miyom belirtisi - İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü

advertisement
PROF. DR. SELAMİ ALBAYRAK
Kıymetli okurlar;
Değerli
İstanbul’da
Sağlık okurları
Çağımızın en önemli sağlık
sorunlarından olan kanser, sebebi
bilinen ölümler sıralamasında kalp ve
damar hastalıklarından sonra ikinci
sırada yer alıyor. Bu yönüyle önemli
bir halk sağlığı sorunu olan kanserin,
200’den fazla türü bulunuyor. Tüm
doku ve organlarda gelişebilme özelliği
taşıyan, kalıtımsal faktörler yanında
sigara, çevre kirliliği, yanlış beslenme
gibi çevresel faktörlerinde etkisiyle
ortaya çıkan kanserin tedavisine yönelik
araştırmalar aralıksız sürüyor. Ancak bu
araştırmalara rağmen, kanserin halen
öldürücü olduğunu, bıraktığı sakatlıklar
ve tedavideki yüksek maliyetler nedeniyle
ülke ekonomisi ve iş gücünde ağır
kayıplara neden olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün, tüm dünyadaki sağlık otoriteleri
akılcı kanser mücadele politikaları
geliştirmek için mesai harcıyor. Şu
konunun altını çizmek gerekiyor ki;
günümüzde kanser sadece pahalı ilaç
vb. tedaviler ile kontrol altına alınabilecek
bir hastalık olmadığı gibi, sadece tıp
otoritelerinin sorumluluğunda bir konu
da değildir. Kanseri önlemede ve erken
teşhis etmede halen toplum bilinci en
önemli kriterdir. Bu anlamda, bireylerin
öncelikle kansere yakalanmamak için
gerekli önlemleri almaları, hastalığın
ön işaret ve belirtilerini takip etmeleri
gerekmektedir.
İstanbul Sağlık Müdürlüğü olarak,
kanser konusunda farkındalık oluşturmak
amacıyla çok sayıda sempozyum
ve toplantı gerçekleştiriyoruz. Bu
toplantıların halkımızın konu hakkındaki
duyarlılığının artmasında önemli rolü
olduğu kanaatindeyim. Bu toplantılara
ek olarak bu sayı 4 Şubat Dünya Kanser
Günü olmasından hareketle Türkiyenin
kanser mücadelesinde geldiği noktaya
mercek tutmak istedik .
Geçtiğimiz ay, aynı zamanda sağlık
çalışanlarımızın bayram ayı oldu.
Vatandaşlarımızın sağlık hizmetlerinden
tam manasıyla yararlanabilmeleri için
var gücüyle çalışan, gece-gündüz,
kar-çamur, bayram-tatil demeden
büyük bir özveriyle çabalayan sağlık
çalışanlarımızın 14 Mart tıp Bayramını
hep birlikte kutladık. Bu kapsamda,
vatandaşlarımızı hareketli yaşama teşvik
etmek için birçok farklı organizasyon
ve etkinlik gerçekleştirdik. Bu
etkinlikler kapsamında 13 Mart Pazar
günü, II. Abdülhamid Han’ın kurucusu
olduğu Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve
Araştırma Hastanesi’nden başlayıp,
yine II. Abdülhamid Han’ın kurucusu
olduğu Mektebi Tıbbiyeyi Şahane’ye
bir diğer adıyla Sağlık Bilimleri
Üniversitesi’ne kadar süren bir bisiklet
turu düzenledik. Başta sağlık yöneticileri
ve çalışanlarımız olmak üzere bir çok
sivil toplum kuruluşu ve derneğin
katılımıyla düzenlenen etkinliğimiz, renkli
görüntülere sahne oldu. Söz konusu
organizasyonda, emeği geçen tüm
çalışanlarımıza teşekkürler.
Dergimizde, her sayıda olduğu gibi bu
sayıda da çok değişik konu, haber ve
ropörtaja yer verdik. İşlevsel, hijyenik,
hafif, dayanıklı ve ucuz olması sebebiyle
tercih edilen plastiklerin, sağlığımız
açısından ortaya koyduğu riskleri
sizler için araştırdık. Biberonlardan, su
ihtiyacımızı karşıladığımız pet şişelere,
gıda saklama kaplarından, köpük
bardaklara kadar günlük hayatımızda
kullandığımız pek çok plastik eşyanın,
sağlığımız açısından hayati risk
taşıdığına vurgu yaptık. Umuyorum, bu
konuda farkındalık edinmenize katkı
sağlayabilmişizdir.
Bununla birlikte anevrizmadan,
vereme, böbrek hastalıklarından, adet
düzensizliğine kadar pek çok farklı konu
sayfalarımızda yer bulmayı sürdürdü.
Her sayı ilgiyle takip ettiğiniz sağlık
çalışanlarımızın meslek hatıraları ve ünlü
röportajlarına da yer vermeye devam
ettik. Dergimizde merak ettiğiniz pek
çok konuya cevap bulacağınızı ümit
ediyorum.
Ben, tekrar emekleri hiçbir maddi
değerle karşılanması mümkün
olmayan, sağlık teşkilatımızın 14
Mart Tıp Bayramını kutluyor, başarılı
çalışmalarının devamını diliyorum.
Sağlık, mutluluk ve huzurla kalın.
5
Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun
14 Mart Tıp Bayramı Mesajı
Hedef boy
anne-baba
ortalaması!
28
Kanserden değil,
geç kalmaktan
korkun!
14
Hekimlere
yönelik şiddet
önlenebilir mi?
6
22
16
Eyvah!
Bebeğimin
gazı var
Dikkat!
Gıda yerine
plastik
tüketiyoruz
Sağlıklı yaşam için
günde 2 bardak süt
Türkiye’de
Yaklaşık 2 Milyon
İnsanı Tehdit
Ediyor!
32
48
SAHİBİ
İstanbul Sağlık Müdürlüğü adına
İstanbul Sağlık Müdürü
Prof. Dr. Selami Albayrak
SORUMLU
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Selcan Yücel
selcanyucel@hotmail.com
YAZI İŞLERİ
Gülşen Mermer
EDİTÖR
Hilal İnaltekin
Mustafa Kaan Bulut
Dikkat!
Beyninizde
saatli bir bomba
olabilir
54
58
Sağlık
Müdürlüğü’nden
Muhakkiklik
Eğitimi
38
Mobbing
hayatımızla birlikte
sağlığımızı da
bozuyor
60
Çocuğunuzun
öfke nöbetleri
ile nasıl başa
çıkabilirsiniz?
KONSEPT DANIŞMANI
Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu
YAYIN KURULU
Uzm. Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy
Dr. Bekir Turan
Av. Ülker Kuğu
Hediye Ünver
BİLİMSEL DANIŞMA
KURULU
Prof. Dr. Fahri Ovalı
Prof. Dr. Hamit Okur
Prof. Dr. Murat Elevli
Prof. Dr. Recep Özturk
Prof. Dr. Selami Albayrak
Prof. Dr. Yüksel Altuntaş
Doç. Dr. Adem Akçakaya
Doç. Dr. Mustafa Bilici
Doç. Dr. Özgür Yiğit
Op. Dr. Sadiye Eren
GÖRSEL TASARIM VE
YAYINA HAZIRLIK
Onüç Reklam Prodüksiyon
San. Ve Tic. Ltd. Şti.
Nisbetiye Mahallesi
Hakkışehithan Sokak No13
B blok, D2 34377
2.Ulus, İstanbul
Telefon +90 212 270 54 50
Faks +90 212 270 13 59
www.13reklam.com.tr
FOTOĞRAF
Umut Erşah
REKLAM VE SATIŞ
PAZARLAMA
Selcan Yüce
selcan.yucel@saglik.gov.tr
Telefon +90 212 453 07 46
BASKI
Hat Baskı Sanatları
Litros yolu 2. Matbaacılar Sitesi
A Blok Za 5 Topkapı İstanbul
Telefon +90 212 567 77 66
YAZIŞMA ADRESİ
Basın Bürosu
İstanbul Sağlık Müdürlüğü
Peykhane Caddesi No10
Çemberlitaş İstanbul
Telefon +90 212 453 07 15
Faks +90212 638 30 36
www.istanbulsaglik.gov.tr
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Bu dergide yer alan yazılardan
kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile
3 ayda bir yayınlanmakta ve
ücretsiz dağıtılmaktadır.
Tıp Bayramı’nda
pedallar sağlık için çevrildi
bir eseri olarak üniversitesimiz geçen yıl
kuruldu. Bu yıl, ilk öğrencilerimizi aramızda
göreceğiz, bu vesile ile tüm öğrencilerimize
şimdiden başarılar diliyorum. Hepinize
katılımlarınızdan dolayı teşekkür ederek,
sağlık için pedal çevirdiğiniz için sizleri
kutluyorum.” dedi.
Sultan Abdülhamit
Han’ın bir
hastanesi’nden,
diğer bir hastanesine
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü’nün,
“13 Mart’ta
Sağlık İçin Pedal
Çeviriyoruz”
sloganıyla
düzenlediği bisiklet
turu 500’ün üzerinde
bisikletçinin katılımı
ile gerçekleşti.
Sağlık Bilimleri Üniversitesi ve Kalbin İçin
Pedalla Grubu’nun işbirliği ile düzenlenen
tura, İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami
Albayrak, Kalbin İçin Pedalla Grubu
Başkanı Şahidin Aydemir,
İl Sağlık Müdürlüğü yetkililerinin yanısıra,
çok sayıda sağlık personeli ve vatandaş
katıldı.
Boğaziçi Köprüsü
bisiklet ile geçildi
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma
Hastanesi’nden saat 11:00’de başlayan
tur, Boğaziçi Köprüsü üzerinden
geçilerek Sağlık Bilimleri Üniversitesi
Haydarpaşa Kampüsü’nde tamamlandı.
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü
Prof.Dr. Cevdet Erdöl, İl Sağlık Müdürü
Prof. Dr. Selami Albayrak ve Kalbin İçin
Pedalla Grubu Başkan Yardımcısı Afacan
Dilekçi’nin konuşmaları ile başlayan
etkinlik, emeği geçenlere plaket takdim
edilmesi ile sürdü. Katılımcılara çekilişle
sürpriz hediyeler verilen törende, Sağlık
Bilimleri Üniversitesi’nde sergilenen
Osmanlı arşivlerinin yer aldığı “Geçmişten
Günümüze Mekkeb-i Tıbbiye” sergisi de
gezildi. Etkinlik, müzik dinletisi ve kokteylin
ardından etkinlik sona erdi.
Sağlık için pedal
çevirdiğiniz için
sizleri kutluyorum
Törende konuşan Sağlık Bilimleri
Üniversitesi Rektörü Erdöl, “Modern tıp,
14 Mart 1827’de II. Mahmud tarafından
başlatılmış bir eğitimdir. Bu eğitimi
1903 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane
binasına taşıyan II. Abdülhamid Han’dır.
O döneme ait Osmanlı arşivlerinden elde
ettiğimiz 60 tane belgeyi, sergimizde
görebileceksiniz. Diğer bir önemli nokta
ise 14 Mart tıp bayramının 1919 yılında
işgalcilere bir başkaldırı olarak, Tıbbiyeliler
tarafından ortaya konmuş olmasıdır. Tıp
Bayramını bu tarihten itibaren geleneksel
olarak kutlamaya başlamış bulunuyoruz.
Türkiye’de son 10-15 yılda sağlık alanında
çok ciddi bir dönüşüm uygulanıyor. Bunun
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
önünde açıklamalarda bulunan
Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak ise
yapılan etkinliğin oldukça renkli ve keyifli bir
yarış haline geldiğini belirterek
“Kalbin İçin Pedalla grubu ile yaptığımız
bu etkinlikle, sağlık çalışanlarımızın
14 Mart Tıp Bayramını kutlamış oluyoruz.
Biz bu haftayı bisiklet ile kutlamak istedik.
Bisikletin bir spor malzemesinden öte,
gündelik hayatın içerisine giydirilmiş bir
enstrüman olarak kullanmamız gerektiğini
düşünüyorum. Umut ediyorum ki bundan
10 sene sonra artık bir bisiklet turu yapalım
demeyeceğiz, çünkü herkes sabah evinden
çıkıp işine ya da sosyal etkinliğine giderken
bisikleti kullanıyor olacak. Bu farkındalığı
yaratmak adına bütün bisiklet severler
ile bir araya geldik. Sultan Abdülhamit
Han’ın Avrupa yakasında yaptırdığı bir
hastanesinden, Anadolu yakasında
yaptırdığı diğer bir tıp okuluna Boğaziçi
Köprüsünü geçerek ulaşacağız. Tüm
bisiklet severler buradalar, güzel bir etkinlik
olacağını düşünüyorum.” diye konuştu.
Bisiklet bir
farkındalık yaratabilir
Kalbin İçin Pedalla Grubu Başkan
Yardımcısı Afacan Dilekçi, “Sağlık İçin
Pedal Çeviriyoruz” etkinliği ile bir farkındalık
yaratmaya çalıştıklarından bahsederek, “
Bisikletin, özellikle büyük şehirlerin yaşam
şartlarından, hareketsizlikten kaynaklanan
sağlık sorunlarına, obeziteye, çevreye, birey
ve toplum ekonomisine, kent içi ulaşıma
çözüm olabileceğini düşünüyorum.
Bu farkındalığı geliştirmek için pedal
çevirdiniz. Hepinize katkılarınızdan dolayı
teşekkür ediyorum. “ şeklinde konuştu l
Sağlık Bakanı
Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun
14 Mart Tıp Bayramı Mesajı
Ülkemizde, modern ve bilimsel ölçekli
ilk tıp eğitiminin başladığı 14 Mart, aynı
zamanda milletimizin bağımsızlık uğruna
yaktığı ateşin ilk kıvılcımının tarihidir.
Tıbbiyeliler, 14 Mart 1919’da İstanbul’u
işgal eden düşman kuvvetlerini protesto
ederek, milli mücadelemizin öncülüğünü
yapmış ve İstiklal savaşımızda önemli bir
rol oynamıştır.
Hekimlik, tarih boyunca var olan itibarlı ve
saygın bir meslektir. Özünde insana hizmet
etmek ve hayat kurtarmak olan bu meslek,
ancak yoğun bir sevgi ve aşkla icra edilebilir. Bu onurlu mesleğin mensupları olarak
da bizler, insanımızın her şeyin en iyisine,
en güzeline layık olduğuna inanıyor ve
bunun için gayret gösteriyoruz.
Bizler bu inançla bu şevkle ülkemizin
sağlığını bir adım daha ileriye taşımanın
gayreti içinde olurken maalesef birileri
de bu güzel tabloyu tersine çevirmenin,
akamete uğratmanın derdine düştüler.
Bölücü Terör Örgütü başta olmak üzere
bütünlüğümüze kast edenler Türkiye’nin
güçlü yarınlarını hedef almakta. Onların
kan kusan silahlarına, yollara döşedikleri
mayınlarına, hastanelerimize isabet eden
roketlerine rağmen sağlık çalışanlarımız
canları pahasına sağlık hizmetini hiçbir zaman aksatmadı, aksatmayacaktır.
Dört sağlık çalışanı kardeşimiz hain terör
örgütünün kurşunlarına hedef oldu. Sağlık
Memuru Eyüp Ergen ve Ambulans Şoförü
Şeyhmus Dursun Şırnak’ta, Aile Hekimi Dr.
Abdullah Biroğul ve Eczacı Yunus Koca
Diyarbakır’da şehadete yürüdü. Onlara bir
kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.
Bu gün vesilesiyle hepimizi derinden
yaralayan, kültürümüzle inançlarımızla
bağdaşmayan bir konuya daha değinmek
istiyorum. Sağlık çalışanlarımıza yönelik
şiddet… Hiçbir meşru gerekçesi olmayan bu ayıbın önüne geçmek için ağır
yaptırımlar getiriyoruz. Diğer kurumlarla da
işbirliğine giderek gerekli yasal düzenlemeleri en kısa sürede hayata geçireceğiz.
Vatandaşlarımızdan da kendi hayatları için
ter döken çalışanlarımıza, “Şifa Veren Ele
Vefa” diyerek daha anlayışlı yaklaşmalarını
istirham ediyorum.
Ülkemizin sağlığını bu günlere taşıyan,
gece gündüz demeden fedakarca görev
yapan tüm sağlık çalışanlarımıza bu
ülkenin Sağlık Bakanı, bir ferdi olarak
şükranlarımı sunuyorum. Onların bu
çabalarının karşılığını verebilmenin, onların
daha iyi şartlarda görev yapmalarını
sağlamanın gayreti içinde olduk. 14 Mart
dolayısıyla hekimlerimiz ve tüm sağlık
çalışanlarımızın gerek özlük hakları
gerekse uzun zamandır gündemde olan
fiili hizmet zammı konusundaki beklentilerinin karşılanması noktasında önemli
adımlar attık. Ülke imkanları elverdiğince
iyileştirmelerimize devam edeceğiz.
Bu duygu ve düşüncelerle büyük özveriyle
görev yapan tüm sağlık çalışanlarımızın
14 Mart Tıp Bayramını kutluyor, bu uğurda
hayatını kaybeden çalışanlarımıza bu gün
vesilesiyle bir kez daha Allah’tan rahmet
diliyorum.
Dr. Mehmet Müezzinoğlu
T.C. Sağlık Bakanı
UZM. DR. FULYA ERMAN
ROCHE İLAÇ TÜRKİYE MEDIKAL DİREKTÖRÜ
Kanserden değil,
geç kalmaktan
korkun!
Ülkemizde her yıl
180 bin yeni kanser
tanısı konuluyor.
Bu vakaların beşte
üçünü erkekler,
beşte ikisini ise
kadınlar oluşturuyor.
Peki bu denli
yaygın görülen ve
ölümcül sonuçlar
doğurabilen
kanserin ne kadar
farkındayız?
Kanserde vücudun
verdiği sinyalleri ve
korunma yöntemleri
hakkında yeterince
bilinçli miyiz?
Bu soruların
cevabını Uzm. Dr.
Fulya Erman verdi.
Tıp dilinde “kontrolsüzce hücre bölünmesi”
olarak tanımlanan kanserin, ölümcül
sonuçlar doğrurabilen hayati bir hastalık
olduğunu söyleyen Erman, hastalığın yaşam
şekli, yaş, cinsiyet ve genetik gibi pek çok
faktörle ilişkili olabildiğini belirtiyor. “Hastalar
kanserden değil, geç kalmaktan korkmalı”
diyen Erman, kansere yönelik bilincin ve
farkındalığın artırılması gerektiğine vurgu
yapıyor. Türkiye’de kadınlarda en sık
görülen kanser türünün meme, erkeklerde
ise akciğer kanseri olduğunu ifade eden
Uzm. Dr. Fulya Erman, ideal vücut ağırlığını
koruma, sağlıklı beslenme, sigara ve
alkolden uzak durma gibi yaşam tarzı
değişiklikleri ile kanser gelişiminin önüne
geçilebileceğini belirtiyor. Erman, 4 Şubat
Dünya Kanser Günü kapsamında Türkiye’nin
kanser ile mücadelesi, sık görülen kanser
türleri ve kanserden korunma yöntemleri
hakkında şu bilgiler veriyor.
Kadınlarda meme
kanseri ilk sırada
yer alıyor
Türkiye’de cinsiyete göre kanserin sebep
olduğu ölümlere bakıldığında; kadınlarda
ilk sırada meme kanseri ardından akciğer,
mide, kolon-rektum ve serviks kanseri
görülüyor. Meme kanseri belirtileri arasında;
memede veya koltuk altında ele gelen
kitle (sertlik, şişlik), meme başında tek
kanaldan kanlı veya şeffaf renkli akıntı,
meme başında içe doğru çekilme, çökme
veya şekil bozukluğu, meme başı derisinde
soyulma veya kabuklanma gibi değişiklikler,
meme cildinde yara veya kızarıklık, meme
cildinde ödem, şişlik ve içe doğru portakal
kabuğu görünümü şeklinde çekintiler
olması, memede büyüme, şekil bozukluğu
veya asimetri ya da renginde değişiklik,
kızarıklık gibi belirtiler yer alıyor.
Öksürükle birlikte
kan gelmesi akciğer
kanserine işaret ediyor
Akciğer kanserinde ise hastaların %25’inde
kanser hiçbir belirtiye neden olmuyor.
Dolayısıyla bu hastalık genellikle akciğer
röntgeni çektirildiğinde öğreniliyor. Bu
sebeple düzenli olarak kontrol yaptırmak
akciğer kanserinin belirlenmesinde
hayati öneme sahip. Bu hastalar dışında
kalanlarda ise yeni başlamış öksürük,
göğüs bölgesinde kesif ve geçmeyen
ağrı, öksürükle birlikte kan gelmesi, nefes
almada güçlük, nefes alıp vermede hırıltı
gibi belirtiler görülebilir. Akciğer kanseri
belirtileri; akciğerlerdeki tümöre bağlı
olarak hastanın kanında, hormonlarında
ve vücudun diğer bölgelerinde kendini
gösterebilir.
Mide kanseri belirti vermeyebilir
Mide kanseri de akciğer kanseri gibi
genellikle sinsi seyir gösteren bir hastalıktır
ve oldukça geç anlaşılabilir. Karında mide
bölgesinde rahatsızlık hissi en sık gözlenen
belirtidir. Hastalığın ileri evrelerinde kilo
kaybı, karın ağrısı, iştahsızlık, halsizlik,
yutma güçlüğü, bulantı, kusma, midede
dolgunluk ve şişkinlik hissi diğer belirtilerdir.
Rahim ağzı kanseri
kanama ile kendini
gösteriyor
Rahim ağzı kanseri de yavaş ilerleyen bir
kanser türü olduğu için ileri aşamalara
gelinceye kadar herhangi bir belirtiye yol
açmayabilir. Cinsel ilişki sonrası yaşanan
vajinal kanamalar rahim ağzı kanserinin
en sık görülen belirtisidir. Ek olarak adet
dönemi dışında yaşanan kanamalar rahim
ağzı kanserine işaret edebilir. Ayrıca
menopoz sonrası dönemde meydana gelen
kanamalar da dikkat edilmesi gereken
belirtiler arasındadır.
Rahim ağzı kanseri
ilerledikçe rahim ve
çevresinde bulunan
dokulara zarar vermeye
başlar ve idrarı tutmak
zorlaşabilir. Kabızlık,
iştahın azalması, kilo
kaybı, halsizlik gibi
belirtiler görülebilir.
İdrarda kan, kemik ağrıları, tuvalete çıkma
alışkanlıklarında değişimler, böbreklerin
şişmesine bağlı olarak yan bölgelerde
görülen ağrılar, bacaklarda ödem ve
dışkıda kan ilerlemiş rahim ağzı kanserinin
diğer belirtileri arasında bulunuyor.
Kolon rektum
kanserleri ileri
evreye kadar belirti
vermeyebiliyor
Kolon-rektum hastalarının ise bir kısmı,
hastalık ileri evreye ulaşıncaya kadar
belirtisiz kalabilecekleri gibi, en sık
karşılaşılan belirtiler dışkılama düzeninde
değişiklik (yeni ortaya çıkmış kabızlık veya
ishal, tekrarlayan), rektal kanama, dışkı
çapında azalma, dışkılama güçlüğü ve
benzeri şikayetler olarak gösterilebilir.
Erkeklerde ilk sırada
akciğer kanseri var
Erkeklerde kanserin sebep olduğu
ölümlerde ilk sırayı akciğer kanseri alıyor.
Bunu mide, karaciğer, kolon-rektum ve
prostat kanseri takip ediyor.
Karaciğer kanserinde
şişkinlik ve ani kilo
kaybına dikkat
Karaciğer kanseri olan birçok hastada
erken dönemde herhangi bir belirti
görülmeyebilir. Bununla birlikte karaciğer
kanserleri genellikle karında şişkinlik, ciltte
sararma, kaşıntı, karnın sağ üst kısmından
başlayıp sırta vuran ağrı, ani kilo kayıpları,
haftalar süren iştahsızlık, çok az yemek
yenmesine rağmen yemek sonrası tokluk
ve şişkinlik hissi, ateş, geceleri terleme,
genel sağlıkta ani kötüleşme, idrar
renginde koyulaşma ve soluk renkli dışkı
gibi sarılık belirtileriyle kendini gösterir.
Prostat kanserine
idrar yapma
problemleri ve sırt
ağrısı eşlik ediyor
Prostat kanserinin hiçbir belirtisi
olmayacağı gibi hastalar; idrar yapma
ile ilgili problemler, ereksiyon zorluğu,
semende veya idrarda kan ve sırt, bel,
kalça ve uyluk ağrıları ile karşılaşabilir.
İdrar yapma ile ilgili problemler; idrar
yapamama, idrar yapmaya başlama ya
da durdurmada zorlanma, sık sık idrara
çıkma, geceleri idrara çıkma, idrar
akımında zayıflama, kesik kesik zorlanarak
idrar yapma, ağrılı idrar yapma şeklinde
olabilir. Bu belirtiler kanser dışı nedenlere
(prostat büyümesi, enfeksiyon gibi) de
bağlı olabilir l
Kişiye özel tedavi çağın
tedavi şekli olacak
Modern tıp; genetiğin, genomiğin ve
proteomiğin yanı sıra yeni teknolojilerden
gelen anlayışları da birleştirir. Bu, büyük
ölçüde sağlık ve hastalık mekanizmaları
hakkındaki bilgilerimizi artırdı. Bugün,
hastalıkların biyolojisini takip edebiliyoruz
ve bu bilgiyi sağlık hizmetlerinde bir sonraki
gelişmelere yol açacak ya da yön verecek
yeni tedavilere çevirebiliyoruz. Kişiye
özel tedavi işte burada başlıyor. Mevcut
tedavilere oranla belirgin faydalar sağlayan,
klinik açıdan farklılaşmış tedaviler bugün
tam da sağlık hizmeti paydaşlarının talep
ettiği ve bütçe ayıracağı tedavilerdir. Yeni
tanı araçları ve hedefe yönelik tedaviler,
tıbbi tedavi alanında somut iyileşmeler
getirirken bütün paydaşlar için de değer
yaratmaktadır.
Kanser görülme
oranlarındaki artış
ve nedenleri
Son yıllarda kanser görülme sıklığında bir
artış yaşanıyor. Dünyada her yıl 14 milyon
kişi kansere yakalanıyor. Bunlardan 8
milyonu hayatını kaybediyor. Kanserdeki
artışta değişen hayat koşulları, beslenmehormonlu gıda tüketimi- alışanlıkları,
tütün ve obezitenin etkisi oldukça fazla.
Ayrıca hareketsiz yaşam tarzını getiren
çalışma biçimi, bilgisayar kullanımı da
diğer faktörler arasında yer alıyor. Ancak
gerek bu faktörleri ortadan kaldırarak
gerekse sağlık alanındaki gelişmelerle,
kişiye ve hedefe yönelik tedaviler gibi umut
verici gelişmelerle hayatını kaybeden bu
8 milyonun 4 milyonunu kısa dönemde
alınacak tedbirlerle, 5 yıl içinde hayatta
tutmak mümkün görünüyor.
Kanserle mücadelede
en önemli nokta
“Kişiye özel tedavi”
Hastalıklarla
mücadelenin artık
klasik ilaç tedavisinden
çıkıp genetik,
biyoteknoloji gibi
sofistike alanlarla iç
içe geçen kompleks
bir yapıya dönüştüğü
bir ortamda, ilaç
endüstrisinde de
çıta her geçen
gün yükseliyor.
Bu bağlamda, tıp
dünyasında “hastalık
değil hasta var”.
Genetik biliminin de
ilerlemesiyle kişiye özel
tedavi hız kazanıyor.
Kişiye özel tedavi,
doğru gruplara
doğru zamanda
doğru yöntemleri
uygulayarak, tedaviyi
hastaya uyarlamak
anlamına geliyor.
Kişiye Özel Tedavi, klinik açıdan farklılaşmış
ilaçların ana destekçisidir. Sağlık sisteminin
tüm üyelerine sağlam ve sürdürülebilir bir
değer sunar.
Her hasta aynı
ilaca aynı tepkiye
vermeyebilir
Aynı hastalığın teşhisi konulmuş iki hasta,
aynı ilaca farklı tepkiler gösterebilir. Bir
hasta uygulanan tedaviden fayda görürken,
bir diğeri arzu edilen klinik sonuçlar
yerine ilacın istenmeyen yan etkilerinden
muzdarip olabilir. Bu değişkenliğin
bir kısmı hastalar arasındaki genetik
ve diğer bazı biyolojik farklılıklardan
kaynaklanabilir. Kişiye Özel Tedavi altında
yatan düşünce de, bu farklılıkları moleküler
düzeyde değerlendirerek belirli hasta
gruplarının ihtiyaçlarına uygun, butik tedavi
yöntemleri geliştirmek. Bu yaklaşım, sağlık
hizmetlerinin daha iyi, daha güvenli ve daha
etkin maliyetli olması konusunda inanılmaz
bir potansiyele sahip.
Erken teşhis
hayat kurtarır
Sağlıklı yaşam davranışları, çevresel risk
faktörlerinin en aza indirilmesi ile kanser
vakalarının görülme sıklığı anlamlı derecede
azalabilir.
Bunların yanında
düzenli kanser
tarama programları
ve erken teşhis ile
kanser vakalarından
kaynaklanan ölüm
oranları ciddi şekilde
önlenebilir. Yine
toplumsal bilinçle hava
ve çevre kirliliği önlenir,
zehirli atıkların önüne
geçilmesi sağlanırsa
kanser vakalarının
görülme oranında ciddi
bir düşüş olabilir l
Kanserden
korunmak için:
• Kötü şartlarda hazırlanmış veya
üretilmiş besinleri tüketmemek
• Alkol ve sigaradan uzak durmak
• Stresten uzak fiziksel açıdan aktif bir
yaşam sürmeye özen göstermek
• Sağlıklı, dengeli ve düzenli
beslenme (özellikle Akdeniz diyeti
denilen taze sebze-meyve ve kabuklu
tahıllardan oluşan örneğin kepekli
ekmek gibi gıdalar) alışkanlığı
kazanmak kanser vakalarının görülme
sıklığını azaltmada büyük önem
taşıyor.
Gelecek için yenilikler geliştirirken,
tıbbi çözümleri hastaların hizmetine
hemen sunmanın gereğine inanıyoruz.
Hastaların yaşamlarını iyileştirmeye tutkuyla
bağlıyız.
Aynı bakış açısıyla hastaların
hayatlarına dokunup, onları iyileştirmek
için çalışan değerli hekimlerimizin
ve sağlık çalışanlarımızın
14 Mart Tıp Bayramlarını kutluyoruz.
Şeyda Coşkun:
“Ne yiyorsak,
oyuz”
‘’Formda kalmanın
ve sağlıklı olmanın
anahtarı haftada 2
gün oruç tutmakta
gizli..’’Bu sözler
ünlü yaşam koçu
Şeyda Coşkun’a
ait. 10 aylık Arat
isminde tatlı mı tatlı
bir oğlu olan Şeyda
Coşkun, beden
eğitimi fakültesi
mezunu. Hamilelik
sonrasında hızla
eski kilosuna dönen
genç anne, günde
30 kilometreye
yakın yürüdüğünü
söylüyor.
Beslenme üzerine master eğitimi alan
Şeyda Coşkun, ağırlıklı olarak hayvansal ve
bitkisel protein kaynakları ile beslendiğini
ve bundan büyük fayda gördüğünü
kaydediyor. Çoşkun, ‘’En sevdiğim ve
vazgeçemediğim gıdaların başında badem
gelir. Sadece bir kase badem yiyerek bir
öğün geçirebilirim“ diyor ve ekliyor:“Ne
yiyorsak oyuz“ Ekibimizi Ortaköy’de
bulunan yeni ofisinde ağırlayan Şeyda
Coşkun ile sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak
üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
İşte o söyleşiden notlar…
Öncelikle bize
biraz kendinizden
bahseder misiniz?
Hangi okul
mezunusunuz?
Ankara Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi
Fakültesi mezunuyum. Ankara Hacettepe
Üniversitesi’nde Beslenme üzerine master
yaptım. Doğma büyüme Ankaralıyım.
Beslenmeye çocukluktan beri ilgim var.
Bir dönem bir kolit rahatsızlığı geçirdim.
Bu durum bende müzmin bir kabızlığa
sebep oldu. Bu nedenle yediğim bütün
gıdaları 15 gün gibi kısa bir süre içerisinde
değiştirme kararı aldım. O zamanlar
üniversite öğrencisiydim. Bu dönemde
patates, ekmek, kırmızı et gibi bir çok gıdayı
hayatımdan çıkardım. Fakat iyileştikten
sonra bana iyi geldiğine inandığım gıdaları
yavaş yavaş beslenme programıma
ekledim.
Her gıda, her bünyede
aynı tepkiyi vermiyor
Aslında insan, vücudunu yaş ilerledikçe
çözmeye başlıyor. Yediğin gıdaların etkisini
tepkisini anlamak için, mutlaka bir süre
o gıdayı tüketip çıkan sonuca göre karar
vermek gerekiyor. Ben danışanlarıma da
öyle yapıyorum. Mesela bir gün sabah
yumurta, öğlen somon, akşam somon verip,
somonun vücuttaki tepkimesini çözüyorum.
O gıda sana iyi geliyorsa çok güzel
kilo verdiriyor, ferahlatıyor, bağırsakları
temizliyor.
Alerjen gıdaların
başında süt, yumurta
ve gluten içeren
yiyecekler var
Peki diyet
programlarına
başlarken sağlık
durumunu gösterir
bir test yaptırıyor
musunuz?
Genelde programın başında ve sonunda
tahlil yaptırıyoruz. Tam kan sayımı dahil,
tiroid, insülin gibi kilo vermeyi etkileyen
bazı hormonlara bakıyoruz. Sorun varsa
öncelikle doktora yönlendiriyoruz. Program
sırasında kolestrol, trigliserit, ürik asit gibi
değerlerin düşmesini hedefliyoruz.
Diyet çok sağlıklı bir
şey ama bu süreçte
her bakımdan vücudu
takip etmek gerekiyor.
Ben diyet programı
sonunda benimle
çalışan danışanlarıma
bir karne veririm.
“Vücuduna şu gıdalar,
çok iyi geliyor,
sonuçları iyi oldu. Şu
gıdalara dikkat et gibi“
10 yıldır bu işi yapan biri olarak diyebilirim
ki, insanların vücudunda ortalama allerjik
reaksiyon açısından iyi gelmeyen şeylerin
başında gluten içeren yiyecekler, yumurta
ve inek sütü geliyor. İnek sütü insan
vücudunda bir tepkimeye neden oluyor
fakat yoğurt olarak tüketildiğinde böyle
bir alerjik tablo ile karşılaşılmıyor. Bence
peynir ve yoğurt tüketimi desteklenmeli.
Kalsiyumdan zengin yeşil yapraklı
sebzelerde daha sık tüketilmeli. Mesela
asma yaprağının kalsiyum oranı peynir
Bu şekilde tüketmek karaciğer açısındanda
çok faydalı. Balkabağını buharında kendi
kendine pişirip ne zaman yedik ki? Her
zaman şeker kattık, üstüne kaymak
koyduk, öyle yedik. O yüzden de yaradanın
nimetlerinden yeterince faydalanamıyoruz.
Bakın, kış mevsimindeyiz. Allah
hastalanmamamız için greyfurt, mandalina,
portakal gibi meyveleri yaratmış. Bu
meyveleri yememek yada farklı şekilde
tüketmek hiçde mantıklı değil. Mevsiminde
yetişen gıdaları yediğimiz müddetçe,
sağlıklı kalmamamız için hiçbir neden yok.
Şeker bağımlılık
yapan bir madde
Peki şeker konusunda
görüşünüz ne?
‘Tatlı zehir‘ söylemine
katılıyor musunuz?
Şeker çok büyük bir zehir.
ve sütten daha yüksek. Bununla birlikte
sütün gaz yaptığı bilinen bir gerçek.
Sütte bulunan laktoz gaz yapabilir, süt
proteini olan kazain allerjik reaksiyona
sebep olabilir. Bu bakımdan süt tüketimini
sınırlamaya çalışıyoruz.
Çiğ badem sayesinde
folik asitim tavan yaptı
En sık tükettiğiniz
yiyecek ve
içecekler neler?
Çiğ bademi çok seviyorum. Badem
sütüne, badem yemenin gerekliliğine çok
inanıyorum. Hamileliğimden önce bol
miktarda çiğ badem yedim. Bu nedenle
hamilelikte folik asittim çok yüksekti.
Günümüzde çoğu kadında hamile
kalamama problemi var. Bu bakımdan
her gelen jenerasyon daha sağlıksız
geliyor. Ben bunu sağlıksız beslenmeye
bağlıyorum.
Gıdaları doğru
pişirmiyoruz
Paketli gıdaların da
bunda etkisi olduğunu
düşünüyor musunuz?
Evet aynen, gıdaların doğal olarak
tüketilmesini öneriyorum. Biz gıdaları
oynamadan, tarladan geldiği şekliyle
pişirmeye çalışıyoruz. Enginarı kendi
suyuyla az pişiriyoruz. Günümüzde
Türkiye‘de kaç kişi gerçek enginar yiyor
ki? Enginarı zeytinyağlı şeker ve tuz
katarak yedikleri zaman bütün besin
değeri kayboluyor. Enginarı haftada bir kez
sadece limonla belki iki baş soğanla pişirip,
o şekilde ilaç niyetine yemek gerekiyor.
Çalıştığım on kişiden
beşi; ‘’Şeyda Hanım,
çok tatlı yerim ben.
Benim en büyük
problemim tatlı
sıkıntısı’’ diyor.
Bu kişilerin programa
başladıktan sonra eli
ayağı titriyor. Şeker
o kadar bağımlılık
yapıyor ki, sanki
madde bağımlılığından
kurtuluyormuş gibi
titreme oluyor.
Böyle durumlarda başvurduğumuz ilk
şey; protein. Protein ve doğal meyvalarla
düzenlenmiş bu programlarda; mutlaka
ilk dört gün protein-meyve, protein-sebze
şeklinde giderek, hiç bir şekilde beyaz una
girmeden vücudun kan şekeri dengesini
oluşturmaya çalışıyoruz.
Mesela; sabah kahvaltısında meyve
(ananas), yulaf, yoğurt, öğle yemeğinde
enginar, buharda pişmiş somon, akşam
yemeğinde; sadece protein şeklinde
bir beslenme programı uyguluyoruz.
Sabah işlenmemiş meyve ve proteinimizi
alıyoruz, onun enerjisini bütün gün yakarak
akşama kadar gidiyoruz. Akşamda en son
proteinimizi alıyoruz. Proteini akşam alan
vücut gece bile çalışır. Tabiki yediğimiz
tavuk organikse daha sağlıklı, etimiz
yağsızsa daha sağlıklı.
Yediğimiz ilacımız,
ilacımız yediğimiz
Hipokrat’ın bir sözü var: ‘’Yediğin ilacın,
ilacın yediğin.’’ O kadar net ki; ben bir
rahatsızlık hissettiğimde ‘ne yedim’
diye hemen düşünürüm. Çocuğumun
yüzünde değişik bir allerji gördüğümde
önce gıdasından şüpheleniyorum. Bütün
hastalıkların temelinde beslenme yatıyor.
Şekerin panzehiri
acı deniyor.
Bu konuda fikriniz ne?
Evet. Mide ile ilgili bir problemi yoksa,
sağlıklı olan herkes acı tüketebilir. Bu
yaratılışımıza uygun bir şey. Biz acıyı millet
olarak severek tüketiriz. Ben acının, tatlıdan
çok daha dost olduğuna inanıyorum. Şu anki kan grubuyla beslenme konusu
Hz. Davut’a dayanan, İbn-i Sina ile
günümüze kadar gelen bir konu. İbni Sina
‘’Yediklerimiz bir gün gelecek sonumuz
olacak’’ demiştir. Zaten sağlıklı yaşam
sırları bizim geçmişimizde var; ne diyor
Peygamberimiz ‘’sofradan doymadan
kalk’’ Bende danışanlarıma her daim
bunu öneririm. Yemek için yaşamak değil,
yaşamak için yemek gerek…
Siz danışanlarınıza
akşam son öğünü
kaçta veriyorsunuz?
Ben genelde 19:30 da son öğünü verip,
20:30-21:30 arası bir bitki çayı veriyorum.
O saatten sonra sadece sıvı almak hiç bir
problem oluşturmuyor.
Bir insan diyet
yapamıyorsa, mutlaka
Pazartesi ve Perşembe
günü oruç tutmalı
Sizce ara öğün
olmalı mı yoksa sadece
ana öğün yeterli mi?
Ben 4 saat aç kalınması gerektiğini
düşünüyorum. Sabah aç karnına kalkmışsan
doğru beslenmişsin demektir. Sabah tok
karnına uyanıp, bir de kahvaltı yapıyorsan o
kötü işte. Doğru olan sabah aç karnına kalkıp,
kahvaltıda verilen besinleri yemek. Evden
kahvaltı yapmadan çıkıp, ayaküstü poğaça
yada simitle öğün geçirmek metabolizmayı alt
üst ediyor. Hem daha öğlen olmadam tekrar
acıkırsın, hem de iş yerinde asla istenilen
performansa ulaşamazsın. Çünkü yediğin
bünyeye külliyen zarar…
Ben danışanlarıma şunu sorarım: ‘hiç oruç
tuttunuz mu?’ Benim beslenme sistemim
biraz oruç sistemine yakındır aslında. Oruçta
sadece akşam yiyorsun.
Bende azar azar gidiyorsun. Vücudu
eğitiyorsun.
Bu işin zorluğu yedi
gündür. Yedi gün
sonunda vücut yeni
sisteme alışıyor.
İlk günler oruçta da
böyledir. Başın ağrır,
ama daha sonra baş
ağrısı da geçer. Çünkü
vücut seni temizliyor,
arındırıyor. Vücut
yeni siteme alışınca
sana bir enerji gelir
ve hareket enerjisiyle
karnını doyurabilecek
hale gelirsin. Çünkü
hormonlar devreye
giriyor.
Bu hormonları kullanman gerekiyor.
Bu kadar tok olursan, hormonları devreye
sokamazsın. Bir insan diyet yapamıyorsa,
mutlaka Pazartesi ve Perşembe günü
oruç tutmalı.
Şeker ihtiyacı
meyvelerden
karşılanmalı
Peki çocuğunuzun
yiyeceklerinde
ne gibi alternatif
yiyecekler var?
Oğlum Arat 10 ayı bitirdi. Emzirdiğim
dönemde bol bol boza içtim. Kalorisi
yüksek ancak, çok faydalı. Sütün
kalitesini ve miktarını arttırıyor. Şuan ise
ek gıdaya geçtik. Arat’ın yemeklerini ben
düzenliyorum. Yavaş yavaş, balık, et, az
pişmiş ıspanak vermeye başladım.
Bir gün ıspanağına pirinç, bir gün bulgur
ekliyorum. Mesela sabah kahvaltısında
pankek yapmışsak, bütün gün karbonhidrat
vermiyorum. İnce çekilmiş yulaf kepeği
ve akdarı unu kullanıyorum. Bu unların
içinde gluten de free olduğu için rahatlıkla
kullanıyorum. Şeker yerine ya hindistan
cevizi şekeri (coconat) ya da pekmezi
sulandırıp kullanıyorum.
Ben şeftali ve ananas çok severim. Özellikle
yaz aylarında sabah kahvaltısında yerim.
Şeker ihtiyacımı meyvalardan karşılarım.
Çocukluğumda da çok elma yerdim. Bu
nedenle ergenlik döneminde hiç sivilcem
olmamıştır. Bunu meyva yeme alışkanlığına
bağlıyorum.
Bitki çayı
tüketir misiniz?
Rezene, anason, melisa, bu çayları çok
severim. Yeşil çayda içerim.
En iyi yaptığınız
yemek nedir?
Bize bir tarif
verebilir misiniz?
Somon köfte. Somonu hafif haşlıyorum.
Rende soğan, yumurta beyazı, taze soğan,
dereotu ve isteğe bağlı maydanozda
koyarak, kimyon, karabiber, kişniş gibi
baharatlar ekleyerek yoğuruyorum. Köfte
şekline getirip, ızgarada pişiriyorum.
Enginarların arasına avakadodan sos
yapıyorum. Avakadoya çok az limon, biraz
su ilave derek iyice çırpıyorum. Mayonez
kıvamında bir sos oluyor. Enginarların içine
bu sostan koyup, ortasına somon köfteyi
oturtuyorum. Üzerinede diğer enginarı
kapatıyorum. Böylece bir nevi somon burger
yapmış oluyoruz. Bu tarifin mucidi benim.
Tamamen bana ait bir tarif.
Peki gece telefonunuzu
arayan oluyor mu?
Tabi arayanlar oluyor. Zaten bende mutlaka
aramalarını istiyorum. Biz programa
başlamadan önce danışanlarımızla bir
sözleşme imzalıyoruz. Orada ‘Programınız
dışında, kontrolümüz olmadan hiç bir şey
yiyip içmeyeceksiniz. Eğer tansiyonla
yada şekerle ilgili bir problem yaşarsan
mutlaka tansiyonunuzu ölçtürüp bize
bilgi vereceksiniz‘ şeklinde maddeler var.
Zaten biz ona göre gerekli müdahaleleri
yapıyoruz. Mesela; daha ilk gün tansiyonu
düşen bir danışanım, beni aramadan tuzlu
ayran içiyor. Aslında bunun yerine yapması
gereken yarım bardak soda içmek. Şeker
düştüğü zamanda yarım portakal suyu
içmek yeterli.
Hayatta asla
yapmam dediğiniz
bir şey var mı?
Hayatta yalan söylemem, büyük risklere
girmem. Güçlü olmaktan hoşlanan bir
kadınım. Güçsüz bir kadın profiline de,
güçsüz olmaya da tahammülüm yok. Yalan
söyleyip de yalanı ortaya çıkan güçsüz ve
aciz insan profili beni rahatsız eder.
Son olarak
okuyucalarımıza ne
söylemek istersiniz?
Onlara Hipokrat’ın sözünü hatırlatmak
istiyorum: ‘’ Yediğimiz ilacımız, ilacımız
yediğimizdir’’ Ve son olarak ‘’Yürüyün
yürüyün yürüyün’’ diyorum.
Ben her gün
30 km‘den az olmamak
kaydıyla yürüyorum.
Şuan vücudumda
kas oranım yüzde
30‘un üzerinde.
Bunu düzenli
yaptığım yürüyüş ve
disiplinli beslenmeme
borçluyum. Yürümek
en akılcı ve en key
ifli spordur. Hayatınızda
spor ayakkabılara ve
harekete yer açın.
PROF. DR. NEVZAT TARHAN
ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ
Hekimlere
yönelik şiddet
önlenebilir mi?
Şiddeti körükleyen
hasta ve hekim tipleri
olduğunu belirten
Prof. Dr. Nevzat
Tarhan, şiddeti
önlemede empati
ve iletişim becerileri
eğitiminin önemine
dikkat çekti. Prof.
Dr. Nevzat Tarhan,
hekimlere şiddeti
Krizi iyi
önleme noktasında
yönetmek gerekir
Hasta kişilerin bu dönemde çok hassas
önemli ipuçları da
olabileceğini ifade eden Tarhan, sağlık
çalışanlarının da aynı hassasiyetle hareket
verdi.
etmesi gerektiğini söyledi. Tarhan, “Hasta
Türkiye’de her yıl 14 Mart, Tıp Bayramı
olarak kutlanıyor. Bu özel günde tıp alanında
çalışanların hizmet sorunları tartışılırken;
bilime katkıları da ödüllendiriliyor. Ülkemizde
doktorların karşılaştığı en büyük sorunların
başında ise kimi zaman hasta ve hasta
yakınlarından gördükleri şiddet geliyor.
Yüksek beklenti
şiddeti tetikliyor
Üsküdar Üniversitesi Rektörü, Psikiyatr Prof.
Dr. Nevzat Tarhan, öncelikli olarak iletişim
becerilerinin tıp fakültelerinde okutulmasıyla
ilgili mevcut bilgilerin gözden geçirilmesi
gerektiğini hatırlattı.
Hasta ve yakınlarında
eskiye oranla birçok
şeyin değiştiğine
dikkat çeken Tarhan,
sağlık hizmeti alanında
beklentinin yükseldiğini
kaydetti.
“Hastaların daha önce hekime reçete
yazdırması yeterliyken şimdi hasta ve hasta
yakınlarında beklenti çok yükseldi. Bunun
Sağlık Bakanlığı’nın kaliteyi önemseyen
politikalarından kaynaklandığını söylemek
mümkün. Ancak hekimlerin de buna hazır
olması gerekiyor. Hekimler adına bazı
iyileştirici ve memnuniyeti artırıcı çalışmaların
yapılması önemli. Hastanın düşüncesini,
beden dilini okumak, ön yargılarını anlamak,
onların korkularını gidermek çok önemli onun
için de iletişim beceri yöntemlerini iyi bilmek
gerekir.”
ve yakınları dertli, yaralı insanlardır. Bu
kişilere yaklaşma biçimi önemli. O nedenle
risk yönetimini bilmek gerekir. Burada kriz
hali vardır. Olay çıkaracak hastanın öncülleri
vardır ve sağlıkçılar bunu anlayabilir. Kimi
sağlık çalışanlarında “Senin söyleyeceklerin
beni ilgilendirmiyor” anlayışı var. Bu
şekilde yaklaşıldığında hasta bunu anlıyor.
Çünkü duygusal okuryazarlık var hasta ve
yakınlarında. Ses tonu, söyleyiş tarzı, eşik
altı vurgular…vs. den bunu hissedebiliyor.
O nedenle hekim güler yüzlü olmalı. Güler
yüzü esirgemek birçok olumsuzluğu getirir.
Hastayı değersizleştirici yaklaşımların şiddet
olarak geri döndüğünü görüyoruz”.
İnovasyon kuralı
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, her meslekte
olduğu gibi kesinlikle sağlık alanında
çalışan kişilerin inovasyon kuralına uyması
gerektiğini belirterek bu kuralı da şöyle
açıkladı:“Hasta hekim ilişkisinde yüzde
15 kuralı uygulanmalı. Yaptığı iş hakkında
zamanının yüzde 15’ni yaptığı işi düşünmeye
ayırmalı. Nasıl ve doğru yapmalıyım diye
kendine sormalı. 10 saat çalışıyorsa en az
1- 1,5 saatini yaptığı işi düşünerek geçirmeli
kişi. Daha iyiyi nasıl yapabilirim, alternatif
neler olmalı gibi. Böylece meslek hataları en
asgariye inecektir.”
Şiddeti Körükleyen
Hasta Tipleri
Prof. Dr. Nevzat Tarhan bazı hasta ve hekim
tiplerinin şiddeti körükleyebileceğinin de
altını çizdi. Tarhan bu tipleri ise şu şekilde
tanımladı:
Sessiz Hasta: Fazla konuşmaz. Hekimlerin
sevdiği tiplerdir. Ancak bu hasta tipleri
sonradan konuşur. Pasif-agresif kişilerdir
bu kişiler. Onun şikâyet potansiyelinin daha
fazla olduğu bilinmeli. Bu kişilere ihtiyacı
olduğu kadar zaman ayırmak çok önemli.
Sıkıcı Hasta Tipi Kaygılı, huzursuz,
aceleci ve sabırsızdır. Girerken saatlerce
sizi bekliyoruz hekim bey serzenişinde
bulunur bu kişiler. Hekimde öfke uyandıran
tiplerdir. O nedenle hekim bunu anlamalı ve
hemen “Sizi beklettim farkındayım, kusura
bakmayın” şeklinde yaklaşımla gereksiz
polemiği önleyebilmeli.
Narsist Hasta Tipi: Hekimde öfke uyandıran
bir başkâtiptir. Tepeden bakarlar her şeye.
Beklentileri çok yüksek ve her şeyi bilirler.
Kusur bulduğunda üzerine gider. Özel
hastanelerde sık karşılaşılır bu tiplerle.
Tatmini zordur bu hastaların. Ancak kaliteli
hizmetle kontrol altında tutulabilirler.
Eğer bu kişilere bekletildiğinde bilgi
verilmemişse sinirlenirler. O nedenle her
gerekçe sunularak bilgilendirilmeli. Kişi de
bana değer veriyorlar bilgilendiriyor diye
düşünerek rahatlar.
Bordurline Hasta Tipi: Bir günde 4
mevsimi yaşayan kişilerdir. Gülerken hemen
ağlayabilir, sinirlenebilirler. Değişken
kişilerdir. Hekimin bu kişilere yaklaşımı çok
hassas olmalı. Sağlık çalışanı bu kişilerin
duyguları hâkimiyetine girmemeli. Hekim
bu kişileri yönetmeli. Sağlık çalışanı nötr
ve soğuk kanlı tavrını koruyabilmeli. Teflon
tava gibi olmalı. Hastalardaki stresin
kendine buluşmasına fırsat vermemeli.
Karşısına değil de yanına alıp yönlendirmeyi
başarabilmeli.
Doktor Tipleri
Otokrat Doktor Tipi: Çok bilgili, mesleki
yeterlilikleri iyi ancak insani yeterlilikleri
yetersiz tiplerdi. Buyurgandırlar. Üretkenliği
yüksek fakat hasta memnuniyeti düşüktür.
Demokrat Hekim Tipi: Eleştiriye açık
hastaya sıcak davranır, çoğulcu, özgürlükçü,
katılımcıdır. Üretkenliği düşük fazla hasta
göremez. Hasta memnuniyeti yüksektir.
Yetersiz Hekim: Söylediği sözde tutarlılık
yok verdiği bilgi yetersizdir. İkisi de düşüktür l”
DOÇ. DR. ŞİRİN GÜVEN
ÜMRANİYE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
ÇOCUK HASTALIKLARI KLİNİĞİ EĞİTİM SORUMLUSU
Eyvah!
Bebeğimin
gazı var
Anne olanlar
bilir. Yenidoğan
bebeklerde geceler
boyu sürebilen
sebepsiz ağlamalar
ve buna eşlik eden
gaz sancıları hayatı
kabusa çevirir.
Genelde annelerin
en zorlandıkları
zamanların başında
gelen bu dönemde,
“Bebeğimin neyi
var” sorusuyla
acil servislere
başvuranların
sayısında rekor
artış olur.
Peki ebeveynleri geceler boyu uykusuz,
bebekleri ise mutsuz eden bu gaz
sancılarını önlemek mümkün mü?
Tıp dilinde infantil kolik adı verilen bu
sancıları kontrol altına alabilmek için ne
yapmak gerek? Bu sorularının cevabını
Doç. Dr. Şirin Güven verdi.
Doç. Dr. Güven, yeni doğan bebeklerde
genellikle 2. haftadan sonra başlayan gaz
sancılarının daha çok akşam saatlerinde
ortaya çıktığını belirterek, sindirim sistemini
ilgilendiren bu sancıların, bebeğin
yaşam tarzı ve beslenmesi gibi kriterlerle
doğrudan ilgili olduğunu söylüyor. Gaz
sancılarının karında şişlik ve ağrı ortaya
çıkararak bebeği mutsuz ettiğini söyleyen
Doç. Dr. Güven, evde yapılacak bazı basit
uygulamalar ile bu sorunun kontrol altına
alınabileceğini ifade ediyor.
Genelde 3. aydan
itibaren azalıyor
Güven, “Bu dönemde bebek sürekli emmek
ister. Emdikçe gaz ağrısı devam eder.
Sonunda ağlamaktan yorularak uyuyakalır.
Tam olarak nedeninin bilinemediği bu
süreç bağırsaklarda anne sütü şekerinin
tam sindirilememesiyle ilgili olabilir. Anne
sütü şekeri tam olarak sindirilemeyince
laktoz laktik aside çevrilir ve gaz ortaya
çıkar. Laktozu sindiren laktaz enzimi
bağırsaklarda 3. ay civarında normal
düzeylere erişir ve gaz ağrısı kendiliğinden
azalır.
Bu mekanizma dışında başka faktörlerinde,
gaz sancısını tetikleyebileceği
düşünülmektedir” diyor. Doç. Dr. Şirin
Güven bu nedenleri ise şöyle sıralıyor:
Ağlamanın tipi önemli
Gaz sancılarının daha çok erkek
bebeklerde görüldüğünü ifade eden
Güven, şu bilgileri veriyor:
“Kolikli bebek,
genelde akşam
saatlerinde, yüzünde
Yenidoğan
bebeklerde ağlama
nedenleri
*Kolik
*Enfeksiyonlar
*İdrar yolu enfeksiyonu
*Otit
*Menenjit
Gastrointestinal sitemden
kaynaklanan nedenler
*Yetersiz beslenme
*İnek sütü protein alerjisi
*Kabızlık
*Gastroesofageal Reflü hastalığı
*Anal çatlak
Çevresel faktörler
*Aşırı sıcak dış ortam
*Aşırı gürültü
*Uyku düzeninin olmaması
kızarma, bacakları
karına çekip bırakarak
nedensiz ağlar.
Birkaç dakika süren
nöbet şeklinde ağlama
3 saate kadar devam
edebilir. Gaz veya
gaita çıkışı ile bebek
sakinleşir.
Burada önemli olan ağlamanın tipidir.
Gün boyunca ağlayan, ateş, kusma, ishal,
emmeme gibi bulguları olan bebeklerde
kolik olasılığı azdır. Bu bebeklerin ayrıntılı
muayene ve ayırıcı tanısı yapılması gerekir.
Ağlamanın gaza eşlik eden veya etmeyen
bir çok farklı nedeni olabilir.
Gereksiz yere mama
ve gaz söktürücü
ilaç kullanmayın
Gaz ağrısı düşünülen bebeğe iyi bir
sistematik muayeneden sonra gaz ağrısını
azaltabilen bitkisel ilaç kullanılabileceğini
kaydeden Güven, “Bu ilaçların tam
olarak gaz ağrısını azaltmayabileceği
bilinmelidir. Bebeğin karnına masaj yapmak
bebeği rahatlatabilir. Bu süreçte annenin
desteklenmesi çok önemlidir.
Annenin moralinin bozulması, strese girmesi
süt salınımını azaltabilir. Evde anneye
destek olabilecek birinin olması, bebeğin
bakımına yardımcı olunması önemlidir.
Yine annenin ara ara bebeğin ağlamasını
duymayacağı 1-2 saatlik yürüyüşler
yapması ve ortam değiştirmesi kendisini iyi
hissetmesini sağlayabilir. Unutulmamalıdır
ki infantil kolik ilk 3 ayda selim, kendi
kendiliğinden geçen bir durumdur. Sabırlı,
sakin olmak ve sevgi dolu bir ortam
sağlamak bu sorunla daha kolay
baş etmekte yardımcı olacaktır.
Gaz sancısı olan
bebeklere gereksiz
pahalı ilaç başlamak,
bebeğin aç kaldığını
düşünerek mama
başlamak, anneye
gereksiz diyetler
uygulamak bu süreçte
yapılan yanlışların
başında gelir.
Bununla birlikte idrar
yolu enfeksiyonu
ve altta yatan
anatomik bir hastalığı
olup olmadığını
araştırmamak da
ciddi sorunlara sebep
olabilir.
Bu nedenle 3 haftadan daha fazla süren
ağlamalarda mutlaka bir çocuk hastalıkları
hekimine başvurulmalıdır” bilgisini veriyor l
Bebeklerde gaz
sancısına sebep
olan faktörler
* İlk aylarda baskın olan Serotonin
barsakların kasılmasına neden
olmakta, melatonin hormonunun
salınımı 3. aydan sonra düzene
girmekte ve barsakların gevşemesini
sağlamaktadır.
*Besin alerjisi,
*Gastroesofageal reflü,
*Laktoz intoleransı, fazla gaz yapımı
*Doğumdan sonra birçok farklı
uyarana maruz kalan bebek,
bunlara tepkisini ağlayarak
gösteriyor.
*Gebelikteki stres infantil kolik
görülme riskini 3 kat artırıyor.
*Gaz sancısı, doğum sonrası
depresyonlu anne bebeklerinde
daha sık görülmektedir.
*Sadece anne sütü alan bebeklerde
daha az görülmektedir.
*Ebeveyn-bebek ilişkisinin ve
iletişimin iyi olan bebeklerde daha
az görülmektedir.
Pişik Merhemi
İlk aylardan itibaren kullanılabilir güvenli yenilikçi formül.
Yeni
UZM. DR. MEHMET YAVUZ
REEM NÖROPSİKİYATRİ MERKEZİ
Mesleğinizi
beyniniz seçiyor!
Meslek seçiminde
sağ ve sol beyni
kullanmanın da
önemli bir belirleyici
faktör olduğunu
biliyor muydunuz?
Vücudumuzun
patronu olarak
nitelendirdiğimiz
beynin sağ ve sol
yarımkürelerinin
farklı farklı
misyonlara sahip
olduğundan
haberiniz var mı?
Uzm. Dr. Mehmet Yavuz, sağ ve sol beyin
yarımkürelerinden baskın olan tarafa göre
kişinin yeteneklerinin, mesleğinin hatta
zekâsının tespit edilebileceğini söylüyor.
Sol beynin konuşma ve duygu durum
merkezini barındırması sebebi ile sağ
beyinden daha önemli görevler üstlendiğini
ve daha baskın olduğunu belirten Dr.
Yavuz, şu bilgileri veriyor.
Sol beyin
matematiksel,
sağ beyin mühendislik
yeteneklerini
ön plana çıkarıyor
“Dünyada yapılan birçok araştırmanın da
gösterdiği üzere sağ ve sol beyin farklı
fonksiyonlara sahiptir” diyen Yavuz, sağ
beynin baskın olduğu kişilerde bilgiyi
şekil ve hayal gücü ile işleme özelliğinin
gelişmiş olduğunu belirtiyor ve ekliyor “Yani
estetik zeka için sağ beyine ihtiyaç var”
Mühendislik, mimarlık, yazarlık, müzisyenlik
gibi mesleklere sahip kişilerin sağ beyin
özelliklerinin baskın durumda olduğunu
önemle vurgulayan Dr. Yavuz, ‘Sağ beyin
fonksiyonları iyi olmayan kişilerden iyi şair,
besteci, mimar çıkmayabilir.’ yorumunda
bulunuyor…
Lider kişiler
beynini global olarak
iyi kullanıyor
Beynin iki yarımküresini birbirine bağlayan
korpus kallosum adlı sinir lifleri yaptığı
köprüsel yapı sayesinde bilgi alışverişinin
sağlandığını kaydeden Yavuz, “Korpus
kallosum ne kadar iyi gelişmiş ise insanın
bir bütün olarak beyinsel yeteneklerini
sergilemesi ve beynini bir bütün olarak
global maksimum kullanması o kadar
artıyor ve üst düzeye çıkıyor” diyor. Dr.
Mehmet Yavuz “Eğer korpus kallosum iyi
gelişmemişse o zaman sağ ve sol beyinden
hangisi baskın ise kişi o özellikleri ön plana
çıkararak hayatını sürdürür. Toplumda lider
kişilerin, beynini global olarak iyi kullanmayı
beceren kişiler olduğunu söyleyebiliriz. Bu
kişilerde beyin ve vücut ilişkileri çapraz
yürür. Dolayısı ile korpus kallosum un
yetersiz geliştiği kişiler, lider olma vasıflarını
taşıyamazlar.” bilgisini veriyor.
Sağ ve sol el
kullanımı meslek
seçiminde etkili
Sağ ve sol el kullanımı ile hangi beynin
daha baskın olduğu arasında önemli
bir ilişki olduğunu belirten Dr. Yavuz, şu
bilgileri veriyor: “Günlük hayatta sol elini
kullanan kişilerin sağ beyinleri baskın
durumdadır. Eğer kişi sağ elini kullanıyorsa
o zaman da sol beyin baskındır. Bu nedenle
şunu diyebiliriz ki, solak olanlarda sağ
beyin baskın durumda olacağı için, mimarlık
yeteneği ve müzisyenlik kabiliyetleri iyi
gelişmiştir. Sağ ve sol beyni baskın kişiler
matematiksel yeteneğe sahip olabilir ancak
sağ beyin daha çok matematiğin geometri,
sol beyin ise cebirsel bölümü ile ilgilenir.
Buradan şu netice çıkıyor ki, solak olan bir
çocuğun, mimarlığa ya da güzel sanatlara
yönlendirilmesi gerekebil
ir. Bireyin, fen ya da konuşma becerisi
gerektiren avukatlık veya pazarlama gibi bir
meslekle uğraşması hata olabi
lir. Çünkü sol beyin konuşma becerilerinde
rol oynar. Eğer solak bir kişi hukuk
mesleğini seçmişse avukatlığı değil estetik
muhakeme yeteneğine yönelten sağ
beyinden dolayı hakimliği tercih etmelidir.”
Hangi beyniniz
daha baskın
Sağ elini kullanan kişilerde sol beyin
özelliklerinin, sol elini kullananlarda ise sağ
beyin özelliklerinin baskın olduğunun altını
çizen Dr. Mehmet Yavuz, kişilerde hangi
beynin daha belirleyici olduğunu gösteren
testler olduğunu belirtiyor ve herkesin
yapabileceği, basit bir test örneği veriyor l
Beyninizin
hangi tarafı baskın?
Okuldayken hangi dersleri
daha çok severdiniz?
a) Türkçe, resim, sosyal vb.
b) Fenle ilgili olanları.
2-Hangi tip sporları
yapmaktan hoşlanırsınız?
a) Tek başına yapılan sporları
b) Takım sporlarını.
3-Gördüğünüz rüyaları hangi
sıklıkta hatırlarsınız?
a) Çoğunlukla hatırlarım,
b) Ender olarak hatırlarım.
4-Ellerinizi ve mimiklerinizi
konuşurken ne sıklıkta kullanırsınız?
a) Çok kullanırım
b) Çok az kullanırım.
5-İki elinizin parmaklarını birbirine
geçirerek kapatın. Hangi elinizin baş
parmağı üstte kalıyor?
a) Sağ
b) Sol
6-Şu an saatin kaç olduğunu
tahmin edin,
şimdi saate bakın, yanılma payınız
ne kadar?
a) On dakikadan fazla,
b) On dakikadan az.
7-Aşağıdakilerden hangisini daha
kolay hatırlarsınız?
a) İnsanların yüzlerini,
b) İnsanların isimlerini.
8-İki gözünü açık tutarak elinizdeki
kalemi, bir cam kenarı veya kapı
kenarı ile hizalayın. Önce sol
gözünüzü, sonra sağ gözünüzü
kapatın. Hangi gözünüzü kapatınca
kalem daha az oynuyor?
a) Sağ gözümü kapatınca
b) Sol gözümü kapatınca
Değerlendirme
“A” ların sayısı fazla ise, SAĞ beyniniz
daha gelişmiştir...
Ben SAĞ beyinli biriyim, çünkü...
Hayal ederim, sanatı severim, sanatsal
becerilerimle şaşırtırım
Hissederim, iyi şiir ve roman yazabilirim
Koku ve tat gibi duyularım gelişmiştir.
Sezgilerimi kullanırım ve içgüdülerim
kuvvetlidir
Yeni şeyler üretirim
Subjektifim
Boyutları iyi algılarım
Bir bütün olarak görürüm
Duygularımla hareket ederim
“B” lerin sayısı fazla ise, SOL beyniniz
daha gelişmiştir...
Ben SOL beyinli biriyim, çünkü...
Mantık yürütürüm
Sınıflandırma ve tasnife önem veririm
Analitik düşünmeye çalışırım
Matematiksel işlemlerden sıkılmam
Dili iyi kullanırım ve ikna kabiliyetim iyidir
Bütünü değil parçayı görürüm
Sistemli ve disiplinli çalışırım
Objektif davranırım
KUDRET LİVAOĞLU
KİMYA YÜKSEK MÜHENDİSİ
Dikkat! Gıda yerine
plastik tüketiyoruz
Kimya Yüksek
Mühendisi
Kudret Livaoğlu,
işlevsel, hijyenik,
hafif, dayanıklı
ve ucuz olması
sebebiyle tercih
edilen plastikler
konusunda uyarıyor.
Plastiklerin
hammaddesinin
doğalgaz,
petrol ve kömür
olduğunu söyleyen
Livaoğlu, bebekler
için kullanılan
biberonlardan,
su ihtiyacımızı
karşıladığımız
pet şişelere,
gıda saklama
kaplarından,
köpük bardaklara
kadar günlük
hayatımızda
kullandığımız pek
çok plastik eşyanın
sağlığımız açısından
hayati risk taşıdığını
belirtiyor.
Plastiklerde bulunan kimyasalların, gıda
ile temas ettiklerinde gıdaya geçebilecek
bir özelliği olduğunu ifade eden Livaoğlu,
bu geçişin, yiyeceğin sıcaklığına göre
değişiklik gösterdiğini belirtiyor. Livaoğlu,
“Plastiklerin yapımında kullanılan BPA
kimyasalının içecek şişelerinden insanların
vücuduna geçtiği tespit edilmiştir.
Vücudumuza giren BPA maddesi prostat,
beyin gelişimi, kalp hastalıklarına, kansere,
karaciğerde enzim bozukluklarına ve
diyabet rahatsızlıklarına sebep oluyor.
Bu hastalıklardan korunmak İstiyorsak,
işe plastik kullanımını camla değiştirerek
başlamalıyız” diyor. Ünlü Kimya Mühendisi
Livaoğlu konu hakkında şu bilgileri veriyor:
Sıcak ve yağlı
gıdaları plastik içinde
bekletmeyin!
Plastikler, ambalaj malzemesi olarak geniş
bir kullanım alanına sahiptir. Bunun yanında
otomotiv, beyaz eşya ve inşaat malzemesi
olarak kullanımı da giderek artmaktadır.
Plastiklerin hammaddesi; doğalgaz,
petrol ve kömürdür. Üretim sürecindeki
bazı değişikliklerle farklı tür plastikler
elde edilmektedir. Bu ürünler doğrudan
kullanılabildikleri gibi katkı maddeleri ile
esneklik, dayanıklılık, sıcaklığa dayanma,
ultraviyoleye dayanma gibi özellikleri
arttırılmakta ve bunlardan değişik ürünlerin
imalatında yararlanılmaktadır. Ancak bu
katkı maddelerinin çoğu ağır metaller
içermekte ve insanlara toksit maddeler
olarak geçmektedir.
Plastik içinde bulunan
kimyasallar, gıda ile
temas ettiklerinde
gıdaya geçerler.
Bu transfer sıcaklık
arttıkça daha çok artar,
düşük sıcaklıklarda
daha az olur. Bu
nedenle sıcak ve yağlı
gıdaların plastiklerde
saklanmasından
kaçınılmalıdır.
İçindeki katkı
maddeleri kolaylıkla
gıdaya geçebiliyor
Katkıların gıdaya transferi; temas yüzeyi,
transfer hızı, plastik tipi, sıcaklık ve temas
süresi gibi faktörlere bağlıdır. Bu katkı
maddelerinin bazılarının alerjik etkilere,
karaciğer hasarına ve kansere neden
olduğu görülmüştür. Plastiklere esneklik
katmak amacıyla katılan plastizerler gıdaya
geçmektedir. Günlük hayatımızda sık
kullandığımız plastik çeşitleri; PE, PET, PP,
PVC, PC
Polietilen (PE)
Özellikle gıda ürünlerinde paketleme filmi,
mutfak eşyalarında, kağıt kaplamalarda,
varil ve benzeri taşıma kaplarında iç
kaplama malzemesi olarak, tel ve kablo
kaplamalarında, oyuncak üretiminde, çöp
torbası, şişe yapımında ve yalıtkan olarak
kullanılır.
Polietilen Terafiat
(PET-PETE)
Yeniden kullanıma sokulduğunda halı, fıber
dolgu maddesi, şişe ve kapların yapımında
kullanılmaktadır. Bu şişe ve kaplara yiyecek
konulmaz. PET şişelerden yapılmış ürünlere
konulan içecekler güneşe maruz kaldığında
sıcaklık artışından dolayı kimyasal madde
geçişi meydana gelir. Bu nedenle güneşten
uzak tutulmalıdır.
Polivinil klorür(PVC)
Sert plastikten boru yapımında, kapı ve
pencere yapımında, yer karoları gibi diğer
inşaat malzemelerinin imalatında, ayakkabı
yapımında, kağıt ve tekstilde, kaplama
işlerinde, şişe yapımında kullanılır. PVC
ürünleri yakıldığında tehlikeli hidrojen klorür
gazı ve kansorejen etkisi olduğu bilinen
toksik dioksin çevreye yayılmaktadır.
PVC’den yapılmış
malzemeler özellikle
esnek olanlar ortama
ağır bir koku yayarlar.
Bu koku kansorejen
etkiye sahip vinil
klorürdür. Ayrıca sinir
sistemi, bağışıklık
sistemi ve başka
birçok ciddi sağlık
sorunlarına neden
olmaktadır. Vinil klorürü
en çok yeni arabalar,
banyo perdeleri,
oyuncaklar ve PVC
kapı pencerelerden
teneffüs edilmektedir.
Kullanmak zaruri ise
ilk kullanım zamanı
kokusu geçene kadar
açık alanda bekletmek
gerekir.
Polipropilen (PP)
Sert, ısıya ve kimyasal etkiye dirençli
bir maddedir. Oto akü kaplarının, vidalı
kapakların, bazı yoğurt ve margarin
kaplarının, mutfak eşyalarının, plastik
filmlerin yapımında kullanılmaktadır. Yeniden
kullanıma sokulduğunda otomobil parçaları,
batarya ve halı yapımında kullanılmaktadır.
Polikarbonat(PC)
Su damacalarında, çocuk biberonlarında
yaygın kullanılmaktadır. Zararlı etkilerinden
sakınmak için ısıdan uzak tutulmalıdır ve
deterjan malzemesi kullanmadan düzenli
temizlenmelidir. Polikarbonatlarda en önemli
sıkıntı, Bisfenol A (BPA) içermeleridir.
BPA (Bisphenol A)
Polikarbon, PVC gibi bazı plastiklerin ve
biçimlendirildikten sonra sertleşebilen
plastik hammaddelerin üretiminde kullanılan
kimyasal bir maddedir. Endokrin bozucu
olarak etki ederler. Vücuda alındıklarında
hormonları taklit ederek veya engelleyerek
vücudun normal işleyişini bozmaktadırlar.
Bu maddelerin endokrin dengeyi bozarak
büyüme, sinir sistemi, cinsiyet gelişimi,
üreme yeteneği, insülin yapımı ve kullanımı
ve metabolik hız gibi birçok temel süreci
etkiledikleri düşünülmektedir. İnsanların
idrar, kan, süt ve dokularında tespit
edilmeleri oral, teneffüs ve deri temas
yoluyla bu maddelere maruz kaldıklarını
göstermektedir.
Obeziteye de
zemin hazırlıyor
Son yıllarda yapılan çalışmalar, endokrin
bozucu özellik taşıyan kimyasal
maddelerin obezite gelişiminde de rol
oynayabileceklerini düşündürmektedir. Türk
Toksikoloji Derneği ; ‘Tarafımızdan obezite
tanısı konan farklı yaş grubu çocuklarda
yapılan çalışmaların sonuçları da, ftalatlar ve
BPA’nın obezitede olası rolünü düşündürür
niteliktedir.’ şeklinde sonuca ulaştıklarını
bildirmektedirler.
Güzel kokularla
plastik kokladığımızın
farkında mıyız?
2002 yılında Harvard Üniversitesinde
yapılan araştırmaya göre parfümlerdeki
Phthalate’ın sperm DNA’larında hasara
neden olduğu tespit edildi. Fitalatlar; Kişisel
bakım ürünleri (tırnak cilası (oje), parfüm,
losyon ve çözücüler), plastik, boya ve bazı
böcek ilaçları (pestisit) içinde kullanılır.
Fitalatların toksin geliştirici özelliği vardır.
Çocuklarda
astım ve kansere
sebep olmaktadır.
Araştırmalar,
hamilelik döneminde
ftalat maddesine
çok fazla maruz
kalan annelerin erkek
çocuklarında cinsiyet
kayması olabildiği,
kız çocuklarında
erken ergenliğe geçiş
görülmektedir.
Biberon seçimi
nasıl olmalı?
Öncelikli cam biberonlar tercih edilmeli.
Kırılma sıkıntısına karşı alınan polikarbon
biberonların Bisfenol A (BPA) içermemesine
dikkat edilmeli, etiket incelenmelidir.
Bisfenol A (BPA),endokrin bozucu etkisi
dolayısıyla kansere neden olabileceği
nedeniyle AB tarafından biberonlarda
kullanımını yasakladı. Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı, Avrupa Birliği (AB) ile paralel
olarak, biberon gibi bebek beslenmesinde
kullanılan polikarbonat malzemelerin
üretiminde Bisfenol A’nın (BPA) kullanımını
2011 yılında yasakladı.
Su Nasıl Saklanmalı
Su saklamada en iyi yöntem camdır.
Camdan sonra damacanalara göre pet
şişeler tercih edilmelidir. Damacanaların
yapısında bulunan Bisfenol A (BPA),
çözünerek suya geçebilmektedir. Su dolum
tesisleri su doldurulan damacanaları güneşe
maruz bırakmasıyla da Bisfenol A (BPA)
suya daha hızlı geçmektedir. Bu nedenle
su satın alırken güneş ışığına maruz kalıp
kalmadığına dikkat etmek gerekir.
Gıda yerine
plastik yiyoruz
Hiçbir plastik malzemeye sıcak gıda
konmamalı ve dondurulmamalıdır.Plastiklerin
içindeki zararlı maddeler ısıyla beraber hızlı
bir şekilde bozularak gıdaya geçmekte ve
biz gıda ile birlikte plastik tüketmekteyiz.
Örneğin dışarıda plastik bardaklarda çay
alımı, pilav demlenirken sıcak suda plastik
kapta bekletilmesi ve biberonlarda sıcak
mamanın soğutulması
gibi günlük yaşamda gözden kaçırdığımız
hatalar var l
Alabileceğimiz
basit önlemler
* Mümkün olduğunca gıda ile temasta
plastik yerine cam tercih edilmeli.
* Sentetik kokulardan uzak durulmalı,
ya da içeriğinde ftalat ve zararlı
madde barındırmayanlar bulunup
seçilmelidir.
* Genel olarak değerlendirdiğimizde,
plastik kullanmanın zaruri olduğu
durumlarda gıdalarla temas halinde
kullanacağımız plastik seçiminde
sırayla PP, PE ve PET malzemelerden
yapılmış ürünler tercih edilmelidir.
* Atıkların yeniden kullanımı
sonucu yapılan renkli poşetlerde
muhafazadan kaçınılmalı, esnek
plastiklerdense kolay kırılmaz,
yırtılmaz ve biçim bozulmasına
uğramayan boyasız ürünler tercih
edilmelidir. Böylece gıdalarımızı
daha sağlıklı ve daha uzun sure ilk
tazeliğinde muhafaza edebiliriz.
* Ayrıca bakanlıkça onaylı olup
olmadığına dikkat edilmelidir.
Bakanlık’tan izin alan üreticiler “Gıda
Maddeleri ile Temasta Bulunan veya
Bulunmak Üzere imal Edilen Plastikler
Hakkında Yönetmelik” kurallarına
uymak zorundadırlar. Buna göre,
gıda maddeleri ile temasta bulunacak
plastiklerin yapımında kullanılan
mamul hammaddesi ve katkı oranları
belirlenen sınırları aşamaz ve üretimde
bu yönetmelikte belirlenenlerden
başka tür malzeme kullanılamaz.
* Plastik malzemeleri kullanmak
zorunda isek; dondurmamalı ve ısıdan
uzak tutulmalıdır.
UZM. DR. MESUT POLAT
ZEYNEP KAMİL KADIN DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI /
EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ JİNEKOLOJİ POLİKLİNİĞİ
Şiddetli ve düzensiz
adet kanamaları
miyom belirtisi
olabilir mi?
Kadınların
korkulu rüyası
rahim miyomları,
her zaman belirti
vermeyebiliyor.
Genelde boyutları
10 cm’ye
ulaştığında şiddetli
ağrı, fazla ve
uzun süren
adet kanaması
gibi belirtilerle
kendini gösteren
miyom, kısırlık
dahil bir çok sağlık
problemine neden
olabiliyor.
Uzm. Dr. Mesut Polat, rahim içinde
çoğu zaman birden fazla sayıda oluşan
miyomların, jinekolojik muayene ve ultrason
gibi basit tanı yöntemi ile tespit edilebilerek
tedavi edilebildiğini söylüyor. En çok
35-45 yaş grubu kadınlarda rastlanılan
rahim miyomlarının menapoz ile birlikte
küçülmeye başladığını kaydeden Polat,
şunları söylüyor.
Bir adet döneminde ortalama 20-60 ml. kan
kaybedilir. Adet kanamasının aralıklarını
ve kanama süresini belirlemek kolay ama
kanama miktarını ölçmek zordur.
Adet miktarının
80 ml’nin üzerine
çıkması şiddetli
adet kanaması
olarak nitelendirilir.
Bu durumda adet kanamasının süresi
uzamış veya kanama süresi 7 günle sınırlı
kalmasına rağmen kanamanın şiddeti
artmış olabilir. Sağlıklı kadınların yaklaşık
yüzde 10-15’inde bu sorun gelişebilir
Ortalama adet sıklığı
28 günde birdir,
25 günden kısa ve
35 günden uzunsa
bir problem olabilir
Şiddetli adet kanaması
neden kaynaklanır?
Adet kanamalarının şiddetli olmasının
başlıca nedenleri arasında hormonal denge
bozuklukları gelir. Bu tür kanama pelvik
veya sistemik bir hastalık olmaksızın ortaya
çıkan rahim orijinli aşırı, uzamış veya sık
kanamadır. Hiçbir nedenin bulunmadığı,
rahim ve rahim içinin tamamen normal
yapıda olduğu, hormon ve pıhtılaşma
sisteminin normal fonksiyon gördüğü bu
grup, disfonksiyonel kanama bozukluğu
başlığı altında toplanır. Muayenelerin 1/5’i,
cerrahi girişimlerin 1/4’ü bu sebeple yapılır.
Böyle bir durumda ayırıcı tanıda akla
gebelik, çeşitli ilaç kullanımları, var olan
sistemik hastalıklar ile miyom ve polip gibi
rahme ait olan patolojik durumlar mutlaka
akla gelmelidir. Adenomyosis denilen ve
rahmin kas tabakasında endometriozis
varlığı ile tanımlanan durum da şiddetli
kanamaya yol açabilir. Ayrıca rahim
kanserinin kendisi veya öncü lezyonları
da bu tip anormal kanamalara yol açabilir.
Ayrıca kanın pıhtılaşmasını ve kanamanın
durmasını sağlayan pıhtılaşma sistemi
bozukluklarında da adet kanamaları şiddetli
olabilir.
Rahimde bulunduğu
yere göre farklı
belirtiler gösteriyorlar
Kadınların yaklaşık yüzde 25’inde görülen
miyomların şiddetli kanama yapıcı etkisi
vardır. Miyomlar, rahmin kas tabakasından
kaynaklanan iyi huylu urlar olarak tanımlanır.
Miyomlar rahimde bulundukları yerlere göre
farklı bulgular verirler. Saplı olan ve karnın
içerisine doğru büyüyen miyomlar kanama
bozukluğuna yol açmazken, rahim duvarını
tutan veya rahim boşluğuna doğru büyüyen
miyomlar kanama bozukluğunun sık
rastlanan nedenlerinden birini oluştururlar.
Menapozla birlikte
küçülmeye başlıyorlar
Miyomlara en çok 35-45 yaş grubu
kadınlarda rastlanır. Menopoz döneminde
de miyom görülme sıklığı düşüktür ve
doğurganlık yaşlarında miyom tanısı almış
çoğu kadında menopoza girdiklerinde
miyomlarda küçülme izlenir. Doğum
yapmamış olmak, ilk adetin erken yaşta
başlaması, düzensiz beslenme, obezite,
alkol, ailesel yatkınlık gibi faktörler de
miyom gelişimini arttıran risk faktörleridir.
En belirgin belirtisi
kanama ve ağrı
Miyomlar belirti vermeyebilir. Rutin
jinekolojik muayeneler sırasında tesadüfen
tespit edilebilirler. Ancak çoğu zaman
büyüme ile orantılı olarak, fazla adet
kanamaları, cinsel ilişki sonrası kanama,
adet arası dönemde ara kanama, sık
sık idrara çıkma, karında şişlik, adet
dönemlerinde ya da cinsel ilişki sırasında
kuyruk sokumuna doğru ağrı, fazla miktarda
kanamalara bağlı kansızlık gibi nedenler
miyom belirtileri olabilirler. Bu nedenle bu
gibi belirtileri olanlar vakit kaybetmeden
bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına
başvurmalıdırlar.
Her miyom
ameliyat gerektirmez
Miyomlar küçükse ve
herhangi bir şikayete
neden olmuyorlarsa
ameliyat edilmeksizin
6 ay arayla kontrol
muayeneleri yapılabilir.
Buna rağmen belirgin şikayet yaratanlar,
doğurganlığı etkileyecek kadar büyüklükte
olanlar tedavi gerektirirler. Çok başarılı ve
yaygın kullanılan bir ilaç tedavisi henüz
yoktur. Tedavi için hemen hemen her
zaman ameliyat uygulanır. Ameliyatta
bazen sadece miyomlar alınır; bazen
de miyomların rahimle birlikte tamamen
alınması gerekir. Buna hastanın yaşı, çocuk
sayısı, miyomların büyüklüğü gibi faktörlere
göre karar verilir l
DOÇ. DR. MEHMET BOYRAZ
TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
ÇOCUK ENDOKRİNOLOJİ BİLİM DALI
Hedef boy
anne-baba ortalaması!
Bir çocuk için
hedef boy;
annenin boyu ile
babanın boyunun
ortalaması!
Kız çocukları
için anne-baba
boyunu toplayıp
13 çıkarılıyor,
erkek çocuklarda
13 ekleniyor.
Uzmanların
“Yüzde 90 tutuyor”
dediği bu “büyüme”
hedefinde
yolunda gitmeyen
belirtilerin dikkate
alınması gerekiyor.
Çocuğun boyu ve
yaşı, akranlarına
göre geride
kalıyorsa, giydikleri
küçülmüyorsa bir
uzmana başvurmak
gerekiyor.
Çocuklarda büyümenin takibi ile ilgili
Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Doç. Dr.
Mehmet Boyraz bilgi veriyor.
Büyüme her yaşta aynı
hızla devam etmiyor
Büyüme bir çocuğun sağlıklı olduğunun
göstergesidir. Dünya Sağlık Örgütü de
bunu böyle kabul ediyor. Büyüme aslında
anne karnında başlıyor. Büyüme her yaş
için aynı değil. İlk bir yaştaki büyüme ile 3-4
yaş arasındaki veya daha ileri yaşlardaki
büyüme oranı hep farklı. Büyüme derken
‘boyun uzamasından’ bahsediyoruz. Bir
çocuk yaklaşık 50 cm boyunda ve 3 kilo
300 ile 3 kilo 500 gr doğuyor. İlk bir yıl
hızlı bir büyüme potansiyeli var ve yaklaşık
10-25 cm boy atıyor, 1-2 yaş arasında
10-12 cm ve giderek azalıyor. Daha sonra
ergenlikte tekrar bir artış oluyor.
Tiroid ve büyüme
hormonu çok önemli
Büyüme ilk 6 ay hatta ilk 2 yaş
beslenmeye bağlıdır. Bir çocuğun
büyümesini değerlendirirken normal
değerlere göre boyu kısa ise özellikle
beslenmeyi sorgulamamız lazım. Çünkü iyi
beslenmeyen bir çocuk, ilk iki yaşta daha
az büyür. İki yaşından sonra hormonal
faktörler devreye giriyor. Özellikle büyüme
hormonu ve tiroid hormonu çok önemli.
Bundan sonra da ergenlik döneminde
ergenlik hormonları; kızlarda östrojen
erkeklerde testosteron hormonu büyümede
rol oynuyor.
Büyümenin takip edilmesi için bebeğin
doğduğu andan itibaren belirli periyotlarla
bir çocuk sağlığı uzmanı ya da şansınız
varsa bulunduğunuz çevredeki sağlık
kurumlarından birinde bir çocuk endokrin
uzmanı tarafından izlenmesi gerekiyor. Belki
bizlere ulaşamayabilirler ama ilk 6 ayda
bir aile hekimine ya da çocuk uzmanına
ulaşabilirler. Bebeğin aylık boy ve kilo
ölçümlerinin yapılması gerekiyor. Altıncı
aydan sonra her 2 ayda bir ve 1 yaşından
sonra her 3 ayda bir çocukların büyüme
ve gelişmesinin takip edilmesi lazım ki
büyümesinde problem olan çocuklar,
bize aile hekimleri veya çocuk uzmanları
tarafından yönlendirilebilsin. Biz de
zamanında büyümeye dair sorunları tespit
edip önlemlerimizi alalım.
Büyüme geriliği
genellikle ne zaman
farkediliyor?
Her yaş için farklı. Aileler genellikle geç
geliyorlar çünkü fark edilmiyor. Akranlarına
ve okuldaki arkadaşlarına göre kısa
olduğunu fark ettiklerinde ya da aldıkları
elbisenin 2-3 yıl boyunca küçülmediğini
gördüklerinde şüpheleniyorlar.
Her yaşta boy kısalığı
saptanabilir. Ama
aileler bize 10-11
yaşından sonra
özellikle ergenlik
dönemine yakın
başvuruyorlar.
Burada önemli olan
büyümenin düzenli
takibi, fark edildiğinde
hemen başvurmak
ve erken tanı koyup
tedaviye başlamak.
Büyüme geriliğine
ne yol açar?
İlk 2 yaşta büyüme geriliğinin en önemli
sebebi beslenmedir. Çocuk düzenli
beslenmiyorsa zaten kilo da alamaz
boyu da uzamaz. Ailesel yani genetik
boy kısalığı dediğimiz bir kısalık da var.
Anne- baba kısadır çocukta kısa olabilir.
Ama anne baba kısa, çocuk da kısa olacak
diye takibi bırakmıyoruz. Boy kısalıkları
2 -3 yaşından sonra fark edilebilir. Bu
ailesel olabileceği gibi yapısal dediğimiz
boy kısalıkları özellikle büyüme hormonu
eksikliği, tiroid hormonu eksikliği bu
dönemde araştırılması gereken faktörlerdir.
Bunlar haricinde çocukta kronik hastalıklar
olabilir. Diyabet, astım, kronik akciğer
hastalığı, böbrek hastalıkları gibi. Bu tip
kronik hastalıkları araştırdıktan sonra
çocukta bir takım hormon eksiklikleri, tiroid
hormonu ve büyüme hormonu dediğimiz
hormonlar araştırılır. 11 yaşından sonra da
büyümeye katkı sağlayan kızlarda östrojen
hormonuna, erkeklerde de testosteron
hormonuna bakılır. Anne baba boyuna göre
hesapladığımız bir boy var. Buna hedef boy
diyoruz.
Hedef boy nasıl
hesaplanıyor?
Annenin boyu ile babanın boyunu toplayıp
kız çocuklarda 13 çıkartıyor, erkek
çocuklarda 13 ekliyor ve ikiye bölüyoruz.
Bu bize hedef boyu veriyor. Çocuğun
ulaşabileceği boyu tahmin ediyoruz. Bu
%90 tutuyor.
Büyüme çizelgelerine
göre takip hekim
tarafından yapılıyor
Gelişim çağındaki çocuklarda düzenli
doktor takibi büyüme geriliğinin erken
tespitinde çok önemlidir. Bizim Türk
çocukları için hazırlanan 0-18 yaş aralığında
büyüme çizelgemiz var. Önemli olan
çocukların büyüme değerleri arasında
hangi yüzdelik dilime girdiğidir. Genetik
özelliklerine, beslenme şekline bakarak
değerlendiriyoruz.
Anne sütünün çocuğun
boyunun uzamasına
katkısı var mı?
Anne sütü hiç şüphesiz çok önemli ve
bunu herkes biliyor artık. Anne sütü kadar
dünyada besin değeri yüksek bir besin
yok. İlk 6 ay mutlaka ve sadece anne
sütü diyoruz. Çocuğun büyümesi ve
zeka gelişimi için de çok önemli. Hatta
ileri yaşlarda görülen kronik hastalıkların,
obezite gibi sıkıntıların yetersiz anne sütü
veya hiç anne sütü alınmaması ile bağlantılı
olduğu bilimsel çalışmalarla ispatlandı.
Altıncı aydan sonra ek gıdalar verilebilir
ama 2 yaşına kadar da anne sütü diyoruz.
Kızlarda erken ergenlik
boy kısalığı sebebi
Kız çocukları için normal ergenlik yaşı
ortalama 9-10’dur. Erkek çocukları için
de yaklaşık 11-12’dir. Ama son yıllarda
biraz daha erken yaşa kaydı maalesef.
Sol el bilek filmi çekerek kemik yaşını
hesaplıyoruz. Kemik yaşına göre çocuğun
boyunun ne kadar uzayabileceğini tahmin
edebiliyoruz. Bazı formüllerimiz var.
Ama burada da
sınırımız var. Kızların
16 yaşına kadar adet
görmesi gerekiyor.
Kızlarda boyun
uzaması yaklaşık 14-15
yaşına kadar sürüyor,
erkeklerde 16-17 hatta
18 yaşı bulabiliyor.
Kızlar ne kadar geç
adet görürse boy
o kadar uzun oluyor.
Tedavi edilmesi
gereken boy kısalığı
tanısını endokrin
uzmanı koymalı
Aileler çocuklarının boylarının akranlarına ve
yaşına göre kısa olduğunu düşünüyorlarsa,
mutlaka çocuk endokrinoloji uzmanına
götürmeliler. Bulundukları bölgede yoksa
aile hekimlerine veya çocuk doktorlarına
da gidebilirler. Böyle bir durum söz konusu
ise en yakın endokrinoloji uzmanına
yönlendirileceklerdir. Tanı için önce
çocuğun boyunu ve kilosunu ölçerek
büyüme grafiklerindeki yerine bakıyoruz.
Anne ve babaya bağlı genetik boy kısalığı
olabilir. Ardından bütün rutin tetkikleri
yapıyoruz; biyokimyasal, kan parametreleri,
kemik yaşı. Her şey normal görünüyorsa
6 ay veya 1 yıllık takibe alıyoruz. Yine
uzamıyorsa bazı ileri testlere geçiyoruz.
Yani, ilk 2 yaş beslenme öyküsünden,
büyüme hormonu ve tiroid hormonu
tetkiklerine, östrojen ve testosteron
dediğimiz hormonlara bakıyoruz.
Bitkisel ilaçların boy
uzattığı söyleniyor.
Bunların böyle bir
etkisi var mı ?
Bunların kesinlikle boy uzattığına dair
bilimsel bir kanıt yok. İçinde ne olduğu
belirsiz ilaçlar. Halkımızın duyguları
maalesef suistimal ediliyor. ‘İçirdik boyu
uzamadı’ diye çocuklarını getirenler var.
Hatta bu bitkisel ilaçlar östrojenik etkiyle
kemik yaşını hızlı ilerletip boyu kısa da
bırakabilir. Büyüme hormonu eksikliği
teşhisi koyduğumuzda da hemen tedaviye
başlıyor ve çocuğun boyunu uzatabiliyoruz.
Ne kadar erken gelirlerse o kadar boyun
uzaması söz konusu olabilir. 12-13 yaşında
gelen çocuklara fazla bir şey yapılamıyor.
Çocuklar bu hormon ilaçlarını belirli bir
dönem kullanacak. Ama tiroid hormonunu
sorunu varsa sürekli kullanması gerekebilir.
Büyüme hormonunu kemik yaşına göre
kemiklerde büyüme tamamlanana kadar
kullanıyoruz. Bu da suistimal edilebiliyor.
Örneğin; 18 -20 yaşlarında bir hasta geldi.
‘Boyum uzar’ diye büyüme hormonu almış.
Boyu uzamayınca bana gelmişti. Tabii ki
mümkün değil.
Boy kısalığı çocukları
psikolojik olarak da
etkiliyor mu?
Kesinlikle. Boyu kısa olan çocuk hem
fiziksel olarak hem de psikolojik olarak
sıkıntı yaşıyor. Boyun akranları ile yaklaşık
olması çok önemli.
Bazı kız çocukları
geliyor. 17-18 yaşında
‘kısa boyluyum’ diye.
Ama o saatten sonra
yapacak bir şey yok.
Üzülüp gidiyorlar.
Mümkün olduğu kadar
erken tespit etmek
gerekiyor. Özellikle
burada ailelere çok
iş düşüyor l
İstanbul‘da
hizmetinizde
Siemens’ten Türkiye’de bir ilk!
Tüm Vücut MR PET Biograph mMR cihazı
siemens.com/mMR
Siemens, teknoloji harikası 3T MRI ile entegre moleküler
görüntüleme sistemlerini Türkiye’ye gururla sunar.
Biograph mMR, hasta görüntüleme, teşhis, tedavi ve takip
yöntemlerinizi yeniden tanımlayacak olan, klinik kullanımda
eş zamanlı MR ve PET imkanı sağlayan bu çığır açan sistem,
şimdi Siemens ile hizmetinizde.
Biograph mMR; olağanüstü nitelikte görüntüler alma
potansiyeli ile yeni araştırma alanları açarak ve sıradışı klinik
uygulamalara imkân vererek tanısal görüntüleme vizyonumuzu
genişletecek, sağlık hizmeti sunma yöntemlerini yeni baştan
yazacak. Siz ilk olarak ne yapacaksınız?
Answers for life.
PROF. DR. ÜMIT AYKAN
GÖZ HASTALIKLARI UZMANI
Türkiye’de yaklaşık
2 milyon insanı
tehdit ediyor!
Dünyadaki
önlenebilir körlük
nedenlerinin
başında yer alan
glokom, sadece
Türkiye’de yaklaşık
2 milyon insanın
göz sağlığını
yakından tehdit
ediyor.
Glokomun her yaşta görülebilmesinin yanı
sıra özellikle 35 yaşından sonra sinsi bir
şekilde ilerleyerek körlüğe yol açabildiğini
söyleyen Prof. Dr. Ümit Aykan “Göz içi
basıncının yüksek seyretmesi ve göz
sinirlerinin zayıflaması sonucu oluşan
glokom (göz tansiyonu) hastaları ülkemizde
ciddi anlamda artış göstermiş durumda.
Ancak ne yazık ki birçok hasta bu hastalığa
sahip olduğunun farkında bile değil” diyor.
35 yaşından sonra
risk arttıyor
Belirti vermeden sinsi bir şekilde ilerleyerek
gözde geri dönüşü olmayan hasarlar
yaratan glokom, Türkiye’de yaklaşık
2 milyon insanı yakından etkiliyor. Rakamın
büyüklüğüne rağmen hastaların yalnızca
yüzde beşinin hastalığının bilincinde
olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ümit Aykan
“Glokom, 35 yaşından sonra herkeste ortaya
çıkabilen ve sinsice ilerleyerek körlüğe
neden olabilen ciddi bir hastalıktır.
Dünyada önlenebilir
körlüğe neden olan
hastalıkların başında
yer alan glokomda
erken teşhis ve tedavi
çok önemlidir. Bunun
ana sebebi giden
görmenin hiçbir şekilde
geri dönmemesidir.
Hastalığı hangi
düzeyde saptarsak,
ancak o seviyede
tutabiliyoruz.
Bu da ancak çok ciddi bir izleme ve dikkatli
tedavi ile mümkün olmaktadır” diyor.
Sessiz hırsız
glokomda genetik
faktör öne çıkıyor
Belirli bir yaştan sonra herkesin ciddi bir
risk taşıdığını belirten Prof. Dr. Ümit Aykan
“Göz basıncının artışı göz sinirinde hasara
neden olabiliyor, bu nedenle belli aralıklarla
göz sinirlerinin ve görme lifleri kalınlığının
modern cihazlar ile değerlendirilmesi büyük
önem taşıyor. Özellikle aile büyüklerinde ve
ailede göz içi basıncı varsa, bu durum daha
da önem kazanmaktadır. Görme kaybının
sessiz hırsızı olan göz tansiyonu Türkiye’de
yaklaşık iki milyon kişide görülüyor. Bu
hastaların hepsi de ileride görmelerini
kaybetme riskiyle karşı karşıya” diyor.
Tansiyonu düşük
olanlar ve uyku sorunu
yaşayanlar risk altında!
Glokomda risk grubunun başında ailesinde
glokom geçmişi bulunanların, diyabetlilerin
ve miyopi rahatsızlığı olanların geldiğini
belirten Prof. Dr. Aykan, tansiyonu düşük
seyredenlerin ve gece uyku sorunu
yaşayanların da risk bakımından dikkatli
izlenmeleri gerektiğine dikkat çekiyor.
Glokomun oldukça sinsi bir hastalık
olduğunun altını çizen Prof. Dr. Aykan,
“Glokom hiç ağrı ve sızı yaşatmadan aniden
geri dönüşsüz görme kaybına neden
olabilen riskli bir hastalıktır. Bu nedenle
40’lı yaşlara gelene kadar yılda iki kez
göz tansiyonu muayenesinin asla ihmal
edilmemesi gerekiyor” diyor.
İlaçlarla da tedavi
edilebiliyor
Glokomun göz damlası gibi ilaçlarla da
tedavi edilebildiğini söyleyen Prof. Dr.
Ümit Aykan, gerektiği takdirde cerrahi
ve lazer girişimlerinin de tedavide
uygulanabileceğini belirtiyor. Prof. Dr. Aykan
“Hastalığın ilk devrelerinde, ilaç hastalığı
tedavi için yeterli olacaktır. Ancak burada
erken teşhisin önemi çok büyük. Çünkü
giden görme asla geri döndürülemez. Bu
nedenle kişilerin belirli yaşlardan sonra
mutlaka belli aralıklarla göz muayenesi
yaptırması gerekiyor. Gerekli vakalarda
tedavide cerrahi ve lazer müdahalelere de
başvurabiliriz” diyor l
SUDAN
SEBEPLER
YARATIN!
Mevsim değişikliklerinde
su ihtiyacı artıyor.
Vücudun su ihtiyacının arttığı dönemlerin
başında mevsim geçişleri geliyor. Sadece sıcak
havalardaki terleme değil, soğuk havalardaki
üşüme de vücuda su kaybettiriyor. Özellikle
mevsim değişiklikleri sırasında yaşanan gün
içindeki ani hava değişimlerine uyum sağlamak
ve sıcaklığını korumak için vücut daha fazla çaba
sarf ediyor ve su ihtiyacı artıyor. Yaz sıcaklarının
bastırmasıyla birlikte de terleme kaynaklı su
kaybında ve vücudun dışarıdan su alımına
duyduğu ihtiyaçta ciddi artış yaşanıyor.
Vücudun su kaybını önlemek için günde 8
bardak su tüketmeyi unutmamak gerekiyor.
Sabah kalkınca, her tuvaletten sonra, egzersiz
yaparken, gece yatarken, gün içinde belli saat
aralıklarında su içmeyi alışkanlık haline getirenler
mevsim değişikliklerini, özellikle de sıcak yaz
günlerini daha rahat ve sağlıklı geçiriyor. Havanın
sıcak olduğu aylarda su tüketiminin artırılması
vücut ısısını dengeleyerek su kaybı kaynaklı
rahatsızlıkların önüne geçiyor.
Çay ve meyve suları
suyun yerini tutmuyor.
Türkiye’de en çok tüketilen içeceklerin başında
çay gelse de ne çay, ne asitli içecekler, ne de
meyve suları suyun yerini tutuyor. Aksine bu
içecekler günlük kalori alımına ortalama 200
kalori ekleyerek yıllık ortalama 10 kiloluk artışı da
beraberinde getiriyor.
Diğer yandan çay gibi içecekler diüretik etki
yaparak vücuttan daha fazla su atılmasına sebep
oluyor. Gün içinde bol çay tüketen kişilerin bu
sebeplerle daha fazla su içmesi gerekiyor. Bu
içeceklerin suyun faydalarını sağlamakta yetersiz
olması, hatta vücudun su kaybını desteklemesi
düzenli su içmeyi alışkanlık haline getirmeyi
daha da önemli kılıyor.
Su, metabolizmayı
hızlandırıyor.
Su içmek metabolizmanın hızını artırdığı için
tokluk hissi de yaratıyor. Dolayısıyla gün içinde
içilen 8 bardak su kilo vermeye de yardımcı
oluyor.
Diyet yapmalarına rağmen kilo veremeyenlerin
tükettikleri günlük su miktarına özellikle dikkat
etmeleri gerekiyor çünkü az miktarda su
tüketmek metabolizmayı yavaşlatıyor.
Sağlık çalışanlarına
güveniyoruz
Pazar araştırma
şirketi BAREM’in
gerçekleştirdiği
mesleklere güven
araştırması
sonuçlarına göre,
10 meslek grubu
içinde, geçen yıl
olduğu gibi bu yıl
da sağlık çalışanları
en güvenilen ikinci
meslek grubu...
Türkiye’de modern tıp eğitiminin başlangıcı
olarak ilk cerrahhanenin kurulduğu 14 Mart
1827 tarihi kabul ediliyor. Her yıl 14 Mart
sağlık çalışanları arasında bilime katkıların
ödüllendirildiği, sorunların tartışıldığı bir
paylaşım günü olarak kutlanıyor.
Yüzde 73 güveniyor
BAREM mesleklere güven araştırmasında
18 yaş ve üzeri Türkiye nüfusunu temsil
eden bin kişiyle 2015 yılı Kasım ayında
CATI (Bilgisayar Destekli Telefon
Görüşmesi) yöntemiyle görüşüldü.
Araştırmaya göre
Türkiye’de sağlık
çalışanlarına güvenirim
diyenlerin oranı %73
iken güvenmeyenlerin
oranı %24. Cevap
vermeyen %3’lük bir
kesim de var.
2014 yılında yapılan benzer araştırmada
Türkiye’de sağlık çalışanlarına güven,
global ortalamadan 16 puan daha
yüksekti. Türkiye’de sağlık çalışanlarına
güvende erkekler (%78) ile kadınlar
(%68) arasında önemli bir fark var. Yaş
gruplarına bakıldığında güvenenlerin oranı
35-54 yaş arasında %77’ye, 55-64 yaş
grubunda ise %84’e yükseliyor. Üniversite
(%81) ve üzeri eğitimli kişiler (%85) sağlık
çalışanlarına diğer eğitim gruplardan daha
çok güveniyor.
10 meslek grubu
irdelendi
Araştırmada görüşülen kişilerin Sağlık
çalışanlarının yanı sıra yargıçlar,
gazeteciler, politikacılar, işadamları,
askerler, öğretmenler, polisler, bankacılar
ve dini liderlere duydukları güven irdelendi.
Meslekleri nedeniyle bir otorite veya bilirkişi
durumunda olan ve insanların sürekli karşı
karşıya kaldıkları, çözüm bekledikleri,
haklarını, canlarını, çocuklarını, sağlıklarını,
paralarını emanet ettikleri kişilere duydukları
güvenin seviyesi; toplumda rahatlık, huzur
ve günlük hayatın akışı bakımından önemli
göstergeler olarak düşünülüyor.
Doğumdan ölüme
her yaşımızda sağlık
çalışanlarına ihtiyaç
duyuyoruz
Tüm bu gruplar içinde sağlık çalışanlarının
yeri apayrı, doğumdan ölüme kadar her
yaşımızda onlara gerek duyuyoruz. Sağlık
sektörünün bugünkü durumunu anlamak
için Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri
2014 raporundan birkaç rakama göz atalım l
• Türkiye’de doğumların %98’i sağlık
kuruluşlarında gerçekleşiyor.
• En çok sağlık hizmetine ihtiyaç
duyan 65 yaş ve üzeri nüfus oranı
1990 yılında %4,3 iken 2014 yılında
%8’e yükseldi.
• Türkiye’de 2014 yılı içinde hekime
müracaat sayısı 644 milyon, kişi
başına yılda ortalama 8,3 kez
hekime gidiliyor.
• Türkiye’de 135 bini hekim, 23 bini
Diş hekimi olmak üzere 760 bin
sağlık çalışanı görev yapıyor.
• 100 bin kişiye düşen hekim sayısı
175.
• Sağlık harcamalarının GSYIH
içindeki payı %5,4.
• TUİK Sağlık Araştırması’na göre
15 yaş ve üzeri nüfus içinde genel
sağlık durumunu çok iyi ve iyi
şeklinde ifade edenlerin oranı 2008
yılında %64 iken 2012 yılında %71’e
yükseldi.
• Benzer şekilde TUİK Yaşam
Memnuniyeti 2014 yılı araştırmasında
sağlık hizmetlerinden memnuniyet
oranı %71.
DR. HATİCE KÜBRA DEMİRTAŞ KAVAZ
HOSPİTADENT DİŞ HASTANESİ ORTODONTİ UZMANI
Tel tedavisinde
doğru bilinen
5 yanlış
Teknolojinin
ilerlemesi ile birlikte
ortodontik tedavi
talebinde hatırı
sayılır bir artış
olduğunu söyleyen
Ortodonti Uzmanı
Dr. Hatice Kübra
Demirtaş Kavaz,
diş teli tedavilerinde
geç kalınmaması
konusunda uyarıyor.
Hastaların ortodontik tedavilerle ilgili doğru
bildiği pek çok yanlış olduğunu dile getiren
Demirtaş, “Diş telinin, diş kökü ve kemiklere
zarar vereceği, çürük oluşumuna neden
olacağı söyleniyor. Bunlar tamamen yanlış
ve kulaktan dolma bilgilerdir. Ortodontik
tedavi hastanın ağız bakımına azami
özen gösterdiği ve 4-6 haftalık periyodik
kontrollerine uyduğu sürece ömür boyu
sağlıklı ve düzgün dişler sağlayacak, başarılı
bir yöntemdir” diyor.
Demirtaş, halk arasında tel tedavisi
(ortodontik tedavi) hakkında doğru bilinen
yanlışları ise şöyle sıralıyor:
1.Çapraşık dişler
zamanla düzelir.
Hayır düzelmez. Üst çene ve/veya alt
çenesi normalden ileri veya geride olan, üst
dişleri alt dişlerini çok fazla örten ya da hiç
örtmeyen, dişleri çapraşık veya boşluklu
olan, diş eksikliği, diş fazlalığı veya gömülü
dişleri bulunan bireylerin ortodontik tedavi
ihtiyacı bulunmaktadır.
2. Diş teli, çürük
ve leke oluşumuna
neden olur.
Hayır diş teli çürük oluşturmaz.
Diş teli takmadan önce nasıl ağız ve diş
bakımımıza özen gösteriyorsak aynı özeni
diş teli varken de göstermeliyiz. Çünkü
ortodontik tedavi süresince ağız içerisinde
diş tellerine bağlı olarak gıda artıklarının
mesken edineceği daha çok tutucu alan
oluşur.
Ağız ve diş bakımı tam olarak yapılmaz,
dişler fırçalanmaz, hijyen alışkanlığı
kazanılmaz ise çürük oluşumu
kaçınılmazdır. Kısaca ağız hijyeni tam olarak
sağlandığında, diş teli çürük oluşturmaz.
Diş teli leke de yapmaz. Halk arasında leke
diye tabir edilen aslında etkili fırçalama
yapılamaması sonucunda oluşan white spot
denilen beyaz nokta çürükleridir. Beyaz
nokta bu çürüklerin genel adıdır, bu çürükler
sarı turuncu lezyonlar şeklinde de oluşabilir.
3. Dişlerin tel ile
yerlerinin değiştirilmesi
diş köklerine ve
kemiklere zarar verir.
Hayır vermez. Öncelikle dişin nasıl hareket
ettiğinin bilinmesi gerekir. Ortodonti
tedavisinde dişlere en basit tabiriyle itme
ve çekme kuvvetleri uygulanır, dişlere
uygulanan kuvvetler fizyolojik yani dokuya
zarar vermeyen kuvvetlerdir. Bu kuvvetler
sayesinde dişin gittiği yerde kemik yıkımı
olurken, geldiği yerde ise yeni kemik yapımı
olur. Bu sayede tedavi esnasında dişlerde
minimal düzeyde sallanmalar olmasına
karşın diş yuvasından çıkmaz. Kısaca
dişlerin tel ile yerlerinin değiştirilmesi diş
köklerine ve kemiklere zarar vermez.
4. Tel tedavisinden
sonra dişler eski
halini almaz.
2. aşama tedavi olan pekiştirme tedavisi
yapılmadığı takdirde dişler eski haline
döner. Ortodontide temel bir kural vardır.
Dişler daimi tedavi öncesindeki konumlarına
dönmek isterler. Bu nedenle, pekiştirme
tedavisiyle birlikte mevcut düzelmenin kalıcı
hale getirilmesi çok önemlidir. Bu tedavi,
dişlerin iç kısımlarına retainer denilen
tellerin yapıştırılması ve hastanın aktif tedavi
sıklığında olmasa da dönem dönem kontrol
edilmesi durumudur. Hastalar pekiştirme
tedavisi hakkında en çok “Zaten 1.5 senedir
tel takıyorum tam çıktı derken simdi de iç
kısma mı tel takacaksınız ?” diye yakınırlar
ancak pekiştirme tedavisinde kullanılan teller
son derece ince olan ve takıldıktan 3 gün
sonra varlıkları dahi hissedilmeyen tellerdir.
5.Yaşça büyük kişiler
diş teli takamaz,
taksa da işe yaramaz.
Hayır, yaşça büyük kişiler de takabilir!
Çapraşık dişler yalnızca çocuk yaşlarda
düzelir düşüncesi de doğru bilinen bir
yanlıştır. Diş teli her yaşta takılabilir.
Günümüzde tel tedavisi talebiyle
ortodontiste başvuran erişkin hasta sayısı
oldukça fazladır. Erişkin hastalarda daimi diş
kayıpları sonucu oluşan boşluklara komşu
dişler devrilir ve bu durum ideal protez ve/
veya implant yapımını imkansız hale getirir.
Bu sebeple günümüzde bu tarz problemler
için kısa süreli ortodontik tedavi talebi erişkin
hastalar arasında oldukça yaygındır.Ancak
çene problemlerinin tedavisi için ağaç yaş
iken eğilir atasözü geçerlidir.
Erişkin hastalardaki
çene problemleri ciddi
boyutlarda değilse
kompanzasyon
denilen maskeleme
tedavisi uygulanarak
diş hareketleriyle
çene problemleri
maskelenebilir.
Buna rağmen
erişkin hastalarda
ileri boyuttaki çene
problemlerinin tedavisi
için cerrahi alternatifler
düşünülmelidir l
UZM. DR. SEVDA BAĞ
İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / PSİKİYATRİ KLİNİĞİ
Mobbing
hayatımızla birlikte
sağlığımızı da bozuyor
Duygusal taciz,
psikolojik
şiddet, dışlama,
aşağılama,
rahatsız etme
ve mutsuz
etme… Çalışma
hayatında
sergilenen
bu olumsuz
davranışların
tümü “mobing”
kapsamında
değerlendiriliyor.
İş verimini düşürmenin
yanında ruhsal
hastalıklara da zemin
hazırlayan mobbing,
en çok hizmet
sektöründe görülüyor.
Uzm Dr. Sevda Bağ çalışanlar üzerinde
huzursuzluk, korku, utanç, öfke ve endişe
gibi duygular ortaya çıkaran mobbingin,
uyku bozuklukları, depresyon, yüksek
tansiyon, panik atak ve kalp krizine sebep
olabileceğini belirterek, mağdurların
mobbinge karşı savunma mekanizması
geliştirmesi gerektiğine vurgu yapıyor.
Mobbing, mesleki anlamda 1980’lerin
ortalarından itibaren başlıca stres kaynağı
olarak tanımlanmaktadır. Bir çalışma
organizasyonu içerisinde ortaya çıkan
psikolojik taciz olarak da tanımlanabilen
mobbing, çalışanı, çalışma hayatını, ülke
ekonomisini ve toplumun huzurunu olumsuz
etkileyen bir olgudur. Kelimeyi en iyi şekilde
ifade eden Türkçe kavram, “yıldırkaçır”dır.
Genel olarak bir işyerinde psikolojik
tacizden söz edebilmek için sergilenen
olumsuz davranışların bazı unsurları
içermesi gerekmektedir:
Fiziksel ve psikolojik
birçok hastalığa
neden olabilir
Mobbinge uğrayan kişi işyerinde psikolojik
taciz ve damgalamayla karşı karşıya
kalmanın yanında, yönetimin devreye
girmesi ve işten ayrılma gibi durumlarla
da sıklıkla karşı karşıya kalır. İşyerlerinde
psikolojik tacizin mağdurlar üzerinde
birçok etkisi vardır. Süreklilik arzeden ve
artarak devam eden bu durum, mağdur
açısından fiziksel ve zihinsel rahatsızlıklara,
davranış bozuklularına, sosyal sorunlara ve
ekonomik zarara neden olmaktadır.
Uyku bozuklukları, ağlama nöbetleri,
konsantrasyon bozukluğu, gerginlik ve
öfke, alınganlık, yüksek tansiyon, kalıcı uyku
bozuklukları, mide ve bağırsak sorunları,
aşırı kilo alma veya verme, alkol veya ilaç
(madde) bağımlılığı, tedavi masrafları,
işyerinden kaçma veya uzaklaşma (sık
sık geç kalma, sıkça kullanılan hastalık
izinleri), şiddetli depresyon, panik ataklar,
kalp krizleri ve diğer ciddi hastalıklar,
kazalar, üçüncü kişiye yönelik şiddet, intihar
girişimleri bu etkilerden bazıları olarak
sayılabilir.
İşyerlerinin de
performansını
düşürüyor
Mobbing, işyerleri açısından da pek
çok olumsuzluğa neden olur. İşyerinin
genel verimliliğini olumsuz etkileyen bu
durum, çalışma ilişkileri ve barışın›n
bozulmasının yanısıra, çalışan ve yöneticiler
arasında uyumsuzluklara da sebep olur.
Devamsızlıklar, izinler ve sağlık raporlarında
artış görülür. Bununla birlikte yeterlilik ve
tecrübe sahibi çalışanların kaybedilmesine
yol açar. Tabi bunlarla birlikte konunun
işyeri dışına taşınması halinde kurumun
saygınlığı ve marka değeri de zarar görür.
İş hayatındaki
olumsuzluklar,
aile ilişkilerine de
zarar veriyor
Mağdurun işyerinde yaşadığı sorunlar,
karı-koca ve ebeveyn-çocuk ilişkilerini,
hatta çocukların psikolojik gelişimlerini de
olumsuz etkilemektedir.
İşyerinde uygulanan
psikolojik taciz
nedeniyle aileler de
bireyler gibi hem
psikolojik hem de
ekonomik açıdan
yüksek maliyetler
ödemek durumunda
kalabilmektedir.
İşveren ve devlete de
yük getiriyor
İşyerlerinde psikolojik taciz mağdurunun
doktor muayenesi, tahliller gibi
sağlık harcamaları artmakta; sağlık
kontrollerinde harcanan zaman nedeniyle
üretim süreçlerinde verimlilik kayıpları
yaşanmaktadır. Dolayısıyla, işyerinde
psikolojik taciz mağdurun toplumla ilişkisini
zedelemekte, işverene ve devlete yük
getirmektedir.
Sağlık sektöründe
Mobbing riski
16 kat daha fazla
Mobbing, hastanelerde yaygın olarak
görülen ve sağlık çalışanları için tedbir
alınmasını gerektiren düzeyde ciddi
bir mesleki sağlık ve güvenlik riskidir.
Araştırmalar sağlık çalışanlarının mobbinge
uğrama riskinin diğer hizmet sektörü
çalışanlarına oranla 16 kat daha fazla
olduğunu göstermektedir.
Mobbinge maruz kalan bireyler; bıktırma,
yıldırma, dışlanma, kurumun hizmetlerinden
yoksun bırakılma, aşağılanma, izin ve
görevlendirilmelerden yararlandırılmama
gibi psikolojik tacize neden olabilecek
tutum ve davranışlara maruz
kalabilmektedir.
En çok, hemşire,
hekim ve sağlık
memurları risk altında
Sonuç olarak; maruz kalınan mobbing
davranışlarının; kendini gösterme ve iletişim
oluşumunu etkileme, sosyal ilişkilere saldırı,
kişinin yaşam kalitesi ve mesleki durumuna
saldırı ve itibara saldırılar şeklinde olduğu
görülmektedir.
Mobbinge maruz
kalmada mesleki
özellikler; mobbinge
maruz kalanların
daha çok hemşireler,
sonrasında ise
hekimler ve sağlık
memurları oldukları
görülmüştür. Acil
servis, yoğun bakım,
ameliyathane gibi
özelleşmiş birimlerde
çalışanların daha
fazla mobbinge maruz
kaldıkları saptanmıştır.
Risklere karşı önlemler
üst düzeye çıkarılmalı
Gerek sağlık hizmetindeki hızlı değişimler
gerek yasal uygulamalardaki eksiklikler
mobbingin önlenmesinde ve çalışan
güvenliği sağlama konusunda boşluklar
bırakmaktadır. Amacı insanlara yardım
ve tedavi olan hekimlerin ve sağlık
çalışanlarının güvenli koşullarda çalışması
ve olabilecek şiddet riskinin azaltılması en
doğal haklarıdır l
Mobbinge
• İşyerinde gerçekleşmelidir.
• Üstler tarafından astlarına
uygulanabileceği gibi, astları
tarafından üstlerine de
uygulanabilir ya da eşitler arasında da
gerçekleşebilir.
• Sistemli bir şekilde yapılmalıdır.
• Süreklilik kazanmış bir sıklıkla
tekrarlanmalıdır.
• Kasıtlı yapılmalıdır.
• Yıldırma, pasifize etme ve işten
uzaklaştırma amacında olmalıdır.
• Mağdurun kişiliğinde, mesleki
durumunda veya sağlığında zarar
ortaya çıkmalıdır.
• Kişiye yönelik olumsuz tutum ve
davranışlar gizli veya açık olabilir.
DİYETİSYEN KÜBRA BAL
BAYRAMPAŞA DEVLET HASTANESİ / YÖNETİCİ BAŞHEKİM
Dikkat!
Bu 8 Besin
Acıktırıyor
Diyetisyen
“Kilo vermek
istiyorsanız,
iştahınızı arttıran
bazı yiyeceklerden
sakınmanız gerek.”
Glisemik indeksi
yüksek besinlerin
kan şekerinin hızla
yükselmesine ve
daha sonra da aynı
hızla düşmesine
sebep olduğunu
söyleyen Diyetisyen
Kübra Bal, bu
kısır döngünün
kilo alımına sebep
olduğunu ifade
ediyor.
Diyetisyen Bal, yükselen kan şekerini
düşürmek için vücudun daha fazla insülin
hormonu salgılayarak kan şekerinin
düşmesine sebep olduğunu, ancak bu
düşüş ile birlikte tekrar acıkma halinin
ortaya çıktığını belirterek, “Vücut iştah hali
devam ederken, daha fazla ve daha sık
yemek yemek istiyor. Bu bakımdan kan
şekeri seviyenizi dengede tutmak için
peynir, düşük yağlı yoğurt, yumurta beyazı,
‘sağlıklı’ etiketli ürünler, çin yemeği, sakız,
hazır çorba ve düşük lifli besinleri kontrollü
tüketmek gerekiyor” bilgisini veriyor.
Diyetisyen Kübra Bal, daha kısa sürede
acıktıran besinleri ise şöyle sıralıyor.
Yedikçe yediren peynir
Sütün içerisinde bulunan kazein
bileşiklerinden kazomorfin, peynirdeki
yağ ve tuzla bir araya geldiğinde, yedikçe
yedirten besinler arasında yer alıyor.
Glisemik indeksi düşük olmasına rağmen
yeme hissi sürekli acıkma haline sebep
olabilir. Peyniri ayakta ya da ekmek
arasında atıştırmak şeklinde değil, kahvaltı
tabağınıza yiyeceğiniz kadar ölçüde
(ortalama 50 gram kadar) alın. Diğer bir
alternatif salatalarınız üzerine koyarak,
salatanızın doyuruculuğunu artırabilir, öğün
yerine geçmesini sağlayabilirsiniz.
Doyurmayan
düşük yağlı yoğurt
Yoğurdun zayıflama üzerine kuşkusuz
çok etkisi bulunuyor. Ancak düşük yağlı
yoğurtların, karbonhidrat oranı daha
yüksek olduğundan hem kan şekerini
daha hızlı yükseltiyor hem de doyurucu
etkisi tam yağlı olanlara göre daha az
olduğundan acıkmaya sebep olabiliyor.
Ana yemeklerinizin yanında 1’er kase
tüketilebileceği gibi, kahvaltıda yulafla veya
ara öğünlerde taze/kuru meyvelerle de
yenebilir.
Proteinden yüksek
yumurta beyazı
Yumurta beyazı yüksek protein içerse
de sadece yumurta beyazını kullanmak
doyurucu değildir. Yumurtanın sarısı
içerdiği doymuş yağlarla hem doyurucu
etkidedir hem de A ve B vitaminlerinin
emilimini artırır. İçerdiği kolin sayesinde
karaciğer yağlanmasını azaltır, kas ve beyin
sağlığına katkıda bulunur. Yumurtanın
beyazını ve sarısını birlikte tüketmeli,
omletinizi bu şekilde hazırlamalısınız.
“Sağlıklı” ve diyet
etiketli ürünler
Sağlıklı ve diyet etiketi altında satılan
ürünlerin yağ oranları çok düşük ve
karbonhidrat oranları yüksektir. Bu nedenle
doyurucu etkide değillerdir. Bunların yerine
tok tutucu etkide olan badem, ceviz, fındık,
kaju gibi protein ve yağ içeriği yüksek
kuruyemişlerle ara öğünler yapmak daha
sağlıklı bir alternatif.
Çin tozu içeren
yemekler
Çin yemeklerinin içerisinde bulunan
monosodyumglutamat lezzet arttırıcı özelliği
ile yemeklerin fazla yenmesine neden olur.
Tatlı soslardan ve noodle gibi karbonhidratlı
yiyeceklerden oluşan Çin yemeklerini sık sık
tüketmek uygun değildir. Kendinizi ayda 1
çin yemeği ile ödüllendirebilirsiniz.
Sakız acıktırır
Sakız çiğnemek, ağzı oyalamak ve bir
şey atıştırmayı önlemekten çok, mide
asidini artırdığı için acımaya sebep olur.
Bu nedenle diyetlerde, besin tüketimini
engellemek için sıkça sakız çiğnemek
uygun değildir.
Hazır çorbalar
Ev çorbalarının diyetlerde tok tutucu
etkisi yadsınamaz. Ancak, hazır
çorbaların içerisinde de bulunan
monosodyumglutamat katkı maddesi
acıkmanıza neden olur. Sofralarımızdan
hiç eksik olmayan, Türk mutfağının başlıca
yemeklerinden ev yapımı çorbalar, kansere,
sindirime, kolesterole ve bunun gibi
birçok hastalığa çare olur. Hazır çorbalar
yerine evinizde kendi malzemelerinizle
hazırlayacağınız domates, tarhana, brokoli,
mercimek, yayla, mısır ve mantar çorbaları
ile hem sağlıklı beslenir hem de birçok
hastalığa doğal yollarla karşı çıkabilirsiniz.
Düşük lifli besinler
Lif içeriği düşük besinler, lifli besinlere
göre daha hızlı sindirildiğinden mide ve
bağırsaklarda kısa kalır ve hızlı kana karışır.
Bu durum çabuk acıkmaya sebep olur.
Ayrıca yüksek lif, düşük glisemik indeks;
düşük lif yüksek glisemik indeks anlamına
geliyor. Bu nedenle beyaz un yerine tam
buğday unu, pirinç yerine bulgur pilavı ve
kuru bakliyatlar beslenmemizde yer almalı l
UZM. DR. NURETTİN SAVAŞ ŞEN
EYÜP DEVLET HASTANESİ / GÖĞÜS HASTALIKLARI POLİKLİNİĞİ
Verem pusuda olabilir.
Vücut direncine dikkat!
Ateş, gece
terlemesi, halsizlik,
çabuk yorulma ve
iştahsızlık…
Bu belirtilerin bir
arada ve 2 haftadan
uzun süreyle
görülmesi vereme
işaret ediyor.
İnsanlık tarihinin en
eski hastalıklarından
biri olarak gösterilen
verem, dünya
nüfusunun üçte
birini etkisi altına
alan bir hastalık
olarak tanımlanıyor.
Tıp dilinde Tüberküloz olarak da adlandırılan
veremde geç kalmanın ölümcül sonuçlar
doğurabileceğine işaret eden Uzm. Dr.
Nurettin Savaş Şen, genellikle sessiz ve
sinsice seyreden hastalığın daha çok
akciğerlerde olmakla birlikte tüm organlarda
görülebileceğini söylüyor.
Uzm. Dr. Şen, tüberküloz tedavisinin
yapılmadığı ya da yarım bırakıldığı
durumların ölüme kadar giden çok ciddi
sağlık problemlerine sebep olabileceğini
belirterek, “Günümüzde tüberküloz halen
önemli bir sağlık sorunu olmakla birlikte
uygun ilaç tedavisi ile iyileşebilen bir
hastalıktır. Tedavi süresi genellikle 6 aydır.
Bu süreçte ilaçların düzenli ve eksiksiz
alınması ve tedavinin aksatılmadan
sürdürülmesi önemlidir. Verilen ilaçlardan
herhangi birinin alınmaması ve ilaçların
düzensiz bir şekilde kullanılması hastalığın
iyileşmesini engelleyeceği gibi hastalığa
yol açan basilin dirençli hale gelmesine yol
açabilir” diyor. Nefes yolu ile bulaşan bir
mikrobun neden olduğu veremin, hapşırma,
öksürme ile bulaştığını belirten Şen, şöyle
devam ediyor: “Hastaların öksürmesi,
hapşırması veya konuşması sırasında
havaya karışan mikroplar bir süre havada
asılı kalır ve solunum yolu ile mikrop aynı
ortamdaki kişiler tarafından alınır. Mikrobu
alan kişi enfekte olur, ama enfekte olan
kişi mutlaka hastalanmaz. Alınan mikrop
vücudun savunma hücreleri tarafından
hapsedilir, ölmeden sessiz durumda kalır
ve vücut direncinin düşmesi durumunda
hastalığa neden olur. Bu şekilde enfekte
olan kişilerin %5’i ilk 2 yılda %5’i de yaşamın
herhangi bir döneminde aktif olarak hasta
olurlar. Özellikle HIV pozitif kişilerde, şeker
hastalığı olanlarda, beslenme yetersizliği ve
vücut savunmasını baskılayan kortizon gibi
ilaçları kullananlarda uyuyan mikropların
hastalık yapma riski daha yüksektir”
İlaç içen hastanın
balgamında basilin
temizlenmesiyle
bulaştırıcılığı biter
Genelde tüberküloz hastalarından hastalığı
bulaştıracağı endişesiyle uzak durulduğunu
anlatan Şen, ilaç içen hastaların hastalığı
bulaştırma ihtimalinin balgamda basilin
temizlenmesi ile bittiğine değiniyor. Şen
şöyle devam ediyor:
“Bulaşmada en riskli
grup hasta ile aynı
evde yaşayanlar yani
ev içi temaslılarıdır.
Çalışma ortamında
iş arkadaşlarında
tüberküloz olduğunda,
bulaşmada,
işyerinin büyüklüğü,
havalandırması gibi
faktörler önem taşır.
Örneğin çok sayıda işçinin çalıştığı,
yüksek duvarları olan bir fabrika ortamında
bulaşmanın daha az olması beklenirken;
küçük ve havalandırması olmayan bir odada
aynı ortamda çalışma sırasında bulaşma
olasılığı daha fazla olduğu söylenebilir.
Ancak hasta birey tedavi altında ise
bulaştırıcılığı çok düşer”
Kesin tanı balgam
tahlili ile konuyor
Hastalığın tanısının balgam tahlili veya
histopatalojik inceleme ile konduğunu
bildiren Şen, “Akciğer tüberkülozlu hastanın
filminde şüphe uyandıran belirtiler olabilir
ama asıl tanı; balgamda verem mikrobunun
mikroskop altında görülmesi veya özel
ortamlarda bu mikrobun üretilmesi ile
konur. Mikrobun mikroskopla görülmesi
hemen yapılabilir. Mikrobun görülemediği
durumlarda kültürde üremesi 4-6 hafta
zaman alabilir. Günümüzde farklı hızlı tanı
tetkikleri de uygulanmaktadır”
Tedbir alınmazsa,
aktif verem hastalığına
dönüşebilir
Tüberküloz vakalarının yüksek sayıda olduğu
yerlerde yaşanması, kişisel duyarlılığın
yüksek olması ve tüberküloz hastası ile
yakın temas öyküsünün olması tüberküloz
enfeksiyonu riskini arttırır” diyen Şen, şu
bilgileri veriyor: Verem enfeksiyonu son iki
yıl içinde gelişmişse, vücut ağırlığınız ideal
vücut ağırlığından düşükse, 5 yaşından
küçük ya da çok ileri yaşta iseniz, sigara
kullanıyorsanız, uyuşturucu kullanıyorsanız,
uzun süre kortikosteroid kullandıysanız,
bağışıklık sistemini baskılayan bir tedavi
gördüyseniz, diyabet, silikozis, HIV
enfeksiyonu, lösemi, lenfoma, organ
nakli, kronik böbrek yetersizliği varsa
verem enfeksiyonu aktif verem hastalığına
dönüşebilir.
Veremden korkmayın!
Sağlıklı yaşam, düzenli egzersiz ve stresten
uzak durmak veremden korunmada son
derece önemlidir. Bağışıklık sistemi mümkün
olduğunca güçlendirilmelidir. Hasta ile
aynı evde yaşayanlara verem mikrobunun
bulaşma olasılığı yüksektir. Çünkü aynı
havayı en uzun süre paylaşmaktadırlar.
Hastalık yayıldıkça ve
ilerledikçe tedavi edilse
bile akciğerde kalıcı
hasara neden olabilir.
Oysa erken tedavi ile
hiçbir iz kalmadan
tedavi edilebilir.
Günümüzde ilaçla
tamamen iyileşebilen
veremden korkmaya
gerek yoktur l
Tedavide dikkat
edilmesi gereken
noktalar
• İlaçların tamamı alınmalı ve belirtilen
süre kadar kullanılmalıdır. Aksi takdirde
direnç gelişebilir ve bu durumda hastalık
yıllarca devam edebilir.
• İlaçların tamamı mümkünse sabah aç
olarak alınmalıdır.
• İlaçlar kullanılırken bulantı, kusma,
ciltte sarılık gibi belirtiler olursa mutlaka
hekime başvurmalıdır. Bu ilaçların
çoğu karaciğeri etkileyebilir. İlaçlara
birkaç gün ara verip karaciğer enzimleri
düştükten sonra tekrar devam edilebilir.
Buna sadece doktorlar karar verebilir.
• İlaçlardan biri idrar ve diğer vücut
sıvılarını kırmızıya/turuncuya boyarsa,
panik yapılmamalıdır.
• Tedavi için özel beslenme, özel mekan
ve mutlak istirahat gibi uygulamalara
gerek yoktur.davranışlar gizli veya açık
olabilir.
Hikayeler
birinci kişi ağzından
aktarılmıştır
HER TÜRLÜ
FETVA VERİLİR
Ramazan günü, erkek bir hasta… Yaygın vücut ağrıları,
yorgunluk ve halsizlikten yakınıyor. Erkeklerde bu tür
yakınmalar az görülür ve ciddi bir şekilde araştırılmalıdır.
Hasta ile konuştuğumda oruç tutmakta zorlandığını,
tutup tutamayacağını öğrenmek istediğini söyledi. Ben
de araştırılması gerektiğini ve oruç kısmı için bir şey
söyleyemeyeceğimi anlattım. Bütün tetkikler yapıldı.
Akciğer filmi çekildi. Ama sonuçlar normaldi. Hasta
bu durumdan pek memnun olmadı. Israrla oruç tutup
tutamayacağını soruyordu. Hastaya dönüp:
- Bakın yapılan tetkikler normal. Bir hastalığınızı bulsam
rahatlıkla oruç tutmamanızı söylerim. Halsizliğiniz bile
oruçtan kaynaklanabilecek normal bir durum. Anlıyorum
sizi. Benden fetva bekliyorsunuz ama Allah’la aranıza
girmeyeyim ben. Dâhiliye ile ilgili bir hastalığız yok, dedim.
Hasta, teşekkür edip ayrılmadan :
-Üzgünüm turp gibisiniz! diye de ekledim.
HASTA İKİ CÜMLEDE…
Bazen dakikalarca anlatacağınız bir mevzuyu hasta iki
cümlede özetler. Kolesterol, hepinizce malum: Damar
sağlığı; dolayısıyla kalp, beyin gibi hayati organlar için
önemli bir ölçü. Bunların da kendi aralarında türleri var;
HDL ve LDL gibi… HDL düzeyiniz ne kadar yüksekse
bu sizin için o kadar iyidir ve genel damar sağlığınız
için avantaj getirir. LDL düzeyi de bir o kadar sizin için
negatif risk faktörüdür. 40 yaşlarında yeni diyabet teşhisi
koyduğum bu hastanın LDL’si çok yüksekti. Durumu
anlaması için yukarıda yazdıklarımı hastaya anlatmaya
çalışıyordum. Sözümü bitirmeden hasta araya girdi.
-Desenize hocam; HDL hayırlı kolesterol, LDL lanetli
kolesterol.
Hay aklınla bin yaşa dedim. Bu kadar mı güzel anlatılır.
İlahi hasta, sen çok yaşa.
İLAHİ MÜMESSİL
Poliklinikte yine ana baba günü. Saat 15.00 ve hâlâ dışarıda
25 hasta var.
Bu yoğunlukta mümessil ziyaretleri, hastaların tepkisini
çeker. Böyle bir tartışmaya şahit oldum.
Erken saatlerde polikliniğe gelmesine rağmen son sıralarda
numara alabilmiş hasta, mümessille konuşuyor...
-Aman evladım ne olur girmeyin. Sabahtan beri bekliyorum.
Doktora bir ilaç yazdıramadım.
Mümessilin cevabı evlere şenlik!
-Aman teyze bu da bir şey mi? Ben 5 yıldır bir kutu ilaç
yazdıramadım.
İlahi mümessil…
HAYATIMIN
HATALARINDAN
BİRİNİ YAPTIM
İnspeksiyon, yani hastanın görünümü, biz dâhiliyeciler
için çok önemlidir. Acilde; gerçek acil ayrımını, poliklinikte;
ayaktaki hastanın derecesini, klinik duyarlılığa göre hastayı
görür görmez notunu veririz. Ve çoğu zaman da hasta
bu notla reçetesini alır. Ama bazen yanılırız. İşte meslek
hayatımın hatası!
Poliklinikteyim, 20 yaşlarında bir hanımefendi içeri girdi:
-Doktor Bey, sıram değil ama acelem var. İçeri girebilir
miyim? , dedi.
-Aaa! Tabii buyrun, hamileleri bekletmiyoruz zaten, dedim .
Der demez hanımefendi ağlamaya başladı. Ama öyle böyle
değil. Hıçkıra hıçkıra!
Hasta sakinleştikten sonra:
-İşte tam da bu nedenden dolayı geldim doktor bey.
Hamile değilim, şişmanım. Evleneli bir sene oldu. Ve çok
kilo aldım. Eşim de dalga geçiyor ve herkes beni hamile
sanıyor, demez mi... Özür diledim ama çok utandım. O
zamandan beri birine hamile misin demeden önce on kere
düşünürüm?
-Üzgünüm turp gibisiniz! diye de ekledim.
ALKIŞLAR
“Şikâyetin neydi?” sorusuna, eşine dönüp:
Hanım, şikâyetim neydi? , diye soran beyefendiye…
ERKEK HASTADAN GELDİ!
İsviçreli bilim adamlarının bile aklına gelmemişti.
Teklif 78 yaşındaki bir erkek hastadan geldi.
“Doktor bey, bulsanız ya şöyle bizi on sekizlik yapacak bir aşı.”
İnsanımızın bilinçaltındaki bilime olan ilgiyi göstermesi
açısından bu cümle, çok hoşuma gitti.
ACİL
Ben de:
Acil’in yanındaki cafeden kahve alıyorum. Beklerken biri
geldi ve önüme geçti.
-Konuyla ilgileneceğim. Ama size yetişir mi bilemiyorum dedim.
-2 çay. Benimki ACİL!
-Olsun, size yarar.
-?
Benim de hoşuma gitti. Bastık kahkahayı.
-Bir şey diyemedim. ACİL!
İlahi hasta!
İhtiyar delikanlı aşmış kendini:
BİRİNİ MANAVDAN,
BİRİNİ AKTARDAN
--Hocam grip oldum galiba. İlaç kullanmayı
sevmiyorum ama ...
-Peki , dedim . Aldım kalemi elime.
İki ayrı reçete yazdım hastaya uzattım.
-Eczaneden mi alacağım hocam?
-Hayır.
-!!!
-Birini manavdan diğerini aktardan alacaksın.
3x1 turunçgiller.
3x1 adaçayı, ıhlamur, kuşburnu, karanfil, tarçını
kaynatın ve için.
-Hahahahaha,
Allah iyiliğinizi versin hocam!
HİÇ KİMSEDEN
ÇEKMEDİM
REFAKATÇİLERDEN
ÇEKTİĞİM KADAR
65 yaşlarında bir hastayı şeker yüksekliği, diyabetik
ketoasidoz ön tanısıyla yatırdım. Komaya eğilimli hastaların
yanında refakatçi olması mantıklı ve bazen de gerçekten
işe yarıyor. Bu nedenle, “Hastanın yanında kalabilir
miyim?” diyerek izin isteyen hanımefendiye itiraz etmedim.
Tedavisini düzenledim ve 1000 cc mayii ekledim. Notumu
da düştüm: “12 saatte gidecek şekilde” Aradan iki saat
geçmeden hemşire, telaşlı bir şekilde beni hastanın yanına
çağırdı.
Hastayı gördüğümde yüzü morarmış, nefes alamaz
hâldeydi. Muayene bittikten sonra, akut sol kalp yetmezliği
tanısı koydum. Etiyolojiyi, nedenini araştırırken, 12 saatte
bitmesi gereken mayiinin, serumun 2 saatte bittiğini fark
ettim. Hemşireyle durumu konuşurken, refakatçinin korkulu
hâli dikkatimi çekti.
-Siz oynadınız mı bu serum setiyle, diye çıkışarak sordum.
İNANDIRAMADIM
Refakatçi, kekeleyerek cevap verdi:
42 yaşında bir bayan hasta, içeri girdi:
-Evet, doktor bey... Serum çok yavaş akıyordu. Hızlı akması
için açtım, demez mi?
-Doktor Murat Bey’i arıyorum.
-Buyurun?
-Doktor Murat Akbaş’ı ama...
-Evet, benim...
-Dâhiliye Uzmanı Doktor Murat Akbaş’ı...
Serumun bu kadar hızlı akmasının kalp yetmezliğine
yol açtığını anlattım. Çok korktuğu belli olan refakatçiyi
gönderip başka birinin gelmesini istedim.
Her zaman böyle olur. Hastadan çok refakatçiler sorun
çıkarır.
-Evet, Hanımefendi... Dahiliye Uzmanı Doktor Murat Akbaş
benim!
-Siz olamazsınız! O, yeşil gözlüydü, dedikten sonra yanıma
yaklaşıp:
-Ama sizin gözleriniz de güneş vurunca yeşil oluyor doktor
bey, demez mi?
Yıllardır kullandığım gözlerimin yeşil olduğuna beni ikna
eden hanımefendiyi alkışlıyorum...
HER KUŞUN
ETİ YENMEZ
Alkışlar, “Her kuşun eti yenmez.” atasözünü hatırlatan
küçük hanımefendiye...
İLACA RAPOR
Doktor bey, ilaçlarıma rapor alacaktım.
-İlaçların yanında mı?
-Değil.
-Eski raporun yanında mı?
-Yok.
-Tahlillerin peki?
-O da yok, doktor bey.
-Böyle rapor çıkmaz ki.
-Allah aşkına işi yokuşa sürme.
-!!!
12 yaşlarındaki hanımefendinin, öksürük ve nefes darlığı
yakınması var... Muayene etmek istedim.
-Gel güzelim, çık muayene masasına ve sırtını aç, dedim.
Bende hafif renk değişikliğine neden olacak şu cevabı
verdi:
-Ben senin değil, babamın güzeliyim!
Kıssadan hisse: Yaşı kaç olursa olsun, bir Hanımefendiyle
konuşurken nezaketi elden bırakmayacaksınız...
Babasının güzeli küçük hanımefendiyi alkışlıyorum...
MÜSAİTSEN KAYNANAMI
MUAYENE EDER MİSİN?
HAP OLMAZ İĞNE OLMAZ,
FİTİL HİÇ OLMAZ
Kapı çaldı. 40 yaşlarında bir erkek, elinde bir paket çikolata...
Seni Eyüp hazretleri bile kurtaramaz.
20 yıllık hekimlik hayatım boyunca 300 bine yakın hasta, ve iki
katı kadar refakatçi ile muhatap olmuşumdur. Nadiren ne
yapacağımı bilemediğim bir hasta çıkar.
Bu da onlardan biri.
Roman kökenli bir vatandaşımız. Her zamanki gibi sempatik
şivesiyle yakınmalarını anlattı. Muayene ettim. Reçetesini
yazmak için masaya geçtim. Hasta tekrar konuştu.
Bana uzattı:
-Doktor bey, size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
Kayınvalidemi, Acil’den yatırmıştınız. Çok emeğiniz geçti.
Hakkınızı helal edin, dedi.
-Rica ederim, görevimi yaptım. Hanımefendi nasıl?
-Vefat etti...
Yutkunamadım bile.
-Allah rahmet etsin, dedim.
Olayı arkadaşlarıma anlattım... Şimdi herkes, kaynanası için
benden randevu istiyor.
-A be doktorum, Bana hap yazmayasın. Ben hap yutamam.
Şurup da istemem. Midem bulanır.
İğne hiç olmasın. Canım çok değerlidir. Acıtmayasın Doktor,
dedi.
Şaşırdım.
-İyi de geriye bir şey kalmadı. Bir tek fitil kaldı. Her ilacında
fitili yok.
-Aaaaaa o hiç olmaz Doktor civanım. Utanırım.
SSK’LI MISINIZ?
Poliklinikler kalabalık. Hastalar ve doktorla görüşmek
isteyenler için sıkıcı bir bekleyiş.
Herkes doktora görünüp, bir an önce bu kalabalık ortamdan
çıkmak ister.
Böyle bir ortamda Randevu saati gelen hastayı çağırdım. 60
yaşlarında bir erkek hasta içeri girdi. Heyecanlı bir şekilde
şikayetlerini, hastalık hikayesini, kullandığı ilaçları anlattı. Her
halinden “Ya Doktor söyle söyleyeceğini gitmek istiyorum”
dediği belliydi.
Karın ağrısı vardı. Ultrasonda da karaciğer ile ilgili bir sorun
çıkmıştı.
MR için bağlı olduğu sağlık güvencesini sordum.
-SSK’lı mısın?
-Hayır Hocam, Aydınlıyım
-!!!
:)))
Demez mi,
-Sağlık güvenceniz hangi kurumdan demek istedim.
Soruyu anlayan hasta gülümsedi…
-Eeee ne yapıcaz peki?
Geriye bir tek Eyüp Sultan kaldı ama o da sana çare olmaz
korkarım, dedikten sonra.
Kırıldık gülmekten…
İlahi esmerim, romanım…
EVLERE ŞENLİK
YAKINMALAR
-Doktor bey, sigara içince öksürüyorum.
(Neden acaba?)
-Doktor bey, acıkınca midem kazınıyor.
(Acıktığından olmasın!)
-Doktor bey, yemekten sonra tuvalete çıkıyorum.
(Bir de çıkamadığını düşün.)
-Doktor bey, diyet yaptım 15 kilo verdim.
Hasta mıyım acaba?
(Tebrikler!)
DOKTOR DEĞİL MİSİN,
SEN BİLECEKSİN
65 yaşlarında bir hanımefendi... Kastamonulu...
Kapıdan içeri girdi. Yavaş adımlarla geldi, karşıma oturdu.
Göz göze geldik.
-Doktor bey, terliyorum. (sıcaklık 38 derece)
(Size dağ havası öneriyorum.)
-Doktor bey, ben ölüyorum.
(Bu hasta sabah uyanmış, kahvaltı yapmış minibüse binmiş,
randevu almış sırasını beklemiş.)
-Doktor bey, koşunca çarpıntım oluyor.
-Nedir şikâyetiniz hanım teyze, dedim.
(Yürü o zaman!)
Teyzem, muzip bir hâlde gülümseyerek cevabı patlattı:
-Doktor bey yürümekte zorlanıyorum.
-Doktor olan sensin. Sen bileceksin!
(Hasta 130 kilo…)
Uzmanlık sınavımda bile bu kadar zor bir soru yoktu.
TEKZİP
İstanbul’da Sağlık Dergisi Temmuz-Eylül 2015 yılı 3. sayısı 60.-61. sayfalarında yer alan “Sağlık Turizmi İl Çalışma Grubu ilk toplantısını yaptı.” bülteninin yazarı
Dr. Verda Tunalıgil (MD, MPH, PhD) olup; iki sayfa yazı içeriği ile şema, yazar bildirilmiştir. Şemada başvurulan kaynaklar; T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlığın
Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı 1) Türkiye Yabancı Uyruklu Gelen Hasta İstatistiği (2008-2009-2010), 2) Sağlık Turizmi Faaliyet
Raporu (2012), 3) Türkiye Medikal Turizm Değerlendirme Raporu (2013) ve 4) Yabancı Uyruklu Hasta Kayıt Sistemi (2014)’dir.
PROF. DR. NERİMAN İNANÇ
NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ
BESLENME VE DİYETETİK BÖLÜM BAŞKANI
Sağlıklı yaşam için
günde 2 bardak süt
Sağlıklı beslenme
deyince aklımıza
ilk önce süt gelir.
Uzmanlar 7’den 70’e
tüm yaş gruplarında
sağlıklı bir hayat için
günde 2 bardak süt
içilmesi gerektiği
konusunda uyarıyor.
savunma sağlar. Her gün içilen süt dişlerde
oluşabilecek çürükleri önlüyor.
5) Kilo Alımını Önler
Fazla kilo’ neredeyse çağımızın temel
sorunu… Kilo sorununun minimum düzeye
inmesi için sağlıklı ve uzun süre tok
tutan glisemik indeksi yüksek yiyecekler
tüketilmesi öneriliyor. Düzenli olarak her
gün içilen iki bardak süt de düzensiz
ve sağlıksız beslenmeyle alınan kiloları
önlemede önemli.
6) Gebelikte Mineral
Kaybını Giderir
Sağlıklı bir gebelik için annenin sağlıklı
beslenmesi çok önemli. Gebelik döneminde
anne vücudunda azalan mineraller, günde
2 bardak süt içilerek karşılanabiliyor.
Hayatın her döneminde süt içmek için pek
çok sebebimiz olduğunu vurgulayan Prof.
Dr. Neriman İnanç, sütün besin değerinin,
benzersiz bir kalsiyum kaynağı olmasının,
büyüme ve kemik gelişimi üzerinde
etkilerinin bu nedenlerin başında geldiğine
dikkat çekiyor. İnanç; özellikle gelişme
çağında olan çocuklar için vazgeçilmez
bir besin olan sütün aslında hayatın her
döneminde mutlaka tüketilmesi gerektiğini
vurguluyor.
7) Kemik Gelişimini Sağlar
Sütün sağladığı
10 fayda
Mevsim değişimiyle birlikte görülen
bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu
üst solunum yolu enfeksiyonlarında artma
olurken, içeriğinde 40’tan fazla besin öğesi
bulunan süt tüketiminin grip, soğuk algınlığı,
farenjit gibi kış hastalıklarının önlenmesinde
önemli rol oynuyor.
İnanç’ın verdiği bilgilere göre sütün
hayatımızdaki önemini gösteren özellikle
10 başlık şöyle:
1) Kalp Hastalıklarından Korur
Kalp hastalıkları tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de önemli bir sağlık sorunu…
Süt ve türevlerinin içeriğinde kan yağları
ve kan basıncının düşürülmesinde etkili
olan protein, kalsiyum, fosfor gibi besin
öğelerinin olması nedeniyle, her gün
yeterli miktarda tüketimi koroner kalp
hastalıklarından korunmada büyük önem
taşıyor. Her gün düzenli içilen 2 bardak
sağlıklı süt sayesinde hipertansiyon da
dengeleniyor.
2) Süt Okuldaki Başarıyı Artırır
Ebeveynler açısından çocuklarının sağlığı
kadar eğitimi de önemli… Çocukluk
döneminde içilen günde 2 bardak süt zeka
gelişimi açısından büyük önem taşırken,
okul başarısını artırdığı kanıtlanmıştır.
3) Enerji Verir Yeterli ve dengeli
beslenebilmek için besin gruplarına
ihtiyacımız vardır. Bunlar süt ve türevleri,
et, peynir, yumurta, ekmek, sebze ve
meyvelerdir. Bu besin grupları içinde
yalnızca süt enerji oluşumunda etkili olan
karbonhidrat, protein ve yağı bir arada
içeriyor.
4) Dişleri Korur
Aşırı asitli ve şekerli yiyecekler
mikroorganizmaların etkisini artırır.
Sütteki kalsiyum ve fosfor bu
mikroorganizmalara karşı doğal bir
Süt, güçlü kemikler için bire bir.. Düzenli
içilen süt çocuklarda güçlü kemiklere
neden olur. Yetişkinlerin de daha sağlıklı
kemik yapısına ulaşabilmeleri için kalsiyum
almaları gerekir, bunun için de kemiklerin
yapı taşı kalsiyum açısından en zengin ve
vücutta kullanılabilirliği en yüksek besin
olan süt düzenli olarak tüketilmeli.
8) Bağışıklık Sistemini
Güçlendirir
9) Cildi Güzelleştirir
Süt sağlığı olduğu kadar güzelliği de
koruyor.. Güzel ve sağlıklı bir cilt için
dengeli beslenmenin önemi göz önüne
alındığında sütün içeriğinde bulunan
vitamin ve mineraller; akne ve cilt
inflamasyonu riskini azaltıyor ve cilt
sağlığını koruyor.
10) Osteoporozdan Korur
Günümüzde 50 yaş ve üstü kadınların
yüzde 50’sinde menopoz ile birlikte
osteoporoz belirtileri de görülüyor. Düzenli
egzersiz yapılmasının, yeterli kalsiyum
ve D vitamini alınmasının bu sıkıntının
giderilmesinde büyük önem taşırken,
kalsiyum deposu olan sütü her gün 2
bardak tüketmek gerekiyor.
Sütü sağlıklı içmenin
püf noktaları
Sağlıklı süt tüketiminin temel kuralının,
UHT ambalajlı sütleri tercih etmek
olduğunu belirten İnanç, uzun ömürlü
sütün tamamen kapalı ortamda ışık ve
hava gibi dış etkenlerle teması önleyen
aseptik ambalajlara doldurulduğunu
söylüyor. Sokaktan alınan sütün, ancak 90
ila 95 derecede 10-15 dakika kaynatılarak
mikroplardan arındırılabileceğini söyleyen
İnanç, sütün kaynatıldıktan sonra içindeki
vitaminler başta olmak üzere besin
değerlerinin yüzde 50 ila 90 oranında
azaldığını söylüyor l
PROF. DR. ZEYNEP ÖZLEM DEMİRÇAY
ACADEMIC HOSPITAL / DERMATOLOJİ UZMANI
Güneş
koruyucuları
kışın da kullanın!
Güneşin sağlığa zararları
konusundaki toplum bilinci
gün geçtikçe artıyor. Ancak
yapılan çalışmalar henüz
güneşten korunma konusunda
yeterli önlemleri almadığımızı
gösteriyor. Doğru seçildiğinde ve
kullanıldığında güneş korucuların
etkin ve güvenli korunma
yöntemlerinden biri olduğunu
söyleyen Prof. Dr. Zeynep Özlem
Demirçay, yüksek koruma özelliği
bulunan bu koruyucuların sadece
yazın değil kışın da kullanılması
gerektiğini ifade etti.
Güneşin zararlı etkileri hakkında bilgi
veren Zeynep Demirçay, güneşe fazla
maruz kalındığında güneş yanığı ve
güneş çarpması gelişebileceğini,
bebeklerin ve yaşlıların güneşten daha
kolay etkilendiklerini bildirdi. Güneşin deri
kanserine neden olabileceğine dikkat
çeken Demirçay, özellikle çok sayıda
güneş yanığı geçirenlerin, çocukluk
çağından itibaren sık ve yoğun güneşe
maruz kalanların risk altında olduğunu, açık
tenli kişilerde bu riskin daha da yüksek
olduğunu belirtti. Demirçay, güneşin deri
yaşlanmasına, deride lekelenmeye ve bazı
kişilerde güneş alerjisine neden olduğunu
ifade etti.
Güneşten koruyucu
kremler deri
kanserinden koruyor
Prof. Dr. Zeynep Demirçay, güneşten bize
ulaşan ve gözle görünmeyen ışınlardan
ultraviyole B (UVB)’nin güneş yanığından
sorumlu olduğunu, ultraviyole A (UVA)’nın
ise derinin daha derin tabakalarına kadar
ulaşabildiğini, ayrıca hem UVA’nın hem de
UVB’nin deri kanserini ve deri yaşlanmasını
artırdığını belirtti.
Güneşten koruyucu kremlerin üzerinde
yazan güneş koruma faktörünün (SPF),
ürünün UVB’den ne kadar koruduğunu
gösterdiğini ifade eden Demirçay, “Örnek
olarak SPF 15 olan güneş koruyucu kremler
kullanıldığında UVB’ye bağlı kırmızılık
cevabı 15 kat daha uzun sürede ortaya
sürede ortaya çıkacaktır. Güneş altında
koruyucu sürmeden 10 dakikada kızarıklık
beliriyorsa, koruyucu ile bu süre 150
dakikaya uzayacaktır.” dedi.
Güneşten koruyucu kremlerin deri
kanseriyle ilişkisi hakkında bilgi veren
Zeynep Demirçay, koruyucu kremlerin
skuamöz (yassı) hücreli cilt kanserinden
koruduğunu, ölümcül olabilen malign
melanomdan koruyup koruyamadığının ise
tartışmalı olduğunu bildirdi.
2011 yılında
yayınlanan çalışmaya
göre, düzenli olarak
güneşten koruyucu
krem kullanmanın
melanom riskini
azalttığını kaydeden
Demirçay, güneşten
koruyucuların yeni ben
oluşumunu önlediğini
de söyledi. Prof. Dr.
Zeynep Demirçay,
güneşten koruyucu
krem seçerken ve
kullanırken nelere
dikkat edilmesi
gerektiği konusunda
da şu bilgileri verdi:
Hangi güneşten
koruyucu kremler
tercih edilmeli?
Prof. Dr. Demirçay, güneşten koruyucuların
içeriklerine göre kimyasal ve fiziksel
koruyucular olarak iki gruba ayrıldığını
belirtti. Fiziksel koruyucuların güneş
ışınlarını yansıtan titanyum dioksit ve çinko
oksit gibi mineral filtre içerdiğine dikkat
çeken Demirçay, “Mineral içerikli ürünler
daha az kimyasal içerdikleri için derisi
alerjik veya hassas kişilerde tercih edilebilir.
Bebeklerde ve
gebelerde ise
hormon benzeri
etkileri konusunda
tartışmaların devam
ettiği paraben
maddesini içermeyen
ürünler tercih
edilmelidir. Çocukluk
çağında geçirilen
güneş yanıkları
deri kanseri riskini
arttırmaktadır. Bu
nedenle çocukların
güneşten korunmaları
çok önemlidir.” diye
konuştu.
Güneşten koruyucu
kremler D vitamini
üretimini azaltabilir
Vücudumuzda D vitamini üretiminin yüzde
90’ının güneş ışınlarıyla olduğuna dikkat
çeken Prof. Dr. Demirçay, teorik olarak
yüksek koruma faktörlü koruyucu kremlerin
vücudun tüm güneş gören alanlarına
düzenli olarak her gün uygulandığında D
vitamini eksikliği olabileceğini belirtti. Bu
durumda D vitaminin ağızdan alınması
gerektiğini vurgulayan Demirçay, “Güneş
koruyucu kremler genellikle günlük hayatta
bu şekilde tüm güneş gören alanlara
yeterli miktarda uygulanmamakta ve çoğu
zaman uzun saatler güneşte kalınan tatil
dönemlerinde kullanılmaktadırlar. Bu
durumda ise D vitamini eksikliğine neden
olmamaktadırlar.” dedi l
Seçerken ve
kullanırken nelere
dikkat etmeli?
• Hem UVA hem de UVB dalgalarına
karşı geniş etkili koruyucu kremlerin
olması çok önemlidir. Sadece UVB’yi
bloke eden koruyucu kremler deride
güneş yanığını engelledikleri için
güneşte uzun süre kalınmasına olanak
sağlayacak ve zararlı UVA ışınlarından
da korumadıkları için faydadan çok
zarar verecektir.
• Koruma faktörü en az 30 (SPF 30)
olan bir ürün seçilmelidir.
• Cildi yağlı olanlar jel veya yağsız
ve su bazlı ürünleri, cildi kuru olanlar
krem bazlı ürünleri seçebilir. Vücut
korumasında ise sprey ürünlerin
kullanımı daha pratik olabilir. Suya
dayanıklı ürünler, terleyince ve suda,
etkinliklerini daha uzun süre devam
ettirebilir.
• Koruyucu kremin güneşe çıkmadan
15-30 dakika önce uygulanması
gerekir.
• Ürünün kutu üzerinde yazan
faktör kadar koruyabilmesi için kalın
tabaka olarak sürülmesi gerekir. Bu
doz 2 mg/cm² olmalıdır. Çalışmalar
genellikle bu miktarın dörtte biri kadar
dozun kullanıldığını göstermektedir.
Yüz, ense, kulak, kol ve bacakları
korumak için gerekli koruyucu miktarı
2 çorba kaşığı kadar olmalıdır.
• Koruyucunun iki saatte bir tekrar
sürülmesi gerekir.
• Güneşten koruyucu krem yüzme
ve kurulanma sonrasında tekrar
sürülmelidir.
• En önemlisi güneş koruyucular
bize gereksiz bir güven vermemeli
ve güneşte kalma süremizi
arttırmamalıdır.
BUĞDAYLI
KUZU İNCİK
Malzemeler
4 kuzu incik
1 adet kuru soğan
1 orta boy havuç
2 defne yaprağı
1 yemek kaşığı domates salçası
Zeytinyağı
Tuz
Su
Zemini İçin
2 su bardağı buğday
1 adet kuru soğan
2 yemek kaşığı tereyağı
1 su bardağı et suyu
Su
Tuz
Karabiber
Üzeri İçin
Yeşil Biber
Domates
Yapılışı
Kuzu incikleri tencereye alıyoruz. Biraz
zeytinyağı ilave edip etleri çevirerek
kızartıyoruz. Defne yapraklarını ilave
ediyoruz. Sıcak suyunu verip, kapağını
kapatıp pişmeye bırakıyoruz. Ocakta 1
saat piştikten sonra fırın kabına alıyoruz.
Önceden ısıtılmış 180 derecelik fırında
lokum gibi olana kadar pişiriyoruz.
Buğdayı kaynar suda bekletiyoruz.
Şişince süzüp, yıkıyoruz. Buğdayı
tencereye koyuyoruz. Sıcak suyunu
veriyoruz ve kapağını kapatarak
pişiriyoruz. Ayrı bir tencereye zeytinyağı
ve tereyağını koyuyoruz. Soğanı
yemeklik doğruyoruz ve tencereye
koyup kavuruyoruz. Haşlanan buğdayı
da suyuyla beraber koyup karıştırıyoruz.
Sıcak et suyunu da ekliyoruz. Tuzunu,
karabiberini atıp kapağını kapatarak
iyice pişiriyoruz. Buğdayın kıvamı
çok koyu olursa sıcak suyla kıvamını
açabiliriz. Servis tabağına buğdayı
koyup, üzerine incikleri diziyoruz. En
üstte sosunun gezdirerek döküyoruz.
Domatesleri ve biberleri iri iri doğrayıp
zeytinyağı döktüğümüz tavada biraz
kızartıp servis tabağının kenarına dizi
servise sunuyoruz.
Afiyet olsun.
Malzemeler
BAL KABAĞI
PASTASI
İçi İçin
• 200 gr bal kabağı
PIRASALI BÖREK
• 3 adet yufka
Malzemeler
•1 kilo pırasa
• 1 buçuk paket petibör bisküvi
• 3 adet yumurta
• 200 gr ceviz
• 100 gr rendelenmiş beyaz peynir
• 1 paket krem şanti
• 1 çay bardağı sıvı yağ
• 1 su bardağı süt
• Tuz (Peynir tuzlu ise koymaya
gerek yok)
• 1 su bardağı toz şeker
• Karabiber
• Kırmızı pul biber
Sosu İçin
• 2 yemek kaşığı eritilmiş tereyağ
• 1 çay bardağı süt
• 2 yemek kaşığı yoğur
Yapılışı
İçi için; pırasaları ince ince doğrayıp,
elimizle iyice ovalım. Bir kaba
pırasaları, yumurtaları, beyaz peyniri,
sıvı yağı, tuzu, karabiberi ve kırmızı
biberi koyup iyice karıştıralım. Diğer
tarafta sosu için bir kaba tereyağını,
sütü ve yoğurdu koyalım ve iyice
karıştıralım. Birinci yufkayı düz bir
zemin üzerine serelim. Üzerine
hazırladığımız sostan sürelim. Sonra
yufkanın geniş kısmına pırasalı
harçtan koyalım. Daha sonra yufkayı
rulo şeklinde sıkmadan saralım. Kalan
2 yufkayı da aynı şekilde hazırlayalım.
Hazırladığımız yufkaları yağlı kağıt
serili tepsiye yerleştirelim. Yufkaların
üzerine sostan sürelim ve önceden
ısıtılmış 180° fırında kızarana kadar
pişirelim. Pişen pırasalı böreğimizi 3
parmak genişliğinde dilimleyip servis
yapalım.
Afiyet olsun.
Yapılışı
Balkabağını küçük küçük doğruyoruz,
miktara göre üzerine toz şeker
koyup bir gece bekletiyoruz. Suyunu
salan kabağı yumuşayıncaya kadar
pişiriyoruz. Süt ile krem şanti tarife
göre hazırlayıp buzdolabında
bekletiyoruz. Diğer yanda bisküvi
ve cevizi rondodan geçiriyoruz.
Daha sonra kabak bisküvi ve cevizi
bir kısmını karıştırıp hamur haline
getiriyoruz ve servis kabımıza
yerleştiriyoruz. Üzerine krem
şanti sürüp ayırdığımız cevizlerle
süslüyoruz. Pastamız servise hazırdır.
Not: pastayı artan kabak tatlısından da
yapabilirsiniz.
Afiyet olsun.
OPR. DR. VEYSEL ANTAR
İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
BEYİN VE SİNİR CERRAHİSİ KLİNİĞİ
Dikkat! Beyninizde
saatli bir bomba
olabilir
Opr. Dr.
Veysel Antar, halk
arasında baloncuk
olarak bilinen
anevrizmanın,
sinsi seyreden
ve çoğunlukla
belirti vermeyen
tehlikeli bir hastalık
olduğunu belirterek,
sigara içen,
hipertansiyonu ve
genetik yatkınlığı
olan kişilerin risk
altında olduğunu
söylüyor. Antar,
“Beyinde ne
zaman patlayacağı
bilinmeyen bir
saatli bomba’”
olarak nitelendirdiği
anevrizmanın
yüksek oranda ölüm
ve felç gelişimine
neden olabileceğine
dikkat çekerek, ani
ve şiddetli baş ağrısı
gelişen hastaların
doğrudan bir
sağlık merkezine
başvurması
gerektiğinin altını
çiziyor.
Geçmiş yıllarda sadece açık beyin ameliyatı
ile tedavi edilebilen anevrizmaların,
günümüzde kafatası açılmadan anjiyografik
yöntemlerle tedavi edilebildiğini söyleyen
Antar, deneyimli ekip ve merkezlerde
yapılan tedavinin başarı oranını
yükselttiğine vurgu yapıyor. Opr. Dr. Antar,
konu hakkında şu bilgileri veriyor:
Her yaş grubunda
ortaya çıkabiliyor
Beyindeki damarların içindeki kas
tabakasının zayıflığından dolayı damarda
oluşan balonlaşmaya beyin anevrizması
denir. Bu balonlaşmanı sonucunda damar
duvarında incelme oluşur. Bu incelmiş olan
bölgeden damarın yırtılması sonucunda
kan, beyin zarları arasına dolarak beyin
kanamasına sebep olur. Her yaş grubunda
karşımıza çıkabilecek bu hastalıktan
korunma ve erken tedavi için, bu konuda
deneyimli merkez ve hekimlerin kontrolü
büyük önem taşıyor. Bu sayede zamanında
yapılan tetkikle ortaya çıkarılabilen
anevrizmalara doğru müdahale hayat
kurtarıyor.
Bıçak saplanır gibi bir
baş ağrısı anevrizmaya
işaret ediyor
Kesin olmamak kaydıyla anevrizma
hastalarının ortak özellikleri; yüksek
tansiyon, sigara kullanımı, genetik yatkınlık,
kan damarlarında zedelenme ve bazı
enfeksiyonlardır.
Genelde anevrizma
kanayana kadar bir
belirti vermiyor.
Ancak gün içinde
şiddetli ve bıçak
saplanır gibi baş
bölgesine giren
ağrıları dikkatte almak
gerekiyor. Ağrıdan
önce kafa içinde
bir patlama hissi
farkedilmiş olabilir...
Bulantı ve kusma da
baş ağrısına eşlik
edebilir l
Bunun yanı sıra bilinç bulanıklığı, dikkatte
azalma ve komaya kadar gidebilen
bilinç bozuklukları görülebilir. Yırtığın
büyüklüğüne ve hastanın tansiyonunun
yüksek olup olmamasına göre hafif bir
baş ağrısı sonucunda bile ani ölüm
ortaya çıkabileceği için, belirtiler ortaya
çıkar çıkmaz en yakın sağlık merkezine
başvurmak gerekiyor.
Yoğun aktivite
sonrasında ortaya
çıkabiliyor
Özellikle yoğun spor, ağır yük kaldırma
ve cinsel aktivite sonrasında baş ağrısı
gelişmesi durumunda anevrizma
varlığından şüphe duyulmalıdır. Bu tür
aktiviteler sırasında kan ve kafa içi basınç
arttığından beyin damarlarındaki anevrizma
yırtılarak beyin kanamalarına neden
olabilmektedir. Yaşanan baş ağrısı daha
önce yaşanan baş ağrılarından farklı olarak
kendini hissettirir.
Erken tanı tedavi
şansını arttırıyor
Beyinde oluşan bu baloncukların tespitinde
MR ve bilgisayarlı tomografi ile yapılan
incelemeler ön teşhisi sağlamakla beraber,
beyin anevrizmalarına kesin tanı beyin
anjiyografisi ile konuyor. MR, Tomografi
ve kasıktan girilerek yapılan anjiyografi
ile belirlenebilen anevrizmanın ne zaman
patlayacağı tespit edilememektedir.
Baloncuk doğuştan olabileceği gibi daha
sonradan yaşanan travmalar, tümör ve
enfeksiyon gibi nedenlerle de meydana
gelebilir. Anevrizmanın büyüklüğü ve
üzerinde kendisinden küçük başka bir
baloncuğun varlığı patlama riskini arttırır.
Genç yaşta oluşan
anevrizmalar
ilerleyen yaşla birlikte
büyüyeceği için
patlama riski fazlalaşır.
Baloncuğu büyütecek
ve patlamasına neden
olabilecek yüksek
tansiyon gibi farklı
etkenler varsa bunların
da kontrol edilmesi
gerekmektedir.
Cerrahi tedaviler
başarı şansını arttırıyor
Beyin anevrizmalarına ilk kez 1937 yılında
“klips” uygulaması yapılmıştır. İlerleyen
yıllar içerisinde klips çeşitliliğinin artması
ve mikrocerrahi yöntemlerin kullanılmaya
başlanması ile anevrizma hastalarında ilk
seçenek olmuştur. Günümüzde damar
içinden girilerek yapılan endovasküler
tedavi seçeneği sık tercih edilmektedir.
Açık cerrahi
klipslemeye göre
daha avantajlı
Hem klipsleme hem de yay uygulaması
sırasında ortaya çıkabilecek en tehlikeli
durum anevrizmanın yırtılması ve beyin
içine kanama olmasıdır.
Anevrizmanın
yırtılmasıyla beyin
içine kanama olur.
Bu da inme, koma
veya ölüme neden
olabilir.
Her iki işlem sırasında da ortaya çıkabilecek
olan anevrizma yırtılmasına müdahale,
açık beyin ameliyatları sırasında daha
rahat yapılabilir. Çünkü bu işlem sırasında
kanayan yer daha rahat görülebilir
ve kanama kontrolü amacıyla buraya
daha kolaylıkla müdahale edilebilir. Biz
kliniğimizde açık cerrahi ile anevrizma
cerrahisini başarı ile uygulamaktayız.
Operasyon sonrasında hastalar yoğun
bakıma alınmakta ve bir süre orada takıp
edilmektedir l
Bilimin
Öncü
Gücüyle
Hastaların karşılanmamış ihtiyaçları için birlikte
çalışmaya devam edeceğiz. Tüm hekimlerimizin
14 Mart Tıp Bayramı’nı kutluyoruz.
AZT-BB-K-5-2016 / 954702011-SUBAT-2016-CC
Dolaşımdaki tümör DNA’sı
AstraZeneca, kanser teşhisinde,
dolaşımdaki tümör DNA’sı kullanımına
öncülük etmiştir. DNA parçaları
tümörden koparak kan dolaşımına
katılırlar. Kan dolaşımındaki bu
parçalar, hastanın tümörüyle ilgili
genetik bilgi almak üzere analiz
edilebilir. Bu sayede sağlık uzmanları,
invazif olmayan kan testi aracılığıyla
hastaya uygulanacak doğru tedaviye
karar verebilir.
www.astrazeneca.com.tr
Sağlık Müdürlüğü’nden
Muhakkiklik Eğitimi
daha yetkin hissedecek ve bundan sonra
yapacağınız incelemeleri karara bağlarken
çok daha net ve kararlı olacaksınız. Biz de
böyle bir çalışmaya vesile olmaktan ötürü
gurur duyuyor olacağız”
Sunumlar ilgiyle
takip edildi
İstanbul Sağlık
Müdürlüğü Sağlık
Araştırmaları
Şubesi tarafından
düzenlenen
“Muhakkiklik
Eğitimi” 24-25 Aralık
tarihlerinde Eresin
Topkapı Hotel’de
gerçekleşti.
İstanbul’da bulunan genel sekreterlikler, ilçe
sağlık müdürlükleri, halk sağlığı müdürlükleri
ve hastanelerden geniş bir katılımcı kitlesinin
katılımıyla gerçekleşen eğitimde, sağlık
alanında yürütülen iş ve işlemlerin denetim
ve soruşturma süreçleri ele alındı. Toplantıda
konuşan İstanbul Sağlık Müdürü Prof.
Dr. Selami Albayrak, kamu hizmetlerinin
rasyonel ve süratli yürütülmesi için karar
verici ve uygulayıcı tarafların görevlerine
ilişkin her tür bilgiye hakim olması gerektiğini
söyledi. Aksi durumlarda ciddi sorunlarla
karşı karşıya kalınabieleceğini anlatan
Albayrak, “Genelde idareciler olarak
karşılaştığımız idari nedenli sorunları iç
disiplin kuralları ile çözmeye çalışıyoruz.
Bu noktada siz değerli muhakkiklere ihtiyaç
duyuyor ve sizlerden yardım talep ediyoruz.
Hepinizin aslı görevleri var ama zaman
zaman müdürlüğümüzden gelen yazıyla
bir incelemede görevlendirilmiş bulunuyor,
asli görevinizin içinde bu işlerede zaman
ayırıp, inceleme yapmak durumunda
kalabiliyorsunuz. Ben sizlerin yürüttüğü
bu görevi hem kamusal, hem de vicdani
bir görev olarak tanımlıyorum. Bu görevi
hepinizin itiraz etmeden büyük bir titizlikle
yaptığınızı da görüyor ve biliyorum“ dedi.
Albayrak:
“Eksik bilgilerin
tamamlanmasını
amaçlıyoruz“
İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün idari
ve hukuki anlamda çok büyük bir iş
yükü olduğuna değinen Albayrak, bu
iş yükü içerisinde yapılan muhakkiklik
incelemelerin çok büyük bir yer tuttuğuna
işaret etti: Albayrak, “Yapılan muhakkiklik
incelemelerinde konu ile alakalı bir
standardizasyonun sağlanıp, eksik bilgilerin
tamamlanması ve bu görevi yapan her
arkadaşımızın kurumuyla senkronize
olabilmesi amacıyla böyle bir eğitim
düzenledik“ diye konuştu.
Albayrak şöyle devam etti: “ Hiç şüphesiz
böyle bir toplantının konuşmacıları da
bu sahanın hocaları olmalı. Bu nedenle
huzurlarınızda Bakanlığımızın baş
denetçilerine teşekkür etmek istiyorum.
Kendileri bugün akşama kadar çok
değişik başlıklarla birçok soru işaretini
cevaplandıracaklar. Eminim ki, akşam
saatlerinde bu toplantıdan ayrılırken
kendinizi bu kamusal göreve daha hazır,
Albyarak’ın konuşmasının ardından ilk
oturumda söz alan Denetim Hizmetleri
Başkan Yardımcısı Dr. Rahmi Akpınar
“İnceleme ve Soruşturma Esnasında
Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar” konulu
bir sunum gerçekleştirdi. Akpınar’dan
sonra söz alan Prof.Dr. Ali İhsan Taşçı ise
“Tıbbi Uygulama Hatası ve Komplikasyon”
başlıklı bir sunum yaptı. Bu iki sunumun
ardınan verilen kahve arasının sonrasında
Başdenetçi Bayram İzzet Taşçı “Disiplin
Kurulları ve Disiplin Amirleri YönetmeliğiSağlık Bakanlığı Disiplin Amirleri
Yönetmeliği” ve “657 Sayılı Devlet Memur
Kanunuyla İlgili Açıklamalar (Disiplin)”
konulu sunumlarını gerçekleştirdi.
Öğle yemeği arasından sonra Başdenetçi
Mehmet Korkut “Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması” ve “Ön İnceleme
Göreviyle İlgili Genel Açıklamalar - Ceza
Muhakemesi Kanunuyla İlgli Açıklamalar”
başlıklı sunumlar yaptı. İlk günün son
oturumunda Dr.Rahmi Akpınar “Raporlama
Çeşitleri ve Raporlama Usül ve Esasları”
konulu bir sunum gerçekleştirdi.
İlk günün ardından ikinci günün ilk
oturumunda Başdenetçi Dr.S.Semih
Sağesen’in “Hekimler ve Diğer Sağlık
Personelinin Tıbbi Kötü Uygulamalar
Konusundaki Mesleki Sorumlulukları”
konulu sunumunudan ardından Başdenetçi
Ahmet Emeç “Türk Ceza Kanunu (Memur
Suçları)” ve “Kabahatlar Kanunu” konulu
sunumlarını yaptı. Yemek arasından sonra
söz alan Ergin Hakverdi ise “Mal Bildiriminde
Bulunulması,Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele
Kanunu ve Konuyla İlgili Açıklamalar” ve
“Memurların Mali Sorumluluğu ve Kamu
Zararının Tazmini” başlıklı sunumlarını
gerçekleştirdi.
İki gün süren eğitimin sonunda katılımcılara
Sağlık Bakanlığı Denetim Hizmetleri
Başkanlığı tarafından güncellenen inceleme
ve soruşturma rehberi ve katılım belgesi
verildi l
UZM. DR. MELEK GÖZDE LUŞ
HAYDARPAŞA NUMUNE EĞİTİM ARAŞTIRMA HASTANESİ
ÇOCUK PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİ
Çocuğunuzun
öfke nöbetleri
ile nasıl başa
çıkabilirsiniz?
Çocuklarda
genellikle 1,5- 2,5
yaş civarında
görülen öfke
nöbetleri,
ebeveynlerin başa
çıkmakta zorlandığı
problemlerin
başında geliyor.
Ağlayıp, inatlaşarak
nefesini tutan,
etrafla iletişimini
keserek kendini
yerden yere atan bu
çocukları kontrol
altına almak oldukça
zor. Uzm. Dr.
Melek Gözde Luş,
öfkelendiğinde
tüm dikkatleri
üzerine çeken ve
isteklerinin hemen
yerine getirildiğini
keşfeden çocukların,
bu durumu
kullanmayı alışkanlık
haline getirebildiğini
söylüyor.
Okul öncesi dönemdeki çocukların
neredeyse tamamında görülen öfke
nöbetlerinin bazı basit yöntemlerle
kolaylıkla çözülebileceğini ifade eden Uzm.
Dr. Luş, ebeveynlerin sakin tutumunun
sorunun çözümüne büyük katkı sağladığını
kaydediyor.
Ebeveyn yaklaşımı
çok önemli
Bu durumda ceza vermek ve bağırmak
gibi tutumların çocuk üzerinde telafisi
mümkün olmayan psikolojik sorunlara sebep
olabileceğine işaret eden Luş, çocuk
yatışsın düşüncesiyle istediğini yapmanın ya
da onunla inatlaşmanın işleri iyice içinden
çıkılmaz bir hale getirebileceğini kaydediyor.
“Çocuklar öfkelenebilirler, bu normal bir
duygu durumudur. Ancak bu durum giderek
çocuğun kendini ifade etme ve isteklerini
yaptırmada kullandığı bir davranış kalıbı
haline gelirse orada çok ciddi bir sorun
var demektir. Ebeveynlerin davranışları ve
tepkileri buradaki en belirleyici özelliktir”
diyen Luş, öfke yaşayan çocuğa karşı nasıl
yaklaşılması gerektiği konusunda şu bilgileri
veriyor:
En önemli neden
engelleyici tutum
ve davranışlar
Öfke nöbetleri çocukların gelişiminin doğal
bir süreci olarak ortaya çıkabilir. Bağlanma,
bağımsızlaşma süreci içerisinde otonomi
kazanmak için hissettiği içsel sıkıntının dışa
vurumudur. Özellikle 1.5-2.5 yaş arasında
otonomi kazanmak ve çevresi üzerinde
üstünlük kurmak ihtiyacı hissederler.
Çocuğun fiziksel olarak zorlandığı yada
becerisine göre zor olan durumlarda
gözlemlenebilir. 2 yaş çocuğunda görülen
öfkenin en bilinen nedeni, yaptığı işin
durdurulması ve izin verilmemesidir. İki
yaş çocuğu başkasının kendisi için bir
şey yapmasına direnebilir. Ayrıca uzun
süreli hastalıklar, travmatik yaşantılar, çok
sık engellenme, aşırı şımartılma, tutarsız
eğitim anlayışı da öfke nöbetlerinin ortaya
çıkmasına sebep olabilir.
Öfke nöbetleri, çoğunlukla 2,5 yaş
civarında zirveye ulaşır ve sıklıkla 4 yaş
dolduğunda sona erer.
Ne zaman uzmana
başvurulmalı?
Çocuğunuz sık (günde 3 kereden fazla) ve
uzun (15 dakikadan uzun ) öfke nöbetleri
yaşıyor ve kendi kendine yatışmakta
güçlük çekiyorsa, 4 yaşını geçmiş olmasına
rağmen öfke nöbetleri devam ediyorsa, öfke
nöbetleri sırasında kendisine ve çevresine
zarar veriyorsa saldırgan davranışlar
sergiliyorsa bir uzmana danışmanız
doğru olur l
Öfke nöbetleri ile
başa çıkmak için
5 öneri
* Anne - baba, çocuktaki öfke
nöbetine neden olan davranışların
geçici bir durum olduğunu bilerek
sabırlı davranmalı ve çocuğu katı
bir düzene zorlamadan, soğukkanlı
davranarak çocukla gereksiz
çekişmelere girmemelidir.
*Öfke nöbeti sırasında telaşa
kapılmamak, kendi kurallarınızı
korumak ve ne yaptığınızı bilerek
hareket etmek en doğrusudur.
* Anne - baba çocuğu korkutarak
cezalandırmamalı, öfkeyi dindirmek
için çocuğun her istediğini yapmaktan
kaçınmalı, özellikle öfke nöbetinin
ardından bitişini hızlandırmak için
ödüllendirmemeli ve çocuğun öfkeli
davranışları anne-babanın öfkesine
yol açmamalıdır. Çocuğun ana
problemi, sakinleşememektir. Anne,
baba da sinirlenirse çocuğun öfkesi
beslenir.
* Çocuğun öfkesini kaynağından
uzaklaştırmak amacıyla disiplin
yöntemlerinden biri olan ‘mola
yöntemi’ denenebilir. Burada
yapılacak olan, çocuğun bulunduğu
ortamdan ayrılmak, sakinleşene kadar
onu yalnız bırakmak ve daha sonra
yanına gelmek şeklinde olmalıdır.
Çünkü, sakinleştirmeye çalışmak
sanılanın aksine onu daha da
hırçınlaştırabilir.
*Eğer öfke nöbeti halka açık bir
mekanda gerçekleştiyse, çocuğu
kucaklayıp, mekanı terk etmek en
doğru yoldur. Bunun dışında, öfke
nöbeti geçirdiği anlarda, ses, renk,
ışık, doku gibi çeşitli uyarıcılardan
yararlanılarak dikkatinin hemen başka
bir alana yönlendirilmesi de, öfkesinin
dağılması için yararlı olmaktadır.
PROF. DR. ERDEM YEŞİLADA
YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ / ECZACILIK FAKÜLTESİ
FARMAKOGNOZİ VE FİTOTERAPİ ANABİLİM DALI
Bal:
Besin mi, ilaç mı?
Doğal enerji
kaynağı olarak
bilinen bal, birçok
sağlık problemini
önlemeye ve tedavi
etmeye yardımcı
oluyor.
Balın bu tedavi
edici özelliğinden
herkesin faydalanması
gerektiğini söyleyen
Prof. Dr. Erdem
Yeşilada, öksürük,
kabızlık ve nezle gibi
birçok farklı hastalığın
tedavisinde doğal ilaç
olarak kullanılan balın
güçlü bir antioksidan
olduğunu ifade ediyor.
Prof. Dr. Yeşilada, bazı kanser türlerinin
gelişimi ve tedavisinde de faydalanılan
bu değerli besinin insan sağlığına katkıları
hakkında şu bilgileri veriyor:
Tatlı lezzeti ve besleyici özelliği ile değerli
bir besin olan bal, aslında yaklaşık yüzde
80’i karbonhidrat ve kalan yüzde 20’ kadarı
sudan ibaret bir karışım. Ayrıca düşük
oranlarda proteik yapıda bileşikler (binde
2-4), vitamin ve mineraller (binde 1-5) ve
polifenolik bileşikler (binde 1-2) taşıyor.
Yani, basit anlamıyla “şekerli su” dan başka
bir şey değil gibi görünüyor. Ancak özellikle
son 15 yılda yürütülen bilimsel araştırmalar
balın insan sağlığı bakımından ne kadar
değerli olduğunu ortaya koyuyor.
Geleneksel tababette binlerce yıldır
sağlığın korunmasında ve bazı hastalıkların
tedavisinde yararlanılan bir deva olarak
bilinen balın serbest radikal hasarını
önleyici (antioksidan), iltihap giderici,
yara ve yanık iyileştirici, mide ülseri ve
gastrit sorunlarının tedavisinde, bağışıklık
sisteminin desteklenmesinde ve kanserin
önlenmesinde etkili olabileceği son yıllarda
yapılan bilimsel araştırmalar ile ortaya
konuluyor.
Balın etkileri çevredeki
çiçek türlerine göre
değişiklik gösteriyor
Peki, bu şekerli su karışımını bu kadar
değerli kılan nedir? Cevabı; içerisinde
binde 1 -2 gibi çok düşük oranlarda
bulunan ve işçi arıların çiçek çiçek gezerek
topladıkları polenlerin içerisindeki polifenolik
maddelerdir. İşte gerçek balı, arıların önüne
şekerli su konularak üretilen ya da glikoz
şurubu ve boyalarla doğrudan hazırlanan
sahte ballardan ayıran en önemli fark budur.
Şüphesiz balın bu etkileri elde edildiği
çevredeki baskın çiçek tipine göre değişiklik
göstermektedir; ballar kestane balı, çam
balı, narenciye balı, kekik balı gibi isimlerle
anılmaktadır.
Soğuk algınlığı
ve cilt hastalıklarının
tedavisinde
katkı sağlıyor
Halk tababetinde balın soğuk algınlığı ve
grip enfeksiyonlarının tedavisinde yardımcı
olduğu, boğaz ağrısını hafiflettiği yüzlerce
yıldır bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü
(WHO, 2001), balın antimikrobiyal ve lokal
yumuşatıcı etkileri nedeniyle, soğuk algınlığı
ve öksürük tedavisinde kullanılmasını
önermektedir.
Çocuklar üzerinde
yürütülen bir çalışmada
yatmadan önce
yaklaşık bir çay kaşığı
bal verilmesinin,
öksürük krizlerinin
önlenmesinde
kuvvetli etkili öksürük
şuruplarından bile
daha etkili olduğu
bildirilmektedir.
Balın bu etkisinin, yüksek şeker değişimine
bağlı ozmotik etkisi ve içerisindeki glikoz
oksidaz enzimi vasıtasıyla ortama sağlandığı
hidrojen peroksite ve içerdiği bileşenlere
(fenolik asitler, flavonoitler, lizozim, katalaz)
bağlı olduğu düşünülmektedir. Bu suretle
yaraların mikroplardan temizlenmesinde
yararlanılan oksijenli su gibi mikrop öldürücü
etki yapabilmektedir. Bu bakımdan bal,
tarih boyunca yaraların enfeksiyonlardan
korunması amacıyla antiseptik olarak
kullanılmıştır. Balın diğer birçok dermatolojik
problemde; yangılı böcek ısırıkları, alerjik
cilt tepkimeleri, egzama, sedef vb.
durumlarda tedaviye katkı sağlayabildiği
şikâyetleri hafiflettiği görülmektedir.
Bitkisel çayların
antioksidan etkisi,
bal ilave edilmesi
ile artıyor!
Bilimsel araştırmalar gerek bitki çaylarının
ve gerekse balın taşıdıkları antioksidan
etkili bileşenlere bağlı olarak birçok akut ve
kronik hastalığın gelişiminin önlenmesinde
rol oynayabileceğini göstermektedir.
Her ikisinin birlikte uygulanması halinde,
yani bitki çaylarının içerisine şeker veya
tatlandırıcı yerine bal ilave edilmesi ile
bitki çayının antioksidan kapasitesinde
ne gibi bir değişim olabileceği konusu,
ekibimiz tarafından yapılan bir çalışmada
incelenmiştir (Özdatlı ve ark., 2014). Bazı
bitki çaylarının antioksidan kapasitesinin bal
ilavesi ile 54 misli arttığı gözlemlenmiştir.
Bazı bitki çaylarında (melisa, adaçayı,
ıhlamur, papatya, limonlu zencefil) çam balı
ilavesinin, çiçek balına oranla antioksidan
etkinin daha fazla yükseldiği görülürken,
bazılarında (ekinezya, yeşil çay, beyaz çay,
siyah çay) çiçek balı ilavesinin daha etkili
olduğu tespit edilmiştir. Bu, muhtemelen
bitki çayı ve bal bileşenlerin arasındaki
etkileşmeden kaynaklanmaktadır.
Bal ve kanser
Temel yapısının şekerlerden ibaret olduğu
ve şekerlerin kanser hücrelerinin gelişimini
sağladığı yönündeki deneysel bulgular göz
önüne alındığında, balın kanser gelişimini
artırma riski bulunduğu düşünülebilir. Ancak
deneysel ve epidemiyolojik bulgular, kanser
gelişimi ile bal tüketilmesi arasında ters bir
ilişki bulunduğunu göstermektedir. Balın
kanser üzerinde etkinliğini değerlendiren
önemli bir araştırmanın sonuçları (Öztürk
ve ark., 2013) dikkat çekici. Meme kanseri
hücreleri üzerinde yürütülen deneysel
çalışmada sahte balın meme kanseri
hücrelerini büyüttüğü, buna karşılık başta
kestane balı olmak üzere çam ve çiçek
ballarının kanser hücrelerinin gelişimini
önlediği ve gözlemlenmiş. Diğer taraftan,
balın kanser kemoterapisinde destekleyici
etkileri ile ilgili giderek artan sayıda klinik
bulgu bildirimleri bulunuyor. Balın kanser
ilaçlarının etkilerini kuvvetlendirdiği
bildiriliyor. Ayrıca bal uygulamasının bu grup
hastaların kanser tedavisine tahammülünü
artırdığı, hastalarda ilacın yol açtığı bazı
olumsuz gelişmelerin hafifletilebildiği
bildirilmektedir.
Sonuç olarak, bilimsel araştırmalar kalite
analizi yapılmış gerçek balın bir besin
olmanın çok ötesinde şifa kaynağı bir ilaç
özelliği taşıdığını ortaya koyuyor.
Burada kalite analizi ile vurgulamak
istediğim; günümüzde artan çevresel
riskler nedeniyle balın tarım ilacı, çevresel
toksinler, antibiyotik atığı gibi insan
sağlığını olumsuz etkileyecek riskleri taşıyıp
taşımadığının mutlaka analiz edilmesi
gerekiyor l
Kaynak
Yeşilada, E., 2015: Apitera; Arıyla Gelen Şifa.
Hayykitap Yayınları, İstanbul.
Öztürk O. ve ark., 2013: Balın kanser hücreleri
üzerindeki etkisini değerlendiren araştırma.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Deneysel Tıp
Araştırma Enstitüsü (DETAE).
Özdatlı Ş. ve ark., 2014: Bitki çaylarında bal
ilavesinin total antioksidan kapasitesine etkisi.
Marmara Pharm.J. 19, 147-52.
UZ. DR. SELMA SALMAN
MEMORİAL HİZMET HASTANESİ DERMATOLOJİ POLİKLİNİĞİ
Sivilce izlerinden
kurtulmanın
7 yolu
Ergenlik dönemi
cilt hastalığı olarak
bilinen sivilce
yani akne sorunu,
erişkin yaşlarda da
sıklıkla görülebiliyor.
Sivilce izleri,
kozmetik bir sorun
oluşturmasının
yanında ruh sağlığını
ve sosyal hayatı
da olumsuz yönde
etkileyebiliyor.
Dermatoloji Uzmanı
Dr. Selma Salman,
sivilce izlerinin kış
aylarında rahatlıkla
tedavi edilebildiğini
belirterek, şu bilgileri
veriyor:
“Ciltte yoğun
sivilcelenme
sorununun zamanında
ve uzman kişilerce
tedavi edilmemesi
sivilce izlerine neden
olabilmektedir. Akne
hastalarının %95’inde
iz oluşumu görülürken,
bunların %30’u ciddi
boyutlardadır.”
Tedaviye erken başlanması ve etkin bir
yol seçilmesi olumlu sonuçlar vermektedir.
Tedavi yöntemleri sivilce izinin tipine göre
değişmekte ve kişiye özel uygulanmaktadır.
Bazen efektif sonuç almak için yöntemlerin
birkaçı birlikte uygulanmaktadır. Tedavide,
üst derinin bir kısmının soyularak yenisinin
üretilmesini sağlamak amaçlanır ya da alt
deri mekanik veya kimyasal yolla yeni destek
doku üretmesini sağlamak için uyarılmaya
çalışılır.
1. Kış ayları kimyasal
peeling için
en uygun zaman
Cildi yenileyen bazı özel kimyasal
maddelerin yüze sürülüp belirli bir süre
bekletildikten sonra bol suyla arındırılması
işlemidir. Yöntem, bu konuda eğitimli hekim
kontrolünde uygulanmalıdır. İşlemde derinin
üst tabakasında kontrollü olarak kısmi
veya tam hasar oluşturulmaya çalışılır. Bu
uygulamanın sonunda ciltte birkaç gün süren
soyulma meydana gelebilmektedir. Ardından
yenilenmiş alt ve üst deri oluşmaktadır.
Esmer tenli kişilerde, iz bırakma riski
nedeniyle önerilmeyen kimyasal peeling
işleminin ardından bol nemlendirici ve
güneş koruyucu kullanılması gerekmektedir.
Etkin sonuç için 2 haftada bir 4-6 seans
uygulanması gereken işlemin güneşin yoğun
olduğu aylarda yapılması uygun değildir.
2. Dermaroller ve
dermapen ile cilt
yenileniyor
Mikro iğneleme sistemi olarak da bilinen
“dermaroller” ya da “dermapen” işlemleri
de sivilce izlerinden kurtulmak için etkin
uygulamalar arasındadır. Üzerinde çok
sayıda mikro iğnecik bulunan dermaroller,
işlemin yapılacağı alana anestezik
kremin sürülmesinden 30 dakika sonra
uygulanmaktadır. Ciltte gezdirilen
cihazın üzerinde bulunan mikro iğneler
sayesinde yüzeyde on binlerce mikro kanal
açılmaktadır. Bu mikro kanalların oluşturduğu
uyarı ile cilt kendini tamir etmek için yeni
bağ dokusu elemanları sentezlemektedir.
Dermapen ise bu mikro iğnelerin kalem
şeklinde bir cihazla deriye uzunlamasına
olarak uygulanmasını sağlayan bir alettir.
Akne izlerinin azalması için ayda bir 4 seans
uygulama önerilmektedir.
3. Mikrodermabrazyon
hasarlı deriyi sağlıklı bir
biçimde uzaklaştırıyor
Derinin yüksek basınçla hareket eden
alüminyum oksit kristalleriyle soyulması
işlemidir. Bu sayede cilt yüzeyindeki
hasarlı, uzaklaştırılacak hücrelerin ve cilt
atıklarının daha hızlı yok edilmesi sağlanır.
Yüzeysel akne tedavisinde etkindir. Genelde
tekrarlayan uygulamalar ve diğer tedavi
seçenekleri ile kombine uygulamalar fayda
sağlamaktadır.
4. İçten gelen
güzellik: PRP
Cilt gençleştirme ve saç dökülmesi
durumlarında da uygulanabilen PRP
işlemi (Platelet rich plasma) akne izleri
tedavisinde de kullanılmaktadır. PRP
işleminde uygulama yapılacak kişinin kanı
alınır ve özel cihazlarda santrifüj edilerek
ayrıştırılır. Bu ayrıştırma sonucunda kanın
içindeki trombositten zengin plazma elde
edilmiş olur. Elde edilen plazma yaklaşık
1 cm aralarla cilde enjekte edilmektedir.
Trombositlerden salınan büyüme faktörleri,
kök hücreleri uyararak ciltte yeni hücre
sentezi yapmaya yardımcı olmaktadır. Bu
sayede sivilce nedeniyle hasarlanmış ve iz
oluşmuş derinin yenilenerek düzelmesini
amaçlanmaktadır. Uygulama radyofrekans
ve dermaroller gibi diğer kozmetik işlemler
ile kombine edildiğinde daha başarılı
sonuçlar olabilmektedir. 15 gün arayla 3-4
seans PRP yapılması önerilmektedir.
5. Cildinizde altın
dokunuşlarını
hissedebilirsiniz
Halk arasında altın iğne olarak bilinen
fraksiyonel radyo frekans uygulaması son
dönemde sıkça kullanılan bir yöntemdir.
İletkenliği çok iyi olan ve çevre dokuya zarar
vermeden kontrollü iletkenlik sağlayan altın
iğneler vasıtasıyla cilt altına radyofrekans
verilmektedir. Derinin alt tabakalarında
meydana gelen ısı artışı sayesinde
kontrollü bir hasar oluşturulmaktadır. Deri,
bu hasarı onarma yoluna gider ve bağ
dokusu sentezini uyararak sivilce izinin
onarımını sağlamaktadır. 40-45 dakika
süren işlemin ardından kişi 1-2 saat süren
kızarıklıktan sonra sosyal yaşantısına devam
edebilmektedir. Bu sebeple oldukça etkin
ve konforlu bir yöntemdir. Bazen tek seansta
bile istenilen sonuç alınabilmektedir.
6. Karbon peeling her
mevsim uygulanabiliyor
Sivilce izlerinin tedavisi ve gözenek
sıkılaştırmada kullanılan karbon peeling
uygulaması, karbon partiküllerinin yüze
uygulanması sonrası Q switched NdYAG lazerle yapılan bir işlemdir. Lazer
uygulaması öncesi karbon solüsyonu ciltte
10 dakika bekletilir. Cilt tarafından emilen
karbon maddesinin fazlası temizlendikten
sonra lazer atışı ile tüm yüz taranır. Sürülen
karbon maddesi, cilt altında lazerin etkinliğini
artırmaktadır. Lazer, cilt altında bağ dokusu
sentezini uyararak izlerin düzelmesine katkı
sağlamaktadır. Her mevsim uygulanabilen
karbon peeling yöntemi yüzeysel izlerde
etkindir. Ağrısız bir uygulama olan karbon
peeling uygulaması kızarıklık ya da
morarmaya yol açmadığı için sosyal yaşamı
etkilememektedir.
7. İzlerin yeri rahatlıkla
doldurulabiliyor
Derin sivilce izlerinde çökük olan kısımların
altını dolgu maddeleri ile doldurmak da
diğer bir seçenektir. Etkin ve geçici bir
uygulamadır ve 8-12 ay sonra tekrarlanması
önerilmektedir l
Basında biz
Bunları
biliyor
musunuz?
Dünyadaki beyaz
karıncaların toplam
ağırlığı insanların
10 katıdır..
Kutup ayıları
solaktır.
Kuş örümceği
sırtında 300
yavrusuyla gezer.
Günışığından daha
fazla yararlanmak için
saat uygulamasını
Benjamin Franklin
başlatmıştır.
Hayvanlar
aleminde sadece
domuzlar
güneşten
yanabilir...
Venüs saat
yönünde
dönen tek
gezegendir.
Salyangozların
25 bine yakın dişi
vardır.
Yılanlar
duyamaz.
Bir okyanusun en
derin yerinde, demir
bir topun dibe
çökmesi bir saatten
uzun sürer.
Rusya’nın dörtte
biri ormanlarla
kaplıdır.
Hindistan’daki
yıllık doğum sayısı,
Avustralya’nın
toplam nüfusundan
fazladır.
İnsan
elinde, en yavaş
uzayan tırnak bas
parmağınki, en hızlı
uzayan tırnak ise orta
parmağınkidir.
Hawaii
alfabesinde
sadece 12 harf
bulunmaktadır.
Geçen 3 bin 500
yılın, sadece 230
yılı barış içinde
yaşanmıştır.
Yetişkin bir ayı,
bir at kadar hızlı
koşabilir.
Sallanan
sandalyede hiç
durmadan sallanma
rekoru 440 saattir.
Salyangozların
25 bin civarında
dişi vardır.
Rodin’in ünlü
‘Düşünen
Adam’ heykeli
aslında İtalyan
şair Dante’nin
portresidir.
Norveç’in
kuzeyinde, her
yaz 14 hafta
gece gündüz
güneşli geçer.
En fazla
asfaltlı yola
sahip ülke
Fransa’dır.
Dünyada her
dakikada bir iki
düşük şiddette
deprem
olmaktadır.
Tarih boyunca
yeryüzünde
bulunan altının
200 kat
daha fazlası
okyanuslarda
bulunmaktadır.
Download