Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye`deki GDO

advertisement
Hakemli Makale
ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER VE TÜRKİYE’DEKİ GDO
DÜZENLEMELERİ IŞIĞINDA BİYOGÜVENLİK KURULU
KARARLARI
Biosafety Board Decisions According to International Conventions and to GMO
Regulation in Turkey
Hatice Çıvgın*
112
Öz
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) konusu küreselleşen dünyada tarımsal, bilimsel ve
ticari ilişkiler açısından yeni bir aşamaya geçilmesine iyi bir örnek teşkil etmektedir. Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesi, Kartagena Biyogüvenlik ve Genetik Kaynaklara Eşit ve Adil Erişim ve
Yararlanma İçin Nagoya Protokolü genetik materyal üzerinde araştırma, materyale genetik
aktarımda bulunma ve materyalin bir ülkeden diğerine transferini ticaret ve sözleşme serbestîsi
anlamında düzenlemektedir. Bu yaklaşımda genetik materyal artık milli zenginlik ya da doğal
varlıklar olmaktan çıkıp ticaret malına dönüşmektedir. Uluslararası düzenlemeleri derhal
yasalaştıran Türkiye’de, iç hukukun düzenlenmesi zaman almış, bu hukuku uygulamada bazı
güçlüklerle karşılaşılmış, bir kısım özel sektörün de hukuktan kaçma eğilimi belirgin olarak
gözlenmiştir. Bütün kesimler GDO konusunu aynı biçimde kavramadığından kamu otoritesi,
özel sektör ve sivil toplum arasında bir uyum henüz oluşmamıştır. Türkiye’de GDO ithalatının
genel hatlarıyla ele alındığı bu makalede daha çok, Biyogüvenlik Kurulunun yasal çerçevenin
uygulamaya geçirilmesi çabalarının yanı sıra, verdiği kararların uzmanlık kurulu raporlarıyla
zaman zaman çelişmesi konuları üzerinde durulacaktır.
Anahtar Sözcükler: Genetiği Değiştirilmiş Organizma, Biyogüvenlik Kurulu, Kaçak GDO.
Abstract
Genetically modified organisms (GMO) is a good example of the new phase in agricultural,
scientific and commercial relations in globalised world. The Convention on Biological Diversity
and Cartagena Protocol on Biosafety, Nagoya Protocol on Access to Genetic Resources and
* Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
Öğr. Gör. / hcankurtuncu@yahoo.fr
Eğitim Bilim Toplum Dergisi / Cilt:14 Sayı:53 Kış: 2016 Sayfa: 112-139
Education Science Society Journal / Volume:14 Issue:53 Winter: 2016 Page: 112-139
Hatice Çıvgın
the Fair and Equitable Sharing of Benefits Arising from Their utilization regulates topics such
as research on genetic material, the genetic transfer to materials and international transfer of
genetic material within the scope of freedom of commerce and contract. With this genetic
engineering approach, the genetic material is no longer a national wealth, nor natural beings,
but transformed into commercial property. International agreements mentioned above were
approved immediately by Turkish parliament, but domestic legislative regulation process
needed more time. Also some difficulties have arisen during implementation phase of these
laws, and private sectors tendency to evade statutory audit was observed. As the comprehension
of GMO issue by different segments of society differs substantially, there is a lack of harmony
between the public authority, private sector and civil society. In this article general aspects of
GMO issues in Turkey are examined with the focus on Biosafety Board decisions as efforts of
putting the legal framework into practice.
Keywords: Genetically modified organisms, Biosafety Board, GMO Leakage
Giriş
George Orwell, 1948 yılında 1984’ü yazarken eserinin gelecekte gerçek
olmasından ziyade, hayatını bağladığı idealleri tersyüz ettiğine inandığı
Stalinist sosyalizmi eleştirmek amacını güdüyordu. Daha 1984 yılı gelmeden
ister askeri, ister iktisadi, isterse çevresel anlamda olsun, aynı kitapta
anlatıldığı gibi kavramların kendisi olmayana dönüştüğünü gördük. Artık
başka ülkelere yapılan askeri müdahaleler savaş değil, “terörizmle mücadele”
olarak adlandırılıyor. Elektronik, oyuncak, tekstil ve ayakkabı firmalarının
uzak doğu ülkelerinde sınırsızca çocuk işçi çalıştırmasının hukuki çerçevesi,
çocuk köleliği değil sözleşme serbestîsi olarak tanımlanıyor. Gelişmekte
olan ülkelerin Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) aracılığıyla dünya ekonomisine
entegre edilerek yeni sömürülere açılmalarına sürdürülebilir kalkınma
deniliyor. Özetle eskiden uluslararası metinlerde ima edilen yüksek bir
kamu yararı ülküsü varken, yeni sözleşme ve antlaşmalarda kamu yararının
ancak uluslararası ticareti kolaylaştırdığı sürece önem taşıdığı görülüyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkünse de burada bir liste yapmaktan ziyade aynı
olgunun doğa, toplum ve ekonomi planındaki bir benzerine işaret etmek
amacını güdüyoruz. Hem uluslararası hem de ulusal düzeyde “biyogüvenlik”
kavramının tüzel düzenlemeler ve uygulamalar ışığında kavuştuğu yeni anlam
üzerinde duracağız.
Sadece bir tohumun peşine düşsek, herhalde insanlık tarihini yeniden yazmak
zorunda kalırdık. Biz, kadınların topladıkları tohumların yere dökülenlerinin
nasıl yeniden yeşerdiğini fark edip, bunu kültüre dönüştürmeleri, binlerce
yılda bu tohumları farklı işlemlerle ıslah etmeleri kadar eskilere gitmeyeceğiz.
Tohuma, dolayısıyla tarıma tekellerin el attığı dönemle ilgileneceğiz.
Rockefeller Vakfı’nın 1943’te Meksika’da kurduğu Özel Çalışmalar Ofisi
113
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
verimli buğday ve mısır çeşitleri geliştirip ülkeyi ihracatçı durumuna yükseltti.
Ford Vakfı Hindistan’da, iki vakıf birlikte Filipinlerde yeşil devrim diye
adlandırılan süreci uygulamaya koydular. Tohum ıslahı, sulama, kimyasal
ilaç ve gübre kullanımını içeren bu tarım 1985 yılından sonra çöküşe geçti.
Çünkü araziler aşırı sulamadan dolayı tuzlanıyor, çölleşiyordu (Atalık, 2010:
3). İkinci yeşil devrim dalgası ise, küresel kapitalizmin omurgasını teşkil
eden DTÖ’ye dayanmaktaydı. Gentech adlı ilk genetik mühendislik şirketinin
1976’da kurulması dalganın başlangıcı kabul edilirse, Amerikan Yüksek
Mahkemesi’nin 1980’de genetik mühendisliği ürünü mikroorganizmaların
patentlenebileceğine karar vermesini dalganın yükselmesi sayılabilirdi (Ho,
2001: 40). Genetik malzemeyi küresel ölçekte patentlemeye imkân veren
düzenleme ise Ticaretle Bağlantılı Mülkiyet Hakları Sözleşmesi oldu. Dünya
Ticaret Örgütü Kurucu Anlaşmasının 1-C Eki olarak 1 Ocak 1995’te yürürlüğe
giren sözleşme, ay dolmadan Türkiye tarafından da onaylandı (Ticaretle
Bağlantılı Mülkiyet Hakları Sözleşmesi, 1995).
114
Türkiye’deki GDO mevzuatı ise bundan bir yıl sonra dâhil olduğu Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesi, devamında Kartagena Biyogüvenlik Protokolü ve
ulusal düzeyde Biyogüvenlik Kanunu ve üç yönetmelikten (Genetik Yapısı
Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik, 13 Ağustos
2010; Biyogüvenlik Kurulu ve Komitelerin Çalışma Usul ve Esaslarına Dair
Yönetmelik, 13 ağustos 2010 ve Kontrol Laboratuarlarının Kuruluş, Görev,
Yetki ve Sorumlulukları ile Çalışma Usul ve Esaslarının Belirlenmesine Dair
Yönetmelik, 1 Ekim 2010) ibarettir.
Uluslararası Sözleşme ve Protokoller Biyolojik Çeşitliliği Ne Kadar
Koruyor?
BM Rio (1992) zirvesinde bağıtlanan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi,
Türkiye’de 1997 başında onaylanarak yürürlüğe girmiştir. ABD dışındaki
196 ülkenin katıldığı Sözleşmenin daha başlangıcında 1984 usulü bir
fıkra yer almaktadır: “devletlerin kendi biyolojik kaynakları üzerinde
hükümranlık haklarına sahip olduğunu… teyit ederek” denilmekte, akabinde
“menşe ülke” kavramı geliştirilmektedir. Tercümesi, serbest pazar kuralları
çerçevesinde sahip olduğu biyolojik kaynakları satabilmenin, menşe ülkenin
“hükümranlığının” göstergesi kabul edilmesidir. Her ne kadar hükümranlık
bir edimde bulunma ya da bulunmamayı içerse de bu sözleşmeye ve benzeri
sözleşmelere dâhil olmak, “bir ülkenin kendi biyolojik zenginliklerini
uhdesinde tutmaya karar vermekten vazgeçmesi anlamına gelmektedir.
Özlüerler, başka ülkelerin biyolojik varlıklarına göz dikenleri korsan olarak
Hatice Çıvgın
nitelemekte, “kaynakları menşe ülkeden toplayan veya temin eden ülke; yani
biyokorsanlar” diye yorumlamaktadır (Özlüer/Özlüer, 2010: 26).
Sözleşmenin amacı “biyolojik çeşitliliğin korunması, unsurlarının
sürdürülebilir kullanımı ve genetik kaynakların kullanımında adil ve eşit
paylaşımı” olarak ifade edilmektedir (Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, m.1).
Bu noktada Sözleşmenin varlığı ve amacıyla ilgili ikili bir gerçeklik olduğuna
dikkat etmek gerekir. Birincisi, genetiği değiştirilmiş organizmaları herhangi
bir ticari mal gibi dünyanın dört bir yanına yaymaya çalışan ve genetik
mühendislik şampiyonu ABD’nin hala onaylamamasından yola çıkarak,
Sözleşmenin, yasal bir zeminden yoksun biçimde serbestçe dolaşıma giren
genetik mühendisliği ürünlerinin yarattığı tehlikeleri sınırlamak ve birtakım
kurallara bağlamak yönünde bir adım olduğunu düşündürtmektedir. Diğer
taraftan Sözleşmenin amacının “genetik kaynakların eşit ve adil paylaşımı”
olarak belirlenmesi, “çevreye önemli bir zarar vermeyen teknolojilere erişimi
kolaylaştırmayı” taahhüt etmesi (Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, m. 15, 16)
yani genetik kaynakların paylaşım konusu edilmesi, yeni bir kârlılık alanı
bulan küresel kapitalizmin, azgelişmiş ülkeler doğasındaki türlere, çeşitlere
göz dikmesi, buralardaki gen varlığının laboratuarlar aracılığıyla kuzeyin
entelektüel mülkiyet konusu haline gelmesi süreci olarak görülebilir. Ayrıca
çevreye verilen zararın önemli ya da önemsiz olmasının ölçütleri nasıl
belirlenecektir? Üstelik genetik kaynaklarından yararlanılan azgelişmiş
ülkelerin, kendi kaynaklarından edinilen bilgiye erişimi, ancak sözleşmenin
izin verdiği ölçüde olacaktır (Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, m. 19/b).
Kısacası firma karşılıklı sözleşme bağıtladığı ülke yöneticisini “ikna ettiği
ölçüde” bu alışverişten kârlı çıkacaktır. Aynı ikili yaklaşım bir yandan
ihtiyatlılık ilkesine dayanan Sözleşmeye diğer yandan bölgesel ekonomik
bütünleşme örgütlerine taraf olma hakkı verilmesinde de gözlenmektedir
(Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, m. 231, 34). Ulus üstü ekonomik birleşmeler
nihayetinde ticaretin genişlemesine hizmet eden kuruluşlardır.
Biyolojik çeşitliliği uluslararası planda düzenleyen ikinci metin olan
Kartagena Biyogüvenlik Protokolü ise “…herhangi bir değiştirilmiş
organizmanın, özellikle sınır ötesi hareketi üzerinde odaklanarak” hazırlandı
(Kartagena Biyogüvenlik Protokolü KBP, başlangıç metni). Türkiye’nin, taraf
170 devlete 2004 yılında katıldığı Protokolün düzenlemeye çalıştığı husus,
genetiği değiştirilmiş organizmanın uluslararası ticaretinin nasıl organize
edileceğidir. Genel hükümlerde insan sağlığı üzerinde riskleri olduğu kabul
edilen bu organizmaların geliştirilmesi, işlenmesi, taşınması, nakli, kullanımı
ve çevreye serbest bırakılmasının biyolojik çeşitlilik üzerinde yaratacağı
115
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
116
riskleri engellemeyi veya azaltmayı amaçladığı belirtilmektedir (KBP.,
m.2/2). Protokol hükümlerinin denizcilikle ilgili herhangi bir düzenlemeyle
çelişmesi halinde geçersiz olacağı kabul edilmektedir (KBP., m.2/3). Aynı
husus Sözleşmede de vurgulanmıştır (KBP., m. 22). Protokolün 20- 23.
maddeleri özellikle problemli bölümünü oluşturmaktadır. “Bilgi paylaşımı
ve biyogüvenlik takas mekanizması” başlığını taşıyan 20. madde, tümüyle
patente bağlanmış bilgilerin paylaşılabileceği yolunda safdil bir düzenlemeye
gitmektedir: “Değiştirilmiş canlı organizmalarla ilgili bilimsel, teknik, çevresel
ve yasal bilgilerin ve bu organizmalara ilişkin deneyimlerin alışverişinin
kolaylaştırılması” öngörülmektedir (KBP., m. 20/1/a). Atalık, GDO üreticisi
firmaların satış anlaşmalarına, sattıkları tohumluklarla ilgili araştırma
yapılamayacağı hükmünü koyduklarını, şirketlerden izin almaya çalışan
araştırmacıların eli boş döndüklerini örneklerle anlatmaktadır (Atalık, 2010,
12). Bu durumda GDO’lu ürüne ilişkin bilgi patentli olup paylaşılamayacağına
göre, ülkeler, olsa olsa yaşayacakları gen kaçışı, GDO’lu ürünleri tüketenlerin
sağlık sorunları, taşıma, nakil ve işleme sırasında yaşanacak bazı kazalar ya
da doğal felaketler sonucunda çevreye yayılmalarına ilişkin deneyimlerini
paylaşmak olanağı bulabileceklerdir. GDO’yla ilgili bilginin kamuoyundan
saklanabilmesini olanaklı kılan 21. Madde, “gizli bilgi” adı altında satıcı
firmanın bilgilerini garanti altına almak amacıyla insanların bilgi edinme
özgürlüğünü ayaklar altına almakta, tüketici içinde ne olduğunu bilmediği
ürünü tüketmeye zorlanmaktadır. Bu madde Biyogüvenlik Kanununda da (BK,
7. madde) yer almakta olup, alışılagelmiş ticari sır kavramından farkı ortaya
konulmadığından sınırları belirsiz kalmaya devam etmektedir. Madde 22 ise
protokolün, GDO’lu ürün ticaretinin geliştirilmesini sağlayacak kurumsal
kapasitenin oluşturulması ve ulusal piyasaların bu ticarete uyumlaştırılmasını
sağlamaya yöneliktir:
“Taraflar… ülkelerde etkin bir şekilde uygulanması amacıyla,
biyogüvenlik için gerekli olan ölçüde biyoteknoloji de dâhil olmak
üzere, insan kaynaklarının ve kurumsal kapasitelerin mevcut küresel,
bölgesel, alt bölgesel ve ulusal kurum ve kuruluşlar aracılığıyla ve
uygunsa özel sektör katılımının kolaylaştırılması yoluyla geliştirilmesi
ve güçlendirilmesi için işbirliği yapacaklardır” (BK, md. 22).
Aynı biçimde Kanunun 23. maddesinde de bu ticarete uyum sağlamayı
kolaylaştıracak “kamu bilinci ve katılımını” oluşturmak amaçlanmaktadır.
Kamu bilincinin GDO’yu reddetmesi öngörülmemektedir, tehlikeli kabul
edilen ürünlerin, riski minimize edecek ya da ortadan kaldıracak tarzda
tüketim, nakil ve işleme bilinç seviyesi yeterli bulunmaktadır. Protokolün
Hatice Çıvgın
mantığına göre ise genetik çeşitlilik ve insan sağlığı, önlemler alınmaktan
ziyade “bilinçli bir kamu” sayesinde korunacaktır.
Henüz ulusal mevzuatımıza dâhil edilmeyen Genetik Kaynaklara Erişim
ve Yarar Paylaşımı Hakkında Nagoya Protokolü ise Japonya’nın Nagoya
Kentinde 2010 yılında Kabul edilmiş olup, “genetik kaynaklardan elde edilen
faydaların eşit ve adil paylaşımını” amaçlamaktadır (G.K.E.Y.P.H. Nagoya
Protokolü, 29.10.2010). Protokol 2011 yılında imzaya açılmış, 2014 yılında
da dünyada yürürlüğe girmiştir. GDO’lardan doğan zararları düzenleyen
protokol, söz konusu zararı ölçülebilir, gözlemlenebilir ve olumsuz etkiler
olarak ele almaktadır. Buna göre zararın GDO’dan kaynaklandığına ilişkin
ölçütler ulusal düzenlemeyle belirlenecektir:
“Nagoya Protokolü, GDO’ların yol açtığı zararlara ilişkin olarak
‘hukuki sorumluluk’esasını getirmekte, taraf devletlerin gerekli maddi ve
usuli düzenlemeyi kendi ulusal mevzuatları içinde gerçekleştirmelerini
istemektedir. Protokol’e göre, GDO’lar sonucu ortaya çıkan
zararlardan sorumluluk, ulusal mevzuat hükümleri uyarınca söz
konusu organizmanın doğrudan veya dolaylı kontrolünü elinde tutan
kişiye (örneğin GDO’ya ilişkin izni almış olan kişi, GDO’yu piyasaya
sürmüş olan kişi, üretici, ithalatçı, taşıyıcı, tedarikçi vb.) aittir. Zararın
ortaya çıkması halinde sorumlu kişi derhal yetkili makamı haberdar
etmeli, zararı değerlendirmeli ve gerekli önlemleri almalıdır. Sorumlu
kişi tarafından alınmadığı takdirde bu önlemler masrafları sorumlu kişi
tarafından karşılanmak üzere, yetkili makam tarafından alınacaktır.
Yetkili makamın sorumlu kişi tarafından alınacak önlemlere ilişkin
kararları gerekçeli olmalı, yasal mevzuat dâhilinde bu kararlara karşı
idari ve adli başvuru mümkün olmalıdır” (Kıvılcım, 2012: 108-109).
Ulusal Mevzuatın Oluşturulması Süreci ve Biyogüvenlik Kanunu
Türkiye’de bugün geçerli olan GDO mevzuatının, hatta Biyogüvenlik Kurulu
kararlarının genel olarak Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve Kartagena
Protokolü hükümlerine uygun olduğu söylenebilir. Bugünkü mevzuat
uygunluğunun, ülke içinde GDO’lara karşı yürütülen kampanya ve zorlu bir
hukuk mücadelesi ile ortaya çıktığı görülmektedir. GDO’lar hiçbir denetime
tabi tutulmaksızın ithal edilip piyasaya sürülürken, hükümet ilk etapta bu
konudaki tüzel düzenleme için bir yönetmeliğin yeterli olacağını düşündü.
2009 Yılında çıkarılan yönetmeliğe karşı dört kez Danıştay’a gidilmesinin
de etkisiyle günümüzde geçerli olan yasa ve yönetmelikler çıkartıldı (Ekoloji
Kolektifi, 2010: 377-399). Yine de söz konusu yasa ve yönetmeliklerin
uygulanmasına geçilmesi kolay olmadı. Yönetmelikte öngörülmesine
117
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
karşın Biyogüvenlik Kurulunun aldığı ilk üç kararda kamuoyu görüşüne
başvurulmadı. Bu tutuma yöneltilen yoğun eleştiriler üzerine Kurul gündemi
açıklanıp, ilgili kuruluşların görüşlerinin kendilerine iletilmesi için süre
tanınmaya başlandı. Aynı biçimde, başlangıçta Biyogüvenlik Kurulu’na gelen
risk değerlendirme raporları kamuoyuna açıklanmamaktaydı. Raporların
halktan gizlendiği yolundaki yayınlar sonucunda ancak 21 Haziran 2011’deki
sekizinci Kurul toplantısında halkın raporlara erişimi serbest hale getirildi.
118
Konunun daha iyi anlaşılması bakımından Kanunda (Sözleşme ve Protokolde
de yer alan) ve yönetmeliklerde bulunan bazı tanımlara yer vermek uygun
olacaktır. GDO, “biyoteknolojik yöntemler kullanılmak suretiyle gen
aktarılarak elde edilmiş, insan dışındaki canlı organizma”dır (BK, 2/i). Bu
genler, bir bitki, hayvan ya da mikroorganizmadan alınarak başka bir canlıya
aktarılmaktadır. Biyogüvenlik, “İnsan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve
biyolojik çeşitliliği korumak için GDO ve ürünleri ile ilgili faaliyetlerin güvenli
bir şekilde yapılması”dır (BK, 2/d). Canlı organizma, “Mikroorganizma, steril
organizma, virüs, virion ve viroidler de dâhil olmak üzere genetik materyali
çoğaltabilen ya da aktarabilen herhangi bir biyolojik varlık”tır (BK, 2/h).
Bulaşan, “gıda veya yeme kasten ilave edilmeyen ancak gıdanın birincil üretim
aşaması dâhil üretimi, imalatı, işlenmesi, hazırlanması, işleme tabi tutulması,
ambalajlanması, paketlenmesi, nakliyesi veya muhafazası ya da çevresel
bulaşma sonucu gıdada bulunan, hayvan tüyü, böcek parçası gibi yabancı
maddeler hariç olmak üzere her tür madde”dir (BK, 2/ğ). GDO’lardan elde
edilen ürünler: “Kısmen veya tamamen GDO’lardan elde edilmekle birlikte
GDO içermeyen veya GDO’lardan oluşmayan ürünler”dir (BK, 2/j). GDO ve
ürünleri: “Kısmen veya tamamen GDO’lardan elde edilen, GDO içeren veya
GDO’lardan oluşan ürünler”dir (BK, 2/k). Gümrük kapılarından GDO’lu
ürünler geçirildiği yolundaki tartışmalar ve hukuki sorunlar çıkmasından
sonra bu tanımlara yapılan yönetmelik değişikliği ile bir de GDO bulaşanı
tanımı eklendi. Yapılan değişiklikle aşağıdaki tanıma giren üründe % 0,9 ve
altında GDO bulunuyorsa durumun bulaşma olarak değerlendirilmesine karar
verildi.
“GDO Bulaşanı: Genetik modifikasyon teknolojisi uygulanan veya
uygulanmayan bir üründe, birincil üretim aşaması dâhil üretim, imalat,
işleme tabi tutma, ambalajlama, paketleme, nakliye veya muhafaza
sırasında ya da çevresel faktörler ile teknik olarak engellenemeyen,
önlenemeyen veya tesadüfî olarak bulaşan GDO’lardır” (GDO ve
Ürünlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik,
2014: md. 4/1/nn).
Hatice Çıvgın
Biyogüvenlik Kanununun amacı, GDO’lardan kaynaklanan risklerden
insan, hayvan ve bitkileri korumak olarak belirlenmektedir: “Genetik yapısı
değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinden kaynaklanabilecek riskleri
engellemek, insan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevrenin ve biyolojik çeşitliliğin
korunması, sürdürülebilirliğin sağlanması amacıyla biyogüvenlik sisteminin
kurulması ve uygulanması, bu faaliyetlerin denetlenmesi, düzenlenmesi ve
izlenmesi ile ilgili usul ve esasları belirlemektir” (Biyogüvenlik Kanunu- BK,
md. 1). Sözleşme ve Protokole uygunluk gösteren amaç maddesi, GDO’ların
risk taşıdığını, insan, hayvan ve bitki sağlığını, çevreyi ve biyolojik çeşitliliği
tehlikeye attığını kabul etmekte, ancak denetim, düzenleme ve izlemeyle bir
sürdürülebilirlik sağlanabileceği inancını taşımaktadır.
Kanuna göre GDO ve ürünlerinin sebep olabileceği riskler bilimsel yöntemlerle
tanımlanacak, nitelikleri belirlenecek, değerlendirilecek ve risk unsurları
dört aşamalı bir süreçte belirlenecektir (BK, 2/ü). Kartagena Biyogüvenlik
Protokolünün 16/4 maddesinde “canlı organizmanın amaçlanan kullanıma
alınması öncesinde yaşam döngüsü ya da üreme zamanı ile uyumlu bir
gözlem süresine tabi” tutulması öngörülmektedir. Üstelik risk değerlendirme
sürecinden bütün taraflar sorumlu tutulmaktadır. Mevzuatımızda ise risk
raporlamasından firmalar sorumlu kılınmaktadır (GDO ve Ürünlerine Dair
Yönetmelik, 2010: m. 4/h, Ek-II, Ek-III). Firmalarca yönlendirilebilecek
raporlarla ürünün piyasaya girişine izin verildikten sonra, karara uyulup
uyulmadığının denetlenmesi söz konusudur. Kanuna göre (BK, 7/1) Tarım
Bakanlığı tarafından belirlenecek laboratuarlarda analizler yapılacaktır.
Cihangir ve Bozçağa’nın gereken iyileştirmelerin yapılmadığı eleştirisini
getirdikleri denetleme ve izlenebilirlik konusunda 2009’dan beri henüz fazla
bir ilerleme kaydedilemediği görülmektedir (Cihangir ve Bozçağa, 2009: 4).
Geçen zamanda sadece kontrol laboratuarlarına ilişkin bir yönetmelik (1 Ekim
2010’da) yayımlanmıştır. Bu yönetmeliğin 7/d bendinde GDO laboratuar
biriminin taşıması gereken genel özellikler sıralanmaktadır. Bu fıkrada
laboratuarlardan istenen özelliklerin birörnek oluşuna karşın, gazetelere
yansıyan sorunlu/izinsiz ithalat durumlarında farklı laboratuarların aynı ürüne
farklı raporlar verdikleri gözlenmektedir. Mersin limanından ülkeye giren
binlerce ton pirinç için İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) laboratuarında
yapılan analize göre ürün GDO’lu çıkmış, üç saygın ithalatçı firmanın
yedi yöneticisi gözaltına alınmıştı. Konuya ilişkin olarak tarım bakanının
raporun yanlış olduğu, GDO’nun ürünün içinde olmadığı, depolandığı
yerlerden bulaştığı açıklaması üzerine İTÜ yönetimi bir daha GDO çalışması
yaptırmamaya karar vererek raporunu geri çekti (Dünya Bülteni, 27.04.2013;
09.05.2013).
119
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
İzlemeyle ilgili hükümler Kanunun 7/3 ve 7/4 fıkralarında, ürünlerin
ülkeye girişinde Bakanlığa bildirilmesi, gerekli kayıtların tutulması, ayırt
edici kimlik verilmesi ve belli bir oranın üzerinde ise etiketlenerek GDO
içerdiğinin belirtilmesi zorunlu kılınması olarak belirlenmiştir. Yönetmelikte
etiket için alt sınır teşkil eden bir eşik değerden (4/k) söz edilmekte olup,
ister eşik değer olsun, isterse olmasın etiket uygulamasının, yani ambalaja
yazılan “GDO’ludur” ibaresinin GDO’nun taşıdığı sağlık risklerini ortadan
kaldırmadığı kaydedilmektedir. Kaldı ki bütün ürünleri ambalajlamanın veya
etiketlemenin de olanağı yoktur (Çoban, 2010: 62; Çoban, 19 Nisan 2010; GDO
Yönetmeliği, m. 18). Ayrıca henüz ürünlerin etiketlenip etiketlenmediğini
takip edecek mekanizmaların oluştuğu yolunda bir emare de görülmemektedir.
Biyogüvenlik Kanunu ile serbest bırakılan etkinlikler, GDO’lar veya GDO
içeren ürünler hakkında araştırma ve ithalat yapılması ile deneysel amaçlı
serbest bırakmadır (BK, m. 3/9, 10, 11). Bu amaçlarla yapılan başvurular şu
hallerde reddedilir:
120
“M. 3/5- GDO ve ürünlerinin; a) İnsan, hayvan ve bitki sağlığı ile
çevre ve biyolojik çeşitliliği tehdit etmesi, b) Üretici ve tüketicinin
tercih hakkını ortadan kaldırması, c) Çevrenin ekolojik dengesinin ve
ekosistemin bozulmasına neden olması, ç) GDO ve ürünlerinin çevreye
yayılma riskinin olması, d) Biyolojik çeşitliliğin devamlılığını tehlikeye
düşürmesi, e) Başvuru sahibinin biyogüvenliğin sağlanmasına yönelik
tedbirleri uygulamak için yeterli teknik donanıma sahip olmaması”.
Biyogüvenlik Kanunu onaysız olarak GDO’lu ürünleri piyasaya sürmeyi ve
amacı dışında kullanımını, ülke içinde üretmeyi ve çocuk mamalarında ve
bebek besinlerinde kullanmayı yasaklamaktadır:
“M.5 GDO ve ürünlerinin a) onay alınmaksızın piyasaya sürülmesi,
b) Kurul kararına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması,
c) Genetiği değiştirilmiş bitki ve hayvan üretimi, ç) Kurul tarafından
belirlenen amaç ve alan dışında kullanımı, d) Bebek mamaları, bebek
formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük
çocuk ek besinlerinde kullanılması”.
GDO Yönetmeliğinde de kanundaki yasaklar tekrar edildikten sonra, Şubat
2012’de eklenen yeni bir fıkrayla (6/e), antibiyotiğe direnç genleri içeren
GDO ve ürünlerinin, ithali ve piyasaya sürülmesi, Risk Değerlendirme
Komitesi Raporu ve Biyogüvenlik Kurulu kararıyla onaylanması şartına
bağlanmıştır (GDO ve Ürünlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik, 2012).
Hatice Çıvgın
Biyogüvenlik Kanunu’nu Türkiye’deki sivil toplum, şirketler ve devlet
ilişkileri bağlamında değerlendiren Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu
Başkanı Abdullah Aysu ise, katılımcı demokrasinin önemli bir kavramı olan
yönetişim kavramı üzerinde duruyor. Aysu, sivil toplum, şirketler ve devlet
ilişkilerinin oluşturduğu yönetişimin, sivil toplumun devlete karşı çıkma,
muhalefet etme kapasitesini elinden aldığını, Biyogüvenlik Kanunu’nun
ülkemize ait olan biyoçeşitlilik haklarını şirketlere devrettiğini savunuyor
(Aysu, 2011: 72-79).
Bilimsel Kurul Raporları ve Biyogüvenlik Kurulu Kararları
GDO üzerine tartışmalar, tarımsal üründe verim artışına yol açıp açmadığı,
ekonomik avantajlarının olup olmadığı, açlığa çözüm getirip getirmediği,
tohum satan şirketlerin çiftçiler üzerinde oluşturduğu bağımlılık,
alanda yapılan bilimsel çalışmaların GDO üreticisi firmalar tarafından
yönlendirildiği, değiştirilmiş genlerin diğer türlere de sıçraması ve vahşi
türler üzerindeki sonuçları gibi çevresel riskler, zararlılarda oluşan bağışıklık,
böcek popülâsyonundaki nüfus dengesinin bozulması, GDO’larla kimyasallar
arasındaki ilişki, toplum sağlığını etkileyen zehirlenme, alerjiler, GDO
içermeyen doğal tarım, arıcılık ve canlıların mülk edinilmesinin etik açıdan
yol açtığı sorunlar gibi konular etrafında yoğunlaşmaktadır. Türkiye’de
kamuoyunun duyarlı olduğu konuların başında GDO’nun insan sağlığı
üzerindeki kısa ve uzun vadeli etkileri gelmektedir. Bu konuda yapılmış,
duyarlılık ve geliştirilen tepkilerin analizini amaçlayan sistemli araştırmalar
henüz çok azdır.
ABD ve Fransa’daki anti GDO yaklaşımları ve hareketleri karşılaştıran bir
çalışma Joly ve Marris tarafından yapılmıştır. Analizin ilk gösterdiği şey
okyanusun iki yakasında da GDO karşıtları ve taraftarlarının aynı argümanları
kullanarak tartışmakta olmalarıdır. GDO’lu ürünlerin etiketlenmesi, teknik ve
(endüstriyel tarım ve kapitalizm gibi) ekonomik sistem seçimleri arasındaki
güçlü bağ, risklerin karşılanabileceği bir temel oluşturmanın güçlüğü
gibi konular tartışmaların eksenini oluşturmaktadır. Ancak, Fransa’daki
tartışmaların kristalize olduğu nokta, insanların bilgi edinmesi ve kuralların
oluşturulması süreçlerinin kamusal bir sorun olarak algılanmasına karşın,
ABD’de böyle bir süreç yaşanmaması araştırmacıların açıklık getirmeye
çalıştıkları bir konu olmuştur. Yazarlara göre bu fark üç sebepten ileri
gelebilirdi: 1) Kural oluşturmaya ilişkin seçimler; Fransa’da süreçler, ABD’de
ürünler üzerinden yapılmıştı, 2) Fransa’da genetiği değiştirilmiş organizmalar
kötü olarak algılanırken, ABD’de entansif ve ihracata dönük bir tarım
olumlu (dünyayı doyurmakla yükümlü, misyon sahibi ülke) olarak kabul
121
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
edilmekteydi, 3) Avrupa’da risk analizi yaparak etkisini giderek artıran bir grup
varken, ABD’deki düzenlemelerin meşruiyeti hala “sıkıbilim” (soundscience)
üzerinden kurulmaya devam etmektedir (Joly& Marris, 2003: 31). İlk anlamına
göre akran denetiminden geçmiş, güvenilir, sağlam, yöntemine göre yapılmış
bilimsel araştırma demek iken, sıkı bilimin buradaki kullanımında olumlu bir
bilimsellikten ziyade, bir özel ya da devlet kuruluşunun iddiası ya da konumunu
meşrulaştırmak üzere kullandığı bilimsel araştırma kastedilmektedir.
122
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu tarafından hazırlanan 10 Soruda Genetiği
Değiştirilmiş Organizmalar başlıklı bir kitapta da, genetiği değiştirilmiş
bitkilerin dünyada yol açtığı zararlar, kirlenme ve yoksullaşmaya dikkat
çekilmekte, ülkemizde muhtemel bir GDO üretiminin tarım sektöründe yol
açacağı tahribat dünyadan örneklerle anlatılmaktadır (ÇİFTÇİ-SEN). Kitaptaki
en dikkat çeken mesaj, “şirketlerin tarım ve gıdada egemenlik kurmaları için
tohumu ele geçirmeleri şarttır” cümlesidir (ÇİFTÇİ-SEN: 1). GDO endüstrisi
hakikaten ileri düzeyde tekelleşme eğilimi göstermektedir. ABD firmaları
genetiği değiştirilmiş ekim alanlarının yarısına, Kanada, Arjantin, Brezilya
ve Paraguay firmalarıyla birlikte % 88’ine sahiptir (Atalık, 2010: 5). Büyük
ölçüde Amerika kıtasında çıkan GDO’lu ürünlere Avrupa ihtiyatla yaklaşmayı
tercih etmiştir. Avrupa Birliği başlangıçta GDO’lar konusunda yasaklama
çabalarına girmiş, ancak, ABD ve firmalar tarafından, DTÖ aracılığıyla
baskı altına alınarak 2001’de serbest bırakmak zorunda bırakılmıştır. Yine
de Avrupa Birliği, Almanya gibi, Fransa gibi ülkelerin bazı GDO’ları insan,
hayvan sağlığı ve çevre için sakıncası olmadığı kanıtlanana kadar geçici
surette yasaklama yönündeki kararlarını desteklemektedir (Atalık, 2010,
14; AB Adalet Mahkemesi, 2011). Avrupa Adalet Mahkemesi’nin kararına
temel teşkil eden ihtiyatlılık ilkesinin Türkiye’de de uygulanması gerektiği
savunulmaktadır. Bu yaklaşıma göre biyolojik çeşitlilik açısından çok zengin
olduğundan hareketle, 4 bini endemik 12 bin bitki çeşidi bulunan Türkiye’nin
organik tarımı seçme olanaklarının geniş olduğu belirtilmektedir (Atalık,
2010, 18).
Türkiye’de konuya duyarlı sınırlı bir çevrede bilimsel, siyasi, iktisadi ve
tarımsal bakımlardan tartışmalar yürütülmekle birlikte, GDO’lu ürün ithalatı
tartışmaların ötesinde yasal düzenlemelerden önce başlamıştır. İthalat kararları,
ancak yasa ve yönetmelikler çıkarıldıkta sonra, Tarım bakanlığına bağlı olarak
oluşturulan Biyogüvenlik Kurulu tarafından, uzmanlık kurullarınca hazırlanan
bilimsel ve sosyo ekonomik raporlara dayanarak alınmaktadır.
Hatice Çıvgın
Biyogüvenlik Kurulu, 26 Ocak 2011’de yayımlanan ilk kararlarında hayvan
yemi olarak kullanılmak amacıyla, herbisit (bitki öldürücü) tolerans geni
taşıyan üç çeşit soyanın ithaline izin verdi (Biyogüvenlik Kurulu Kararları,
26.01.2011). Kurul ilk üç izni verirken, Kanun ve GDO Yönetmeliği
tarafından öngörüldüğü halde, bilimsel ve sosyo-ekonomik risk değerlendirme
raporlarına ek olarak başvurulması gereken kamuoyu görüşlerine başvurmadı.
Ardından 24 Aralık 2011’de farklı genler içeren 13 çeşit mısırın yine hayvan
yemi olarak ithal edilmesi için izin verilmiştir (Biyogüvenlik Kurulu Kararları,
24.12.2011). 2011’e kadar yapılan 12 toplantıda Biyogüvenlik Kurulu önüne
gelen bütün izin taleplerini onaylamıştır.
Soya için verilen ithalat kararında sadece yem amaçlı kullanım öngörülürken,
13. toplantıda soya küspesi elde edildikten sonra kalan yağın, ihraç edilme
istemi de onaylanmıştır. Çoban, ülkemizde üretimi zararlı bulunan bir ürünün
ithal edilerek tüketilmesini ahlaka ve uluslararası tüzeye uygun görmezken,
bu kez işlenmesinden çıkan yan ürünün ihracına izin verilmektedir (Çoban,
29 Nisan 2010). Biyoetanol Üreticileri Derneği de aynı bağlamda, biyoetanol
üretiminde kullanılmak amacıyla 22 çeşit genetiği değiştirilmiş mısırın
ithal izni için Kurul’a başvurmuştur. Kurul ise başvurunun her çeşit için
ayrı yapılması gerektiğine karar vermiştir (Biyogüvenlik Kurulu Toplantı
Kararları 10, 17.11.2011). Genetiği değiştirilmiş ürünlerin kullanım alanları
genişletilmeye çalışılırken, örneğin mısırın yağı çıkarıldıktan sonra kalan
kısmı küspe olarak kullanılıp kullanılmayacağı, bunun için yapılacak izin
başvurusuna Kurul, bir kısım mısırın küspe yapmaya uygun, aynı başvuruda
yer alan diğer kısmının olmadığı cevabını verdiği takdirde, işlenen ürünlerin
izin verilen ve verilmeyenler olarak ayırt edilmesi için nasıl bir yöntem ve
denetim mekanizmasının işletileceği cevaplanması zor sorunlar olarak ortada
durmaktadır.
Atalık, Biyogüvenlik Kuruluna sunulan bilimsel raporların, GDO’lu ürünlerin
insan, hayvan ve çevre sağlığı açısından riskler taşıdığını ortaya koyduğunu,
dolayısıyla sakıncalarının giderilemeyeceğini savunmaktadır. Çünkü raporlar,
genetiği değiştirilmiş gıdanın DNA’larının memelilerin sindirim sistemince
sindirilemediği, hücrelere taşınabildiği; yemlerdeki DNA’ların market
sütlerine ulaşabildikleri; herbisite direnç geni aktarılan bitkilere uygulanan
tarım ilacının kalıntı bıraktığı, bu yemle beslenen hayvanların etine geçtiği;
glifosinat herbisitinin insan hücrelerinde zehirleyici etki yaptığını ortaya
koymaktadır (MON810 Sosyo-Ekonomik Değerlendirme Komitesi Raporu).
123
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
Bazı raporlarda ilginç olan husus, bütün sakıncaları ortaya konulduktan sonra
bu ürünlerin ülkeye girişi konusunda olumsuz görüş bildirilmemesidir. Atalık
Komitenin, raporlarda anılan sakıncalara rağmen, GDO’lu ürüne neden onay
verdiğine ilişkin bilimsel gerekçesini ortaya koymadığını savunmaktadır.
Bilimsel raporlarda 2010 yılı verilerinin, sosyo ekonomik risk değerlendirme
raporlarında ise sürekli 2009 yılı verilerinin kullanıldığına dikkat çeken
Atalık, bu durumu raporların kopyala yapıştır tarzında hazırlanmış olmasına
bağlamaktadır. Raporlarda ayrıca, genetiği değiştirilmiş ürünlerin sabotaj
veya kazayla çevreye yayılması halinde ulusal afet planı çerçevesinde önlem
alınmasının önerilmesi, ürünün sahibinin sorumluluğunun hafifletilmesi gibi
görülmektedir. Atalık hayvancılık sektörünün ihtiyacı olan mısırı, tüketimin
% 29’una denk gelen GDO’lu ürün yerine % 71’lik dilimdeki temiz üründen
karşılanmasını önermektedir (Atalık, 2011).
Başlangıçta kendisine yapılan bütün başvurulara olumlu yanıt veren
Biyogüvenlik Kurulu, 13. toplantısında ilk kez bazı GDO’lu ürünler için ithal
izni vermemiştir:
124
“Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Derneği İktisadi İşletmesi, Beyaz
Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi
(BESD-BİR) ve Yumurta Üreticileri Merkez Birliği’nin (YUM-BİR)
başvuruları ile ilgili kararlar aşağıda yer almaktadır; a) Üç mısır
çeşidi ve ürünlerinin (MON88017, MON810, 59122xNK603) hayvan
yemlerinde kullanılması ile ilgili oyçokluğuyla alınan OLUMLU
KARARLARIN Resmi Gazete’de yayımlanmak üzere Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı’na gönderilmesine karar verildi. b) Altı mısır
çeşidi ve ürünlerinin (T25, MIR604, MON863, MON863×MON810,
MON863×MON810×NK603, MON863×NK603) hayvan yemlerinde
kullanılması ile ilgili oybirliğiyle OLUMSUZ KARAR verildi”
(Biyogüvenlik Kurulu Toplantı Kararları, 13).
Kurulun bu toplantıda onayladığı üç çeşit arasında MON810 kodlu geni
taşıyan genetiği değiştirilmiş mısır da bulunmaktadır. Sıçanlarda yapılan
90 günlük bir çalışmada MON810’un da içinde bulunduğu bir grup mısır
çeşidinde sağlık risklerine sebep olacak kadar pestisidin (böcek öldürücü)
bulunduğu saptanmıştır (De Vendômois ve ark., 2009’dan aktaran MON810
Sosyo-Ekonomik Değerlendirme Komitesi Raporu, 17 Kasım 2011: 2).
MON810 kodlu geni taşıyan genetiği değiştirilmiş mısır 2008’de Fransa1
tarafından yasaklandı. Monsanto firması Fransa’yı bu kararından dolayı
Avrupa Birliği’ne şikâyet etti ve mahkeme ülkenin hayvan gıda mevzuatına
dayanarak geçici de olsa yasaklama getirebileceğine hükmetti (AB Adalet
Hatice Çıvgın
Mahkemesi, 2011). Fransa’nın bu kararı verdiği tarihten önce GDO’lu mısır
çeşitlerinin ekildiği yöredeki komşu çiftçiler mahkemeye başvurup, genin
kendi yerli mısır çeşitlerine de atlama yapma ihtimalinden dolayı imha
edilmesini istemekteydiler. Bazı mahkemeler çiftçilerin isteklerini uygun
bulup, ekinin yok edilmesini kararlaştırabilmekteydi. Ancak istemin uygun
bulunmadığı hallerde, kendilerine “Gönüllü Biçiciler” adını veren militan
çiftçiler yasadışı olarak bu tarlalara girip mahsulü biçmeye başlıyor, böylelikle
konuyu tekrar kamuoyunun gündemine taşımış oluyorlardı.
MON810 Mısır çeşidiyle ilgili bilimsel ve sosyo ekonomik raporlar dikkate
değer gözlemler ortaya koymaktadır:
“1. MON810 mısır çeşidinin çevre, hayvan ve insan sağlığı üzerinde
olumsuz etkileri dikkate alınarak, merkezi sistem yolu ile ithalatçı firma
tarafından ürünü işleyenler ve kullanıcılar bilgilendirilmelidir.
2. Ürünün dağıtımını yapan ve kullanan kişiler tarafından kaydedilen
bilgilerin paylaşılması için ulusal düzeyde bir eşgüdüm ve bilgi sistem
ağı (Europa Bio benzeri) kurulmalıdır.
3. Elde gözetim sistemi ağı varsa, bu amaçla kullanılabilir. Genetiği
değiştirilmiş ürünlerin kaza ile ve/veya sabotajla büyük ölçekte çevreye
yayılması durumlarında alınacak hızlı ve kapsamlı önlemlerin Ulusal
Afet Planlarıyla ilişkilendirilerek değerlendirilmesi ve planlanması
uygun olacaktır” (MON810 Bilimsel Risk Değerlendirme Raporu: 12).
Bilimsel raporda bu çeşidin sağlığa aykırı olduğu kabul edildiği halde Kurul,
“MON810 mısır çeşidin tanelerinin ülkemizde yem olarak kullanılmasının
uygun olabileceğine oy çokluğu ile karar” vermektedir.
Yasa ve yönetmeliklerin öngördüğü ürünle ilgili bilgilerin takibine ilişkin
kurum ve kurallar henüz oluşturulmadığı halde ithalata izin verildiğinin belgesi,
bir eşgüdüm ve bilgi sistem ağının kurulması gerekliliğinin vurgulanmasıyla
ortaya çıkmaktadır. Ulusal afet planı demek GDO’lu ürünlerin yol açacağı
zararların, deprem gibi kaçınılmaz ve mukadder olduklarını kabul etmek ya da
riskin gerçekleşmesinin kamunun sırtına yüklenmesi anlamlarına gelmektedir.
MON810 mısır çeşidi için hazırlanan Sosyo Ekonomik Değerlendirme
Komitesi Raporunda da bu çeşidin bir dizi potansiyel zararı sıralanmaktadır:
125
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
“Gıda kalitesinde değişiklikler, antibiyotiğe dirençlilik ve potansiyel
toksisite, hedef olmayan organizmalara gen kaçışı, muhtemel yeni
virüs ve toksin oluşumu, genetik zenginliğinin tehdidi, organik üretim
yapanlar ve geleneksel üretim yapanlar arasında oluşan haksız rekabet,
sağlıksız hayvanlar ve hayvansal ürünler, bazı ülkelerde tüketiciyi
bilinçlendirmenin zorunlu olmayışı, yeni gelişmelerin sadece zengin
ülkelerin lehine olacak şekilde tasarlanmaları, dünya gıda üretiminin
sadece bir kaç büyük şirket tarafından kontrol edilmesi, biyokorsanlıkdoğal kaynakların yabancılar tarafından tüketilmesi” (MON810 Sosyo
Ekonomik Değerlendirme Komitesi Raporu, 2).
126
Raporda yabani otlarla mücadele konusu da ele alınmakta, genetik mücadelenin
yol açtığı zararlar da vurgulanmaktadır. Buna göre, glifosinat amonyum
herbisiti özellikle soya ve mısırda yabancı otlarla mücadelede önemli yer
tutmaktadır. Bu herbisit, soya ve mısır gibi ürünlere pat geninin aktarılması
sonucu sadece yabancı otların üremesini engelleyerek çiftçiye başta işgücü
ve ekonomik anlamında büyük faydalar sağlamaktadır. Ancak; bu durum,
herbisitlerin çiftçiler tarafından yoğun olarak kullanımına sebep olduğundan
çevre kirlenmesine yol açmaktadır. Glifosinat türevi herbisitler tüm dünyada
yaygın olarak kullanılmakta olup nehirler için en önemli kirliliğe sebebiyet
veren maddelerdir (Cox, 1998) (MON810 Sosyo Ekonomik Değerlendirme
Komitesi Raporu, 2-3). Bazı yemlerde 400 ppm glifosinat kalıntısına izin
verilmektedir (Gasnier vd. 2009). İnsan hücre hatlarında yapılan bir çalışmada
glifosinat herbisitinin hücrelerde zehirleyici etki gösterdiği bildirilmiştir
(Gasnier vd. 2009). Aynı çalışmada, 5 ppm glifosinat konsantrasyonunun
hücrelerde DNA’ya zarar verdiği bildirilmiştir. Kanada’da 2011 yılında
yapılan bir çalışmada hamile olmayan kadınların kan serumlarında glifosinata
rastlanıldığı bildirilmiştir. Yapılan bu çalışma, herbisit kullanımının ne derece
önemli ve yaygın olduğunu ve halk sağlığı açısından risk olabileceğini
göstermektedir (MON810 Sosyo Ekonomik Değerlendirme Komitesi Raporu,
3).
Benzer bir çalışma Fransa’nın Lyon kentinde bulunan Uluslararası Kanser
Araştırmaları Ajansı’nın son yayımladığı rapor ise glifosat kullanımının
boyutlarını ortaya koyar niteliktedir. Monsanto Şirketi tarafından Roundup
Pro ticari adıyla piyasaya sürülen ürünün “havaya fazla dağılmadığıdüşük uçuculuğa sahip olduğu- ve toprağa sıkıca tutunduğu gibi özellikleri
sayesinde çevreye çok faydalı olduğu” iddialarıyla reklamı yapılmaktadır
(Monsanto, 13.12.2015). Ajansın raporuna göre ise glifosat dünyada en çok
üretilen, tarımda, ormancılıkta, kentsel alanlar ve evlerde en yaygın olarak
kullanılan bitki öldürücü olup, suda, yiyeceklerde ve sıkılması esnasında
Hatice Çıvgın
havada bulunduğu gözlemlenmiştir. Ajans’ın raporunu hazırlayan 11
ülkeden 17 uzman glifosat da dahil beş bitki ve böcek öldürücüye ilişkin
risk sınıflandırması yapmaktadır. Buna göre glifosat herbisiti ile malathion
ve diazinon böcek öldürücüler insan sağlığı açısından taşıdığı düşünülen risk
grubunu, “kansere yol açması muhtemel” (Grup 2A) düzeye yükseltmiştir.
Tetrachlorvinphos and parathion insektisitleri ise “kansere yol açması olası”
(Grup 2B) düzeyde sınıflandırıldı“ (IARC, 20.03.2015).
GDO’lu ürünler konusunda hazırlanan raporlar, yıllar itibariyle mısır üretimi,
tüketimi, gıda sektörü açısından önemi gibi konulardaki istatistikî bilgilerle
şişirilmekte, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Kartagena Protokolü, Avrupa
Birliği mevzuatı açısından incelemeler yapılmakta, ulusal mevzuatta konunun
yeri, ideal hukukta nasıl ele alınması gerektiği ve en önemlisi “ihtiyat ilkesi”
gibi temel prensipler dahi ortaya konulmaktadır. Yani bu konuda gerekli olan
ilke ve bilgiler herhangi bir raporun satır aralarında yer almaktadır:
“Günümüzde belirsizliğin en çok olduğu alanlardan biri de genetik
olarak değişikliğe uğramış organizmalardır. Özellikle zaman
bakımından sınanması gereken ihtiyat ilkesi, bu sorumluluğunu
henüz yeni bir teknoloji olan GDO içeren ürünler bakımından
gerçekleştirememiştir. Yaklaşık 30 yıllık bir teknolojinin sonucu olan
GDO içeren ürünlerin insan ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin
henüz somut olarak ortaya konulmamış ve gözlemlenememiş olması
bu tür ürünlere ihtiyatla yaklaşmayı ve bu konuda alınacak tedbirleri
üst sınırda tutmayı gerekli kılmaktadır (MON810 Sosyo Ekonomik
Değerlendirme Komitesi Raporu, 20-21).
Rapor, GDO’ların hukuksal açıdan bir dayatma teşkil ettiğini, bilimsel açıdan
sürekli şüpheyle izlenmesi gereken ürünler olduğunu da vurgulamaktadır:
“Genetiği değiştirilmiş ürünler hukuk düzenlerinin karşı karşıya
kaldıkları ve belirli bir ölçüde bir dayatmaya maruz kaldığı alan
olarak karşımıza çıkmaktadır. Hukuk düzenleri bir yandan bilim ve
teknolojideki gelişmeyi özendirmek ve bilim özgürlüğünü teminat altına
almak isterken; diğer yandan başta insanlar olmak üzere diğer canlı
varlıkların, sağlık, vücut bütünlüğü ve yaratılış onurunu korumayı
da kendilerine bir ödev görmüşlerdir. Hukuk düzeninin bu amaçları
gözetildiğinde özellikle insan sağlığı bakımından doğada kendiliğinden
var olamayan GDO’lara, sürekli olarak kuşku ile yaklaşılmalı, bilimsel
çalışmalarla hukuki düzenlemelerin at başı gitmesinin sağlanması
gerekmektedir. Bir diğer ifade ile bilimsel çalışmalardan bağımsız bir
hukuki değerlendirme mümkün değildir” (MON810 Sosyo Ekonomik
Değerlendirme Komitesi Raporu, 16).
127
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
Bizzat bilimsel ve sosyo ekonomik raporlarda MON 810 mısır çeşidinin
yol açtığı, açacağı, bilimsel, insan, hayvan ve bitki sağlığı açısından ve
hukuksal sakıncalar sayılıp dökülmüşken, tüketimine karşı yöndeki bir
dizi kamuoyu görüşü ortaya konulmuşken bu geni içeren mısır çeşidinin
ithaline izin verilmiştir. Her şeyin yasa ve yönetmeliklere uygun olduğu
da, tersi de ileri sürülebilir. Bilimsel, ekonomik raporların hazırlanması ve
kamuoyu görüşlerinin alınması açısından şekli olarak prosedüre uyulmuştur.
Ancak, raporlarda belirtilen ihtiyat ilkesini uygulamadan, kamuoyu görüşü
dikkate alınmadan yani raporlardaki tavsiyeler göz önünde bulundurulmadan
ithalat kararı verilmesi bakımından yasanın gerçekleştirmek istediği amaca
uyulmamıştır diyebiliriz.
Kurulun 13. toplantısında ithal izni verilmeyen MIR604 mısır çeşidiyle
ilgili olarak uzman raporunda gen aktarımıyla ilgili literatürde olumsuz bir
şeye rastlanmadığı halde sakınım ilkesi gereği, öngörülemeyecek risklerden
kaçınılması yolunda görüş bildirilmiştir:
128
“MIR604 mısır çeşidinin elde edilmesinde kullanılan gen aktarım
yöntemi ve aktarılan genin moleküler karakterizasyonu ile ilgili literatür
incelendiğinde bilinen herhangi bir olumsuz sonuca rastlanmamıştır.
Olumsuz sonuca rastlanmamış oluşu, herhangi bir olumsuzluğa
sahip olmaması değil, olumsuzluğu ortaya koyacak bir araştırmanın
yapılmamış oluşu ya da henüz ortaya konulmamış oluşuyla da
bağlantılı olabilir… Bu çeşitle ilgili, yem olarak kullanılması halinde
ortaya çıkabilecek riskler konusunda yeterli veri bulunamadığı için,
komitemiz oyçokluğuyla MIR604 mısır çeşidinin ülkemizde yem amaçlı
kullanımının uygun olmayacağı görüş ve kanaatine varmıştır” (MIR604
Bilimsel Risk Değerlendirme Raporu, 12).
Burada tartışılması gereken konu MIR604 hakkındaki kararın doğruluğu
yanlışlığı değil, bu ilkenin ithalat için olumlu karar verilen çeşitler için neden
uygulanmadığıdır.
Biyogüvenlik kurulu bazı başvurularda bilimsel ve sosyo ekonomik
komite raporlarındaki tavsiyelere uygun kararlar vermiştir.
Örneğin,
MON863xMON810 melez mısır çeşidinin ithaline gen kaçışı riski, MON863
mısırın taşıdığı neomisin direnç geninin ileride yaratabileceği sorunlar ile
MON810’un genetik yapı kararsızlığı ve zehirleyici etkilerini gerekçe olarak
göstererek izin vermemiştir. Burada ilginç olan daha önce izin verilmiş olan
MON810 çeşidiyle ilgili olumsuz özelliklerin de gerekçe olarak gösterilmiş
olmasıdır. Monsanto şirketi tarafından üretilen MON863xMON810 mısır
Hatice Çıvgın
çeşidi, mısır üretimi sırasında zarara neden olan Coleoptera ve Lepidoptera
takımlarından zararlı böceklere karşı dayanıklı mısır çeşidini üretmek
üzere geliştirilmiştir. Bu çeşitle ilgili olarak çevresel risk değerlendirmesi;
genetik değişiklikten kaynaklanabilecek yayılma potansiyeli, gen transfer
potansiyeli, bitkiden bitkiye gen transferi, bitkiden bakteriye gen transferi,
hedef organizmalar ile etkileşim potansiyeli, hedef olmayan organizmalar
ile etkileşim potansiyeli açısından yapılmıştır. MON863xMON810 mısır
çeşidinin ithal istemine ilişkin Bilimsel Rapordaki görüş şöyledir:
“Genetiği değiştirilmiş bir bitkinin yem güvenliği açısından bilimsel
risk analiz ve değerlendirmesinde, çeşidin geliştirilmesinde kullanılan
gen aktarım yöntemi, aktarılan genin moleküler karakterizasyonu ve
ürettiği protein, besin değeri, olası alerjik, toksik ve çevreye gen kaçışı
ile oluşabilecek riskler dikkate alınmaktadır. Bitkilere gen aktarımında
yabancı genin bitki genomuna girişi rastgele olmaktadır ve aktif halde
bulunan genlerin değişmesi, sessizleşmesi veya sessiz halde bulunan
genlerin aktif hale gelmesi gibi değişimler meydana gelebilmektedir.
Bu konuda yapılan çalışmada, genetiği değiştirilmiş Arabidopsis
bitkilerinde 102 adet yeni protein belirlenmiştir. Beklenmeyen etkiler
olarak tanımlanan bu değişimler, yeni metabolitlerin oluşmasına veya
mevcut metabolitlerin değişmesine neden olabilmektedir. MON863
mısır çeşidinin, içerdiği nptII geninin [aph(3’)-IIa] fonksiyonu olan
kanamisin ve neomisin direnci, üzerinde önemle durulması gereken bir
konudur. Kanamisin ve neomisin, insan ve hayvan sağlığı bakımından
önemli problemlerin çözümünde kullanılan antibiyotiklerdir. Söz konusu
antibiyotikler, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Dünya Hayvan Sağlığı
Organizasyonu (OIE) tarafından insan ve hayvan sağlığı açısından
yayınlanan listede kritik antibiyotikler olarak yer almaktadır”
(MON863xMON810 Bilimsel Risk Değerlendirme Raporu, 10).
Raporun devamında gen kaçışı, antibiyotik direnci ve zehirlilik tehlikesinin
de altı çizilmektedir:
“Ülkemizde 5977 sayılı kanun kapsamında genetiği değiştirilmiş
çeşitlerin yetiştirilmesi yasak olmakla birlikte, ithalatı istenen
MON863xMON810 mısır çeşidi tanelerinin amaç dışı çevreye
dağılması veya olası kaçak ekimler nedeniyle gen kaçışı riski göz
önünde bulundurulmalıdır. Sonuç olarak; MON863xMON810 mısır
çeşidinin ebeveynlerinden MON863 mısırın taşıdığı neomisin direnç
geninin (nptII) ileride yaratabileceği sorunlar ile MON810’un genetik
yapı kararsızlığı ve toksikolojik (hepatorenal toksisite ve bağışıklık
sistemini baskılayıcı özellikleri) etkileri konusundaki araştırma
129
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
sonuçlarını dikkate alan komitemiz, bu konulardaki belirsizlikleri
ortadan kaldıracak ilave araştırmalara ihtiyaç olduğu düşüncesiyle,
var olan bilgiler ışığında adı geçen ürünün yem olarak kullanımının
risk taşıyabileceği kanaatine varmıştır” (MON863xMON810 Bilimsel
Risk Değerlendirme Raporu, 11).
Kurulun bu ilk ret kararları bir dizi soruyu da beraberinde getirmektedir:
MON810 başka bir genle melezlenmeden önce genetik yapı kararsızlığı
göstermemekte midir ki ithaline izin verilmiştir? Antibiyotik direnci
geliştirebilecek diğer çeşitler neden ithal edilmektedir, diğer çeşitlerden gen
kaçışı nasıl önlenecektir?
130
Biyogüvenlik Kurulu’nun bilimsel ve sosyo ekonomik raporlarda yer alan
görüşlere bazen uyup bazen de aksi yönde karar aldığına ilişkin son örnek
1507x59122 mısır çeşidine ilişkin olandır. Kurul’un 26 Ocak 2011’de Resmi
Gazete’de yayımlanan 15 Numaralı kararına konu olan 1507x59122 mısır
çeşidi ile ilgili olarak Sosyo-Ekonomik Değerlendirme Komitesi Tarafından
Hazırlanan Raporda Türkiye’nin gıda olarak mısır ihtiyacını karşılama
oranının giderek arttığından hareketle istenirse ithalata başvurmadan üretimin
artırılabileceği vurgulanmaktadır. Dünyada giderek artan obezite, kanser,
şeker ve kalp hastalıklarına bakıldığında, pancar şekerine göre daha ucuz
da olsa halk sağlığı açısından nişasta bazlı şekerlerin tercih edilmemesi
gerektiğini savunan Komite, GDO’lu 1507x59122 mısır çeşidinin ithalini
uygun bulmadığını Biyogüvenlik Kuruluna bildirmiştir (1507x59122 Mısır
çeşidi için Biyogüvenlik Kurulu’na Sunulmak Üzere Sosyo-Ekonomik
Değerlendirme Komitesi Tarafından Hazırlanan Rapor).
1507x59122 Mısır çeşidi ile ilgili olarak bilimsel Komite Raporu ise çok
daha geniş kapsamda ele alınmış, bu çeşidin risk analizi gen aktarım yöntemi,
alerjik ve zehirleyici etkileri, çevre ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki olası
riskleri bakımından yapılmıştır. Genetik açıdan aktarılan genlerin kararlılık
gösterip etkinliğini sürdürebilmesinin tartışmalı bir konu olduğu kaydedilen
raporda, 1507x59122 mısır çeşidinin insan tüketimine sunulmadan önce
moleküler gen aktarımının olası etkileri üzerinde daha fazla çalışılması
gerektiği değerlendirilmesi yapılmıştır (1507 X 59122 Bilimsel Risk
Değerlendirme Raporu, 2-3). Bilimsel Komite GDO’larla ilgi yapılmış bir
dizi çalışmayı karşılaştırmalı olarak inceledikten sonra genetiğiyle oynanmış
ürünlerin potansiyel alerjen olacağı kanaatine varmıştır. Komite böceklere
karşı etkili olması için aktarılan genin “yararlı türleri, toprak organizmaları,
hedef dışı otçul böcekleri, tehlikesiz ve nötr türleri ve yerel çeşitliliğe katkıda
Hatice Çıvgın
bulunan diğer türleri” de etkileyebileceğini vurgulamıştır. Bitkiden bakterilere
gen geçişi konusunu da irdeleyen Komite, genetiği değiştirilmiş bitkilerde
antibiyotiğe direnç sağlayan bazı genlerin kullanımının birçok Avrupa Birliği
ülkesinde yasaklanmış oluşuna dikkat çekmiştir. 1507x59122 mısır çeşidinin
zehirleyici etkilerini ölçmeyi amaçlayan farklı çalışmaların birbiriyle çelişen
sonuçlara vardığı, bu yüzden daha fazla araştırma yapılması gerektiği,
kanser ve mutasyon etkileri hakkında da yeterli araştırma bulunmadığı
tespitleri yapılan raporda Bilimsel Komite 1507x59122 mısır çeşidinin gıda
olarak kullanılmaması tavsiyesinde bulunmaktadır. Biyogüvenlik Kurulu
ise raporlarda belirtilen görüşlere rağbet etmemiş, etiketlenmesi kaydıyla
1507x59122 mısır çeşidinin ithalini onaylamıştır (Resmi Gazete, 24.12.2011).
Buraya kadar sayılan çelişkili kararlarına ilaveten, Biyogüvenlik Kurulu
2015 yılının Temmuz (24-27 numaralı) ve Aralık aylarında Resmi Gazete’de
yayımlanan (28-35 numaralı) son kararlarında genetiği değiştirilmiş dört soya,
sekiz mısır çeşidine izin vermiştir. Kararlarda çelişki olarak görülebilecek
ilk husus, bu çeşitlerden dördünün (Genetiği değiştirilmiş MON863, T25,
MON863xMON810, MON863xNK603 mısır çeşitleri) Kurul’un 13.
toplantısında ithaline izin vermediği çeşitler olmasıdır (Resmi Gazete,
16.07.2015, 05.11.2015).
Kuruldan ve Kanundan Kaçan GDO’lu Besin Maddeleri
GDO’ların Türkiye’ye girişi yukarıda anılan yasal düzenlemelerden epey
öncesine, 1998 yılına dayanmaktadır. Konuyu gündeme getiren Ziraat
Mühendisleri Odası başlangıçta hükümet kanadından yalanlanmıştı. Türkiye o
dönemde soya ve mısır ithalatını Kanada, Arjantin ve Meksika’dan yapıyordu.
Konuyu aydınlığa kavuşturan Greenpeace oldu. Arjantin’den Türkiye’ye soya
getiren bir gemi, Brezilya açıklarında Greenpeace tarafından durdurularak,
GDO’lu ürün tespit ettirildi (Atalık, 2011: 29). Bu olaydan sonra 2004 ve
2005 yılları Ziraat Mühendisleri Odasının başını çektiği “GDO’ya Hayır
Platformu”nun kampanyası ile geçti. Atalık, yürütülen zorlu mücadele ile
iptal ettirilen GDO Yönetmeliği 2009 yılında çıkar çıkmaz, 32 çeşit (gıda ve
yem amaçlı kanola, soya, mısır, şeker pancarı ve patatese, yem katkı maddesi
olarak da bir bakteri biyokütlesine ve bir mantar biyokütlesine) GDO’nun
ithalatına izin verildiğini kaydetmektedir (Atalık, 2011: 31).
Gerek GDO’lu ürünlere yönelik muhalif grupların mahkemelerden sonuç
almaları, gerekse Biyogüvenlik Kurulunun bazen izin vermemesi, bazen de
ithalatçı firmaların kurallara uymalarında ısrarcı olmaları, Kurul’a yapılan
başvuruların azalmasına yol açtı. Ancak bunun anlamı yeni GDO’lu ürünlerin
131
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
Türkiye’ye getirilmesinden vazgeçilmesinden ziyade, ürünlerin girişinde
illegal yollara daha fazla başvurulması oldu.
Yasal düzenlemelere gidilmesinden önce başlayan gelişigüzel ithalat, çıkan
yasa ve yönetmeliklere rağmen devam etti. Ukrayna’dan ülkemize GDO’lu
olmadığına ilişkin belgelerle ithal edilen 6 bin 600 ton mısırın TÜBİTAK
Marmara Araştırma Merkezi’nde yapılan inceleme ile GDO’lu olduğu
belirlendi (SonDakika.com, 05.07.2011). Mersin’de gümrük muhafaza
ekipleri, Çin’den ithal edilen 400 ton GDO’lu mısır glüteni ele geçirdi
(Anadolu Ajansı, 02.12.2014).
132
Yasa dışı ithalat çabalarından en çok ses getireni 2013 yılında Mersin limanında
yakalanan ve meşhur üç gıda markasının adlarının karıştığı 23 ton GDO’lu
pirinç skandalı oldu. Çünkü önce İTÜ laboratuarında analiz edilen pirincin
GDO’lu çıktığı anlaşılınca, bu laboratuar bırakılıp başka yerlerden temiz
raporu çıkarılmaya çalışılmış, siyasiler ve hükümet tartışmanın içine çekilmiş,
temiz raporu için gözden çıkarılan döviz miktarı bile kamuoyuna yansımıştı.
Dikkat çekici bir husus da firmaların GDO’lu pirincin bir kısmını, piyasadaki
itibarlarından yararlanarak, gümrük işlemlerinde kontrol gerektirmeyen “Mavi
Hat” denilen sistem ile ülkeye sokarak piyasaya sürdüklerinin iddianamede
yer almasıydı (Vatan, 11.04.2013; Aktifhaber.com, 09.04.2013; Radikal,
04.05.2.13; Hürriyet, 11.04.2013, 19.04.2013).
Her çeşit bebek maması ve ürünlerinde kullanımı yasaklanmış olmasına rağmen
Milupa Aptamil ile Hero Baby markalarının piyasadaki bazı ürünlerinde
(Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının Kontrollerinde) GDO’ya rastlandı
(Biyogüvenlik Kanunu Md. 5/d; Sabah, 26.05.2014; Gıda Güvenliği Hareketi,
05.11.2014).
Kaçak GDO’lu ürün ithalatında son perde 39 bin ton mercimek yüklü gemi
Mersin limanına yanaşmak üzereyken firma personelinin ihbar etmesi ile
başladı. Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı uzmanlarınca numune alınarak
incelemeye gönderilmesine karşın henüz rapor çıkmadığı için gemi açıkta
bekletiliyor (Milliyet, 24.03.2015). Burada vurgulamaya çalıştığımız husus,
genetiği değiştirilmiş gıda ve yem ithalatının boyutunu gazete haberleriyle
ortaya koymak değil, genetiğiyle oynanmış ürün ticaretini yapanların yasa ve
kontrol dışına kaçma eğilimine işaret etmekten ibarettir.
Hatice Çıvgın
Sonuç
Uluslararası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi incelendiğinde bir yandan
biyolojik çeşitliliğin korunması amaçlanırken, diğer yandan dünya üzerindeki
canlı varlıkların pazar ürünü haline getirilmesi, bilimsel ya da ticari amaçlı
transferini düzenleyen bir metin halinde ortaya çıkmıştır. Metin hazırlanırken,
gerek Dünya Ticaret Örgütünün gerekse iki taraflı anlaşmalar ya da bölgesel
ticari birleşmelerin gözettiği ticaret serbestîsinin zedelenmemesi için gayret
gösterildiği anlaşılmaktadır. Genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili
uluslararası mevzuat üçüncü dünyanın genetik kaynaklarının birkaç ulusötesi
tekelin hizmetine sunulmasının önünü açmıştır. Bu şartlarda rekabetten, ulusal
sınırlardan, bilimsellikten, bilgi alma ve seçme özgürlüğünden bahsetmek
güçleşmektedir. Genetik mühendisliği cephesinden bakıldığında küresel
kapitalizm herhalde demokrasiye daha çok ihtiyaç duyulacak bir dönemin
kapısını aralamaktadır.
Türkiye’deki uygulamaya baktığımızda, GDO’ların Türkiye tarımına
fazla zarar vermeyeceği düşünülerek ithalat yoluna gidilmiştir. Başlangıçta
hiçbir mevzuat düzenlemesi yapılmaksızın ithalat başlamış, sonra durum
bir yönetmelikle çözümlenmeye çalışılmış, daha sonra bir yasa, ardından
düzenleyici yönetmelikler çıkarılmıştır. Yönetmelik hükümlerinin uygulanması
için bile sivil toplumun mücadele etmesi gerekmiştir. Örneğin, yönetmelikte
öngörülen Biyogüvenlik Kurulu’nun karar alma sürecinde halk görüşüne
başvurulması kuralı Kurulun ancak altıncı toplantısında karara bağlanmıştır.
Benzer biçimde bilimsel veya sosyal ve ekonomik değerlendirme raporlarının
kamuoyuna açık olması kuralı da uzun eleştirilerden sonra uygulanmaya
başlanmıştır.
Biyogüvenlik Kurulu da uzun bir zaman önüne gelen ithalat taleplerini noter
gibi onaylamıştır. Daha sonra değerlendirdiği dokuz başvurudan üçünü
onaylamış, altısını reddetmiştir. Ancak ithalatını reddettiği GDO’lu ürünlerin,
reddedilme sebebini teşkil eden sakıncaları, kabul edilenler de taşımaktadır.
Bu açıdan ithalatın neye göre ret, neye göre kabul edildiği net olarak ortaya
konulmamaktadır. Örneğin GDO’lar arasında en ünlüsü, birçok ülkede
yasaklanan MON810 diye kodlanan mısır çeşidinin ithaline izin çıkmıştır.
Diğer yandan bazı GDO’lu ürünlerin işlenmesinden çıkan yağın ihracına izin
verilmiştir. Kendi ülkesinde tüketimini uygun bulmadığı ürünü, başka ülkeye
ihraç etmenin etik kurallarla bağdaşırlığı tartışma konusu edilmektedir. Zaten
çıkan bu yağın Türkiye’de de kullanılabilmesi için çalışmalar vardır. Yani,
GDO’lu ürünleri önce hayvan yemi olarak, daha sonra gıda olarak ithal etmek,
yan ürünlerini çeşitli sektörlerde kullanmakla başlayan Türkiye’nin serüveni,
133
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
orta ve uzun vadede başka alanlarda da GDO’lu ürünlerin kullanımı, hayvan
ve insan sağlığı üzerindeki etkileri ve sonuçlarını gözlemekle devam edecek
ve giderek karmaşıklaşacak gibi görünmektedir.
Kurul’un 2015 yılında ithaline izin verdiği GDO’lu ürünler arasında daha
önceden sakıncalı bulup reddettiği dört mısır çeşidi de bulunmaktadır.
Türkiye’nin GDO ile olan serüvenine genel olarak bakıldığında şu sorunlar
öne çıkmaktadır:
1- Genetiğiyle oynanmış tarımsal ürünlerin herhangi bir ticari malmışçasına
ithal edilmesi, gıda güvenliği ve halk sağlığını yakından ilgilendiren bir
konu olarak ihtiyat ilkesine uyulmaması kaygı vericidir.
2- Genetiği değiştirilmiş organizma teknolojisi üreticilerin binlerce yıldır
kullandıkları tohumlara yapılan sınır tanımaz bir müdahalelerde yeni
bir aşamayı oluşturmakta, hatta en tehlikeli hususu oluşturmaktadır.
134
3- Genetiği değiştirilmiş organizmaların, gerek kaçak yollarla getirilmesi,
gerekse hiçbir uyarı taşımadan piyasaya sürülmesi tüketici tercihlerinin
dikkate alınmaması anlamına gelmektedir. Günümüz toplumunda
tüketici, giydiği elbisenin yüzde kaç pamuk içerdiğini bilme hakkına
sahipken, satın aldığı gıdanın içinde ne bulunduğunu bilmemesi, ağır
bir hak ihlali anlamına gelecektir. Kaldı ki bazı uzmanlar etiketin
üzerine “GDO’ludur” yazılmasının dahi tüketiciyi korumak anlamına
gelmeyeceğini savunmaktadır.
4- Yasal çerçevenin sürekli kırılmaya çalışılması ve bunun için
gümrüklerdeki geçirgenlikten yararlanılması artık orta gelişmişlikte
kabul edilen bir ülke için gururlandırıcı bir durum değildir.
Yüzyılımızın ortalarına değin artacak insan nüfusu, tarımsal alanların geleceğe
taşınabilirlik olanaklarının önemini ve aciliyetini ortaya koymaktadır. Tarım
alanları bir yandan erozyon, sulama, tuzlanma, kentsel alanlar bakımından
baskı altındayken diğer yandan gübreler, hormonlar ve kimyasal ilaçlarla
dönüşüme uğratılmaktadır. Genetik mühendislik ürünleri ise yapılan sınırlı
bilimsel çalışmaya göre şiddetli tartışmalara yol açmakta, henüz 30 yıllık
yeni bir teknoloji olarak sonuçları kestirilemez bir belirsizlik alanı teşkil
etmektedir. Zengin biyolojik kaynakları ve endemik türleriyle Türkiye,
geleceğin tarımsal olarak zengin ülkeleri arasında yer almaya adaydır. Elbette
Hatice Çıvgın
var olan kaynaklarını korumaya çalışması, henüz ne olacağı belirsiz genetik
mühendislik maceralarına atılmakta ihtiyatlı davranması ve geleceğin tarım
teknolojisi olmaya aday organik tarım yöntemlerini benimseyip yenilerini
geliştirmesi kaydıyla…
DİPNOT
1 Monsanto’nun ürettiği genetiği değiştirilmiş organizma MON 810 mısır
çeşidi Fransa’dan başka Almanya, Macaristan, Yunanistan, Bulgaristan,
Avusturya ve Lüksemburg’da da yasaklanmıştı (Yıldırım, Dünya,
20.03.2012).
KAYNAKÇA
AB Adalet Mahkemesi (08. 09. 2011), “La cour se prononce sur les conditions
dans lesquelles les autorités françaises pouvaient interdire provisoirement
la culture du maïs MON 810”, Arrêt dans les affaires jointes C-58/10
à C-68/10 Monsanto SAS e.a, Cour de justice de l’Union européenne,
Communique De Presse n° 86/11, Luxembourg.
Anadolu Ajansı (02.12.2014), “Mersin’de 400 Ton GDO’lu Ürün Ele
Geçirildi”, Ankara.
Aktifhaber.com (09.04.2013), “Pirinci GDO’lu Çıkan Üç Marka”,
http://www.aktifhaber.com/print.php?type=1&id=765643 (24.03.2015).
Atalık, A. (2010), “İkinci Yeşil devrim GDO’lar ve Sonrası Tufan”, içinde
Ekoloji Kollektifi, Görünmez Elin Ekolojisi, E. K., (Ankara: TMMOB
Ziraat Mühendisleri Odası): 21-41.
Atalık, A. (2011), “Ülkemizde Biyogüvenlik Mevzuatı ve İzin Verilen GDO’lu
Çeşitler”, Tarım ve Mühendislik, ZMO Yayın Organı, Sayı: 96, 29-38.
Aysu, A. (2011), “GDO ve Tohum”, GDO ve Yapay Tatlandırıcıların İnsan
Sağlığına ve Çevreye Zararları”, Panel, 29-30 Nisan, pp. 72-79.
Biyogüvenlik Kanunu (BK), Resmi Gazete, 26.03.2010, Sayı: 27533
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Resmi Gazete, 27.12.1996, s. 22860, Kanun
no: 4177, 29.08.1996.
135
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
Biyogüvenlik Kurulu ve Komitelerin Çalışma Usul ve Esaslarına Dair
Yönetmelik, Resmi Gazete, 13.08.2010, s. 27671.
Biyogüvenlik Kurulu Kararları (Karar no: 1-3), Resmi Gazete, 26.01.2011,
Sayı: 27827.
Biyogüvenlik Kurulu Kararları (Karar no: 4-16), Resmi Gazete, 24.12.2011,
Sayı: 28152.
Biyogüvenlik Kurulu Kararları (Karar no 17-18-19), Resmi Gazete,
21.04.2012, Sayı: 28271.
Biyogüvenlik Kurulu Kararları (Karar no: 24- 25- 26- 27), Resmi Gazete,
16.07.2015, Sayı: 29418,
Biyogüvenlik Kurulu Kararları (Karar no: 28- 29- 30- 31- 32- 33- 34- 35),
Resmi Gazete, 05.11.2015, Sayı: 29523.
136
Biyogüvenlik Kurulu Toplantı Kararları 10, 17.11.2011, http://www.tbbdm.
gov.tr/home/biosafetycouncilhome/councildecisions/Biyogüvenlik_
Kurulu_Kararları_10.aspx (03.06.2012).
Biyogüvenlik Kurulu Toplantı Kararları 13, tarihsiz,
http://www.tbbdm.
gov.tr/home/biosafetycouncilhome/councildecisions/Biyogüvenlik_
Kurulu_Kararı_13.aspx (03.06.2012).
Cihangir D./ Bozçağa M. Ö. (2009), “Genetiği değiştirilmiş organizmalara
(GDO) ilişkin AB mevzuatı ve Türkiye’deki gelişmeler”, İKV
Değerlendirme Notu, 6 s., http://ikv.org.tr/images/upload/data/files/4-gdo_
degerlendirme__damla__ozgur__kasim_2009.pdf (03.06.2012).
Cox, C. (1998), “Glyphosate (Roundup)”, Journal of Pesticide Reform, 18:
3, 3-17.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (ÇİFTÇİ-SEN), (tarihsiz), 10 Soruda
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, Ankara.
Çoban A. (2010), “Türkiyede GDO Düzenlemesi ve Sosyo-ekolojik
Sorunlar”, içinde Ekoloji Kollektifi, Görünmez Elin Ekolojisi, (Ankara: E.
K.- TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası): 43-65.
Hatice Çıvgın
Çoban A. (29.04. 2010), “Yarım Yamalak Güvenlik”, Radikal.
De Vendômois, J.S., Roullier, F., Cellier, D. & Séralini, G.-E. (2009), “A
comparison of the effects of three GM corn varieties on mammalian
health”, International Journal Biol. Sci. 5, 706-726.
Dünya Bülteni (27.04.2013), “İTÜ Raporu: Mersin’deki pirinçler GDO’ludur”,
http://www.dunyabulteni.net/haber/257606/itu-raporu-mersindekipirincler-gdoludur (08.12.2015)
Dünya Bülteni (09.05.2013), “İTÜ, GDO raporundan geri adım”, http://www.
dunyabulteni.net/haber/257606/itu-raporu-mersindeki-pirincler-gdoludur
(08.12.2015)
Genetik Kaynaklara Erişim ve Yarar Paylaşımı Hakkında Nagoya
Protokolü
(29.10.2010),
http://www.milliparklar.gov.tr/
A n a S a y f a / t u m D u y u r u / 1 4 - 1 2 - 0 5 / N A G O YA _ P R O T O K O L Ü _
GAYRIRESMİÇEVİRİ.aspx?sflang=tr (19.04.2015).
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik,
Resmi Gazete, 13.08.2010, Sayı: 27671.
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelikte
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Resmi Gazete, 22.02.2012, Sayı:
28212.
Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelikte
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, Resmi Gazete, 29.05.2014, Sayı:
29014.
Gıda Amacıyla İthali İstenen Genetiği Değiştirilmiş 1507 X 59122 Mısır
Çeşidi ve Ürünleri İçin Bilimsel Risk Değerlendirme Raporu,http://www.
tbbdm.gov.tr/Files/arsiv/gida/misir/risk/1507X59122.pdf (15.04.2015).
Gıda Güvenliği Hareketi (05.11.2014), “Bu Kez de Hero Baby Adlı Mamada
GDO Tespit Edildi”, http://www.gidahareketi.org/Bu-Kez-De--ulker-HeroBaby--Adli-Mamada-Gdo-Tespit-Edildi-1956-haberi.aspx (03.04.2015).
Ho, M. W. (2001), Genetik Mühendisliği. Rüya mı, Kabus mu?, (İstanbul: T. İş
Bankası Kültür Yayınları), (Çev. Emral Çakmak).
137
Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’deki GDO Düzenlemeleri Işığında Biyogüvenlik Kurulu Kararları
Hürriyet (12.08.2010), “GDO’lu 25 Ürün Türkiye’de”.
Hürriyet (11.04.2013), “Pirinçte GDO Bir Var, Bir Yok”.
Hürriyet (19.04.2013), “GDO’lu Pirinç Soruşturmasında Altı Kişi Serbest”.
International Agency for Research on Cancer (20.03.2015), “IARC
Monographs Volume 112: evaluation of five organophosphate insecticides
and herbicides”, World Health Organisation, (Lyon/France), http://
www.iarc.fr/en/media-centre/iarcnews/pdf/MonographVolume112.pdf
(13.04.2015).
Joly, P.B./ Marris, C. (2003), Les Américains ont-ils accepté les OGM?
Analyse comparée de la construction des OGM comme problème public
en France et aux États-Unis”, Cahiers d’économie et sociologie rurales, n°
68-69, 12- 45.
138
Kartagena Biyogüvenlik Protokolü, Resmi Gazete, 11.08.2003, s. 25196,
Kanun no: 4898, 17.06.2003.
Kıvılcım, Z. (2012), “Cartagena Protokolü ve Türkiye Biyogüvenlik
Mevzuatı”, Marmara Avrupa Araştırmaları Dergisi, 20:1, 99-121.
Kontrol Laboratuvarlarının Kuruluş, Görev, Yetki ve Sorumlulukları ile
Çalışma Usul ve Esaslarının Belirlenmesine Dair Yönetmelik, Resmi
Gazete, 1 Ekim 2010, s. 27716.
Milliyet (24.03.2015), “Sütün Yarısı Kaçak, Tavuk Yemi GDO’lu”.
MON810 Sosyo Ekonomik Değerlendirme Komitesi Raporu, http://www.
tbbdm.gov.tr/Files/rapor/sosyo/RAPOR_MON810.pdf (03.06.2012).
MON810 Mısır Çeşidi ve Ürünleri İçin Bilimsel Risk Değerlendirme Raporu,
www.tbbdm.gov.tr/Files/rapor/risk/MON810.pdf (03.06.2012).
Monsanto (13.12.2015), “Roundup Pro Concentrate”, http://www.monsanto.
com/products/pages/roundup-pro-concentrate.aspx (13.12.2015).
MIR604 Mısır Çeşidi ve Ürünleri İçin Bilimsel Risk Değerlendirme Raporu,
http://www.tbbdm.gov.tr/Files/rapor/risk/MIR604.pdf (03.06.2012).
Hatice Çıvgın
MON863xMON810 Mısır Çeşidi ve Ürünleri İçin Bilimsel Risk Değerlendirme
Raporu,
www.tbbdm.gov.tr/Files/rapor/risk/MON863xMON810.pdf
(03.06.2012)
1507x59122 Mısır çeşidi için Biyogüvenlik Kurulu’na Sunulmak Üzere
Sosyo-Ekonomik Değerlendirme Komitesi Tarafından Hazırlanan Rapor,
http://tbbdm.gov.tr/Files/rapor/sosyo_1/1507x59122.pdf (15.04.2015).
Radikal (04.05.2013), “Temiz Rapora Karşılık 20 bin Dolar”.
Sabah (26.05.2014), “Milupa mamada GDO çıktı”.
SonDakika.com (05.07.2011), “Bandırma’da 6 bin 600 ton GDO’lu Mısıra El
Konuldu”, Balıkesir.
Özlüer F./ Özkaya Özlüer I. (2010), “Biyogüvenlik Yasası Korkunun
Ekolojisi”, içinde Ekoloji Kollektifi, Görünmez Elin Ekolojisi, (Ankara, E.
K.- TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası): 21-41.
Ticaretle Bağlantılı Mülkiyet Hakları Sözleşmesi, Kanun no: 4067, 26.01.1995,
Resmi Gazete, 29.01.1995, s. 22186 ve Resmi Gazete, 25.02.1995, s. 22213
(mük). www.fikrimulkiyet.com/uluslararası/trips.com
Vatan (11.04.2013), “GDO’lu Pirincin Türkiye Yolculuğu”.
Yıldırım, A.E. (2012), “Avrupa’nın yasakladığı GDO’lu mısıra Türkiye izin
verecek mi?”, Dünya Gazetesi, 20 Mart 2012.
139
Download