İslam Ekonomisinin Sosyolojik Geri-Planı İbrahim A. Ragab Genel Sistem Teorisi veya basitçe, “sistem modeli” insan toplumunda ve ekonomik eylemde çok sayıda faktörü anlamlandırmada yardımcı güçlü bir araçtır. Faktörlerin çoklu dikey katmanları arasındaki ve yatay olarak etkileşim halinde olan işlevsel alt-sistemler arasındaki karmaşık etkileşimi anlamamıza yardım eder. Sistem Teorisi ekonomik sistemle alakalı olarak İslami perspektifin bütüncül karakterini kavramak için idealdir. Yapısal tezahüründe İslami inanç sistemi canlı bir ekonomik sistem için güçlü toplumsal destek sağlar; bu türden bir ekonomik alt-sistem dayanışmacı, müşfik ve adil bir toplumun refahına katkıda bulunur. İslami Kurumsalcılık: Bir Sistem Perspektifi Sosyologlar, iktisatçılar ve iktisat sosyologları ekonomik faaliyetleri toplumsal eylemin bütünlüğü içerisinde uzun süredir kavramsallaştırmışlardır. Fakat bu gayretler keskin farklılıklarla tahrip olmuştur. Teorisyenler dengesiz değerlendirmelere yol açacak biçimde şu ya da bu tekil faktörü diğer tüm faktörler aleyhine vurgulama eğilimine sahiptir. Örneğin, rasyonel-tercih teorisyenleri toplumsal eylemin bütünlüğünü dar ekonomik kaygılara indirgemeye teşebbüs etmişler (bazıları bunu “ekonomik emperyalizm” olarak adlandırır) ve çok az başarı elde etmişlerdir. “Sosyolojik emperyalizm”deki veya ekonomik eylemi sosyal eylemin genel kavramları içinde boğan benzeri çabalar aynı kaderi paylaşmıştır. Bu aşırı konumlar ekonominin kaçınılmaz “gömülü oluşu”na dair karşı-argümanları davet etmiştir. Bu, iddia ve karşı-iddialarda yeteneklerin israfıdır! Bu çekişme içerisinde nihai kurban, kısmen uzun süredir entelektüel aşırılıklar ve kastî ihmallerle teorik olarak yönlendirilme (daha doğrusu yanlış yola saptırılma) sonucu kalıcı problemlerin musallat olduğu dünya ekonomisidir. Talcott Parsons, klasik çalışmaları Toplumsal Eylemin Yapısı (1937)’nda ve Toplumsal Sistem (1951)’de karmaşık meselelere izah sunan sistematik bir çerçeve sunar. “İnsan hayatının bütünselliği”ni karşılıklı bağımlılık ve etkileşim içerisinde olan dört sistemin düzeylerinin hiyerarşisi açısından 1 zekice tasvir eder: kültürel sistem, sosyal sistem, kişilik sistemi ve organik sistem. Fakat “kültürel sistem” üzerinde, ve aslında ona yöne veren, “nihai gerçeklik” alanını tanımlar. “Sosyal sistem” entegre edici yapısal düzeyde insan toplumunun temel kurumsal yapısını içerir. Özellikle, din, eğitim ve aile gibi toplumsal sistemin temel değerlerini korumakla ilgili olan “kalıp devamlılığı” kurumlarıdır. Bu kurumlar devamlı surette etkileşim içerisindedir: “amaç-gerçekleştirme” alt-sistemi siyasal kurumda merkezidir ve “uyum” alt-sistemi ekonomik kurumda merkezidir. Bu temel kurumların etkileşimi ve karşılıklı bağımlılığı ekonomik sistemin işleyişini, özellikle İslami perspektifte işleyişini, anlamak için bir çerçeve sunar. Toplumsal sistemlerin kurumsallaşmış kültürel değer kalıplarını sosyalleşme toplumun temel değerlerinin bireysel kişiliğin bir parçası olmasını temin edecek şekilde içselleştiren bir süreç - aracılığıyla devam ettirdiği not edilmelidir. Sistem düşüncesi, sosyal değerlerin tüm toplumsal kurumları meşrulaştırdığı ve nihai olarak şekillendirdiği temel fikrini vurgular. Sosyalleşme sürecinin başarısı oranında toplumsal aktörler bağımsız, “otonom birimler” olarak hareket etmekten ziyade tüm sistemin etkin işleyişine katkıda bulunacak şekilde “bağlı parçalar” olarak hareket ederler. Bu prensip hem bireylerde hem de kolektivitelerde geçerlidir ve bir bütün olarak toplum için kapsamlı sonuçlara sahiptir. Şimdi bu sistemik anlayışı İslami toplum kavramına uygulayalım. İslam, özünde, sadece kişisel, özel, ritüelistik olmaktan çok uzak bütüncül “kurumsal” bir dindir. Kişisel kurtuluş uygun kurumsal düzenlemeler çerçevesinde yaşamak dışında hemen hemen hiç elde edilemez. İslam’ın hem manevi hem de kurumsal yönleri aynı derecede sadakati talep eder. Dolayısıyla, örneğin, bir Müslüman için borca faiz almak veya ödemek beş vakit namazı ihmal etmek kadar günahtır. İslami inanç sistemi hem toplumsal kurumları hem de bireysel kişilikleri şekillendirir. Dolayısıyla uluslar-üstü şirketlerin işlemleri, bu şirketlerin her düzeyinde karar-alma işinden sorumlu olan bireyler tarafından gerçekleştirilen manevi gelişmeden bağımsız görülmez (yani, Allah’a bağlılık türü). İslami “kurumsalcılık” bu dünyada olup biten şeylere anlam veren ve bu dünyanın ötesinde nihai varoluşsal sorulara cevap sağlayan kapsamlı İslami inanç sisteminde kök salmıştır. Tüm sistemin düzgünce işleyişi için hayati önemde olan temel yapısal düzenlemelere yön vermek için dizayn edilen belirli dini değerler sağlar. Fakat yapısal düzenlemelerin işleyişi etkin biçimde bu değerleri kendi kişiliklerinde içselleştirmiş bireylerin toplumsal rol-performansına bağlıdır ve böylece İslami sistem – beşeri varoluşun temel boyutlarının her birisini genel şemanın içerisinde uygun yerine yerleştirerek - bir bütün olarak çalışır. İslami kurumsalcılık, böylece, adalet ve hikmette maksimuma ulaşır çünkü İslam her şeye kâdir Allah tarafından dizayn edilmiştir. 2 İslami İnançlar ve Kurumlar Ekonomik Uygulanabilirliği Teşvik Eder İslam’ın ekonomik hayata dair ne söylediğinin bir tasviri bu makalenin kapsamı dışındadır. Burada, İslam’ın sadece sosyal adalet ve çevresel devamlılık mülahazaları ile frenlenmiş ekonomik gelişme ve refah için tüm kapıları açtığını söylemek kâfidir. Bu görüşü destekleyen delil bu ansiklopedinin çoğu maddesinde bulunabilir. Yine de, modern Müslüman ülkelerde gözlemlenen az gelişmişlik bu iddiayla çelişir gözükebilir. Bu meselenin tarihi/kurumsal bir perspektiften analizi İslam’ın kendisinin, takipçilerinin az gelişmişliğine asla yol açmadığını gösterir. Aşağıdaki bibliyografyanın göstereceği üzere yakın dönemde yapılan çalışmalar bu meseleye dair anlayışımızı artırmıştır. Marcus Noland’ın dediği gibi “Şimdi, delillerin ima ettiği üzere İslam aslında gelişme için iyi olabilir…”. Bu, Müslüman sosyal bilimciler için, işin aslını olduğundan çok daha az gösteren bir ifadedir. Neden? Şunu ele alalım: İslami inanç sistemi rasyonel düşünmeyi teşvik eder. Nasıl? İnsanları hurafeden ve din adamlarının veya diğer aracıların otoritesine körü körüne itaatten kurtararak yapar. İslam insanların nihai olarak sadece kâdir-i mutlak, âlim-i mutlak olan yaratıcılarına karşı sorumlu olduklarını öğretir. Bu inançlar müminlerin kalplerini doldurduğu zaman ellerinden gelenin en iyisini, kendileri ve milletleri için en iyi olanı yapmaya, hem bu dünyada hem öte dünyada sadece Allah’tan mükâfat beklemeye sıkıca motive olurlar. İnananlar sistemin otonom “unsurları” olarak değil adanmış “parçaları” olarak hareket ederler. Bireyler, Allah’ın hareketlerini gördüğünün, niyetlerini ve yapmacık hallerini bildiğinin bilincinde olarak vicdanlı, vazifeşinas olur ve kendi kendilerini kontrol ederler. İslami inanç sistemi Fukuyama’nın 1989 tarihli “Tarihin Sonu mu?” başlıklı makalesinde tespit ettiği “manevi boşluk … liberalizmin özündeki boşluk”u doldurur. Dahası, eğer bireyler kendi-kendilerini kontrol ediyor ve Allah’tan korkuyorlarsa başkalarına güvenir ve kendileri de güvenilirdir. Güven, Fukuyama’nın gayretli biçimde dini inanca alternatif bir sosyal ahlak teklif ettiği Güven: Sosyal Erdemler ve Refahın Yaratılması (1995) başlıklı kitabında toplumların ekonomik ilerlemesi için gerekli şarttır. Yalnız, İslam’ın hem liberalizme hem de komünizme bir alternatif teşkil ettiğini kabul etmekle birlikte İslam’ın evrensel olarak kabul göreceği ihtimalini aceleyle reddeder. Sosyal gruplar, örgütler, topluluklar ve kurumlar, bunların içerisindeki bireyler ortak İslami değerler ve yönelimlere göre hareket ettiğinde, kaçınılmaz olarak dayanışmayı ve işbirliğini teşvik eder. Bu bir güven ve karşılıklı yardımlaşma atmosferini destekler. Aile, cami, okul ve medya hepsi de Allah’ın rızasını talep eden kenetlenmiş bir toplumun işleyişinde merkezi olan aynı ortak değerler ve emirler setini teşvik eder. 3 Burada özellikle ilgili olan İslam’da iyi yönetim meselesidir. Siyasal sistemler doğal olarak iktidar işleri ile meşgul olabilir. Fakat Müslüman bir toplumda “kamusal menfaati” takip etmeye dair Allah’ın emirlerine riayet çok önemlidir; sadece göstermelik veya yalan söyleyerek değil, zira herkes bilir ki Allah’ı kimse aldatamaz. Bir Müslüman, diğerlerine asla adaletsiz davranmaksızın, kardeşinin gözeticisi olur. Piyasada ve mahallede resmi ve gayri resmi hisbe bu ideallerden sapmaları erkence tespit ve düzeltmeleri teşvik etmeyi temin eder. Bu, her bir aşamada detaylı ve maliyetli yasal sistemleri lüzumsuz kılar. Bu, ekonomik alanda ve ekonomi dışı alanlarda dini/sosyal değerlerin ciddi biçimde ihlaline karşı mücadele etmede üçüncü müdahale çizgisidir. Sistemin nihai olarak iyi bir hayat için Allah’ın takdir ettiği şekilde çalışmasını temin için tesis edilmiştir. Ekonomik Sistem Toplumsal Uygulanabilirliği Destekler İnsanların enerjilerinin ve yeteneklerinin, insanlara veya çevreye zarar vermeden tabii kaynakları kullanacak biçimde kontrol edilip yönlendirilmesine yönelik canlı bir ekonomik sistemin tesisi örgütlü bir toplumsal hayatın yüce amacıdır. İslami ekonomik bir sistemin hedeflediği şey tam olarak budur. İslam, bireyin ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için çalışırken yapabildiğinin en iyisini yapmasını teşvik eden bir “iş ahlâkı”nı yüceltir ve bu norma Allah’a ibadet etme seviyesinde moral değer verir. Dahası, faizin, riba, yasaklanması ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan risklerin ve kazançların paylaşılmasını teşvik etmeye yöneliktir. Bu, zenginliğin az sayıda kişinin elinde parazitik temerküzünü ve fakirleşmiş bir grubun sistemik olarak meydana gelmesini engellemek içindir. Bunu daha da pekiştiren şey, sosyal adaleti temin edecek ve fakirliği ortadan kaldıracak tembel spekülatif faaliyetlerin sıkı biçimde yasaklanmasıdır. Zekat, vakıf kurumları ve miras kuralları zenginliğin adil dağılımı ile toplumsal barışa ve düzene katkıda bulunur. Bu tedbirlerin, herhangi bir özel sınıf ya da sosyoekonomik gruba karşı önyargı ile suçlanamayacak Allah tarafından tesis edildiğini not etmek gerekir. Eğer böylesine faydalı tedbirler sadece “kişisel çıkar”la hareket eden fanilerin konsensüsü ile araştırılsa idi, insanların bu tedbirleri kabul etmesi bin yıl alır ya da kanlı iç savaşlar gerektirirdi. Fakat bu ilahi kaynaklı düzenlemeler ve emirler kutsal kaynaklı oluşundan dolayı kolayca kabul edildi/edilir. Bu tedbirlerin tümü, aşırı adaletsizlikten kaynaklanan toplumsal ihtilaflardan ve radikal gerilimlerden mümkün olabilecek en azade toplumlar meydana getirir. İslami perspektifte ekonomik birimler de tüm sistemin “bağlı parçaları” olarak hareket eder. Toplumun bütünlüğünü kendi hissedarları ve idarecilerinin kârını maksimize etme tapınağına kurban etmezler. Politikaları 4 topluluğu ve hatta çevreyi geniş hissedarlar olarak değerlendirir ve sadece reklam amaçlı değil ciddi biçimde hesaba katar. Ekonomik birimler toplumsal sorumlulukları ayak bağı olarak düşünmez. Uzun vadede, bu sorumlulukların yerine getirilmesinin herkesin menfaatine olduğu kabul edilir. Sistem perspektifinden tüm toplumsal alt-sistemler ahenk içerisinde çalışıp birbirini desteklediği zaman hepsi de daha üst bir düzey verimlilikte işler. Dürüstçe ödenmiş vergilerle finanse edilen mükemmel sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanan, Allah’tan korkan hayırsever bir toplumca temin edilen kişisel ve kurumsal refah yardımları alan iktisaden güvenli aileler, ekonomiye güzelce hizmet edecek yetkin, güvenilir bireyler yetiştirir. Bu, toplumsal uyuma/birliğe katkıda bulunur ve toplumu temel toplumsal problemlerden kurtarır. Kaynaklar Barber, B. (1995). All economies are 'Embedded': The career of a concept, and beyond. Social Research 62(2): ss. 387-413. Beckert, J. (2003). Economic sociology and embeddedness: How shall we conceptualize economic action? Journal of Economic Issues 37(3): ss. 769787. Chapra, M. U. (2000). Is it necessary to have Islamic economics? Journal of Socio-Economics 29(1): ss. 21-37. Dequech, D. (2003). Cognitive and cultural embeddedness: Combining institutional economics and economic sociology. Journal of Economic Issues 37(2): ss. 461-470. Fukuyama, F. (1992). The end of history and the last Man. New York: Free Press, Simon & Schuster. Fukuyama, F. (1995). Trust. New York: Free Press, Simon & Schuster. Noland, M. (2003). Is Islam a drag on growth? Far Eastern Economic Review 166(42): s. 29. Ragab, I. A. (1980) “Islam and development” Edit. Jameson, K. P. and Wilbur, C. K. Religious values and development. Oxford: Pergamon Press. Sharif, M. (2003) Application of Islamic economic system in a contemporary economy: An illustration with poverty and inequity in the USA. Humanomics, 19 (3/4): ss. 41-56. 5