mısırlı nevâl es-sa`dâvî ile duygu asena`nın eserleri ve edebi

advertisement
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
DOĞU DİLLERİ VE EDEBİYATLARI
ARAP DİLİ VE EDEBİYATI
DOKTORA TEZİ
MISIRLI NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ İLE DUYGU
ASENA’NIN ESERLERİ VE EDEBİ
KİŞİLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
SENEM SOYER
2502080288
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. HÜSEYİN YAZICI
İSTANBUL
2013
ÖZET
Kadın olmak, çeşitli açılardan bakıldığında sosyal, kültürel, ekonomik ve
siyasi olarak farklı yorumlanabilir özellikleri içermektedir. Çocukluktan itibaren hem
aileden aktarılan genetik kodlar hem toplumdan aktarılan değerler, kadınlara hangi
durumlarda nasıl davranacaklarını öğretir biçimde düzenlenmiş ve uygulana
gelmiştir. Bunun tabii bir sonucu olarak kadın, birey olamamış, ikincil bir nesne
konumuna dönüşmüştür. Ataerkillik ve süregelen hâkim ideoloji ya da kişiye göre
konumlandırılan ve kendisine biçilen rolleri yapmak üzere kurgulanan kadın, bir
yandan birey olup kendisini gerçekleştirmeye çalışırken diğer taraftan tüm görev ve
sorumluluklarını başarıyla yerine getirmek zorundadır.
Türkiye ve Mısır bilindiği gibi erkek egemen bir toplumdur. Ancak Mısır
toplumunda yaygın olan ataerkillik, Türk toplumunda görülenden biraz daha sert bir
tavır sergilemektedir. Erkek, ataerkil toplumlarda çok büyük bir öneme sahiptir.
Kadının kraliçe olduğu Eski Mısır’dan sonra, sosyal konumunun ataerkil düzen ile
değişmesi ve ikinci dereceye düşmesi, toplumun her alanında kendini hissettirmiştir.
Bu durum tarihsel bir dönüşümün sonucudur. Cahiliye dönemini yaşayan Araplar
için büyük bir devrim olan Kur’an’ın inişiyle kadınlar, Hz. Muhammed döneminde
rahata ermiş olsalar da daha sonra kimilerine göre İslâm dininin ataerkil ideolojilere
uydurulması sonucu ikincil konuma düşmekten kurtulamamışlardır.
“Feminizm, ataerkil güçlere ve sınıf baskısına karşı mücadele etmektir”
görüşünü savunan es-Sa‘dâvî ile kendi feminizm görüşünü “her alanda kadının
erkekle tam eşitliği” anlayışına göre şekillendiren Asena, eserleri ve kadını ele
alışları bakımından çeşitli sınıflandırmalara tâbi tutularak çoğulcu inceleme yöntemi
ile değerlendirilmiştir. Yazarların ortak ve farklı yönleri üzerinde durulmuştur.
iii
ABSTRACT
Being a woman includes some features which can be interpreted differently
according to social, cultural, economical and political aspects, when looked from
different perspectives. Both genetic codes transferred from the family starting from
the childhood and the values transferred from the society have been arranged and
applied to teach women how to behave in a condition. As a result of this woman
couldn’t become an individual and turned into a second rate object. The women who
are placed according to patriarchy and the dominant ideology or individuals and who
are edited to perform the roles which are arranged for her, not only tries to become
an individual and realize herself but also she has to fulfill her responsibilities
successfully.
As it is known Turkey and Egypt are male dominant countries. But the
patriarchy which is common in the Egyptian society, shows a stricter attitude than
the one seen in the Turkish society. Man has a greater importance in patriarchal
societies. After the Ancient Egypt period in which the woman used to be the empress
,her social status changed and declined to the second rate due to patriarchal order and
this could be felt in every area of the society. This situation is the result of a
historical cycle. For the Arabs in the Pre-Islamic era with the revelation of the Holy
Quran which was a revolution although women got out of hole in the time of
Prophet Mohammed, for some people they couldn’t escape from becoming of the
second rate importance as a result of the application of Islam to patriarchal
ideologies.
es-Sa‘davi, who is defending the idea that “Feminism is to struggle against
patriarchal power and the pressure of the class” and Asena, who is shaping her own
feminism idea according to ‘the full equality of women and men in every area’, are
both evaluated according to their works and approaches toward women with the
pluralist research method by putting to various classifications. The common and
different aspects of authors are emphasized.
iv
ÖNSÖZ
Feminizm, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğasını anlamayı amaçlarken
toplumsal cinsiyet politikalarına, üstünlük ilişkilerine ve cinselliğe odaklanır.
Feminizmin önemi farklılıklardan bir güç doğurmasıdır. Bu dayanışmanın sağladığı
güç, oluşturduğu sinerji ile ezilenlerin direnişine yardımcı olur. Cinsiyetleri birbirine
yakınlaştıran köprüler kurarak hem karşıt cinslerin daha iyi anlaşmasına hem de
dünyaya daha eleştirel bir gözle bakmasına olanak sağlar.
Türkiye’de feminizmin en güçlü temsilcisi ve sesi olan Duygu Asena,
yazdıklarıyla hakkında çok konuşulmuş, ölümünden sonra bile adına yapılan
tartışmalar sürmüştür. Eserleri feminizm açısından değerlendirmeye tabi tutulan
Asena, ilk eseri Kadının Adı Yok ile satış rekorları kırmıştır. Mısırlı yazar Nevâl esSa‘dâvî de ilk kitabı olan el-Mer’etu ve’l-cins (Kadın ve Seks) ile Arap dünyasında
kadın sorunlarına dikkat çekmiştir.
Bu tezin başlangıcında karşılaştırmalı edebiyat ve feminist edebiyat ile ilgili
geniş bir literatür taraması yapılmış ve incelenmiştir. Daha önce yapılan tezler de
incelenip değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Yazarlardan Mısırlı Nevâl es-Sa‘dâvî ile
iletişim kurulmuştur.
Tezin konusunu oluşturan eserler ve yazarlarının feminizmin savunucu
olmaları sebebiyle ilk bölümde feminist hareketin tarihsel gelişimi ele alınmıştır.
İkinci bölümde ülkelerin feminist edebiyat çalışmaları incelenmiştir. Üçüncü
bölümde eserler çeşitli başlıklar altında değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Sonuç
bölümünde yazarlar arasında bir kıyas yapılarak feminist harekete katkıları ve
edebiyat dünyasındaki konumları belirtilmiştir.
Doktora eğitimimin ilk gününden itibaren bugüne kadar hoşgörüsünü,
bilgisini ve desteğini esirgemeyen, tez danışmanlığımı kabul ederek çalışmama
katkıda bulunan, tez yazım aşamasında taslak metinlerimi titizlikle inceleyen ve bana
dönüt sağlayan, bu sürecin en zorlandığım zamanlarında devam edebilmem için beni
cesaretlendiren kıymetli hocam Prof. Dr. Hüseyin YAZICI’ya teşekkürlerimi
sunarım.
v
Tez çalışmam süresince, önerileriyle bana her konuda yardımcı olan Yard.
Doç. Dr. Ömer İSHAKOĞLU’na ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Doğu
Dilleri ve Edebiyatlarındaki tüm hocalarıma,
Üniversiteye adım attığım andan bugüne kadar eğitimimin her safhasında ayrı
bir emeği olan Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Arapça Öğretmenliği’ndeki
değerli hocalarım Prof. Dr. Musa YILDIZ’a, Prof. Dr. Nurettin CEVİZ’e, Doç. Dr.
Mehmet Hakkı SUÇİN’e ve diğer tüm hocalarıma,
Araştırmalarımla ilgili İSAM Kütüphanesi ve çalışanlarına, kaynak temini
konusunda bana yardımcı olan www.onlinearabic.net ile kurucusu İhsan DİNÇ’e ve
Tahir MERZUK’a,
Bana hep güvendikleri ve inandıkları için, tanıdığım günden beri hep
yanımda oldukları için Olgun ÇIDAR ve Serap ÇIDAR’a,
Ailem, arkadaşlarım, meslektaşlarım ve sevgili öğrencilerime, Ozan Yiğit
ATALAY, Sümeyra GÜMRÜKÇÜ, İdris OKUDUCİ, Arzu AYDIN, Seyit Ahmet
UYSAL, Nuray YÜKSEL, Feyzanur KARAİNCİ ve Ayşe Şule KILINÇ’a,
Bu yorucu süreçte en büyük moral kaynağım olan yeğenlerim Doruk ve Derin
SAĞLAM’a ve bana sabır, ilgi, güler yüz, hoşgörü ve anlayış gösteren herkese
içtenlikle teşekkürlerimi sunarım.
Senem SOYER
İstanbul 2013
vi
İÇİNDEKİLER
ÖZET........................................................................................................................... iii
ABSTRACT ................................................................................................................ iv
ÖNSÖZ ........................................................................................................................ v
TABLO VE ŞEKİL LİSTESİ ..................................................................................... xi
KISALTMALAR LİSTESİ........................................................................................ xii
TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ ........................................................................ xiv
GİRİŞ ........................................................................................................................... 1
Tezin Amacı ............................................................................................................. 1
Tezin Önemi ............................................................................................................. 2
Tezin Yöntemi.......................................................................................................... 2
Sınırlılıklar ............................................................................................................... 4
Kavramsal Çerçeve .................................................................................................. 4
I. BÖLÜM: FEMİNİZM TARİHİ ............................................................................... 5
1.1 TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE FEMİST HAREKET ...................................... 5
1.1.1
İLKÇAĞLARDA FEMİNİZM VE KADININ DURUMU ................. 12
1.1.2
ESKİ YUNAN – ROMA DÖNEMİNDE FEMİNİZM VE KADININ
DURUMU .......................................................................................................... 14
1.1.3
RÖNESANS – REFORM VE ENDÜSTRİ DEVRİMİ
DÖNEMLERİNDE KADININ DURUMU ....................................................... 17
1.2
FARKLI FEMİNİST AKIMLAR VE SÖYLEMLER ............................ 22
1.2.1
LİBERAL FEMİNİST KURAM ......................................................... 23
1.2.2
KÜLTÜREL FEMİNİST KURAM ..................................................... 26
1.2.3
MARKSİST – SOSYALİST FEMİNİST KURAM............................. 28
1.2.4
İKİNCİ DALGA FEMİNİZM.............................................................. 31
1.2.5
FEMİNİZM VE VAROLUŞÇULUK .................................................. 32
vii
1.2.6 RADİKAL FEMİNİST KURAM ............................................................. 34
1.2.7 PSİKANALİST FEMİNİST KURAM ...................................................... 36
1.2.8 FRANSIZ FEMİNİST KURAM ............................................................... 37
1.2.9 ÜÇÜNCÜ DALGA FEMİNİZM .............................................................. 39
1.2.10 SİYAH FEMİNİST KURAM ................................................................. 40
1.2.11 LEZBİYEN FEMİNİST KURAM .......................................................... 41
1.2.12 POSTMODERN FEMİNİST KURAM .................................................. 41
1.2.13 EKOFEMİNİZM ..................................................................................... 43
1.2.14 İSLÂMÎ FEMİNİZM .............................................................................. 43
1.3 BATIDA FEMİNİZM ...................................................................................... 46
1.4 DOĞUDA FEMİNİZM.................................................................................... 50
II. BÖLÜM: TÜRK VE MISIR EDEBİYATLARINDA FEMİNİST HAREKET ... 59
2.1 TÜRKİYE’DE FEMİNİST HAREKET VE ÖNCÜLERİ ............................... 59
2.2 CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE FEMİNİZM ...................................... 63
2.3 CUMHURİYET DÖNEMİNDE FEMİNİZM ................................................. 76
2.4 DUYGU ASENA’YI ÖNCÜ KILAN SEBEBLER ......................................... 87
2.5 MISIR’DA FEMİNİST HAREKET VE ÖNCÜLERİ ..................................... 99
2.6 İSLÂM ÖNCESİ DÖNEMDE KADININ DURUMU .................................. 120
2.7 NAPOLYON BONAPART DÖNEMİ .......................................................... 124
2.8 OSMANLI YÖNETİMİNDE MISIR KADINININ DURUMU ................... 127
2.9 NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’Yİ ÖNCÜ KILAN SEBEPLER ............................... 130
III. BÖLÜM: DUYGU ASENA VE NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’NİN FEMİNİZM İLE
İLGİLİ GÖRÜŞLERİ............................................................................................... 140
3.1 DUYGU ASENA’NIN ESERLERİNDE İÇERİK ........................................ 145
3.1.1 AİLE UNSURU ...................................................................................... 145
3.1.2 BABA KARAKTERİ ............................................................................. 146
viii
3.1.3 CİNSELLİK ............................................................................................ 150
3.1.4 DİN KONUSU ........................................................................................ 153
3.1.5 EVLİLİK ................................................................................................. 154
3.1.6 İŞ HAYATI ............................................................................................. 163
3.1.7 SOSYAL HAYAT .................................................................................. 168
3.1.8 KADIN OLGUSU ................................................................................... 174
3.2 NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’NİN ESERLERİNDE İÇERİK ................................ 178
3.2.1 AİLE UNSURU ...................................................................................... 178
3.2.2 BABA KARAKTERİ ............................................................................. 181
3.2.3 CİNSELLİK ............................................................................................ 184
3.2.4 DİN KONUSU ........................................................................................ 191
3.2.5 EVLİLİK ................................................................................................. 197
3.2.6 İŞ HAYATI ............................................................................................. 203
3.2.7 SOSYAL HAYAT .................................................................................. 207
3.2.8 KADIN OLGUSU ................................................................................... 211
3.3 İKİ YAZAR ARASINDA GENEL BİR MUKAYESE ................................. 218
SONUÇ .................................................................................................................... 227
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 235
EKLER ..................................................................................................................... 250
EK 1: NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ İLE YAPILAN GÖRÜŞME: ............................... 250
EK 2: TC. BAŞBAKANLIK KADININ STATÜSÜ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ,
KADININ STATÜSÜ ve SAĞLIĞI İLE İLGİLİ GERÇEKLER ....................... 253
ULUSLARARASI DÜZEYDE “KADIN KONULARINDA” YAPILAN VE
DÜZENLENEN TOPLANTILAR .......................................................................... 253
YENİ BİN YIL KALKINMA HEDEFLERİ BİLDİRGESİ (BM, 2000) SONUÇ
HEDEFLERİ ............................................................................................................ 257
ix
TÜRKİYE’DE KADINLAR VE EĞİTİMDE YAPILANLAR .............................. 259
TÜRKİYE’DE KADINLAR VE EKONOMİDE YAPILANLAR ......................... 261
TÜRKİYE’DE KADINLAR VE SAĞLIK KONULARINDA YAPILANLAR .... 263
TÜRKİYE’DE KADIN HAKLARI ALANINDAKİ YASAL GELİŞMELER ...... 265
TÜRKİYE’DE KADINLAR VE KARAR MEKANİZMALARINA KATILIM ... 270
TÜRKİYE’DE KADINLARIN İLERLEMESİNİ DESTEKLEYEN KURUMSAL
MEKANİZMALAR ................................................................................................. 272
KİŞİ ADLARI İNDEKSİ ......................................................................................... 278
ESER ADLARI İNDEKSİ ....................................................................................... 280
ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................. 290
x
TABLO VE ŞEKİL LİSTESİ
Şekil 1 Duygu Asena-Bebekliği ............................................................................... 282
Şekil 2 Duygu Asena ve Kardeşi İnci Asena ........................................................... 282
Şekil 3 Duygu Asena Annesi İle Birlikte ................................................................. 283
Şekil 4 Duygu Asena ve Kadınca Dergisi ................................................................ 284
Şekil 5 Duygu Asena ................................................................................................ 285
Şekil 6 Duygu Asena ................................................................................................ 285
Şekil 7 Duygu Asena-Cenazesi ................................................................................ 285
Şekil 8 Nevâl es-Sa‘dâvî-Bebekliği ......................................................................... 286
Şekil 9 Nevâl es-Sa‘dâvî'nin Büyükannesi .............................................................. 286
Şekil 10 Nevâl es-Sa‘dâvî Kardeşleri ile Birlikte .................................................... 287
Şekil 11Doktor Nevâl es-Sa‘dâvî-1957 ................................................................... 288
Şekil 12 Nevâl es-Sa‘dâvî Kahire'deki Evinde ........................................................ 288
Şekil 13Nevâl es-Sa‘dâvî Tahrîr Meydanı'nda ........................................................ 289
xi
KISALTMALAR LİSTESİ
a.e.
aynı eser
a.g.e.
adı geçen eser
a.g.m.
adı geçen makale
AGİK
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
Aş.
Aşağı
AÜHF
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
AWSA
Arap Kadınları Birliği
Bs.
Basım
Bkz.
Bakınız
C.
cilt
CEDAW
Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi
Çev.
Çeviren
Der.
Derleyen
DİA
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
DNA
Deoksiribonükleik asit, genetik kod
DTCF
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
FGM
Kadın Sünneti-Female Genital Mutilation
IAW
Uluslararası Kadın Oy Hakkı Birliği
ICPD
Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Kongresi
xii
ICW
Uluslararası Kadın Konseyi
ILO
Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labour Organization)
IWSA
Uluslararası Kadın Oy Hakkı Derneği
KSSGM
Kadın Sorunları ve Statüsü Genel Müdürlüğü
OECD
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (Organization For Ekonomic
Co-operation and Development)
ö.
Ölümü
s.
sayfa
TBMM
Türkiye Büyük Millet Meclisi
TCK
Türk Ceza Kanunu
vd.
ve diğerleri
Yay. Haz.
Yayına hazırlayan
Yuk.
Yukarı
yy.
yüzyıl
xiii
TRANSKRİPSİYON İŞARETLERİ
Bu çalışmada aşağıdaki transkiripsiyon alfabesi kullanılmıştır.
Sesliler:
‫ ــــا‬، ‫ــــ َى‬:
â, ‫ ــــي‬: î ، ‫ ـــــ ُو‬: û ، َ‫ ـــــ‬e (kalın harfler a), ‫ ـــــ‬: i, ُ ‫ ـــــ‬:u
Sessizler:
‫ء‬:’
‫ب‬:b
‫ث‬:t
‫ث‬:s
‫ج‬:c
‫ح‬:ḥ
‫خ‬:ẖ
‫د‬:d
‫ذ‬:ẕ
‫ر‬:r
‫ز‬:z
‫س‬:s
‫ش‬:ş
‫ص‬:ṣ ‫ض‬:ḍ
‫ط‬:ṭ
‫ظ‬:ẓ
‫ع‬: ‘
‫غ‬:ġ
‫ف‬:f
‫ق‬:ḳ
‫ك‬:k
‫ل‬:l
‫م‬:m
‫و‬:v
‫ه‬:h
‫ي‬:y
‫ن‬:n
Yukarıda verilen transkiripsiyon alfabesine ek olarak aşağıdaki hususlar esas
alınmıştır:
1. Kelime başında gelen harf-i tarifler küçük yazılmıştır. Örnek: es-Sa‘dâvî
2. Harf-i tarifle gelen kelimelerin başındaki şemsi ve kameri harflerin
okunuşu belirtilmiştir. Örnek: es-Sa‘dâvî
3. İzafet terkibi şeklinde bulunan ibarelerde ve vaslı gerektiren yerlerde
muzâf ve muzâfun ileyhin îrabı yazıda gösterilmiştir. Örnek: ed-Durru’lmensûr
4. Terkip halindeki isim ve lakapların cüzleri bitişik yazılmış ve kaynaşan
kelimelerden ilkinin bulunduğu yere göre irabındaki değişiklikler yazıda
gösterilmiştir. Örnek: Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ
xiv
GİRİŞ
Tezin Amacı
Bu çalışmanın amacı, Mısır’da feminizmin öncüsü olan Nevâl es-Sa‘dâvî ile
Türkiye’de kitapları çok ses getirmiş, kadın hakları ve onun savunulması konusunda
çığır açmış Duygu Asena’yı feminizm görüşleri açısından incelemek ve mukayese
etmektir. Çalışmanın amacı çerçevesinde genel olarak aşağıdaki sorulara yanıt
aranacaktır:
-
Feminizm nedir ve ortaya çıkışıyla birlikte etkileri neler olmuştur?
-
Dünyada, Mısır’da ve Türkiye’de feminizmin süreçleri nasıl gelişmiştir?
-
Feminizm hareketine zemin hazırlayan görüşler nasıl ortaya çıkmıştır?
-
Yazarlarımızın hayat hikâyeleri ve edebiyat görüşleri nelerdir?
-
Duygu Asena ve eserlerinde kadın olgusu nasıldır?
-
Nevâl es-Sa‘dâvî ve eserlerinde kadın olgusu nasıldır?
Bu tezin hazırlanış aşamasında görülmüştür ki; feminizm dünyanın neresinde
ve hangi toplumda olursa olsun başta ataerki olmak üzere bütün baskılara karşı bir
hareket biçimi olmuştur. “Elit tabaka” ve “yoksul halk” söylemini kullanarak bizim
de bir bakıma sınıf ayrılığını onayladığımız her kesimden kadınlar, hak arayışları için
bir şekilde feminist harekete dâhil olmuşlardır. Bu katılımın süresi değişkenlik
gösterse de feminizm, tüm toplumları kısa zamanda etkisi altına almıştır. İki ayrı
kültürde doğup büyüyen, farklı hayatlar yaşayan yazarlarımız Duygu Asena ve Nevâl
es-Sa‘dâvî’yi bu tezde ortak paydada bir araya getiren unsur feminizmdir. İki yazar
da hâkim güç olan ataerkiye kendi toplumlarında bir öncü olarak direniş göstermişler
ve toplumda bir uyarıcı rolü oynamışlardır.
1
Tezin Önemi
Feminizm konusunda, ister bu görüşü benimsesin ister reddetsin hemen
herkesin belli bir fikri, düşüncesi vardır. Fakat bu konuda genel eğilim “onların (kötü
feministler) erkeklerden nasıl da nefret ettikleri, onların doğaya ve de Tanrı’ya nasıl
karşı çıktıkları, onların tümüyle lezbiyen oldukları, onların bütün işleri ellerine
alarak başka hiçbir şansı kalmayan beyaz erkeklere dünyayı nasıl da zehir ettikleri”1
yönündedir. Hâlbuki feminizmin asıl amacı, erkek düşmanı olmak değil aksine
“cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürü ve baskıyı sona erdirmeyi amaçlayan bir
harekettir”2; kadınların toplumda bir birey olarak yer edinmesini ve özgürlüklerini
kazanmış kadınlardan oluşan bir toplum meydana getirmektir. Çoğu zaman yanlış
anlaşılmalar sonucu uzak durulan feminizmin doğru ve bilimsel tanımını yaparak,
toplumun her kesiminden insanın bu kavramı doğru anlamasını sağlamak
çalışmamızın hedefleri arasındadır.
Ayrıca
geleneksellikleri
Asena
ve
ve
es-Sa‘dâvî’nin
modernleşme
eserlerinde,
çabaları
yaşadıkları
açısından
feminist
toplumlar,
görüş
ile
değerlendirilecektir.
Tezin Yöntemi
Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, disiplinler arası olma özelliğiyle incelemeye
tâbi tutulan eserleri, edebiyat bilimi dışında başka birçok alanla da ilişkilendirmekte
ve inceleme yöntemini belirlemektedir. Bu konuda Gürsel Aytaç, metin inceleme
yöntemlerini şu şekilde belirlemiştir: “Pozitivist İnceleme, Psikanalitik (Freud’cu)
İnceleme,
Marksist
İnceleme,
Feminist
İnceleme,
Hesaplaşmacı
İnceleme,
Dilbilimsel İnceleme, Okuyucuya Yönelik İnceleme, Felsefeye Dayalı İnceleme,
1
Bell Hooks, Feminizm Herkes İçindir, Yay. Haz. Amy Spangler, Çev. Ece Aydın vd., İstanbul,
Çitlembik Yayınları, 2002, s. I.
2
Hooks, a.e., s. 1.
2
Metne Bağlı İnceleme (Werkimmanent), Yorumlayıcı İnceleme (Hermeneutik),
Alımlama Estetiği (Rezeptionsästhetik) ve Çoğulcu İnceleme.”3
Bu tezin hazırlanmasında farklı feminist bakış açılarına ek olarak sosyolojik
ve psikolojik yöntemler de dâhil edilmiş ve çoğulcu bir yöntem izlenmiştir. Bu
yöntemin yanı sıra feminist inceleme yöntemi kullanılmıştır. Her iki yazarın
feminizmin güçlü savunucuları olmaları ve eserlerinde kadın karakterleri her açıdan
etkili biçimde irdelemeleri bu yöntemi kullanmayı gerektirmiştir. Bu bağlamda şunu
da eklemek gerekir ki; “edebiyat yapıtlarına bakıldığında, yalnız gerçek yaşamda
değil romanlarda, şiirlerde, oyunlarda kadının aşağılandığı, horlandığı ve böylece
ataerkil düzenin bu yoldan desteklenip sürdürüldüğü görülür.”4 Berna Moran’ın
belirttiği gibi feminist eleştiri, edebiyat yapıtlarındaki kadına karşı bu tutumu ortaya
koymak ve sorunlara yaklaşım bakımından gereklidir. Feminist edebiyat bilimi,
Aytaç’ın da ifade ettiği gibi 20. yy.ın ikinci yarısından itibaren çeşitli kuramlarla
bütünleşerek günümüze kadar uzanmıştır. “Edebiyatı politik-sosyal bakış açısıyla
inceleyip “kadın” problematiğini vurgulayan çalışmaların ardından kadın yazar ve
şairlerin eserlerini edebilik [edebîlik] açısından metne bağlı açımlama, yorumlama
çalışmaları, giderek de bu eserlerin alımlanmasını, etkileşimini araştıran çalışmalar
hep feminist edebiyat biliminin çeşitlemeleri olarak devam etmektedir.”5
Sosyolojik yöntem, yazarların eserlerini sadece kendi bakış açılarından değil
aynı zamanda kendi toplumları bakımından da incelemek için gereklidir. Moran’ın
ifade ettiği gibi “sosyolojik eleştiri edebiyatın kendi başına var olmadığı, toplum
içinde doğduğu ve toplumun bir ifadesi olduğu ilkesinden hareket eder. Yazarı, eseri
ve okuru sosyal koşullar belirlediğine göre, yapılacak iş, bir bilim adamı gibi
davranmak ve bu koşullar üzerine eğilerek sanatla ilgili sorunları açıklamaktır.”6
Tezimizde karşılaştırmalar
yazarların eserleri
üzerinden
yapılacaktır.
Romanlardaki kadın karakterler çeşitli açılardan mukayeselere tâbi tutulacaktır.
3
Gürsel Aytaç, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul, 2003, s. 97-101.
Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, I. Baskı 1999, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s.
249-250.
5
Gürsel Aytaç, Genel Edebiyat Bilimi, 1. Baskı 2003, Say Yayınları, İstanbul, 2009, s. 167-168.
6
Aytaç,a.e., s. 83.
4
3
Ayrıca yazarlarımızın hayatlarının, eserleri ve söylemleri üzerindeki etkileri de
değerlendirilecektir.
Sınırlılıklar
Bu tez Duygu Asena ve Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserleri ile sınırlandırılmıştır.
Bu bağlamda Asena’nın vefat etmiş olmasından dolayı tek kaynak olarak eserleri ve
onun hakkında yazılmış olan makaleler kullanılmıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî ile
elektronik posta yoluyla iletişim kurulmuş, elde edilen eserleri kaynakçada belirtilip
incelemeye tâbi tutulmuştur. Mısırlı yazarın bazı kitaplarına ulaşılamamıştır. Sonuç
ve genellemeler bunlarla sınırlıdır.
Kavramsal Çerçeve
“Kendisini kurtaracak tek şeyin kendisine karşı duyduğu güvenin olduğunu,
ne yazık ki, kadın şimdiye kadar bir türlü öğrenememiştir. Tam tersine, kendisine,
istediği her şeyin gerçekleşmesini daima baba, erkek kardeş, koca gibi erkeklerden
beklemesi öğretilmiştir”7.
Zografu’ya ait bu sözden hareketle feminizmin kaçınılmaz ve ne derece
önemli olduğu ortadadır.
7
Hakan Altun, “Feminist Kuram Doğrultusunda Bir Okuma/Sahneleme ve Bir Örnek Çalışma:
Denizden Gelen Kadın”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Doktora Tezi, 2008, s. 17.
4
I. BÖLÜM
1.FEMİNİZM TARİHİ
1.1 TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE FEMİST HAREKET
Günümüz toplumuna gelinceye değin bütün toplumlarda kadın sorunu tüm
sorunların başında gelmiştir. Kadınlara sorunlu varlıklar olarak bakılmış, kadınla
ilgili durumlar sorun olarak algılanmış ve feminist hareket, insanlık tarihinin bugüne
kadar görülmüş en güçlü davası olmuştur. Feminizm ve feminist hareket ifadelerinin
doğru anlaşılabilmesi için öncelikle kadınların tarih boyunca özgürlük ve hakları
açısından hangi merhalelerden geçtiğini incelemek gerekir.
Kadının tarihteki yerini incelemek için tarih öncesi dönemlere hatta insanlık
tarihine bakmak yerinde olacaktır. Yasak meyveyi (Hz.) Âdem’e yedirerek
Cennetten kovulmaya (Hz.) Havva’nın sebep olduğu ileri sürülerek başlatılan ve
günümüz kadınlarına kadar süregelen kadına karşı tutum ve davranışlar herkesçe
bilinmektedir. Bazılarına göre bu durum; kadının ikincil konuma itilmesine zemin
hazırlamış, ataerkil yapının güçlenmesine olanak sağlamıştır. “Kadınların tarihi her
şeyden önce baskı altına alınışlarının ve bunun gizlenişinin tarihidir. Zaten gizleme
de baskının bir parçasıdır: Bu açıdan ne rastlantıdan ne de tarafsız bilimden söz
edilebilir1”. Tarihe geniş bir perspektiften bakılırsa toplumların sürekli bir sınıfsal
ayrılığa maruz kaldıkları görülmektedir. Yöneten ve güçlü olan sınıflar bu durumun
devamlılığını sağlarken, ötekiler diyebileceğimiz yönetilenler ise her fırsatta
durumun değişmesi için bir araya gelme, örgütlenme, hak arama eğiliminde
olmuşlardır. Bu sınıfsal farklılıklar değişik biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Önemi
hiçbir zaman değişmeyen ise cinsiyetçilik olmuştur. Feminizmi güçlü kılan ise
cinsiyetçiliğe karşı çıkma ve kadınların “kız kardeşlik kültürü” adı altında ve
dayanışma içinde olmalarını, bir araya gelmelerini sağlaması olmuştur. “Kadınlar
arasındaki dayanışma her zaman cinsiyetçiliği zayıflatır ve ataerkinin yok olması
1
Andrée Michel, Feminizm, Çev. Şirin Tekeli, Kadın Çevresi Yayınları, İstanbul, Ağaoğlu Yayınevi
Tesisleri, 1984, s. 159.
5
için uygun ortamları kurar”2. Feminizm “kadını görünmez kılan ve ikincileştiren
ataerkiyi/erkek egemenliğini sorunlaştırarak, tarihselleştirerek ve sorgulayarak
çözümler üretme çabasındadır”3. Tarih boyunca anaerkil düzenden ataerkil düzene
geçiş sürecinde kadına biçilen rol, itaat etme, boyun eğme, ev içine hapsolma, çocuk
bakma ve sessiz kalma gibi birçok şekilde karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar bu
sessizliğe her fırsatta karşı çıkmışlar ve hak arayışlarını sürdürmüşlerdir. Batıda
değişim rüzgârları estiren Fransız İhtilâli ile beraber eşitlik, özgürlük ve adalet
kavramları insanları düşünmeye, durum değerlendirmesine ve mücadeleye teşvik
etmiştir. Toplumları güçlü bir değişime sürüklemiştir. Diğer taraftan İslâm Dini,
kadına hak ettiği değeri ve hakları vermiştir. Kadının insan olup olmadığını tartışmak
yerine onu “cennet anaların ayakları altındadır”4 hadis-i şerifinde de belirtildiği
gibi, kadına anne olması hasebiyle en büyük ve saygın yeri vermiştir. Evlilik
öncesinde kadına mihr verilmesi, İslâm ile gelen reform niteliğinde bir yeniliktir.
Kaplan’ın da belirttiği gibi; sanayi, bilim ve teknolojinin ilerlemesi, feodalizmin
çözülmesi, nüfusun belirli merkezlerde yoğunlaşması, kadının geniş ölçüde iş
yaşamına atılması, geleneksel bağların ve düşünce yapılarının değişmesi sonucunu
doğurdu5. Eski zamanlardan beri birlikte çalışan ve eşit paylara sahip olan toplumda
sınıfsal farklılıklar ortaya çıktı. Bu farklılaşma ve sınıfsallaşma adaletsiz paylaşımı
ve sömürüyü ortaya çıkardı. Dolayısıyla kadınların toplumdaki yeri değişmiş oldu.
Ekonomik ve siyasi haklarından mahrum bırakılan burjuva kadınlar ile ağır iş
koşulları altında ezilen işçi kadınların eşit haklar için mücadelesi ve birlikteliği
feminist hareketin ilk kıvılcımları oldu.
Kadın sorunlarının çözümüne ilişkin yaklaşımlar genel olarak Batı
dünyasında gelişmiştir. Batı’da feminizm, toplumsal hareketlerin yükselişe geçtiği,
büyük siyasal, ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin yaşandığı 18. ve 19. yy.lara
denk düşmektedir. “Özgürlük, hak ve adalet kavramlarını merkeze alarak asimetrik
ilişkileri sorgulayan feminizm, erkeklerle eşit konumda haklar adına mücadele etmiş
2
Hooks, a.g.e., s. 15.
Altun, a.g.e., s. 36.
4
Nesâî, Cihad, 6
5
Erhan Kaplan, “Türk Siyasal Sisteminin Temel Belgelerinde Kadın ve Kadın Sorunu”, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999, s. 6.
3
6
ve isteklerini de siyasal ve hukuksal zeminde gerçekleştirmeye çalışmıştır6”. Kadınlar
mücadelelerini sistemli bir şekilde 19. yy.da ortaya koyabilmişler ve 20. yy.da da
feminist hareket uluslararası bir nitelik kazanabilmiştir. Feminizm sözcüğü ilk kez
1837 yılında Fransa’da Robert Sözlüğüne girmiştir. “Kadınların toplum içindeki
rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin”7 olarak tanımlanmıştır. Felix
Grendon, feminizm teriminin 1872 yılı başlarında Alexandre Dumas tarafından
“L’Homme-Femme” adlı bir broşürde kadın hakları hareketi için kullanılmıştır.8
Başka bir açıdan feminizm, “temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini
değiştirmeyi amaçlayan siyasi bir harekettir. Kadın-erkek arasındaki ilişkiyi aile,
eğitim, iş dünyası, siyasi hayat, kültür ve tarihe kadar geniş bir yelpaze içinde
sorgular”9. Şirin Tekeli’nin feminizm görüşü ise şöyledir:“Feminizm, kadınların
dünyaya, erkeklerin gözlerinden, onların çıkarları açısından değil, kendi gözleriyle
bakmasını savunan, kendi seslerini bulmalarını isteyen bir düşünce akımıdır10”.
Dilek İmançer’e göre ise feminizm, “feminist hareket çerçevesinde kadın sorununu
sadece kadın-erkek eşitsizliği açısından ele almak tek boyutlu bir çözümleme
olacaktır. Zira kadın sorunu ekonomik, politik, ideolojik psikolojik yönlerin iç içe
geçtiği karmaşık bir olgudur”11 der. Bu tanımı desteklercesine Bell Hooks da
“feminizm herkes içindir”12 diyerek feminizmin toplum için gerekli olduğu noktasına
dikkat çekmiştir. Kadınların bu haklı davalarından kasıt erkekler ile eşitlik değil aynı
toplumsal, sosyal, ekonomik ve siyasi haklara sahip olmaktır. Bir hukukçu gözüyle
feminizm “bir yandan kadınlara erkeklerle eşit haklar ve fırsatlar tanınmasını ve
kadınlara karşı olan ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını, diğer taraftan kadınların
erkeklerden farklı olduğunu ve bu farklılığın göz önünde bulundurulması gerektiğini
savunan sosyal, politik ve hukuki akımdır”13. Aksu Bora ise feminizmi şu şekilde
6
Elif Tekin, “1980 Sonrası Türkiye’de Feminizmin Görünümü”, Afyon, Afyon Kocatepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, , 2007, s. 2.
7
Michel, a.g.e., s. 6.
8
Felix Grendon, “Feminism”, Encylopedia Americana, New York, 1970, C.11, s. 107.
9
Ömer Çaha, “Feminizm ve Sivil Toplum”, (Çevrimiçi) http://www.fatih.edu.tr/~omercaha/
30.04.2013
10
ŞirinTekeli, Kadınlar İçin Yazılar, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1988, s. 215.
11
Dilek İmançer, “Feminizm ve Yeni Yönelimler”, Doğu Batı Dergisi, Felsefe Sanat ve Kültür
Yayınları, Sayı 19, Yeni Düşünce Hareketleri-2002, s. 151.
12
Hooks, a.g.e., s.122.
13
Adnan Güriz, “Feminizm, Postmodernizm ve Hukuk Bir İnceleme”, Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayınları, No:521, Ankara, AÜHF Döner Sermaye Yayınları No:36, 1997, s. 2.
7
açıklamıştır: “feminizmi özetleyen tek bir cümle bulmam gerekseydi, bu cümle,
‘kişisel olan politiktir’ olurdu. Bu söz, feminizmin kadınların kendi hayatlarına
bakışlarını ve bu hayatı algılamalarını nasıl temelden değiştirdiğini gösterdiği
kadar, cinsiyeti ‘doğal’ ve ‘biyolojik’ bir varoluş olmaktan çıkarıp politikleştirdiğine
de işaret eder. Bu nedenle, feminizm politik düşünceye ve eyleme yaptığı büyük
katkının ifadesidir.”14 Bu tanımlardan da anlaşılacağı gibi feminizmden amaç,
kadının zaten sahip olduğu fakat tarih sahnesinde zamanla yitirdiği haklarına
kavuşmasıdır.
Feminizmin ortaya çıkışındaki faktörler çeşitli kaynaklardan beslenmiştir. İlk
olarak Avrupa’da kendini gösteren feminizm için, kadına karşı yaklaşım etkili
olmuştur. Bunun yanı sıra Hindistan’da kadınların ölen kocalarıyla yakılma âdeti,
ortaçağda cadıların yakılması, Afrika ülkelerindeki kadın sünneti, kilisenin kadına
karşı tavrı öne çıkan etkenlerdir.
Tarihsel süreç içerisinde feminizme bir göz attığımızda; Hitit toplumunda
kadın hükümdarların geniş yetkilere sahip olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra
Yunan kültüründen de ilk tanrıçaların kadın olduğu bilinmektedir. Eski Türklerde ise
erkek egemen bir yapı olmasına rağmen kadın değersiz değildir, aksine yönetimde
söz sahibidir. Fakat Ortaçağ Avrupa’sında kadının durumu içler acısıdır. XIII. yy.dan
itibaren Hıristiyanlıkta kadın düşmanlığının cadı avı altında katliamlara dönüşmesi,
bunun en açık göstergelerinden biridir. Kilise kendi içindeki yoldan çıkmalar ile
sarsılan otoritesini sağlamak için engizisyon mahkemelerini kurmuştur. Özellikle
bilimle ilgilenen, jinekoloji ile kadına tedavi uygulayan binlerce masum kadın
büyücülükle suçlanmış, işkenceye uğramış ve katledilmiştir. Reform hareketi ile
birlikte kadının durumunda biraz olsun düzelme sağlanmıştır. İslâm öncesi Arap
toplumunda da kadının hiç değeri yoktur. Öyle ki kız çocukları diri diri toprağa
gömülmüşlerdir. Cahiliye olarak adlandırılan bu dönemden sonra “İslam toplumunda
kadının durumu birçok Avrupalı yazar tarafından yanlış anlaşılmış ve Müslüman
kadının bütün tarih boyunca erkeğin esiri olduğu veya kafes arkasına itilmiş bir
14
Aksu Bora, “ “Kadın Sorunu” mu, Erkek Egemenliği mi?”, Modern Türkiye’de Siyasi DüşünceDönemler ve Zihniyetler, 1. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 9. C., 2009, s. 818.
8
mahpusun hayatını yaşadığı tezi ileri sürülmüştür.”15 Ancak İslâmiyet ile birlikte
kadının durumu çok yükselmiştir.
“Müslüman reşit kadın hem istifade hem de
kullanma ehliyetine sahip olduğu için çağdaş hukuk
sistemlerine bağlı kadınlardan çok önce hukuki şahsiyetini
kazanmış bulunmaktadır. Serbestçe ticaret yapan, malları
üzerinde istediği gibi tasarrufta bulunan Müslüman kadını
toplum
hayatında
kendine
düşen
yeri
almaktan
alıkonulmamıştır; hatta Divân-ı Mezâlim başkanlığı gibi
kadılıktan bile üstün olan bir vazifeyi görmesi doğal
karşılanmıştır.”
16
Çünkü İslâm Dini’ne göre kadın ve erkek eşittir. Allah insanları çift ve eşit
yaratmıştır. “İslâm'da ilk kadın tarafından işlenen ve erkeğin de işlemesine sebep
olunan aslî günah anlayışı yoktur. Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Âdem'le Havva'nın şeytan tarafından müştereken kandırıldığından bahseder.”17 İslâm Dini’nin, Hıristiyanlıkta
olduğu gibi kadının günahkâr olduğuna dair ve kadın karşıtı bir tavrı yoktur.
“Sadaka veren erkeklere ve sadaka veren kadınlara ve Allah’a güzel bir ödünç
verenlere, verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli bir mükâfat
vardır”18 ayeti Kur’an-ı Kerîm’de erkek gibi kadının da muhatap alındığını
göstermektedir. Fakat İslâm Dini erkeğe kadından farklı olarak çeşitli sorumluluklar
yüklemiştir.
Erkek
çalışıp
kadının
geçimini
ve
ihtiyaçlarını
karşılamakla
yükümlüdür. Kadın ise isterse çalışır. Ayrıca Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de kadın
ve erkeğe aynı şekilde şöyle hitap etmiştir:
“Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar,
mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâate devam eden
erkekler ve tâate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve
doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,
15
Bahriye Üçok, İslâm Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Bilge Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul, 3. bs., Eylül 2011, s. 10.
16
Üçok, a.g.e., s. 10.
17
Mehmet Akif Aydın, “Kadın”,Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Komaş A.Ş.
Dağıtım İstanbul Şubesi, İstanbul, 2001, C. 24, s. 87.
18
Hadîd Suresi 18. Ayet.
9
mütevâzî erkekler ve mütevâzî kadınlar, sadaka veren
erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve
oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını)
koruyan kadınlar, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve zikreden
kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve
büyük bir mükâfât hazırlamıştır.”
19
.
Hz. Muhammed, kadınlara karşı iyi davranılmasını, yumuşak huylu ve tatlı
dilli olunmasını tavsiye etmiştir. Bunu şu hadis-i şerifte açıkça görmek mümkündür:
“aranızda en hayırlı kimseler kadınlarına, zevcelerine karşı huyu en iyi
olanlarınızdır.”20 İslâm Dininin kadına verdiği değere başka güzel bir örnek şu
hadistir; “kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler.”21
İslâm Dininin kadına verdiği değerin bir göstergesi olarak Nisa Suresi de örnek
verilebilir. Ayrıca sütkardeşlerin evlenmesini haram kılan İslâmiyet, kadının çocuğu
emzirmesiyle DNA’sının değiştiği gerçeğini göz ardı etmemiştir. İslâm Dininin
kutsal kitabı Kur’an-ı Kerîm’in dili, Arapçadır. Cinsiyetli bir dil olan Arapça, baskın,
hâkim ve üretken özelliği olan nesne adlarını müennes (dişil) isimlendirmiştir.
Örneğin güneş, yer ve gök kelimeleri yazılışları itibarıyla müzekker olmasına karşın
müennes kabul edilen kelimelerdendir. Kadın yaratılış itibariyle de baskın
özelliklerdedir. En küçük yapı taşı olan kromozomlar kadınlarda XX, erkeklerde XY
şeklindedir. Eğitime büyük önem veren İslâmiyet, ilim tahsilini kadın-erkek her
Müslüman’a zorunlu kılmıştır. Osmanlılarda ise kadınlar sınırlı haklara sahiptir.
Devletin kuruluş yıllarında eski Türklerdeki adetler yaygınken, Fatih Sultan Mehmet
devri ile yükselişe geçen Osmanlılarda kadın, gerek din, gerek etkilenilen İran ve
Bizans kültürü gerekse yerleşik yaşama geçiş sebebiyle toplumsal yaşamdan
uzaklaşmıştır. XVI. yy.da kadınlara yönelik fermanlar yayınlanmıştır. Bu fermanlar
genellikle kadınların kıyafeti, sokağa çıkmaları ve erkeklerle ilişkilerini düzenlemeye
yöneliktir. Kadınların, gayrimüslimler aracılığıyla Batı’dan getirilen modaya
uymaları yasaklanmıştır. Ayrıca “III. Osman döneminde kalın siyah peçe
kullanmayan kadının sokağa çıkması yasaklanır. Saray dışındaki kadınların sandala
19
Ahzâb Suresi 35. Ayet.
Müslim, Rada 61, 1469
21
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiye ve İstilahat-ı Fıkhiye Kamusu, İstanbul, C. II., 1999, s.
73-74.
20
10
binmesine izin verilmez. Toplumsal alanda kadın erkek birlikteliğinin hoş
karşılanmadığı Osmanlı Devleti’nde kadınların mesire yerlerine gitmeleri ve
kaymakçı dükkânlarına girmeleri de yasaklanır.”22 Fakat XIX. yy.da Tanzimat
Fermanı’nın ilanı ve batılılaşma süreci ile kadınların durumunda bir takım
iyileşmeler ve değişiklikler olmuştur. Ülkemizde egemen olan ataerkil yapının yanı
sıra, 1926 yılında Medeni Kanun ile kadınlara erkeklerle eşit olma hakkı, 3 Nisan
1930 gün ve 1580 sayılı yasayla belediye seçimlerine katılma, 26 Ekim 1933 gün ve
2349 sayılı kanunla köy ihtiyar heyetlerine ve muhtarlığa seçme ve seçilme hakkı
verilmiştir. 1934 yılında da 2599 sayılı yasayla milletvekili seçme ve seçilme hakkı
tanınmıştır. 1935 yılında yapılan ilk genel seçimde 18 kadın milletvekili Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ne girmiş ve “kadınlar parlamentoda %4,5 oranında temsil
edilmişlerdir.”23 Türk kadınının siyasal haklardan yararlanması dünya ülkelerinin
(Fransa, İtalya, Brezilya, Çin, Japonya, İsviçre) birçoğundan önce olmuştur.
“Uluslararası
Parlamenter
Birliği
2003
istatistiklerine
göre,
ulusal
parlamentolardaki kadın temsil oranları sıralamasında Türkiye, 157 ülke arasında
149. sıradadır. Türkiye’de 3.468 belediye başkanından sadece 18’i kadındır.
Türkiye’de üst düzey karar verme mekanizmalarında bulunan kadın oranı %
7’dir.”24 Ancak 2011 seçimleri sonrası 78 kadın milletvekili sayısına ulaşılmıştır.
Fakat bu sayı bile, maalesef hala dünya parlamentolarındaki kadın vekil sayısının
(%18,5) çok altında kalmıştır.
22
Sibel Dulum, “Osmanlı Devleti’nde Kadının Statüsü, Eğitimi ve Çalışma Hayatı (1839-1918)”,
Eskişehir, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, , 2006, s. 15.
23
Semra Gökçimen, “Ülkemizde Kadınların Siyasal Hayata Katılım Mücadelesi”, Yasama Dergisi,
Sayı:10 Eylül- Ekim-Kasım-Aralık 2008, s. 5.
24
Gamze Polat, “Cumhuriyet Dönemi Popüler Aşk Romanlarında Kadın Temsilleri: Muazzez Tahsin
Berkand ve Kerime Nadir Romanlarının İncelenmesi”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2009, s. 59.
11
1.1.1 İLKÇAĞLARDA
FEMİNİZM
VE
KADININ
DURUMU
Bilindiği gibi kadın, aile ve ev anlayışının en büyük ve en önemli parçasıdır.
Zaman içerisinde değişiklikler gösterse de genellikle erkek tarafından korunup
kollanmış, haklar ve görevleri açısından sınırları çizilmiş ve genellikle yeri ev içi
olmuştur. Ya babasının egemenliği altında yaşamış ya da kocasının buyruğu altına
girmiş ve hayatına devam etmiştir. Değişik kültürlerde bu durum, farklılıklar
gösterse de dünyadaki bütün kadınlar hemen hemen aynı süreçleri yaşamışlardır.
Günümüzde olduğu gibi eski çağlarda da kadının toplumdaki yeri ve önemi
farklılıklar göstermektedir. Tarih sahnesinde kadının sosyal statüsüne baktığımızda,
zaman zaman kraliçe olmuş, en üst sıralarda yerini almış, zaman zaman da “insan
mıdır değil midir” sorusuyla varlığı tartışma konusu olmuştur. “İktidarın erkeklere
ait, dolayısıyla eril olduğu bir dünyada tarih bilimi, önceleri yalnız güçlülerle
ilgilendikten sonra, işçilerin ve köylülerin geçmişteki durumlarına ilgi göstermeye
başlamıştır ama bugüne değin kadınların tarihini hep göz ardı etmiştir”25. Feminist
hareket ve taraftarları bu duruma karşı olmuşlar ve kadın tarihinin yazılmasına
olanak sağlamışlar, katkıda bulunmuşlardır. Feministler sayesinde kadının tarihi
üzerine yoğunlaşılmış, kadının nasıl ve neden bugünkü durumuna geldiği
açıklanmaya çalışılmıştır.
Kadınlar ve tüm insanlık hakkında çok az şey bildiğimiz dönem paleolitik
çağdır. Bu çağda “hayat tarzını avcılık ve toplayıcılık belirlemektedir. Kadınlar bu
toplumlarda daha çok toplayıcılıkla uğraşır ama erkeklerle birlikte ava da
giderlerdi.”26 Yine bu dönemle ilgili elde edilen bilgi ve kalıntılara göre “bulunan
heykelciklerin hemen hepsi, taş ya da fildişinden yapılma, cinsel özellikleri çok
belirgin kadın figürleri”27 olmuştur. Bu durum da, kadının toplumsal konumunun
bilinenin aksine erkekten daha üstün, hiç değilse onunla aynı statüye sahip olduğu
görüşünü desteklemektedir. Çünkü bu dönemde soyun devamını belirleyen ana unsur
25
Michel, a.g.e.,s. 19.
Michel, a.e., s. 25.
27
Michel, a.e., s. 30.
26
12
kadındır. Kadın birçok konuda karar alan yetkili kişidir. Erkek ise “beşikten mezara
kadar hayatının her döneminde, geniş aile ya da klan içindeki konumu gereği ona
iradesini kabul ettiren bir kadına tâbi”28 olmuştur.
Paleolitik çağı avcılığın yanı sıra toplayıcılık ve tarımın ön plana çıktığı
neolitik dönem izlemektedir. Tarımın öneminin artması ile birlikte “kadınlar da
tohumu ve tahılların yeniden üreme devresini keşfettiler”29. Ayrıca bu çağda kadınlar
farklı yöntem ve tekniklerle ürün saklamayı, dokuma yapmayı keşfetmişlerdir.
Kadınların bu faaliyetleri onların statülerini de etkilemiş ve “güçlü ana tanrıçaların
ortaya çıkmasına neden olmuşlardır”30
Neolitik dönemin ikinci kısmında yaşanan gelişmeler toplumsal örgütlenmeyi
ve kadının statüsünü alt-üst etmiştir. Devrim niteliğindeki bu gelişmeler “yeni enerji
kaynaklarının bulunuşu (öküz, su ve rüzgâr gücü), daha ileri tekniklerin icadı
(saban, su ve rüzgâr değirmenleri, yelkenli gemi), yeni taşımacılık yöntemlerinin
geliştirilmesi…”31 kadının yerini erkeğin almasına zemin hazırlamıştır. Bu
gelişmeleri nüfus artışı ve yerleşik hayata geçiş süreci izlemiştir. Bunun da sonucu
olarak “kent, ilk sınıf çatışmasını doğurdu. Çünkü kent demek, tarımsal artık, özel
mülkiyetin gelişmesi ve birikim yapılması, dolayısıyla bir sınıfın kendini başka bir
sınıfa besletmesi demektir.”32 Tüm bu gelişmeler köleliğe dayalı düzene geçişe,
sınıfsal farklılıkların ortaya çıkmasına ve kadının toplumdaki yerinin değişmesine
sebep olmuştur.
Kadınların ev içine hapsedilmesinin ilk örmeklerine yine bu dönemde
rastlanmaktadır. Avcılık ve göçebe yaşamdan yerleşik hayata geçen toplumların
sosyal durumları da değişim göstermiştir. Önceden yeni av alanlarına sahip olmak
için kabileler arası yapılan evliliklerin “yerini endogami (içerden evlenme) aldı.
Artık aile reisleri, doğurganlıklarını evin büyümesi amacıyla değerlendirmek üzere
28
Michel, a.g.e.,s. 31.
Michel, a.e., s. 32.
30
Farahnaz Amırı, “Feminist Eleştiri Açısından Korku Sinemasında Kadının Sunumu”, İstanbul,
İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 6.
31
Michel, a.g.e., s. 35.
32
Michel, a.e., s. 36.
29
13
evin tüm kızlarını kuzenler için saklamaya başladılar.”33 Görüldüğü gibi kadının
ötekileştirilmesi ve ikincileştirilmesi çok eski dönemlere dayanmaktadır.
1.1.2 ESKİ YUNAN – ROMA DÖNEMİNDE FEMİNİZM VE
KADININ DURUMU
Bilindiği üzere antik çağlarda kadının önemi çok fazlaydı. Çünkü o çağdaki
insanların gözünde kadın tanrıça konumundaydı. Kadın ‘bereket’, ‘doğurganlık’ ve
‘aşk’ tanrıçaları olarak betimleniyordu. O dönemdeki insanların böyle düşünmelerine
sebep, kadının dünyaya yeni bir canlı getirebilme özelliğine sahip oluşuydu.
Anadolu’da, karanlık ve antik çağlarda yer alan bütün kültürlerde ana tanrıça kültü
geçerliydi. Bunun en bariz örneğini Kibele Kültü’nde görmek mümkündür. Kibele
Kültü, Anadolu’da 8000 yıl önceki ilk insanın yerleşik kültüre geçtiği Alacahöyük
kültüründe başlamıştır. Daha sonra Eski Yunanda ‘Artemis Tanrıça’ ve Roma’da da
‘Tanrıça Demeter’ adıyla yer bulmuştur. Kadın tanrıçalar bu toplumlarda önemli yere
sahiptir. Sevgiyi, güzelliği, üremeyi, adaleti ve bereketi temsil etmektedirler.
“Klasik dönem Atina toplumunda kadınlar (özgür vatandaş olanlar) ile
erkekler ayrı yaşam sürerler, erkekler agora ve jimnasyum gibi kamusal mekânlarda
kendi aralarında beraber olurken, “saygın” kadınlar evden çok az çıkarlardı.”34 Bu
özgür kadınlar ancak ev içi işlerde, kölelerin idaresinde kendileri karar alıp
uygulayabiliyorlardı. Özgür vatandaş kabul edilmelerine rağmen siyasi haklardan
yoksundular. Bu toplumda çeşitli kadın statüleri nedeniyle net bir durumdan
bahsetmek pek mümkün olamamaktadır. Çünkü kadınlar; özgür, köle, fahişe ve
yabancı olarak çeşitli isimler altında gruplandırılmıştı.
Ayrıca yine aynı toplumda, kadınların insan olarak değeri olmadığı
bilinmektedir. Evin dışında dolaşmaları hoş karşılanmazdı. Bu nedenle yaşlı bir köle
eşliğinde dışarı çıkarlardı. “Ev kadınları evin dışındaki toplumsal yaşama ancak dini
33
Michel, a.g.e., s. 36.
Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın:Hıristiyanlıkta ve İslamiyet’te
Kadının Statüsü Üzerine Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları, 2009, s.
86.
34
14
festivaller, doğum, ölüm gibi olaylarda girebilseler de, şüphesiz dışarıdaki hayatta
boşluğu kapatan kadınlar da olmuştur.”35 Sadece fakir kadınların serbest hareket
etmeleri ve evin dışında çalışmaları alışılmış bir durumdu. Bunların yanı sıra
Aristokrat kadınların daha özgür yaşadıkları bilinmektedir. “Eğitim görmüş birkaç
ünlü isim ise ancak aristograt gruptan çıkmıştır. HelIenistık dönemle birlikte
özgürlüğü artan kadınlar erkeklerin hamiliklerinden kurtularak, eğitim görmeye
başlamışlar ve toplumsal hayat içinde artık yönetici, sanatçı, filozof, doktor, hatta
bilim insanı olarak yer almışlardır.”36 Bu toplumda kadının yeri, ona bakış açısı ile
bağlantılı olmuştur. Evlilik kurumu bu toplumda büyük bir öneme sahiptir. Fakat
kadın evleneceği erkeği seçme hakkına sahip değildir. Evlenilecek kişiye kızın
babası, eğer babası vefat etmişse en yakın erkek akrabası karar verir. Kıza evlenirken
çeyiz olarak bir miktar da para verilir. Bu toplumda evlenme yaşı kızlarda 18-20 yaş
civarı, erkeklerde ise 37 yaş civarıdır. Kadının tek ve aslî görevi çocuk doğurmaktır.
Burada meşru yollardan ve erkek çocuk doğurmak önem arz etmektedir. Eski Yunan
toplumunda doğum sonrası istenmeyip terk edilen genellikle kız çocukları olmuştur.
Kadınlar hamilelikleri boyunca ve doğumdan sonra kırk güne kadar kirli sayılmışlar
ve bu nedenle ibadet yerlerine girmeleri yasaklanmıştır. Ayrıca eski Yunan
toplumunda mimari açıdan evler, kadın ile erkeği bir araya getirmeyecek şekilde ve
ayrı yaşamalarını sağlayacak biçimde tasarlanmıştı. Evin içindeki odaları ve dışarı
çıkarken giydikleri kıyafetleri, onları koruyacak şekildeydi. Kadınlarla üzerine bu
kısıtlamalar ile bağlantılı olarak “tarihçi Thukydides (İ.Ö. 400), kahramanı
Perikles’in ağzından, en iyi kadının “erkekler arasında hakkında, iyi ya da kötü, en
az konuşulan kadın” olduğunu”37 ifade etmişti. Ayrıca kadınların ortalıktan çekilip
görünmez olarak erkekleri baştan çıkarma ve cezp etmelerine de engel olmak
amaçlanmıştır, denilebilir.
Eski Roma’da da kadının durumu pek farklı değildir. Roma’da kız çocukları
ev idaresi eğitimi içinde yetiştirilirlerdi. Kadınlar iş hayatına katılmışlardı fakat
çalışan kadına hoş gözle bakılmazdı. “Aile reisi olan erkeğin aile fertleri üzerinde
35
Ayşe Gül Akalın, “Eskiçağda Grek Kadınının Toplumsal Yaşantısı”, Ankara Üniversitesi-DTCF
Tarih Araştırmaları Dergisi, XXI, 33, (2003), s. 42.
36
Akalın, a.e., s. 42.
37
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın…, s. 88.
15
mutlak hâkimiyeti vardı. Aile reisi karısının idamına bile karar verebilirdi. Aile
fertleri, ‘sürekli aile fertleri’ ve ‘mukavvat aile fertleri’ diye ikiye ayrılmıştır.
Mukavvat üyeler kız evlatlardan oluşurdu. Babaları ölecek olursa büyük erkek
kardeşlerin sultası altına girerlerdi. Evlendiklerinde de kocalarının sultasına girerler
ve öz ailesi ile olan bağları tamamen kesilirdi. Kadının boşama hakkı yoktu.”38 Aile
kurumu toplumda önemli yere sahipti.
Eski Yunan toplumu ile ilgili olarak, Sparta Kenti’nin hakkında bilinenler ise
durumun tam tersi şekildedir. Sparta’lılar savaşçı bir toplumdu. “Erkek çocuklar
savaşçı olmak üzere eğitilirken, kız çocukları da ileride gürbüz çocuklar
doğurabilsinler diye beden eğitimi yaparlardı. Diğer kentlerdeki yaşıtlarından farklı
olarak evlerin içine kapanmazlar, açık havada hatta çıplak olarak spor yapar,
bedenlerini güçlendirmeye çalışırlardı.”39 Kadınların yasal olarak da hakları vardı ve
mirastan yararlanabiliyorlardı. Sparta’daki kadınlar hemcinslerine göre daha iyi
koşullarda yaşamışlardır. Bu durumu geçerli olan Likurgos yasaları ve dayanışma
üzerine kurulan toplumsal kurallara bağlamak mümkündür. Savaşçı yaşam tarzlarının
giyimleri ile ilgili rahatlığı yansıttığı bilinmektedir. Sparta kenti dışında, kadının
meşru yollardan çocuk sahibi olması önem kazanırken burada devletin çocuklara
verdiği önem sonucu durum farklılaşmıştır. Zina konusunda daha esnek
davrandıkları bilinmektedir.
Atina’da yaşamış ünlü filozof Aristoteles, o günün Yunan toplumunda
kadınlar için bir erdem kabul edilen sessizlik ve yumuşak huyluluk davranışları için
“sessizlik, kadının izzetidir, ama aynı şey erkek için geçerli değildir” diyerek
toplumun kadın algısını vurgulamıştır. Aristoteles’e göre; sadece erkekler aklını
kullanma ve düşünme, karar verebilme yeteneğine sahiptir. Çocuklar, kadınlar ve
köleler
yeterli
muhakeme
yetisine
sahip
olamadıklarından
erkek
onlara
38
Gülsüm Engin, “İslam Hukuku Açısından Çocuğun Bakımı ve Yetiştirilmesinde Kadının Hak ve
Sorumlulukları”, Adana, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 3.
39
Didem Demiralp, “Eski Yunan Kültüründe Kadının Yeri”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi Bilim ve Eleştiri, 09, 2008, s. 142.
16
hükmetmelidir. Bu düşünce tarzı daha sonra Hıristiyanlığın kadın görüşü için temel
kaynak niteliğinde izlenilen yol halini almıştır.40
1.1.3 RÖNESANS – REFORM VE ENDÜSTRİ DEVRİMİ
DÖNEMLERİNDE KADININ DURUMU
Başlangıç noktası olarak bakıldığında bir özgürlük ve eşitlik arayışı olan
feminist hareket, toplumların siyasal ve ekonomik değişimleri yaşadıkları 18.yy
sonlarında başlamış, 19. yy boyunca dinamiklerini (ideoloji-düşünce) belirlemiş ve
ancak 20. yy.da bir sistem olarak kendini göstermiştir. Kadınlar feminizm kavramı
ile daha önce dile bile getiremedikleri sorunlarına toplumsal bir boyut
kazandırabilmişler, kendileri ile ilgili toplumsal farkındalığı gerçekleştirebilmişler ve
sadece kadın olmaktan kaynaklı sorunlarına dikkat çekebilmişlerdir.
Rönesans ve reform hareketleriyle hız kazanan bilimde ve sanatta ilerleme
aydınlanma çağı ile devam etmiştir. Avrupa toplumu, kilisenin baskısından ve
dogmalardan kurtulmuş, bilime yönelmiştir. Aydınlanma çağı, aklın ve bilimin
önderliğinde bir özgürleşme çağı olmuştur. Avrupa’da yaşanan bu değişimler
birbirini izlemiş ve Endüstri Devrimi 18. yy. sonlarında İngiltere’de ortaya çıkmıştır.
Tarım toplumundan kentsel-endüstriyel yapıya dönüşüm yaşanmıştır. Buhar
kuvvetinin sanayide uygulanması ve buhar gücüyle çalışan makine kullanımı, büyük
fabrikaların artmasını sağlamıştır. Fabrikaların artması, çalışan sayısına yansımış ve
işçi-işveren kavramıyla beraber ‘işçi sınıfı’ denilen yeni bir sınıf da ortaya çıkmıştır.
Rekabet ortamı, maliyeti düşürme gayreti düşük ücretle işçi çalıştırmayı getirmiş, bu
durum da işçinin ve iş gücünün sömürülmesine yol açmıştır. Ucuz işgücüne duyulan
ihtiyaç, kadını evinden çıkarmış ve çalışma hayatına dâhil etmiştir. Bu durum
kadının önce eşit işe eşit ücret olarak başlayan işçilik hakkı arayışını ardından da
kadın olarak haklarını arayışını başlatmıştır. Eşit haklar için başlayan mücadele
feminist hareketin de başlangıcı olmuştur. “…her kesimden kadın, konumuna ve
ezilme şiddetine göre başkaldırdı; işçi kesimindeki kadınlar ağır çalışma şartlarına
40
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 87.
17
ve düşük ücrete, burjuva kadınları ise ekonomik ve siyasal haklardan yoksun
bırakılmaya başkaldırdılar. Amerika’da kölelik karşıtı hareketle iç içe gelişen kadın
hareketi, İngiltere’de orta sınıf önderliğinde oy hakkı talebine odaklandı. Fransa ve
Almanya’da ise kadın hareketi ağırlıklı olarak işçi sınıfı kadınlarının önderliğinde
gelişti.”41Ağır iş koşulları altında ezilen çalışan kadınlar Amerika’ya göç ettiler.
Burada kendi işlerini kurup mülk sahibi oldular. “Çok sayıda kadının katıldığı 1848
Şubat Devriminden sonra feminist eylemler birçok kanaldan gelişmeye başladı.
1849’da Kadınların Sesi gibi dergiler çıkarıldı. Bu dergilerde kadınların oy ve temsil
hakkı savunuldu. Kadınlar aynı zamanda ekonomik haklarını da talep ediyorlardı.”42
Aydınlanma döneminde yaşanan gelişmeler ışığında, Avrupa düşünce olarak
değişmiş, Endüstri devrimi ile de toplumda sosyal ve siyasal dönüşümler
yaşanmıştır. 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devrimi, özgürlük ve eşitlik
kavramlarıyla Avrupa’da kitleleri harekete geçirmiş, mutlak monarşinin değişmesini
hedeflemiştir. Fransız Devriminin temelini oluşturan “İnsan ve Yurttaşlık Hakları
Bildirgesi” esaslarına göre iki temek hak vardır; Özgürlük ve Eşitlik.
“17. ve 18. yüzyıllar boyunca –öncesinde ve
sonrasında- kadının eş ve anne olarak evine ait olduğu
varsayımı neredeyse evrenseldi. 18. yüzyılın ortasından
itibaren ve özellikle 19.
yüzyılın başında tarihsel
dönüşümler, özellikle de sanayi devrimi, kadını özel alanda
tecrit ederek, işyeri ile ev mekânını birbirinden ayırdı.
Makinalaşmış fabrikalar ve ev ekonomisinin çöküşü ile
birlikte işin kamusal dünyası evin özel dünyasından daha
önce hiç olmadığı kadar birbirinden ayrıldı. Bu gibi
eğilimler, akılcılığı kamusal alanla, akıl-dışılığı ve ahlakı
özel
alanla
ve
kadınla
düşüncesini desteklemiştir.”
özdeşleştiren
aydınlanma
43
41
Tekin, a.g.e., s. 5.
Tekin, a.e., s. 8.
43
Josephine Donovan, Feminist Teori, Çev: Aksu Bora vd., 6. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2010,
s. 19.
42
18
Tüm bu gelişmeler, kilisenin baskıcı ve kadını yok sayan tavırları, en ucuz iş
gücü olarak kadının kullanılması ve burjuva kadınlarının daha çok özgürlük için
sesinin yükselmesi feminist hareketi ortaya çıkarmıştır. “1700 yılında yazan Mary
Astell, “eğer mutlak hükümranlık devlet için gerekli değilse, nasıl oluyor da aile
içinde gerekli sayılıyor?[…]Eğer bütün insanlar doğuştan özgürse, nasıl oluyor da
bütün kadınlar köle doğuyor?’44 diye sorgulamıştır. “…Eylül 1791 tarihinde
Paris’te, Fransız Devrimi’nin erken safhalarında, Olympe de Gouges Les Droits de
la Femme (Kadın Hakları) adlı bir broşürü”45 ve 3 Ocak 1792’de Mary
Wollstonecraft, feminist düşünce için temel eser olan “A Vindication of the Rights of
Woman” (Kadın Hakları Savunusu) adlı eseri yayınlamıştır. Burada yazar, insanlar
arasındaki farkların doğal olmadığını, toplum ve çevre tarafından ortaya çıkarıldığını
savunmuştur. Wollstonecraft, çocukların yurtsever olarak yetiştirilmeleri için önce
bunun ne anlama geldiğini öğrenmeleri ve annelerinin de yurtsever olmaları
gerektiğini ifade etmiştir. Bu dönemde eşit oy hakkı talebi üzerinde durulmuştur. Bu
konuda kadına kürsüye çıkma hakkı isteyen “Gouges daha sonra giyotinle idam
edildi. …Amerikan Devrimi sırasında ise, Abigail Adams, kocası John’a ulusu
oluşturacak yeni kanunlar yapılırken kadınların da bir sesi ya da temsilcisi olması
gerektiğini söylemişti. 1790’da, Massachusetts’de Amerikalı Judith Sargent Murrey,
On the Equality of the Sexes (Cinsiyetler Arasındaki Eşitlik Üzerine) adlı eserini
yayınlamıştı.”46 Bu dönemin göze çarpan durumları arasında burjuva kadınların
salon toplantıları düzenlemesi de vardır. Fakat okuma yazma bilmemeleri sebebiyle
bu toplantılar sadece soylu kadınların taklit edilmesi ile sınırlı kalmıştır. Çünkü
okuma yazma durumları erkek işidir ve kadın kültürel ve bilimsel gelişmeleri
öğrenmek için de erkeğe muhtaçtır. Kadınlar bu dinletilerde öğrendikleri yeni bilgiler
ışığında diğer ülkelerdeki kadınlarla kendilerini karşılaştırmışlardır. Bunun
sonucunda da kafalarında yeni sorular ve sorunlar belirmiştir.
Bu dönemin kadın hakları savunucularından olan Mary Wollstonecraft
(ö:1797), eğitim sorununa dikkat çekmiştir. Wollstonecraft’un temel savı, kadının
44
Fatmagül Berktay, “Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye”, Sivil toplum ve Demokrasi
Konferans Yazıları, No 7, 2004, s. 6.
45
Donovan, a.g.e., s.15.
46
Donovan, a.e., s.15.
19
düşünce tarzının onun eğitimiyle ilgili olduğudur. Eğitim hakkı erkekler kadar
kadınlar için de önemli ve hayati bir konudur. İlk modern feminizm metni sayılan
eserinde, insan olmaları sebebiyle kadınların da erkekler ile aynı haklara sahip
olması gerektiğini savunmuştur.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, aydınlanma çağında başlayan bu
hareketlilik “19. yy. Amerikan kadın hakları hareketinin önemli iki lideri Elisabeth
Cady Stanton ve Susan B.Anthony, selefleri Wollstonecraft, Wright ve Grimke
tarafından ifade edilen Aydınlanma Teorisini geliştirerek ve daha rafine hale
getirdiler.”47 Stanton, kadınların zayıf, beceriksiz ve erkekler tarafından korunmaya
muhtaç oldukları görüşüne karşı çıkmıştır. Ev hayatının, mutlu hayatın yolu
olduğunu reddetmiş ve kadınların korunmaya ihtiyaçları olmadığını belirtmiştir.
“Temel haklar doktrinini kadınlara uyarlayan en erken girişim, Elisabeth C.Stanton
tarafından kaleme alınan ve 19-20 Temmuz 1848 tarihinde Seneca Falls, New
York’ta yayınlanan, Declaration of Sentiments’dir (Duygular Bildirisi). 48 Anthony
ise, siyasi örgütleyici özelliği ile doğal haklar doktrinine vurgu yapmıştır. 1872
Kongre seçimlerinde oy kullandığı ve yasaları ihlal ettiği gerekçesiyle suçlu
bulunmuştur. “19. yy.da sunulan son bir liberal teori parçası da, iki İngiliz felsefeci
olan Harriet Taylor ve John Stuart Mill tarafından geliştirilmiştir… Harriet
Taylor’un 1832 metni, 19.yüzyılda önerilen en radikal metinlerden biridir. Kadınlar
için tüm kamu kurumlarını ve mesleklerini içeren tam bir siyasi ve sivil eşitlik
üzerine ısrar etmekten öte aynı zamanda evlilik ile ilgili tüm yasaların kaldırılmasını
da öneriyordu. ”49 Kadın hareketinin diğer bir önemli ismi Kate Millet, 1974 yılında
kadın cinselliğini ele alan, otobiyografi türünde Uçmak (Flying) adlı kitabını
yayımlamıştır. Stanton’un aksine Millet, kamusal ve özel kimliğin birbirinden
ayrılamayacağını söyler.50
Kadınların eğitim hakkını elde etmeleri, 19. yy. feminist eylemlerin
sonucunda olmuştur. Bu eylemlerin bir başka düşüncesi de bütün kadınların
47
Donovan, a.g.e., s. 43.
Donovan, a.e., s.23.
49
Donovan, a.e., s. 55.
50
Nazan Aksoy, Kurgulanmış Benlikler- Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2009, s. 45.
48
20
birleşerek haklarını kazanmak için mücadele etmeleri gerektiği olmuştur. “Nitekim
Uluslararası Kadın Konseyi’nin kuruluş toplantısı, 1888’de Washington’da yapıldı:
66 Amerikalı ve 8 Avrupalı kadın, burada yeni uluslararası örgütün amaçlarını
saptadılar. Burada, XIX. yüzyıl boyunca ortaya atılan çeşitli feminist talepler,
kadının ezilişine son verecek bir eylem planı çerçevesinde birleştirildi. 1899’da
Uluslararası Kadın Konseyi’nin Londra’da yapılan ikinci toplantısına bağlı 11
örgüte üye 600.000 feministi temsil eden 5.000 kadın delege katıldı.”51
Bu konseylerde toplumun her kesiminden kadın bir arada çalışmıştır. Bu
konsey
ve
toplantılar
kadınların
kız
kardeşlik
kavramını
anlamaları
ve
canlandırmaları için önemli bir adım olmuştur. “Kadınlar arasındaki dayanışma her
zaman cinsiyetçiliği zayıflatır ve ataerkinin yok olması için uygun ortamları
kurar.”52 Kız kardeşlik kültürü politik bir dayanışma, birliktelik ve olumlu bir
harekettir. “XIX. yüzyılda feminizmin ortaya attığı bir başka temel düşünce de, tüm
ülke kadınlarının birleşerek, haklarını kazanmak için yardımlaşmalarının gerekli
olduğuydu.”53
20. yy.a gelindiğinde ise; daha büyük ve köklü değişimler yaşanmıştır.
Sovyetler Birliği dağılmış, Lenin kadınlardan yana olan düşüncelerini açıklamıştır.
Bu gelişmeler kadınlar açısından olumlu kazanımlar şeklinde sonuçlanmış ve çalışan
kadınlar için kreşler kurulmuştur. Kadınların politikaya katılımları sağlanmış,
çalışma ve eğitim şartlarında da düzenlemeler yapılmıştır. En önemli değişim ise
kadının kürtaj hakkını elde etmesi olmuştur. Fakat bu durum fazla uzun sürmemiştir.
Yine bu dönemde Uluslararası Kadın Konseyi (ICW), ekonomik, siyasal ve
toplumsal birçok hak için mücadelelerini sürdürmüştür.
Evli kadının maddi
özgürlüğü güvence altına alınmıştır. Evlilik dışı çocuklarla ilgili yasal düzenlemeler
yapılmıştır. Ev kadınları için de asgari ücret uygulaması, ilkokul öğretmenlerinin
kadın-erkek ayrımı gözetmeksizin aynı ücreti kazanmaları ve genelevlerin
kapatılması için mücadeleler de devam etmiştir.
51
Michel, a.g.e., s.110.
Hooks, a.g.e., s.15.
53
Michel, a.g.e., s. 109.
52
21
1904 yılında Uluslararası Kadın Oy Hakkı Birliği (IAW) kurulmuş ve oy
hakkının elde edilmesi ile olumlu sonuçlar elde edilmiştir.
Tüm bu gelişmelere rağmen günümüzde kadın sorunları halen devam etmekte
ve hem doğuda hem de batıda bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye farklılıklar
göstermektedir.
1.2
FARKLI FEMİNİST AKIMLAR VE SÖYLEMLER
Feminizm ve feminist akım ifadeleri hem birbirleri ile yakın ilişkili hem de
aralarında ince farklılık bulunan iki ayrı kavramdır. Feminizmden kasıt; kadınların
eşit haklar mücadelesi iken, feminist akım ise farklılıkları, farklılığın sebeplerinisonuçlarını açıklama ve feminist hareket ile bu durumları ilişkilendirmeyi
açıklamaktadır. Bu iki kavram da kadın ile ilgili olduğundan, “ ‘Kadın’ tek başına
ele alınabilen homojen bir kavram olmadığından; din, renk, ırk, yaşadığı toplum ve
sınıf gibi olgularla birlikte geliştiğinden feminizm tek bir düşünce ve tek bir yol ile
açıklanamaz.”54 Bu sebepledir ki farklı feminizmler ve bunun sonucu olarak da
farklı feminist kuramlar doğmuştur. Feminist kuramlar birbirlerini etkilemişler,
etkileşimde bulunmuşlar, bazen ortak paydada bazen zıt kutuplarda ama hep kadın
mücadelesinin ismi olmuşlardır. Burada şunu da belirtmek gerekir ki; bu kuramlar
kadın tarihi ile ilgili dönüm noktalarıdır. “Kişinin kendi tarihini, kökenlerini bilmesi,
dünyaya başkaları tarafından kendisine dayatılan bir açıdan değil, kendi halkının
açısından bakabilmesi anlamına gelir. Kadınlar da kendi tarihlerini öğrenip yeni
kuşaklara öğretmedikçe, köleliğin eski örüntülerinin tuzağına düşecekler ve güçlükle
kazanılmış özgürlükleri yitireceklerdir.”55 Feminist kuramları bir bilgi olarak ele
aldığımızda, cinsiyetçiliği
sorgulayan, ataerkiyi
eleştiren ideolojiler olarak
tanımlanabilir. Kendi içlerindeki tarihsel farklılıklardan başlayarak sorunlara kendi
açılarından bakabilmeyi, farklı olanı görmeyi amaçlamaktadırlar. Çıkış süreçleri
açısından ele aldığımızda ise, çeşitli etkileşimlerle dönüşüp değiştiklerini,
54
55
Altun, a.g.e., s. 41.
Donovan, a.g.e., s.9.
22
birbirlerine yaptıkları katkılarıyla büyüyüp geliştiklerini söyleyebiliriz. Bir sonra
gelen öncekini yok etmemiş aksine güçlendirmiştir.
Feminizm ifadesi “önceleri yalnızca Thomas Hobbes, Kohn Locke gibi
aydınlanmacı düşünürlerin insan haklarından sadece erkeklerin yararlanabilecekleri
yönündeki söylemlerine, hemen tüm Avrupa tarihi boyunca kadınların sosyal
hayattan dışlanmalarına ve çeşitli işkencelere maruz bırakılmalarına tepki olarak
ortaya çıkmışken, sonraları kadının toplum dışına itilmesi yalnızca Avrupa’ya has
bir durum olmadığı için tüm dünyada taraftar bulmuş ve Avrupa’dan, önce
Amerika’ya sonra da tüm dünyaya yayılmış ve yükselişi önlemeyen bir teori, bir
paradigma haline gelmiştir.”56 Bu yükseliş, birçok değişikliği ve alanlar arası
etkileşimi beraberinde getirmiştir.
Farklı feminizm durumları 20. yy. kadın hareketinin en önemli kısmını ve
içeriğini oluşturmaktadır. 18. ve 19. yy.da kadın hareketi Fransız Devrimi’nin de
etkisiyle eşitlik üzerine yoğunlaşmıştır. İlk dalga olarak adlandırılan bu hareket,
düşüşler yaşanmasına rağmen varlığını ve etkisini ikinci dalga feminizmin başladığı
1960’lara kadar sürdürmüştür. İkinci dalga feminizm ise 1980’lere kadar sürmüş ve
yerini üçüncü dalga feminizme bırakmıştır. İkinci dalga feminizmde 60’lı yıllardaki
öğrenci hareketleri etkili olurken, 1980’lerdeki üçüncü dalga feminizm modernizm
ve çok kültürlülük etkisinde gelişmiştir.
1.2.1 LİBERAL FEMİNİST KURAM
19. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan liberal feminizm, feminist
kuramlar arasında kadının eşitlik ve varlığına işaret eden ilk feminist kuramdır.
Eşitlik üzerine kurulu olan liberal feminizm, orta sınıf kadın hareketi olarak
başlamıştır. Diğer feminist görüşlere temel teşkil etmiş ve dayanak oluşturmuştur.
“Liberal feminizmin esas hedefi, kadınların “kamusal” alana girmesini önleyen ve
56
Emine Öztürk, Türk Kadınının Feminizme Bakışı, Ravza Yayınları, İstanbul, 2007, s. 8.
23
onları eve hapseden yasaları ve uygulamaları ortadan kaldırmak”57 olmuştur.
Liberal feminizm savunucuları, kadınların yasalar karşısında tüm haklarını elde
etmeleri için mücadele etmişlerdir. Çünkü kadınların maruz kaldıkları eşitsizliğin
devlet eliyle giderilmesini istemişlerdir. Bütüncül bir biçimde kadınları yok sayan
erkekler, bu sayede güçlerini korumuşlar ve kadınların sesini kesebilmişlerdir.
Liberalizm, bireyin özgürlüğü ve bağımsızlığına vurgu yapmaktadır. Bu
görüşten hareketle bireyin özgürlüğü sadece erkek için değil aynı zamanda kadın için
de geçerlidir. Liberal feminizm de bu düşünceden yola çıkarak kadın ve erkeğin eşit
olduğunu savunmaktadır. Liberal feminizmin temel felsefesi ‘bireyin özgürlüğüözerkliği’ olmuştur. Hiçbir ayırım gözetmeksizin dini, dili, rengi ne olursa olsun
herkes eşittir, eşit olmalıdır. Eşitliğin ilk olarak eğitimde sağlanması gerektiğine
vurgu yapmışlardır. Çünkü eğer kadına da eğitim hakkı sağlanırsa sahip olduğu
zihinsel güç, onun gelişimine katkıda bulunacaktır. Aslında kadın ve erkek arasında
büyük farklar olmadığı düşünülmektedir. Liberal feministler, erkeklerle aynı eğitimi
alabilen kadının, erkeğin yaptığı işleri de yapabileceğini savunmaktadır. Kadınlar
için güzel sanatlar (müzik, dans, şiir, edebiyat) ve ev işleri, erkekler için ise sosyal
bilimler uygundur görüşüne karşı çıkmışlardır. Kadının eğitimsiz olması sadece
kendisine zarar vermez, toplum için de sorun teşkil edecektedir. Çocuğu yetiştiren,
ona dilini öğreten ve ilk eğitici olan annenin eğitimi, eğitimli bir birey olması büyük
önem taşımaktadır. 17. ve 18. yy.da kadının eve ait olduğu yaygın görüşü, kadının
eğitimsizliği ile açıklanmaya çalışılmıştır. Ev özel alanına hapsedilen kadın,
ekonomik bağımsızlığını elde edememiştir. Bu da eşitsizlik sonucunu getirmiştir.
Hâlbuki kadının çalışarak ekonomik özgürlüğünü eline alması, kendi özgürlüğünün
de garantisidir. Liberal feministlerin esas ve temel amacı kadına tüm alanlarda
erkeklerle eşitlik hakkının tanınmasının sağlanmasıdır. Mary Wollstonecraft liberal
feminizmin en önemli öncülerindendir. “Kadın Hakları Savunusu” adlı eseriyle
liberal görüşü ve Fransız Devrimi’nin eşitlik düşüncesini temel alarak kadınların da
erkekler gibi doğal hakları olduğunu, doğuştan gelen haklara sahip olduğunu
savunmuştur. Kanun önünde eşitlik ve oy hakkı üzerine çalışmıştır. Nitekim başarılı
57
Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti: Kadınların İnsan Hakları, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları,
2010, s. 43.
24
da olmuştur. Ancak Mary Wollstonecraft eşitliği savunurken “kadına erkekle tam
eşitlik tanınmasını savunmamıştır. Ona göre, kadın kocasından ancak bir ölçüde
bağımsız olmalıdır. Kız çocuklarına erkek çocuklarınkine benzer bir eğitim verilse
bile kadının temel ödevinin eş ve anne olmak olduğu unutulmamalıdır.”58
Liberal feminizmin diğer bir güçlü sesi John Stuart Mill (ö: 1873) de oy hakkı
talebinin yanı sıra eğitimin önemine değinmiştir.
Liberal feminizm, toplum tarafından kabul edilen kadın-erkek sosyal rollerini
de eleştirmiştir. Çünkü mevcut roller kadına avantaj sağlamamaktadır. Toplumsal
rollerin
öğrenimi
dayanmaktadır.
de
çocukluk
dönemine
İşte burada eğitim
konusu
ve
çocukların
büyük önem
yetiştirilmesine
arz
etmektedir.
Çocukluklarından itibaren eğitim yönünden kadın ve erkeğe sağlanacak eşitlik,
zihinlerdeki farklı olma durumunu en aza indirgeyecek hatta yok edecektir.
“Aydınlanmacı Liberal Feministler aşağıdaki temel düşünceleri paylaşmaktadırlar;
1.
Akla inanç. Wollstonecraft gibi bazı düşünürlere göre, Akıl ve Tanrı neredeyse
eşanlamlıdır. Birey, aklı içinde tanrısal bir kıvılcım barındırır; bu kişinin vicdanıdır.
Frances Wright ve Sarah Grimke gibi feministler, gerçeğin en güvenilir kaynağının
herhangi bir yerleşik kurum ve gelenek değil, bireysel vicdan olduğunun göz önünde
tutulması gerektiğini belirtirler.
2.
Kadının ve erkeğin ruhları ile akılcı yeteneklerinin aynı olduğu inancı. Başka bir deyişle
kadınların ve erkelerin ontolojik olarak aynı olduğu inancı.
3.
Toplumsal değişime ve toplumun dönüşümüne etki etmenin en iyi yolunun eğitim –
özellikle eleştirel düşünebilmek için eğitilmek- olduğuna inanç.
4.
Bireyin diğer bireylerden ayrı olarak gerçeği arayan, akılcı ve bağımsız bir aktör olarak
hareket eden ve haysiyeti bağımsızlığına bağlı olan yalnız bir varlık olduğu görüşü
5.
Sonuç olarak, aydınlanma kuramcıları, doğal haklar doktrinine bağlı kalmışlardır.
Önemli birçok kuramcı kendini siyasi haklarla ilgili taleplerle sınırlandırmamakla
birlikte, 19. Yüzyıl kadın hareketi esas olarak bu talepler, özellikle de oy verme hakkı
talebi üzerine oturmuştur.
58
Güriz, a.g.e., s.16.
25
Kadının sadece oy hakkını kullanabilmesi ve eğitim alması onun
özgürleşmesi için tek başına tabii ki yeterli değildir. Liberal feminizm savunucuları,
kadının siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamda da özgür bireyler olmalarını
istemişlerdir.
Ayrıca
hukuksal
eşitlik
de
bütünün
parçalarından
biridir
görüşündedirler. “Liberal feminizmin günümüzde savunduğu temel görüş erkeğin
kadın üzerindeki temel hâkimiyetini ortadan kaldıracak tedbirler alınması, erkeğe ait
kamu alanı ve kadına ait özel alan fikrinin red edilmesi şeklinde kendini
göstermektedir. Bu yaklaşıma göre, erkek gibi kadın da özerk bir kişiliğe sahiptir.
Akılcılık, serbest seçim, eşit haklar, fırsat eşitliği liberal teorinin temel ilkeleridir.
Kadın da erkek kadar rasyoneldir. O da erkek kadar bağımsız ve kendi seçimlerini
yapmakta serbest olmalıdır.”59
1.2.2 KÜLTÜREL FEMİNİST KURAM
Kültürel feminist kuram, liberal feminizmden çok farklılık göstermemekle
birlikte siyasal değişimlerden ziyade kültürel dönüşümlere vurgu yapmaktadır.
Kadınların yasalar önünde elde ettikleri hakların onları özgürleştiremeyeceğini
savunmaktadır. “Eleştirel düşünme ve kendini geliştirmenin önemini kabul etmeye
devam ederken, hayatın akıldışı, sezgisel ve genellikle kolektif yönü üzerinde
dururlar. Kadınlarla erkekler arasındaki benzerlikleri vurgulamak yerine, genellikle
kadınlık niteliklerinin kişisel kuvvet, gurur ve kamusal yenilenme kaynağı olarak
kabul edilen farklılıkları üzerinde dururlar.”60 Gelenekselliğin içinde kalmış ve çok
fazla dillendirilmemiş ‘din, aile ve evlilik’ kavramlarına alternatif arayışındadırlar.
Kültürel feminist kuram, romantik birey olgusuna önem vererek “barışseverlik,
işbirliği, farklılıkların şiddetsiz biraradalığı ve kamusal hayatın uyumlu bir şekilde
düzenlenmesi” görüşünden hareket etmektedir. Bu düşünce, gerçekleşmesi mümkün
değilmiş gibi görünse de, kültürel feministler özgüven sahibi kadınlar ile toplumun
değişeceğine
inanmaktadırlar.
Eğitim
almış,
üretime
katılan,
ekonomik
bağımsızlığını sağlamış kadınlar, baskılara karşı seslerini yükseltebilecek, kendi
59
60
Güriz, a.g.e., s. 62.
Donovan, a.g.e., s. 69.
26
değişimini sağlayacak ve dolayısıyla toplumsal değişim de ardından gelecektir tezini
ileri sürmektedirler.
Kültürel feminizm düşüncesinin “Woman in the Nineteenth Century (19.
Yüzyılda Kadın)” isimli eserle Margaret Fuller (ö:1850) tarafından başladığı kabul
edilmektedir. Ayrıca Matilda Joslyn Gage’in (ö:1898) “Woman Church and State
(Kadın, Kilise ve Devlet)” adlı eseri önemli eserlerden biri olmuştur. Stanton ise
“The Woman’s Bible (Kadının İncili)” ve “ The Matriarchate (Anaerkillik)” adlı
makaleleriyle özellikle Hıristiyanlığı eleştirmiştir. Stanton, anaerkil düzene özlemini
sürekli belirtmiştir ve “anaerkilliği ‘barışın ve bolluğun altın çağı’, ataerkilliği ise
‘tiranlığın, savaşların ve toplumsal hastalıkların kaynağı’61 olduğu görüşünü
savunmuştur. Çünkü kadınlar, güçlerini, annelik duygularının da etkisiyle iyilikten
ve koruyuculuktan yana kullanmışlardır.
19. yy. feministlerinden bir diğeri de Matilda Joslyn Gage’dir. Gage de diğer
kültürel kuramcılar gibi kiliseyi eleştirmiştir. Çünkü Hıristiyanlığın erkeği
tanrılaştırdığını düşünmektedir. Hıristiyan inanışına göre, kadının görevi, erkeğine
kusursuz hizmet sunmaktır. Kadın, ‘erkeğin hazları için oyuncak olarak yaratılmıştır’
görüşüyle ikincil planda tutulmuştur. Yine bu inanışa göre, ilk günah kadınındır ve
erkeği o baştan çıkarmıştır.
Kültürel feministlerden Charlette Perkins Gilman’a göre, ev hayatında
yapılacak radikal değişimler kadın için bir çözüm olabilir. “En temel kadınsı itki
birleştirmek, bir araya getirmektir ve inşa etmektir; en temel erkeksi itki yaymak,
dağıtmak ve tahrip etmektir.”62 Erkek bakış açısıyla yapılmış tüm düzenlemeler
kadın sezgileri ve duygusallığı ile değiştirilmelidir. “Ataerkilliğin ‘özel mülkiyete
dayalı ailesi’nde kadınlar hane içinde erkeğin malıdır; ‘ilk ve tek amaçları erkeğe
haz vermek’ olan kadınlar, nesnelerden çok daha az önemlidirler... onu bir mal gibi
sahiplenen ve vahşice kıskanan egemen erkek, onu bin tür kuralla kuşatır. Erkeğin
61
62
Donovan, a.g.e., s. 83.
Donovan, a.e., s. 96.
27
toplumsal ilişkileri, hizmetleri ve gerçek hayatı varken, kadın o kadar sakınılmıştır
ki, bu onun insanca gelişmesini engellemiştir.”63
Kültürel feminist kuram, anaerkil düzenin yeniden topluma kazandırılması
gerektiğini ileri sürmüştür. Kadını değerli bulmuş, önemine vurgu yapmıştır. Kadının
değersiz bulunduğu toplumlar için, bir ev babasız nasıl başıboş ve eksik kalıyorsa
kamusal alan da kadın olmazsa aynı şekilde eksik kalacaktır, tezini savunmuştur.
Kadına yer veren bir toplumda savaşların ve çekişmelerin yerini yeniden barışın
alacağını bildirmiştir. Bu kuram eleştirel düşünmenin ve onun getireceği değişimin
önemine vurgu yapmıştır. Kültürel feministler, hareketin sadece bir hak elde etme
olmadığını belirtmişler ve erkeklerden ruhsal ve fizyolojik olarak farklı olduklarının
da farkına varılmasını, bu farklılıklara rağmen ve bu farklılıklara ek olarak erkeklerle
eşit olmayı istemişlerdir.
1.2.3 MARKSİST – SOSYALİST FEMİNİST KURAM
Marksist feminist kuramın en temel savlarından biri kadın erkek arasında
cinsiyet yönünden bir ayrım olmadığıdır. Bu ayrımın, cinsiyetler bazında değil
toplumsal olduğunu savunmuşlardır. Marksist düşünceye göre asıl sorun toplumsal
sınıflardır. Kadının hak aramak durumunda kalmasının en temel sebebi üretimden
uzaklaştırılması, kamusal alandan tecrit edilip eve hapsolması ve görevinin ev içi ile
sınırlandırılıp belirlenmiş olmasıdır. Bu tarz bir görev tanımı kapitalizm
düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Kapitalizm, erkeği dışarıdaki hayata, kamusal alana
görevlendirirken; kadın özel alanda kısıtlı kalmıştır. Eğer kadın çalışmayı, kamusal
alana katılmayı başarabilmiş ise; iş hayatındaki cinsiyetçiliğe de karşı çıkılmıştır.
Temizlik işçisi, bakıcı, hemşirelik gibi meslekler, kadının ev hayatının uzantısı olan
mesleklerdir ve kadının iş hayatı bu meslekler ile sınırlandırılmamalıdır.
Sosyalist ve Marksist feminist kuramcılar, kapitalizm ile kadın hareketinin
temel başkaldırı sebeplerini eşdeğer görmüşlerdir. Bu kuramcılara göre ataerkilliği
besleyen kapitalizm ortadan kaldırılmadıkça kadın sorunları devam edecektir.
63
Donovan, a.g.e., s. 97.
28
Kadının üretim alanı olan ev, kapitalizm ile birlikte bu özelliğini yitirmiştir. Üretimin
ev dışına taşınması, erkeğin ev dışı üretimde etkin rol alması ve mülkiyet edinmesi
kadını
erkeğe
bağlı
duruma
getirmiştir.
Çünkü
“avlanmak
yerine
sürü
yetiştirildiğinde, daha çok yiyecek ve hayvansal ürün elde edildiğinden değişim için
materyale sahip olunuyordu. Bu nedenle sürü (erkeklerce) özel mülk edinilen ve
başka mallarla değiştirilen bir meta oldu. Başka buluşlar üretimi artırdı… ve
böylece artı değer ortaya çıktı…bu köle kullanımına yol açtı. Aynı zamanda karılar
da ‘bir değişim değeri’ kazandılar. ‘Tüm fazlalık…ona kaldığı’ için, bu değişimden
kazançlı çıkan, erkek idi. Kadınların ev işleri erkeğin biriktirdiği ile kıyaslandığında
önemsiz sayılmaya başladı. ‘Zenginlik arttıkça erkeğin konumu… kadınınkinden
daha önemli hale geldi.’ ‘Analık hukuku bu nedenle devrilmek zorunda kaldı.’”64 Bu
düşünceler ışığında kültürel feministler, özel mülkiyetin ortadan kalkması ve kadınerkek birlikte sosyalist topluma geçişi sağlamanın kadın sorunlarını da çözeceğine
inanmaktadırlar. Çünkü kadının ikincilliğinin ardında anaerkilliğin yok oluşu vardır.
“Üretimden kopan kadının yaptığı ve “ev işi” olarak adlandırılan iş de böylece
değersizleştirilerek kadının ikincileşmesine katkı yapar; kadın emeğinin ekonomik
değeri yok sayılır, paralel olarak çoğunlukla “kadın işi” olarak nitelenen ve diğer
işlere göre önemsiz kabul edilen işlerde istihdam edilip emeği karşılığında daha az
ücret verilir. Kadının evde yaptığı işin bir değişim değeri olmadığından, daha çok
kullanım değeri açısından değerlendirilir.”65 Ekonomik gücün el değiştirmesi ve
erkeğe geçmesi, erkeği ev içinde de güçlü kılmıştır. Böylelikle kadın değersizleşmiş
ve hizmetçi konumuna indirgenmiş, erkeğin kölesi ve çocuk doğurma aracı haline
gelmiştir. Bu değişimler “erkek burjuvazidir ve karısı proletaryayı temsil eder”66
düşüncesini beslemiştir. Çünkü erkek artık daha güçlü bir ekonomiye sahiptir.
Marksist feministler, Marks ve Engels’den etkilenerek kadının ikincilliğini
toplumsal sınıf ile açıklamaya çalışmışlardır. “Feminist teorinin gelişmesinde Marks
ve Engels’in görüşlerinin büyük önemi vardır. Özellikle kadınlarının bilinçlerinin
yükseltilmesinde
Marksist
tarihsel
materyalist
görüşlerin
etkisi
kuşku
64
Donovan, a.g.e., s. 144.
Altun, a.g.e., s. 58.
66
Donovan, a.g.e., s. 145.
65
29
götürmemektedir. Bu görüş kültür ve toplumun köklerinin maddî ve ekonomik
koşullarda yattığını savunan maddeci determinizm düşüncesine dayanmaktadır.”67
Sosyalistler ise bu durumun kapitalizm kökenli olduğuna inanmaktadırlar.
Marksist görüş ekonomik temeller üzerine kurulu bir düzendir. Ekonomi ise bir
toplumu şekillendiren en önemli etkenlerden biridir. Dolayısıyla Marksist
düşüncenin kadını sorun olarak ele alma şekli ekonomiktir. Bu bağlamda Marksist
feminizmin, kadınlar arasındaki eşitsizliğe de vurgu yaptığını belirtmek gerekir.
Sosyal statü ile üst sınıflara mensup kadınların alt sınıf kadınlarına göre ekonomik ve
sosyal güçleri vardır. Bu tezin konusu kapsamında Türkiye ve Mısır kadınları
örneğinde, eğitimli ve çalışan kadın ile bu özelliklere sahip olmayan kadınlar
arasındaki kültürel ve sosyal eşitsizlikler çok açık bir şekilde görülmektedir.
“Feminist teori Marksist teoriden etkilenmekle birlikte ideolojik yapısının temelini
maddî koşullar yerine cinsiyet ayrımı oluşturmaktadır. Emek Marksizm için neyse,
cinsellikte feminizm için odur. Marksist teorinin diyalektik materyalizm yöntemini,
feminist teori bilinç yükseltme olarak yorumlar. Zira çağdaş feminist teorinin başat
varsayımı bilinç yükseltmenin kendisinin devrimci bir praksis olduğudur.”68
Sosyalist feminist kuram, Marksist feminist kuramın cinsiyetsizlik görüşüne
karşı çıkmaktadır. Sosyalist kuram içerisinde radikal feminist kuramın izlerini de
görmek mümkündür. Marksist feminizm ile radikal feminizm arasında bir bağ ve
köprü olan sosyalist feminizm, “gerçekte çağdaş ‘Marksist feminizm’in artık
katışıksız bir Marksizm’den çok, (temelde) radikal feminizm tarafından değiştirilmiş
bir Marksizm’i temsil ettiğine işaret etmek için ‘sosyalist feminizm’”69
diye
adlandırılmıştır. Sosyalist feministler, hem sınıf farklılığına hem de ataerkilliğe karşı
çıkmışlardır. Sonuçta diğer tüm feminizmler gibi bu iki kuram da kadını ele
almaktadır. “Marksist/sosyalist feminist kuram kadını ortak özdeş bir kimlik altında
değerlendirir. Marksist vurgu farklı sınıflardan kadınlar arasında bir farklılık
tanımlarken, sosyalist vurgu kadının kapitalizmi deneyimlemesiyle oluşan bir
farklılık üzerinedir. Ancak son kertede nüanslarına karşın iki yaklaşım da kadını
67
İmançer, a.g.e., s. 153.
İmançer, a.e., s. 154.
69
Donovan, a.g.e., s. 130.
68
30
ortak kimlikleri üzerinden ve evrensel bir yaklaşım sergileyerek insan ortak
paydasında tanımlarlar.”70
1.2.4 İKİNCİ DALGA FEMİNİZM
18. yy.da feminizm adıyla toplumda ayrı bir değişim başlatan kadın hareketi,
uzun uğraşlarının sonucunda başarılar elde etmiş ve mücadelesinin meyvelerini
toplamaya başlamıştır. Öncelikle hukuksal alanda yasalar önünde eşitlik elde
edilmiştir. Bu kazanımlar ve ardından kamusal alana katılım hakkı ile yeni
mücadelelerin önü açılmış, kadınlar kendilerinde güç bulmuşlardır. 1960’lı yıllarda
feminist hareket boyut değiştirmiştir. Önceleri geniş bir açıdan ve toplumsal olarak
eşit haklar kazanımı üzerine kurulu kadın mücadelesi, sonraları ikinci dalga olarak
adlandırılan feminist hareket ile kadına, kadınca bakış açısı önem kazanmıştır.
“Simone Beauvoir’in belirttiği gibi ‘kadın doğulmaz, olunur’ fikri temelinde
feministler, erkek ve kadın arasındaki bütün sosyal ayrımların biyoloji ve
anatomiden kaynaklandığını savunan ataerkil fikirleri çözümlemeye başlamışlardır.
Bu doğrultuda kadın kimliği ve cinsiyeti yeniden ele alınmış ve tüm kalıplarıyla
birlikte ataerkil sistem cins temelindeki ayrımcılığın temel sebebi olarak kabul
edilmiştir.”71
Birinci dalga feminist hareket diye adlandırılan hak elde etme sürecinden
sonra II. Dünya savaşı yıllarında durgun ve durağan bir dönem yaşanmıştır. Savaş
sebebiyle kamusal alanda daha fazla yer alabilen kadınlar, savaşın sona ermesiyle
“eve dönüş” yapmak zorunda bırakılmışlardır. Elde ettikleri siyasi ve sosyal başarılar
ile kadın-erkek eşitliğini de sağladıklarını zanneden birinci dalga feministler, 1980’li
yıllarda baş gösteren ikinci dalga feminist hareket ile aslında ataerkilliğin ve
cinsiyetçiliğin halen devam ettiğinin farkına varacaklardır. İkinci dalga feminizm, ilk
dönem mücadelelerine kadının cinselliği ve kadın bedenine uygulanan şiddete karşı
çıkma eylemlerini de eklemişlerdir. İkinci dalga feminizm daha çok ‘farklılık’
vurgusu üzerine ele alınmıştır.
70
71
Altun, a.g.e., s. 62.
Tekin, a.g.e., s. 47.
31
İkinci dalga feminizm hareketi 1960’lı yıllarda ortaya çıkan Yeni Sol
hareketine de dayanmaktadır. Bu siyasi yapının içinde yer alan, kendi gruplarında
yaşadıkları cinsel ayrımcılık ile yüzleşen kadınlar fark etmişlerdir ki; eşitlik anlayışı
feminist hareket için yetmemektedir. “Özgürlük” kavramı da feminist hareket dâhil
edilmelidir. Bu bakış açısı da hareketi başka bir yöne taşımıştır: Kadın artık toplumu
ve sosyal durumu eleştirel bir biçimde incelemeye ve sorgulamaya başlamıştır. Kadın
artık kendi kural ve politikalarını oluşturmaya başlamış ve feminizmin hedefleri ve
yönelimleri daha geniş bir çerçevede belirlenmiştir.
İkinci dalga feminist kuram bilgiye de önem vermiştir. Bunun sonucunda da
feminist edebiyat eleştirisi gelişmiştir. O zamana değin göz ardı edilmiş kadın
yazınına vurgu yapılmak istenmiş ve “kadın yazarların görünmezlikleri”72 ele
alınmıştır. Feminist eleştiriden amaçlanan diğer bir gaye ise; “değişik bir eleştiri
pratiği sunmakla ‘feminist okur’ sorunuyla karşı karşıya gelir…yeni bir yazı ve
okuma bütünlüğü yaratma yoluyla bizim de feminist okurlar olarak edimde
bulunmamızı sağlama amacı taşımasıdır.”73 Feminizm bilimsel bir kimlik ve
disiplinler arası bir boyut kazanarak ve güçlenerek ilerlemeye devam etmiştir.
Ülkemizde feminist hareket daha çok ikinci dalga feminist hareket üzerinde
yoğunlaşmıştır.
1.2.5 FEMİNİZM VE VAROLUŞÇULUK
Varoluşçuluk akımının temel ilkesi ‘var oluşun öz’den önce geldiği’
düşüncesidir. Varoluşçu feminist akımın öncülerinden Simon de Beauvoir’in
(ö:1986) de bu düşünce ışığında belirttiği gibi “kadın doğulmaz olunur”. Beauvoir,
‘diğer’ kavramı üzerine yoğunlaşmış ve kadının sosyal durumu ile gördüğü
davranışların ilişkili olduğunu öne sürmüştür. Bu düşünce akımı, bireyin biricikliğine
ve özelliğine vurgu yapmaktadır. Fakat yaşananlar ile şekillenen bir hayat da vardır.
72
Maggie Humm, Feminist Edebiyat Eleştirisi, Yay. Haz: Gönül Bakay, Çev: Özge Altay vd.,
İstanbul, Say Yayıncılık, 2002, s. 26.
73
Humm, a.e., s. 26.
32
İşte bu noktada kişinin kendi dışındaki dünya ile çelişkisini konu alan varoluşçuluk,
öznel yargıları ve kişisel hayat deneyimlerini önemser. Bu düşünce, Beauvoir’in
İkinci Cins adlı kitabının yayınlanmasıyla hız kazanmıştır. Beauvoir’in üzerinde
durduğu ‘öteki’ kavramı, ataerkil toplumlarda kadının cins ve kimlik olarak farklı
algılanışının işaretidir. Kadının kişiliği üzerinde bu ikincilliğin izlerini görmek
mümkündür. Eğer kadın, ona öğretilen ya da dikte edilen toplumsal ve sosyal rollerin
farkına varır ve reddedebilirse kurtuluşa erecektir. Bunun için de bilinç gereklidir.
Bütün olarak bu durumlar da kadının ekonomik özgürlüğünü elde etmesine
dayanmaktadır. Kadın, öğrendiği ve benimsediği rolleri ile erkeğe bağımlı ve köle
haline getirilmiştir. Dolayısıyla kadının kurtuluş mücadelesi uzun ve bilinçli bir
süreci gerektirmektedir. Kadın kendi varoluşunu kendi hazırlamalı ve tasarlamalıdır.
Beauvoir, ‘İkinci Cins’ adlı kitabında durumu şöyle açıklamaktadır:
“Erkeğin,
kendisini
çocukluktan
itibaren
hissettiren avantajı, bir insan uğraşının hiçbir şekilde bir
erkek olarak yazgısına ters düşmemesidir... Buna karşılık
kadından, kadınlığını gerçekleştirebilmesi için kendisini
nesne ve kurban haline getirmesi istenir: bu da, egemen
özne olma iddialarını bir yana bırakmak zorunda kalması
demektir.
Özgürleşmiş
kadının
durumuna
özellikle
damgasını vuran, işte bu çelişkidir. Eksik olmayı kabul
etmediği için kendisini kadın rolüyle sınırlandırmak
istemez; öte yandan kendi cinselliğini yadsımak da eksik
olmak anlamına gelir. Erkek, cinselliği olan bir insandır:
kadında ancak cinselliği olan bir insan olduğu zaman erkek
ile eşit bir birey olur. Kadınlığını yadsıması insanlığının bir
bölümünü yadsıması demektir.”
74
Varoluşçu feminist düşünceye göre kadın için iki çeşit seçim yapma durumu
vardır. Bunlardan ilki, kadının kendini nesne olarak görüp, öteki olmayı kabul edip
durumu içselleştirmesidir. Erkek tarafından korunma ve muhafazayı kabul etmesidir.
Ancak bu da kadının ümitsizliğe düşmesine sebep olabilir. İkinci yol ise, kadının
74
İmançer, a.g.e., s. 154.
33
kendini özne olarak kabul etmesi ve etrafındakileri de bunu kabullenmeye mecbur
bırakmasıdır.
1.2.6 RADİKAL FEMİNİST KURAM
Yüzlerce yıllık bir geçmişe ve sağlam köklere sahip olan eril iktidar ve
cinsiyetçilik kavramları, feminist hareket doğrultusunda elde edilen hukuksal haklara
rağmen direncini korumuştur. Toplumsal ve kültürel olarak köklü değişimler
olmadığı sürece, bu hukuksal başarı da yeterli olmamıştır. Radikal feminizm, sadece
şekilci olarak kalabilmiş bu eşitlik anlayışını sorgulamış ve farklılığa dikkat
çekmiştir.
Radikal feminist kuram 1960’lı yıllarda kadınların özgürlük ve kurtuluşuna
eşlik eden bir hareket olarak ortaya çıkar ve ikinci dalga feminizme temel bir
basamak oluşturur. Kadının içinde bulunduğu durumun temel sebebi olarak ataerkiyi
görür ve sistemin kökten değişmesini ister. Kapitalizmin, eril iktidarın ve ataerkil
yapının tüm ezme biçimlerinin yok edilmesini arzular. Kadının, sadece kadın
olmasından dolayı sorunları olduğunu dile getirir. Erkeklerin onları hem ekonomik
hem de kişisel zevkleri için iki yönlü sömürdüklerini ileri sürerler. Bununla bağlantılı
olarak aile ve evlilik kurumunu eleştirirler. Radikal feministlere göre, evlenme ve
aile olma durumları içinde çocuk doğurarak anne rolünü de üstlenen kadın, sosyal
ortamdan iyice soyutlanmış ve bağımlı hale getirilmiştir. Evlilik kurumu, kadının
kendi bedeni üzerindeki denetim hakkını kaybetmesi ve başkasına devretmesi olarak
görülmektedir. “Kadınların cinselliği erkeklerin; öncelikle babanın, sonra da
kocanın malı olarak belirlendi ve kadının cinsel "saflığı" (özellikle bekâreti),
üzerinde pazarlık yapılabilen bir ekonomik değere dönüştü.”75 Bu görüşlerden
hareketle radikal feminizmin, kadın bedeni ve cinselliğine olan vurgusunun erkek
baskısından kaynaklandığını açıklamak mümkündür.
Radikal feministler, kadın bedeni üzerindeki eril iktidara karşı da eleştiride
bulunmuşlardır. Özellikle şiddet ve rızasız birliktelik olması sebebiyle tecavüz,
75
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 81.
34
kadının ve vücudunun eşya gibi kullanılması dolayısıyla pornografi ve kadın
bedeninin medyada her türlü kötüye kullanımı konusuna dikkat çekmişlerdir.
Medyanın bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kadının köleliğine ve ikincileştirilmesine
hizmet ettiğini dile getirmişlerdir.
Radikal feminizm görüşü, ekonomik ya da sosyal iyileştirmelerle kadın
durumunun düzelmeyeceğine inanmaktadırlar. Çünkü bu ifadeler ve çabalar
kapitalizm ve sosyalizm gibi ideolojilerin ürünüdür. Kapitalizm ataerkiyi güçlendirip
destekleyen bir ideoloji iken, sosyalizm ise feminizm ile taban tabana zıt bir
ideolojidir. Asıl sorun, cinsiyetçilik sorunudur. Toplumun her katmanında ve
kesiminde kadına bakış açısı farklılık arz etmektedir. Fakat ilk olarak ailede, ataerkil
yapının baskıcı gücünü görmek mümkündür. “Tüketimin örgütlendiği asal alan olan
aile, kadının toplumdan iyice soyutlanarak ve geleneksel bağlarından koparılarak
içine gömüldüğü bir hücreye dönüşür. Bu yapı çocuk için de toplumdan koparılarak
ve itaatin öğretilerek kapitalist sisteme gerekli olan vasıflı köleler haline getirildiği
bir larva olarak işler; özgürlüğü kısıtlanır ve itaatkar bir işçi olarak hasat edileceği
güne kadar hijyen ortamda yetiştirilir.”76 Kadına ve dolayısıyla çocuğa rolleri,
toplum tarafından öğretile gelmektedir. Böylece yarının kadınları çocuklar, rollerini
ve gereklerini öğrenerek yetişmektedirler. Hâlbuki iş tanımının cinsiyeti yoktur.
Radikallere göre, annelik ve ev kadınlığı rolü ortadan kaldırılırsa cinsiyetsiz bir
toplum gerçekleşebilecektir. Bu bir bakımdan evlilik kurumunun da ortadan
kaldırılmasıdır. Radikal feminizme ait olan “kişisel olan politiktir” ifadesi ve bunun
sonucu olarak çözümü de siyasettir görüşünü ortaya çıkarmıştır. Ev hayatı ve
toplumsal rollerdeki farklılıklara itiraz eden radikaller, bunun kişisel olmadığını iddia
ederler. Cinsiyetçiliğin toplumsal hatta kamusal bir olgu olduğu görüşündedirler.
Radikal feminizm sistemli bir teori ortaya koymamış fakat mevcut durumlara
alternatifler üretmiştir. Gelecek için daha yerleşik bir düzenden ziyade ânı
kurtarmaya yönelik tezler ileri sürmüştür.
76
Altun, a.g.e., s. 71.
35
1.2.7 PSİKANALİST FEMİNİST KURAM
Psikanalist
teriminin
esası
“cinsiyet”
ve
“cinsellik”
ifadelerine
dayanmaktadır. Psikanalizim, kadın cinsiyeti ve cinselliğine radikal denilebilecek
eleştiriler getirmiştir. Bu eleştiriler büyük oranda Sigmund Freud ve onun görüşlerine
dayanmaktadır. Freud, “aile içinde kadın ve erkek rollerinin tanımlanması,
çocukluktan yetişkinliğe geçiş, aile içi dinamikler gibi konularda devrim niteliğindeki
gözlem ve çalışmalarıyla kadınlar arasında dosttan çok düşman edindi.”77 Freud,
çocuğun büyüme aşamasında geçirdiği cinsel kimlik sürecini açıklamıştır. Freud’a
göre; oedipal dönemde çocuğun cinsel arzuları gelişme gösterir ve ebeveynlere karşı
bir bağlılık oluşur. Bu durum da kız çocuk için annenin, erkek çocuk için de babanın
rakip olarak algılanması sonucunu doğurur. Oedipal dönemdeki çocuklar için
ebeveynler, “hayatının kadını - hayatının erkeği” rolünü alabilmektedirler. Kız
çocuklar babaya, erkek çocuklar da anneye kendilerini beğendirmek isterler.
Çocuklar için hemcinsleri olan ebeveynler rakip olarak görülürler. Erkek çocuk
açısından babanın rakip olması aynı zamandan başka bir korkuyu besler ki o da iğdiş
(hadım) edilme korkusudur. İğdiş edilme korkusu, anneye duyulan bağlılığın ve
arzuların ötesine geçer. Erkek çocuk için anneden kopma süreci başlar. Bu durumda
babası ve erkek kimliği ile özdeşlik kurarak fallik (erkek cinsel organı) gücü keşfeder
ve onu tercih eder. Bu güç erkek çocuk için bir üstünlük ve artı değer ifade ederken,
kız çocuk için güçsüzlüğü temsil etmektedir; çünkü kız çocuk bundan yoksundur. Bir
bakıma kız çocuk zaten iğdiş edilmiştir. Psikanaliz, kaygı ve korku duygularının
kaynağının nesneye duyulan kıskançlık olduğunu ileri sürmektedir. Feministler bu
noktada karşı çıkıp, bu görüşe itiraz etmişlerdir. Freud’un görüşlerinin eril olduğunu,
bu durumda da kadının eril bir bakış açısıyla değerlendirildiğini savunmuşlardır.
Bu kuramda görüşleri dikkat çeken “Psikanaliz ve Feminizm” adlı eseriyle
Juliett Mitchell’dir. 1974 yılında yayınlanan bu kitapta ilginç genellemeler
görülmektedir. Mitchell, feminist hareketi Freud’un görüşleri ile toplumsal olarak
açıklamaya çalışmıştır. Mitchell’e göre Yunan kültürü eril ve kadın düşmanı bir
yapıya sahiptir. “…tezinde de, kültürün –yanı sıra akıl, zekâ, eleştirel düşünme gibi
77
Jale Parla, Kadınlar Dile Düşünce-Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet, Der. Sibel Irzık, Jale Parla,
4. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 26.
36
Yunan kültüründe takdir ettiğimiz ne varsa- erkeğe, bunun tam tersinin
(düşünemezlik) ise kadına ait olduğu düşüncesi, kadınların rasyonel düşünme
yeteneğine sahip olmadıkları için kültürel olarak önceden dışlandıkları biçiminde
yorumlanabilir.”78 Hangi feminist görüş olursa olsun kabul edilemez olan bu tavır ve
durum, erkek egemen toplumu anlamada yardımcı olmuştur. Sigmund Freud’un
görüşleri de bu noktada kabul edilebilir görüşler değildir. Freud’un cinsel kimlik
oluşumu ile ilgili görüşleri psikanalist feministlerce desteklenmiştir. Fakat genel
olarak Freud, erkeklerin her bakımdan kadından üstün olduğunu ileri sürmektedir.
Feministler, bu eril düşünce ile kadının ikincilliğinin açıklanamaz olduğu
düşünülmektedirler. Freud, davranışların temelinde cinsel dürtüler olduğunu
belirtmektedir. Bu durum da ancak bilinçaltı dünyası ile açıklanabilir. Bireylerin
cinsellikleri
ve
davranışları
arasındaki
bağ,
psikanalitik
bir
açıklamayı
gerektirmektedir.
1.2.8 FRANSIZ FEMİNİST KURAM
Fransız feminist kuramı, farklılıkları bir üst sınıra taşımak ve post-yapısal
tarzıyla, ikinci dalga feminist hareket ve üçüncü dalga feminist hareket arasında
eşitlik üzerine bir bağ ve köprü görevi üstlenmiştir. “Fransız kadın hareketine göre
cinsiyetin kültürel belirlenimi yadsınamayacak bir gerçektir ve bu gerçeğin
temelinde hem erkeğin hem de kadının dile mahkûm olma yazgısı yatar.” 79 Fransız
feminist kuramda Lacan kuramı öne çıkmıştır. Bu hareketin öncülerinden Julia
Kristeva, H.Cixous ve Luce Irigaray dile mahkûm olma durumunu bütünlük halinden
ayrışma, farklılaşma ve bireyselleşme ile açıklamışlardır. Bu öncü feministler,
hareketi dil, sembolize etme ve söylem bakımından yeniden değerlendirmişlerdir.
Burada kullanılan dil de, eril bir karakter taşımaktadır. “…Kadınların erkekler
tarafından yapılmış bir dil içinde yaşamak zorunda oldukları…,kadınların
sessizliğinin, sürekli olarak onlar hakkında ve onlar üzerinden, onların dolayımıyla
konuşan bir dil tarafından tanımlanması ve güvence altına alınması…(onları) hep
78
79
Donovan, a.g.e., , s. 203.
Parla, a.g.e., s. 31.
37
‘erkeklerin’ dilinde, ‘erkek dili’ndedirler”80 söylemiyle ifade bulmuştur. Kadın,
bazen yüce bir değer olarak, bazen de olumsuz simgeler olarak ama hep nesne olarak
dilde yer almıştır. Artık kadınların kendilerine ait bir dil kullanmaları gerekliliği
ortaya çıkmıştır. Gizli kadın dilini ortaya çıkarmak ya da o dili yeniden inşa etmek,
feminist hareketin esaslarından biri olmalıdır. Eril dile karşı en güçlü silah, kadına
özgü bir dil kullanmaktır. Fakat burada kadın bedeni üzerinden yazmak yeni
tartışmaları gündeme getirecektir. Kadınlar, yazılanlar aracılığı ile konuşacak ya da
susacaklar ama yine de kaybeden taraf olacaklardır. “Bazı kadın yazarlar tarafından
“kadın yazını” olarak adlandırılan bu üslûbu, …kadın bedenini yazının merkezine
yerleştir(il)mesiyle, kadın öznenin otoritesini beden, cinsellik ve dil arasında
kurulacak bir bütünlükte aramasıyla”81 tanımlanacaktır.
Fransız feminist kuramcılar, yapıbozucu (zıtlıklardan doğan negatifliklerin
yok sayılması) feminist kuram ekseninde geliştirilen yazınları incelemişlerdir. Genel
eğilim eril dil üzerinedir ve erkeğin ön plana çıktığı ve üstün tutulduğu bu anlatılarda
kadın ise, onu negatif olarak tanımlayan özellikleri, bedeni ve “öteki” olarak ele
alınmıştır. Dildeki bu zıtlıklar göstergebilimin konusudur. “Gösteren” ile
“gösterilen” arasındaki ilişkiden yola çıkarak Kristeva, dili semiyotik ve sembolik
olarak iki sürece ayırır. Sembolik, baba ve ataerkiyi temsil ederken, semiyotik de
anneyi ve dişil dili ifade eder. Kristeva’ya göre bu iki durum değişimlere uğrayarak
yeni bir dil oluşturabilirler. Fakat kadının dilde özne olarak yer alması ancak dilin
dişilleştirilmesi ile mümkün olacaktır. Feminist eleştiri olarak adlandırılan bu ifade,
toplumsal cinsiyeti oluşturan söylemleri her yönüyle izlemeye ve eleştiriden
geçirmeye ve bu yapıları kendi içinde bozup yeniden inşa etmeye yönelir. Burada
önemli olan kadınların yok sayıldıkları alanlarda varlıklarının söylenmesi ve
erkeklerle sadece belirli başlıklar altında eşitlenmesi değildir.
80
Sibel Irzık, Jale Parla, Kadınlar Dile Düşünce Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2011, s. 8.
81
Irzık, Parla, a.e., s. 222.
38
1.2.9 ÜÇÜNCÜ DALGA FEMİNİZM
Farklılıklar üzerine kurulu bir yaklaşım olan üçüncü dalga feminizmin temelini
sosyal ve kültürel anlamda farklı olanlar ve geride/arda kalanlar oluşturmaktadır. İlk
ve ikinci evrede eşitlik üzerine kurulu olan feminist yaklaşımlar, üçüncü dönemde
farklılıklar
politikası
üzerine
odaklanmıştır.
Burada
farklılıklardan
kasıt
“dışarıdakiler; yani siyahlar, üçüncü dünyalılar, eşcinseller, çevreciler ve karşıkültürel azınlıklar gibi kültürel ve politik olarak kıyıda olanlardır. Farklılıklar
kimliklerinden feragat etmeyip bir araya geldiklerinden, üçüncü dalganın söylemi
çok
seslidir.
Üçüncü
dalganın
ürettiği
politikalar,
yeni
emperyalizmin
kimliksizleştirerek çoğunluk içinde eritme ve katı etnik/dinsel/kültürel kimlikler içine
gömerek izole etme politikalarını boşa çıkarır. Böylece kim olduklarını bilen ve hedef
ortaklığında dayanışan kadınlar hem kendilerini kendi sesleriyle ifade edebilirler,
hem de baskıya ve baskılayanlara karşı mücadele edebilirler. Üçüncü dalga
feminizmlerin bir diğer temel özelliği de Batı düşüncesinin oluşturduğu düalizme
karşı ikili karşıtlıkları bozma/aşma tavırdır.”82 Daha önce Fransız feminist kuramda
göstergebilimin konuları arasında geçen yapıbozumcu kuram olarak değinilen
zıtlıklardan yola çıkarak yok sayma durumunun, burada karşıtlıkların birbirini
beslediğini ileri sürmektedir. Jacques Derrida (ö:2004) tarafından geliştirilen
yapısökümcü
eleştiri,
üçüncü
dalga
feminizmin
kendini
ifade
edebildiği
yöntemlerden biridir. Yapısökümcülük, karşıt olanların doğal olmadığını, anlamların
dilin içinde sürekli değişken olduğunu ifade etmektedir. Gösterilenin, işaret ettiğinin
yanı sıra aynı zamanda içinde gizli başka bir anlama da işaret ettiğini ileri sürer. “
Yapısöküm ile ilişkiye giren feminizm, söylem aracılığıyla üretilen ve ikili karşıtlıklar
üzerinden
doğallaştırılan/sabitlenen
özsel
kimliklerin/toplumsal
cinsiyetin
kültürel/toplumsal bir kurgu olduğunu savlayarak, ikili karşıtlıkların yapısını
bozarak bu kurguyu üreten ideoljiyi/söylemi açığa çıkarmaya çalışır. Dünya eril
bakış açısıyla kurulduğundan, feminist eleştiri bu bakışı bozmayı/sökmeyi
hedefler.”83
82
83
Altun, a.g.e., s. 93.
Altun, a.e., s. 95.
39
Farklılıklardan yola çıkarak fakat yine kadın ve kadın kimliği üzerine
yoğunlaşan bu kuram, postmodern kurama çok yakın hatta onunla iç içe bir
kuramdır.
1.2.10 SİYAH FEMİNİST KURAM
Kadın olmak sebebiyle yaşanan ezilme ve aşağılanmalara maruz kalan siyah
kadınlar, feminist harekete dâhil olduklarında da beyaz kız kardeşleri tarafından
uygulanacak aynı tavra maruz kalmışlardır. Bir yandan kadın olmanın diğer yandan
da siyah erkeklerle birlikte farklı olmaktan dolayı çift yönlü bir ezilme yaşamışlardır.
Bell Hooks’a göre; “ayrıcalıklı sınıfa mensup kadınlar, hareketin başından beri,
kendi meselelerini odaklanılacak “asıl” meseleler haline getirebiliyorlardı… Bu
mesele, kadınların yaşadığı bir kriz olarak sunulsa da, gerçekte, küçük bir iyi
eğitimli, beyaz kadın grubunun kriziydi.”84 Farklı kadınları bir araya getiren feminist
hareket, kız kardeşlik kültürünün yerleştirilmesi ve geliştirilmesi için sınıfsal ve
ırksal farklılıkların göz ardı edilmesi gerektiğini ortaya çıkardı. Siyahlar, kadın
olmanın getirdiği cinsiyet ayrımının yanı sıra ırk olarak da sınıfsal olarak da sosyal
yapının odağından uzak kalıyorlardı. “Sınıfsal güce sahip kadınlar, feminist
platformu faydacı bir biçimde kullanırken, bir yandan da feminist politikaları yok
ediyorlar ve sonunda kendilerini tekrar ezecek bir ataerkil sistemin sürmesini
sağlıyorlar.”85 Ayrıcalıklı beyaz kadınlar, hareketin sahibi ve lideri rolünü ilan
ederken, onların dışında kalan beyaz ama işçi, yoksul ve renkli kadınları da, seyirci
ilan ettiler. Bu sayede feminizme yeni kavramlar dâhil olmuş ve siyah yani renkli
kadınlar da harekete yön vermişlerdir. Bu durum da feminist hareketin açılım
yaparak ve genişleyerek büyümesine katkı sağlamıştır.
84
85
Hooks, a.g.e., s. 37.
Hooks, a.e., s. 44.
40
1.2.11 LEZBİYEN FEMİNİST KURAM
Feminist hareket ve kadınlar açısından cinsel özgürlük hareketi eşzamanlı
eylemler olarak gelişme göstermişlerdir. Öncü rolünü üstlenen birçok lezbiyen
düşünür, feminist hareket içinde sınıf sorununu dile getiren ilk eylemcilerdir. Bu
kadınlar ataerkil düzene karşı sınıf sorununun aşılması gerektiğini, ırk ve cinsellikle
ilgili katı sınırların değişmesini arzulayan kadınlardır. Onların sorunsallaştırdığı bu
ifadeler, zaten feminist hareketin en başından beri üzerinde durduğu konulardan
oluşmaktaydı.
“Kadınlar olarak kimi seveceğimizi, vücutlarımızı ve hayatlarımızı kiminle
paylaşacağımızı seçme özgürlüğümüz, eşcinsel ve kadın hakları adına mücadele
eden radikal kadınların katkıları sayesinde büyük ölçüde genişledi.”86 Radikal
feministlerin bu konudaki katkıları yadsınamaz bir gerçektir.
1.2.12 POSTMODERN FEMİNİST KURAM
Postmodern feminizm, kadınlar arasındaki farklılıklara vurgu yaparak dikkat
çekmiştir. Ancak bu vurgunun farklı coğrafyalardaki kadınların, farklı sorunlarına
söylem olarak bir çözüm getirememiştir. Çünkü başlangıcından itibaren feminist
hareket birçok kazanımla süregelmiştir. Ataerkil düzenin devam ettiği bir iktidarda
söylemle sınırlı kalan postmodern kuram, eşitsizliği aşmaya yetmemiştir. 1970’li
yıllarda ilgi odağı haline gelen postmodern feminizm, modern dönem ile ilgili her
şeye bir isyan ve başkaldırı hareketi olma özelliği taşımaktadır. Postmodern feminist
yaklaşım konusunda değişik görüşler vardır. Bunlardan bir kısmı feminist hareketin,
postmodernizmin ortaya çıkış sürecinde etkili olduğunu savunmaktadırlar. Bir kısmı
ise; her iki hareketin de ortak bir paydada bir araya gelemeyeceğini ileri
sürmektedirler.
Postmodern feminizm farklı birçok konuyu tek başlık altında toplamayı
başarabilmiştir. Psikanalizm, varoluşçuluk, yapısalcılık bir düşünme sistemi olarak
86
Hooks, a.g.e., s. 101.
41
potsmodern düşüncede yerini almıştır. Donovan’a göre; “1980’lerde feminist
teorinin ana teması, monolitik bir söylemin tiranlığına direnişti. Postmodernist ve
çok kültürlülük teorilerinin fark vurgusunun kışkırttığı feminist teori giderek daha
özgülleşti, kadınlar arasındaki farklara –özellikle de ırk, sınıf, etnik ve cinsellik
farklarına- daha fazla dikkat sarf etmeye başladı.”87 Carole Pateman, Genevieve
Lloyd, Susan Bordo ve Irısh Young gibi bu kurama öncülük eden düşünürler, liberal
feminizme önemli ve derin eleştiriler yaptılar. Kadın toplumun bir öğesi olduğundan
hem etkileyen hem de etkilenen taraf olacaktır. Bunun yanı sıra, kadın olarak farklı
gruplara mensup olması sebebiyle de kadın sorunu ve çözümüne dair başka alternatif
yollar da olacaktır. Postmodern feministler, daha önceki kuramların tüm farklılıkları
kapsamamasını eleştirmişlerdir. Feminist kuramlar, üçüncü dünya ülkeleri kadınları,
zenci kadınları ve lezbiyen kadınları göz ardı etmişlerdi. Önceki feminist hareket
beyaz kadınlar ve ayrıcalıklı sınıfa mensup kadınlar arasında yükselmişti.
Postmodern feminist hareket ise; herhangi bir gruba ya da ideolojiye bağlı
kalmaksızın kadının ikincilliği ve ezilmişliğinin yok edilmesini arzulamaktadır.
Postmodern düşünce ikilemlere de dikkat çekmiştir. Zıtlıklardan ve
karşıtlıklardan oluşan tüm ikilemlerin bir yandan da birbirleriyle olan güçlü bağına
işaret etmişlerdir. En basit ve en derin haliyle, kadın-erkek ikilemini ele alırsak; bu
iki kavram ne birbirine zıt, ne de ayrılabilen iki kavramdır. Bu nedenle postmodern
kurama göre bu kavramların gerçekte nasıl var olduklarının incelenmesi gerekir.
Özetle “postmodernizm tüm kuram ve genelleştirmeleri ayırt etmeksizin reddeder.
Postmodernist eleştiri saçmalık düzeyine indirgendiğinde ortaya aşırı uçta bir
nominalizm çıkar: yalnızca bireysel tikellikler meşrudur. Herhangi bir kuram ya da
genelleştirici bir cümle, tikel farklılıkları sildiği için kuşku uyandırır ve
reddedilir.”88 Feminist teori, çeşitlilik ve farklılık olgusuna daha fazla yer vererek
ve genişleyerek büyümektedir.
87
88
Donovan, a.g.e., s. 351.
Donovan, a.e., s. 381.
42
1.2.13 EKOFEMİNİZM
“Ekofeminizm terimi, Fransız feminist Françoise d’Eaubonne [ö:2005]
tarafından 1974 yılında icat edildi.”89 19. yy. feministleri daha çok çevre sorunları
üzerine yoğunlaşmışlardı. Kadınların süslenmek uğruna hayvanların katline seyirci
olmalarını eleştirmişlerdi. Kadınlar ile doğa arasındaki olumlu yakınlık ilgisi bu
kuramın temel esaslarındandır. Ekofeminizmin en önemli savunucularından olan
Ynestra King, “doğa kadın bağlantısını koparmamayı seçmemiz gerektiğini ileri
sürer; tersine, bunu farklı bir kültür ve politika yaratmakta bir üstünlük noktası
olarak”90 kullanılabileceğini vurgular.
Ekofeminist kurama göre, kadın da doğa da tahakküm altına alınması
hususunda benzerlikler göstermektedir. Var olan çevre sorunları için suçlamaların,
eril otoriteye yöneltilmesini savunurlar. Aynı eril otorite, kadını da daima egemenliği
altına almak amacındadır. Bu düşünceden hareketle ekofeminizm, “insanlar ve doğa
(hayvanlar da dâhil) arasında Batı biliminin ikilikçi, nesneleştirici özellikleri
ortadan kaldıran bir ilişki üzerine düşünmenin yeni yollarını oluşturmak”91
hedefindedir. Çünkü genel olarak insanın insan ile ilişkisi ve insanın doğayla ilişkisi
hep egemen olma yönündedir.
Ekofeminist hareket, kadının da doğanın da eril dünya tarafından sömürülmek
istendiğinin altını çizmektedir. Bu düşünceden hareketle feminizm ile bağlantılı ve
bir arada yürütülmesi gerekmektedir.
1.2.14 İSLÂMÎ FEMİNİZM
İslâmî feminizm kavramı, özgün bir feminizm hareketi olmamasına karşın
kadınların farkındalık ve bilinçlenme durumlarını gösteren bir mücadele girişimi
olmuş ve bu yönüyle önem arz etmiştir. Müslüman kadınların, kadın haklarının dini
kurallar ve geleneksellik içinde, yeniden düzenlenmesi gerektiğini savunan feminist
89
Donovan, a.g.e., s. 385.
Donovan, a.e., s. 387.
91
Donovan, a.e., s. 389.
90
43
bir eleştiridir. İslâmî feminizm kavramı, oryantalizm ve batılı feminizmden
etkilenmiş, sömürgeci faaliyetlere karşı çıkmış, milliyetçiliği ön planda tutmuş bir
harekettir. Margot Badran’a göre; doğu ve batı, feminizm açısından kıyaslandığında
toplumsal olarak farklı kurgulanışlar göze çarpmaktadır. İslami feminizm, Müslüman
toplumlara özgü bir harekettir. Kur’an-ı Kerîm’in inişi bir devrim niteliği
taşımaktadır. Ancak bu devrimin getirdiği eşitlik tam anlamıyla topluma
yayılamamıştır. Ataerkil fikirler, toplumsal cinsiyet eşitliğine direnç göstermiştir. Bu
ataerkillik, İslâm’ı, öncesini de referans alarak ataerkil öğretilere uygun hale
getirmiştir.92
İslâmi feminizm, din ve geleneklerin kadın üzerine etkilerine yoğunlaşmış,
Kur’an-ı Kerîm ve diğer kaynakları çalışmalarının dayanağı yapmıştır. Ayrıca
toplumsal cinsiyet eşitliğine önem vermiş feminist kuramlardan biridir. Bu feminist
hareket, kadınların modernleşme ve gelenekler arasında dine bağlı kalarak gelişimini
amaçlamaktadır. Bu hareket özellikle Mısır’da ilgi görmüştür. İran İslâm
Cumhuriyeti, bu feminizm hareketinin ilgi gördüğü ve çalışmalarının yürütüldüğü
diğer bir ülkedir. Zenân (Kadınlar) dergisi, İslâm’ın kadın hakları açısından yeniden
yorumlandığı bir yayım organı olmuştur.
Kadın, sosyal hayata ne kadar dâhil olmuşsa içinde bulunduğu toplum o denli
modern sayılmış ve tarih boyunca toplumun gelişmişliğinin ölçütü olmuştur. Bu
bağlamda kadının toplum içindeki yeri sürekli gündem konusu olagelmiştir. Bununla
ilgili olarak Müslüman kadının konumu ise hem sömürge hareketi çalışmalarında
hem de kendi toplumlarının modernleşme çalışmalarında tartışma konularından biri
olmuştur. Müslüman toplumlardaki bu alana dair eleştirel yaklaşımlar, feminist
harekete ve edebiyata katkı sağlamış, İslâmî feminizm söylemi yaygınlaşmıştır.
İslâm ülkelerinde gelişen bu farkındalık batılı erkeklerin “kadın yaşamının çözülmesi
ile bu toplumların batı karşısında güçsüzleşeceğine ”93 dair inancı beslemiştir.
92
Margot Badran, “Islamic Feminism Revisited”, (Çevrimiçi)
http://weekly.ahram.org.eg/2006/781/cu4.htm, 10 Ekim 2012
93
Ayşe Güç, “İslamcı Feminizm: Müslüman Kadınların Birey Olma Çabaları”, Uludağ Üniversitesi,
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 17, Sayı 2, 2008, s. 651.
44
İslâmî feminizm, Müslüman ülkelerin modernleşme çabalarıyla beslenerek
büyümüştür. Kültürler ve gelenekler farklıdır ancak ortak bir paydada İslâm adı
altında birleşilmiştir. Bu konuda Kâsım Emîn’in (ö:1908) Tahrîru’l-mer’e (Kadının
Özgürleşmesi) adlı kitabı ilk örnek gösterilebilir. Kâsım Emîn, kadın haklarını
vurgularken Kur’an’a işaret etmiştir. Dini kaynaklar destekli kadın hareketi Hüdâ
Şa‘râvî (ö:1947) tarafından ulusal bir kadın hareketi haline getirilmiştir. Feminizm
hareketinin sistemli bir hareket haline geldiği dönemlerden itibaren Müslüman
kadınların kendilerini ve konumlarını sorgulama tutumları bazı ortak sorunları da
gündeme getirmiştir. Bu arada dikkat çeken bir husus, Müslüman toplum mensubu
kadınların, toplumdan topluma değişen sorunlarının ortaya çıkmasıdır. Bu
sorunlardan biri de; Müslüman kimliğe sahip kadınların laik ve dindar kadınlar
olarak ayrılmasıyla başlamıştır. Ayşe Güç’ün belirttiği gibi; Müslüman olmak, İslâm
dinini seçmiş bütün kadınlara ait kültürel bir kimliktir. Fakat burada farklılık dindar
kadınların, Müslüman kadın çalışmalarına sağladığı katkılardır.94
İslâmî feminizm kavramı ile dini kaynakların kadın-erkek eşitliği hakkında
yeniden yorumu yapılmaktadır. Kur’an-ı Kerîm’de birçok defa ısrarla eşitlikten
bahsedilmesine rağmen aile ve toplum hayatlarında tam bir eşitlik söz konusu
değildir. İslamcı feministler özellikle siyaset alanında olmak üzere hem dinî hem de
kamusal alanda eşitlik mücadelesi vermektedirler.
Kadın, hakları bakımından din bağlamında ele alınırsa farklı yorumlar ve
süregelen tartışmalar ortaya çıkmaktadır. Ayşe Güç’ün ifade ettiği gibi; toplumu
ilgilendiren konularda Kur’an açık kapı bırakmıştır. Uzun bir süreçte kölelik gibi
etkinliğini yitiren olgular varken, çok eşlilik, kadınların tanık olamama durumları ve
erkeklerin kadınlara üstünlüğü hususlarında tartışmalar devam etmiştir. Bu durumda
ataerkil sitemin ve geleneklerin gücü yadsınamaz bir gerçektir.95
İslâmî feminizmi diğer feminist akımlardan ayıran en belirgin özelliklerden
biri de, kadın bedenini ele alış ve değerlendirme biçimidir. Aile kurumunu ve aile içi
94
95
Güç, a.g.e., s. 653.
Güç, a.e., s. 669-670.
45
ilişkilere vurgu yapan hareket, kadın bedeni ile ilgili olarak batılı feminist
hareketlerin aksine bir tutum sergilemiştir.
İslâmî feminizm, uluslararası düzeyde yapılan kongrelerle etki alanını
genişletmiştir. İspanya’da yaşayan Müslümanlar tarafından ilki Barcelona’da
düzenlenen bu kongreler sonucunda, kutsal kaynaklar ışığında kadın haklarının
yeniden ele alınması, İslâm hukuku, toplumsal cinsiyet ve aile kavramları
tartışılmıştır.
1.3 BATIDA FEMİNİZM
Feminist hareketin başlangıç noktası olarak batı toplumlarının işaret edilmesi
ve Fransız devriminin fitili ateşleyici rolü herkesçe bilinmektedir. Kadın ister doğuda
ister batıda olsun tarihin her döneminde ayrımcılığa maruz kalmıştır. Fakat batı
toplumlarında bu durum daha bariz bir şekilde görülmektedir. Cahiliye döneminde
gömülen kız çocuklarına karşılık ortaçağda büyücü ve cadı oldukları gerekçeleriyle
kadınlar yok edilmeye çalışılmıştır. “…Pozitivist tarihçilik, bir bütün olarak gündelik
yaşamı görmezlikten gelirken kadınları da yok saydı… Tarih dışına itilip deneyimleri
marjinalleştirilenler, elbette yalnızca kadınlar değil; tüm “altta kalanlar”; örneğin
köleler, köylüler, proleterler, zenciler, vb. belirli zamanlarda tarih dışı
bırakıldılar.”96 Mensubiyetleri her ne olursa olsun ister burjuva ister işçi, kadınlar
sadece cinsiyeti nedeniyle bile erkeklere nazaran kenarda kalmışlardır. Kadın, tarih
yazımının tam da ortasında ve faal bir durumda olduğu halde, bir olgu olarak tarih
biliminde maalesef yer edinememiştir. Bu duruma rağmen kadın ve kadın hareketi
tarihsel süreç olarak incelediğinde, her dönem için değişen koşul ve şartlarda kadına
karşı ezici bir tutum izlendiği görülmektedir. Kadının, resmen çalışma hayatına
katılması ve “işçi” olarak nitelendirilmesi Sanayi Devrimi dönemine rastlamaktadır.
Sanayi Devrimi öncesinde de ekonomik faaliyetlerde yer alan kadınlar, göçebe
topluluklardan beri sosyal hayatta önemli roller üstlenmişlerdir. Yerleşik hayata
geçinceye kadar etkin bir role sahip olan kadınlar, ticarî hayatın da başlamasıyla
96
Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 20.
46
evlerine çekilmişler ve daha pasif bir rol oynamışlardır. Böylece anaerkil düzen,
yerini ataerkil düzene bırakmıştır. 19. yy.a gelindiğinde ise bu ayrım, kadın- erkek
arasında iş bölümü ve işin niteliği açısından derin yarılmalara da neden olmuştur.
Kadın, ucuz ve yedek iş gücü olarak görülmüştür. Sanayi Devrimi ile birlikte artan
işgücü ihtiyacına karşılık olarak kadın da, hem sayıca artarak hem de daha etkin bir
şekilde ekonomik alanda yerini almıştır. Bu durum “ilk kez ve bugünkü anlamı ile
ücretli kadın işgücü kavramının doğmasına yol açan en önemli tarihsel gelişme
olarak değerlendirilmektedir.”97 Tabii bu olumlu sayılabilecek gelişmeler, olumsuz
yanları da beraberinde getirmiştir. Kadınlar, olumsuz çalışma şartlarına maruz
kalmışlardır. Sonuç olarak bu dönemde bazı sosyal iyileştirme politikaları ile çalışma
şartları ve saatlerinin sınırlandırılması gibi koruyucu tedbirler ile mevcut durum
düzeltilmeye çalışılmıştır.
17. ve 18. yy.larda, yaygın tutum kadının evine ve ailesine ait olduğu inancı
olmuştur. “ … Eş ve anne rolünden çıkmadıkları sürece olumlu bir güç… 5-6 Ekim
1789’da yaptıkları gibi, ekmek talebiyle isyan ettikleri zaman mesele yoktur; ne var
ki, Fransız Devriminin süreci içinde kendilerinin de eşit insan olduklarını öne sürüp
kamusal rollere soyundukları zaman iş değişir!”98 Fakat Sanayi Devrimi ile değişen
ekonomik koşullar, aydınlanma çağının getirileri ve Fransız Devriminin estirdiği
eşitlik, özgürlük rüzgârları kadın durumunda da değişikliklere neden olmuştur.
Kadınlar, bu yeniliklerle beraber özgürleşen toplum içinde birey olarak yer almak
istemişlerdir. Bu farkındalık ile birlikte çok yönlü bir hareket olan feminist hareket
yükselmeye başlamıştır.
19. yy.’ın sonlarına gelindiğinde ise, kadın çalışan sayısında rakamsal artış
göze çarpmaktadır. I. ve II. Dünya Savaşları’nın da etkisiyle kadın işgücü istihdam
edilmiştir. Sanayi Devrimi’nin ilk zamanlarında maden ocaklarında ve ağır şartlarda
çalıştırılan kadınlar ortaya çıkan olumsuz yan etkileri sebebiyle 1842 yılında “
97
Özlem Çelik, “Ataerkil Sistem Bağlamında Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin
Benimsenmesi”, Ankara, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, 2008, s. 119.
98
Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 22.
47
Britanya’daki madenlerde kadınların çalışması nihayet yasaklandı. 1847’de
kadınların çalışması günde 10 saatle sınırlandırıldı.”99
Sanayi Devrimi ile birlikte, önceleri evde küçük esnaf olarak iş yapan aile
bireyleri ve onların iş kolu olan dokuma endüstrisi zamanla fabrikalara doğru
kaymıştır. Ağır çalışma şartları ve uzun vardiya saatleri, işçi sınıfını dolayısıyla da
aileleri etkilemiştir. “İngiltere de 1861 yılında emekçilerin üçte birini kadınlar
oluşturuyordu. İşçi sınıfının kadınları günün önemli kısmını ev dışında geçirmek
zorundaydı. Bu nedenle kadın emeği, ev içi görevlerden ziyade sanayi üretimi
üzerinde yoğunlaşmıştı.”100
I.Dünya Savaşı dönemi tüm toplumları etkileyen bir süreç olmuştur.
Savaşmak için cepheye giden erkeklerin yerini kadınlar almıştır. Üstelik bu değişim,
işin ağır şartlarına bakılmaksızın gerçekleşmiştir. Almanya’daki kadın işçi sayısında
da çok büyük bir artış görülmüştür. Kadınlar ağır sanayide de çalışmaya
başlamışlardır. Savaş sonrasında ise, kadınlar işlerini erkeklere devretmek konusunda
mecbur bırakılmışlar ve yaptırımlara uymak zorunda kalmışlardır. Burada şunu
eklemek gerekir ki; savaş sonrasında kadınlar 20’ye yakın Avrupa ülkesinde oy
hakkı elde etmişlerdir.
I. Dünya Savaşından II. Dünya Savaşına kadar olan dönemde kadınlar,
feminist hareket eğilimlerine savaşın önlenmesini de ekleyerek hedeflerini
gerçekleştirmeye devam etmiştir. Fransız Kadınları Ulusal Konseyi, savaştan yenik
çıkan Almanya ile ilgili tahkir söylemlerini engelleme çalışmaları yapmıştır. Bu
durumun dünya barışına katkı sağladığı yadsınamaz bir gerçektir.
Rusya’da ise kadınlar, 1917 devrimi ile sağlık sigortası, doğum öncesi-sonrası
ücretsiz sağlık hizmeti ve orduda görev alma gibi birçok hak elde etmişlerdir.
İngiltere’de genel oy hakkını 1928 yılında I. Dünya Savaşı’ndan sonra elde
eden kadınlar, çocuğun velayeti, mülk edinme, boşanma ve zina suçlamasında
kocasıyla eşit haklara ancak 1970’li yıllarda kavuşabilmiştir.
99
Çelik, a.g.e., s. 121.
Çelik, a.e., s. 122.
100
48
II. Dünya Savaşı sırasında kadınlar antifaşist bir eylem içinde olmuşlardır.
Faşizme karşı çıkmışlar, gerilla savaşlarına katılmışlar hatta hapse girmişlerdir.
Savaş sonrasında, kadınların inkâr edilemez rollerine karşın yine de evlerine
dönmeleri için kampanyalar düzenlenmiştir. Amerika ve İngiltere’de kreşlerin
kapatılması kadınların eve dönmesini sağlamak için yapılmış bir harekettir.
Feminist hareket, ülkeden ülkeye ve toplumlara göre değişiklikler arz etse de,
birçok hareketle iç içe bir şekilde gelişme göstermiştir. Amerika’da kölelik
karşıtlığıyla, İngiltere’de oy hakkı istekleriyle, Fransa ve Almanya’da ise işçi
kadınlar ekseninde yol almıştır. Şunu da belirtmekte fayda vardır ki; “kadın-erkek
eşitliği sorunsalının İkinci Dünya Savaşı sonrasından beri birleşmiş Milletler
Topluluğu’nun gündemine girmiş bir konu olduğunu”101 ve gerek kurumlar gerekse
anlaşma, sözleşmeler aracılığı ile bu durumun onaylandığını vurgulamak gerekir.
Kadın-erkek eşitliği konusunda en ileri düzeydeki ülke İsveç’tir. İsveç toplumu
kadının kamu yaşamına etkin katılımı ile öncü rolünü sürdürmektedir. 1988 yılında
parlamentoda kadın temsilci oranı %38’e yükselmiş, 2,1 milyon kadın gelir getiren
bir işte görev almıştır.102
Feminist hareket zamana göre değişiklikler göstermiştir. Önceleri eşitlik
kavramı üzerine gelişme gösteren ve liberal hümanist düşünceyi benimsemiş birinci
dalga feminist hareket oy kullanma ve temsil hakkını da elde etmeyi başarmıştır.
Daha sonraki dönemlerde elde edilmiş siyasi kazanımlarla da olsa, kadının ikinciliği
ile alakalı bir değişiklik ve ilerleme anlamında bir iyileşme olmamıştır. Bir bakıma
bu kazanımlar, kadının kendine yabancılaşmasına ve erkekleşmesine de aracı
olmuştur. Bu durumun anlaşılması ile birlikte politika değiştirilmiş, kadın cinsiyetini
ön plana çıkarıcı ve kadın bakış açısını değerli kılan bir politika izlenmeye
başlanmıştır. Değişen kültürel, sosyal ve ekonomik yapılar, kimlik kavramını da
etkilemiş ve değiştirmiştir.
101
Şirin Tekeli, Meryem Koray, Devlet-Kadın-Siyaset, Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal
Araştırmalar Vakfı, Aralık, 1991, s. 9.
102
Tekeli, Koray, a.e., s. 13.
49
İkinci dalga feminizmin öne çıkan olgularından biri de sol siyasi yapılanma
içindeki kadınların, kendi durumlarındaki ezilmişliğin farkına varmalarıdır. Bu
süreçte tabu sayılan konular incelenmiştir. Köklü bir sistem halini almış ataerkil
yapıyı da sorgulamış ve eleştirmişlerdir. 1970 ve 1980’li yıllarda gelişen
postmodernizm ve post yapısalcı kuramlar, liberal hümanist düşünce sistemini
sorgulamışlardır. Bu kuramlar tekil bilgi yerine değişkenliği esas alarak bilginin yer
ve zamana göre çoğulculuğunu savunmuşlardır.
Bunlar Avrupa’da ortaya çıkan ve gelişen feminizmin bir boyutudur. Feminist
hareketin Avrupa’da çıkış yönü açısından başka nedenleri de vardır. Avrupa, kadını
genel olarak olumsuz yönleri ve özellikleri ile ele almıştır. Bilindiği gibi
Hıristiyanlık dini de bu olumsuz tavra arka çıkmıştır. Kadının ikincil plana
itilmesinde bu dinin etkisi herkesçe bilinmektedir. Hıristiyanlık, kadını tek günahkâr
olarak görmüş ve cennetten kovulmanın tek müsebbibi saymıştır. Cinsel hazlar
Hıristiyanlıkta bir günah olarak görülmüştür ve ruhen kirlenildiği kabul edilmektedir.
Bunların yanı sıra evlilik içi cinsel yaşama da sıkı yaptırımlar uygulanmıştır.
1949 yılında Simon de Beauvoir “İkinci Cinsiyet: Kadın” adlı kitabını, Betty
Friedan (ö:2006) Kadınsal Mistik adlı kitabını yayımlanmıştır. 1975 yılı Birleşmiş
Milletler tarafından “Kadın Yılı” ilan edilmiştir.
Gayle Rubin, 1975 yılında
Kadınların Antropolojisine Doğru eserini yayınlamıştır.
1.4 DOĞUDA FEMİNİZM
Feminist hareketin ortaya çıkışı ve yükselişi, batı toplumu kadınları sayesinde
gerçekleşmiştir. Harekete öncülük eden batılı kadınların feminizme katkılarının yanı
sıra doğudaki kadınların katkıları da yadsınamaz bir gerçektir. Burada doğu olarak
kastedilen Arap kültürü, Arap topluluğu ve Arap kadınıdır.
Edward Said (ö:2003) Orientalism adlı eserinde batılı olmayanları “diğer”
olarak tanımlamıştır. Bu tanımdan yola çıkılarak denilebilir ki; bir toplumun
mensubu olmayan “diğer”dir. Bu kavram, toplumun değer yargıları, maddi ve
50
manevi kültür öğeleri, moda denilen giyim tarzları, evlilik âdetleri ve aile yaşamları,
dini inanç biçimleri ve iş hayatlarını ifade etmek için kullanılabilir. Bir toplumun
kültürel değerleri ve yargıları o toplumu belirginleştiren özelliklerin bileşimidir.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin de belirttiği gibi, Arap toplumunun en önemli
birleştirici unsuru “dil birliği”dir.103 Bu dil birliğinin yanı sıra Arap ulusunu bir arada
tutan diğer vazgeçilemez unsurlar ortak coğrafya, din ve tarih ile farklı yerlerde de
olsalar birbirleriyle paralellik arz eden, benzerlik gösteren çıkarlarıdır. Tüm
ortaklıklar, yaşanılanlar, paylaşımlar, etkileşimler ve hatta çatışmalar Arap
kültürünün oluşmasına katkıda bulunmuştur. Böylece bu toplumları bir arada tutan
ortak bir kültür ve kimlik oluşmuştur.
Uzun ve ortak tarih içinde Arap toplumunun kadına bakışı büyük farklılıklar
göstermemektedir. Büyük çoğunluk tarafından İslâmiyet benimsenmiştir ve
İslâmiyet’in etkisi ile kadına bakış hususunda olumlu değişiklikler yaşanmıştır.
İslâmiyet öncesi Arap toplumunda aile, ataerkil bir yapıdadır. Erkek ve akrabaları
tarafından oluşturulan ve onlar tarafından temsil edilen ailede kadının ve
akrabalarının pek itibarı yoktur. Kadına karşı bu tutum, kadını yok sayıcı niteliktedir.
Cahiliye dönemi olarak adlandırılan bu süreçte, kız çocuk sahibi olmak bir kusur
olarak sayılmış ve bu kusurdan kurtulmak için kız çocuklarını diri diri toprağa
gömmüşlerdir. Kadına ne evde ne de toplumda değer verilmemiş, kadın sadece bir
zevk aracı olarak görülmüştür. Erkek istediği kadar kadınla ve istediği sürece evlilik
yapma hakkına sahip olmuştur. Evlilik kurumu o dönemde eşler arası bir
paylaşımdan çok kadının satılıp, babanın hâkimiyetinden çıkarak “kalın”* karşılığı
kocaya tâbi olması olarak algılanmıştır. Kadının, kalından pay alma hakkı yoktur.
İslâm dini ile birlikte bu durum mihr ile değiştirilmiş ve tamamının kadının hakkı
olduğu belirtilmiştir. Ayrıca boşanma halinde, “iddet” süresince nafakası eşi
tarafından karşılanır olmuştur. Eski âdetlerden biri de kadının, evliliği ile ilgili söz
söyleme ve eş seçme hakkı yoktur. Evlenilecek olan kişiye kızın babası karar
vermiştir. Gerçekte “aile, bir kadını, kendisini en yüksek fiyata satın alan, daha
sonra da insanlığın gerektirdiği daha yüce ihtiyaçları dikkate almaksızın onun
103
*
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’l-ġurbe, s. 17.
Bu dönemde bir kızı almak için babasına, eğer babası yoksa diğer yakınlarına verilen ağırlık.
51
sadece maddi ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılayan erkeğe köle haline getiren bir kurum
değil, bilakis bir karşılıklı dayanışma ve toplumsal bir edep unsuru kabul edilir.”104
Yaygın olan bir başka âdet ise, kocanın ölümü halinde kadının miras olarak, kalın
ödenmeksizin üvey oğluna eş olabilmesiydi. İslâm dini ile birlikte bu âdet ortadan
kaldırılmıştır.
Arapların kadına bakış açısı birçok durumda kendini göstermektedir. “Arap
dilinde kadınları değişik iyi ve kötü vasıflarıyla ifade eden, hatta en küçük ayrıntıya
kadar kadınları tasnif ve tavsif eden birçok kelimenin bulunması, Arap şiirinin en
vazgeçilmez konuları arasında iyi ve kötü özellikleriyle kadının yer alması, Arapların
belli açılardan kadınlara önem verip onda olumsuz yön ve vasıfları görmek
istemeyişleri olarak yorumlanabilir.”105 Ayrıca Araplar kadınların fikir ve
görüşlerine de önem vermemişler, kadına danışmayı “onlara danışın fakat aksini
yapın (şâviruhunne hâlifuhunne)” sözüyle alaycı bir tavırla eleştirmişlerdir.106
İslâmiyet ile birlikte tüm bu davranışlara ya bir sınırlama getirilmiş ya da
tamamen yasaklanmıştır. İslâm dini özellikle yeme-içme-barınma gibi hayâtî
gereksinimlerde, hak ve adalette, ibadet etmede, düşündüklerini söyleme ve dinvicdan hürriyeti ile çalışmada, okumada, seyahat etmede, mülkiyet edinme gibi belli
konularda insanları eşit tutmaktadır.107 İslâm dini ve Kur’an-ı Kerîm insan olma
sıfatından dolayı kadın-erkek arasında fark gözetmemiştir. “Kişilerin veya grupların
‘ameller’e dayanan bir ayrıştırmaya tâbi tutulması, kadınların toplumdaki değeri ve
birey olarak varoluşlarıyla ilgili bazı problemleri bünyesinde barındırmaktadır.
Kur’an insanları amellere göre ayrıştırır, fakat belirli amellere belirli değerler
atfetmez.”108 Ayrıca, İslâmiyet ile birlikte mal edinme ve miras başta olmak üzere
tüm hakları ve toplumsal statüsü kadına iade edilip herkes eşit kabul edilmiştir. Fakat
uygulamada bu haklardan söz etmek bazen mümkün olmamaktadır. Erkek akrabalar
104
Âmine Wedûd-Muhsin, Kur’ân ve Kadın, Çev. Nazife Şişman, 3. bs., İstanbul, İz Yayıncılık,
2005, s. 121.
105
Ali Bardakoğlu, “Cahiliye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi İlimler Araştırma
Vakfı Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, s. 15.
106
Bardakoğlu, a.e., s. 15.
107
Ali Özek, “Kur’an’da Kadınlara Ait Hükümler, Haklar- Vecibeler”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi
Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, s. 19.
108
Wedûd-Muhsin, a.g.e., s. 105.
52
yoluyla bu haklar bir şekilde yine sınırlandırılmakta ya da tamamen gasp
edilmektedir. Ekonomik faaliyetlerden cinselliğe kadar birçok alanda cinsiyetler arası
eşitsizlik söz konusudur. Fakat bunun yanı sıra, İslâmiyet ile gelen ya da diğer
hukukî iyileştirmeler yoluyla verilen haklar açısından hiçbir değişiklik olmadığını da
söyleyemeyiz. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan değişim ve gelişmeler
Araplara da yansımış ve toplumda kadına bakış açısından olumlu gelişmeler
kaydedilmiştir. Tüm bu iyileştirmeler ve olumlu gelişmelere rağmen, Arap
toplumundaki erkek üstünlüğü konusunda pek bir değişiklik olmamıştır. Toplum
olarak ataerkil yapı korunmakta ve etkisini sürdürmektedir.
Arap toplumunun en belirgin özelliği ataerkil bir yapıya sahip olmasıdır. Bu
ataerkillik, erkekler ve yaşlılara öncelik tanıyan, erkekleri tamamen merkeze alarak
bütün güçleri elinde bulunduran ve kontrol eden hiyerarşik bir sistem olarak
tanımlanabilir. Bu toplumlardaki ataerkil yapının gücü ve etkisi sadece mensup
oldukları dinin getirdiği hükümler sebebiyle üstünlüğe sahip olma değildir. Aksine,
zaten var olan ataerkil yapıyı, bu gücü ve sürekliliği dinî hükümler beslemektedir.
Arap kadını İslâm dini ile birlikte kendisine iade edilen haklarına rağmen, yanlış
uygulamalar neticesinde hâlâ tam anlamıyla söz sahibi olamamıştır. Ataerkil toplum,
kendi yaptırım gücünün devamlılığını sağlamak için, kadının ikinci konumda
olmasını, onun yaratılışı hususundan başlayarak Kur’an-ı Kerîm ve hadis destekli
doğrulamaya çalışmaktadır. “Kuran-ı Kerim’de yer alan miras, şahitlik gibi
konularda iki kadının bir erkeğe eşit sayılması [aslında Kuran’da bir erkeğe iki kadın
şahit sözü ticaret ile alakalı olarak kullanılmıştır ve kadının bu konuda tecrübesi
olmadığından ve yanlışlık yapılmaması için belirtilmiştir109], erkeklerin kadınlar
üzerinde yönetici olarak gösterilmesi, kadınların tesettüre dikkat etmesi gerektiği,
erkeklerin dört evliliğe kadar evlilik hakkına sahip olması [Kur’an’da bahsedilen çok
eşlilik yetim hakkının korunması ve savaş gibi sebeplerden dolayı azalan erkek
nüfusun kadın nüfusla sayıca eşitliğini sağlamak ile ilgilidir], kadınların erkeklerin
yani eşlerinin sözünü dinlememesi halinde dövülebileceği gibi konular, yine
kadınların akıl ve dininin eksik olduğuna, uğursuz olduğuna, danışılması fakat
söylediklerinin tersinin yapılması gerektiğine, kocasının rızasını almadan Cennete
109
Bakara Suresi 282. Ayet.
53
gidemeyeceğine, vs.….dair rivayetler İslam’da yer alan ataerkil fonlara örnek olarak
gösterilebilir.”110 Ataerkil yapının, kadının korunup kollanması gerektiğini
savunurken aslında kendi egemenliğini korumak düşüncesinde olduğu görüşüne
varılmaktadır.
19.yy. ortalarından itibaren Doğu’ya doğru yayılarak Türkiye ve Mısır’ı da
içine alan reform hareketi kadınlar ekseninde şekil almıştır. Oryantalistler ve
sömürgeci eylemlerin, Müslüman kadının toplumsal konumu ile ilgili başlattıkları
tartışmalar yine bu Müslüman ülkelerdeki feminist hareketi destekler nitelikte
olmuştur. Boşanma, miras ve medeni hukuk hakları ile eğitim ve çalışma
özgürlükleri üzerine gelişen hareket, genel olarak batılılaşma ve modernleşme
hareketi olarak süregelmiştir. Bu algıda, bahsedilen ülkelerin gelişmişlik düzeyleri de
etkili olmuştur. “İlk Arap Feminist olarak adlandırılan Kasım Emin’in 1899’da
basılan, kadınların eğitimini, çok eşli evlilik, boşanma yasalarında düzenlemeyi ve
peçenin kaldırılmasını savunan “Tahrirü’l Mer’e” (Kadınların Özgürleşmesi) adlı
eseri İslam ülkelerinde kadın hareketlerine yön vermesi bakımından, aynı şekilde
Halil Hamit’in “İslamiyet’te Feminizm yahut Âlem-i Nisvânda Müsâvât-ı Tâmme”
(İslamiyet’te Feminizm veya Kadınlık Âleminde Tam Eşitlik) adlı kitabı da feminist
özellikler göstermesi bakımından dikkat çekicidir.”111 Batıda kadın özgürlük hareketi
olarak anılan feminizm, doğuda ise batılılaşma ve modernleşme düşüncesini temsil
etmiştir. İslâm Dinini seçmekle batılı hemcinslerinden önce hak elde eden “doğu
kadını” için feminist hareket bir haklar genişletilmesi olarak görülmüştür. Bu
yüzyılda Ortadoğu ülkelerinden özellikle Mısır’da hararetlenen bu tartışmalar Nevâl
es-Sa‘dâvî, Leyla Ahmed, Zeynep Rıdvân gibi kadınlar tarafından sürdürülmektedir.
Ayrıca dini araştırmalar ve İslâm hukuku konusunda Müslüman kadın akademisyen
ve araştırmacıların çalışmaları dikkat çekmektedir. Bunun yanı sıra dergi ve internet
sitelerinin de feminist hareket içinde büyük bir önemi olmuştur. Özellikle İran’da
Shahla Sherkat tarafından kurulan “Zenân” dergisi örnek gösterilmektedir.
110
Nazife Gürhan, “Toplumsal Cinsiyet ve “İslami Feminist” Söylem”, Bilim, Ahlak ve Sanat
Bağlamında Çağdaş İslam Algıları, Uluslararası Sempozyum, Samsun, 2010, s. 369.
111
Gürhan, a.e., s. 371.
54
I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan milliyetçilik düşüncesi, ulusçuluk
anlayışını beslemiştir. Modern ulus devletlerin kurulma çalışmaları yapılırken,
kadınlar da kamusal alanda yer edinmek için seslerini yükseltmeye başlamışlardır.
Arap feminizmi, Arap milliyetçiliği ile eş zamanlı ortaya çıkmıştır. “1919’da İngiliz
sömürgeciliğine karsı Kahire’de büyük bir miting düzenleyen kadınlar, bir yandan
Wafd partisinin kadın kollarını oluştururken, diğer yandan bağımsız bir feminist
örgütlenme olan Mısır Feministler Birliği’ni kurdular.”112 Türkiye ile aynı tarihsel
aralıkta başlayan ve gelişen Mısır feminist hareketi, elde ettikleri kazanımlar
açısından ve kadın sorunları adına önemli çözümler sunmuştur. Başlangıçta her iki
ülke açısından da bu hareket, elit kesim feminizmi olarak sınırlı kalmış, dolayısıyla
toplumun bütününe yayılamamıştır. Ortadoğu feminizmi, daha çok sömürgeciliğe
karşı sürdürülen bağımsızlık savaşlarında kendini göstermiş ve yoğunluk
kazanmıştır. Türkiye’deki durum ise Mısır’dan biraz daha farklıdır. Hem tam
bağımsızlığını kazanmış bir ülke olarak Türkiye, hem de Mustafa Kemal Atatürk
sayesinde birçok ülke kadınından önce haklar elde eden “Türk Kadını”nın feminist
hareketi kamu alanında yer edinme üzerine yoğunlaşmıştır.
Bugünkü Arap coğrafyasını da içine alan Osmanlı İmparatorluğu’nda
Tanzimat ile başlayan değişim ve yenilenme süreci 1908 yılında anayasal bir boyut
kazanmıştır. Böylelikle kadınlar görüş bildirme hatta dernek kurma girişimlerinde
bulunmuşlardır. Fakat yine de anayasa ile resmîlik kazanmak tek başına yeterli
olamamıştır. Yaşanan değişimlerin sonucunu görmek için, toplumun da kültürel ve
sosyal açıdan bu dönüşümlere hazır olmasının gerekliliği kaçınılmazdır. Hem
günümüz Türkiye’sini hem de Mısır’ı kapsayan bu imparatorlukta, İslâm dininin
benimsenmiş olması sebebiyle feminist hareket, bu coğrafyada başka bir boyut
kazanmıştır. Bu durum da, kadınların elde ettikleri haklarına rağmen, kavramsal
düzeyde kalan “kadın sorunu” nu çözmek için, kendilerine geniş haklar veren dinin
bir defa daha ve kadın hakları açısından yeniden yorumlanmasını gerektirmiştir.
19. yy.da Mısır’da başlayan “Modernleşme hareketlerinin radikalizmi, esas
olarak içinde doğdukları tarihsel bağlamın bileşenlerini reddederek, bir anlamda
112
Aksu Bora, “Ortadoğu’da Kadın Hareketleri: Farklı Yollar, Farklı Stratejiler”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, No:39 (Ekim 2008), s. 60.
55
“beyaz bir sayfa” açma arzusu ve iddiasını içermektedir… kendi “yeni”liğini
sömürgecilikten kurtuluş mücadelesi içinde tanımlayan Mısır’da da … bu “yeni”
aynı zamanda “eski” den kopmayı kapsamaktadır.”113
Geçmişin izlerini sürerek geleceği inşa etmek, sorunları da beraberinde
getirmiştir. Ortadoğu’daki modernleşme hareketleri öncelikle aile içi düzenlemeler
hususunda incelendiğinde; pek etkili olmadığı görülmektedir. Mısır’da Nevâl esSa‘dâvî’nin görüşleri nedeniyle aile hayatına müdahale edilmiş ve eşinin onu
boşaması istenmiştir.114 Kazemî’nin belirttiğine göre; Mısır Yüksek Anayasa
Mahkemesi tarafından değişiklik yapılan 44 sayılı Kanunu iptal eden 1985 tarihli
kararında, aile hukuku ile ilgili bir duruma işaret edilmektedir. Bu kanun, Enver
Sedat'ın 1979 tarihli başbakanlık kararnamesine ve bu kararnamenin 1985 yılında
halk meclisinin onayladığı biçimine dayanmıştır. Yeni yasaya göre, kocanın ikinci
evliliği ve boşanma konularında kadınlara daha fazla özgürlük verilmesi, 1929 tarihli
kişi hukukuna ilişkin kanunun bazı hükümlerini değiştirmiştir. Kanunun iptali
esnasında ortaya çıkan tartışmalar ve anlaşmazlıklar, geleneksel aile hukuku
hükümlerinin toplumdaki izlerinin ve kökleşmiş durumun göz ardı edilemez işaretleri
olmuştur. Mısır’ın yakın tarihinde yaşanan bu deneyimler, Mısırlı feministlerin aile
hukuku ile ilgili konularda yasal boyutu daha çok kullanmalarına imkân tanımıştır.
İslâmî usullere göre, evlilik iki taraf arasında yapılan bir sözleşme olması dolayısıyla,
çiftler taraflara eşit haklar veren anlaşmalar hazırlamaya başlamışlardır. Bu tip
sözleşmeler, Kur’an’ı Kerîm’e atıf yapılarak, hukukî ve dinî gerekçelere uygun ve
haklı nedenleri de kapsayan Mısırlı feministlerin hazırladığı belgeler olmuştur. Her
ne kadar hukukî kurumlar resmen bu yeni evlilik sözleşmesi belgesini kabul edip
onaylamasa da bu çabalar Mısır Kadınları’nın toplumsal statüsünü iyileştirme
adımlarıdır115.
113
Aksu Bora, “Hatırlananlar ve Unutulanlar: İslam Coğrafyasında Modernleşme ve Kadın
Hareketleri”, Bilig Dergisi, 53.Sayı, Nisan 2010, s. 55.
114
Adele Newson-Horst, The Essential Nawal El Saadawi A Reader, Zed Books, London&New
York, 2010, s. viii.
115
Farhad Kazemi, “Toplumsal Cinsiyet, İslam ve Politika” Çev.: Didem Özalpat, “Social Research"
, Vol : 67 No: 2 ( Summer 2000 ), s. 453-474.
56
20. yüzyılın Müslüman ve Arap kimliğine sahip kadınları, Ortadoğu’daki
feminist hareketin öncüleri olmuşlardır. Özellikle Türkiye ve Mısır kadınları hem
ortak coğrafya etkisi hem de aynı inanç üzere olmaları sebebiyle eş zamanlı ve
benzer çalışmalar yapmışlardır. Gelenekçi geçmişin izleri altında ve modernleşme
kıskacında sıkışmışlar ve tercih yapmak zorunda kalmışlardır. Arap feminizmi,
kadına karşı toplumsal vahşet boyutundaki gelenekselci kurallarından vazgeçememiş
ama sömürgeci anlayışla da savaşı devam etmiştir. Feminist hareket kesintiye uğrasa
da devamlılığını sürdürmüştür. Fakat toplumsal cinsiyet eşitsizliği çözümlenemeyen
bir sorun olarak yerini korumuştur. Kazemî’nin değindiği Ortadoğu’daki demografik
değişim, bu sorunun çözümüne katkıda bulunmuştur116. 1998 yılında nüfusun yarısını
oluşturan genç kesim ile aktif kadın nüfusunun bu değişimi gerçekleştireceği
beklenmektedir. Çünkü bu yeni nesil, iyi eğitim almış, kültürel, politik ve sosyal
açıdan görüş sahibi, teknoloji bilgisine haiz ve ebeveynlerinden aldıkları ile daha
donanımlı bir nesildir. Bu değişimi sağlayacak olan etkin nüfus ebeveynleri özellikle
de anneleri, doğudaki feminizmin ortaya çıkışına katkıda bulunan, eğitim almış ve
batıya açılmış kadınlardır. Seyahatler aracılığıyla da etkileşimde bulunulmuştur. Bu
etkileşimlerin sonucu olarak, Batılı kadınlar gibi Müslüman Doğu kadınları da
izlenimlerini aktarmıştır.
“Müslümanların ev yaşantısında mahremiyet
anlayışı nedeniyle Batılıların, evlerin içinde neyin nasıl
işlediğini anlamasına pek fırsat olmamıştır. Genelde
Avrupalıların Doğu yaşam tarzına yaklaşımları fantezi,
söylenti, efsane şeklindedir. Batılı erkekler Müslüman
erkeklerin kadınlar üzerindeki hak ve ayrıcalıklarına
imrendiklerini
gizleyemezken,
Avrupa’yı
gidip
gören
Müslümanlar, Batılı kadınların rahatlığını serbestliğini ve
gördükçe
dehşete
kapıldıklarını,
erkeklerin
kıskanç
olmayışına şaşırdıklarını ve Batılıların günahkar bir hayat
117
sürdüğünü anlatmışlardır.”
116
Kazemi, a.g.e., s.262.
Bernard Lewis, Faith and Power (İnanç ve İktidar: Ortadoğu’da Din ve Siyaset), Oxford
Universty Press, 2010, s. 39.
117
57
İlim tahsil etmek ya da yenilikleri takip etmek amacıyla Avrupa’ya
gönderilen erkekler, Batılı kadınlara gösterilen saygıyı abartılı bulmuşlar, kadınların
erkeklerle birlikte çalışıyor olmalarını da yadırgamışlardır.
Kadın eğitimi konusu çok yönlü bir değişimin can alıcı noktasıdır, odağıdır.
Köklü reformlar, radikal değişimler, sosyal ve kültürel aktiviteler, toplumun yarısını
oluşturan kadınlar olmadan olamaz. Doğu toplumlarında eğitim konusunun önemine
değinen ve sistematik bir şekilde üzerine düşen ülkeler (Tunus, Irak) olmasına
rağmen, feminizm ve kadın özgürlüğünü batının günahına ortak olmak olarak
değerlendiren görüşler de yok değildir. Arap toplumları da dâhil olmak üzere Doğu
medeniyetinin de bir sorunu olan kadın konusunun, tüm yasal düzenlemelerle
beraber yine kadınlar eliyle çözüme kavuşması beklenmektedir.
58
II. BÖLÜM
2. TÜRK VE MISIR EDEBİYATLARINDA FEMİNİST
HAREKET
Feminizm hareketi toplumsal ideoloji ve uygulamalarının edebî metinleri
nasıl şekillendirdiğine yönelirken temelde edebiyat hareketi de cinsiyet odaklıdır.
Türk edebiyatında feminist hareketin izleri Duygu Asena’nın (ö:2006)
eserleri ile Mısır edebiyatında ise Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserleri üzerinden
incelenecektir. Bu bölümde Türkiye ve Mısır’da daha önceki dönemlerde yazılmış
eserler, kadın haklarını savunma ve farkındalık sağlama amacıyla yazılmış eserler
bağlamında değerlendirilmiştir.
“Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına
kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyorsunuz, kanatlarını
kesiyorsun, sonra uçamıyor diye yakınıyorsunuz.”
Simon de Beauvoir
2.1 TÜRKİYE’DE FEMİNİST HAREKET VE ÖNCÜLERİ
Eski Türklerde kadının değeri ve önemi herkesçe bilinmektedir. Kadın, hem
bir yönetici olarak Hakan’ın (eşinin) yanında yer almış, hem de aile ile toplum
arasında köprü görevi üstlenmiştir. Kadına verilen değer ve eğitim, gelecek nesillerin
sağlıklı olmasının ön koşuludur. Kadın, toplumun en küçük yapı birimi olan ailede
anne olarak ilk eğitimci olma rolünü almıştır. Osmanlı Devleti döneminde
İslâmiyet’in etkisi ile evine yönelen kadın toplumsal rollerinden sıyrılmıştır.
Tanzimat ile başlayan eşitlik ve özgürlük hareketi ile bu durum, yeniden yükselişe
geçen toplumsal değerlerden olmuştur.
Türkiye’de kadın hareketi birçok sosyal, siyasal ve kültürel olayla iç içe bir
şekilde gelişmiştir. Feminizm, batıda başlayan bir hareket olmasına rağmen o
59
dönemde yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme sürecine de
eşlik etmiştir. Ayrıca kadınların önce basın yayın yoluyla varlığını hissettirip, sonra
da eğitim yoluyla gelişimlerine katkı sağlamaları kültürel ve sosyal yöne de dâhil
olan bir hareket olmuştur. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte siyaset sahasına da iştirak
eden kadınların, topluma katkılarını ve her türlü çalışmalarını da destekler bir eylem
olmuştur. Feminist hareket incelendiğinde, karşımıza toplumun her katmanından bir
kadın ve onların hikâyesi çıkmaktadır. Feminizm bu yönüyle, tarihî süreçte bir yer
edinememiş olan kadınların tarih sahnesi içerisindeki varlıklarının kayıt altına
alınmasını sağlamıştır. Feminizm, Türkiye için modernleşme sürecinde önemli ve
güçlü etkilere sahiptir. Hareketin belirli temalarından olan toplumsal cinsiyet,
modern
aile,
eğitimli
kadın,
siyasetçi
kadın
gibi
kavramların
yeniden
yorumlanmasına ışık tutmuştur. Bununla beraber Türkiye’nin temel unsurlarından
olan milliyetçilik olgusu, inanç çeşitlikleri ve İslâmî kimlik ile modernleşme gibi
kavramlar da yeniden ele alınmıştır.
Türkiye kadın hareketi açısından tarihsel olarak incelenirse ilk kıvılcımların
1980 öncesi dönemde gündeme geldiği göze çarpmaktadır. 19. yy.ın sonlarına
dayanan uzun bir mücadelenin başlangıcı olduğu bilinmektedir.
Türkiye coğrafyasında ilk defa 1980’li yıllarda basım yoluyla sesini duyuran
feminist hareket, daha çok edebiyat ve medya aracılığıyla yol almıştır. Osmanlı
İmparatorluğu döneminde başlayan hareket, sol kesim aydınlar ve elit tabaka insanlar
vasıtasıyla toplum ile buluşmuştur. Toplumsal bir öğreti halinde süregelmiş olan
kadın-erkek arasındaki görev dağılımı, erkeğin dışarıda para kazanması ve geçimi
sağlaması üzerine kurulu iken, kadın, kazanılan paranın harcanması ve evin
düzeninden sorumlu olmuştur. Modernleşme süreci ile birlikte, kadının statüsü
sorgulanmaya başlanmış, bu konu ile alakalı pek çok toplantılar düzenlenmiştir.
Çeviriler ve basılı yayımlar aracılığı ile feminist kuram üzerine çalışmalar
yapılmıştır. 1985 yılında feminist hareketin rotası çizilmiş, 1987 yılında da
“Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği” kurulmuştur. Türkiye’deki hareket genel olarak
sosyalist feminist kuram üzerine gelişmiştir. Aynı yıl bu konudaki ilk yayım olan
“Feminist” dergisi çıkarılmıştır. Bunu 1988 yılında “Sosyalist Feminist Kaktüs
60
Dergisi” takip etmiştir. Ayrıca bu dönemde bir kadın kültür evi de kurulmuştur. Bu
tarihler feminist hareketin zirveye doğru hızla tırmandığı dönemdir. 1990’lı yıllarda
“Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı” şiddete maruz kalan kadınlar için sığınak amaçlı
kurulmuştur. 4 Ekim 1989 yılında Türkiye’de ilk olarak İstanbul Üniversitesi
bünyesinde Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin de kurulmasıyla
hareket, kurumsal bir özellik kazanmıştır. Bu dönemde kadından sorumlu bir
bakanlık da kurulmuştur. Bunlara ek olarak 1990 yılında Bakırköy ve Şişli
Belediyelerine bağlı ilk kadın sığınma evleri açılmıştır. Bu çalışmalar feminist
hareketin devlet tarafından da benimsendiğinin göstergesidir. 1990 yılı kadın
çalışmalarını bir araya toplamak amacıyla “Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi
Merkezi”nin de kuruluş yılıdır. Ayrıca akademik kadın çalışmaları, 2009 yılında ilk
hakemli, uluslar arası e-dergi olan “Fe-dergi” yayımlanmaya başlanmıştır. 20112012 akademik yılında kadın çalışmaları ile ilgili Türkiye’de ilk doktora programı
açılmış ve öğrenci alımı gerçekleşmiştir. 2011 yılında ilk olarak Kadın ve Toplumsal
Cinsiyet Çalışmaları Anabilim Dalı Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve
Kamu Yönetimi Bölümünde kurulup çalışmaya başlamıştır. Bunlara ek olarak Kasım
2011’de Ankara Üniversitesi öğrenciler ve öğretim üyeleri arasında şikâyetleri
değerlendirecek olan Cinsel Taciz ve Saldırı Destek Birimi kurulmuş ve Türkiye’de
bir üniversite bünyesinde cinsel suçları önlemeye yönelik ilk kurumsal adım
atılmıştır.1 Tüm bu çabalar, kadının sadece ev içinde değil toplumda da bir
statüsünün ve söz hakkının olduğu bilincinin yayılması ve yaygınlaşması için
harcanmış ve çığ gibi büyüyerek devam etmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun kültürel mirasını da alarak çağdaşlaşma yolunda
ilerleyen yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, birçok alanda kadının
sosyalleşmesini destekleyen bir tavırda olmuştur. “Kurtuluş savaşında erkeğin
yanında yer alan kadın, sosyal hayatta da yerini almalıdır”, düşüncesinden yola
çıkarak kurulan “Türk Kadınlar Birliği” siyasal, kültürel ve toplumsal alanda kadının
haklarının savunucusu ve takipçisi olmuştur. “Kadınların siyasal alanda var olma
mücadelesi 1913’te kurulan Müdafaa-i Hukuku Nisvan Cemiyeti ile başlamış,
1
Funda Şenol-Cantek, “Birkaç Arpa Boyu…, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar,”
Fe Dergi 3, sayı 2 (2011), s. 101-103.
61
1923’te Halk Partisi Kadın Kollarının kurulması ve 1924’te Türk Kadınlar
Birliği’nin kurulması ile sürmüştür.”2 Türkiye’de feminist hareket kadınlar için eşit
hak ve özgürlük arayışıyla başlamış ve hukukî zeminde elde edinilmiş haklarla ilk
amacını tamamlamıştır. Bu çerçevede ilk önce Türk Kadını’nın elde ettiği, belediye
seçimlerine katılma hakkı öncü ve en büyük kazanım olmuştur. 3 Nisan 1930 yılında
1580 sayılı kanun ile kadın-erkek eşitliği yolunda bir adım daha atılmıştır. Söz
konusu tarihlerde konu ile ilgili olarak “20.10.1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı
Esasiye Kanunu’nun ilk metninde 10. maddede seçme hakkına ilişkin “on sekiz
yaşını ikmal eden her erkek Türk, Mebusan intihabını iştirak etme hakkına haizdir”
hükmü ve 11. maddede seçilme hakkına ilişkin “otuz yaşını ikmal eden her erkek
Türk, mebus intihap edilmek salahiyetini haizdir” hükümleri yer almaktaydı.”3 Bu
ifadeler, kadınların hakları açısından bakıldığında engel teşkil ettiği için, daha sonra
5.12.1934 tarihinde yapılan bir değişiklik ile seçme hakkı için erkek ve kadın için
yirmi iki yaş ve seçilme hakkı için de erkek ve kadın otuz yaşını tamamlamış olma
koşulları getirilmiştir. Bu düzenlemenin ardından 1935 yılında yapılan seçimlerde
meclise 17 kadın milletvekili girmiştir. Bu sayısal sonuç, yüzdelik dilim olarak
bakıldığında maalesef Türkiye tarihinde bir daha aşılamamıştır.
Kadınlar açısından bir düzenleme de aile içi ilişkiler esası konusunda
gerçekleştirilmiştir. “4 Ekim 1926 yılında İsviçre Medeni Kanununun Türkçeye
çevrilmesi ile oluşturulan Türk Medeni Kanunu önceki hukuk sisteminden farklı
olarak devrimci niteliği ile çağdaş hukuk sistemleri ile aynı konuma getirilip laiklik
ve eşitlik ilkeleri ile kadınlarımızı olması gereken konuma kavuşturmuştur.”4 743
sayılı medeni kanun, kadınlar için büyük kazanımlar sağlamıştır. Buna; tek eşle
evlilik, boşanma hakkı ile ilgili düzenlemeler, mirasta eşit dağılım ve resmi nikâh
töreni örnek olarak gösterilebilir. Fakat yeniliklere ayak uydurma konusunda
“toplumdaki ve çağdaş dünyadaki gelişmeleri dikkate alarak 2001 yılında “İnsan
hakları, eşitlik özellikli kadın-erkek eşitliği”, “Demokratiklik” kavramlarında
2
Altın Aslı Şimşek, “Türk Modernleşmesinde Kadının Konumu ve Etkisi”, İnönü Üniversitesi Sanat
ve Tasarım Dergisi ISSN:1309-9876 Özel Sayı, Cilt 1, 2011, s. 605.
3
Şimşek, a.e., s.605.
4
Şimşek, a.e., s. 654.
62
meydana gelen yeni anlayışa uygun olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kabul
edilmiştir.”5
2.2 CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE FEMİNİZM
19.yüzyılın Batı’da yaşanan toplumsal ve kültürel gelişmeleri dünyayı
değiştirmeye devam ederken, Osmanlı İmparatorluğu da bozulan sistemini düzeltmek
için yoğun bir şekilde yeni yollar arayışına girişmiştir. Hukukî, ekonomik ve siyasî
alanlarda
Batı
tarzı
örnek
alınarak
bazı
düzenlemeler
yapılmıştır.
Bu
düzenlemelerden biri de “hareket-i nisvân” adıyla ifade edilen feminist harekettir.
Yaşanan değişimleri kadın hareketi açısından ele alırsak, Osmanlı feminizmini
doğuran sebeplere temel oluşturmasından çok yön verdiği söylenebilir. Avrupa ile
Osmanlı Devleti arasındaki kültürel, sosyal ve toplumsal değişkenler farklı
kaynaklardan beslenmektedirler. Bunun doğal bir sonucu olarak Osmanlı aydınları
arasında bir ikilik doğmuştur. Eski sistemin korunup yeni düzen ile desteklenmesi
daha çok kabul gören bir politika olmuştur. Fakat İslâmî kurallara göre düzenlenen
toplumsal sistemi ve aile hukukunu değiştirmek radikal bir eğilim olarak
görülmüştür. “Lale Devri sonrasında Avrupa’ya gönderilen Yirmisekiz Mehmet
Çelebi gibi elçiler vasıtasıyla, Osmanlılar Avrupa’yı daha yakından tanıma imkânı
bulmuştur.”6 Bu temaslar neticesinde Batıyı görmüş aydınlar, Avrupa tarzı yenilikler
ve Türk Kadını’nın eğitiminin gerekliliği üzerinde önemle durmuşlardır. Osmanlı
modernleşmesinin kültürel yönü, eğitim ve edebiyat ile kendini ortaya koymuştur.
Batıda başlayan toplumsal değişim çok yönlü olarak devam etmiştir. Osmanlı
Döneminde başlayan, kadın hakları adına yaşanan olumlu gelişmeler maalesef tüm
dünyada aynı geçerlilikte olamamıştır. Ülkemiz Türkiye açısından duruma
baktığımızda 1839 Tanzimat Fermanı ile kadın hareketinin başladığını söyleyebiliriz.
Fakat bu değişim uzun bir sürece yayılmıştır. Meşrutiyet döneminde güçlenerek
devam etmiş, Cumhuriyet döneminde de yükselişini sürdürmüştür. Ancak şunu da
5
Şimşek, a.g.e., s. 654.
Kadriye Kaymaz, “İlk Türk Kadın Yazarlarından Emine Semiye Hanım, Hayatı ve Eserleri”,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,
2008, s. 3.
6
63
belirtmek gerekir ki; Osmanlı Kadın Hareketi esasen, basım-yayım yolu ve
örgütlenme olmak üzere iki ana kolda gelişme göstermiştir. Çıkardıkları gazete ve
dergiler yoluyla toplumu bilinçlendirmeyi amaç edinen kadınlar, bir sonraki aşamada
yardım dernekleri ile başlayan örgütlenme sürecine girmişlerdir. Basım-yayım
organlarının gelişme gösterdiği bu dönemde yayımlanan eserler, kadını çok yönlü
olarak ele almışlardır. “Tanzimat Dönemi içinde kadın sorunlarını doğrudan konu
edinen ilk eser, Felsefe-i Zenân’dır… Felsefe-i Zenân, eserlerinde ısrarlı ve bilinçli
şekilde kadın sorunları üzerinde duran Ahmet Mithat’ın en ilginç eseridir. Eserde,
evlilik kurumu içinde farklı ve seçtikleri yaşam tarzlarıyla dönemin sıra dışı
kahramanları olan kadın karakterler yanında asıl dikkati çeken nokta, bir erkek
yazarın kadın bakış açısıyla erkekleri eleştirme çabasıdır.”7 Yine Ahmet Mithat
Efendi tarafından kaleme alınan Jöntürk adlı eser, bu dönemde kadının eğitimini
konu edinen ilk eserler arasındadır.
Her yönüyle Osmanlı Kadın Hareketi, toplumun sosyal-kültürel, siyasalhukuksal birçok alanda kadının ön plana çıktığı bir kırılma noktası olmuştur. Kadın,
tarihsel bir süreç içinde ele alındığında, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye
Cumhuriyeti’ne, modernleşmenin ana unsuru olarak görülmekte, kadınlar her alanda
varlıklarını ortaya koymaktadırlar. Dolayısıyla denilebilir ki kadın hakları hususunda
“Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19.yüzyılda başlayan bir dizi
çabanın, batılılaşma/modernleşme sürecinin 20.yüzyıl başında ulaştığı sentezdir.”8
Şer’i ve örfî hukuk kurallarına göre yönetilen Osmanlı Devleti’nde, kadınlar
tamamen özel alanda yani evde yer almışlardır. Bu durum Bizans geleneğinin
uzantısı, Arap kültürü etkisi ve uygulamada esas alınan ve toplum kurallarını
düzenleyen İslâm Hukuku ile açıklanabilir. Kadının durumu ile ilgili hükümler şer’i
kurallara göre verilmiştir. Osmanlılarda kadının aile içindeki yerine önem
verilmesine karşın 1908 yılında II. Meşrutiyet ile kadınlar kendilerine aile dışında da
yer edinmişlerdir. Osmanlı Devleti’nde toplumsal olarak ataerkil aile yapısı
benimsenmiştir. Kadın evlenmeden önce baba ya da erkek kardeş sorumluluğunda
7
Nevin Yurdsever Ateş, “Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı 20.Yıl Özel Yayını
Yeni Harflerle Kadın Yolu/ Türk Kadın Yolu (1925-1927), 2009, s. 19.
8
Yurdsever, a.e., s. 2.
64
iken evlenmesiyle tüm sorumluluğu eşine ait olmuştur. Kadının eş seçme hakkı söz
konusu değilken, eşinin sözlü ya da yazılı olarak onu boşama hakkı vardı. Osmanlı
hukuk sisteminde kadın ve erkek eşitsizliği, tüm ataerkil toplumlarda olduğu gibi
erkeğin lehine bir şekilde kurumsallaşmıştı. Cinsiyete dayalı olarak kadın aleyhine
kurulan iş bölümü, erkeğin toplumsal olarak güçlenmesini sağlamıştır. Hem
ekonomik yönden hem de sosyal bakımdan güçlü olan erkek, düzenin sürekliliği için
kadının zayıf kalmasını sağlamıştır.
Kadın konusuna Osmanlı saraylarında yaşayanlar açısından bakıldığında
durum pek farklı değildir. Her ne kadar siyasi olarak nüfuz sahibi olmuş sultanlar
olmuşsa da resmi kayıtlarda isimlerine az rastlanmaktadır.
Harem kültürü, Osmanlı ile özdeşleşen bir kültürdür. Osmanlıya Bizans ve
İran’dan geldiği bilinmektedir. Zamanla güçlenen ve etkisi saray dışına taşan harem
geleneği, mekânları haremlik-selamlık olarak kadın ve erkeğe göre ayırmıştır. Bu
ayrılma ile birlikte kadının kapanma süreci başlamış, peçe yaygınlaşmış ve kadının
özel alana geçmesi gelenek halini almıştır. Kadının eğitim yuvası olan Osmanlı
sarayındaki harem geleneği, özellikle I. Ahmet’ten itibaren bozulma göstermiştir.
Önceleri saygın bir eğitim kurumu olan ve her yönden eğitimli kadın yetiştirme
görevini yerine getiren haremde, kadının durumu ile ilgili algı değişme göstermiş,
haremdeki kadının ilk ve tek görevi annelik yapmak ve eşini ya da sultanı mutlu
etmek olmuştur. Hâlbuki haremin bütün kızları ve cariyeleri padişaha sunulmak için
toplanmamıştır. Burada padişaha sunulacak kızların yanı sıra saraya ve hanedana
hizmet edecek kızlar da bulunmaktadır. Bu kızların tümü Türkçe ve İslâmi ilimler
başta olmak üzere sanat, görgü, dikiş-nakış gibi eğitimlere tâbi tutulmuşlar, saray
eğitimi almışlardır. Hatta devletin çeşitli kademelerinde görev yapan, kendileri gibi
saray eğitiminden geçmiş Enderunlularla evlenmeleri sağlanarak, saraylı, seçkin bir
sınıf oluşturulmuştur. “Çırağ’a çıkmak” adı verilen bu durum, cariyelerden azat
edilip, evlendirilenlerdir. Bu cariyelerin saray ile ilişkileri evlilik yaparak daha farklı
bir boyutta devam etmiştir. Bu seçkin sınıfa mensup bireyler, Osmanlı padişah ve
ailesine hizmet etmek için sarayda görev almışlar, kadınlar ise toplumsal hayatta
önemli sorumluluklar yüklenmişlerdir. Saraylı olarak tabir edilen bu kişiler, yüksek
65
maaş gelirleri ve değerli hediyeleri itibariyle varlıklı olarak bilinirlerdi. Bu
varlıklarını da İstanbul’un sosyal, kültürel ve dini hayatlarına katkıda bulunarak
kullandıkları bilinmektedir. Haremden yetişmiş olmak onlara, bir yandan maddi
zenginlik sağlarken diğer yandan itibar ve dinî kültür de kazandırmıştır. Ayrıca
topluma kazandırdıkları yapıtlar ile padişahın gücünü pekiştirmişler, saray kültürünü
halka taşımışlardır. Harem kültürü uzun yıllar etki ve otoritesini korumasına karşın
küçük yaştaki şehzâdelerin tahta çıkması, idareyi sağlayamamaları ve devlet
yönetimindeki otorite boşlukları nedeniyle fazîlet ve ahlâk yuvası haremin de
düzeninde bozulmalar görülmüştür. Saraydaki kadınların ve cariyelerin konumunu,
saray dışında bu kadar kesin sınırlarla çizmek mümkün değildir. Çünkü kırsalda,
tarlada çalışacak iş gücüne ihtiyaç vardır ve kadın en ucuz iş gücüdür. Köylerde
kadınlar tarlada çalışarak üretimde aktif rol almışlardır. Saray ve kırsal dışındaki
şehir hayatında ise geniş aile yapılanması görülmektedir. Tanzimat Dönemi’nin bir
sonucu olarak örf ve âdetlerin etkisinin azalarak değişmesi, geniş aile yapısının
yerini çekirdek aile yapısının almasına zemin hazırlamıştır.
Batılılaşma hareketleri çerçevesinde Avrupa’daki gelişmelerden etkilenen
Osmanlı aydınları, kadını ve onun durumunu sorgulamaya başlamışlardır. Osmanlı
döneminin ilk feminist yazını “Üç Kadın” adıyla Terakki dergisinde yayınlanan bir
mektup sayılabilir. Yazarlarının kesin olarak üç kadın olduğu bilinmemekle birlikte
bir protesto mektubudur. İçeriğini boğaz vapur seferlerinde kadınların erkekler ile
aynı ücreti ödeyip, aynı mekânlarda seyahat edememesi oluşturmaktadır.9 İlk
bağımsız gazete olan Terakki gazetesinin de katkılarıyla kadın ve aile, kadın ve
eğitim, kadın ve modernleşme konuları üzerine yoğunlaşılmıştır. Bu bağlamda,
Hanımlara Mahsus Gazete de önemli çıkış yapan yayımlardan biridir. Bu gazetenin
en önemli özelliği kadın yazarların yanı sıra erkek yazarların da yer almasıdır. 1895
ve 1908 yılları arasında yayınlanan bu dergi en uzun süreli dergi olmuştur. “Derginin
amacı ise kemâl-i edeb ve iffet dairesinde yazılmak şartı ile kadınlara mahsus her
9
Nicole A.N.M. Van Os, Ed. Tanıl Bora, Murat Gültekingil, “Osmanlı Müslümanlarında Feminizm”,
Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve
Meşrutiyet’in Birikimi, C. 1, 8. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s. 336.
66
türlü ahvâl, faydalı makaleler ve günlük havadisler neşretmek şeklinde”10
belirlenmiştir. Yenileşme sürecinde yüzünü Avrupa’ya dönen Osmanlılarda dergiler,
moda, saç, makyaj ve kıyafet gibi kavramların geniş yer bulduğu yayım araçları
olmuştur. Osmanlı Kadını’nın bilinç kazanarak belli bir amaç için bir araya gelmesi
1869 yılında Terakki-i Muhaderât dergisi ile olmuştur. İlk kadın çalışmaları ve
örgütlenmeleri dergiler aracılığıyla yapılmıştır. “Bu dönemde çıkarılan bazı gazete ve
dergilerde kadının durumunun iyileştirilmesi ile ilgili yazılar yazmışlardır. Onlara
göre İslamiyet, Müslüman kadına Batıdakinden daha fazla hak vermiş olsa da
toplumda kadına biçilen rollerin buna izin vermediği kabul edilmiştir. Bu dönemde
aydınlar siyasal anlamda da kadını erkekle bir görmektedir. Özellikle Ziya Gökalp
bu dönem kadın haklarının ileri savunucularından olup, kadına siyasi haklar
tanınmasını en çok dile getirenlerden biridir.”11
1886 yılında tüm kadrosunun kadın olması sebebiyle “Şükûfezâr” dergisi de
ilk olma özelliği taşımaktadır. Bu evrede ayrıca “Vakit”, “İnsâniyet”, “Aile” ve
“Parça Bohçası” gibi dergiler çıkarılmış fakat uzun süreli yayınlar olamamışlardır.
Tanzimat
dönemi,
fermanda
özellikle
kadınlar
için
bir
hüküm
bulunmamasıyla beraber kanunlarla kadınlar lehine olumlu değişikliklerin yapıldığı
bir dönem olmuştur. Kız çocuklarının eğitilmesinin önemi ve gerekliliği, onlar için
okullar açılması Tanzimat fermanıyla karara bağlanmıştır. Osmanlı zamanında
Tanzimat ile tohumları atılan modernleşme süreci de kadını hem topluma hem de
modernleşme eylemine dâhil eden kapsamlı bir dönüşüm hareketi olmuştur. Avrupa
ve dünyanın farklı pek çok yerinde kadın ile ilgili tartışmalar Osmanlı Devletine de
tesir etmiş, iz bırakmıştır. Osmanlı Devleti’nin teokratik bir yapıya sahip olması
sebebiyle özel bir alanda bulunan kadın, değişim sürecinde pek çok farklı şekilde
katılmış ve rol almıştır. Kadın nüfusun da dâhil edildiği ilk sayım 1844 yılında
yapılan nüfus sayımıdır* ve kadın nüfusun da sayısal olarak ifadesi, aynı zamanda
onun ev dışında da varlığını hissettirmesi ve topluma kabul edilmesi olarak
10
Mustafa Çiçekler, Fatih Andı, “Yeni Harflerle Hanımlara Mahsus Gazete” (1895-1908) Seçki,
Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı 20.Yıl Özel Yayını, 2009, s. 14.
11
Belkıs Konan, “Türk Kadınının Siyasi Hakları Kazanma Süreci”, AUHFD, 60 (1) 2011, s. 163.
*
İlk nüfus sayımı 1831 yılında askere alınacak Müslüman erkek sayısını belirlemek ve Müslim ile
gayrimüslimlerden toplanacak vergi miktarını belirlemek amaçlı II. Mahmut döneminde yapılmıştır.
67
düşünülebilir. “Osmanlı kadın hareketi; insan addedilme, kamu yaşamına
katılabilme, üyeleri olarak kamu alanında yer alma, eğitim ve tüm mesleklere girme,
değersizleştirilmekten kurtulma amacına yönelmişti. Bu da özel alandan kamusal
alana doğru kadın kimliğinin var olması demekti.”12
Kadın nüfusun sayımı, Osmanlıdaki kadın algısının değiştiğinin de işaretidir.
Tüketici konumundaki kadına artık üretici kimliği verilmiştir. Osmanlı Devleti’nde
Tanzimat sonrası yapılan düzenlemeler ve değişimler kadınlar açısından ele
alındığında onların adına eşitlik yönünde bir adım olsa da başkaca yönleri
bulunmaktadır. Bu yönlerden birisi eşitlik sınırlarının devlet eliyle belirlenmesidir.
Bu hem olumlu hem de olumsuz anlamlar barındırabilmektedir. Geleneksel
toplumlarda modernleşme çabaları her zaman beklenen sonuçları hemen ortaya
çıkarmaz. Fakat şunu da eklemek gerekir ki; Tanzimat ile kadın-erkek eşitliğinin
konu edildiği ilk yasalardan biri olan miras hukukuna dair Arazi Kanunnamesi, kadın
lehine olumlu bir gelişmedir. Batı ile karşılaştırıldığında, kadın İslamî kurallar gereği
zaten belli bir paya sahipti.
Nüfus sayımının ardından 1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nde
ilköğretim çağındaki kız çocuklarının sübyan mekteplerine devam etmesi zorunlu
hale getirilmiştir. Kız çocukları için okullar açılmıştır. Daha sonra 1859 yılında ise
kız çocukları için öğretmenlerin kadın olmaları şartıyla rüştiyeler açılması uygun
görülmüştür. Kızların eğitimlerini tamamlayıp bu okullarda öğretmen oluncaya kadar
yaşlı ve ahlâklı erkek öğretmenlerin bu okullarda çalışmasına izin verilmiştir.
Yaşanan bu olumlu gelişmeler eğitim adına rüştiyeler ile sınırlı kalmış, kız
çocukların eğitimi lise düzeyine geçememiştir. Çünkü gelenekler ve görenekler ağır
basmış, o yaştaki (evlenme yaşı) kızların okula gitmesi toplumsal olarak kabul
görmemiştir.
Bu
anlayış
ancak
1870
yılında
açılan
öğretmen
okulları
(Dârulmuallimât) sayesinde değişebilmiştir. Toplumda yaygın olan algı, kız
çocuklarına en çok yakışan mesleğin öğretmenlik olduğudur. Kız çocuklarına uygun
diğer meslek olan ebelik için 1842 yılında eğitim verilmeye başlanmıştı. 1869’da Kız
Sanat Okulu açılmış, öğrenciler ordu için dikiş eğitimi almışlardır. Bunu izleyen
12
Şimşek, a.g.e., s. 599.
68
süreç, ayrı sıralarda oturmak koşuluyla kızların erkeklerle beraber aynı sınıfta eğitim
alması olmuştur. 1876 Kanun-i Esasi ile kız-erkek bütün çocuklara zorunlu eğitim
getirilmesi diğer bir önemli adım olmuştur. Eğitim almaya başlayan kızlardan oluşan
yeni nesil Osmanlı kadınları, edebiyat alanında eserler vermeye başlamışlardır. Bu
dönemde Fatma Aliye (ö:1936) ve Emine Semiye (ö:1944) ilk Türk kadın romancılar
olarak öne çıkan isimler olmuştur. Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı olan Fatma Aliye
Hanım eserlerinde, kadın sorunlarına sıkça yer vermiştir. Kadınların eğitimi ve
çalışması, eşitlik, İslam’da kadının yeri ve kadının sosyal hayata katılımı konularını
ele almıştır. Kendisi küçük yaşta iyi bir eğitim almış, Fransızca, Arapça, tarih,
edebiyat ve felsefe alanlarında kendini geliştirmiştir. Kadınların eğitiminin önemini
belirtmiştir. Çocukların ilk eğiticisi olan annelerin eğitimi, sağlıklı bireyler yetişmesi
açısından önem arz eder, düşüncesinden hareket etmiştir. Bu konuda dönemin erkek
aydınları ile aynı görüşü paylaştığı söylenmektedir. Burada şunu belirtmek gerekir
ki; başlarda erkek feministler tarafından kaleme alınan kadınla ilgili konular daha
sonraları kadın feminist yazarlar tarafından ele alınmıştır. Osmanlı yönetiminde,
kızların eğitimi sadece okullar yoluyla yürütülmemiş, okul eğitiminin yanı sıra
kızların becerikli birer ev hanımı olarak da yetişebilmeleri için İstanbullu
muhafazakâr aileler, kızlarını “kadın usta”* yanına göndermişlerdir. Üst düzey ve
bürokrat aileler ise kızları için özel hocalar tutarak daha entelektüel bir eğitim olan
“konak
eğitimi”**
yöntemini
tercih
etmişlerdir.
Mahalle
mekteplerindeki
gelenekselliğin izlerini taşıyan eğitim ile de geleceğin becerikli ev hanımları
yetiştirilmiştir.
Kadının eğitimi ile ilgili mücadele ve tartışmalarda karşılaşılan sorunları
aşmaya yönelik olarak, daha iyi bir eş olma amacı altında, kadınların bireysel
ihtiyaçlarının yanı sıra toplumun beklentilerinin giderilmesi de göz önünde
bulundurulmuş, ona göre şekillendirilmiştir. Süregelen toplumsal cinsiyet düzenine
göre kadına biçilen aile içi roller eğitim ile yoğrulmuş, pekiştirilmiş ve ayrılmaz bir
parça haline getirilmiştir. Kadın eğitiminin gerekliliği, kadının daha iyi bir eş ve anne
*
Kadın usta: muhafazakâr ailelerin kızları için seçtiği ehli namus kadın eğitici, daha geniş bilgi için
bkz: Şefika Kurnaz, “Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923)”, T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Bilimsel Serisi 4, Ankara 1990, s. 20.
**
Entelektüel ailelerin kızlarının evlerinde aldıkları eğitimin adı.
69
olmasıyla temellendirilmiştir. Eğitim ile kadının aile içi yeri ve rolü değerli kılınmış
ve yükseltilmiştir. Eğitim yoluyla kadının tüketici olarak görülen konumu değişmiş
ve üretici konuma geçmiştir. Bu gelişmeler neticesinde var olan toplumsal cinsiyet
düzeni de değişmeye başlamıştır.
Tanzimat dönemi ile birlikte “Batılılaşma” hareketi sosyal hayatın her
alanında görülmekteydi. Dinî, siyasî, iktisadî ve hukukî alanlarda değişimler getiren
Tanzimat Fermanı, kadınlar adına da yeni kazanımların elde edilmesine bir vesile
olmuştur. Ferman “…özellikle aile mirası ve cariyeliğin kaldırılması gibi konularda
dikkati çeker. Osmanlılarda Tanzimat öncesi kadının topraktan miras alması söz
konusu değilken, bu dönemde erkek kardeşle eşit haklara sahip kılınmıştır.”13
Tanzimat’a kadar olan dönemde tüm mal varlığı erkek evlada bırakılırken kız evlat
sadece erkeğin olmadığı durumlarda bedel ödeyerek mal sahibi olmuştur. 1847
yılında İrâde-i Seniye ve 1858 yılında Arazi Kanunu ile kız evlatların da doğrudan
mal sahibi olmaları sağlanmış ve eşitsizlik giderilmiştir.
Tanzimat ile başlayan yenilenme süreci sonunda girilen Meşrutiyet dönemi,
kadın hakları konusunda en önemli gelişmelerin yaşandığı süreç olma özelliğine
sahiptir. Osmanlı aydınları bu alanda ilk kıvılcımları ateşlemişlerdir. Meşrutiyet
dönemi, kadın hakları ve bu hakların savunulması açısından kadın hareketinin ivme
kazandığı bir dönem olmuştur. Hareketin toplumsal bir boyut kazanması adına somut
adımlar atılmıştır. Bu dönemde daha çok hayırsever amaçlarla kurulmuş kadın
dernekleri göze çarpmaktadır.
Kadınların ilk örgütlenmesi “Şefkat” olarak adlandırılan yardım derneklerinin
bünyesi dâhilinde olmuştur. 1898 yılında Emine Semiye tarafından Selanik’te
Şefkat-i Nisvân kurulmuştur. Bunu 1908 yılında kurulan Osmanlı Kadınları
Cemiyet-i Hayriyesi takip eder. Bu derneklerin amacı yoksul olan kimsesiz kadınlara
ve
çocuklarına
yardım
etmektir.
Özellikle
savaşlar
sonrasında
“Topkapı
Fukaraperver Cemiyet-i Hayriye’si, Kadıköy Fukarasever Hanımlar Cemiyeti,
Himâye-i Etfâl Cemiyeti kurulan bu yardım derneklerinden bazılarıdır. Yardım
13
Şefika Kurnaz, “Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923)”, 2. bs., T.C. Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Bilim Serisi 4, Ankara 1991, s. 33.
70
dernekleri dışında, 1886 yılında Muhadderât-ı Nisvân adıyla kurulan dernek kadın
derneklerinden ilki olmuştur. Dergi çıkarma ile başlayan ve dernek kurma olarak
devam eden bilinçlenme durumu, kadınlar arasında görev bilinci ve güç birliği
oluşturmuştur. Meşrutiyet Dönemi kadın dergilerinden “…Şükûfezâr (İstanbul,
1886), Hanımlara Mahsus Gazete (İstanbul, 1895-1908), Demet (İstanbul, 1908),
Mahâsin (İstanbul, 1908-1909), Kadın (Selanik, 1908-1909), Kadın (İstanbul, 19111912), Kadınlar Dünyası (İstanbul, 1913-1914 ve 1918-1921), Kadınlık (İstanbul,
1914)14 öne çıkan yayımlar olmuştur.
İkinci meşrutiyet dönemi, Tanzimat döneminin de katkılarıyla daha özgür ve
tartışılabilir bir ortamın doğduğu bir zaman dilimi olmuştur. Bu özgür ortamda kadın
sorunları farklı açılardan geniş yer bulabilmiştir. Kadınların eğitimi konusu başta
olmak üzere farklı düşünce akımlarının, çeşitli perspektiflerden konuyu ele aldıkları
görülmüştür. Meşrutiyet kazanımlarından biri de kadınların ev içinde sürdürülen
eğitimden okul eğitimine geçilmesidir. Bununla ilgili olarak bazı kadın dernekleri de
kadının sorununa kalıcı çözümler bulmak için kurulmuştur. Bu derneklerin ilk amacı
kız çocuklarına ve kadınlara eğitim vererek onları meslek sahibi yapmaktır. Cemiyeti Hayriye-i Nisvâniye bu derneklerdendir. Yine aynı amaçla 1913 yılında Osmanlı
Türk Hanımları Esirgeme Derneği kurulmuştur. Bir grup derneğin kuruluş amacı da
kadını kültürel açıdan donanımlı ve nitelikli kılmaktır. Asrî Kadın Cemiyeti ve Teâli
Nisvân Cemiyeti bu gayedeki derneklere örnek gösterilebilir. Eğitimler sonucunda
yayılan bilinç, kadının durumunu sorgulamaya başlamıştır. Bu çalışmaların bir
sonucu olarak da bu dernekler içinde, kadının, toplum içindeki statüsü ve eşitsiz
konumuna karşı mücadele eden bir dernek ortaya çıkmıştır. Nuriye Ulviye Mevlan
(ö:1964) tarafından 28 Mayıs 1913 yılında kurulan Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-i
Nisvân Cemiyeti, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan tüm kadınları hiçbir ayrım
gözetmeksizin üye kabul etmiştir. Derneğin öncelikli amaçları arasında çok kadınla
evliliğin önlenmesi, boşanma hakkının kadına da verilmesi gibi aile içini ilgilendiren
konular olmuştur. Ayrıca bu dernek “kadınları kuşatan, onları toplumsal yaşamdan
alıkoyan geleneklere, kadın-erkek eşitsizliğine, hukuksuzluğa, eğitimsizliğe karşı bir
14
Aynur Demirdirek, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, Ankara, Ayizi
Kitap, Haziran 2011, s. 9.
71
mücadele alanı”15 açmaya odaklanmıştır. Dernek ancak 1921 yılından sonra siyasal
haklar talebinde bulunmuştur. Bu feminist kuruluş, daha çok elit kesimden olmayan
orta sınıf kadınlar tarafından destek görmüş ve o kadınların dikiş öğrenmesini
sağlayarak para kazanmalarına da yardımcı olmuştur. Yine dernek aracılığı ile
ihtiyacı olan kadınların doktor muayeneleri sağlanmıştır. Osmanlı Kadın Hareketi ile
ilgili değinilmesi gereken bir husus da; “Beyaz Konferanslar” toplantılarıdır. Bu
toplantılarda, Fatma Nesibe Hanım’ın konuşmalarını dinlemek amacıyla, P.B. isimli
kişinin konağında bir araya gelinmiştir. Demirdirek’in de belirttiği gibi; P.B.’nin
isteği doğrultusunda konferans salonunun beyaz olması ve toplantıya katılan
kadınların beyaz başörtülü olmaları sebebiyle “Beyaz Konferanslar” ismiyle
anılmışlardır. Fatma Nesibe Hanım’ın konuşmalarını aktaran P.B., konferans
notlarına kendi duygu, düşünce ve gözlemlerini de eklemiştir.16 Derneklerle ilgili
olarak şunları da eklemek gerekir ki; Osmanlı kadın mücadelesinin önde gelen
isimlerinden Fatma Aliye Hanım (Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı) askerler için bir
dernek kurmuştur. Nisvân-i Osmaniye İmdad Cemiyeti adıyla bu dernek, askerlerin
ihtiyaçlarının karşılanması için çalışmıştır. Eğitim alabilen ve kendini geliştirebilen
kadınlar, daha sonra vatan savunması ve milli mücadele sürecinde etkin rol
almışlardır. İşgallere karşı miting ve protestolar düzenlemişlerdir. “23 Mayıs 1919’da
Sultanahmet Meydanı’nda yapılan miting, Milli Mücadele Dönemi’nde yapılan en
önemli mitinglerden biridir. Bu miting, Türk kadınının milletini savaşa
yönlendirebilecek kadar toplumsal ve siyasal bilinç ve etkinliğinin geliştiğini
göstermektedir.”17 Halide Edip Adıvar (ö:1964), Fatma Aliye, Emine Semiye bu
kuşağın ve Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen isimlerinden olmuştur.
Savaş yılları, kadınlar için farklı bir statüye sahip olmak anlamı taşımıştır.
Türk kadını bizzat Kurtuluş Savaşı’na katılmış ve cephede savaşmıştır. Bu durum
kadın açısından bakıldığında, ev dışında kadın ile erkeğin birlikte çalışma ve
mücadelesine örnek bir davranış olmuştur. Ayrıca iş hayatında da erkeklerden
boşalan yerlere kadınlar getirilmiş ve kadın çalışan sayısında artış yaşanmıştır. Bu
artış eğitimli ve kalifiye kadın ihtiyacını ortaya çıkarmış, kız çocuklarının eğitiminin
15
Ateş, a.g.e., s. 28.
Demirdirek, a.g.e., s. 71.
17
Polat, a.g.e., s. 22.
16
72
gerekliliği bir defa daha vurgulanmıştır. 1916 yılında kurulan “Kadınları Çalıştırma
Cemiyet-i İslâmiyesi” derneği, kadınların iş ortamında her yönden rahat
çalışabilmeleri için düzenlemeler yapmıştır. Savaş yılları kadınlar açısından eğitim
imkânlarının da elde edildiği bir dönem olmuştur. Eğitimli kadın oranı artmış, ilk kız
lisesi açılmış (1911), yüksek öğretim derslerine kız öğrencilerin katılımı da
başlamıştır. Bu eğitim süreci, artık eli kalem tutan kadınlardan kadın hakları
savunucuları çıkarmıştır.
I.Dünya Savaşı ile yeniden değişen ekonomik ve sosyal şartların sonucunda,
bu
yıllarda
yaşanan
gelişmelerden
biri
de,
1917
tarihli
Hukuk-u
Aile
Kararnamesi’dir. “Bu kanunun Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslim ve gayrimüslim
tebaasına ait aile hukuku kurallarını modern anlamda tedvin eden ilk kanun
olması”18 özelliği ile herkesi kapsayan ilk standart belge olma özelliği dikkat
çekmiştir. Bu kararname ile kadınlara nişan, evlenme, boşanma ve poligamiye karşı
bazı haklar tanınmakta, evlenmelerde her dinden tebaa için devletin kontrolü şart
koşulmaktadır. Aile Hukuku Kararnamesi, Meşrutiyet Dönemi Türkçülük akımının,
toplumun her alanındaki etkisinin bir tezahürüdür. Türkçülük akımı etkisinin
özellikle kadın konusunda olduğu görülmektedir. “Bu dönemde kızlar için yeni
okullar açılması, Darülfünun’a kız öğrenci alınması gibi gelişmelerde Batıcıların da
rolü olmuşsa da, Türkçülerin fikrî ve siyasî ağırlığının daha fazla olduğu bir
gerçektir.”19
Türk kadın hareketi, uzun yıllardır süregelip etkisini güçlü bir biçimde devam
ettiren, yıkılması çok güç düşünce ve inanışların etkisi ile sekteye uğramıştır. Ne var
ki ister İslamcı olsun isterse Batıcı, aydınların ve düşünürlerin çoğunluğu, kadının
eğitilmesi üzerinde önemle durmuşlardır. Bilgili, eğitimli ve mutlu kadın ailesini de
mutlu edecektir. Kadın, aileyi bir arada tutan en önemli unsurlardan biridir. Anne
olarak çocukların ilk eğitmenidir. Önce kadının eğitilmesi paralel olarak gelecekte
eğitimli bir toplum getirecektir. Çünkü kadına bakış açısı, bir milletin uygarlık
seviyesi ile yakından ilgilidir. Meşrutiyet dönemi, yaşanan gelişmeler neticesinde
18
Mehmet Ünal, “Medeni Kanunun Kabulünden Önce Türk Aile Hukukuna İlişkin Düzenlemeler ve
Özellikle 1917 Tarihli Hukuk-i Aile Kararnamesi”, AÜHFD, Yıl 1977, C. 34, Sayı 1-4, s. 227.
19
Kurnaz, a.g.e., s. 76.
73
Osmanlı Kadını’nın farkındalık düzeyini yükseltmiştir. Böylelikle Osmanlı
döneminde, birçok şeyden mahrum edilmiş ve erkek tarafından çizili sınırlarda
yaşamış, ezilen ve eğitimsizlik içinde kıvranan Osmanlı Kadını’nın yerini, Milli
Mücadele döneminde toplumsal olarak her alanda kendine yer edinmeye çalışan
Türk Kadını söylemi almıştır. Bu söylem ve anlayış, aynı zamanda uyanışın da
sembolü olmuştur. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde eğitim almaya başlayan kız
öğrenciler Milli Mücadele Döneminde halkı harekete geçirici rol oynamışlardır. Bu
öğrenciler ve cemiyet üyesi kadınlar İstanbul’da işgalcilere karşı ilk protesto
mitingini düzenlemişler, Anadolu’da önemli görevler üstlenmişlerdir. Dönemin
kadın edebiyatçı ve şairleri, eserleriyle de kadın hareketine destek vermiştir. Bu
dönem edebiyatçıların eserlerinde toplumu etkileyecek kadın tiplerini görmek
mümkündür. Meşrutiyet ile daha da artan özgürlük anlayışı, demokrasi kavramını
beslemiştir. Daha önceleri kadını ilgilendiren husus moda konusu iken, bu dönemde
kadın hareketi dikkatleri çekmiştir. İş hayatına katılan kadınların sayısında da artış
görülmüştür. “1920 yılında İstanbul’daki Galata Osmanlı Bankası’nın sekreteri
kadın idi. Ziraat Bankası’nda 7, Elektrik ve Tramvay Şirketinde 2,Telefon Şirketinde
48 kadın çalışmaktaydı.20 Yine 1920 yılında Afife Jale Hanım, ilk kadın tiyatro
oyuncusu olarak tiyatro sahnesinde yerini almıştır. Ayrıca Süreyya Ağaoğlu,
Cumhuriyet dönemi ilk kadın avukatı, Safiye Ali de ilk kadın doktoru olmuştur.
Cumhuriyet dönemi örnek kadın isimlerini çoğaltmak mümkündür. Bedriye Gökmen
ilk kadın pilotumuz, Sabiha Gökçen ise dünyadaki ilk kadın savaş pilotu olarak tarihe
geçmiştir. Bu isimlere ek olarak henüz on beş yaşındayken Atatürk’ün özel izniyle
ilk uçuşunu gerçekleştiren Edibe Subaşı, ilk kadın akrobasi pilotumuz, Türkân Akyol
ilk kadın bakanımız, Müfide İlhan ilk kadın belediye başkanımız, Filiz Dinçmen ilk
kadın büyük elçimiz olmuştur. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, en eski ve ilk
kamusal meslek öğretmenlik olmuştur. “Dârülmuallimât’ın 1873 yılındaki ilk
mezunlarından inas rüştiyelerine atanan kadınlar, sıbyan mekteplerindeki kadın
hafızlardan ya da nakış hocalığı yapan kadınlardan sonra ilk kadın öğretmenlerdir.
Kadın öğretmen, gerek Osmanlı İmparatorluğu’nda gerekse Cumhuriyet’te
“medeniyete geçiş projeleri” kapsamındaki kilit figürlerden biri olarak görülmüştür.
20
Kurnaz, a.g.e., s. 97.
74
Emine Seniye, Nezihe Muhittin, Şükufe Nihal gibi kadın öğretmenler II. Meşrutiyet ve
sonrası kadın hareketinin öncüleri arasındaydı.”21 Ayrıca TBMM’deki ilk kadın
vekillerimizin 13’ünün öğretmen olduğu göz önüne alınırsa bu süreçte kadın
eğitiminin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Burada şunu da
vurgulamak gerekir ki; kadın odaklı yürütülen modernleşme hareketine “erkek
çocuğun tercih edildiği bir toplumda Atatürk’ün evlatlık olarak kız çocuklarını tercih
etmesi, tartışmasız bir değer atfetmenin yanı sıra, güçlü bir simgesel işaret”22 olmuş,
olumlu katkılar sağlamıştır.
Osmanlılarda feminist hareket sadece Müslüman ve Türk kadını ekseninde
olmamış, devletin yapısı itibarıyla daha kapsamlı bir hareket olmuştur. Osmanlıdaki
her kesimden halk, aralarında yardım dernekleri gibi dernekler kurmuşlardır.
Osmanlı halkını oluşturan farklı etnik guruplar, Beyoğlu Rum Cemiyet-i Hayriye-i
Nisvâniye ve Azkaniver Ermeni Maarifperver Kadınlar Cemiyeti isimli dernekler
kurmuşlardır.
Osmanlı Devletindeki feminist harekete toplumsal cinsiyet düzeni açısından
bakılırsa; yaygın sosyal düzenin erkek egemen bir düzen olduğu görülmektedir.
Fakat Osmanlının farklı millet ve sınıflardan oluşması sebebiyle kadının durumu
değişkenlik göstermektedir. Bu tezde ele alınan kısım Müslüman feminist olarak
tanımlanan kadınlardır. Bu bağlamda, Osmanlıda kamu erkeklere ait bir alan iken,
kadınlara özel alan olan ev içi ayrılmıştır. Özellikle orta ve üst sınıfa ait aileler için
bu değişmez bir cinsiyet düzenidir. O nedenle batı ülkelerindeki kadın ile ilgili bazı
girişimler Osmanlıda rağbet görmemiştir. Siyasal haklar talebi buna örnek olarak
gösterilebilir. Nitekim I. Dünya Savaşı sonlarına değin siyaset, Müslüman Osmanlı
kadını için uzak bir alan olmuştur. Buna ek olarak Osmanlı’da mekânların
cinsiyetlere göre ayrımı göze çarpmaktadır. Kadınların gezecekleri yerle, alışveriş
21
Gökçimen, a.g.e., s. 24.
Deniz Kandiyoti, Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar- Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, İstanbul,
Metis Yayınları, 3. bs., 2011, s. 233.
22
75
yapacakları yerler ve davranışları hatta ev içinde bile “makarr-ı nisvân”* adıyla
kendilerine özgü alanlar belirlenmiştir.
Bu bağlamda Osmanlı döneminde kadının çalışma hayatına katılması
konusunda bir durumu daha belirtmek gerekir. Fatma Aliye Hanım, kadınlar üzerine
yazdığı yazılarda çalışma hayatına kadının katılımını tedrici bir şekilde olması
gerektiğini ifade etmiştir. Öncelikle kadınlığın uzantısı kabul edilen işlerle yavaş bir
şekilde kamusal alana çıkılması gerektiğini düşünmektedir. Çünkü kadın bedenini
toplumda fitne olarak gören ataerkil bir anlayış hâkimdir. Kadının özel alandan
çıkması sonucu süregelen işleyişin aksamaması için belirli mesleklerle kadın bedeni
denetim altında tutulması gereklidir. Fatma Aliye Hanım, eğitim almamış kadınların
dahi çalışma hayatına katılabileceğini belirtmiştir.23 Bu ifadelerden hareketle Fatma
Aliye Hanım’ın kadının çalışma hayatına katılımını önemsediği sonucuna varılabilir.
Eşlerin, çalışan kadın karşısında sert ve acımasız tavırlarının da değişeceğini
söylemek mümkündür. Çünkü kadının çalışması ve sınırlarını aşarak kocasına
bağımlı olmaktan kurtulmasını sağlayacaktır.
Kadın hareketi tarihin hangi döneminde olursa olsun hep bağımlı olma
durumundan kurtulma duygularıyla iç içe gelişmiştir. Eğitim sayesinde gelişen
kadınlar kendilerini ifade etme fırsatı bulmuşlar, hak arayışlarını sürdürmüşlerdir.
2.3 CUMHURİYET DÖNEMİNDE FEMİNİZM
Bağımsızlığını ilan ederek yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin hem
toplum olarak hem de devlet olarak kendi ayakları üzerinde durması, öncelikle
yapılması gerekenlerden biri olmuştur. Savaştan çıkmış bir ülke olarak yaralarını
sarmaya başlayan Türk Devleti, her alanda kendini yenilemek durumunda kalmıştır.
Toplumsal hayatın bir parçası olan iş yaşamı, Osmanlı toplumunda devlet yapısı
itibarıyla farklılık arz etmektedir. Gayrimüslimlerden oluşan halk ticaret işini,
*
Mecelle’ye göre mutfak, kuyu başı ve başka evden görülmeyecek şekildeki avluda kadınlara ait
yerler
23
Şahika Karaca, “Fatma Aliye Hanım’ın Türk Kadın Haklarının Düşünsel Temellerine Katkıları”,
Karadeniz Araştırmaları, Güz 2011, Sayı 31, s. 105.
76
Müslümanlar ise bürokrasi ve ordu gibi devlet hizmetlerini yerine getirmekteydi. Bu
ortamda kadın iş yaşamında tam anlamıyla yer alamamıştı. Öğretmenlik ve ebelik
gibi meslekler kadına göre meslekler olarak kabul edilmiş ve kadının çalışma hayatı
belirli işlerle sınırlı kalmıştı. İşte bu noktada çalışma yaşamına yeni katılan kadının,
toplum içinde kendi ayakları üstünde durabilen bir kadın model olarak, yeni
oluşmakta olan toplumun her alanında yerini alması gerekmekteydi. Fakat
kadınlarımızın büyük bir kısmı kırsal kesimde yaşamaktaydı. Onların şehir hayatına
dâhil edilmesi ve uyum sağlaması gerekiyordu. Ayrıca Cumhuriyet döneminde
kadınlardan siyasi ve sosyal yaşamda edindikleri yeni rollerinin yanı sıra geleneklere
bağlı kalarak öteki kadınlığa da örnek teşkil etmeleri beklenmekteydi.
Tanzimat döneminde başlayan değişim hareketleri, kadının önünde yeni bir
yol açmıştır ve bu yol Cumhuriyet dönemi de dâhil olmak üzere günümüze kadar
uzanmıştır. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin kesiştiği yıllarda genel olarak orta
ve üst sınıfa ait eğitim almış kadınların bu değişim hareketini kendilerince
irdeledikleri görülmektedir. Gazete, dergi, konferans ve dernekler aracılığıyla her
türlü basın-yayın organını kullanarak seslerini duyurmaya çalışmışlardır. O dönemde
başlayan hareketin, siyasi haklar başta olmak üzere birçok hususta etkin rolü
olmuştur.
Bazı
görüşlere
göre,
kadının
geri
kalmışlığı
dinî
hükümlere
bağlanmaktaydı. Bu sebeple Cumhuriyet Dönemi siyasi hayatında, dinin siyasete
etkisinin azaltılarak tamamen ortadan kaldırılması benimsenmiştir. Böylelikle kadını
geri planda tutmak yerine, aktif olarak siyasi hayata da dâhil etmek, onu toplumun
her alanında görmek tercih edilmiştir. TBMM’nin açılması ve bunu takiben hilafetin
kaldırılması ile eğitimde eşitlik yolunda atılan adımların sürekliliği ve ilk anayasamız
olan 1924 Anayasası ile kadının konumu ve yeri sağlamlaştırılmış, kadın hukuksal
olarak yasalarla güvence altına alınmıştır. 1930 yılında kadınlar belediye seçimlerine
katılma hakkı elde ettiler. Daha sonra 1933 yılında Köy Kanunu’nun 20. ve
25.maddelerinde yapılan değişikliklerle muhtar ve ihtiyar heyetine seçilme hakkı da
verilmiş oldu. 1934 yılında ise, kadınların siyasal hak talebiyle TBMM’ye
yürümeleri Atatürk’ün dikkatini çekmiştir ve bu konuda 1924 Anayasası’nın 10. ve
11. Maddelerinden yapılan değişiklik ile kadınlar genel seçimlerde de seçme ve
seçilme hakkı elde etmişlerdir. Kadının siyasal hayata başlangıcı olarak kabul edilen
77
bu gelişmelerin yanı sıra eğitimde fırsat eşitliği olarak kabul edilen eğitimin
birleştirilmesi, kadının yasal güvencesi olan medeni hukuk toplum yapısındaki
değişim ve Cumhuriyetin kazanımları arasındadır.
II. Meşrutiyet döneminde başlayan kadına yönelik yasal ve toplumsal
düzenlemeler ilk olarak 1917 yılında yürürlüğe giren evlilik sözleşmesinin devlete
bildirilmesi, kadınlara boşanma hakkı tanıyan bazı şartların kabul edilmesi gibi
yenilikleri kapsayan Hukuk-u Aile Kararnamesi ile 1914 yılında İstanbul
Üniversitesi’ne ilk kadın öğrencilerin alınmasını sağlayan yenilikler kabul edilebilir.
Bu yıllardaki çabalar, modernleşme sürecinde etkili olmuş ve yeni yaşam modeli
örnek teşkil etmişlerdir. Bu gelişmelere ek olarak Türk Kadını’nın politik hakları
elde etmesiyle kazandığı yeni rolleri, kişilerin zihinlerindeki ve toplumdaki var olan
yapılanmanın tekrar yenilenmesini gerektirmiştir. Aksu Bora’nın da belirttiği gibi; “
bu yeni öznellik biçimleri, böyle bir toplumsal ve siyasal bağlam içinde, kişisel ve
toplumsal hafızanın inşasıyla da yakından ilişkilidir. Bu inşa, bir dizi unutuş
yaratmıştır. Türkiye bağlamında bu unutuşların ilki, kadınların verdikleri hak
mücadelesinin unutuluşudur. Böylece kadınların eşitliği fikrinin Mustafa Kemal’in
zihninde yaratılmış ve yine onun tarafından yürürlüğe konmuş bir fikir olduğu inancı
yaygın ve güçlü bir inanç haline gelebilmiştir.”24
Kimi zaman Türk kadınının bir mücadele sonucu haklarına kavuşmamış,
haklar Atatürk tarafından onlara hediye edilmiştir şeklindeki kanının yanlış ve haksız
bir düşünce olduğunu ortaya koymaktadır. Bilakis Atatürk de, kadının siyasal hak
kazanımı konusunda, bunun kendilerine bir lütuf ve hediye olmadığını belirtmiş,
Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı döneminde, Türk Kadını’nın cesareti,
çalışkanlığı, fedakârlığı ile bunu ziyadesiyle hak ettiğini ifade etmiştir. Sonuç her ne
olursa olsun, birçok ülke kadınından önce ayrıcalıklı olarak haklarına ulaşan Türk
Kadınları başka bir sorunla karşı karşıya kalmışlardır. Şehirdeki kadınlar ile
kırsaldaki kadınların öncelikli sorunları farklı olmuştur. Kırsalda meydana gelen yeni
doğan ölümleri, resmi nikâh ile ilgili problemler, ataerkil aile yapısı, erken yaşta
evlendirilme, savaş sonrasını yaşıyor olmanın getirdiği yoksulluk ve sağlık sorunları
24
Bora, “Hatırlananlar ve Unutulanlar:..”, s. 56.
78
vardır. Şehirde yaşayan kadınlar, kırsala göre daha iyi şartlara sahip olmuşlar, resmi
kurumlarda veya evlerinde eğitim alabilmişlerdir. Çeşitli dernek ve yardım kurumları
vasıtasıyla
sorunlarına
çözüm
bulabilmişlerdir
fakat
bu
çözümler
kırsala
ulaşamamıştır. Bu durum ancak uzun yıllar sonra, ulaşım yollarının artması ile kırsal
ve şehir arasındaki etkileşimde, yeniliklerden her kesim kadının haberdar olması ile
birlikte aşılmaya başlanmıştır.
“Tarihsel süreç içinde Türk kadınının toplumsal
yaşamda geçirdiği değişim ve dönüşümler incelendikten
sonra, bu değişimlerin son aşaması olan Cumhuriyet
Dönemi’nde kadını anlamak için, bu dönemde yapılan
düzenlemelere
bakılmalıdır.
Bu
düzenlemeler,
Türk
toplumunu en çağdaş medeniyetlerin seviyesine ulaştırmayı
amaçlayan Kemalizm’in kadın konusu üzerinden kurduğu
hegemonyayı da ortaya koymaktadır. Bu hegemonya,
siyaset, hukuk, eğitim ve aile gibi devletin ideolojik
aygıtları üzerinden kurulmuştur.”
25
Yapılan düzenlemeler kırsaldaki ve şehirdeki kadını zamanla birbirine
yaklaştırmıştır. Fakat bu düzenlemeler kadınların genel sorunlarını çözmeye ve
kadınları koruyup, güvence altına almaya yöneliktir. Sorunların özüne bakılırsa,
kadınların yaşadıkları yer ve hayatları açısından bile farklı problemler yaşadıkları
görülmektedir.
Cumhuriyet döneminde hem gelişen sanayi sonucu istihdam açısından hem de
yaşanan savaşlar sebebiyle erkek nüfusun azalması yüzünden iş hayatında kadına ve
kadın işgücüne ihtiyaç artmıştır. Medeni Kanun’un kabulü ile birlikte kadının sosyal
durumunda büyük ilerlemeler kaydedilmiş ve böylece evlilikten boşanmaya,
mirastan eşitliğe kadar birçok alanda kazanımlar sağlanmıştır. "1926 Medeni Kanunu
ile kız öğrencilerin Harp Okulları dışında bütün okullara girmesinin önü açılmıştır.
1927 yılında ortaokullarda karma eğitim başlamıştır."26 İlk olarak İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1921 yılında kız öğrenci almıştır. Bunu 1922 yılında
25
26
Polat, a.g.e., s. 30.
Polat, a.e., s. 38.
79
Tıp Fakültesi izlemiştir. Bu eğitim alan kız öğrencilerin mesleklerini icra
edebilmeleri
ise
tüm
engellemelerden
sonra
ancak
1930'lu
yıllarda
gerçekleşebilmiştir. 1930'lu yıllardan sonra kadınlar artık her alanda varlıklarını
göstermişlerdir. Cumhuriyet dönemi kanunları Medeni Kanun ile sınırlı kalmamıştır.
1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kız çocukları için eğitimde fırsat
eşitliği getirilmiştir. Yapılan bu yasal düzenlemeler ile kadın-erkek eşitsizliği
aşılmaya çalışılmış fakat tam bir iyileşme gerçekleşememiştir. Eksik kalan yönlerin
tamamlanması amacıyla, 4721 sayılı 22 Kasım 2001 tarihli Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarafından kabul edilen Yeni Medeni Kanun ile aile içerisindeki hak ve
görevler eşitlik esasına dayandırılmıştır. Yasada yapılan son değişikliklerle, kadının
statüsü daha da iyi bir konuma yükseltilmiştir. Özellikle evlilik süresinde edinilen
malların eşler arasında hakça bölüşümüne ilişkin yeni düzenlemeler, kadın hakları
açısından ciddi kazanımlar sağlamıştır. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanunun
belirgin özelliklerinden biri de İslâmi kurallara göre düzenlenmiş toplumsal hayatın
büyük ölçüde değiştirilmesi olmuştur. Evlilik kurumundaki değişiklikler toplumun
değerlerinden olan İslâmî öğretiyle çelişmediği ve yaygın toplumsal cinsiyet rollerine
karşı çıkmadığı için bu kanun toplum tarafından kabul görmüştür.
Cumhuriyet dönemi yeniliklerinden biri de 15.06.1937 yılında ilki çıkarılan
3008 sayılı “İş Kanunu”dur. Bu kanunda kadınlar için doğum iznine ilişkin
düzenleme yapılmıştır. Ayrıca madenlerde, tünellerde, gece vardiyasında sanayi
bölgesinde kadının çalışması yasaklanmıştır. Artan ihtiyaç ve talepler doğrultusunda
12 Ağustos 1967 yıl ve 7931 sayı ile yeni bir İş Kanunu çıkarılmıştır. Daha sonra
25.08.1971 yılında ise 1475 sayılı İş Yasası kabul edilmiştir. Bu yasaya göre;
kadınların iş hayatındaki durumları da düzenlenmiştir. Hamile ve doğum yapmış
kadınların durumları, maden ocaklarında kadın işçi çalıştırılamayacağı gibi durumlar
bu yasa ile karara bağlanmıştır. Son olarak da 22 Mayıs 2003 tarih ve 4857 sayılı İş
Kanunu çıkarılmıştır. Bu yeni kanunla birlikte Avrupa Birliği normları esas
alınmıştır. Bir düzenleme de “eşit davranma ilkesi” konusunda yapılmış, özellikle
cinsiyet ayrımcılığı yasaklanmış ve din, dil, ırk, mezhep, siyasi ve felsefi düşünceye
de dayalı herhangi bir sebeple ayrım yapılamayacağı karara bağlanmıştır.
80
Cumhuriyet döneminde en önemli kazanımlarından birisi de kadının siyasi
haklarını yasal olarak elde etmesidir. Milli mücadele döneminde başlayan Türk
Kadını’nın siyasi hayatı, Cumhuriyet Dönemindeki çeşitli girişimlerle hayata
geçmiştir. Bununla ilgili olarak söylenmesi gereken "Kadının seçme ve seçilme
hakkına ilişkin olarak ilk girişim, 1923 yılında Tunalı Hilmi Bey tarafından
yapılmıştır."27 Tunalı Hilmi Bey, itirazlarla karşılaşmasına rağmen 1924 yılında aynı
girişimi tekrarlamış fakat yine bu girişim kabul görememiştir. İslam devleti
kimliğinden sıyrılarak, Cumhuriyet ile birlikte hukuk devleti kurulmuştur. Tüm
hukuksal düzenlemelere karşın yeni Türkiye Cumhuriyeti modernlik ile geleneksellik
arasında ikiliklerini sürdürmüştür. Bu ikilem özellikle kadın konusunda açık bir
şekilde görülmektedir. Yasal düzenlemeler ile birlikte kadın genellikle aile kurumu
içinde ve anne-eş rolü kapsamında ele alınmıştır. Medeni Kanun ile birlikte kadına
sağlanan haklar olmasına rağmen maalesef eşinin izni olmadan çalışma hayatına
devam
edememiş,
erkek
evin
reisi
olmaya
devam
etmiştir.
Kentlerde
modernleşmenin etkisi ile değişimler yaşanırken, kırsalda kadın Osmanlı
dönemindeki tarz ve konumunu sürdürmüştür.
Bu yıllarda siyasetteki Türk Kadını çalışmalarına Nezihe Muhittin’in
(ö:1958) 1923 yılında “Kadınlar Halk Fırkası”nı kurması örnek olarak gösterilebilir.
Türk Kadını’nın toplumun her alanında hak ettiği yeri almasını amaçlayan Nezihe
Muhittin ve arkadaşları, kadının kamu yaşamına katılımını ve tam eşitliği talep
etmektedirler. Bu taleplerini iletirken kadının anne ve eş rolünü de göz önünde
bulundurmaktadırlar. Kadınlar Halk Fırkası, çalışmalarını 1924 yılında kurulan
“Türk Kadınlar Birliği” isimle kurulan cemiyet ile sürdürmüştür. Türk Kadınlar
Birliği tüzüğünden kadının siyasal hak talebi maddesi çıkartılarak, kadın hakları
adına daha da güçlenerek hizmet vermiştir. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun
ile birliğin politik tavrı da güç kazanmıştır. 1930 yılında Türk Kadını’nın belediye
seçimlerine katılması ile resmîlik kazanan siyasal haklar kazanımı, Avrupa’da bu
uğurda yıllardır mücadele edenlerin dikkatini çekmiş ve “XII. Uluslararası Kadın
Birliği Kongresi”nin İstanbul’da yapılmasına karar vermişlerdir. Kongre hazırlıkları
Birlik üyeleri ile yürütülmüştür. Yıldız Sarayında tertip edilen Kongre “18 Nisan
27
Polat, a.g.e., s. 32.
81
1935’te Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ tarafından açıldı. Kongreye
katılanlar
…Amerika,
Avusturalya,
Avusturya,
Belçika,
Bermud
Adaları,
Bulgaristan, Çekoslavakya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Filistin, Hindistan,
Hollanda, İngiltere, İran, İrlanda, İzlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Jamaika,
Japonya, Lüksemburg, Macaristan, Mısır, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya,
Serendip, Suriye, Türkiye, Uruguay, Yeni Zelenda, Yugoslavya, Yunanistan…’dır.”28
Kongreye katılan temsilciler Türkiye’de yaşanan gelişmelere ilişkin düşüncelerini ve
Mustafa Kemal’e olan hayranlık duygularını dile getirmişlerdir. Bu konuda Mısır
Heyeti Başkanı Hüdâ Şa‘râvî şunları ifade etmiştir:
“…dünya kadınlık hareketini yakından takip
ediyoruz ve bu itibarla İstanbul Kongresi bizim için bir
bayram
Atatürk’e
günüdür(…)Şark’ta
borçluyuz.
kadınların
Mısır’da
1923’ten
kurtuluşunu
beri
peçe
kalkmıştır. Şimdi bizim kadınlarımız da şapka giyiyor,
erkeklerle beraber geziyor. Tiyatrolarımızdan kafesler
kaldırılmıştır.”29 Mısır heyeti başkanının Atatürk’e hitaben
“Türkler sizi Atatürk, yani ‘Türklerin Babası’ diye
isimlendiriyorlar. Ben ise Ataşark, yani ‘Şarkın Babası’
diye isimlendirmek istiyorum”
dediği bilinmektedir.
Atatürk doğu toplumları için takip edecekleri yolu işaret ederek, insanlığın
manevî gelişmesinde yeni bir dönem açmıştır. Osmanlı İmparatorluğundan
Cumhuriyet dönemine kadar büyük ve tarihi bir değişim yaşayan Türk kadını çeşitli
yayın organları aracılığı ile sesini duyurmaya çalışmıştır.
Türk Kadınlar Birliği daha sonra Türk Kadını’nın haklarını eksiksiz elde
ettiği ve Birlik’in görevini yerine getirdiği gerekçesiyle kapatılmıştır. Ancak, daha
önce değindiğimiz gibi Türk Kadını siyasal olarak maalesef hak ettiği yeri tam olarak
elde edememiştir. Siyasal hak kazanımları ile Cumhuriyet Dönemi kazanımları,
kadının kamusal alana katılımı adına uzun ve sancılı bir süreç olmuştur. Fatmagül
Berktay’ın da belirttiği gibi kadınların mecliste temsil edilmesi bakımından fark
edilir bir değişiklik yaşanmamıştır. “1961-65 döneminde 3, 1965-69 döneminde 8,
28
29
Ateş, a.g.e., s. 46.
Ateş, a.e., s. 46.
82
1969-73 döneminde ise 4 kadın temsilci parlamentoda yer aldı.”30İlk seçimlerde 18
kadın milletvekilinin ardından, kadınların tek partili dönemlerde çok partili
dönemlere göre mecliste daha çok yer aldıkları görülmektedir. Ülkemiz nüfusunun
yarısını oluşturan kadınların, siyasette böylesine çekingen durmaları ve aday
listelerinin sonlarında yer almaları, ataerkil sisteme ve onun getirilerinden olan
siyasetin erkek işi olduğu düşüncesine dayandırılmaktadır. Ayrıca yeterli sayıda
partili ve nitelikli kadın aday bulunmaması da bir etken olarak görülmüştür. Yine de
mecliste yer alan kadın vekiller açısından bir durum değerlendirmesi yapıldığında;
meclisin ilk dönem kadın vekillerinin “son derece çekingen, neredeyse oradaki
varlıklarından dolayı özür diler bir tutum ve ruh hali içinde olmalarına karşılık,
1960 sonrasında kadın temsilciler artık çok daha atak ve cesurdur. Bu kadın
temsilciler yeterli bilgi ve beceri birikimine sahiptir ve bundan kaynaklanan
özgüveni meclisteki davranışlarına yansıtırlar.”
31
İlk dönem kadın vekiller, -büyük
çoğunluğu elit kesim halktan olmalarına rağmen- gerçekten kadınların temsilcileri
olma görevini yerine getirmişlerdir. Fakat 1960 sonrası kadın vekiller, artık partili
olarak söz almışlar ve siyasi görüşleri uyarınca erkek meslektaşları gibi partilerini
temsil etmişlerdir. Bu dönemde ve sonrasında kadın vekiller, sadece kadın sorunları
adına mücadele etmek için ve kadının temsili adına mecliste değillerdir.
1960 ve sonrasındaki yıllarda kadın vekiller, yüksek öğretim de dâhil olmak
üzere iyi eğitim almış ve meslek edinmiş nitelikli kadınlardan oluşmaktaydılar. Bu
özellikleri, onları ülkenin temsil ettikleri diğer kadınlarıyla çok küçük ve bir ortak
paydada birleştirilebilmiştir. Aynı ülkenin insanı olan bu kadınlar aslında farklı bir
kültürde yetişmemişlerdir. Aile içinde aynı görevleri yapmaktadırlar. Fakat onların
siyasetçi kimlikleri ve eğitimli olmaları, diğer kadınlardan onları ayıran en belirgin
özelliklerinden olmuştur.
Ülkemizde halen kadın nüfus mecliste sayıca yeteri miktarda temsil
edilememektedir. Geleneksel yapımızı göz önünde bulundurursak; kadının olduğu
yerde erkekler sözlerine dahi dikkat etmektedirler. En sinirli oldukları zamanlarda
bile “dua et kadın var, yoksa ağzının payını verirdim” söylemi onları kibar
30
31
Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 193.
Berktay, a.e., s. 194.
83
davranmaya ve konuşmaya sevk etmektedir. Dolayısıyla kadının sosyal hayatta ve
mecliste de daha fazla sayıyla yer alması, temsil edilmesi gereği kaçınılmaz
olmaktadır.
Üçüncü dalga feminizmin yaşandığı 1980’lerde, Türkiye’de kadın hareketi
gelişerek devam etmiştir. Bu dönemde örgütlenmeler başlamış ve Kadın Dernekleri,
Kadın Araştırma Merkezleri kurulmuştur. Üniversiteler, Kadın Araştırmaları Lisans
Üstü derslerini programlarına almışlardır. Ayrıca Kadın ve Aileden Sorumlu devlet
bakanlığı kurulmuştur. 1985 yılında Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni (CEDAW) bazı çekinceler koyarak
imzalamıştır. CEDAW Sözleşmesi 19 Ocak 1986 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Ayrıca “Avrupa Sosyal Şartı, Çocuk Hakları Sözleşmesi, ILO, OECD, AGİK gibi
kuruluşların sözleşme, karar ve tavsiyelerinin Kahire Dünya Nüfus ve Kalkınma
Konferansı Eylem Planının, 4. Dünya Kadın Konferansı Eylem Planı ve Pekin
Deklarasyonunun iç hukukta uygulanması yönünde çalışmalar sürdürülmektedir.”32
CEDAW Sözleşmesi uyarınca 1990 yılında (KSSGM) “Kadının Statüsü ve Sorunları
Genel Müdürlüğü” kurulmuş ve kadın politikaları çalışmaları resmi yollarla
yürütülmeye devam etmiştir. CEDAW Sözleşmesine ek olarak hazırlanan ve 30
Temmuz 2002 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan “İhtiyari Protokol” ile taraf
ülkelerin sözleşmeyi ihlalleri durumunda, kişi ve grupların CEDAW’a başvuru hakkı
kabul edilmiştir. Türkiye’deki kadın hareketi ve hukukçu kadınların çalışmaları ile
yeni TCK 26 Eylül 2004 tarihinde TBMM’nde kabul edilmiş ve 1 Haziran 2005
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Hukuksal düzenlemeler ile kadın-erkek eşitliği ilkesi
2001 ve 2004 yıllarında yeniden düzenlenmiştir. 1 Ocak 2002 tarihli Yeni Medeni
Kanun’un ardından, 9 Ocak 2003 tarihinde “Aile Mahkemelerinin Kuruluş, görev ve
Yargılama Usullerine Dair Kanun” yürürlüğe girmiştir. Takiben 4 Mayıs 2007 tarihli
4320 sayılı “Ailenin Korunmasına Dair Kanun” kabul edilmiştir. 26 Eylül 2004
tarihli 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nda cinsel şiddet içeren suçlar, insan
olarak kadına ve onun bedensel bütünlüğüne karşı yapılmış suçlar kapsamına
alınmıştır. Eski yasada “Âdâbı Umumiye ve Nizâmı Aile Aleyhine Cürümler”
başlığında ele alınan cinsel şiddet içerikli suçlar, genel adaba ve aile düzenine karşı
32
Gökçimen, a.g.e., s. 32.
84
işlenmiş suç olarak kabul edilmişti ve kişi olarak kadını ele almıyordu. Berktay’ın da
belirttiği gibi kız veya kadın kaçırma durumlarında kadının evli olup olmaması,
rızasının olup olmaması, evlenme amacıyla yapılması ya da tecavüze uğraması gibi
farklı durumlara göre değişik kararlar veriliyordu.33 Görüldüğü gibi bu uygulama
insan hakları konusuna aykırı bir uygulamadır. Kadın ya da erkek cinsiyet ayrımı
yoktur, insan vardır. İnsanlık kavramı büyük ve geniş bir aileyi temsil eder. DoğuBatı, Müslüman-Hıristiyan, beyaz-siyah ayrımı yoktur.
80’li yıllar YAZKO grubunun yayın çalışmaları ile kadın hareketinin ivme
kazandığı yıllar olmuştur. Ayrıca “Somut” dergisi bir sayısını feminizme ayırmıştır.
Bunlara ek olarak Şirin Tekeli ve arkadaşları tarafından kurulan Kadın Çevresi, 1987
yılında kurulan Feminist Dergi ve Kitap Kulübü’nün çeviri faaliyetleri feminizmin
yaygınlaşmasına ve anlaşılmasına katkı sağlamıştır.
Bu yıllarda sürdürülen feminizm hareketi daha çok toplumsal olarak
eşitsizliğe neden olan yapılar üzerine odaklanmıştır. Bu dönemde yapılan eleştiriler
ataerkil sisteme yönelik olmuş ve toplumsal cinsiyet kavramı ekseninde, rollerin
doğuştan değil sonradan öğretilmiş oldukları ileri sürülmüştür. Yine bu dönemde
“kadınların özel alana mahkûm edildikleri; ezme-ezilme ilişkisinin ve sömürünün
herhangi bir kamusal aracın müdahalesine izin vermeyen özel alanda yaşandığı
vurgulandı.”34 Bu düşünceden hareketle en çok eleştiri alan aile kurumu olmuştur.
Kadınların ortak sorunları olduğunu, farklılıkların yok edilmesi ve toplumsal
cinsiyetin ortadan kaldırılmasını istemişlerdir.
Ülkemizde kadına yönelik olumlu gelişmeler devam etmektedir. Kadın
haklarının korunması ve geliştirilmesi yönünde çalışmalar yürütmesi için 24 Mart
2009 tarihli ve 5840 sayılı kanun ile “Kadın Erkek Eşitliği Komisyonu” kurulmuştur.
Ayrıca 1999 tarih ve 445 sayılı kanun ile siyasal partilerin kadın kollarını yasaklayan
madde yürürlükten kaldırılmıştır. Fakat kadın kolları üyelerinin, kadın hareketinin
önemi hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları ve siyaseten güçsüz olmaları
nedeniyle, kadının siyasete katılımı adına istenen mücadeleyi tam anlamıyla
33
34
Berktay, Tarihin Cinsiyeti, s. 53.
Necla Arat, Feminizmin ABC’si, İstanbul, Say Yayınları, 2010, s. 10.
85
sağlayamamaktadır. Kadın kolları çalışmalarının kermesler düzeyinde kalması ve
parti için oy toplama organı olarak görülmesi, kadının TBMM’de temsiline ve güç
birliğine engel olmaktadır. Burada şunu da belirtmekte fayda vardır; toplumun diğer
yarısını oluşturan kadınlar lehine yapılan tüm gelişmeler, kanunlar ve hukuksal
düzenlemelere rağmen, kadının siyasal olarak temsili yetersiz düzeydedir. Türk
Kadını maalesef TBMM’de hak ettiği yere kavuşamamıştır. Bunun sebepleri olarak
ataerkil toplum yapısı, geleneksel cinsiyet rolleri ve kadına biçilen “apolitik” rol ağır
basmaktadır. Sadece siyasette değil diğer kamu kurum ve kuruluşlarında üst düzey
idareci ve yöneticilik pozisyonlarında da kadınların temsilinin düşük olduğu
görülmektedir.
“132 üniversitenin 13’ünde kadın rektör görev
yapmaktadır. Mimarların yüzde 38’si, avukatların ise yüzde
36,8’i kadındır. Türkiye’de bürokraside kadınların üst
yönetim kadrolarında yer alması da oransal olarak
düşüktür. Örneğin bütün dünyada erkeklerin egemen
olduğu diplomatik görevlerde Türk Dışişlerinde görev
yapan 160 büyükelçimizden 18’i kadındır. Ayrıca, 8 kadın
başkonsolosumuz bulunmaktadır. Türkiye’de 35 adet kadın
mülki idare amiri bulunmaktadır. Ülkemizde halen kadın
vali bulunmazken, 428 vali yardımcısından 7’si ve 795
kaymakamdan 22’si kadındır. 165 kaymakam adayının ise
6’sı kadındır. Kadınların üst düzey bürokrasi içinde
durumlarına bakıldığında, 20 müsteşar içerisinde hiç kadın
bulunmamaktadır. 80 müsteşar yardımcısının ise 3 tanesi
kadındır. Bağlı kurum genel müdürlerinden 43 tanesi içinde
5 tanesi kadındır. 374 genel müdür yardımcısından 29
35
tanesi, 859 daire başkanından ise 132’si kadındır”
Günümüzde Türkiye’de kadınların okullaşma oranlarını artırmaya yönelik
çalışmalar devam etmektedir. Araştırma sonuçlarına göre halen Marmara bölgesinde
%13.1 oranında okur-yazar değildir. Bunun yanı sıra kadına yönelik şiddetin
azaltılması için 2005 yılında Kadından Sorumlu Bakanlık, Genelkurmay ve Diyanet
İşleri Başkanlığı ile ortaklaşa çalışma yürütmeye başlamıştır.
35
Gökçimen, a.g.e., s. 43.
86
2.4 DUYGU ASENA’YI ÖNCÜ KILAN SEBEBLER
Daha önce değinildiği gibi, Türkiye’de kadın konusu ve kadının toplumsal
rolleri bakımından durumu Osmanlı Devleti zamanından başlayan ve süreklilik arz
ederek gelişme gösteren bir yol izlemiştir. Cumhuriyet döneminde bu durum daha
belirgin bir hal almıştır. Türkiye’deki kadın hareketi genel hatlarıyla iki dönem
olarak karşımıza çıkmaktadır. İlki Tanzimat Fermanı ile başlayıp Cumhuriyet’in ilk
yıllarını da kapsayan birinci dalga feminist harekettir. Bu dönem daha çok, hak elde
etme ve kadınların sesini duyurmaya yönelik eylemlerin olduğu bir süreci
kapsamaktadır. İkinci dalga feminist hareket dediğimiz 1980 sonrası dönem ise,
ortaya konulan eylemler açısından farklılık arz etmektedir. İkinci dalga feminizmde
kadınlar artık daha çok kadın cinselliği ve kadına şiddet konularına dikkat
çekmişlerdir. Bu dönemde aynı düşünceyi, feminizmi farklı yollardan savunan çeşitli
gruplar da ortaya çıkmıştır. Feminizm konusunda ortaya çıkan farklı gruplar ve farklı
düşünceler harekete renk katmışlardır. Hareket bu alanda “her biri kendi dergisini
yayımlayan ve dergilerinde kendi söylemlerini geliştiren kollara ayrılmış olsa da
Türkiye’nin değişik şehirlerinde belli konular etrafında düzenlenen kampanya ve
protestolarla her gruptan kadını bir araya toplayabilen bir aktivizm”36 olma özelliği
taşımaktadır. Ayrıca bu gruplar, gerek batıdaki feminist hareketin süregelen etkileri
ve izleri görüşü olsun gerekse artan farkındalık ve bilinç düzeyi olsun, Türkiye’de
kadın olgusu ve kadına bakışın değişmesine destek vermişlerdir. Bu yıllar, feminist
teoriler açısından postmodernizm ve çok kültürlülük etkisiyle farklılıkların
vurgulandığı yıllardır. Erkeklerle eşit olmaktan öte, artık kadının özgüllüğüne ve
kadınlar arasındaki farklılıklara dikkat çekildiği yıllar olmuştur. Yeniliklerin
yaşandığı her dönemde sancılı süreçler de kaçınılmaz olmuştur. Yeni olmasından
kaynaklanan acemilikler, eksiklik ve aksayan yönler fark edildiğinde ortaya çıkan
sonuç, toplumların en çok ihtiyaç duydukları konularda yoğunlaşıldığıdır.
Türkiye’nin feminizm ile tanışması gerçek manada 1980’li yıllarda olmuştur.
Duygu Asena’nın yönettiği “Kadınca” dergisi 1978 yılında yayım hayatına
başlamıştır. 1980 yılında yaşanan askerî darbenin ardından kadınlar için suskunluk
36
Tekin, a.g.e., s. 57.
87
dönemi sona ermiş ve kadınların sesleri daha gür çıkmaya başlamıştır. “Siyasal
katılım arayışına yönelen kadınların ilk olarak 1981 yılında YAZKO çatısı altında
kadın konusunda bir sempozyum düzenledikleri görülmektedir. Bu sempozyum ile
“feminizm” kamuoyu önünde ilk kez savunulmuştur.”37 YAZKO’nun (Yazarlar ve
Çevirmenler Kooperatifi) yayınladığı “Somut” dergisi de kadınları, geleneksel
konuları sorgulamaya yönlendirmiştir. Somut Dergisi’nin ardından bilinç yükseltme
çalışmaları 1984 yılında “Kadın Çevresi Anonim Şirketi” ile devam etmiştir.
Feminist bir kitap çevirisi de yayımlayan bu şirketin amacı, kadınların emeğini
değerlendirmek, yardımlaşma ve hizmet görevlerini yerine getirmektir. Yine bu
dönemde üniversiteli öğrenciler feminist harekete katılmışlardır. “Kadın Çevresi”
ayrıca “Feminist” isimli dergi çıkarmıştır. 8 Mart 1988 yılında “Dayağa Karşı
Kampanya” ile “Bağır Herkes Duysun” isimli kitap bu dönemde kadına şiddet
konusuna dikkat çekmeyi başarmışlardır. Feminist Dergi’yi takiben “Sosyalist
Feminist Kaktüs Dergisi” de yayın hayatına başlamıştır. “Bedenimiz Bizimdir.
Cinsel Tacize Hayır” kampanyası da bu dönemin önemli çıkışlarından olmuştur.
Kadınlar, “Giyim Sarkıntılığa Davet Değildir” sloganıyla erkeklerin gittiği
meyhaneleri dolaşarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca özel televizyon
kanalları ile birlikte kadına yönelik programlar da ekranlarda daha çok yer almaya
başlamıştır. 1980 dönemi feminist hareketi, kadına karşı fiziksel, duygusal ve cinsel
her türlü istismar ve tacize karşı bir kamuoyu oluşturma çabasında olmuştur.
Feministler, yeni politikalarla kenarda kalmış konuları ve Müslüman-Türk
toplumunun değerlerini irdelemeye başlamışlardır. Kadın ve kadınla ilgili her şey bu
konunun özünü oluşturmaktadır. Namus, bekâret, taciz, tecavüz, cinsellik, flört ve
aile içi yaşam, bu tartışmalarda başı çeken konular olmuştur. Aile ve şiddet
konusundaki kırılma noktası ise; Çankırı’da şiddet gören hamile bir kadının açtığı
boşanma davasının “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”
gerekçesi ile dava hâkimi tarafından reddedilmesi olmuştur*. Bu kararı protesto
etmek için 17 Mayıs 1987’de Kadıköy Yoğurtçu Parkında kalabalık bir kadın
37
Hale Nebihe Çamer, “Başkent Kadın Platformu Derneği, Cumhuriyet Kadınları Derneği ve Uçan
Süpürge’de Yer Alan Gönüllü Kadınların, Gönüllülük Deneyimleri İle Elde Ettikleri Kazanımlar”,
Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Projesi,
2005, s. 42.
*
Karar 4 Nisan 1987 tarihinde Çankırı Asliye Hukuk Hâkimi Mustafa Durmuş tarafından verilmiştir.
88
grubunun katıldığı ilk büyük ve izinli yürüyüş gerçekleşmiştir. Bu yürüyüşü bayram
havasında geçen “Kariye Şenliği” takip etmiştir. “1989 sonunda yapılan tartışmalar
sonunda, cinsel tacize karşı “Mor İğne”, “Sokakları ve Geceleri İstiyoruz”, “438.
madde” kampanyaları, eylemleri ve yürüyüşleri”38 düzenlenmiştir. Aynı dönemde
Ankara’da faaliyet gösteren “Perşembe Grubu” ve “Kadın Dayanışma Grubu” kadına
şiddet konusunu tartışmışlardır. Bu yıl, Türkiye’deki tüm feminist grupların katıldığı
ve ilk defa bir araya geldikleri “Feminist Hafta sonu” düzenlenmiştir ve “Kadınların
Kurtuluş Bildirgesi” çıkarılmıştır.
Bu yıllardaki en önemli gelişmelerden biri de 438. Madde’dir. “Tecavüzün
hiçbir haklı gerekçesi yoktur ve tecavüze uğrayan kadınlar iffetli-iffetsiz diye ayrıma
tabi tutulamaz” sloganıyla kampanya hedefine ulaşmış ve TCK 438. Madde
21.11.1990 tarih ve 3679 sayılı kanun ile yürürlükten kaldırılmıştır ve feministler ilk
yasal kazanımlarını da elde etmişlerdir. Bu yasal kazanıma ek olarak Medeni
Kanunun kadının çalışmasını kocasının iznine bağlayan 159. Madde de 1990 yılında
Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılmıştır. 80’li yıllarda “…feminist kavramlar ve
kadınların meseleleri kadın filmleri yoluyla da gündeme geliyordu. Dağınık Yatak,
Bir Yudum Sevgi, Adı Vasfiye ve Kadının Adı Yok gibi filmler cinselliğinin farkında
olan, cinsiyetçi normlara ve toplumun kadını küçük düşüren kurallarına karşı
mücadele veren bağımsız kadınlara dikkat çekti.”39
Kadının Adı Yok adlı kitabıyla ve çeşitli çalışmaları ile Duygu Asena, bu
yıllardaki feminist hareketin öncülerinden olmuştur. Ataerkil bir yapıya sahip Türk
toplumunda kadını, görevleri ve duyguları ile farklı bir bakış açısıyla ve feminist
görüşle eleştirmiştir. Türk toplumunda kadın erkek ilişkileri genellikle evlilik
kurumu içinde ele alınmaktadır. Duygu Asena, evlilik kurumunu da eleştirmiştir.
Çünkü Türk toplumundaki evlilik algısı, ev içi bütün yükü ve sorumluluğu kadına
verir şekildedir. Hâlbuki iş yaşamında da kendine yer edinen kadın için bu durum,
kadının yaşamını zorlaştırmaktadır. Bu düşünceden hareketle kadının özgürleşmesine
vurgu yapan Duygu Asena, düşünceleri ve yazdıkları ile ilgili olarak o günün Türk
toplumunda, bazen yanlış anlaşılıp eleştirilmiş bazen de topluma ve normlara aykırı
38
39
Tekin, a.g.e., s. 61.
Tekin, a.e., s. 63.
89
olarak değerlendirilmiştir. “Asena yazılarında, farklılıkçı feminizmin 80’li yıllardan
itibaren belirgin olarak sahip çıkmaya başladığı kadınlık erdemlerinin, kadınların
ezilmesinin gerekçeleri olduğunu düşündüğü izlenimini doğuruyordu. Bu açıdan
bakılacak olursa, O’nun kadınlar için önerdiği özgürlük, dişiliği öne çıkartan bir
kimlikle, bir erkek yaşantısı sürdürmek olarak anlaşılmaya açık kalmıştır.”40 Fakat
Duygu Asena’nın asıl vurguladığı kadın ve erkeğin eşit olduğu, aynı sorumlulukları
paylaştığıdır. Bu iki varlık sadece fiziksel olarak birbirinden farklıdır. Bu farklılık
erkeğe, kadına sahip ve egemen olma, buyurma, baskı ve tahakküm altına alma hakkı
vermemektedir. Kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılık, eşitliğin olmadığı
büyük bir toplumsal farklılığa dönüşmemelidir. Küçük yaşlardan itibaren öğretilen
erkeklerin
hep
kahraman,
kadınların
hep
anne
olduğu
toplumsal
roller
belirlenmemelidir. Bu görüşten hareketle denilebilir ki; Duygu Asena’nın oynadığı
rol, kadınların haddini bilip, erkeklerin karar verdiği ve onayladığı sınırlar içindeki
dünyada hayatlarını sürdürmeleri yerine kadınların kendilerine dayatılanları aşmaları
hususunda gün yüzüne çıkmaktadır. Duygu Asena, kendi adını koymaya cesaret
etmiş ve başka kadınlara da örnek olmuş birisidir. “Bugün genç kadın kuşakları
kendilerini daha fazla özne hissediyorlarsa, kimliklerine daha çok sahip
çıkabiliyorlarsa, bunun Duygu Asena’nın ve bir bütün olarak kadın hareketinin,
erkek egemen sistemin kadınları ‘kimliksizleştirme’ ve ‘adsızlaştırma’ harekâtına
karşı 1980’lerden beri verdikleri yorucu, dikenli ama aynı zamanda da zevkli
mücadeleye borçlular.”41 Duygu Asena’nın, Türkiye’de feminizm konusunda ilk ve
öncü isim olması, bu alanda kimsenin sivrilmemiş, öne çıkmamış olmasından
kaynaklanmıştır. Ayrıca o dönemlerde feminist tanımı, pek kabul gören ve olumlu
anlamları olan bir terim olarak algılanmamıştır. Yayımlanan yazıları ile herkesin
dikkatini çeken Kadınca dergisinin aynı zamanda gündem oluşturması, Asena
isminin bilinmesini ve duyulmasını sağlanmıştır. Asena kendisi için ne feminist ne
de feminizm karşıtı bir ifade kullanmamıştır. Bu konudaki görüşlerini işe yarama
isteği olarak dile getirmiştir.
40
Cihan Aktaş, , Gücünüzü Bilin: Duygu Asena’ya Saygı, Yay. Haz. Reyhan Yıldız, İstanbul, Erko
Yayıncılık, 2007, s. 30.
41
Fatmagül Berktay, Gücünüzü Bilin: Duygu Asena’ya Saygı, s. 41.
90
Duygu Asena, feminizm ile tanışması hakkında, annesinin yaşadıklarına içsel
bir tepki olarak, farkında olmadan ve bilinçsizce olduğunu ifade etmiştir. Bu tepkisel
duruma özel hayatında yaşadıkları ile ilgili toplum baskısı eklenince, Asena
haksızlık, eşitsizlik ve ötekileştirilmeye karşı mücadeleci biri olmuştur. “70’lerin
başlarında işten atılmasına yol açan, kadın olarak ahlakını ve iffetini hedef alan aşk
skandalının Asena’yı fikirlerinde nasıl radikalleştirdiği tahmin edilebilir.”42 Asena,
kimsenin söyleyemediğini cesurca söyleyerek birçok kadının sesi ve Türkiye’de
feminist hareketin sembolü olmuştur. Asena böylesine cesur ve açık sözlü olmayı,
doğrudan konuşmayı babasından öğrendiğini belirtmiştir. Ona göre babası; rahat ve
kafasına göre yaşayan bir adamdır. Kendine göre kuralları vardır. İstediğini yapmak
için her yolu dener. Kendisi her şeyi yapabilir ama başkaları onun kadar şanslı
değildir. Feminist bir kadın olmasının yanı sıra insanî duyguları gazetecilik
mesleğinde de onu diğer meslektaşlarından ayırmıştır. Öldürülen insanlar, cumartesi
anneleri O’nun için haber değeri taşıyan öğeler olmuştur. “Bu yüzden gazetecilik
adına çıktığı yolculuklarda hep Türkiye’nin temel bir sorununu gözümüze sokmuştu.
Manisa’da gençler işkence görmüşse Duygu oradaydı, Diyarbakır’da Tunceli’de
insan hakları ihlal edildiğinde Duygu oradaydı, gazeteci Metin Göktepe’nin
katillerinin Afyon’daki duruşmasına kalkan otobüste gene Duygu olurdu. Sahiller
taşlaşırken, Carettalar yok olurken Duygu telaşlanırdı.”43 Asena, yaptıkları ve
söylemleriyle hak elde edip köşesine çekilen Türk Kadını’na ışık olmuş, yol açmış,
yapılacakları işaret etmiştir. Tümay Tuğyan’a göre Asena’yı böylesine önemli kılan,
“cesurdu, kararlıydı, inanmıştı. Kahramanların hep erkek olduğu bir dünyada Jean
d’Arc’lığa soyunmuştu. Kadın olmanın eksik olmak anlamına gelmediğini
anlatacaktı
hemcinslerine.
Erkeklerin
dünyasında
var
olmanın
yollarını
öğretecekti.”44 Erkeğine boyun eğmesi öğretilmiş Türk Kadını, annesini örnek alarak
babasının kurallarından kocasının kural dünyasına geçiş yaparak evlenmiş oluyordu.
Duygu Asena, 80’li yıllarda edebiyatın da yükselişe geçtiği dönemde, kadınların
kendi sorunlarını, kadın kalemiyle dile getirmeyi amaç edinmişti. Asena’nın
yazmaya başladığı dönemde, toplumda tabu olan, hiç konuşulmayan cinsellik de
42
Aktaş, a.g.e., s. 32.
İpek Çalışlar, Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, s. 46.
44
Tümay Tuğyan, “ Duygu Asena- Söylenecek Sözü Vardı”, Kıbrıs Yazıları, Sayı 3/ Yaz-Güz 2006,
s. 133.
43
91
onun kaleminden dökülmeye başlamış ve eleştirilerin ardı arkası kesilmemişti. Ama
yine de o, kendini ve hayatını kadın-erkek eşitliği mücadelesine adamıştı. Kadının,
cinsellik konusu da dâhil olmak üzere her alanda erkekle eşitliği üzerine yazmıştı.
Cinsel içerikli ve müstehcen bulunan yazı ve resimlerle ilgili kendini eleştirenlere
“Benim ar ve haya duygularım müstehcen resimlere bakınca değil, erkeklerin
kadınları dövdüklerini duydukça inciniyor ”45 diyerek cevap vermiştir.
19 Nisan 1946 yılında İstanbul’da doğan Duygu Asena, tutucu olarak
nitelendirilebilecek bir ailenin büyük kızıdır. Annesi Nihal Hanım, CHP eski
milletvekili Ali Şevket Öndersev’in kızıdır. Babası Ahmet Muhtar Bey, tüccar,
amcası Vacit Bey DP milletvekillerindendir. Kadıköy Özel Kız Koleji ve İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Pedagoji Bölümü’nü bitirmiştir. Haseki Hastanesi
Çocuk Kliniği’nde ve İstanbul Üniversitesi Çocuklarevi’nde pedagog olarak
çalışmıştır. 1972 yılında Hürriyet Gazetesi’nde gazetecilik hayatına başlamıştır.
Gazetenin Kelebek ekinde ‘Şirin’ takma adıyla köşe yazıları yazmış, ayrıca Ayrıntılı
Haber gazetesinde muhabirlik ve 1976-78 yıllarında da Man Ajans’ta metin yazarlığı
yapmıştır.46 1978 yılında Gelişim Yayınları’nda Genel Yayın Yönetmeni olarak
göreve başlayan Asena, Kadınca başta olmak üzere Onyedi, Ev Kadını, Bella Bayan,
Kim, First ve Negatif gibi çok sayıda dergi yönetmiştir. “Sonraki yıllarda Söz,
Sabah, Güneş, Yarın, Milliyet, Cumhuriyet ve Vatan gazetelerinde köşe yazarlığı,
yöneticilik ve röportaj yazarlığı yaptı. Kadın hakları ve sorunları gazete yazılarının
ve kitaplarının odağında yer aldı.”47 Duygu Asena, Türkiye feminist hareketinin
vazgeçilemez isimlerinden biri olmuştur. Yazılarında ele aldığı daha önce hiç
konuşulmamış ve yazılmamış konular ile gündem oluşturmayı başarmıştır. Kadınerkek her kesimden kendisine yöneltilen eleştiriler 1980 sonrası Türk kadın
hareketindeki rolünü ortaya koymaktadır.
Uzun yıllardır basın dünyası içinde bulunan yazar, ilk eseriyle edebiyat
dünyasına da girmiştir. Ancak “Asena’nın ‘Kadının Adı Yok’ adlı ilk kitabı 1987
45
Ayşe Emel, Zeki Coşkun, Ben Duygu, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş,
2008, s. 214.
46
Reyhan Yıldız, Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, s. 11.
47
Yıldız, a.e., s. 11.
92
yılında yayınlandı, bir yıl içinde 40 baskı yaparak Türkiye’de satış rekoru kırdı. Aynı
yıl Atıf Yılmaz tarafından filme alındı. Film, önemli bir gişe başarısı elde etti. Nokta
Dergisi Doruktakiler ve Boğaziçi Üniversitesi En İyi Yazar ödüllerini aldığı 1988
yılında ‘Kadının Adı Yok’ Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu
tarafından muzır bulundu ve satışı yasaklandı.”48 Bu durum neticesinde Asena, açtığı
dava sonucunda hukuksal yollarla kitabının yeniden yayım hakkını kazanmış ve
kitabı birçok ülkede yayımlanmıştır. Kadının Adı Yok, Şirin Tekeli tarafından
“Türkiye’nin ilk orijinal feminist manifestosu bu kitap yalnızca bir kadının hikâyesi
değil, bunun yanında kadınlara minimum kadınlık bilinci seviyesinde buluşmaları
için yapılmış bir çağrı”49 olarak tanımlanmıştır. Bu kitabın devamı olan Aslında Aşk
Da Yok 2 yıl sonra 1989 yılında yayımlanmıştır. Çeşitli öykülerden oluşan
Kahramanlar Hep Erkek 1992 yılında yayımlandı. “Kadınca dergisindeki sevilen
yazılarından derlediği dördüncü kitabı Değişen Bir Şey Yok, Temmuz 1994’de
piyasaya çıktı ve ilk hafta 70 bin satarak yeni bir rekor kırdı. Aynı yıl beyninde tümör
olduğu teşhis edilen Duygu Asena geçirdiği ameliyata rağmen bu dönemde de
yazmaya devam etti. 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri tarafından ikinci
kez En İyi Yazar seçildi.”50
Aynada Aşk Vardı adlı beşinci kitabı 1997 yılında, Aslında Özgürsün 2001
yılında, Aşk Gidiyorum Demez 2003 yılında ve Paramparça 2004 yılında
yayımlandı. 2003-2004 yıllarında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde
dergicilik dersi de veren Asena, ‘Umut Yarıda Kaldı’, ‘Yarın Cumartesi’ ve ‘Bay E’
isimli filmlerde de rol almıştır.
“İlk yazısının yayınlandığı 10 Eylül 1972 (Hürriyet
gazetesinin
Kelebek
eki)
tarihinden
son
yazısının
yayınlandığı 12 Aralık 2004 tarihine kadar (Vatan gazetesi
sonraki günlerde de eski yazılarını yayınlamaya devam etti)
yazının içinde olmuş, yazıyla yoğurduğu hayatı hep yazarak
kazanmış bir gazeteci, yönettiği aylık dergiyi 90 bin gibi
bugün hiçbir basın mensubunun hayal edemeyeceği bir
48
Yıldız, a.g.e., s. 11.
Arzu Öztürkmen, Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, s. 71.
50
Yıldız, a.g.e., s. 12.
49
93
tiraja ulaştırmış bir yönetici, kitapları bestseller olmuş,
yurtdışında da ilgiyle karşılanmış bir yazar, filmlerde
oynamış bir aktris, bir pedagog, üniversitede ders veren bir
eğitimci, aşklarıyla da gündeme gelen güzel bir kadın,
mutlak ve yakın bir ölüm karşısında gülümseyerek hayatı,
yaşamayı savunan bir hasta, ikiyüzlülüğünü toplumun
51
yüzüne haykıran bir kadın hakları savunucusu; …”
Duygu Asena, 30 Temmuz 2006 yılında, 60 yaşında ölümünün ardından bile
adı feminizm kavramıyla anılmaya devam eden, hâlâ fikirleri tartışılan çok yönlü ve
çok güçlü bir kadındır. Ahmet Cemal’in de belirttiği gibi yasalar aracılığı ile
sağlanan çağdaş kurallara karşın, toplumun çeşitli kesimlerinde kadının hâlâ hak
ettiği yerini bulamadığı, töre cinayetlerinin alışılagelmişliği ve kadına karşı yapılan
tüm ötekileştirmelerin ortasında kadın olarak kadını korumaya soyunmak, bir kadın
olarak kadını savunmak çok yürekli bir tutumdur.52
1979 yılında “Kadınca”
dergisinin yayımlanması ve Duygu Asena ile başlayan bu farkındalık sağlama, kadın
hakları konusundaki bilinçlenmeyi, toplumsal ve hukuksal değişmeyi getiren bir
biçimde olumlu şekilde sonuçlanmıştır.
Sedef Kabaş’ın tanımlamasına göre; “ayrımcılığı ayrıcalık kabul eden erkek
egemen bir toplumda kadın isyanının sembolü bir yazar. Kitaplarında kadının anne,
eş, kız ve benzeri sıfatların ötesinde salt kadın olma hakkını gündeme taşımış cesur
bir kalem,”53 mücadeleden vazgeçmeyen bir kadındır.
Duygu Asena’nın eserleri kurgu açısından değerlendirildiğinde ilk üç eserin
birbirleriyle bağlantılı olduğu görülmektedir. Kendini ifade etme ve kendi olma
yollarını arayan, bir yandan gelenek diğer yandan modernleşme arasındaki kadınları
incelemiştir. Asena, eserlerinde iş ve ekonomik güç sahibi olmanın önemini özellikle
vurgulamıştır. Diğer iki eseri, kısa hikâyeler ve köşe yazılarından derlenmiştir.
Eserlerinde yalın ve sade, konuşma diline yakın bir dil kullanmıştır. Eserler konu
bakımından
esas
bir
temel
üzerine
konumlandırılmış
değişken
parçalar
51
Yıldız, a.g.e., s. 9.
Ahmet Cemal, Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, s. 135.
53
Sedef Kabaş, İpek Dokulu Başarılar 60 Kadın 60 Öykü, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve
Yapımcılık Tic. A.Ş, 2007, s. 124.
52
94
özelliğindedir. Tüm eserlerinin ana teması farklı hayatlar üzerinden kadın ve
cinselliktir. Eserlerde kadın cinsel hayatı sık sık öne çıkarılmıştır. Bu kadınların
hayatlarındaki farklılıkları ortaya çıkaran geleneksel ve kültürel öğretiler ile yaşam
koşullarıdır. Asena, eserlerinde okuyucuya hep bir bitiş olduğu mesajını vermiştir.
Süreklilik, sonsuzluk gibi kavramlar yoktur. Asena, imkânsız gibi görünen olaylarla
bunların gerçekleşme durumlarını aynı çizgide vermiştir. Böylece inandırıcılığı ve
gerçek olma durumu işlenmiştir. Kadınların hayatı ile ilgili eksik yönler, doğru kabul
edilen yanlışlar Asena'nın kaleminden karakterler konuşturularak sunulmuştur. Bu
davranışları pekiştiren kültürel öğeler de yine kahramanlar aracılığıyla sunulmuştur.
Eserlerde kadının birey olarak algılanması ön planda tutulmuştur. Eserin yazıldığı
dönem de göz önünde bulundurulursa Türkiye'deki siyasi atmosfer, siyasi ve sosyal
alanda öne çıkmış kadını bireyciliğe yönlendirmiştir. Bu bağlamda “gelişmeler
Kadının Adı Yok (1987) ve benzeri, tepkisel yanı ağır basan ürünlerle edebiyata”54
yansımıştır. Eserlerde üzerinde durulan diğer bir husus bilginin davranış haline
gelememesidir. Bazı durumlarda eğitim almış erkekler ve kadınlar, geleneklerin ağır
basması sonucunda değişime yabancı kalmaktadırlar. Bu gibi durumlar en çok çalışsa
bile ev içinde her işten kadın sorumludur fikrini desteklemiştir.
Duygu Asena ve eserleri üzerine şu şekilde bir tespit yapmak mümkündür.
Bireyin büyüme ve bilinçlenme sürecini ele alan bildungsroman türünde yazılmış
eserlerdir, denilebilir. Jale Parla’nın da belirttiği gibi; kadın yazarların hemen hepsi
bu roman türünde yazmışlardır. “Kadın yazarlar, kadın kahramanlarının
çocukluklarından başlayarak nasıl, hangi etkiler altında, nelere direnip nelere
direnemeyerek,
hangi
kimlik
bunalımlarından
geçerek
olgunlaştıklarını”55
anlatmışlardır. Böylelikle kendi hayatları ile bir hesaplaşmayı okumak mümkün
olmuştur. Aynı durumu Asena’nın ilk eseri olan Kadının Adı Yok için söylemek
mümkündür.
Asena’nın feminizmi ve görüşleri, ülke kadınlarının genel durumunu ve
sorunlarını yansıtmadığı gerekçesiyle ‘elit kesim feminizmi’ olarak adlandırılmıştır.
54
Macit Balık, “Latife Tekin’in Romancılığı”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2011, s. 114.
55
Irzık, Parla, a.g.e., s. 180.
95
Mahremiyet sayılan ve telaffuzu bile mümkün olmayan konularda cesurca sesini
duyurmaya çalışması tepkilere de yol açmıştır. Asena bu konu hakkındaki görüşlerini
Kadınca dergisinde şu şekilde özetlemiştir:
“…Bekâretini kaybeden genç kızları intihar etmeleri
gerektiğine, eğer etmezlerse birer fahişe olacaklarına ikna
etmeye çabalayan filmleri protesto ettik. Dayak sorununa
karşı durduk. Kadınlara, “İlk tokatta ayrılın,” dedik. Bir
kadını dövmenin normal bir davranış ve kişisel bir hak
olduğunu
düşünen
erkekleri
protesto
ettik;
onların
hayvanlardan bile daha vahşi birer yaratık olduğuna
hükmettik. Kadınlara çalışmalarını salık verdik. Onların
okumasını istedik. Hükümetlere kadınları korumalarını
söyledik… Medeni Kanunumuz’un kadınlara karşı olan
yasalarını sıraladık. Ülkemizde içeriği hakkında hiçbir şey
bilinmeyen ve insanlara bir hayalet gibi musallat olan
feminizm hakkında konuşmaya çalıştık.”
56
Ayrıca Asena, feminizm anlayışını eşitlikçi olarak tanımlamıştır. “Asena’ya
göre eşitlikçi feminizm, kadınların üretime iştirakleri, baskıcı bir tutumdan ve zorla
benimsetilen ailevi bir kimlikten kurtuluş, kişisel başarılar ve erkeklerle eşit
fırsatlara sahip olmak için verilen mücadele gibi alanları”57 kapsamaktadır.
Türkiye’de kadın-erkek eşitliği cumhuriyet döneminde yasalarla sağlanmış ve
güvence altına alınmıştır fakat toplumsal hayatta yaşayış olarak benimsenmesi çok
kolay olmamıştır. Asena’nın önemi burada ortaya çıkmaktadır. Ayşe Arman’ın da
belirttiği gibi önemli olan kadının ekonomik özgürlüğünü elde edip kendi ayakları
üzerinde durması, kimseye muhtaç olmadan kendine bir hayat kurabilmesidir.58
Asena, birçok kadının hayatını ve hayata bakışını değiştirmeyi başarmış bir
kadındır. Hastalığı döneminde dahi mücadeleyi bırakmayarak çevresine enerji
vermeye, ışık saçmaya devam etmiştir.
56
Öztürkmen, a.g.e., s. 70.
Öztürkmen, a.e., s. 72.
58
Ayşe Arman, “Nur İçinde Yat Duygu”, Hürriyet, 2 Ağustos 2006,
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/4852589.asp 14 Kasım 2012
57
96
Açık sözlülüğü ile tanınan Asena, hastalığı döneminde biyografi niteliğinde
bir eser ile yeniden okuyucusu ile buluşmuştur. Bu defa kendi hayatını, eserlerindeki
hayatından izleri anlatmıştır. Onun feminizmini ve mücadelesini anlamak için bu
eser önem taşımaktadır.
Asena, kendi hayatıyla ilgili anılarını paylaştığı Ben Duygu isimli eserde,
hakkındaki konuşmalara ve birçok konuya açıklık getirmiştir. Bu kitapta, babasının
ölümü ile başlayan yalnızlık duygusu, annesini de kaybetmesiyle bir yaşam şekline
dönüşmüştür. Çok severek evlendiği eşi Gürkan ile uyuşamadıklarını fark etmeye
başlamış, katıldıkları toplantı ve partilerde kendini o ortamlara ait hissetmemiştir.
Boşanmayı kabul etmeyen eşiyle uzun bir süre beraber yaşamaya devam etmiştir. Bu
süreçte yasak aşkı olarak bilinen Murat ile ilişkisini sürdürmüştür. Asena, hareketli
bir hayat yaşamıştır. Hürriyet gazetesindeki işinden kovulmasına sebep olan yasak
aşkı, başta her iki eş olmak üzere herkes tarafından bilinen bir ilişki olmuştur. Eşi
askerdeyken ondan aldığı vekâletname ile boşanabilmiştir.
Asena’nın eserlerini okurken kararlığını ve kırılganlığını da hissetmek
mümkündür. Türkiye’de kadın denilince belli görevleri yerine getiren, gazeteleri
dedikodu sayfalarından ibaret gören bir kadın tablosu çizilir. Asena’nın kararlılığı
“neden karşılarındaki yüzlerce, binlerce başarılı örneğe karşın, kadın hâlâ güçsüz,
hâlâ çevresiyle ilgisiz, hâlâ “yalnızca kadın” onlara göre?...”59 ifadesinde
görülebilir. Kırılganlığı ise, topluma göre yasak kabul edilen bir aşk yaşadığı için,
aleyhine ahlaksız şeklinde tanık olan iş arkadaşlarını anlatırken hissedilebilir.
Asena’nın feminizmi başkalarının dilinden çok çeşitli şekillerde ve farklı
açılardan ele alınıp değerlendirilmiştir. Ancak kendi ifadesiyle, annesinin
yaşadıklarından yola çıkarak düşüncelerinin şekil aldığını belirtmiştir. Ayrıca
“Kadınca” dergisinin yayımlanmaya başladığı 1978 yılı siyasi olarak karışık bir yıl
olmuştur. Maraş katliamları, İstanbul’daki sokak çatışmaları ve değişen toplumsal
durumların içinde ortaya çıkan dergide, konu başlıkları kadınların ilgisini çeker
şekilde evine, güzellik olgusuna, pratik bilgilerin paylaşımına göre düzenlenmişti.
59
Emel, Coşkun, a.g.e., s. 103.
97
Zaman içinde derginin değişen formatı Asena’nın feminizm algısını da ortaya
koyması bakımından önemlidir.
“… Hep söylüyorum, bize ‘Cesur’ diyorlar. Bekâret
sorununu
irdeledik,
kadının
özgürlüğünü
savunduk,
erkeklerin çalışan kadınlara her konuda yardım etmeleri
gerektiğini
anlattık,
saygının
yitirildiği,
yozlaşmış
evliliklerin bitirilmesinin çocuklar için daha yararlı
olacağını
söyledik,
cinsel
sorunları
enine
boyuna
kurcaladık, bu konuyu tabu gibi görmeden açıkça yazdık,
kadının da cinsellikten zevk alma hakkına sahip olduğunu
yazdık, Medeni Kanun’un kadınlar aleyhindeki maddelerini
bir bir ortaya çıkarttık, değişmesi gerektiğini savunduk,
kadının kürtaj hakkının olması gerektiğini, bu hakkın paralı
kadınlarda zaten var olduğunu defalarca vurguladık…
”60
Bu gelişmeler ışığında 12 Eylül darbesinin ardından yasaklarla dolu olan
dönem kadınlar için bir sorgulama ve eleştirel bakış açıları kazanma dönemi kabul
edilebilir.
Asena,
eserlerinde
toplumsal
sorunlardan
yola
çıkarak
hikâyelerini
anlatmıştır. Türkiye’deki feminizmin gelişimini de onun eserlerinde okumak
mümkündür. Çünkü hem geleneklerin devam eden etkisi hem de toplumsal kurallara
boyun eğmiş, pek çok yönden erkeğe bağımlı kadınlar Asena’nın kahramanlarından
tipler olmuştur. Bunun yanı sıra modernleşme yanlısı, özgürlüğüne değer veren,
eşitlik arzusuyla mücadele veren kadınlardan da kahramanları olmuştur. İki farklı
özellikteki kadınlar, onun eserlerinde bazen diyalog bazen de monologlar şeklinde
konuşmalarla kültürel değerleri sorgulamış, toplumsal yaptırımlara eleştirel bir bakış
açısıyla yaklaşmışlardır.
60
Duygu Asena, “Nice nice dört yıllara”, Kadınca, İstanbul, Gelişim Basım ve Yayın A.Ş, Aralık
1981
98
2.5 MISIR’DA FEMİNİST HAREKET VE ÖNCÜLERİ
1880 yıllarında ilk defa Fransız feminist ve kadınların oy hakkı savunucusu
olan Hubertine Auclert (ö:1914) tarafından, Jurnali La Citoyenne’de eril hâkimiyeti
ve baskıyı eleştirmek, kadınlar için Fransız Devriminde verilmiş hak ve özgürlükler
sözlerini hatırlatmak için kullanılan feminizm terimi, 1920’li yıllarda “nisâiyye”
ifadesi ile Mısır’da Arapça ve Fransızca olarak kullanılmaktaydı. Mısır feminizmi,
terimsel olarak batı kökenli olmasına karşın hareketin içeriği ve tarzı Mısır’a
özgüdür. Margot Badran’ın belirttiğine göre; Sri Lankalı akademisyen Kumari
Jayawardena’nın 1986 yılında çıkarttığı çığır açan kitabında Feminisms and
Nationalism in the Third World (Üçüncü Dünya Ülkelerinde Feminizm ve
Ulusçuluk) çeşitli Asya ve Orta Doğu ülkelerinde feminist hareketlerin ortaya
çıkışını anlatmıştır. Ayrıca bu hareketlerin İslâmi reform hareketleri dâhil ulusal
özgürleşme ve dini reform hareketleri bünyesinde yer alışını belirtmiştir.61 Mısır,
Orta Doğu ülkeleri içinde kadın hareketi ile ilgili olarak öncü bir rol oynamıştır.
Feminizmin Müslüman ülkeler arasında, hareketin batılı olması sebebiyle sürekli
eleştirilen bir hareket olması olumsuz bir tablo ortaya koymuştur. Bu bağlamda
Müslüman ülkelerdeki feminist hareket için, hareketin özselleştirilmesi bakımından
İslâmi feminizm terimi kullanıldığı da görülmüştür. Mısır’da farklı siyasi görüşlere
sahip kadın aktivistlerden bazıları Kur’an-ı Kerîm ve İslâmiyet kaynaklı bir
toplumsal cinsiyet eşitliği ve adalet istemişlerdir. Özellikle Zeynep el-Ġazâlî62
feminizminin bu çerçevede değerlendirilebileceği söylenebilir.
İslâmi feminizm olarak adlandırılan bu hareketle birlikte modernleşme
sürecinde, kadın hareketinin etkisi tüm dünyada olduğu gibi Mısır’da da
görülmüştür. Modernleşme ve yenileşme süreciyle gelen değişimin izlerini ve bu
değişimin kadın hareketi ile ilişkisini, toplumun en küçük ve güçlü öğesi olan
kadınlar üzerinden net bir biçimde takip etmek mümkündür. Yenilik hareketleri
radikal değişimleri de kapsamaktadır.
61
Margot Badran, Feminism in İslam: Secular and Religious Convergences, Oxford : Oneworld,
2009. IX, s. 47.
62
Ayrıntılı bilgi için bkz.: aş s.103.
99
“Kendi “yeni”liğini sömürgecilikten kurtuluş
mücadelesi içinde tanımlayan Mısır’da da, Türkiye ve
İran’da da bu “yeni”, aynı zamanda “eski”den kopmayı
kapsamaktadır.
Yani,
modernleşme
hareketlerinin
radikalizmi, esas olarak içine doğdukları tarihsel bağlamın
bileşenlerini reddederek, bir anlamda “beyaz bir sayfa”
açma arzusu ve iddiasını içermektedir. Bu ülkelerin
modernleşme anlatılarında önemli bir yer tutan “yeni
insan”, “yeni aile” tartışmalarının arkasında, esasen bu
güçlü
arzu
ve
iddia
yatmaktadır.
“Çürümüş”
ve
“yozlaşmış” olan yalnızca siyasal yapı değil, bütün bir
toplumsal yapıdır ve bu çürümenin panzehiri, varolan
yapıları kökünden kesip atarak yenilerini kurmaktır.”
63
19.yy.da ivme kazanan Mısır’daki kadın hareketleri, kadınların yazılarıyla
başlayıp ve Türkiye, İran gibi diğer İslam ülkelerinden farklılık göstermektedir.
Mısırlı kadınlar, -Türk ve İran kadınlarının aksine- hem İngiliz sömürgesine karşı
çıkmışlar hem de siyasal bir uzantı olarak Vefd Partisi’nin kadın kollarını
oluşturmaya başlamışlardır. 1924 yılında kurulan Mısır Feministler Birliği, aynı yıl
Türkiye’de kurulan kadın birliği gibi yasal ve siyasal kazanımlar elde edememiştir
fakat geniş bir tartışma alanı açmış ve bu alanı korumayı başarmıştır. Kadınlar bu
süreçte özellikle modernizm yanlısı erkeklerden büyük destek görmüşlerdir.
Özellikle Kâsım Emîn’in Tahrîru’l-mer’e (Kadının Kurtuluşu) isimli kitabının
yayımlanması, Mısır’da kızların okula gönderilmesi için verilen mücadeleyi
desteklemiş, gücünü artırmıştır. Sömürgeye karşı direniş hareketleri ve topluma
eleştirel bir gözle bakmayı sağlayan ulusal bağımsızlık mücadeleleri, kızların okula
gidebilmesinde önemli katkılar sağlamıştır. Margot Badran’ın belirttiğine göre;
Mısır’da feminist hareket, erkekler tarafından başlatılmış olarak görülse de aynı
amaç uğruna bir araya gelen farklı kadınların güç birliğini hatırlamak gerekir.
Mısır’da feminizm hareketi ekseninde gelişen olaylarda bazı tezatlıklar göze
çarpmaktadır. Örneğin meydanlarda ifade bulan ve destek gören hareket, bireysel
olarak ele alındığında aynı şekilde kabul görmemiştir. Buna benzer biçimde ataerkil
63
Bora, “Hatırlananlar ve Unutulanlar: …”, s. 55.
100
düzen gelişen dünyada sosyal alanda zayıflarken aksi bir biçimde aile kurumu içinde
güçlenmiştir.
Mısır’da ve diğer İslâm ülkelerinde kadın hareketinin en önemli sorunu halk
ile bütünleşmeyip, elit kesim ile sınırlı kalmasıdır. Milliyetçi elit kesim, halk
tarafından yürütülen modernleşme hareketi ve kadınların özgürlükleri için yeni
sınırlar belirlemiştir. İslam coğrafyasında bu değişim sürecinde sıklıkla kullanılan
“İslâmi Feminizm” ve “Laik Feminizm” terimleri net ve kesin ayırımları göstermesi
açısından önem arz etmektedir. İslâmi feminizm, Arap toplumunda sürekli baskıya
maruz kalan kadınlar için bir kurtuluş yolu olmuştur. Bu düşünce ile feminizm
kavramının, Kur’an-ı Kerîm ışığında kadın haklarının İslâmi kaynaklara göre ve
kadınlar lehine yeniden yorumlanması istenmiştir. “Mısır tarihinde önemli (ama
unutulmuş) bir kişilik olan Labiba Ahmad [Lebîbe Ahmet] (1870-1951),
milliyetçilikle İslamcılığı bağdaştırmaya çalışırken, İslamın feminist bir yorumunu
kullanmış, Mısır ulusunun inşasında kullanılması gereken harcın firavunlar
döneminden değil, İslamiyetten taşınması gerektiğini savunmuştur. Ona göre İslami
inanç sistemi, gerçekte, kadın haklarını yüceltmektedir.”64 Dini yeniden yorumlama
çalışmaları ve kadın haklarının erkekler tarafından da desteklenmesinin ardından,
seçkin sınıf kadınlarınca yürütülen bağımsızlık mücadelesi orta sınıf halkın
kadınlarının da dikkatini çekmiştir. Mısır kadın hareketinde, elit kesimin
mensuplarından Melek Hifnî Nâsif (ö:1918) ve Hüdâ Şa‘râvî öncü rol üstlenerek,
kadın hareketine önemli katkıda bulunmuşlardır. Özellikle Hüda Şa‘râvî, peçeye
karşı tutum ve davranışlarıyla dikkat çekmiştir. Laik bir anlayışa sahip olan Şa‘râvî,
Müslüman kadının örtünmesine karşı çıkmış ve batılı kadınlar gibi olması gerektiğini
savunmuştur. Mısırlı feminist kadınlar bir yandan kendi haklarının savunmasını
yaparken diğer yandan sömürge karşıtı eylemlerle ülkelerini de savunmuşlar çift
yönlü bir mücadele sürdürmüşlerdir. Şa‘râvî, 1919 yılındaki milliyetçi harekete
kadınların da iştirakine katkı sağlamıştır. Toplumun her kesiminden kadın işgale
karşı çıkmış ve protesto gösterilerinde bulunmuştur. Bu gösteriler sırasında işgalciler
tarafından yaralanan ve hayatını kaybeden kadınlar anısına 1994 yılında 16 Mart
günü “Mısır Kadınlar Günü” ilan edilmiştir. Margot Badran, Mısır’daki feminist
64
Bora, “Hatırlananlar ve Unutulanlar: …”, s. 58.
101
hareketin gelişiminde rol oynayan öncü kadınları aşamaları ve isimlerine göre bir
sınıflandırmaya tabi tutmuştur. Buna göre; 1920’li yıllardan 1950 yıllarına kadar olan
dönem Radikal Liberal Feminizm, 1940 ve 1950 yılları arasında Populist (halkçı)
Feminizm, 1960 ve 1970 yıllarında Cinsel Feminizm ve son olarak 1980’lerde
yeniden ortaya çıkan feminist hareket olarak dört grupta ve birbirleriyle örtüşür bir
tabloda ortaya çıkmıştır. Radikal liberal feministlere öncü olarak Hüdâ Şa‘ravî ve
Sîza Neberâvî’yi (ö:1985) örnek vermiştir. Popülarist feministlerden Fatma Nimet
Raşid, Duriye Şefik (ö:1975), Sîza Neberâvî ve İnci Eflâtun (ö:1989) öne çıkan
isimlerdendir. Cinsel feminizm ve yeniden dirilen feminizm ile Nevâl es-Sa‘dâvî
harekete yön veren kişilerdendir.65
Daha önce de değinildiği gibi Mısır feminizm hareketinde kadınlar sadece
kendi haklarını aramamışlar aynı zamanda emperyalizm karşıtı eylemlerde de
bulunmuşlardır. Bağımsızlık mücadelesi etrafında örgütlenen kadınlar, 1930’lu
yıllarda –bu yıllar Arap milliyetçiliğinin de önem kazandığı yıllardır- kadın hakları
ve sorunları ile ilgilenmeye başlamışlardır. Kurulan yeni devletler ile yapılan
reformlar neticesinde kadınların eğitimi ve kamusal alanda yapılan istihdam
çalışmalarında artış görülmüştür. Kadın hakları değişiminin dini boyutunu ele alırsak
bu konuya farklı yaklaşımların olduğunu görürüz. Bunlardan ilki gelenekçi
yaklaşımdır ve kadının yaratılış gereği erkeğe bağlı olduğu öne sürülmektedir. Nisa
suresi 34. Ayete göre “Allah’ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi
mallarından
harcaması
nedeniyle
erkekler,
kadınlar
üzerinde
sorumlu
yöneticilerdir.”66 Buradan hareketle kadından beklenen davranışın erkeğe ve ataerkil
düzene itaat olduğu sonucuna varılabilir. Kadınların okula gitme hakkı kazanması
onların mezuniyetten sonra iş arayacak ve erkeğe olan bağımlılıklarının azalarak yok
olmasını sağlayacaktır. Kadınların iş hayatına dâhil olarak erkeğe ait olan mekânlara
katılması, okula giden yolun sokaktan geçmesi, sonuç olarak da kadınla ilgili
toplumsal ve ahlaki boyutta tartışmaların gündemde olması demektir. Burada
savunulan diğer bir görüş de kadınların eğitiminin yine kadınlara hizmet etmek için
doktorluk ve hemşirelik gibi alanlarda gerekli olduğudur. İkinci bir yaklaşım olarak
65
66
Badran, Feminism in İslam, s. 3.
Nîsa Suresi 34. Ayet.
102
modernistlik, kadının geleneksellikten kurtularak kamusal alanda yer almasını
öngörmektedir. Özellikle Müslüman kadınların dünya kadın hareketine, toplumun
her alanındaki değişimlere İslâmi bir yorum getirmesini ve öncü rol oynayarak yön
vermesini arzulamaktadır. Zeynep el-Ġazâlî (ö:2005) bu düşüncenin en göze çarpan
savunucularındandır. el-Ġazâlî, ilk eğitimini Ezher âlimlerinden olan babasından
almış, babasının vefatı üzerine eğitim hayatına okulda devam etmiştir. İslam
davetçilerinin ileri gelen kadın öncülerinden olan el-Ġazâlî, kendisini İslâmiyet’i
yaymaya ve kadınların sahabe kadınları örnek alarak yaşaması için yollara düşmüş
öncü bir kadındır. el-Ġazâlî’nin feminist hedefleri İslâm yoluyla elde edilebileceğine
inancı tamdır. Ona göre toplumdaki tüm rahatsızlıklar İslâm'a dönüş ile tedavi
edilebilir ve kadınların çoğu İslam ile tanışarak hak ettiği saygıya ve haklara
ulaşabilir. Seyyid Kutup bu felsefenin en büyük kuramcılarından biri sayılmıştır ve
el-Ġazâlî’ye büyük bir destek vermiştir.67 Seyyid Kutup, kadın-erkek eşitliğine
inanmış ve bunu Kur’an kaynaklı açıklamıştır. Zeynep el-Ġazâlî, lise yıllarından
sonra bir süre Kadınlar Birliği’nde Hüdâ Şa‘râvî ile birlikte çalışmış fakat fikir
ayrılıkları sebebiyle ayrılarak Müslüman Kadınlar Birliği’ni kurmuştur. Yıllarca
hapis yatmış, çeşitli işkencelere maruz kalmış, devlet tarafından uğradığı baskı ve
şiddete rağmen çalışmalarına devam etmiştir. Zeynep el-Ġazâlî, Hüdâ Şa‘râvî
tarafından eğitim için yurtdışına Fransa’ya gönderilecekler listesinde yer almak
istemiş fakat daha sonra bu isteğinden vazgeçmiştir.
Mısır’da feminist hareketin iki aşaması vardır: birincisi 19. yüzyılın
sonlarında, feminizmin henüz erkek toplumunun büyük kısmı tarafından fark
edilmediği dönemdir. Bu dönem boyunca feminist bilinci olan kadınların bütün ya da
parça olarak baskıyı fark ettiği, cinsiyet ayrımının işlevini ve kadının toplumdan
itilmesinin, geleneklerin miras bıraktığı itaatin devam ettiği sinyallerini veren
Müslüman kadınların çoğunun peçe takmaya devam etmesi dikkat çekmiştir.
Bununla birlikte kadınlar, gelenek kamuflajı adı altında yaşamlarını kamusal alana
doğru geliştirecek ilk adımlarını atmışlardı. Bu dönem aynı zamanda ileri düşünceli
erkeklerin ülkenin özgürlüğü yanı sıra kadınların özgürlüğünü desteklediği bir
67
Pauline Lewis, “Zainab al-Ghazali: Pioneer of Islamist Feminism”, Sayyid Qutb, Winter 2007,
Michigan Journal of History, s. 12.
103
dönem olmuştu. İkinci aşama ise, Nâsır rejiminin istisnası ile 1923’ten bugüne açıkça
organize edilmiş faaliyetlerin olduğu bir dönemdir. Bu dönem, kadınların ilk feminist
organizasyonlarını şekillendirdiği, siyasi kanunlara, kadının dışlanmasına ve cinsiyet
ayrımcılığına tepkilerini göstermek için iki kadın peçelerini çıkardığı bir dönem
olmuştur. Bu da feministlerin kendilerine koydukları hedefleri açık bir kampanyayla
duyurmalarının başlangıcı olmuştu. Bu olay 1922’de Mısır’ın yarı bağımsızlığını
kazanmasından sonra feminizm yanlısı erkeklerin dikkatlerini ulusal politika ve
kendi kariyerlerine verdiğinde olmuştu. Milliyetçi erkeklerin eskiden açıkça görülen
kadınların özgürlüklerini durdurma çağrıları, kadınların ilerlemesi için ihtiyatlı
çalışanların sayısını bir kaç kişiye indirdi. 1923’te Mısır kadın aktivistleri feminizm
terimini kullanmaya ve açıkça kendilerine feminist demeye başlamışlardır.68 Bunun
bir sebebi de 1923 yılındaki anayasada Mısır halkının eşit olduğu kabul edilmesine
rağmen kadınlara oy hakkı verilmemesidir. Ülke savunmasında eşit hatta öncü olan
kadınlar siyasal hayatta da aynı hakları istemişlerdir.
Feminizm kavramının Arap toplumlarında yer almaya başlamasıyla önce
eğitim konusuna dikkat çekilmiştir. Hüdâ Şa‘râvî öncülüğündeki Mısır Feminist
Birliği, kızların eğitimi için okul açmıştır. Ayrıca Mısır’daki kadın hareketinin ilk
dönem kazanımları olarak kabul edilen bu gelişmeler arasında evlilik yaşının
yükseltilmesi de önemli bir adımdır. Eğitim görmenin tabii bir sonucu olarak şunu da
belirtmek gerekir ki; hiyerarşinin temeli ve erkeğe ait bir olgu olan para kazanmak,
kadının da elde edebildiği bir özellik olursa düzen bozulması ihtimali ortaya
çıkmıştır. İstatistikler göstermektedir ki eğitim alan kadınların ortalama çocuk
doğurma
sayısı
düşmektedir.
Eğitim
sebebiyle
evliliği
erteleyen,
çocuk
doğurabilecek yaştayken para kazanmaya göz diken ve gün geçtikçe bilgiye daha
hızlı ve kolay ulaşan kadınlar toplumsal düzeni bozabilirler.69 Daha önce andığımız
feminist yaklaşımlardan bir diğeri ise; Orta Doğu’daki kadın özgürleşmesinin bazen
desteklenerek bazen de ket vurularak devlet tekelinde olduğu ileri sürülmüştür. Bu
ülkelerde çalışan kadın oranını 2006 yılı verilerine göre her 100 erkeğe karşılık
68
Badran, Feminism in İslam, s. 2.
Fetna Ayt Sabbah, İslam’ın Bilinçaltında Kadın, Çev: Ayşegül Sönmezay, İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 1995, s. 28-29.
69
104
36,7’dir70. Bu hususta bazı görüşler, bu durumun kadınların tembellik ve
isteksizliğinden mi yoksa devletin getirdiği sınırlamalardan mı kaynaklandığı
fikirleri üzerinde durmaktadırlar.
Batı’da eğitim gören ve ülkelerinin modernleşme sürecinde yeni oluşumların,
siyasi düşüncenin savunucuları rolünü üstlenen modernist erkekler, kadın sorunu
konusunda
farklı
ve
radikal
yaklaşımlar
sergilemişlerdir.
Bu
Müslüman
feministlerden Kâsım Emîn, kadın ve erkek arasındaki ayrımı yorumlamaya ve
kadının örtünmeye zorlanışının mantığını anlamaya çalışmıştır. Burada şu sonuca
varmıştır: Kadınlar cinsel dürtü ve arzularını erkeklerden daha iyi kontrol
edebildiklerine göre, kadınlar değil erkekler kontrol altında tutulmalıdır.71 Kâsım
Emîn, kadınların tecrit edilerek dışlanmasına da karşı çıkmıştır. Kadınların örtünme
ve tecrit yoluyla erkekleri baştan çıkarmalarının engelleneceği düşüncesinin yanlış
bir uygulama olduğunu öne sürmüştür. Burada erkeklerin baştan çıkarılma
hususunda çok zayıf bulunduğu, kendilerini ve cinselliklerini kontrol etmede
kadınlara göre yetersiz kalmaları sebebiyle mi kadınların örtünmeleri gerekliliği
üzerinde durmuştur. Bu dönemde modernist erkekler, kadın sorunu ile ilgili
yayımladıkları kitaplarla Ortadoğu ülkelerinde kadın sorunun tartışılmasına büyük
zemin hazırlamıştır. “1876’dan sonra Ortadoğu’da yayıncılığın gelişmesi ve
modernist ulusalcı söylemin bu yayınlar ile geniş kitlelere ulaştırılması yeni düşünce
ortamının doğuşunu sağlamıştır.”72 Arap milliyetçiliği düşüncesi eksenli sürdürülen
yayın politikası ve çağdaş Batı anlayışı, Arap Rönesans’ı denilen dönemin
başlamasına zemin hazırlamıştır. “Dinî düşüncede ıslah ve yenileme gerekliliği fikri,
Cemâleddîn-i Efgânî'nin Mısır'a gelmesiyle birlikte açık bir şekilde dile getirilmeye
başlandı. Bu fikrin en önemli temsilcilerinden Muhammed Abduh da büyük ölçüde
Batı ilim ve yönetim anlayışıyla irtibatlandırılıp yeniden tanımlanacak aklın önemini
70
Ayrıntılı bilgi için bak. ILO, Global Employment Trends for Women Brief, Mart, 2007, s. 14.
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Kâsım Emîn, The Liberation of Women, Çev. Samiha Sidhom Peterson,
Kahire, The American University in Cairo Press, 1995.
72
Mehmet Fatih Nas, “Bölgesel ve Küresel Dinamikler Bağlamında Orta Doğu’daki Kadın Hareketi”,
Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış yüksek Lisans Tezi,
2007, s. 45.
71
105
vurgulayarak modern bilimlerle İslâm'ın bağdaştırılabileceği fikrini savundu.”73
Arapça olarak (nahda) kelimesi ile ifade bulan bu dönemde, sosyal ve düşünsel
açıdan gelişme adına, radikal değişimlerin zorunlu olduğunun vurgulandığı hareketin
temel konuları arasında, Arap toplumundaki kadının statüsü de ele alınmıştır. Arap
dünyasındaki bu ilerleme hareketi, Arap Kadını’na her alanda daha fazla özgürlük
tanınmasına olanak sağlamıştır. Toplumu şekillendirmede kadın ve kadının eğitimi
büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla kadın sorunu üzerine yapılan çeşitli
çalışmalarda iki ana konu dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, 1860 yılında
Ta‘lîmu’l-mer’e (Kadınların Eğitimi) adıyla Butrûs el-Bustânî (ö:1883) tarafından
yayımlanmıştır. el-Bustânî kadın eğitiminin öneminin savunucularındandır. İkinci
husus ise, bu düşünceye karşı bir görüş olarak Aḥmet Fâris eş-Şidyâk* (ö:1887)
tarafından savunulan düşüncedir. eş-Şidyâk’a göre, Arap Kadını’nın ikincil
konumunun asıl sebebi eğitimsizliği değil, ekonomik olarak erkeğe bağımlılığıdır.
eş-Şidyâk 1855 yılında es-Sâḳ ‘ale-s-sâḳ (Bacak Bacak Üstüne) isimli bir eser
yayınlamıştır. Bu dönemde kadın sorunu konusuna en önemli katkıyı, Kâsım Emîn
1899 yılında yayımladığı Taḥrîru-l-mer’e (Kadının Özgürlüğü) ve 1900’de
yayımladığı el-Mer’etu-l-cedîde (Modern Kadın) adlı eserlerle yapmıştır. Kâsım
Emîn, kadının ikincilliğine ve cinsiyetler arası eşitsizliğe karşı çıkmıştır. Ayrıca
yasaların daha uygulanabilir olmasını savunmuştur. Kâsım Emîn, bir toplum içinde
kadının durumunun, toplumun ulaştığı uygarlık düzeyinin açık bir göstergesi
olduğuna inanmıştır. Mısır toplumunda kadınların tedavisini eleştirmiş, böylece tıp
alanında düzelmelere ve o eski tedavi yöntemlerinin ortadan kaldırılmasına yardımcı
olmuştur. Emîn, Mısırlıların Avrupai tarzdaki sosyal normları ve kültürel
geleneklerini benimsemeye hazır olduklarını belirtmiş ve siyasi özgürlüklerden
bahsederek Mısır toplumu kadınlarının, Avrupalı kadınların seviyesine gelmesini
istemiştir.
Modernist erkeklerin yanı sıra eğitim alabilmiş, Batı kültürü ile tanışabilmiş
seçkin sınıfın kadınları, Mısır kadını için öncü rol üstlenmişlerdir. Ayrıca seçkin sınıf
kadınları, çoğunlukla şehirlerde yardım ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirmişlerdir.
73
Hilal Görgün, “Mısır-Fransız İşgali Sonrası”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul,
2001, C. 29., s. 578.
*
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Atilla Çetin, “Fâris eş-Şidyâk”, DİA, C. 12, s. 168-170.
106
İlk Arap kadın yazar olan ve “aristokrat bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Aişe
Teymûriyye (1840-1902), babası İsmail Paşa Teymur’dan gördüğü destek sayesinde
çok iyi bir eğitim almış, Farsça ve Türkçe öğrenmiştir… el-Müeyyed gazetesinde
yazdığı makalelerinde kadın-erkek eşitliğine vurgu yapmış, kadının süs ve zinete
önem vermesi yerine toplumda önemli roller üstlenmesinin gerekliliğine dikkat
çekmiştir.74 Mersiye, mehdiye ve gazel türünde de örnekler vermiştir. Ayşe
Teymuriyye, 19.yy’da yaşanan değişimleri ve gelişmeleri de yazılarında ele alan ilk
yazardır. Burada kadınların hayatlarındaki değişimi ele alan kadın yazarlar arasında
Zeynep Fevvâz’ı (ö:1914) da eklemek gerekir. Kadınların hayatlarında değişen
durumlar denilen gelişmeler; bir yandan peçe ile örtülmesi ve bunun çeşitli şekillerde
desteklenmesi sürerken diğer yandan bilimsel ve teknolojik ilerlemeler, sosyal ve
ekonomik iyileşmeler kadının kısıtlanmış hayatını dönüştürmeye başlamıştır.
Badran’ın da değindiği gibi kadınlar için tasarlanmış cazip tatil fırsatları, gelişen
ulaşım ağları feminist bilincin yükselmesine ve farkındalığın artmasına olanak
sağlamıştır. Mısır’ın tanınmış feministlerinden Hüdâ Şa‘râvî75 “1908’de Fransız
yazar Margrette Calamine’in konferansını kocasının yardımıyla düzenlemiş ve
böylece Cuma konferansları adı altında devam eden Mısır’da kadınların konuşma
yapma geleneği başlamıştır.”76 Şa‘râvî’nin öncülüğünde kadınlar, örtünmenin ve
peçenin, kadını toplum dışında tutmanın İslam ile bir ilgisi olmadığını
keşfetmişlerdir. Bu dönemde ataerkil otorite güç kaybetmeye başlamıştır. Çünkü
kadınlar İslâm dininin engellemediği birçok durumun ataerkil düzen tarafından
konulduğunu ve korunduğunu öğrenmişlerdir. Muhammed Abduh (ö:1905) bu sırada
modern İslâm düşüncesiyle önem kazanan isimlerden olmuştur. Kadın köleliğine,
erkeğin birden fazla kadınla evlenmesine karşı birçok yazı yazmış, kadın-erkek
eşitliğinin İslam’ın temeli olduğuna vurgu yapmıştır. Abduh, halen çok övülen bir
fikir bir adamı olarak yerini korumaktadır. Ayrıca Ahmet Lütfü el-Seyid (ö:1963) ve
bir grup erkek yazar el-Cerîde gazetesinde kadınlardan yana düşüncelerini ifade
ettiler. “…Veliüddin Yakan, Saad Zankil (Birinci Dünya Savaşı sonrasında Mısır’ın
74
Ömer İshakoğlu, “19.yüzyıl Arap Nahda Hareketinde Kadın Yazarların Rolü ve Zeynep Fevvâz”,
Şarkiyat Mecmuası, Sayı 21 (2012) :2, s. 46.
75
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Margot Badran, Opening the Gates, s. 42-48.
76
Zeynep M. Tulunay, “İran ve Mısır’da Kadın Hareketleri”, İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2006, s. 76.
107
ulusal önderi oldu), Muhammed Hüseyin Heykel, Taha Hüseyin, Selame Musa,
Mustafa Fehmi, Faruk Antun, Ahmed el Zayat ve Mustafa El Menfalut de ona
katılıyordu. Raşit Ali Rida’nın çıkarttığı El Manar (Fener) ve El Mukataf ile El Hilal
sütunlarının kadınların kurtuluşu üzerine yazılara açtılar.”77
Sömürgecilik faaliyetlerine karşı protestolarla başlayan Mısırlı kadınların
seslerini duyurma süreci “el-ittiḥâdu’n-nisâiyyu’l-Miṣriyyu” (Mısır Feminist Birliği)
kurulmasıyla resmilik kazanmıştır. Birliğin kurucu başkanı Hüda Sa‘râvî ile Sîza
Neberâvî ve Nebeviye Musa (ö:1951) başta olmak üzere tüm üyeler etkin ve önemli
rol oynamışlardır. Ayrıca Şa‘râvî birçok uluslararası konferansta ülkesini temsil
etmiş, 1935 yılında Türkiye’de yapılan Uluslararası Kadın Konferansı’nın başkanı
seçilmiştir. Mısır Feminist Birliği üyelerinden olan diğer tanınmış kadınlardan biri
olan Lebîbe Ahmet (1870-1951) laikliğe karşı çıkarak ilk İslamcı feminist olmuştur.
Kahireli orta sınıf bir ailenin mensubu olan Lebîbe Ahmet, Mısır Kadını’nın Uyanışı
Derneği’ni kurmuştur. İslamcı bir başka feminist Zeyneb el-Ġazâlî’dir. 1943 yılında
Mısır Feminist Birliği’ne katılmıştır. Zeynep el-Ġazâlî (1917-2005) daha sonra
“Cem‘iyyetu’s-Seyyidâti’l-Muslimât” (Müslüman Kadınlar Derneği) kurmuştur.
Zeynep el-Ġazâlî ve birçok kadın İslâmi görüşleri sebebiyle “feminizm” kelimesini
reddederek bu
çalışmaları
gerçekleştirmişlerdir. Mısır Feminist
Birliği’nin
kuruluşunda yer alan Sîza Neberâvî (1897-1985), İskenderiye’de aldığı Fransızca
eğitiminin ardından Paris’te Versaille Lisesi’nde okumuştur. 1908 yılında Fevâkihu
ta‘lîm-î’l-benât (Kızların Eğitiminin Meyveleri) isimli kitapla kadın eğitimi
konusuna dikkat çeken Nebeviye Musa (1886-1951) da birliğin üyelerindendir.
Nebeviye Musa, okul müdireliği de yapmış ve 1920 yılında el-Mer’etu ve’l-‘amel
(Kadın ve İş) isimli kitabı yayınlamıştır. “Al-Ayat al-Bayyinat fi Tarbiyat al-Banat
(Diğer kitapları Kızların Eğitiminde Açık Dizeler), Diwan al-Fatah (Genç Kadının
Şiirleri) ve romanı Riwayat Nabhutub’tur. Öğretmenlik yaptığı dönemde Eğitim
Bakanlığının yasağı nedeniyle “Narin/Tutsak Vücutta Yasayan Vicdan” (Damir
77
Nevâl es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, Çev: Sibel Özbudun, İstanbul, Anahtar Kitaplar, 1991,
s. 216.
108
Hayy fi Jism Raqiq) takma adıyla al- Muqattam ve al-Ahram gibi gazetelerde ve
haftalık al-Balagh al-Usbui’de yazılar yazdı.”78
Mısır feminizminin diğer isimlerinden biri olan Duriye Şefîk (1908-1975)
kadınların oy hakkı ve ekonomik özgürlükleri için mücadele etmiştir. Ayrıca Şefîk,
Sorbone’dan doktora derecesi alan ilk mısırlı kadın olmuştur.79 Şefik’in kurduğu
Bintu’n-Nîl (Nil’in Kızı) orta ve alt sınıf kadınlara yönelik, durumlarının
iyileştirilmesini amaç edinmiş bir dernektir. Ancak topluma nüfuz edememiş,
hedefini gerçekleştirememiştir. Genç ve sosyalist bir feminist olan İnci Eflatûn ise,
sınıf ve kadın baskısını emperyalist istismara bağlamıştır. 1948 yılında Semanûne
milyûn imra'a mea'nâ (Seksen Milyon Kadın Bizimle) ve 1949 yılında Nahnu enNisâ'u’l-Miṣriyyât (Biz Mısırlı Kadınlar)ı yayınlamıştır.80 Eğitimli bir ailede ve
çevrede yetişen Mısırlı kadın yazarlardan Melek Hifnî Nâsif, “ilkokul bitirme
sınavlarına müracaat eden ilk Mısırlı bayan ünvanını almış ve daha sonra öğretmen
okulundan mezun olmuştur. Bir eğitimci olarak kadının eğitimine önem vermiş ve bu
konudaki yazılarını “en-Nisâ’iyyât” adıyla el-Cerîde dergisinde yayınlamıştır.”81
Mısır’ın özerk bir yönetimde olduğu 1922’li yıllarda Nebeviye Musa, Melek
Hifnî Nâsif, Mayy Ziyade (ö:1941) ve Lebîbe Hâşim (ö:1953) gibi isimler
üniversitelerde
kadını
bilgilendirme
konferansları
düzenlemişlerdir.
“Yoksul
kadınlara ve çocuklara sağlık ve tıbbî hizmet vermek için ilk laik hayırsever dernek
olan Mabarrat Muhammed Ali’yi kurmuşlardır.”82 Lebîbe Hâşim aslen Lübnanlı
olmasına rağmen, ailesiyle Mısır’da yaşamıştır. “Fetâtu’ş-Şarḳ” (Doğu’nun Kızı)
isimli bir dergi çıkarmıştır. Mabarrat Muhammed Ali derneğinin bir benzeri de
Cemi‘yyetu’l-mer’eti’l-cedîde (Yeni Kadın Topluluğu) ismiyle orta sınıf kadınlar
tarafından kurulmuştur. Okuma-yazma, hijyen ve el sanatları gibi birçok alanda orta
sınıf kadınları eğiten bu dernek aracılığıyla sosyal feminizm kavramı güçlenmeye
başlamıştır. Nebeviye Musa, Mısır Feminist Birliği’nin kurucu üyelerindendir.
Hayatını eğitime adamış bir kadın olan Musa, öğretmenlik ve okul yöneticiliği
78
Tulunay, a.g.e., s. 76-77.
(Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012.
80
(Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012.
81
İshakoğlu, a.g.e., s. 46.
82
(Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012.
79
109
görevleri de yapmıştır. Mısır Feminist Birliği daha sonra 1923 yılında Uluslararası
Kadın Oy Hakkı Derneği’ne ( IWSA) katılmıştır. 1944 yılında Filistin ve Arap
Kadını’na özgürlük söylemiyle Arap Feminist Konferansı’nı örgütlemiştir. Akabinde
de Arap Feminist Birliği kurulmuştur.83
Kadın ile ilgili çalışmaların yürütüldüğü derneklere Mısır Feminist Birliği’nin
genç grubu olarak kurulan Şakîkât örnek gösterilebilir. Üyelerinden Havva İdris,
çalışan anneler için ilk kreşi açan feminist olmuştur.
Mısır
kadın
hareketi
içerisinde,
yayıncılık
çalışmalarına
başlangıç
niteliğindeki ilk dergi 1892-1894 yılları arasında, İskenderiye’de Hind Nevfal
(ö:1920) tarafından çıkarılan “el-Fetât” (Genç Kızlar)
olmuştur. Derginin konu
çeşitliliği ve ilk olma özelliğinden dolayı dağıtımı geniş bir çevreye yayılmıştır ve
diğer Ortadoğu ülkeleri için de örnek olmuştur. “Bu dönemde İskenderiye’de 1888’de
Anis al-Jalis (Oturana Teselli) ve Shajaral al Durru (Zararlı Ağaç); Kahire’de
1901’de Al Mar’a (Kadın), 1902’de Al-Saada (Saadet) ve Fatal al-Nil (Nil’in
Kızları)”84 isimli kadın dergileri çıkarılmıştır. Bu dergilerden Enîsü-l-celîs, feminist
görüşle kadın sorununu ele alan tek dergi olmuştur. Derginin bu özelliği, aynı
zamanda derginin editörlük görevini de yürüten Alexandra Aferno’nun Batı ile ilgili
çalışmaları, Batı’yı ziyaretleri ve kadın konusuna özel alakasıyla açıklanmaktadır.
Kadın yazını ile ilgili bu çalışmalar, “Kadın dergilerindeki kadın sorununun
toplumsal, kültürel ve dini yönden ele alınmaya başlanması ve kadınların bu
dergilere artan ilgileri diğer farklı yazın türlerinde de kadın yazarların ürün vermeye
başlamalarına etki etmiştir. Bunun ilk örneğini romanda Affieh Karam adlı kadın
yazarın 1906’da yayımladığı Bedia ve Fuat (Badia wa Fouad) adlı romanda”85
görmek mümkündür. Yazar, romanda Batılı ülkelere göç eden Arap Kadınların
yaşadığı sorunları, karşılaştıkları önyargıları anlatmaktadır. Arap Kadın yazınının en
çarpıcı örneklerinden biri de Zeyneb Fevvâz (1846-1914) tarafından kaleme alınan
ed-Durru’l-mensûru fî ṭabaḳât rabbâti’l-ḫudûr (Ev Kadınlarındaki Gizli Cevher) adlı
eserdir. Fevvâz, bu eserde aralarında Hz. Muhammed’in annesinin de bulunduğu
83
(Çevrimiçi) http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012.
Nas, a.g.e., s. 77.
85
Nas, a.e., s. 78.
84
110
Doğulu ve Batılı 453 meşhur kadının alfabetik olarak biyografisine yer vermiştir.
Yazar, “eserinin girişinde yararlandığı tarihi ve edebi kaynakların yaklaşık kırk adet
olduğunu ve bunları bazı makalelerle de desteklediğini ifade eder. Bu eser,
alanındaki ilk ve önemli çalışmalardandır, ayrıca kadınlara özgü bir biyografi kitabı
olmasıyla da dikkatleri çeker.”86 Nebeviye Musa tarafından neşredilen el-Mer’etu
ve’l-‘amel (Kadın ve Emek) isimli eserde yazar, kadının ekonomik bağımsızlığını
kazanmasının haklılığına dikkat çekmiş ve emeğinin karşılığının gerekliliğini
savunmuştur.
Yakın tarihe bakıldığında Hüdâ Şa‘râvî tarafından 1925 yılında kurulan
“L’egyptienne” (Mısır Kadını) isimli derginin en uzun süreli dergi olduğu göze
çarpmaktadır. Fransızca olarak da yayınlanan dergi, farklı görüşlere sahip bir yazar
kadrosuna da sahipti. Burada Fatma Nimet Râşid anılması gereken isimlerdendir.
L’egyptienne dergisi için yazılar yazmış ve el-Misriyye’nin editörlüğünü yapmıştır.
Râşid, 1944 yılında ilk defa kadınların siyasi parti girişimini gösteren, kadının siyasal
hak talebiyle ilgili gücünü artırmak amaçlı Hizbu’n-nisâ’iyyi’l-vatanî’yi (Ulusal
Feminist Partisi) kurmuştur. Eğitim konusuna ağırlık veren bu parti, kürtaj ve doğum
kontrolünü destekleyen ilk feminist grup oldu. L’egyptienne dergisini müteakip 1937
yılında Hüdâ Şa‘râvî tarafından Mısır Feminist Birliği bünyesinde “el-Misriyye”
(Mısırlı Kadın) dergisi çıkarılmış ve Ortadoğu’nun her köşesine dağıtımı
sağlanmıştır. 1922 ve 1938 yılları arasında Kadının Uyanışı dergisi, Nil’in Kızı
dergisi kadın ile ilgili olarak yayınlanan dergilerdendir. Ayrıca yine günümüze yakın
tarihlerde Hâlide Sa‘id tarafından (Arap Kadını: Varlığı Olmayan Yaratık) adlı kitabı
yazmış ve Arap kadınlarının asırladır maruz kaldığı ayrımcılık ve değersizleştirmeye
karşı çıkarak eleştirmiştir.
Yoksul Mısırlı kadınlar, 20. yy. kadın hakları adına önemli adımlar atan,
girişimlerde bulunan cesur kadınlar olarak tarihe geçmişlerdir. Çünkü bu kadınlar
“…ilk başkaldıran, grev yapan, fabrika işgal eden, gösteri için sokaklara dökülen ve
insanlık haklarına saygı gösterilmesini, çalışma saatlerinin kısaltılmasını ve yasayla
belirlenmesini, gebelik ve doğum için analık izni verilmesini talebeden kadınlar
86
İshakoğlu, a.g.e., s. 50.
111
oldu.”87 Bu dönemde elit sınıfa ait kadınların, kadın hareketi çerçevesinde
örgütlendikleri görülmüştür. Yoksul işçi sınıfı kadınlar ile bu üst sınıfa ait kadınların
talepleri oldukça farklı olmuştur. Çünkü üst sınıf kadınların talebi peçenin
kaldırılması üzerine yoğunlaşmıştı. Yoksul işçi kadınların sorunlarından ve peçe
takmalarından haberleri yoktu. Bu yoksul sınıfa ait kadınlar daha sonra 1919
devriminin isimleri unutulmuş kadın şehitleri olarak anılmışlardır.
1920’li yıllara değin Mısır’da feminist hareket için “nisâiyye” terimi
kullanılmıştır.88 Ortadoğu’da feminist hareket ile ilgili “Badran, feminizmin batılı bir
hareket olarak görülmesi ve Müslüman toplumun geleneksel yapısında tahribat
yaratacağını düşünmeleri nedeniyle Ortadoğu’daki İslamcı kadınların hareketlerini
ya da kendilerini “feminist” olarak tanımlamaktan çekindiklerini tespit ediyor. Fakat
bu çekincenin hareketi dışarıdan takip edenler açısından onları “feminist” olarak
tanımlamaya engel teşkil etmediğini de ayrıca belirtiyor.”89
II. Dünya Savaşı’nın başlaması ve savaşın olumsuz etkileri tüm dünyada ve
toplumun her alanında olduğu gibi Ortadoğu’da, kadın hareketinde ve yazınında da
olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Ancak öncü kadınlar çalışmalarını devam
ettirmişlerdir. Arap toplumunda kadının ve kadın haklarının anlaşılabilmesi için
zaman zaman halk ile görüşmüşler, meydanlarda gösteriler düzenlemişler,
protestolara katılmışlardır. 1950 yıllarına gelindiğinde Nâsır yönetimi 1956 yılında
kadınların 30 yıl önce istedikleri oy hakkı kanunu vermişti. Eğitim ve sağlığın
yararına ülke içinde daha fazla donanımlı sınıflar açmıştı ve üniversite eğitimi
ücretsiz oldu. Buna ek olarak tüm mezunlara iş garantisi verildi. “1927’de erkek
öğretmen okulu sayısı 25 iken, kız öğretmen okulu sayısı da 18’e ulaştı. 1930’da ilk
ve orta dereceli okullarda okuyan kız çocukların oranı, erkek çocukların %40’ına
yükseldi.”90 Bu bağlamda kadın vatandaşlar kazanımlarının tadını çıkardılar ama
ataerkil baskıyı da üzerlerinde hissettiler. Kadın, bu dönemde 1956 ve 1963
anayasaları ile erkekle eşitliğe kavuşabilmiştir. Siyasi olmadığı sürece tüm
87
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 220.
Margot Badran, “Islamic Feminism:what’s in a name?”, Al-Ahram Weekly,17-23 January 2002.
89
Zehra Yılmaz, “Badran ve İslam’da Feminizm,” Fe Dergi 3, sayı 1 (2011), 108-109.
90
Rahmi Er, Modern Mısır Romanı (1914-1944), Ankara, Fatih Dağıtım, 1997, s. 35-36.
88
112
faaliyetlere izin verilmiştir. Bilinen birkaçı dışında, kadınlar hükümet bürokrasisinin
ya da mesleklerin üst aşamalarına gelemediler ve fiilen kadınlara daha uygun görülen
alanlara ayrıldılar. Ayrıca devlet, çalışan olarak ihtiyaç duyduğu kadınlara iş verirken
bir de uzun saatler çalışmalarının yanı sıra ailelerinin yüküyle ikiye katlanan
sorumluluklarını kolaylaştıracak destek servislerini oluşturmamıştı. Kişisel hak
kanunları, sembolik ve pratik olarak kadınları ezerken yürürlükte kalmaya devam
etmişti.91 Zamanla ataerkil sistemin baskısı sonucu bu dönemin önde gelen feminist
isimlerinden olan Neberâvi ve Eflatun’un çalışmaları engellendi. İttihâdu’nnisâiyyi’l-kavmî (Ulusal Feminist Birliği) çalışmaları ile sosyal ve siyasi
organizasyonlarına sınırlama getirildi. Eflatun dört yıl hapis cezası aldı. Açık sözlü
bir feminist ve sistemi eleştiren bir kişi olan Şefîk ev hapsine alındı. Râşid’in
partisine Hizbu’n-nisâ’iyyi’l-vatanî (Ulusal Feminist Partisi) son verildi. Neberâvi
susturuldu. Uzun yıllardır bağımsız mücadelesini sürdüren, 1919 ulusal devrimin
sonucunda başlattıkları Kadın Feminist Aktivistler bastırıldı. Tüm bu olumsuzluklara
rağmen kadınlar perde arkasından da olsa bağımsız feminizmi canlı tutmayı
başardılar. Özellikle Sîza Neberâvi sayesinde Demokratik Kadın Birliği’nin
uluslararası konferanslarına düzenli katılımıyla seslerini uluslararası düzeyde
duyurmayı başardılar. Bu kadın feministlerin çalışmaları halkçı-popülerist özellik
göstermekteydi. Nâsır döneminin en önemli gelişmelerinden biri de Râviye Atiye’nin
1957 yılında ilk kadın parlamenter olmasıdır. Yine bu dönemde Hikmet Ebu Zeyd,
ilk kadın bakan olarak tarihe geçmiştir.
Feminizmin Mısır’daki tarihi sürecinde 1970’li yıllarda Sedat yönetimi ve
kapitalizm ile birlikte yükselişe geçen bir unsur da İslamcılıktı. Nâsır döneminin
özgür havasının ardından liberalleşen ekonomi toplumu her yönden olumsuz
etkilemiştir. Uygulanan politikalar halkı yoksullaştırmıştır. Bunun doğal bir sonucu
olarak feminist eylemler yön değiştirmiştir. Bu dönemin en önemli kazanımları 1970
yılında Ayşe Râtib’in ikinci kadın bakan olarak atanması, 1977 yılında yerine Emel
Osman’ın getirilmesidir. Ancak Enver Sedat dönemi feminist hareket açısından
sekteye uğramasına neden olan bir duraklama dönemi olmuştur.
91
Badran, Feminism in İslam, s. 11-12.
113
Bu dönem aynı zamanda ağırlıklı olarak cinsel içerikli bir feminizmi savunan
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin el-Mer’etu ve’l-cins (Kadın ve Seks) adlı kitabını yazdığı
yıllara denk düşmektedir. Nevâl es-Sa‘dâvî ve Kâsım Emîn’in feminist mücadelesi
savundukları bakımından benzerlik göstermektedir. İkisi de kadın sünneti, yüzü
kapatma gibi cinsellik ve kadınla ilgili konuların İslami kurallarla değil ataerki ile
doğrudan ilgili olduğunu söylemişlerdir.
1980’li yıllarda yeniden ve daha güçlü bir şekilde ortaya çıkan feminist
hareket, farklı bir biçimde yapılanmaya başlamıştır. 1985 yılında “Cem‘iyyetu’ttadâmuni’l-mer’eti’l-‘Arabiyyeti” (Arap Kadınları Birliği-AWSA) resmi olarak
çalışmalarına başladı. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin başkanlığındaki organizasyon, merkezi
Kahire’de, diğer kolları Arap ülkelerinde ve Batıdaki bazı Arap topluluklarında
olacak şekilde yapılanmıştı. Mısırlılar AWSA üyeleri olarak feminizmlerini Arap
çerçevesi içine oturttular. AWSA feminizmi kadının siyasi, ekonomik, sosyal ve
kültürel hayata katılımının Arap dünyasının ve Arap toplumunda demokrasinin
farkına varılması için temel unsur olduğunu bildirdi. Cinsiyet ayrımına ailede ve
toplumda bir son verilmesini talep etti. AWSA üyeleri geniş bir feminist reçete
içeriyordu.92 AWSA’nın kurulduğu yıl ilk kazanımlarından birisi 1979 yılında Sedat
tarafından değiştirilen, boşanmada kadına avantajlar sağlayan “Kişisel Haklar
Yasası”nı yeniden eski haline getirmesidir. Bu grup çok sayıda kadını bir araya
getirmiş ve harekete geçirmiştir. Lecnetu’d-dıfâi‘ ‘ani’l-hukûki’l-mer’eti ve’l-usrati
(Kadın ve Aile Haklarını Koruma Komitesi) de bu dönemde kurulmuştur. AWSA
güçlenerek çalışmalarına devam etmiş ve 1989 yılında Arapça kadın ve feminizm
kelimelerin baş harfi olan “Nun” adında bir dergi çıkarmıştır. Dergi içeriğini şu
şekilde ifade etmiştir: “Kadını; aklı, kalbi, bedeni, tarihi, felsefesi, adalet ve bilgeliği
ile tanınan kraliçelerin yaşadığı eski medeniyet ile birlikte insan olarak muhatap
alıyoruz.”93 AWSA 1991 yılında kapatılmıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî, dernek ile ilgili tüm
yaşananları Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e isimli kitabında ayrıntılı olarak
ele almıştır. Derneğin kapatılma sebepleri arasında şu maddeler yer almaktadır:
1. Ülkenin yüksek çıkarları ve sosyal barışı tehdit
92
93
Badran, Feminism in İslam, s.14.
Nevâl es-Sa‘dâvî, Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e, Sînâ li’n-neşri, Kahire, 1992, s. 49.
114
2. Mısır’ın diğer Arap ülkeleri ile yabancı devletlerle olan ilişkilerine
kötülük
3. Açıklama yapmaksızın uluslararası düzeyde toplantılar düzenleme
4. Açıklama yapmaksızın yabancı heyetlerle görüşme
5. Genel edebe, kanun ve hükümlere muhalefet
6. İslam ve şeriat karşıtı anlaşma ve düşüncelerin yayılması
7. Açıklama yapılmaksızın “nun” isimli derginin yayınlanması
8. Açıklama yapılmaksızın Mısır bankasında hesap açılması94
Mısır kadın hareketi genel itibarıyla bağımsız olarak nitelendirilebilecek bir
feminist gelenek takip etmişlerdir. Badran’ın ifade ettiğine göre; uzun yıllar süren
mücadelelerinde ataerkil yapıyı anlayıp İslâm dinini anlamayan feministler,
kadınlarla iletişimlerinde bu iki gücü ayrı tutmuşlardır.95 Mücadelelerine karşı
halktan gelen direnmelerin İslamiyet adı altında olmasını reddetmişlerdir. Bu
reddetme sağ ve sol ideolojik görüşlere sahip tüm feministler için geçerli bir
durumdu. Bu kadınlar feminist olarak İslamî tartışmaları kendileri adına olumlayarak
kullanamamışlardır. İslâmiyet’in kadınlara özel verdiği hakları, ataerkil gücü özel
hayatlarında sona erdirmek, sosyal hayatta yer alabilmek ve bunun haklılığını
göstermek için kullanmışlardır. Farklı siyasi düşüncelerdeki kadınlar feminizm ile
kendilerine hareket alanı da oluşturmuşlardır. Bu çoklu düşünce ortamı içinde
milliyetçilik önde gelen duygular arasında ilk sıradaki yerini korumuştur. Feministler
kendi hedeflerini gerçekleştirme yolunda en çok vatanlarına hizmet etmiş, ülkelerinin
inşasında önemli roller yerine getirmişlerdir. Kalkınma için ülkenin ihtiyaç duyduğu
işgücü eksiği kadınların talepleri ile örtüşmüştür. Kontrolü devlet eliyle yapılan yeni
düzenlemeler, siyasi haklar hususunda 1956 yılında Nâsır’ın kadınlara oy verme
hakkını tanımasına kadar sürmüştür. Nâsır dönemindeki sosyalist rejim kadınların
topluma dâhil edilmesine destek olmuştur. Kadının toplumda ve sosyal hayatta yer
94
95
es-Sa‘dâvî, Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e, s. 14-20.
Badran, Feminism in İslam, s. 15.
115
almasıyla güç kaybeden ataerkil yapı, farklı yönlerden güçlenerek aile içinde
otoritesini devam ettirmiştir. Ancak Sedat’ın yönetimi sosyalizmi reddetmiştir. Bunu
kabul ettirmek için İslam ve muhafazakârlık ön plana çıkmıştır. Burada şunu
belirtmek gerekir ki; İslamî kültürün halk arasında yükselmesi ve muhafazakârlığın
yaygınlaşması feminizmin İslâm’a karşı olarak algılanmasına ve karşı karşıya
gelmesine yol açmıştır. İslâmiyet ile kadından evine dönmesi beklendi.
Mısır’daki feminist hareket kadınları birçok yönden bir araya getirmiştir.
Sömürgeci düzene karşı çıkarken, ataerkil sistemin baskılarına karşı koyarken ve
kadın haklarını savunurken kadınlar hep birlik olmanın önemini vurgulamışlardır.
Feminizm, Mısır’da bir güç haline dönüşmüştür. Mısır milliyetçilik hareketi orta ve
üst sınıf kadınları bir araya getirmiştir. Bu sayede sokaklardaki gösterilere, siyasi
organizasyonlara, haberleşmelere katılan kadınlar, ataerkil yapı tarafından bir sorun
olarak görülmemiş ve eleştirilmemiştirler. Aksine kadınların bu alışılmadık
tavırlarının milliyetçi harekete karşı bir savunma -evde savunucu olan kadındüşüncesinin uzantısı olarak görmüşlerdir. Kadınların bu mücadeledeki önemli rolü
ve erkeklerin liberal söylemlerinin yanı sıra kadınlara olan vaatlerine rağmen, savaş
mücadelesi bittiğinde egemen güç olan ataerki kontrolü ele almak istemiştir. Kadının
toplumdaki rolü sınırlıdır ve asıl yeri evidir düşüncesinden hareketle kadınların
yeniden evlerine dönmeleri beklenmiştir. Ancak kadınların milliyetçi duygularla
giriştikleri tecrübeleri onlara kayda değer bir siyasi tecrübe kazandırarak, ulus için
taleplerini sağlamlaştırmış ve beklentilerini hızlandırmıştır. Ataerkil egemenliğin
yabancı emperyalist güçlerle eşdeğer olduğunu ve ulusal kurtuluşun kadının
özgürlüğüne kavuşmadan tamamlanmış olmayacağını savunmuşlardır. Mısır’daki
kadın hareketinde etkili olan düşüncelerden biri de feminizmin batı kökenli olması
dolayısıyla bunu savunmanın köklere karşı bir reddetme olarak algılanması olmuştur.
Kadınlar feminist kimlikleriyle anılmayı pek tercih etmemişlerdir. Hatta İslamcılık
Mısır toplumuna ait bir kavram olduğu için daha kolay kabul görmüş ve güven
ortamı sağlamıştır. Bu nedenle ilk feminist eylemler İslâmi bir çerçevede olmuştur.
Mısırlı İslamcı feministler, faaliyetlerini sürdürürken Batıyı sıkça eleştirmişler, erkek
karşıtı olmak olarak algılanan feminizmi reddetmişlerdir. Kadın hareketi, Müslüman
toplumlarda kadının ezildiği ve sıkıntılı olduğu bir dönemde önem kazanmıştır.
116
Özellikle İslamcı feministler tarafından kadınların hakları olduğu ama bunun
kullandırılmadığı söyleniyordu. Kadının içinde bulunduğu durum iyileştirilmeye
çalışılırken Mısır devleti ve ataerkil sistem feminizmin yayılmasına pek olanak
sağlamıyordu. Aynı şekilde İslâm dininin de doğru anlaşılması ve yayılmasını da pek
arzu etmemişlerdir. Margot Badran bu konuyla ilgili gözlemlerini şu şekilde dile
getirmiştir; bu sınırlamalar içindeki kadınlar pragmatik şekilde hareket ediyorlar.
İslamcı hareket içinde liberal akımlar ortaya çıkarken oluşumsuz feminizm
beklemede kalıyor. Mısır’da entelektüel kadınlar, duruşlarını dile getirmeye devam
edecek, toplumdaki yerlerini koruyacak ve değişik sınıfsal, bölgesel, ideolojik
kesimlere
ulaşmaya
çalışacaklardır.
Toplumsal
cinsiyet
aktivizmleri
farklı
ideolojilerde temellenmeye devam edecektir. Bunun sonucu olarak değişik kimlik
yapılandırmaları ve örtüşen ama farklı ideal toplum algıları yansıyacaktır.96
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Mısır da 90’lı yıllarda feminizmin
üçüncü dalgası denilebilecek farklı bir dönem yaşamaya başlamıştır. Yaklaşık olarak
1960’lı yıllarda başlayan ve bu yıllara kadar süren kadın hareketinin farklılaşması
toplumsal cinsiyet kavramıyla kendini ortaya koymuştur. Toplumsal cinsiyet, kadının
toplum içindeki rollerini yerine getirmesine destek veren bir kavramdır. Kadının
toplumda yer almasıyla kısmen de olsa özgürleşmesine olanak sağlandığı için kadına
daha fazla alan açılmasını ister. Bu konu tam olarak kadının toplumsal rolleriyle
ilintili olduğu için bütün kadınları aynı amaç altında sağ-sol-İslamcı kimlikleriyle bir
araya getirebilmiştir. Toplumsal cinsiyet kavramıyla birlikte Mısır’da İslamcılar,
feministler ve feminist kimliklerinin gizli kalmasını arzu eden profeministler için
dönüm noktası olmuştur. Çeşitli şekillerde yürütülen faaliyetler tüm gruplar için
birçok yönden fayda sağlamıştı. Bir yandan örtük ya da açık bir biçimde feminist
eylemlerini gerçekleştirirken diğer yandan ideolojik anlamda da kendilerini ifade
etmesi fırsatı bulmuşlardı. Ayrıca 1994 yılında Kahire’de yapılan Uluslararası Nüfus
ve Kalkınma Kongresi (ICPD) kısaca FGM* olarak adlandırılan kadın sünnetinin tüm
dünyada kamuoyu oluşturmasını sağlamıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin şiddetle karşı
çıktığı, kadın bedeninin bütünlüğüne olan bir saldırı olarak gördüğü bu müdahale
96
*
Badran, Feminism in İslam, s. 32.
Kadın sünneti- Female Genital Mutilation
117
insan haklarının ihlali olarak protesto edildi. Mısır’da birçok tartışmaya yol açan bu
uluslararası yoğun ilgi, ataerkil sistemin üyelerini harekete geçirerek geleneksellik
arkasına sığınma yolunu seçtiler. Ataerkil sistemin bir ürünü olan ve dini kurallar
gereği uygulanması gereken kadının cinselliğini bitirme işlemi, fitne ve omniseksual
(çift cinsiyete yatkın) olarak görülen kadını kontrol etmek eylemidir. Erkeklerin
onuru ve gururu, kadınların iffeti ile ölçülmektedir. ICPD konferansının etkileri ve
CNN Mısır’da belgesel olarak yayınlanan on dört yaşındaki bir çocuğun durumu,
eğitimsiz ve bilgisiz kişiler tarafından yapılan sünnetin bazı yasaklarının kalkmasına
yol açtı. 1959 yılında hastanelerde yapılması yasaklanan sünnete Sağlık Bakanlığı
yeniden izin verdi. Bu durum başka sorunları beraberinde getirdi. Bir yandan
feministler izin verilen kadın sünnetine davalar açarken diğer yandan doktorlara da
davalar açıldı. Hastanede olmasına karşın bir kız çocuğunun ölmesi üzerine bakanlık
yeniden yasakladı. 1997 yılında İdari mahkeme tarafından Danıştay’dan alınan karar
gereği sağlık bakanlığının hastanelerde sünneti yasaklamasına karşı karar alındı.
Ancak 29 Aralık 1997 yılında temyizde bir önceki kararın reddedilmesine karar
verildi. FGM’nin önlenmesi ve kalıcı olarak kaldırılmasına yönelik olarak insan
hakları ve sağlık aktivistlerinin birleşmesiyle çalışma grubu oluşturulmuştur.
Badran’ın ifade ettiği gibi; bu grup köylerden başlayarak anti-FGM düşüncesini
topluma kabul ettirmeye çalışmışlar, bir ölçüde bazı köylerde başarılı olabilmişlerdir.
Yeni düşüncelerin kabul edilmesiyle eski geleneklerin kayda değer bir şekilde terk
edildiği gözlemlenmiştir.97
Mısır’da halkın ekonomik olarak yarı yarıya güçlü olması, adalet ve eşitlikten
yoksunluk halleri yakın zamandaki gerçekleşen Mısır Devriminin sloganını “adalet,
eşitlik, saygı” olarak belirlemiştir. Daha önceki tecrübeleriyle meydanlara yeniden
dönen kadınlar erkeklerle yine birlikte mücadele etmişlerdir. Fakirliğe, ötekileşmeye
kadın erkek birlikte karşı çıkmış, protesto etmişlerdir. Tahrir Meydanı, erkekler ve
genç kuşak protestocular kadar kadınların da cesur ve kararlı duruşlarına şahit
olmuştur. Mısır halkı istediğini yapabileceğini keşfetmiştir. Yapılan devrimden
kadınlar da kendi paylarına düşeni almak istemişlerdir. Mısır’da çalışan kadının
kaderi olan taciz olayına, Tahrir Meydanı’nda hiç rastlanmamıştır. Günümüz Mısır
97
Badran, Feminism in İslam, s. 41.
118
feminist hareketinin kadınları eski-yeni, sağ-sol, laik-İslamcı gibi birçok gruplara
ayrılmasına karşın onları bir arada tutan ulusçuluk duygusudur. Kadın örgütlerinin
genel
merkezi
Kahire’dir.
Bu
örgütler,
kadını
bilgilendirme
seminerleri
düzenlemekte, iş sahibi olup para kazanabilmeleri için yardımcı olmaktadır. Ayrıca
şiddete uğrayan kadınlar için tıbbî ve psikolojik destek veren gruplar da vardır. Bazı
örgütler, kadın sorunlarının erkekler olmadan çözülemeyeceği inancıyla karar alma
durumuna erkekleri de dâhil etmekte, çalışmalarını farklı bir feminist yaklaşımla
sürdürmektedirler.
Son yıllarda sıkça rastlanan bir ifade olan ve 1990’lı yıllarda kullanılmaya
başlanan İslâmi feminizm terimi ve Mısır ile ilişkisinden kısaca bahsetmek gerekir.
Çünkü İslâmi feminizmin gelişmesinde sömürgeci zihniyete maruz kalmış Mısır’ın
özel bir yeri vardır.
“19. yüzyılda Mısır’da başlatılan tartışmalar, uzun
bir süre İslamcı feminist söylem altında birleştirilen
yaklaşımları canlı tutmuştur. Son yıllarda ise bu sahadaki
çalışmalar
çoğunlukla
Batı’da
yaşayan
Müslüman
kadınlar, İran’daki Zanan dergisi çevresi - 2008 yılında
kapatılmadan önce- ve Malezya’daki “Sisters in Islam”
(SIS) grubu, Endonezya'da, 2000 yılında Fareena Syedİn
başkanı olduğu feminist "Rahima Foundation (Rahime
Vakfı)" ve bu vakfın yayın organı "Swara Rahima" dergisi,
Esmâ el-Murâbıt önderliğindeki Fas merkezli İslamcı
feminist hareket, liderliğini el-Hâcce Nihal Emced ezZehâvî'nin yaptığı Irak İslamcı Feminist Hareketi, Amine
Vedûd, Pakistanlı Nazya Seyid ve Esma Barlas, Mısırlı
Leyla Ahmed, Dr. Zeynep Rıdvân, Yeni Kadın Vakfı başkanı
Emel Abdülhadî ve Arap Kadınları Dayanışma Vakfı
(AWSA) başkanı Nevâl es-Sa'dâvî, Bangladeşli Rukiye
Şekâvet Hüseyin ve Dina Sıddîkî, Faslı Fatıma el-Mernîsî,
Yemenli, "Sisters Arabic Forum (Arap Kızkardeşler
Forumu)"tarafından üstlenilmiştir.”
98
98
Gürhan, a.g.e., s. 372.
119
Burada adı geçen feministler, Müslüman kimliğe sahip kadınlardır. Ayrıca bu
kadınlar, Müslüman kadınların toplumsal konumu ve haklarının savunulması
konusunda İslam’a uygun bir tavır sergilemişler ve Müslüman kimliklerini ön planda
tutmuşlardır. Nevâl es-Sa‘dâvî, İslamcı feminist değildir fakat Müslüman kimliği ile
yaptığı çalışmalar bu alana katkı sağlamıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin cinsel içerikli
feminizmi ile İslami feministlerin feminizm algısı ters düşmektedir. İslami
feministler, kadın bedeninin her türlü sömürüsü ve kadına şiddete karşıdır. Bu
görüşle feminizme yakın bir tavır sergilemektedirler. Ancak görüş ayrılıklarının
yaşandığı konular en çok kadının cinsel özgürlüğü, doğum-kürtaj ve evlilik ilgili
olmaktadır.
2.6 İSLÂM ÖNCESİ DÖNEMDE KADININ DURUMU
Tarihin en eski uygarlıklarından biri olan eski Mısır uygarlığı, M.Ö. 300’lü
yıllara, Yunan istilasına kadar sürmüştür. Bu medeniyette kadınlar ile ilgili yasa ve
kuralların şaşırtıcı biçimde erkeklerle eşit olduğu bilinmektedir. Ayrıca kadınların
saygınlıkları olduğu, diğer medeniyetlerde olduğu gibi kötü muamelelere maruz
kalmadıkları öğrenilmiştir. Eski Mısır medeniyetinde kadınların mülk edinme, mülk
üzerinde tasarruf etme ve miras bırakma, mahkemede tanık olma hakları vardı.
Evliliklerinde sözleşme yapma ve boşanma hakları vardı. “Kadınların özerkliğine,
ekonomik faaliyetlerine ve yasalar önünde eşitliklerine ilişkin kanıtları ideolojik
düzlemde tamamlayan bir olgu ise, tanrıça kültlerinin, özellikle de Hathor ve İsis
kültlerinin yaygınlığı ve bu kültlerin rahibelerinin gördüğü saygıdır.”99 Tanrıça İsis,
esnek kuralları ile kadın-erkek herkese kucağına açmış, şefkat ve yardım tanrıçası
olarak kabul edilmiştir. Tanrıça İsis ve kültünün bu eşitlikçi yaklaşımı, kadınlar için
bir avantaj olmasının yanı sıra toplumun her sınıfından kişileri bir araya getirme
özelliği ile öne çıkmıştır.
Eski Mısır uygarlığı 3000 yıldan fazla hüküm sürmüştür. Hanedanlar
tarafından yönetilen bu uygarlık; hanedanlık öncesi dönem, eski krallık dönemi (6.
99
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 92.
120
hanedana kadar), birinci ara dönem (7-10 hanedanlar), orta krallık dönemi (11-14.
hanedanlar), ikinci ara dönem (15-17. hanedanlar), yeni krallık dönemi (18-20.
hanedanlar), son ara dönem (21-26. hanedanlar), persler dönemi, geç hanedanlık
dönemi (28-30. hanedanlar), yunan dönemi ve roma dönemi idarelerinden geçmiştir.
Günümüzden beş bin yıl öncesine dayanan Mısır uygarlığında ilk din olarak
Yahudiliğe rastlanmaktadır. Yapısal kalıntılar ve papirüslerden elde edilen yazılar
buna işaret etmektedir. Bu sırada eski Mısırlıların kendilerine özgü dinleri, ibadet
etme biçimleri olduğunu ifade etmek gerekir. “Yahudilik Firavunlar dininden,
özellikle de Akhnaton’un güneş kültündeki tektanrıcı öğelerden birçok bakımdan
etkilenmiştir. Firavunlar çağının birbirini izleyen sülalelerinde, Mısırlı kadınların
gerek ülke işlerinde gerekse din alanında önemli konumlara sahip olduğu dönemler
bilinmektedir.”100
Mısır tarihi boyunca kadınlar, siyasi politikalar gereği bazen yönetimde söz
sahibi olmuşlar hatta Firavun derecesine kadar yükselmişlerdir. 7. Yüzyılda İslâm
Dinini seçen Mısırlıların, Müslüman olmadan evvel Mısır kadınının coğrafyadaki
durumuna bakmak için zamanı Firavunlar Döneminden itibaren ele almak gereklidir.
“Palmyra Kraliçesi Zenobia, firavun Hatshepsut, Nefertiti ve tabii Cleopatra Mısır
tarihinin tanınmış kadın yöneticileridir. Bunların yanı sıra Mısır tarihinde kadın vali
ve yöneticiler bulunmaktadır. Firavun Hatshepsut’un fresklerinden kadınlığını
belirtecek izlerin silinmesi, Hatshepsut’un kadın olduğunun ancak yakın zamanlarda
anlaşılabilmesi ise kadınların uğradığı ayrımcılıkla bu güçlü yöneticilerin de
karşılaştıklarının göstergesidir.”101
Tarihsel bulgular eski Mısır’da kadın kraliçelerden ve anaerkil toplumların
varlıklarından söz etmektedir. Bu durumu göçebe yaşam ile ilişkilendirmek
mümkündür. Böylelikle kadınlar eve kapatılmaktan, erkeklere ait kamusal alan
ayrımına tabi olmaktan korunmuşlardır. Eski Mısır’da kadınların sahip olduğu güç de
bu durumla açıklanabilir. Firavunların sık sık başkentlerini değiştirmeleri,
kentleşmenin gelişmesine engel olmuştur. Ayrıca Mısır hanedanlarının yerleşik
100
101
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 119.
Tulunay, a.g.e., s. 76.
121
olmayışı, yönetim değişikliklerinde iktidar birikimlerinin aktarımını ve korunup
güçlenmesini önlemiştir.102 Fakat zamanla ekonomik ve sosyal şartlar, kadının
erkekle eşit olan sosyal konumunu değiştirmiş, kadının altın çağını sona erdirmiştir.
Kadını, evde olduğu sürece cariye, dışarıda ise başkalarının evinde hizmetçi
durumuna getirmiştir. Hâlbuki Mısır medeniyeti bilinen en eski medeniyettir.
Kadının durumundaki düşüş milattan önce 2400’lü yıllardan 2100’lü yıllara kadar
olan sürede yedinci sülaleden onuncu sülaleye kadar süren dönemde toprak sahibi
olmayla başlamıştır. Bu düşüş on birinci hatta on üçüncü aileye kadar devam
etmiştir.103 Kadının ön planda olduğu birinci dönemde meşhur kraliçe Nefertiti ve
zekâsıyla ün salan Hatsepsut on sekizinci aileye mensuptur. Ayrıca tarih araştırmaları
Mısır’da tanrıçaların varlığını kanıtlar niteliktedir. Firavunlar dönemindeki Mısır’da
birçok alanda egemen olan tanrıçalar vardı. “Hakikat tanrıçası Maait, Savaş ve Sel
tanrıçası Naiyet, İsis, Sikhmet, Hathour bunlardan yanlıca birkaç tanesidir.”104
Eski Mısır’da toplum anaerkil bir yapı göstermekteydi. Çocukların soyları
ana soydan devam ediyordu. Miras anneden ve en büyük kız evlada geçiyordu.
Anaerkil sistemde kadınlar toplumsal olarak yüksek bir konuma sahiptir ve tanrı
derecesine kadar yükselebilmektedir. Tarihin ilk evrelerini yaşayan insanlar
toplayıcılık ve avlanma gibi belli iş alanlarına sahiptiler. İlkel tarım toplumlarında
kadınların önemli roller aldıkları ve aile içinde erkekle eşit ve ön planda yer aldıkları
görülmüştür. Kadının bu dönemde toplumdaki konumu ve ekonomik geliri, kadının
karar alabilme hakkına da yansımıştır. İsterse kendi kararıyla boşanmak istemesi
buna örnek gösterilebilir.
Eski Mısır toplumunda ilk dönemlerde hiyerogliflerde kadınların sık sık
resmedildiğine rastlanmıştır. Bu resimler, kadının sosyal statüsü ve erkeğe eşit olan
konumunu ifade edecek şekilde ve boyuttadır. Bu durum İ.Ö. 2420-2140
dönemlerine rastlayan VII.-X. sülaleler dönemine değin sürmüştür. Kadının
durumuyla ilgili gerileme ve düşüş XVIII. sülaleye kadar sürmüştü. Bu sülale
102
Michel, a.g.e., s. 40.
Nevâl es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, Beyrut, elMuessetu’l-Arabiyyetu li’d-dirâsâti ve’l-neşri, 1990, s. 159.
104
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 120.
103
122
döneminde yönetici konumuna geçen kraliçeler ile yeniden yükselmiştir. “Firavun
ülkesinin kadınları dokumacılık ve halıcılık alanlarında çalışır, Pazar yerlerinde
ticaret yapar ve kocalarının yanında ava çıkarlardı. Aile mezarlarında kadının resmi
kocanınkiyle aynı boyutlardaydı; bu da kadına gösterilen saygının yanı sıra hak ve
görev eşitliğini ifade etmekteydi.105 Bu örnekler çoğaltılabilir. Karnak tapınağı
duvarında rastlanan kazılarda, kadının kocasının önünde yürüdüğü resmedilmiştir.
Ayrıca kadınların da erkekler gibi spor yaptığı hatta şarap içtiği öğrenilen bilgiler
arasındadır.
Daha sonra yerleşik düzene geçilmesiyle birlikte kadının durumundaki
değişiklikler baş göstermeye başlamış, anaerkil sistem yerini ataerkil sisteme
bırakmıştır. Burada mülkiyet sahibi olmanın önemi, büyük rolü vardır. VII. sülale
döneminde Mısır halkı, mülkiyete karşı bir ayaklanma gerçekleştirmiştir.
Eski Mısır medeniyeti ile ilgili değinilmesi gereken bir husus da İslamiyet’ten
önce Hz. Musa ve Firavun arasında geçen olayların Kur’an-ı Kerîm’de yer almasıdır.
Hz. Musa, Firavun ve kavmini uyarmış fakat yalancılıkla suçlanmıştır. “Musa bunun
üzerine apaçık ayetlerimizle onlara vardı. Onlar: “bu, sırf uydurma bir sihirdir! Biz
önceki atalarımızdan böyle bir şey işitmedik” dediler. Musa da dedi ki: “rabbim
kendi tarafından kimin hidayetle geldiğini bilir. Yine rabbim hayırlı akıbetin kime
kısmet olacağını iyi bilir. Doğrusu bu, zâlimler felâh bulmaz!” firavun ise dedi ki:
“ey millet! Ben sizin için benden başka bir tanrı bilmiyorum. Haydi ey Haman,
benim için çamura ocağı yak, tuğla imal et ve bana bir kule yap; kuleye çıkıp
(oradan) belki Musa’nın tanrısını görebilirim. Öyle sanıyorum ki o yalancının
tekidir.”106
İslâm öncesi dönemle ilgili kadınların durumu hakkında şunu da eklemek
gerekir ki; kadın kölelerin erkek kölelerden sayıca fazla olduğu bilinmektedir. Bu
105
106
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 138.
Kasas Sûresi 38. Ayet.
123
kadın kölelerin satılmaları hususunda daha çok para kazanma amacı güden
tüccarların onları eğittikleri edinilen bilgiler arasındadır.107
2.7 NAPOLYON BONAPART DÖNEMİ
Mısır tarihinde bir dönüm noktası niteliğinde olan Napolyon’un seferi,
Batıdaki haçlı zihniyetinin İslam dünyasına dönük bir uzantısıdır. “Bu seferin
detayları ve sonuçlarına geçmeden önce daha geniş ufuklu bir gözlem yapabilmek
için, genelde Batı’nın, özelde de Fransa, İngiltere ve İtalya’nın, sadece Arap
dünyasının değil, aynı zamanda bütün İslam dünyasının stratejik iki ülkesi olan
Suriye ve Mısır’a dönük emellerinin tarihi arka planına göz atmak gerekir.”108 Hz.
Ömer zamanında fetihleri tamamlanmış bu ülkeler, çeşitli sebeplerle Avrupa’nın bu
topraklarda siyasal ve ekonomik hâkimiyet sürmek için fırsat kolladığı yerler
olmuşlardır.
Mısır’ın modernleşme ile buluşması 1798-1802 yılları arasındaki Napolyon
Bonapart komutasındaki Fransız ordusunun Mısır’a seferiyle başlar. Mısır, bu işgal
ile sadece Fransız ordusuyla tanışmamış, aynı zamanda dönemin meşhur bilim
adamları ve oryantalistleri ile de bir araya gelmiştir. Bu buluşma Arap edebiyatı için
de yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. “Fransızlar, beraberlerinde bir matbaa
getirerek Mısır'da çıkan ilk gazete özelliğini taşıyan Courier de l'Egypte ile La
Decade egypti-enne dergisini neşrettiler.”109 Napolyon’un beraberindeki bu bilimsel
ekip tarafından, tıp, tarım ve tarih ile ilgili çalışmalar da yapılmıştır.
Fransa’nın Mısır’ı işgal etmekteki asıl amacı Hindistan ticaretine engel
olmak, İngiltere’nin gücünü kırmak ve Osmanlı’dan hisse almaktır. Sefere,
beraberinde bilim adamı ve uzman alarak bu topraklardaki eski uygarlıkları
incelemek de hedefleri arasındaydı. Amaçlarına daha kolay ve kısa yoldan
ulaşabilmek için halk ile iletişime geçilmiş ve inanç ve geleneklere tesir edilmiştir.
Fransız asker ve bürokratların Mısır Halkı ile yakın ilişki kurmaları, kütüphaneleri
107
Ayrıntılı bilgi için bkz.: A.Yaşar Koçak, “Şair Cariyeler”, Şarkiyat Mecmuası C. 9, 2006, s. 3544.
108
Mehmet Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, Bursa, Emin
Yayınları, 2009, s. 41.
109
Görgün, a.g.m., s. 579.
124
halkın hizmetine sunmaları modernleşme hareketini hızlandırmıştır. Napolyon ‘un
Mısır’a girmeden önce yanındakilere yaptığı konuşmada beraber yaşayacakları
halkın kadınlara farklı davrandığına dikkat çekmiştir. Ancak onları her konuda
özellikle de din ile ilgili hassasiyet göstermeleri hususunda uyarmıştır.
İşgal ya da sefer olarak adlandırılan bu gelişmelerden biri de yeme-içme ve
eğlence tarzıyla getirdikleri yeniliklerdir. Tiyatro, konser ve dans gibi o güne kadar
bunlarla hiç tanışmamış Mısırlılar için bu etkinlikler hayata bakışlarını değiştiren
faaliyetler olmuştur. Yine bu sefer sırasında Mısır’a gelen Fransız kadınların rahat
tavırları, giyimleri, konuşmaları ve erkeklerle olan yakın ilişkileri dikkat çekici
davranışlardan olmuştur. “Napolyon’un generali Menou’nun Mısır’lı bir kadınla
evlenmesi, karısına davranışları ve Fransız subayların Mısır toplumuyla karışması
sonucu Fransızlarla iletişime geçen üst sınıfa mensup kadınlar bundan
etkilenmişlerdir. Böylece kadınların serbestleşme talepleri başlamıştır.”
110
Ancak
bu durum uzun vadeli olamamıştır. Osmanlı donanması ve ordusu tarafından Fransız
ordusunun yenilgiye uğratılması ve 21 Mart 1801 yılında İskenderiye’de mağlup
edilmesi Napolyon’un Mısır ile ilgili hayallerinin de sonu olmuştur. Üç yıl gibi kısa
bir süre sonra Fransızların ülkeyi terk etmesiyle modernleşme dönemi sekteye
uğramış, tam tersi bir dönem başlamıştır. Yaşanan toplumsal baskılar, işkenceler,
dayak ve öldürülme olayları içinde en dikkat çekeni Şeyh el-Bekrî’nin kızının
Fransız tarzı giyinmesi sebebiyle öldürülmesidir. Tüm bu olaylarda Mısır Kadını’nın
Batı’yı örnek alma çabalarını ve bunun sonucunda yaşananları görmek mümkündür.
Napolyon’un Mısır’ı işgali bir taraftan modernizmi başlatırken diğer taraftan
Avrupa’nın İslâm coğrafyasını sömürgecilikle kuşatmasının da yeni ve güçlü bir
başlangıcı olmuştu. Daha sonra Fransız birlikleri de İngilizler tarafından ülkeden
atılacaktı ve ülke ekonomisi çeşitli borçlanmalarla İngilizler lehine şekil alacaktı.111
İngiliz sömürgesi uzun yıllar devam etmiş, Mısır halkının birçok defa
ayaklanmasının sebebi olmuştur. Mısır, İngilizler için olduğu kadar tüm dünyayı
110
Tulunay, a.g.e., s. 71.
Selin Çağlayan, Müslüman Kardeşler’den Yeni Osmanlılar’a İslamcılık, Ankara, İmge
Kitabevi, 2011, s. 32.
111
125
saran yayılmacı hedefler için kilit bir öneme sahip olmuştu. Çünkü Mısır, konumu
gereği okyanuslara ve çöllere aynı anda hâkim olmak anlamına geliyordu.
Napolyon’un Mısır seferi ile ilgili bazı açılardan hem olumlu hem de olumsuz
yaklaşımlar
vardır.
Olumlu
yaklaşımda
işgalin
Müslümanlar
tarafından
onaylanmadığı hatta işgali durdurmak için başta Osmanlı yönetimi olmak üzere tüm
Arapların çabaladığı aktarılmaktadır. Olumsuz yaklaşıma göre ise; bu işgal daha
önce de değinildiği gibi haçlı zihniyetiyle yapılmış bir sefer olup kutsal mekânlar
başta olmak üzere halk için değerli her şey tahrip edilmiş, değerlerin izleri silinmeye
çalışılmıştır. Napolyon’un beraberinde getirdiği bilim ordusu, Mısır ve Arap
edebiyatına hizmet etmekten ziyade Fransız devriminin felsefesini halka kabul
ettirmek için getirilmiş ve kullanılmıştır.112
Napolyon’un Mısır seferi, Arap dünyasının Avrupa ile yoğun temas halinde
geçmiş olan üç yılın ardından fikrî, siyasî, kültürel ve bilimsel birçok yönden
değişimlerin başladığı bir dönem olmuştur. Bu özelliği nedeniyle modernizmin
başlangıcı sayılmakta ve önem arz etmektedir.
Yaşanan bu gelişmeler sonucunda modern Mısır edebiyatında farklı
kültürlerin sentezi olan ürünler ortaya çıkmıştır. Hüseyin Yazıcı’nın belirttiği gibi;
ekonomik ve politik yönlerden batılılaşan Arap dünyası edebî olarak da batıya
yönelmiştir. “Yeni okulların açılması, öğrenim için Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi,
Mısırlı Rıfat et-Tahtavî (1801-1873) ile başlayan çeviri faaliyetleri 1822’de Mehmet
Ali Paşa’nın (1805-1848) Bulak’ta kurduğu matbaanın ardından Arap dünyasında
yayılmaya başlayan matbaacılık ve buna paralel olarak gelişen gazetecilik, yeni bir
neslin yetişmesine yol açmış ve yeni edebî türlerin hem doğmasını hem de
yayılmasını hızlandırmıştır. Yurtdışına açılan bu yeni nesil, Avrupa edebiyatına ait
eserleri orijinal dillerinden okumaya, bu arada da roman ve öykü çevirileri yapmaya
koyulmuştur.”113
112
113
Yalar, a.g.e., s. 44-46
Hüseyin Yazıcı, Çağdaş Arap Öyküleri, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999, s. 7.
126
Burada son olarak Napolyon’un Mısır seferinin kadınlar üzerindeki olumsuz
etki bırakan bir sonucuna da değinilebilir. Deniz Kandiyoti’nin ifade ettiği gibi; bazı
orta sınıf Mısırlı kadınlar Fransızlar ile işbirliğini çıkarlarına uygun görmüşler,
Fransız kocaların nezaketinden etkilenmişlerdir. Ancak bu işbirliğine karşı topluma
hâkim olan ataerkillik duruma oldukça sert bir tepki vermiştir.114
2.8
OSMANLI
YÖNETİMİNDE
MISIR
KADINININ
DURUMU
Halife Hz. Ömer döneminde İslam orduları tarafından ele geçirilen Mısır,
önce bir Türk kavmi olan Tolunlular, ardından Abbasiler ve yine Türk olan İhşitler
tarafından yönetilmişlerdir. Osmanlıya gelinceye kadar Fatımîler, Eyyûbiler ve
Memluklar tarafından idare edilmiştir.
Mısır’da Osmanlı yönetimi ilk olarak 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in
fethiyle başlamıştır. “Memlûk Sultanlığı'nın XVI. yüzyıl başlarından itibaren İslâm
dünyasında iç huzursuzluklara çare bulamaması, dış tehlikeleri karşılamakta zorluk
çekmesi, öte yandan Dulkadir Beyliği meselesi ve Safevî tehdidi iki devlet arasında
savaşa zemin hazırladı. Mercidâbık'ta yapılan savaşı Osmanlılar kazandı ve Suriye
Osmanlı hâkimiyetine girdi. Ardından Ridâniye'de Memlûk direnişi kırıldı; Osmanlı
kuvvetleri Kahire'yi ele geçirip zorlu sokak çatışmaları neticesinde duruma hâkim
oldu.”115 Bundan sonra yönetim Vezir-i Azam Yunus Paşa’ya verildi. Fakat para ve
mal hırsları nedeniyle Yavuz Sultan Selim tarafından tayin edilen yöneticiler düzeni
sağlamakta gecikince, “Mısır'ın ilk beylerbeyliğine Memlûk asıllı Hayır Bey getirildi
ve bunun yanma güvenilir Osmanlı beyleri verildi. Mısır muhafazası için 3000 kadar
muhafız tayin edildi. Daha sonra padişah Hayır Bey'den halka adalet ve şefkatle
davranmasını, fesadı menetmesini, Mısır'ın sınır ve limanlarını dış tehlikelerden
114
115
Deniz Kandiyoti, Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, s. 170.
Seyyid Muhammed es-Seyyid, “Mısır, Osmanlı Dönemi”, C. 29., DİA, s. 563.
127
korumasını ve Haremeyn erzakını düzenli biçimde göndermesini emrederek
Mısır'dan ayrıldı.”116
Mısır, Osmanlı yönetimine geçmesiyle halifelik makamı da Osmanlıya
geçmiş oldu. 1517 yılında I. Selim tarafından uygulamaya konulan kanunname, Mısır
ile ilişkileri düzenleyen ilk belge olmuştur. Burada Mısır gelirlerinin İstanbul merkez
yönetimi ile İslam dünyasının kutsal toprakları Hicaz bölgesine taksim edilmesi
öngörülüyordu. Yavuz Sultan Selim bu sıralarda Mısır’da bulunuyordu.117
Napolyon’un işgaline kadar devam eden Osmanlı yönetiminin ardından
“Akkâ'da Cezzâr Ahmed Paşa'ya yenilen Bonapart (Mayıs 1799) Ağustos 1799'da
Mısır'dan ayrıldı. Fransız kuvvetleri de Osmanlı-İngiliz ittifakıyla gerçekleştirilen
saldırılara dayanamayarak Ağustos 1801'de Mısır'ı terk etmek zorunda kaldılar.”118
Yeniden Osmanlı yönetimine geçen Mısır’da, Kavalalı Mehmet Ali Paşa
1805 yılında vali olarak göreve başlamıştır. Paşa, bölgeyi Fransız işgalinden
kurtarmak üzere Osmanlı yönetimi tarafından gönderilmiş ve Fransızlara karşı
başarılar elde etmiştir. Ayrıca Mehmet Ali Paşa, uzun yıllar Mısır’da hüküm süren
Türk Hanedanının da ilk temsilcisi olmuştur. Yönetimi ele aldıktan sonra hilafete de
başkaldırarak Mısır’da yarı bağımsız bir dönem başlatmıştır. Napolyon’dan
devraldığı kültürel miras ile Rifâ‘a Râfi‘ et-Tahtâvî başkanlığındaki heyeti Fransa'ya
göndermiştir. Daha sonra Batı eğitimi alan bu öğrenciler, o kültürü ülkelerine
taşımışlar ve Nahda olarak bilinen Arap Rönesans’ını başlatmışlardır. Mehmet Ali
Paşa dönemi Mısır’da siyasetten ekonomiye kültürel ve sosyal pek çok reformun
yapıldığı bir dönem olmuştur. Özellikle “Mehmed Ali Paşa'nın 1822'de Bulak'ta
kurduğu matbaada çok sayıda Arapça ve Türkçe eser basılmıştır. 1828'de resmî nitelikli el-Vekâ’i‘u’l-mısriyye gazetesi Rifâa et-Tahtâvî yönetiminde Türkçe-Arapça
olarak çıkmaya başlamıştır. Ardından gerçekleşen gazete ve dergi sayısındaki artışı,
daha çok Suriyeli ve Lübnanlı Hıristiyan Arap yazarların Mısır'a yerleşmeleri
116
es-Seyyid, a.g.m. s. 563.
Osmanlılar dönemi Mısır ile ilgili bkz.: Nurettin Ceviz, “Osmanlılar Döneminde Mısır’da Arap
Edebiyatı (1517-1798), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Erzurum, 2002.
118
Görgün, a.g.m., s. 569.
117
128
etkilemiştir.”119 Burada Rifâ‘a Râfi‘ et-Tahtâvî’nin (1801-1871) kadın eğitimine ve
yasalarla kadın haklarının güvence altına alınmasına vurgu yaptığını belirtmek
gerekir. Rahmi Er’in de belirttiği gibi; Tahtâvî, 1826 yılında Fransa’ya gönderilen ilk
burslu öğrenci heyetine imam olarak eşlik etmiş, Fransa’da geçirdiği yıllarda ilkçağ
tarihi, Yunan felsefesi ve mitolojisi, coğrafya, aritmetik ve mantık bilimlerine ait
eserler okumuş, çok iyi derecede Fransızca öğrenmiştir. Bu sayede aydınlanma
dönemi düşünceleri Tahtâvî aracılığıyla Mısır ile buluşmuştur. Yurtdışına burslu
olarak gönderilen bu öğrenciler ilk olarak 1813 yılında İtalya’ya sonrakiler ise
Fransa’ya gönderilmiştir.120
Mehmet Ali Paşa dönemi Mısır’da kadının sahip olduğu hakların gelişmesi ve
toplumun ilerlemesi için etkili reformların yapıldığı bir yönetim süreci olmuştur.
Eğitim Bakanlığı bu dönemde kurulmuş, tıp ve mühendislik okulları açılmıştır.
“Devlet matbaası ve tercüme bürosu kurulmuş, Ortadoğu’nun ilk Türkçe-Arapça
gazetesi Vekay-i Mısriye [el-vakâ’i‘u’l-mısriyyetu] 1829’da yayınlanmaya başlamış
ve çoğu tercüme 243 kitap yayınlanmıştır. Bu dönemde yurt dışına gidip dönen
öğrenci ve diplomatlarla ülkede Fransız kültürünün etkisi artmıştır.”121 Bu dönemde
sağlık alanında yapılan yenilikler, sağlıklı toplum oluşumunda önemli rol oynamıştır.
Çeşitli hastalıklara karşı aşı yöntemi kullanılmış, genç kadınlar, köleler ebe
okullarına yönlendirilmiştir. Böylelikle bilinçli bir toplum yapısı kurmak istenmiştir.
Ebe okulunda eğitim gören kızların modern tıp ile tanışması, kendileri açısından
statü sahipliğinin, halk açısından ise aydınlanmanın başlangıcı olmuştur.
Mısır’da Mehmet Ali Paşa dönemi her yönden farklılıklarını hissettirmiştir.
Paşa döneminde Mısır, özerk bir bölge olarak yönetilmeye başlanmıştır. Mehmet Ali
Paşa’nın sıra dışı kişiliği sayesinde Mısır, Osmanlı’dan önce modern kurumlarla
tanıştı. Bu dönemde Avrupai tarzda bir ordu oluşturuldu. Osmanlı’nın klasikleşen
yapıtlarından cami, imaret yerine fabrika ve yol gibi yatırımlara ağırlık verip, iktisadi
kalkınmaya öncelik verdi. Kavalalı Paşa’nın Osmanlı’ya karşı isyanı kazanması ise
gücüne güç katmış ve yaklaşık yüz elli yıl sürecek bir hanedan yönetimini
119
Görgün, a.g.m., s. 579.
Er, a.g.e., s. 5.
121
Tulunay, a.g.e., s. 71.
120
129
beraberinde getirmiştir. Mehmet Ali Paşa dönemi, Mısır’ın her yönden gelişmesine
olanak sağlamış bir dönemdir. 19. yy.da Mısır, Paşa’nın reformlarıyla şekillenmiş ve
kalkınmıştır.122
Bu yıllarda Mısır’da meydana gelen sosyal değişiklikler kadının durumu
açısından bakıldığında pek bir değişim göstermemiştir. Aile kurumunda baba, 20. yy.
başlarına kadar hem evin hem de aile fertlerinin reisi konumundadır. Erkek çocuklar
evli olsalar dahi ya aynı evde ya da yakın çevrede ikamet eder şekilde kapalı bir
sosyal gruptur. Baba, evin gelirleri, mülkleri ve çocuklar hakkında söz sahibi olmak
hususunda tek yetkili, sorumlu kişidir. Ailede saygı görmek yaş ile doğru orantılıdır.
Tabii ailenin bu durumunun sosyal bir sonucu olarak toplumda da benzer şekilde bir
yapılanma sergilenmektedir.123
19.yy.daki gelişmeler yaşanırken bu yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan
feminizm hareketi etkileri ancak 20.yy.da görülebilmiştir. Bu esnada kadın için iki
farklı durum söz konudur. Tarım ile uğraşan çiftçi kadınlar ile köylü ve üst sınıfa
mensup kadınlar giyim-kuşam yönünden farklıydılar. Çiftçi kadınlar peçe
kullanmamasına rağmen diğer kadınlar peçe kullanmışlardır.
2.9 NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’Yİ ÖNCÜ KILAN SEBEPLER
Nevâl es-Sa‘dâvî, Arap toplumunu eleştiren ve köklerine bağlılığın simgesi
olarak tanımladığı Arapça kaleme alınmış yazılarıyla bir yandan Arap toplumuna
hitap edip, diğer yandan da İngilizcesi ile gelişmemiş bir ülkenin ünlü bir düşünürü,
yazarı, aktivisti ve kadın haklarının en güçlü savunucularından biri olarak batı
toplumuna seslenmiştir. es-Sa‘dâvî eserlerini yazmak için Arap dilini seçmiştir. Arap
toplumu içinde belli kültürel değerlerin yayılması için dil birliği önemli bir faktördür.
Geniş bir coğrafyaya yayılan, farklı inanış, etnik yapı ve ekonomik düzeydeki Arap
toplumu için Arapça, bir araya getirici ve birleştirici büyük bir etken olmuştur.
122
Kavalalı Mehmet Ali Paşa dönemi ve reformları ile ilgili bkz.: Mehmet Hakkı Suçin, Dünden
Bugüne Arapçaya Çevirinin Serüveni, Ankara, Kurgan Edebiyat, 2012, s. 82-108.
123
Sevda Özkaya Özer, Osmanlı Devlet İdaresinde Mısır (1839-1882), Elazığ, Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlamamış Doktora Tezi, 2007, s. 317.
130
Arapça yazılan eserleri eşi tarafından İngilizceye çevrilmiştir. Hem lisans derslerinde
hem de lisansüstü derslerde okutulan kitapları kadın yazarlar, sömürge sonrası Afrika
ve Ortadoğu edebiyatı, dünya edebiyatı, biyografi, oto biyografi, siyaset ve feminist
teori ile ilgili birçok konuyu ele almaktadır. es-Sa‘dâvî, ABD’de Washington
Üniversitesi’nde ve Duke Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmalarda
bulunmuştur. Halen Florida Eyalet Üniversitesi’nde misafir profesör olarak görev
yapmaktadır.124 Aynı zamanda es-Sa‘dâvî bu çok yönlülüğü ile Ortadoğu coğrafyası
dâhilinde olmayan antolojilerde yer alan tek Arap kadınıdır. Kadın özgürlüğü ve
hakları alanında uluslararası mücadeleler etkili bir örnek olmuştur. Psikiyatri eğitimi
alan Nevâl es-Sa‘dâvî’yi dünya çapında ünlü kılan 1972 yılında kaleme aldığı bir
tabu olarak görülen kadın cinselliği konusundaki el-Mer’etu ve’l-cins (Kadın ve
Seks) adlı eseridir. Bu kitabın yazımıyla birlikte Mısır kamu sağlığı yöneticiliğindeki
işinden alınmış, Mısır Tıp Birliği’ndeki genel sekreter yardımcılığı görevini
kaybetmiş ve bir tıp dergisindeki yazı işleri müdürlüğü görevine de son verilmiştir.
Bu eser dünya çapında ses getirirken es-Sa‘dâvî’yi Mısır’da da İslâmi kuruluşların
hedefi haline getirmiştir. Kendi toplumu tarafından sıkça eleştirilen es-Sa‘dâvî, kendi
kültürüne karşı olmakla ve toplumun özelini ortaya sermekle suçlanmıştır.
Dürüstlüğün önemini her zaman vurgulayan yazar, bu eleştirilere karşı yine dürüst
olarak kendini savunmuştur. Dürüstlük hususunda eğitim bakanlığında çalışan
babasını kendine örnek almıştır.
Nevâl es-Sa‘dâvî, Mısır, Kafr, Tahla’nın aşağı deltasında 27 Ekim 1931’de
doğmuştur. Baba tarafından ailesi çiftçidir ve köyde yaşamaktadır. Şükrü Bey’in kızı
olan annesi ve babasıyla birlikte şehirde yaşamıştır. Bu durumun kendisine zıtlıkları
görebilme ve hem köy hayatının zorluklarını hem de burjuvazi şehir hayatını tanıma
imkânı vermiştir. es-Sa‘dâvî, sayıları çok az olan bir grup kadınla tıp fakültesine
girmiş ve 1955 yılında derece almıştır. Aynı yıl ilk eşi Ahmet Helmy ile evlenmiş,
kızı Mona’nın doğumundan sonra 1956 yılında boşanmıştır. İlk tıbbî meslekî
deneyimini Tahla’da yoksul ailelerin çektiği acılara tanıklık ederek yaşamıştır.
124
Amal Amireh, “Bakış Açısı-Tüm yönleriyle Nevâl es-Sa’d’avî-Milletler üstü dünyada Arap
Feminizmi”, Journal of Women in Culture and Society 2000, vol.26, no.1, Autumn 2000, s. 215249.
131
Te‘allemtu el-ḥub125 adlı eserinde burada yaşadıklarını kaleme almıştır. 1958-1970
yılları arasında Sağlık Bakanlığı’nda genel halk sağlığı eğitiminin başkanlığını
yapmıştır. İlk kitabının yayımlanmasının ardından işten çıkarılmasıyla birlikte
feminist açıklamaları ve yazıları son bulmuş, bunu tutuklanması ve sürgün edilmesi
takip etmiştir. 1964 yılında Şerif Hetata ile evlenmiş ve o yıl oğlu Âtıf doğmuştur.
1973-1978 yılları arası yazar olarak edebiyat ve bilim enstitüsüne hizmet etmiştir.
Aynı yıllarda Ayn Şems Üniversitesi’nde nörotik hastalarla ilgili çalışmalarını
yürütmüştür. Politik baskılar ve tehditler nedeniyle 1993 yılında Mısır’ı terk ederek
Duke Üniversitesi’nde çalışmalarına devam etmiştir.
es-Sa‘dâvî’nin hiç eğitim almamış babaannesinin muhtara karşı “biz köle
değiliz. Allah adaletlidir. İnsanlar bunu bir sebep üzerine öğrenirler”126 sözleri,
hayatında boyun eğmemenin önemli örneklerden biri olmuştur. Aynı etkili
örneklerden biri de annesinin babasına karşı ‘bana bağırma hakkını kendinde gören
bir adamla yaşamaktansa kapı kapı dolaşıp çamaşır yıkamayı tercih ederim’
sözleridir. Küçük yaştan itibaren es-Sa‘dâvî’nin hayatında aslında her insanda olduğu
gibi, yaşanan her an, duyulan her söz düşünce yapısı ve kişilik oluşumunda önemli
etkilere yol açmıştır. es-Sa‘dâvî yaşadığı ilk ayrımcılık örneğini şöyle aktarıyor:
“Bana okumayı öğreten annemdi. Yazdığım ilk kelime ismim Nevâl’di… İsmim
benim bir parçam haline geldi. Sonra annemin ismini öğrendim ‘Zeynep’. İsmimin
yanına onun adını yazdım. Onun ismi benimkinden ayrılmaz hale gelmişti. İkisinin
yan yana duruşunu ve anlamlarını sevmiştim. Annem her gün bana yazacak yeni bir
kelime öğretiyordu. Annemi babamdan daha çok sevdim. Babam annemin adını
benimkinden ayırdı ve yerine kendisininkini yazdı…”127 Nevâl es-Sa‘dâvî, gerçek
isminin Nevâl Zeynep olduğunu, Arap toplumunda isimden sonra gelen baba soy
adının yerine annesinin adını kullanmayı tercih ettiğini belirtmiştir. Bunu -esSa‘dâvî- dedemin adı, benimle ilgisi yok diye ifade etmiştir.128
125
Nevâl es-Sa‘dâvî, Te‘allemtu el-ḥub, Beyrut, Dâru’l-edeb, 1989.
Nevâl es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, The Early Life Of Nawal El Saadawi, Translated by Sherif
Hetata with A Foreword by Bettina Aptheker, Zed Books, London&New York, 2009, s:x.
127
es-Sa‘dâvî, a.e., s.1.
128
Newson-Horst, The Essential Nawal El Saadawi A Reader, s. 7.
126
132
Hayatı zorluklarla ve mücadele ile geçen es-Sa‘dâvî, bu gücü annesinden
aldığını “beni ayakta tutan (gücün omurgası) annemin bana gençken söyledikleriyle
inşa olmuştu. ‘Nevâl’i ateşe at, yaralanmadan çıkar’. Bunu duyduktan sonra
tehlikelerin içine cesurca yürüyebildim. Belki de bu yüzden birçok kere ölümden
döndüm”129 sözleriyle ifade etmiştir. Annesinin hayatındaki önemini her fırsatta dile
getirmiştir. Eğitimine devam edip doktor olabilmesini, 10 yaşlarında evliliğe karşı
mücadele ederken, etrafındaki nefret dolu gözlere karşı mücadelesini ve cesaretini
annesine borçlu olduğunu belirtmiştir. Annesi kadar kişiliğinde etkili olan babası ile
ilgili şunları dile getiriyor: “Bu vatansever, cesur, kimseden ne müdür, ne kral, ne
hükumet, ne İngilizler, ne de Kafr Talha’daki muhtardan korkmayan adamın
kızıydım. Allah’ın yüceliğinden başka kimseden korkmuyorum!”130 es-Sa‘dâvî, 29
yaşındayken annesini kaybetmiştir. Kadınların hakları için mücadele edeceğine dair
annesine söz verdiğini de ifade etmiştir.
Nevâl es-Sa‘dâvî, kadın olmanın tamamıyla utanılacak bir şey sayıldığı,
içinde bulunduğu kendi toplumunda, kadın olarak yaşamanın savaşını vermiştir. Bir
yandan doktor, bir yandan yazar, bir yandan sömürge karşıtı eylemci ama her zaman
ülkesine âşık ve oraya ait olmaktan gurur duyan bir kadın olmuştur. Ülkesinde
yaşadığı sorunların ve hapse atılışının sebebini düşünmek ve yazmak olarak dile
getirmiştir. Küçüklüğünden beri “Sitt el-Hacca”* ve “Gazalı Kadın”** kahramanlık
ve cesaret verici hikâyeleri ile büyümüştür.
Nevâl es-Sa‘dâvî ilk olarak “Muharrem Bey” kız okulunda okumuş daha
sonra annesinin de büyük desteği ile eğitimine devam etmek üzere Kahire’ye
gitmiştir. Eğitim konusu annesi kadar babası için de büyük önem taşımaktaydı.
Çünkü babası, ancak aldığı eğitim sayesinde fakir çiftçi sınıfından orta sınıfa
yükselebilmişti. Nevâl es-Sa‘dâvî eğitim için gittiği Kahire’de önce halasının,
ardından da amcasının ve son olarak da vefat eden dedesinin evinde kalmıştır. Bu
süreç içinde sağlık sorunları yaşamış fakat kendi ifade ettiği şekliyle iri ve sağlam
129
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 3.
es-Sa‘dâvî, a.e., s. 81.
*
Babaannesi, cesaretiyle örnek olmuş bir kadın
**
Devletin bir uzantısı ve temsilcisi olarak görülen bekçiye tokat atmasıyla kahraman olan kadın.
130
133
kemikleri onu ayakta tutmaya devam etmiştir. Bu güçlü kemikleri sayesinde ondan
izinsiz çantasını karıştıran ve onu öpmek isteyen Memduh131 amcasına karşı
çıkabilmiştir. Benzer bir durum da tren istasyonunda meydana gelmiş, çocuğun biri
dirseğiyle göğsüne vurmuş, aynı hızla kendisi de kitap dolu çantasını çocuğun
kafasına geçirmiştir. Yaşanan bu olay “Tarzan ailesi üyesi” diye adının çıkmasına
neden olmuşsa da erkeklerle arasına mesafe koyabilmeyi başarmıştır. Dedesinin
evinde daha çok mutsuz anı biriktirmiştir. Sadece kendisi değil evin diğer üyeleri de
askerî bir disiplinle yönetilen bu evde hep hüzünlü olmuşlardır.
Okul hayatı her zaman üstün başarılarla doludur. Ortaokullarda matematik
öğretmenliği yapmak için eğitim bakanlığından burs kazanmış fakat bursun karşılıklı
olması ve şartlara bağlanması sebebiyle bursu kabul etmemiştir. Kendisinin
başarılarına rağmen erkek kardeşinin başarısızlığı karşısında, babasının mutlu olup
olmadığını ve hayallerinin erkek evlattan kız evlada doğru yön değiştirip
değiştirmediğini düşünmüş, bu düşüncelerini şu ifadelerle dile getirmiştir: “Ailemin
gelinlik giymem hayali, avukat cübbesi, beyaz doktor önlüğü, ya da profesör ve
yazarların giydiği kıyafetleri giymem hayaline dönüştü. Bu onların yaşamlarının
umuduydu. Onların büyük hayallerinde kardeşim Ta’lat vardı fakat onun tekrarlayan
başarısızlığı yerini hayal kırıklığına bıraktı. Bu hayal kırıklığı kızlarının başarısı ile
yeni umutlar açtı. Şans bana döndü.”132
es-Sa‘dâvî ortaokul yıllarında ilk gösteriye katılışını şöyle anlatmıştır: “bir
sabah onun (arkadaşı Samia) yüksek sesle, “yarın sabah bütün okulun katılacağı
büyük bir gösteri olacak. Vatansever bir gösteri olduğu için okulumuz bu gösteriye
katılmalı” diye bağırdığını duyduk.”133 Bu çağrı üzerine hazırlıklara başlandı ve esSa‘dâvî ilk saflarda yerini aldı. Fakat daha sonra bu gösteri ile birlikte Samia’nın
arkadaşı olamayacağını öğrendi. Çünkü Nevâl es-Sa‘dâvî’yi hükümet yetkililerine
karşı ve temsilci sıfatıyla tek başına bırakarak gözden kaybolmuştur. Okulun
öğrencilerini kışkırtmak ve elebaşı olmak sebebiyle okul müdiresi tarafından
131
Üniversite öğrencisi olan amcası, zayıf, çelimsiz, kültürel birikimi olmayan, kız peşinde koşmaktan
başka bir şey bilmeyen para babası. Ayrıntılı bilgi için bkz.: A Daughter of Isis, s. 211.
132
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 252.
133
es-Sa‘dâvî, a.e., s. 270.
134
cezalandırılmak üzere olan Nevâl es-Sa‘dâvî, babasının gelişi ve verdiği yüksek
rütbeli bir isim aracılığı ile hemen affedilmiştir.
es-Sa‘dâvî en yüksek puanla okulu bitirmişti, edebiyat okumak istiyordu fakat
ailesinin de arzusu doğrultusunda tıp okumaya karar vermişti. Çünkü tıp eğitimi
ailesinin saygı duyduğu alanlardan biriydi ve erkek olan kardeşine göre dezavantajlı
durumunu böylelikle değiştirebilir, ailesinin ona da saygı duymasını sağlayabilirdi.
Üniversite eğitimi için edebiyata olan düşkünlüğüne rağmen tıp fakültesi seçmiştir.
es-Sa‘dâvî, diğer kızlar tırnakları bozulacak korkusuyla eline neşter almazken yine
aksini yapıyor ve deneyimli bir doktor adayı olarak yetişiyordu. Mezuniyetinden
sonra bir köyde çalışmaya başlamıştı fakat ataerkil sistem ve gelenek-göreneklere
karşı kadınları kışkırttığı gerekçesiyle sürgünlere gönderilmişti. Son olarak eşiyle
birlikte Carolina’yı yurt edinmiştir.
Nevâl es-Sa‘dâvî, kendi toplumunda olduğu kadar batı toplumunda da ünlü,
örnek bir Arap yazar olarak tanınmaktadır. Bu tanınma, es-Sa‘dâvî’nin çok ülke
ziyaret edip gezmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca bir süre Birleşmiş
Milletlere bağlı olarak çalışmış, Afganistan Addis Ababa kadın programının başında
bulunmuş, Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu’nun Batı Asya
programını hazırlamıştır.134 es-Sa‘dâvî, sesini çıkar(a)mayan kadınlara örnek olmuş,
hükümet yönetimi de dâhil olmak üzere herkese karşı düşüncelerini savunmuştur.
Dinin baskı unsuru olarak kullanılmasına ve bağnazlığa karşı mücadele etmiştir.
Eserlerini yazarken daha geniş bir kitleye ulaşmak için aşırı edebî veya bilimsellikten
uzak, halkın aşina olduğu bir dil ve yine halkın aşina olduğu terimler kullanmıştır.
Eserlerinde, basit kelimeler, kısa-öz cümleler ve kısa paragraflar tercih etmiş, bu da
eserlerine köşe yazısı havası vermiştir. Eserlerinin kurgusal olmayanlarında edebi
tarzları çok iyi bir biçimde harmanlamış, eleştirel analiz, bilimsel eser, tartışma, sicil,
anekdot ve otobiyografileri yan yana sıralamıştır. Okurlarına bir doktorun özgüveni,
bir eylemcinin şiddeti, bir tanığın güvenilirliği ve kendisi de yaralı bir kadının
134
Amal Amireh, “Wiew Point-Framing Nawal El-Saadawi: Arab Feminism in a Translational
Worl(Bakış Açısı-Tüm yönleriyle Nevâl es-Sa’d’avî-Milletler Üstü dünyada Arap Feminizmi)”,
Journal of Women in Culture and Society 2000, vol.26, no.1, Autumn 2000, s. 218.
135
anlayışıyla hitap etmeyi başarmıştır.135 es-Sa‘dâvî eserleri ile modern Arap
edebiyatında feminist romanların temelini sağlamlaştırmıştır. Hikâye, roman, fikir,
eleştiri ve tıp gibi çok geniş yelpazeli bir alanda yetmişten fazla eser veren yazar esSa‘dâvî, toplumu şekillendirme arzusuyla eserlerinde toplumsal sorunlara sıklıkla yer
vermiştir. es-Sa‘dâvî’nin birçok kitabı ve yazıları toplum için tehlikeli bulunduğu ve
tartışmalı olduğu düşünüldüğünden Mısır’da basımına izin verilmemiştir.
İlk kitabı el-Mer’etu ve’l-cins (Kadın ve Seks) 1971 yılında yayımlanmış ve
çok ses getirmiştir. Kitabın gördüğü bu ilgiyi, içeriğe bağlamıştır. Kitabında kadına
fiziksel ve ruhsal her türlü şiddete karşı çıkmıştır. Kadın sünneti ve kadına yapılan
her türlü cinsel baskının nörolojik rahatsızlıklar sebebi olduğunu belirtmiştir.
Feminist edebî kişiliğinin yanı sıra etkili ve cesur siyasi söylemleri İslâmi kurumlar
tarafından hedef alınmasına neden olmuştur. 2001 yılında İslamcı muhafazakâr
kesimler, es-Sa‘dâvî’nin söylemleri ve yazılarının İslâmi sınırları aştığı gerekçesiyle
eşi Şerif Hetata ile evliliğini bozması için mahkemeye vermişlerdi. Ancak dava,
insan hakları örgütlerinin uluslararası protestoları sonucunda düşmüştür. İlk kitabının
ardından 1973 ve 1976 yılları arasında Ayn Şems Üniversitesi tıp fakültesinde kadın
ve nevroz üzerine çalışmalar yürütmüştür. Hapishane ve cezaevlerindeki kadınları da
kapsayan araştırması gerçek bir hayat hikâyesi olan ve hapishanede tanıştığı
Firdevs’in hayatını anlattığı Sıfır Noktasındaki Kadın kitabına kaynaklık etmiştir.
Daha sonra 1977 yılında Arap kadınları, muhafazakârlık, kadın sünneti gibi konuları
ele aldığı Havva’nın Örtülü Yüzü isimli eseri yayımlanmıştır. 1979-1980 yıllarında
Birleşmiş Milletler Afrika ve Orta Doğu kadın danışmanlığını yapmıştır. Bu
yıllardan sonra kadın özgürlükleri özellikle de zihinsel özgürlükleri için mücadele
etmiştir. es-Sa‘dâvî’nin yazıları ve eylemleri meslekî olarak işsiz kalmasına hatta
hapse girmesine neden olmuştur. 1983 yılında hapishanedeki anılarını kaleme aldı ve
Muẕekkerâtun fî sicni’n-nisâ adlı eseri yayımlandı. Yazarın hapiste ve sonrasında
devam eden cesur mücadelesi tehditler almasına da sebep olmuştu. Aynı yıl
İmraâtâni fî imraâ isimli eserini de kaleme alan es-Sa‘dâvî, üniversite eğitimi için tıp
fakültesinde okuyan, içinden gelen sese kulak verip zamanla kendi kararlarını almaya
başlayan Behiye’nin hikâyesini anlatmıştır.
135
Amireh, a.g.e., s. 231.
136
Nevâl es-Sa‘dâvî, Enver Sedat döneminde hükümet ve yönetime karşı
eleştirileri nedeniyle hapse atılmış ve iki ay Kanatır Cezaevi’nde kalmıştır.
Hapishanede kaldığı bu dönemde yazmaya devam etmiştir. Görevlilerden kâğıtkalem istemesi üzerine kendisine silah vermeyi teklif ettiklerini, yazdıkları sebebiyle
orada olduğunu hatırlattıklarını belirtmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî, göz kalemi ile sigara
ve tuvalet kâğıdına yazarak daha sonra anılarını kitaplaştırmıştır.136 1982 yılında
tahliye edildikten sonra Mısır’ın ilk yasal ve bağımsız feminist örgütü olan (AWSA)
Arap Kadınlarının Dayanışma Birliği’ni kurmuştur. Birliğin amaçlarını, slogan
haline gelen, aklın üzerindeki örtüyü kaldırma, bilgi ve kadınlar arasında dayanışma
güçtür, ifadeleri açıklamaktadır. Kadınların toplumsal yaşamına etkin katılımı için
çalışan birlik, 1991 yılında I.Körfez Savaşı’na karşı çıkması sebebiyle hükümet
yetkilileri tarafından yasaklanmıştır.137
Bir tıp doktoru olması ve düşüncelerini bilimsel kanıtlarla savunması ile öne
çıkan Nevâl es-Sa‘dâvî’nin, kendisinden önceki feminist kadınlardan farkı cinselliği
ele alış tarzıdır. Daha önceleri fakir kadınların hayat kadını olması ve bu şekilde
cinsel istismara maruz kalması üzerine odaklanan feminist mücadeleleri daha
kapsamlı ve geniş bir açıdan ifade etmiştir. Kadına sadece hayat kadını olarak değil
aile içinde, sosyal hayatta ve dini hükümlerin kullanılarak yapıldığı istismarlardan
bahsetmiştir. Din adamlarının kadınlara eşitsiz davranmalarını eleştirmiştir. esSa‘dâvî çok cesur bir şekilde; cinsel hâkimiyetin ve kadının suistimâl edilmesinin,
erkeklerin sorumluluğunda olan ve toplumun sürekli olarak bu mesuliyeti kadına
yüklediği ahlâk kavramına ışık tutmuştur. Şeytanın Masumiyeti adıyla Türkçeye
tercüme edilen eseri Cennet ve İblîs ataerkil düzenin ve kadına uygulanan baskının
eleştirilip değerlendirilmesidir. Kadın istismarı ve dinin kullanılışına da değinmiştir.
Kapitalist düzenin bir sonucu olarak kadın vücudunun reklam ve yazılı medya
aracılığı ile kullanılması başta olmak üzere emperyalizm karşıtı söylemlerde
bulunmuştur. Sömürgeciliğe sadece meydanlarda savaşarak değil yaşayış olarak da
karşı çıkılması gerektiğine vurgu yapmıştır. Makyaj malzemeleri, kot vb. giysilerin
de sömürgeci tutumun bir yansıması olduğunu dile getirmiştir.
136
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Nevâl es-Sa‘dâvî, Memoirs From The Women’s Prison, Çev. Marilyn
Booth, USA, University Of California Press, 1995.
137
bkz.: yuk. s. 114-115.
137
Nevâl es-Sa‘dâvî, eserleriyle Mısır’da kadınlara ve feminizme yeni ufuklar
açmıştır. Tarihsel olarak ikinci dalga feminizm ile özdeşleşen es-Sa‘dâvî, sosyal,
ekonomik ve kültürel köklü değişimler olmasını arzulamıştır. Günümüzde Mısır’da
da yaşanan Arap Baharı hakkında çocukluğundan beri hayali olduğunu dile
getirmiştir. Badran’ın da ifade ettiği gibi; Doktor es-Sa‘dâvî, kadınlara uygulanan her
türlü baskıya ve özellikle cinsel çifte standarda karşı çıkmıştır. Mısır’daki pek çok
kadını bilinçlendirilmesini sağlamıştır. Çalışmalarıyla bir dönem kadın öğrencilerde
demokratik oluşum bilincinin yükselmesine katkıda bulunmuştur. Ancak kendisi,
tabu olan bir alana girdiği için yoğun eleştiriler almıştır. Yanlış anlaşılmalar sonucu,
es-Sa‘dâvî feminizmi kadınların ahlaksızlığını desteklemek ve dini sınırlardan
çıkmakla ilişkilendirilmiştir. Dahası, feminizm hareketi başlı başına bunlarla
algılanmaya başlanmıştır. es-Sa‘dâvî, cinsel istismarlara dikkat çekerken; yeni doğan
İslamcı hareket örtünmeye geri dönüşü savunarak kadınların zayıf ve aynı zamanda
tehlikeli cinsel varlıklar olmaları üzerine vurgu yapmıştır. İslamcılar ve diğer
muhafazakârlar feminizmi cinsel özgürlükle ilişkilendirmişlerdir ve bu ilişki hâlâ
daha kırılamamıştır. Feminizm Mısır’da halen aşırı uç bir hareket olarak
görülmektedir. Bu tutumda es-Sa‘dâvî’nin etkin bir rolü olduğunu söylemek
mümkündür. Eserlerinde seçtiği kahramanlar ve olay örgüsü, Mısır’daki feminizm
algısında etkili olmuştur. Ancak es-Sa‘dâvî’nin eserleri ve cesur kişiliğinin Mısır
feminizminin uluslararası düzeyde tanınmasında ve duyulmasında da önemli bir
işlevi olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu sonucun karşılıklı bir etkileşim ile
sağladığı yararlar çoktur. Farklı ülkelerdeki kadınların ve sorunlarının çözümü için
ortak bir hareket takip edilip, büyümesi ve güçlenmesine katkıda bulunabilir.
Nevâl es-Sa‘dâvî, tüm dünyada tanınan bir feminist yazardır. Eserleri geniş
bir okuyucu yelpazesine sahiptir denilebilir. Bu ilginin, eserlerinde ele aldığı ve
incelediği konuların, kadın bir doktor tarafından ve bilimsel yöntemlerle
açıklamasından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Nevâl es-Sa‘dâvî, Mısır
toplumuna karşı ifadeler kullandığı ve diğer feminizm savunucularından farklı bir
noktaya vurgu yaptığı için dikkat çekmiştir.
138
Mısırlı yazarın eserleri kurgu bakımından ele alındığında belirli konular
üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Kadın kahramanlar, toplumda uygulanan ezme
biçimlerine nasıl ve ne ölçüde maruz kaldıkları yaşanmış örneklerle okuyucuya
sunulmuştur. Eserlerde görülen uzun mekân tasvirleri ruhsal durumlarla ilgili olarak
değişiklikler göstermektedir. Romantizm etkilerinin görüldüğü bu tasvirlerde olumlu
bir hava veren doğa tasvirlerinin yanı sıra olumsuzluk ifade eden karanlık tasvirleri
de yer almaktadır. Roman sanatının tarih, sosyoloji, psikoloji ve felsefe gibi çeşitli
disiplinlerin bir bileşimi olduğunu ifade eden Mehmet Tekin, tasvir ile daha da
güçlendiğini ileri sürmüştür.138 Burada es-Sa‘dâvî’nin tasvir yoluyla okuyucuyu
metnin içine çekme arzusu olduğu söylenebilir. Kadın kahramanların ele alınışında
bir esas gözetilmiştir. Kadın, sosyo-kültürel hayat ve ekonomik koşullar içinde ahlakî
bir
sorun
olarak
algılanmaktadır.
Bu
bağlamda
es-Sa‘dâvî
eserlerinde
metinlerarasılığı görmek mümkündür. Bu duruma, Kadının Cennette Yeri Yok’ta
öldükten sonra eşlerin cennette buluşacağı inancına ve erkeklere vaat edilen
hurilere139 gönderme yapılması örnek olarak gösterilebilir. “Kendini tabutun içinde,
ipek bir kefene sarılı buldu. Cenaze töreninin ardından annesinin kurt ulumasını, ya
da tren düdüğünü andıran feryadını duydu: “Cennette kocanla buluşacaksın
Zeynep…” … Kapı kapalıydı. Yavaşça elini uzatıp kapıyı itti. Yatağın dört direğini
ve direklere asılı perdeyi gördü. Ortada geniş bir yatak, yatağın üzerinde de damat
gibi oturan kocası vardı. Kocasının sağında bir kadın vardı. Solunda bir başka
kadın. İkisi de beyaz tenlerini ortaya seren şeffaf elbiseler giymişlerdi, gözleri
hurilerin gözleri gibi ışık doluydu. Kocasının yüzü ona dönük değildi, demek ki onu
görmemişti. Eli hâlâ kapının üzerindeydi. Kapıyı arkasından çekerek kapattı. Kendi
kendine: “siyah bir kadının cennette yeri yok,” diyerek dünyaya geri döndü.”140
Nevâl es-Sa‘dâvî, eleştirilerinde dini kuralların ataerkil fonlar olduğunu sürekli
vurgulamıştır ve bununla ilgili eserlerinde bu durumu kanıtlar nitelikte atıflar ve
göndermeler yaparak metinlerarasılığı kullanmıştır.
138
Mehmet Tekin, Roman Sanatı I: Romanın Unsurları, 10. bs.,İstanbul, Ötüken Neşriyat, 2012,
s.225-226.
139
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Nevâl es-Sa‘dâvî, Kadının Cennette Yeri Yok, s. 99-106.
140
Nevâl es-Sa‘dâvî, Kadının Cennette Yeri Yok, Çev. Begüm Kovulmaz, Esin Eşkinat, 2. bs.,
İstanbul, Everest Yayınları, 2008, s.104-106.
139
III. BÖLÜM
3. DUYGU ASENA VE NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’NİN FEMİNİZM
İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ
Feminizm; kadın haklarından biri olan eğitim konusu üzerinde önemle
durmuş ve bu konunun ayrıntılı olarak tartışılmasına yol açmıştır. Eğitim konusu bu
çalışmamızı oluşturan iki yazarın da irdelediği sorunların başında yer almaktadır.
Duygu Asena ve Nevâl es-Sa‘dâvî eğitim ile ilgili benzer görüşleri savunmaktadırlar.
Asena, eğitim yoluyla meslek sahibi olabilecek kadınların ekonomik özgürlüğe
kavuşarak bağımsızlıklarını da elde edebileceklerini ve bunun önemini vurgulamıştır.
es-Sa‘dâvî ise bununla ilgili olarak görüşlerini dile getirirken öncelikle babasından şu
ifadeleri aktarmıştır: “Parlamentoda zorunlu eğitime karşı olan üyeler vardı. Paşa
Badraoui Ashour adında biri parlamento oturumunun birinde ayağa kalkmış sesini
yükselterek ”Beyler, ücretsiz eğitim mavi gallebeyalıları ütülü kıyafet giyen
insanlara çevirir. Eğer köylülerin çocukları eğitilirse, kazma kürek tutmak zor
gelmeye başlayacaktır” demiştir. Başka bir paşa Waheeb Doss da: “Fakir
çocuklarını eğitmek sosyal açıdan çok tehlikeli ve psikolojik isyanlara sebep
olacaktır” diyerek bu görüşe katıldığını belirtmiş, üçüncü paşa Ta’lat Harb da “
eğitim ufku açar ve bu ülkeye ve hükümete tehlike oluşturur.”1
Nevâl es-Sa‘dâvî eğitime önem veren bir babanın kızı olarak yetişmiştir.
Çünkü onun babası da eğitim sayesinde köyde çiftçi olarak yaşamamış ve saygınlık
kazanmıştır. Fakat Mısır’da halkın genel eğilimi erkekleri okutup, kızları kaderine
terk etmek biçimindedir. Mısır’daki bu eğitim sistemini eleştiren es-Sa‘dâvî, örtünme
ile eğitim arasında bir ilişki kurarak bu konudaki görüşlerini belirtirken, peçenin
Kur’an-ı Kerim’de yer almadığını ifade etmiş, Mısır’daki eğitim sisteminin, aklı ve
mantığı peçelemeye yönelik olduğunu ve bunun engellenmesinin gerektiğine dikkat
çekmiştir. Burada Mısır’ın çok önemli ve etkili bir kurumu olan el-Ezher’in söylediği
“peçe takmak dini bir gerekliliktir” ifadesinin de dinî değil siyasi bir açıklama
olduğu görüşündedir.
1
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 101-106.
140
es-Sa‘dâvî’nin feminizm anlayışı bazı yönleriyle diğer Mısırlı feministlerden
farklılıklar göstermektedir. ‘Feminizm, ataerkil güçlere ve sınıf baskısına karşı
mücadele etmektir’ görüşünü savunan es-Sa‘dâvî, sömürgeden kurtulmuş bağımsız
bir ülkede yaşamanın önemine değinmektedir. Mısır’daki çoğu kadının feminizmi
yanlış anladıklarını, onlara göre feminizmin erkek egemenliğine karşı çıkmaktan
ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Hâlbuki es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’l-ġurbe (Kadın ve
Gurbet) adlı eserinde de belirttiği gibi peçe ya da cilbâb* ne inanışın ne de Arap
kültürü ve karakterinin bir parçasıdır. Makyaj yapan, dar kotlar ve topuklu ayakkabı
giyip aynı zamanda peçe takan kadınlarda farkındalık eksikliği olduğunu, bu
kadınların da sömürgenin bir parçası ve tüketim kültürünün esiri olduklarını ifade
etmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin, İslâm ve kadın konusuna bakışını ataerkil düzenin
sonuçları bağlamında açıklamak mümkündür. Üç semavi dinin de ataerkillik
paydasında birleştiğini ifade etmektedir. Buradan yola çıkarak İslâmiyet bir din
olmasının ötesinde tarihsel bir süreç ve toplumsal bir olgudur. es-Sa‘dâvî’nin
feminizm görüşü, bu düşüncelerin ötesinde Arap kadınının İslâmiyet ile değer
kaybetmesi ya da yüceltilmesi haricinde ekonomik, sosyal, siyasal ve tarihsel
bağlamda ve kendi şartları içinde değerlendirilmesi yönündedir. Bununla birlikte
yazar, kadının iki türlü sömürüye maruz kaldığını dile getirmektedir. Birincisi
bedenen sömürü, diğeri ise sınıfsal olarak erkekler tarafından sömürülmeleridir.
es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde, genel olarak fakir kadınların sömürüye maruz
kalmasını ve bu kadınlar üzerinde kurulan baskıyı görmek mümkündür. Kendine has
üslubuyla ve açık bir şekilde yaptığı dine ve Arap toplumuna dair eleştirileri, onu
diğer feministlerden ayıran en belirgin özelliklerinden biridir. Mısır’daki geleneksel
feminizm anlayışının, orta ve elit sınıfa ait kadınların çıkarlarının korunmasına
yönelik yürütüldüğünü ileri süren es-Sa‘dâvî, ilerici görüşe sahip gruplar arasında
ayrılıklar olduğunu, ülke çıkarları için bu grupların birleşmeleri gerektiğini de
belirtmiştir. Ayrıca Enver Sedat döneminde takip edilen reformlar yerine toplumun
yeniden yapılandırılması ve tam özgür kılınmasına yönelik bir feminizmin
gerekliliğini savunmuştur. Sömürgeden arındırılmış özgür bir toplum ifadesinden
hareketle es-Sa‘dâvî, kendi feminizm görüşü içinde toplumsal kimliğin de
*
Bir tür örtü, çarşaf, elbise.
141
korunmasından yana bir tavır sergilemektedir. Örneğin; Arap dili toplumsal bir
kimliktir ve ciddiyetle korunması gerekmektedir. Kendini Mısır ve Arap toplumunun
insanlarını eğitmeye adayan es-Sa‘dâvî, Arap dili ile ilgili, bu dili bir eğitim aracı
olarak gördüğünü dile getirmiştir. Bu nedenle de eserlerini Arapça yazmaktadır ve
sonradan bu eserlerin diğer dillere çevirileri yapılmıştır. Dinî ve siyasi çekişmelerin
bir kenara bırakılıp, kadınların da eğitildiği bir toplumda aslî köklere sahip çıkılması
çok önemlidir. Felsefe, tarih ve din bilimleri konusunda herkes gerçek bilgi sahibi
olmalıdır. Burada es-Sa‘dâvî’nin asıl vurgulamak istediği yine sömürgeciliğe karşı
çıkan bir hareket olması gerektiğidir. Çünkü ahtapota benzer şekilde yayılan ve her
şeyi kapsayan küreselleşme ve Amerikan sömürgesi, silahlanmadan sinema
sektörüne, dizi filmlerden doğum kontrol haplarına kadar büyük bir pazar halini
almaktadır. Bu durum da bütün ülkeleri, ekonomik üretimlerini yok etmenin yanı sıra
kültürlerini ve bağımsız kimliklerini de yok etmeye yönelik olarak tehdit etmektedir.2
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre Arap toplumunda kadın kadar erkek de
baskı altında ve yoksunluk içindedir. Kadının özgürleşmesi kadar erkeğin
bağımsızlığı önem arz etmektedir. Çünkü toplumsal yaptırımlar ve süregelen âdetler
erkeği de bağlamaktadır. Bu da kendine güvensizliğe sebep olmakta ve kadına
yetememe duygusunu geliştirebilmektedir. Buna bağlı olarak kadının başka erkeklere
ilgi duyabileceği fikri ve endişesi erkeklerde sıkıntılara yol açmaktadır. 3 Yunan bir
şairin bir hayat kadını için yazdığı şu beyit bu durumu açıklamaktadır:
-altı kuruşa satın alıyorum seni ey Atina’nın baştan çıkarıcısı
-kollarında ne korku, ne darlık ne de sıkıntı hissetmiyorum4
Duygu Asena, kadını toplumsal bir bağlam içinde sosyal rolleri ve görevleri
bakımından ele alıp bir roman kahramanı veya kişisi olarak okuyucuya sunmuştur.
Burada kadının değişen rolleri yine kadınlar üzerinden ve onların ağzıyla
aktarılmıştır. Kadının yaşadığı hissel yahut düşünsel tüm değişimler, toplumun
gündelik hayatı yaşayış şekliyle verilmiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî ise kadını, sosyal,
2
Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’l-ġurbe, Kahire, Dâru’l-me‘arif, (t.y), s. 14-15.
Nevâl es-Sa‘dâvî, er-Raculu ve’l-cins, s. 409-410.
4
es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti…, s. 412.
3
142
siyasal ve ekonomik sorunlarıyla ön plana çıkararak kadınların değişim taleplerinin
toplumun erkekleri tarafından ahlaki bir sorun olarak algılandığını ifade etmiştir.
Her iki yazar da kadınların güçlenerek eski kadın imajını yıkmalarından
yanadır. Buna örnek olarak kadının sömürülmesinin bir biçimi olan medyada
kullanımı ve cinsel obje olarak algılanması verilebilir. Kırmızı ruj ve topuklu
ayakkabı ile simgeleşen kadın bedeni çıplaklıkla birleşince, kadınla ilgili kalıplaşmış
yargıları pekiştirmektedir. Nevâl es-Sa‘dâvî, kadının ancak bilgi ve eğitimle kalıcı ve
olumlu yönde değişeceğini, giyim ve makyaj başta olmak üzere kapitalist sistemin
bir parçası olduğuna işaret etmiştir. Bu konuda Duygu Asena’nın eserlerinde
kadınlarının, bakımsız olduğunu söylemek zordur. Aşırıya kaçmayan ancak özenli
kadınlar oldukları, dış görünüşlerini önemsedikleri görülmektedir. Bu tür bir seçim
için Asena’nın özellikle güzel kadınları seçtiğini söylemek mümkündür. Çünkü
güzellik dikkat çekicidir. Herkes güzele sahip olmak ister, toplum olarak da erkekler
gözünden de güzel kadın önemlidir. Duygu Asena, Kadınca dergisini çıkardığı
yıllarda kadının cinsel obje olarak kullanılmasına karşı olarak birkaç girişimde
bulunmuştur. Derginin haberlerinden birisi, Amerika’da bir kulüpte kadınlara striptiz
yapan erkekler konu edilmiştir. Ayrıca “Playgirl” dergisinden bir haberle kadınlar
arasında bir haber yapılmıştır. Bu haberde kadınlara, çıplak erkek fotoğrafları
gösterilerek düşünceleri alınmıştır. Bu resimlere kadınların tepkisi, erkeklerin aksi
yönde cevaplar olmuştur. Bu noktadan yola çıkarak her türlü sömürüye dikkat
çekilmiş, karşı çıkılmıştır.
Asena ve es-Sa‘dâvî, feminizm konusunda büyük ölçüde kendi hayatlarından
örneklerle düşüncelerine yön vermişlerdir denilebilir. Her iki yazarın eserlerinde
kendi yaşadıklarından izler okumak mümkündür. Asena, Kadınca dergisini
hazırladığı yıllarda kendisine ayrılan bir sayfanın düşüncelerini ifade etmek için
yetmediğini fark edip yazmaya karar verdiğinde kendi hayatından hareket ettiğini
belirtmiştir. “Bir gün oturdum, işyerindeki bilgisayarda yazmaya başladım ve dedim
ki, kendi hayatımdan yola çıkacağım. Çünkü ancak kentli kadını yazabilirim.
Anadolu kadınını henüz bilmiyorum. Kentli kadını yazacağım; kentli kadının
ortalamasını ben zaten yaşadım… Buradan yola çıkıp, onu kurgulayacağım…
143
Anadolu’dan, büyük şehirlerden çalışan-çalışmayan, evli-bekâr her kesimden, yüksek
öğrenimli ya da değil, her kadın benzer sıkıntıları yaşıyordu. Onlara, “yalnız
değilsiniz, kurtulabilirsiniz!” ”5 duyguları, yazılarında ve feminizm mücadelesinde
etkili olmuştur. Bu noktadan hareketle Asena’nın, feminizm görüşü şekillenmiştir.
Kadınca dergisi yayım hayatı boyunca, her kesimden kadınla görüşmüş, farklı
hayatlardan benzer sorunları dinlemiştir. Bu sorunlar ortak yanı; baba, koca, patron
ya da diğerleriyle kadının maruz kaldığı gelenekten kaynaklanan ve gelenekselleşen
baskısıdır. Bu baskı durumundan kurtulmanın tek yolu olan itaat ve uyum, kadın için
vazgeçilmez ölçüt kabul edilmiştir. Kadının görevi hakkına düşenle mutlu olmak ve
her şeyi olduğu gibi kabul etmektir. Kadın hastalıkları ve kürtaj kadınlar için en zor
durumlardan; boşanmak ise bir eksiklik olarak kabul edilmektedir. Benzer sorunları
es-Sa‘dâvî eserlerinde de okumak mümkündür. Kadın cinselliği Mısır’da kadınların
önde gelen sorunlarından biridir. es-Sa‘dâvî’nin doktor oluşu nedeniyle birçok
kadınla görüşmüş olması ve benzer sorunları dinlemiş olması Asena ile benzerlik
göstermektedir. Mısırlı yazar, yazarak kadın bilinci uyandırmayı seçmiştir. Buradan
hareketle, Asena ile aynı görüşte denilebilir. Çünkü es-Sa‘dâvî, Asena gibi gerçekleri
göz önünde tutmak ve sorunlara dikkat çekmek istemiştir. Yazarların ikisi de baskın
olan adalet duyguları neticesinde haksızlıklara karşı çıkmışlardır.
Asena feminizm görüşünü açıklarken, hiçbir ideolojiyi benimsemediğini
belirtmiştir. Çünkü kadın olmak, herhangi bir yönetim biçimi ile ilgili ve bağlantılı
değildir. Ne sosyalizm ne de radikal görüşler kadınların sorununu çözemez, şeklinde
düşünmektedir. Kadınca dergisinin yayımı için araştırırken kadın ile ilgili pek çok
konuda bilgi sahibi olmuştur. Kadınlarla ilgili eşitsizlik, haksızlık durumlarının
yaygınlığını görünce bu konuyu daha güçlü savunmuştur. Bu arada es-Sa‘dâvî gibi,
bu konuda uzmanlaşmış ve öne çıkmaya başlamıştır.
Duygu Asena feminizm görüşü açısından kadını ele alış tarzı bireyselliği ön
plana çıkarır özelliktedir. Kadın sorunları toplumu ilgilendiren ve parçası olan
konulardır fakat Asena, kadınların kurtuluşunu bireysel gayret ve başarıya
bağlamıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî, Arap kadınının sorunlarını din, ahlak, siyaset, felsefe,
5
Emel, Coşkun, a.g.e., s. 117.
144
tarih, iktisat ile bedensel ve ruhsal sağlık olarak birçok konuyla ilintili ele almıştır.
es-Sa‘dâvî’ye göre kadın sorunu sosyal ve kültürel çeşitli alanlarla iç içedir. Ahlak,
temizlik ve din adına kızların ve erkeklerin sünnet edilmesini, komşularının kızının
bir adam tarafından kandırıldıktan sonra kendini yakmasını, evlilik dışı hamile kalan
kızın kendini nehre atmasını ya da düğün gecesi bekâretini ispatlayamadığı için
babası tarafından öldürülen kızın durumunu da bütün sosyal alanlarla bağlantılı
görmektedir. Ayrıca toplumun her alanında sevgiden söz edilirken, bir genç kız âşık
olduğunda büyük bir suç işlemiş sayılmaktadır.
3.1 DUYGU ASENA’NIN ESERLERİNDE İÇERİK
3.1.1 AİLE UNSURU
Kadının Adı Yok adlı eser ile başlayan ve bazı görüşlere göre elit feminizm
olarak da adlandırılan Duygu Asena’nın feminizmi, Türkiye’de yeni bir dönemi
açmıştır. Asena, bu eserde aile olgusunu, herkesin bildiği, çekirdek aile yapısında ele
almıştır. Muhafazakâr bir baba, babanın sözünden çıkmayan bir anne ve çocuk yaşta
cinsiyet ayrımcılığına maruz kalan iki kız evlat… Okuyucu bu eserde tipik bir baba
karakteri ile karşılaşmaktadır. Aslında bu eserde herkes ayrı bir tiptir. Fakat
kendisine dikte edilen ve anlamsız bulduğu kurallara karşı çıkıp sorgulayan evin
büyük kızı kahraman olarak okuyucuya sunulmuştur. Aile kavramı çerçevesinde
eseri incelediğimizde klasik bir Türk aile yapısı ortaya konulmuştur.
Bu eserde Asena, aile içi ilişkileri ele almıştır. Bunlardan biri babanın aile
bireyleri ile iletişimidir. Sert görünüşlü, otoriter bir baba, kendi kuralları ile eşini ve
kızlarını kısıtlamaktadır. Asena bu durumu şu ifadelerle aktarmıştır: “babam
hepimize, her şeyimize karışıyor. Anneme bile zaman zaman kızıyor. “geç kalma”
diyor, “nereye gidiyorsun, kaçta geleceksin, kaç lira harcadın, kaça aldın”6
Eserlerde anlatılan ailelerde, herkesin yaşamış olduğu bir hikâye konu edilmiştir. Tek
6
Duygu Asena, Kadının Adı Yok, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş, 64.
bs., 2008, s. 10.
145
otorite ve karar mercii babalar, başkalarına göre yaşayan, kendilerini feda eden
anneler ve annelerinin kaderini yaşayan kızları…
Asena genel olarak eserlerinde şehirde yaşayan aileleri ve o ailenin
kadınlarını
incelemiştir.
Bu
kadınlar
bazen
kendi
aralarında
çatışmalar
yaşamaktadırlar. Örneğin Aslında Özgürsün eseri, biri evli ve ev hanımı diğeri bekâr
ve iş kadını iki kadını ele almaktadır. Eserde klasik aile hayatını ve yalnız yaşayan
şehirli kadınların hayatlarını okumak mümkündür. Böylece farklılıklara dikkat
çekilmiştir. Aşk Gidiyorum Demez eserinde, kadının aile içindeki yükü ve rolü
üzerinde eleştiriler okumak mümkündür. Bu eserde de iki farklı kadının hayatı ele
alınmıştır. Asena eserlerinde biri evli diğeri bekâr kadını seçerek bilinçli bir vurgu
yapmıştır denilebilir. Bu sayede aile içi ilişkiler, toplumda yaşananlara benzer
şekilde okuyucuya verilmek istenmiştir.
Aile kurmak, Türk toplumunda yaygın olarak kullanılan ifadelerden biridir.
Paylaşıma dayalı bir birlikteliktir. Bireylerin sorumlulukları vardır. Fakat toplumsal
cinsiyet ayrımına göre aile içi görev ve sorumluluklar da cinsiyetlere uygun şekilde
kadın ve erkek arasında pay edilmiştir. Bu paylaştırmada en büyük pay kadına
düşmektedir. Erkekten evin geçimini sağlaması beklenirken, kadın bazı durumlarda
hem ev içi he de ev dışı sorumluluk almıştır. Yani kadının çalışıyor olması ev
yükünü azaltmamış aksine daha ağırlaştırmıştır.
3.1.2 BABA KARAKTERİ
Türk toplumunda ve aile yapısında babanın büyük bir önemi ve ayrı bir yeri
vardır. Sadece baba değil, ata olarak adlandırılan tüm büyüklerimiz değerlidir.
Cennet annenin ayakları altına serilmişken, babanın duası da bedduası da kabuldür,
denilerek babanın da önemi vurgulanmıştır. Geleneksel aile yapısı ve toplumsal
kurallar, babaya saygıya ayrı bir önem vermiştir. Sofrada başköşe ona ayrılmıştır.
Türk aile yapısında geniş aile bilinci ile genelde büyük sofralar kurula gelmiştir.
Misafirlerin katıldığı zamanlarda önce çocuklar yedirilmiş, misafire ve erkeğe ayrı
bir özen gösterilmiştir.
146
Asena, Kadının Adı Yok adlı eserinde babayı muhafazakâr bir baba olarak
seçmiştir. Baba, evin geçimini tek başına çalışarak sağlar. Kızları ve eşi için
görünmez sınırlar çizmiş, onları kısıtlayarak güvenliklerini sağladığını düşünmüştür.
Burada Asena’nın kendi özyaşam öyküsünden yola çıkarak muhafazakâr bir baba
seçtiği sonucuna varılabilir. Bir kadının hayatındaki ilk erkeğin babası olması
düşüncesinden hareketle, kadınların hayatları ve kişiliklerinde babalarının sözleri ve
davranışları etkilidir. Asena’nın babası da aşırı korumacı tavrı ile Türk aile yapısına
paralellik göstermekte ve eserdeki baba karakteri üzerinden eleştiriler yapılmaktadır.
Aynı eserde baba, küçük kızının gözünden güçlü olarak görülmektedir. Çünkü
paranın sahibidir. Babasının davranışlarını irdeleyen kız, bu durumu erkek olmaya ve
para kazanmaya bağlayarak, kadının ekonomik özgürlüğe sahip olmasının önemini
vurgulamıştır. “Babamın çok parası var, annemin yok, bizim de yok, hepimize babam
para veriyor. Sanırım parayı o verdiği için her şeye karışıyor, para çok önemli.”7 Bu
eserde baba, evin reisi konumundadır. Kızlarıyla ilgili her konuda baba karar
vermektedir. İlkokulda birlikte oturacağı sıra arkadaşının kim olacağına, hangi liseye
gideceklerine baba karar vermiştir. Onlara en uygun olarak özel bir kız lisesi
seçmiştir. Bu seçimde çeşitli faktörlerin etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Örneğin ailenin maddi durumu buna olanak sağlamıştır denilebilir. Ayrıca
muhafazakâr olması da önemli bir unsurdur. Son olarak da ailenin kızlarına
güvenmemesi sayılabilir.
Babanın kızları ile en büyük sorunu iletişim kur(a)mamasıdır. İletişim sadece
babalar ve kızlarının ilişkilerinde değil, toplumu oluşturan bireylerin tüm
ilişkilerinde vazgeçilemez bir unsurdur. Aşk Gidiyorum Demez adlı eserde
iletişimsizlik üzerine gelişen bir durum bütün ayrıntıları ile okuyucuya şöyle
aktarılıyor: Çocuğu ile ilgili titizlenen Selin, bakıcısına çocuğuyla alakalı her
durumdan haberdar edilmek istediğini belirtir. Kendisi çalışan bir annedir. Baba da
çocuğuna oldukça düşkündür fakat anne ve babanın çocukla ilgili önem arz eden
durum algıları farklıdır. Bakıcının evham yapıp anneyi araması, annenin iş
yoğunluğu üzerine durumdan babayı haberdar etmesi ve babanın da yetiştirmesi
gereken köşe yazısının öne geçmesi… Anne ve baba arasında geçen telefon
7
Asena, Kadının Adı Yok, s. 11.
147
görüşmesinin ardından anne, erkeklerin hiç bir şey olmamış gibi davranmalarını,
vurdumduymaz olmalarını ve bir durumdan diğerine kolayca ve iz bırakmadan
geçebilmelerini eleştiriyor.8 Kadınlar yaşadıkları olaylar karşısında erkekten aynı ilgi
ve tepkiyi bekliyorlar. Bu beklenti gerçekleşmeyince de kendilerinin şımarıklık
ettikleri düşüncesine kapılıyorlar. Böyle durumlarda anne-babanın ve çevredekilerin
tutumları da etkili oluyor. Aileler genelde yapıcı olmak adına iyi bir eş ve ilgili bir
baba olduğu yorumunu yapıyorlar.
Çocukların
gözünden
babaları
farklı
zamanlarda
farklı
açılardan
değerlendirilir. Bazen ailesi için çok çalışması fedakârlık olarak algılanır bazen de
çocuklarla çocuk olamadıkları, sevgilerini açıkça ifade etmedikleri için eleştirilirler.
Buna benzer bir örnek, Değişen Bir Şey Yok adlı eserde tüm açıklığıyla okuyucuya
sunulmuştur. “Belki de babalarımız trompet çalıp dans etselerdi, çocuklarını
kucaklamayı da bilirlerdi. Eğer babalarımız kendilerini erkeklik duygularının içine
hapsetmeyip bir şeyler bestelemeyi deneselerdi, evde hoplayıp zıplamayı küçüklük
saymasalardı, ortalıkta kucaklanmaya hasret, şefkat yoksunu bunca insan
birikmezdi.”9 Babalara büyükleri tarafından öğretilen bu davranışlardı. Üstelik bunlar
toplumdan öğreniliyor, anneler aracılığı ile pekiştiriliyordu. Soğuk yüzlü, asık suratlı,
sevip okşamayan, erkekliği duygularını belli etmemekte gören babalar…
Duygu Asena, aynı baba tipini Paramparça adlı eserinde de ele almıştır.
Kahramanın babası “…sıradan, eski Anadolu erkeklerinden, despot, soğuk, çok sert,
çocuklarını asla kucağına almıyor, sevip okşamıyor, konuşmuyor bile. Sevgisini
göstermesi ayıp gibi. Onu kahvehanelerde hatırlıyorum, yüzünü bile görmüyoruz
çoğu zaman. Hâlâ da bilemem, içinde bize karşı bir sevgi var mıydı, vardı da
gösteremiyor muydu?”10 Ebeveynlerin bu tavrı ilerleyen yıllarda çocuklarının
sorunlarının kaynağını teşkil edebiliyor. Zaten eserlerdeki kahramanlar, en çok baba
sevgisini göremediklerinden yakınıyorlar. Hatta böyle bir sevginin varlığından bile
8
Duygu Asena, Aşk Gidiyorum Demez, İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.
A.Ş., 2008, s. 42-46.
9
Duygu Asena, Değişen Bir Şey Yok, İstanbul, 43. bs.,Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık
Tic.A.Ş., 2007, s. 82-84.
10
Duygu Asena, Paramparça, 16. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.A.Ş.,
2012, s. 27-28.
148
şüphe duyuyorlar. Çocukluklarını bir yandan eksik yaşayan bireyler daha sonra bu
açığı kapatmak için karşılarına ilk çıkana gönüllerini ardına kadar açıyorlar.
Tecrübesizlik ve yoksunluk duygusu, bu kişilerin yanlış insanları tanıma ve ayırt
etme yetisini ortadan kaldırmada büyük rol oynuyor. İster kız ister erkek olsun her
çocuk için baba sevgisinin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Ebeveynler çocuklarının ilk
rol modelleridir.
Duygu Asena’nın eserlerinde baba karakteri genel olarak klasik Türk aile
yapısına uygun davranış rolleri sergilemişlerdir. Kızlar, otoriter babalarının
baskısından kurtulmak için evlenmeyi kurtuluş olarak görmüşlerdir. Evlenmeden
önce görmedikleri ve bilmedikleri baba sevgisini ne yazık ki evlendikten sonra
keşfedebilmişlerdir.
Babaların,
kızlarını
hedefleri
ve
istekleri
konusunda
engellemeleri, kızların ise tüm yasaklara ve kısıtlamalara rağmen bir üniversite
diploması sahibi olmaları, babaların yüzüne bir gurur olarak yansımıştır.
Kadının Adı Yok, Asena’nın ilk ve çok eleştiri alan eseridir. Bu eleştirileri
oklarına baba figürüne karşı hissettiklerini yazmasından dolayı maruz kaldığını ifade
ediyor. Asena, eserinde babasının arkadaşlarına karşı tavrını şöyle dile getiriyor:
“arkadaşlarımız hep bizim bahçeye geliyor. Kızları da erkekleri de çok seviyorum,
aralarında hiç ayrım yapmıyorum. Ama babam yapıyor… Babam gözlerini dikmiş
camdan dışarı, bize bakıyor. O kadar kızgın ki, bakışlarından ateş saçıyor, yüzü
maske gibi ve çok korkunç. Oğlanlar babamdan korkuyorlar. Kızlar korkmuyorlar
çünkü babam kızlara kızgın bakmıyor.”11 Babasının bu tavrı, çocuk zihninde anlam
veremediği sorular oluşmasına sebebiyet veriyor. Kitapta baba karakterine karşı
duyduğu öfkeyi dile getirmek için kullandığı ifadeler, Asena’nın belirttiğine göre
onun, babasından nefret ettiği için, aynı zamanda, tüm erkeklere nefret duyan biri
olduğuna dair etiketlenmesine yol açmıştır. Duygu Asena bu iddiaları kesin olarak
reddetmiştir.
Hastalığı döneminde biyografi olarak hazırlanan eseri Ben Duygu, Asena’nın
feminizmini anlamak için okuyucuya önemli mesajlar vermektedir. Sevgisini
göstermediği için eleştirdiği babasının, aile reisliği algısını şu şekilde dile getirmiştir:
11
Asena, Kadının Adı Yok, s. 7.
149
“pikaplar, teypler çıkar, ilk bize gelir. Saç kurutma makinası çıkar, ilk biz alırız…
Teyple oynarız. Bütün mahallenin çocukları bizde, müziği açar, mahalleye yayın
yaparız. Babam böyle şeylere her zaman olanak sağlardı, biz memnun olalım diye.
Ama hep böyle parasal mutluluklar. Yemekte eti, sebzesi, böreği, tatlısı, meyvesi
mutlaka olurdu. ”12 Daha önce değinildiği gibi, çocukluk döneminde anne-babadan
beklenen tek şey koşulsuz sevgi ve ilgidir. Fakat ataerkil toplumlarda bu durum çok
kolay değildir. Uzun yıllardır öğrenilen katı görünüşlü tavrın aşılması zaman
almıştır. Babalık ya da evin reisliği görevlerini yerine getirme koşulu, eksikleri
tamamlamak olarak görülmüştür. Bu arada sevgi ihtiyacı görmezden gelinmiştir. Bu
ifade ile çocukların sevilmemiş oldukları algısı kastedilmemektedir. Aksine sevginin
gösterilmemesi, tatlı bir söz söylenilmemesi, sıcak bir dokunuşun hissettirilmemesi
ifade edilmektedir.
Asena, Kadının Adı Yok ve Ben Duygu isimli eserlerinde, babaların
çocuklarını koruma ve kollama amacıyla aslında onları kısıtlayarak yalana
yönlendirdiklerini de ele almıştır. Her iki kitap yazardan da izler taşıdığı için kendi
hayatından örnekler ile süslenmiştir. Arkadaşlarının doğum günlerine gitmek için
kendi evlerinin üst katından telefonla aramaları, sadece kız kıza olacağız demeleri,
denize gidip balkonda yanmışız ifadeleri yasaklamalar sonucu babasına söylenen
yalanlardan bazılarıdır.
Eserlere konu edilen baba karakterlerinden biri, çocuklarla arasına görünmez
engeller koymuş, duvarlar koymuş, sevdiğini hiç göstermemiş ve korku yoluyla
saygı duymalarını sağlamış babalardır. Bu baba tipini özellikle Kadının Adı Yok ve
Paramparça isimli eserlerde okumak mümkündür. Annelerin aksine babalar,
sevgilerini bastırmış olarak okuyucuya verilmiştir.
3.1.3 CİNSELLİK
Cinsellik konusu ve bununla ilgili davranışların düzenlenmesi, toplumdan
toplumlara değişiklik göstermekle beraber belirli siyasi, sosyo-ekonomik, kültürel ve
12
Emel, Coşkun, Ben Duygu, s. 41.
150
dini kurallara bağlı bir tutum sergilemektedir. Yasalar ve dini hükümler, toplumsal
tabular, ülkelerin siyasi ve ekonomik durumları, kültürel birikimleri, bilimsel ve
teknolojik gelişmeler ve başka birçok etken, cinsel hayatın yaşanması ve
biçimlendirilmesinde rol oynamaktadır.
Modernleşme ve Müslüman toplumların batılılaşma çabaları, cinsel yaşamı
geleneklere bağlı yapısından ayıramamıştır. “Türkiye Cumhuriyeti’nde başlatılan
modernizasyon hamleleri, daha çok üst sınıflardan kadınlar için geçerli olsa da,
kadınların kamusal alana girişini kolaylaştırmıştır, ama kadınların cinsel
davranışlarına
yönelik
davranış
kuralları,
hareketliliklerine
getirilen
“içselleştirilmiş” kısıtlamalar için bir mekanizma olarak kullanılmaya devam
etmiştir.13 Modernizm ve feminizm savunucuları kadınlar, toplumun her alanında
eşitliği ele alsalar da cinsellikle ilgili genellikle kaçınarak, öteleyen ve erteleyen bir
tutum sergilemişlerdir. Müslüman toplumlarda kadının cinsel ve bedensel haklarının
önemi hususunda olumlu çalışmalar yapılmasına rağmen hala bir takım eksiklikler
görülmektedir. Buna bağlı olarak cinsellik denilince akla ilk gelen kavramlardan biri
“evlilik”tir. Cinsel hayatı, kurallarla ve baskı ile denetim altına alınan kadınların,
cinselliği evlilik kurumu dışında yaşaması uygun görülmemektedir. Burada bekâret
kavramı da önemli bir yer tutmaktadır. Modernleşen kadınlar ve onların modern
hayatlarına rağmen Türk toplumunda bekâret hala önemini ve değerini korumaktadır.
Ne kadar modern bir toplum olunsa da cinsellik perdesi, çevre ve sosyalleşme etkileri
ile öğrenildiğinden ve gelenekselliğin yaptırımından önemi korunmaktadır. Bu konu
dini olarak ele alındığında, İslâm Dini, kadını ve erkeği eşit tutmuş, her ikisine de
zina yapmayı yasaklamıştır. Fakat toplumda yaygın olan genel kanı, cinselliği kadın
ile özdeş kelime tutmakta, bütün denetimi kadın üzerinden sağlamaktadır. Kadınların
bedenleri ve cinsellikleri kendilerine değil ailelerine, aşiretlerine ya da topluma ait
görülmektedir. Kadınların değeri, cinsel isteklerini kontrol etmeleri ile erkeklerinki
ise yaşadıkları deneyimlerle anlam kazanmaktadır. Aslında cinsellik doğrudan ve
sadece ne kadınla ne de erkekle ilintilidir. Cinsellik, toplumla, toplumun kuralları ve
din ile anlam kazanmaktadır. Cinselliğin bu denli çok yönlü ve toplumla iç içe oluşu
13
İpek İlkkaracan, Gülşah Seral, Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, Çev. Ebru Salman,
“Kadının İnsan Hakkı Olarak Cinsel Haz: Türkiye’deki Bir Taban Eğitimi Programından Derlemeler”,
3. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2011, s. 198.
151
onu feminizm ile de birlikte anılır bir kavram kılmıştır. “Kadınların beden ve
cinsellikle ilgili algıları, içinde yaşadıkları ataerkil ilişkilerden bağımsız değildir.
Ataerkillik, kadınları ikincilleştirir ve ezerken, aynı zamanda, özdeğer duygularını da
zedeler. Bu zedelenme, onların kendilerini ezen bir sistemle işbirliği yapmalarını,
kendilerini ikincilleştiren değer sistemini içselleştirmelerini anlamaya çalışırken,
önemli bir başlangıç noktasıdır.”14
Cinsellik hep gizli bir konu olarak kalmış, kişilere özel olması yönüyle
içselleştirilmiştir. Bu kadar çok kadın ile birlikte anılan ve ele alınan bir konunun
sadece ataerkil güçler tarafından denetlenmemesi ilginçtir. Cinselliğini toplumun
belirlemiş olduğu normlar dışında yaşayan kadınlar, diğer kadınlar tarafından dahi
kötü etiketlenmektedirler. Bu durumda; cinselliği dillendiren ve yaşayan kadınlar
için toplumsal tepkinin ve yaptırımın nasıl olacağı açık bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca toplumsal düzen, kadın bedeni ve cinselliğini kontrol altında
tutmayı gerektirir. Çünkü cinsel özgürlük toplumsal bir kargaşaya yol açabilir.
Duygu Asena ise, tüm bu karşılaşılabilir tepkileri göze alarak cinselliğin yazılması ve
konuşulması hususunda öncü bir rol oynamıştır.
“Cinselliğin, tarihin bir noktasından (ama görünen o ki; görülemeyecek
kadar eski bir noktasından) itibaren baskı altına alınıp, denetlendiği bir gerçektir.
Tarihin her döneminde iktidarların “sorun” u haline gelen bu olgu, -hakkında
düşünmemiz bile kısıtlandığı içindir belki- biz farkında olmadan bile, çoğumuzun
hayatında sorunlu bir yer teşkil etmektedir. Cinsellik; hayatımızın, hakkında en çok
kural bulunan parçalarından biridir ve toplumsal normlar aracılığıyla, kadın erkek
hepimizin eninde sonunda gidip çarpacağı bir duvardır.”15 Asena’nın eserlerinde ilk
göze çarpan ya ailesinden biri tarafından ya da toplumun isteği ile cinselliğini
yaşa(ma)dığı gözlenen karakterlerdir. Kadının Adı Yok’ta evin kızları, babalarından
gizli saklı erkek arkadaşları ile buluşmuşlardır. Başka bir eseri olan Aslında
Özgürsün karakterlerinden Belgin, bir dönem eşinden başka bir erkeğe ilgi
duymuştur.
14
Özüm Dinçer, “Namus ve Bekâret: Kuşaklar Arasında Değişen Ne? İki Kuşaktan Kadınların
Cinsellik Algıları”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 7.
15
Dinçer, a.g.e., s. 2.
152
Duygu Asena’nın eserlerinde sıklıkla örnek verdiği ve kadın kahramanların
yaşadıkları durumlardan biri de cinselliği evlilik içinde ve dışında yaşamış
olmalarıdır. Şunu eklemek gerekir ki; “kamusal alanda ciddi, erkeksi, meslek kadını
olan ile, özel alanda neşeli, alımlı, bilgili, doğurgan kadın modeli arasında sıkışan
ve iş yaşamına katıldığı taktirde de her iki rolü birlikte oynaması beklenen kadınlar
için gösterilen yeğane ortak hedef Batılılaşmayla özdeşleştirilen bir modernleşme
olmuştur.”16
Feminizmin Türkiye’deki yansımaları Asena’nın da belirttiği gibi; büyük
şehirlerde özgürlük adına yapılan hareketlerden, gazete manşetlerinde cinsellik
konulu yazılardan ibarettir. Toplumdaki feminizm etkilerini görmek için uzun yıllar
gerekir. Çünkü yaşanan değişimler tabu olan konuların ortadan kalktığının bir
göstergesi değildir. Cinsellik hâlâ üstü kapalı bir konu alanı ise, hâlâ bu konuda
bilinçlendirici eğitimler verilmiyorsa eksiklikler sürüyor anlamına gelir. Bu arada
cinsellik gibi tabu olan ve toplumların ayrı bir önem verdiği konu olan cinsellik
eğitim de hatırı sayılır büyüklükte bir yer kaplamaktadır. Yanlış bilgiler ve
uygulamalar kişinin tüm hayatını etkileyecek olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir.
3.1.4 DİN KONUSU
Muhafazakâr bir ailede yetişen Duygu Asena eserlerinde din konusuna
değinmemiştir. Eleştirilerini kadınları mağdur eden ya da eşitsizliğe sebep olan
toplumun gelenek ve görenekleri açısından yapmış, davranışsal durumları din ile
ilintilendirmemiştir. Aslında Duygu Asena din konusunda kendi görüşlerini
eserlerinde belirtip yorumlamak yerine objektif açıdan toplum davranışı olarak
yansıtmayı tercih etmiştir. Eserlerinde göze çarpan evlilik dışı ilişkiler aslında
toplumda var olan ve süregelen davranış biçimleridir. Bunları din açısından
yorumlayıp, uygun değildir demek yerine yorumu okuyucuya bırakmıştır. Eleştirileri
kendisi yapmayarak bağımsız ve tarafsız bir tutumla ele almıştır. Böylelikle okuyucu
ve topluma ayna tutarak kendi değer yargılarını değerlendirme imkânı vermiştir.
16
Ayşe Saktanber, “Kemalist Kadın Hakları Söylemi”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 2, İletişim
Yayınları, C. 2 Kemalizm, İstanbul, 2009, s. 330.
153
Bu hususta Duygu Asena’nın eserlerinde dini duygulara ve yorumlara yer
vermemesi, kadın kimliğini öne çıkarmayı istemesinden kaynaklanmaktadır. Kadın
ve erkek olmak bir kimliktir. Kişilerin kimliklerini yaşaması farklı bir durum,
cinselliklerini yaşaması farklı bir durumdur. İnançlar insana has duygulardır,
değişken değillerdir. Fakat cinsellik değişken bir olgudur. Ruhsal durumlara,
ekonomik şartlara hatta din ile ilgili olarak bile değişiklik gösterebilir.
Duygu Asena’nın cinselliğe yaptığı vurgu farklı
yorumlara neden
olabilmektedir. Fakat burada cinsellik ile ilgili tartışmalar din aracılığı ile değil
toplumun kendi ürettiği kurallar bütünü ile değerlendirilmiştir. Örneğin doğu
toplumlarında önemini koruyan bekâret, İslam dini ile değil toplumsal yapı ile
ilgilidir. Hıristiyanlıkta da önemini koruyan bu konu, toplumdan topluma değişiklik
göstermektedir.
3.1.5 EVLİLİK
Türk toplumunda evlilik olmazsa olmaz toplumsal kurallardan biridir. Evlilik
kurumu kadının cinselliği yaşama alanıdır ve bunu ancak kocasıyla yaşamalıdır.
Kadınlara çocukluklarından beri öğretilen bu anlayıştır. “Bize ille de evlenmemiz
gerektiğini öğrettiler. Pembe hayallerimizin bir parçasıydı evlilik. Kayıtsız şartsız bir
düş, bir mutluluk, bir masal âlemiydi. Evlilik bütün olumsuz şeylerden kurtuluştu.”17
Ne yazık ki umdukları gibi olmadı, olamadı. Büyük umutlarla evlendiler, özveri ve
fedakârlıkla evliliklerini sürdürdüler. “Gözünün içine bakmışlar adamların, seviyor
mu, beğeniyor mu? Ya artık benden bıktıysa… Ya bırakır da giderse… Ya benden
genç güzel bir kıza tutulursa? ... Ve günlerce, gecelerce saçını okşamayan, güzel söz
söylemeyi unutmuş, asık suratlı ama para kazanan erkeğe kucaklarını açıp
durmuşlar.”18 Sevgilerinin bitmesine rağmen kadınlar, gidecek yerleri olmadığı için,
ekonomik olarak erkeğe bağımlı oldukları için, gelenek ve görenekler “baba evi,
koca evi, mezarlık” algısına göre şekillendiği için gidememişlerdir. Duygusal olarak
aralarında bir bağ kalmamış, kâğıt üzerinde devam eden evliliklerindeki kocalarına
17
18
Asena, Değişen Bir Şey Yok, s. 12.
Asena, a.e., s. 40.
154
görevlerini yerine getirmişlerdir. Bazen de çocukları için eşlerine katlanmışlardır.
Sevgi ve saygıyı yitirdikleri kocalarına karşı katlanma gücünü gösterebilmişler fakat
evlerini ve eşlerini bırakıp gitmeye cesaret edememişlerdir.
Duygu Asena, Aslında Özgürsün isimli eserinde, dışarıdan bir gözle
bakıldığında mutlu bir evlilik süren, örnek çift olarak gösterilen eşlerin bile gerçekte
kendi içlerinde aynı mutluluğu yakalayamadıklarını dile getirmiştir. Bu örnek
çiftlerden biri olan Belgin karakterinin annesi, eşini kaybeder. Yanından bir an olsun
ayrılmadığı kırk yıllık kocasının ardından uzun süre yas tutar. Fakat bir gün
kocasının ardından eşyalarını toplarken ona yazılmış aşk mektuplarını bulur ve
aldatıldığını öğrenir. Kızının mutlu olup olmamasıyla ilgili sorusuna şu şekilde cevap
verir: “Hep ikinci planda olmayı kabullenmek, hep uyum göstermek, hep
karşısındakini pohpohlamak ve kendini asla kavga etmemeye, sesini bile
yükseltmemeye programlamak mutluluksa mutluydum… Bana anneannen böyle
öğretmişti, ben de onun dediklerini aynen yaptım. Bu kadar silik olmayı
kabullenmek, hep onun arkasında durmaya katlanmak, evlendikten sonra bankadan
ayrılıp, onun yükselmesi için çabalamak için tek bir nedenim vardı, onun dürüstlüğü,
asla yalan söylememesi…”19 Bu örnekten anlaşılacağı gibi kadınlar, evlendikten
sonra hayatlarını kocalarının mutluluğu üzerine kuruyorlar. Aldatılmadıklarını
bilmek en büyük kazançları oluyor. Fakat acı gerçeği öğrendikten sonra daha önce
yaptıkları, yaparken çok mutlu oldukları eylemler bir anda tam tersine dönüyor ve
kendilerini kötü hissediyorlar.
Duygu Asena, Aslında Aşk Da Yok isimli eserinde birbirlerini çok severek ve
arzulayarak evlenen kişilerin evliliklerinden örnekler veriyor. Aydın’ın eşi -ve aynı
zamanda da eserin anlatıcısı olan kadın kahraman- evlilikleri ve maalesef mutsuz
sonuçlanan evlilikleri anlatılıyor. Hiç evlenemeyeceğini düşünerek gelen ilk talibiyle
baba evinden kaçarcasına evlenen Zeliha, iki çocuğuna rağmen eşinden ayrılıyor.
Zeliha’nın evliliği hayal ettiği gibi olmuyor. Evini, eşyalarını hatta perdelerini ve
koltuk örtülerini bile başkası seçiyor. Kocası Müfit, onun ne hissettiğine aldırış
etmiyor. Ekonomik olarak geçimlerini sağlayan manifatura dükkânının getirisi yeterli
19
Duygu Asena, Aslında Özgürsün, 22. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.
AŞ., 2008, s. 149.
155
gelmeyince Zeliha çalışmaya karar veriyor. Bir kadına sekreterlik yapmaya başlıyor
ve bir gün o kadına “kocasını hiç sevmediğini, cüce boyundan ve gözlüklerinden
tiksindiğini, onunla yatarken midesinin bulandığını, bir de üstüne üstlük son
zamanlarda durmadan dayak yediğini”20 anlatıyor. Zeliha sonunda iki çocuğuna
rağmen kocasını terk ediyor. Asena, burada kadınların evlilik algıları üzerine
görüşlerini dile getirmiştir. Özgür olmak herkes için önemli ve vazgeçilemez bir
duygudur. Genç kızlık dönemlerini baskı, sınırlama ve yasaklamalarla geçiren
kadınlar, evlenerek özgür olacaklarını düşünmektedirler. Çünkü o dönemde erkek
arkadaş ile baba evine birlikte gitmek, tatile çıkmak, eve geç gelmek gibi tüm
hayaller yasaktır. Asena, “Kadının Özgürlüğü” isimli makalesinde bu konuyu şu
cümle ile özetlemiştir: “Yapamayacağınız öyle çok şey var ki, işte bütün bu şeyleri
yapmak özgürlük oluyor, evleniyorsunuz.”21 Kadınlar, kendi hayatları üzerine
hayaller kurarken yalnızdırlar fakat iş bu hayalleri gerçekleştirme eylemine dönünce
durum farklılaşır. Evlenirken evinin eşyalarına bile başkası karar verir, kadın kabul
eder. Giyeceklerine başkası karar verir, kadın giyer. Özgürlüğünü dört duvar arasında
yaşaması gerekir.
Duygu Asena, aynı eserinde evliliklerdeki sorunlara ve sorunların olası
kaynaklarına da dikkat çekiyor. Kadınlar sevilmemekten, dokunulmamaktan şikâyet
ediyorlar. Evliliklerin başlarındaki duyguların nasıl ve neden yok olduğundan
yakınıyorlar. Eserdeki kahramanlardan biri olan Gül, “bir ilgi uğruna, kendisine
sarılan bir beden, bir heyecanlı öpüş uğruna”22 hiç istemediği halde kocasını
aldatıyor. Asena, Aslında Özgürsün isimli eserde evli bir karakter olan Belgin
kişisinin tek düzeleşmiş bir ilişkisi olduğunu, ilk zamanlardaki heyecanlarının
kalmadığını aktarıyor. Bu karakterin ilgi duyduğu bir alandan yola çıkarak katıldığı
bir dernek aracılığı ile tanınır bir kişi haline dönüşmesi anlatılıyor. Konuşmacı olarak
katılmaya başladığı etkinliklerden birine eşi ve oğlu da dinleyici olarak katılıyor. O
sırada eşi izlediği “başarılı kadın” için şu duyguları dile getiriyor: “ben onun bu
20
Duygu Asena, Aslında Aşk Da Yok 43. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.
A.Ş., 2008, s. 32.
21
Duygu Asena, “Kadının Özgürlüğü”, Vatan Gazetesi, 8 Şubat 2005
22
Asena, Aslında Aşk Da Yok, s. 42.
156
kadar güzel olduğunu bile unutmuşum…”23 Bu cümle ile kadınların ve erkeklerin
evlilik birlikteliğinde öncesinde ne yapılıyorsa evlilik uğruna terk edilememesi
vurgusu yapılmak isteniyor. Çünkü “Belgin” evlenmeden önce hareketli bir yaşamı
olan, zekâsını kullanan bir kadındı. Fakat evlendikten sonra eşi için üniversite
öğrenimini bırakan, kendini eşine ve çocuğuna adayan, sıradan bir kadın olmuştu.
Kadın değişmişti. Erkek, bu değişim sonucu kendini evine adamış ve iş hayatının
içinde boğulup sıradanlaşmıştı. Herkes görevini eksiksiz yerine getirir olmuş fakat
birbirlerinin farkında olmamışlardı. Bunun doğal sonucu olarak “güzellikler”
unutulmuştu.
Eserdeki asıl kahraman ve Aydın’ın eşi olan kadın karakterin evliliği de
yıkılmaktan kurtulamıyor. Onlar da çok severek evlendikleri halde dalgalanmalar
yaşıyorlar. Bu dalgalanmaların bazıları atlatılsa da zamanla ikisi de birbirlerine
dokunmamaya başlıyorlar. Bu yabancılaşma sürecinde ayrı evlerde yaşayıp
başkalarıyla birlikte oluyorlar ve evliliklerini bitiriyorlar.
Buradaki kadın karakter, kendi yaşadıkları ve evliliği üzerinden, genel
toplumsal durumlara göndermelerde bulunuyor. Evlendikten sonra katıldıkları çeşitli
davetlerde “Aydın Bey’in eşi” olarak tanıştırılmaktan hoşlanmadığını dile getiriyor.
Kadının da birey olduğuna ve daha da önemlisi kadının bir adı olduğuna dikkat
çekiyor. Ayrıca sebebi her ne olursa olsun kadınların dayak yemesinin hiç bir haklı
yanının olmadığına vurgu yapılıyor. Kadınların evliliklerinde ve diğer ilişkilerinde
yedikleri ilk tokattan itibaren farkında olmalarının önemine değiniliyor.
Asena’nın eserlerinde en çok göze çarpan durumlardan biri de çok severek
yapılan, düzgün ve sorunsuz giden evliliklerin kaçınılmaz hazin sonudur. Kadınlar
her zaman ilk günlerdeki heyecanın devamını arzularken, erkekler için durum
farklılık göstermektedir. Erkek, eşinin tüm ihtiyaçlarını karşıladığını, zaten evli
olduğunu, onu üzmediğini ve her şeyin yolunda olduğunu düşünerek “sorun nedir?”
diye sorguluyor. Erkeklere göre; kadınların, eşlerinin küçük kaçamaklarını anlaması
mümkün değildir. Öyleyse nasıl bu kadar takıntılı olabilir ve ayrıntılarda
boğulabilirler, diye sorguluyorlar. Sonra da sorunlara geçici bir çözüm olarak,
23
Asena, Aslında Özgürsün, s. 230.
157
kadının bu sinirlenmelerinin regl dönemlerine bağlı olduğuna karar veriyorlar.
Hâlbuki kadın, sevgi ve ilgi istiyorken, erkekler için; kurulmuş ve devam eden bir
düzen yeterlidir.
Duygu Asena’nın eserlerinde evli kişiler üzerinden hikâyeler ve olaylar
anlatılsa da asıl kahraman genellikle evlenmekten kaçınmıştır. Böylece Asena’nın
evliliğe bakış açısı da eserlerine yansımıştır. Asena’ya göre evlilik kişileri
sınırlandıran bir bağdır ve ilişkiler evlilik olmadan da devam edebilmelidir.
Evlenmeden önce gösterilen kibar ve medeni davranışların kaynağındaki saygının
sürekliliği sağlanmalıdır. Her ne kadar severek ve çok isteyerek yapılsa da
eserlerinde örnek gösterilen bütün evlilikler de ayrılık yaşanmıştır.
Günümüz evliliklerinde çokça karşılaşılan bir durum haline gelen boşanma
konusunda Aile ve Sosyal Araştırma Genel Müdürlüğü tarafından 1998 yılında
yapılan bir araştırmaya göre; sağlıksız evliliklerin altı sebebi bulunmuştur. “Bunlar
eşlerin doğrudan diğerlerine yönelmeyen ve önemli toplumsal tepki de doğurmayan
genel nitelikli yanlış davranışları, eşlerin diğer eşe ya da çocuklara yönelen ve fakat
yoğun toplumsal tepki doğurmayan davranışları, eşlerin birbirini yeterince
tanımadan evlenmesinin sonucu olarak ortaya çıkan uyumsuzluk hâlleri, eşlerin
kusurundan kaynaklanmayan ancak evliliğin yürümesini imkânsız hâle getiren
durumlar, eşlerin önemli toplumsal tepki doğuran ve ahlaksızca sayılan hâlleri, eşler
arasında temelde geleneksel rol dağılımının reddinden kaynaklanan ve çeşitli
konularda kendini gösteren otorite tartışmalarıdır.”24 Boşanmalar için belirli
nedenlerden söz etmek yeterli olmamaktadır. Çünkü evlilik kadar, boşanmak da
karmaşık ve zorlu bir süreçtir. Çiftlerin birbirlerini tanıdıkları andan itibaren
biriktirdikleri yaşanan sorunları belirlemektedir.
Yetiştiğimiz toplumda yaşanan etkileşim yoluyla insanlar değişime uğrarlar.
Doğuştan gelen kişilik ve karakteristik özellikler de bu değişimden etkilenirler.
Eğitim yoluyla da edinilen, karakterin bir parçası haline gelen bu davranışlar aynı
zamanda genetik olarak nesilden nesile de aktarılırlar. Bu aktarımlar olumlu olduğu
24
Mehmet Meder, Mustafa Gültekin, “Türkiye’de 2001-2009 Yılları Arasındaki Boşanma Eğilimleri”,
Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları, Sayı 17 Güz 2012, s. 154-155.
158
gibi olumsuz da olabilir. Çocuk yetiştirmede ortaya çıkan bu izler yanlış da olsa
süreklilik gösterebilir. Kadınlar çocuk yaşlardan itibaren ellerine verilen oyuncak
bebeklerle ve evcilik oyunlarındaki rolleri ile evliliğe hazırlanmaktadırlar. Ayrıca bu
öğretilerin dışında kadınların, evleneceği günün hayaline ve evliliklerine dair
planlarına bir etken de toplumla şekillenen, bilinçdışı öğrendikleri eklenmektedir.
Sadece evlenemeye programlanan beyinler, karşılarına ilk çıkan erkeğe meyletme
eğilimindedirler. Zaten babasıyla ilişkileri yeterince gelişmemiş, erkeklerle her türlü
ilişki kurması yasaklanmış ve ayıplanmış kadınlar, kendilerine ilgi gösteren bu erkek
için büyük fedakârlıklar yapabilmektedirler. Bazen kendi evinin hanımı olma hayali
bazen de bastırılmış duyguların yaşanabilmesi için bilinçsizce aşk adına kıyılan
nikâhlar boşa giden hayatlara dönüşebilmektedir. Maalesef bazen olması gereken
kurallar tersine işlemekte, önce evlenilmekte birbirini tanıma kısmı zamana
bırakılmaktadır. Yaşadıkça ortaya çıkan tanıma süreci sonucunda ya eşleri
birbirinden uzaklaştırmakta ve ayrılıkları getirmekte ya da çocuk uğruna aynı evde
yaşayan yabancılar grubuna yenileri eklenmektedir.
Asena’nın ele aldığı evliliklerdeki kadın sorunlarından biri de kadınların
süregelen sıkıntılarla yüzleşmemek için ya da sorunun büyümemesi adına kendi
kişiliklerini, arzu ve isteklerini geri plana atmalarıdır. Hatta çoğu zaman kadınlar
bunu yapmaya mecbur kalmışlardır. Toplum yapılanması ve gelenekler bu davranışı
gerektirmekte ve olağan davranış olarak yansıtmaktadır. Bu bağlamda ele alınması
gereken bir husus da kadınların, kendilerini görünmez zincirlerle bağlamış gibi
başkalarının istekleri doğrultusunda ve onları mutlu edecek şekilde davranmaya
zorunlu hissetmeleridir. Duygu Asena, bununla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile
getirmiştir: “Erkeklerde de bu duygular olsa ne hoş olurdu. Bir kadına dokununca,
[burada kastedilen dokunma dirsek teması türündedir] evli bir erkeğim, babayım ve
başka bir kadın bana dokunuyor diye düşünseler…”25
Evlilik konusu ile ilgili olarak değinilmesi gereken bir husus da, evlilik
kurumunun kadının cinselliği yaşama alanı olarak görülmesinin yanı sıra beğenilmek
duygusunun da toplumsal bir dışavurumu olmasıdır. Asena’nın, eserlerinde evlilik
25
Asena, Aslında Özgürsün, s. 84.
159
karşıtı gibi bir portre çizmesinin kaynağı, topluma mesaj verme duygularıyla hareket
etmesi olabilir. Belli bir yaşa gelmiş tüm kadınların ortak hayali ve hedefi
evlenmektir. Evlilik kadın tarafından, toplumsal olarak bir kabul görülme olarak
algılanmaktadır. Günümüzde dahi kariyeri için yıllarını vermiş, erkek işi olarak tabir
edilen onca işi alt etmiş bir kadına, evli değilse, toplumun bütün üyeleri tarafından
verilen mesaj “evlenmelisin” olmaktadır. Bu şartlarda ve bu düşüncelerle yapılan
evlilikler mutluluk getirmeyeceği gibi uzun ömürlü de olmayacaktır. 1980’li
yıllardan bugüne kadar değişen kadın modeline rağmen maalesef evlilik üzerine
köklü değişikliklerden bahsetmek pek mümkün değildir. Ekonomik özgürlükleri
başta olmak üzere birçok kazanımı sağlayan modern kentli kadınlar bile, evliliği
koruyucu bir kalkan olarak görmektedirler. Evlilikle ilgili bu güven duygusu hissini
Asena da Aslında Özgürsün adlı eserinde dile getirmiştir. Kahramanların yaşadığı
ikilemler, bazen aynı kahramanların diliyle evliliğin güven olarak algılandığı
şeklinde okuyucuya sunulmuştur.
Duygu Asena’nın ilişkiler ve evlilik üzerine yaptığı eleştirilerden biri de yine
toplumsal olarak kadınların üzerindeki mahalle baskısı türünden olan geleneklerdir.
Örneğin, kadınlar için kullanılan “evde kalmak” deyimini asla kabul etmez. Bu
durumu açıklarken malın kötüsü elde, kadının kötüsü evde mi kalır, diyerek bu
ifadeye itiraz eder. Aynı durum erkek söz konusu olduğunda değişmekte, elli yaşına
da gelse sorun olmamaktadır. Uzun süre yaşanan flörtler için de yine eleştiri ve
sorguya
maruz
kalan,
kadınlardır.
Evlenmeye
ikna
edememiş
kadınlara,
büyüklerinden öneriler, evlilik tüyoları verilir. Fakat erkek için böyle bir durum hiç
yaşanmaz. Erkeğe “seni almıyor mu?” diye sorulmaz.26
Duygu Asena’nın, eserlerinde sıklıkla ele aldığı konulardan biri de kadın
kahramanların evliliklerindeki sorunlar ve kendilerine karşı sevgisi neredeyse
kalmamış eşlerini terk edemiyor olmalarıdır. Kadının Adı Yok isimli ilk eserinde de
Paramparça adlı eserinde de eşler terk edip gidemiyor. Her iki olayda aldatılan eşler
hikâye ediliyor. Gidemeyen eşlerin durumu ise “Evini, çocuklarını bırakamıyor, yeni
bir hayat kuracak gücü yok çoğu kadın gibi. Ekonomik özgürlüğü ve benden ayrılırsa
26
Asena, Değişen Bir Şey Yok, s. 44-46.
160
gidecek bir yeri yok. Bir tek erkek kardeşi var hayatında, onun yanına mı sığınacak
iki çocukla?”27 cümleleri ile dile getiriliyor. Diğer hikâyede, annesinin babası
tarafından aldatıldığını öğrenen evin büyük kızı, aynı şeyleri düşünüyor ve
hissediyor. Üstelik annesini aldatan babası, sürekli olarak erkeklerden uzak durması
gerektiğini salık veriyor, onu korumak adına türlü tedbirler alıyor. Fakat babası,
bahsettiği erkeklerle aynı cinsiyette değilmiş gibi davranıyor.
Aslında Özgürsün isimli eserde Asena, evlilik birlikteliğini toplumun
gözünden ve yine toplumun bakış açısıyla değerlendirerek okuyucuya sunmuştur. Bu
eserde Berna, arkadaşına kendi yaşadıkları ile onun yaşadıklarının farklılıkları
açısından ele alarak değerlendirmiştir. Berna’nın yani toplumun gözüyle evlilik; “sen
koruma altındasın Belgin. Kimse evli kadınlara dokunmuyor, onlara bulaşmıyor.
Zaten çalışmıyorsun, dört duvarının arasında prensesler gibi yaşıyorsun. Ben tek
başınayım ve yıpranmamak, üzülmemek için uğraşıyorum”28 şeklinde okuyucuya
sunuluyor. Buna karşılık Belgin’in yani evli bir kadının evliliğe bakışı ise daha farklı
olmaktadır. “Ben mi prensesler gibi yaşıyorum. Evli kadınlar koruma altında mı
gerçekten? Belki de on yıldır bir kez bile iltifat duymadım ben biliyor musun?
Yıllardır bir kez bile “Ne kadar güzelsin” demedi kocam bana.”29 Burada toplumun
farklı sosyal statülerindeki kadınlar gözüyle evlilik kurumu ele alınmıştır. Bu
kadınlar aynı eserde, kadınların evlilik ile kazanımları ve kaybettikleri ya da gönüllü
vazgeçtikleri konular üzerinde görüşlerini dile getirmişlerdir. Duygu Asena, bu
kadınlar aracılığı ile evlenmenin ve anne olmanın kadınlar üzerinde yarattığı
değişikliği şu şekilde irdelemiştir:
“-…anne olan kadının davranışları, bakışları değişiyor, ilgi alanları
farklılaşıyor, örneğin sen okulda deli dolu bir kızdın… Spor yapardın, çok
hareketliydin… Çocuktan sonra sanki bambaşka bir kişi oldun…
27
Asena, Paramparça, s. 98.
Asena, Aslında Özgürsün, s. 14.
29
Asena, a.e., s. 14.
28
161
-Çocukla ilgili değil bu, evlilikle ilgili, insanın hayatında bir renk olmayınca
yüzündeki genç ifade gidiyor sanırım.”30
Evlilik kurumu, kazananı ya da kaybedeni olan bir oyun değil paylaşıma
dayalı bir birlikteliktir. Bu nedenle evli ve bekâr kadınların evliliğe bakışı ve bu
birlikteliği yorumlayışı farklı olabilmektedir. Her insanın farklı hayat tarzları,
yetiştirilme kültürleri de göz önünde bulundurulursa, evlilik hayatı ile bakış açısı ve
beklentiler de farklı olacaktır.
Bu konu ile ilgili bir hususu da belirtmek gerekir. Duygu Asena, eserlerindeki
kadın kahraman tiplerini yalnız yaşayan, eğitimli, çalışan, cinselliğini özgürce
yaşayan kadınlardan seçmiştir. Türk toplumu için alışılmadık bir durum olan bu
haller, toplumu ve onun kurallarını umursamaz bir biçimde davranmayı, eleştirici
olmayı gerektirmiştir. Asena’nın bu tarz kahramanlar seçmesinde kendi hayatından
yola çıktığı söylenebilir. Çünkü bir makalesinde31 küçük bir aile olduklarını,
büyüklerin ya vefat etmiş olduklarını ya da uzak yerlerde yaşıyor olmalarından
dolayı samimi ilişkiler geliştiremediklerini belirtmiştir. Dolayısıyla bu tür ilişkileri
ve sıcaklığı yaşamadığını dile getirmiştir.
Duygu Asena, evlilik ile ilgili düşüncelerini Ben Duygu isimli eserde şöyle
dile
getirmiştir:
“Evliliğin
bir
büyüsü
var,
kesinlikle!...
Bütün
etraftan
gördüklerinizden, duyduklarınızdan evliliğin hiç de öyle rüya gibi olmadığını
anlarsınız. Buna rağmen, ne kadar olumsuz, ne kadar tatsız şeyler duysa, görse de
insan, “bizimki farklı olacak” diyor ”32 Bu konuda Asena, eşlerin birbirlerine olan
inancı, güveni ve saygısı-sevgisi azaldığında ya da bittiğinde her ne sebeple olursa
olsun, istemedikleri şeylere ve durumlara katlanmalarını anlamsız bulduğunu ifade
etmiştir.
Asena, kadın üzerindeki kısıtlamaların her türlü biçimine karşı çıkmıştır. Bu
kısıtlamaların evlilik de dâhil olmak üzere kadınlar üzerindeki etkilerine vurgu
yapmıştır. Kadının Adı Yok isimli eserde evin tüm sorumluluğunun kadın üzerinde
30
Asena, Aslında Özgürsün, s. 17.
Duygu Asena, “Bağırmayın Lütfen”, Vatan Gazetesi, 16 Kasım 2004.
32
Emel, Coşkun, Ben Duygu, s. 61.
31
162
olmasının sonuçlarına değinilmiştir. “Gece geç oldu, her taraf leş gibi, Ci-Ci yattı,
bulaşıkları yıkayıp ortalığı toplamalıyım. Yarın da çok erken kalkacağım, toplantım
var, her gün kör karanlıkta sokaklara dökülüyorum… Akşam da alışveriş
yapmalıyım… Evde ağza atacak bir şey kalmamış. Ne alsam, kolay yapılacak bir
şeyler alsam… Ama geçen gün Ci-Ci “Izgara et yemekten içim kurudu, piyasada
sebze kalmadı mı Allah aşkına? Zeytinyağlı bir şeyler yapsan” dedi…”33 Çalışan ve
evli bir kadının durumu ile ilgili ifadeler olan bu sözler, evde iş yükünün kadın
üzerinde devam ettiğini göstermektedir. Bu cümleleri toplumun geneli için söylemek
mümkündür. Çünkü kadının evlilik ile toplumsal pozisyonunun değişmesi görev
olarak öğretilen işlerde değişikliği getirmemektedir. Kadın bir süre sonra yemek
yapmayı bırakınca ve birkaç gün boyunca tekrarlanan bu durum karşısında koca
elinde paketlerle eve gelir. Bu defa “Hadi şunları pişir” dedi. (Bana bak, bana
emredip durma, ben senin cariyen değilim, senin kadar çalışıyorum, sana yakın para
kazanıyorum, senin kadar eğitimliyim, sen kendini ne sanıyorsun da beni kendine
hizmet ettirip duruyorsun… Senin benden ne üstünlüğün var ha ne üstünlüğün…”34
şeklinde devam etmektedir.
3.1.6 İŞ HAYATI
Kadının iş hayatına katılması sanayi devrimi dönemine dayanmaktadır.
Asırlardır ev içi ile sınırlandırılan kadın hayatı 19. yy.dan itibaren endüstrileşme ile
birlikte ev dışına da taşmıştır. Tarım toplumlarının ücretsiz işgücü olarak evin
dışında çalışabilen kadını, sanayi devrimi ile çalışma hayatında reformlar yaşamıştır.
Toplumdaki yeri ve görevlerinin çeşitlenmesi ve eğitim olanaklarının artmasıyla
birlikte kadınlar, mücadele için gereken ruhu ve birlikteliği yakalamışlardır. Savaş
yılları döneminde çeşitli sebeplerle erkeklerden boşalan kadrolara kadınlar istihdam
edilmiş ancak erkekler geri döndüklerinde ilk işten çıkarılan kadınlar olmuştur.
Günümüzde çeşitli şekillerde bu ayrımcılık devam etmektedir. Kadın düşük ücrete
tabi bir iş gücü sınıfı olmuştur. Çoğu zaman işveren tarafından bu yönlü sömürüye
33
34
Asena, Kadının Adı Yok, s. 84.
Asena, a.e., s. 85.
163
uğramışlardır. Buna benzer şekilde erkeklerin fiziksel olarak daha güçlü olmaları
bazı işverenler tarafından iki kadının yapabileceği işi bir erkeğin yapabiliyor olması
nedeniyle -ki bu örnekte erkek de işgücü olarak sömürülmektedir- erkekler tercih
edilmektedir. Ayrıca, eski Türk Medeni Kanunu’nun 159. Maddesi kadının
çalışmasını kocasının iznine bağlamıştı. 30.11.1990 tarihli Anayasa Mahkemesi
kararı ile bu zorunluluk ortadan kaldırıldı. Fakat 2001 yılında kabul edilen yeni
Medeni Kanuna göre; bu durum “eşler iş ve meslek seçimleri ve bunların
yürütülmesinde evlilik birlikteliğinin huzur ve yararını göz önünde bulundurmak”
şeklinde erkekler lehine esnetilmiştir. Sözü edilen bu ayrımcılık durumu Duygu
Asena’nın eserlerinde kendini açıkça ortaya koymaktadır. Eserlerde esas olarak ele
alınan kadının ekonomik özgürlüğüne kavuşması olgusu olsa da çeşitli örneklerle
kadınların uğradıkları haksızlıklara değinilmiştir.
Aslında Aşk Da Yok isimli eserinde Duygu Asena, iyi bir iş kadını olmak için
erkeklerin çalıştığının kat kat fazlası güç ve zaman harcayarak başarı elde eden
kadınlardan bahsediyor. Toplumsal hayattaki zorlukların yanı sıra, iş hayatında da
çok çalışarak kendine yer edinebilen kadınları irdeliyor. Bu kadınların ortak
özellikleri “özgür” ve “güçlü” olmaları. Özgür olmaları nedeniyle erkekler tarafından
yanlış algılanan kadınlar dile getiriliyor. Kadın özgürlüğünün yanlış algılanışı ve
erkekten gelen her teklifin koşulsuz kabul edilmesi düşüncesi eleştiriliyor. Kadının
çalışma hayatına dâhil olması ekonomik olarak erkeğe bağımlılığını ortadan kaldırır.
Bununla birlikte sadece biyolojik farklılık kalır. Erkeğin geçim sağlayan konumunda
kadını kendine mecbur kılması, nesneleştirmesi ve ötekileştirmesi durumu da kadının
bireyselleşmesine engel olur. Kadınlar için iş yaşamındaki ilk sorunlardan biri de
cinselliğine yönelik davranışlar ve tehditlerdir. Ataerkil sistem kadını birey ve güçlü
olarak görmek istememekte, kadın üzerindeki hâkimiyet ve bağımlı olma durumunu
devam ettirmeyi arzulamaktadır.
Aynı eserde Duygu Asena’nın başarılı iş kadını profili de çiziliyor. “Başarılı
kadınlar… İşyerlerinde erkeklerin üç katı çalışmak zorunda kalıp, başarılı oldukları
iş yerlerinden akşamüstü bel ağrılarıyla çıkıp sabah anneannelerine bıraktıkları
çocuklarını alıp, köşe başındaki markete uğrayıp mutfağın eksiklerini düşünüp, eve
164
gelip yemek yapıp, televizyonun karşısında uyuklayan kocalarından aşk dilenerek
yataklarına yorgun yatan kadınlar…”35 Evinin yükünün de eklendiği iş hayatındaki
zorluklara bu başarılı kadınların üzerinden değiniliyor. Aynı başarılı kadınlar ağlayan
bebeklerinden kendilerini sorumlu tutup gece-gündüz onunla ilgilenmesi gereken tek
kişi olarak kendilerini görüyorlar. Çünkü babaların görevi onların ihtiyaçlarını
karşılamak, eve gelince bir-iki sevip öpmek, yatmadan önce bir defa üstlerini
örtmekle sınırlı kalıyor. Oysa iş kadını olan anneler için karşılıksız çalışma biçimi
olarak adlandırılan ev işleri yükü devam etmektedir.
Türkiye’de belli nedenlerden dolayı ve geleneksel öğretilerin doğal bir
sonucu olarak kadınlar, daha az çalışma hayatına katılmakta ve belli mesleklerde
yoğunlaşmaktadırlar. Kimi zaman da erkeklere göre daha düşük ücretlerle çalışmak
zorunda kalmaktadırlar. Çalışan kadınlar, işgücü olarak nitelik bakımından geri
planda kalmaktadırlar. Çünkü kadınların yapacağı işler toplumsal cinsiyet
kavramının bir sonucu olarak belirlenmiş durumdadır. “Kadın işgücünün iş yaşamına
sınırlı katılımını ve erkeklere göre ikincil konumunu açıklamak amacıyla
geliştirilen… neoklasik/beşeri sermaye kuramı, kadının bireysel tercihlerine vurgu
yapmaktadır.”36 Kadınların iş yaşamında karşılaştıkları sorunları bir tercih olarak
açıklayan bu kurama karşın feminist kuram farklı bir yaklaşım sergilemektedir.
Feminist kurama göre kadının iş hayatındaki konumu ataerkilliğe ve toplumsal
cinsiyet temelli iş bölümüne bağlıdır. İş hayatında yerini almasına rağmen evin iç
düzeni ile ilgili sorumluluğu tek başına üstlenen hatta kimi zaman maaş kartı bile
eşinde olan kadınlar, yine evin erkeği (baba, koca, erkek kardeş) tarafından kendine
uygun görülen işi yapmaktadırlar. Bu durumu açıklamak için kullanılan beşeri
sermaye terimi, ev içine hapsedilen kadının bilgi, tecrübe ve vasıf olarak iş ile ilgili
eksikliklerini ifade etmek için kullanılmaktadır. İnsana yatırım olarak nitelendirilen
eğitim, deneyim gibi özellikler toplumsal cinsiyet ayrımcılığı sonucu erkeklerde daha
fazladır. Evlenip aileden gidecek olmaları, maddi yetersizlikler söz konusu
olduğunda ilk kurban edilenin kızların eğitimi olması onları beşeri sermaye
35
Asena, Aslında Aşk Da Yok, s. 129.
Elif Özlem Özçatal, “Ataerkillik, Toplumsal Cinsiyet ve Kadının Çalışma Yaşamına Katılımı”,
Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 1, Sayı 1, Güz
2011, s. 22.
36
165
donanımıyla ilgili geri planda bırakmıştır. Bu kuramın aksine feminist kuramın bu
duruma bakışı biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ayrımı iledir. Kadınların
hayatını ev işleri ve çocuk bakımına indirgeyen ve bununla sınırlayan, erkeği ise ev
dışında görevli kılan toplumsal cinsiyet çeşitli kaynaklardan beslenmektedir. Aynı
zamanda kültürel değerlere de vurgu yapmaktadır. Geniş bir etki alanına sahip olan
toplumsal cinsiyet kavramı, kadını belirli mesleklerde ve ekonomik olarak erkeklere
bağlı tutarak bir yandan da ataerkil yapıyı korumaktadır. Toplumsal cinsiyet,
davranışlar ve roller bakımından cinsiyete dayalı farklılıkları ifade etmektedir.
“Toplumsal cinsiyet aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsiz güç ilişkilerini de
belirler.”37 Toplumun her alanında hissedilen bu farlılık, kadın ve erkek ilişkilerini
de hiyerarşik bir düzene sokmaktadır. Erkek egemen toplumlarda her anlamda ilk
vazgeçilen kadınlardır. Eğitim hususunda aileler çeşitli sebeplerden dolayı erkek
çocuklarının eğitimine önem vermişlerdir. Dolayısıyla, eğitim ile meslek seçimi
arasında güçlü bir ilişki vardır. Neo-klasik kurama göre beşeri sermaye donanımı
düşük düzeyde olan kadınlar düşük ücretli ve statülü işlerde çalışmaktadırlar.
Kadınların ev içi sorumlulukları ve çocuk bakımı nedeniyle kısa süreli, geçici ya da
tam olarak iş hayatından ayrılması da eğitim ve meslek seçimi arasındaki ilişkinin
başka bir boyutudur. Kadınlar bu yapının bir sonucu olan bu düzeni içselleştirmiş
durumdadırlar. Çünkü kadın iş yaşamında ücret karşılığı yer alarak hem birey olma
yolunda kendini gerçekleştirmiş hem de toplum içinde görünür bir rol edinmiştir.
Kadının iş yaşamı ile ilgili sorunlarından biri de “cam tavan” olarak
adlandırılan görünmez engellerin varlığıdır. Kadınlar, başarı ve gayretlerine
bakılmaksızın kariyer basamaklarında erkekler gibi yükselememektedirler. Aynı
bilgi ve tecrübe donanıma sahip, aynı işi yapan kadın ve erkek arasındaki fark dikey
katmanlaşma denilen değişik pozisyonlarda görev ve yetki alma olarak karşımıza
çıkmaktadır. Kadının toplumdaki yeri ve rolleri eskiye oranla kat kat artmasına
karşın mesleki anlamda üst kademelerde erkekler yer almaya devam etmektedir.
Yasal olarak bir engel olmamasına rağmen kadının yükselmesi, yönetici konumuna
gelmesi sık rastlanan bir durum değildir ve bu hususta kalıplaşmış önyargılar vardır.
37
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 16.
166
Kültürel ve geleneksel değerler olarak gelecek nesillere aktarılan bu önyargılar ve
kalıplaşmış mesleki roller ancak eğitim yoluyla değişebilecektir.
Bu ifadeler bağlamında Duygu Asena, eserlerinde sıklıkla toplumsal cinsiyet
ayrımına eleştirilerde bulunmuştur denilebilir. Sosyalist feminist bir görüşe sahip
Asena, kadının iş yaşamındaki durumunu eserlerinde çeşitli biçimlerde ele almıştır.
Örneğin; Kadının Adı Yok adlı eserinde, “Kadınlık ne işe yarıyor bak, güzel bir kadın
görünce hepsinin içi gitti, seni alıverdiler işe”38 sözleriyle kadının iş sorunlarından
birini farklı bir yaklaşımla irdelemiştir. Hâlbuki hak ederek işe alınmasına rağmen bu
konudaki yorumlar kadının güzelliği üzerine yoğunlaşmıştır. Daha önce değinilen
beşeri sermaye kavramı Asena’nın kaleminden okuyucuya şöyle aktarılıyor: “…
benimle aynı sırada işe alınan iki adamın maaşlarının benden fazla olduğunu
öğreniyorum. “bu nasıl olur”, diyorum. “Aynı eğitimden geçmişiz, ilk işimiz, nasıl
onlara daha fazla verirler?” Rahatça yanıtlıyor: “Ama onlar erkek. Sen burada
bizim gözümüzün süsüsün…”39 Ayrıca buradaki kadın kahramanın yazdığı rapor
patron tarafından çok beğeniliyor. Fakat bu raporun yönetim kurulunda okunması
için bile bir kadın tarafından yazılmamış olması gerekiyor.
Toplumun çeşitli alanlarında yaşanılan bu cinsiyet ayrımcılığı genel olarak,
“bireyin insan haklarından tümüyle yararlanmasını engelleyen sosyal açıdan
yapılandırılmış cinsiyet rolleri ve normlara dayalı olarak herhangi bir ayırıma,
dışlanma ya da kısıtlamaya maruz kalmasıdır.”40 Bu yoksunluk durumuyla ilgili
kadınların sosyal ve kültürel yaşama tam katılımı mümkün olamamaktadır. Feminist
hareket burada eşitliği savunmaktadır. Eserlerde izlenen yöntem örneklerle durumun
gözler önüne serilmesi ve karşılaştırma yapılarak eşitliğin sağlanmasıdır.
Duygu Asena işyerlerinde yaşanan başka bir ayrımcı tutumu da ele almıştır.
Aynı yerde çalışan kişilerin aşk ilişkilerine toplumun bakışı kadın ve erkek açısından
farklılık göstermektedir. “Olayı herkes öğrenmiş, çünkü saklamıyoruz, çünkü aşktan
utanmıyoruz, çünkü kimseyi aldatmıyoruz, bilmesi gerekenler biliyor… Ama
38
Asena, Kadının Adı Yok, s. 79.
Asena, a.e., s. 80.
40
Sevda Demirbilek, “Cinsiyet Ayrımcılığının Sosyolojik Açıdan İncelenmesi”, Finans Politik &
Ekonomik Yorumlar 2007, C. 44, Sayı 511, s. 14.
39
167
işyerinde herkes bana karşı bir garip, ama Mehmet’le herkes eskiden olduğu gibi,
aynı. Arada bir gidip sırtını bile sıvazlıyorlarmış, helal olsun, kaptın kadını
gibilerinden. Oysa benimle eskisi gibi değiller, dost olduklarım bile ilişkilerini yavaş
yavaş kestiler…”41 Kuralları olan işyerleri erkek aşk yaşayınca farklı kadın aşk
yaşayınca farklı tutum sergilemektedirler. Kurallar sadece kadınlar için geçerli
olmaktadır.
3.1.7 SOSYAL HAYAT
İnsanın doğuştan itibaren sahip olduğu özellikleri ne olursa olsun, yaşadığı
çevre ve eğitim yoluyla değişime uğramaktadır. Kişiler yaşadığı toplumu etkiler ve o
toplumdan etkilenir. Bu karşılıklı etkileşim doğumdan ölüme kadar devam eder.
Toplumun düzeni ve kuralları, baskı ve yaptırım mekanizmaları ülkeden ülkeye
değişiklikler gösterdiği gibi benzerlikler de arz etmektedir. Bu durum bakış açısı,
eğitim düzeyi ve ekonomik etkenler hususunda kendini göstermektedir. Özellikle
kadına davranış ve kadını denetim altına alma konusunda ortaya çıkan benzerlikler
sadece davranışların şiddeti ve esnekliği konusunda farklılaşmaktadır.
Duygu Asena, içinde yetiştiği kendi toplumuna karşı eleştirel bir bakış
açısıyla yazdığı eserlerinde seçtiği hayatlar ve kişiler de o toplumun içinden
olmuştur. Eserleri Türkiye toplumu açısından ve bir bütün olarak ele alınırsa, farklı
farklı sosyal gruplara ve yaşam tarzlarına mensup insanlar bir arada görülebilir.
Bazen eğitimsiz kişilerin ilişkileri üzerinden topluma ayna tutulurken, bazen
de eğitimli kişilerin hayatlarıyla aynı toplumun başka bir noktasına değinilmiştir.
Durumlara ve olaylara kendi göz hizalarından bakmaları amaçlanmıştır. Bu ele alınış
tarzında kişiler ve toplum kendi bakış açılarından işlenmiştir. Aynı toplumda ve bir
arada farklı hayatlar yaşayan bu insanlar kendi çevrelerince de yargılanmaktadırlar.
Öyle ki anneden kızına değişen ve dönüşen yaşamlar ile ahlaki kurallar eserlerde
açıkça göze çarpmaktadır. Aslında yaşamlar da ahlaki kurallar da değişmemektedir.
Fakat herkesin kendi yaşadığı zorluklardan yola çıkarak bilinçlenme durumu ortaya
41
Asena, Kadının Adı Yok, s. 105.
168
çıkmıştır. Bu da esneklikleri beraberinde getirmiştir. Tabu kabul edilen konular artık
konuşulmaya başlanmış, konuşuldukça bilgi düzeyi artmış ve bu durum hak
arayışları için yol gösterici olmuştur.
İster eğitimli, ister eğitimsiz olsun herkesin yaşayabileceği bir durum olan
aldatılma konusu, hangi sosyal açıdan olursa olsun, kadından yana bir tavırla
eleştirilmiştir. “Koca ne yaparsa yapsın haklıdır” algısını öğrenerek ve buna
inandırılarak yetiştirilen kadınlar, sevmedikleri eşlerine karşı bile olsa, bir başka
erkeğe hissettikleri nedeniyle suçluluk duygusuna kapılıyorlar. Erkekler gibi cinsel
birliktelikler yaşamadıkları halde kötü bir iş yapmış duygusuyla yaşıyorlar.
Üzerlerindeki ahlaki baskı ve toplumsal güç, erkeklere verdiği sınırsız yetkiyi
kadınlara vermemenin yanı sıra, omuzlarına daha da ağır yükler yüklüyor. Kadınlar
çocukluklarından itibaren ayrımcılığa maruz kalarak yetiştiriliyor.
Aynı toplumsal kurallar ve öğretiler Aşk Gidiyorum Demez adlı eserde
okuyucuya başka bir biçimde sunulmuştur. Evli bir erkek olan Bora ile Demet
arasındaki ilişkide, erkeğin evine dönünce eşiyle aynı yatakta yatması kabul edilebilir
bir durum iken, kadına eski sevgilisinden mesaj gelmesi ve erkeğin buna sinirlenmesi
eleştiriliyor. Farklı medeni durumlara rağmen erkek olması sebebiyle kendinde
birçok hak bulan Bora ve ona “evde nerde yatıyorsun” diye sorduğu için suçlanan
Demet olmuştur.
Toplumda yaşanan değişimler, her alanda etkili olurken bunun bir sonucu
olan kaygı ve endişe durumlarının ortaya çıkış alanı, cinsel kimlikler ve kadın
kimliği üzerinden olmaktadır. Fatmagül Berktay’ın da belirttiği gibi; “yeni koşulların
zorladığı yeni bir kimlik arayışı içindeki Türk aydını, çevresindeki bildik dünyanın
değişiyor olmasının yarattığı yersiz-yurtsuzluk (“muhacırlık”) duygusuyla ve
geleneği temsil eden babanın artık varolmamasından kaynaklanan, gerektiğinde
sığınabileceği güvenli bir korunaktan yoksunluğun yol açtığı paranoyayla baş etmek
durumundadır. Ayaklarının altındaki zemin kayganlaşırken “tutunduğu dal” is,
Batı’daki modernleşmeci (erkek) kardeşinin yaptığı gibi, kendi denetiminde bir “yeni
kadın” imgesi yaratmak ve yeni koşullar altında bile değişmeyen bir şeyler olduğunu
kanıtlamak üzere eski ataerkil ideolojiyi yeni koşullara uygun biçimde yeniden
169
üretmektir.”42 Bu düşünceden hareketle denilebilir ki; Asena’nın kadın kahramanları
da zaman zaman bu değişimden etkilenen erkeklerin baskısı altında kalmışlardır.
Hem modernleşmeden yana olan hem de geleneksellikten kurtulamayan erkekler,
çalışan kadınlara eski düzenin kurallarını uygulatmaya çalışmışlardır. Yine ev düzeni
ve çocuk, alışveriş gibi konulardan kadın tek başına sorumlu olmuştur. Eğer bir
eşitlikten söz edilecekse bu şartlarda adil olunmadığı gerekçesiyle kadın
kahramanlarının diliyle Asena eleştirilerini yapmış ve düşüncelerini ortaya
koymuştur. Toplumsal değişimlerin izlenebildiği, kabul görme ve direnme
hareketlerini en açık şekliyle kadınlar üzerinde görmek mümkündür.
Duygu Asena’nın eserlerinde kadın kahramanlar bazen modernizm ile
geleneksellik arasında kalmışlardır. Asena’nın kaleminden bu durum çeşitli
biçimlerde okuyucuya aktarılmıştır. Kendilerini ifade etme noktasında sessiz kalmayı
ve sineye çekmeyi tercih eden ya da bu durumlara mecbur bırakılan kadınlar
sorunlarını dile getirememişlerdir. “El âlem ne der?” kaygısıyla yaşayan kadınlar
kendi yaşadıklarına benzer olayları Asena’nın eserlerinden okumuşlardır. Aynı
kadınlar eğitim aldıklarında, durum geleneksel boyutta pek farklılık göstermemiştir.
Çünkü bu defa aile içindeki görev ve sorumlulukları azalmamış, aksine artmıştır. Ev
kadını tiplemesinden, yönetici konumdaki iş kadınlarına kadar geniş bir örnek
yelpazesinde, sosyal hayattaki kadınlardan da örnekler ile okuyucu Asena’nın
eserlerinde kendini tarif eden bir kahraman bulabilmiştir.
Asena’nın eserlerinde toplumsal baskılara maruz kalan kadınlar çeşitli
şekillerde ele alınmış, okuyucuya sunulmuştur. Kadının Adı Yok isimli eserde roman
kahramanının arkadaşı evlilik dışı bir biçimde erkek arkadaşından hamile kalır.
Kürtaj için doktor aramaları ve sağlıksız koşullardaki kürtajın hikâyesi anlatılır.
Bununla bağlantılı olarak evlenmek için toplumsal açıdan olmazsa olmaz bekâret
için yapay bir çözüm bulunur.
42
Fatmagül Berktay, “Doğu ile Batı’nın Birleştiği Yer: Kadın İmgesinin Kurgulanışı”, Modern
Türkiye’de Siyasî Düşünce, Cilt 3 Modernleşme ve Batıcılık, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s.
275.
170
Duygu Asena, Türkiye’de feminizmin birçok yönden ele alınmasını,
irdelenmesini sağlamıştır. Ülkemizde halen etkisini sürdürmekte olan töre cinayetleri
kapsamında, doğu bölgelerimizdeki kadının durumu incelenirse kadının durumu ile
ilgili farklı algıların olduğu ortaya çıkacaktır. Şevket Ökten’in belirttiği gibi; soy
temeline dayalı olarak kurulan toplumlarda, kadın namusu aile şerefi ile iç içe
geçmiş, önemli değerlerdendir. Toplumsal cinsiyet kavramıyla örtüşür bir
yapılanmada onur; erkek tarafından, utanç; kadın tarafından temsil edilmektedir.
Dolayısıyla kadının davranışları bir yandan erkeği temsil etmekte diğer yandan da
kadına yönelik ayrımcılığı besleyip korumaktadır.43 Burada kadın ile ilgili namus
algısı da değişiklik göstermektedir. Namus kavramı, kadın cinselliği ve korunmasına
bağlı olarak ele alınmaktadır. “Namus algısının kadın bedeni üzerinden kavrandığı
durumlarda namus, kadının gündelik yaşam pratikleri, eğitim görme, çalışma,
evlenme, bekâretin önemi, sadakat, istediği kişi ile evlenebilme, sevdiğine kaçma,
boşanma gibi konular üzerinden yürütülen bir söylem içinde dile getirilmekte ve
kadınların ezilmesine neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak kadınlar okula
gönderilmemekte, erken yaşta evlenmeye zorlanmakta (çoğunlukla tanımadıkları
erkeklerle ve resmi nikâh olmadan), bazen aileler arasındaki anlaşmazlıkların
çözümünde değişim aracı (berdel) olarak başka bir aileye verilmekte ve kocalarının
ikinci eşlerini (kuma) kabul etmek zorunda kalmaktadırlar.”44 Toplumsal cinsiyet
ayrımcılığının ve belirlenmiş rollerin etkisini bu ifadelerde görmek mümkündür.
Asena, erkek tarafından kadına yüklenen sorumlukların, kadınların hayatlarından
daha değerli olmadığı düşüncesinden hareket etmiştir. Cinselliğin, kadına ve erkeğe
göre değişen bir kavram olmadığını, onur kırıcı, iffetsizleştirici veya yüz kızartıcı bir
durum olmadığını savunmuştur. Çünkü bu toplumlarda cinsellik, ister gönüllü isterse
zorla yaşanmış olsun hiçbir koşulda kabul edilebilir bir yanı yoktur ve kadın için
cezası ölümdür. Burada başka bir toplumsal yaptırıma ve geleneğe de değinmek
gerekir. Asena, Paramparça adlı eserinde hikâyesini anlattığı erkek tiplerden birini
ağzından, töre ve geleneklerin yaptırımından bahsediyor. “Bizim buraları bilirsin,
töreler ve yazılmamış kanunlar vardır. Bunların dışına çıkan erkek ya da kadın için
43
Şevket Ökten, “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Toplumsal
Cinsiyet düzeni”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi- The Journal of International Social
Research Volume 2/8 Summer 2008, s. 307.
44
Ökten, a.e., s. 308.
171
hep aynı son yüzyıllardır hazır bekler, kanından canından birisi, seni hunharca
öldürür. Erkeklerin öldürüldüğü pek duyulmamıştır namus meselesi yüzünden ama,
benim ki de benim ailem için yüzde yüz bir namus meselesi.”45 Bu sözlerden de
anlaşılacağı gibi bazı toplumsal kurallar mantıksal bir akıl yürütme olmadan herkes
için geçerli olmak üzere uygulanır. Tabii bu kuralların ve yaptırımlarının cinsellik
içerikli suçlar olması sonucu uygulanması da ayrıca vurgulanmaktadır. Çünkü bu
suçlar kadın-erkek ayırt etmeksizin namus meselesi sayılmaktadır.
Bugün, doğulu ya da batılı olsun bütün kadınlar, sorunları için mücadele
ederken öncelikle kadın ve erkek kimliğine biçilmiş rollerle ve kalıplaşmış yargılarla
mücadele etmek durumunda kalmaktadırlar. Bir yaşam şekli haline dönüşmüş bu
değerler, uzun yıllar boyunca toplum tarafından oluşturulan, dini görüşlerin de dâhil
olduğu âdetlerdir. Berktay’ın belirttiği gibi; kendilerini dindar saymayan kişiler bile
bu âdetleri benimserler, onlar aracılığıyla düşünürler ve hayatlarına uygularlar.
Özellikle tek tanrılı dinlerde, bu durumun içselleştirilmesi önem taşımaktadır. Çünkü
bu değerler, kutsaldır.46
Asena Değişen Bir Şey Yok isimli eserinde kadınlardan empati kurmasını
istiyor. “Kadın, erkeğinden daha güçlü olmalı” düşüncesiyle evde oturan bir erkek ve
iyi para kazanan bir kadının kısa hikâyesini ele alıyor. Kurulmuş ve işleyen bir düzen
içinde, her şey kadının ayağına geliyorken bir gün bu düzenden sıkılsa bile kadın da
her hizmetini gören erkeğe git demeyecek, elinin altında tutacaktır mesajı veriyor.
Burada okuyucuya verilmek istenen asıl ileti, kadınların kendi yaşadıkları bu rutin
durumu yine ancak kendilerinin değiştirebileceği, eşitlik ve adaleti tesis
edebileceğidir. Bu konuyla ilgili olarak düşüncelerini şu şekilde dile getiriyor:
“Yaşamlarını tümüyle kocalarına bağlamışlar ve konuşmayı öğrendikleri andan
itibaren, kocalarına karşı özverili olmak gereğini öğrenmişler. Hayatları boyunca,
kocaları ve çocukları için yaşamışlar, bunun sonucu da hiç bir zaman “kendileri”
olamamışlar.”47
45
Asena, Paramparça, s. 151.
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 16-17.
47
Asena, Değişen Bir Şey Yok, s. 40.
46
172
Aslında Özgürsün farklı kadın hayatlarının ele alınıp incelendiği eserlerinden
biridir. Ana kahramanlar olan “Belgin” ve “Berna”nın dışında toplumda sıklıkla
karşılaşılan örnekler kullanılmıştır. “Semra”, kocası tarafından aldatılan, bu durumu
bilen, parası ve gidecek yeri olmadığı için gidemeyen ve şişman olduğu için kendi
dış görünüşünden hoşlanmayan, kocasına hâlâ âşık olduğunu söyleyen bir kadındır.
Bu durumu kabul etmesinin, içine sindirebilmesinin en büyük nedeni; şişman
oluşudur. Üstelik eşinin sevgilisi cılız bir yapıya sahiptir. Semra’nın duyguları şöyle
ifade edilir: “…her gün ağlıyor, acı çektikçe yiyor, iyice şişmanlıyor, şişmanladıkça
kendini suçlayıp, kocasını haklı görüyor, öteki kız ufak tefek diye kahroluyor,
kocasını haklı gördüğü için iyice mutsuz oluyor, ama bırakıp da gidemiyor.
“Çocuğum olmasa çoktan öldürmüştüm kendimi Abla” diyor.”48 Duygu Asena, bu
örnekte, kadının ekonomik özgürlüğünün ve her koşulda kendine güvenmesinin
önemini tekrar vurgulamıştır. Okuyucuya aktarılan tüm hikâye ve hayatlar, toplumun
içinden örneklerdir. Asena, “Semra” tipi kahramanları yazılarında toplumu olduğu
gibi yansıtmak için sıkça kullanmıştır. Burada kadının gidemediği için sevdiğini, âşık
olduğunu söylemesi aslında sadece gidecek yeri olmayışından dolayı bir neden
olarak sunulmuştur. Gerçek hayatta da karşılaşılan bu durumlarda ya sevgi ya da
çocuklar bahane edilerek bir katlanma ve kabullenme durumuyla karşılaşılmaktadır.
Böylelikle kadınlar gitmemek için geçerli mazeretler üretebilirken aynı zamanda
toplum gözünde de fedakâr eş ve anne rolünü yerine getirerek hayatlarına devam
etmektedirler.
Duygu Asena, kadınların sosyal ve kültürel olarak hayatın içinde yer
almasının
önemini
sürekli
vurgulamıştır.
“Yüksek
topuklu,
sivri
burunlu
ayakkabıların dezavantajına karşın”49 kadınların işgücü potansiyellerinin, hızlı
organize olma özelliklerinin olumlu ve topluma yararlı şekilde kullanılması
gerektiğini ifade etmiştir.
Asena, Aynada Aşk Vardı isimli eserinde hikâye ettiği üç farklı kadının
yaşadıkları ve hayatını büyük ölçüde kendi hayatından yola çıkarak yazmıştır.
Özellikle Nilüfer karakteri için annesinden esinlendiğini belirtmiştir. Aynı şekilde
48
49
Asena, Aslında Özgürsün, s. 65.
Duygu Asena, “Kıyılara Kaçan Kadınlar”, Vatan Gazetesi, 14 Ekim 2004.
173
Kadının Adı Yok’da baba tiplemesi ve Aynada Aşk Vardı’da partilerde bütün
kadınlarla dans eden ama kendi karısının kimseyle dans etmesine izin vermeyen
Tarık Bey için babasından ilham almıştır. Kendi ailesini cam fanusa hapseden ama iş
kendisine gelince durum farklılaşan erkekler… Bu konu ile ilgili bir anısını şöyle
aktarıyor: “o zaman böyle dar, bacağı, kalçayı saran, boyu diz altında pantolonlar
modaydı. İnci ve bana da alınmıştı. Bir gün taksiyle eve dönüyormuş galiba. Biz de
İnci’yle yolda yürüyormuşuz. Bir adam bize laf atmış, babam da bunu görmüş. Sanki
dünyanın suçunu işlemişiz gibi geldi eve. Kaşlar çatık, kızgın, pantolonlarımızı
sakladı. Neden? Adam bize laf atmış… Böyle koruyor bizi! Suç laf atanda değil
pantolonda.”50 Bu örnekler sadece Asena’nın hayatında yaşanmamıştır. Toplumun
genelinde böyle bir durum söz konusudur. Asena sadece kendi ailesinde olanları dile
getirmiştir.
3.1.8 KADIN OLGUSU
Kadın olmak çeşitli açılardan bakıldığında anlamsal olarak farklılıklar
içermektedir. “Biyoloji, yazgı demektir” anlayışının bir sonucu olan bu ön
kabullenmede kadın olmak, biyolojik kaderin, toplumsal bir yazgı süreci ile
tamamlanarak psiko-sosyal yaptırımlarla donatılmasıdır.51 Geleneksel aktarımlar,
kültürel değerler ve kodlar, kadınlara ne yapacağını öğretir biçimde düzenlenmiş ve
uygulana gelmiştir. Bunun tabii bir sonucu olarak kadın, ferdiyetini yitirmiş ve nesne
konumuna dönüşmüştür. Ataerkil düzen içerisinde hâkim ideoloji ya da kişiye göre
konumlandırılan ve kendisine biçilen rolleri yapmak üzere kurgulanan kadın,
kendisini gerçekleştirmeye çalışırken görevlerini de başarıyla yerine getirmek
zorundadır.
Duygu Asena’nın kadın kahramanları, geleneklere bağlı olarak yetiştirilmiş,
erkeğini nasıl mutlu edeceği, ona hangi hizmetleri ne şekilde yapacağı öğretilmiş,
50
Emel, Coşkun, Ben Duygu, s. 44.
Ülkü Eliuz, “Cinsel Kimlik Paniği: Kadın Olmak”, Turkish Studies- İnternational Periodical For
the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, Turkey, s.
222.
51
174
hatta erkeğin kirli çamaşırını yıkamaktan bile mutluluk duyabilen kadınlardan tutun
da eğitim almış, geleneklere ve toplumsal normlara kafa tutmuş, hissettiği ve istediği
şekilde yaşamış kadınlara kadar çok çeşitli örnekleri içermektedir. Kadınların
görevleri gibi, ahlaki normları ve sınırları da başkaları tarafından belirlenmiştir. “…
ihanetin adı, kendileri yapınca, özgürlük, karşısındaki yapınca aldatmadır… Onlar
yapabilir, ama kadın yaparsa hem namussuzluktur hem de birlikte olduğu erkeğin
namusunu çiğnemektir.”52 Toplum erkeğe sınırsız haklar tanırken, kadını da erkeğe
köle olması tercih edilir biçimde eğitmiştir. Kadınlar kendilerini kocaları ve
çocukları için feda etmişlerdir. Yorgunluk, hastalık, isteksizlik hiç bir mazeret kocayı
memnun etmenin gerekliliğinden daha önemli değildir. Kadınlar utangaçtır ve
utanmalıdır da. Erkeğine hizmette sınır tanımamalıdır. Ne de olsa erkek bütün gün
dışarıda çalışmış, yorulmuş, onların rahatı için çabalamıştır. Kadın evde çalışmıştır.
Evinin işiyle ve çocuklarıyla meşgul olmuştur. Bunda erkeğinki kadar yorucu bir
durum yoktur. Zaten ev işleri tamamen kadının görevidir. Eğer kadın evi dışında da
çalışırsa ev işleri onun görevi olmaktan çıkmayacaktır. Hatta titizlikle gerekli düzeni
sağlaması gerekmektedir. Çünkü kadınlar toplumsal normlar ile donatılmış,
doğumlarından itibaren toplumsal cinsiyet algısına uygun şekilde belli roller üzerine
yetiştirilmişlerdir. Bunların başında kocaya itaat ve uyumlu olma gelmektedir.
Kadının özümsediği ve içselleştirdiği bu durum bir güvenlik algısıdır ve kendini
böylece güvende hisseder.
Duygu Asena hayatındaki önemli olayları ya da toplumla ilgili izlenimlerini
kendi kadın kahramanlarının dilinden okuyucuya sunmuştur. Eleştirmeden ve
bağımsız bir tutumla ele aldığı eserlerinde izlenimci bir tavırla yazmıştır. Bazen
zıtlıklardan yararlanmış, erkek davranışı olarak alışılmış bir durumu kadın
yaşadığında ne değişiyor, düşüncesini irdelemiştir. “Makyaj kalemini bıraktı, dikkatle
aynaya baktı. Üç erkeği idare ettiği son beş ayı düşündü, kıs kıs güldü.”53 Asena,
olaylara farklı açılardan bakabilmeyi hedeflemiştir. Yazar, toplumdan beslenir.
Dolayısıyla yaşadıkları ve tanık olduğu olaylar yazdıkları üzerinde etkili olmuştur.
52
53
Asena, Değişen Bir Şey Yok, s. 33.
Duygu Asena, Kahramanlar Hep Erkek, 24. bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık A.Ş, 2006, s. 100.
175
Bu sebeple Asena’nın kadın kahramanları ve eserlerinde kadın olgusu Türk
toplumunun içinden, çok tanıdık kadınlar olmuştur.
Asena’nın kadın kahramanları üzerinden topluma, kadının ekonomik
özgürlüğünü elde etmesinin önemini anlatmıştır. Eğitimli ve eğitimsiz tüm kadınlar
için aynı durum söz konusudur. Ekonomik güç, kadının kendini geliştirmesine
olanak ve katkı sağlar. Kadının bilgiye erişmesi ve dolayısıyla iletişim kurarak
kendini ileriye taşıması anlamına gelir. Asena, eserlerinde kendi hayatından yola
çıkarak kararlı olmanın ne derece önemli olduğunu farklı açılardan vurgulamıştır. İlk
başkaldırı olarak da kabul edilen babasına karşı gelişi, üniversite eğitimi almak
içindir. Başarılı olamaz, diye düşünen babasına inatla karşı çıkmış ve istediğini
almıştır. Asena’nın kaleminden babasıyla olan ilişkilerine dair şu ifadeler
aktarılmıştır: “ilkokulda yavrukurt olmak istemiştim, babam izin vermemişti, daha
sonra balerin olmak istedim, “Delirdiniz mi siz” dedi annemle bana. Ortaokulda
tiyatrocu olmak istedim, kaşlarını çattı: “Bütün bu manyaklıklar senden mi çıkacak,
bir daha duymayayım, vallahi okuldan da alır eve kapatırım seni.”54 Küçükken
yapamadığını üniversite sınavında yapmış ve hedefine ulaşmıştır. İşe başladığı
sıralarda yine başarılı olamayacağı düşünülmektedir. Konu mankeni olarak, “Şirin”
takma adıyla gazeteciliğe adım atmış ve yine içinden “görürsün” dedikleri Asena’nın
başarısına şahit olmuşlardır. Asena, aynı küçümser tavrı eşinden gördüğünü de
belirtmiştir.
Asena’nın kadın kahramanları birbirleri ile günlük hayat akışı içinde kadının
sosyal rollerini tartışmışlardır. Örneğin, Aslında Özgürsün adlı eserde Belgin ve
Berna’nın telefon görüşmesinde bunu okumak mümkündür. Erkeği mutlu etmenin
ona ilgi göstermek, yemek yapmak ile olacağına inanan Belgin’e karşı Berna,
“erkeklerin beni beğenmesi ile yemek pişirme arasında nasıl bir bağlantı var?
Kendimi onlara beğendirmek için onlara sofralar mı hazırlamalıyım”55 diyerek
karşılık veriyor.
54
55
Asena, Kadının Adı Yok, s. 50.
Asena, Aslında Özgürsün, s. 10.
176
Duygu Asena’nın eserlerindeki kadın kahramanlarda görülen bir özellik de iç
hesaplaşmaların olmasıdır. En yakınlarındaki kişiler kendilerine belirli olaylar için
belirli davranış kalıpları önerirken, onlar iç dünyaları ile karakterleri arasında
monologlar yaşayarak çıkış yolları arama telaşındadırlar. Toplumdan kendilerine
dikte edileni yapmamak için kendilerini sınamaktadırlar. Böylelikle davranışlarının
nedenleri, okuyucuya neden-sonuç ilişkisi içinde sunulabilmiştir. İlk eşini
kaybettikten sonra annesinin ısrarları nedeniyle hiç sevmediği biriyle evlenen
Nilüfer’in, mecburî olarak birlikte yaşamak zorunda kaldığı adama “karılık etmesi”,
görevini yaparken hissettikleri, neden-sonuç ilişkisiyle verilmiştir.56
Asena, kızların annelerini izleyerek kadın olduklarını, taklit yoluyla kadınlığı
öğrendiklerini ifade etmiştir. Bu savıyla ilgili olarak şunları dile getirmiştir:
“…benim ve kardeşim İnci’nin bir şansımız varsa o da annemizden hiç ev kadınlığı
öğrenmememizdir! Çünkü annem, hiçbir zaman ev kadını olmadı. Ev işi diye bir şey
yapmadı. Öyle bir şey görmedik biz ondan…”57 Duygu Asena, burada kendi ile ilgili
önemli ipuçları da vermiştir. Kendini dağınık bir insan olarak tanımlayan Asena,
bunda annesinin payı olduğunu söylemiştir. Çünkü Asena’ya göre annesi, güzelliği
ile ön plana çıkan, giyimine özen gösteren bir kadındır. Ev işleri için yardımcılar
vardır. Dolayısıyla ne anneye ne de evin kızlarına iş düşmemiştir.
Duygu Asena, kadınlar için sürekli bir eşitlik vurgusu yapmıştır. Ancak bazı
durumlarda kadınların ve erkeklerin farklı olduklarını ileri sürmüştür. Yemek konusu
buna en çarpıcı örnektir. “Erkekler için yemek çok önemli. Çoğu için yemeğin cinsi,
kalitesi, ne olduğu, nasıl yapıldığı değil, her akşam önlerine iki üç kap yemek
konulması önemli. Çünkü onlar buna alışmışlar, alıştırılmışlar.”58 Bu sonucu
annelere ve onların oğullarına davranışlarına bağlamak mümkündür. Çünkü anneler,
oğullarını geciktiyse gelene kadar uyuklayarak da olsa beklemiş, sabah erkenden
kalkıp ona sıcak bir çay içirmeden, iki lokma ekmek yedirmeden evden
göndermemişlerdir. Ancak aynı anneler, kızları için bu davranışları yapmamışlardır.
56
Duygu Asena, Aynada Aşk Vardı, 23. bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık A.Ş, 2006, s. 170-173.
Emel, Coşkun, Ben Duygu, s. 27.
58
Asena, Aslında Aşk Da Yok, s. 58.
57
177
Hatta kızlar, ağabeylerine hizmet hususunda eğitilmişlerdir. Kızlar yemeklerini
kendileri hazırlamışlardır.
3.2 NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ’NİN ESERLERİNDE İÇERİK
3.2.1 AİLE UNSURU
Arap toplumu daha önce de değinildiği gibi erkek egemen bir toplumdur. Bu
toplumda yaygın olan ataerkillik, Türk toplumunda görülenden biraz daha sert bir
tutum sergilemektedir. Erkek, Arap toplumunda çok büyük bir öneme sahiptir.
Kadının kraliçe olduğu Mısır’ın eski dönemlerinden sonra sosyal konumunun
ataerkil düzen ile değişmesi ve ikinci dereceye düşmesi, toplumun her alanında
kendini hissettirmiştir. Bu durum tarihsel bir geleneğin sonucudur. Arap toplumunda
erkek çocuk sahibi olmak bir övünç kaynağıdır. Bu durum aile itibarıyla doğru
orantılı olarak artmaktadır. Cahiliye döneminden kalma bir âdet olarak, kız çocukları
pek bir öneme sahip değildir. Bu duruma örnek olarak şu ifadeler gösterilebilir: “…
Neden olmasın Hacı İsmail? Üç kez evlendim, çocuk sahibi olmadım. Ölmeden bir
oğlum olmalı.”59 Ayrıca kızların eğitimine önem verilmemesi de bunun bir delilidir.
Şüphesiz ki aile kurumu içinde yaşanan değişimler aşamalı ve yavaş da olsa
toplumu etkilemekte ve değiştirmektedir. Tarih öncesi dönemlerde anaerkil düzenden
ziraat toplumuna geçilmiş, daha sonra da sanayi toplumuna geçiş ve yaşanan tüm
değişimler toplumun en küçük birimi olan aileden başlamıştır. Hangi toplumda
olursa olsun değişim önce ailede başlar ve tamamlanır sonra da topluma yansır. Aile
içindeki işbölümü üretimin ev dışına taşınması ile birlikte toplumda görev dağılımına
dönüşmüştür. Ekonomik, siyasal, kültürel ve sosyal kollarda uzmanlıklar oluşmuş ve
aile içindeki kişisel ve duygusal bağlar yerini çıkar ilişkilerine bırakmıştır.
Terimsel olarak da aile, anne, baba ve çocuklardan oluşan toplumun en küçük
birimidir. Genel olarak baba ev dışında çalışarak evin geçimini sağlar, anne de ev
içinde çalışarak eşine yardımcı olur. Aile birlikteliğini sağlayan kurallar genel olarak
59
Nevâl es-Sa‘dâvî, Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ, Kahire, Mektebetu medbulî, 2006, s. 36.
178
benzerlikler arz etse de toplumdan topluma değişiklikler de göstermektedir. Mısır
toplumunda bu değişikliklerin en göze çarpanı boşanma konusunda yaşanmaktadır.
Bazı kanunlar, kocanın karısının sahibi olduğunu, eğer kadın ihanet ederse kocanın
boşama hakkı bulunduğunu fakat aynı durumun tersi olduğunda ise kadının kocasını
boşama hakkı olmadığını belirtmektedir. Ayrıca bazı kanunlar, kocaya eşinin isminin
yerine kendi ismini verme, malları üzerinde istediği gibi tasarruf etme hakkı
vermektedir. Bunların yanı sıra, boşanmış kadın çocuklarını görmekten ve nafaka
almaktan mahrum edilmektedir. Çok çeşitli sebeplerden ötürü kadın ile erkek
arasında ilişki farklılık göstermektedir.
Erkek tarafından himaye edilen, her türlü ihtiyacı bir şekilde erkek tarafından
karşılanan ve ona bağımlı kılınan kadın, bir süre sonra bilinçsizleşme ve
cahilleşmeye
maruz
kalmaktadır.
Erkek
egemenliğinin
onun
üzerindeki
yaptırımlarını, kadının kendisini erkeğin ve toplumun gözünde yüceltecek araçlar
olarak görmektedir. Kadının kendini gerçekleştirebilmesi evin dört duvarı arasından
çıkıp kendini ifade edebildiği bir işte çalışmasıyla ancak mümkün olabilir. Erkeğin
saltanatının hüküm sürmediği, kadının kendi başına üretebildiği ve yarar sağladığı bir
alan ona güven verecektir.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde aile kavramı, toplumun sorunlarına örnek
teşkil eden gruplardan seçilmiştir. Bu örneklerde cehaletin yol açtığı sorunlara
değinilmiş, sosyal şartların değişmesinin kadının hayatını nasıl değiştireceği ve
yaşanan değişimlerden söz edilmiştir. Ayrıca erkek egemenliğinin kadınlar
üzerindeki istismarı en çarpıcı şekliyle ifade edilmiştir. Kapitalizmin hüküm sürdüğü,
sınıfsal farklılıkların yaygın olduğu toplumlarda kadının kendini gerçekleştirmesi
pek mümkün görünmemektedir. Ancak adaletin ve eşitliğin gerçek manada olduğu
sosyalist toplumlar buna imkân vermektedir. es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde kendi
hayatından aktardıkları da dâhil olmak üzere, kız çocukların erkek çocuklardan
ayrımına tanık olunmaktadır. Yazar es-Sa‘dâvî, bu konuda Tanrı’nın adil olmadığını,
erkek kardeşini kendisinden daha çok sevdiğini düşündüğünü ifade etmiştir. Ailesi,
Mısır’daki çoğu aileye nazaran elit sayılabilecek, eğitimli bir aile olmasına karşın,
es-Sa‘dâvî’nin kaleminden bu tür ayrımları okumak mümkündür. Toplumsal değişim
179
için gerekli şartlardan biri de kız çocukların doğumlarından ölümlerine kadar,
okulda, evde, işte eşitliği hissetmeleri ve yaşamalarıdır. Çocukların yetişme
döneminde anne kadar baba da eğitime katılmalı, paylaşımcı olmalıdır. Arap
toplumunun geleneksel aktarımları kız çocuklarının ikincil planda kalması
yönündedir. Bunun erkek çocukla her yönden eşit duruma gelmesi gereklidir. Arap
toplumundaki kadın hareketinin temeli de evlilik ilişkilerini düzenlemeye
yoğunlaşmaktadır. Çünkü toplumun en küçük birimi olan aile, değişimin kökleşme
mekanizmasıdır.
Kadın sorununun da başlangıç yeri ailedir. Kadının küçük dünyası aile
sorunları ve çocuklarla doludur. Bu sorunlar ne daha büyük sorunlara ne siyasi ya da
insan
hakları
sorunlarına
ne
de
adalet,
özgürlük
ve
sosyal
sorunlara
dönüşememektedir. Arap toplumunda kadın konulu ilmî bir araştırma bile kültürün
ve dinin insanlar üzerindeki engelleyici ve sınırlandırıcı etkisine takılarak
gerçekleşememektedir. Bazı insanlar dini önemli bir silah olarak gerçek bilgiye karşı
kullanmaktadır. Bu durumun sonucunda cehalet kaçınılmaz olmaktadır. Nevâl esSa‘dâvî bu konuda dinin, kadın erkek, zengin fakir ayırt etmeksizin haktan ve
gerçekten yana olması gerektiği görüşündedir. Din, sosyal ve ekonomik sebeplerden
ötürü sevilen bir kavram değildir. es-Sa‘dâvî bu hususta Havva’nın Örtülü Yüzü
isimli kitabında yaşadığı bir olayı aktarmıştır: Ayn Şems Üniversitesi’nde ‘Çağdaş
Mısırlı kadının cinsel yaşamında karşılaştığı sorunlar’ isimli bir araştırma, ilgili
profesörlerin ‘cinsellik’ kavramına ilişkin aşırı gelenekçi zihniyetle yaklaşımı
sonucu, konu adındaki ‘cinsellik’ kelimesinin ‘psikolojik’ olarak değiştirilmesiyle
gerçekleşebilmiştir.60
Kadın, her zaman itaat etmesi gereken taraf olarak seçilmiştir. Erkekler
tanrıya, kadınlar ise tanrıya, babalarına ve kocalarına itaat ederler. Tabiiyet ilk olarak
baba ile başlar, kocayla devam eder. Bu ikisine boyun eğme sonucu sorgusuz ve
söylendiği biçimde tanrıya itaat gerçekleşir.
60
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 55.
180
3.2.2 BABA KARAKTERİ
Daha öncede belirtildiği gibi Arap toplumu ataerkil bir aile yapısı ve
toplumsal normlara dayalı bir düzendedir. Erkek çocuk sevilir, erkeğin soyu devam
ettirilir, kanunlar bile onlardan taraf olduklarını ispatlarcasına onları destekleyerek
erkeklere farklı hükümler verir. Aynı erkekler çalışır, evin geçimini sağlar, evin reisi
olarak karar alır ve uygularlar. Ev işleri ve çocuk bakımı kesinlikle kadınların işidir.
Toplumsal ve sosyal görevlerin dahi belli sınırlarla çizildiği erkek egemen
toplumlarda, erkeklerin görev yeri ev dışı olarak belirlenmiştir. Anneleri tarafından
bile bu olgu üzerine yetiştirilen erkekler daha sonra bütün her şeyi alıştıkları üzere
eşlerinden ya da kız kardeşlerinden beklemektedirler.
“Patriarki (ataerkil sistem), bir cins olarak toplumda kadınların ezilmesi
sonucunu doğuran kurumsal ve kültürel düzenleme ve uygulamaları belirtir ve genel
olarak kullanıldığında erkek iktidarı anlamına gelir; ancak bu, ataerkil sistemin
örgütlenmesinin ve uygulanmasının tarihsel ve kültürel olarak farklılık gösterdiği
gerçeğini ortadan kaldırmaz.”61 Bu düzen her ne şekilde uygulanırsa uygulansın,
erkek birey olarak kabul edilmekte ve kadın denetlenmesi gereken bir nesne
durumuna dönüşmektedir. Kadının denetlenmesi cinselliği ve doğurganlığı üzerinden
yapılmaktadır. Çünkü ataerkil aile geleneğinin tarihsel sürecine bakılırsa, babanın
topraklarının mülkiyetini aktarabilmek üzere kendi çocuklarının kim olduğunu kesin
olarak bilmeye ihtiyacı vardır. Ekonomik sebepler, ataerkil aileyi beslemiş ve
güçlendirmiştir.
Nevâl es-Sa‘dâvî el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî (Kadın ve Psikolojik Savaş)
adlı eserinde, nörotik hasta kadınların sorunlarından bahsetmiştir. Bu hastaları
değerlendirirken, onları denetleyen muhtemel toplumsal kuralların etkilerini de
irdelemiştir. Burada yetiştiği kendi ailesi, anne-babasının tutumları da ona yol
gösterici olmuştur. Örneğin Nevâl es-Sa‘dâvî’nin babası tek başına evin geçimini
sağlamasına rağmen eve geldiğinde annesine yardım eden, bulaşık yıkayan, eşine
sesini yükseltmeyen kibar bir adamdır. Fakat es-Sa‘dâvî’nin hastalarından biri olan
Zeynep’in sorunlarının sebebi de babasıdır. Aşırı korumacı bir yapıya sahip baba,
61
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 24.
181
kızını her türlü kötülükten ve erkeklerden korumak için büyük çaba sarf etmiştir.
Kızına kötülük yapmayı ve onu hasta etmeyi asla aklına bile getirmemiştir. esSa‘dâvî babayı şöyle tanımlıyor: Zeynep’in hayatındaki en büyük tehlike babasıdır.
Çünkü Zeynep babasının isteğiyle okul hayatına veda etmiş, babasının çalıştığı
fabrikada işe başlamış, sonra da babasının uygun gördüğü gibi teyzesinin oğlu ile
evlenmiştir. Tüm bu yaşananlar esnasında babası Zeynep’e ne istediğini hiç
sormamıştır.62
Tanrı Nil Kıyısında Öldü adlı hikâyedeki baba karakteri olan Kafrâvî, aslında
seçimi kızına bırakmak ister bir tavır sergilerken, “Ben kabul ediyorum Şeyh Zahrân
ama gördüğün gibi kız istemiyor. Senin evinde kızının sözü mü geçiyor Kafrâvî? Sözü
geçen benim ancak ne yapayım? Ne mi yap? Bilmez misin kadınlar ve kızlar dayak
yemeden söz dinlemezler”63 sözleri üzerine sonunda polis şefinin baskısına yenik
düşerek kızını dövmüş ve muhtarın evinde çalışması için Şeyh Zahrân’a teslim
etmiştir.
Doğu toplumlarında erkekler çocukluklarından itibaren kadınların tam tersi
bir durumda yetiştirilirler. Onlar kendilerini tek egemen güç zannederek, dünyanın
onlar için ve onların etrafında döndüğünü düşünmesi sağlanılarak büyütülürler.
Aslında bu durumda kadınların etkisi büyüktür. Çünkü onları bu duygularla yetiştiren
de anneleri olan kadınlardır. Fakat kadınları bu duruma iten güç yine ataerkil
sistemin çıkmazlarıdır. Kadına değer vermeyen bu yapıda, değer görmenin
koşullarından biri de erkek evlat doğurmaktır. Varlığını kabul ettirme çabasındaki
kadın için erkek evlat tek ve vazgeçilmez gurur kaynağı oluvermektedir. Böylesine
bir ilgiyle büyüyen erkekler de eş ya da baba olunca doğal olarak önce kendilerini
düşünmekte, ilk kendi ihtiyaçlarını karşılamaktadırlar. Nevâl es-Sa‘dâvî’ye göre bu
erkekler, en önemli mevkilere kendileri gelmelidir. Kadınlar ise, canları istediğinde
birlikte olacakları, bacaklarının arasında uzanan güzel ve aptal hayvandan başka bir
şey değildir.64
62
Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî, Beyrut, el-Muessesetu el-‘arabiyyetu li’dirâsâti
ve’n-neşri, 1976, s. 138.
63
es-Sa‘dâvî, Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ, s. 35-36.
64
Nevâl es-Sa‘dâvî, Muẕekkerâtu ṭabîbe, 2. bs., Kahire, Mektebetu medbulî, 2006, s. 60.
182
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde baba karakteri çeşitli tiplerde okuyucuya
sunulmuştur. Klasik olarak sıkça rastlanan aşırı koruyucu ve muhafazakâr baba
tiplemesini çokça görmek mümkündür. Bunun yanı sıra maddi durumu iyi kesimden
de örnekler verilmiştir. İlk tiplemedeki baba rolü, kızlarını her şeyden sakınmış,
erkeklerden özellikle uzak durmalarını tembih etmiş, kızların kendi başına hareket
edemez, karar veremez hale gelmelerine neden olmuşlardır. Maddi olarak iyi
durumda olan babaların, cinselliklerine de değinilmiş, evde çalışan kızlara karşı
davranışlarından örnekler sunulmuştur. Bunların dışında, kızlarına değil ama eşlerine
acımasızca davranan hatta onları uydurdukları bahanelerle akıl hastanelerine kapatan
baba tipleri vardır. Eserlerde bu tipler sadece ‘baba’ olarak isimlendirilmiştir. Çünkü
onlar toplumsal görev ve rollerini hiç yerine getirememiş, çocuklarını ve ailelerini
koruyamamış, uyuşturucu satmak gibi kötü işlerde bile kullanmışlardır.
es- Sa‘dâvî, kız çocukları ile babaları arasındaki ilişkinin mesafeli olmasından
kaynaklanan sorunlara vurgu yapmıştır. “Hayatımın bu dönemini sebepsiz bir şekilde
çok sevdim. Belki trenin bir o yana bir bu yana sallamasını, belki direklerin hızla
arkamda kalmalarını ya da trenin merdiven basamaklarında babamın büyük elinin
benim parmaklarımı kavramasını, dokunmasını sevdim.”65 Baba ile kızları arasındaki
ilişkinin hayatlarının her döneminde onları etkileyeceğine dikkat çekmiştir. Bu
konuyla bağlantılı olarak es-Sa‘dâvî’nin Mısırlı Müslüman bir genç kızın
hikâyesindeki, baba ile kızın ilişkisi örnek gösterilebilir. Kızının dışarıda çalışmasına
erkeklerden izole olmuş bir ortam olması şartıyla izin veren baba, sürekli olarak ona
ahlaklı olmasını, namaz kılmasını, günahtan kaçınmasını söylüyor. Babasının kendisi
için ettiği dualarda bile ona eş olarak sadece teyze veya halasının oğlunun olmasını
istediğini duymuş ve bu sebeple Allah’a sadece evlenmemek için dua etmiştir.66 Yine
yaşanmış gerçek bir hayat hikâyesi olan bu eserde yaptığı her şeyde kendini
günahkâr hisseden kız, es-Sa‘dâvî’nin hastalarından biri olmuştur. Bu örnekte esSa‘dâvî fanatik dini düşüncelerin de genç kız üzerindeki etkisine değinmiştir. Baba
sevgisinin önemine vurgu yaptığı eserlerinden biri de el-Ġâib’tir. Burada hayat
65
Nevâl es- Sa‘dâvî, el-Ḥayṭu ve ‘ayn’ul-ḥayât, 2. bs., Kahire, Mektebetu medbuliyyu, 2006, s. 14.
Nevâl es-Sa‘dâvî, Why Keep Asking Me About My Identıty, London-New York, Zed Books,
1998, s. 100.
66
183
şartlarıyla uyum sağlayamamış, kırılgan, alıngan, ruhsal boşluklar yaşayan bir genç
kızın hikâyesi anlatılmıştır. Gizli aşkını hayal eden, aşığını kurgulayan ancak
erkeklerden nefret eden, hayatı ev ve laboratuar arasında geçen biridir.67
Nevâl es-Sa‘dâvî, aile ve babası konusunda eserlerine konu olan örneklere
göre oldukça şanslı biridir. Kız kardeşleri üzerinde otorite kurmaya çalışan, kendine
hizmet etmeye zorlayan erkek kardeşine babasının tavrı bu tutuma karşı çıkmak,
herkesin kendi işini yapmasını istemek şeklinde olmuştur.68 Ayrıca babasının
annesine karşı çok saygılı olduğunu her fırsatta dile getirmiştir.
3.2.3 CİNSELLİK
Müslüman toplumlar, siyasi yapıları ve ekonomik gelişme düzeyleri
bakımından çeşitlilikler gösterse de birçoğu kadın bedeni ve cinselliği konusunda
erkek egemen bir anlayış içinde benzer tutumlar sergilemektedir. Bu tutumlar
toplumsal gelenekler ve törelerle şekillenmektedir. Bu durum yasalara ve devletlerin
siyasi politikalarına da yansımaktadır. Tutucu ve muhafazakâr politik güçler kadın
cinselliği üzerindeki geleneksel denetimlerini sürdürmekte hatta yenilerini ekleyerek
baskı ve kontrolü pekiştirmeye çalışmaktadırlar. “Kadınların bedenlerini ya da
cinselliklerini baskı altında tutmayı amaçlayan çeşitli mekanizmalar, yasaların
ötesinde, kadınların giyim ya da hareket özgürlüklerini kısıtlamak gibi yaygın
toplumsal davranışlardan, cinsel organlarını kesmek ya da namus nedeniyle topluca
öldürmek gibi şiddet içeren törelere kadar uzanıyor.”69 Kadın bedeni ve cinselliği
üzerindeki bu kontrol mekanizmaları baskı ve şiddet yoluna başvurdukları gibi siyasi
ve kültürel olguları da kullanmaktadırlar. Bunlar arasında din, kullanılan en güçlü
yollardan biridir. Din bahane edilerek, kadınların birçok hakkı ihlal edilmekte ve bu
ihlalin meşrulaştırılması yoluna gidilmektedir. Gerek kadın sünneti gerekse namus
adına işlenen kadın cinayetleri, dünyanın birçok yerinde İslâm ile hiçbir ilişkisi
olmamasına rağmen kadın cinselliğini kontrol altına almak için İslâmiyet adına
67
Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Ġâib, Kahire, 2. bs., Mektebetu medbulî, 2006.
Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ, Şam, Dâru’l-fikr, 2000, s. 29.
69
İlkkaracan, a.g.e., s. 13.
68
184
uygulanan töreler olarak yansıtılmaktadır. Yaygın olan bir inanışa göre kadın
cinselliği toplumsal düzeni tehdit eden çok güçlü bir arzudur. Kadınların da
kendilerini kontrol etme yetileri olmamasından, cinselliğin kirlilik olarak görülmesi
ve temizlenilmesi gereken bir şey olduğu düşünceleriyle kadınların namus ve
iffetlerini korumak için bu sünnetin uygulanması kaçınılmazdır.
Arap kültüründe cinsellik çok özel bir konu olarak ele alınmakta ve onunla
ilgili hiçbir şey açıkça konuşulmamaktadır. Müslüman bir Arap kadını için cinsel
hayatı ancak evliliğinde başlamaktadır. Fakat bazı Müslüman toplumlarda değişen
zaman
ve
şartlara
göre,
erkek
için
durum
uygulamada
değişiklikler
gösterebilmektedir. Erkeklere daha hoşgörülü bir tavır, görmezden gelme ya da
olması gereken bir durum gibi kabuller ortaya çıkabilmektedir. Fakat bekâr bir
kadının cinselliği ailesi için bir itibar olduğu kadar aile namusu için bir tehdit olarak
da algılanmaktadır. Müslüman toplumlarda arzu ve cinsellik konusu evlilik kurumu
ile birlikte meşrulaşan konulardan biri olmuştur. Müslüman toplumlarda cinselliğin
meşru olarak yaşanabileceği yer evliliktir. Evlilik öncesi cinsel deneyim yaşayan
kadınlar açısından bu büyük bir ayıp olarak nitelendirilmekte fakat aynı tutum erkek
söz konusu olduğunda aynı algı değişmektedir. İslâm dininin her iki cins için zina
konusunda aynı hükmü ve cezayı vermesinin yanı sıra toplumdan topluma ve
zamandan zamana değişen bu tür uygulamalara rastlamak mümkündür. Bazı
toplumlarda erkeğin dahi evlilik öncesi veya evliliği içinde başka biriyle nikâhsız
birlikteliği hoş görülmemektedir. Müslüman toplumlarda kadınlar, küçük yaşlardan
itibaren toplumsal cinsiyet ayrımcılığına maruz kalarak ve evliliğe hazırlanarak
büyümektedirler. Evlilik kurumunun önemi bir yana, tek amaç olmaması da büyük
önem taşımaktadır. Büyük ölçüde görücü usulü şeklinde ailelerin uygun gördükleri
kişiler ile evlenmeye zorlanmak da ataerkil toplumlarda kadınların yaşadıkları
sorunlardan biridir. Evlilik yoluyla kadınlar ve hayatları değişime uğramaktadır.
Yaşadıkları her ne olursa olsun “ evli ve saygın kadınlar olmakta, aşk ve seksi
tanımadan altı meşru çocuk doğurmakta, kocalarını bir defa bile çıplak görmeden,
yakınlaşma anında şiddetle karşı koyarak vicdanlarını rahatlatmakta ve teslim
185
oldukları anda da acı duyarak”70 evliliklerini sürdürmektedirler. Kadınlar için
cinsellik âdeta bir yük olabilmekte ve sadece çocuk doğurmaya yönelik bir
sorumluluk olarak kalmaktadır. Arap toplumunda kadının ikincil statüsü bu algılarla
birleşerek kadının ailedeki rolünü de etkiler ve doğacak olan çocukların erkek olması
tercih sebebi olarak karşımıza çıkar. Burada iki yönlü bir sonuç vardır. Birincisi
erkek çocuk doğmasıyla annenin aile içindeki görünmez değer artışı, ikincisi ise aynı
sıkıntılardan çocuğunu koruyabilmiş olması örnek verilebilir. Araplarda “aile,
ekonomik ve sosyal etkinliklerin merkezi olan, toplumsal cinsiyet ve yaşla belirlenen
bir hiyerarşiye dayalı, işbirliği ve bağlanma temeli üzerine kurulu sosyal bir
birlik”71 görülmesi nedeniyle kadınlar özel alana hapsolarak erkeğe bağımlı hale
gelmişlerdir. Nevâl es-Sa‘dâvî’ye göre; Arap kadınları, erkeklerin mülkiyeti olarak
algılanır ve korunmak üzere erkeklere ihtiyaçları vardır. es-Sa‘dâvî, imra’a ‘inde
nuḳṭati’s-ṣıfr (Sıfır Noktasındaki Kadın) adlı eserinde Firdevs’in nasıl hayat kadını
olma yoluna itildiğini ve ona sahip olmak isteyen erkekleri anlatır. Hikâyenin
sonunda Firdevs, bir erkeğin tahakkümünü kabul etmeyerek katil olmak zorunda
kalmıştır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; ataerkil toplumlarda özellikle de
Arap toplumunda erkeklerin kadın üzerinde baskı kurma isteği ve hâkimiyeti sınır
tanımamaktadır.
Erkekleri
buna
iten
güç,
kadınlara
yetememe
korkusu
olabilmektedir. Cinsel açıdan hissedilen kendine güvensizlik, erkeği şiddete
yöneltmektedir.72 Kadına karşı duyulan bu korku, erkekleri bazen Firdevs gibi
kadınlara yöneltmektedir. Çünkü bu kadınlar, ahlaki değerlere ve geleneklere göre
toplumun en aşağı tabakasıdır. Her türlü değerden yoksun bu kadınlar, her türlü
güzel ve iyi özelliğe sahip eşlerini evde bırakarak erkeklerin korkmadan
yaklaşabildikleri kadınlar olmuşlardır. Bu konu ile bağlantılı olarak Laḥẕatu ṣıdḳ adlı
eserde anlatılan erkek ile kadının hikâyesine de değinilebilir. Burada hayatına giren
birçok kadın olduğunu, bunlardan çoğunun hala kendisini aradığını, itaat ettiğini,
onları küçük düşürmesine rağmen kendisine olan bağlılıklarını anlatırken başka bir
kadın tarafından ömrü boyunca unutamayacağı bir reddedilişi anlatan bir erkeğin
hikâyesi konu edilmiştir. Diğerlerinden farklı olan bu kadın, erkeğin onu istemesine,
70
es-Sa‘dâvî, Kadının Cennette Yeri Yok, s. 92-93.
Nadere Shalhoub-Kevorkıan, Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2011, s. 211.
72
Nevâl es-Sa‘dâvî, er-Raculu ve’l-cins, s. 410-412.
71
186
onun için özel olarak hazırlıklar yapmasına karşın “beni seviyor musun?” diye
sorduğunda “henüz değil” diyen, özentisiz ve sıradan bir kadındır. Erkek yaşadığı bu
durumu kendisi için gurur meselesi yapacak kadar incindiğini ve hislerini
belirtmiştir.73
Cinselliği küçümseyen bir tavır takınan diğer tek tanrılı dinlerin aksine
İslâmiyet, meşru sınırlar içinde yaşanmasını uygun görmüş ve ona değer veren bir
tavır sergilemiştir. Ancak zaman zaman yanlış yorumlanış biçimlerine de
rastlanmaktadır. Özellikle Cennet’e gidecek olanlara vaat edilen hurilerin ve
Cennet’in edebî tasviri Nevâl es-Sa‘dâvî’nin kaleminden okuyucuya şöyle
yansımıştır: “…Kapı kapalıydı. Yavaşça elini uzatıp kapıyı itti. Yatağın dört direğini
ve direklere asılı perdeyi gördü. Ortada geniş bir yatak, yatağın üzerinde de damat
gibi oturan kocası vardı. Kocasının sağında bir kadın vardı. Solunda bir başka
kadın. İkisi de beyaz tenlerini ortaya seren şeffaf elbiseler giymişlerdi, gözleri
hurilerin gözleri gibi ışık doluydu… Siyah bir kadının cennette yeri yok.”74 Bu
ifadeler bütün hayatını kocasına itaatle geçirmiş evli bir kadına aittir. Hikâyede
anlatıldığına göre bu kadın kocasından dayak da yemiş, saçının telinden topuklarına
kadar hiçbir yeri görünmemiş bir kadındır. Kocası kendisinden önce ölmüştür.
Kendisi de öldüğünde kocasıyla buluşma yerine gitmiş ve kocasını iki huri ile
birlikte bulmuştur. Üstelik huriler beyaz tenlidir… Nevâl es-Sa‘dâvî el-Mer’etu ve’sṣırâ‘u’n-nefsî (Kadın ve Psikolojik Savaş) eserinde ataerkinin ve onun gücünün
korunmasının kadın-erkek ilişkilerine atfedildiğini ve özellikle kadın cinselliği
üzerinden yürütüldüğünü hatta bu konuda ahlaki bir ikilik ve ayrımcılık yapıldığını
anlatmaktadır. Bu konuyu çeşitli örneklerle açıklamak mümkündür. Nevâl esSa‘dâvî, kadını baskılaması nedeniyle Arap toplumunu sık sık eleştirmiştir. Gerek
ekonomik sebepler gerek başka herhangi bir sebep yüzünden, kadının cinselliği
alçaltıcı bir konu olagelmiştir. Bu husustaki eleştirileri de toplumun, erkeğe şartsız
koşulsuz ve evlilik içi ya da dışı cinsel özgürlük vermesi ile ilgilidir. Kadın için aynı
durum söz konusu bile olmamıştır. Anaerkil aileler döneminde kadının toplumsal
statüsü, ona ayrıcalık katarken ataerkil topluma geçişle birlikte kadının cinselliği
73
74
Nevâl es-Sa‘dâvî, Laḥẕatu ṣıdḳ, 4. bs., Kahire, Mektebetu Medbulî, 2006, s. 9-19.
es-Sa‘dâvî, Kadının Cennette Yeri Yok, s.106.
187
algısı değişime uğramıştır. Erkeklerin farklı sebeplerden dolayı, evli oldukları
eşlerden başka kadınlara yönelmeleri bu durumu bir sektör haline getirmiştir. Bu
kadınları yaşadıkları acılara ek olarak çocuklarının da yaşadıkları kadınların kendi
kaderlerinden farklı değildir. Gayri meşru çocuk olmaları sebebiyle ahlaki, insani,
sosyal, kültürel ve ekonomik bütün haklardan mahrum kalırlar. Suḳûṭu’l-imâm
(İmamın Düşüşü) adlı eserde böyle bir konuyu dile getiren Nevâl es-Sa‘dâvî burada
gayri meşru doğan kız çocuğun hikâyesini anlatmıştır.
Toplumsal cinsiyet olgusunun farklı kurgulanışı ve cinsellik konusunun
Müslüman toplumlarda yeterince ele alınmaması göze çarpmaktadır. Deniz
Kandiyoti bununla ilgili olarak “hem kültürel olarak tabu addedilen alanlara
girmeye karşı gösterilen direnç, hem de İslâmî köktendincilik tarafından
konuşlandırılan kategorilerle benzerlik taşıyan bazı radikal feminist teorilerde gizli
toplumsal cinsiyet özcülüğüne karşı tepki”75 olabileceğini ileri sürmüştür. Bu
direncin temelinde korku duygusu yatmaktadır. Çünkü Müslüman toplumlardaki
kadına karşı yaptırımlar kısa yoldan ölüme bile götürebilecek türden cezalar
içermektedir.
Toplumsal
yaptırımlar
ve baskı
mekanizmaları
arasında Müslüman
toplumların kadınları, edebiyat, resim, güzel sanatlar yoluyla cinselliklerini ifade
yolu bulabilmişlerdir. Bu eserler de sayıca çok az olmasına rağmen 19. yy.dan beri
süregelen kadın hareketine güç katmışlardır. Nevâl es-Sa‘dâvî, kaleme aldığı
eserlerinde cinsellik konusunu belli bir açıdan ele almıştır. Kadın sorunları ile ilgili
çalıştığı klinikte yaptığı araştırmalar, kadınların sorunlarının kaynağını cinselliğe
bağlamıştır. Küçük yaşta yaşanan sünnet ile birlikte kadınlar için cinsel hayata
korkulu bir başlangıç yapılmış oluyor. Cinsellik, çevre ve toplumdan öğrenilen bir
kavramdır. Çünkü küçük yaştaki kız ya da erkek çocuklar, cinsel organlarını diğer
uzuvlarıyla aynı görmektedirler. Zamanla ebeveynlerin ve diğer büyüklerin uyarıları
doğrultusunda
belli
davranışlara
odaklanılmayı
ve
cinsler
arası
farkları
öğrenmektedirler. Bu durum gizli saklı köşelerde yasağı keşfetmeye yöneltmekte ve
suçluluk duygusunu da beraberinde getirmektedir.
75
Deniz Kandiyoti, “Contemporary Feminist Scholarship and Middle East Studies”, Deniz Kandiyoti
(ed.), Gendering and Middle East (Londra ve New York: I.B.Tauris, 1996), s. 14.
188
“Zeynep”76 adlı örnekte belirtildiği gibi aşırı korumacı baba karakteri, kızının
güvenliği ve iyiliği için, okula dahi kendisinin götürmesine sebep olmuştur. Sürekli
olarak erkeklerin çok tehlikeli ve kaçınılması gereken varlıklar olduğunu, onlara
güvenmemek gerektiğini dile getirmiştir. Kızı Zeynep, evlendikten sonra eşiyle
yaşadığı cinsel hayatını bile sevememiş, bütün erkeklerden nefret etmiştir.
“Aliye”77 kişisi de sadece kocasıyla birlikte olmuş fakat çocuğunun kendisine
benzemediği iddiasıyla ve evlendikleri günden beri kendisinin bekâretinden şüphe
duyduğunu söyleyen kocası tarafından boşanmıştır. Bu kadın da nörotik şikâyetler
sebebiyle Nevâl es-Sa‘dâvî’ye başvuran kadınlardan biridir.
Arap toplumunda kadınların cinsellik konusundaki en büyük sorunlarından
biri de kadın sünnetidir. Küçük yaşlarda yaşanan bu şiddet, kadınları olumsuz yönde
etkilemektedir. Kadınları ve cinselliklerini kontrol etmede kullanılan çok güçlü
yöntemlerden biridir. Köken olarak Afrika’nın ilkel kabilelerine ait bir gelenek
olmasına rağmen İslam ile ilişkilendirilerek yaygınlaştırılmış ve gelenek haline
gelmiştir. Son yıllarda Arap ülkelerindeki kadın aktivistlerin ve batılı ülkelerin de
çalışmalarıyla zararları anlatılsa da vazgeçilemeyen bir âdet olarak yerini ve
etkinliğini korumaktadır. Mısır’da 2008 yılında sünnet edilen kızlardan üçünün aşırı
kan kaybı ve enfeksiyon sebebiyle ölümünden sonra bu gelenek hükümet tarafından
yasaklanmıştı. Ayrıca sünneti teşvik eden ailelerin, operasyonu yapan ve yaptıran
kişilerin hem hapis hem de para cezası ile cezalandırılması kararlaştırılmıştı. Çocuk
haklarının korunması doğrultusunda alınan bu kararlara, on sekiz yaşından önce, aile
rızası dışında evlilik yasağı da eklenmişti. Fakat burada şunu da belirtmek gerekir ki;
sünnetin zorunlu haller –zorunlu halleri kapsayan durumların açıklaması net bir
şekilde yapılmamıştır- dışında yasaklanması, geleneğin uygulanabilirliği hususunda
açık kapı bırakmıştır. Maalesef gelenek, yasak tanımadan uygulanmaya devam
etmektedir. Çünkü Müslüman ailelerin yanı sıra Hıristiyan aileler de geleneği
sürdürmektedir. İnançlara göre; kadınlığa geçişin ve kadın olmanın sembolü
sayılması, bu uygulamanın kadınların arasında bile bir itibar konusu olması, dine
bağlılığın ispatı olarak görülmesi ve daha birçok etkenden dolayı kadın sünneti
76
77
es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî, s. 137-152.
es-Sa‘dâvî, a.e, s. 153-159.
189
uygulaması devam etmektedir. Hatta Mısır’ın yeni parlamentosundaki hem iktidar
hem de muhalefet partisine mensup bazı milletvekilleri kadın sünnetini yasaklayan
kanunların değişmesi çağrısında bulunmuşlardır. Bu yasağın Mübarek döneminde
getirilmiş olması nedeniyle artık geçerliliği kalmadığını iddia etmişlerdir. Badran’ın
belirttiğine göre; devlet şu an kadın sünnetinin tıbbileştirilmesini desteklemiyor
ancak uygulamanın İslâmileştirilmesini de istemiyor. Kadın sünnetinin şeriata
girdiğini kabul etmiyor ve böylece anayasa tarafından korunuyor. Devlet İslamcıların
bu tartışmayı beden politikası üzerindeki siyasi kontrollerini genişletmek için
kullandıklarının farkında ve devamlı buna karşı koymaya çalışıyor. Bu nedenle
devlet, kesişen çıkarlar için kadın sünnetinin kaldırılmasını isteyenlerle müttefik
oluyor.78
Kadın sünneti ile ilgili olarak hiç olumlu gelişme kaydedilmediğini de
söylemek doğru olmaz. Ezher şeyhlerinden Tantâvi ve bazı âlimler kadın sünnetinin
İslam’da yeri olmadığını ifade etmişlerdir. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü’nün konu ile
ilgili araştırma79 sonuçlarına göre; anne ve babanın eğitim düzeyi ile bu uygulama
arasında ters bir orantı vardır. Eğitim düzeyi arttıkça uygulamanın azaldığı tespit
edilmiştir. Toplumun gelişmişlik düzeyinde pozitif yönlü bir değişim, ebeveynlerin
kökleşmiş âdetlere karşı toplumsal kararlılığı bu olayı ortadan kaldırmaya
başlamıştır. Artan eğitim seviyesi ile ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu araştırma
sonucu, eğitim düzeyi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, geleneksel toplumlara
nazaran kadının statüsünde olumlu değişikliklerin olduğunu göstermektedir.
Nevâl es-Sa‘dâvî sünnet konusunda kendini, çocukların bedenlerini dayaların,
doktorların ve sünnetçilerin elinden kurtarmaya adadığını ifade etmiştir. Kendi
yaşadığı acıyı unutmadığını, erkek kardeşinin çığlıklarını hala anımsadığını
belirtmiştir.80 Nevâl es-Sa‘dâvî, sünnete karşı olmasını tıp doktoru olmasının ona
kazandırdığı bilgi ve tecrübelere dayanarak açıklamaktadır. Yazarın belirttiğine göre,
78
Badran, Feminism in İslam, s. 45.
Ayrıntılı bilgi için bkz.: World Health Organization, Eliminating Female Genital Mutilation An
İnteragency Statement OHCHR, UNAIDS, UNDP, UNECA, UNESCO, UNFPA, UNHCR, UNICEF,
UNIFEM, WHO
80
es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ, s. 9-14.
79
190
tıp fakültesinde bu cerrahi müdahalelerle ilgili bir eğitim görmemişlerdi. Bu işlemin
yapılış sebebi ise temizlik, ahlâk, sağlık ve din olarak açıklanıyordu.81
Burada ele alınması gereken bir konu da Mısır’da Arap Baharı devriminden
sonra kadınların durumundaki değişiklikler ve gelişmelerdir. İlk zamanlardaki
olumlu hava zaman zaman yerini maalesef kötü olaylara bıraksa da güzel gelişmeler
yaşandığı bilinmektedir. Ancak eğitim çağındaki kız çocuklarının evlilikleri ile ilgili
feministlerin karşı çıktıkları yasa taslaklarının görüşülmesi tartışmaları beraberinde
getirmektedir. Mısır Ulusal Kadın Konseyi, itirazda bulunarak bu yasanın reddini
talep etmiştir. Ayrıca aşırı dinci grupların Mübarek döneminde kadına tanınan
kocasının onayı olmadan boşanma hakkı da yeniden değerlendirilecek konular
arasında anılmaktadır. Mısır’da kadınların sorunları bunlarla sınırlı değildir.
Protestoların merkezi durumundaki Tahrir Meydanı’ndaki kadınlar zaman zaman
asker veya polis tarafından şiddete maruz kalmışlardır. Bu olayın simgesi haline
gelen 28 yaşındaki Ġâdâ Kemâl ve dünya basınında geniş yankı bulan olay büyük
tepkilere yol açmıştı. Kadınlar eylemci olması sebebiyle sadece bu tür bir şiddete
maruz kalmamışlardır. Tutuklanmalarını takiben zorla bekâret testine de tabi
tutulmuşlardır. Gerekçe olarak gözaltındayken asker ya da polis tarafından tacize
uğramalarının engellenmesi olduğu ifade edilmiştir. Yapılan eylemler ve protestolar
sonucunda Kahire İdare Mahkemesi askeri cezaevlerinde kadınlara bekâret testi
yapılmasını durdurduğunu açıklamıştı. Özgürlüğün sembolü haline gelen Tahrir
Meydanı, kadınlar için aynı anlamı koruması bakımından önem taşımaktadır. Mısırlı
Kadınlar, Mursî yönetiminden, sayıları giderek artan ve toplum tarafından
kanıksanan cinsel suçlara karşı acilen önlem alınmasını talep etmektedirler.
3.2.4 DİN KONUSU
Eğitim insan hayatının vazgeçilmezlerinden biridir. Eğitim almadan hem
teknolojik hem de manevi gelişme kaydetmek mümkün görülmemektedir.
Bebeklikten başlamak üzere insanoğlu sürekli bir eğitim içindedir. Çocuklar zamanla
81
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Nevâl es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ, s. 80-97.
191
ilk eğiticileri olan annelerinin elinde şekil alarak büyürler. Eğitim bu denli önem arz
ederken, eğitimli anne de toplumun şekillenmesinde büyük rol oynamaktadır. Gerek
dinî eğitim, gerekse kültürel gelişim adına sadece babanın eğitilmesi yeterli
olmamaktadır. Bu sebeple her ebeveyni kapsayan bilimsel ve doğru bir eğitimle,
donanımlı bireyler yetiştirilmesi toplumun en önemli ihtiyaçlarından olagelmiştir.
İslâm dininin ilk emri olan “oku” ifadesi de eğitimin önemini vurgulamaktadır.
Eğitim konusuna böylesine önem veren bir dinin mensupları olarak, Müslüman
toplumlarda, küçük yaşlardan itibaren, dinî eğitim de büyük bir öneme sahip
olmuştur. Hassas dengeler üzerine inşa edilen din eğitimi çocukluktan itibaren
kişinin hayatını ve fikirlerini de etkisi altına almaktadır. Din aslen, kişiyi ihtiyaç
duyduğu huzura götürür. İslâm dini, yaptırımları ve kuralları açısından belli
hükümlere bağlanmışsa da zaman zaman yanlış yorumlar ortaya çıkmıştır. esSa‘dâvî’nin kendi hayatından aktardığı bir örnekte bu yanlış yorumlamayı görmek
mümkündür. Yazı yazmayı annesinden öğrenen es-Sa‘dâvî, önce kendi adını, sonra
annesinin adını yazıyor. Bir süre sonra babası annesinin adının yerine kendi adını
yazarak “Tanrı böyle istiyor” diyor. es-Sa‘dâvî, gökyüzünde yaşadığını öğrendiği
Tanrının annesi yok saydığını düşünerek ondan pek hoşlanmıyor. Sonuç olarak
ataerkil toplumlarda baba adının ya da soyadının kullanılması, bu durumun
sürekliliği açısından ancak dinî bir yorumla sağlanabiliyor.
es-Sa‘dâvî’nin, Allah kelimesine yeni anlamlar yükleyişi kendi ailesinde yeni
örneklerle devam etmiştir. Büyükannensinin evinde herkes mutsuzdur fakat yine de
başlarına gelen her şey için O’na şükretmektedir. Aile içinde yaşanılanlar ve
duydukları, Allah kelimesinin felaketle ilişkilendirmesine sebep olmuştur. “Daha altı
yaşındayken şu üç kelimeyi bir cümlede adım gibi öğrenmiştim. ‘Tanrı, felaket,
evlilik’”82 es-Sa‘dâvî’nin bu görüşleri Elif Şafak’ın “Cemal Tanrı” ve “Celal Tanrı”
ayrımıyla benzerlik göstermektedir. Bu görüş aynı dine inanan Müslümanların farklı
algıları olduğunu en açık şekliyle ortaya koymaktadır. es-Sa‘dâvî, büyükannesinin
evinde tanıştığı Tanrıyı sürekli yargılayan, kahreden, felaket getiren ve ayrımcılık
yapan bir Tanrı olarak tanımlamaktadır. Aynı Tanrı, erkeğe ve kadına farklı
82
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 45.
192
davranmaktadır.83 Yine aynı düşüncelerden hareketle es-Sa‘dâvî’nin büyükannesinin
evinde, felaket getiren ve yine de tam bir itaatle boyun eğilen bir Tanrıya
inanmaktadır. Tanrı zihinlerde somutlaştırılmak istenildiğinde ise ortaya çıkan ya
babanın ya amcanın ya da başka bir erkeğin yüzü olmaktadır. Tanrı erkekle
ilişkilendirilmiştir. İlkel dinlerden başlamak üzere tek Tanrılı dinlere kadar tüm
insanlığın Tanrıyı somutlaştırma çabası vardır. Doğadaki varlıklara inanma biçimi
olan totemizmde dişi tanrıça ön plandadır. Fetişizmde heykel ve resim, naturizmde
ise ruhsal varlıklar aracılığıyla tanrı somutlaştırılmıştır. Puta tapma da bu
somutlaştırma örneklerinden biridir. Burada Tanrının gücü yine güç sahibi erkek
sembollerle ilintilendirilmiş ve somutlaştırılmıştır. Semavi dinlerden önce insanlık,
doğa olaylarını açıklayamadığı için gizli güçlerin var olduğunu ve bunların Tanrı
olabileceğini sanmış. Hatta eski Mısırlılar, Nil nehri sularının taşmasını ilahi bir güce
bağlayıp sele tapmışlar. Doğal felaketleri de Tanrı ile ilişkilendirmişler. Daha sonra
çok tanrıcılık ortaya çıkmış ve bu inanış şekli yerini tek tanrılı dinlere bırakmıştır.
Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçişte tanrılar erkekleşmiştir. Tarım
toplumuyla birlikte erkekleşmiş tanrıların yerini ana tanrıçalar almıştır. Nevâl esSa‘dâvî roman karakterlerinden biri olan gayrimeşru bir kız çocuğunun dilinden
tanrının somutlaştırılmasını ise şöyle ifade etmiştir: “…rüyamda Tanrı’nın gelip
gittiğini görürdüm. İki yüzü vardı; biri annemin göğsü gibi pürüzsüz ve yumuşak,
diğeri tüylerle kaplı ve oldukça vahşi görünüşlü. Çocukların baba diye çağırdığı
erkeğin biçiminde görünürdü her zaman.”84
es-Sa‘dâvî on yedi yaşlarında lisede öğrenciyken güzel şiir okuması ve hitap
yeteneği sebebiyle kutlu doğum haftasında konuşma yapmak üzere seçilmiştir. Hz.
Muhammed’in hayatı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için detaylı bir çalışma ve
okuma yapar. Bu çalışma esnasında amcasının “Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Meryem’den
başka kadından ismiyle bahsedilmediği” sözlerinin doğru olduğunu keşfeder. Bunu
babasına sorduğunda babasının açıklamaları onu ikna etmeye yetmez. “Allah adil
ama neden erkek, kadından üstündür? Kadın ve erkek aynı şeyden yaratıldığına göre
83
Nuriye Akman, Elif Şafak Röportaj, http://arsiv.zaman.com.tr/2002/04/21/roportaj/default.htm 05
Ocak 2013
84
Nevâl es-Sa‘dâvî, İmamın Düşüşü, İng. Çev. Gülden Dedeağaç, İstanbul, Gendaş Kültür, 2003, s.
29.
193
neden ayrımcılık var?”85 soruları sürekli kafasını meşgul etmiştir. İyi bir örnek olan
babası, bazı akşamlar kendi söküklerini kendi onarmakta ve Hz. Muhammed’in de
böyle yaptığını söylemektedir. Fakat aynı zamanda babası, Hz. Muhammed gibi çok
eşli evlilik yapmamıştır. Bu sonuçla, peygamberin babası için her durumda model
olmadığını görmüştür. Bu durumu bir çelişki olarak algılayan es-Sa‘dâvî, ifade
ettiğine göre inancı sarsılmıştır. Yaşadığı topluma sürekli yabancılaşmasına rağmen
çok sevdiği ülkesinin özgürlüğünü ve gururunu çaldığına, ona eşit davranmayan
kocaya ve yarım bir insan olarak yaratan tanrıya inanmadığını dile getirmiştir. esSa‘dâvî’nin burada inanmadığı gerçekten Tanrı değildir. Çünkü ilk din dersini
ailesinde babaannesinden alan es-Sa‘dâvî’nin ilk öğrendiği “Allah adil” ifadesi
olmuştur. Babasının görüşleri de bunu destekler niteliktedir. “Yanlış bir şey
yapıldığında adaleti savunmuyorsak bunu bize hatırlatan vicdanımızın sesidir.
Tanrının sesi bize içimizden gelir, camiden minberden değil”86 sözleri de dine
bakışında etkili olmuştur. Çünkü bütün dinlerin kuralları iyi insan olmayı işaret eder.
İnsanların farklılıklarına bakmaksızın sevgiyi, dürüstlüğü, adil olmayı ve saygıyı
emreder. Bu kurallar ve işaret ettikleri sonucunda, din ve ruh sağlığı arasında bir
tezat yoktur. Çelişki ancak eşitlik bozulduğunda ortaya çıkar. Bunlara ek olarak esSa‘dâvî, inançlarını belli kıstaslara bağlayan el-Ezher’de ders veren amcasının dine
bakışını eleştirmiştir. Uzun sakal ile Allah inancı arasında bir ilgi olmadığını, Hz.
Muhammed’in çok eşliliğini örnek almasına rağmen kendi söküğünü dikmemesini ve
kızların üniversite eğitimine karşı olmasının onda ortaya çıkardığı etkileri ifade
etmiştir. Üstelik babası sömürgeciliğe ve krala karşı gelirken amcası bu konuda da
farklı bir tutum sergileyerek Cuma hutbesinde krala ve arkadaşlarına dua etmekteydi.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eleştirel ve sorgulayıcı bakış açısı eserlerinde de kendini
göstermektedir. Sonsuz bir itaatle İmam’a olan bağlılığı tenkit ederken, kadın ve
bedeninin buna alet edilmesini irdelemiştir. “…emir verildiğinde sorulara ve
tartışmalara yer yoktur, tartışma özellikle yurtdışından ithal edilmiş bir buluştur,
kültürel geleneğimizde yeri yoktur ve geleneğimizde olmayanı getiren her kim olursa
karışıklık çıkarmak için komplo hazırlıyor demektir ve dinimizde komplo hazırlamak
öldürmekten daha ciddi bir suçtur. Sadece dine karşı olanlar, inançsızlar, milletine
85
86
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 299.
es-Sa‘dâvî, a.e., s. 9.
194
ihanet edenler ve İmam böyle konuları tartışmaya cesaret eder ve eğer bu bir
kadınsa suç daha kötüdür, çünkü ahlaksızlık ve şerefsizlik alanına girer, şeref
ülkemizi savunmak kadınlarımızın iffetini ve şerefini korumak demektir. Hiçbir şey
kadınların vücutlarının sahipliğinden daha önemli değildir, çünkü erkeklerin
soylarının kökeni hakkında asla şüpheleri olmamalıdır. Her çocuğun babası herkes
tarafından bilinmeli ve meşru çocuklar babası bilinmeyenlerden ayrılmalıdır.
Babalık, babanın rızasına bağlı olduğundan bunun dışında çocuğun hiçbir hakkı
yoktur, tek yapabileceği günahları için dua etmek, oruç tutmak ve tövbe etmektir,
eğer çocuk kızsa günahı oğlanın iki katıdır ancak oğlanın haklarının yarısına
sahiptir.”87 İslâm dininde kadın ve erkek arasında bir fark bulunmadığı birçok ayette
dile getirilmiştir. Fiziksel ve ruhsal farklılıklarına karşın Kur’an-ı Kerim’de kadın ve
erkeğin birbirlerine olan ihtiyaçları şu ayette açıkça görülmektedir: “Onlar sizin için
birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.”88 Dolayısıyla, kadının daha günahkâr
ya da cezayı hak eden olarak imgelenmesi, ayrıma tâbi tutulması ve kontrol altına
alınması isteği ataerkil düzenin bir göstergesidir.
Hangi dine inanmış olursa olsun, bütün inananlar ibadet mekânlarında, dinin
emrettikleri ve yapılmasını uygun gördüğü davranışları öğrenmektedirler. Fakat
bilmelerine rağmen yine de hepsi normal yaşantılarında uygulamamaktadırlar. Yalan
söylemek, adil davranmamak yani farklılıkları ön plana çıkararak yaşamak bir düzen
halini almıştır.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin dini görüşlerinin şekillenmesinde aile ve okulda
yaşadıkları ve din ile ilgili sorularının yeterli açıklıkta cevaplanmaması bir etken
olmuştur. Bu durum örneklerini çoğaltmak mümkündür. es-Sa‘dâvî’nin aktardığına
göre; lisede öğrenci olduğu dönemde Arapça öğretmeni kendisinden içinde Allah
lafzı olan bir cümleyi irab etmesini istemiştir. Gramatiksel bir şekilde doğru olarak
yapmasına rağmen öğretmeni onu azarlar. Çünkü Allah lafzının irabını “yüce,
müzekker isim” ifadelerini ekleyerek irab etmesini istemiştir. es-Sa‘dâvî, ifadelerini
öğretmeninin istediği gibi düzeltmiş fakat aklı karışmıştır; Allah, cinsiyetsiz ise
neden müzekker isim deniyor? Bu sorular karşısında öğretmeni onu azarlamaya
87
88
es-Sa‘dâvî, İmamın Düşüşü, s. 174.
Bakara Suresi 187. Ayet.
195
devam etmiş hatta zayıf not ile cezalandırmış. Babası, ona bu durumla ilgili gerekli
açıklamaları yapmış fakat neden müennes (dişil) bir zamir kullanılmadığı konusunda
soru işaretleri giderilememiştir. (Allah kelimesinin müzekker zamirle kullanılması,
kadınlara oranla erkeklerin daha üstün olmaları sebebiyledir.89)
es-Sa‘dâvî, büyüdükçe sorularına cevaplar aramaya devam etmiştir. Fakat
tüm yanıtlar, kadının, bütün günahların kaynağı olduğu yönünde olmuş. Hz.
Âdem’in, şeytanın sözüne uyarak, Allah’ın yasakladığı meyveyi yemesine, ilk
günahın işlenmesine ve Cennetten kovulmalarına Hz. Havva sebep olmuştur. İlk
günahı işleyen olarak anılan kadın, dünyadaki felaketlerin sebebi kadın, erkeği
kandırmaktan dolayı şeytanın ve günahın temsilcisi yine kadın olmuştur. Çünkü
şeytan, kendi istediğini yaptırmak için kadını seçmiştir. Kadın da ona uyarak birlikte
Allah’ın emrine karşı gelmişlerdir. Bu durum da Hz. Âdem’i ve dolayısıyla erkekleri
masum kılmıştır. Erkeklerin, kadını kontrol etmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde
kadın, yapacağı kötü olaylardan geri kalmayacaktır. Kadın ancak anne olduğunda iyi
iş yapmış sayılır. Çünkü erkeğin, neslini devam ettirmek için çocuğa ihtiyacı vardır.
Kadın anne olarak erkeğe hizmetini tamamlayacaktır. Çoğu zaman dini kabuller,
kadının erkekten daha aşağı statüde olduğuna işaret etmektedir. Kadın erkeğin
namusu olarak görülmüş, kadın için birtakım koruyucu önlemler alınması
gerekmiştir. Bu da zaten var olan cinsiyet ayrımcılığını körüklemiş, kadını erkeğe
mecbur kılmıştır.
Nevâl es-Sa‘dâvî, özellikle İmamın Düşüşü adlı eserinde dinî yaptırım ve
uygulamaları eleştirel bir açıdan ve çokça ele almıştır. Din ile ilgili görüşlerini
açıklamada hiçbir zaman çekinmemiş olan es-Sa‘dâvî, kitabı yazmadan evvel
karakterlerden biri olan İmam’ı anlatırken şöyle ifade etmiştir: “karakterler
içerisinde en çapraşık, en anlaşılması zor olanı İmam’dı. Vur kaç taktikleri
kullanıyor, bana yaklaşmasıyla dikkate değer bir hızla geri çekilmesi bir oluyordu.
Kişiliğine ve özelliklerine bir nebze olsun yaklaştığımda hemen kaçardı. Eğer geri
çekilip uzakta kalırsam yavaşça sokulurdu.”90 Bu ifadelere ek olarak çarpıtılmış ve
89
İmam-ı Rabbâni, Mektûbât-ı Rabbânî Kelime Anlamlı ve Açıklamalı Tercüme, 4. Cilt, Yayın
Kurulu: Ömer Faruk Tokat vd., İstanbul, YasinYayınevi, 2007, s. 58.
90
es-Sa‘dâvî, İmamın Düşüşü, s. 7.
196
yanlış öğretilmiş dine karşı sıkça eleştiride bulunmuştur. Okuma yazma bilmeyen
ama Tanrı’nın söylediklerini sessizce yerine getiren kadınları ve bu durumu
sorgulamanın sonucunda yaşananları dile getirmiştir. “Tanrı böyle emrediyor diye”
imama olan kayıtsız şartsız bağlılık ve bunun getirdiği cehaleti net bir dille
anlatmıştır.
Nevâl es-Sa‘dâvî kadın ve din ilişkisini açıklarken, sabit bir fikre karşı
olduğunu belirtmiştir. Burada kuralları belirlenmiş herhangi bir inanca muhalefet
fikri öne çıkmaktadır. Kutsal kitapları politik kitaplar olarak görmektedir. Bununla
birlikte bu kitapların kutsal olduğunu da kabul etmektedir. es-Sa‘dâvî’nin dünyasında
özgürlük, aşk ve adalet önemli kavramlardır ve hayatın içinde etkin biçimde yer
almalıdır. Bu ifadelerin herhangi bir din veya zümre ile bağlantısı yoktur. Eğer insan
kurallar dünyasında yaşarsa bu durum onu köleliğe kadar götürür.91 Bu konuyla ilgili
görüşlerine başörtüsünün kadını sosyal hayattan soyutladığına inandığını eklemiştir.
Toplumların gelişmesiyle örtünün şekli değişmekte ancak rolü ve etkisi aynı
kalmaktadır.
Nevâl es-Sa‘dâvî, din konusunu kadınların gelişmesi için hayatlarından
ayrılması gerektiğini öne sürmektedir. Bu hususta bazı Arap yazar ve araştırmacıların
çalışmalarıyla bu düşünceyi savunduklarını, bu sayede ortaya çıkan tartışmalarla
kadın sorunları ile ilgili gelişmeler kaydedildiğini belirtmiştir. Bu gelişmeler Arap
kadınının durumunu kişisellikten arındırmış, siyasetten ekonomiye kadar birçok
alanla ilgili sosyal bir sorun olarak algılanmasını sağlamıştır.
3.2.5 EVLİLİK
Evlilik, kişilerin birbirlerine sevgileri üzerine kurulan ve saygıyla yürüdüğü
sürece ayakta kalan, birlikte yaşama sanatıdır. Evliliklerde olmazsa olmazlardan biri
de kişiler arasındaki iletişim ve paylaşımdır. Aile olmanın sorumlulukları, evin
düzeni ve idare edilmesi ortak kararlar ile daha sağlam temeller üzerine inşa edilir.
Birlikte yaşamak, eşlerin bir araya gelerek meydana getirdikleri birliktelikte de
91
(Çevrimiçi) http://www.infed.org/thinkers/et-saadawi.htm 03 Aralık 2012
197
evlilik yükünü paylaşmayı gerektirir. Tek taraflı fedakârlıkla yürütülmeye çalışılan
evliliklerde hem eşler hem de çocuklar olumsuz etkilenmektedirler. es-Sa‘dâvî’nin
belirttiğine göre; erkeklerin kadın üzerindeki egemenliği efendi-köle ilişkisine
benzemektedir. Adam, kendisine mutlak bir biçimde itaat edecek kadını alır ve nikâh
kıyılır. Kadın artık erkeğin hizmetindedir ve ev işleri dâhil ücret almamaktadır.
Burada vurgulamak istediği kölelerin de sorgulamasız bir şekilde efendisine itaat
ettiği
ve
görevlerini
yerine
getirdiğidir.
Bu
görüşünü
de şu ifadesiyle
desteklemektedir. Mısır toplumunda evlilik kanununun 67 maddesi gereğince;
kadına, eş olarak fayda sağlamadığı durumlarda, haksız yere bile olsa
hapsolduğunda, kaçırıldığında, tutuklandığında, kendini teslim etmekten kaçınırsa
veya hastalandığında nafaka vermek gerekmez.92 Kadın gençliğini eşi ve çocukları
için harcamıştır fakat kendisinden fayda sağlanamayacak durumda nafakasız
kalmasında herhangi bir sorun görülmemektedir. Fayda sağlanması ifadesi evlilik
ilişkisinin olmadığının delili olmaktadır. Mısır’da kadın ile erkek arasındaki
ayrımcılık çoğu alanda olduğu gibi evlilik ile ilgili hususlarda da devam etmektedir.
“Bakanlık kararnamesi 4. Maddeye göre 1974/174 sayı; kadınlar eşlerinin
muvafakat namesi olmadan pasaport alamazlar. Ayrıca evlilik kanunu bu izinden
istediği zaman vazgeçme hakkı veriyor. Bu kanun gereğince, koca eşinin seyahat
hakkını engelleyebilir ya da pasaportuna el koyabilir.”93 Ayrıca Mısır anayasasının
40. Maddesine göre herkes kanun eşit kabul edildiği halde aynı anayasa 11. Maddede
kadının haklarına sınırlama getirir.94
“Arap ülkelerinde evlilik ve boşanma yasaları esas olarak Kur’an’dan,
Muhammed Peygamber’in sözleri ya da hadis’lerden ve İslam düşünürleri ve
bilgelerinin bu iki kaynaktaki düşüncelere getirdikleri yorum ve açıklamalardan
kaynaklanan İslami hukuka dayanır.”95 Devlet mekanizmaları içindeki hareket ve
faallik, kadın ile ilgili bir durum söz konusu olduğunda aynı hızda olmamaktadır.
Ayrıca evlilik kurumu, dini kurallarla yürütüldüğünden, değişim ya hiç olmamakta
ya da çok yavaş etki etmektedir.
92
(Çevrimiçi) http://www.ahewar.org/debat/show.art.asp?aid=98076 07 Ocak 2013
(Çevrimiçi) http://www.hrw.org/ar/reports/2004/11/30-0 20 Nisan 2013
94
Ayrıntılı bilgi için bkz.: http://www.mof.gov.eg/MOFGallerySource/Arabic/PDF/DESTOR2007.pdf
20 Nisan 2013
95
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 241.
93
198
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eleştirmeye ailesinden başlayarak irdelediği ve
incelediği toplumsal yapılardan biri de evlilik kurumudur. Erkek egemenliğine dayalı
Arap toplumunda da kadın için evlilik, toplumun öngördüğü ve kaçınılmaz bir
gerekliliktir. Bazen ekonomik nedenlerden dolayı bazen de aile büyükleri tarafından
öyle uygun görüldüğü için yapılan evlilikler içinde, önceden tanışarak ve büyük
aşkla yapılanlara nadiren rastlanmaktadır. Belirgin sınıfsal ayrılıkların olduğu
toplumda bir üst sınıfa ait kadınla evlenmek için erkeklerin eğitim yoluyla iş sahibi
olması sonucu yapılan evliliklere rastlamak mümkündür. Annesi tanınmış bir aileye
mensup olan es-Sa‘dâvî’nin babası eğitim alması sonucunda bu sınıf farkını yok
edebilmiştir.
es-Sa‘dâvî büyükannesinin anlattıklarıyla ilgili evliliği konusunda şu yorumu
yapmıştır: “Âmine* evlendiğinde 14 yaşındaydı ve kocası ondan 18 yaş büyüktü.
Evli olduklarını yazan kâğıt haricinde ortak hiçbir noktaları yoktu.”96 Benzer
durumlara es-Sa‘dâvî’nin görüşme yaptığı hastası olan kadınların evliliklerinde de
rastlamak mümkündür. Burada vurgulanmak istenen; evlilik adı altında kadınların
her gece bedenlerini istemedikleri bir adama sunmaları ne kadar doğrudur? Bu ilişki
gerçekten evlilik midir? Evlilik adı altında babaların kızlarını satmaları, yaşlı
adamların torunları yaşındaki kızları eş olarak almaları şerefli bir davranış mıdır? Bu
küçük kadınların yıllarca istemeden bu adamlarla yaşamalarının nasıl bir ahlakî
açıklaması vardır? Sonuç olarak evlilik, kişiler arasında onurlu bir bağ ve şerefli bir
davranış olmaktan uzaklaşmakta ve başka sorunlara yol açmaktadır.
Toplumun evlilik akdi içinde yaşanan sorunlara bakış açısı da değişik
şekillerde kendini göstermektedir. Örneğin aile içi şiddet olağan karşılanmakta hatta
kültürel âdet olarak sayılabilmektedir. “Damadın sopası düğün gecesi gelinin sırtına
yemek hazırlamadan önce inecekti. Geleneklere göre onun eve getirdiği yemeği
tatmadan önce sopasının tadını tatması gerekiyordu. Böylece Allah’ın yukardan
*
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin büyükannesi
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 44.
96
199
kocasının da yeryüzünde her şeye hükmettiğini, ona boyun eğmesinin Tanrı’ya
itaatinden geldiğini ve bunu anladığından emin oluyorlardı.”97
Erkeğin hükmettiği kadının ise köle olduğu evlilikler toplumsal sorunları da
beraberinde getirmektedir. Çünkü evlilikler ya sahte ve ikiyüzlü bir şekilde toplumsal
olgu olarak devam etmekte ya da toplumdan uzak ve gizlenmiş gerçeklerle
sürmektedir. Bu durumdaki evlilikler bireylerde bedensel ve ruhsal sarsıntılara yol
açmaktadır. Bu ailelerde yetişen çocuklar da bu bunalımlara dâhil olmaktadırlar.
Eğer evlilik kadın ve erkek arasında çıkarcılık ve ticarî ilişkiler üzerine kurulursa
onur ve şeref yok olmaktadır. Bu da ahlaksızlık anlamına gelmektedir. Ticari
çıkarlara dayalı olarak kurulan evlilikler kadınların kendilerini ahlaksız, kötü kadın
gibi hissetmesine de neden olmaktadır. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre;
araştırmalar bir toplumda fuhuş yapan kadınların sayısı ile aynı toplumdaki
erkeklerle haklar ve görevler açısından eşitliğini sağlamış kadınların sayıları arasında
ters orantı olduğunu göstermektedir. Eşitlik sağlandıkça fuhuş oranı düşmektedir.
Buradan da şu sonuca varılabilmektedir; erkeklerle eşit haklara kavuşmuş kadınlar,
hem toplumda hem de iş hayatında kendi ayakları üzerinde durabilmekte ve birey
olarak varlığını kabul ettirmektedir. Gelişmiş bazı sosyalist toplumlarda hayat kadını
ifadesi hiç yok denecek kadar azdır. Çünkü bu toplumların kadınları eğitim almış, iş
hayatında yer edinmiş kadınlardır. Bu kadınların da bedenlerini herhangi bir şekilde
satarak ne kendilerini ne de ailelerini yükseltmeye ihtiyaçları yoktur.98
Eski Mısır toplumunda, üçüncü ve dördüncü sülaleye kadar kadın ve erkek
arasında eşitlik olduğu öğrenilmiştir. Buna ilaveten kadının çocuklarına soy
verebildiği bilinmektedir. Beşinci sülalede derebeylik rejimi kendini göstermiş ve
mirasın babadan oğla geçmesi arzusu bu düzenin yerini almıştır. Baba soyunun ön
plana çıkması, annenin dolayısıyla kadının statüsünde büyük değişikliklere sebep
olmuştur. Buna ek olarak cariye-metres düzeni başlamış ve gayrimeşru çocuklar
doğmuştur. Feodal düzene karşı ilk sosyalist düzenleme bu dönemde gerçekleşmiş ve
Mısırlılar, kralların saraylarını ateşe vermişlerdir. Feodal sistem milattan önce 2160
yılında tekrar ortaya çıktığında halk bu defa Firavun’a karşı ayaklanmıştı. Onuncu
97
98
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 150.
es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 77.
200
sülale döneminde cariyelik sistemi yok edildi, gayrimeşru çocuklar da ortadan kalktı.
Milattan önce 1094 yılında yeniden ortaya çıkan feodal düzen, eski düzeni yeniden
işler hale getirdi. Böylece cariyelik yeniden başladı. Bu da erkeklerin tek başına
boşama hakkı kazanmasında değiştirilemez bir adım oldu.99 Mısır’ın eski
dönemlerinde kadınların erkeklerle eşit oldukları bilinmektedir. Mülk edinme dâhil
birçok
hakkı
bulunan
kadınlar,
evlenme
ve
boşanma
sözleşmelerini
düzenleyebiliyorlardı. Burada şu konu önem arz etmektedir ki; erkeğin mülk
edinmesi ile başlayan süreçte sosyal statüsü değişen kadın için sosyalist düzen gereği
eşitlik ilkesinin sağlanmasına yönelik olarak mülk edinmekten vazgeçmek, feminizm
adına bir kazanç olabilir mi? Burada eklemek gerekir ki; Eski Mısır’da kadınların
boşanma halinde evlilik süresinde elde edilen malların üçte birini alma hakkı vardı.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; erkeklerden bir kısmı evli oldukları
halde eşlerinin elit bir sınıfa ait olmaları, kendilerini onların yanında güçlü
hissedememeleri ve kadınlardan korkma olarak ifade edilen nedenden dolayı hayat
kadınları ile birlikte olmayı seçmişlerdir. Bu kadınlarla geçirdikleri süre kısıtlı
olduğu, onlara para ödemeleri neticesinde istedikleri gibi davranma hakkı elde
ettikleri düşünceleriyle onlara fiziksel şiddet uygulamışlardır. Erkeklerin evliyken
eşlerinden başka kadınları seçmelerinin çeşitli sebepleri vardır. Bazen iyi
yaşanmayan cinsel hayat, eşlerin karşılanmayan beklentileri, bu durumun bir sonucu
olarak erkeğin kendini yetersiz hissetmesi, erkeğin kadın tarafından azarlanması
örnek olarak sayılabilir.
Mısır’da halen etmekte olan bir uygulama anne-baba boşanmış dahi olsa
çocuklarla ilgili bir konuda karar verecek kişinin “veliyu’l-emr” yani bir erkeğin
olması zorunluluğudur. es-Sa‘dâvî’nin aktardığına göre; kocası tarafından boşanan
ve terk edilen bir kadın kızının bakımını da üstleniyor. Üniversitede eğitim gören
kızı, sporda çok başarılı oluyor ve okul takımıyla yurtdışına çıkması gerekiyor. Anne
pasaport işlemleri için uğraşıyor fakat memur, babasının izni olması gerektiğini aksi
halde pasaport alamayacağını söylüyor. Durumunu anlatan kadın yasalar annenin
iznini ve veliliğini yeterli bulmadığı için kızına pasaport alamıyor ve yurtdışına
99
es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 271-271.
201
gönderemiyor.100 Bu hususta İslâmi ölçütlerin ele alındığı ve kadını koruma
düşüncesinden hareket edildiği kabul edilse bile; şeriat hukukuna göre, çocuğun
bakımından ilk sorumlu olan kişi annesidir. Buna rağmen çocuklara resmi velilik
yapacak kişi baba ya da aynı soydan bir akraba olmalıdır. İki Müslüman ülke olan
Türkiye ve Mısır açısından değerlendirme sonucu, kadına bakış açısından ülkelerin
algılarını ve farklılıklarını ortaya koymaktadır. Ülkemizde özellikle eğitim söz
konusu olduğunda kadına yönelik pozitif ayrımcılık kendini göstermektedir. Çoğu
Arap ülkesinde kadınlar çalışabilmek, seyahat edebilmek gibi durumlarda evin
erkeğinden (baba, koca vb.) izin almak durumundadır. Çocuğun dini ve vatandaşlığı
babaya göre belirlenmektedir. Ayrıca es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; namus adına
işlenen cinayetler, yasal olarak erkekten yana hafifletici sebep olarak kabul
edilmektedir. Arap toplumunun farklı değerlere sahip olması göz önünde
bulundurulursa bu cinsiyet farlılaşmasının da değişiklikler gösterdiği bilinmektedir.
Siyasi ve ekonomik yapılanma temelli olan bu farklılaşma köyden kente, geniş
aileden çekirdek aileye, kadına eğitim ve iş olanaklarının artmasına doğru orantılı
olarak azalmaktadır.
Arap toplumunda kadınların büyük bir çoğunluğu hem dini inançları gereği
hem de kültürel bir aktarım olarak evlilik kurumunu birey olma çabalarının
somutlaşmış hali olarak görmektedirler. Evlilik, İslam dini tarafından da özellikle
tavsiye edilen bir birlikteliktir. Evlilik ile kadınlar bir şekilde koruma altına
alınmakta, aile sahibi olmakta ve tacizlerden korunmaktadırlar. Ayrıca kadınlar için
bedensel ihtiyaçların karşılanabileceği tek meşru sınırlar çerçevesidir. Dolayısıyla
kadınlar, evliliklerini tüm olumsuzluklara rağmen ayakta tutma, koruma, kocaya
sınırsız itaat ve her şeyi kabullenme eğilimindedirler. Bu boyun eğme örnekleri
çoğaltılabilir. Çünkü bir kadın, evsiz yurtsuz kalmaktansa kocasının çok eşli evlilik
tercihlerine boyun eğmeyi yeğlemektedir. Hatta daha da ileri giderek ona bir erkek
çocuk veremediği için, yeni eşi kendisi aramaya çıkabilmektedir. Boşanmaktansa
yüzüne birkaç tokat yemek, ona daha az acı vermektedir. Burada bahsedilen ve
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde ele aldığı evliliklerdeki aileler daha çok yoksul ve
muhtaç ailelerdir. Kendilerine bile bakmaya maddi gücü olmayan aileler, torunlarına
100
es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 381-382.
202
bakamayacakları
düşüncesiyle
evliliklerin
sürdürülmesinden
yana
tavır
sergilemektedirler. Bazen de zengin biriyle evlendirilmek üzere boşanma talepleriyle
de karşılaşıldığı görülmüştür. Bu sorunun çözümü için de eğitim büyük önem
taşımaktadır. Yapılan araştırmalar çalışan kadınların boşanma konusunda daha
cesaretli davrandıklarını ve boşanma oranının arttığını göstermiştir.
3.2.6 İŞ HAYATI
Ataerkil bir yapıda olan Arap toplumunda kadının çalışmasına, iş ve
toplumsal hayat içinde yer almasına çok sık rastlanmamaktaydı. Fakat toplumdan
topluma ve zamandan zamana değişen ahlaki değerler çoğunlukla ekonomik
koşullara göre şekil almıştır. Daha önceleri kadının evin dışında yer almasını hoş
karşılamayan toplum düzeni, değişen sosyal ve kültürel şartlarla beraber buna izin
verir ve ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Arap toplumunda görülen ekonomik eşitsizlikler
ve ihtiyaçlar neticesinde kadınlar da çalışma hayatında yer almışlardır. Dar gelirli
aile mensubu kadınlar orta ve üst sınıf ailelerin yanında ev işlerinde görev almışlar,
eğitim almış olan kadınlar ise belirli mesleklerde iş hayatına katılabilmişlerdir. Nevâl
es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre; Mısır kadınlarının iş hayatına katılması, üst sınıf
kadınlara hizmet verilmek üzere ebe ve hemşire okullarının açılması ile başladı.
Mısır’da 1842 yılında ilk olarak ebelik okulu, bundan yaklaşık 30 yıl sonra da
1873’te ‘el-Seyufiye’ isimli kız okulu kuruldu. Bu okullardan mezun olan kız
öğrenciler, üst sınıfa ait evlerde hizmet vereceklerdi. Ayrıca ordu ve askerlerin giyim
ihtiyaçlarını da temin ettiler. 1900 yılında ilk kez resmi olarak kızlar için ortaöğretim
okulu açıldı. Üniversiteye ilk kız öğrenciler -sayıları dört- 1959 yılında alınmıştır.101
Aile yanında çocuk yaştan itibaren çalışmaya başlayan küçük kadın işçiler,
evin oğlu ya da beyi tarafından tacize uğramaktan kurtulamamışlardır. Çoğu zaman
tecavüzle biten bu durum karşısında küçük kadınlar ya ailelerinden korkudan ya da
işsiz kalmak endişesiyle durumlarını kimseye açıklayamamışlardır. Hamile oldukları
anlaşıldığında ise kaçınılmaz son olan evden uzaklaştırılma ile karşı karşıya
kalmışlardır. Bu duruma örnek olarak es-Sa‘dâvî’nin el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî
(Kadın ve Psikolojik Savaş) adlı eserinde ele aldığı nörolojik rahatsızlığı olan kadın
101
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 230-231.
203
hastalarından Hatice102 adlı kişinin anlattıkları gösterilebilir. Hatice, hikâyesini
anlatmaya
başlarken;
evinizi
temizliyoruz,
giysilerinizi
yıkıyor,
ütülüyor,
bulaşıklarınızı topluyor, sizden arta kalanlarla besleniyoruz. Gece olunca da
fakirliğimizin ve bedenlerimizin vergisini ödüyoruz diyerek durumu sade ve açık bir
şekilde dile getirmiştir. Çalıştığı evin küçük beyi tarafından aylarca tacize uğrayan ve
sonunda hamile kaldığını bile anlamayan hatta nasıl hamile kalındığını bile bilmeden
çocuk doğuran bir kadının acı hayat hikâyesini anlatmıştır. Hatice de diğer kadınlar
gibi sosyal şartların, fakirliğin, sınıf ayrılıklarının ve ekonomik olarak ayakta
duramamasının bedelini ödeyen kurbanlardan biridir. Orta ve alt sınıf ailelere
mensup
olan
kadınlar,
rahatsızlıklarının
farkında
olmamaktadırlar.
Çünkü
hastalıkları, hayatı yaşamalarına engel olmuyor. Rutin görevler yerine getirildiği
müddetçe eşleri de durumu sorun olarak görmüyorlar. Mısır’da kadınlar, erkek
psikoloğa gitmek istemiyor. Gitmek istememelerinin nedenlerinden biri de erkek
psikologların Freud düşünce tarzıyla eğitim almış olmaları ve bu eğitimin sonucu
olarak kadınları iğdiş edilmiş olarak görmelerinden, onları küçümsemelerinden
kaynaklanmaktadır.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde genel olarak göze çarpan konulardan biri de
ataerkil toplumun kadınlara atfettiği rol ve görevlerin çokluğudur. Erkek egemen bir
toplumda, eğitimli de olsa, herhangi bir işte çalışıyor da olsa kadının görevi; hizmet
etmektir. Babasına, eşine, çocuklarına, ailenin tüm üyelerine hizmet, kadının ilk ve
en önemli görevidir. Üstelik bu görev karşılığında ücret de almamaktadır. Ailenin
ekonomik durumu uygun değilse ve kadın ev dışında çalışmak zorunda kalırsa,
kazandığı ücreti de evin erkeğine vererek iş hayatına devam etmektedir. Fakat
Leyla103 isimli hastasının hikâyesinde belirttiği gibi çalışma hayatı kadın için
zorluklarla doludur. Leyla edebiyat fakültesi mezunudur ve bakanlıkta çalışmaktadır.
Kendisi iki yıldır depresyon tedavisi görmektedir. Evin bütün yükü onun üzerindedir.
Sabah çok erken saatte uyanıp eşi ve okula giden çocukların kahvaltılarını hazırlayıp,
onları uğurlamakta, sonra da en küçük çocuğunu babaanneye bırakmak için yollara
düşmektedir. Bu arada işe varıncaya kadar yaklaşık iki saati yollarda ve otobüste
102
103
es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî, s. 270-279.
es-Sa‘dâvî, a.e., s. 171-179.
204
geçmekte, otobüste oturamadığı ve erkeklerin onu sıkıştırması yüzünden çok
önceden inerek iş yerine yürümek zorunda kalmaktadır. Bu sebeple gecikmekte ve
patronundan da azar işitmektedir. Bazen işe gidemediği olmaktadır. Çünkü ya
kayınvalidesi ya çocuğu ya da kendi de hastalanmaktadır. İşten dönünce hızlıca
mutfağa girişmekte, işten dönmek üzere olan eşine yemek hazırlamaktadır. Öğle
yemeğini yiyen eşi uykuya dalarken o yine yollara düşüp çocuğunu almaya
gitmektedir. Eşinin ona yardım etmesi bir yana bir de akşamlarını da dışarıda
geçirerek onu iyice yalnızlığa itmektedir. Bu sorunları yaşayan sadece Leyla değildir.
Leyla burada bir örnek temsil etmektedir. Ataerkil toplumlarda çalışan kadınların
çoğu bu sorunları yaşamaktadır. Çünkü erkekler çocukluklarından itibaren bencilliği
öğrenerek yetiştirilmektedirler.
es-Sa‘dâvî bu sorun için tek ilaç olarak kadının sosyal ve siyasal hayata
katılımını öngörmektedir. Kadınlar da en az erkekler kadar siyasal alanda
uzmanlaşabilir ve kanunların çıkarılmasında söz sahibi olabilirler görüşünü
savunmaktadır. Toplumun yarısını temsil eden bir grup olarak kadınlar yasalarda söz
sahibi olmalıdırlar. Yakın tarihte Mısır’da yaşanan devrim neticesinde Mübarek
yönetiminden sonra kurulan yeni mecliste kadın vekiller de yer almıştır. Kadınların
istedikleri taktirde başarılı olabildikleri her örnekte karşımıza çıkmaktadır. Mısır’da
evlenme ve boşanma konusunda hala büyük haksızlık ve eşitsizlik yaşayan kadınlar,
bu sorunlarının çözümü için kendilerini geri çekmemelidirler.
Sosyalist feminist görüşe sahip Nevâl es-Sa‘dâvî, bilimsel verilere dayanarak
toplumdan topluma ve zamandan zamana göre değişen kadına bakış açılarının ve her
iki cins arasındaki oluşturulan farklılığın yine toplumun kendisi tarafından
yapıldığını ileri sürmektedir. Sosyalist ve kapitalist toplumlar arasındaki kadına bakış
bu savın en açık örneklerinden biridir. Sosyalist toplumlarda kadınlar da erkekler
gibi çalışmakta, bedenen ve fikren becerilerini kullanmaktadırlar. Fakat kapitalist
toplum kadınlarının görevi ev işleri ile sınırlıdır. Bu durumun devamlılığını
sağlayanlar da yine toplumu yöneten erklerdir. Akıllarda eşitlik olgusu uyandığı
zaman ortaya çıkan olası devrim ve ayaklanmaların önlenmesi için çalışmaktan
ziyade başka alanlara dikkat çekilmiştir. Cinsellik ve tüketim toplumu oluşturma en
205
çok ilgi çeken alanlar olmuştur. Evin dışındaki kadın için güvenli çalışma ortamını
sağlanmayışı, kadını eve bağımlı kılmıştır. Ayrıca tüketim toplumunda kişiler,
ihtiyaçları olmasa da almaya teşvik edilmişlerdir.
Nevâl es-Sa‘dâvî’ye göre kadınlarda bilinç yükseltilmesi ve farkındalık
sağlanması onların sağlıklı bir hayat yaşamaları için de gereklidir. Bilinçli bir kadın
hareketi ile yeni düzen bir toplum oluşturulması, bakış açılarındaki değişiklikler
kadınların sorunlarını azaltacaktır. Toplumda yaygın olarak karşılaşılan bir durum
olan eğitim hayatını bırakarak evlilik hayatına başlama, ilerleyen yaşlarda kadının
bunalıma girmesine neden olabilmektedir. Evlenip çocuk sahibi olan, iş hayatına hiç
katılmamış ya da bir sebeple işini bırakmış, çocuklarını büyütmüş kadınlar 40
yaşından sonra boşluğa düşmektedirler. Çocukların da ya evlenip ya da eğitim için
evden ayrılmasıyla yapacak işleri azalan kadınlar, büyük bir boşluk yaşamakta hatta
intihara meyledecek kadar psikolojik sorunlarla baş etmeye çalışmaktadırlar. Bu
konuda Nevâl es-Sa‘dâvî şu görüşü de ileri sürmektedir: “Pek çok kocanın kadınların
çalışmasına karşı çıkmasının temelinde yatan neden bağımsız bir gelirin kadının
kişiliğinin ve saygınlığının bilincine varmasına ve böylelikle önceden karşı karşıya
kaldığı aşağılanmalara, dayağa, hakarete ve kötü muameleye karşı durmasına,
kocasının başka kadınlarla gönül eğlendirmesine, bir başka kadınla evlenmesine ya
da bir metres tutmasına itiraz etmesine, ya da evde, özsaygısını ve insanlık onurunu
savunma gücünü tüketen boş ve amaçsız bir hayat sürmeyi reddetmesine yol açacağı
korkusudur.”104
Kadının ekonomik özgürlüğünü elde etmesinin önemini sürekli vurgulayan
es-Sa‘dâvî, ekonomik zorunlulukların gelişmiş sermaye toplumlarında kadına bazı
haklar ve hürriyetler verdiğini ifade etmiştir. Bu tabii ki kadının hakları ve
özgürlüklerini elde etmesi için yeterli değildir. Çünkü eşitlik yolunda kararları yine
erkekler ve kapitalistler almaktadır. Kadınlar hala dünyanın birçok yerinde erkeklerle
aynı haklara sahip değildirler. Hala evin içinde ve dışında çalışırken ve çocuk
eğitiminde birçok sorunla karşı karşıya kalmaktadırlar. Ayrıca erkeklerle eşit ücreti
alma ve erkeklerin tekeline aldığı yüksek makamlarda görev alma hususunda
104
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 238.
206
sorunlarla boğuşmaktadırlar.105 Mısır kadınının gelişimini arzulayan ve sıkıntılarını
azaltmayı amaçlayan es-Sa‘dâvî, emek piyasası ve çalışma hayatındaki ataerkil
yapılanmaya dikkat çeken ilk kişidir. Kadın hakları içim sürdürdüğü mücadelesinde
bu hususta da kadınların farkındalıklarını artırmaya çabalamaktadır.
3.2.7 SOSYAL HAYAT
Arap toplumunun karakteristik özelliklerinden biri de her alanda görülen tek
düzeliktir. Aynı denilebilecek, çok benzer ritimlerle devam eden, müzikten pilav
çeşitleri üzerine kurulu yemek kültürüne kadar durağan hayat buna en güzel
örneklerdir. Kıyafetler açısından da bakıldığında basit ve sade bir tarz göze
çarpmaktadır.
Arap toplumundaki sosyal hayatı, kırsal ve kent hayatı olarak ele alırsak
farklı iki durum göze çarpmaktadır. Bunlar, hayat tarzlarında görülen farklılıklardır.
Kırsalda yaşayan halkın peçeli ve örtünmüş olmadığı, önemli konularda erkeklere
tabi oldukları bilinmektedir. Kentte ise durum tam tersidir. Ayrıca erkeğin şerefini
ailesi ve koruması altındaki kadınların etkilediği öğrenilmiştir.106 Ailede kadın ancak
yaşlandığında erkek dâhil her birey üzerinde söz sahibi olabilmiştir.
Kentte değişik biçimlerde toplumsal bölünmeler göze çarpmıştır. Bunlar
ekonomik güç ve saygınlık ile bağlantılı, köleler-özgürler, Müslüman-gayri Müslim
olanlar ve erkek-kadın gibi birbiriyle ilişkili ve bağlantılı bölünmelerdir. Kadınlar
ise, genellikle ev içi hizmetlerde bulunmuşlar, eşlerine yardımcı olarak ticaret ile
uğraşmışlardır. Ekonomik faaliyetlere katılanlar yoksul ailelere mensup kadınlardır.
“Bir aile zengin, güçlü ve saygıdeğer ise kadınlar, evin harem denilen özel bir
bölümüne kapatılırlardı. Bu kadınlar evden sokağa ya da kamuya çıktıklarında
yüzlerini peçeyle örterlerdi.”107
105
es-Sa‘dâvî, el-Mer’etu ve’l-cins, Kahire, Mektebetu medbulî, 2006, s. 97.
Ayrıntılı bilgi için bkz.: Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, Çev: Yavuz Alogan, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2012, s. 130-141.
107
Hourani, Arap Halkları Tarihi, s. 154.
106
207
Firavun döneminden sonra Mısır toplumunda İslami fetihler dönemine kadar
Yunan ve Roma medeniyeti hâkim olmuştur. Nevâl es-Sa‘dâvî’nin de belirttiğine
göre; İslamiyet öncesi dönemde Mısır’da soy anneden devam ediyordu. Akrabalık
bağları anneye göre ilişkilendiriliyordu. Kadın evlendikten sonra kendi kabilesinde
kalıyor, eşinin onun yanına gelmesiyle evlilikleri sürüyordu. Kadının, eşini seçmeye
ve boşamaya hakkı vardı. Ebu’l-ferec el-İsfahâni Kitâbu’l-eġânî adlı eserinde bu
konu ile ilgili şunu belirtmiştir: “bedevi kadınlar boşanmak istediklerinde
çadırlarının kapısının yönünü değiştirirler. Eğer doğuda ise batıya, güneye ya da
kuzeye çevirirler.”108 Yukarıda da belirtildiği gibi Arap kadını çölde, örtünmeye
ihtiyaç duymamış fakat şehirdeki hayat tarzı ise aksi bir durum sergilemiştir.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre ataerkil bir toplum olan Arap
toplumunda eskiden beri kız çocukları rağbet görmemektedir. Doğum anında ebenin
erkek çocuk doğumunu çığlıklarla ilan etmesine karşın kız çocuğun doğumu onun
sessiz kalmasıyla kendini belli etmiştir. Erkek çocuk sahibi olmak baba için olduğu
kadar anne için de bir övünç ve gurur kaynağıdır. Erkek çocuk doğuran kadın
bununla değer kazanmaktadır. Maalesef ataerkil düzenin kuralları ve kültürü kadın
kurban rolünde, erkeği ise bencil yetiştirmektedir. Kadın, erkeği için kültürel ve fikrî
özgürlüğünden kocasının mutluluğu için vazgeçmektedir. Bu düzen, uzun yıllardır
kadını çeşitli kültürel ve sosyal araçlarla erkek egemenliğini pekiştirici ve olumlayıcı
rollere ikna etmeyi başarmıştır. Böylelikle kadınlar, biyolojik rolleri sona erdiğinde
ve yaşça ilerlediklerinde kendilerini değersiz ve işe yaramaz hissedebilmektedirler.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin öz yaşam öyküsünden hareketle ve genel olarak kızların
erkek kardeşlerini kıskanmaları, onlara tanınan imtiyazlar sebebiyledir. Eğitim
hayatlarında başarısız olsalar bile, kız kardeşler gerekirse eğitimlerini bırakıp onlar
okusun diye iş hayatına atılmışlardır. Arap toplumunun kız ve erkek tüm çocuklar
üzerindeki belli rolleri yerleştirme ve toplumu buna göre inşa etme arzusu, var olan
geleneği yansıtmakta ve karşılıklı olarak birbirlerini beslemektedir. Ataerkil düzenin
yansımaları her alanda kendini hissettirmektedir. es-Sa‘dâvî, erkek kardeşi için
eğitim hayatını bırakmak zorunda kalmamış fakat bazı haklardan mahrum kalmıştır.
108
es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 273.
208
Örneğin; erkek kardeşi gibi istediği vakitte, haber vermeden sokağa çıkamamış,
koşup oynayamamıştır. Kız çocuklarının maruz kaldığı bu ayrımcılık bazı
psikologlar tarafından şöyle açıklanmaktadır: Kız çocukları, erkeklik organları
olmadığı için erkekleri kıskanmaktadırlar. Freud’un düşünce sisteminin bir parçası
olan bu görüşe karşı çıkan diğer psikologlar ise; arzu ettikleri bir erkeklik organına
sahip olma değildir. Kızlar, toplumda erkeklere verilen özel haklara sahip olmak
istemektedirler diye görüşlerini belirtmektedirler. Bu duruma benzer başka bir örnek
ise yine Nevâl es-Sa‘dâvî’nin aktardığı şekliyle şöyledir: Üniversite yıllarında tıp
fakültesinde öğrenciyken otobüse binmiştir ve ayakta yolculuk etmek durumunda
kalmıştır. Adamın biri onu hareketleriyle rahatsız etmiştir. Uyarmasına rağmen
davranışını düzeltmeyen adama yüksek sesle ikazda bulunmuş, yine aynı şekilde
davranan adamın suratına tokatı atmıştır. Otobüstekilerin kendisinden yana
olmalarını beklerken aksine evinden niye çıktın biçimindeki azarlanmayla karşı
karşıya kalmıştır. Suçlu olan adam değil, evinin dışında olması sebebiyle kendisi
olmuştur.109 Bu durum kadının gizli sınırlarını göstermesi açısından bir örnek teşkil
etmektedir. Bu örnek, kadının, kızmaya, hakkını aramaya hakkı olmadığını
göstermiştir. Nevâl es-Sa‘dâvî, eserlerinde sıklıkla sosyal hayatta erkeklerin her
alanda varoluşunu buna karşın kadınların yokluğunu eleştirmiştir. Bu durumu şu
şekilde kaleme almıştır: “Tramvayda oturdu. Arkasında bir adamın sırtı, önünde bir
adamın yüzü, sağında ve solunda yine adam, sessizce birbirlerine yapışık halde
oturan bir sıra adam… Yüksek adaletleri tramvayın düzenli hareketli gibi yavaşça
sallanıyor, adaletsizlikleri ise koltuğun üzerinde taşlaşmış…”110 Günümüzde bu
konuyla alakalı ilerlemeler kaydedilse de beklenen nitelikte değildir. Bu durumla
ilgili olarak sosyal adalet, ahlak anlayışı ile bağlantılıdır denilebilir. Ahlak anlayışı
ise hayatın her alanındaki ikiliklerle bağlantılıdır.
Arap toplumlarında siyaset, ağırlıklı olarak erkekler tarafından yapılmaktadır.
Kadın özgürlük hareketinin en temel sorunlarından biri de budur. Toplumun yarısına
nüfuz edemeyen bir yönetim ile hayatının tamamına kast edilen bir kadın toplumu
karşı karşıya kalmaktadır. Kadın hareketinin amaçlarından biri de kadının özgürlüğü
109
110
es-Sa‘dâvî, Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabî, s. 242-243.
Nevâl es-Sa‘dâvî, İmraâtâni fî imraâ, Beyrut, dâru’l-âdâb, 7. bs., 1998, s. 11.
209
ile toplumun fikren gelişimini sağlamaktır. Kadının zihnen, bedenen ve ruhen özgür
olması toplumu olumlu yönde etkileyecektir. Çünkü Arap kadınının içinde
bulunduğu durum çeşitli yönlerden kendisine, ailesine ve dolayısıyla topluma zarar
vermektedir. Anatomik olarak, fizyolojik ya da biyolojik olarak hiçbir bilgi kadının
ikincil konumunu açıklayamamaktadır. Bu ötekileştirmenin yegâne sebebi toplum
tarafından uygulanan ekonomik ve sosyal etkenlerdir. Ayrıca ailede ve bir yansıması
olarak toplumda erkek egemenliğinin devamını sağlama kaygısından da söz
edilebilir.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde üzerinde önemle durduğu hususlardan biri
de tüm erkek egemen toplumlarda olduğu gibi ataerkil bir toplum olan Mısır’da da
kadınların görevleri ve toplumsal rollerinin belirlenmiş olmasıdır. Toplumun bir
yansıması olan eserlerde, erkekler her şeyden sorumlu kişilerdir. Fakat kadınların
aile dışında pek görevleri yoktur. Din görevlisi, polis memurluğu ve askerlik gibi
yüksek makamlarda görev alma hakları da yoktur. Ayrıca Mısır kadınlarının seçme
ve seçilme hakları da yoktur. Evlenip ayrılırlarsa ya da hiç evlenmezlerse zaten çok
düşük olan değerleri iyice düşmektedir. Kocalar eşlerini bir eşya gibi görmektedir,
kadınlar da karınlarının doyması, üzerlerine kuma gelmemesi için her türlü zorluğa
sabretmek zorundadır. Yolda yürürken aileden bir erkek varsa onun arkasında
yürümesi gerektiğini Petrol Diyarında Aşk adlı eserinde şöyle dile getirmiştir:
“Tepeden aşağı doğru inen patikaya yöneltti kadını. Ondan bir iki adım önce
yürüyordu. Kadın ne zaman adamın yanında yürümek için hızlansa, adam gözlerini
üzerine çevirip öylece duruyor, o da yine adamın arkasında kalabilmek için
yavaşlıyordu.”111 Mısır kadını belirli yaşlarda ve belirli durumlarda erkeklerle bir
arada olur. Günümüzde bu durum iyileşme göstermiştir. Mısır devrimi esnasında
Tahrir Meydanında erkeklerin yanında haklarını arayan çok sayıda kadın yer almıştır.
Yeni kurulan parlamentoda kadın milletvekilleri de yer almıştır. Siyaset artık
kadınlar tarafından da yapılır hale gelmiştir. Fakat geleneksel izlerin silinmesi kolay
olmamakta ve zaman almaktadır. Ancak aşırı muhafazakâr bir eğilimde olan
yönetimlerde kadının siyasette yer alması, kadın aleyhine alınan kararların yine kadın
111
Nevâl es-Sa‘dâvî, Petrol Diyarında Aşk, Çev: Ayla Esen, 1. bs., İstanbul, Everest Yayınları, 2002,
s. 17.
210
vekiller tarafından da uygun görüldüğü izlenimi verme kaygısından kaynaklandığı
düşünülebilir.
Mısır toplumunun kadınlar için adetlerinden biri de kadın sünnetidir. Nevâl
es-Sa‘dâvî eserlerinde bu cerrahi işlemin kadınlar üzerindeki etkilerini ve olumsuz
sonuçlarını okumak mümkündür. Kadın cinselliğini kontrol altına almak ve ataerkil
düzenin devamını sağlamak için yapılan bu ameliyat, dokuz ya da on yaşlarındaki
ergenliğe girmemiş kız çocuklarının hayatlarını kaybetmeleriyle de sonuçlanabiliyor.
Çeşitli şekillerde yapılan bu ameliyat kadınların cinsel hayatını etkilediği gibi her
doğumda aynı acıyı tekrar yaşamalarına da neden olmaktadır. Kadınların kendileri
gibi organları da toplum tarafından bir kusur ve ayıp olarak algılanmaktadır. Kadın
hissî duygularını gizlemekle sorumludur. Toplum aslında kadınları ruhsal ve fiziksel
olarak ameliyat etmektedir. Onları erkeğe bağımlı hale getirerek sadece kocasını ve
kocasının isteklerini görev bilir duruma getirmiştir. Böylece ne boşanabilir ne de evi
terk edebilir.
Nevâl es-Sa‘dâvî, kadın sünneti ile ilgili olarak evlilik öncesinde bekâreti
korumak için uygulandığını ifade etmiştir. Evlilik sonrası ise kadının iffetini
korumaya yönelik bu uygulamanın, gelenekleri göz önünde bulundurarak Mısır’da
yakın zamanda kısa sürede yok edilmesinin zor olduğunun altını çizmektedir. Ancak
şunu da eklemek gerekir ki; “eğitim görmüş aileler giderek artan boyutlarda bu
âdetin kadınlarda yol açtığı zararları kavramakta ve kızlarını ona kurban etmekten
kaçınmaktadırlar.”112
3.2.8 KADIN OLGUSU
Arap toplumunun belirgin özelliklerinden biri de ikilemler ve gel-git’ler
içinde olmalarıdır. İklim özelliklerinin kişilik özelliklerine yansıdığı savından yola
çıkarak denilebilir ki; çöl ikliminin getirdiği gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı,
Araplar arasındaki fakir-zengin halkın net olarak gözlenebilirliği bu ikilemlere örnek
gösterilebilir. Bu ikileme örnek olarak es-Sa‘dâvî’nin Petrol Diyarında Aşk adlı
112
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 57.
211
eserindeki kadın güzel bir örnek oluşturmaktadır. Özgürlüğünü ilan edip koca
evinden ayrılan kadın çare olarak bir başka adamın yanına sığınmak zorunda
kalmıştır. Yalnız yaşamak istemesine rağmen, sığındığı adamdan ayrılıp gidememiş,
kocasının evine de dönememiştir.
Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ (Tanrı Nil Kıyısında Öldü) hikâyesinde
beşinci bölümde kadınların ahlaksız olduğuna değinilmiş, bu durumun sadece kadına
özgü bir hareket olduğu ifade edilmiştir. Bir yandan kızların bozulduğu ve
ahlaksızlaştığını dile getiren muhtar, aynı zamanda karısının yarı çıplak bacağına da
göz atmaktan geri kalmamıştır. Ahlaksızlığı sadece kadınlara atfetmiş, erkeklerin hep
ahlaksız olduğunu belirtmiştir. Kadın ahlaksızlığının felaket getireceğini söylemiştir.
Karısının “felaket yerine neden eşitlik ve adalet getirmesin” sorusuna karşılık söze
karışan oğlu ise şöyle yanıt vermiştir: “hayır anne, eşitlik sözüne katılmıyorum,
kızlar erkek değil ve onların namusları sahip oldukları en değerli şeydir.”113
es-Sa‘dâvî, eserlerinde toplumu ve kadına bakışını sıkça eleştirmiştir.
Bunlardan biri de kadınların sınıflandırılması ile ilgilidir. Çünkü namuslu kadınlar,
erkekler için çocuklarının analarıdır. Utangaç ve giysilerini çıkarmadan sevişen
iffetli kadınlar namusludur. Kadın hep vericidir, hakkına razı olur. Seçim yapma ve
isteme hakları yoktur. Düşünmemelidir. Erkek onun yerine düşünecektir. İyi bir
aileden gelen, erdemli kadınlar, kocalarının yanında bile gözünü açmayan, çıplak bir
bedeni asla gözetlemeyen ahlak sahibi kadınlardır. Genel hatlarıyla anneler ve eş
olan kadınlar ile diğerleri olarak sınıflandırılan kadınlar toplumun kendisi tarafından
uygulanan kurallarla güvenliklerini sağlama dedikleri denetim altına alınırken yine
aynı toplumun ticari kaygılarla dans ettirdikleri kadınlar, dergilere kapak olan
kadınlar aynı toplumun üyeleridir. Toplum tarafından iffetli ve iffetsiz diye ayrılan
kadınlar da yine aynı kadınlardır. Çünkü ahlaki değerleri toplumun kendisi
belirlemektedir. Güzellik anlayışı bile kadının yaşı ile ters orantılı olarak
ölçülmektedir. Kadın ne kadar küçük yaşta ise o kadar güzeldir. Onun cahilliğinin ve
çocuk yaşta oluşunun pek bir ehemmiyeti yoktur. Kadının güzelliği ağzının,
burnunun şekliyle, gözlerine sürme çekmesi, yüzüne pudra sürmesi ile doğru orantılı
113
es-Sa‘dâvî, Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ, s. 61-62.
212
olarak artmaktadır. Kadının onuru ve şerefi ise yaptıkları ile ölçülmektedir. Toplum
gözünden bakıldığında erkek tarafından işlenen fiiller gurur sayılırken kadın söz
konusu olunca durum değiştirmektedir. Kadının zerre kadar değeri kalmamakta hatta
yüzünün karası oluvermektedir. Bu durum kişileri sadece takvada ayıran ve bunun
dışında her konuda bir ve eşit tutan aynı inanca sahip kişilerin toplum tarafından
yargılanmasıdır. es-Sa‘dâvî bu hususta Suḳûṭu’l-imâm adlı eserinde Bin Bir Gece
Masalları’na atıfta bulunarak Kral’ın siyah bir kadın köleyle eşine ihanet ettiğini
hatırlatıyor. Fakat hemen ardından da Tanrı’nın söylediğine göre ilahi yasa
erkeklerin ihanetine izin veriyor. Fakat kadınların ihanetini Şeytan esinliyor”114 diye
ekliyor. Hiçbir erkek eşlerinin kendilerini aldatmalarını kabul etmezler. Çünkü miras
yoluyla aktaracakları topraklarını ancak oğulları alabilecektir. Dolayısıyla kadının
birden çok erkekle ilişki halinde olması ataerkil düzeni bozacak, çocuğun kime ait
olduğu bilinmeyecektir. Kadının durumundaki düşüş ve gerileme, binlerce yıldır
süregelen toprak mülkiyeti edinme sonucu kadının değersizleştirilmesi, iş alanının
sınırlanması, pasivize edilmesi, hor görülüp sindirilmesiyle kendini göstermiştir.
Kadınlar bu ataerkil dünyada yaşadıkları sürece var olmuşlardır. “Baba tek
başına adını çocuklara verdiği için, onun adı onunla beraber sonsuza kadar
gömüldü. Ataerkil bir dünyada annenin isminin bir ehemmiyeti, kadının karada ve
cennette bir değeri yoktur.”115 Anne öldükten sonra adı da kimliği de onunla birlikte
gömülmüştür. Toplumun kadına bakışının değişmesi, onu ancak bedenen, aklen ve
ruhen tam bir insan olarak gördüğünde gerçekleşecektir.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin kadın kahramanları, hayatlarına daha çocuk yaşta
“Ummu Mahmud” lakaplı bir kadından nefret ederek başlıyorlar. Çünkü elinde kesici
bir aletle gelen bu kadın, çocuk yaştaki kızlara “vücudundaki pisliği alacağım”
diyerek hayatlarının en korku dolu anlarını yaşamasına sebep oluyor. Nevâl esSa‘dâvî’nin babaannesinin dilinden bu kadın şöyle tasvir ediliyor: “Ummu Mahmud
evimize gelip beni tavuk gibi dört kadına tutturduğunda daha yeni yürümeye
başlamıştım, tarlalara koşup çocuklarla oynayacaktım. Bana ‘beni dinle kız Mebruke,
şimdi seni saf olasın ve düğün gecende kocan senden tiksintiyle kaçmasın ve sen de
114
115
es-Sa‘dâvî, İmamın Düşüşü, s. 82.
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s. 3.
213
erkeklerin peşinden koşma diye sünnet edeceğim.”116 Aynı kadın daha sonra düğün
günü ortaya tekrar ortaya çıkıyor. Aynı korku dolu sahneyi bu defa farklı bir acıyla
yaşayan kadınlar, bunun üzerine bir de âdet olduğu gibi kocalarından ilk dayaklarını
yiyerek evlilik hayatlarına başlamış oluyorlar.
Bu arada değinilmesi gereken bir konu da aslında her zaman kadınların
birbirleri için korkulu rüya olmadığıdır. Daya* gibi hayatlarındaki en zor anları
yaşatan, yaşadıkları köye ne zaman ve ne şekilde geldikleri hatırlanmayan kadınlar
aynı zamanda en büyük yardımcılarıdırlar. Evden eve koşturup doğumlarına yardım
ederler, kulak delerler, cenazesi olan kadınları teselli bile onların görevidir. Her
törende onların yeri hazırdır. Kadınlar arasındaki en büyük dayanışma, gerdek gecesi
bir sorun çıkarsa onu örtbas etmede ya da istenmeyen gebeliklerde ölümle
sonuçlandırma ile kendini göstermiştir. Hatta bu kadınların kötü ruhları kovma
yeteneklerinden bile söz edilmiştir. Geçimlerini bu şekilde sağlayan bu daya’lar,
olumlu yönden ele alındığında kadın dayanışması için küçük örnek grupları
oluşturmaktadır.
Arap toplumunun karakteristik bir özelliği olan ataerkil yapıyı es-Sa‘dâvî’nin
eserlerinde açıkça görmek mümkündür. Nevâl es-Sa‘dâvî kendi biyografisini
anlattığı A Daughter of Isis (Isis’ın Kızı) ve Muẕekkerâtu ṭabîbe (Kadın Doktorun
Anıları) isimli eserlerinde kendi hayatından örneklerle durumu gözler önüne
sermiştir. Evde basit bir iş olan sabahları yatak toplamak, evin kızının görevidir.
Ağabey kuralsız bir şekilde sokağa çıkıp, oynayıp zıplarken kendisi anne ve babadan
izin alarak çıkabilmiştir. Sofrada yemeğin en güzel kısmı ve en büyük parçası
ağabeye verilirken kendisi açlığa dayanmayı öğrenmeli, yavaşça yemek yemeli ve
çorbayı bile kibarca, ağzını şapırdatmadan içmelidir.
Kadınlar utanç verici davranışlardan sakınmalıdırlar. Çünkü kadınların
vücudunda utanç verici olan yerleri vardır ve davranışlarında çok dikkatli
olmalıdırlar. Kadınlar bu utanç algılarıyla ve korkutularak, itaat etmeyi öğrenerek
yetiştirilmişlerdir. Kadınlara çok küçük yaştan itibaren büyükmüş gibi davranıldığı
116
*
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis., s. 36.
Mahalle veya yörenin kadınların sünnet, doğum gibi işlerine bakan kadın görevlisi, ebe.
214
için kendilerini yetişkin olarak görürler. Ayrıca her yaptıklarından kendileri
sorumludur. es-Sa‘dâvî’ye göre ne de olsa onlar Havva’nın kızıdır ve rüyalarında
bile olsa yaptıklarından her daim sorumludurlar.117
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde sıklıkla ön plana çıkardığı bir konu da
erkeklerin gözünde iki çeşit kadın olduğu düşüncesidir. Bu kadınlardan ilki saygı
duydukları fakat arzulamadıkları, çocuklarının annesi ve eşleri olan kadınlardır.
İkincisi ise saygı duymadıkları ama arzuladıkları metresleridir. Ayrıca dayak
konusunda kadının her gün dövülmesi gerektiği aksi halde dövülen taraf olma
ihtimali oldukları ileri sürülmektedir. Burada erkeklerin kadınlardan korktuğu savı
desteklenmektedir. Arap toplumunun iki farklı uçta olma özelliği burada da göze
çarpmaktadır. Ortadoğu ya maddi olarak zengin ve refah içinde ya da çok fakir ve
sıkıntılarla boğuşan bir toplum olarak bilinmektedir. Halk arasında ara sınıf yoktur.
Bu durum bakış açılarına da yansımıştır.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde öne çıkan kadın tiplemeleri, toplumsal
baskılarla ezilmiş, dini yaptırımlara boyun eğmek zorunda kalmış çaresiz ve
hastalığa yakalanmış kadınlardır. Kendilerini ifade edememe sorunları yaşamışlardır.
Masum dahi olsalar erkeklerin gözünden bakılınca olmaması gereken olmuş,
yapılması yasak olan bir şeyi yapmışlardır. Bu durum onların suçlu olmaları için
yeterli bir sebeptir. İmamın Düşüşü adlı eserde, kadın kahraman sorgulanması
esnasında yetimhaneden erkek kardeşinin ülkesi için savaşırken öldüğünü
söylemesine itiraz ediyorlar, çünkü erkek kardeş herhangi bir partiye kayıtlı değil…
Siperde onunla birlikte olduğunu, kendi gözleriyle şahit olduğunu söylediğinde ise;
bir erkek ile bir kadın tenha yerde yalnız kalamaz deniyor ve zina ile suçlanıyor.
Sorgulanan kadının “o benim kardeşim” demesi yetmiyor. Sütkardeş olmak, kardeş
olmaya yeter sebep değil. Bu durumda, cezalandırılmak istenildiği zaman kuralların
kişiye göre ayarlanabilirliği eleştirilmiştir.
es-Sa‘dâvî ısrarla ve sürekli olarak kadının hak ettiği değeri görmemesinden
şikâyet etmiş, bunun bir sonucu olarak da hastalandıklarını dile getirmiştir. Dört inek
almaya parası yetmeyen fakat dört kadınla evlenen, ekonomik sorunlarla baş etmeye
117
es-Sa‘dâvî, A Daughter of Isis, s.12.
215
çalışan toplumlarda kadının düştüğü durumu gözler önüne sermeye çabalamıştır.
Kadına toplumun yarısını oluşturan sınıf olarak bakıldığında sorunun asıl kaynağını
bulmak, hasta kadınları tedavi etmekten daha mühimdir. es-Sa‘dâvî’nin tedavi ettiği
kadınlar örneğinde olduğu gibi, tarımda sulama işinde çalışan işçi kadınlar önce
ekonomik sebeplerden ötürü çalışmaya başlıyor, hastalanıyor, tedavi oluyor, tekrar
işe başlıyor ve yine hastalanıyor. Kısır döngü içinde kalan kadınlar, kalabalık ve
güneş görmeyen evlerde yaşamaya devam ediyorlar. Burada hastalığı tekrar eden
kadınları iyileştiremeyen doktorlar mı yoksa şartları iyileştiremeyen, koşulları
değiştiremeyen devlet mi başarısız sorusu soruluyor.118 Kendisi bir tıp doktoru olan
Nevâl es-Sa‘dâvî, kadın sorunlarıyla ilgili yaklaşımını açıklarken aşamalar olduğunu
ifade ediyor. Mesleğe başladığı yıllarda kendisine tedaviye gelen hastaların maddi
sorunları olduğunu bu nedenle muayenehanesini kapattığını ifade ediyor. Bir sonraki
aşamada sosyal sorunlara olan ilgisi artıyor ve bu aşamada sosyal sorunların
ekonomiden ayrılamayacağını, siyaset ve kültürün de bunlara ek olarak temel
sorunlar olduğunu fark ediyor. Hastalıkları önlemek için sadece klinik yetmiyor,
sağlığın siyasete, ekonomiye ve kültüre bağlı olduğuna karar veriyor.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin kadın algısının, İslam ile birlikte ele alındığı
görülmektedir. Yazar, İslam dinini salt bir inanış biçimi olarak değil tarihsel ve
toplumsal hatta kültürel bir arka plan olarak değerlendirmektedir. Ataerkillik
kavramının üç semavi din tarafından desteklendiğini ve bu yönlü beslendiğini ileri
sürmektedir. Çünkü kadının konumunun İslam ile gerilemediğini aksine farklı
kaygılarla kadının toplumdan soyutlandığını ve hapsedildiğini düşünmektedir. Arap
toplumunda kadınlar ile ilgili kapsamlı bir çalışma olmayışını dini veya ahlakî
değerlere bağlamaktadır. Bu değerler sebebiyle dokunulmazlık alanları oluşmuştur
ve sorgulamak mümkün değildir. Ayrıca Arap kadınının sömürgeci ve kapitalist
ideolojilere esir olduğu görüşündedir. Siyasi, dini ve cinsellik içeren ifadeler daima
hassas yapılar üzerine kurulmuştur. Bu hassasiyetin gelişmekte olan ülkelerde daha
etkin bir biçimde yaşandığı görülmektedir. Çünkü es-Sa‘dâvî’ye göre “insanların
yaşamı ve temel gereksinimleri dine değil, iktisada dayanmaktadır. İnsanlık tarihi
boyunca dinin standart ve değerleri de iktisat tarafından biçimlendirilmiştir.
118
es-Sa‘dâvî, Why Keep Asking Me About My Identıty, s. 53.
216
Herhangi bir toplumda kadınların ezilişi ise, toprak mülkiyeti, miras ve akrabalık
sistemleri ve temel toplumsal değer olarak ataerkil aileye dayalı bir iktisadi sistemin
ifadesidir.”119 Din, toplumu direkt olarak etki alanına alıp ve sosyo-ekonomik
düzenleri de kapsamaktadır. es-Sa‘dâvî’nin belirttiği gibi sömürgeci ideolojilerin
kendi menfaatleri gereğince kullanılan bir araç olabilmektedir.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin belirttiğine göre120; Arap toplumunda kadınlar
çocukluklarından itibaren aşamalı bir şekilde kişiliklerini yok olmaya, silikleşmeye,
zihinsel
olarak
tek
başına
karar
veremez
duruma
getirilerek
eğitilmeye
odaklanılmıştır. Bu sayede kendi isteklerini bastırmayı, istek ve ihtiyaçlarını
görmezden gelmeyi ve doğacak boşlukları başkaları ile doldurmayı öğrenecektir.
Düşünme ve aklını kullanma yetisini kaybeden kadınlar, başkalarının dikte ettiklerini
yapar hale gelen kurbanlara dönüşmektedirler. Zaman zaman temel insan
haklarından bile yoksun kalan kadınlar, eşitlik ve özgürlük adına harekete
geçtiklerinde engellerle karşılaşmaktadırlar. Bunların başında toplumun öne sürdüğü
ahlaki ve dinsel değerler gelmektedir. Bu konuda şunu belirtmek gerekir; kadınların
örtünmesi, eve hapsedilmesi ve harem kültürü İslam dini ile doğrudan bağlantılı ve
örtüşük durumlar değildir. Aksine, Berktay’ın belirttiği gibi; Doğu Akdeniz
toplumlarını ve onların kültürlerini etkileyen, kökleri uzun bir tarihsel mirasa
dayanan ataerkil geleneğin davranış kalıpları ve uzantılarıdır. Kadın ve toplum ne
kadar değişim geçirse de ataerkil kodlamalar kadınları sessiz olmaya ve edilgenliğe
mecbur etmektedir.121 Ataerkil düzende kadının nerede ve nasıl durması gerektiği,
görev ve sorumluluklarının neler olduğu açıkça tanımlanmıştır. Bu tanımlamalar
aracılığı ile kadını kısıtlamanın bir yolu olan örtünme, çeşitli alt anlamlar
içermektedir. Kadının cezp edici özelliği nedeniyle hem onu korumak hem de
toplumda kargaşayı önlemek için kadının örtünmesi gereklidir. Erkeklerle ilgili olan
bir hususta sorumlu olarak kadının görülmesi, işin faili olarak bakan kişinin değil
nesnesi durumundaki bakılan kişinin (kadının) denetlenmesi, kadın ve erkek
arasındaki hiyerarşiyi ve egemenlik ilişkilerini ortaya çıkarmaktadır.
119
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 17.
es-Sa‘dâvî, a.e., s. 29.
121
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 87-88.
120
217
Ayrıca kadınların yetiştirilmesindeki dar görüşlerden biri de güzellik
ölçütlerine yöneliktir. Küçüklüklerinden beri güzellikleri burunlarının biçimine,
dudaklarına ve giysilerine göre belirlenen kadınlar, her konuda modayı takip etmeye
çalışan nesnelere dönüşmüşlerdir. Eğer burnu biraz büyükse ya da arzu edilen yüz
hatlarına sahip değillerse bu onlar için psikolojik bir incinme ve sarsıntıya
dönüşebilmektedir. Yine bu durumda da kendilerini makyaja ve modaya adar hale
gelmişlerdir.
3.3 İKİ YAZAR ARASINDA GENEL BİR MUKAYESE
Farklı kültürlerde yetişmiş yazarlarımızın görüşleri ve düşüncelerini,
savundukları ve itiraz ettikleri konuları anlamlandırmak için öncelikle kültürel
farklılıklara vurgu yapmak, dikkat çekmek gereklidir. Kültür ifadesini, bir toplumun
sahip olduğu değerler bütünü olarak tanımlamak mümkündür. “İlkel ve modern
kültürlerde yapılan çeşitli araştırmalar, kişiliğin biçimlenmesinde, kültürün etkisinin
geniş olduğunu göstermiştir. Kültürün çeşitli görünümleri arasında yer alan; aile
biçimi, ana-babanın toplumsal rolleri, dinsel farklılaşma, toplumsal değerler,
tutumlar, inançlar ve toplumsal normların ayrı ayrı etkisi, çocuk eğitiminde ve kişilik
gelişiminde rol oynar. Bu bakımdan kültür; insanın meydana getirdiği bir şey ve
insani yaşamın koşuludur. İnsan kültürü yaratır, fakat kültürde insanı biçimlendirir.
Bu durum ise, kültürleşme sayesinde gerçekleşir. Kültürün içe dönüşüm süreci de
dediğimizi kültürleşme, kişinin kendi kültürünü oluşturan düşünce, eylem ve duygu
biçimlerini özümsemesidir.”122
Her iki yazarımızın da savunduğu en önemli tez; cesur olmanın önemidir.
Kadın cesaretiyle de ayakta durabilmelidir. Aile, görünmez yasalar ve kurallar,
otoritenin adı ne ise kafa tutabilmelidirler. Yenilmeyen kadın güçlenir düşüncesini
savunarak, zaferin ancak cesur olmakla geleceğini ileri sürmüşlerdir. Nevâl esSa‘dâvî cesur olmanın önemini şöyle ifade etmiştir: “…anneme karşı duyduğum
korku yok oldu. Benim ondan korkmama sebep olan esrarengiz durum da kayboldu
122
Filiz Karataş, “Türk Toplumu İle Arap Toplumu Arasındaki Kültürel Farklar”, Süleyman Demirel
Üniversitesi, 2001, s. 1.
218
gitti. Annem artık sıradan bir kadındı. Annemin bana attığı tokatlar onun en büyük
silahıydı ve artık ben korkmuyordum.”123 Annesi, kadın saçının onun en önemli gurur
kaynağı olduğunu şiddetle savunmuş ve asla kısaltılmaması konusunda çok titiz
davranmıştır. Yazar, uzun saç bakımının zorluğundan yakınarak, erkek kardeşinin
kısa saçla nasıl rahat hareket ettiğine dikkat çekerek ilk başkaldırısını
gerçekleştirmiş, ilk kez izin almadan dışarı çıkarak saçlarını kısacık kestirip
annesinin karşısına dikilmiştir.
Benzer durum Duygu Asena’nın ilk eseri olan Kadının Adı Yok’da ilk
itaatsizlik aileye karşı olmuştur. Bu defa anneye karşı değil babaya karşı gelinmiştir.
Yazar üniversiteye gitmek için babasının karşısında durmuş ve kazanmıştır.
Sonrasında gelişen olaylar, inandıkları uğruna mücadele etmesi gerektiği düşüncesini
pekiştirmiştir.
Yazarların kadın profilinin ortak bir yanı da kadınların güçlü olduğu,
isterlerse başarabilecekleri düşüncesidir. Nevâl es-Sa‘dâvi, ağabeyinden ve hatta
bütün erkeklerden daha zeki olduğunu, onların yaptığı her şeyi fazlasıyla
yapabileceğini iddia etmiştir. Ailece ilk hastane ziyaretlerinde doktordan korkularını
ve ona saygılarını fark edince doktor olmaya karar vermiştir. Böylece ailesi ona
saygıyla bakacak, sağlık için yardım dileyecektir. Bu arada iyi bir meslek sahibi
saygın bir kadın olacaktır. Duygu Asena ise, iş hayatındaki kadının yaşadıklarından
verdiği örneklerle durumu açıklamaya çalışmıştır. Duygu Asena’nın kadın
kahramanları, gerçek hayatta olduğu gibi, çok çalışarak iyi mevkilere gelebilmiş ve
ekonomik olarak güç kazanmışlardır. Ekonomik gücün en önemli getirisi de güçlü
kadın olarak kendini göstermiştir.
Nevâl es-Sa‘dâvî’nin önemle vurguladığı konulardan biri de kadınların,
ataerkil bir dünyada yaşamak zorunda kalışlarıdır. Çünkü âlimler, filozoflar, din
görevlileri ve siyasetçiler erkektir. Onların düşünceleri egemen bir toplumda
yaşanmaktadır. es-Sa‘dâvî burada kadınların da medeniyete katkıda bulunduklarını
belirtmiş fakat gerektiği kadar olmadığını ifade etmiştir. Bu durumu, toplumun yarı
beynini kullan(a)mamak olarak görmektedir. Kadınların toplum tarafından
123
es-Sa‘dâvî, Muẕekkerâtu ṭabîbe, s. 16.
219
baskılanması sonucu böyle bir sonuca varıldığını ileri sürmektedir. Kültürel olarak
yaygın bir biçimde aklını kullanmaktan ziyade kadınlığını ön plana çıkaran, giyim ve
makyaj üzerine yönlendirilmiş bir toplum ortaya çıkmaktadır.
Her iki yazar da çocukların gözünden, babalarının annelerini aldatmasını ve
bu
durum
sonucu
gelişen
olayları
okuyucuya
aktarmışlardır.
Yazarların
ifadelerindeki benzerlik dikkat çekmektedir. Asena’nın ilk romanı Kadının Adı
Yok’da evin büyük kızı babasını, annesini, arkadaşı ve komşuları olan bir kadınla
kendi evlerinde, aldatırken yakalamıştı. Bu olay neticesinde aynı zamanda romanın
kahramanı olan kız, babasına karşı güç kazanmış, istediğini yapma ve yaptırma
cesareti bulmuştu. Ne yazık ki durumu annesine anlatamamış bu da onu daha da
incitmişti. es-Sa‘dâvî aynı durumu İmamın Düşüşü adlı eserinde ele almıştır. Burada
da anne, baba tarafından aldatılmış ve olay çocuk tarafından öğrenilmiştir. Fakat
baba, uykuda yürüdüğünü iddia ederek çocuğunu suçlamış hatta onu sütünü
içmemesi yüzünden dövmüştür. Çocuk, babasının gözlerinden taşan öfke
korkusundan susmak zorunda kalmıştır. Genel olarak örtbas edilen, görmezden
gelinen ve kadın tarafından hissedildiği ya da bilindiği halde sessiz kalınan erkek
ihaneti çocukların dilinden “sarsılan adalet” olarak aktarılmıştır. Her iki yazar,
çocukları konuştururken, kadından yana bir tavır takınmışlardır. Yıkılan adalet ve
sarsılan güven duygusunun yeniden inşası için annenin de bir defa olsun aynı
durumu babalarına yaşatmış olmalarını düşünmüşlerdir. Bu isteğin arkasında yine
yazarların eşitlik vurgusu dikkat çekmektedir.
Yazarlar arasında yapılan genel bir karşılaştırma sonucunda; Asena’nın ve esSa‘dâvî’nin feminizm algısındaki farklılıklar ve öncelikler açık bir şekilde göze
çarpmaktadır. Feminizmin konuları bellidir fakat toplumdan topluma değişen
ihtiyaçlar farklılık ve önem arz etmektedir. Eğitim, her iki yazarın konuyu ele alışı
bakımından kadın sorunlarının çözümünde ilk sırada yer almaktadır. Duygu Asena,
her ne kadar elit feminizm savunucusu olarak anılmış olsa da Türkiye’de kadının
birçok yönden sorunlarının irdelenmesini sağlamıştı. Türkiye’de kadın ile ilgili
gündem oluşturulmasına Asena büyük katkılar sağlamıştır. Türk kadını, Ortadoğu
kadınlarından farklı ve geniş haklara sahip olmuştur. Asena, kadınlara ve onların
220
hayatlarına dokunarak, köklü değişikliklere zemin hazırlanmasını sağlamıştır.
Kadınca dergisini hazırladığı dönemlerde, ülkede feminizm sadece akademisyenler
tarafından ele alınıyorken onun farkındalığı toplumsal duyarlılık ile başlamıştır.
Dergi vasıtasıyla gelen okurların ihtiyaçlarını görmüştür. Durumu şu şekilde dile
getirmiştir: “Özetle üç yıldır ‘kadın ve erkek her konuda eşittir, eşit olmaması için
mantıklı, geçerli bir neden yoktur, bugünkü durum çok eskilerden gelen ve nedenleri
belli olan tarihi bir koşullanmadır, önemli bir eğitim sorunudur, eğer bizler bu
gerçeklere inanırsak ancak, kendi kendimizin durumunu düzeltebiliriz. Sonra da
çocuklarımızı bu eşitliğe inandırarak yetiştiririz’.”124
es-Sa‘dâvî ise, toplumu
değiştirmek için uzun yıllardır yazmaktadır. Kadınların her türlü gelişimi ve
toplumun her alanında söz sahibi olabilmesi için eğitim alması şarttır. Kadınların
kurtuluşu eğitim ile mümkündür. Çünkü eğitim yoluyla iyi şartlarda iş sahibi olan,
ekonomik özgürlüğünü elde eden, aile ekonomisine katkıda bulunan kadın karar
alma ve uygulama hakkına da sahip olacaktır. Ancak burada bir tezat vardır ki kadın
eğitim almak için erkekten izin almak durumunda kalabilmektedir. Yine burada
kadının anne olarak rolü önem arz etmektedir. İyi eğitilmiş bir erkek muhatabı olarak
eğitilmiş bir kadın isteyecektir. Araştırmalar, ekonomi düzeldikçe ve refah seviyesi
arttıkça şiddet ters orantılı olarak azalmaktadır.
Eserlerindeki anlattıkları ve duygu yoğunluğu bakımından Asena’nın
kahramanları kendi sorunları ve yaşadıkları üzerinden Türkiye’de kadınların benzer
sorunlarla mücadele ettiklerini ifade etmektedir. Eserler, kahramanlar aracılığıyla
topluma verilmek istenen mesajlar içermektedir. Fakat direkt bir yön vermeden
benzer yaşanmışlıklar üzerinden örneklerle hareket edilmiştir. Toplumun her
kesiminden kadın örneğine rastlamak mümkündür. es-Sa‘dâvî ise eserlerinde, Arap
kadınının sorunlarını gerçekçi bir şekilde ele almış, gerçek hayattan örnek kadın
kahramanlarla okuyucuya anlatmıştır. Bu eserlerde ilk çözüm, toplumsal farkındalığı
sağlamak üzerine
yoğunlaşma olarak görünmektedir. Süregelen öğretilerin
yanlışlıklarına ve zararlarına dikkat çekilmektedir. Gerçek ve kalıcı çözümler için
bilinçli bir birlikteliğe ihtiyaç vardır. Asena’nın kahramanları genel olarak istediğini
124
Duygu Asena, “Nice nice dört yıllara”, Kadınca, İstanbul, Gelişim Basım ve Yayın A.Ş, 1981.
221
elde edebilen ve kendini gerçekleştiren kahramanlar olurken es-Sa‘dâvî kahramanları
bir şekilde cezalandırılmış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Her iki yazar kendi ülkelerinde tabu olarak kabul görmüş bir konu olan
cinsellik üzerine yazmışlar, yazıları başta olmak üzere pek çok biçimde kadınları ve
toplumu bilinçlendirmeye çalışmışlardır. Duygu Asena, genç kızların bekâret uğruna
öldürülmekte olduğunu ifade etmişti. Ayrıca kadınların, cinsellik ile ilgili ve
bağlantılı olarak şiddete maruz kaldıklarını dile getirmişti. Nevâl es-Sa‘dâvî de aynı
şekilde fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan kadınlar üzerine çalışmalar
yapmıştır. es-Sa‘dâvî bu konuyla ilgili olarak, cinsel istismara uğrayan genç kızların
ve kadınların durumunu eserlerinde sıklıkla ele almıştır. Adalet sisteminin,
mağdureleri ve ailelerinin şerefini korumak adına kendilerine yapılan adaletsizliği
eleştirmiştir. Çünkü bu tür vakalarda suçlu görev yeri değiştirilmek suretiyle
cezalandırılmıştır. Ancak mağdureler ise, ya hayatları aileden bir erkek tarafından
sona erdirilmiş ya da ilkel yöntemlerle kürtaj yapılırken ölüp gitmişlerdir. Eğer bu iki
durumdan sağ olarak kurtulabildiyse hakaret ve aşağılanma içinde bir hayat
yaşamaya mahkûm kalmışlardır. Eğer bir bekâret kavramı varsa sınıf, dil, cinsiyet ve
etnik ayrım gözetmeksizin her bireyi kapsamalıdır. Nevâl es-Sa‘dâvî, sadece
kadınları kapsayan bir bekâret olgusunu, topluma egemen olan bir geriliğin
yansıması olarak gördüğünü ifade etmiştir. Duygu Asena’nın da bu konuda aynı
görüşü paylaştığı söylenebilir. es-Sa‘dâvî, “kadın olsun, erkek olsun, insanların
anatomik ve biyolojik yapısının ahlak değeriyle bir ilişkisi yoktur. Ahlak değerleri
toplumsal sistemin, daha doğrusu belli iktisadi ve siyasal çıkarlara hizmet edebilmek
ve çıkarlar sistemini güvenceye alarak iktidarını koruyabilmek üzere yönetici
sınıfların dayattığı toplumsal sistemin ürünleridir. Bedenin anatomik ve biyolojik
özellikleri başka bir amaca, yaşamın korunması ve sürdürülmesine ilişkin hayati,
fizyolojik işlevlerin yerine getirilmesine yöneliktir”125 görüşünü savunmaktadır.
Yazarların eserleri üzerinden iki toplumun bakış açısını açıkça kendini ortaya
koymaktadır. Asena’nın kahramanları genel olarak cinselliklerini yaşamışlardır. Bu
yaşantılar sonucu ise Asena’nın kahramanı, yaptıklarını ve yaşadıklarını kendince
geçerli bir nedene bağlamıştır. İstemediği bir şey yaşamamak için “Kimsenin bana
125
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 44.
222
saygısı kalmasa da…kendi kendime saygıyı yitirmemeliyim”126 demiştir. Hayatına
girip çıkan erkekler için “anlaşamadım, ayrıldım” diyerek yoluna devam etmiştir.
Burada Duygu Asena’nın, eserlerinde kadından yana taraf tuttuğu söylenebilir. Nevâl
es-Sa‘dâvî’nin kadın kahramanlarından Firdevs (Sıfır Noktasındaki Kadın) ise, hayat
tarzı yüzünden toplumsal normlara göre sonuçlarına katlanmak zorunda kalmıştır.
Çünkü Firdevs, yaşadıklarıyla topluma göre ahlaksız bir yaşam tarzına sahiptir. Bu
durumda kadın kahramanların yaşadıkları sosyal ve toplumsal çevre, Asena’nın
eserlerinde gelenekten gelen, ayıplayarak dışlama ile kendini hissettirmektedir.
Nevâl es-Sa‘dâvî eserlerinde ise, şer’i hukuka göre yasaklama ve hapis cezası olarak
hatta kimi zaman ölüm cezasıyla karşımıza çıkmaktadır. Asena ve es-Sa‘dâvî,
kadınlara yönelik bu tavra karşın erkekler söz konusu olduğunda farklılaşan ahlaki
ölçütleri eleştirmişlerdir. Arap kültüründe “erkeğin namusu, cebindedir” ve Türk
kültüründe “para, adama konuşmayı, kadına yürümeyi öğretir” şeklinde ifade bulan
ekonomik güç, erkek için çok önemli bir kıstaslardan biridir. Erkek maddi olarak
güçlü olduğu sürece sorun gözükmemektedir.
Duygu Asena, kadın kahramanlarını güçlü kadınlardan seçmiştir. Orta kesime
ait eğitim görmüş, ekonomik olarak özgürlüğünü elde etmiş, toplumsal hayatta yer
alan kadınlar, Asena’nın kadın karakterleri profilini oluşturmuştur. Bu kadınların
belirgin sorunlarından biri de yalnızlık duygusu ve anlaşılamamaktır. Bu kadın
karakterler güçlü olmalarının yanı sıra çocuksu yönlerinin keşfedilmesini
beklemektedirler. Anlaşılmayı arzulamışlardır. Erkek tarafından anlaşılmadığını fark
ettiğinde birbirinden uzaklaşma ve gerilim başlamıştır. Zaten iş ve para sahibi,
geleceğini garanti altına almış, güvenliklerini sağlamış ve hayatını idame ettiren
kadınlar, ilişkilerini kurtarma mücadelesinden kaçarak yalnızlığı seçmişlerdir.
Burada gelenekçi erkek modeline eleştiri görülmektedir. Eğitim almasına, yüksek
mevkilerde iş sahibi olmasına rağmen erkekler, eski gelenekselliklerini devam
ettirmişlerdir. Hâlbuki kadınlar eğitim ile değişimi çok yönlü yaşayıp özel
yaşamlarında geleneksellikten çabuk sıyrıldıkları görülmektedir. Asena’nın erkeklere
yönelik eleştirileri için, kişiselleştirilmiş denilebilir. Bu konuda erkeklerin
yetiştirildiği ve etkinliği kısmen de olsa günümüzde dahi devam ettiren güçlü
126
Asena, Kadının Adı Yok, s. 114.
223
kültürel öğelerin etkileri yadsınamaz. Erkeklerin aynı düşünce tarzına sahip olması
irdelenirken toplumsal alt yapı ve nedenler göz ardı edilmemelidir. Aynı konuya
Nevâl
es-Sa‘dâvî
ve
Arap toplumu
açısından bakıldığında durum biraz
farklılaşmaktadır. Şöyle ki; es-Sa‘dâvî’nin kadın kahramanları dini otorite altında
ezilmiş kadınlar ve bu kadınların cinsellikleridir. Erkekler ise, zeki ve deneyimli
kadınlardan ürken, zaafları ve başarısızlıkları fark edilecek kaygısı taşıyan
karakterlerdir. Çünkü erkek, ancak mülkiyet, ekonomi ve din kavramları ile
egemenliğini kurabilmiş ve koruyabilmiştir. Bu araçlar kadını ezmek ve sömürmek
için önemlidir.
Her iki yazar da kadının içinde bulunduğu sıkıntılı durumları aşabilmeleri,
kendilerini birey olarak ifade edebilmeleri için gerekli şartları çok çeşitli araçlar ile
okuyucu ve topluma sunmuşlardır. Bu araçlardan en etkili olarak kullandıkları
yazılarında Asena, kahramanları dilinden önerilerde bulunmuştur. Cinselliğe fazla
vurgu yaptığı gerekçesiyle eleştirilere maruz kalan Asena, cinselliğin insan
hayatındaki önemini belirtmeye çalışmıştır. Bu düşünceden hareketle, kadın veya
erkek herkesin özel hayatlarını hiçbir yasak, utanç duygusu, sınırlama ve eleştiri
olmadan özgürce yaşabilmelerini savunmuştur. Cinsel yaşam kişilerin özel
alanlarıdır. Toplumun, bu özel alan ile ilgili nasıl yaşandığına müdahil olmadan,
kişilerin bilgi ve kültür birikimlerinden azami düzeyde faydalanmasının, üretim gücü
ve faydacılığın ön plana çıkarılarak kişilerin değerlendirilmesini arzulamıştır. Nevâl
es-Sa‘dâvî ise bu konuda Arap Kadınının öncelikle sömürgeci ve kapitalist sistemin
boyunduruğundan kurtulması gerektiğini ifade etmektedir. Asena ile benzer şekilde
cinsel hayatın kişiler için önem taşıdığını, kadına yönelik tüm kısıtlamaların onların
cinselliğini kontrol altına alma üzerine kurulu olduğunu belirtmiştir. Nevâl esSa‘dâvî bu kontrol mekanizmasının din ile bağlantılı olmasını eleştirmiştir. Aslında
ataerkil düzen tarafından geliştirilen ve din adına uygulanan yaptırımlardan
yararlanılmıştır. Asena’nın eserlerinde bu eleştiri tarzı görülmemiştir.
Nevâl es-Sa‘dâvî, kadınların kurtuluşuna yönelik olarak kadınların siyasal
haklarını kullanmalarının önemine vurgu yapmış, bu güç olmadan eksik kalacaklarını
dile getirmiştir. Çünkü seçim yapabilmek, yapılan seçimlerden daha değerlidir.
224
Siyasal hayata katılım ile ilgili Asena, eserlerinde konu edinmemiştir. Bunda Türk
kadınının, TBMM’de yeterli sayıda temsil edilemese de bu hakka sahip oluşu etkili
olmuştur denilebilir. Ayrıca Duygu Asena, Nevâl es-Sa‘dâvî’nin aksine din ve
siyaset konusunda okuyucusuna görüş belirtmemiştir. Toplumdan örnekler sunarak
herkesin kendi hayatına dair sorunlara çözümleri kendilerinin üretmesini sağlamayı
amaçlamıştır. Çünkü ataerkil sistemin de etkisiyle kadınlara uzun yıllardır ne
yapmaları
ya
da
yapmamaları
dikte
edilmiştir.
Okudukları
aracılığıyla
kendilerininkine benzer hayatları keşfeden kadınlar, sorunlarına çözüm yollarını
kendileri üretmişlerdir.
Nevâl es-Sa‘dâvî, eserleri ve söyleşilerinde tüm ayrımcılık biçimlerine karşı
çıktığını açıkça belirtmiştir. Bunların içinde Doğu ve Arap toplumları için kullanılan
üçüncü dünya ülkesi ifadesi de yer almaktadır. Bunun sınıfsal bir ayrımcılık
olduğunu, tek bir dünyada yaşarken böyle ayrıştırmanın kabul edilemez olduğunu
dile getirmiştir. Bu durumu, kadınların erkekler tarafından birçok bakımdan maruz
kaldıkları ayrımcılığa benzetmiştir. Bu örnekte en etkili silah olarak dinin
kullanıldığını ifade etmiştir.
Nevâl es-Sa‘dâvî ve Duygu Asena’nın eserlerinde benzer ve ortak temalar
görülmektedir. Bunları kendini arama, kimlik oluşturma, sınıfsal farklılıklar, cinsel
kimlik farklılıkları ile fakirlik ve dışlanma nedeniyle orta sınıf değerleriyle çatışma
temaları oluşturmuştur. Bu durumlardan kurtuluş yolu, karşı gelmektir. Ayrıca her iki
yazarın eserlerinde kadın kahramanların “saygın kadın” olma gayretlerini görmek
mümkündür. Özellikle Kadının Adı Yok ve Sıfır Noktasındaki Kadın kahramanları iş
yaşamlarında saygın olmak için büyük uğraşlar vermişlerdir.
Her iki yazarın ortak noktalarından biri de kendi toplumları tarafından ağır
eleştirilere maruz kalmalarıdır. Nevâl es-Sa‘dâvî ile ilgili bu durum şöyle
açıklanabilir; hemcinslerine göre daha iyi koşullarda yetişmiştir, eğitim alabilmiştir.
Tıp fakültesi okumuş, siyasete karışmış, açık sözlü kişiliği ile hapse girmeyi göze
alıp kendi bildiğini yazmış ve söylemiştir. Bu özellikleri ile ön plana çıkan esSa‘dâvî, bunları yapmaya cesaret edebilen tek kadın olarak bütün dikkatleri üzerine
çekmiştir. Aynı şekilde Duygu Asena, tabu kabul edilen konularda kendi
225
düşüncelerini kitapları ve köşe yazıları aracılığı ile cesur bir biçimde dile getirdiği
için aynı şekilde dikkatleri üzerine çekmiştir.
Asena ve es-Sa‘dâvî eserlerini kadın bedenini yorumlanışı olarak ele
aldığımızda algı farklılıkları olduğunu söylemek mümkündür. Asena, kadın
kahramanları bedenlerini namus simgesi anlayışına hapsetmeden ele almıştır.
Kadınlarda öne çıkan özellik güzel olmalarıdır. Fakat es-Sa‘dâvî kadın ve bedenini
çok çeşitli anlamlarda kullanmıştır. Kadın bedeni, ilk olarak günah nesnesi ve tek
başına baştan çıkarıcı bir nesnedir. Erkek istediği gibi kadın bedeni üzerinde tasarruf
hakkına sahiptir. Aynı zamanda kutsal anne bedenidir. Ayrıca erkeğin namusu, kadın
bedeni ile doğrudan ilişkilidir. Ancak burada şunu eklemek gerekir ki; Asena ve esSa‘dâvî, kadın bedeni ve cinselliği konusunda bir noktada aynı görüştedirler demek
mümkündür: “Benim kurtuluşum bedenimin içindeki fiziksel bir değişikliğe bağlı
değil. Rastgele bir darbeyle dağılabilecek ve bir cerrahın iğnesiyle geri
getirilebilecek önemsiz bir zardan korktuğum için vücuduma herhangi bir kısıtlama
koymayı düşünmem. Ben kendi sınırlarımı kendim belirlerim”127
Asena ve es-Sa‘dâvî’nin kadın ile ilgili düşüncelerini eserlerine isim olmuş şu
iki cümle ile özetleyebiliriz: Duygu Asena, “kadının adı yok”, Nevâl es-Sa‘dâvî ise
“kadının cennette yeri yok” diyor.
127
Nevâl es-Sa‘dâvî, Kahire Saçlarımı Geri Ver, Çev. Osman Akınhay, 2. bs., İstanbul, Everest
Yayınları, s. 66.
226
SONUÇ
Feminizmin doğuşu ile birlikte toplumsal bir hareketlenme söz konusu olmuş,
bilinçlenme, bilgilenme ve sorgulama süreci başlamıştır. Bu değişimin yansıma
yönlerinden biri de edebiyat alanı olmuştur. Bununla birlikte, feminizmin edebiyata
yansıması en sıra dışı yaklaşımlardan biri olarak kabul edilebilir. Bu sayede
yüzyıllardır sorgulanmayan, kadına yönelik davranışlar ve onu aşağı gören görüşler
ele alınıp incelenmiştir. Feminist edebiyat eleştirisi olarak adlandırılan bu metot,
kadınların toplum içindeki ikincil konumlarının ve bu durumun olumsuz sonuçlarının
yazarlar tarafından eleştirilmesine olanak sağlamıştır. Yazarlar konu seçimlerinde
toplum ve aile ilişkileri kapsamında, kadınların uğradıkları haksızlıkları, maruz
kaldıkları eziyet ve baskıları, belli bir alana hapsedilme ve ötekileştirilme
durumlarını ele alarak incelemişlerdir. Bu bağlamda Duygu Asena ve Nevâl esSa‘dâvî, eserlerindeki kahramanları isyan ve mücadele eden tiplerden seçmişlerdir.
Geleneksel ve kültürel değerlere bağlı olarak yetişmiş bu kahramanlar, tek başına
ayakta durmaya çalışmışlardır. Eserler aracılığı ile toplumda farkındalık sağlama
amaçlanmış, bilinç yükseltilmesine, kadınların kendi hayatlarını irdelemelerine
olanak tanınmıştır. Roman sanatı, sadece kahramanların hayat hikâyeleri,
mücadeleleri ve kendini bulma çabaları üzerine kurulu bir kavram değildir.
Yazıldıkları dönemden izler taşır, tarihsel bilgiler de sunarlar. Romanlar ve yazılı
eserler aracılığı ile yazarlar, toplumda egemen olan kültür dışında kalanlara
uygulanan baskıyı ortaya çıkarmayı amaçlamışlardır.
Kâzım Ürün’ün de belirttiği gibi; yakın bir geçmişe kadar aynı çatı altında
asırlardır birlikte olan, ortak kaderi yaşayan, günümüzde ise coğrafi özellikleri ile
öncü roller oynayan Mısır ve Türkiye, sosyal ve kültürel bakımdan birbirlerinden
etkilenmişlerdir.1 Bu iki ülkenin ünlü feminist yazarlarının sosyal, kültürel ve edebî
yönden karşılaştırılması her iki ülke insan ve kadınının sorununun çözümünde yeni
bir ufuk açması bakımından önem taşımaktadır.
1
Ahmet Kâzım Ürün, “Modern Mısır ve Türk Edebiyatlarında Öne Çıkan Kuşak Romanları”, Nüsha
Yıl III, Sayı 11, Güz 2003, s. 46.
227
Mısırlı Nevâl es-Sa‘dâvî ve diğer Arap kadın yazarların genel olarak
karşılaştıkları eleştiri, kendi toplumlarının gerçekliklerini göz ardı ederek roman
kahramanları kadınlarının cinsel özgürlüklerini yaşamaları ve bu cinsel özgürlüğü
elde etme istekleridir. Mısır’da feminist hareket cinsel özgürlük algısı üzerine kurulu
değildir. Ancak feminizme konu olan kadın hakları açısından cinsellik, her yönden
önemli bir husus olmuştur. Bu konu hakkında Nevâl es-Sa‘dâvî kaleme aldığı
eserlerinde, cinselliğin kadın ve erkek tüm bireylerin yaşamındaki etkilerine bilimsel
verilerle ve toplumsal sonuçlarıyla örnekler vermiştir. Aynı şekilde Duygu Asena da
Türk toplumunda feminizm görüşü açısından çok sık eleştirilmiştir. Ancak burada
Asena’nın gelenekler üzerinden giderek tabu konuları tartışması hem onu güçlü
kılmış hem de kadınlara cesaret vermiştir. Asena’nın topluma vermek istediği,
cinselliğini yaşayan kadınların en az cinselliğini yaşayan erkekler kadar temiz,
masum ve lekelenmemiş olduklarıdır. Bunun aksi bir durum Türkiye’de cinsiyet
ayrımcılığı olduğu görüşünü desteklemektedir.
Türk toplumunda kadın, Tanzimat döneminden itibaren toplumsal değişimin
bir ölçüsü ve göstergesi olagelmiştir. Değişen sosyo-kültürel algılar, kılık-kıyafet,
aile içi ve toplumdaki konumu bu değişimlerin izlerini sürmektedir. Ramazan
Gülendam’ın da belirttiği gibi; “Türkiye’de kadın meselesi, Tanzimat’tan beri resmî
ideoloji tarafından “modernleşmeci” bir zihniyetle ele alınmış ve kadın, toplumun
geri kalmışlığında bir odak olarak seçilip toplumun ilerlemesi için çözülmesi gereken
bir ‘mesele’ olarak gündeme gelmiştir.”2 Kadın sorununun çözümü için çalışmalar
yapanlar batı ve geleneksel değerler arasında kalmışlar, ortak bir nokta bulmada
zorlanmışlardır. İkisi de Müslüman bir kimliğe sahip Türkiye ve Mısır için de durum
böyle olmuştur. Bir yandan batıdan esen değişim rüzgârları, eşitlik, özgürlük, adalet
duyguları diğer yanda ise güçlü toplumsal, kültürel ve dini kodlamalar arasında
sıkışıp kalmışlardır. Berktay’ın da belirttiği gibi; ataerkillikle beraber tek tanrılı
dinlerin
de
beşiği
olan
Ortadoğu
bölgesi,
çeşitli
kültürleri
bünyesinde
barındırmaktadır. Dinler ve kültürler arasındaki ortak konular sürekliliğini korumaya
2
Ramazan Gülendam, Türk Romanında Kadın Kimliği (1946-1960), Konya, Salkımsöğüt
Yayınları, 2006, s. 14 .
228
devam ederken bu noktada kadınlarla ilgili yaklaşımlar tutarlı bir biçimde
belirginliğini ve gücünü göstermektedir.3
Türkiye ve Mısır açısından ülke olarak özgürleşme yolunda kadınlar
geleneksel rollerinden çıkıp ülkelerine sınırsız hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu
durum, kadının çalışma yaşamında ancak ülke savunması ve kalkınması için var
olabileceği algısını beslemiş, mahremiyetin korunması için kadının süreç sonunda
evine dönmesi beklenmiştir. Kadın her alanda birey haline gelip özgürleştikçe
cinsiyetsizleşmek zorunda kalmıştır. Bir yandan reformların aydınlık yüzü, modern
kadın portresi çizilirken diğer yandan bekâret ve sadakat hüküm süren değerler
olmuştur.
Toplumda yaşanan her olay kadınlar üzerinden izlenebilmektedir. Kadın
hareketinin gelişim sürecine bakılırsa çeşitli akımlar görülmektedir. Dönemin baskın
ideolojisine göre değişen kadın hakları söylemleri, kadınları sadece kadın olmaları
yönünde besleyememiştir. Kadınlar ya ağır basan dini duygularla İslâmi feminist, ya
dönemin siyasi olayları sonucu eşitlikçi sosyalist feminist ya da Cumhuriyet ile
birlikte Kemalist feminist olmuşlardır. Bu durumu kadınların ihtiyaçlarından çok
dönemin ve ideolojilerin ihtiyaçlarına bağlamak mümkündür. Ramazan Gülendam’ın
da ifade ettiği gibi kadınlar, kendi seçimleri olmaksızın kendilerine uygun görülen
rol model olmuşlar, görevlerini yerine getirmişlerdir.4
Nevâl es-Sa‘dâvî’ye göre “Arap kadınların kurtuluşu ezilmenin kökteki
nedenleri ve koşulları ortadan kaldırılmadıkça gerçekleşemez. Gerçek kurtuluş
yalnızca iktisadi, siyasal, cinsel ve kültürel tüm sömürü biçimlerinden kurtulma
anlamına gelebilir. İktisadi kurtuluş kendi başına yeterli değildir. Kadınların çalışıp
erkeklerle eşit ücret aldığı sosyalist sistem, ataerkil aile başatlığını sürdürdükçe ve
tüm sonuçlarını kadınlarla erkekler arasındaki ilişkilere taşıdıkça, tam kurtuluşa yol
3
Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, s. 79.
Ramazan Gülendam, “The Development of a Feminist Discourse and Feminist Writing in Turkey”,
Kadın/Women 2000 Journal for Woman Studies. S.1. C. 2.(2001).s. 93-116.
4
229
açamaz.”5 Kadın ve erkeğin bütünü oluşturan eş parçalar olduğu düşüncesinden
hareketle her iki cinsiyet için eşit toplumsal ve evrensel haklar gözetilmesi gereklidir.
Kadınların konumu ile ilgili günümüz ve gelecek arasındaki ilişki, benzer
şekilde geçmiş ile de bağlantılıdır. es-Sa‘dâvî’ye göre; Arap kadınının yaşam tarzını
anlamak ve kavramak, kurtuluş yolunu göstermek için toplumu tüm öğeleri ve
değerleri ile ele almak gereklidir. Buna o vatan üzerinde yaşanmış dinleri katmak,
kadına yaklaşımlarını incelemek gerekir. Burada kadının tek günahkâr olduğu
savının Yahudilikte doğduğunu ve bunun kadının cinselliği kaynaklı olduğunu
vurgulamak gerekir. Hıristiyanlık inancı da kadına karşı benzer bir tavır
sergilemiştir.
Her iki yazar ve Türkiye-Mısır açısından feminizm konusu eserler
bakımından incelendiğinde, genel ve ortak vurgunun kadının cinsel özgürlüğü
üzerine yapıldığı görülmektedir. Eserler, kadın kahramanlar açısından ele
alındığında, Asena’nın kadınlarının hedeflerine ulaşabilirlik açısından daha şanslı
oldukları söylenebilir. Asena’nın eserlerinde es-Sa‘dâvî’nin eserlerinde olduğu gibi
katı bir sosyal yaklaşım ve yaptırım yoktur. Cinselliğe vurgunun bu denli çok
yapılması yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki;
kadının eğitimi, evlilik, sosyal hayata dâhil olma ve ekonomik özgürlük gibi temel
sorunlarla boğuşmak her zaman ilk sırada yer almıştır. Her iki yazarın kadın
sorunlarına yaklaşımı, kendi toplumlarında ilk sırada olduğu kabul edilen diğer
alanların önemine gölge düşürmüş gibi algılanmıştır.
İncelenen eserlerde her iki yazarın kendi hayatları da dâhil olmak üzere küçük
yaşlardan itibaren kadının belirgin bir biçimde baskı altına alındığı ve bu baskının
süreklilik gösterdiği sonucuna varılmıştır. Baskı altındaki bu kadınlar ilk fırsatta -ki
bu genellikle evlenmektir- kendilerinin farkına vararak baskı güçleri ve toplumsal
normlarla savaşma eğilimindedirler.
Asena ve es-Sa‘dâvî kendi toplumları tarafından çok eleştiri alan tanınmış
feminist yazarlardır. Her iki yazarın ortak konusu olan kadın hakları ve
5
es-Sa‘dâvî, Havva’nın Örtülü Yüzü, s. 19.
230
özgürlüğünün toplum tarafından bunca eleştirilmesinin temelinde, düşüncelerini
farklı bir açıdan dile getirmiş olmaları yatmaktadır. Asena’nın erkek yapıyorsa kadın
da yapabilsin, es-Sa‘dâvî’nin de erkek, dört kadınla evleniyor, kadın da dört erkekle
evlenebilsin tarzındaki düşünceleri Müslüman kimliğe sahip Mısır ve Türkiye’de pek
kabul görememiştir. Bir görüşe göre6, bu hak arayışı ters yönden yapılsaydı, kadın
yapmıyor erkek de yapamaz denilseydi bu görüşü kabul eden daha çok kişi olurdu.
Asena ve es-Sa‘dâvî, kadın hakları savunucuları olarak birçok ilke imza
atmışlardır. Her iki yazar da kadınların kurtuluşu yine kendileri sayesinde olacaktır
düşüncesiyle kadınlar üzerindeki baskıyı azaltmayı ve yok etmeyi arzulamışlardır.
Kadını sadece bir cinsel obje olarak gören zihniyeti değiştirmeyi ve kadınların bu
durumun farkında olmalarını amaçlamıştır. Yazarlar, kadınlardan kendilerini
sevmelerini, kendilerine saygı duymalarını ve gereken değeri önce kendilerinin
vermelerini istemişlerdir. Toplumun onlara dikte ettiği kuralları sorgulamalarının,
gerekirse
karşı
çıkmalarının
önemini
vurgulamışlardır.
Ezilmemeyi,
hayır
diyebilmeyi ve kendi isteklerini ifade etmeyi dile getirmişlerdir. İtaat ve boyun eğme
her zaman mutluluk kaynağı olmayabilir. Halk arasında yaygın bir şekilde kullanılan
“iyi kocayla herkes geçinir, önemli olan huysuzla geçinmektir” ifadesi etkin olarak
kadınların davranışlarını düzenlemektedir denilebilir. Özellikle ekonomik özgürlüğü
olmayan kadınlar, durumu kabullenmek için bu sözün arkasına sığınmaktadırlar.
Kadınların bu kadere inandırılması toplumsal bir olgudur. Çünkü bütün kadınlar hem
ailelerinde hem de toplumun içinde aynı düşünceyle büyütülürler.
İnsanlığın başlangıcından beri özellikle de tarım toplumuna ve yerleşik
yaşama geçişle birlikte, bütün toplumlarda kadın haklarına yönelik bir mücadele
görülmüştür.
Bu
mücadele,
Türk
toplumunda
diğer
bütün
milletlerin
mücadelelerinden farklılık göstermiştir. Yeniden doğma ve var olma savaşı veren
Türk toplumunda kadınlar, bu savaşta büyük rol oynamışlar, önemli görevlerde
bulunmuşlardır. Savaşın ardından ayağa kalkma ve yenilenme sürecinde, öncelik
bilime ve modernleşmeye verilmiştir. Bu sayede, toplumun yarısını oluşturan, uzun
yıllardır hak arayışını sürdüren Türk Kadını için cehalet ile savaşma dönemi
6
(Çevrimiçi) http://www.zaman.com.tr/null/duygu-asena-ve-bizi-ayiran-nehir-ler_331563.html
18 Nisan 2013
231
başlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk bu konuda, “Dünyada hiçbir milletin kadını, ben
Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte,
Anadolu kadını kadar emek verdim diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun
hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve
kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan
hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü
hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle
sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim"7 diyerek Türk kadınının değerini vurgulamıştır.
Aynı durumu zaman zaman Mısır kadını için de söylemek mümkündür. Özellikle
Arap Baharı ile başlayan süreçte Mısır kadını, erkeklerle beraber meydanlara inmiş,
daha özgür, demokratik bir ülke için mücadeleye katılmıştır. Bu mücadeleler
esnasında kültürel norm dediğimiz bazen dini bazen örfi ya da ortak bir paydada
buluşan değerler, kadının konumunu belirlemede etkili olmuştur.
Burada değinilmesi gereken diğer bir sonuç da; Müslüman kimlik sahibi
olmanın kadına statü ve değer kaybettirdiği iddiasıdır. Türk toplumuna, tarihin eski
zamanlarından itibaren bakılacak olursa Şamanizm’e inanmış Türk kadınlarının, hem
dini hem sosyal açıdan oldukça özgür yaşadıkları bilinmektedir. Eski Türklerde
yönetimde erkek kadar söz sahibi olan kadınlar, yerleşik hayat ve ataerkil dinler
aracılığı ile bu özelliklerini kaybetmeye başlamıştır. Hâlbuki burada sorun, ne
Müslümanlık ne de onun kurallarıdır. Yanlış yorumlanan ve toplum tarafından
gelenek haline getirilip uygulana gelen davranış kalıplarıdır. Aksine Müslümanlık,
cahiliye dönemini yaşayan Arap toplumu için bir devrim niteliğindedir. Fakat aynı
durumu Türk toplumu için söylemek her zaman mümkün olmamaktadır. Çünkü Türk
kadınının İslamiyet ile peçe takmaya başladığı bilinmektedir. es-Sa‘dâvî, İslam
dininin kadına statü kazandırmadığını hatta bazı durumlarda kötü sonuçlara neden
olabildiğini ifade etmiştir. Bu durumla alakalı olarak, yazarın kendi hayatından yol
çıkarak böyle bir kanı edindiği sonucuna varılabilir. İslam dinine mensup kadınların
durumunun bu tür genellemeler ile dile getirilmesi, kurtarılmaları gerektiği imajını
beslemektedir. Hâlbuki kadın hakları konusu ve kadınların toplumsal konumu insan
hakları ile doğrudan bağlantılıdır.
7
(Çevrimiçi) http://www.anadolu.eu/kadin/ata-kadin.html Vakit Gazetesi, 30 Mart 1923
232
Her iki yazar, kadınların eğitimi konusunda önemle durmuşlar ve bunu
gelişmişliğin ilk şartlarından biri olarak görmüşlerdir. Özellikle Nevâl es-Sa‘dâvî,
Arap toplumlarında kadın eğitiminin artırılmasında büyük rol oynamıştır. Eğitimin
kişilere çift yönlü yarar sağladığı bilinen bir gerçektir. Kişisel olarak yararları
arasında; kendine güven, sosyal şartlarda iyileşme, bilim ve teknolojiyi kullanarak
doğru bilgiye kısa sürede ulaşma, yaşam kalitesini artırma ve kamusal alanda yer
alma söylenebilir. Eğitimin bu yararlarının yanı sıra ulusal düzeydeki katkıları
yadsınamaz. Vasıfsız işçi statüsünde olması sebebiyle kadın emeğinin görünür hale
getirilmesi, üretimin artışı ve sosyal eşitsizliklerin giderilmesi hususlarında yarar
sağlayacaktır. Kadın eğitimi öncelikle kişisel gelişime olanak sağladığı için
önemlidir. Mustafa Kemal Atatürk, bu konuyla ilgili şu sözleri ifade etmiştir: “…
İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan meydana gelmiştir. Kabil
midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin
bütünü ilerleyebilsin. Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça,
öteki yarısı göklere yükselebilsin? Şüphe yok ki ilerleme adımları dediğim gibi iki
cins tarafından beraber arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilikle birlikte
merhaleler aşmak lazımdır. Böyle olursa inkılap başarılı olur…”8 Türkiye’de
feminizmin, gelişim süreci göz önünde bulundurulduğunda, Osmanlılarda Tanzimat
dönemine ve sonrasında yaşanan gelişmelere denk düştüğü görülecektir. Bu dönemin
aynı zamanda kızların eğitilmeye başlandığı ve seslerini basım-yayım yoluyla
duyurdukları döneme denk gelmesi tesadüf değildir. O dönemden günümüze uzanan
süreçte, kadınların eğitilmesi ile ilgili yaşanan gelişmeler somut bir şekilde
izlenmektedir. Ailelerin büyük çoğunluğu çeşitli sebeplerden dolayı kızlarının eğitim
almalarını sağlamakta ve desteklemektedirler. Ekonomik güç kazanma ile değişen
kadının sosyal statüsü bu değişimin en belirgin sonuçlarındandır.
Yazarların sıklıkla irdelediği konulardan biri de “insan hakları” hususudur.
Feminizm her ne kadar kadın hakları hareketi olarak isimlendirilse de mücadeleye
insan hakları açısından bakmak gereklidir. Kadını ele alırken, toplumun yarısını
8
Şengül Hablemitoğlu, Toplumsal Cinsiyet Yazıları Kadınlara Dair Birkaç Söz, İstanbul,
Toplumsal Dönüşüm Yayınları:282 Araştırma, İnceleme Dizisi:102, 2005, s. 123-124.
233
oluşturduğu göz önüne alınırsa, yine kadının çeşitli sebeplerle en çok mağdur
edildiği ortaya çıkacaktır.
Bu çalışmada ortak kültürel miras ve tarihe sahip Türk ve Mısır kadınlarının
toplumsal konumları ve toplumda yaşanan değişimler karşılaştırmalı olarak
değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmenin alt yapısını oluşturmak ve feminizmin
doğru anlaşılmasını sağlamak için kadın hareketinin geçirdiği tarihsel süreç ele
alınmıştır. İki ülke yazarının eserleri aracılığı ile feminist edebiyat incelenmiştir. Bu
sayede toplumun kadına bakışı, geleneklerin etkisi ve değişebilirliği irdelenmiştir. Bu
bağlamda yaşanan kadın-erkek ayrımcılığı ayrıntılı bir şekilde verilmiştir. Ataerkil
bir toplum düzenine sahip Türkiye ve Mısır’da her iki yazar, kadın olmanın, insan ve
eşit olmanın bir yansıması olarak yazmayı seçmişlerdir. Asena ve es-Sa‘dâvî,
ülkelerinde ve dünyada yazdıkları ile tanınmışlardır.
Yapılan araştırma ve çalışmalar göstermektedir ki; feminist hareket ve
edebiyat, toplumsal açıdan bir tartışma başlatmıştır. Bu sayede kadınların eşitliği ve
toplumsal hayata tam katılımı konusundaki gelişmeler kayda değer nitelikte
olmuştur. Kadınların ayrımcılığa maruz kalma durumlarındaki çeşitlilik ve bunun
şiddeti toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Ayrıca çözüm olarak sorunun
kaynağının bulunması önem arz etmektedir. Bu bağlamda kadın sorunlarının
çözümü, doğru tespit ve ifade edilmesi adına, birliktelik ve siyasi otoriteler arasında
kadınların yer alması kaçınılmaz olmaktadır. Toplumun yarısını oluşturan grup
olarak bakıldığında kadın, sosyolojik açıdan da toplumun tamamını ilgilendiren bir
konu olarak dikkat çekmektedir. Kadınlar ile ilgili yapılan tüm araştırma ve
çalışmalar, kadınların sorunları olduğunun bir delili ve kabul edilişidir.
234
KAYNAKÇA
Kitap ve Makale Adları:
Akalın, Ayşe Gül:
“Eskiçağda Grek Kadınının Toplumsal Yaşantısı”, AÜ-DTCF
Tarih Araştırmaları Dergisi, XXI, 33, (2003), s. 17-47.
Akman, Nuriye:
Elif Şafak Röportaj,
http://arsiv.zaman.com.tr/2002/04/21/roportaj/default.htm 05
Ocak 2013.
Aksoy, Nazan:
Kurgulanmış Benlikler- Otobiyografi, Kadın, Cumhuriyet,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2009.
Aktaş, Cihan:
Gücünüzü Bilin-Duygu Asena’ya Saygı, “Duygu Asena’nın
Eklektik Feminizmi”, Yay. Haz. Reyhan Yıldız, İstanbul, Erko
Yayıncılık, 2007.
Altun, Hakan:
“Feminist Kuram Doğrultusunda Bir Okuma/Sahneleme ve Bir
Örnek Çalışma: Denizden Gelen Kadın”, Ankara, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Doktora Tezi, 2008.
Amırı, Farahnaz:
“Feminist Eleştiri Açısından Korku Sinemasında Kadının
Sunumu”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007.
Amireh, Amal:
“Bakış Açısı-Tüm yönleriyle Nevâl es-Sa‘dâvî-Milletler Üstü
Dünyada Arap Feminizmi”, Journal of Women in Culture
and Society 2000, vol.26, no.1, Autumn 2000, s. 215-249.
Arat, Necla:
Feminizmin ABC’si, Say Yayınları, İstanbul, 2010.
Arman, Ayşe:
“Nur İçinde Yat Duygu”, Hürriyet, 2 Ağustos 2006,
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/4852589.asp
14
Kasım
2012.
235
Asena, Duygu:
Aşk Gidiyorum Demez, 18 bs.,İstanbul, Doğan Egmont
Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş., 2008.
Asena, Duygu:
Paramparça, 16. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık ve
Yapımcılık Tic.A.Ş., 2012.
Asena, Duygu:
“Bağırmayın Lütfen”, Vatan Gazetesi, 16 Kasım 2004.
Asena, Duygu:
“Kıyılara Kaçan Kadınlar”, Vatan Gazetesi, 14 Ekim 2004.
Asena, Duygu:
“Nice nice dört yıllara”, Kadınca, İstanbul, Gelişim Basım ve
Yayın A.Ş, Aralık 1981.
Asena, Duygu:
Aslında Aşk Da Yok, 43. bs., İstanbul, Doğan Egmont
Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş., 2008.
Asena, Duygu:
Aynada Aşk Vardı, 23. bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık A.Ş,
2006.
Asena, Duygu:
Değişen Bir Şey Yok, 43. bs.,İstanbul, Doğan Egmont
Yayıncılık ve Yapımcılık Tic.A.Ş., 2007.
Asena, Duygu:
Kadının Adı Yok, 64. bs., İstanbul, Doğan Egmont Yayıncılık
ve Yapımcılık Tic. A.Ş., 2008.
Asena, Duygu:
Kahramanlar Hep Erkek, 24. bs., İstanbul, Doğan Kitapçılık
A.Ş, 2006.
Aydın, Mehmet Akif: “Kadın”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), C.24,
İstanbul, 2001.
Aytaç, Gürsel:
Genel Edebiyat Bilimi, 1. Baskı 2003, Say Yayınları,
İstanbul, 2009.
Badran, Margot:
“Islamic Feminism Revisited”, (Çevrimiçi)
http://weekly.ahram.org.eg/2006/781/cu4.htm, 10 Ekim 2012.
236
Badran, Margot:
“Islamic
Feminism:
what’s
in
a
name?”,
Al-Ahram
Weekly,17-23 January 2002.
Badran, Margot:
Feminism in İslam- Secular and Religious Convergences,
Oxford: A Oneworld, 2009. IX
Badran, Margot:
Opening the Gates, : a century of Arap feminist writing. /
ed. Margot Badran, Miriam Cooke, London: Virago Press
Limited, 1990.
Balık, Macit:
“Latife Tekin’in Romancılığı”, Ankara, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi,
2011.
Bardakoğlu, Ali:
“Cahiliye Döneminde Kadın”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi
İlimler Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi
21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, s. 9-16.
Berktay, Fatmagül:
“Doğu
ile
Batı’nın
Birleştiği
Yer:
Kadın
İmgesinin
Kurgulanışı”, Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce Cilt 3
Modernleşme ve Batıcılık, İstanbul, İletişim Yayınları, 2009.
Berktay, Fatmagül:
“Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye”, Sivil
Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, No 7, 2004, s. 130.
Berktay, Fatmagül:
Tarihin Cinsiyeti, Yay. Haz. Müge Gürsoy Sökmen, 3. bs.,
İstanbul, Metis Yayınları, 2010.
Berktay, Fatmagül:
Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın:Hıristiyanlıkta ve
İslamiyet’te Kadının Statüsü Üzerine Karşılaştırmalı Bir
Yaklaşım, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları, 2009.
237
Bora, Aksu:
“‘Kadın Sorunu’ mu, Erkek Egemenliği mi?”, Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce- Dönemler ve Zihniyetler, 1. bs.,
İstanbul, İletişim Yayınları, 9. C., 2009, s. 818-824.
Bora, Aksu:
“Hatırlananlar
ve
Unutulanlar:
İslam
Coğrafyasında
Modernleşme ve Kadın Hareketleri”, Bilig Dergisi, 53.Sayı,
Nisan 2010, s. 51-66.
Bora, Aksu:
“Ortadoğu’da
Kadın
Hareketleri:
Farklı
Yollar,
Farklı
Stratejiler”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:39
(Ekim 2008), s. 55-69.
Ceviz, Nurettin:
“Osmanlılar Döneminde Mısır’da Arap Edebiyatı (15171798)”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Erzurum, 2002.
Çağlayan, Selin:
Müslüman Kardeşler’den Yeni Osmanlılar’a İslamcılık,
Ankara, İmge Kitabevi, 2011.
Çaha, Ömer:
“Feminizm
ve
Sivil
Toplum”,
(Çevrimiçi)
http://www.fatih.edu.tr/~omercaha/ 30 Nisan2013.
Çamer, Hale Nebihe: “Başkent Kadın Platformu Derneği, Cumhuriyet Kadınları
Derneği ve Uçan Süpürge’de Yer Alan Gönüllü Kadınların,
Gönüllülük Deneyimleri İle Elde Ettikleri Kazanımlar”,
Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Projesi, 2005.
Çelik, Özlem:
“Ataerkil Sistem Bağlamında Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet
Rollerinin Benimsenmesi”, Ankara, Gazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, ,
2008.
Çetin, Atilla:
“Fâris eş-Şidyâk”, DİA, C. 12, İstanbul, s. 168-170.
238
Çiçekler, Mustafa. ve Andı, Fatih:
“Yeni Harflerle Hanımlara Mahsus Gazete”
(1895-1908) Seçki, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi
Merkezi Vakfı 20.Yıl Özel Yayını, 2009.
Demirbilek, Sevda:
“Cinsiyet Ayrımcılığının Sosyolojik Açıdan İncelenmesi”,
Finans Politik & Ekonomik Yorumlar 2007, C. 44, Sayı
511.
Demirdirek, Aynur: Osmanlı
Kadınlarının
Hayat
Hakkı
Arayışının
Bir
Hikâyesi, Ankara, Ayizi Kitap, Haziran 2011.
Dinçer, Özüm:
“Namus ve Bekâret: Kuşaklar Arasında Değişen Ne? İki
Kuşaktan Kadınların Cinsellik Algıları”, Ankara, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 2007.
Donovan, Josephine: Feminist Teori, Çev: Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek,
Fevziye Sayılan, 6. bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2010.
Dulum, Sibel:
“Osmanlı Devleti’nde Kadının Statüsü, Eğitimi ve Çalışma
Hayatı (1839-1918)”, Eskişehir, Osmangazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, 2006.
Eliuz, Ülkü:
“Cinsel Kimlik Paniği: Kadın Olmak”, Turkish Studiesİnternational Periodical For the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011,
Turkey, s. 221-232.
Emel, Ayşe. ve Coşkun, Zeki:
Ben
Duygu,
İstanbul,
Doğan
Egmont
Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş, 2008.
Emîn, Ḳâsım:
The Liberation of Women, Çev. Samiha Sidhom Peterson,
Kahire, The American University in Cairo Press, 1995.
239
Engin, Gülsüm:
“İslam
Hukuku
Açısından
Çocuğun
Bakımı
ve
Yetiştirilmesinde Kadının Hak ve Sorumlulukları”, Adana,
Çukurova
Üniversitesi
Sosyal
Bilimler
Enstitüsü
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007.
Er, Rahmi:
Modern Mısır Romanı (1914-1944), Ankara, Fatih Dağıtım,
1997.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
A Daughter of Isis-The Early Life Of Nawal El Saadawi,
Translated by Sherif Hetata with A Foreword by Bettina
Aptheker, Zed Books, London&New York, 2009.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-muctemi‘i’l-Arabîel-Mer’etu ve’l-cins, el-Unsê hiye’l-aṣl, er-Raculu ve’l-cins,
el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘un-nefsî, el-Vechu’l-‘ârî lil’mer’eti’l‘arabiyyeti, Beyrut, el-Muessetu’l-arabiyyetu li’d-dirâsâti
ve’l-neşri,1990.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
el-Ġâib, Kahire, 2. bs., Mektebetu medbulî, 2006.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
el-Ḥayṭu ve ‘ayn’ul-ḥayât, 2. bs.,Kahire, Mektebetu medbulî,
2006.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ, Şam, Dâru’l-fikrî, 2000
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
el-Mer’etu ve’l-cins, Kahire, Mektebetu medbulî, 2006.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
el-Mer’etu ve’l-ġurbetu, Kahire, Dâru’l-ma’arif, (t.y).
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
el-Mer’etu
ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî,
Beyrut,
el-Muessesetu’l-
‘Arabiyyetu li’d-dirâsâti ve’n-neşri, 1976.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Cennet ve İblîs, Kahire, 2. bs., Mektebetu Medbulî, 2006.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Havva’nın Örtülü Yüzü, Çev: Sibel Özbudun, İstanbul,
Anahtar Kitaplar, 1991.
240
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
İmamın Düşüşü, İng. Çev. Gülden Dedeağaç, İstanbul,
Gendaş Kültür, 2003.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
İmra’a ‘ınde nuḳṭaṭis-ṣıfr, 2. bs.,Kahire, Mektebetu medbûlî,
2006.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
İmraâtâni fî imraâ, Beyrut, Dâru’l-âdâb, 7. bs., 1998.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Kadının Cennette Yeri Yok, Çev. Begüm Kovulmaz, Esin
Eşkinat, 2. bs., İstanbul, Everest Yayınları, 2008.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Kahire Saçlarımı Geri Ver, Çev. Osman Akınhay, 2. bs.,
İstanbul, Everest Yayınları, 2003.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Laḥẕatu ṣıdḳ, 4. bs., Kahire, Mektebetu Medbulî, 2006.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e, Sînâ lin-neşri,
Kahire, 1992.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Memoirs From The Women’s Prison, Çev. Marilyn Booth,
USA, University Of California Press, 1995.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi
‘ale’l-arḍ,
Mektebetu
medbulî,
Kahire, 2006.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Muẕekkerâtu ṭabîbe, 2. bs., Kahire, mektebetu medbulî,
2006.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Petrol Diyarında Aşk, Çev: Ayla Esen, 1. bs., İstanbul,
Everest Yayınları, 2002.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Sıfır Noktasındaki Kadın, Çev. Selma Demiröz, 2.
bs.,İstanbul, Metis Yayınları, 2004.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Şeytanın Masumiyeti, İstanbul, Everest Yayınları, 2004.
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Te‘allemtu el-ḥub, Beyrut, Dâru’l-edeb, 1989.
241
es-Sa‘dâvî, Nevâl:
Why Keep Asking Me About My Identıty, London-New
York, Zed Books, 1998.
Gökçimen, Semra:
“Ülkemizde Kadınların Siyasal Hayata Katılım Mücadelesi”,
Yasama Dergisi, Sayı:10 Eylül- Ekim-Kasım-Aralık 2008, s.
5-59.
Görgün, Hilal:
“Mısır-Fransız
İşgali
Sonrası”,
Diyanet
Vakfı
İslâm
Ansiklopedisi (DİA), C. 29, İstanbul, 2001.
Güç, Ayşe:
“İslamcı Feminizm: Müslüman Kadınların Birey Olma
Çabaları”, Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt 17, Sayı 2, 2008, s. 649-673.
Gülendam, Ramazan: “The Development of a Feminist Discourse and Feminist
Writing in Turkey”, Kadın/Women 2000 Journal for
Woman Studies. S.1. C. 2.(2001).
Gülendam, Ramazan: Türk Romanında Kadın Kimliği (1946-1960), Konya,
Salkımsöğüt Yayınları, 2006.
Gürhan, Nazife:
“Toplumsal Cinsiyet ve “İslami Feminist” Söylem”, Bilim,
Ahlak ve Sanat Bağlamında Çağdaş İslam Algıları
Uluslararası Sempozyum, Samsun, 2010, s. 365-383.
Güriz, Adnan:
“Feminizm, Postmodernizm ve Hukuk Bir İnceleme”, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, No:521, AÜHF
Döner Sermaye Yayınları No:36, Ankara, 1997, s. 1-183.
Gürsel, Aytaç:
Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul,
2003.
Hablemitoğlu, Şengül: Toplumsal Cinsiyet Yazıları Kadınlara Dair Birkaç Söz,
İstanbul, Toplumsal
Dönüşüm Yayınları:282 Araştırma,
İnceleme Dizisi:102, 2005.
242
Hooks, Bell:
Feminizm Herkes İçindir, Yay. Haz. Amy Spangler, Çev.
Ece Aydın vd., İstanbul, Çitlembik Yayınları, 2002.
Hourani, Albert:
Arap Halkları Tarihi, Çev: Yavuz Alogan, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2012.
Humm, Maggie:
Feminist Edebiyat Eleştirisi, Yay. Haz: Gönül Bakay, Çev:
Özge Altay, Gönül Bakay, Nuran Düzyol, Aylin Ecdaroğlu,
Tuba Biret Ertan, Sebile Günoğlu, Zehra İsmet Gürmeriç,
Belkıs Kılınç, Banu Mutafçılar, Sanem Yazıcıoğlu Öge,
Yasemin Temizarabacı, Devrim Yılmaz, Berrin Oktay Yılmaz,
Say Yayıncılık, İstanbul, 2002.
ILO, Global Employment Trends for Women Brief, Mart, 2007.
Irzık, Sibel. ve Parla, Jale:
Kadınlar Dile Düşünce Edebiyat ve Toplumsal
Cinsiyet, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011.
İlkkaracan, İpek. ve Seral Gülşah:
Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik,
Çev. Ebru Salman, “Kadının İnsan Hakkı Olarak Cinsel Haz:
Türkiye’deki Bir Taban Eğitimi Programından Derlemeler”, 3.
bs., İstanbul, İletişim Yayınları, 2011.
İmam-ı Rabbâni:
Mektûbât-ı
Rabbânî
Kelime
Anlamlı
ve
Açıklamalı
Tercüme, C.4, Yayın Kurulu: Ömer Faruk Tokat, Hamdi
Kasımoğlu, Talha Alp, Orhan Ençakar, Mustafa Alp,
Abdülkadir Yılmaz, İstanbul, YasinYayınevi, 2007.
İmançer, Dilek:
“Feminizm ve Yeni Yönelimler”, Doğu Batı Dergisi, Felsefe
Sanat ve Kültür Yayınları, Sayı 19, Yeni Düşünce Hareketleri2002, s. 151-171.
İshakoğlu, Ömer:
“19.yüzyıl Arap Nahda Hareketinde Kadın Yazarların Rolü ve
Zeynep Fevvâz”, Şarkiyat Mecmuası, Sayı 21 (2012) :2, s.
43-51.
243
Kabaş, Sedef:
İpek Dokulu Başarılar 60 Kadın 60 Öykü, İstanbul, Doğan
Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş, 2007.
Kandiyoti, Deniz:
“Contemporary Feminist Scholarship and Middle East
Studies”, Deniz Kandiyoti (ed.), Gendering and Middle East
(Londra ve New York: I.B.Tauris, 1996).
Kandiyoti, Deniz:
Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar- Kimlikler ve Toplumsal
Dönüşümler, 3. bs., İstanbul, Metis Yayınları, 2011.
Kaplan, Erhan:
“Türk Siyasal Sisteminin Temel Belgelerinde Kadın ve Kadın
Sorunu”, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999.
Karaca, Şahika:
“Fatma Aliye Hanım’ın Türk Kadın Haklarının Düşünsel
Temellerine Katkıları”, Karadeniz Araştırmaları, Güz 2011,
Sayı 31, s. 93-110.
Karataş, Filiz:
“Türk Toplumu İle Arap Toplumu Arasındaki Kültürel
Farklar”, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2001.
Kaymaz, Kadriye:
“İlk Türk Kadın Yazarlarından Emine Semiye Hanım, Hayatı
ve Eserleri”, İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2008.
Kazemi, Farhad:
“Toplumsal Cinsiyet, İslam ve Politika” Çev.: Didem Özalpat,
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 2004 Cilt
53 Sayı 1, s. 251-268.
Koçak, A.Yaşar:
“Şair Cariyeler”, Şarkiyat Mecmuası C. 9, 2006, s. 35-44.
Konan, Belkıs:
“Türk Kadınının Siyasi Hakları Kazanma Süreci”, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 60 (1) 2011, s. 157174.
244
Kurnaz, Şefika:
“Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923)”,2. bs., T.C.
Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları,
Bilim Serisi 4, Ankara 1991.
Lewis, Bernard:
Faith and Power (İnanç ve İktidar: Ortadoğu’da Din ve
Siyaset) , Oxford Universty Press, 2010.
Lewis, Pauline:
“Zainab al-Ghazali: Pioneer of Islamist Feminism”, Sayyid
Qutb, Winter 2007, Michigan Journal of History.
Meder, Mehmet. ve Gültekin, Mustafa: “Türkiye’de 2001-2009 Yılları Arasındaki
Boşanma Eğilimleri”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları, Sayı 17 Güz 2012,s. 149-164.
Michel, Andrée:
Feminizm, Çev. Şirin Tekeli, Kadın Çevresi Yayınları,
İstanbul, Ağaoğlu Yayınevi Tesisleri, 1984.
Moran, Berna:
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, I. Baskı 1999, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009.
Nas, Mehmet Fatih: “Bölgesel ve Küresel Dinamikler Bağlamında Orta Doğu’daki
Kadın Hareketi”, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
2007.
Newson-Horst, Adele: The Essential Nawal El Saadawi A Reader, Zed Books,
London&New York, 2010.
Ökten, Şevket:
“Toplumsal
Cinsiyet
ve
İktidar:
Güneydoğu
Anadolu
Bölgesi’nin Toplumsal Cinsiyet düzeni”, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi- The Journal of International Social
Research Volume 2/8 Summer 2008, s. 302-312.
245
Özçatal, Elif Özlem: “Ataerkillik,
Toplumsal
Cinsiyet
ve
Kadının
Çalışma
Yaşamına Katılımı”, Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C. 1, Sayı 1, Güz 2011.
Özek, Ali:
“Kur’an’da Kadınlara Ait Hükümler, Haklar- Vecibeler”,
Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi Araştırma Vakfı Tartışmalı
İlmî toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, s.
17-69.
Özkaya Özer, Sevda: Osmanlı Devlet İdaresinde Mısır (1839-1882), Elazığ, Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Doktora Tezi, 2007.
Öztürk, Emine:
Türk Kadınının Feminizme Bakışı, Ravza Yayınları,
İstanbul, 2007.
Parla, Jale. ve Irzık, Sibel:
Kadınlar Dile Düşünce-Edebiyat ve Toplumsal
Cinsiyet, Der. Sibel Irzık, Jale Parla, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2011.
Polat, Gamze:
“Cumhuriyet Dönemi Popüler Aşk Romanlarında Kadın
Temsilleri:
Muazzez Tahsin Berkand ve Kerime Nadir
Romanlarının İncelenmesi”, Ankara, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, 2009.
Sabbah, Fetna Ayt:
İslam’ın Bilinçaltında Kadın, Çev: Ayşegül Sönmezay,
İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995.
Saktanber, Ayşe:
“Kemalist Kadın Hakları Söylemi”, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce 2, İletişim Yayınları, C. 2 Kemalizm, İstanbul, 2009.
Suçin, Mehmet Hakkı: Dünden Bugüne Arapçaya Çevirinin Serüveni, Ankara,
Kurgan Edebiyat, 2012.
246
Şenol-Cantek, Funda: “Birkaç Arpa Boyu…, 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de
Feminist Çalışmalar,” Fe Dergi 3, sayı 2 (2011), s. 101-103.
Şimşek, Altın Aslı,
“Türk Modernleşmesinde Kadının Konumu ve Etkisi”, İnönü
Üniversitesi Sanat ve Tasarım Dergisi ISSN:1309-9876 Özel
Sayı, Cilt 1, 2011.
T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Kadının Statüsü ve Sağlığı ile
İlgili Gerçekler, Ankara 2008.
Tekeli, Şirin. ve Koray, Meryem:
Devlet-Kadın-Siyaset,
Türkiye
Sosyal
Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, Aralık, 1991.
Tekeli, Şirin:
Kadınlar İçin Yazılar, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1988.
Tekin, Elif:
“1980 Sonrası Türkiye’de Feminizmin Görünümü”, Afyon,
Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007.
Tekin, Mehmet:
Roman Sanatı I: Romanın Unsurları, 10. bs.,İstanbul,
Ötüken Neşriyat, 2012.
Tuğyan, Tümay:
“ Duygu Asena- Söylenecek Sözü Vardı”, Kıbrıs Yazıları,
Sayı 3/ Yaz-Güz 2006, s. 133-140.
Tulunay, Zeynep M.: “İran ve Mısır’da Kadın Hareketleri”, İstanbul, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 2006.
Üçok, Bahriye:
İslâm Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar,
Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 3. Basım, Eylül 2011.
Ünal, Mehmet:
“Medeni Kanunun Kabulünden Önce Türk Aile Hukukuna
İlişkin Düzenlemeler ve Özellikle 1917 Tarihli Hukuk-i Aile
Kararnamesi”,
Ankara
Üniversitesi
Hukuk
Fakültesi
Dergisi, Yıl 1977, C. 34, Sayı 1-4, s. 195-231.
247
Ürün, Ahmet Kâzım: “Modern Mısır ve Türk Edebiyatlarında Öne Çıkan Kuşak
Romanları”, Nüsha Yıl III, Sayı 11, Güz 2003, s. 45-64.
Van Os, Nicole A.N.M.:
Edi.
Tanıl
Bora,
Murat
Gültekingil,
“Osmanlı
Müslümanlarında Feminizm”, Modern Türkiye’de Siyasî
Düşünce, Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat
ve Meşrutiyet’in Birikimi, C. 1, 8. bs., İstanbul, İletişim
Yayınları, 2009.
Wedûd-Muhsin, Âmine:
Kur’ân ve Kadın, Çev. Nazife Şişman, 3. bs., İstanbul,
İz Yayıncılık, 2005.
World Health Organization, Eliminating Female Genital Mutilation An İnteragency
Statement OHCHR, UNAIDS, UNDP, UNECA, UNESCO, UNFPA, UNHCR,
UNICEF, UNIFEM, WHO.
Yalar, Mehmet:
Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına
Giriş, Emin Yayınları, Bursa, 2009.
Yazıcı, Hüseyin:
Çağdaş Arap Öyküleri, İstanbul, Kaknüs Yayınları, 1999.
Yılmaz, Zehra:
“Badran ve İslam’da Feminizm,” Fe Dergi 3, sayı 1 (2011), s.
108-109.
Yurdsever Ateş, Nevin: “Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı
20.Yıl Özel Yayını Yeni Harflerle Kadın Yolu/ Türk Kadın
Yolu (1925-1927), 2009.
Elektronik Kaynaklar:
http://weekly.ahram.org.eg/1999/462/women.htm 14 Kasım 2012.
http://www.ahewar.org/debat/show.art.asp?aid=98076 07 Ocak 2013.
http://www.anadolu.eu/kadin/ata-kadin.html Vakit Gazetesi, 30 Mart 1923.
248
http://www.hrw.org/ar/reports/2004/11/30-0 20 Nisan 2013.
http://www.infed.org/thinkers/et-saadawi.htm 03 Aralık 2013.
http://www.mof.gov.eg/MOFGallerySource/Arabic/PDF/DESTOR2007.pdf
20 Nisan 2013.
http://www.zaman.com.tr/null/duygu-asena-ve-bizi-ayiran-nehir-ler_331563.html
18 Nisan 2013.
249
EKLER
EK 1: NEVÂL ES-SA‘DÂVÎ İLE YAPILAN GÖRÜŞME:
1-Feminist görüşünüzü ve kişiliğinizi nasıl tanımlarsınız?
N.S.-Kadın sorunu ile ilgili görüşüm, kişiliğim ve anlayışım çocukluk günlerimden
bugüne kadar, evdeki eğitimimden, okuduklarımdan, derslerimden ve hayat
tecrübelerimden oluşuyor.
2-Ailenizden bahseder misiniz? Ailenizden gördüğünüz hafızanızda yer eden ilk
feminist eylem/düşünce nedir?
N.S.-Kadın sorunu hakkında ilk farkındalığım annemin onurunu savunması ve
babama boyun eğmemesidir.
3-Aileniz eğitim hayatı ve kişiliğinizi nasıl etkiledi? İlk kitabınızı yazmaya nasıl
karar verdiniz?
N.S.- Ailenin etkisi büyüktür, ilk kitabımı yazmak için annem cesaretlendirdi.
4-Aldığınız tıp eğitiminin size mesleki anlamda katkıları için neler söylersiniz?
N.S.-Tıp eğitimi sayesinde beden, beyin, akıl, hastalıklar hakkında ve bu bedensel
hastalıkların toplumsal, siyasal ve dini etkileşimleri hakkında çok önemli bilgiler
edindim.
5-Roman kahramanlarınız için sizi yansıtıyor diyebilir miyiz?
N.S.-Bazıları düşüncelerimi yansıtıyor, yaşadığım gerçek olaylardan olduğu için.
Bazıları da benden farklı özel düşüncelerin dışındakiler yansıtmıyor.
6- Yazarken ilk amacınız nedir?
N.S.- Yazarken hedefim üretmenin, keşfetmenin verdiği lezzeti tatma ve bilimle
aramda süreklilik sağlayabilmektir.
250
7-Arap Baharı'nın Mısır kadını üzerine etkileri nasıl oldu? Olumlu ve olumsuz
yönleri nelerdir?
N.S.-Mısır devrimi düzeni yerinden oynattı, Mübarek’i düşürdü ve kadınlar bu
devrime katıldılar. Devrim, protestolarla evlerinden, ofislerinden çıkmalarını sağladı,
onları
özgürleştirdi.
Akıllarını
açtı.
Başkaldırma
ve
zorlama
konusunda
cesaretlendirdi. Kendilerine yönelik darbelere karşı da aynı şekilde cesaretlendirdi.
Etkilerin olumlu ve olumsuz tarafları var ama olumlu taraflar daha fazla.
8-Başbakan siz seçilseydiniz ilk icraatınız ne olurdu?
N.S.-Mısır’a başbakan olsaydım halkla beraber Mısır ataerkil tabakayı ve askeri
düzeni değiştirirdim. Akılların üzerindeki örtüyü kaldıracak eğitim devrimine
katılırdım. Herkes için onur, tam özgürlük ve adalet eşitliği sağlayan kanunlar ve
yeni bir anayasa yayımlardım. Gerçek bir üretim gelişimi başladı, tarımsal, sanayi,
düşünsel, yaratıcı. Cehaleti, fakirliği ve hastalığı yok ediyor, yabancı sömürgeyi
kovuyor ve dış yardımlar yerine çocukların, erkeklerin, gençlerin ve kadınların
akıllarına ve gücüne dayanan bir gelişim.
9-Mısır'da kadınların en çok neye ihtiyacı var? Çözüm nasıl?
N.S.-Mısır’da kadın herkes için tam eşitlik, onur, adalet ve özgürlüğe, devrimin
amacını gerçekleştirmesine ihtiyaç duyuyor.
10-İslam Dinine karşı mısınız?
N.S.-Tarihsel olarak kölelik döneminde ortaya çıkışından beri din fikrini
eleştiriyorum. Her dinde sınıfsal kölelik değerlerinin yansıması vardır. Kadının
konumu ikinci seviyede ve ırkçıdır. Başka dinlerdekilere galip gelme, zorunlu itaat,
zenginin fakire sahip olması ve despot düşünce vb.
11-Arap modernimizne feminizmin nasıl bir katkısı olmuştur?
251
N.S:-Kadın hareketi Mısır’da ve dünyada düşünsel ilerleme, tabuların ve yasakların
kırılması, yeni ve eski dini ve siyasi düşüncenin eleştirilmesinin serbest bırakılması
katkıları oldu.
12- Erkek sünnetine karşı mısınız?
N.S.-Doktor kimliğim ile sünnetin çocuklar (kız-erkek) için zararlı olduğunu
biliyorum. Köleliğin başlangıcından beri miras kalan bu tehlikeli ameliyatlara
karşıyım.
252
EK 2: TC. BAŞBAKANLIK KADININ STATÜSÜ GENEL
MÜDÜRLÜĞÜ, KADININ STATÜSÜ ve SAĞLIĞI İLE
İLGİLİ GERÇEKLER
ULUSLARARASI DÜZEYDE “KADIN KONULARINDA” YAPILAN VE
DÜZENLENEN TOPLANTILAR
Kronolojik Sırayla:
1935:
12.
Milletlerarası
Kadın
Konferansı
(Atatürk’ün
liderliğinde,
İstanbul/Beylerbeyi Sarayı) düzenlendi.
1945:
Birleşmiş Milletler (BM) Beratı; kadın-erkek eşitliğinin ilkelerini
belirleyen ilk uluslararası BM belgesi kabul edildi.
1946:
Kadınların politik, ekonomik ve sosyal haklarını iyileştirmek amacı ile
BM Kadının Statüsü Komisyonu kuruldu.
1948:
Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi kabul edildi.
1949:
“İnsan
Ticareti
ve
Paralı
Seks
veya
Benzer
İşletmeciliğin
Engellenmesi Sözleşmesi” BM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
1951:
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından “Benzer İşlerde Çalışan
Kadın ve Erkeğe Eşit Ücret Ödenmesi Sözleşmesi” kabul edildi.
1952:
“Kadının Siyasal Hakları Sözleşmesi” BM Genel Kurulu’nda kabul
edildi.
1957:
“Kadının Milliyeti Sözleşmesi” kabul edildi; böylece kadına, eşinden
bağımsız olarak kendi isteği ile milliyetine karar verme hakkı tanındı.
1960:
Meslek ve iş konusundaki eşitsizliklerle ilgili ILO sözleşmesi kabul
edildi.
253
1962:
“Evlilikte Onay, Evlilikte Minimum Yaş ve Evliliğin Kayda Geçmesi
Sözleşmesi” BM tarafından kabul edildi.
1967:
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Deklarasyonu BM
tarafından kabul edildi.
1972:
BM Genel Kurulu, 1975 yılını; Uluslararası Kadın Yılı (UAKY)
olarak deklare etti ve bu yılı kadın konularına odaklanmaya ayırdı.
1974:
BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi, 1975-UAKY’de Mexico City’de
“Dünya Kadın Konferansı” yapılması kararını aldı.
1975-1985:
Uluslararası Kadın On Yılı olarak pek çok ülke kadın konularına
odaklandı.
1976:
BM Genel Kurulu tarafından, BM-kadın on yılı için gönüllü fon
(UNIFEM) ve kadınların ilerlemesi için BM Uluslararası Eğitim ve
Araştırma Enstitüsü (INSTRAW) kuruldu.
1979:
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi
(CEDAW) BM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
1979:
Avrupa Konseyi, kadın erkek eşitliğinden sorumlu ilk Komitesini
kurdu.
1980:
Kadın
on
yılında
kadınlarla
ilgili
ilerlemelerin
ara
değerlendirmelerinin yapılması için; II. Dünya Kadın Konferansı,
Kopenhag’da BM tarafından düzenlendi.
1981:
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi
yürürlüğe girdi.
1985:
III. Dünya Kadın Konferansı, BM tarafından Nairobi’de toplandı ve
“2000 yılı için, kadının ilerlemesinde ileriye dönük stratejileri (FLS)
kabul etti.
254
1986:
“Kalkınmada Kadının
Rolü” İlk
Dünya
Araştırma sonuçları
yayımlandı.
1986:
Strazburg’da Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 1.
Bakanlar Konferansı toplandı.
1988:
Avrupa
Konseyi
Deklarasyonu’nu
Bakanlar
Komitesi,
yayımlayarak,
kadın
Kadın
erkek
Erkek
eşitliğinin
Eşitliği
insan
haklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu ve cinsiyet temelli
ayrımcılığın insan hakları ve temel özgürlüklerin kazanılmasının
önünde bir engel olduğunu vurguladı ve kadın erkek eşitliği meselesi,
ekonomik ve sosyal konular kapsamından çıkarılarak insan hakları
konularına dâhil edildi.
1988:
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi bünyesinde “Kadın Erkek
Fırsat Eşitliği Komitesi” kuruldu.
1989:
Viyana’da Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 2.
Bakanlar Konferansı toplandı.
1990:
BM’de dünya Çocukları zirvesi toplanarak “Çocukların yaşatılması,
korunması
ve
geliştirilmesi
Dünya
Deklarasyonu”
yapıldı.
Uluslararası Çocuk Sözleşmesi kabul edildi.
1991:
BM tarafından, kadınlarla ilgili toplanan bilgiler değerlendirilerek;
istatistikleri ve trendleri içeren “Dünya Kadınları” dokümanı basıldı.
1992:
BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda, çevrenin korunması
yönünden kadının kilit rolü vurgulandı.
1992:
Avrupa Konseyi’nin kadın erkek eşitliğinden sorumlu en öncelikli
Komitesi olan Kadın Erkek Eşitliği Yönetim Komitesi (CDEG)
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Müdürlüğüne bağlı olarak kuruldu ve
çalışmalarına başladı.
255
1993:
Roma’da Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 3.
Bakanlar Konferansı kadına yönelik şiddetle mücadele teması ile
toplandı.
1993:
BM
tarafından;
İnsan
Hakları Dünya
Konferansı
Viyana’da
toplanarak; kadına karşı şiddet ve kadının diğer insan hakları
konularını, BM’nin genel insan hakları gündem ve çalışmaları
içerisine entegre etti.
1993:
“Kadınlara karşı Şiddetin Eliminasyonu Deklarasyonu” BM Genel
Kurulu tarafından kabul edildi.
1994:
BM tarafından Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı, Kahire’de
toplanarak ilk kez “Kadının güçlenmesinin kalkınmanın ayrılmaz bir
parçası olduğuna” işaret etti ve gelecek 20 yılın hedef, strateji ve
aksiyonlarını saptadı. İlk kez üreme sağlığı tanımlandı ve her iki
cinsiyet için yaşam boyu yaklaşımı vurgulandı.
1995:
Sosyal Kalkınma Dünya Zirvesi Gündemi, kadınla ilgili bütün
konulara yer verdi.
1995:
BM tarafından IV. Dünya Kadınlar Konferansı, Pekin’de, “Eşitlik,
Kalkınma ve Barış için Eylem” sloganı ile bir taahhütler konferansı
olarak düzenlendi ve tespit edilen 12 kritik sorunla ilgili alanlarda
2000 yılına dek yapılması gerekenler belirlendi. (12 Kritik Sorun
Alanı: Kadın ve yoksulluk, Kadın ve eğitim, Kadın ve sağlık, Kadın
ve Şiddet, Kadın ve Silahlı Çatışmalar, Kadın ve ekonomi, Karar alma
mekanizmalarında kadın, Ulusal mekanizmalarda kadın, Ulusal
mekanizmalar, Kadının insan hakları, Kadın ve çevre, Kız çocukları.)
1996:
İstanbul’da düzenlenen BM Dünya Yerleşimleri Konferansı, “Habitat2” kadınlar için önemli kazanımlara neden oldu.
1997:
3-14 Kasım 1997 tarihleri arasında İstanbul'da Avrupa Konseyi Kadın
Erkek Eşitliğinden Sorumlu 4. Bakanlar Konferansı düzenlendi.
256
Konferansın ana teması “Demokrasi ve Kadın Erkek Eşitliği”
olmuştur. Konferans sonunda kabul edilen İstanbul Deklarasyonunda,
eşitlik konusunda atılması gereken adımlar ve çeşitli öneriler yer aldı.
1999:
BM, 1994 yılında Kahire’de yapılan, Uluslararası Nüfus ve Kalkınma
Konferansı’nda
uygulanabildiğinin
alınan
kararların
ülkelerde
değerlendirilmesi
toplantısını
ne
ölçüde
gerçekleştirdi
(Hollanda) ve değerlendirmeleri paralelinde yeni hedef ve stratejiler
benimsendi.
2000:
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, tarihinde ilk kez bir oturumun
tamamını kadın konusuna ayırarak, "Kadın, Barış ve Güvenlik” temalı
toplantı ile kadınların çatışma ve çatışma sonrası süreçlerdeki
deneyimleri ve barışa katkıları konularını tartışmak üzere 24-25 Ekim
2000 tarihlerinde toplandı.
2000:
BM Genel Kurulu, 1995 yılında Pekin’de yapılan, IV. Dünya Kadın
Konferansı’ndan sonra meydana gelen gelişmeleri değerlendirmek ve
yeni eylem ve girişimleri belirlemek amacıyla New York’ta “Kadın
2000: 21. Yüzyıl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış”
konulu bir özel oturum gerçekleştirdi. Özel oturum sonucunda “Siyasi
Deklarasyon ve Sonuç Belgesi" kabul edildi.
Hükümetler, siyasi deklarasyon ile; 1976-1985 yıllarının bir özeti niteliğinde
olan Nairobi İleriye Dönük Stratejileri ile 1995 Pekin Deklarasyonu ve Pekin Eylem
Planı’na konulan hedefler ve bu hedeflere bağlılıklarını, ayrıca Pekin Eylem
Platformu’nda yer alan 12 kritik alanda verdikleri taahhütlerini teyit etmişlerdir.
YENİ BİN YIL KALKINMA HEDEFLERİ BİLDİRGESİ (BM, 2000) SONUÇ
HEDEFLERİ
1. Mutlak yoksulluk ve açlığın ortadan kaldırılması
2. Herkes için evrensel temel eğitim hedefine ulaşılması
257
3. Toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik ederek kadının durumunun güçlendirilmesi
4. Çocuk ölümlerinin azaltılması
5. Anne sağlığının iyileştirilmesi
6. HIV-AIDS, sıtma ve diğer salgın hastalıklarla mücadele edilmesi
7. Çevre ve doğal kaynakların sürdürülebilirliğinin sağlanması
8. Kalkınma için küresel işbirliğinin geliştirilmesi
2002:
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, kadınların şiddete karşı
korunması konulu 5 numaralı tavsiye kararını kabul etti. Kadına
yönelik şiddetle mücadele konusundaki en önemli girişimlerden biri
olan bu Tavsiye kararı, şiddetin önlenmesi ve kurbanların korunması
için küresel bir strateji oluşturan ilk uluslararası dokümandır ve
cinsiyet temelli tüm şiddet biçimlerine yönelik bir strateji getirdi.
2003:
Türkiye, Birleşmiş Milletler Antlaşmalarından ‘İkiz Sözleşmeler’ diye
bilinen sözleşmeleri 4 Haziran 2003 tarihinde kabul etti.
2003:
Üsküp’te Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 5.
Bakanlar Konferansı, çatışmaların önlenmesi, çözümü ve barışın
inşasında kadının rolü temaları ile toplandı.
2006:
Stockholm'de Avrupa Konseyi Kadın Erkek Eşitliğinden Sorumlu 6.
Bakanlar Konferansı toplandı.
2006:
Avrupa Konseyi üyeleri, Konsey’in diğer organları ve STK’ların
katılımıyla 2006 yılında başlatılan ve 2008 yılına dek sürecek olan
“Aile
İçi
Şiddet
Kampanyası"
Dahil
başlatıldı.
Kadına
Yönelik
Kampanya,
Şiddetle
duyarlılık
Mücadele
yaratmayı,
hükümetlerin siyasi irade göstermesini ve gerekli kaynakları
ayırmalarını, uygulamaları takip ederek veri toplamasını hedeflemektedir.
258
Avrupa Birliği bünyesinde, “ Avrupa Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
2006:
Enstitüsü" kuruldu. Enstitü Ocak 2008 itibariyle İşlerlik kazanmıştır.
28-29 Ocak 2006 tarihleri arasında İstanbul'da “Medeniyetler
2006:
İttifakında Kadın” başlıklı uluslararası kongre gerçekleştirildi.
2006:
14-15
Kasım
2006
tarihlerinde
İstanbul'da
Avrupa-Akdeniz
(Euromed) Süreci çerçevesinde “Kadının Toplumdaki Yerinin
Güçlendirilmesi” konulu I. Bakanlar Konferansı toplandı.
20-21 Kasım 2006 tarihlerinde İstanbul’da “İslam Konferansı
2006:
Örgütü’ne Üye Ülkelerin Kalkınmasında Kadının Rolü” 1. Bakanlar
Konferansı düzenlenmiştir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi “Kadın Erkek Fırsat Eşitliği
2007:
Komitesi" Başkanlığına Türk Milletvekili Gülsün BİLGEHAN seçildi.
Türkiye, bu bölümde yer alan kadınla ilgili uluslararası sözleşmeleri
imzalayarak uygulanacağına dair taahhütte bulunmuştur.
TÜRKİYE’DE KADINLAR VE EĞİTİMDE YAPILANLAR
Türkiye’de kadın sağlığının iyileşmesine etkisi olan girişimler uzun yıllardan
beri devam etmektedir. Ancak; kadın konusunda en önemli adımlar; Milli Mücadele
ve Cumhuriyet döneminde, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatılmış ve
sürdürülmüştür.
Kronolojik olarak:
1827:
Tıphane-i Amire açıldı.
1843:
Tıbbiye bünyesinde ebelik eğitimi başladı.
1845:
Padişah fermanı ile kız ve erkek çocuklar için ilköğretim zorunlu hale
getirildi.
259
1858:
Kız. ortaokulu (Rüştiye) açıldı.
1864:
Kız teknik eğitim okulu açıldı.
1869:
Kız sanayi mektebi açıldı.
1870:
Kız Öğretmen Okulu (Dar-ül Muallimat) açıldı.
1876:
İlk anayasa ile kız ve erkek çocuklar için ilköğretim zorunlu hale
getirildi.
1880:
Kızlar için ilk ortaöğretim hazırlık okulları (İdadi) açıldı.
1913:
Kız Lisesi (Sultani) açıldı.
1915:
Kadınlar için ilk üniversite (İnas Darülfünunu) açıldı.
1922:
Yedi kız öğrenci, tıp fakültesine kayıt yaptırarak eğitime başladı.
1923:
Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınların
kamusal alana girmelerini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlandı.
1924:
Eğitim ve Öğretim birliğini sağlayan (Tevhid-i Tedrisat) kanunu
çıkarıldı.
1932:
Kadınlar için akşam kız sanat okulları açıldı.
1938:
Kadınlar için el sanatları ve biçki dikiş kursları açıldı.
1945:
Olgunlaşma enstitüleri açıldı.
1989:
Üniversitelerde kadın sorunları ve araştırmaları merkezleri açıldı. İstanbul Üniversitesi bünyesinde kadın çalışmaları alanında yüksek lisans
programı başladı.
1996:
Kadın çalışmaları alanında ilk yüksek lisans diploması verildi.
1997:
Zorunlu temel eğitimi 5 yıldan 8 yıla çıkaran 4306 sayılı Kanun
yürürlüğe girdi.
260
2000:
Özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ile maddi yetersizliği
nedeniyle öğrenimlerine devam edemeyen kız çocuklarına eğitimde fırsat
eşitliği sağlanması ve kız çocuklarının meslek sahibi, ufku açık “bireyler
haline gelmelerini amaçlayan “Kardelenler-Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş
Kızları” isimli Proje başlatıldı.
2000:
Toplumsal cinsiyet yaklaşımını ana plan ve programlara yerleştirmek için
resmi, özel ve sivil toplum kuruluşları çalışanlarına yönelik olarak
kullanılması planlanan ve modüler bir eğitim materyali olan Toplumsal
Cinsiyet Eğitim paketi hazırlandı ve pilot uygulamaları yapıldı.
2003:
“Haydi Kızlar Okula Kampanyası”, kız çocuklarının okullulaşma
oranının en az olduğu 10 ilde başlatıldı.
2004:
23 yeni il Haydi Kızlar Okula Kampanyası kapsamına dahil edildi.
2005:
Haydi Kızlar Okula Kampanyası kapsamına dâhil edilen il sayısı 53’e
yükseldi.
2006:
Haydi Kızlar Okula Kampanyası, tüm Türkiye geneline yaygınlaştırıldı.
TÜRKİYE’DE KADINLAR VE EKONOMİDE YAPILANLAR
Kronolojik olarak:
1897:
Kadınlar ücretli işçi olarak çalışmaya başladı.
1913:
Kadınlar devlet memuru olarak çalışmaya başladı.
1914:
Kadınlar tüccarlık ve esnaflığa başladı.
1915:
Kadın işçiler için sosyal haklar açısından ilk düzenleme yapıldı.
1930:
Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenlemeler Umumi
Hıfzıssıha Kanunu ile yapıldı.
1945:
Analık sigortası (doğum yardımı) 4772 Sayılı Yasa ile düzenlendi.
261
1949:
Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre
düzenlenmesi 5417 Sayılı Yasa ile sağlandı.
1971:
Kadınların yeraltında, ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması yasaklandı.
1990:
Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan yasa maddesi Anayasa
Mahkemesi tarafından iptal edildi.
1993:
Girişimciliğe özendirmek amacıyla kadına özel düşük faizli kredi
uygulaması başlatıldı.
1994:
Dünya Bankası ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında imzalanan
İkraz Anlaşması gereğince başlayan İstihdam ve Eğitim Projesi’nin alt
bileşenlerinden Kadın İstihdamının Geliştirilmesi Projesi (KİG) Kadının
Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce yürütülmeye başlandı. Proje
kapsamında on altı araştırma projesi gerçekleştirildi, on üç tanesi kitap
haline getirildi.
2002:
Yeni Medeni Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte, eşlerin iş ve meslek
seçiminde birbirlerinden izin almak zorunda olmadıkları hükme bağlandı.
2003:
İşçi işveren ilişkisinde cinsiyet dâhil hiçbir nedenle temel insan hakları
bakımından ayrım yapılamayacağı, iş sözleşmesinin yapılmasında,
uygulanmasında ve sona erdirilmesinde cinsiyet veya gebelik nedeniyle
doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapılamayacağı, cinsiyet nedeniyle
eşit değerde iş için daha düşük ücret verilemeyeceği, cinsiyet, medeni hal
ve aile yükümlülükleri, hamilelik ve doğumun iş aktinin feshi için geçerli
sebep oluşturamayacağı gibi hükümleri içeren yeni İş Kanunu yürürlüğe
girdi.
2003:
Türkiye’de kadın istihdamının geliştirilmesine yönelik olarak “Aktif
İşgücü Programları Projesi” başlatıldı. Proje, Ekim 2003-Mart 2006
arasında uygulandı. “Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma
Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair
Yönetmelik” yürürlüğe girdi. "Kadın İşçilerin Gece Postalarında
262
Çalıştırılma Koşulları Hakkında Yönetmelik” yürürlüğe girdi. Personel
alımlarında cinsiyet ayrımcılığı yapılmamasına ilişkin “Personel Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi" konulu Başbakanlık
Genelgesi yürürlüğe girdi. 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni TCK
ile, işyerinde cinsel taciz kavramı düzenlendi ve sadece üst yönetici değil
çalışanlar arasında da cinsel taciz suçuna yaptırım getirildi. İşe
yerleştirmede cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmaya yönelik olarak 2006
yılında İŞ-KUR tarafından yayımlanan Tebliğ ile, Kamuya işe
yerleştirme ile ilgili taleplerde cinsiyet ayrımı kaldırıldı.
2006:
Genç Kız ve Kadınların Mesleki Eğitimi ve İstihdamı Projesi kapsamında
çeşitli illerde açılan kurslara kadınların katılımı sağlandı.
2006:
İŞ-KUR İl Müdürlüklerine iletilen bir talimat ile, özel sektör işyerlerinin,
biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça iş
ilişkisinde
cinsiyete
dayalı
ayrım
yapamayacakları
konusunda
işverenlerin bilinçlendirilmesi istendi.
2007:
Gelir Vergisi Kanununda yapılan değişikle kadınların hane içinde
ürettikleri ürünlerin satılmasından elde edilen gelirler vergiden muaf
tutuldu.
2007:
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından "Kadın
Girişimciler Kurulu” kuruldu. Hazır Giyim Sektörüne İşgücü Yetiştirme
Projesi, Kadın Girişimciler Programı, Kadınların İş Hayatındaki Yeri ve
Karar Verme Projelen ile kadın girişimciliği desteklendi.
TÜRKİYE’DE KADINLAR VE SAĞLIK KONULARINDA YAPILANLAR
Kronolojik olarak:
1920:
T.C. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı kuruldu.
1926:
Kasti çocuk düşürme ve düşürtme eylemleri suç olarak düzenlendi.
263
1930:
Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenleme; Umumi
Hıfzıssıha Kanunu ile yapıldı.
1937:
Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması, 1935 tarihli
45 sayılı ILO Sözleşmesi İle yasaklandı.
1952:
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı bünyesinde Ana Çocuk Sağlığı
Müdürlüğü kuruldu ve ana çocuk sağlığı hizmetleri AÇS merkezleri
modeli ile verilmeye başlandı.
1961:
Kadın ve çocuk sağlığının iyileştirilmesinde son derece önemli olan “224
sayılı- Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun” kabul
edildi.
1965:
Nüfus Planlaması hakkında 557 sayılı Yasa çıkarıldı. Bu yasa ile; geriye
dönüşümlü aile planlaması yöntemleri serbest bırakıldı ve ancak tıbbi
zaruret halinde kürtaj hakkı tanındı. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı
bünyesinde Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü kuruldu.
1982:
Ana Çocuk Sağlığı Müdürlüğü ve Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü
birleştirilerek “Sağlık Bakanlığı- Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması
Genel Müdürlüğü” adı altında işlev görmeye başladı.
1983:
Aile Planlaması (AP) hakkında 2827 Sayılı Yasa kabul edilerek:
- Türkiye’de AP hizmetlerinin yaygınlaştırılması amacı ile sertifikalandırılmış ebe
hemşirelerin etkili yöntem uygulama yetkileri arttırıldı.
- 10 haftaya kadar olan gebeliklerde kürtaj hakkı tanındı.
- Sertifikalandırılmış genel pratisyenlere gebeliği sonlandırma yetkisi verildi.
- Kadın ve erkekte cerrahi AP yöntemleri serbest bırakıldı.
1985:
Türkiye,
“Kadınlara
Sözleşmesini
Karşı
(CEDAVV)
Her
imzaladı
Türlü
Ayrımcılığın
(1986’da
TBMM
Önlenmesi
tarafından
onaylandı).
264
1990:
Türkiye“Çocuk
Haklan
Sözleşmesini
imzaladı
(1994’de
TBMM
tarafından onaylandı).
1994:
Türkiye, Kahire-Nüfus ve Kalkınma Konferansı’na (ICPD) resmi düzeyde
katılarak bütün kararları kabul ederek imzaladı.
1995:
Türkiye, Pekin-IV. Dünya Kadın Konferansı’na resmi düzeyde katılarak
bütün kararları çekincesiz olarak imzaladı.
1996:
ICPD paralelinde hazırlanmış olan “ Kadın Sağlığı ve Aile Planlaması Ulusal Stratejik Eylem Planı" uygulamaya konuldu.
2003:
1963 yılından beri her 5 yılda bir tekrarlanan “Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırması (TNSA)” yapıldı.
2003:
55 milyon avro bütçeli “Türkiye Üreme Sağlığı Programı" başlatıldı.
Program, 2003-2007 yılları arasında uygulandı.
TÜRKİYE’DE KADIN HAKLARI ALANINDAKİ YASAL GELİŞMELER
1567:
Kadınlar taşınmaz mallar üzerinde miras hakkına sahip oldular.
1839:
Bir ferman (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) ile kanun önünde eşitlik ilkesi
kabul edildi.
1856:
Köle ve cariye alınıp satılması yasaklandı.
1858:
Kadınların taşınmaz mallar üzerindeki miras hakkı erkeklerinkiyle
eşitlendi.
1876:
İlk anayasa (Kanun-i Esasi) kabul edilerek temel haklar düzenlendi, kız
ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi.
1911:
Zina suçunun cezası kadın ve erkek için eşitlendi.
1917:
Osmanlı Medeni Kanunu’nun uygulanması için çıkarılan Aile Hukuku
Kararnamesi ile;
265
-Evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması,
-Evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması,
-Zorla evlendirmenin geçersiz sayılması hususları düzenlendi.
1923:
Cumhuriyet ilan edildi.
1926:
Türk Medeni Kanunu'nun kabulü ile tek eşlilik zorunlu hale getirildi,
kadınlar boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf
yetkisine sahip oldular.
1934:
Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1935:
Atatürk’ün desteği ile; 12. Uluslararası Kadınlar Kongresi İstanbul’da
yapıldı.
1938:
Reşit olmayanlar için evlilik yaşı ailenin İzni alınmak kaydıyla;
erkeklerde 17, kadınlarda 15 olarak düzenlendi.
1990:
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM) kuruldu.
1990:
Türkiye, “Çocuk Hakları Sözleşmesi”ni imzaladı.
1990:
Tecavüz mağdurunun hayat kadını olması halinde cezanın
indirilmesini öngören kanun hükmü, TBMM tarafından yürürlükten
kaldırıldı.
1996:
Erkeğin zinası suç olmaktan çıkarıldı.
1997:
Kadınlar, kocalarının soyadı ile birlikte kendi soyadlarını da
kullanma hakkını elde ettiler.
1997:
İçişleri Bakanlığı nüfus cüzdanlarında medeni hal kısmında “evli/
bekâr/ dul/ boşanmış” gibi ifadelerin yerine sadece “evli” veya
“bekâr”
ifadelerinin
kullanılmasını
düzenleyen
bir
genelge
yayımladı.
1998:
Kadının zinası suç olmaktan çıkarıldı.
266
1998:
Aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin
alınması düzenleyen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun
yürürlüğe girdi.
1998:
Gelir
vergisinde
aile
reisinin
beyanname
vermesi
esasının
kaldırılması ile kadınlar kocalarında ayrı olarak beyanname verme
hakkına kavuştu.
1998:
“Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na Bağlı Kadın
Konukevleri Yönetmeliği” yürürlüğe girdi.
1998:
Adalet Bakanlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve
kadın kuruluşlarının oluşturduğu gündem sonucunda bekaret
kontrolünün, ancak takibi şikayete bağlı suçlarda, mağdurun rızası
alınarak, ırza geçme gibi re’sen takip edilen suçlarda ancak hâkim
kararı ile; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise Cumhuriyet
savcısının yazılı izni ile yapılabileceğini düzenleyen bir Genelge
yayımladı.
1998:
İçişleri Bakanlığı’nca nüfus cüzdanlarında yapılan düzenlemeye
paralel olarak Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nce verilen dul ve
yetim tanıtım kartlarındaki “Emekliye Yakınlığı” bölümünde yer
alan “dul kadın vb.” ifadelerin yerine sadece "eşi, kızı, oğlu, annesi,
babası” gibi ifadelerin kullanılması sağlandı.
1998:
Yasalara aykırı olarak yapılan bekâret kontrollerinin önlenmesi
amacıyla Valiliklerin dikkatine sunulmak üzere hangi hallerde
bekâret kontrolünün yapılacağını içeren Genelge İçişleri Bakanlığı
tarafından yayımlandı.
2001:
Anayasa’da yapılan değişiklik ile Türk anadan ya da Türk babadan
doğan çocuğun Türk olması hükmü getirilerek, bu konuda var olan
eşitsizlik ortadan kaldırıldı.
2001:
“Özel Hukuk Tüzel Kişileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarınca Açılan
267
Kadın Konukevleri Yönetmeliği” yürürlüğe girdi.
2002:
Yeni Medeni Kanun kabul edildi.
2002:
“Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Ödül ve Disiplin
Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” yeniden
düzenlenerek yayımlandı. Eğitim kurumlarında bekâret denetimi
uygulamasına
gerekçe
olarak
kullanılan
söz
konusu
Tüzüğün,
“iffetsizlikken söz eden bölümü metinden çıkarılarak toplumsal cinsiyete
dayalı ayrımcılık ortadan kaldırıldı.
2003:
Birleşmiş Milletler Sözleşmelerinden Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşme ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşme (İkiz Sözleşmeler) TBMM tarafından onaylandı.
2003:
Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair
Kanun yürürlüğe girdi.
2003:
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin taraf
ülkelerce uygulanmasının denetlenmesi konusunda, BM Ayrımcılık
Sözleşmesi Komitesine; Sözleşmenin tanıdığı hakların ihlali durumunda
bireylerce veya gruplarca veya onların rızası ile onlar adına yapılan
şikâyetleri kabul etme ve inceleme yetkisini tanıyan “İhtiyari Protokol”
yürürlüğe girdi.
2003:
Türk Vatandaşlığı Kanununda kadın-erkek eşitliği bakış açısı ile
değişiklik yapıldı.
2003:
İşveren işçi ilişkisinde cinsiyet dâhil hiçbir nedenle temel insan hakları
bakımından ayrım yapılmayacağı, iş sözleşmesinin yapılmasında,
uygulanmasında ve sona erdirilmesinde cinsiyet veya gebelik nedeniyle
doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapılamayacağı, cinsiyet nedeniyle
eşit değerde iş için daha düşük ücret verilemeyeceği, cinsiyet, medeni hal
ve aile yükümlülükleri, hamilelik ve doğumun iş akdinin feshi için
geçerli sebep oluşturamayacağı gibi hükümleri içeren İş Kanunu
268
yürürlüğe girdi.
2004:
Eşitlik ilkesini düzenleyen Anayasanın 10uncu Maddesine
“Kadınlar
ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini
sağlamakla yükümlüdür” ifadesi eklendi.
2004:
Anayasanın 90’ıncı maddesinde değişikliğe gidilerek, temel hak ve
Özgürlüklere ilişkin "Milletlerarası Antlaşmaların iç hukuk hükümleri ile
çelişmesi durumunda Milletlerarası Sözleşmelerin esas alınacağı”
şeklinde yeni bir düzenleme getirildi.
2004:
Doğum izinlerinin artırılmasına ilişkin düzenlemeler içeren Devlet
Memurları Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun yürürlüğe girdi.
2004:
5251 sayılı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.
2004:
Cinsiyet
eşitliği
ve
kadına
karşı
şiddet
konusunda
çağdaş
düzenlemeler içeren Yeni Türk Ceza Kanunu kabul edildi.
2004:
Personel alımlarında cinsiyet ayrımcılığı yapılmamasına ilişkin
“Personel Temininde Eşitlik İlkesine Uygun Hareket Edilmesi”
başlıklı Başbakanlık Genelgesi yürürlüğe girdi.
2004:
“Gebe ve Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme
Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik” yürürlüğe
girdi.
2004:
“Kadın İşçilerin Gece Postalarında Çalıştırılma Koşulları Hakkında
Yönetmelik” yürürlüğe girdi.
2005:
Yeni Türk Ceza Kanunu 1 Haziran’da yürürlüğe girdi.
2005:
Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyelerin
kadınlar ve çocuklar için sığınma evi açmalarının belediyelerin görev
269
ve sorumlulukları arasında olduğuna ilişkin düzenlemenin bulunduğu
Belediye Kanunu yürürlüğe girdi.
2005:
Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik
Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu
çalışmalarını yürüttü ve sonuçlar rapor halinde yayımlandı (2006).
2006:
“Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus
Cinayetlerinin
Önlenmesi
İçin
Alınacak
Tedbirler"
konulu
Başbakanlık Genelgesi yayımlandı.
2007:
4320
Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un kapsamı 5636
sayılı kanunla genişletildi.
2008:
Türkiye,CEDAW’ın 9. maddesine yönelik beyanını kaldırdı.
2008:
4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanmasına
ilişkin Yönetmelik yürürlüğe girdi.
TÜRKİYE’DE KADINLAR VE KARAR MEKANİZMALARINA KATILIM
Kronolojik olarak:
1923:
Kadınların siyasal haklarını savunmak üzere “Kadınlar Halk Fırkası”
adıyla bir siyasi parti kuruldu.
1924:
Türk Kadınlar Birliği Derneği kuruldu.
1930:
Kadınlar belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde etti.
1933:
Kadınlar muhtar ve ihtiyar heyeti seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını
elde etti (Belediyeler Yasası).
1934:
Kadınlar milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde etti.
270
1935:
Kadınların seçme ve seçilme hakkını ilk kez kullandığı seçimler yapıldı.
Cumhuriyet döneminde %4,6 İle 2007 yılına kadar parlamentoda
ulaşılan en yüksek kadın üye oranına ulaşıldı.
1946:
Çok partili hayata geçildi.
1971:
İlk kadın bakan parlamento dışından atandı.
1986:
Parlamento üyesi bir kadın bakan hükümette yer aldı.
1994:
İlk kadın başbakan göreve geldi.
1995:
Kadınların parlamentoda temsil oranlarında ilk seçimden sonra görülen
düşüşte küçük de olsa bir artış oldu.
2002:
3 Kasım 2002 tarihinde yapılan Genel Seçimler sonrasında Meclise 24
kadın milletvekili girdi. Kadın vekil oranının %4,4’te kaldığı bu yasama
döneminde kabinede 1 kadın Bakan yer aldı.
2004:
2007:
Mart ayında yapılan Yerel Seçimlerde 18 kadın Belediye Başkanı seçildi.
2007 seçimleri hazırlık döneminde bir sivil toplum kuruluşu,
“Bu
Meclise Kadın Şart” sloganı ile kadınların Parlamentoda temsil
oranını artırmayı amaçlayan bir Genel Seçim Kampanyası başlattı.
2007:
22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan Gene! Seçimler ile Parlamentoya
giren kadın milletvekili sayısı % 100 artarak kadın vekil oranı %9’a
ulaştı. Kabine’de ise sadece bir kadın Bakan bulunmaktadır. 2007 yılı
seçimlerinden sonra oluşan yeni Meclis’te Başkan Vekilliğinin ikisi de
kadınlar tarafından yürütülmektedir.
271
TÜRKİYE’DE KADINLARIN İLERLEMESİNİ DESTEKLEYEN
KURUMSAL MEKANİZMALAR
Kronolojik olarak:
1993:
DİE’de Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şubesi kuruldu.
1993:
Sağlık Bakanlığı-AÇSAP Gene! Müdürlüğü, sektörler arası işbirliği
sağlamada önemli bir mekanizma olarak, 509 sayılı Nüfus Planlaması
Hizmetlerini Yürütme Yönetmeliğimde yer alan “Nüfus Planlaması
Danışma Kurulu” periyodik olarak çalışmaya başladı.
1994:
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nde kitap, makale, tez,
seminer, konferans dokümanları ve gazete kesiklerinin derlendiği ve
Ankara’nın tek kadın kütüphanesi olarak da nitelendirilebilecek bir
Dokümantasyon Merkezi kuruldu. 1000 saydamdan ve web sayfasından
oluşan “Kadınlara Görsel Tanıklık” adlı kadın fotoğrafları arşivi
oluşturuldu. Kadınların çalışma yaşamlarına dair “Kadın Çalıştıkça” adlı
bir belgesel/tanıtım filmi yaptırıldı.
1994:
Türkiye, Kahire’de yapılan BM Nüfus ve Kalkınma Konferansı’na
katıldı ve uygulamaların izlenme ve değerlendirilmesinde DPT
görevlendirildi.
1994:
1995:
Çocuk Hakları Sözleşmesi TBMM tarafından onaylandı.
Türkiye, Dünya Sosyal Kalkınma Zirvesi’ne katılarak insan refahına
öncelik verilmesinin altını çizen Deklarasyon ve Eylem Programı’nı
imzalandı.
1995:
Şiddete uğrayan kadınlara danışmanlık hizmeti veren Mor Çatı Kadın
Sığınağı Vakfı, kadın sığınağını açtı.
1995:
Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı
tarafından bölgedeki kadınların durumunun iyileştirilmesi ve kalkınma
272
sürecine entegre edilmesi amacıyla planlanan Çok Amaçlı Toplum
Merkezlerinin (ÇATOM) ilki Urfa’da açıldı.
1995:
Türkiye, IV. Dünya Kadın Konferansına katılarak taahhütleri
çekincesiz olarak imzaladı.
1996:
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’nce, 4. Dünya Kadın
Konferansında kabul edilen eylem planı ve taahhütler çerçevesinde
kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, gönüllü kadın kuruluşları,
siyasal partiler, sendikalar, meslek örgütleri ve basının katılımı
sağlanarak ulusal eylem planı hazırlandı.
1996:
4. Dünya Kadın Konferansında verilen taahhütler gereğince Kadının
Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda gönüllü
kadın kuruluşlarının katılımıyla kadın sorunlarının yoğunlaştığı dört
alanda; eğitim, sağlık, hukuk ve istihdam komisyonları oluşturuldu.
1997:
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Bünyesinde “Kırsal Kalkınmada Kadın
Daire Başkanlığı” kuruldu.
1997:
Kadının Statüsü ve Sorunları Gene! Müdürlüğü koordinasyonunda 13
il valiliği bünyesinde “Kadının Statüsü Birimleri” kuruldu.
1997:
“Türkiye’de Yerel Gündem 21’lerin Teşviki ve Geliştirilmesi Projesi"
başlatıldı.
1998:
TBMM’de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmesi’nin ana hedefleri çerçevesinde Türkiye'de kadının
durumunu inceleyen ve sonuçlarını BM’e rapor etme yükümlülüğü
olan Araştırma Komisyonu kuruldu.
1998:
Ankara Barosu Kadın Hukuku Komisyonu tarafından Ankara Adliyesi
içinde şiddete uğrayan kadınlara hukuki danışmanlık ve psikolojik
destek hizmetleri vermek üzere Kadın Danışma Merkezi kuruldu.
1999:
İstanbul Barosu Kadın Hukuku Komisyonu tarafından Kadın Hakları
273
Uygulama Merkezi kuruldu.
1999:
Barolar bünyesindeki Kadın Hakları/Hukuku Komisyonları arasında
koordinasyonu sağlamak amacıyla “Türkiye Barolar Birliği Kadın
Hakları Komisyonları Ağı (TÜBAKKOM)" kuruldu.
2000:
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünce
istismara uğrayan ya da uğrama riski taşıyan, desteğe gereksinimi olan
kadınlara psikolojik, hukuki ve ekonomik alanda danışmanlık
hizmetleri
sunmak
ve
yararlanabilecekleri
hizmet
kuruluşları
konusunda rehberlik hizmeti sunmak üzere “183 Alo Kadın ve Çocuk
Hattı” 20 ilde faaliyete geçirildi.
2000:
Yerel Gündem 21 uygulaması Proje kapsamından çıkarılarak uzun
erimli bir Program’a dönüştürüldü.
2000:
Üniversite Kadın Merkezlerinden 14.sü olan “Hacettepe Üniversitesi
Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM)’’
kuruldu. Türkiye’de halen, üniversite kadın merkezlerinin sayısı 15’tir
(2008).
2001:
Kadının kentsel yaşama katılımının arttırılmasına ve yerel karar alma
süreçlerinde kadınların etkin katılımını sağlamaya yönelik çalışmalar
yapan Yerel Gündem 21 Kadın Meclisleri faaliyetlere başladı.
2001:
Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Müdürlüğü’ne
bağlı ilk Aile Danışma Merkezi kuruldu.
2002:
Dışişleri Bakanlığı’nın koordinasyonunda ilgili tüm kamu kurum ve
kuruluşları, yerel yönetimler, STK’lar ve uluslararası örgütlerin yer
aldığı “İnsan Ticaretiyle Mücadele Ulusal Görev Gücü” oluşturuldu.
2004:
5251 Sayılı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun ile Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü,
“Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü” olarak yeniden yapılandırıldı.
274
2004:
5251 sayılı Kuruluş Kanunu ile, KSGM bünyesinde kamu kurum ve
kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve üniversite temsilcilerinin
katılımıyla
Kadın
ve
Aileden
Sorumlu
Devlet
Bakanı’nın
başkanlığında toplanan Kadının Statüsü Danışma Kurulu oluşturuldu.
İlk toplantısını 2006 yılında yapan ve kadının statüsüne ilişkin
sorunları incelemek, değerlendirmek, görüş oluşturmak ve önerilerde
bulunmak üzere toplantılar gerçekleştiren Danışma Kurulu’nun aldığı
kararların takibi KSGM tarafından yapılmaktadır.
2005:
Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik
Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu
çalışmalarına başladı.
2005:
Türkiye
İstatistik
yapılandırılan
Kanunu’nun
Türkiye
İstatistik
kabul
edilmesi
Kurumu
ile
bünyesinde
yeniden
Sosyal
İstatistikler Daire Başkanlığı bünyesinde yer alan “Nüfus ve
Demografi Grubu" altında “Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri Takımı”
oluşturuldu.
2006:
Komisyon çalışmaları sonucunda hazırlanan kapsamlı Raporu takiben
konuya ilişkin öneriler ve bundan sorumlu kuruluşlar, “Çocuk ve
Kadınlara
Yönelik
Cinayetlerinin
Şiddet
Önlenmesi
Hareketleriyle
İçin
Alınacak
Töre
ve
Namus
Tedbirler”
konulu
Başbakanlık Genelgesi yayımlandı.
2006:
1996 yılında kurulan ve çalışmaları devam eden eğitim, sağlık, hukuk,
istihdam komisyonlarının yanı sıra, 2006 yılında uluslararası ilişkiler,
medya, çevre ve afet komisyonları oluşturuldu, daha önce var olan
istihdam komisyonu ise istihdam ve girişimcilik biçiminde yeniden
düzenlendi.
2007:
İlgili tüm kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler ve kadına yönelik
şiddet konusunda çalışan sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin
275
katılımı ile “Kadınlara Yönelik Şiddet İzleme Komitesi” oluşturuldu.
2007:
Türkiye-Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali İşbirliği Programı
kapsamında 2007-2008 yıllarını kapsayacak olan, yürütücülüğünü
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yaptığı “Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğinin Yaygınlaştırılması (Promoting Gender Equality)” başlıklı
proje başlatıldı.
2007:
Aile yaşamını korumak, desteklemek ve sorunların çözümünde
yardımcı olmak amacıyla aile bireylerine yönelik koruyucu-önleyici,
eğitici-geliştirici, tedavi ve rehabilite edici hizmetlerin yanı sıra
rehberlik
ve
danışmanlık
hizmetleri
verilen
Aile
Danışma
Merkezlerinin sayısı 34 ilde 39’a ulaştı.
2007:
Kadının kalkınmaya katılımı çerçevesinde, hizmet verdiği bölgede
yaşayan tüm yöre halkının daha iyi yaşam koşullarına ulaşma hakkını
sağlamak, varolan sorunları resmi, hükümet dışı kuruluşlar ve halkın
doğrudan katılımı ile çözmek, kentsel yaşam biçimine uygun tutum ve
davranışlar geliştirmesini sağlamak, kadına ilişkin projeleri yaşama
geçirmek amacıyla, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Genel Müdürlüğüne bağlı olarak hizmet veren Toplum Merkezlerinin
sayısı 70’e ulaştı.
2007:
Çok Amaçlı Toplum Merkezleri’nin sayısı 9 ilde 30’a ulaştı.
2007:
Tüm üyeleri kadınlardan oluşan “Tarımsal Kalkınma Kooperatifi"
sayısı 17’ye ulaştı.
2007:
Yerel Gündem 21 (YG-21) Programı ortağı Yerel Yönetimlerin sayısı
60’I buldu.
2007:
Aralarındaki bilgi ve deneyim alışverişini güçlendirmek amacıyla,
YG-21 Kadın Meclisleri tarafından oluşturulan “Yerel Gündem 21
Kadın Meclisleri Ulusal Koordinasyon Ağı”nda yer alan Kadın
Meclisi sayısı 37’ye ulaştı.
276
2008:
Başbakanlık Sosyal
Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
bünyesinde hizmet veren kadın sığınma evlerinin sayısı 23’e, sivil
toplum Örgütleri ve yerel yönetimler bünyesinde hizmet veren kadın
sığınma evlerinin sayısı ise, 2 adedi kadın ticareti mağduru kadınlar
İçin olmak üzere, 24’e ulaştı.
277
KİŞİ ADLARI İNDEKSİ
A.Yaşar Koçak ................................................... 123
Erhan Kaplan ........................................................ 6
Afife Jale .............................................................. 74
Faruk Antun ....................................................... 107
Ahmed el Zayat .................................................. 107
Fatma Aliye ...................................... 69, 72, 76, 244
Ahmet Fâris eş-Şidyâk ....................................... 106
Fatma Nesibe Hanım ........................................... 72
Ahmet Lütfü el-Seyid .......................................... 107
Fatma Nimet Raşid ............................................ 102
Ahmet Mithat Efendi ............................................ 64
Felix Grendon ........................................................ 7
Aksu Bora ........................... 7, 8, 18, 55, 56, 78, 239
Filiz Dinçmen ...................................................... 74
Alexandre Dumas .................................................. 7
Françoise d’Eaubonne......................................... 43
Aristoteles ............................................................ 16
Freud ................................................ 2, 36, 204, 209
Atatürk ................................................................. 78
Gayle Rubin ......................................................... 50
Ayşe Arman.......................................................... 96
Genevieve Lloyd .................................................. 42
Ayşe Güç .........................................................44, 45
Gouges ................................................................. 19
Ayşe Râtib .......................................................... 113
Grimke ........................................................... 20, 25
Ayşe Teymuriyye ................................................ 107
Gürsel Aytaç .......................................................... 2
Bedriye Gökmen .................................................. 74
H.Cixous .............................................................. 37
Bell Hooks ....................................................2, 7, 40
Halide Edip Adıvar .............................................. 72
Berna Moran ......................................................... 3
Hâlide Sa‘id ....................................................... 111
Betty Friedan ....................................................... 50
Harriet Taylor...................................................... 20
Butrûs el-Bustânî ............................................... 106
Hatshepsut ......................................................... 121
Carole Pateman ................................................... 42
Havva İdris ........................................................ 110
Cezzâr Ahmed Paşa ........................................... 128
Hikmet Ebu Zeyd ............................................... 113
Charlette Perkins Gilman .................................... 27
Hind Nevfal ........................................................ 110
Cleopatra ........................................................... 121
Hubertine Auclert ................................................ 99
Dilek İmançer ........................................................ 7
Hüdâ Şa‘râvî........... 45, 82, 101, 103, 104, 107, 111
Duriye Şefik .................................................102,109
Hüseyin Yazıcı ................................................... 126
Duygu Asena.. v, 1, 4, 59, 87, 89, 90, 91, 92, 93, 94,
Hz. Havva .......................................................... 196
95, 98, 140, 142, 143, 144, 145, 147, 148, 149,
Hz. Muhammed ....................... iii, 10, 110, 193, 194
152, 153, 154, 155, 156, 158, 159, 160, 161,
Hz. Ömer.................................................... 124, 127
162, 164, 167, 168, 170, 171, 173, 174, 175,
Irısh Young .......................................................... 42
177, 219, 220, 221, 222, 223, 225, 226, 227,
İnci Eflâtun ........................................................ 102
228, 235, 247
Jacques Derrida .................................................. 39
Ebu’l-ferec el-İsfahâni ....................................... 208
John Stuart Mill ............................................. 20, 25
Edibe Subaşı ........................................................ 74
Joslyn Gage ......................................................... 27
Edward Said ........................................................ 50
Julia Kristeva....................................................... 37
Elisabeth Cady Stanton........................................ 20
Juliett Mitchell ..................................................... 36
Emel Osman....................................................... 113
Kâsım Emîn .................................. 45, 100, 105, 113
Emine Semiye.............................. 63, 69, 70, 72, 244
Kate Millet ........................................................... 20
Emine Seniye ....................................................... 75
Kazemî ........................................................... 56, 57
Engels .................................................................. 29
Kâzım Ürün ....................................................... 227
Enver Sedat................................... 56, 113, 136, 141
Kohn Locke .......................................................... 23
278
Kumari Jayawardena .......................................... 99
Nezihe Muhittin.............................................. 75, 81
Lebîbe Ahmet ..............................................101, 108
Nurettin Ceviz .................................................... 128
Lebîbe Hâşim ..................................................... 109
Nuriye Ulviye Mevlan .......................................... 71
Lenin .................................................................... 21
Rahmi Er.................................................... 112, 128
Leyla Ahmed .................................................54, 119
Raşit Ali Rida ..................................................... 108
Luce Irigaray ....................................................... 37
Râviye Atiye ....................................................... 113
Margaret Fuller ................................................... 27
Rifâ‘a Râfi‘ et-Tahtâvî ....................................... 128
Margot Badran ....... 44, 99, 100, 101, 107, 112, 117
Saad Zankil ........................................................ 107
Margrette Calamine .......................................... 107
Sabiha Gökçen ..................................................... 74
Marks ................................................................... 29
Safiye Ali.............................................................. 74
Mary Astell .......................................................... 19
Selame Musa ...................................................... 107
Mary Wollstonecraft .......................................19, 24
Seyyid Kutup ...................................................... 103
Massachusetts ...................................................... 19
Shahla Sherkat ..................................................... 54
Matilda Joslyn Gage ............................................ 27
Simon de Beauvoir ...............................31,32, 50, 59
Mayy Ziyade ...................................................... 109
Sîza Neberâvî ............................................. 102, 108
Mehmet Ali Paşa................................. 126, 128, 129
Stanton ........................................................... 20, 27
Mehmet Hakkı Suçin .......................................... 129
Susan B.Anthony .................................................. 20
Mehmet Tekin .................................................... 139
Susan Bordo......................................................... 42
Mehmet Yalar .................................................... 124
Süreyya Ağaoğlu .................................................. 74
Melek Hifnî Nâsif ........................................101, 109
Şeyh el-Bekrî ...................................................... 125
Muhammed Abduh ......................................105, 107
Şirin Tekeli................................ 5, 7, 49, 85, 93, 245
Muhammed Hüseyin Heykel .............................. 107
Şükufe Nihal......................................................... 75
Mustafa El Menfalut .......................................... 107
Taha Hüseyin ..................................................... 107
Mustafa Fehmi ................................................... 107
Thomas Hobbes ................................................... 23
Mustafa Kemal Atatürk ................. 55, 232, 233, 260
Thukydides ........................................................... 15
Müfide İlhan ........................................................ 74
Tümay Tuğyan ..................................................... 91
Napolyon .................................... 124, 125, 126, 128
Türkân Akyol........................................................ 74
Nâsır ........................................... 104, 112, 113, 115
Veliüddin Yakan ................................................. 107
Nebeviye Musa.................................... 108, 109, 111
Wright ............................................................ 20, 25
Nefertiti .......................................................121, 122
Yavuz Sultan Selim..................................... 127, 128
Nevâl es-Sa‘dâvî .... v, 1, 4, 51, 54, 56, 59, 102, 108,
Ynestra King ........................................................ 43
113, 114, 117, 120, 122, 130, 131, 132, 133,
Yunus Paşa ........................................................ 127
134, 135, 136, 137, 138, 139, 140, 141, 142,
Zenobia .............................................................. 121
143, 144, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184,
Zeynep el-Gazâlî ........................................ 103, 108
186, 187, 188, 189, 190, 191, 193, 194, 195,
Zeynep Fevvâz ........................................... 107, 243
196, 197, 199, 200, 201, 202, 203, 204, 205,
Zeynep Rıdvân ............................................. 54, 119
206, 208, 209, 210, 211, 213, 214, 215, 216,
Zografu .................................................................. 4
217, 218, 219, 222, 224, 225, 226, 227, 228,
229, 233, 235, 289
279
ESER ADLARI İNDEKSİ
A Daughter of Isis ...... 132, 133, 192, 194, 199, 213,
215, 240
Feminizm iii, v, 1, 2, 5, 7, 36, 44, 66, 112, 238, 242,
245, 247, 248
Arap Halkları Tarihi ...................................207, 242
Feminizm Herkes İçindir ............................... 2, 242
Aslında Aşk Da Yok ..... 93, 155, 156, 164, 165, 177,
Feminizmin ABC’si ...................................... 85, 235
236
Aslında Özgürsün 93, 146, 152, 155, 156, 157, 159,
160, 161, 162, 173, 176
Fevâkihu ta‘lîm-î’l-benât ................................... 108
Gücünüzü Bilin ........................... 90, 91, 92, 93, 235
Havva’nın Örtülü Yüzü ...... 108, 111, 121, 122, 123,
Aşk Gidiyorum Demez .. 93, 146, 147, 148, 169, 236
136, 180, 198, 203, 206, 211, 217, 222, 230, 240
Aynada Aşk Vardı ......................... 93, 173, 177, 236
İkinci Cins............................................................ 33
Ben Duygu ...... 92, 97, 149, 150, 162, 174, 177, 239
İmamın Düşüşü .. 188, 193, 195, 196, 213, 215, 220,
Bin Bir Gece Masalları...................................... 213
240
Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar ............... 75, 126, 244
İmra’a ‘ınde nuḳṭaṭis-ṣıfr ................................... 240
Cennet ve İblîs ............................................137, 240
İmraâtâni fî imraâ...............................136, 209, 241
Çağdaş Arap Öyküleri ................................126, 248
İpek Dokulu Başarılar 60 Kadın 60 Öykü.... 94, 243
Değişen Bir Şey Yok .... 93, 148, 154, 160, 172, 175,
İslâm Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın
236
Dirâsâtun ‘ani’l-mer’eti ve’r-raculi fî’l-
Hükümdarlar ............................................ 9, 247
İslam’ın Bilinçaltında Kadın ..................... 104, 246
muctemi‘i’l-Arabî .. 122, 200, 202, 208, 209, 240
Jöntürk ................................................................. 64
Dünden Bugüne Arapçaya Çevirinin Serüveni .. 129
Kadının Adı Yok ..... v, 89, 91, 92, 95, 145, 147, 149,
Edebiyat Kuramları ve Eleştiri .......................3, 245
150, 152, 160, 162, 163, 167, 168, 170, 174,
el-Ġâib ................................................ 183, 184, 240
176, 219, 220, 223, 225, 236
el-Ḥayṭu ve ‘ayn’ul-ḥayât ...........................183, 240
Kadının Cennette Yeri Yok .......... 139, 186, 187, 241
el-Mer’etu ve’d-dînu ve’l-aḥlâḳ .. 184, 190, 191, 240
Kadınlar Dile Düşünce ................... 36, 38, 243, 246
el-Mer’etu ve’l-‘amel ..................................108, 111
Kadınlar İçin Yazılar ..................................... 7, 247
el-Mer’etu ve’l-cins ........ v, 113, 131, 136, 207, 240
Kadınların Antropolojisine Doğru ....................... 50
el-Mer’etu ve’l-ġurbetu ................. 51, 141, 142,240
Kadınsal Mistik .................................................... 50
el-Mer’etu ve’s-ṣırâ‘u’n-nefsî .... 181, 182, 187, 189,
Kahire Saçlarımı Geri Ver ......................... 226, 241
203, 204, 240
Kahramanlar Hep Erkek.......................93, 175, 236
el-Mer’etu-l-cedîde ............................................ 106
Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi ................. 2, 3, 242
er-Raculu ve’l-cins ............................. 142, 186, 240
Kitâbu’l-eğânî.................................................... 208
es-Sâk ‘ale-s-sâk ................................................ 106
Kur’an-ı Kerîm .. 9, 10, 44, 45, 52, 53, 99, 101, 123,
Faith and Power ...........................................57, 245
Felsefe-i Zenân .................................................... 64
Feminism in İslam 99, 102, 104, 113, 114, 115, 117,
118, 190, 237
Feminist Edebiyat Eleştirisi ..........................32, 243
Feminist Teori ..............................................18, 239
193
Kurgulanmış Benlikler- Otobiyografi, Kadın,
Cumhuriyet ............................................. 20, 235
Laḥẕatu ṣıdḳ ........................................186, 187, 241
Ma‘reketun cedîdetun fî ḳaḍiyyeti’l-mer’e 114, 115,
241
Mektûbât-ı Rabbânî ................................... 196, 243
280
Mevtu’r-raculi’l-vaḥîdi ‘ale’l-arḍ ...... xiv, 178, 182,
212, 241
Tanrı Nil Kıyısında Öldü ........................... 182, 212
Tarihin Cinsiyeti ................... 24, 46, 47, 83, 85, 237
Modern Mısır Romanı ................................112, 240
Te‘allemtu el-ḥub ........................................ 131,241
Muẕekkerâtu ṭabîbe..................... 182, 214, 219, 241
Tek Tanrılı Dinler Karşısında .... 14, 15, 17, 34, 120,
Muẕekkerâtun fî sicni’n-nisâ.............................. 136
Müslüman Kardeşler’den Yeni Osmanlılar’a
İslamcılık ...............................................125, 238
Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik ..... 151,
186, 243
166, 172, 181, 217, 229, 237
The Essential Nawal El Saadawi A Reader 56, 132,
245
The Liberation of Women .......................... 105, 239
The Matriarchate ................................................. 27
Orientalism .......................................................... 50
The Woman’s Bible .............................................. 27
Paramparça .. 93, 148, 150, 160, 161, 171, 172, 236
Türk Romanında Kadın Kimliği (1946-1960) ... 228,
Petrol Diyarında Aşk .......................... 210, 211, 241
242
Roman Sanatı..............................................139, 247
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi ............ 9
Semanûne milyûn imra'a mea'nâ ....................... 109
Uçmak .................................................................. 20
Sukûtu’l-imâm.............................................188, 213
Why Keep Asking Me About My Identıty... 183, 216,
Şeytanın Masumiyeti .......................................... 137
Ta‘lîmu’l-mer’e ................................................. 106
241
Woman Church and State .................................... 27
Tahrîru’l-mer’e.............................................45, 100
281
Şekil 1 Duygu Asena-Bebekliği
Şekil 2 Duygu Asena ve Kardeşi İnci Asena
282
Şekil 3 Duygu Asena Annesi İle Birlikte
283
Şekil 4 Duygu Asena ve Kadınca Dergisi
284
Şekil 5 Duygu Asena
Şekil 6 Duygu Asena
Şekil 7 Duygu Asena-Cenazesi
285
Şekil 8 Nevâl es-Sa‘dâvî-Bebekliği
Şekil 9 Nevâl es-Sa‘dâvî'nin Büyükannesi
286
Şekil 10 Nevâl es-Sa‘dâvî Kardeşleri ile Birlikte
287
Şekil 11Doktor Nevâl es-Sa‘dâvî-1957
Şekil 12 Nevâl es-Sa‘dâvî Kahire'deki Evinde
288
Şekil 13Nevâl es-Sa‘dâvî Tahrîr Meydanı'nda
289
ÖZGEÇMİŞ
18 Nisan 1980 tarihinde İzmir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmir’de
tamamladı. 2002 yılında Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller
Bölümü Arap Dili ve Eğitimi bölümünden mezun oldu. 2006 yılında Gazi
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Yabancı Diller Bölümü Arap Dili ve
Eğitimi alanında “Arapça ve Türkçe Çevirilerde Sözcük ve Kalıplaşmış İfadeler
Düzeyinde Eşdizimlik Sorunları ve Çözüm Önerileri” isimli teziyle yüksek lisans
eğitimini tamamladı. 2006 yılında MEB burslu öğrencisi olarak Ürdün
Üniversitesi Diller Merkezi’nde eğitim aldı. 2009-2013 yılları arasında
görevlendirme ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nde Arapça (hazırlık sınıfları), Fars Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde
Temel Arapça (2.sınıf) ve Arapça Cümle Bilgisi (3.sınıf) dersleri verdi. Halen
İstanbul Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi’nde Arapça öğretmeni
olarak görevine devam etmektedir.
290
Download