Prof. Dr. Yasin Aktay: ATCOSS Arap devrimleriyle yaşıt Devrimin

advertisement
Prof. Dr. Yasin Aktay: ATCOSS Arap devrimleriyle yaşıt
Devrimin gerçekleştiği ülkelerde, yeni sistem ve yönetimlerin adil olmasının beklendiğine
dikkat çeken SDE Başkanı Aktay şöyle konuştu:
“Bugün burada ATCOSS‟un 3. sünü gerçekleştirmek için toplandık. Dört sene kadar önce bu
yola girdiğimizde, önümüzde uzun bir yol olduğunu öngörüyorduk. Dünya birbiriyle gittikçe
kaynaşıyorken, küreselleşme denilen, uzağı yakın eden süreç bütün hızıyla dünyayı birbirine
yakınlaştırıyorken, İslam dünyasında, bilhassa akademisyenler arasında bu yakınlaşmanın
aynı hızda bir etkisini görmüyorduk, halende yakınlaşma sağlanmış değildir. Dünyada bir
sürü yeni şey gelişiyor, dünyanın her yanında kendi başına çalışmakta olan bir çok Müslüman
akademisyen, bütün bu olup bitenlere kendi bireysel veya dar grup dünyası içinden yer yer
çok da parlak sayılabilecek tepkiler verebiliyor. Ama bu tepkiler belli bir birikim
oluşturmuyor çünkü bu tepkilerin her birisi bireysel düzeyde kalıyor, birbirinden kopuk,
birbirini beslemeyen atomize düzeylerde kalıyor. Oysa arada güçlü bir bağ olduğunda bu
akademisyenler çalışmalarını daha verimli hale getirebilirler. Müslüman akademisyenlerin
birbirinden bu kopukluğu küreselleşme denilen sürecin bir çok özelliğiyle ciddi bir çelişki arz
ediyor.
Özellikle Arap ve Türk dünyaları arasında mevcut olan bu eksikliğin çok daha vahim
boyutları da vardı. Her iki halkın yıllarca kendi ülkelerinde maruz kaldıkları ulusalcı
propagandalar birbirlerine önyargılı bakmalarına yol açıyordu. Araplara, Türkleri sömürgeci,
Türklere de Arapları “arkadan vuran hainler” gözüyle bakmayı telkin eden yaklaşımlar
belirleyici oluyordu. Bu yaklaşımların gerçekle bir ilgisi yoktu, ama iki taraf da çoğu kez
diğerinin kendisi hakkında böyle bir algıya sahip olduğunu bile bilmiyordu. Bu bakış açıları
bir soğukluğa yol açıyordu belki, ama hiç bir zaman oturup tartışılmıyordu.
Oysa dünyamız artık bir iletişim dünyası. Hiç bir şeyin saklı kalmadığı bir dünya. Ulusalcı
bakışların Müslüman ülke halklarını birbirine yabancılaştırmak için ustaca sürülmüş bir
tezgah olduğunu bugün çok daha iyi anlıyoruz. Arap Baharı aslında tam da Müslüman
halkları birbirinden koparan o ulusalcı bakış açılara karşı da bir isyan oldu. Açıkçası sorun
sadece Türklerle Araplar arasında değil, ne yazık ki Arap halklarının da birbirlerine karşı çok
da olumlu bir bakış açısına sahip olduğu söylenemez. Çünkü başlarındaki diktatörlerin belki
de en önemli fonksiyonu bu ülkeler arasında bir dayanışma, işbirliği ve kaynaşma olmasını
engellemekti. Birbirine komşu bir çok ülke halkı arasında o yüzden anlamsız sorunlar had
safhada oluyordu. Oysa Arap Baharı biraz da Müslüman halkların birbirleriyle buluşmalarını,
etkileşime girmesini ve aralarındaki sınırları anlamsız hale getirmelerini sağladı. Bugün İslam
dünyası artık her geçen gün gerçekten “İslam Dünyası” olmaya doğru hızla yol alıyor.
Açıkçası şimdiye kadar bu “dünyanın” sadece ismi vardı. Arap uyanışı, bugün İslam
dünyasının bir gerçek haline gelmesi yolunda önemli bir aşamadır.
Bundan 160 yıl kadar önce Marx “filozofların şimdiye kadar dünyayı yorumlamakla
uğraştıklarını, oysa asıl olanın onu değiştirmek olduğunu” ifade etmişti. Marx‟ın sosyal
bilimcilere yakıştırdığı bu “dünyayı değiştirme rolü” bir çok sosyal bilimci için ki aralarında
Marksistler de vardı, oldukça kafa karıştırıcı gelmiştir. Dünyanın zaten bir gidişatı varsa, bir
kaderi varsa, sosyal bilimciler buna ne yapabilir ki? Sosyal bilimciler çevrelerinde olup biten
her şeyin tarafsız gözlemcileri mi olmalı, yoksa buna dair bir sorumlulukları olmalı mı?
Bugün İslam dünyasında yaşanmakta olan köklü sorunlar karşısında Müslüman sosyal
bilimcisi, olup bitenlerin tarafsız bir fotoğrafını çekmekle mi yetinmeli yoksa çektiği
fotoğrafın daha iyi olması için toplumuna müdahil mi olmalıdır?
Kuşkusuz Marksistlerin bu konudaki cevapları ne olursa olsun, bugün bizim bir lakaytlık
içinde davranmamız söz konusu olamaz. Bizim salt bilimselci bir yaklaşımla hareket etmek
gibi bir lüksümüz yok.
Birinci ATCOSS Ankara‟da toplandığında henüz Bu Azizi kendini yakmamıştı fakat buna
sadece bir hafta vardı. Ondan sonra olaylar hızla gelişti. Biz o toplantıda henüz Arap Baharı
süreci başlamamışken, bir sonraki toplantıyı “Ortadoğu‟da Değişimin Hükümet Dışı
Aktörleri” olarak duyurmuştuk. Gerçekten de hükümet dışı organizasyonlar o kadar belirleyici
oldu ki, kısa bir süre içinde bütün Arap dünyasında köklü değişimler meydana geldi. Bu süreç
içinde Kahire‟de topladığımız ATCOSS için şunu söyledik: „Sosyal bilim kongresi adeta bir
tarihe olay mahallinden canlı olarak tanıklık ediyor. Bu daha önceki sosyologların büyük
çoğunluğuyla karşılaştırıldığında büyük bir imkan. Olayları yaşarken kaydını tutmak ve tarihe
tanıklık etmek.‟ ATCOSS, yaş itibariyle o yüzden Arap Uyanışı denilen süreçle yaşıt ve bu
sürecin sosyal bilimini yapan bir kongre oldu. Ancak tekrarlamak gerekirse, kongre ilk
kararlaştırılıp hayata geçirildiğinde Arap devrimleri henüz startını vermemişti.
O yüzden bu yıl seçtiğimiz ana konu da „Arap Baharı Sürecinde Devlet, Toplum ve Adalet‟
oldu. Doğrudan pratik bir sorun, baharlarını yaşamakta olan Arap ve Türk toplumlarının
önünde sosyal bilimcilerin yardımlarını alabilecekleri en önemli konular. Devrimlerin
yaşanmış olması büyük bir olay. Ancak bu devrimlerden sonra en acil sorun ortaya çıkıyor:
Nasıl bir devlet? Nasıl bir toplum?
Kitleler yeni yönetimlerden doğal olarak daha başarılı, daha verimli ve daha adil bir yönetim
ister. Çünkü bütün ayaklanmaların en önemli motivasyonu adaletsizliklere karşı duyulan öfke
olmuştur. Kötü yönetim, ehil olmayanlara emanetin tevdi edilmesi bir adaletsizliktir. Gerçi
diktatörler hiç bir zaman halktan bir emanet almış değildir, o emaneti onlar halka hiç bir
zaman sormadan el koydular. Adalet bütün toplumsal hareketlerin en önemli talebidir.
Adalet, Müslümanların en hassas oldukları veya olmaları gereken konudur. Bir bakıma
Müslüman olmak ile olmamak arasındaki ayırım çizgisi adil olmak ile olmamak arasında
çizildiğinde aynı şey yapılmış olur. Şu kadarını söyleyelim, İslam'ın özü olan "tevhit" ve
"şirk" de bir adalet meselesidir, günahlar da yine bir adalet meselesidir. Kendine kulluk
ettirenler hadlerini, yani adalet çizgisini aşmış oluyorlar. Kula kulluk edense basitçe kendi
kulluk hakkını canının isteğine bağışlamış olmuyor, böyle yapmakla o da hem kendi nefsine
hem de başkalarına zulmetmiş, dolayısıyla adaleti çiğnemiş oluyor.
Adalet her şeyi yerli yerine oturtmaktır, herkese hak ettiğini vermektir, cezaysa ceza,
mükafatsa mükafat, neyse o. O yüzden adalet sadece yargı müessesiyle ilgili bir konu değil,
bir varoluş felsefesi, bir hayat tarzıdır. Yargıyla ilgili boyutu kadar davranış tarzlarıyla ilgili
bir boyutu da, gelir dağılımıyla ilgili bir boyutu da vardır; adaletin. Aslında adalete değmeyen
hiç bir konu yoktur.
Aslında devrim sonrası Arap ülkelerinde kurulan bir çok partinin isminde “adalet” kavramının
bulunması hiç de tesadüf değildir. Çünkü devrimler zaten insanların daha adil bir dünya
taleplerinden yola çıkar. Dünyanın Avrupa merkezli bir yapılanması adil değil ve çok
zalimane sonuçlar üretiyor. Buna karşı dünyanın ademi merkezileştirilmesi gerekiyor.
Dünya tarihi diye, dünyanın her tarafında insanlar yine Avrupa'nın tarihini okumak zorunda
bırakılıyorlar. Dünyanın Avrupa merkezli tarihi adil bir tarih değil, bu tarihin yeniden
yazılması gerekiyor.
BM Güvenlik Konseyi'nde 5 daimi üyenin veto imtiyazına sahip olmaları da hiç adil değil ve
yine dünyadaki bir çok katliam, zulüm, haksızlık bu beşinden birinin çıkarıyla uyumlu
olduğunda bu adaletsizliği gidermenin hiç bir yolu olmuyor. Bu da hiç adil olmayan
durumlara yol açıyor. Buna şiddetle itiraz etmek gerekiyor.
Ayrıca dünyanın bütün kaynakları, dünyanın merkezi sayılan o Batı tarafından sömürülmekte,
yeryüzünün tabii kaynakları o "birinci dünya" tarafından tarumar edilmektedir. Bu
adaletsizliğe de bir dur demek gerekiyor. Bütün bu konular ATCOSS‟da „Devlet, Toplum ve
Adalet‟ başlığı altında ele alınacak konulardan sadece bir kaçı. Bu konular etrafında
oluşturulacak güçlü bir farkındalık ve söylemin, İslam dünyası için güçlü bir düşünce iklimi
ve havuzu oluşturması en büyük temennimiz.”
Download