir süreçtir. Çiftlerin birbirlerini tanıdıkları andan itibaren biriktirdikleri yaşanan sorunları belirlemektedir. Yetiştiğimiz toplumda yaşanan etkileşim yoluyla insanlar değişime uğrarlar. Doğuştan gelen kişilik ve karakteristik özellikler de bu değişimden etkilenirler. Eğitim yoluyla da edinilen, karakterin bir parçası haline gelen bu davranışlar aynı zamanda genetik olarak nesilden nesile de aktarılırlar. Bu aktarımlar olumlu olduğu 24 Mehmet Meder, Mustafa Gültekin, “Türkiye’de 2001-2009 Yılları Arasındaki Boşanma Eğilimleri”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları, Sayı 17 Güz 2012, s. 154-155. 158 gibi olumsuz da olabilir. Çocuk yetiştirmede ortaya çıkan bu izler yanlış da olsa süreklilik gösterebilir. Kadınlar çocuk yaşlardan itibaren ellerine verilen oyuncak bebeklerle ve evcilik oyunlarındaki rolleri ile evliliğe hazırlanmaktadırlar. Ayrıca bu öğretilerin dışında kadınların, evleneceği günün hayaline ve evliliklerine dair planlarına bir etken de toplumla şekillenen, bilinçdışı öğrendikleri eklenmektedir. Sadece evlenemeye programlanan beyinler, karşılarına ilk çıkan erkeğe meyletme eğilimindedirler. Zaten babasıyla ilişkileri yeterince gelişmemiş, erkeklerle her türlü ilişki kurması yasaklanmış ve ayıplanmış kadınlar, kendilerine ilgi gösteren bu erkek için büyük fedakârlıklar yapabilmektedirler. Bazen kendi evinin hanımı olma hayali bazen de bastırılmış duyguların yaşanabilmesi için bilinçsizce aşk adına kıyılan nikâhlar boşa giden hayatlara dönüşebilmektedir. Maalesef bazen olması gereken kurallar tersine işlemekte, önce evlenilmekte birbirini tanıma kısmı zamana bırakılmaktadır. Yaşadıkça ortaya çıkan tanıma süreci sonucunda ya eşleri birbirinden uzaklaştırmakta ve ayrılıkları getirmekte ya da çocuk uğruna aynı evde yaşayan yabancılar grubuna yenileri eklenmektedir. Asena’nın ele aldığı evliliklerdeki kadın sorunlarından biri de kadınların süregelen sıkıntılarla yüzleşmemek için ya da sorunun büyümemesi adına kendi kişiliklerini, arzu ve isteklerini geri plana atmalarıdır. Hatta çoğu zaman kadınlar bunu yapmaya mecbur kalmışlardır. Toplum yapılanması ve gelenekler bu davranışı gerektirmekte ve olağan davranış olarak yansıtmaktadır. Bu bağlamda ele alınması gereken bir husus da kadınların, kendilerini görünmez zincirlerle bağlamış gibi başkalarının istekleri doğrultusunda ve onları mutlu edecek şekilde davranmaya zorunlu hissetmeleridir. Duygu Asena, bununla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir: “Erkeklerde de bu duygular olsa ne hoş olurdu. Bir kadına dokununca, [burada kastedilen dokunma dirsek teması türündedir] evli bir erkeğim, babayım ve başka bir kadın bana dokunuyor diye düşünseler…”25 Evlilik konusu ile ilgili olarak değinilmesi gereken bir husus da, evlilik kurumunun kadının cinselliği yaşama alanı olarak görülmesinin yanı sıra beğenilmek duygusunun da toplumsal bir dışavurumu olmasıdır. Asena’nın, eserlerinde evlilik 25 Asena, Aslında Özgürsün, s. 84. 159 karşıtı gibi bir portre çizmesinin kaynağı, topluma mesaj verme duygularıyla hareket etmesi olabilir. Belli bir yaşa gelmiş tüm kadınların ortak hayali ve hedefi evlenmektir. Evlilik kadın tarafından, toplumsal olarak bir kabul görülme olarak algılanmaktadır. Günümüzde dahi kariyeri için yıllarını vermiş, erkek işi olarak tabir edilen onca işi alt etmiş bir kadına, evli değilse, toplumun bütün üyeleri tarafından verilen mesaj “evlenmelisin” olmaktadır. Bu şartlarda ve bu düşüncelerle yapılan evlilikler mutluluk getirmeyeceği gibi uzun ömürlü de olmayacaktır. 1980’li yıllardan bugüne kadar değişen kadın modeline rağmen maalesef evlilik üzerine köklü değişikliklerden bahsetmek pek mümkün değildir. Ekonomik özgürlükleri başta olmak üzere birçok kazanımı sağlayan modern kentli kadınlar bile, evliliği koruyucu bir kalkan olarak görmektedirler. Evlilikle ilgili bu güven duygusu hissini Asena da Aslında Özgürsün adlı eserinde dile getirmiştir. Kahramanların yaşadığı ikilemler, bazen aynı kahramanların diliyle evliliğin güven olarak algılandığı şeklinde okuyucuya sunulmuştur. Duygu Asena’nın ilişkiler ve evlilik üzerine yaptığı eleştirilerden biri de yine toplumsal olarak kadınların üzerindeki mahalle baskısı türünden olan geleneklerdir. Örneğin, kadınlar için kullanılan “evde kalmak” deyimini asla kabul etmez. Bu durumu açıklarken malın kötüsü elde, kadının kötüsü evde mi kalır, diyerek bu ifadeye itiraz eder. Aynı durum erkek söz konusu olduğunda değişmekte, elli yaşına da gelse sorun olmamaktadır. Uzun süre yaşanan flörtler için de yine eleştiri ve sorguya maruz kalan, kadınlardır. Evlenmeye ikna edememiş kadınlara, büyüklerinden öneriler, evlilik tüyoları verilir. Fakat erkek için böyle bir durum hiç yaşanmaz. Erkeğe “seni almıyor mu?” diye sorulmaz.26 Duygu Asena’nın, eserlerinde sıklıkla ele aldığı konulardan biri de kadın kahramanların evliliklerindeki sorunlar ve kendilerine karşı sevgisi neredeyse kalmamış eşlerini terk edemiyor olmalarıdır. Kadının Adı Yok isimli ilk eserinde de Paramparça adlı eserinde de eşler terk edip gidemiyor. Her iki olayda aldatılan eşler hikâye ediliyor. Gidemeyen eşlerin durumu ise “Evini, çocuklarını bırakamıyor, yeni bir hayat kuracak gücü yok çoğu kadın gibi. Ekonomik özgürlüğü ve benden ayrılırsa 26 Asena, Değişen Bir Şey Yok, s. 44-46. 160 gidecek bir yeri yok. Bir tek erkek kardeşi var hayatında, onun yanına mı sığınacak iki çocukla?”27 cümleleri ile dile getiriliyor. Diğer hikâyede, annesinin babası tarafından aldatıldığını öğrenen evin büyük kızı, aynı şeyleri düşünüyor ve hissediyor. Üstelik annesini aldatan babası, sürekli olarak erkeklerden uzak durması gerektiğini salık veriyor, onu korumak adına türlü tedbirler alıyor. Fakat babası, bahsettiği erkeklerle aynı cinsiyette değilmiş gibi davranıyor. Aslında Özgürsün isimli eserde Asena, evlilik birlikteliğini toplumun gözünden ve yine toplumun bakış açısıyla değerlendirerek okuyucuya sunmuştur. Bu eserde Berna, arkadaşına kendi yaşadıkları ile onun yaşadıklarının farklılıkları açısından ele alarak değerlendirmiştir. Berna’nın yani toplumun gözüyle evlilik; “sen koruma altındasın Belgin. Kimse evli kadınlara dokunmuyor, onlara bulaşmıyor. Zaten çalışmıyorsun, dört duvarının arasında prensesler gibi yaşıyorsun. Ben tek başınayım ve yıpranmamak, üzülmemek için uğraşıyorum”28 şeklinde okuyucuya sunuluyor. Buna karşılık Belgin’in yani evli bir kadının evliliğe bakışı ise daha farklı olmaktadır. “Ben mi prensesler gibi yaşıyorum. Evli kadınlar koruma altında mı gerçekten? Belki de on yıldır bir kez bile iltifat duymadım ben biliyor musun? Yıllardır bir kez bile “Ne kadar güzelsin” demedi kocam bana.”29 Burada toplumun farklı sosyal statülerindeki kadınlar gözüyle evlilik kurumu ele alınmıştır. Bu kadınlar aynı eserde, kadınların evlilik ile kazanımları ve kaybettikleri ya da gönüllü vazgeçtikleri konular üzerinde görüşlerini dile getirmişlerdir. Duygu Asena, bu kadınlar aracılığı ile evlenmenin ve anne olmanın kadınlar üzerinde yarattığı değişikliği şu şekilde irdelemiştir: “-…anne olan kadının davranışları, bakışları değişiyor, ilgi alanları farklılaşıyor, örneğin sen okulda deli dolu bir kızdın… Spor yapardın, çok hareketliydin… Çocuktan sonra sanki bambaşka bir kişi oldun… 27 Asena, Paramparça, s. 98. Asena, Aslında Özgürsün, s. 14. 29 Asena, a.e., s. 14. 28 161 -Çocukla ilgili değil bu, evlilikle ilgili, insanın hayatında bir renk olmayınca yüzündeki genç ifade gidiyor sanırım.”30 Evlilik kurumu, kazananı ya da kaybedeni olan bir oyun değil paylaşıma dayalı bir birlikteliktir. Bu nedenle evli ve bekâr kadınların evliliğe bakışı ve bu birlikteliği yorumlayışı farklı olabilmektedir. Her insanın farklı hayat tarzları, yetiştirilme kültürleri de göz önünde bulundurulursa, evlilik hayatı ile bakış açısı ve beklentiler de farklı olacaktır. Bu konu ile ilgili bir hususu da belirtmek gerekir. Duygu Asena, eserlerindeki kadın kahraman tiplerini yalnız yaşayan, eğitimli, çalışan, cinselliğini özgürce yaşayan kadınlardan seçmiştir. Türk toplumu için alışılmadık bir durum olan bu haller, toplumu ve onun kurallarını umursamaz bir biçimde davranmayı, eleştirici olmayı gerektirmiştir. Asena’nın bu tarz kahramanlar seçmesinde kendi hayatından yola çıktığı söylenebilir. Çünkü bir makalesinde31 küçük bir aile olduklarını, büyüklerin ya vefat etmiş olduklarını ya da uzak yerlerde yaşıyor olmalarından dolayı samimi ilişkiler geliştiremediklerini belirtmiştir. Dolayısıyla bu tür ilişkileri ve sıcaklığı yaşamadığını dile getirmiştir. Duygu Asena, evlilik ile ilgili düşüncelerini Ben Duygu isimli eserde şöyle dile getirmiştir: “Evliliğin bir büyüsü var, kesinlikle!... Bütün etraftan gördüklerinizden, duyduklarınızdan evliliğin hiç de öyle rüya gibi olmadığını anlarsınız. Buna rağmen, ne kadar olumsuz, ne kadar tatsız şeyler duysa, görse de insan, “bizimki farklı olacak” diyor ”32 Bu konuda Asena, eşlerin birbirlerine olan inancı, güveni ve saygısı-sevgisi azaldığında ya da bittiğinde her ne sebeple olursa olsun, istemedikleri şeylere ve durumlara katlanmalarını anlamsız bulduğunu ifade etmiştir. Asena, kadın üzerindeki kısıtlamaların her türlü biçimine karşı çıkmıştır. Bu kısıtlamaların evlilik de dâhil olmak üzere kadınlar üzerindeki etkilerine vurgu yapmıştır. Kadının Adı Yok isimli eserde evin tüm sorumluluğunun kadın üzerinde 30 Asena, Aslında Özgürsün, s. 17. Duygu Asena, “Bağırmayın Lütfen”, Vatan Gazetesi, 16 Kasım 2004. 32 Emel, Coşkun, Ben Duygu, s. 61. 31 162 olmasının sonuçlarına değinilmiştir. “Gece geç oldu, her taraf leş gibi, Ci-Ci yattı, bulaşıkları yıkayıp ortalığı toplamalıyım. Yarın da çok erken kalkacağım, toplantım var, her gün kör karanlıkta sokaklara dökülüyorum… Akşam da alışveriş yapmalıyım… Evde ağza atacak bir şey kalmamış. Ne alsam, kolay yapılacak bir şeyler alsam… Ama geçen gün Ci-Ci “Izgara et yemekten içim kurudu, piyasada sebze kalmadı mı Allah aşkına? Zeytinyağlı bir şeyler yapsan” dedi…”33 Çalışan ve evli bir kadının durumu ile ilgili ifadeler olan bu sözler, evde iş yükünün kadın üzerinde devam ettiğini göstermektedir. Bu cümleleri toplumun geneli için söylemek mümkündür. Çünkü kadının evlilik ile toplumsal pozisyonunun değişmesi görev olarak öğretilen işlerde değişikliği getirmemektedir. Kadın bir süre sonra yemek yapmayı bırakınca ve birkaç gün boyunca tekrarlanan bu durum karşısında koca elinde paketlerle eve gelir. Bu defa “Hadi şunları pişir” dedi. (Bana bak, bana emredip durma, ben senin cariyen değilim, senin kadar çalışıyorum, sana yakın para kazanıyorum, senin kadar eğitimliyim, sen kendini ne sanıyorsun da beni kendine hizmet ettirip duruyorsun… Senin benden ne üstünlüğün var ha ne üstünlüğün…”34 şeklinde devam etmektedir. 3.1.6 İŞ HAYATI Kadının iş hayatına katılması sanayi devrimi dönemine dayanmaktadır. Asırlardır ev içi ile sınırlandırılan kadın hayatı 19. yy.dan itibaren endüstrileşme ile birlikte ev dışına da taşmıştır. Tarım toplumlarının ücretsiz işgücü olarak evin dışında çalışabilen kadını, sanayi devrimi ile çalışma hayatında reformlar yaşamıştır. Toplumdaki yeri ve görevlerinin çeşitlenmesi ve eğitim olanaklarının artmasıyla birlikte kadınlar, mücadele için gereken ruhu ve birlikteliği yakalamışlardır. Savaş yılları döneminde çeşitli sebeplerle erkeklerden boşalan kadrolara kadınlar istihdam edilmiş ancak erkekler geri döndüklerinde ilk işten çıkarılan kadınlar olmuştur. Günümüzde çeşitli şekillerde bu ayrımcılık devam etmektedir. Kadın düşük ücrete tabi bir iş gücü sınıfı olmuştur. Çoğu zaman işveren tarafından bu yönlü sömürüye 33 34 Asena, Kadının Adı Yok, s. 84. Asena, a.e., s. 85. 163 uğramışlardır. Buna benzer şekilde erkeklerin fiziksel olarak daha güçlü olmaları bazı işverenler tarafından iki kadının yapabileceği işi bir erkeğin yapabiliyor olması nedeniyle -ki bu örnekte erkek de işgücü olarak sömürülmektedir- erkekler tercih edilmektedir. Ayrıca, eski Türk Medeni Kanunu’nun 159. Maddesi kadının çalışmasını kocasının iznine bağlamıştı. 30.11.1990 tarihli Anayasa Mahkemesi kararı ile bu zorunluluk ortadan kaldırıldı. Fakat 2001 yılında kabul edilen yeni Medeni Kanuna göre; bu durum “eşler iş ve meslek seçimleri ve bunların yürütülmesinde evlilik birlikteliğinin huzur ve yararını göz önünde bulundurmak” şeklinde erkekler lehine esnetilmiştir. Sözü edilen bu ayrımcılık durumu Duygu Asena’nın eserlerinde kendini açıkça ortaya koymaktadır. Eserlerde esas olarak ele alınan kadının ekonomik özgürlüğüne kavuşması olgusu olsa da çeşitli örneklerle kadınların uğradıkları haksızlıklara değinilmiştir. Aslında Aşk Da Yok isimli eserinde Duygu Asena, iyi bir iş kadını olmak için erkeklerin çalıştığının kat kat fazlası güç ve zaman harcayarak başarı elde eden kadınlardan bahsediyor. Toplumsal hayattaki zorlukların yanı sıra, iş hayatında da çok çalışarak kendine yer edinebilen kadınları irdeliyor. Bu kadınların ortak özellikleri “özgür” ve “güçlü” olmaları. Özgür olmaları nedeniyle erkekler tarafından yanlış algılanan kadınlar dile getiriliyor. Kadın özgürlüğünün yanlış algılanışı ve erkekten gelen her teklifin koşulsuz kabul edilmesi düşüncesi eleştiriliyor. Kadının çalışma hayatına dâhil olması ekonomik olarak erkeğe bağımlılığını ortadan kaldırır. Bununla birlikte sadece biyolojik farklılık kalır. Erkeğin geçim sağlayan konumunda kadını kendine mecbur kılması, nesneleştirmesi ve ötekileştirmesi durumu da kadının bireyselleşmesine engel olur. Kadınlar için iş yaşamındaki ilk sorunlardan biri de cinselliğine yönelik davranışlar ve tehditlerdir. Ataerkil sistem kadını birey ve güçlü olarak görmek istememekte, kadın üzerindeki hâkimiyet ve bağımlı olma durumunu devam ettirmeyi arzulamaktadır. Aynı eserde Duygu Asena’nın başarılı iş kadını profili de çiziliyor. “Başarılı kadınlar… İşyerlerinde erkeklerin üç katı çalışmak zorunda kalıp, başarılı oldukları iş yerlerinden akşamüstü bel ağrılarıyla çıkıp sabah anneannelerine bıraktıkları çocuklarını alıp, köşe başındaki markete uğrayıp mutfağın eksiklerini düşünüp, eve 164 gelip yemek yapıp, televizyonun karşısında uyuklayan kocalarından aşk dilenerek yataklarına yorgun yatan kadınlar…”35 Evinin yükünün de eklendiği iş hayatındaki zorluklara bu başarılı kadınların üzerinden değiniliyor. Aynı başarılı kadınlar ağlayan bebeklerinden kendilerini sorumlu tutup gece-gündüz onunla ilgilenmesi gereken tek kişi olarak kendilerini görüyorlar. Çünkü babaların görevi onların ihtiyaçlarını karşılamak, eve gelince bir-iki sevip öpmek, yatmadan önce bir defa üstlerini örtmekle sınırlı kalıyor. Oysa iş kadını olan anneler için karşılıksız çalışma biçimi olarak adlandırılan ev işleri yükü devam etmektedir. Türkiye’de belli nedenlerden dolayı ve geleneksel öğretilerin doğal bir sonucu olarak kadınlar, daha az çalışma hayatına katılmakta ve belli mesleklerde yoğunlaşmaktadırlar. Kimi zaman da erkeklere göre daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Çalışan kadınlar, işgücü olarak nitelik bakımından geri planda kalmaktadırlar. Çünkü kadınların yapacağı işler toplumsal cinsiyet kavramının bir sonucu olarak belirlenmiş durumdadır. “Kadın işgücünün iş yaşamına sınırlı katılımını ve erkeklere göre ikincil konumunu açıklamak amacıyla geliştirilen… neoklasik/beşeri sermaye kuramı, kadının bireysel tercihlerine vurgu yapmaktadır.”36 Kadınların iş yaşamında karşılaştıkları sorunları bir tercih olarak açıklayan bu kurama karşın feminist kuram farklı bir yaklaşım sergilemektedir. Feminist kurama göre kadının iş hayatındaki konumu ataerkilliğe ve toplumsal cinsiyet temelli iş bölümüne bağlıdır. İş hayatında yerini almasına rağmen evin iç düzeni ile ilgili sorumluluğu tek başına üstlenen hatta kimi zaman maaş kartı bile eşinde olan kadınlar, yine evin erkeği (baba, koca, erkek kardeş) tarafından kendine uygun görülen işi yapmaktadırlar. Bu durumu açıklamak için kullanılan beşeri sermaye terimi, ev içine hapsedilen kadının bilgi, tecrübe ve vasıf olarak iş ile ilgili eksikliklerini ifade etmek için kullanılmaktadır. İnsana yatırım olarak nitelendirilen eğitim, deneyim gibi özellikler toplumsal cinsiyet ayrımcılığı sonucu erkeklerde daha fazladır. Evlenip aileden gidecek olmaları, maddi yetersizlikler söz konusu olduğunda ilk kurban edilenin kızların eğitimi olması onları beşeri sermaye 35 Asena, Aslında Aşk Da Yok, s. 129. Elif Özlem Özçatal, “Ataerkillik, Toplumsal Cinsiyet ve Kadının Çalışma Yaşamına Katılımı”, Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 1, Sayı 1, Güz 2011, s. 22. 36 165 donanımıyla ilgili geri planda bırakmıştır. Bu kuramın aksine feminist kuramın bu duruma bakışı biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımı iledir. Kadınların hayatını ev işleri ve çocuk bakımına indirgeyen ve bununla sınırlayan, erkeği ise ev dışında görevli kılan toplumsal cinsiyet çeşitli kaynaklardan beslenmektedir. Aynı zamanda kültürel değerlere de vurgu yapmaktadır. Geniş bir etki alanına sahip olan toplumsal cinsiyet kavramı, kadını belirli mesleklerde ve ekonomik olarak erkeklere bağlı tutarak bir yandan da ataerkil yapıyı korumaktadır. Toplumsal cinsiyet, davranışlar ve roller bakımından cinsiyete dayalı farklılıkları ifade etmektedir. “Toplumsal cinsiyet aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini de belirler.”37 Toplumun her alanında hissedilen bu farlılık, kadın ve erkek ilişkilerini de hiyerarşik bir düzene sokmaktadır. Erkek egemen toplumlarda her anlamda ilk vazgeçilen kadınlardır. Eğitim hususunda aileler çeşitli sebeplerden dolayı erkek çocuklarının eğitimine önem vermişlerdir. Dolayısıyla, eğitim ile meslek seçimi arasında güçlü bir ilişki vardır. Neo-klasik kurama göre beşeri sermaye donanımı düşük düzeyde olan kadınlar düşük ücretli ve statülü işlerde çalışmaktadırlar. Kadınların ev içi sorumlulukları ve çocuk bakımı nedeniyle kısa süreli, geçici ya da tam olarak iş hayatından ayrılması da eğitim ve meslek seçimi arasındaki ilişkinin başka bir boyutudur. Kadınlar bu yapının bir sonucu olan bu düzeni içselleştirmiş durumdadırlar. Çünkü kadın iş yaşamında ücret karşılığı yer alarak hem birey olma yolunda kendini gerçekleştirmiş hem de toplum içinde görünür bir rol edinmiştir. Kadının iş yaşamı ile ilgili sorunlarından biri de “cam tavan” olarak adlandırılan görünmez engellerin varlığıdır. Kadınlar, başarı ve gayretlerine bakılmaksızın kariyer basamaklarında erkekler gibi yükselememektedirler. Aynı bilgi ve tecrübe donanıma sahip, aynı işi yapan kadın ve erkek arasındaki fark dikey katmanlaşma denilen değişik pozisyonlarda görev ve yetki alma olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadının toplumdaki yeri ve rolleri eskiye oranla kat kat artmasına karşın mesleki anlamda üst kademelerde erkekler yer almaya devam etmektedir. Yasal olarak bir engel olmamasına rağmen kadının yükselmesi, yönetici konumuna gelmesi sık rastlanan bir durum değildir ve bu hususta kalıplaşmış önyargılar vardır. 37 Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 16. 166 Kültürel ve geleneksel değerler olarak gelecek nesillere aktarılan bu önyargılar ve kalıplaşmış mesleki roller ancak eğitim yoluyla değişebilecektir. Bu ifadeler bağlamında Duygu Asena, eserlerinde sıklıkla toplumsal cinsiyet ayrımına eleştirilerde bulunmuştur denilebilir. Sosyalist feminist bir görüşe sahip Asena, kadının iş yaşamındaki durumunu eserlerinde çeşitli biçimlerde ele almıştır. Örneğin; Kadının Adı Yok adlı eserinde, “Kadınlık ne işe yarıyor bak, güzel bir kadın görünce hepsinin içi gitti, seni alıverdiler işe”38 sözleriyle kadının iş sorunlarından birini farklı bir yaklaşımla irdelemiştir. Hâlbuki hak ederek işe alınmasına rağmen bu konudaki yorumlar kadının güzelliği üzerine yoğunlaşmıştır. Daha önce değinilen beşeri sermaye kavramı Asena’nın kaleminden okuyucuya şöyle aktarılıyor: “… benimle aynı sırada işe alınan iki adamın maaşlarının benden fazla olduğunu öğreniyorum. “bu nasıl olur”, diyorum. “Aynı eğitimden geçmişiz, ilk işimiz, nasıl onlara daha fazla verirler?” Rahatça yanıtlıyor: “Ama onlar erkek. Sen burada bizim gözümüzün süsüsün…”39 Ayrıca buradaki kadın kahramanın yazdığı rapor patron tarafından çok beğeniliyor. Fakat bu raporun yönetim kurulunda okunması için bile bir kadın tarafından yazılmamış olması gerekiyor. Toplumun çeşitli alanlarında yaşanılan bu cinsiyet ayrımcılığı genel olarak, “bireyin insan haklarından tümüyle yararlanmasını engelleyen sosyal açıdan yapılandırılmış cinsiyet rolleri ve normlara dayalı olarak herhangi bir ayırıma, dışlanma ya da kısıtlamaya maruz kalmasıdır.”40 Bu yoksunluk durumuyla ilgili kadınların sosyal ve kültürel yaşama tam katılımı mümkün olamamaktadır. Feminist hareket burada eşitliği savunmaktadır. Eserlerde izlenen yöntem örneklerle durumun gözler önüne serilmesi ve karşılaştırma yapılarak eşitliğin sağlanmasıdır. Duygu Asena işyerlerinde yaşanan başka bir ayrımcı tutumu da ele almıştır. Aynı yerde çalışan kişilerin aşk ilişkilerine toplumun bakışı kadın ve erkek açısından farklılık göstermektedir. “Olayı herkes öğrenmiş, çünkü saklamıyoruz, çünkü aşktan utanmıyoruz, çünkü kimseyi aldatmıyoruz, bilmesi gerekenler biliyor… Ama 38 Asena, Kadının Adı Yok, s. 79. Asena, a.e., s. 80. 40 Sevda Demirbilek, “Cinsiyet Ayrımcılığının Sosyolojik Açıdan İncelenmesi”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar 2007, C. 44, Sayı 511, s. 14. 39 167 işyerinde herkes bana karşı bir garip, ama Mehmet’le herkes eskiden olduğu gibi, aynı. Arada bir gidip sırtını bile sıvazlıyorlarmış, helal olsun, kaptın kadını gibilerinden. Oysa benimle eskisi gibi değiller, dost olduklarım bile ilişkilerini yavaş yavaş kestiler…”41 Kuralları olan işyerleri erkek aşk yaşayınca farklı kadın aşk yaşayınca farklı tutum sergilemektedirler. Kurallar sadece kadınlar için geçerli olmaktadır. 3.1.7 SOSYAL HAYAT İnsanın doğuştan itibaren sahip olduğu özellikleri ne olursa olsun, yaşadığı çevre ve eğitim yoluyla değişime uğramaktadır. Kişiler yaşadığı toplumu etkiler ve o toplumdan etkilenir. Bu karşılıklı etkileşim doğumdan ölüme kadar devam eder. Toplumun düzeni ve kuralları, baskı ve yaptırım mekanizmaları ülkeden ülkeye değişiklikler gösterdiği gibi benzerlikler de arz etmektedir. Bu durum bakış açısı, eğitim düzeyi ve ekonomik etkenler hususunda kendini göstermektedir. Özellikle kadına davranış ve kadını denetim altına alma konusunda ortaya çıkan benzerlikler sadece davranışların şiddeti ve esnekliği konusunda farklılaşmaktadır. Duygu Asena, içinde yetiştiği kendi toplumuna karşı eleştirel bir bakış açısıyla yazdığı eserlerinde seçtiği hayatlar ve kişiler de o toplumun içinden olmuştur. Eserleri Türkiye toplumu açısından ve bir bütün olarak ele alınırsa, farklı farklı sosyal gruplara ve yaşam tarzlarına mensup insanlar bir arada görülebilir. Bazen eğitimsiz kişilerin ilişkileri üzerinden topluma ayna tutulurken, bazen de eğitimli kişilerin hayatlarıyla aynı toplumun başka bir noktasına değinilmiştir. Durumlara ve olaylara kendi göz hizalarından bakmaları amaçlanmıştır. Bu ele alınış tarzında kişiler ve toplum kendi bakış açılarından işlenmiştir. Aynı toplumda ve bir arada farklı hayatlar yaşayan bu insanlar kendi çevrelerince de yargılanmaktadırlar. Öyle ki anneden kızına değişen ve dönüşen yaşamlar ile ahlaki kurallar eserlerde açıkça göze çarpmaktadır. Aslında yaşamlar da ahlaki kurallar da değişmemektedir. Fakat herkesin kendi yaşadığı zorluklardan yola çıkarak bilinçlenme durumu ortaya 41 Asena, Kadının Adı Yok, s. 105. 168 çıkmıştır. Bu da esneklikleri beraberinde getirmiştir. Tabu kabul edilen konular artık konuşulmaya başlanmış, konuşuldukça bilgi düzeyi artmış ve bu durum hak arayışları için yol gösterici olmuştur. İster eğitimli, ister eğitimsiz olsun herkesin yaşayabileceği bir durum olan aldatılma konusu, hangi sosyal açıdan olursa olsun, kadından yana bir tavırla eleştirilmiştir. “Koca ne yaparsa yapsın haklıdır” algısını öğrenerek ve buna inandırılarak yetiştirilen kadınlar, sevmedikleri eşlerine karşı bile olsa, bir başka erkeğe hissettikleri nedeniyle suçluluk duygusuna kapılıyorlar. Erkekler gibi cinsel birliktelikler yaşamadıkları halde kötü bir iş yapmış duygusuyla yaşıyorlar. Üzerlerindeki ahlaki baskı ve toplumsal güç, erkeklere verdiği sınırsız yetkiyi kadınlara vermemenin yanı sıra, omuzlarına daha da ağır yükler yüklüyor. Kadınlar çocukluklarından itibaren ayrımcılığa maruz kalarak yetiştiriliyor. Aynı toplumsal kurallar ve öğretiler Aşk Gidiyorum Demez adlı eserde okuyucuya başka bir biçimde sunulmuştur. Evli bir erkek olan Bora ile Demet arasındaki ilişkide, erkeğin evine dönünce eşiyle aynı yatakta yatması kabul edilebilir bir durum iken, kadına eski sevgilisinden mesaj gelmesi ve erkeğin buna sinirlenmesi eleştiriliyor. Farklı medeni durumlara rağmen erkek olması sebebiyle kendinde birçok hak bulan Bora ve ona “evde nerde yatıyorsun” diye sorduğu için suçlanan Demet olmuştur. Toplumda yaşanan değişimler, her alanda etkili olurken bunun bir sonucu olan kaygı ve endişe durumlarının ortaya çıkış alanı, cinsel kimlikler ve kadın kimliği üzerinden olmaktadır. Fatmagül Berktay’ın da belirttiği gibi; “yeni koşulların zorladığı yeni bir kimlik arayışı içindeki Türk aydını, çevresindeki bildik dünyanın değişiyor olmasının yarattığı yersiz-yurtsuzluk (“muhacırlık”) duygusuyla ve geleneği temsil eden babanın artık varolmamasından kaynaklanan, gerektiğinde sığınabileceği güvenli bir korunaktan yoksunluğun yol açtığı paranoyayla baş etmek durumundadır. Ayaklarının altındaki zemin kayganlaşırken “tutunduğu dal” is, Batı’daki modernleşmeci (erkek) kardeşinin yaptığı gibi, kendi denetiminde bir “yeni kadın” imgesi yaratmak ve yeni koşullar altında bile değişmeyen bir şeyler olduğunu kanıtlamak üzere eski ataerkil ideolojiyi yeni koşullara uygun biçimde yeniden 169 üretmektir.”42 Bu düşünceden hareketle denilebilir ki; Asena’nın kadın kahramanları da zaman zaman bu değişimden etkilenen erkeklerin baskısı altında kalmışlardır. Hem modernleşmeden yana olan hem de geleneksellikten kurtulamayan erkekler, çalışan kadınlara eski düzenin kurallarını uygulatmaya çalışmışlardır. Yine ev düzeni ve çocuk, alışveriş gibi konulardan kadın tek başına sorumlu olmuştur. Eğer bir eşitlikten söz edilecekse bu şartlarda adil olunmadığı gerekçesiyle kadın kahramanlarının diliyle Asena eleştirilerini yapmış ve düşüncelerini ortaya koymuştur. Toplumsal değişimlerin izlenebildiği, kabul görme ve direnme hareketlerini en açık şekliyle kadınlar üzerinde görmek mümkündür. Duygu Asena’nın eserlerinde kadın kahramanlar bazen modernizm ile geleneksellik arasında kalmışlardır. Asena’nın kaleminden bu durum çeşitli biçimlerde okuyucuya aktarılmıştır. Kendilerini ifade etme noktasında sessiz kalmayı ve sineye çekmeyi tercih eden ya da bu durumlara mecbur bırakılan kadınlar sorunlarını dile getirememişlerdir. “El âlem ne der?” kaygısıyla yaşayan kadınlar kendi yaşadıklarına benzer olayları Asena’nın eserlerinden okumuşlardır. Aynı kadınlar eğitim aldıklarında, durum geleneksel boyutta pek farklılık göstermemiştir. Çünkü bu defa aile içindeki görev ve sorumlulukları azalmamış, aksine artmıştır. Ev kadını tiplemesinden, yönetici konumdaki iş kadınlarına kadar geniş bir örnek yelpazesinde, sosyal hayattaki kadınlardan da örnekler ile okuyucu Asena’nın eserlerinde kendini tarif eden bir kahraman bulabilmiştir. Asena’nın eserlerinde toplumsal baskılara maruz kalan kadınlar çeşitli şekillerde ele alınmış, okuyucuya sunulmuştur. Kadının Adı Yok isimli eserde roman kahramanının arkadaşı evlilik dışı bir biçimde erkek arkadaşından hamile kalır. Kürtaj için doktor aramaları ve sağlıksız koşullardaki kürtajın hikâyesi anlatılır. Bununla bağlantılı olarak evlenmek için toplumsal açıdan olmazsa olmaz bekâret için yapay bir çözüm bulunur. 42 Fatmagül Berktay, “Doğu ile Batı’nın Birleştiği Yer: Kadın İmgesinin Kurgulanışı”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cilt 3 Modernleşme ve Batıcılık, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s. 275. 170 Duygu Asena, Türkiye’de feminizmin birçok yönden ele alınmasını, irdelenmesini sağlamıştır. Ülkemizde halen etkisini sürdürmekte olan töre cinayetleri kapsamında, doğu bölgelerimizdeki kadının durumu incelenirse kadının durumu ile ilgili farklı algıların olduğu ortaya çıkacaktır. Şevket Ökten’in belirttiği gibi; soy temeline dayalı olarak kurulan toplumlarda, kadın namusu aile şerefi ile iç içe geçmiş, önemli değerlerdendir. Toplumsal cinsiyet kavramıyla örtüşür bir yapılanmada onur; erkek tarafından, utanç; kadın tarafından temsil edilmektedir. Dolayısıyla kadının davranışları bir yandan erkeği temsil etmekte diğer yandan da kadına yönelik ayrımcılığı besleyip korumaktadır.43 Burada kadın ile ilgili namus algısı da değişiklik göstermektedir. Namus kavramı, kadın cinselliği ve korunmasına bağlı olarak ele alınmaktadır. “Namus algısının kadın bedeni üzerinden kavrandığı durumlarda namus, kadının gündelik yaşam pratikleri, eğitim görme, çalışma, evlenme, bekâretin önemi, sadakat, istediği kişi ile evlenebilme, sevdiğine kaçma, boşanma gibi konular üzerinden yürütülen bir söylem içinde dile getirilmekte ve kadınların ezilmesine neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak kadınlar okula gönderilmemekte, erken yaşta evlenmeye zorlanmakta (çoğunlukla tanımadıkları erkeklerle ve resmi nikâh olmadan), bazen aileler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde değişim aracı (berdel) olarak başka bir aileye verilmekte ve kocalarının ikinci eşlerini (kuma) kabul etmek zorunda kalmaktadırlar.”44 Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ve belirlenmiş rollerin etkisini bu ifadelerde görmek mümkündür. Asena, erkek tarafından kadına yüklenen sorumlukların, kadınların hayatlarından daha değerli olmadığı düşüncesinden hareket etmiştir. Cinselliğin, kadına ve erkeğe göre değişen bir kavram olmadığını, onur kırıcı, iffetsizleştirici veya yüz kızartıcı bir durum olmadığını savunmuştur. Çünkü bu toplumlarda cinsellik, ister gönüllü isterse zorla yaşanmış olsun hiçbir koşulda kabul edilebilir bir yanı yoktur ve kadın için cezası ölümdür. Burada başka bir toplumsal yaptırıma ve geleneğe de değinmek gerekir. Asena, Paramparça adlı eserinde hikâyesini anlattığı erkek tiplerden birini ağzından, töre ve geleneklerin yaptırımından bahsediyor. “Bizim buraları bilirsin, töreler ve yazılmamış kanunlar vardır. Bunların dışına çıkan erkek ya da kadın için 43 Şevket Ökten, “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Toplumsal Cinsiyet düzeni”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi- The Journal of International Social Research Volume 2/8 Summer 2008, s. 307. 44 Ökten, a.e., s. 308. 171 hep aynı son yüzyıllardır hazır bekler, kanından canından birisi, seni hunharca öldürür. Erkeklerin öldürüldüğü pek duyulmamıştır namus meselesi yüzünden ama, benim ki de benim ailem için yüzde yüz bir namus meselesi.”45 Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi bazı toplumsal kurallar mantıksal bir akıl yürütme olmadan herkes için geçerli olmak üzere uygulanır. Tabii bu kuralların ve yaptırımlarının cinsellik içerikli suçlar olması sonucu uygulanması da ayrıca vurgulanmaktadır. Çünkü bu suçlar kadın-erkek ayırt etmeksizin namus meselesi sayılmaktadır. Bugün, doğulu ya da batılı olsun bütün kadınlar, sorunları için mücadele ederken öncelikle kadın ve erkek kimliğine biçilmiş rollerle ve kalıplaşmış yargılarla mücadele etmek durumunda kalmaktadırlar. Bir yaşam şekli haline dönüşmüş bu değerler, uzun yıllar boyunca toplum tarafından oluşturulan, dini görüşlerin de dâhil olduğu âdetlerdir. Berktay’ın belirttiği gibi; kendilerini dindar saymayan kişiler bile bu âdetleri benimserler, onlar aracılığıyla düşünürler ve hayatlarına uygularlar. Özellikle tek tanrılı dinlerde, bu durumun içselleştirilmesi önem taşımaktadır. Çünkü bu değerler, kutsaldır.46 Asena Değişen Bir Şey Yok isimli eserinde kadınlardan empati kurmasını istiyor. “Kadın, erkeğinden daha güçlü olmalı” düşüncesiyle evde oturan bir erkek ve iyi para kazanan bir kadının kısa hikâyesini ele alıyor. Kurulmuş ve işleyen bir düzen içinde, her şey kadının ayağına geliyorken bir gün bu düzenden sıkılsa bile kadın da her hizmetini gören erkeğe git demeyecek, elinin altında tutacaktır mesajı veriyor. Burada okuyucuya verilmek istenen asıl ileti, kadınların kendi yaşadıkları bu rutin durumu yine ancak kendilerinin değiştirebileceği, eşitlik ve adaleti tesis edebileceğidir. Bu konuyla ilgili olarak düşüncelerini şu şekilde dile getiriyor: “Yaşamlarını tümüyle kocalarına bağlamışlar ve konuşmayı öğrendikleri andan itibaren, kocalarına karşı özverili olmak gereğini öğrenmişler. Hayatları boyunca, kocaları ve çocukları için yaşamışlar, bunun sonucu da hiç bir zaman “kendileri” olamamışlar.”47 45 Asena, Paramparça, s. 151. Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 16-17. 47 Asena, Değişen Bir Şey Yok, s. 40. 46 172 Aslında Özgürsün farklı kadın hayatlarının ele alınıp incelendiği eserlerinden biridir. Ana kahramanlar olan “Belgin” ve “Berna”nın dışında toplumda sıklıkla karşılaşılan örnekler kullanılmıştır. “Semra”, kocası tarafından aldatılan, bu durumu bilen, parası ve gidecek yeri olmadığı için gidemeyen ve şişman olduğu için kendi dış görünüşünden hoşlanmayan, kocasına hâlâ âşık olduğunu söyleyen bir kadındır. Bu durumu kabul etmesinin, içine sindirebilmesinin en büyük nedeni; şişman oluşudur. Üstelik eşinin sevgilisi cılız bir yapıya sahiptir. Semra’nın duyguları şöyle ifade edilir: “…her gün ağlıyor, acı çektikçe yiyor, iyice şişmanlıyor, şişmanladıkça kendini suçlayıp, kocasını haklı görüyor, öteki kız ufak tefek diye kahroluyor, kocasını haklı gördüğü için iyice mutsuz oluyor, ama bırakıp da gidemiyor. “Çocuğum olmasa çoktan öldürmüştüm kendimi Abla” diyor.”48 Duygu Asena, bu örnekte, kadının ekonomik özgürlüğünün ve her koşulda kendine güvenmesinin önemini tekrar vurgulamıştır. Okuyucuya aktarılan tüm hikâye ve hayatlar, toplumun içinden örneklerdir. Asena, “Semra” tipi kahramanları yazılarında toplumu olduğu gibi yansıtmak için sıkça kullanmıştır. Burada kadının gidemediği için sevdiğini, âşık olduğunu söylemesi aslında sadece gidecek yeri olmayışından dolayı bir neden olarak sunulmuştur. Gerçek hayatta da karşılaşılan bu durumlarda ya sevgi ya da çocuklar bahane edilerek bir katlanma ve kabullenme durumuyla karşılaşılmaktadır. Böylelikle kadınlar gitmemek için geçerli mazeretler üretebilirken aynı zamanda toplum gözünde de fedakâr eş ve anne rolünü yerine getirerek hayatlarına devam etmektedirler. Duygu Asena, kadınların sosyal ve kültürel olarak hayatın içinde yer almasının önemini sürekli vurgulamıştır. “Yüksek topuklu, sivri burunlu ayakkabıların dezavantajına karşın”49 kadınların işgücü potansiyellerinin, hızlı organize olma özelliklerinin olumlu ve topluma yararlı şekilde kullanılması gerektiğini ifade etmiştir. Asena, Aynada Aşk Vardı isimli eserinde hikâye ettiği üç farklı kadının yaşadıkları ve hayatını büyük ölçüde kendi hayatından yola çıkarak yazmıştır. Özellikle Nilüfer karakteri için annesinden esinlendiğini belirtmiştir. Aynı şekilde 48 49 Asena, Aslında Özgürsün, s. 65. Duygu Asena, “Kıyılara Kaçan Kadınlar”, Vatan Gazetesi, 14 Ekim 2004. 173 Kadının Adı Yok’da baba tiplemesi ve Aynada Aşk Vardı’da partilerde bütün kadınlarla dans eden ama kendi karısının kimseyle dans etmesine izin vermeyen Tarık Bey için babasından ilham almıştır. Kendi ailesini cam fanusa hapseden ama iş kendisine gelince durum farklılaşan erkekler… Bu konu ile ilgili bir anısını şöyle aktarıyor: “o zaman böyle dar, bacağı, kalçayı saran, boyu diz altında pantolonlar modaydı. İnci ve bana da alınmıştı. Bir gün taksiyle eve dönüyormuş galiba. Biz de İnci’yle yolda yürüyormuşuz. Bir adam bize laf atmış, babam da bunu görmüş. Sanki dünyanın suçunu işlemişiz gibi geldi eve. Kaşlar çatık, kızgın, pantolonlarımızı sakladı. Neden? Adam bize laf atmış… Böyle koruyor bizi! Suç laf atanda değil pantolonda.”50 Bu örnekler sadece Asena’nın hayatında yaşanmamıştır. Toplumun genelinde böyle bir durum söz konusudur. Asena sadece kendi ailesinde olanları dile getirmiştir. 3.1.8 KADIN OLGUSU Kadın olmak çeşitli açılardan bakıldığında anlamsal olarak farklılıklar içermektedir. “Biyoloji, yazgı demektir” anlayışının bir sonucu olan bu ön kabullenmede kadın olmak, biyolojik kaderin, toplumsal bir yazgı süreci ile tamamlanarak psiko-sosyal yaptırımlarla donatılmasıdır.51 Geleneksel aktarımlar, kültürel değerler ve kodlar, kadınlara ne yapacağını öğretir biçimde düzenlenmiş ve uygulana gelmiştir. Bunun tabii bir sonucu olarak kadın, ferdiyetini yitirmiş ve nesne konumuna dönüşmüştür. Ataerkil düzen içerisinde hâkim ideoloji ya da kişiye göre konumlandırılan ve kendisine biçilen rolleri yapmak üzere kurgulanan kadın, kendisini gerçekleştirmeye çalışırken görevlerini de başarıyla yerine getirmek zorundadır. Duygu Asena’nın kadın kahramanları, geleneklere bağlı olarak yetiştirilmiş, erkeğini nasıl mutlu edeceği, ona hangi hizmetleri ne şekilde yapacağı öğretilmiş, 50 Emel, Coşkun, Ben Duygu, s. 44. Ülkü Eliuz, “Cinsel Kimlik Paniği: Kadın Olmak”, Turkish Studies- İnternational Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, Turkey, s. 222. 51 174 hatta erkeğin kirli çamaşırını yıkamaktan bile mutluluk duyabilen kadınlardan tutun da eğitim almış, geleneklere ve toplumsal normlara kafa tutmuş, hissettiği ve istediği şekilde yaşamış kadınlara kadar çok çeşitli örnekleri içermektedir. Kadınların görevleri gibi, ahlaki normları ve sınırları da başkaları tarafından belirlenmiştir. “… ihanetin adı, kendileri yapınca, özgürlük, karşısındaki yapınca aldatmadır… Onlar yapabilir, ama kadın yaparsa hem namussuzluktur hem de birlikte olduğu erkeğin namusunu çiğnemektir.”52 Toplum erkeğe sınırsız haklar tanırken, kadını da erkeğe köle olması tercih edilir biçimde eğitmiştir. Kadınlar kendilerini kocaları ve çocukları için feda etmişlerdir. Yorgunluk, hastalık, isteksizlik hiç bir mazeret kocayı memnun etmenin gerekliliğinden daha önemli değildir. Kadınlar utangaçtır ve utanmalıdır da. Erkeğine hizmette sınır tanımamalıdır. Ne de olsa erkek bütün gün dışarıda çalışmış, yorulmuş, onların rahatı için çabalamıştır. Kadın evde çalışmıştır. Evinin işiyle ve çocuklarıyla meşgul olmuştur. Bunda erkeğinki kadar yorucu bir durum yoktur. Zaten ev işleri tamamen kadının görevidir. Eğer kadın evi dışında da çalışırsa ev işleri onun görevi olmaktan çıkmayacaktır. Hatta titizlikle gerekli düzeni sağlaması gerekmektedir. Çünkü kadınlar toplumsal normlar ile donatılmış, doğumlarından itibaren toplumsal cinsiyet algısına uygun şekilde belli roller üzerine yetiştirilmişlerdir. Bunların başında kocaya itaat ve uyumlu olma gelmektedir. Kadının özümsediği ve içselleştirdiği bu durum bir güvenlik algısıdır ve kendini böylece güvende hisseder. Duygu Asena hayatındaki önemli olayları ya da toplumla ilgili izlenimlerini kendi kadın kahramanlarının dilinden okuyucuya sunmuştur. Eleştirmeden ve bağımsız bir tutumla ele aldığı eserlerinde izlenimci bir tavırla yazmıştır. Bazen zıtlıklardan yararlanmış, erkek davranışı olarak alışılmış bir durumu kadın yaşadığında ne değişiyor, düşüncesini irdelemiştir. “Makyaj kalemini bıraktı, dikkatle aynaya baktı. Üç erkeği idare ettiği son beş ayı düşündü, kıs kıs güldü.”53 Asena, olaylara farklı açılardan bakabilmeyi hedeflemiştir. Yazar, toplumdan beslenir. Dolayısıyla yaşadıkları ve tanık olduğu olaylar yazdıkları üzerinde etkili olmuştur. 52 53 Asena, Değişen Bir Şey Yok, s. 33. Duygu Asena, Kahramanlar Hep Erkek, 24. bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık A.Ş, 2006, s. 100. 175 Bu sebeple Asena’nın kadın kahramanları ve eserlerinde kadın olgusu Türk toplumunun içinden, çok tanıdık kadınlar olmuştur. Asena’nın kadın kahramanları üzerinden topluma, kadının ekonomik özgürlüğünü elde etmesinin önemini anlatmıştır. Eğitimli ve eğitimsiz tüm kadınlar için aynı durum söz konusudur. Ekonomik güç, kadının kendini geliştirmesine olanak ve katkı sağlar. Kadının bilgiye erişmesi ve dolayısıyla iletişim kurarak kendini ileriye taşıması anlamına gelir. Asena, eserlerinde kendi hayatından yola çıkarak kararlı olmanın ne derece önemli olduğunu farklı açılardan vurgulamıştır. İlk başkaldırı olarak da kabul edilen babasına karşı gelişi, üniversite eğitimi almak içindir. Başarılı olamaz, diye düşünen babasına inatla karşı çıkmış ve istediğini almıştır. Asena’nın kaleminden babasıyla olan ilişkilerine dair şu ifadeler aktarılmıştır: “ilkokulda yavrukurt olmak istemiştim, babam izin vermemişti, daha sonra balerin olmak istedim, “Delirdiniz mi siz” dedi annemle bana. Ortaokulda tiyatrocu olmak istedim, kaşlarını çattı: “Bütün bu manyaklıklar senden mi çıkacak, bir daha duymayayım, vallahi okuldan da alır eve kapatırım seni.”54 Küçükken yapamadığını üniversite sınavında yapmış ve hedefine ulaşmıştır. İşe başladığı sıralarda yine başarılı olamayacağı düşünülmektedir. Konu mankeni olarak, “Şirin” takma adıyla gazeteciliğe adım atmış ve yine içinden “görürsün” dedikleri Asena’nın başarısına şahit olmuşlardır. Asena, aynı küçümser tavrı eşinden gördüğünü de belirtmiştir. Asena’nın kadın kahramanları birbirleri ile günlük hayat akışı içinde kadının sosyal rollerini tartışmışlardır. Örneğin, Aslında Özgürsün adlı eserde Belgin ve Berna’nın telefon görüşmesinde bunu okumak mümkündür. Erkeği mutlu etmenin ona ilgi göstermek, yemek yapmak ile olacağına inanan Belgin’e karşı Berna, “erkeklerin beni beğenmesi ile yemek pişirme arasında nasıl bir bağlantı var? Kendimi onlara beğendirmek için onlara sofralar mı hazırlamalıyım”55 diyerek karşılık veriyor. 54 55 Asena, Kadının Adı Yok, s. 50. Asena, Aslında Özgürsün, s. 10. 176 Duygu Asena’nın eserlerindeki kadın kahramanlarda görülen bir özellik de iç hesaplaşmaların olmasıdır. En yakınlarındaki kişiler kendilerine belirli olaylar için belirli davranış kalıpları önerirken, onlar iç dünyaları ile karakterleri arasında monologlar yaşayarak çıkış yolları arama telaşındadırlar. Toplumdan kendilerine dikte edileni yapmamak için kendilerini sınamaktadırlar. Böylelikle davranışlarının nedenleri, okuyucuya neden-sonuç ilişkisi içinde sunulabilmiştir. İlk eşini kaybettikten sonra annesinin ısrarları nedeniyle hiç sevmediği biriyle evlenen Nilüfer’in, mecburî olarak birlikte yaşamak zorunda kaldığı adama “karılık etmesi”, görevini yaparken hissettikleri, neden-sonuç ilişkisiyle verilmiştir.56 Asena, kızların annelerini izleyerek kadın olduklarını, taklit yoluyla kadınlığı öğrendiklerini ifade etmiştir. Bu savıyla ilgili olarak şunları dile getirmiştir: “…benim ve kardeşim İnci’nin bir şansımız varsa o da annemizden hiç ev kadınlığı öğrenmememizdir! Çünkü annem, hiçbir zaman ev kadını olmadı. Ev işi diye bir şey yapmadı. Öyle bir şey görmedik biz ondan…”57 Duygu Asena, burada kendi ile ilgili önemli ipuçları da vermiştir. Kendini dağınık bir insan olarak tanımlayan Asena, bunda annesinin payı olduğunu söylemiştir. Çünkü Asena’ya göre annesi, güzelliği ile ön plana çıkan, giyimine özen gösteren bir kadındır. Ev işleri için yardımcılar vardır. Dolayısıyla ne anneye ne de evin kızlarına iş düşmemiştir. Duygu Asena, kadınlar için sürekli bir eşitlik vurgusu yapmıştır. Ancak bazı durumlarda kadınların ve erkeklerin farklı olduklarını ileri sürmüştür. Yemek konusu buna en çarpıcı örnektir. “Erkekler için yemek çok önemli. Çoğu için yemeğin cinsi, kalitesi, ne olduğu, nasıl yapıldığı değil, her akşam önlerine iki üç kap yemek konulması önemli. Çünkü onlar buna alışmışlar, alıştırılmışlar.”58 Bu sonucu annelere ve onların oğullarına davranışlarına bağlamak mümkündür. Çünkü anneler, oğullarını geciktiyse gelene kadar uyuklayarak da olsa beklemiş, sabah erkenden kalkıp ona sıcak bir çay içirmeden, iki lokma ekmek yedirmeden evden göndermemişlerdir. Ancak aynı anneler, kızları için bu davranışları yapmamışlardır. 56 Duygu Asena, Aynada Aşk Vardı, 23. bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık A.Ş, 2006, s. 170-173. Emel, Coşkun, Ben Duygu, s. 27. 58 Asena, Aslında Aşk Da Yok, s. 58. 57 177 Hatta kızlar, ağabeylerine hizmet hususunda eğitilmişlerdir. Kızlar yemeklerini kendileri hazırlamışlardır. 3.2 NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’NİN ESERLERİNDE İÇERİK 3.2.1 AİLE UNSURU Arap toplumu daha önce de değinildiği gibi erkek egemen bir toplumdur. Bu toplumda yaygın olan ataerkillik, Türk toplumunda görülenden biraz daha sert bir tutum sergilemektedir. Erkek, Arap toplumunda çok büyük bir öneme sahiptir. Kadının kraliçe olduğu Mısır’ın eski dönemlerinden sonra sosyal konumunun ataerkil düzen ile değişmesi ve ikinci dereceye düşmesi, toplumun her alanında kendini hissettirmiştir. Bu durum tarihsel bir geleneğin sonucudur. Arap toplumunda erkek çocuk sahibi olmak bir övünç kaynağıdır. Bu durum aile itibarıyla doğru orantılı olarak artmaktadır. Cahiliye döneminden kalma bir âdet olarak, kız çocukları pek bir öneme sahip değildir. Bu duruma örnek olarak şu ifadeler gösterilebilir: “… Neden olmasın Hacı İsmail? Üç kez evlendim, çocuk sahibi olmadım. Ölmeden bir oğlum olmalı.”59 Ayrıca kızların eğitimine önem verilmemesi de bunun bir delilidir. Şüphesiz ki aile kurumu içinde yaşanan değişimler aşamalı ve yavaş da olsa toplumu etkilemekte ve değiştirmektedir. Tarih öncesi dönemlerde anaerkil düzenden ziraat toplumuna geçilmiş, daha sonra da sanayi toplumuna geçiş ve yaşanan tüm değişimler toplumun en küçük birimi olan aileden başlamıştır. Hangi toplumda olursa olsun değişim önce ailede başlar ve tamamlanır sonra da topluma yansır. Aile içindeki işbölümü üretimin ev dışına taşınması ile birlikte toplumda görev dağılımına dönüşmüştür. Ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal kollarda uzmanlıklar oluşmuş ve aile içindeki kişisel ve duygusal bağlar yerini çıkar ilişkilerine bırakmıştır. Terimsel olarak da aile, anne, baba ve çocuklardan oluşan toplumun en küçük birimidir. Genel olarak baba ev dışında çalışarak evin geçimini sağlar, anne de ev içinde çalışarak eşine yardımcı olur. Aile birlikteliğini sağlayan kurallar genel olarak 59 Nevâl es-Sa‘dâvî, Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ, Kahire, Mektebetu medbulî, 2006, s. 36. 178 benzerlikler arz etse de toplumdan topluma değişiklikler de göstermektedir. Mısır toplumunda bu değişikliklerin en göze çarpanı boşanma konusunda yaşanmaktadır. Bazı kanunlar, kocanın karısının sahibi olduğunu, eğer kadın ihanet ederse kocanın boşama hakkı bulunduğunu fakat aynı durumun tersi olduğunda ise kadının kocasını boşama hakkı olmadığını belirtmektedir. Ayrıca bazı kanunlar, kocaya eşinin isminin yerine kendi ismini verme, malları üzerinde istediği gibi tasarruf etme hakkı vermektedir. Bunların yanı sıra, boşanmış kadın çocuklarını görmekten ve nafaka almaktan mahrum edilmektedir. Çok çeşitli sebeplerden ötürü kadın ile erkek arasında ilişki farklılık göstermektedir. Erkek tarafından himaye edilen, her türlü ihtiyacı bir şekilde erkek tarafından karşılanan ve ona bağımlı kılınan kadın, bir süre sonra bilinçsizleşme ve cahilleşmeye maruz kalmaktadır. Erkek egemenliğinin onun üzerindeki yaptırımlarını, kadının kendisini erkeğin ve toplumun gözünde yüceltecek araçlar olarak görmektedir. Kadının kendini gerçekleştirebilmesi evin dört duvarı arasından çıkıp kendini ifade edebildiği bir işte çalışmasıyla ancak mümkün olabilir. Erkeğin saltanatının hüküm sürmediği, kadının kendi başına üretebildiği ve yarar sağladığı bir alan ona güven verecektir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde aile kavramı, toplumun sorunlarına örnek teşkil eden gruplardan seçilmiştir. Bu örneklerde cehaletin yol açtığı sorunlara değinilmiş, sosyal şartların değişmesinin kadının hayatını nasıl değiştireceği ve yaşanan değişimlerden söz edilmiştir. Ayrıca erkek egemenliğinin kadınlar üzerindeki istismarı en çarpıcı şekliyle ifade edilmiştir. Kapitalizmin hüküm sürdüğü, sınıfsal farklılıkların yaygın olduğu toplumlarda kadının kendini gerçekleştirmesi pek mümkün görünmemektedir. Ancak adaletin ve eşitliğin gerçek manada olduğu sosyalist toplumlar buna imkân vermektedir. es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde kendi hayatından aktardıkları da dâhil olmak üzere, kız çocukların erkek çocuklardan ayrımına tanık olunmaktadır. Yazar es-Sa‘dâvî, bu konuda Tanrı’nın adil olmadığını, erkek kardeşini kendisinden daha çok sevdiğini düşündüğünü ifade etmiştir. Ailesi, Mısır’daki çoğu aileye nazaran elit sayılabilecek, eğitimli bir aile olmasına karşın, es-Sa‘dâvî’nin kaleminden bu tür ayrımları okumak mümkündür. Toplumsal değişim 179 için gerekli şartlardan biri de kız çocukların doğumlarından ölümlerine kadar, okulda, evde, işte eşitliği hissetmeleri ve yaşamalarıdır. Çocukların yetişme döneminde anne kadar baba da eğitime katılmalı, paylaşımcı olmalıdır. Arap toplumunun geleneksel aktarımları kız çocuklarının ikincil planda kalması yönündedir. Bunun erkek çocukla her yönden eşit duruma gelmesi gereklidir. Arap toplumundaki kadın hareketinin temeli de evlilik ilişkilerini düzenlemeye yoğunlaşmaktadır. Çünkü toplumun en küçük birimi olan aile, değişimin kökleşme mekanizmasıdır. Kadın sorununun da başlangıç yeri ailedir. Kadının küçük dünyası aile sorunları ve çocuklarla doludur. Bu sorunlar ne daha büyük sorunlara ne siyasi ya da insan hakları sorunlarına ne de adalet, özgürlük ve sosyal sorunlara dönüşememektedir. Arap toplumunda kadın konulu ilmî bir araştırma bile kültürün ve dinin insanlar üzerindeki engelleyici ve sınırlandırıcı etkisine takılarak gerçekleşememektedir. Bazı insanlar dini önemli bir silah olarak gerçek bilgiye karşı kullanmaktadır. Bu durumun sonucunda cehalet kaçınılmaz olmaktadır. Nevâl esSa‘dâvî bu konuda dinin, kadın erkek, zengin fakir ayırt etmeksizin haktan ve gerçekten yana olması gerektiği görüşündedir. Din, sosyal ve ekonomik sebeplerden ötürü sevilen bir kavram değildir. es-Sa‘dâvî bu hususta Havva’nın Örtülü Yüzü isimli kitabında yaşadığı bir olayı aktarmıştır: Ayn Şems Üniversitesi’nde ‘Çağdaş Mısırlı kadının cinsel yaşamında karşılaştığı sorunlar’ isimli bir araştırma, ilgili profesörlerin ‘cinsellik’ kavramına ilişkin aşırı gelenekçi zihniyetle yaklaşımı sonucu, konu adındaki ‘cinsellik’ kelimesinin ‘psikolojik’ olarak değiştirilmesiyle gerçekleşebilmiştir.60 Kadın, her zaman itaat etmesi gereken taraf olarak seçilmiştir. Erkekler tanrıya, kadınlar ise tanrıya, babalarına ve kocalarına itaat ederler. Tabiiyet ilk olarak baba ile başlar, kocayla devam eder. Bu ikisine boyun eğme sonucu sorgusuz ve söylendiği biçimde tanrıya itaat gerçekleşir. 60 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 55. 180 3.2.2 BABA KARAKTERİ Daha öncede belirtildiği gibi Arap toplumu ataerkil bir aile yapısı ve toplumsal normlara dayalı bir düzendedir. Erkek çocuk sevilir, erkeğin soyu devam ettirilir, kanunlar bile onlardan taraf olduklarını ispatlarcasına onları destekleyerek erkeklere farklı hükümler verir. Aynı erkekler çalışır, evin geçimini sağlar, evin reisi olarak karar alır ve uygularlar. Ev işleri ve çocuk bakımı kesinlikle kadınların işidir. Toplumsal ve sosyal görevlerin dahi belli sınırlarla çizildiği erkek egemen toplumlarda, erkeklerin görev yeri ev dışı olarak belirlenmiştir. Anneleri tarafından bile bu olgu üzerine yetiştirilen erkekler daha sonra bütün her şeyi alıştıkları üzere eşlerinden ya da kız kardeşlerinden beklemektedirler. “Patriarki (ataerkil sistem), bir cins olarak toplumda kadınların ezilmesi sonucunu doğuran kurumsal ve kültürel düzenleme ve uygulamaları belirtir ve genel olarak kullanıldığında erkek iktidarı anlamına gelir; ancak bu, ataerkil sistemin örgütlenmesinin ve uygulanmasının tarihsel ve kültürel olarak farklılık gösterdiği gerçeğini ortadan kaldırmaz.”61 Bu düzen her ne şekilde uygulanırsa uygulansın, erkek birey olarak kabul edilmekte ve kadın denetlenmesi gereken bir nesne durumuna dönüşmektedir. Kadının denetlenmesi cinselliği ve doğurganlığı üzerinden yapılmaktadır. Çünkü ataerkil aile geleneğinin tarihsel sürecine bakılırsa, babanın topraklarının mülkiyetini aktarabilmek üzere kendi çocuklarının kim olduğunu kesin olarak bilmeye ihtiyacı vardır. Ekonomik sebepler, ataerkil aileyi beslemiş ve güçlendirmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî (Kadın ve Psikolojik Savaş) adlı eserinde, nörotik hasta kadınların sorunlarından bahsetmiştir. Bu hastaları değerlendirirken, onları denetleyen muhtemel toplumsal kuralların etkilerini de irdelemiştir. Burada yetiştiği kendi ailesi, anne-babasının tutumları da ona yol gösterici olmuştur. Örneğin Nevâl es-Sa‘dâvî’nin babası tek başına evin geçimini sağlamasına rağmen eve geldiğinde annesine yardım eden, bulaşık yıkayan, eşine sesini yükseltmeyen kibar bir adamdır. Fakat es-Sa‘dâvî’nin hastalarından biri olan Zeynep’in sorunlarının sebebi de babasıdır. Aşırı korumacı bir yapıya sahip baba, 61 Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 24. 181 kızını her türlü kötülükten ve erkeklerden korumak için büyük çaba sarf etmiştir. Kızına kötülük yapmayı ve onu hasta etmeyi asla aklına bile getirmemiştir. esSa‘dâvî babayı şöyle tanımlıyor: Zeynep’in hayatındaki en büyük tehlike babasıdır. Çünkü Zeynep babasının isteğiyle okul hayatına veda etmiş, babasının çalıştığı fabrikada işe başlamış, sonra da babasının uygun gördüğü gibi teyzesinin oğlu ile evlenmiştir. Tüm bu yaşananlar esnasında babası Zeynep’e ne istediğini hiç sormamıştır.62 Tanrı Nil Kıyısında Öldü adlı hikâyedeki baba karakteri olan Kafrâvî, aslında seçimi kızına bırakmak ister bir tavır sergilerken, “Ben kabul ediyorum Şeyh Zahrân ama gördüğün gibi kız istemiyor. Senin evinde kızının sözü mü geçiyor Kafrâvî? Sözü geçen benim ancak ne yapayım? Ne mi yap? Bilmez misin kadınlar ve kızlar dayak yemeden söz dinlemezler”63 sözleri üzerine sonunda polis şefinin baskısına yenik düşerek kızını dövmüş ve muhtarın evinde çalışması için Şeyh Zahrân’a teslim etmiştir. Doğu toplumlarında erkekler çocukluklarından itibaren kadınların tam tersi bir durumda yetiştirilirler. Onlar kendilerini tek egemen güç zannederek, dünyanın onlar için ve onların etrafında döndüğünü düşünmesi sağlanılarak büyütülürler. Aslında bu durumda kadınların etkisi büyüktür. Çünkü onları bu duygularla yetiştiren de anneleri olan kadınlardır. Fakat kadınları bu duruma iten güç yine ataerkil sistemin çıkmazlarıdır. Kadına değer vermeyen bu yapıda, değer görmenin koşullarından biri de erkek evlat doğurmaktır. Varlığını kabul ettirme çabasındaki kadın için erkek evlat tek ve vazgeçilmez gurur kaynağı oluvermektedir. Böylesine bir ilgiyle büyüyen erkekler de eş ya da baba olunca doğal olarak önce kendilerini düşünmekte, ilk kendi ihtiyaçlarını karşılamaktadırlar. Nevâl es-Sa‘dâvî’ye göre bu erkekler, en önemli mevkilere kendileri gelmelidir. Kadınlar ise, canları istediğinde birlikte olacakları, bacaklarının arasında uzanan güzel ve aptal hayvandan başka bir şey değildir.64 62 Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî, Beyrut, el-Muessesetu el-‘arabiyyetu li’dirâsâti ve’n-neşri, 1976, s. 138. 63 es-Sa‘dâvî, Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ, s. 35-36. 64 Nevâl es-Sa‘dâvî, Muẕekkerâtu ṭabîbe, 2. bs., Kahire, Mektebetu medbulî, 2006, s. 60. 182 Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde baba karakteri çeşitli tiplerde okuyucuya sunulmuştur. Klasik olarak sıkça rastlanan aşırı koruyucu ve muhafazakâr baba tiplemesini çokça görmek mümkündür. Bunun yanı sıra maddi durumu iyi kesimden de örnekler verilmiştir. İlk tiplemedeki baba rolü, kızlarını her şeyden sakınmış, erkeklerden özellikle uzak durmalarını tembih etmiş, kızların kendi başına hareket edemez, karar veremez hale gelmelerine neden olmuşlardır. Maddi olarak iyi durumda olan babaların, cinselliklerine de değinilmiş, evde çalışan kızlara karşı davranışlarından örnekler sunulmuştur. Bunların dışında, kızlarına değil ama eşlerine acımasızca davranan hatta onları uydurdukları bahanelerle akıl hastanelerine kapatan baba tipleri vardır. Eserlerde bu tipler sadece ‘baba’ olarak isimlendirilmiştir. Çünkü onlar toplumsal görev ve rollerini hiç yerine getirememiş, çocuklarını ve ailelerini koruyamamış, uyuşturucu satmak gibi kötü işlerde bile kullanmışlardır. es- Sa‘dâvî, kız çocukları ile babaları arasındaki ilişkinin mesafeli olmasından kaynaklanan sorunlara vurgu yapmıştır. “Hayatımın bu dönemini sebepsiz bir şekilde çok sevdim. Belki trenin bir o yana bir bu yana sallamasını, belki direklerin hızla arkamda kalmalarını ya da trenin merdiven basamaklarında babamın büyük elinin benim parmaklarımı kavramasını, dokunmasını sevdim.”65 Baba ile kızları arasındaki ilişkinin hayatlarının her döneminde onları etkileyeceğine dikkat çekmiştir. Bu konuyla bağlantılı olarak es-Sa‘dâvî’nin Mısırlı Müslüman bir genç kızın hikâyesindeki, baba ile kızın ilişkisi örnek gösterilebilir. Kızının dışarıda çalışmasına erkeklerden izole olmuş bir ortam olması şartıyla izin veren baba, sürekli olarak ona ahlaklı olmasını, namaz kılmasını, günahtan kaçınmasını söylüyor. Babasının kendisi için ettiği dualarda bile ona eş olarak sadece teyze veya halasının oğlunun olmasını istediğini duymuş ve bu sebeple Allah’a sadece evlenmemek için dua etmiştir.66 Yine yaşanmış gerçek bir hayat hikâyesi olan bu eserde yaptığı her şeyde kendini günahkâr hisseden kız, es-Sa‘dâvî’nin hastalarından biri olmuştur. Bu örnekte esSa‘dâvî fanatik dini düşüncelerin de genç kız üzerindeki etkisine değinmiştir. Baba sevgisinin önemine vurgu yaptığı eserlerinden biri de el-Ġâib’tir. Burada hayat 65 Nevâl es- Sa‘dâvî, el-Ḥayṭu ve ‘ayn’ul-ḥayât, 2. bs., Kahire, Mektebetu medbuliyyu, 2006, s. 14. Nevâl es-Sa‘dâvî, Why Keep Asking Me About My Identıty, London-New York, Zed Books, 1998, s. 100. 66 183 şartlarıyla uyum sağlayamamış, kırılgan, alıngan, ruhsal boşluklar yaşayan bir genç kızın hikâyesi anlatılmıştır. Gizli aşkını hayal eden, aşığını kurgulayan ancak erkeklerden nefret eden, hayatı ev ve laboratuar arasında geçen biridir.67 Nevâl es-Sa‘dâvî, aile ve babası konusunda eserlerine konu olan örneklere göre oldukça şanslı biridir. Kız kardeşleri üzerinde otorite kurmaya çalışan, kendine hizmet etmeye zorlayan erkek kardeşine babasının tavrı bu tutuma karşı çıkmak, herkesin kendi işini yapmasını istemek şeklinde olmuştur.68 Ayrıca babasının annesine karşı çok saygılı olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. 3.2.3 CİNSELLİK Müslüman toplumlar, siyasi yapıları ve ekonomik gelişme düzeyleri bakımından çeşitlilikler gösterse de birçoğu kadın bedeni ve cinselliği konusunda erkek egemen bir anlayış içinde benzer tutumlar sergilemektedir. Bu tutumlar toplumsal gelenekler ve törelerle şekillenmektedir. Bu durum yasalara ve devletlerin siyasi politikalarına da yansımaktadır. Tutucu ve muhafazakâr politik güçler kadın cinselliği üzerindeki geleneksel denetimlerini sürdürmekte hatta yenilerini ekleyerek baskı ve kontrolü pekiştirmeye çalışmaktadırlar. “Kadınların bedenlerini ya da cinselliklerini baskı altında tutmayı amaçlayan çeşitli mekanizmalar, yasaların ötesinde, kadınların giyim ya da hareket özgürlüklerini kısıtlamak gibi yaygın toplumsal davranışlardan, cinsel organlarını kesmek ya da namus nedeniyle topluca öldürmek gibi şiddet içeren törelere kadar uzanıyor.”69 Kadın bedeni ve cinselliği üzerindeki bu kontrol mekanizmaları baskı ve şiddet yoluna başvurdukları gibi siyasi ve kültürel olguları da kullanmaktadırlar. Bunlar arasında din, kullanılan en güçlü yollardan biridir. Din bahane edilerek, kadınların birçok hakkı ihlal edilmekte ve bu ihlalin meşrulaştırılması yoluna gidilmektedir. Gerek kadın sünneti gerekse namus adına işlenen kadın cinayetleri, dünyanın birçok yerinde İslâm ile hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen kadın cinselliğini kontrol altına almak için İslâmiyet adına 67 Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Ġâib, Kahire, 2. bs., Mektebetu medbulî, 2006. Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ, Şam, Dâru’l-fikr, 2000, s. 29. 69 İlkkaracan, a.g.e., s. 13. 68 184 uygulanan töreler olarak yansıtılmaktadır. Yaygın olan bir inanışa göre kadın cinselliği toplumsal düzeni tehdit eden çok güçlü bir arzudur. Kadınların da kendilerini kontrol etme yetileri olmamasından, cinselliğin kirlilik olarak görülmesi ve temizlenilmesi gereken bir şey olduğu düşünceleriyle kadınların namus ve iffetlerini korumak için bu sünnetin uygulanması kaçınılmazdır. Arap kültüründe cinsellik çok özel bir konu olarak ele alınmakta ve onunla ilgili hiçbir şey açıkça konuşulmamaktadır. Müslüman bir Arap kadını için cinsel hayatı ancak evliliğinde başlamaktadır. Fakat bazı Müslüman toplumlarda değişen zaman ve şartlara göre, erkek için durum uygulamada değişiklikler gösterebilmektedir. Erkeklere daha hoşgörülü bir tavır, görmezden gelme ya da olması gereken bir durum gibi kabuller ortaya çıkabilmektedir. Fakat bekâr bir kadının cinselliği ailesi için bir itibar olduğu kadar aile namusu için bir tehdit olarak da algılanmaktadır. Müslüman toplumlarda arzu ve cinsellik konusu evlilik kurumu ile birlikte meşrulaşan konulardan biri olmuştur. Müslüman toplumlarda cinselliğin meşru olarak yaşanabileceği yer evliliktir. Evlilik öncesi cinsel deneyim yaşayan kadınlar açısından bu büyük bir ayıp olarak nitelendirilmekte fakat aynı tutum erkek söz konusu olduğunda aynı algı değişmektedir. İslâm dininin her iki cins için zina konusunda aynı hükmü ve cezayı vermesinin yanı sıra toplumdan topluma ve zamandan zamana değişen bu tür uygulamalara rastlamak mümkündür. Bazı toplumlarda erkeğin dahi evlilik öncesi veya evliliği içinde başka biriyle nikâhsız birlikteliği hoş görülmemektedir. Müslüman toplumlarda kadınlar, küçük yaşlardan itibaren toplumsal cinsiyet ayrımcılığına maruz kalarak ve evliliğe hazırlanarak büyümektedirler. Evlilik kurumunun önemi bir yana, tek amaç olmaması da büyük önem taşımaktadır. Büyük ölçüde görücü usulü şeklinde ailelerin uygun gördükleri kişiler ile evlenmeye zorlanmak da ataerkil toplumlarda kadınların yaşadıkları sorunlardan biridir. Evlilik yoluyla kadınlar ve hayatları değişime uğramaktadır. Yaşadıkları her ne olursa olsun “ evli ve saygın kadınlar olmakta, aşk ve seksi tanımadan altı meşru çocuk doğurmakta, kocalarını bir defa bile çıplak görmeden, yakınlaşma anında şiddetle karşı koyarak vicdanlarını rahatlatmakta ve teslim 185 oldukları anda da acı duyarak”70 evliliklerini sürdürmektedirler. Kadınlar için cinsellik âdeta bir yük olabilmekte ve sadece çocuk doğurmaya yönelik bir sorumluluk olarak kalmaktadır. Arap toplumunda kadının ikincil statüsü bu algılarla birleşerek kadının ailedeki rolünü de etkiler ve doğacak olan çocukların erkek olması tercih sebebi olarak karşımıza çıkar. Burada iki yönlü bir sonuç vardır. Birincisi erkek çocuk doğmasıyla annenin aile içindeki görünmez değer artışı, ikincisi ise aynı sıkıntılardan çocuğunu koruyabilmiş olması örnek verilebilir. Araplarda “aile, ekonomik ve sosyal etkinliklerin merkezi olan, toplumsal cinsiyet ve yaşla belirlenen bir hiyerarşiye dayalı, işbirliği ve bağlanma temeli üzerine kurulu sosyal bir birlik”71 görülmesi nedeniyle kadınlar özel alana hapsolarak erkeğe bağımlı hale gelmişlerdir. Nevâl es-Sa‘dâvî’ye göre; Arap kadınları, erkeklerin mülkiyeti olarak algılanır ve korunmak üzere erkeklere ihtiyaçları vardır. es-Sa‘dâvî, imra’a ‘inde nuḳṭati’s-ṣıfr (Sıfır Noktasındaki Kadın) adlı eserinde Firdevs’in nasıl hayat kadını olma yoluna itildiğini ve ona sahip olmak isteyen erkekleri anlatır. Hikâyenin sonunda Firdevs, bir erkeğin tahakkümünü kabul etmeyerek katil olmak zorunda kalmıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; ataerkil toplumlarda özellikle de Arap toplumunda erkeklerin kadın üzerinde baskı kurma isteği ve hâkimiyeti sınır tanımamaktadır. Erkekleri buna iten güç, kadınlara yetememe korkusu olabilmektedir. Cinsel açıdan hissedilen kendine güvensizlik, erkeği şiddete yöneltmektedir.72 Kadına karşı duyulan bu korku, erkekleri bazen Firdevs gibi kadınlara yöneltmektedir. Çünkü bu kadınlar, ahlaki değerlere ve geleneklere göre toplumun en aşağı tabakasıdır. Her türlü değerden yoksun bu kadınlar, her türlü güzel ve iyi özelliğe sahip eşlerini evde bırakarak erkeklerin korkmadan yaklaşabildikleri kadınlar olmuşlardır. Bu konu ile bağlantılı olarak Laḥẕatu ṣıdḳ adlı eserde anlatılan erkek ile kadının hikâyesine de değinilebilir. Burada hayatına giren birçok kadın olduğunu, bunlardan çoğunun hala kendisini aradığını, itaat ettiğini, onları küçük düşürmesine rağmen kendisine olan bağlılıklarını anlatırken başka bir kadın tarafından ömrü boyunca unutamayacağı bir reddedilişi anlatan bir erkeğin hikâyesi konu edilmiştir. Diğerlerinden farklı olan bu kadın, erkeğin onu istemesine, 70 es-Sa‘dâvî, Kadının Cennette Yeri Yok, s. 92-93. Nadere Shalhoub-Kevorkıan, Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 211. 72 Nevâl es-Sa‘dâvî, er-Raculu ve’l-cins, s. 410-412. 71 186 onun için özel olarak hazırlıklar yapmasına karşın “beni seviyor musun?” diye sorduğunda “henüz değil” diyen, özentisiz ve sıradan bir kadındır. Erkek yaşadığı bu durumu kendisi için gurur meselesi yapacak kadar incindiğini ve hislerini belirtmiştir.73 Cinselliği küçümseyen bir tavır takınan diğer tek tanrılı dinlerin aksine İslâmiyet, meşru sınırlar içinde yaşanmasını uygun görmüş ve ona değer veren bir tavır sergilemiştir. Ancak zaman zaman yanlış yorumlanış biçimlerine de rastlanmaktadır. Özellikle Cennet’e gidecek olanlara vaat edilen hurilerin ve Cennet’in edebî tasviri Nevâl es-Sa‘dâvî’nin kaleminden okuyucuya şöyle yansımıştır: “…Kapı kapalıydı. Yavaşça elini uzatıp kapıyı itti. Yatağın dört direğini ve direklere asılı perdeyi gördü. Ortada geniş bir yatak, yatağın üzerinde de damat gibi oturan kocası vardı. Kocasının sağında bir kadın vardı. Solunda bir başka kadın. İkisi de beyaz tenlerini ortaya seren şeffaf elbiseler giymişlerdi, gözleri hurilerin gözleri gibi ışık doluydu… Siyah bir kadının cennette yeri yok.”74 Bu ifadeler bütün hayatını kocasına itaatle geçirmiş evli bir kadına aittir. Hikâyede anlatıldığına göre bu kadın kocasından dayak da yemiş, saçının telinden topuklarına kadar hiçbir yeri görünmemiş bir kadındır. Kocası kendisinden önce ölmüştür. Kendisi de öldüğünde kocasıyla buluşma yerine gitmiş ve kocasını iki huri ile birlikte bulmuştur. Üstelik huriler beyaz tenlidir… Nevâl es-Sa‘dâvî el-Mer’etu ve’sṣırâ‘u’n-nefsî (Kadın ve Psikolojik Savaş) eserinde ataerkinin ve onun gücünün korunmasının kadın-erkek ilişkilerine atfedildiğini ve özellikle kadın cinselliği üzerinden yürütüldüğünü hatta bu konuda ahlaki bir ikilik ve ayrımcılık yapıldığını anlatmaktadır. Bu konuyu çeşitli örneklerle açıklamak mümkündür. Nevâl esSa‘dâvî, kadını baskılaması nedeniyle Arap toplumunu sık sık eleştirmiştir. Gerek ekonomik sebepler gerek başka herhangi bir sebep yüzünden, kadının cinselliği alçaltıcı bir konu olagelmiştir. Bu husustaki eleştirileri de toplumun, erkeğe şartsız koşulsuz ve evlilik içi ya da dışı cinsel özgürlük vermesi ile ilgilidir. Kadın için aynı durum söz konusu bile olmamıştır. Anaerkil aileler döneminde kadının toplumsal statüsü, ona ayrıcalık katarken ataerkil topluma geçişle birlikte kadının cinselliği 73 74 Nevâl es-Sa‘dâvî, Laḥẕatu ṣıdḳ, 4. bs., Kahire, Mektebetu Medbulî, 2006, s. 9-19. es-Sa‘dâvî, Kadının Cennette Yeri Yok, s.106. 187 algısı değişime uğramıştır. Erkeklerin farklı sebeplerden dolayı, evli oldukları eşlerden başka kadınlara yönelmeleri bu durumu bir sektör haline getirmiştir. Bu kadınları yaşadıkları acılara ek olarak çocuklarının da yaşadıkları kadınların kendi kaderlerinden farklı değildir. Gayri meşru çocuk olmaları sebebiyle ahlaki, insani, sosyal, kültürel ve ekonomik bütün haklardan mahrum kalırlar. Suḳûṭu’l-imâm (İmamın Düşüşü) adlı eserde böyle bir konuyu dile getiren Nevâl es-Sa‘dâvî burada gayri meşru doğan kız çocuğun hikâyesini anlatmıştır. Toplumsal cinsiyet olgusunun farklı kurgulanışı ve cinsellik konusunun Müslüman toplumlarda yeterince ele alınmaması göze çarpmaktadır. Deniz Kandiyoti bununla ilgili olarak “hem kültürel olarak tabu addedilen alanlara girmeye karşı gösterilen direnç, hem de İslâmî köktendincilik tarafından konuşlandırılan kategorilerle benzerlik taşıyan bazı radikal feminist teorilerde gizli toplumsal cinsiyet özcülüğüne karşı tepki”75 olabileceğini ileri sürmüştür. Bu direncin temelinde korku duygusu yatmaktadır. Çünkü Müslüman toplumlardaki kadına karşı yaptırımlar kısa yoldan ölüme bile götürebilecek türden cezalar içermektedir. Toplumsal yaptırımlar ve baskı mekanizmaları arasında Müslüman toplumların kadınları, edebiyat, resim, güzel sanatlar yoluyla cinselliklerini ifade yolu bulabilmişlerdir. Bu eserler de sayıca çok az olmasına rağmen 19. yy.dan beri süregelen kadın hareketine güç katmışlardır. Nevâl es-Sa‘dâvî, kaleme aldığı eserlerinde cinsellik konusunu belli bir açıdan ele almıştır. Kadın sorunları ile ilgili çalıştığı klinikte yaptığı araştırmalar, kadınların sorunlarının kaynağını cinselliğe bağlamıştır. Küçük yaşta yaşanan sünnet ile birlikte kadınlar için cinsel hayata korkulu bir başlangıç yapılmış oluyor. Cinsellik, çevre ve toplumdan öğrenilen bir kavramdır. Çünkü küçük yaştaki kız ya da erkek çocuklar, cinsel organlarını diğer uzuvlarıyla aynı görmektedirler. Zamanla ebeveynlerin ve diğer büyüklerin uyarıları doğrultusunda belli davranışlara odaklanılmayı ve cinsler arası farkları öğrenmektedirler. Bu durum gizli saklı köşelerde yasağı keşfetmeye yöneltmekte ve suçluluk duygusunu da beraberinde getirmektedir. 75 Deniz Kandiyoti, “Contemporary Feminist Scholarship and Middle East Studies”, Deniz Kandiyoti (ed.), Gendering and Middle East (Londra ve New York: I.B.Tauris, 1996), s. 14. 188 “Zeynep”76 adlı örnekte belirtildiği gibi aşırı korumacı baba karakteri, kızının güvenliği ve iyiliği için, okula dahi kendisinin götürmesine sebep olmuştur. Sürekli olarak erkeklerin çok tehlikeli ve kaçınılması gereken varlıklar olduğunu, onlara güvenmemek gerektiğini dile getirmiştir. Kızı Zeynep, evlendikten sonra eşiyle yaşadığı cinsel hayatını bile sevememiş, bütün erkeklerden nefret etmiştir. “Aliye”77 kişisi de sadece kocasıyla birlikte olmuş fakat çocuğunun kendisine benzemediği iddiasıyla ve evlendikleri günden beri kendisinin bekâretinden şüphe duyduğunu söyleyen kocası tarafından boşanmıştır. Bu kadın da nörotik şikâyetler sebebiyle Nevâl es-Sa‘dâvî’ye başvuran kadınlardan biridir. Arap toplumunda kadınların cinsellik konusundaki en büyük sorunlarından biri de kadın sünnetidir. Küçük yaşlarda yaşanan bu şiddet, kadınları olumsuz yönde etkilemektedir. Kadınları ve cinselliklerini kontrol etmede kullanılan çok güçlü yöntemlerden biridir. Köken olarak Afrika’nın ilkel kabilelerine ait bir gelenek olmasına rağmen İslam ile ilişkilendirilerek yaygınlaştırılmış ve gelenek haline gelmiştir. Son yıllarda Arap ülkelerindeki kadın aktivistlerin ve batılı ülkelerin de çalışmalarıyla zararları anlatılsa da vazgeçilemeyen bir âdet olarak yerini ve etkinliğini korumaktadır. Mısır’da 2008 yılında sünnet edilen kızlardan üçünün aşırı kan kaybı ve enfeksiyon sebebiyle ölümünden sonra bu gelenek hükümet tarafından yasaklanmıştı. Ayrıca sünneti teşvik eden ailelerin, operasyonu yapan ve yaptıran kişilerin hem hapis hem de para cezası ile cezalandırılması kararlaştırılmıştı. Çocuk haklarının korunması doğrultusunda alınan bu kararlara, on sekiz yaşından önce, aile rızası dışında evlilik yasağı da eklenmişti. Fakat burada şunu da belirtmek gerekir ki; sünnetin zorunlu haller –zorunlu halleri kapsayan durumların açıklaması net bir şekilde yapılmamıştır- dışında yasaklanması, geleneğin uygulanabilirliği hususunda açık kapı bırakmıştır. Maalesef gelenek, yasak tanımadan uygulanmaya devam etmektedir. Çünkü Müslüman ailelerin yanı sıra Hıristiyan aileler de geleneği sürdürmektedir. İnançlara göre; kadınlığa geçişin ve kadın olmanın sembolü sayılması, bu uygulamanın kadınların arasında bile bir itibar konusu olması, dine bağlılığın ispatı olarak görülmesi ve daha birçok etkenden dolayı kadın sünneti 76 77 es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî, s. 137-152. es-Sa‘dâvî, a.e, s. 153-159. 189 uygulaması devam etmektedir. Hatta Mısır’ın yeni parlamentosundaki hem iktidar hem de muhalefet partisine mensup bazı milletvekilleri kadın sünnetini yasaklayan kanunların değişmesi çağrısında bulunmuşlardır. Bu yasağın Mübarek döneminde getirilmiş olması nedeniyle artık geçerliliği kalmadığını iddia etmişlerdir. Badran’ın belirttiğine göre; devlet şu an kadın sünnetinin tıbbileştirilmesini desteklemiyor ancak uygulamanın İslâmileştirilmesini de istemiyor. Kadın sünnetinin şeriata girdiğini kabul etmiyor ve böylece anayasa tarafından korunuyor. Devlet İslamcıların bu tartışmayı beden politikası üzerindeki siyasi kontrollerini genişletmek için kullandıklarının farkında ve devamlı buna karşı koymaya çalışıyor. Bu nedenle devlet, kesişen çıkarlar için kadın sünnetinin kaldırılmasını isteyenlerle müttefik oluyor.78 Kadın sünneti ile ilgili olarak hiç olumlu gelişme kaydedilmediğini de söylemek doğru olmaz. Ezher şeyhlerinden Tantâvi ve bazı âlimler kadın sünnetinin İslam’da yeri olmadığını ifade etmişlerdir. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü’nün konu ile ilgili araştırma79 sonuçlarına göre; anne ve babanın eğitim düzeyi ile bu uygulama arasında ters bir orantı vardır. Eğitim düzeyi arttıkça uygulamanın azaldığı tespit edilmiştir. Toplumun gelişmişlik düzeyinde pozitif yönlü bir değişim, ebeveynlerin kökleşmiş âdetlere karşı toplumsal kararlılığı bu olayı ortadan kaldırmaya başlamıştır. Artan eğitim seviyesi ile ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu araştırma sonucu, eğitim düzeyi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, geleneksel toplumlara nazaran kadının statüsünde olumlu değişikliklerin olduğunu göstermektedir. Nevâl es-Sa‘dâvî sünnet konusunda kendini, çocukların bedenlerini dayaların, doktorların ve sünnetçilerin elinden kurtarmaya adadığını ifade etmiştir. Kendi yaşadığı acıyı unutmadığını, erkek kardeşinin çığlıklarını hala anımsadığını belirtmiştir.80 Nevâl es-Sa‘dâvî, sünnete karşı olmasını tıp doktoru olmasının ona kazandırdığı bilgi ve tecrübelere dayanarak açıklamaktadır. Yazarın belirttiğine göre, 78 Badran, Feminism in İslam, s. 45. Ayrıntılı bilgi için bkz.: World Health Organization, Eliminating Female Genital Mutilation An İnteragency Statement OHCHR, UNAIDS, UNDP, UNECA, UNESCO, UNFPA, UNHCR, UNICEF, UNIFEM, WHO 80 es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ, s. 9-14. 79 190 tıp fakültesinde bu cerrahi müdahalelerle ilgili bir eğitim görmemişlerdi. Bu işlemin yapılış sebebi ise temizlik, ahlâk, sağlık ve din olarak açıklanıyordu.81 Burada ele alınması gereken bir konu da Mısır’da Arap Baharı devriminden sonra kadınların durumundaki değişiklikler ve gelişmelerdir. İlk zamanlardaki olumlu hava zaman zaman yerini maalesef kötü olaylara bıraksa da güzel gelişmeler yaşandığı bilinmektedir. Ancak eğitim çağındaki kız çocuklarının evlilikleri ile ilgili feministlerin karşı çıktıkları yasa taslaklarının görüşülmesi tartışmaları beraberinde getirmektedir. Mısır Ulusal Kadın Konseyi, itirazda bulunarak bu yasanın reddini talep etmiştir. Ayrıca aşırı dinci grupların Mübarek döneminde kadına tanınan kocasının onayı olmadan boşanma hakkı da yeniden değerlendirilecek konular arasında anılmaktadır. Mısır’da kadınların sorunları bunlarla sınırlı değildir. Protestoların merkezi durumundaki Tahrir Meydanı’ndaki kadınlar zaman zaman asker veya polis tarafından şiddete maruz kalmışlardır. Bu olayın simgesi haline gelen 28 yaşındaki Ġâdâ Kemâl ve dünya basınında geniş yankı bulan olay büyük tepkilere yol açmıştı. Kadınlar eylemci olması sebebiyle sadece bu tür bir şiddete maruz kalmamışlardır. Tutuklanmalarını takiben zorla bekâret testine de tabi tutulmuşlardır. Gerekçe olarak gözaltındayken asker ya da polis tarafından tacize uğramalarının engellenmesi olduğu ifade edilmiştir. Yapılan eylemler ve protestolar sonucunda Kahire İdare Mahkemesi askeri cezaevlerinde kadınlara bekâret testi yapılmasını durdurduğunu açıklamıştı. Özgürlüğün sembolü haline gelen Tahrir Meydanı, kadınlar için aynı anlamı koruması bakımından önem taşımaktadır. Mısırlı Kadınlar, Mursî yönetiminden, sayıları giderek artan ve toplum tarafından kanıksanan cinsel suçlara karşı acilen önlem alınmasını talep etmektedirler. 3.2.4 DİN KONUSU Eğitim insan hayatının vazgeçilmezlerinden biridir. Eğitim almadan hem teknolojik hem de manevi gelişme kaydetmek mümkün görülmemektedir. Bebeklikten başlamak üzere insanoğlu sürekli bir eğitim içindedir. Çocuklar zamanla 81 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ, s. 80-97. 191 ilk eğiticileri olan annelerinin elinde şekil alarak büyürler. Eğitim bu denli önem arz ederken, eğitimli anne de toplumun şekillenmesinde büyük rol oynamaktadır. Gerek dinî eğitim, gerekse kültürel gelişim adına sadece babanın eğitilmesi yeterli olmamaktadır. Bu sebeple her ebeveyni kapsayan bilimsel ve doğru bir eğitimle, donanımlı bireyler yetiştirilmesi toplumun en önemli ihtiyaçlarından olagelmiştir. İslâm dininin ilk emri olan “oku” ifadesi de eğitimin önemini vurgulamaktadır. Eğitim konusuna böylesine önem veren bir dinin mensupları olarak, Müslüman toplumlarda, küçük yaşlardan itibaren, dinî eğitim de büyük bir öneme sahip olmuştur. Hassas dengeler üzerine inşa edilen din eğitimi çocukluktan itibaren kişinin hayatını ve fikirlerini de etkisi altına almaktadır. Din aslen, kişiyi ihtiyaç duyduğu huzura götürür. İslâm dini, yaptırımları ve kuralları açısından belli hükümlere bağlanmışsa da zaman zaman yanlış yorumlar ortaya çıkmıştır. esSa‘dâvî’nin kendi hayatından aktardığı bir örnekte bu yanlış yorumlamayı görmek mümkündür. Yazı yazmayı annesinden öğrenen es-Sa‘dâvî, önce kendi adını, sonra annesinin adını yazıyor. Bir süre sonra babası annesinin adının yerine kendi adını yazarak “Tanrı böyle istiyor” diyor. es-Sa‘dâvî, gökyüzünde yaşadığını öğrendiği Tanrının annesi yok saydığını düşünerek ondan pek hoşlanmıyor. Sonuç olarak ataerkil toplumlarda baba adının ya da soyadının kullanılması, bu durumun sürekliliği açısından ancak dinî bir yorumla sağlanabiliyor. es-Sa‘dâvî’nin, Allah kelimesine yeni anlamlar yükleyişi kendi ailesinde yeni örneklerle devam etmiştir. Büyükannensinin evinde herkes mutsuzdur fakat yine de başlarına gelen her şey için O’na şükretmektedir. Aile içinde yaşanılanlar ve duydukları, Allah kelimesinin felaketle ilişkilendirmesine sebep olmuştur. “Daha altı yaşındayken şu üç kelimeyi bir cümlede adım gibi öğrenmiştim. ‘Tanrı, felaket, evlilik’”82 es-Sa‘dâvî’nin bu görüşleri Elif Şafak’ın “Cemal Tanrı” ve “Celal Tanrı” ayrımıyla benzerlik göstermektedir. Bu görüş aynı dine inanan Müslümanların farklı algıları olduğunu en açık şekliyle ortaya koymaktadır. es-Sa‘dâvî, büyükannesinin evinde tanıştığı Tanrıyı sürekli yargılayan, kahreden, felaket getiren ve ayrımcılık yapan bir Tanrı olarak tanımlamaktadır. Aynı Tanrı, erkeğe ve kadına farklı 82 es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 45. 192 davranmaktadır.83 Yine aynı düşüncelerden hareketle es-Sa‘dâvî’nin büyükannesinin evinde, felaket getiren ve yine de tam bir itaatle boyun eğilen bir Tanrıya inanmaktadır. Tanrı zihinlerde somutlaştırılmak istenildiğinde ise ortaya çıkan ya babanın ya amcanın ya da başka bir erkeğin yüzü olmaktadır. Tanrı erkekle ilişkilendirilmiştir. İlkel dinlerden başlamak üzere tek Tanrılı dinlere kadar tüm insanlığın Tanrıyı somutlaştırma çabası vardır. Doğadaki varlıklara inanma biçimi olan totemizmde dişi tanrıça ön plandadır. Fetişizmde heykel ve resim, naturizmde ise ruhsal varlıklar aracılığıyla tanrı somutlaştırılmıştır. Puta tapma da bu somutlaştırma örneklerinden biridir. Burada Tanrının gücü yine güç sahibi erkek sembollerle ilintilendirilmiş ve somutlaştırılmıştır. Semavi dinlerden önce insanlık, doğa olaylarını açıklayamadığı için gizli güçlerin var olduğunu ve bunların Tanrı olabileceğini sanmış. Hatta eski Mısırlılar, Nil nehri sularının taşmasını ilahi bir güce bağlayıp sele tapmışlar. Doğal felaketleri de Tanrı ile ilişkilendirmişler. Daha sonra çok tanrıcılık ortaya çıkmış ve bu inanış şekli yerini tek tanrılı dinlere bırakmıştır. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçişte tanrılar erkekleşmiştir. Tarım toplumuyla birlikte erkekleşmiş tanrıların yerini ana tanrıçalar almıştır. Nevâl esSa‘dâvî roman karakterlerinden biri olan gayrimeşru bir kız çocuğunun dilinden tanrının somutlaştırılmasını ise şöyle ifade etmiştir: “…rüyamda Tanrı’nın gelip gittiğini görürdüm. İki yüzü vardı; biri annemin göğsü gibi pürüzsüz ve yumuşak, diğeri tüylerle kaplı ve oldukça vahşi görünüşlü. Çocukların baba diye çağırdığı erkeğin biçiminde görünürdü her zaman.”84 es-Sa‘dâvî on yedi yaşlarında lisede öğrenciyken güzel şiir okuması ve hitap yeteneği sebebiyle kutlu doğum haftasında konuşma yapmak üzere seçilmiştir. Hz. Muhammed’in hayatı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için detaylı bir çalışma ve okuma yapar. Bu çalışma esnasında amcasının “Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Meryem’den başka kadından ismiyle bahsedilmediği” sözlerinin doğru olduğunu keşfeder. Bunu babasına sorduğunda babasının açıklamaları onu ikna etmeye yetmez. “Allah adil ama neden erkek, kadından üstündür? Kadın ve erkek aynı şeyden yaratıldığına göre 83 Nuriye Akman, Elif Şafak Röportaj, http://arsiv.zaman.com.tr/2002/04/21/roportaj/default.htm 05 Ocak 2013 84 Nevâl es-Sa‘dâvî, İmamın Düşüşü, İng. Çev. Gülden Dedeağaç, İstanbul, Gendaş Kültür, 2003, s. 29. 193 neden ayrımcılık var?”85 soruları sürekli kafasını meşgul etmiştir. İyi bir örnek olan babası, bazı akşamlar kendi söküklerini kendi onarmakta ve Hz. Muhammed’in de böyle yaptığını söylemektedir. Fakat aynı zamanda babası, Hz. Muhammed gibi çok eşli evlilik yapmamıştır. Bu sonuçla, peygamberin babası için her durumda model olmadığını görmüştür. Bu durumu bir çelişki olarak algılayan es-Sa‘dâvî, ifade ettiğine göre inancı sarsılmıştır. Yaşadığı topluma sürekli yabancılaşmasına rağmen çok sevdiği ülkesinin özgürlüğünü ve gururunu çaldığına, ona eşit davranmayan kocaya ve yarım bir insan olarak yaratan tanrıya inanmadığını dile getirmiştir. esSa‘dâvî’nin burada inanmadığı gerçekten Tanrı değildir. Çünkü ilk din dersini ailesinde babaannesinden alan es-Sa‘dâvî’nin ilk öğrendiği “Allah adil” ifadesi olmuştur. Babasının görüşleri de bunu destekler niteliktedir. “Yanlış bir şey yapıldığında adaleti savunmuyorsak bunu bize hatırlatan vicdanımızın sesidir. Tanrının sesi bize içimizden gelir, camiden minberden değil”86 sözleri de dine bakışında etkili olmuştur. Çünkü bütün dinlerin kuralları iyi insan olmayı işaret eder. İnsanların farklılıklarına bakmaksızın sevgiyi, dürüstlüğü, adil olmayı ve saygıyı emreder. Bu kurallar ve işaret ettikleri sonucunda, din ve ruh sağlığı arasında bir tezat yoktur. Çelişki ancak eşitlik bozulduğunda ortaya çıkar. Bunlara ek olarak esSa‘dâvî, inançlarını belli kıstaslara bağlayan el-Ezher’de ders veren amcasının dine bakışını eleştirmiştir. Uzun sakal ile Allah inancı arasında bir ilgi olmadığını, Hz. Muhammed’in çok eşliliğini örnek almasına rağmen kendi söküğünü dikmemesini ve kızların üniversite eğitimine karşı olmasının onda ortaya çıkardığı etkileri ifade etmiştir. Üstelik babası sömürgeciliğe ve krala karşı gelirken amcası bu konuda da farklı bir tutum sergileyerek Cuma hutbesinde krala ve arkadaşlarına dua etmekteydi. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eleştirel ve sorgulayıcı bakış açısı eserlerinde de kendini göstermektedir. Sonsuz bir itaatle İmam’a olan bağlılığı tenkit ederken, kadın ve bedeninin buna alet edilmesini irdelemiştir. “…emir verildiğinde sorulara ve tartışmalara yer yoktur, tartışma özellikle yurtdışından ithal edilmiş bir buluştur, kültürel geleneğimizde yeri yoktur ve geleneğimizde olmayanı getiren her kim olursa karışıklık çıkarmak için komplo hazırlıyor demektir ve dinimizde komplo hazırlamak öldürmekten daha ciddi bir suçtur. Sadece dine karşı olanlar, inançsızlar, milletine 85 86 es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 299. es-Sa‘dâvî, a.e., s. 9. 194 ihanet edenler ve İmam böyle konuları tartışmaya cesaret eder ve eğer bu bir kadınsa suç daha kötüdür, çünkü ahlaksızlık ve şerefsizlik alanına girer, şeref ülkemizi savunmak kadınlarımızın iffetini ve şerefini korumak demektir. Hiçbir şey kadınların vücutlarının sahipliğinden daha önemli değildir, çünkü erkeklerin soylarının kökeni hakkında asla şüpheleri olmamalıdır. Her çocuğun babası herkes tarafından bilinmeli ve meşru çocuklar babası bilinmeyenlerden ayrılmalıdır. Babalık, babanın rızasına bağlı olduğundan bunun dışında çocuğun hiçbir hakkı yoktur, tek yapabileceği günahları için dua etmek, oruç tutmak ve tövbe etmektir, eğer çocuk kızsa günahı oğlanın iki katıdır ancak oğlanın haklarının yarısına sahiptir.”87 İslâm dininde kadın ve erkek arasında bir fark bulunmadığı birçok ayette dile getirilmiştir. Fiziksel ve ruhsal farklılıklarına karşın Kur’an-ı Kerim’de kadın ve erkeğin birbirlerine olan ihtiyaçları şu ayette açıkça görülmektedir: “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.”88 Dolayısıyla, kadının daha günahkâr ya da cezayı hak eden olarak imgelenmesi, ayrıma tâbi tutulması ve kontrol altına alınması isteği ataerkil düzenin bir göstergesidir. Hangi dine inanmış olursa olsun, bütün inananlar ibadet mekânlarında, dinin emrettikleri ve yapılmasını uygun gördüğü davranışları öğrenmektedirler. Fakat bilmelerine rağmen yine de hepsi normal yaşantılarında uygulamamaktadırlar. Yalan söylemek, adil davranmamak yani farklılıkları ön plana çıkararak yaşamak bir düzen halini almıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin dini görüşlerinin şekillenmesinde aile ve okulda yaşadıkları ve din ile ilgili sorularının yeterli açıklıkta cevaplanmaması bir etken olmuştur. Bu durum örneklerini çoğaltmak mümkündür. es-Sa‘dâvî’nin aktardığına göre; lisede öğrenci olduğu dönemde Arapça öğretmeni kendisinden içinde Allah lafzı olan bir cümleyi irab etmesini istemiştir. Gramatiksel bir şekilde doğru olarak yapmasına rağmen öğretmeni onu azarlar. Çünkü Allah lafzının irabını “yüce, müzekker isim” ifadelerini ekleyerek irab etmesini istemiştir. es-Sa‘dâvî, ifadelerini öğretmeninin istediği gibi düzeltmiş fakat aklı karışmıştır; Allah, cinsiyetsiz ise neden müzekker isim deniyor? Bu sorular karşısında öğretmeni onu azarlamaya 87 88 es-Sa‘dâvî, İmamın Düşüşü, s. 174. Bakara Suresi 187. Ayet. 195 devam etmiş hatta zayıf not ile cezalandırmış. Babası, ona bu durumla ilgili gerekli açıklamaları yapmış fakat neden müennes (dişil) bir zamir kullanılmadığı konusunda soru işaretleri giderilememiştir. (Allah kelimesinin müzekker zamirle kullanılması, kadınlara oranla erkeklerin daha üstün olmaları sebebiyledir.89) es-Sa‘dâvî, büyüdükçe sorularına cevaplar aramaya devam etmiştir. Fakat tüm yanıtlar, kadının, bütün günahların kaynağı olduğu yönünde olmuş. Hz. Âdem’in, şeytanın sözüne uyarak, Allah’ın yasakladığı meyveyi yemesine, ilk günahın işlenmesine ve Cennetten kovulmalarına Hz. Havva sebep olmuştur. İlk günahı işleyen olarak anılan kadın, dünyadaki felaketlerin sebebi kadın, erkeği kandırmaktan dolayı şeytanın ve günahın temsilcisi yine kadın olmuştur. Çünkü şeytan, kendi istediğini yaptırmak için kadını seçmiştir. Kadın da ona uyarak birlikte Allah’ın emrine karşı gelmişlerdir. Bu durum da Hz. Âdem’i ve dolayısıyla erkekleri masum kılmıştır. Erkeklerin, kadını kontrol etmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde kadın, yapacağı kötü olaylardan geri kalmayacaktır. Kadın ancak anne olduğunda iyi iş yapmış sayılır. Çünkü erkeğin, neslini devam ettirmek için çocuğa ihtiyacı vardır. Kadın anne olarak erkeğe hizmetini tamamlayacaktır. Çoğu zaman dini kabuller, kadının erkekten daha aşağı statüde olduğuna işaret etmektedir. Kadın erkeğin namusu olarak görülmüş, kadın için birtakım koruyucu önlemler alınması gerekmiştir. Bu da zaten var olan cinsiyet ayrımcılığını körüklemiş, kadını erkeğe mecbur kılmıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî, özellikle İmamın Düşüşü adlı eserinde dinî yaptırım ve uygulamaları eleştirel bir açıdan ve çokça ele almıştır. Din ile ilgili görüşlerini açıklamada hiçbir zaman çekinmemiş olan es-Sa‘dâvî, kitabı yazmadan evvel karakterlerden biri olan İmam’ı anlatırken şöyle ifade etmiştir: “karakterler içerisinde en çapraşık, en anlaşılması zor olanı İmam’dı. Vur kaç taktikleri kullanıyor, bana yaklaşmasıyla dikkate değer bir hızla geri çekilmesi bir oluyordu. Kişiliğine ve özelliklerine bir nebze olsun yaklaştığımda hemen kaçardı. Eğer geri çekilip uzakta kalırsam yavaşça sokulurdu.”90 Bu ifadelere ek olarak çarpıtılmış ve 89 İmam-ı Rabbâni, Mektûbât-ı Rabbânî Kelime Anlamlı ve Açıklamalı Tercüme, 4. Cilt, Yayın Kurulu: Ömer Faruk Tokat vd., İstanbul, YasinYayınevi, 2007, s. 58. 90 es-Sa‘dâvî, İmamın Düşüşü, s. 7. 196 yanlış öğretilmiş dine karşı sıkça eleştiride bulunmuştur. Okuma yazma bilmeyen ama Tanrı’nın söylediklerini sessizce yerine getiren kadınları ve bu durumu sorgulamanın sonucunda yaşananları dile getirmiştir. “Tanrı böyle emrediyor diye” imama olan kayıtsız şartsız bağlılık ve bunun getirdiği cehaleti net bir dille anlatmıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî kadın ve din ilişkisini açıklarken, sabit bir fikre karşı olduğunu belirtmiştir. Burada kuralları belirlenmiş herhangi bir inanca muhalefet fikri öne çıkmaktadır. Kutsal kitapları politik kitaplar olarak görmektedir. Bununla birlikte bu kitapların kutsal olduğunu da kabul etmektedir. es-Sa‘dâvî’nin dünyasında özgürlük, aşk ve adalet önemli kavramlardır ve hayatın içinde etkin biçimde yer almalıdır. Bu ifadelerin herhangi bir din veya zümre ile bağlantısı yoktur. Eğer insan kurallar dünyasında yaşarsa bu durum onu köleliğe kadar götürür.91 Bu konuyla ilgili görüşlerine başörtüsünün kadını sosyal hayattan soyutladığına inandığını eklemiştir. Toplumların gelişmesiyle örtünün şekli değişmekte ancak rolü ve etkisi aynı kalmaktadır. Nevâl es-Sa‘dâvî, din konusunu kadınların gelişmesi için hayatlarından ayrılması gerektiğini öne sürmektedir. Bu hususta bazı Arap yazar ve araştırmacıların çalışmalarıyla bu düşünceyi savunduklarını, bu sayede ortaya çıkan tartışmalarla kadın sorunları ile ilgili gelişmeler kaydedildiğini belirtmiştir. Bu gelişmeler Arap kadınının durumunu kişisellikten arındırmış, siyasetten ekonomiye kadar birçok alanla ilgili sosyal bir sorun olarak algılanmasını sağlamıştır. 3.2.5 EVLİLİK Evlilik, kişilerin birbirlerine sevgileri üzerine kurulan ve saygıyla yürüdüğü sürece ayakta kalan, birlikte yaşama sanatıdır. Evliliklerde olmazsa olmazlardan biri de kişiler arasındaki iletişim ve paylaşımdır. Aile olmanın sorumlulukları, evin düzeni ve idare edilmesi ortak kararlar ile daha sağlam temeller üzerine inşa edilir. Birlikte yaşamak, eşlerin bir araya gelerek meydana getirdikleri birliktelikte de 91 (Çevrimiçi) http://www.infed.org/thinkers/et-saadawi.htm 03 Aralık 2012 197 evlilik yükünü paylaşmayı gerektirir. Tek taraflı fedakârlıkla yürütülmeye çalışılan evliliklerde hem eşler hem de çocuklar olumsuz etkilenmektedirler. es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; erkeklerin kadın üzerindeki egemenliği efendi-köle ilişkisine benzemektedir. Adam, kendisine mutlak bir biçimde itaat edecek kadını alır ve nikâh kıyılır. Kadın artık erkeğin hizmetindedir ve ev işleri dâhil ücret almamaktadır. Burada vurgulamak istediği kölelerin de sorgulamasız bir şekilde efendisine itaat ettiği ve görevlerini yerine getirdiğidir. Bu görüşünü de şu ifadesiyle desteklemektedir. Mısır toplumunda evlilik kanununun 67 maddesi gereğince; kadına, eş olarak fayda sağlamadığı durumlarda, haksız yere bile olsa hapsolduğunda, kaçırıldığında, tutuklandığında, kendini teslim etmekten kaçınırsa veya hastalandığında nafaka vermek gerekmez.92 Kadın gençliğini eşi ve çocukları için harcamıştır fakat kendisinden fayda sağlanamayacak durumda nafakasız kalmasında herhangi bir sorun görülmemektedir. Fayda sağlanması ifadesi evlilik ilişkisinin olmadığının delili olmaktadır. Mısır’da kadın ile erkek arasındaki ayrımcılık çoğu alanda olduğu gibi evlilik ile ilgili hususlarda da devam etmektedir. “Bakanlık kararnamesi 4. Maddeye göre 1974/174 sayı; kadınlar eşlerinin muvafakat namesi olmadan pasaport alamazlar. Ayrıca evlilik kanunu bu izinden istediği zaman vazgeçme hakkı veriyor. Bu kanun gereğince, koca eşinin seyahat hakkını engelleyebilir ya da pasaportuna el koyabilir.”93 Ayrıca Mısır anayasasının 40. Maddesine göre herkes kanun eşit kabul edildiği halde aynı anayasa 11. Maddede kadının haklarına sınırlama getirir.94 “Arap ülkelerinde evlilik ve boşanma yasaları esas olarak Kur’an’dan, Muhammed Peygamber’in sözleri ya da hadis’lerden ve İslam düşünürleri ve bilgelerinin bu iki kaynaktaki düşüncelere getirdikleri yorum ve açıklamalardan kaynaklanan İslami hukuka dayanır.”95 Devlet mekanizmaları içindeki hareket ve faallik, kadın ile ilgili bir durum söz konusu olduğunda aynı hızda olmamaktadır. Ayrıca evlilik kurumu, dini kurallarla yürütüldüğünden, değişim ya hiç olmamakta ya da çok yavaş etki etmektedir. 92 (Çevrimiçi) http://www.ahewar.org/debat/show.art.asp?aid=98076 07 Ocak 2013 (Çevrimiçi) http://www.hrw.org/ar/reports/2004/11/30-0 20 Nisan 2013 94 Ayrıntılı bilgi için bkz.: http://www.mof.gov.eg/MOFGallerySource/Arabic/PDF/DESTOR2007.pdf 20 Nisan 2013 95 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 241. 93 198 Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eleştirmeye ailesinden başlayarak irdelediği ve incelediği toplumsal yapılardan biri de evlilik kurumudur. Erkek egemenliğine dayalı Arap toplumunda da kadın için evlilik, toplumun öngördüğü ve kaçınılmaz bir gerekliliktir. Bazen ekonomik nedenlerden dolayı bazen de aile büyükleri tarafından öyle uygun görüldüğü için yapılan evlilikler içinde, önceden tanışarak ve büyük aşkla yapılanlara nadiren rastlanmaktadır. Belirgin sınıfsal ayrılıkların olduğu toplumda bir üst sınıfa ait kadınla evlenmek için erkeklerin eğitim yoluyla iş sahibi olması sonucu yapılan evliliklere rastlamak mümkündür. Annesi tanınmış bir aileye mensup olan es-Sa‘dâvî’nin babası eğitim alması sonucunda bu sınıf farkını yok edebilmiştir. es-Sa‘dâvî büyükannesinin anlattıklarıyla ilgili evliliği konusunda şu yorumu yapmıştır: “Âmine* evlendiğinde 14 yaşındaydı ve kocası ondan 18 yaş büyüktü. Evli olduklarını yazan kâğıt haricinde ortak hiçbir noktaları yoktu.”96 Benzer durumlara es-Sa‘dâvî’nin görüşme yaptığı hastası olan kadınların evliliklerinde de rastlamak mümkündür. Burada vurgulanmak istenen; evlilik adı altında kadınların her gece bedenlerini istemedikleri bir adama sunmaları ne kadar doğrudur? Bu ilişki gerçekten evlilik midir? Evlilik adı altında babaların kızlarını satmaları, yaşlı adamların torunları yaşındaki kızları eş olarak almaları şerefli bir davranış mıdır? Bu küçük kadınların yıllarca istemeden bu adamlarla yaşamalarının nasıl bir ahlakî açıklaması vardır? Sonuç olarak evlilik, kişiler arasında onurlu bir bağ ve şerefli bir davranış olmaktan uzaklaşmakta ve başka sorunlara yol açmaktadır. Toplumun evlilik akdi içinde yaşanan sorunlara bakış açısı da değişik şekillerde kendini göstermektedir. Örneğin aile içi şiddet olağan karşılanmakta hatta kültürel âdet olarak sayılabilmektedir. “Damadın sopası düğün gecesi gelinin sırtına yemek hazırlamadan önce inecekti. Geleneklere göre onun eve getirdiği yemeği tatmadan önce sopasının tadını tatması gerekiyordu. Böylece Allah’ın yukardan * Nevâl es-Sa‘dâvî’nin büyükannesi es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 44. 96 199 kocasının da yeryüzünde her şeye hükmettiğini, ona boyun eğmesinin Tanrı’ya itaatinden geldiğini ve bunu anladığından emin oluyorlardı.”97 Erkeğin hükmettiği kadının ise köle olduğu evlilikler toplumsal sorunları da beraberinde getirmektedir. Çünkü evlilikler ya sahte ve ikiyüzlü bir şekilde toplumsal olgu olarak devam etmekte ya da toplumdan uzak ve gizlenmiş gerçeklerle sürmektedir. Bu durumdaki evlilikler bireylerde bedensel ve ruhsal sarsıntılara yol açmaktadır. Bu ailelerde yetişen çocuklar da bu bunalımlara dâhil olmaktadırlar. Eğer evlilik kadın ve erkek arasında çıkarcılık ve ticarî ilişkiler üzerine kurulursa onur ve şeref yok olmaktadır. Bu da ahlaksızlık anlamına gelmektedir. Ticari çıkarlara dayalı olarak kurulan evlilikler kadınların kendilerini ahlaksız, kötü kadın gibi hissetmesine de neden olmaktadır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; araştırmalar bir toplumda fuhuş yapan kadınların sayısı ile aynı toplumdaki erkeklerle haklar ve görevler açısından eşitliğini sağlamış kadınların sayıları arasında ters orantı olduğunu göstermektedir. Eşitlik sağlandıkça fuhuş oranı düşmektedir. Buradan da şu sonuca varılabilmektedir; erkeklerle eşit haklara kavuşmuş kadınlar, hem toplumda hem de iş hayatında kendi ayakları üzerinde durabilmekte ve birey olarak varlığını kabul ettirmektedir. Gelişmiş bazı sosyalist toplumlarda hayat kadını ifadesi hiç yok denecek kadar azdır. Çünkü bu toplumların kadınları eğitim almış, iş hayatında yer edinmiş kadınlardır. Bu kadınların da bedenlerini herhangi bir şekilde satarak ne kendilerini ne de ailelerini yükseltmeye ihtiyaçları yoktur.98 Eski Mısır toplumunda, üçüncü ve dördüncü sülaleye kadar kadın ve erkek arasında eşitlik olduğu öğrenilmiştir. Buna ilaveten kadının çocuklarına soy verebildiği bilinmektedir. Beşinci sülalede derebeylik rejimi kendini göstermiş ve mirasın babadan oğla geçmesi arzusu bu düzenin yerini almıştır. Baba soyunun ön plana çıkması, annenin dolayısıyla kadının statüsünde büyük değişikliklere sebep olmuştur. Buna ek olarak cariye-metres düzeni başlamış ve gayrimeşru çocuklar doğmuştur. Feodal düzene karşı ilk sosyalist düzenleme bu dönemde gerçekleşmiş ve Mısırlılar, kralların saraylarını ateşe vermişlerdir. Feodal sistem milattan önce 2160 yılında tekrar ortaya çıktığında halk bu defa Firavun’a karşı ayaklanmıştı. Onuncu 97 98 es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 150. es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 77. 200 sülale döneminde cariyelik sistemi yok edildi, gayrimeşru çocuklar da ortadan kalktı. Milattan önce 1094 yılında yeniden ortaya çıkan feodal düzen, eski düzeni yeniden işler hale getirdi. Böylece cariyelik yeniden başladı. Bu da erkeklerin tek başına boşama hakkı kazanmasında değiştirilemez bir adım oldu.99 Mısır’ın eski dönemlerinde kadınların erkeklerle eşit oldukları bilinmektedir. Mülk edinme dâhil birçok hakkı bulunan kadınlar, evlenme ve boşanma sözleşmelerini düzenleyebiliyorlardı. Burada şu konu önem arz etmektedir ki; erkeğin mülk edinmesi ile başlayan süreçte sosyal statüsü değişen kadın için sosyalist düzen gereği eşitlik ilkesinin sağlanmasına yönelik olarak mülk edinmekten vazgeçmek, feminizm adına bir kazanç olabilir mi? Burada eklemek gerekir ki; Eski Mısır’da kadınların boşanma halinde evlilik süresinde elde edilen malların üçte birini alma hakkı vardı. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; erkeklerden bir kısmı evli oldukları halde eşlerinin elit bir sınıfa ait olmaları, kendilerini onların yanında güçlü hissedememeleri ve kadınlardan korkma olarak ifade edilen nedenden dolayı hayat kadınları ile birlikte olmayı seçmişlerdir. Bu kadınlarla geçirdikleri süre kısıtlı olduğu, onlara para ödemeleri neticesinde istedikleri gibi davranma hakkı elde ettikleri düşünceleriyle onlara fiziksel şiddet uygulamışlardır. Erkeklerin evliyken eşlerinden başka kadınları seçmelerinin çeşitli sebepleri vardır. Bazen iyi yaşanmayan cinsel hayat, eşlerin karşılanmayan beklentileri, bu durumun bir sonucu olarak erkeğin kendini yetersiz hissetmesi, erkeğin kadın tarafından azarlanması örnek olarak sayılabilir. Mısır’da halen etmekte olan bir uygulama anne-baba boşanmış dahi olsa çocuklarla ilgili bir konuda karar verecek kişinin “veliyu’l-emr” yani bir erkeğin olması zorunluluğudur. es-Sa‘dâvî’nin aktardığına göre; kocası tarafından boşanan ve terk edilen bir kadın kızının bakımını da üstleniyor. Üniversitede eğitim gören kızı, sporda çok başarılı oluyor ve okul takımıyla yurtdışına çıkması gerekiyor. Anne pasaport işlemleri için uğraşıyor fakat memur, babasının izni olması gerektiğini aksi halde pasaport alamayacağını söylüyor. Durumunu anlatan kadın yasalar annenin iznini ve veliliğini yeterli bulmadığı için kızına pasaport alamıyor ve yurtdışına 99 es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 271-271. 201 gönderemiyor.100 Bu hususta İslâmi ölçütlerin ele alındığı ve kadını koruma düşüncesinden hareket edildiği kabul edilse bile; şeriat hukukuna göre, çocuğun bakımından ilk sorumlu olan kişi annesidir. Buna rağmen çocuklara resmi velilik yapacak kişi baba ya da aynı soydan bir akraba olmalıdır. İki Müslüman ülke olan Türkiye ve Mısır açısından değerlendirme sonucu, kadına bakış açısından ülkelerin algılarını ve farklılıklarını ortaya koymaktadır. Ülkemizde özellikle eğitim söz konusu olduğunda kadına yönelik pozitif ayrımcılık kendini göstermektedir. Çoğu Arap ülkesinde kadınlar çalışabilmek, seyahat edebilmek gibi durumlarda evin erkeğinden (baba, koca vb.) izin almak durumundadır. Çocuğun dini ve vatandaşlığı babaya göre belirlenmektedir. Ayrıca es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; namus adına işlenen cinayetler, yasal olarak erkekten yana hafifletici sebep olarak kabul edilmektedir. Arap toplumunun farklı değerlere sahip olması göz önünde bulundurulursa bu cinsiyet farlılaşmasının da değişiklikler gösterdiği bilinmektedir. Siyasi ve ekonomik yapılanma temelli olan bu farklılaşma köyden kente, geniş aileden çekirdek aileye, kadına eğitim ve iş olanaklarının artmasına doğru orantılı olarak azalmaktadır. Arap toplumunda kadınların büyük bir çoğunluğu hem dini inançları gereği hem de kültürel bir aktarım olarak evlilik kurumunu birey olma çabalarının somutlaşmış hali olarak görmektedirler. Evlilik, İslam dini tarafından da özellikle tavsiye edilen bir birlikteliktir. Evlilik ile kadınlar bir şekilde koruma altına alınmakta, aile sahibi olmakta ve tacizlerden korunmaktadırlar. Ayrıca kadınlar için bedensel ihtiyaçların karşılanabileceği tek meşru sınırlar çerçevesidir. Dolayısıyla kadınlar, evliliklerini tüm olumsuzluklara rağmen ayakta tutma, koruma, kocaya sınırsız itaat ve her şeyi kabullenme eğilimindedirler. Bu boyun eğme örnekleri çoğaltılabilir. Çünkü bir kadın, evsiz yurtsuz kalmaktansa kocasının çok eşli evlilik tercihlerine boyun eğmeyi yeğlemektedir. Hatta daha da ileri giderek ona bir erkek çocuk veremediği için, yeni eşi kendisi aramaya çıkabilmektedir. Boşanmaktansa yüzüne birkaç tokat yemek, ona daha az acı vermektedir. Burada bahsedilen ve Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde ele aldığı evliliklerdeki aileler daha çok yoksul ve muhtaç ailelerdir. Kendilerine bile bakmaya maddi gücü olmayan aileler, torunlarına 100 es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 381-382. 202 bakamayacakları düşüncesiyle evliliklerin sürdürülmesinden yana tavır sergilemektedirler. Bazen de zengin biriyle evlendirilmek üzere boşanma talepleriyle de karşılaşıldığı görülmüştür. Bu sorunun çözümü için de eğitim büyük önem taşımaktadır. Yapılan araştırmalar çalışan kadınların boşanma konusunda daha cesaretli davrandıklarını ve boşanma oranının arttığını göstermiştir. 3.2.6 İŞ HAYATI Ataerkil bir yapıda olan Arap toplumunda kadının çalışmasına, iş ve toplumsal hayat içinde yer almasına çok sık rastlanmamaktaydı. Fakat toplumdan topluma ve zamandan zamana değişen ahlaki değerler çoğunlukla ekonomik koşullara göre şekil almıştır. Daha önceleri kadının evin dışında yer almasını hoş karşılamayan toplum düzeni, değişen sosyal ve kültürel şartlarla beraber buna izin verir ve ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Arap toplumunda görülen ekonomik eşitsizlikler ve ihtiyaçlar neticesinde kadınlar da çalışma hayatında yer almışlardır. Dar gelirli aile mensubu kadınlar orta ve üst sınıf ailelerin yanında ev işlerinde görev almışlar, eğitim almış olan kadınlar ise belirli mesleklerde iş hayatına katılabilmişlerdir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; Mısır kadınlarının iş hayatına katılması, üst sınıf kadınlara hizmet verilmek üzere ebe ve hemşire okullarının açılması ile başladı. Mısır’da 1842 yılında ilk olarak ebelik okulu, bundan yaklaşık 30 yıl sonra da 1873’te ‘el-Seyufiye’ isimli kız okulu kuruldu. Bu okullardan mezun olan kız öğrenciler, üst sınıfa ait evlerde hizmet vereceklerdi. Ayrıca ordu ve askerlerin giyim ihtiyaçlarını da temin ettiler. 1900 yılında ilk kez resmi olarak kızlar için ortaöğretim okulu açıldı. Üniversiteye ilk kız öğrenciler -sayıları dört- 1959 yılında alınmıştır.101 Aile yanında çocuk yaştan itibaren çalışmaya başlayan küçük kadın işçiler, evin oğlu ya da beyi tarafından tacize uğramaktan kurtulamamışlardır. Çoğu zaman tecavüzle biten bu durum karşısında küçük kadınlar ya ailelerinden korkudan ya da işsiz kalmak endişesiyle durumlarını kimseye açıklayamamışlardır. Hamile oldukları anlaşıldığında ise kaçınılmaz son olan evden uzaklaştırılma ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu duruma örnek olarak es-Sa‘dâvî’nin el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî (Kadın ve Psikolojik Savaş) adlı eserinde ele aldığı nörolojik rahatsızlığı olan kadın 101 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 230-231. 203 hastalarından Hatice102 adlı kişinin anlattıkları gösterilebilir. Hatice, hikâyesini anlatmaya başlarken; evinizi temizliyoruz, giysilerinizi yıkıyor, ütülüyor, bulaşıklarınızı topluyor, sizden arta kalanlarla besleniyoruz. Gece olunca da fakirliğimizin ve bedenlerimizin vergisini ödüyoruz diyerek durumu sade ve açık bir şekilde dile getirmiştir. Çalıştığı evin küçük beyi tarafından aylarca tacize uğrayan ve sonunda hamile kaldığını bile anlamayan hatta nasıl hamile kalındığını bile bilmeden çocuk doğuran bir kadının acı hayat hikâyesini anlatmıştır. Hatice de diğer kadınlar gibi sosyal şartların, fakirliğin, sınıf ayrılıklarının ve ekonomik olarak ayakta duramamasının bedelini ödeyen kurbanlardan biridir. Orta ve alt sınıf ailelere mensup olan kadınlar, rahatsızlıklarının farkında olmamaktadırlar. Çünkü hastalıkları, hayatı yaşamalarına engel olmuyor. Rutin görevler yerine getirildiği müddetçe eşleri de durumu sorun olarak görmüyorlar. Mısır’da kadınlar, erkek psikoloğa gitmek istemiyor. Gitmek istememelerinin nedenlerinden biri de erkek psikologların Freud düşünce tarzıyla eğitim almış olmaları ve bu eğitimin sonucu olarak kadınları iğdiş edilmiş olarak görmelerinden, onları küçümsemelerinden kaynaklanmaktadır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde genel olarak göze çarpan konulardan biri de ataerkil toplumun kadınlara atfettiği rol ve görevlerin çokluğudur. Erkek egemen bir toplumda, eğitimli de olsa, herhangi bir işte çalışıyor da olsa kadının görevi; hizmet etmektir. Babasına, eşine, çocuklarına, ailenin tüm üyelerine hizmet, kadının ilk ve en önemli görevidir. Üstelik bu görev karşılığında ücret de almamaktadır. Ailenin ekonomik durumu uygun değilse ve kadın ev dışında çalışmak zorunda kalırsa, kazandığı ücreti de evin erkeğine vererek iş hayatına devam etmektedir. Fakat Leyla103 isimli hastasının hikâyesinde belirttiği gibi çalışma hayatı kadın için zorluklarla doludur. Leyla edebiyat fakültesi mezunudur ve bakanlıkta çalışmaktadır. Kendisi iki yıldır depresyon tedavisi görmektedir. Evin bütün yükü onun üzerindedir. Sabah çok erken saatte uyanıp eşi ve okula giden çocukların kahvaltılarını hazırlayıp, onları uğurlamakta, sonra da en küçük çocuğunu babaanneye bırakmak için yollara düşmektedir. Bu arada işe varıncaya kadar yaklaşık iki saati yollarda ve otobüste 102 103 es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî, s. 270-279. es-Sa‘dâvî, a.e., s. 171-179. 204 geçmekte, otobüste oturamadığı ve erkeklerin onu sıkıştırması yüzünden çok önceden inerek iş yerine yürümek zorunda kalmaktadır. Bu sebeple gecikmekte ve patronundan da azar işitmektedir. Bazen işe gidemediği olmaktadır. Çünkü ya kayınvalidesi ya çocuğu ya da kendi de hastalanmaktadır. İşten dönünce hızlıca mutfağa girişmekte, işten dönmek üzere olan eşine yemek hazırlamaktadır. Öğle yemeğini yiyen eşi uykuya dalarken o yine yollara düşüp çocuğunu almaya gitmektedir. Eşinin ona yardım etmesi bir yana bir de akşamlarını da dışarıda geçirerek onu iyice yalnızlığa itmektedir. Bu sorunları yaşayan sadece Leyla değildir. Leyla burada bir örnek temsil etmektedir. Ataerkil toplumlarda çalışan kadınların çoğu bu sorunları yaşamaktadır. Çünkü erkekler çocukluklarından itibaren bencilliği öğrenerek yetiştirilmektedirler. es-Sa‘dâvî bu sorun için tek ilaç olarak kadının sosyal ve siyasal hayata katılımını öngörmektedir. Kadınlar da en az erkekler kadar siyasal alanda uzmanlaşabilir ve kanunların çıkarılmasında söz sahibi olabilirler görüşünü savunmaktadır. Toplumun yarısını temsil eden bir grup olarak kadınlar yasalarda söz sahibi olmalıdırlar. Yakın tarihte Mısır’da yaşanan devrim neticesinde Mübarek yönetiminden sonra kurulan yeni mecliste kadın vekiller de yer almıştır. Kadınların istedikleri taktirde başarılı olabildikleri her örnekte karşımıza çıkmaktadır. Mısır’da evlenme ve boşanma konusunda hala büyük haksızlık ve eşitsizlik yaşayan kadınlar, bu sorunlarının çözümü için kendilerini geri çekmemelidirler. Sosyalist feminist görüşe sahip Nevâl es-Sa‘dâvî, bilimsel verilere dayanarak toplumdan topluma ve zamandan zamana göre değişen kadına bakış açılarının ve her iki cins arasındaki oluşturulan farklılığın yine toplumun kendisi tarafından yapıldığını ileri sürmektedir. Sosyalist ve kapitalist toplumlar arasındaki kadına bakış bu savın en açık örneklerinden biridir. Sosyalist toplumlarda kadınlar da erkekler gibi çalışmakta, bedenen ve fikren becerilerini kullanmaktadırlar. Fakat kapitalist toplum kadınlarının görevi ev işleri ile sınırlıdır. Bu durumun devamlılığını sağlayanlar da yine toplumu yöneten erklerdir. Akıllarda eşitlik olgusu uyandığı zaman ortaya çıkan olası devrim ve ayaklanmaların önlenmesi için çalışmaktan ziyade başka alanlara dikkat çekilmiştir. Cinsellik ve tüketim toplumu oluşturma en 205 çok ilgi çeken alanlar olmuştur. Evin dışındaki kadın için güvenli çalışma ortamını sağlanmayışı, kadını eve bağımlı kılmıştır. Ayrıca tüketim toplumunda kişiler, ihtiyaçları olmasa da almaya teşvik edilmişlerdir. Nevâl es-Sa‘dâvî’ye göre kadınlarda bilinç yükseltilmesi ve farkındalık sağlanması onların sağlıklı bir hayat yaşamaları için de gereklidir. Bilinçli bir kadın hareketi ile yeni düzen bir toplum oluşturulması, bakış açılarındaki değişiklikler kadınların sorunlarını azaltacaktır. Toplumda yaygın olarak karşılaşılan bir durum olan eğitim hayatını bırakarak evlilik hayatına başlama, ilerleyen yaşlarda kadının bunalıma girmesine neden olabilmektedir. Evlenip çocuk sahibi olan, iş hayatına hiç katılmamış ya da bir sebeple işini bırakmış, çocuklarını büyütmüş kadınlar 40 yaşından sonra boşluğa düşmektedirler. Çocukların da ya evlenip ya da eğitim için evden ayrılmasıyla yapacak işleri azalan kadınlar, büyük bir boşluk yaşamakta hatta intihara meyledecek kadar psikolojik sorunlarla baş etmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda Nevâl es-Sa‘dâvî şu görüşü de ileri sürmektedir: “Pek çok kocanın kadınların çalışmasına karşı çıkmasının temelinde yatan neden bağımsız bir gelirin kadının kişiliğinin ve saygınlığının bilincine varmasına ve böylelikle önceden karşı karşıya kaldığı aşağılanmalara, dayağa, hakarete ve kötü muameleye karşı durmasına, kocasının başka kadınlarla gönül eğlendirmesine, bir başka kadınla evlenmesine ya da bir metres tutmasına itiraz etmesine, ya da evde, özsaygısını ve insanlık onurunu savunma gücünü tüketen boş ve amaçsız bir hayat sürmeyi reddetmesine yol açacağı korkusudur.”104 Kadının ekonomik özgürlüğünü elde etmesinin önemini sürekli vurgulayan es-Sa‘dâvî, ekonomik zorunlulukların gelişmiş sermaye toplumlarında kadına bazı haklar ve hürriyetler verdiğini ifade etmiştir. Bu tabii ki kadının hakları ve özgürlüklerini elde etmesi için yeterli değildir. Çünkü eşitlik yolunda kararları yine erkekler ve kapitalistler almaktadır. Kadınlar hala dünyanın birçok yerinde erkeklerle aynı haklara sahip değildirler. Hala evin içinde ve dışında çalışırken ve çocuk eğitiminde birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadırlar. Ayrıca erkeklerle eşit ücreti alma ve erkeklerin tekeline aldığı yüksek makamlarda görev alma hususunda 104 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 238. 206 sorunlarla boğuşmaktadırlar.105 Mısır kadınının gelişimini arzulayan ve sıkıntılarını azaltmayı amaçlayan es-Sa‘dâvî, emek piyasası ve çalışma hayatındaki ataerkil yapılanmaya dikkat çeken ilk kişidir. Kadın hakları içim sürdürdüğü mücadelesinde bu hususta da kadınların farkındalıklarını artırmaya çabalamaktadır. 3.2.7 SOSYAL HAYAT Arap toplumunun karakteristik özelliklerinden biri de her alanda görülen tek düzeliktir. Aynı denilebilecek, çok benzer ritimlerle devam eden, müzikten pilav çeşitleri üzerine kurulu yemek kültürüne kadar durağan hayat buna en güzel örneklerdir. Kıyafetler açısından da bakıldığında basit ve sade bir tarz göze çarpmaktadır. Arap toplumundaki sosyal hayatı, kırsal ve kent hayatı olarak ele alırsak farklı iki durum göze çarpmaktadır. Bunlar, hayat tarzlarında görülen farklılıklardır. Kırsalda yaşayan halkın peçeli ve örtünmüş olmadığı, önemli konularda erkeklere tabi oldukları bilinmektedir. Kentte ise durum tam tersidir. Ayrıca erkeğin şerefini ailesi ve koruması altındaki kadınların etkilediği öğrenilmiştir.106 Ailede kadın ancak yaşlandığında erkek dâhil her birey üzerinde söz sahibi olabilmiştir. Kentte değişik biçimlerde toplumsal bölünmeler göze çarpmıştır. Bunlar ekonomik güç ve saygınlık ile bağlantılı, köleler-özgürler, Müslüman-gayri Müslim olanlar ve erkek-kadın gibi birbiriyle ilişkili ve bağlantılı bölünmelerdir. Kadınlar ise, genellikle ev içi hizmetlerde bulunmuşlar, eşlerine yardımcı olarak ticaret ile uğraşmışlardır. Ekonomik faaliyetlere katılanlar yoksul ailelere mensup kadınlardır. “Bir aile zengin, güçlü ve saygıdeğer ise kadınlar, evin harem denilen özel bir bölümüne kapatılırlardı. Bu kadınlar evden sokağa ya da kamuya çıktıklarında yüzlerini peçeyle örterlerdi.”107 105 es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’l-cins, Kahire, Mektebetu medbulî, 2006, s. 97. Ayrıntılı bilgi için bkz.: Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, Çev: Yavuz Alogan, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, s. 130-141. 107 Hourani, Arap Halkları Tarihi, s. 154. 106 207 Firavun döneminden sonra Mısır toplumunda İslami fetihler dönemine kadar Yunan ve Roma medeniyeti hâkim olmuştur. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin de belirttiğine göre; İslamiyet öncesi dönemde Mısır’da soy anneden devam ediyordu. Akrabalık bağları anneye göre ilişkilendiriliyordu. Kadın evlendikten sonra kendi kabilesinde kalıyor, eşinin onun yanına gelmesiyle evlilikleri sürüyordu. Kadının, eşini seçmeye ve boşamaya hakkı vardı. Ebu’l-ferec el-İsfahâni Kitâbu’l-eġânî adlı eserinde bu konu ile ilgili şunu belirtmiştir: “bedevi kadınlar boşanmak istediklerinde çadırlarının kapısının yönünü değiştirirler. Eğer doğuda ise batıya, güneye ya da kuzeye çevirirler.”108 Yukarıda da belirtildiği gibi Arap kadını çölde, örtünmeye ihtiyaç duymamış fakat şehirdeki hayat tarzı ise aksi bir durum sergilemiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre ataerkil bir toplum olan Arap toplumunda eskiden beri kız çocukları rağbet görmemektedir. Doğum anında ebenin erkek çocuk doğumunu çığlıklarla ilan etmesine karşın kız çocuğun doğumu onun sessiz kalmasıyla kendini belli etmiştir. Erkek çocuk sahibi olmak baba için olduğu kadar anne için de bir övünç ve gurur kaynağıdır. Erkek çocuk doğuran kadın bununla değer kazanmaktadır. Maalesef ataerkil düzenin kuralları ve kültürü kadın kurban rolünde, erkeği ise bencil yetiştirmektedir. Kadın, erkeği için kültürel ve fikrî özgürlüğünden kocasının mutluluğu için vazgeçmektedir. Bu düzen, uzun yıllardır kadını çeşitli kültürel ve sosyal araçlarla erkek egemenliğini pekiştirici ve olumlayıcı rollere ikna etmeyi başarmıştır. Böylelikle kadınlar, biyolojik rolleri sona erdiğinde ve yaşça ilerlediklerinde kendilerini değersiz ve işe yaramaz hissedebilmektedirler. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin öz yaşam öyküsünden hareketle ve genel olarak kızların erkek kardeşlerini kıskanmaları, onlara tanınan imtiyazlar sebebiyledir. Eğitim hayatlarında başarısız olsalar bile, kız kardeşler gerekirse eğitimlerini bırakıp onlar okusun diye iş hayatına atılmışlardır. Arap toplumunun kız ve erkek tüm çocuklar üzerindeki belli rolleri yerleştirme ve toplumu buna göre inşa etme arzusu, var olan geleneği yansıtmakta ve karşılıklı olarak birbirlerini beslemektedir. Ataerkil düzenin yansımaları her alanda kendini hissettirmektedir. es-Sa‘dâvî, erkek kardeşi için eğitim hayatını bırakmak zorunda kalmamış fakat bazı haklardan mahrum kalmıştır. 108 es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 273. 208 Örneğin; erkek kardeşi gibi istediği vakitte, haber vermeden sokağa çıkamamış, koşup oynayamamıştır. Kız çocuklarının maruz kaldığı bu ayrımcılık bazı psikologlar tarafından şöyle açıklanmaktadır: Kız çocukları, erkeklik organları olmadığı için erkekleri kıskanmaktadırlar. Freud’un düşünce sisteminin bir parçası olan bu görüşe karşı çıkan diğer psikologlar ise; arzu ettikleri bir erkeklik organına sahip olma değildir. Kızlar, toplumda erkeklere verilen özel haklara sahip olmak istemektedirler diye görüşlerini belirtmektedirler. Bu duruma benzer başka bir örnek ise yine Nevâl es-Sa‘dâvî’nin aktardığı şekliyle şöyledir: Üniversite yıllarında tıp fakültesinde öğrenciyken otobüse binmiştir ve ayakta yolculuk etmek durumunda kalmıştır. Adamın biri onu hareketleriyle rahatsız etmiştir. Uyarmasına rağmen davranışını düzeltmeyen adama yüksek sesle ikazda bulunmuş, yine aynı şekilde davranan adamın suratına tokatı atmıştır. Otobüstekilerin kendisinden yana olmalarını beklerken aksine evinden niye çıktın biçimindeki azarlanmayla karşı karşıya kalmıştır. Suçlu olan adam değil, evinin dışında olması sebebiyle kendisi olmuştur.109 Bu durum kadının gizli sınırlarını göstermesi açısından bir örnek teşkil etmektedir. Bu örnek, kadının, kızmaya, hakkını aramaya hakkı olmadığını göstermiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî, eserlerinde sıklıkla sosyal hayatta erkeklerin her alanda varoluşunu buna karşın kadınların yokluğunu eleştirmiştir. Bu durumu şu şekilde kaleme almıştır: “Tramvayda oturdu. Arkasında bir adamın sırtı, önünde bir adamın yüzü, sağında ve solunda yine adam, sessizce birbirlerine yapışık halde oturan bir sıra adam… Yüksek adaletleri tramvayın düzenli hareketli gibi yavaşça sallanıyor, adaletsizlikleri ise koltuğun üzerinde taşlaşmış…”110 Günümüzde bu konuyla alakalı ilerlemeler kaydedilse de beklenen nitelikte değildir. Bu durumla ilgili olarak sosyal adalet, ahlak anlayışı ile bağlantılıdır denilebilir. Ahlak anlayışı ise hayatın her alanındaki ikiliklerle bağlantılıdır. Arap toplumlarında siyaset, ağırlıklı olarak erkekler tarafından yapılmaktadır. Kadın özgürlük hareketinin en temel sorunlarından biri de budur. Toplumun yarısına nüfuz edemeyen bir yönetim ile hayatının tamamına kast edilen bir kadın toplumu karşı karşıya kalmaktadır. Kadın hareketinin amaçlarından biri de kadının özgürlüğü 109 110 es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 242-243. Nevâl es-Sa‘dâvî, İmraâtâni fî imraâ, Beyrut, dâru’l-âdâb, 7. bs., 1998, s. 11. 209 ile toplumun fikren gelişimini sağlamaktır. Kadının zihnen, bedenen ve ruhen özgür olması toplumu olumlu yönde etkileyecektir. Çünkü Arap kadınının içinde bulunduğu durum çeşitli yönlerden kendisine, ailesine ve dolayısıyla topluma zarar vermektedir. Anatomik olarak, fizyolojik ya da biyolojik olarak hiçbir bilgi kadının ikincil konumunu açıklayamamaktadır. Bu ötekileştirmenin yegâne sebebi toplum tarafından uygulanan ekonomik ve sosyal etkenlerdir. Ayrıca ailede ve bir yansıması olarak toplumda erkek egemenliğinin devamını sağlama kaygısından da söz edilebilir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde üzerinde önemle durduğu hususlardan biri de tüm erkek egemen toplumlarda olduğu gibi ataerkil bir toplum olan Mısır’da da kadınların görevleri ve toplumsal rollerinin belirlenmiş olmasıdır. Toplumun bir yansıması olan eserlerde, erkekler her şeyden sorumlu kişilerdir. Fakat kadınların aile dışında pek görevleri yoktur. Din görevlisi, polis memurluğu ve askerlik gibi yüksek makamlarda görev alma hakları da yoktur. Ayrıca Mısır kadınlarının seçme ve seçilme hakları da yoktur. Evlenip ayrılırlarsa ya da hiç evlenmezlerse zaten çok düşük olan değerleri iyice düşmektedir. Kocalar eşlerini bir eşya gibi görmektedir, kadınlar da karınlarının doyması, üzerlerine kuma gelmemesi için her türlü zorluğa sabretmek zorundadır. Yolda yürürken aileden bir erkek varsa onun arkasında yürümesi gerektiğini Petrol Diyarında Aşk adlı eserinde şöyle dile getirmiştir: “Tepeden aşağı doğru inen patikaya yöneltti kadını. Ondan bir iki adım önce yürüyordu. Kadın ne zaman adamın yanında yürümek için hızlansa, adam gözlerini üzerine çevirip öylece duruyor, o da yine adamın arkasında kalabilmek için yavaşlıyordu.”111 Mısır kadını belirli yaşlarda ve belirli durumlarda erkeklerle bir arada olur. Günümüzde bu durum iyileşme göstermiştir. Mısır devrimi esnasında Tahrir Meydanında erkeklerin yanında haklarını arayan çok sayıda kadın yer almıştır. Yeni kurulan parlamentoda kadın milletvekilleri de yer almıştır. Siyaset artık kadınlar tarafından da yapılır hale gelmiştir. Fakat geleneksel izlerin silinmesi kolay olmamakta ve zaman almaktadır. Ancak aşırı muhafazakâr bir eğilimde olan yönetimlerde kadının siyasette yer alması, kadın aleyhine alınan kararların yine kadın 111 Nevâl es-Sa‘dâvî, Petrol Diyarında Aşk, Çev: Ayla Esen, 1. bs., İstanbul, Everest Yayınları, 2002, s. 17. 210 vekiller tarafından da uygun görüldüğü izlenimi verme kaygısından kaynaklandığı düşünülebilir. Mısır toplumunun kadınlar için adetlerinden biri de kadın sünnetidir. Nevâl es-Sa‘dâvî eserlerinde bu cerrahi işlemin kadınlar üzerindeki etkilerini ve olumsuz sonuçlarını okumak mümkündür. Kadın cinselliğini kontrol altına almak ve ataerkil düzenin devamını sağlamak için yapılan bu ameliyat, dokuz ya da on yaşlarındaki ergenliğe girmemiş kız çocuklarının hayatlarını kaybetmeleriyle de sonuçlanabiliyor. Çeşitli şekillerde yapılan bu ameliyat kadınların cinsel hayatını etkilediği gibi her doğumda aynı acıyı tekrar yaşamalarına da neden olmaktadır. Kadınların kendileri gibi organları da toplum tarafından bir kusur ve ayıp olarak algılanmaktadır. Kadın hissî duygularını gizlemekle sorumludur. Toplum aslında kadınları ruhsal ve fiziksel olarak ameliyat etmektedir. Onları erkeğe bağımlı hale getirerek sadece kocasını ve kocasının isteklerini görev bilir duruma getirmiştir. Böylece ne boşanabilir ne de evi terk edebilir. Nevâl es-Sa‘dâvî, kadın sünneti ile ilgili olarak evlilik öncesinde bekâreti korumak için uygulandığını ifade etmiştir. Evlilik sonrası ise kadının iffetini korumaya yönelik bu uygulamanın, gelenekleri göz önünde bulundurarak Mısır’da yakın zamanda kısa sürede yok edilmesinin zor olduğunun altını çizmektedir. Ancak şunu da eklemek gerekir ki; “eğitim görmüş aileler giderek artan boyutlarda bu âdetin kadınlarda yol açtığı zararları kavramakta ve kızlarını ona kurban etmekten kaçınmaktadırlar.”112 3.2.8 KADIN OLGUSU Arap toplumunun belirgin özelliklerinden biri de ikilemler ve gel-git’ler içinde olmalarıdır. İklim özelliklerinin kişilik özelliklerine yansıdığı savından yola çıkarak denilebilir ki; çöl ikliminin getirdiği gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı, Araplar arasındaki fakir-zengin halkın net olarak gözlenebilirliği bu ikilemlere örnek gösterilebilir. Bu ikileme örnek olarak es-Sa‘dâvî’nin Petrol Diyarında Aşk adlı 112 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 57. 211 eserindeki kadın güzel bir örnek oluşturmaktadır. Özgürlüğünü ilan edip koca evinden ayrılan kadın çare olarak bir başka adamın yanına sığınmak zorunda kalmıştır. Yalnız yaşamak istemesine rağmen, sığındığı adamdan ayrılıp gidememiş, kocasının evine de dönememiştir. Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ (Tanrı Nil Kıyısında Öldü) hikâyesinde beşinci bölümde kadınların ahlaksız olduğuna değinilmiş, bu durumun sadece kadına özgü bir hareket olduğu ifade edilmiştir. Bir yandan kızların bozulduğu ve ahlaksızlaştığını dile getiren muhtar, aynı zamanda karısının yarı çıplak bacağına da göz atmaktan geri kalmamıştır. Ahlaksızlığı sadece kadınlara atfetmiş, erkeklerin hep ahlaksız olduğunu belirtmiştir. Kadın ahlaksızlığının felaket getireceğini söylemiştir. Karısının “felaket yerine neden eşitlik ve adalet getirmesin” sorusuna karşılık söze karışan oğlu ise şöyle yanıt vermiştir: “hayır anne, eşitlik sözüne katılmıyorum, kızlar erkek değil ve onların namusları sahip oldukları en değerli şeydir.”113 es-Sa‘dâvî, eserlerinde toplumu ve kadına bakışını sıkça eleştirmiştir. Bunlardan biri de kadınların sınıflandırılması ile ilgilidir. Çünkü namuslu kadınlar, erkekler için çocuklarının analarıdır. Utangaç ve giysilerini çıkarmadan sevişen iffetli kadınlar namusludur. Kadın hep vericidir, hakkına razı olur. Seçim yapma ve isteme hakları yoktur. Düşünmemelidir. Erkek onun yerine düşünecektir. İyi bir aileden gelen, erdemli kadınlar, kocalarının yanında bile gözünü açmayan, çıplak bir bedeni asla gözetlemeyen ahlak sahibi kadınlardır. Genel hatlarıyla anneler ve eş olan kadınlar ile diğerleri olarak sınıflandırılan kadınlar toplumun kendisi tarafından uygulanan kurallarla güvenliklerini sağlama dedikleri denetim altına alınırken yine aynı toplumun ticari kaygılarla dans ettirdikleri kadınlar, dergilere kapak olan kadınlar aynı toplumun üyeleridir. Toplum tarafından iffetli ve iffetsiz diye ayrılan kadınlar da yine aynı kadınlardır. Çünkü ahlaki değerleri toplumun kendisi belirlemektedir. Güzellik anlayışı bile kadının yaşı ile ters orantılı olarak ölçülmektedir. Kadın ne kadar küçük yaşta ise o kadar güzeldir. Onun cahilliğinin ve çocuk yaşta oluşunun pek bir ehemmiyeti yoktur. Kadının güzelliği ağzının, burnunun şekliyle, gözlerine sürme çekmesi, yüzüne pudra sürmesi ile doğru orantılı 113 es-Sa‘dâvî, Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ, s. 61-62. 212 olarak artmaktadır. Kadının onuru ve şerefi ise yaptıkları ile ölçülmektedir. Toplum gözünden bakıldığında erkek tarafından işlenen fiiller gurur sayılırken kadın söz konusu olunca durum değiştirmektedir. Kadının zerre kadar değeri kalmamakta hatta yüzünün karası oluvermektedir. Bu durum kişileri sadece takvada ayıran ve bunun dışında her konuda bir ve eşit tutan aynı inanca sahip kişilerin toplum tarafından yargılanmasıdır. es-Sa‘dâvî bu hususta Suḳûṭu’l-imâm adlı eserinde Bin Bir Gece Masalları’na atıfta bulunarak Kral’ın siyah bir kadın köleyle eşine ihanet ettiğini hatırlatıyor. Fakat hemen ardından da Tanrı’nın söylediğine göre ilahi yasa erkeklerin ihanetine izin veriyor. Fakat kadınların ihanetini Şeytan esinliyor”114 diye ekliyor. Hiçbir erkek eşlerinin kendilerini aldatmalarını kabul etmezler. Çünkü miras yoluyla aktaracakları topraklarını ancak oğulları alabilecektir. Dolayısıyla kadının birden çok erkekle ilişki halinde olması ataerkil düzeni bozacak, çocuğun kime ait olduğu bilinmeyecektir. Kadının durumundaki düşüş ve gerileme, binlerce yıldır süregelen toprak mülkiyeti edinme sonucu kadının değersizleştirilmesi, iş alanının sınırlanması, pasivize edilmesi, hor görülüp sindirilmesiyle kendini göstermiştir. Kadınlar bu ataerkil dünyada yaşadıkları sürece var olmuşlardır. “Baba tek başına adını çocuklara verdiği için, onun adı onunla beraber sonsuza kadar gömüldü. Ataerkil bir dünyada annenin isminin bir ehemmiyeti, kadının karada ve cennette bir değeri yoktur.”115 Anne öldükten sonra adı da kimliği de onunla birlikte gömülmüştür. Toplumun kadına bakışının değişmesi, onu ancak bedenen, aklen ve ruhen tam bir insan olarak gördüğünde gerçekleşecektir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin kadın kahramanları, hayatlarına daha çocuk yaşta “Ummu Mahmud” lakaplı bir kadından nefret ederek başlıyorlar. Çünkü elinde kesici bir aletle gelen bu kadın, çocuk yaştaki kızlara “vücudundaki pisliği alacağım” diyerek hayatlarının en korku dolu anlarını yaşamasına sebep oluyor. Nevâl esSa‘dâvî’nin babaannesinin dilinden bu kadın şöyle tasvir ediliyor: “Ummu Mahmud evimize gelip beni tavuk gibi dört kadına tutturduğunda daha yeni yürümeye başlamıştım, tarlalara koşup çocuklarla oynayacaktım. Bana ‘beni dinle kız Mebruke, şimdi seni saf olasın ve düğün gecende kocan senden tiksintiyle kaçmasın ve sen de 114 115 es-Sa‘dâvî, İmamın Düşüşü, s. 82. es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 3. 213 erkeklerin peşinden koşma diye sünnet edeceğim.”116 Aynı kadın daha sonra düğün günü ortaya tekrar ortaya çıkıyor. Aynı korku dolu sahneyi bu defa farklı bir acıyla yaşayan kadınlar, bunun üzerine bir de âdet olduğu gibi kocalarından ilk dayaklarını yiyerek evlilik hayatlarına başlamış oluyorlar. Bu arada değinilmesi gereken bir konu da aslında her zaman kadınların birbirleri için korkulu rüya olmadığıdır. Daya* gibi hayatlarındaki en zor anları yaşatan, yaşadıkları köye ne zaman ve ne şekilde geldikleri hatırlanmayan kadınlar aynı zamanda en büyük yardımcılarıdırlar. Evden eve koşturup doğumlarına yardım ederler, kulak delerler, cenazesi olan kadınları teselli bile onların görevidir. Her törende onların yeri hazırdır. Kadınlar arasındaki en büyük dayanışma, gerdek gecesi bir sorun çıkarsa onu örtbas etmede ya da istenmeyen gebeliklerde ölümle sonuçlandırma ile kendini göstermiştir. Hatta bu kadınların kötü ruhları kovma yeteneklerinden bile söz edilmiştir. Geçimlerini bu şekilde sağlayan bu daya’lar, olumlu yönden ele alındığında kadın dayanışması için küçük örnek grupları oluşturmaktadır. Arap toplumunun karakteristik bir özelliği olan ataerkil yapıyı es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde açıkça görmek mümkündür. Nevâl es-Sa‘dâvî kendi biyografisini anlattığı A Daughter of Isis (Isis’ın Kızı) ve Muẕekkerâtu ṭabîbe (Kadın Doktorun Anıları) isimli eserlerinde kendi hayatından örneklerle durumu gözler önüne sermiştir. Evde basit bir iş olan sabahları yatak toplamak, evin kızının görevidir. Ağabey kuralsız bir şekilde sokağa çıkıp, oynayıp zıplarken kendisi anne ve babadan izin alarak çıkabilmiştir. Sofrada yemeğin en güzel kısmı ve en büyük parçası ağabeye verilirken kendisi açlığa dayanmayı öğrenmeli, yavaşça yemek yemeli ve çorbayı bile kibarca, ağzını şapırdatmadan içmelidir. Kadınlar utanç verici davranışlardan sakınmalıdırlar. Çünkü kadınların vücudunda utanç verici olan yerleri vardır ve davranışlarında çok dikkatli olmalıdırlar. Kadınlar bu utanç algılarıyla ve korkutularak, itaat etmeyi öğrenerek yetiştirilmişlerdir. Kadınlara çok küçük yaştan itibaren büyükmüş gibi davranıldığı 116 * es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis., s. 36. Mahalle veya yörenin kadınların sünnet, doğum gibi işlerine bakan kadın görevlisi, ebe. 214 için kendilerini yetişkin olarak görürler. Ayrıca her yaptıklarından kendileri sorumludur. es-Sa‘dâvî’ye göre ne de olsa onlar Havva’nın kızıdır ve rüyalarında bile olsa yaptıklarından her daim sorumludurlar.117 Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde sıklıkla ön plana çıkardığı bir konu da erkeklerin gözünde iki çeşit kadın olduğu düşüncesidir. Bu kadınlardan ilki saygı duydukları fakat arzulamadıkları, çocuklarının annesi ve eşleri olan kadınlardır. İkincisi ise saygı duymadıkları ama arzuladıkları metresleridir. Ayrıca dayak konusunda kadının her gün dövülmesi gerektiği aksi halde dövülen taraf olma ihtimali oldukları ileri sürülmektedir. Burada erkeklerin kadınlardan korktuğu savı desteklenmektedir. Arap toplumunun iki farklı uçta olma özelliği burada da göze çarpmaktadır. Ortadoğu ya maddi olarak zengin ve refah içinde ya da çok fakir ve sıkıntılarla boğuşan bir toplum olarak bilinmektedir. Halk arasında ara sınıf yoktur. Bu durum bakış açılarına da yansımıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde öne çıkan kadın tiplemeleri, toplumsal baskılarla ezilmiş, dini yaptırımlara boyun eğmek zorunda kalmış çaresiz ve hastalığa yakalanmış kadınlardır. Kendilerini ifade edememe sorunları yaşamışlardır. Masum dahi olsalar erkeklerin gözünden bakılınca olmaması gereken olmuş, yapılması yasak olan bir şeyi yapmışlardır. Bu durum onların suçlu olmaları için yeterli bir sebeptir. İmamın Düşüşü adlı eserde, kadın kahraman sorgulanması esnasında yetimhaneden erkek kardeşinin ülkesi için savaşırken öldüğünü söylemesine itiraz ediyorlar, çünkü erkek kardeş herhangi bir partiye kayıtlı değil… Siperde onunla birlikte olduğunu, kendi gözleriyle şahit olduğunu söylediğinde ise; bir erkek ile bir kadın tenha yerde yalnız kalamaz deniyor ve zina ile suçlanıyor. Sorgulanan kadının “o benim kardeşim” demesi yetmiyor. Sütkardeş olmak, kardeş olmaya yeter sebep değil. Bu durumda, cezalandırılmak istenildiği zaman kuralların kişiye göre ayarlanabilirliği eleştirilmiştir. es-Sa‘dâvî ısrarla ve sürekli olarak kadının hak ettiği değeri görmemesinden şikâyet etmiş, bunun bir sonucu olarak da hastalandıklarını dile getirmiştir. Dört inek almaya parası yetmeyen fakat dört kadınla evlenen, ekonomik sorunlarla baş etmeye 117 es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s.12. 215 çalışan toplumlarda kadının düştüğü durumu gözler önüne sermeye çabalamıştır. Kadına toplumun yarısını oluşturan sınıf olarak bakıldığında sorunun asıl kaynağını bulmak, hasta kadınları tedavi etmekten daha mühimdir. es-Sa‘dâvî’nin tedavi ettiği kadınlar örneğinde olduğu gibi, tarımda sulama işinde çalışan işçi kadınlar önce ekonomik sebeplerden ötürü çalışmaya başlıyor, hastalanıyor, tedavi oluyor, tekrar işe başlıyor ve yine hastalanıyor. Kısır döngü içinde kalan kadınlar, kalabalık ve güneş görmeyen evlerde yaşamaya devam ediyorlar. Burada hastalığı tekrar eden kadınları iyileştiremeyen doktorlar mı yoksa şartları iyileştiremeyen, koşulları değiştiremeyen devlet mi başarısız sorusu soruluyor.118 Kendisi bir tıp doktoru olan Nevâl es-Sa‘dâvî, kadın sorunlarıyla ilgili yaklaşımını açıklarken aşamalar olduğunu ifade ediyor. Mesleğe başladığı yıllarda kendisine tedaviye gelen hastaların maddi sorunları olduğunu bu nedenle muayenehanesini kapattığını ifade ediyor. Bir sonraki aşamada sosyal sorunlara olan ilgisi artıyor ve bu aşamada sosyal sorunların ekonomiden ayrılamayacağını, siyaset ve kültürün de bunlara ek olarak temel sorunlar olduğunu fark ediyor. Hastalıkları önlemek için sadece klinik yetmiyor, sağlığın siyasete, ekonomiye ve kültüre bağlı olduğuna karar veriyor. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin kadın algısının, İslam ile birlikte ele alındığı görülmektedir. Yazar, İslam dinini salt bir inanış biçimi olarak değil tarihsel ve toplumsal hatta kültürel bir arka plan olarak değerlendirmektedir. Ataerkillik kavramının üç semavi din tarafından desteklendiğini ve bu yönlü beslendiğini ileri sürmektedir. Çünkü kadının konumunun İslam ile gerilemediğini aksine farklı kaygılarla kadının toplumdan soyutlandığını ve hapsedildiğini düşünmektedir. Arap toplumunda kadınlar ile ilgili kapsamlı bir çalışma olmayışını dini veya ahlakî değerlere bağlamaktadır. Bu değerler sebebiyle dokunulmazlık alanları oluşmuştur ve sorgulamak mümkün değildir. Ayrıca Arap kadınının sömürgeci ve kapitalist ideolojilere esir olduğu görüşündedir. Siyasi, dini ve cinsellik içeren ifadeler daima hassas yapılar üzerine kurulmuştur. Bu hassasiyetin gelişmekte olan ülkelerde daha etkin bir biçimde yaşandığı görülmektedir. Çünkü es-Sa‘dâvî’ye göre “insanların yaşamı ve temel gereksinimleri dine değil, iktisada dayanmaktadır. İnsanlık tarihi boyunca dinin standart ve değerleri de iktisat tarafından biçimlendirilmiştir. 118 es-Sa‘dâvî, Why Keep Asking Me About My Identıty, s. 53. 216 Herhangi bir toplumda kadınların ezilişi ise, toprak mülkiyeti, miras ve akrabalık sistemleri ve temel toplumsal değer olarak ataerkil aileye dayalı bir iktisadi sistemin ifadesidir.”119 Din, toplumu direkt olarak etki alanına alıp ve sosyo-ekonomik düzenleri de kapsamaktadır. es-Sa‘dâvî’nin belirttiği gibi sömürgeci ideolojilerin kendi menfaatleri gereğince kullanılan bir araç olabilmektedir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre120; Arap toplumunda kadınlar çocukluklarından itibaren aşamalı bir şekilde kişiliklerini yok olmaya, silikleşmeye, zihinsel olarak tek başına karar veremez duruma getirilerek eğitilmeye odaklanılmıştır. Bu sayede kendi isteklerini bastırmayı, istek ve ihtiyaçlarını görmezden gelmeyi ve doğacak boşlukları başkaları ile doldurmayı öğrenecektir. Düşünme ve aklını kullanma yetisini kaybeden kadınlar, başkalarının dikte ettiklerini yapar hale gelen kurbanlara dönüşmektedirler. Zaman zaman temel insan haklarından bile yoksun kalan kadınlar, eşitlik ve özgürlük adına harekete geçtiklerinde engellerle karşılaşmaktadırlar. Bunların başında toplumun öne sürdüğü ahlaki ve dinsel değerler gelmektedir. Bu konuda şunu belirtmek gerekir; kadınların örtünmesi, eve hapsedilmesi ve harem kültürü İslam dini ile doğrudan bağlantılı ve örtüşük durumlar değildir. Aksine, Berktay’ın belirttiği gibi; Doğu Akdeniz toplumlarını ve onların kültürlerini etkileyen, kökleri uzun bir tarihsel mirasa dayanan ataerkil geleneğin davranış kalıpları ve uzantılarıdır. Kadın ve toplum ne kadar değişim geçirse de ataerkil kodlamalar kadınları sessiz olmaya ve edilgenliğe mecbur etmektedir.121 Ataerkil düzende kadının nerede ve nasıl durması gerektiği, görev ve sorumluluklarının neler olduğu açıkça tanımlanmıştır. Bu tanımlamalar aracılığı ile kadını kısıtlamanın bir yolu olan örtünme, çeşitli alt anlamlar içermektedir. Kadının cezp edici özelliği nedeniyle hem onu korumak hem de toplumda kargaşayı önlemek için kadının örtünmesi gereklidir. Erkeklerle ilgili olan bir hususta sorumlu olarak kadının görülmesi, işin faili olarak bakan kişinin değil nesnesi durumundaki bakılan kişinin (kadının) denetlenmesi, kadın ve erkek arasındaki hiyerarşiyi ve egemenlik ilişkilerini ortaya çıkarmaktadır. 119 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 17. es-Sa‘dâvî, a.e., s. 29. 121 Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 87-88. 120 217 Ayrıca kadınların yetiştirilmesindeki dar görüşlerden biri de güzellik ölçütlerine yöneliktir. Küçüklüklerinden beri güzellikleri burunlarının biçimine, dudaklarına ve giysilerine göre belirlenen kadınlar, her konuda modayı takip etmeye çalışan nesnelere dönüşmüşlerdir. Eğer burnu biraz büyükse ya da arzu edilen yüz hatlarına sahip değillerse bu onlar için psikolojik bir incinme ve sarsıntıya dönüşebilmektedir. Yine bu durumda da kendilerini makyaja ve modaya adar hale gelmişlerdir. 3.3 İKİ YAZAR ARASINDA GENEL BİR MUKAYESE Farklı kültürlerde yetişmiş yazarlarımızın görüşleri ve düşüncelerini, savundukları ve itiraz ettikleri konuları anlamlandırmak için öncelikle kültürel farklılıklara vurgu yapmak, dikkat çekmek gereklidir. Kültür ifadesini, bir toplumun sahip olduğu değerler bütünü olarak tanımlamak mümkündür. “İlkel ve modern kültürlerde yapılan çeşitli araştırmalar, kişiliğin biçimlenmesinde, kültürün etkisinin geniş olduğunu göstermiştir. Kültürün çeşitli görünümleri arasında yer alan; aile biçimi, ana-babanın toplumsal rolleri, dinsel farklılaşma, toplumsal değerler, tutumlar, inançlar ve toplumsal normların ayrı ayrı etkisi, çocuk eğitiminde ve kişilik gelişiminde rol oynar. Bu bakımdan kültür; insanın meydana getirdiği bir şey ve insani yaşamın koşuludur. İnsan kültürü yaratır, fakat kültürde insanı biçimlendirir. Bu durum ise, kültürleşme sayesinde gerçekleşir. Kültürün içe dönüşüm süreci de dediğimizi kültürleşme, kişinin kendi kültürünü oluşturan düşünce, eylem ve duygu biçimlerini özümsemesidir.”122 Her iki yazarımızın da savunduğu en önemli tez; cesur olmanın önemidir. Kadın cesaretiyle de ayakta durabilmelidir. Aile, görünmez yasalar ve kurallar, otoritenin adı ne ise kafa tutabilmelidirler. Yenilmeyen kadın güçlenir düşüncesini savunarak, zaferin ancak cesur olmakla geleceğini ileri sürmüşlerdir. Nevâl esSa‘dâvî cesur olmanın önemini şöyle ifade etmiştir: “…anneme karşı duyduğum korku yok oldu. Benim ondan korkmama sebep olan esrarengiz durum da kayboldu 122 Filiz Karataş, “Türk Toplumu İle Arap Toplumu Arasındaki Kültürel Farklar”, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2001, s. 1. 218 gitti. Annem artık sıradan bir kadındı. Annemin bana attığı tokatlar onun en büyük silahıydı ve artık ben korkmuyordum.”123 Annesi, kadın saçının onun en önemli gurur kaynağı olduğunu şiddetle savunmuş ve asla kısaltılmaması konusunda çok titiz davranmıştır. Yazar, uzun saç bakımının zorluğundan yakınarak, erkek kardeşinin kısa saçla nasıl rahat hareket ettiğine dikkat çekerek ilk başkaldırısını gerçekleştirmiş, ilk kez izin almadan dışarı çıkarak saçlarını kısacık kestirip annesinin karşısına dikilmiştir. Benzer durum Duygu Asena’nın ilk eseri olan Kadının Adı Yok’da ilk itaatsizlik aileye karşı olmuştur. Bu defa anneye karşı değil babaya karşı gelinmiştir. Yazar üniversiteye gitmek için babasının karşısında durmuş ve kazanmıştır. Sonrasında gelişen olaylar, inandıkları uğruna mücadele etmesi gerektiği düşüncesini pekiştirmiştir. Yazarların kadın profilinin ortak bir yanı da kadınların güçlü olduğu, isterlerse başarabilecekleri düşüncesidir. Nevâl es-Sa‘dâvi, ağabeyinden ve hatta bütün erkeklerden daha zeki olduğunu, onların yaptığı her şeyi fazlasıyla yapabileceğini iddia etmiştir. Ailece ilk hastane ziyaretlerinde doktordan korkularını ve ona saygılarını fark edince doktor olmaya karar vermiştir. Böylece ailesi ona saygıyla bakacak, sağlık için yardım dileyecektir. Bu arada iyi bir meslek sahibi saygın bir kadın olacaktır. Duygu Asena ise, iş hayatındaki kadının yaşadıklarından verdiği örneklerle durumu açıklamaya çalışmıştır. Duygu Asena’nın kadın kahramanları, gerçek hayatta olduğu gibi, çok çalışarak iyi mevkilere gelebilmiş ve ekonomik olarak güç kazanmışlardır. Ekonomik gücün en önemli getirisi de güçlü kadın olarak kendini göstermiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin önemle vurguladığı konulardan biri de kadınların, ataerkil bir dünyada yaşamak zorunda kalışlarıdır. Çünkü âlimler, filozoflar, din görevlileri ve siyasetçiler erkektir. Onların düşünceleri egemen bir toplumda yaşanmaktadır. es-Sa‘dâvî burada kadınların da medeniyete katkıda bulunduklarını belirtmiş fakat gerektiği kadar olmadığını ifade etmiştir. Bu durumu, toplumun yarı beynini kullan(a)mamak olarak görmektedir. Kadınların toplum tarafından 123 es-Sa‘dâvî, Muẕekkerâtu ṭabîbe, s. 16. 219 baskılanması sonucu böyle bir sonuca varıldığını ileri sürmektedir. Kültürel olarak yaygın bir biçimde aklını kullanmaktan ziyade kadınlığını ön plana çıkaran, giyim ve makyaj üzerine yönlendirilmiş bir toplum ortaya çıkmaktadır. Her iki yazar da çocukların gözünden, babalarının annelerini aldatmasını ve bu durum sonucu gelişen olayları okuyucuya aktarmışlardır. Yazarların ifadelerindeki benzerlik dikkat çekmektedir. Asena’nın ilk romanı Kadının Adı Yok’da evin büyük kızı babasını, annesini, arkadaşı ve komşuları olan bir kadınla kendi evlerinde, aldatırken yakalamıştı. Bu olay neticesinde aynı zamanda romanın kahramanı olan kız, babasına karşı güç kazanmış, istediğini yapma ve yaptırma cesareti bulmuştu. Ne yazık ki durumu annesine anlatamamış bu da onu daha da incitmişti. es-Sa‘dâvî aynı durumu İmamın Düşüşü adlı eserinde ele almıştır. Burada da anne, baba tarafından aldatılmış ve olay çocuk tarafından öğrenilmiştir. Fakat baba, uykuda yürüdüğünü iddia ederek çocuğunu suçlamış hatta onu sütünü içmemesi yüzünden dövmüştür. Çocuk, babasının gözlerinden taşan öfke korkusundan susmak zorunda kalmıştır. Genel olarak örtbas edilen, görmezden gelinen ve kadın tarafından hissedildiği ya da bilindiği halde sessiz kalınan erkek ihaneti çocukların dilinden “sarsılan adalet” olarak aktarılmıştır. Her iki yazar, çocukları konuştururken, kadından yana bir tavır takınmışlardır. Yıkılan adalet ve sarsılan güven duygusunun yeniden inşası için annenin de bir defa olsun aynı durumu babalarına yaşatmış olmalarını düşünmüşlerdir. Bu isteğin arkasında yine yazarların eşitlik vurgusu dikkat çekmektedir. Yazarlar arasında yapılan genel bir karşılaştırma sonucunda; Asena’nın ve esSa‘dâvî’nin feminizm algısındaki farklılıklar ve öncelikler açık bir şekilde göze çarpmaktadır. Feminizmin konuları bellidir fakat toplumdan topluma değişen ihtiyaçlar farklılık ve önem arz etmektedir. Eğitim, her iki yazarın konuyu ele alışı bakımından kadın sorunlarının çözümünde ilk sırada yer almaktadır. Duygu Asena, her ne kadar elit feminizm savunucusu olarak anılmış olsa da Türkiye’de kadının birçok yönden sorunlarının irdelenmesini sağlamıştı. Türkiye’de kadın ile ilgili gündem oluşturulmasına Asena büyük katkılar sağlamıştır. Türk kadını, Ortadoğu kadınlarından farklı ve geniş haklara sahip olmuştur. Asena, kadınlara ve onların 220 hayatlarına dokunarak, köklü değişikliklere zemin hazırlanmasını sağlamıştır. Kadınca dergisini hazırladığı dönemlerde, ülkede feminizm sadece akademisyenler tarafından ele alınıyorken onun farkındalığı toplumsal duyarlılık ile başlamıştır. Dergi vasıtasıyla gelen okurların ihtiyaçlarını görmüştür. Durumu şu şekilde dile getirmiştir: “Özetle üç yıldır ‘kadın ve erkek her konuda eşittir, eşit olmaması için mantıklı, geçerli bir neden yoktur, bugünkü durum çok eskilerden gelen ve nedenleri belli olan tarihi bir koşullanmadır, önemli bir eğitim sorunudur, eğer bizler bu gerçeklere inanırsak ancak, kendi kendimizin durumunu düzeltebiliriz. Sonra da çocuklarımızı bu eşitliğe inandırarak yetiştiririz’.”124 es-Sa‘dâvî ise, toplumu değiştirmek için uzun yıllardır yazmaktadır. Kadınların her türlü gelişimi ve toplumun her alanında söz sahibi olabilmesi için eğitim alması şarttır. Kadınların kurtuluşu eğitim ile mümkündür. Çünkü eğitim yoluyla iyi şartlarda iş sahibi olan, ekonomik özgürlüğünü elde eden, aile ekonomisine katkıda bulunan kadın karar alma ve uygulama hakkına da sahip olacaktır. Ancak burada bir tezat vardır ki kadın eğitim almak için erkekten izin almak durumunda kalabilmektedir. Yine burada kadının anne olarak rolü önem arz etmektedir. İyi eğitilmiş bir erkek muhatabı olarak eğitilmiş bir kadın isteyecektir. Araştırmalar, ekonomi düzeldikçe ve refah seviyesi arttıkça şiddet ters orantılı olarak azalmaktadır. Eserlerindeki anlattıkları ve duygu yoğunluğu bakımından Asena’nın kahramanları kendi sorunları ve yaşadıkları üzerinden Türkiye’de kadınların benzer sorunlarla mücadele ettiklerini ifade etmektedir. Eserler, kahramanlar aracılığıyla topluma verilmek istenen mesajlar içermektedir. Fakat direkt bir yön vermeden benzer yaşanmışlıklar üzerinden örneklerle hareket edilmiştir. Toplumun her kesiminden kadın örneğine rastlamak mümkündür. es-Sa‘dâvî ise eserlerinde, Arap kadınının sorunlarını gerçekçi bir şekilde ele almış, gerçek hayattan örnek kadın kahramanlarla okuyucuya anlatmıştır. Bu eserlerde ilk çözüm, toplumsal farkındalığı sağlamak üzerine yoğunlaşma olarak görünmektedir. Süregelen öğretilerin yanlışlıklarına ve zararlarına dikkat çekilmektedir. Gerçek ve kalıcı çözümler için bilinçli bir birlikteliğe ihtiyaç vardır. Asena’nın kahramanları genel olarak istediğini 124 Duygu Asena, “Nice nice dört yıllara”, Kadınca, İstanbul, Gelişim Basım ve Yayın A.Ş, 1981. 221 elde edebilen ve kendini gerçekleştiren kahramanlar olurken es-Sa‘dâvî kahramanları bir şekilde cezalandırılmış olarak karşımıza çıkmaktadır. Her iki yazar kendi ülkelerinde tabu olarak kabul görmüş bir konu olan cinsellik üzerine yazmışlar, yazıları başta olmak üzere pek çok biçimde kadınları ve toplumu bilinçlendirmeye çalışmışlardır. Duygu Asena, genç kızların bekâret uğruna öldürülmekte olduğunu ifade etmişti. Ayrıca kadınların, cinsellik ile ilgili ve bağlantılı olarak şiddete maruz kaldıklarını dile getirmişti. Nevâl es-Sa‘dâvî de aynı şekilde fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan kadınlar üzerine çalışmalar yapmıştır. es-Sa‘dâvî bu konuyla ilgili olarak, cinsel istismara uğrayan genç kızların ve kadınların durumunu eserlerinde sıklıkla ele almıştır. Adalet sisteminin, mağdureleri ve ailelerinin şerefini korumak adına kendilerine yapılan adaletsizliği eleştirmiştir. Çünkü bu tür vakalarda suçlu görev yeri değiştirilmek suretiyle cezalandırılmıştır. Ancak mağdureler ise, ya hayatları aileden bir erkek tarafından sona erdirilmiş ya da ilkel yöntemlerle kürtaj yapılırken ölüp gitmişlerdir. Eğer bu iki durumdan sağ olarak kurtulabildiyse hakaret ve aşağılanma içinde bir hayat yaşamaya mahkûm kalmışlardır. Eğer bir bekâret kavramı varsa sınıf, dil, cinsiyet ve etnik ayrım gözetmeksizin her bireyi kapsamalıdır. Nevâl es-Sa‘dâvî, sadece kadınları kapsayan bir bekâret olgusunu, topluma egemen olan bir geriliğin yansıması olarak gördüğünü ifade etmiştir. Duygu Asena’nın da bu konuda aynı görüşü paylaştığı söylenebilir. es-Sa‘dâvî, “kadın olsun, erkek olsun, insanların anatomik ve biyolojik yapısının ahlak değeriyle bir ilişkisi yoktur. Ahlak değerleri toplumsal sistemin, daha doğrusu belli iktisadi ve siyasal çıkarlara hizmet edebilmek ve çıkarlar sistemini güvenceye alarak iktidarını koruyabilmek üzere yönetici sınıfların dayattığı toplumsal sistemin ürünleridir. Bedenin anatomik ve biyolojik özellikleri başka bir amaca, yaşamın korunması ve sürdürülmesine ilişkin hayati, fizyolojik işlevlerin yerine getirilmesine yöneliktir”125 görüşünü savunmaktadır. Yazarların eserleri üzerinden iki toplumun bakış açısını açıkça kendini ortaya koymaktadır. Asena’nın kahramanları genel olarak cinselliklerini yaşamışlardır. Bu yaşantılar sonucu ise Asena’nın kahramanı, yaptıklarını ve yaşadıklarını kendince geçerli bir nedene bağlamıştır. İstemediği bir şey yaşamamak için “Kimsenin bana 125 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 44. 222 saygısı kalmasa da…kendi kendime saygıyı yitirmemeliyim”126 demiştir. Hayatına girip çıkan erkekler için “anlaşamadım, ayrıldım” diyerek yoluna devam etmiştir. Burada Duygu Asena’nın, eserlerinde kadından yana taraf tuttuğu söylenebilir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin kadın kahramanlarından Firdevs (Sıfır Noktasındaki Kadın) ise, hayat tarzı yüzünden toplumsal normlara göre sonuçlarına katlanmak zorunda kalmıştır. Çünkü Firdevs, yaşadıklarıyla topluma göre ahlaksız bir yaşam tarzına sahiptir. Bu durumda kadın kahramanların yaşadıkları sosyal ve toplumsal çevre, Asena’nın eserlerinde gelenekten gelen, ayıplayarak dışlama ile kendini hissettirmektedir. Nevâl es-Sa‘dâvî eserlerinde ise, şer’i hukuka göre yasaklama ve hapis cezası olarak hatta kimi zaman ölüm cezasıyla karşımıza çıkmaktadır. Asena ve es-Sa‘dâvî, kadınlara yönelik bu tavra karşın erkekler söz konusu olduğunda farklılaşan ahlaki ölçütleri eleştirmişlerdir. Arap kültüründe “erkeğin namusu, cebindedir” ve Türk kültüründe “para, adama konuşmayı, kadına yürümeyi öğretir” şeklinde ifade bulan ekonomik güç, erkek için çok önemli bir kıstaslardan biridir. Erkek maddi olarak güçlü olduğu sürece sorun gözükmemektedir. Duygu Asena, kadın kahramanlarını güçlü kadınlardan seçmiştir. Orta kesime ait eğitim görmüş, ekonomik olarak özgürlüğünü elde etmiş, toplumsal hayatta yer alan kadınlar, Asena’nın kadın karakterleri profilini oluşturmuştur. Bu kadınların belirgin sorunlarından biri de yalnızlık duygusu ve anlaşılamamaktır. Bu kadın karakterler güçlü olmalarının yanı sıra çocuksu yönlerinin keşfedilmesini beklemektedirler. Anlaşılmayı arzulamışlardır. Erkek tarafından anlaşılmadığını fark ettiğinde birbirinden uzaklaşma ve gerilim başlamıştır. Zaten iş ve para sahibi, geleceğini garanti altına almış, güvenliklerini sağlamış ve hayatını idame ettiren kadınlar, ilişkilerini kurtarma mücadelesinden kaçarak yalnızlığı seçmişlerdir. Burada gelenekçi erkek modeline eleştiri görülmektedir. Eğitim almasına, yüksek mevkilerde iş sahibi olmasına rağmen erkekler, eski gelenekselliklerini devam ettirmişlerdir. Hâlbuki kadınlar eğitim ile değişimi çok yönlü yaşayıp özel yaşamlarında geleneksellikten çabuk sıyrıldıkları görülmektedir. Asena’nın erkeklere yönelik eleştirileri için, kişiselleştirilmiş denilebilir. Bu konuda erkeklerin yetiştirildiği ve etkinliği kısmen de olsa günümüzde dahi devam ettiren güçlü 126 Asena, Kadının Adı Yok, s. 114. 223 kültürel öğelerin etkileri yadsınamaz. Erkeklerin aynı düşünce tarzına sahip olması irdelenirken toplumsal alt yapı ve nedenler göz ardı edilmemelidir. Aynı konuya Nevâl es-Sa‘dâvî ve Arap toplumu açısından bakıldığında durum biraz farklılaşmaktadır. Şöyle ki; es-Sa‘dâvî’nin kadın kahramanları dini otorite altında ezilmiş kadınlar ve bu kadınların cinsellikleridir. Erkekler ise, zeki ve deneyimli kadınlardan ürken, zaafları ve başarısızlıkları fark edilecek kaygısı taşıyan karakterlerdir. Çünkü erkek, ancak mülkiyet, ekonomi ve din kavramları ile egemenliğini kurabilmiş ve koruyabilmiştir. Bu araçlar kadını ezmek ve sömürmek için önemlidir. Her iki yazar da kadının içinde bulunduğu sıkıntılı durumları aşabilmeleri, kendilerini birey olarak ifade edebilmeleri için gerekli şartları çok çeşitli araçlar ile okuyucu ve topluma sunmuşlardır. Bu araçlardan en etkili olarak kullandıkları yazılarında Asena, kahramanları dilinden önerilerde bulunmuştur. Cinselliğe fazla vurgu yaptığı gerekçesiyle eleştirilere maruz kalan Asena, cinselliğin insan hayatındaki önemini belirtmeye çalışmıştır. Bu düşünceden hareketle, kadın veya erkek herkesin özel hayatlarını hiçbir yasak, utanç duygusu, sınırlama ve eleştiri olmadan özgürce yaşabilmelerini savunmuştur. Cinsel yaşam kişilerin özel alanlarıdır. Toplumun, bu özel alan ile ilgili nasıl yaşandığına müdahil olmadan, kişilerin bilgi ve kültür birikimlerinden azami düzeyde faydalanmasının, üretim gücü ve faydacılığın ön plana çıkarılarak kişilerin değerlendirilmesini arzulamıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî ise bu konuda Arap Kadınının öncelikle sömürgeci ve kapitalist sistemin boyunduruğundan kurtulması gerektiğini ifade etmektedir. Asena ile benzer şekilde cinsel hayatın kişiler için önem taşıdığını, kadına yönelik tüm kısıtlamaların onların cinselliğini kontrol altına alma üzerine kurulu olduğunu belirtmiştir. Nevâl esSa‘dâvî bu kontrol mekanizmasının din ile bağlantılı olmasını eleştirmiştir. Aslında ataerkil düzen tarafından geliştirilen ve din adına uygulanan yaptırımlardan yararlanılmıştır. Asena’nın eserlerinde bu eleştiri tarzı görülmemiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî, kadınların kurtuluşuna yönelik olarak kadınların siyasal haklarını kullanmalarının önemine vurgu yapmış, bu güç olmadan eksik kalacaklarını dile getirmiştir. Çünkü seçim yapabilmek, yapılan seçimlerden daha değerlidir. 224 Siyasal hayata katılım ile ilgili Asena, eserlerinde konu edinmemiştir. Bunda Türk kadınının, TBMM’de yeterli sayıda temsil edilemese de bu hakka sahip oluşu etkili olmuştur denilebilir. Ayrıca Duygu Asena, Nevâl es-Sa‘dâvî’nin aksine din ve siyaset konusunda okuyucusuna görüş belirtmemiştir. Toplumdan örnekler sunarak herkesin kendi hayatına dair sorunlara çözümleri kendilerinin üretmesini sağlamayı amaçlamıştır. Çünkü ataerkil sistemin de etkisiyle kadınlara uzun yıllardır ne yapmaları ya da yapmamaları dikte edilmiştir. Okudukları aracılığıyla kendilerininkine benzer hayatları keşfeden kadınlar, sorunlarına çözüm yollarını kendileri üretmişlerdir. Nevâl es-Sa‘dâvî, eserleri ve söyleşilerinde tüm ayrımcılık biçimlerine karşı çıktığını açıkça belirtmiştir. Bunların içinde Doğu ve Arap toplumları için kullanılan üçüncü dünya ülkesi ifadesi de yer almaktadır. Bunun sınıfsal bir ayrımcılık olduğunu, tek bir dünyada yaşarken böyle ayrıştırmanın kabul edilemez olduğunu dile getirmiştir. Bu durumu, kadınların erkekler tarafından birçok bakımdan maruz kaldıkları ayrımcılığa benzetmiştir. Bu örnekte en etkili silah olarak dinin kullanıldığını ifade etmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî ve Duygu Asena’nın eserlerinde benzer ve ortak temalar görülmektedir. Bunları kendini arama, kimlik oluşturma, sınıfsal farklılıklar, cinsel kimlik farklılıkları ile fakirlik ve dışlanma nedeniyle orta sınıf değerleriyle çatışma temaları oluşturmuştur. Bu durumlardan kurtuluş yolu, karşı gelmektir. Ayrıca her iki yazarın eserlerinde kadın kahramanların “saygın kadın” olma gayretlerini görmek mümkündür. Özellikle Kadının Adı Yok ve Sıfır Noktasındaki Kadın kahramanları iş yaşamlarında saygın olmak için büyük uğraşlar vermişlerdir. Her iki yazarın ortak noktalarından biri de kendi toplumları tarafından ağır eleştirilere maruz kalmalarıdır. Nevâl es-Sa‘dâvî ile ilgili bu durum şöyle açıklanabilir; hemcinslerine göre daha iyi koşullarda yetişmiştir, eğitim alabilmiştir. Tıp fakültesi okumuş, siyasete karışmış, açık sözlü kişiliği ile hapse girmeyi göze alıp kendi bildiğini yazmış ve söylemiştir. Bu özellikleri ile ön plana çıkan esSa‘dâvî, bunları yapmaya cesaret edebilen tek kadın olarak bütün dikkatleri üzerine çekmiştir. Aynı şekilde Duygu Asena, tabu kabul edilen konularda kendi 225 düşüncelerini kitapları ve köşe yazıları aracılığı ile cesur bir biçimde dile getirdiği için aynı şekilde dikkatleri üzerine çekmiştir. Asena ve es-Sa‘dâvî eserlerini kadın bedenini yorumlanışı olarak ele aldığımızda algı farklılıkları olduğunu söylemek mümkündür. Asena, kadın kahramanları bedenlerini namus simgesi anlayışına hapsetmeden ele almıştır. Kadınlarda öne çıkan özellik güzel olmalarıdır. Fakat es-Sa‘dâvî kadın ve bedenini çok çeşitli anlamlarda kullanmıştır. Kadın bedeni, ilk olarak günah nesnesi ve tek başına baştan çıkarıcı bir nesnedir. Erkek istediği gibi kadın bedeni üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Aynı zamanda kutsal anne bedenidir. Ayrıca erkeğin namusu, kadın bedeni ile doğrudan ilişkilidir. Ancak burada şunu eklemek gerekir ki; Asena ve esSa‘dâvî, kadın bedeni ve cinselliği konusunda bir noktada aynı görüştedirler demek mümkündür: “Benim kurtuluşum bedenimin içindeki fiziksel bir değişikliğe bağlı değil. Rastgele bir darbeyle dağılabilecek ve bir cerrahın iğnesiyle geri getirilebilecek önemsiz bir zardan korktuğum için vücuduma herhangi bir kısıtlama koymayı düşünmem. Ben kendi sınırlarımı kendim belirlerim”127 Asena ve es-Sa‘dâvî’nin kadın ile ilgili düşüncelerini eserlerine isim olmuş şu iki cümle ile özetleyebiliriz: Duygu Asena, “kadının adı yok”, Nevâl es-Sa‘dâvî ise “kadının cennette yeri yok” diyor. 127 Nevâl es-Sa‘dâvî, Kahire Saçlarımı Geri Ver, Çev. Osman Akınhay, 2. bs., İstanbul, Everest Yayınları, s. 66. 226 SONUÇ Feminizmin doğuşu ile birlikte toplumsal bir hareketlenme söz konusu olmuş, bilinçlenme, bilgilenme ve sorgulama süreci başlamıştır. Bu değişimin yansıma yönlerinden biri de edebiyat alanı olmuştur. Bununla birlikte, feminizmin edebiyata yansıması en sıra dışı yaklaşımlardan biri olarak kabul edilebilir. Bu sayede yüzyıllardır sorgulanmayan, kadına yönelik davranışlar ve onu aşağı gören görüşler ele alınıp incelenmiştir. Feminist edebiyat eleştirisi olarak adlandırılan bu metot, kadınların toplum içindeki ikincil konumlarının ve bu durumun olumsuz sonuçlarının yazarlar tarafından eleştirilmesine olanak sağlamıştır. Yazarlar konu seçimlerinde toplum ve aile ilişkileri kapsamında, kadınların uğradıkları haksızlıkları, maruz kaldıkları eziyet ve baskıları, belli bir alana hapsedilme ve ötekileştirilme durumlarını ele alarak incelemişlerdir. Bu bağlamda Duygu Asena ve Nevâl esSa‘dâvî, eserlerindeki kahramanları isyan ve mücadele eden tiplerden seçmişlerdir. Geleneksel ve kültürel değerlere bağlı olarak yetişmiş bu kahramanlar, tek başına ayakta durmaya çalışmışlardır. Eserler aracılığı ile toplumda farkındalık sağlama amaçlanmış, bilinç yükseltilmesine, kadınların kendi hayatlarını irdelemelerine olanak tanınmıştır. Roman sanatı, sadece kahramanların hayat hikâyeleri, mücadeleleri ve kendini bulma çabaları üzerine kurulu bir kavram değildir. Yazıldıkları dönemden izler taşır, tarihsel bilgiler de sunarlar. Romanlar ve yazılı eserler aracılığı ile yazarlar, toplumda egemen olan kültür dışında kalanlara uygulanan baskıyı ortaya çıkarmayı amaçlamışlardır. Kâzım Ürün’ün de belirttiği gibi; yakın bir geçmişe kadar aynı çatı altında asırlardır birlikte olan, ortak kaderi yaşayan, günümüzde ise coğrafi özellikleri ile öncü roller oynayan Mısır ve Türkiye, sosyal ve kültürel bakımdan birbirlerinden etkilenmişlerdir.1 Bu iki ülkenin ünlü feminist yazarlarının sosyal, kültürel ve edebî yönden karşılaştırılması her iki ülke insan ve kadınının sorununun çözümünde yeni bir ufuk açması bakımından önem taşımaktadır. 1 Ahmet Kâzım Ürün, “Modern Mısır ve Türk Edebiyatlarında Öne Çıkan Kuşak Romanları”, Nüsha Yıl III, Sayı 11, Güz 2003, s. 46. 227 Mısırlı Nevâl es-Sa‘dâvî ve diğer Arap kadın yazarların genel olarak karşılaştıkları eleştiri, kendi toplumlarının gerçekliklerini göz ardı ederek roman kahramanları kadınlarının cinsel özgürlüklerini yaşamaları ve bu cinsel özgürlüğü elde etme istekleridir. Mısır’da feminist hareket cinsel özgürlük algısı üzerine kurulu değildir. Ancak feminizme konu olan kadın hakları açısından cinsellik, her yönden önemli bir husus olmuştur. Bu konu hakkında Nevâl es-Sa‘dâvî kaleme aldığı eserlerinde, cinselliğin kadın ve erkek tüm bireylerin yaşamındaki etkilerine bilimsel verilerle ve toplumsal sonuçlarıyla örnekler vermiştir. Aynı şekilde Duygu Asena da Türk toplumunda feminizm görüşü açısından çok sık eleştirilmiştir. Ancak burada Asena’nın gelenekler üzerinden giderek tabu konuları tartışması hem onu güçlü kılmış hem de kadınlara cesaret vermiştir. Asena’nın topluma vermek istediği, cinselliğini yaşayan kadınların en az cinselliğini yaşayan erkekler kadar temiz, masum ve lekelenmemiş olduklarıdır. Bunun aksi bir durum Türkiye’de cinsiyet ayrımcılığı olduğu görüşünü desteklemektedir. Türk toplumunda kadın, Tanzimat döneminden itibaren toplumsal değişimin bir ölçüsü ve göstergesi olagelmiştir. Değişen sosyo-kültürel algılar, kılık-kıyafet, aile içi ve toplumdaki konumu bu değişimlerin izlerini sürmektedir. Ramazan Gülendam’ın da belirttiği gibi; “Türkiye’de kadın meselesi, Tanzimat’tan beri resmî ideoloji tarafından “modernleşmeci” bir zihniyetle ele alınmış ve kadın, toplumun geri kalmışlığında bir odak olarak seçilip toplumun ilerlemesi için çözülmesi gereken bir ‘mesele’ olarak gündeme gelmiştir.”2 Kadın sorununun çözümü için çalışmalar yapanlar batı ve geleneksel değerler arasında kalmışlar, ortak bir nokta bulmada zorlanmışlardır. İkisi de Müslüman bir kimliğe sahip Türkiye ve Mısır için de durum böyle olmuştur. Bir yandan batıdan esen değişim rüzgârları, eşitlik, özgürlük, adalet duyguları diğer yanda ise güçlü toplumsal, kültürel ve dini kodlamalar arasında sıkışıp kalmışlardır. Berktay’ın da belirttiği gibi; ataerkillikle beraber tek tanrılı dinlerin de beşiği olan Ortadoğu bölgesi, çeşitli kültürleri bünyesinde barındırmaktadır. Dinler ve kültürler arasındaki ortak konular sürekliliğini korumaya 2 Ramazan Gülendam, Türk Romanında Kadın Kimliği (1946-1960), Konya, Salkımsöğüt Yayınları, 2006, s. 14 . 228 devam ederken bu noktada kadınlarla ilgili yaklaşımlar tutarlı bir biçimde belirginliğini ve gücünü göstermektedir.3 Türkiye ve Mısır açısından ülke olarak özgürleşme yolunda kadınlar geleneksel rollerinden çıkıp ülkelerine sınırsız hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu durum, kadının çalışma yaşamında ancak ülke savunması ve kalkınması için var olabileceği algısını beslemiş, mahremiyetin korunması için kadının süreç sonunda evine dönmesi beklenmiştir. Kadın her alanda birey haline gelip özgürleştikçe cinsiyetsizleşmek zorunda kalmıştır. Bir yandan reformların aydınlık yüzü, modern kadın portresi çizilirken diğer yandan bekâret ve sadakat hüküm süren değerler olmuştur. Toplumda yaşanan her olay kadınlar üzerinden izlenebilmektedir. Kadın hareketinin gelişim sürecine bakılırsa çeşitli akımlar görülmektedir. Dönemin baskın ideolojisine göre değişen kadın hakları söylemleri, kadınları sadece kadın olmaları yönünde besleyememiştir. Kadınlar ya ağır basan dini duygularla İslâmi feminist, ya dönemin siyasi olayları sonucu eşitlikçi sosyalist feminist ya da Cumhuriyet ile birlikte Kemalist feminist olmuşlardır. Bu durumu kadınların ihtiyaçlarından çok dönemin ve ideolojilerin ihtiyaçlarına bağlamak mümkündür. Ramazan Gülendam’ın da ifade ettiği gibi kadınlar, kendi seçimleri olmaksızın kendilerine uygun görülen rol model olmuşlar, görevlerini yerine getirmişlerdir.4 Nevâl es-Sa‘dâvî’ye göre “Arap kadınların kurtuluşu ezilmenin kökteki nedenleri ve koşulları ortadan kaldırılmadıkça gerçekleşemez. Gerçek kurtuluş yalnızca iktisadi, siyasal, cinsel ve kültürel tüm sömürü biçimlerinden kurtulma anlamına gelebilir. İktisadi kurtuluş kendi başına yeterli değildir. Kadınların çalışıp erkeklerle eşit ücret aldığı sosyalist sistem, ataerkil aile başatlığını sürdürdükçe ve tüm sonuçlarını kadınlarla erkekler arasındaki ilişkilere taşıdıkça, tam kurtuluşa yol 3 Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 79. Ramazan Gülendam, “The Development of a Feminist Discourse and Feminist Writing in Turkey”, Kadın/Women 2000 Journal for Woman Studies. S.1. C. 2.(2001).s. 93-116. 4 229 açamaz.”5 Kadın ve erkeğin bütünü oluşturan eş parçalar olduğu düşüncesinden hareketle her iki cinsiyet için eşit toplumsal ve evrensel haklar gözetilmesi gereklidir. Kadınların konumu ile ilgili günümüz ve gelecek arasındaki ilişki, benzer şekilde geçmiş ile de bağlantılıdır. es-Sa‘dâvî’ye göre; Arap kadınının yaşam tarzını anlamak ve kavramak, kurtuluş yolunu göstermek için toplumu tüm öğeleri ve değerleri ile ele almak gereklidir. Buna o vatan üzerinde yaşanmış dinleri katmak, kadına yaklaşımlarını incelemek gerekir. Burada kadının tek günahkâr olduğu savının Yahudilikte doğduğunu ve bunun kadının cinselliği kaynaklı olduğunu vurgulamak gerekir. Hıristiyanlık inancı da kadına karşı benzer bir tavır sergilemiştir. Her iki yazar ve Türkiye-Mısır açısından feminizm konusu eserler bakımından incelendiğinde, genel ve ortak vurgunun kadının cinsel özgürlüğü üzerine yapıldığı görülmektedir. Eserler, kadın kahramanlar açısından ele alındığında, Asena’nın kadınlarının hedeflerine ulaşabilirlik açısından daha şanslı oldukları söylenebilir. Asena’nın eserlerinde es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde olduğu gibi katı bir sosyal yaklaşım ve yaptırım yoktur. Cinselliğe vurgunun bu denli çok yapılması yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki; kadının eğitimi, evlilik, sosyal hayata dâhil olma ve ekonomik özgürlük gibi temel sorunlarla boğuşmak her zaman ilk sırada yer almıştır. Her iki yazarın kadın sorunlarına yaklaşımı, kendi toplumlarında ilk sırada olduğu kabul edilen diğer alanların önemine gölge düşürmüş gibi algılanmıştır. İncelenen eserlerde her iki yazarın kendi hayatları da dâhil olmak üzere küçük yaşlardan itibaren kadının belirgin bir biçimde baskı altına alındığı ve bu baskının süreklilik gösterdiği sonucuna varılmıştır. Baskı altındaki bu kadınlar ilk fırsatta -ki bu genellikle evlenmektir- kendilerinin farkına vararak baskı güçleri ve toplumsal normlarla savaşma eğilimindedirler. Asena ve es-Sa‘dâvî kendi toplumları tarafından çok eleştiri alan tanınmış feminist yazarlardır. Her iki yazarın ortak konusu olan kadın hakları ve 5 es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 19. 230 özgürlüğünün toplum tarafından bunca eleştirilmesinin temelinde, düşüncelerini farklı bir açıdan dile getirmiş olmaları yatmaktadır. Asena’nın erkek yapıyorsa kadın da yapabilsin, es-Sa‘dâvî’nin de erkek, dört kadınla evleniyor, kadın da dört erkekle evlenebilsin tarzındaki düşünceleri Müslüman kimliğe sahip Mısır ve Türkiye’de pek kabul görememiştir. Bir görüşe göre6, bu hak arayışı ters yönden yapılsaydı, kadın yapmıyor erkek de yapamaz denilseydi bu görüşü kabul eden daha çok kişi olurdu. Asena ve es-Sa‘dâvî, kadın hakları savunucuları olarak birçok ilke imza atmışlardır. Her iki yazar da kadınların kurtuluşu yine kendileri sayesinde olacaktır düşüncesiyle kadınlar üzerindeki baskıyı azaltmayı ve yok etmeyi arzulamışlardır. Kadını sadece bir cinsel obje olarak gören zihniyeti değiştirmeyi ve kadınların bu durumun farkında olmalarını amaçlamıştır. Yazarlar, kadınlardan kendilerini sevmelerini, kendilerine saygı duymalarını ve gereken değeri önce kendilerinin vermelerini istemişlerdir. Toplumun onlara dikte ettiği kuralları sorgulamalarının, gerekirse karşı çıkmalarının önemini vurgulamışlardır. Ezilmemeyi, hayır diyebilmeyi ve kendi isteklerini ifade etmeyi dile getirmişlerdir. İtaat ve boyun eğme her zaman mutluluk kaynağı olmayabilir. Halk arasında yaygın bir şekilde kullanılan “iyi kocayla herkes geçinir, önemli olan huysuzla geçinmektir” ifadesi etkin olarak kadınların davranışlarını düzenlemektedir denilebilir. Özellikle ekonomik özgürlüğü olmayan kadınlar, durumu kabullenmek için bu sözün arkasına sığınmaktadırlar. Kadınların bu kadere inandırılması toplumsal bir olgudur. Çünkü bütün kadınlar hem ailelerinde hem de toplumun içinde aynı düşünceyle büyütülürler. İnsanlığın başlangıcından beri özellikle de tarım toplumuna ve yerleşik yaşama geçişle birlikte, bütün toplumlarda kadın haklarına yönelik bir mücadele görülmüştür. Bu mücadele, Türk toplumunda diğer bütün milletlerin mücadelelerinden farklılık göstermiştir. Yeniden doğma ve var olma savaşı veren Türk toplumunda kadınlar, bu savaşta büyük rol oynamışlar, önemli görevlerde bulunmuşlardır. Savaşın ardından ayağa kalkma ve yenilenme sürecinde, öncelik bilime ve modernleşmeye verilmiştir. Bu sayede, toplumun yarısını oluşturan, uzun yıllardır hak arayışını sürdüren Türk Kadını için cehalet ile savaşma dönemi 6 (Çevrimiçi) http://www.zaman.com.tr/null/duygu-asena-ve-bizi-ayiran-nehir-ler_331563.html 18 Nisan 2013 231 başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk bu konuda, “Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim"7 diyerek Türk kadınının değerini vurgulamıştır. Aynı durumu zaman zaman Mısır kadını için de söylemek mümkündür. Özellikle Arap Baharı ile başlayan süreçte Mısır kadını, erkeklerle beraber meydanlara inmiş, daha özgür, demokratik bir ülke için mücadeleye katılmıştır. Bu mücadeleler esnasında kültürel norm dediğimiz bazen dini bazen örfi ya da ortak bir paydada buluşan değerler, kadının konumunu belirlemede etkili olmuştur. Burada değinilmesi gereken diğer bir sonuç da; Müslüman kimlik sahibi olmanın kadına statü ve değer kaybettirdiği iddiasıdır. Türk toplumuna, tarihin eski zamanlarından itibaren bakılacak olursa Şamanizm’e inanmış Türk kadınlarının, hem dini hem sosyal açıdan oldukça özgür yaşadıkları bilinmektedir. Eski Türklerde yönetimde erkek kadar söz sahibi olan kadınlar, yerleşik hayat ve ataerkil dinler aracılığı ile bu özelliklerini kaybetmeye başlamıştır. Hâlbuki burada sorun, ne Müslümanlık ne de onun kurallarıdır. Yanlış yorumlanan ve toplum tarafından gelenek haline getirilip uygulana gelen davranış kalıplarıdır. Aksine Müslümanlık, cahiliye dönemini yaşayan Arap toplumu için bir devrim niteliğindedir. Fakat aynı durumu Türk toplumu için söylemek her zaman mümkün olmamaktadır. Çünkü Türk kadınının İslamiyet ile peçe takmaya başladığı bilinmektedir. es-Sa‘dâvî, İslam dininin kadına statü kazandırmadığını hatta bazı durumlarda kötü sonuçlara neden olabildiğini ifade etmiştir. Bu durumla alakalı olarak, yazarın kendi hayatından yol çıkarak böyle bir kanı edindiği sonucuna varılabilir. İslam dinine mensup kadınların durumunun bu tür genellemeler ile dile getirilmesi, kurtarılmaları gerektiği imajını beslemektedir. Hâlbuki kadın hakları konusu ve kadınların toplumsal konumu insan hakları ile doğrudan bağlantılıdır. 7 (Çevrimiçi) http://www.anadolu.eu/kadin/ata-kadin.html Vakit Gazetesi, 30 Mart 1923 232 Her iki yazar, kadınların eğitimi konusunda önemle durmuşlar ve bunu gelişmişliğin ilk şartlarından biri olarak görmüşlerdir. Özellikle Nevâl es-Sa‘dâvî, Arap toplumlarında kadın eğitiminin artırılmasında büyük rol oynamıştır. Eğitimin kişilere çift yönlü yarar sağladığı bilinen bir gerçektir. Kişisel olarak yararları arasında; kendine güven, sosyal şartlarda iyileşme, bilim ve teknolojiyi kullanarak doğru bilgiye kısa sürede ulaşma, yaşam kalitesini artırma ve kamusal alanda yer alma söylenebilir. Eğitimin bu yararlarının yanı sıra ulusal düzeydeki katkıları yadsınamaz. Vasıfsız işçi statüsünde olması sebebiyle kadın emeğinin görünür hale getirilmesi, üretimin artışı ve sosyal eşitsizliklerin giderilmesi hususlarında yarar sağlayacaktır. Kadın eğitimi öncelikle kişisel gelişime olanak sağladığı için önemlidir. Mustafa Kemal Atatürk, bu konuyla ilgili şu sözleri ifade etmiştir: “… İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan meydana gelmiştir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin. Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin? Şüphe yok ki ilerleme adımları dediğim gibi iki cins tarafından beraber arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilikle birlikte merhaleler aşmak lazımdır. Böyle olursa inkılap başarılı olur…”8 Türkiye’de feminizmin, gelişim süreci göz önünde bulundurulduğunda, Osmanlılarda Tanzimat dönemine ve sonrasında yaşanan gelişmelere denk düştüğü görülecektir. Bu dönemin aynı zamanda kızların eğitilmeye başlandığı ve seslerini basım-yayım yoluyla duyurdukları döneme denk gelmesi tesadüf değildir. O dönemden günümüze uzanan süreçte, kadınların eğitilmesi ile ilgili yaşanan gelişmeler somut bir şekilde izlenmektedir. Ailelerin büyük çoğunluğu çeşitli sebeplerden dolayı kızlarının eğitim almalarını sağlamakta ve desteklemektedirler. Ekonomik güç kazanma ile değişen kadının sosyal statüsü bu değişimin en belirgin sonuçlarındandır. Yazarların sıklıkla irdelediği konulardan biri de “insan hakları” hususudur. Feminizm her ne kadar kadın hakları hareketi olarak isimlendirilse de mücadeleye insan hakları açısından bakmak gereklidir. Kadını ele alırken, toplumun yarısını 8 Şengül Hablemitoğlu, Toplumsal Cinsiyet Yazıları Kadınlara Dair Birkaç Söz, İstanbul, Toplumsal Dönüşüm Yayınları:282 Araştırma, İnceleme Dizisi:102, 2005, s. 123-124. 233 oluşturduğu göz önüne alınırsa, yine kadının çeşitli sebeplerle en çok mağdur edildiği ortaya çıkacaktır. Bu çalışmada ortak kültürel miras ve tarihe sahip Türk ve Mısır kadınlarının toplumsal konumları ve toplumda yaşanan değişimler karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmenin alt yapısını oluşturmak ve feminizmin doğru anlaşılmasını sağlamak için kadın hareketinin geçirdiği tarihsel süreç ele alınmıştır. İki ülke yazarının eserleri aracılığı ile feminist edebiyat incelenmiştir. Bu sayede toplumun kadına bakışı, geleneklerin etkisi ve değişebilirliği irdelenmiştir. Bu bağlamda yaşanan kadın-erkek ayrımcılığı ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Ataerkil bir toplum düzenine sahip Türkiye ve Mısır’da her iki yazar, kadın olmanın, insan ve eşit olmanın bir yansıması olarak yazmayı seçmişlerdir. Asena ve es-Sa‘dâvî, ülkelerinde ve dünyada yazdıkları ile tanınmışlardır. Yapılan araştırma ve çalışmalar göstermektedir ki; feminist hareket ve edebiyat, toplumsal açıdan bir tartışma başlatmıştır. Bu sayede kadınların eşitliği ve toplumsal hayata tam katılımı konusundaki gelişmeler kayda değer nitelikte olmuştur. Kadınların ayrımcılığa maruz kalma durumlarındaki çeşitlilik ve bunun şiddeti toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Ayrıca çözüm olarak sorunun kaynağının bulunması önem arz etmektedir. Bu bağlamda kadın sorunlarının çözümü, doğru tespit ve ifade edilmesi adına, birliktelik ve siyasi otoriteler arasında kadınların yer alması kaçınılmaz olmaktadır. Toplumun yarısını oluşturan grup olarak bakıldığında kadın, sosyolojik açıdan da toplumun tamamını ilgilendiren bir konu olarak dikkat çekmektedir. Kadınlar ile ilgili yapılan tüm araştırma ve çalışmalar, kadınların sorunları olduğunun bir delili ve kabul edilişidir. 234 KAYNAKÇA Kitap ve Makale Adları: Akalın, Ayşe Gül: “Eskiçağda Grek Kadınının Toplumsal Yaşantısı”, AÜ-DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, XXI, 33, (2003), s. 17-47. Akman, Nuriye: Elif Şafak Röportaj, http://arsiv.zaman.com.tr/2002/04/21/roportaj/default.htm 05 Ocak 2013. Aksoy, Nazan: Kurgulanmış Benlikler- Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009. Aktaş, Cihan: Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, “Duygu Asena’nın Eklektik Feminizmi”, Yay. Haz. Reyhan Yıldız, İstanbul, Erko Yayıncılık, 2007. Altun, Hakan: “Feminist Kuram Doğrultusunda Bir Okuma/Sahneleme ve Bir Örnek Çalışma: Denizden Gelen Kadın”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2008. Amırı, Farahnaz: “Feminist Eleştiri Açısından Korku Sinemasında Kadının Sunumu”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007. Amireh, Amal: “Bakış Açısı-Tüm yönleriyle Nevâl es-Sa‘dâvî-Milletler Üstü Dünyada Arap Feminizmi”, Journal of Women in Culture and Society 2000, vol.26, no.1, Autumn 2000, s. 215-249. Arat, Necla: Feminizmin ABC’si, Say Yayınları, İstanbul, 2010. Arman, Ayşe: “Nur İçinde Yat Duygu”, Hürriyet, 2 Ağustos 2006, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/4852589.asp 14 Kasım 2012. 235 Asena, Duygu: Aşk Gidiyorum Demez, 18 bs.,İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş., 2008. Asena, Duygu: Paramparça, 16. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.A.Ş., 2012. Asena, Duygu: “Bağırmayın Lütfen”, Vatan Gazetesi, 16 Kasım 2004. Asena, Duygu: “Kıyılara Kaçan Kadınlar”, Vatan Gazetesi, 14 Ekim 2004. Asena, Duygu: “Nice nice dört yıllara”, Kadınca, İstanbul, Gelişim Basım ve Yayın A.Ş, Aralık 1981. Asena, Duygu: Aslında Aşk Da Yok, 43. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş., 2008. Asena, Duygu: Aynada Aşk Vardı, 23. bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık A.Ş, 2006. Asena, Duygu: Değişen Bir Şey Yok, 43. bs.,İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.A.Ş., 2007. Asena, Duygu: Kadının Adı Yok, 64. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş., 2008. Asena, Duygu: Kahramanlar Hep Erkek, 24. bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık A.Ş, 2006. Aydın, Mehmet Akif: “Kadın”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), C.24, İstanbul, 2001. Aytaç, Gürsel: Genel Edebiyat Bilimi, 1. Baskı 2003, Say Yayınları, İstanbul, 2009. Badran, Margot: “Islamic Feminism Revisited”, (Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/2006/781/cu4.htm, 10 Ekim 2012. 236 Badran, Margot: “Islamic Feminism: what’s in a name?”, Al-Ahram Weekly,17-23 January 2002. Badran, Margot: Feminism in İslam- Secular and Religious Convergences, Oxford: A Oneworld, 2009. IX Badran, Margot: Opening the Gates, : a century of Arap feminist writing. / ed. Margot Badran, Miriam Cooke, London: Virago Press Limited, 1990. Balık, Macit: “Latife Tekin’in Romancılığı”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2011. Bardakoğlu, Ali: “Cahiliye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi İlimler Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, s. 9-16. Berktay, Fatmagül: “Doğu ile Batı’nın Birleştiği Yer: Kadın İmgesinin Kurgulanışı”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 3 Modernleşme ve Batıcılık, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009. Berktay, Fatmagül: “Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye”, Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, No 7, 2004, s. 130. Berktay, Fatmagül: Tarihin Cinsiyeti, Yay. Haz. Müge Gürsoy Sökmen, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları, 2010. Berktay, Fatmagül: Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın:Hıristiyanlıkta ve İslamiyet’te Kadının Statüsü Üzerine Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları, 2009. 237 Bora, Aksu: “‘Kadın Sorunu’ mu, Erkek Egemenliği mi?”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce- Dönemler ve Zihniyetler, 1. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 9. C., 2009, s. 818-824. Bora, Aksu: “Hatırlananlar ve Unutulanlar: İslam Coğrafyasında Modernleşme ve Kadın Hareketleri”, Bilig Dergisi, 53.Sayı, Nisan 2010, s. 51-66. Bora, Aksu: “Ortadoğu’da Kadın Hareketleri: Farklı Yollar, Farklı Stratejiler”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:39 (Ekim 2008), s. 55-69. Ceviz, Nurettin: “Osmanlılar Döneminde Mısır’da Arap Edebiyatı (15171798)”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum, 2002. Çağlayan, Selin: Müslüman Kardeşler’den Yeni Osmanlılar’a İslamcılık, Ankara, İmge Kitabevi, 2011. Çaha, Ömer: “Feminizm ve Sivil Toplum”, (Çevrimiçi) http://www.fatih.edu.tr/~omercaha/ 30 Nisan2013. Çamer, Hale Nebihe: “Başkent Kadın Platformu Derneği, Cumhuriyet Kadınları Derneği ve Uçan Süpürge’de Yer Alan Gönüllü Kadınların, Gönüllülük Deneyimleri İle Elde Ettikleri Kazanımlar”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Projesi, 2005. Çelik, Özlem: “Ataerkil Sistem Bağlamında Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Benimsenmesi”, Ankara, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, , 2008. Çetin, Atilla: “Fâris eş-Şidyâk”, DİA, C. 12, İstanbul, s. 168-170. 238 Çiçekler, Mustafa. ve Andı, Fatih: “Yeni Harflerle Hanımlara Mahsus Gazete” (1895-1908) Seçki, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı 20.Yıl Özel Yayını, 2009. Demirbilek, Sevda: “Cinsiyet Ayrımcılığının Sosyolojik Açıdan İncelenmesi”, Finans Politik & Ekonomik Yorumlar 2007, C. 44, Sayı 511. Demirdirek, Aynur: Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, Ankara, Ayizi Kitap, Haziran 2011. Dinçer, Özüm: “Namus ve Bekâret: Kuşaklar Arasında Değişen Ne? İki Kuşaktan Kadınların Cinsellik Algıları”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007. Donovan, Josephine: Feminist Teori, Çev: Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek, Fevziye Sayılan, 6. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2010. Dulum, Sibel: “Osmanlı Devleti’nde Kadının Statüsü, Eğitimi ve Çalışma Hayatı (1839-1918)”, Eskişehir, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006. Eliuz, Ülkü: “Cinsel Kimlik Paniği: Kadın Olmak”, Turkish Studiesİnternational Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, Turkey, s. 221-232. Emel, Ayşe. ve Coşkun, Zeki: Ben Duygu, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş, 2008. Emîn, Ḳâsım: The Liberation of Women, Çev. Samiha Sidhom Peterson, Kahire, The American University in Cairo Press, 1995. 239 Engin, Gülsüm: “İslam Hukuku Açısından Çocuğun Bakımı ve Yetiştirilmesinde Kadının Hak ve Sorumlulukları”, Adana, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007. Er, Rahmi: Modern Mısır Romanı (1914-1944), Ankara, Fatih Dağıtım, 1997. es-Sa‘dâvî, Nevâl: A Daughter of Isis-The Early Life Of Nawal El Saadawi, Translated by Sherif Hetata with A Foreword by Bettina Aptheker, Zed Books, London&New York, 2009. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabîel-Mer’etu ve’l-cins, el-Unsê hiye’l-aṣl, er-Raculu ve’l-cins, el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘un-nefsî, el-Vechu’l-‘ârî lil’mer’eti’l‘arabiyyeti, Beyrut, el-Muessetu’l-arabiyyetu li’d-dirâsâti ve’l-neşri,1990. es-Sa‘dâvî, Nevâl: el-Ġâib, Kahire, 2. bs., Mektebetu medbulî, 2006. es-Sa‘dâvî, Nevâl: el-Ḥayṭu ve ‘ayn’ul-ḥayât, 2. bs.,Kahire, Mektebetu medbulî, 2006. es-Sa‘dâvî, Nevâl: el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ, Şam, Dâru’l-fikrî, 2000 es-Sa‘dâvî, Nevâl: el-Mer’etu ve’l-cins, Kahire, Mektebetu medbulî, 2006. es-Sa‘dâvî, Nevâl: el-Mer’etu ve’l-ġurbetu, Kahire, Dâru’l-ma’arif, (t.y). es-Sa‘dâvî, Nevâl: el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî, Beyrut, el-Muessesetu’l- ‘Arabiyyetu li’d-dirâsâti ve’n-neşri, 1976. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Cennet ve İblîs, Kahire, 2. bs., Mektebetu Medbulî, 2006. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Havva’nın Örtülü Yüzü, Çev: Sibel Özbudun, İstanbul, Anahtar Kitaplar, 1991. 240 es-Sa‘dâvî, Nevâl: İmamın Düşüşü, İng. Çev. Gülden Dedeağaç, İstanbul, Gendaş Kültür, 2003. es-Sa‘dâvî, Nevâl: İmra’a ‘ınde nuḳṭaṭis-ṣıfr, 2. bs.,Kahire, Mektebetu medbûlî, 2006. es-Sa‘dâvî, Nevâl: İmraâtâni fî imraâ, Beyrut, Dâru’l-âdâb, 7. bs., 1998. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Kadının Cennette Yeri Yok, Çev. Begüm Kovulmaz, Esin Eşkinat, 2. bs., İstanbul, Everest Yayınları, 2008. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Kahire Saçlarımı Geri Ver, Çev. Osman Akınhay, 2. bs., İstanbul, Everest Yayınları, 2003. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Laḥẕatu ṣıdḳ, 4. bs., Kahire, Mektebetu Medbulî, 2006. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e, Sînâ lin-neşri, Kahire, 1992. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Memoirs From The Women’s Prison, Çev. Marilyn Booth, USA, University Of California Press, 1995. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ, Mektebetu medbulî, Kahire, 2006. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Muẕekkerâtu ṭabîbe, 2. bs., Kahire, mektebetu medbulî, 2006. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Petrol Diyarında Aşk, Çev: Ayla Esen, 1. bs., İstanbul, Everest Yayınları, 2002. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Sıfır Noktasındaki Kadın, Çev. Selma Demiröz, 2. bs.,İstanbul, Metis Yayınları, 2004. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Şeytanın Masumiyeti, İstanbul, Everest Yayınları, 2004. es-Sa‘dâvî, Nevâl: Te‘allemtu el-ḥub, Beyrut, Dâru’l-edeb, 1989. 241 es-Sa‘dâvî, Nevâl: Why Keep Asking Me About My Identıty, London-New York, Zed Books, 1998. Gökçimen, Semra: “Ülkemizde Kadınların Siyasal Hayata Katılım Mücadelesi”, Yasama Dergisi, Sayı:10 Eylül- Ekim-Kasım-Aralık 2008, s. 5-59. Görgün, Hilal: “Mısır-Fransız İşgali Sonrası”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), C. 29, İstanbul, 2001. Güç, Ayşe: “İslamcı Feminizm: Müslüman Kadınların Birey Olma Çabaları”, Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 17, Sayı 2, 2008, s. 649-673. Gülendam, Ramazan: “The Development of a Feminist Discourse and Feminist Writing in Turkey”, Kadın/Women 2000 Journal for Woman Studies. S.1. C. 2.(2001). Gülendam, Ramazan: Türk Romanında Kadın Kimliği (1946-1960), Konya, Salkımsöğüt Yayınları, 2006. Gürhan, Nazife: “Toplumsal Cinsiyet ve “İslami Feminist” Söylem”, Bilim, Ahlak ve Sanat Bağlamında Çağdaş İslam Algıları Uluslararası Sempozyum, Samsun, 2010, s. 365-383. Güriz, Adnan: “Feminizm, Postmodernizm ve Hukuk Bir İnceleme”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, No:521, AÜHF Döner Sermaye Yayınları No:36, Ankara, 1997, s. 1-183. Gürsel, Aytaç: Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul, 2003. Hablemitoğlu, Şengül: Toplumsal Cinsiyet Yazıları Kadınlara Dair Birkaç Söz, İstanbul, Toplumsal Dönüşüm Yayınları:282 Araştırma, İnceleme Dizisi:102, 2005. 242 Hooks, Bell: Feminizm Herkes İçindir, Yay. Haz. Amy Spangler, Çev. Ece Aydın vd., İstanbul, Çitlembik Yayınları, 2002. Hourani, Albert: Arap Halkları Tarihi, Çev: Yavuz Alogan, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012. Humm, Maggie: Feminist Edebiyat Eleştirisi, Yay. Haz: Gönül Bakay, Çev: Özge Altay, Gönül Bakay, Nuran Düzyol, Aylin Ecdaroğlu, Tuba Biret Ertan, Sebile Günoğlu, Zehra İsmet Gürmeriç, Belkıs Kılınç, Banu Mutafçılar, Sanem Yazıcıoğlu Öge, Yasemin Temizarabacı, Devrim Yılmaz, Berrin Oktay Yılmaz, Say Yayıncılık, İstanbul, 2002. ILO, Global Employment Trends for Women Brief, Mart, 2007. Irzık, Sibel. ve Parla, Jale: Kadınlar Dile Düşünce Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011. İlkkaracan, İpek. ve Seral Gülşah: Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, Çev. Ebru Salman, “Kadının İnsan Hakkı Olarak Cinsel Haz: Türkiye’deki Bir Taban Eğitimi Programından Derlemeler”, 3. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2011. İmam-ı Rabbâni: Mektûbât-ı Rabbânî Kelime Anlamlı ve Açıklamalı Tercüme, C.4, Yayın Kurulu: Ömer Faruk Tokat, Hamdi Kasımoğlu, Talha Alp, Orhan Ençakar, Mustafa Alp, Abdülkadir Yılmaz, İstanbul, YasinYayınevi, 2007. İmançer, Dilek: “Feminizm ve Yeni Yönelimler”, Doğu Batı Dergisi, Felsefe Sanat ve Kültür Yayınları, Sayı 19, Yeni Düşünce Hareketleri2002, s. 151-171. İshakoğlu, Ömer: “19.yüzyıl Arap Nahda Hareketinde Kadın Yazarların Rolü ve Zeynep Fevvâz”, Şarkiyat Mecmuası, Sayı 21 (2012) :2, s. 43-51. 243 Kabaş, Sedef: İpek Dokulu Başarılar 60 Kadın 60 Öykü, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş, 2007. Kandiyoti, Deniz: “Contemporary Feminist Scholarship and Middle East Studies”, Deniz Kandiyoti (ed.), Gendering and Middle East (Londra ve New York: I.B.Tauris, 1996). Kandiyoti, Deniz: Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar- Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları, 2011. Kaplan, Erhan: “Türk Siyasal Sisteminin Temel Belgelerinde Kadın ve Kadın Sorunu”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999. Karaca, Şahika: “Fatma Aliye Hanım’ın Türk Kadın Haklarının Düşünsel Temellerine Katkıları”, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2011, Sayı 31, s. 93-110. Karataş, Filiz: “Türk Toplumu İle Arap Toplumu Arasındaki Kültürel Farklar”, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2001. Kaymaz, Kadriye: “İlk Türk Kadın Yazarlarından Emine Semiye Hanım, Hayatı ve Eserleri”, İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008. Kazemi, Farhad: “Toplumsal Cinsiyet, İslam ve Politika” Çev.: Didem Özalpat, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2004 Cilt 53 Sayı 1, s. 251-268. Koçak, A.Yaşar: “Şair Cariyeler”, Şarkiyat Mecmuası C. 9, 2006, s. 35-44. Konan, Belkıs: “Türk Kadınının Siyasi Hakları Kazanma Süreci”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 60 (1) 2011, s. 157174. 244 Kurnaz, Şefika: “Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923)”,2. bs., T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Bilim Serisi 4, Ankara 1991. Lewis, Bernard: Faith and Power (İnanç ve İktidar: Ortadoğu’da Din ve Siyaset) , Oxford Universty Press, 2010. Lewis, Pauline: “Zainab al-Ghazali: Pioneer of Islamist Feminism”, Sayyid Qutb, Winter 2007, Michigan Journal of History. Meder, Mehmet. ve Gültekin, Mustafa: “Türkiye’de 2001-2009 Yılları Arasındaki Boşanma Eğilimleri”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları, Sayı 17 Güz 2012,s. 149-164. Michel, Andrée: Feminizm, Çev. Şirin Tekeli, Kadın Çevresi Yayınları, İstanbul, Ağaoğlu Yayınevi Tesisleri, 1984. Moran, Berna: Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, I. Baskı 1999, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009. Nas, Mehmet Fatih: “Bölgesel ve Küresel Dinamikler Bağlamında Orta Doğu’daki Kadın Hareketi”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007. Newson-Horst, Adele: The Essential Nawal El Saadawi A Reader, Zed Books, London&New York, 2010. Ökten, Şevket: “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Toplumsal Cinsiyet düzeni”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi- The Journal of International Social Research Volume 2/8 Summer 2008, s. 302-312. 245 Özçatal, Elif Özlem: “Ataerkillik, Toplumsal Cinsiyet ve Kadının Çalışma Yaşamına Katılımı”, Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 1, Sayı 1, Güz 2011. Özek, Ali: “Kur’an’da Kadınlara Ait Hükümler, Haklar- Vecibeler”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, s. 17-69. Özkaya Özer, Sevda: Osmanlı Devlet İdaresinde Mısır (1839-1882), Elazığ, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2007. Öztürk, Emine: Türk Kadınının Feminizme Bakışı, Ravza Yayınları, İstanbul, 2007. Parla, Jale. ve Irzık, Sibel: Kadınlar Dile Düşünce-Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet, Der. Sibel Irzık, Jale Parla, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011. Polat, Gamze: “Cumhuriyet Dönemi Popüler Aşk Romanlarında Kadın Temsilleri: Muazzez Tahsin Berkand ve Kerime Nadir Romanlarının İncelenmesi”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2009. Sabbah, Fetna Ayt: İslam’ın Bilinçaltında Kadın, Çev: Ayşegül Sönmezay, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995. Saktanber, Ayşe: “Kemalist Kadın Hakları Söylemi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 2, İletişim Yayınları, C. 2 Kemalizm, İstanbul, 2009. Suçin, Mehmet Hakkı: Dünden Bugüne Arapçaya Çevirinin Serüveni, Ankara, Kurgan Edebiyat, 2012. 246 Şenol-Cantek, Funda: “Birkaç Arpa Boyu…, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar,” Fe Dergi 3, sayı 2 (2011), s. 101-103. Şimşek, Altın Aslı, “Türk Modernleşmesinde Kadının Konumu ve Etkisi”, İnönü Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi ISSN:1309-9876 Özel Sayı, Cilt 1, 2011. T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü ve Sağlığı ile İlgili Gerçekler, Ankara 2008. Tekeli, Şirin. ve Koray, Meryem: Devlet-Kadın-Siyaset, Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, Aralık, 1991. Tekeli, Şirin: Kadınlar İçin Yazılar, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1988. Tekin, Elif: “1980 Sonrası Türkiye’de Feminizmin Görünümü”, Afyon, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007. Tekin, Mehmet: Roman Sanatı I: Romanın Unsurları, 10. bs.,İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2012. Tuğyan, Tümay: “ Duygu Asena- Söylenecek Sözü Vardı”, Kıbrıs Yazıları, Sayı 3/ Yaz-Güz 2006, s. 133-140. Tulunay, Zeynep M.: “İran ve Mısır’da Kadın Hareketleri”, İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006. Üçok, Bahriye: İslâm Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 3. Basım, Eylül 2011. Ünal, Mehmet: “Medeni Kanunun Kabulünden Önce Türk Aile Hukukuna İlişkin Düzenlemeler ve Özellikle 1917 Tarihli Hukuk-i Aile Kararnamesi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 1977, C. 34, Sayı 1-4, s. 195-231. 247 Ürün, Ahmet Kâzım: “Modern Mısır ve Türk Edebiyatlarında Öne Çıkan Kuşak Romanları”, Nüsha Yıl III, Sayı 11, Güz 2003, s. 45-64. Van Os, Nicole A.N.M.: Edi. Tanıl Bora, Murat Gültekingil, “Osmanlı Müslümanlarında Feminizm”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, C. 1, 8. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2009. Wedûd-Muhsin, Âmine: Kur’ân ve Kadın, Çev. Nazife Şişman, 3. bs., İstanbul, İz Yayıncılık, 2005. World Health Organization, Eliminating Female Genital Mutilation An İnteragency Statement OHCHR, UNAIDS, UNDP, UNECA, UNESCO, UNFPA, UNHCR, UNICEF, UNIFEM, WHO. Yalar, Mehmet: Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, Emin Yayınları, Bursa, 2009. Yazıcı, Hüseyin: Çağdaş Arap Öyküleri, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999. Yılmaz, Zehra: “Badran ve İslam’da Feminizm,” Fe Dergi 3, sayı 1 (2011), s. 108-109. Yurdsever Ateş, Nevin: “Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı 20.Yıl Özel Yayını Yeni Harflerle Kadın Yolu/ Türk Kadın Yolu (1925-1927), 2009. Elektronik Kaynaklar: http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012. http://www.ahewar.org/debat/show.art.asp?aid=98076 07 Ocak 2013. http://www.anadolu.eu/kadin/ata-kadin.html Vakit Gazetesi, 30 Mart 1923. 248 http://www.hrw.org/ar/reports/2004/11/30-0 20 Nisan 2013. http://www.infed.org/thinkers/et-saadawi.htm 03 Aralık 2013. http://www.mof.gov.eg/MOFGallerySource/Arabic/PDF/DESTOR2007.pdf 20 Nisan 2013. http://www.zaman.com.tr/null/duygu-asena-ve-bizi-ayiran-nehir-ler_331563.html 18 Nisan 2013. 249 EKLER EK 1: NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ İLE YAPILAN GÖRÜŞME: 1-Feminist görüşünüzü ve kişiliğinizi nasıl tanımlarsınız? N.S.-Kadın sorunu ile ilgili görüşüm, kişiliğim ve anlayışım çocukluk günlerimden bugüne kadar, evdeki eğitimimden, okuduklarımdan, derslerimden ve hayat tecrübelerimden oluşuyor. 2-Ailenizden bahseder misiniz? Ailenizden gördüğünüz hafızanızda yer eden ilk feminist eylem/düşünce nedir? N.S.-Kadın sorunu hakkında ilk farkındalığım annemin onurunu savunması ve babama boyun eğmemesidir. 3-Aileniz eğitim hayatı ve kişiliğinizi nasıl etkiledi? İlk kitabınızı yazmaya nasıl karar verdiniz? N.S.- Ailenin etkisi büyüktür, ilk kitabımı yazmak için annem cesaretlendirdi. 4-Aldığınız tıp eğitiminin size mesleki anlamda katkıları için neler söylersiniz? N.S.-Tıp eğitimi sayesinde beden, beyin, akıl, hastalıklar hakkında ve bu bedensel hastalıkların toplumsal, siyasal ve dini etkileşimleri hakkında çok önemli bilgiler edindim. 5-Roman kahramanlarınız için sizi yansıtıyor diyebilir miyiz? N.S.-Bazıları düşüncelerimi yansıtıyor, yaşadığım gerçek olaylardan olduğu için. Bazıları da benden farklı özel düşüncelerin dışındakiler yansıtmıyor. 6- Yazarken ilk amacınız nedir? N.S.- Yazarken hedefim üretmenin, keşfetmenin verdiği lezzeti tatma ve bilimle aramda süreklilik sağlayabilmektir. 250 7-Arap Baharı'nın Mısır kadını üzerine etkileri nasıl oldu? Olumlu ve olumsuz yönleri nelerdir? N.S.-Mısır devrimi düzeni yerinden oynattı, Mübarek’i düşürdü ve kadınlar bu devrime katıldılar. Devrim, protestolarla evlerinden, ofislerinden çıkmalarını sağladı, onları özgürleştirdi. Akıllarını açtı. Başkaldırma ve zorlama konusunda cesaretlendirdi. Kendilerine yönelik darbelere karşı da aynı şekilde cesaretlendirdi. Etkilerin olumlu ve olumsuz tarafları var ama olumlu taraflar daha fazla. 8-Başbakan siz seçilseydiniz ilk icraatınız ne olurdu? N.S.-Mısır’a başbakan olsaydım halkla beraber Mısır ataerkil tabakayı ve askeri düzeni değiştirirdim. Akılların üzerindeki örtüyü kaldıracak eğitim devrimine katılırdım. Herkes için onur, tam özgürlük ve adalet eşitliği sağlayan kanunlar ve yeni bir anayasa yayımlardım. Gerçek bir üretim gelişimi başladı, tarımsal, sanayi, düşünsel, yaratıcı. Cehaleti, fakirliği ve hastalığı yok ediyor, yabancı sömürgeyi kovuyor ve dış yardımlar yerine çocukların, erkeklerin, gençlerin ve kadınların akıllarına ve gücüne dayanan bir gelişim. 9-Mısır'da kadınların en çok neye ihtiyacı var? Çözüm nasıl? N.S.-Mısır’da kadın herkes için tam eşitlik, onur, adalet ve özgürlüğe, devrimin amacını gerçekleştirmesine ihtiyaç duyuyor. 10-İslam Dinine karşı mısınız? N.S.-Tarihsel olarak kölelik döneminde ortaya çıkışından beri din fikrini eleştiriyorum. Her dinde sınıfsal kölelik değerlerinin yansıması vardır. Kadının konumu ikinci seviyede ve ırkçıdır. Başka dinlerdekilere galip gelme, zorunlu itaat, zenginin fakire sahip olması ve despot düşünce vb. 11-Arap modernimizne feminizmin nasıl bir katkısı olmuştur? 251 N.S:-Kadın hareketi Mısır’da ve dünyada düşünsel ilerleme, tabuların ve yasakların kırılması, yeni ve eski dini ve siyasi düşüncenin eleştirilmesinin serbest bırakılması katkıları oldu. 12- Erkek sünnetine karşı mısınız? N.S.-Doktor kimliğim ile sünnetin çocuklar (kız-erkek) için zararlı olduğunu biliyorum. Köleliğin başlangıcından beri miras kalan bu tehlikeli ameliyatlara karşıyım. 252 EK 2: TC. BAŞBAKANLIK KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, KADININ STATÜSÜ ve SAĞLIĞI İLE İLGİLİ GERÇEKLER ULUSLARARASI DÜZEYDE “KADIN KONULARINDA” YAPILAN VE DÜZENLENEN TOPLANTILAR Kronolojik Sırayla: 1935: 12. Milletlerarası Kadın Konferansı (Atatürk’ün liderliğinde, İstanbul/Beylerbeyi Sarayı) düzenlendi. 1945: Birleşmiş Milletler (BM) Beratı; kadın-erkek eşitliğinin ilkelerini belirleyen ilk uluslararası BM belgesi kabul edildi. 1946: Kadınların politik, ekonomik ve sosyal haklarını iyileştirmek amacı ile BM Kadının Statüsü Komisyonu kuruldu. 1948: Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi kabul edildi. 1949: “İnsan Ticareti ve Paralı Seks veya Benzer İşletmeciliğin Engellenmesi Sözleşmesi” BM Genel Kurulu’nda kabul edildi. 1951: Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından “Benzer İşlerde Çalışan Kadın ve Erkeğe Eşit Ücret Ödenmesi Sözleşmesi” kabul edildi. 1952: “Kadının Siyasal Hakları Sözleşmesi” BM Genel Kurulu’nda kabul edildi. 1957: “Kadının Milliyeti Sözleşmesi” kabul edildi; böylece kadına, eşinden bağımsız olarak kendi isteği ile milliyetine karar verme hakkı tanındı. 1960: Meslek ve iş konusundaki eşitsizliklerle ilgili ILO sözleşmesi kabul edildi. 253 1962: “Evlilikte Onay, Evlilikte Minimum Yaş ve Evliliğin Kayda Geçmesi Sözleşmesi” BM tarafından kabul edildi. 1967: Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Deklarasyonu BM tarafından kabul edildi. 1972: BM Genel Kurulu, 1975 yılını; Uluslararası Kadın Yılı (UAKY) olarak deklare etti ve bu yılı kadın konularına odaklanmaya ayırdı. 1974: BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi, 1975-UAKY’de Mexico City’de “Dünya Kadın Konferansı” yapılması kararını aldı. 1975-1985: Uluslararası Kadın On Yılı olarak pek çok ülke kadın konularına odaklandı. 1976: BM Genel Kurulu tarafından, BM-kadın on yılı için gönüllü fon (UNIFEM) ve kadınların ilerlemesi için BM Uluslararası Eğitim ve Araştırma Enstitüsü (INSTRAW) kuruldu. 1979: Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) BM Genel Kurulu’nda kabul edildi. 1979: Avrupa Konseyi, kadın erkek eşitliğinden sorumlu ilk Komitesini kurdu. 1980: Kadın on yılında kadınlarla ilgili ilerlemelerin ara değerlendirmelerinin yapılması için; II. Dünya Kadın Konferansı, Kopenhag’da BM tarafından düzenlendi. 1981: Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi yürürlüğe girdi. 1985: III. Dünya Kadın Konferansı, BM tarafından Nairobi’de toplandı ve “2000 yılı için, kadının ilerlemesinde ileriye dönük stratejileri (FLS) kabul etti. 254 1986: “Kalkınmada Kadının Rolü” İlk Dünya Araştırma sonuçları yayımlandı. 1986: Strazburg’da Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 1. Bakanlar Konferansı toplandı. 1988: Avrupa Konseyi Deklarasyonu’nu Bakanlar Komitesi, yayımlayarak, kadın Kadın erkek Erkek eşitliğinin Eşitliği insan haklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve cinsiyet temelli ayrımcılığın insan hakları ve temel özgürlüklerin kazanılmasının önünde bir engel olduğunu vurguladı ve kadın erkek eşitliği meselesi, ekonomik ve sosyal konular kapsamından çıkarılarak insan hakları konularına dâhil edildi. 1988: Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi bünyesinde “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komitesi” kuruldu. 1989: Viyana’da Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 2. Bakanlar Konferansı toplandı. 1990: BM’de dünya Çocukları zirvesi toplanarak “Çocukların yaşatılması, korunması ve geliştirilmesi Dünya Deklarasyonu” yapıldı. Uluslararası Çocuk Sözleşmesi kabul edildi. 1991: BM tarafından, kadınlarla ilgili toplanan bilgiler değerlendirilerek; istatistikleri ve trendleri içeren “Dünya Kadınları” dokümanı basıldı. 1992: BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda, çevrenin korunması yönünden kadının kilit rolü vurgulandı. 1992: Avrupa Konseyi’nin kadın erkek eşitliğinden sorumlu en öncelikli Komitesi olan Kadın Erkek Eşitliği Yönetim Komitesi (CDEG) Avrupa Konseyi İnsan Hakları Müdürlüğüne bağlı olarak kuruldu ve çalışmalarına başladı. 255 1993: Roma’da Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 3. Bakanlar Konferansı kadına yönelik şiddetle mücadele teması ile toplandı. 1993: BM tarafından; İnsan Hakları Dünya Konferansı Viyana’da toplanarak; kadına karşı şiddet ve kadının diğer insan hakları konularını, BM’nin genel insan hakları gündem ve çalışmaları içerisine entegre etti. 1993: “Kadınlara karşı Şiddetin Eliminasyonu Deklarasyonu” BM Genel Kurulu tarafından kabul edildi. 1994: BM tarafından Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı, Kahire’de toplanarak ilk kez “Kadının güçlenmesinin kalkınmanın ayrılmaz bir parçası olduğuna” işaret etti ve gelecek 20 yılın hedef, strateji ve aksiyonlarını saptadı. İlk kez üreme sağlığı tanımlandı ve her iki cinsiyet için yaşam boyu yaklaşımı vurgulandı. 1995: Sosyal Kalkınma Dünya Zirvesi Gündemi, kadınla ilgili bütün konulara yer verdi. 1995: BM tarafından IV. Dünya Kadınlar Konferansı, Pekin’de, “Eşitlik, Kalkınma ve Barış için Eylem” sloganı ile bir taahhütler konferansı olarak düzenlendi ve tespit edilen 12 kritik sorunla ilgili alanlarda 2000 yılına dek yapılması gerekenler belirlendi. (12 Kritik Sorun Alanı: Kadın ve yoksulluk, Kadın ve eğitim, Kadın ve sağlık, Kadın ve Şiddet, Kadın ve Silahlı Çatışmalar, Kadın ve ekonomi, Karar alma mekanizmalarında kadın, Ulusal mekanizmalarda kadın, Ulusal mekanizmalar, Kadının insan hakları, Kadın ve çevre, Kız çocukları.) 1996: İstanbul’da düzenlenen BM Dünya Yerleşimleri Konferansı, “Habitat2” kadınlar için önemli kazanımlara neden oldu. 1997: 3-14 Kasım 1997 tarihleri arasında İstanbul'da Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 4. Bakanlar Konferansı düzenlendi. 256 Konferansın ana teması “Demokrasi ve Kadın Erkek Eşitliği” olmuştur. Konferans sonunda kabul edilen İstanbul Deklarasyonunda, eşitlik konusunda atılması gereken adımlar ve çeşitli öneriler yer aldı. 1999: BM, 1994 yılında Kahire’de yapılan, Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı’nda uygulanabildiğinin alınan kararların ülkelerde değerlendirilmesi toplantısını ne ölçüde gerçekleştirdi (Hollanda) ve değerlendirmeleri paralelinde yeni hedef ve stratejiler benimsendi. 2000: Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, tarihinde ilk kez bir oturumun tamamını kadın konusuna ayırarak, "Kadın, Barış ve Güvenlik” temalı toplantı ile kadınların çatışma ve çatışma sonrası süreçlerdeki deneyimleri ve barışa katkıları konularını tartışmak üzere 24-25 Ekim 2000 tarihlerinde toplandı. 2000: BM Genel Kurulu, 1995 yılında Pekin’de yapılan, IV. Dünya Kadın Konferansı’ndan sonra meydana gelen gelişmeleri değerlendirmek ve yeni eylem ve girişimleri belirlemek amacıyla New York’ta “Kadın 2000: 21. Yüzyıl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış” konulu bir özel oturum gerçekleştirdi. Özel oturum sonucunda “Siyasi Deklarasyon ve Sonuç Belgesi" kabul edildi. Hükümetler, siyasi deklarasyon ile; 1976-1985 yıllarının bir özeti niteliğinde olan Nairobi İleriye Dönük Stratejileri ile 1995 Pekin Deklarasyonu ve Pekin Eylem Planı’na konulan hedefler ve bu hedeflere bağlılıklarını, ayrıca Pekin Eylem Platformu’nda yer alan 12 kritik alanda verdikleri taahhütlerini teyit etmişlerdir. YENİ BİN YIL KALKINMA HEDEFLERİ BİLDİRGESİ (BM, 2000) SONUÇ HEDEFLERİ 1. Mutlak yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılması 2. Herkes için evrensel temel eğitim hedefine ulaşılması 257 3. Toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik ederek kadının durumunun güçlendirilmesi 4. Çocuk ölümlerinin azaltılması 5. Anne sağlığının iyileştirilmesi 6. HIV-AIDS, sıtma ve diğer salgın hastalıklarla mücadele edilmesi 7. Çevre ve doğal kaynakların sürdürülebilirliğinin sağlanması 8. Kalkınma için küresel işbirliğinin geliştirilmesi 2002: Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, kadınların şiddete karşı korunması konulu 5 numaralı tavsiye kararını kabul etti. Kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki en önemli girişimlerden biri olan bu Tavsiye kararı, şiddetin önlenmesi ve kurbanların korunması için küresel bir strateji oluşturan ilk uluslararası dokümandır ve cinsiyet temelli tüm şiddet biçimlerine yönelik bir strateji getirdi. 2003: Türkiye, Birleşmiş Milletler Antlaşmalarından ‘İkiz Sözleşmeler’ diye bilinen sözleşmeleri 4 Haziran 2003 tarihinde kabul etti. 2003: Üsküp’te Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 5. Bakanlar Konferansı, çatışmaların önlenmesi, çözümü ve barışın inşasında kadının rolü temaları ile toplandı. 2006: Stockholm'de Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 6. Bakanlar Konferansı toplandı. 2006: Avrupa Konseyi üyeleri, Konsey’in diğer organları ve STK’ların katılımıyla 2006 yılında başlatılan ve 2008 yılına dek sürecek olan “Aile İçi Şiddet Kampanyası" Dahil başlatıldı. Kadına Yönelik Kampanya, Şiddetle duyarlılık Mücadele yaratmayı, hükümetlerin siyasi irade göstermesini ve gerekli kaynakları ayırmalarını, uygulamaları takip ederek veri toplamasını hedeflemektedir. 258 Avrupa Birliği bünyesinde, “ Avrupa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği 2006: Enstitüsü" kuruldu. Enstitü Ocak 2008 itibariyle İşlerlik kazanmıştır. 28-29 Ocak 2006 tarihleri arasında İstanbul'da “Medeniyetler 2006: İttifakında Kadın” başlıklı uluslararası kongre gerçekleştirildi. 2006: 14-15 Kasım 2006 tarihlerinde İstanbul'da Avrupa-Akdeniz (Euromed) Süreci çerçevesinde “Kadının Toplumdaki Yerinin Güçlendirilmesi” konulu I. Bakanlar Konferansı toplandı. 20-21 Kasım 2006 tarihlerinde İstanbul’da “İslam Konferansı 2006: Örgütü’ne Üye Ülkelerin Kalkınmasında Kadının Rolü” 1. Bakanlar Konferansı düzenlenmiştir. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği 2007: Komitesi" Başkanlığına Türk Milletvekili Gülsün BİLGEHAN seçildi. Türkiye, bu bölümde yer alan kadınla ilgili uluslararası sözleşmeleri imzalayarak uygulanacağına dair taahhütte bulunmuştur. TÜRKİYE’DE KADINLAR VE EĞİTİMDE YAPILANLAR Türkiye’de kadın sağlığının iyileşmesine etkisi olan girişimler uzun yıllardan beri devam etmektedir. Ancak; kadın konusunda en önemli adımlar; Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatılmış ve sürdürülmüştür. Kronolojik olarak: 1827: Tıphane-i Amire açıldı. 1843: Tıbbiye bünyesinde ebelik eğitimi başladı. 1845: Padişah fermanı ile kız ve erkek çocuklar için ilköğretim zorunlu hale getirildi. 259 1858: Kız. ortaokulu (Rüştiye) açıldı. 1864: Kız teknik eğitim okulu açıldı. 1869: Kız sanayi mektebi açıldı. 1870: Kız Öğretmen Okulu (Dar-ül Muallimat) açıldı. 1876: İlk anayasa ile kız ve erkek çocuklar için ilköğretim zorunlu hale getirildi. 1880: Kızlar için ilk ortaöğretim hazırlık okulları (İdadi) açıldı. 1913: Kız Lisesi (Sultani) açıldı. 1915: Kadınlar için ilk üniversite (İnas Darülfünunu) açıldı. 1922: Yedi kız öğrenci, tıp fakültesine kayıt yaptırarak eğitime başladı. 1923: Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmelerini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlandı. 1924: Eğitim ve Öğretim birliğini sağlayan (Tevhid-i Tedrisat) kanunu çıkarıldı. 1932: Kadınlar için akşam kız sanat okulları açıldı. 1938: Kadınlar için el sanatları ve biçki dikiş kursları açıldı. 1945: Olgunlaşma enstitüleri açıldı. 1989: Üniversitelerde kadın sorunları ve araştırmaları merkezleri açıldı. İstanbul Üniversitesi bünyesinde kadın çalışmaları alanında yüksek lisans programı başladı. 1996: Kadın çalışmaları alanında ilk yüksek lisans diploması verildi. 1997: Zorunlu temel eğitimi 5 yıldan 8 yıla çıkaran 4306 sayılı Kanun yürürlüğe girdi. 260 2000: Özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile maddi yetersizliği nedeniyle öğrenimlerine devam edemeyen kız çocuklarına eğitimde fırsat eşitliği sağlanması ve kız çocuklarının meslek sahibi, ufku açık “bireyler haline gelmelerini amaçlayan “Kardelenler-Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları” isimli Proje başlatıldı. 2000: Toplumsal cinsiyet yaklaşımını ana plan ve programlara yerleştirmek için resmi, özel ve sivil toplum kuruluşları çalışanlarına yönelik olarak kullanılması planlanan ve modüler bir eğitim materyali olan Toplumsal Cinsiyet Eğitim paketi hazırlandı ve pilot uygulamaları yapıldı. 2003: “Haydi Kızlar Okula Kampanyası”, kız çocuklarının okullulaşma oranının en az olduğu 10 ilde başlatıldı. 2004: 23 yeni il Haydi Kızlar Okula Kampanyası kapsamına dahil edildi. 2005: Haydi Kızlar Okula Kampanyası kapsamına dâhil edilen il sayısı 53’e yükseldi. 2006: Haydi Kızlar Okula Kampanyası, tüm Türkiye geneline yaygınlaştırıldı. TÜRKİYE’DE KADINLAR VE EKONOMİDE YAPILANLAR Kronolojik olarak: 1897: Kadınlar ücretli işçi olarak çalışmaya başladı. 1913: Kadınlar devlet memuru olarak çalışmaya başladı. 1914: Kadınlar tüccarlık ve esnaflığa başladı. 1915: Kadın işçiler için sosyal haklar açısından ilk düzenleme yapıldı. 1930: Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenlemeler Umumi Hıfzıssıha Kanunu ile yapıldı. 1945: Analık sigortası (doğum yardımı) 4772 Sayılı Yasa ile düzenlendi. 261 1949: Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi 5417 Sayılı Yasa ile sağlandı. 1971: Kadınların yeraltında, ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması yasaklandı. 1990: Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan yasa maddesi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. 1993: Girişimciliğe özendirmek amacıyla kadına özel düşük faizli kredi uygulaması başlatıldı. 1994: Dünya Bankası ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında imzalanan İkraz Anlaşması gereğince başlayan İstihdam ve Eğitim Projesi’nin alt bileşenlerinden Kadın İstihdamının Geliştirilmesi Projesi (KİG) Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce yürütülmeye başlandı. Proje kapsamında on altı araştırma projesi gerçekleştirildi, on üç tanesi kitap haline getirildi. 2002: Yeni Medeni Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte, eşlerin iş ve meslek seçiminde birbirlerinden izin almak zorunda olmadıkları hükme bağlandı. 2003: İşçi işveren ilişkisinde cinsiyet dâhil hiçbir nedenle temel insan hakları bakımından ayrım yapılamayacağı, iş sözleşmesinin yapılmasında, uygulanmasında ve sona erdirilmesinde cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapılamayacağı, cinsiyet nedeniyle eşit değerde iş için daha düşük ücret verilemeyeceği, cinsiyet, medeni hal ve aile yükümlülükleri, hamilelik ve doğumun iş aktinin feshi için geçerli sebep oluşturamayacağı gibi hükümleri içeren yeni İş Kanunu yürürlüğe girdi. 2003: Türkiye’de kadın istihdamının geliştirilmesine yönelik olarak “Aktif İşgücü Programları Projesi” başlatıldı. Proje, Ekim 2003-Mart 2006 arasında uygulandı. “Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik” yürürlüğe girdi. "Kadın İşçilerin Gece Postalarında 262 Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik” yürürlüğe girdi. Personel alımlarında cinsiyet ayrımcılığı yapılmamasına ilişkin “Personel Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi" konulu Başbakanlık Genelgesi yürürlüğe girdi. 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK ile, işyerinde cinsel taciz kavramı düzenlendi ve sadece üst yönetici değil çalışanlar arasında da cinsel taciz suçuna yaptırım getirildi. İşe yerleştirmede cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmaya yönelik olarak 2006 yılında İŞ-KUR tarafından yayımlanan Tebliğ ile, Kamuya işe yerleştirme ile ilgili taleplerde cinsiyet ayrımı kaldırıldı. 2006: Genç Kız ve Kadınların Mesleki Eğitimi ve İstihdamı Projesi kapsamında çeşitli illerde açılan kurslara kadınların katılımı sağlandı. 2006: İŞ-KUR İl Müdürlüklerine iletilen bir talimat ile, özel sektör işyerlerinin, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça iş ilişkisinde cinsiyete dayalı ayrım yapamayacakları konusunda işverenlerin bilinçlendirilmesi istendi. 2007: Gelir Vergisi Kanununda yapılan değişikle kadınların hane içinde ürettikleri ürünlerin satılmasından elde edilen gelirler vergiden muaf tutuldu. 2007: Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından "Kadın Girişimciler Kurulu” kuruldu. Hazır Giyim Sektörüne İşgücü Yetiştirme Projesi, Kadın Girişimciler Programı, Kadınların İş Hayatındaki Yeri ve Karar Verme Projelen ile kadın girişimciliği desteklendi. TÜRKİYE’DE KADINLAR VE SAĞLIK KONULARINDA YAPILANLAR Kronolojik olarak: 1920: T.C. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruldu. 1926: Kasti çocuk düşürme ve düşürtme eylemleri suç olarak düzenlendi. 263 1930: Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenleme; Umumi Hıfzıssıha Kanunu ile yapıldı. 1937: Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması, 1935 tarihli 45 sayılı ILO Sözleşmesi İle yasaklandı. 1952: Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı bünyesinde Ana Çocuk Sağlığı Müdürlüğü kuruldu ve ana çocuk sağlığı hizmetleri AÇS merkezleri modeli ile verilmeye başlandı. 1961: Kadın ve çocuk sağlığının iyileştirilmesinde son derece önemli olan “224 sayılı- Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun” kabul edildi. 1965: Nüfus Planlaması hakkında 557 sayılı Yasa çıkarıldı. Bu yasa ile; geriye dönüşümlü aile planlaması yöntemleri serbest bırakıldı ve ancak tıbbi zaruret halinde kürtaj hakkı tanındı. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı bünyesinde Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kuruldu. 1982: Ana Çocuk Sağlığı Müdürlüğü ve Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü birleştirilerek “Sağlık Bakanlığı- Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü” adı altında işlev görmeye başladı. 1983: Aile Planlaması (AP) hakkında 2827 Sayılı Yasa kabul edilerek: - Türkiye’de AP hizmetlerinin yaygınlaştırılması amacı ile sertifikalandırılmış ebe hemşirelerin etkili yöntem uygulama yetkileri arttırıldı. - 10 haftaya kadar olan gebeliklerde kürtaj hakkı tanındı. - Sertifikalandırılmış genel pratisyenlere gebeliği sonlandırma yetkisi verildi. - Kadın ve erkekte cerrahi AP yöntemleri serbest bırakıldı. 1985: Türkiye, “Kadınlara Sözleşmesini Karşı (CEDAVV) Her imzaladı Türlü Ayrımcılığın (1986’da TBMM Önlenmesi tarafından onaylandı). 264 1990: Türkiye“Çocuk Haklan Sözleşmesini imzaladı (1994’de TBMM tarafından onaylandı). 1994: Türkiye, Kahire-Nüfus ve Kalkınma Konferansı’na (ICPD) resmi düzeyde katılarak bütün kararları kabul ederek imzaladı. 1995: Türkiye, Pekin-IV. Dünya Kadın Konferansı’na resmi düzeyde katılarak bütün kararları çekincesiz olarak imzaladı. 1996: ICPD paralelinde hazırlanmış olan “ Kadın Sağlığı ve Aile Planlaması Ulusal Stratejik Eylem Planı" uygulamaya konuldu. 2003: 1963 yılından beri her 5 yılda bir tekrarlanan “Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA)” yapıldı. 2003: 55 milyon avro bütçeli “Türkiye Üreme Sağlığı Programı" başlatıldı. Program, 2003-2007 yılları arasında uygulandı. TÜRKİYE’DE KADIN HAKLARI ALANINDAKİ YASAL GELİŞMELER 1567: Kadınlar taşınmaz mallar üzerinde miras hakkına sahip oldular. 1839: Bir ferman (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) ile kanun önünde eşitlik ilkesi kabul edildi. 1856: Köle ve cariye alınıp satılması yasaklandı. 1858: Kadınların taşınmaz mallar üzerindeki miras hakkı erkeklerinkiyle eşitlendi. 1876: İlk anayasa (Kanun-i Esasi) kabul edilerek temel haklar düzenlendi, kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi. 1911: Zina suçunun cezası kadın ve erkek için eşitlendi. 1917: Osmanlı Medeni Kanunu’nun uygulanması için çıkarılan Aile Hukuku Kararnamesi ile; 265 -Evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, -Evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması, -Zorla evlendirmenin geçersiz sayılması hususları düzenlendi. 1923: Cumhuriyet ilan edildi. 1926: Türk Medeni Kanunu'nun kabulü ile tek eşlilik zorunlu hale getirildi, kadınlar boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip oldular. 1934: Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1935: Atatürk’ün desteği ile; 12. Uluslararası Kadınlar Kongresi İstanbul’da yapıldı. 1938: Reşit olmayanlar için evlilik yaşı ailenin İzni alınmak kaydıyla; erkeklerde 17, kadınlarda 15 olarak düzenlendi. 1990: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM) kuruldu. 1990: Türkiye, “Çocuk Hakları Sözleşmesi”ni imzaladı. 1990: Tecavüz mağdurunun hayat kadını olması halinde cezanın indirilmesini öngören kanun hükmü, TBMM tarafından yürürlükten kaldırıldı. 1996: Erkeğin zinası suç olmaktan çıkarıldı. 1997: Kadınlar, kocalarının soyadı ile birlikte kendi soyadlarını da kullanma hakkını elde ettiler. 1997: İçişleri Bakanlığı nüfus cüzdanlarında medeni hal kısmında “evli/ bekâr/ dul/ boşanmış” gibi ifadelerin yerine sadece “evli” veya “bekâr” ifadelerinin kullanılmasını düzenleyen bir genelge yayımladı. 1998: Kadının zinası suç olmaktan çıkarıldı. 266 1998: Aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin alınması düzenleyen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girdi. 1998: Gelir vergisinde aile reisinin beyanname vermesi esasının kaldırılması ile kadınlar kocalarında ayrı olarak beyanname verme hakkına kavuştu. 1998: “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na Bağlı Kadın Konukevleri Yönetmeliği” yürürlüğe girdi. 1998: Adalet Bakanlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve kadın kuruluşlarının oluşturduğu gündem sonucunda bekaret kontrolünün, ancak takibi şikayete bağlı suçlarda, mağdurun rızası alınarak, ırza geçme gibi re’sen takip edilen suçlarda ancak hâkim kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise Cumhuriyet savcısının yazılı izni ile yapılabileceğini düzenleyen bir Genelge yayımladı. 1998: İçişleri Bakanlığı’nca nüfus cüzdanlarında yapılan düzenlemeye paralel olarak Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nce verilen dul ve yetim tanıtım kartlarındaki “Emekliye Yakınlığı” bölümünde yer alan “dul kadın vb.” ifadelerin yerine sadece "eşi, kızı, oğlu, annesi, babası” gibi ifadelerin kullanılması sağlandı. 1998: Yasalara aykırı olarak yapılan bekâret kontrollerinin önlenmesi amacıyla Valiliklerin dikkatine sunulmak üzere hangi hallerde bekâret kontrolünün yapılacağını içeren Genelge İçişleri Bakanlığı tarafından yayımlandı. 2001: Anayasa’da yapılan değişiklik ile Türk anadan ya da Türk babadan doğan çocuğun Türk olması hükmü getirilerek, bu konuda var olan eşitsizlik ortadan kaldırıldı. 2001: “Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan 267 Kadın Konukevleri Yönetmeliği” yürürlüğe girdi. 2002: Yeni Medeni Kanun kabul edildi. 2002: “Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” yeniden düzenlenerek yayımlandı. Eğitim kurumlarında bekâret denetimi uygulamasına gerekçe olarak kullanılan söz konusu Tüzüğün, “iffetsizlikken söz eden bölümü metinden çıkarılarak toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık ortadan kaldırıldı. 2003: Birleşmiş Milletler Sözleşmelerinden Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (İkiz Sözleşmeler) TBMM tarafından onaylandı. 2003: Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun yürürlüğe girdi. 2003: Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin taraf ülkelerce uygulanmasının denetlenmesi konusunda, BM Ayrımcılık Sözleşmesi Komitesine; Sözleşmenin tanıdığı hakların ihlali durumunda bireylerce veya gruplarca veya onların rızası ile onlar adına yapılan şikâyetleri kabul etme ve inceleme yetkisini tanıyan “İhtiyari Protokol” yürürlüğe girdi. 2003: Türk Vatandaşlığı Kanununda kadın-erkek eşitliği bakış açısı ile değişiklik yapıldı. 2003: İşveren işçi ilişkisinde cinsiyet dâhil hiçbir nedenle temel insan hakları bakımından ayrım yapılmayacağı, iş sözleşmesinin yapılmasında, uygulanmasında ve sona erdirilmesinde cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapılamayacağı, cinsiyet nedeniyle eşit değerde iş için daha düşük ücret verilemeyeceği, cinsiyet, medeni hal ve aile yükümlülükleri, hamilelik ve doğumun iş akdinin feshi için geçerli sebep oluşturamayacağı gibi hükümleri içeren İş Kanunu 268 yürürlüğe girdi. 2004: Eşitlik ilkesini düzenleyen Anayasanın 10uncu Maddesine “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” ifadesi eklendi. 2004: Anayasanın 90’ıncı maddesinde değişikliğe gidilerek, temel hak ve Özgürlüklere ilişkin "Milletlerarası Antlaşmaların iç hukuk hükümleri ile çelişmesi durumunda Milletlerarası Sözleşmelerin esas alınacağı” şeklinde yeni bir düzenleme getirildi. 2004: Doğum izinlerinin artırılmasına ilişkin düzenlemeler içeren Devlet Memurları Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girdi. 2004: 5251 sayılı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. 2004: Cinsiyet eşitliği ve kadına karşı şiddet konusunda çağdaş düzenlemeler içeren Yeni Türk Ceza Kanunu kabul edildi. 2004: Personel alımlarında cinsiyet ayrımcılığı yapılmamasına ilişkin “Personel Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi” başlıklı Başbakanlık Genelgesi yürürlüğe girdi. 2004: “Gebe ve Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik” yürürlüğe girdi. 2004: “Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik” yürürlüğe girdi. 2005: Yeni Türk Ceza Kanunu 1 Haziran’da yürürlüğe girdi. 2005: Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyelerin kadınlar ve çocuklar için sığınma evi açmalarının belediyelerin görev 269 ve sorumlulukları arasında olduğuna ilişkin düzenlemenin bulunduğu Belediye Kanunu yürürlüğe girdi. 2005: Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu çalışmalarını yürüttü ve sonuçlar rapor halinde yayımlandı (2006). 2006: “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler" konulu Başbakanlık Genelgesi yayımlandı. 2007: 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un kapsamı 5636 sayılı kanunla genişletildi. 2008: Türkiye,CEDAW’ın 9. maddesine yönelik beyanını kaldırdı. 2008: 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanmasına ilişkin Yönetmelik yürürlüğe girdi. TÜRKİYE’DE KADINLAR VE KARAR MEKANİZMALARINA KATILIM Kronolojik olarak: 1923: Kadınların siyasal haklarını savunmak üzere “Kadınlar Halk Fırkası” adıyla bir siyasi parti kuruldu. 1924: Türk Kadınlar Birliği Derneği kuruldu. 1930: Kadınlar belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde etti. 1933: Kadınlar muhtar ve ihtiyar heyeti seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde etti (Belediyeler Yasası). 1934: Kadınlar milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde etti. 270 1935: Kadınların seçme ve seçilme hakkını ilk kez kullandığı seçimler yapıldı. Cumhuriyet döneminde %4,6 İle 2007 yılına kadar parlamentoda ulaşılan en yüksek kadın üye oranına ulaşıldı. 1946: Çok partili hayata geçildi. 1971: İlk kadın bakan parlamento dışından atandı. 1986: Parlamento üyesi bir kadın bakan hükümette yer aldı. 1994: İlk kadın başbakan göreve geldi. 1995: Kadınların parlamentoda temsil oranlarında ilk seçimden sonra görülen düşüşte küçük de olsa bir artış oldu. 2002: 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan Genel Seçimler sonrasında Meclise 24 kadın milletvekili girdi. Kadın vekil oranının %4,4’te kaldığı bu yasama döneminde kabinede 1 kadın Bakan yer aldı. 2004: 2007: Mart ayında yapılan Yerel Seçimlerde 18 kadın Belediye Başkanı seçildi. 2007 seçimleri hazırlık döneminde bir sivil toplum kuruluşu, “Bu Meclise Kadın Şart” sloganı ile kadınların Parlamentoda temsil oranını artırmayı amaçlayan bir Genel Seçim Kampanyası başlattı. 2007: 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan Gene! Seçimler ile Parlamentoya giren kadın milletvekili sayısı % 100 artarak kadın vekil oranı %9’a ulaştı. Kabine’de ise sadece bir kadın Bakan bulunmaktadır. 2007 yılı seçimlerinden sonra oluşan yeni Meclis’te Başkan Vekilliğinin ikisi de kadınlar tarafından yürütülmektedir. 271 TÜRKİYE’DE KADINLARIN İLERLEMESİNİ DESTEKLEYEN KURUMSAL MEKANİZMALAR Kronolojik olarak: 1993: DİE’de Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şubesi kuruldu. 1993: Sağlık Bakanlığı-AÇSAP Gene! Müdürlüğü, sektörler arası işbirliği sağlamada önemli bir mekanizma olarak, 509 sayılı Nüfus Planlaması Hizmetlerini Yürütme Yönetmeliğimde yer alan “Nüfus Planlaması Danışma Kurulu” periyodik olarak çalışmaya başladı. 1994: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nde kitap, makale, tez, seminer, konferans dokümanları ve gazete kesiklerinin derlendiği ve Ankara’nın tek kadın kütüphanesi olarak da nitelendirilebilecek bir Dokümantasyon Merkezi kuruldu. 1000 saydamdan ve web sayfasından oluşan “Kadınlara Görsel Tanıklık” adlı kadın fotoğrafları arşivi oluşturuldu. Kadınların çalışma yaşamlarına dair “Kadın Çalıştıkça” adlı bir belgesel/tanıtım filmi yaptırıldı. 1994: Türkiye, Kahire’de yapılan BM Nüfus ve Kalkınma Konferansı’na katıldı ve uygulamaların izlenme ve değerlendirilmesinde DPT görevlendirildi. 1994: 1995: Çocuk Hakları Sözleşmesi TBMM tarafından onaylandı. Türkiye, Dünya Sosyal Kalkınma Zirvesi’ne katılarak insan refahına öncelik verilmesinin altını çizen Deklarasyon ve Eylem Programı’nı imzalandı. 1995: Şiddete uğrayan kadınlara danışmanlık hizmeti veren Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, kadın sığınağını açtı. 1995: Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı tarafından bölgedeki kadınların durumunun iyileştirilmesi ve kalkınma 272 sürecine entegre edilmesi amacıyla planlanan Çok Amaçlı Toplum Merkezlerinin (ÇATOM) ilki Urfa’da açıldı. 1995: Türkiye, IV. Dünya Kadın Konferansına katılarak taahhütleri çekincesiz olarak imzaladı. 1996: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce, 4. Dünya Kadın Konferansında kabul edilen eylem planı ve taahhütler çerçevesinde kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, gönüllü kadın kuruluşları, siyasal partiler, sendikalar, meslek örgütleri ve basının katılımı sağlanarak ulusal eylem planı hazırlandı. 1996: 4. Dünya Kadın Konferansında verilen taahhütler gereğince Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda gönüllü kadın kuruluşlarının katılımıyla kadın sorunlarının yoğunlaştığı dört alanda; eğitim, sağlık, hukuk ve istihdam komisyonları oluşturuldu. 1997: Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Bünyesinde “Kırsal Kalkınmada Kadın Daire Başkanlığı” kuruldu. 1997: Kadının Statüsü ve Sorunları Gene! Müdürlüğü koordinasyonunda 13 il valiliği bünyesinde “Kadının Statüsü Birimleri” kuruldu. 1997: “Türkiye’de Yerel Gündem 21’lerin Teşviki ve Geliştirilmesi Projesi" başlatıldı. 1998: TBMM’de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin ana hedefleri çerçevesinde Türkiye'de kadının durumunu inceleyen ve sonuçlarını BM’e rapor etme yükümlülüğü olan Araştırma Komisyonu kuruldu. 1998: Ankara Barosu Kadın Hukuku Komisyonu tarafından Ankara Adliyesi içinde şiddete uğrayan kadınlara hukuki danışmanlık ve psikolojik destek hizmetleri vermek üzere Kadın Danışma Merkezi kuruldu. 1999: İstanbul Barosu Kadın Hukuku Komisyonu tarafından Kadın Hakları 273 Uygulama Merkezi kuruldu. 1999: Barolar bünyesindeki Kadın Hakları/Hukuku Komisyonları arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla “Türkiye Barolar Birliği Kadın Hakları Komisyonları Ağı (TÜBAKKOM)" kuruldu. 2000: Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünce istismara uğrayan ya da uğrama riski taşıyan, desteğe gereksinimi olan kadınlara psikolojik, hukuki ve ekonomik alanda danışmanlık hizmetleri sunmak ve yararlanabilecekleri hizmet kuruluşları konusunda rehberlik hizmeti sunmak üzere “183 Alo Kadın ve Çocuk Hattı” 20 ilde faaliyete geçirildi. 2000: Yerel Gündem 21 uygulaması Proje kapsamından çıkarılarak uzun erimli bir Program’a dönüştürüldü. 2000: Üniversite Kadın Merkezlerinden 14.sü olan “Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM)’’ kuruldu. Türkiye’de halen, üniversite kadın merkezlerinin sayısı 15’tir (2008). 2001: Kadının kentsel yaşama katılımının arttırılmasına ve yerel karar alma süreçlerinde kadınların etkin katılımını sağlamaya yönelik çalışmalar yapan Yerel Gündem 21 Kadın Meclisleri faaliyetlere başladı. 2001: Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Müdürlüğü’ne bağlı ilk Aile Danışma Merkezi kuruldu. 2002: Dışişleri Bakanlığı’nın koordinasyonunda ilgili tüm kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, STK’lar ve uluslararası örgütlerin yer aldığı “İnsan Ticaretiyle Mücadele Ulusal Görev Gücü” oluşturuldu. 2004: 5251 Sayılı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, “Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü” olarak yeniden yapılandırıldı. 274 2004: 5251 sayılı Kuruluş Kanunu ile, KSGM bünyesinde kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve üniversite temsilcilerinin katılımıyla Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı’nın başkanlığında toplanan Kadının Statüsü Danışma Kurulu oluşturuldu. İlk toplantısını 2006 yılında yapan ve kadının statüsüne ilişkin sorunları incelemek, değerlendirmek, görüş oluşturmak ve önerilerde bulunmak üzere toplantılar gerçekleştiren Danışma Kurulu’nun aldığı kararların takibi KSGM tarafından yapılmaktadır. 2005: Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu çalışmalarına başladı. 2005: Türkiye İstatistik yapılandırılan Kanunu’nun Türkiye İstatistik kabul edilmesi Kurumu ile bünyesinde yeniden Sosyal İstatistikler Daire Başkanlığı bünyesinde yer alan “Nüfus ve Demografi Grubu" altında “Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri Takımı” oluşturuldu. 2006: Komisyon çalışmaları sonucunda hazırlanan kapsamlı Raporu takiben konuya ilişkin öneriler ve bundan sorumlu kuruluşlar, “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Cinayetlerinin Şiddet Önlenmesi Hareketleriyle İçin Alınacak Töre ve Namus Tedbirler” konulu Başbakanlık Genelgesi yayımlandı. 2006: 1996 yılında kurulan ve çalışmaları devam eden eğitim, sağlık, hukuk, istihdam komisyonlarının yanı sıra, 2006 yılında uluslararası ilişkiler, medya, çevre ve afet komisyonları oluşturuldu, daha önce var olan istihdam komisyonu ise istihdam ve girişimcilik biçiminde yeniden düzenlendi. 2007: İlgili tüm kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve kadına yönelik şiddet konusunda çalışan sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin 275 katılımı ile “Kadınlara Yönelik Şiddet İzleme Komitesi” oluşturuldu. 2007: Türkiye-Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali İşbirliği Programı kapsamında 2007-2008 yıllarını kapsayacak olan, yürütücülüğünü Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yaptığı “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Yaygınlaştırılması (Promoting Gender Equality)” başlıklı proje başlatıldı. 2007: Aile yaşamını korumak, desteklemek ve sorunların çözümünde yardımcı olmak amacıyla aile bireylerine yönelik koruyucu-önleyici, eğitici-geliştirici, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerin yanı sıra rehberlik ve danışmanlık hizmetleri verilen Aile Danışma Merkezlerinin sayısı 34 ilde 39’a ulaştı. 2007: Kadının kalkınmaya katılımı çerçevesinde, hizmet verdiği bölgede yaşayan tüm yöre halkının daha iyi yaşam koşullarına ulaşma hakkını sağlamak, varolan sorunları resmi, hükümet dışı kuruluşlar ve halkın doğrudan katılımı ile çözmek, kentsel yaşam biçimine uygun tutum ve davranışlar geliştirmesini sağlamak, kadına ilişkin projeleri yaşama geçirmek amacıyla, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne bağlı olarak hizmet veren Toplum Merkezlerinin sayısı 70’e ulaştı. 2007: Çok Amaçlı Toplum Merkezleri’nin sayısı 9 ilde 30’a ulaştı. 2007: Tüm üyeleri kadınlardan oluşan “Tarımsal Kalkınma Kooperatifi" sayısı 17’ye ulaştı. 2007: Yerel Gündem 21 (YG-21) Programı ortağı Yerel Yönetimlerin sayısı 60’I buldu. 2007: Aralarındaki bilgi ve deneyim alışverişini güçlendirmek amacıyla, YG-21 Kadın Meclisleri tarafından oluşturulan “Yerel Gündem 21 Kadın Meclisleri Ulusal Koordinasyon Ağı”nda yer alan Kadın Meclisi sayısı 37’ye ulaştı. 276 2008: Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde hizmet veren kadın sığınma evlerinin sayısı 23’e, sivil toplum Örgütleri ve yerel yönetimler bünyesinde hizmet veren kadın sığınma evlerinin sayısı ise, 2 adedi kadın ticareti mağduru kadınlar İçin olmak üzere, 24’e ulaştı. 277 KİŞİ ADLARI İNDEKSİ A.Yaşar Koçak ................................................... 123 Erhan Kaplan ........................................................ 6 Afife Jale .............................................................. 74 Faruk Antun ....................................................... 107 Ahmed el Zayat .................................................. 107 Fatma Aliye ...................................... 69, 72, 76, 244 Ahmet Fâris eş-Şidyâk ....................................... 106 Fatma Nesibe Hanım ........................................... 72 Ahmet Lütfü el-Seyid .......................................... 107 Fatma Nimet Raşid ............................................ 102 Ahmet Mithat Efendi ............................................ 64 Felix Grendon ........................................................ 7 Aksu Bora ........................... 7, 8, 18, 55, 56, 78, 239 Filiz Dinçmen ...................................................... 74 Alexandre Dumas .................................................. 7 Françoise d’Eaubonne......................................... 43 Aristoteles ............................................................ 16 Freud ................................................ 2, 36, 204, 209 Atatürk ................................................................. 78 Gayle Rubin ......................................................... 50 Ayşe Arman.......................................................... 96 Genevieve Lloyd .................................................. 42 Ayşe Güç .........................................................44, 45 Gouges ................................................................. 19 Ayşe Râtib .......................................................... 113 Grimke ........................................................... 20, 25 Ayşe Teymuriyye ................................................ 107 Gürsel Aytaç .......................................................... 2 Bedriye Gökmen .................................................. 74 H.Cixous .............................................................. 37 Bell Hooks ....................................................2, 7, 40 Halide Edip Adıvar .............................................. 72 Berna Moran ......................................................... 3 Hâlide Sa‘id ....................................................... 111 Betty Friedan ....................................................... 50 Harriet Taylor...................................................... 20 Butrûs el-Bustânî ............................................... 106 Hatshepsut ......................................................... 121 Carole Pateman ................................................... 42 Havva İdris ........................................................ 110 Cezzâr Ahmed Paşa ........................................... 128 Hikmet Ebu Zeyd ............................................... 113 Charlette Perkins Gilman .................................... 27 Hind Nevfal ........................................................ 110 Cleopatra ........................................................... 121 Hubertine Auclert ................................................ 99 Dilek İmançer ........................................................ 7 Hüdâ Şa‘râvî........... 45, 82, 101, 103, 104, 107, 111 Duriye Şefik .................................................102,109 Hüseyin Yazıcı ................................................... 126 Duygu Asena.. v, 1, 4, 59, 87, 89, 90, 91, 92, 93, 94, Hz. Havva .......................................................... 196 95, 98, 140, 142, 143, 144, 145, 147, 148, 149, Hz. Muhammed ....................... iii, 10, 110, 193, 194 152, 153, 154, 155, 156, 158, 159, 160, 161, Hz. Ömer.................................................... 124, 127 162, 164, 167, 168, 170, 171, 173, 174, 175, Irısh Young .......................................................... 42 177, 219, 220, 221, 222, 223, 225, 226, 227, İnci Eflâtun ........................................................ 102 228, 235, 247 Jacques Derrida .................................................. 39 Ebu’l-ferec el-İsfahâni ....................................... 208 John Stuart Mill ............................................. 20, 25 Edibe Subaşı ........................................................ 74 Joslyn Gage ......................................................... 27 Edward Said ........................................................ 50 Julia Kristeva....................................................... 37 Elisabeth Cady Stanton........................................ 20 Juliett Mitchell ..................................................... 36 Emel Osman....................................................... 113 Kâsım Emîn .................................. 45, 100, 105, 113 Emine Semiye.............................. 63, 69, 70, 72, 244 Kate Millet ........................................................... 20 Emine Seniye ....................................................... 75 Kazemî ........................................................... 56, 57 Engels .................................................................. 29 Kâzım Ürün ....................................................... 227 Enver Sedat................................... 56, 113, 136, 141 Kohn Locke .......................................................... 23 278 Kumari Jayawardena .......................................... 99 Nezihe Muhittin.............................................. 75, 81 Lebîbe Ahmet ..............................................101, 108 Nurettin Ceviz .................................................... 128 Lebîbe Hâşim ..................................................... 109 Nuriye Ulviye Mevlan .......................................... 71 Lenin .................................................................... 21 Rahmi Er.................................................... 112, 128 Leyla Ahmed .................................................54, 119 Raşit Ali Rida ..................................................... 108 Luce Irigaray ....................................................... 37 Râviye Atiye ....................................................... 113 Margaret Fuller ................................................... 27 Rifâ‘a Râfi‘ et-Tahtâvî ....................................... 128 Margot Badran ....... 44, 99, 100, 101, 107, 112, 117 Saad Zankil ........................................................ 107 Margrette Calamine .......................................... 107 Sabiha Gökçen ..................................................... 74 Marks ................................................................... 29 Safiye Ali.............................................................. 74 Mary Astell .......................................................... 19 Selame Musa ...................................................... 107 Mary Wollstonecraft .......................................19, 24 Seyyid Kutup ...................................................... 103 Massachusetts ...................................................... 19 Shahla Sherkat ..................................................... 54 Matilda Joslyn Gage ............................................ 27 Simon de Beauvoir ...............................31,32, 50, 59 Mayy Ziyade ...................................................... 109 Sîza Neberâvî ............................................. 102, 108 Mehmet Ali Paşa................................. 126, 128, 129 Stanton ........................................................... 20, 27 Mehmet Hakkı Suçin .......................................... 129 Susan B.Anthony .................................................. 20 Mehmet Tekin .................................................... 139 Susan Bordo......................................................... 42 Mehmet Yalar .................................................... 124 Süreyya Ağaoğlu .................................................. 74 Melek Hifnî Nâsif ........................................101, 109 Şeyh el-Bekrî ...................................................... 125 Muhammed Abduh ......................................105, 107 Şirin Tekeli................................ 5, 7, 49, 85, 93, 245 Muhammed Hüseyin Heykel .............................. 107 Şükufe Nihal......................................................... 75 Mustafa El Menfalut .......................................... 107 Taha Hüseyin ..................................................... 107 Mustafa Fehmi ................................................... 107 Thomas Hobbes ................................................... 23 Mustafa Kemal Atatürk ................. 55, 232, 233, 260 Thukydides ........................................................... 15 Müfide İlhan ........................................................ 74 Tümay Tuğyan ..................................................... 91 Napolyon .................................... 124, 125, 126, 128 Türkân Akyol........................................................ 74 Nâsır ........................................... 104, 112, 113, 115 Veliüddin Yakan ................................................. 107 Nebeviye Musa.................................... 108, 109, 111 Wright ............................................................ 20, 25 Nefertiti .......................................................121, 122 Yavuz Sultan Selim..................................... 127, 128 Nevâl es-Sa‘dâvî .... v, 1, 4, 51, 54, 56, 59, 102, 108, Ynestra King ........................................................ 43 113, 114, 117, 120, 122, 130, 131, 132, 133, Yunus Paşa ........................................................ 127 134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, Zenobia .............................................................. 121 143, 144, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, Zeynep el-Gazâlî ........................................ 103, 108 186, 187, 188, 189, 190, 191, 193, 194, 195, Zeynep Fevvâz ........................................... 107, 243 196, 197, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205, Zeynep Rıdvân ............................................. 54, 119 206, 208, 209, 210, 211, 213, 214, 215, 216, Zografu .................................................................. 4 217, 218, 219, 222, 224, 225, 226, 227, 228, 229, 233, 235, 289 279 ESER ADLARI İNDEKSİ A Daughter of Isis ...... 132, 133, 192, 194, 199, 213, 215, 240 Feminizm iii, v, 1, 2, 5, 7, 36, 44, 66, 112, 238, 242, 245, 247, 248 Arap Halkları Tarihi ...................................207, 242 Feminizm Herkes İçindir ............................... 2, 242 Aslında Aşk Da Yok ..... 93, 155, 156, 164, 165, 177, Feminizmin ABC’si ...................................... 85, 235 236 Aslında Özgürsün 93, 146, 152, 155, 156, 157, 159, 160, 161, 162, 173, 176 Fevâkihu ta‘lîm-î’l-benât ................................... 108 Gücünüzü Bilin ........................... 90, 91, 92, 93, 235 Havva’nın Örtülü Yüzü ...... 108, 111, 121, 122, 123, Aşk Gidiyorum Demez .. 93, 146, 147, 148, 169, 236 136, 180, 198, 203, 206, 211, 217, 222, 230, 240 Aynada Aşk Vardı ......................... 93, 173, 177, 236 İkinci Cins............................................................ 33 Ben Duygu ...... 92, 97, 149, 150, 162, 174, 177, 239 İmamın Düşüşü .. 188, 193, 195, 196, 213, 215, 220, Bin Bir Gece Masalları...................................... 213 240 Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar ............... 75, 126, 244 İmra’a ‘ınde nuḳṭaṭis-ṣıfr ................................... 240 Cennet ve İblîs ............................................137, 240 İmraâtâni fî imraâ...............................136, 209, 241 Çağdaş Arap Öyküleri ................................126, 248 İpek Dokulu Başarılar 60 Kadın 60 Öykü.... 94, 243 Değişen Bir Şey Yok .... 93, 148, 154, 160, 172, 175, İslâm Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın 236 Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l- Hükümdarlar ............................................ 9, 247 İslam’ın Bilinçaltında Kadın ..................... 104, 246 muctemi‘i’l-Arabî .. 122, 200, 202, 208, 209, 240 Jöntürk ................................................................. 64 Dünden Bugüne Arapçaya Çevirinin Serüveni .. 129 Kadının Adı Yok ..... v, 89, 91, 92, 95, 145, 147, 149, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri .......................3, 245 150, 152, 160, 162, 163, 167, 168, 170, 174, el-Ġâib ................................................ 183, 184, 240 176, 219, 220, 223, 225, 236 el-Ḥayṭu ve ‘ayn’ul-ḥayât ...........................183, 240 Kadının Cennette Yeri Yok .......... 139, 186, 187, 241 el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ .. 184, 190, 191, 240 Kadınlar Dile Düşünce ................... 36, 38, 243, 246 el-Mer’etu ve’l-‘amel ..................................108, 111 Kadınlar İçin Yazılar ..................................... 7, 247 el-Mer’etu ve’l-cins ........ v, 113, 131, 136, 207, 240 Kadınların Antropolojisine Doğru ....................... 50 el-Mer’etu ve’l-ġurbetu ................. 51, 141, 142,240 Kadınsal Mistik .................................................... 50 el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî .... 181, 182, 187, 189, Kahire Saçlarımı Geri Ver ......................... 226, 241 203, 204, 240 Kahramanlar Hep Erkek.......................93, 175, 236 el-Mer’etu-l-cedîde ............................................ 106 Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi ................. 2, 3, 242 er-Raculu ve’l-cins ............................. 142, 186, 240 Kitâbu’l-eğânî.................................................... 208 es-Sâk ‘ale-s-sâk ................................................ 106 Kur’an-ı Kerîm .. 9, 10, 44, 45, 52, 53, 99, 101, 123, Faith and Power ...........................................57, 245 Felsefe-i Zenân .................................................... 64 Feminism in İslam 99, 102, 104, 113, 114, 115, 117, 118, 190, 237 Feminist Edebiyat Eleştirisi ..........................32, 243 Feminist Teori ..............................................18, 239 193 Kurgulanmış Benlikler- Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet ............................................. 20, 235 Laḥẕatu ṣıdḳ ........................................186, 187, 241 Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e 114, 115, 241 Mektûbât-ı Rabbânî ................................... 196, 243 280 Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ ...... xiv, 178, 182, 212, 241 Tanrı Nil Kıyısında Öldü ........................... 182, 212 Tarihin Cinsiyeti ................... 24, 46, 47, 83, 85, 237 Modern Mısır Romanı ................................112, 240 Te‘allemtu el-ḥub ........................................ 131,241 Muẕekkerâtu ṭabîbe..................... 182, 214, 219, 241 Tek Tanrılı Dinler Karşısında .... 14, 15, 17, 34, 120, Muẕekkerâtun fî sicni’n-nisâ.............................. 136 Müslüman Kardeşler’den Yeni Osmanlılar’a İslamcılık ...............................................125, 238 Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik ..... 151, 186, 243 166, 172, 181, 217, 229, 237 The Essential Nawal El Saadawi A Reader 56, 132, 245 The Liberation of Women .......................... 105, 239 The Matriarchate ................................................. 27 Orientalism .......................................................... 50 The Woman’s Bible .............................................. 27 Paramparça .. 93, 148, 150, 160, 161, 171, 172, 236 Türk Romanında Kadın Kimliği (1946-1960) ... 228, Petrol Diyarında Aşk .......................... 210, 211, 241 242 Roman Sanatı..............................................139, 247 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi ............ 9 Semanûne milyûn imra'a mea'nâ ....................... 109 Uçmak .................................................................. 20 Sukûtu’l-imâm.............................................188, 213 Why Keep Asking Me About My Identıty... 183, 216, Şeytanın Masumiyeti .......................................... 137 Ta‘lîmu’l-mer’e ................................................. 106 241 Woman Church and State .................................... 27 Tahrîru’l-mer’e.............................................45, 100 281 Şekil 1 Duygu Asena-Bebekliği Şekil 2 Duygu Asena ve Kardeşi İnci Asena 282 Şekil 3 Duygu Asena Annesi İle Birlikte 283 Şekil 4 Duygu Asena ve Kadınca Dergisi 284 Şekil 5 Duygu Asena Şekil 6 Duygu Asena Şekil 7 Duygu Asena-Cenazesi 285 Şekil 8 Nevâl es-Sa‘dâvî-Bebekliği Şekil 9 Nevâl es-Sa‘dâvî'nin Büyükannesi 286 Şekil 10 Nevâl es-Sa‘dâvî Kardeşleri ile Birlikte 287 Şekil 11Doktor Nevâl es-Sa‘dâvî-1957 Şekil 12 Nevâl es-Sa‘dâvî Kahire'deki Evinde 288 Şekil 13Nevâl es-Sa‘dâvî Tahrîr Meydanı'nda 289 ÖZGEÇMİŞ 18 Nisan 1980 tarihinde İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmir’de tamamladı. 2002 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Bölümü Arap Dili ve Eğitimi bölümünden mezun oldu. 2006 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Yabancı Diller Bölümü Arap Dili ve Eğitimi alanında “Arapça ve Türkçe Çevirilerde Sözcük ve Kalıplaşmış İfadeler Düzeyinde Eşdizimlik Sorunları ve Çözüm Önerileri” isimli teziyle yüksek lisans eğitimini tamamladı. 2006 yılında MEB burslu öğrencisi olarak Ürdün Üniversitesi Diller Merkezi’nde eğitim aldı. 2009-2013 yılları arasında görevlendirme ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Arapça (hazırlık sınıfları), Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Temel Arapça (2.sınıf) ve Arapça Cümle Bilgisi (3.sınıf) dersleri verdi. Halen İstanbul Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi’nde Arapça öğretmeni olarak görevine devam etmektedir. 290