TT ecen hafta ûc günümü Ankara'da geçir­ dim, Türkiye İş Bonkası'nın sanot ve kül­ tür danışmanları toplantısına katılmıştım. Her bakımdan yararlı oldu benim ¡cin bu yol­ culuk. Ankara'nın siyasal havasını soludum. DİSK Başkanı Abdullah Baştürk ile yemek ye­ dim ve onun DİSK Genel Temsilciler M ecli­ sindeki konuşmasını dinledim. Sanat ve kül­ tür danışmanları toplantısında, bugüne değin tanımak fırsatım elde edemediğim bilim adam­ larımızla, profesörlerimizle tanıştım . Profesör­ lerimiz diyorum, çünkü aralarında üniversite ça­ tısından olmayan iki kişi vardı, biri Oktay Akbal, biri ben. Elbet bankonın bu toplantıyı dü­ zenleyen tem silcilerini saymazsak. Eski dostum, cok değerli felsefeci Nusret Hızır'la buluşmak benim için ayrı bir kıvanç konusu oldu. Nusret Hızır, yalnızca kendi alanındaki de­ rin bilgisi ile değil, genel olarak kültürünün kapsam zenginliği ile de saygı uyandırmış, hat­ ta şaşkınlık uyandırm ıştır. Şimdi omlarıma d a lı­ yorum; yıllar önce Orhan Veli ile bu konuyu ko­ nuşmuş, sonra da gidip Hızır'a açm ıştık, bu kül­ türü nasıl edindiğini sormuştuk. Nusret Hızır, alçak-gönüllülükle gülmüştü, belki de alçak gö­ nüllülükle değil, o gibi eğreti tutum lara düşme­ den dosdoğru gülmüştü, «Avrupa'da benim gibi binlerce kişi vardır» demişti. Bu söz belleğimde kalm ıştır hep, çünkü'düşünm üşüm dür üzerinde: Avrupa’da Nusret Hızır gibi binlerce kişi! Bu na­ sıl bir Avrupa’dır böyle! Ya da bu nasıl bir T ür­ kiye’dir böyle! Bu kez, demek Ankara’daki toplantıda, bir araya geldik ya. İstanbul Üniversitesi felsefe profesörlerinden Sayın Bedia Akarsu (onu da Tffrfçeye çeviriyordu. G tommak mutluluğuna erdim), Nusret Hızır'a, «Hocam, bunca bilginize karşın, yapıtlarınız yok ortada» diyerek tatlı sert çıkıştı. Görüyor musu­ nuz, şöyle bir imge çıkıyor ortayo: Bilgisi cok, yapıtı yok olağanüstü bir kişi. Fakat Nusret Hı­ zır, bu eleştiriden, ya da bu yakınmadan hiç alınmadı, sadece «Ben Oblomov’um» dedi. Bildi­ ğiniz gibi, Oblomov, gecen yüzyılda yaşamış ünlü Rus yazarı Goncarov’un, kendisinden ünlü romanıdır. Oblomov, kısacası, tembel bir adam­ dır; önünde nice çalışma, İlerleme, iş yapma olanı dururken odasından, hatta yatağından bi­ le çıkmaz. Oblomov tipi, işte bu acıdan, bütün dünyada ün salmıştır. Ancak Oblomov, bilgili ol­ masından ötürü İlgine değil, soylu olmasından ötürü şanslı ve bu açıdan şansını çiğneyen bir adamdır. Şimdi, size diyeceğim kı, Nusret Hızır, bilgili olmasından ötürü şanssız bir adamdır, bi­ zim onu ilginç görmertfiz de işte bundandır. Nus­ ret Hızır'a o gün, «Hayır, sen Oblcmov değilsin» dedim, haklı olarak; çünkü yapıtları ortada İdi. Profesör Bedia Akarsu'ya, «Nusret Hızır’ın, y ıl­ lar önce Ankara Dil, Tarih - Coğrafya Fakültesi dergisine ek olarak çıkmış, yeni mantığa ilişkin üç küçük yapıtı vardır» dedim. Bu yapıtlar üçer, dörder sayfalıktı. Klmbilir, belki de üçer, dörder sayfalık yapıtlar, bizim ülkemizde yapıt sayılmıyordur. Sayın Akarsu ilk benden duydu, öu ya­ pıtları. Yoksa Prof. Bedia Akarsu gibi olgun, eşi az bulunur bir felsefe profesörü bu küçük ek ki­ tapları değerlendirmesin, olamazdı. Diyeceğim, Prof. Nusret Hızır'dan ciltlerle yapıt beklemek düşüncesi, bizim toplumumuzun verdiği, bence garip bir alışkanlıktır. Sözgelişi, biz sadece bir padişahı anlatmaktan hoşlanmayız da, Osman­ lI tarihi yazmaya yöneliriz. Oysa o bü/uk, kepsamlı yapıtlar, küçük araştırm alara dayanarak yaratılır. Bizde bir türlü büyük bir yapıtın çıkm a­ ması ise, İŞte o küçük araştırm aların olmayı­ şındandır. Prof, Nusret Hızır’a, üc küçük broşürü ye­ terli mİ görüyorum? Ha/tr, ben de Prof. Bedia Akarsu g;bi düşünüyor, Nusret H ızır’dan yalnız­ ca bizim ¡cin değil, bütün dünya için geçerli. büyük yopıtlor bekliyorum Peki, bu büyük ya­ pıtların bir türlü ortaya çıkmaması, Pıol Nusret Hızır’ın «Oblomov»luğundan mıdır? Hayır, on­ dan değil; toplumumuzun b:r düşün adamı, bir bilgin, bir fllosof yetiştirecek nitelikte olmamasındandır. Ne ilgisi var demeyin, bizim toplumumuz Tanrı Kronos gibidir, doğan çocuklarını yer; yenmekten kurtulmak ıcin, ana tanrıca Gaia gibi, Kronos’un ağzına evlât diye taş doldurmak gerekir. ilerlemek, ürün vermek için yarış yoktur bizim toplurnumuzda. Bütün çevre sizi kendine, aşağı doğru çeker, tembel olmaya zorlar, cabadan alıkor, nerdeyse kıskanır, istemez İlerlemenizi d i­ yeceğim. Günkü bireyi yetlştiremeyen, bireyi is­ temeyen, herkesin birbirine benzemesini amaç­ layan ilkel toplum lar gibidir bizim . toplumumuz. Bakın, benim bu eleştirimden alınm ayacaktır o, çünkü kendisini onun bir parpası sayan biri çık­ mayacaktır, Sanırım herkes, benimle blr|ll< olup çatacaktır ona... Hadi, şunu da deyivereyim, her­ kes suçu topluma yüklemekle kendini rahat et­ tirecektir. Bu bile toplumumuzun, kişileri nosıl olumsuz acıdan etkilediğini gösterir. Tembel o l­ mayı korur toplumumuz. Nusret Hızır'ı 1936 yılında, İstanbul Üniver­ sitesi Edebiyat Fakültesinin bir felsefe dersinde tanım ıştım . Bizi tanıştıran, o zaman Edebivat Fakültesinde öğrenci olan Orhan Veli idi. Nus­ ret Hızır, ünlü fllosof Reichenbach’ın dersini Çevirinin eafiuktuğu ve düzgünlüğü belleğimde yer etmiştir. Sonra kalktı, Ankara'ya geldi Hızır, Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümüne öğretim üyesi oldu. Şimdi emekli profesör. Fel­ sefede alanı yeni m antıktır, ama İstanbul Üni­ versitesinde Prof. Reichenbach'ın asistanı iken onun etkisinde kalarak olasıcılık (Ihtimaliyet) tel sefesine dalm ıştı. Türkiye’de Reichenbach'ın tek temsilcisi odur. Felsefe dışında Nusret Hızır, Fransız yazı­ nı, özellikle Fransız şiiri üzerindeki derin bilgisi ile herkesin hayranlığını kazanmıştır. Baudelalre’i ezbere okurdu. Bptı müziğine gelince, yal­ nızca bu alandaki bilgisi ile kalsaydı, Nusret Hı­ zır, her yerde ilgiyi kendi üzerine çekerdi. Şaşır­ tıc ı bir kulağı vardır müziksel biçemleri (üslup­ ları) ayırmakta. Brahms'ı onun etkisi ve a ra cılı­ ğı ile sevmişimdir. Gençliğinde orkestra şefi ol­ maya heves duyduğunu anlatır. Ama öğrenimini yaptığı Almanya'da matematik okuyup ülkeye dönmüştü. İlk görevi bir İstanbul lisesinde mate­ matik öğretmenliğidir. Almanya'da matematik vanında Islsefe de okumuş, fakat bitirme sınav­ larına girmemişti. İstanbul ' Edebiyat Fakültesi felsefe bölümünü, Reichenbach'ın heveslendirmeslylo bitirdiğini anımsıyorum. Nusret Hızır’la Ankara’da Yaprak dergisi­ ni çıkarırken birlikte çalışm ıştık. Onun dergide bir köşesi vardı, bu köşede felsefe terminlerini, deyimlerini açıklardı. Nasıl aydınlık bir kafası olduğu, o küçük yazılardan da bellidir. Ukalâ, bilgiç, gösterişçi olmaktan bütün yaşamında içtenlikle tiksinm iştir. Bu karakterin­ den ötürü, biraz dn şaşkınlıkla, ona «alçak gö­ nüllü» demişlerdir. Oysa Hızır, alçak gönüllü de­ ğildir, sadece tam bir aydın, halis bir insan, tam anlamı İle uygar bir kişidir... Arkadaşları ¡cinse bulunmaz bir dost. Ben, felsefenin, bilimin i/i b,r insan olmaya ygradığı savına Nusret H ızır’ı her zaman örnek olarak görmüşümdür. Nusret Hızır ne mİ yaptı? işte, Nusret Hızır diye yetkin bir insan çıkardı or­ taya. N o t: Gecen haftaki yazımda «etni» diye yaz­ mıştım, «etnik» biçiminde çıkmış, kimi yerde. Etni karşılığı olarak şimdi «budun» kullanılıyor. Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi