9. sayı sayfa 1:Layout 3 14.12.2012 16:03 Sayfa 1 Kalp ritim bozukluğuna dondurarak tedavi E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri’nde kalp ritim bozuklukları cryo ablasyon (soğutma yöntemi) ile tedavi edilmeye başlandı. Dünya’da yeni uygulanmaya başlanmış olan, eski yöntemlere göre komplikasyonları daha düşük bu yeni yöntemle kalpteki sorunlu bölge eksi 40-50 derece arasında dondurularak, çarpıntı oluşumu engelleniyor. (Sayfa 12’de) Doğuştan kalbi delik olan 11 aylık bebek, hibrid anjiyo yöntemi ile sağlığına kavuşturuldu E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Çocuk Kardiyoloji bölümünde gerçekleştirilen başarılı bir operasyonla doğuştan kalbi delik olan 11 aylık bebek sağlığına kavuşturuldu. Dünyada yeni bir tedavi yöntemi olan Türkiye’de ise nadir olarak uygulanan hibrid anjiyo yöntemi ile kalbindeki deliğe amplatzer denen bir şemsiye yerleştirilen küçük Hira Nur Aslan, tedavisinin ardından hastaneden taburcu edildi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazmi Narin, hibrid yöntemi ünitelerinde şu ana kadar 3 hastaya uyguladıklarını söyledi. (Sayfa 9’da) DOKU TİPLENDİRME LABORATUVARI ‘AKREDİTE’ OLDU E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Doku Tiplendirme Laboratuvarı, EFI (The European Federation of Immunogenetics) tarafından akredite edildi. EFI akreditasyonu ile birlikte Avrupa’nın sayılı laboratuvarları arasına giren Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Doku Tiplendirme Laboratuvarında yapılan tahliller dünya çapında kabul görecek. (Sayfa 3’te) U lusal Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulu (UTEAK) tarafından 4 Haziran 2012 tarihinde akredite edilen Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne, törenle Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği Akreditasyon Belgesi verildi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi De- E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı tarafından “14 Kasım Dünya Diyabet Günü” münasebetiyle diyabet hastası çocuklar ve ailelerine yönelik “Diyabet Eğitim Toplantısı” düzenlendi. Etkinlikte Prof. Dr. Selim Kurtoğlu ve Prof. Dr. Mustafa Kendirci, diyabet hastalığı ve bu hastalıkla mücadele yollarını anlattı. (Sayfa 9’da) E Prof. Dr. Kudret DOĞRU BAŞHEKİM BAŞYAZI - S3’te Organ Bağışı Haftası etkinliği İ l Sağlık Müdürlüğü ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından 3-9 Kasım 2012 tarihleri arasında Kayseripark Alışveriş Merkezinde düzenlenen Organ Bağışı Haftası etkinliğinde, İl Sağlık Müdürü Ahmet Öksüzkaya ve basın mensupları organlarını bağışladı. (Sayfa 2’de) kanı Prof. Dr. Muhammet Güven’e akreditasyon belgesini takdim eden Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İskender Sayek, UTEAK tarafından Türkiye genelinde akredite edilen tıp fakültesi sayısının 13 olduğunu kaydetti. (Sayfa 2’de) Diyabet eğitim toplantısı yapıldı Kayseri Günlerinde standımız ilgi gördü rciyes Üniversitesi ile Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinin birlikte tanıtıldığı stant, Ankara’da düzenlenen “Kadim Kent Kayseri Günleri”nde büyük ilgi gördü. Çok sayıda siyasetçi, bürokrat ve vatandaşın gezdiği Erciyes Üniversitesi tanıtım standında, ziyaretçilere Erciyes Üniversitesi ile Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerini tanıtıcı kitap, dergi, gazete ve broşür dağıtılırken, Erciyes Üniversitesi’nin kuruluşundan bu yana geldiği aşamayı anlatan fotoğraf sergisini ziyaretçiler çok beğendi. (Sayfa 10’da) ERÜ Tıp Fakültesi’ne akreditasyon belgesi verildi Prof. Dr. Öztürk ve Prof. Dr. Tekol için emeklilik töreni düzenlendi E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yaş haddinden emekli olan öğretim üyeleri Prof. Dr. Mustafa Kürşad Öztürk ile Prof. Dr. Yalçın Tekol için tören düzenlendi. Gevher Nesibe Hastanesi Başhekimlik Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilen emeklilik törenine Rektör Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammet Güven ve çok sayıda öğretim üyesi katıldı. (Sayfa 5’de) 9. sayı sayfa 2:Layout 3 14.12.2012 14:32 Sayfa 1 TIP FAKÜLTESİ’NE AKREDİTASYON BELGESİ VERİLDİ 2 Bülten Erciyes TIP U lusal Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulu (UTEAK) tarafından 4 Haziran 2012 tarihinde akredite edilen Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne, törenle, Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği Akreditasyon Belgesi verildi. Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammet Güven’e belgeyi takdim eden Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İskender Sayek, UTEAK tarafından akredite edilen tıp fakültesi sayısının 13 olduğunu, gelecek hafta bir tıp fakültesini daha akredite ederek bu sayıyı 14’e çıkartacaklarını kaydetti. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne akreditasyon belgesi takdimiyle ilgili Sabancı Kültür Sitesi’nde tören düzenlendi. Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Abdulhakim Coşkun ve Prof. Dr. Hasan Yetim, Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammet Güven, Tıp Fakültesi Hastaneler Başhekimi Prof. Dr. Kudret Doğru ile çok sayıda öğretim üyesinin katıldığı tören, saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başladı. Türk Müziği konserinin ardından konuşmalara geçildi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammet Güven, fakültelerinde akreditasyon süreci hakkında bilgiler verdi. Fakültelerinin akreditasyon için ilk başvurusunu 2009 yılında yaptığını kaydeden Dekan Prof. Dr. Güven, “UTEAK Genel Kurulu’nun 04.06.2012 tarihli toplantısında fakültemizdeki eğitimin Ulusal Tıp Eğitimi Standartları’nın hepsini karşıladığına karar verilerek, 6 yıllığına akredite edildi. Böylece fakültemiz UTEAK tarafından akredite edilen 13 fakülteden biri oldu. UTEAK tarafından akredite edilen fakülteler için üç yıl sonra bir ara değerlendirme yapılacak, altı yıl sonra ise akreditasyon çalışmaları tekrar yapılacaktır. Bu süre içerisinde, temel standartların korunması ve bunun yanı sıra, gelişim standartlarının karşılanması için Prof. Dr. İskender SAYEK Prof. Dr. Muhammet GÜVEN DÜNYA DİYABET GÜNÜ ETKİNLİĞİ Vatandaşlar ücretsiz şeker ölçüm testinden geçirildi E çalışmalar sürdürülecektir. Fakültemizdeki eğitimin bugünkü düzeyine ulaşmasında emeği geçen öğretim elemanlarına, idari personele, öğrencilerimize ve akreditasyon çalışmalarını başlatan önceki Dekanımız Prof. Dr. Ruhan Düşünsel’e, katkı veren tüm iç ve dış paydaşlarımıza ve ülkemizde tıp eğitimini sürekli iyileştirme konusunda çaba harcayan UTEAK üyelerine, desteklerinden dolayı Rektörümüz Sayın Prof. Dr. H. Fahrettin Keleştemur’a teşekkür ederim” dedi. Tıp Eğitimi Programlarını Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (TEPDAD) Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İskender Sayek ise, tıp eğitiminin, tıp fakültesine girişle başlayan ve emekliliğe kadar süren yaşam boyu bir eğitim, amacının ise, sağlığın gelişmesini sağlayan ve koruyan, iyi hekim yetiştirmek olduğunu kaydetti. Tıp eğitiminin sorunları hakkında da bilgiler veren TEPDAD Yönetim Kurulu Başkanı Sayek, eşyetkilendirmenin (akreditasyon), önceden belirlenmiş ve kabul edilmiş kriterler, standartlar ve yollarla, eğitim kurumları ve programlarının niteliğinin dış değerlendirilmesi süreci olduğunu söyledi. Prof. Dr. Sayek, Türkiye’de tıp eğitiminde eşyetkilendirme sürecinin standartların belirlenmesi ve izlenmesi, standartların uygulanması için rehberlerin ve eğitim çıktılarının belirlenmesi, tıp fakültelerinin tanınması, yetkinlendirilmesi ve kayıt altına alınması için gerekli olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sayek, Türkiye’de tıp eğitiminin akreditasyon süreci ve UTEAK 2010 -2012 yılı yol haritasının detaylarını verdi. rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde “14 Kasım Dünya Diyabet Günü” etkinliği düzenlendi. TurkMSIC (Türk Tıp Öğrencileri Uluslararası Birliği) öğrenci grubu tarafından gerçekleştirilen etkinlikte, diyabet hastalığı hakkında bilgilendirilen vatandaşların ücretsiz şeker ölçümleri de yapıldı. Gevher Nesibe Hastanesi girişine kurulan stantta gerçekleştirilen etkinlikle ilgili bilgiler veren TurkMSIC Erciyes Halk Sağlığı Direktörü Eda Altunbağ, TurkMSIC’ın, Türkiye’deki tıp fakültesi öğrencileri esas alınarak çalışan bir organizasyon olduğunu belirtti ve TurkMSIC’ın Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlığı Örgütü (WHO) tarafından da resmi olarak tanındığını kaydetti. Türkiye’de en önemli ve yaygın halk sağlığı sorunlarından olan diyabetin görülme sıklığının her geçen gün arttığına dikkat çeken Altunbağ, “Diyabet tedavisinde öncelikle diyabetlinin eğitimi kadar edinilen bilgilerin günlük yaşama uygulanması ve sürekliliği de önemlidir. Diyabet tedavisinin temelini dengeli ve doğru beslenme ile sürekli ve düzenli egzersiz oluşturur. Diyet ve egzersizle kontrol altına alınamayan hastalarda diyabet ilaçları ile hastalık kontrol edilmeye çalışılır, gerektiğinde insülin tedavisine geçilir. Egzersiz, kan şekeri seviyesini düzenlemeye yardımcı olması açısından diyabet hastaları için faydalıdır” dedi. TurkMSIC Erciyes Yerel Kurulu olarak 14 Kasım Dünya Diyabet Günü’nde hastanede yaptıkları etkinlikte çok sayıda kişiye ulaştıklarını söyleyen Altunbağ, “Buradaki standımızda katılımcıların beden kitle indeksini hesaplayıp aynı zamanda şekerlerini ölçtük ve broşürlerle bilgilendirmesini yaptık. Amacımız; farkındalık yaratmak, birer hekim adayı olarak üstümüze düşen görevi az da olsa yapabilmek. Umarız, bu Dünya Diyabet Günü’nde biraz da olsa, en önemli sağlık sorunlarından olan diyabete dikkat çekebilir ve farkındalık yaratabiliriz” diye konuştu. Konuşmaların ardından TEPDAD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. İskender Sayek tarafından, Prof. Dr. Muhammet Güven'e akreditasyon belgesi verildi. Dekan Prof. Dr. Güven, belgeyi, Prof. Dr. İskender Sayek’in fakülteden okul arkadaşı Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Öztürk ile birlikte aldı. Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Güven ise, Prof. Dr. Sayek'e, Gevher Nesibe Sultan'ın heykeli ile Erciyes Üniversitesinin plaketini takdim etti. İ Organ Bağışı Haftası etkinliği l Sağlık Müdürlüğü ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından 3-9 Kasım 2012 tarihleri arasında düzenlenen Organ Bağışı Haftası etkinliğinde, İl Sağlık Müdürü Ahmet Öksüzkaya ve basın mensupları organlarını bağışladı. Kayseri Park Alışveriş Merkezi’nde düzenlenen basın açıklamasına, İl Sağlık Müdürü Ahmet Öksüzkaya ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Yılmaz katıldı. İl Sağlık Müdürü Ahmet Öksüzkaya, “Her yıl 3-9 Kasım tarihleri arası Organ Bağışı Haftası olarak kutlanmaktadır. Tüm illerimizde olduğu gibi Kayseri’de de İl Sağlık Müdürlüğü, Erciyes Üniversitesi ile birlikte halkımızı bu konu ile ilgili bilgilendirmek amacıyla basın açıklaması düzenledik. Bu etkinlikler çerçevesinde organ nakli konusunda vatandaşlarımızı bilinçlendirmek ve bağışta bulunmak isteyenlerin başvurularını değerlendirmek amacıyla Kayseri Park’ta bir stant oluşturuldu. Tedavisi sadece organ ve doku nakli ile mümkün olan hastalıklar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli sorunlar arasındadır. Ancak ülkemizde organ bağışı ve organ nakli sayılarının yetersizliği, son dönem organ yetmezliği nedeniyle tedavi görmekte olan birçok hastanın organ beklerken hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. Milyon nüfus başına düşen kadavra verici sayısı AB ülkelerinde ortalama 19,6 iken, ülkemizde bu 4,6’dır” diye konuştu. Organ bağışının sağlık müdürlükleri, hastaneler ve emniyet müdürlüklerinde ehliyet alımı sonrasında yapılabildiğini belirten Öksüzkaya, “18 yaşını doldurmuş ve doğru ile yanlışı a- yırabilme yeteneğine sahip herkes, başta kalp olmak üzere, akciğer, böbrek, karaciğer ve pankreas gibi organlar, kalp kapağı, göz kornea tabakası, kas ve kemik iliği gibi dokuları bağışlayabilmekte ve bunlar günümüz tıp teknolojisinde nakledilmektedir. İlimizde yaklaşık bin 40 kişi kronik böbrek yetmezliği nedeniyle diyaliz cihazlarına bağımlı yaşamaktadır. Kayıtlarımıza göre 569’u böbrek ve 11’i karaciğer olmak üzere toplam 580 hastamız organ nakli için sıra beklemektedir” ifadelerini kullandı. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Organ Nakli Sorumlusu Prof. Dr. Zeki Yılmaz ise, “Biz istiyoruz ki beyin ölümlü hastaların organları bağışlansın ve beyin ölümlü hastaların organlarından nakil yapalım, çünkü normalde yurt dışında nakillerin yüzde 80’i beyin ölümlü hastalardan bağışlanan organlardan yapılmaktadır. Ülkemizde ise tam tersi canlı nakillerin oranı yüzde 80, beyin ölümlü hastalardan yapılan nakiller ise yüzde 20’dir. Yani Avrupa ve dünya standartlarının tam tersidir. Dolayısıyla bizim insanımız beyin ölümlü hastaların organlarını bağışlamakta pek samimi davranmamaktadır. Bizim çabamız canlı nakillerden çok beyin ölümlü hastalardan elde edilen nakil sayısını artırmak. Ne yazık ki biz ölümüze dirimizden daha fazla değer veriyoruz. Bunun izahı insanlara bu hayattayken verdiğimiz değerden daha fazlasını öldüğü zaman veriyoruz” şeklinde konuştu. Konuşmaların ardından İl Sağlık Müdürü ve basın mensupları organlarını bağışladı. 9. sayı sayfa 3X:Layout 3 14.12.2012 15:37 Sayfa 1 3 Bülten Erciyes TIP E REFERANS HASTANE OLMAK SORUMLULUK İSTER rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri eğitim, bilimsel araştırma ve sağlık hizmeti sunumunda bulunduğu bölgenin referans hastanesidir. Hizmet verdiğimiz hastalar sadece Kayseri ile sınırlı kalmamakta, Nevşehir, Kırşehir, Yozgat, Niğde, Sivas, Kahramanmaraş, hatta Malatya ve Adana gibi geniş bir yelpazeyi içermektedir. İstanbul, Ankara gibi Türkiye’nin önde gelen şehirlerinin önde gelen hastanelerinde hastalara ne türlü tıbbi işlem uygulanıyorsa, bu işlemlerin tamamı hastanemizde mevcuttur. Yani, hastanemizden İstanbul ve Ankara’ya hasta sevki sayısı yılda bir elin parmaklarını geçmez. Hatta bazı hastalıkların tedavisi konusunda ilklere imza atan ve uzak illerden gelen hastaları tedavi eden hocalarımız da mevcut. O yüzden Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kayseri ve çevre iller açısından oldukça büyük önem taşımakta. P eki; neler yapıyoruz hastanelerimizde? Öncelikle hastanelerimizin hizmet kalitesine büyük önem veriyoruz. Bunun için ulusal ve uluslararası kalite çalışmaları neyi gerektiriyorsa, aynısını hastanemizde uygulamaya çalışıyoruz. Personelimizi sürekli hizmet içi eğitim çalışmalarına tabi tutarak, yenilik ve gelişmelerden haberdar olmalarını sağlıyoruz. Bunun yanında hasta bilgilendirme, yönlendirme, şikayet ve önerilerine azami özen göstererek, gerekli birimlerimiz aracılığı ile hasta şikayetlerine anında çözümler bulmaya çalışıyoruz. H astanemizde hizmet kalitesi bununla da sınırlı değil. Hastaların otel konforunda oda ve yataklarda tedavi görmeleri için imkânlarımızı seferber ediyoruz. Bunun için özellikle eski binaya sahip ana hastanemiz Gevher Nesibe Hastanesi’nde bulunan katları teker teker modernize ediyoruz. Hasta odalarını birer, ikişer kişilik odalar şekline çevire- Prof. Dr. Kudret DOĞRU rek, hastanın rahat etmesi için odanın her türlü konforunu sağlıyoruz. Nitelikli yatak nitelikli hastane projemizin henüz daha başlarında olmamıza rağmen hasta memnuniyeti oranlarımızın arttığını gözlemliyoruz. Daha kaliteli sağlık hizmeti sunmanın gayreti içerisindeyiz. Tıp Fakültesi Hastaneler Başhekimi H astaya hizmet kalitemiz sadece otelcilik hizmetlerini iyileştirmekle bitmiyor, tetkik ve tedavinin en iyi şekilde yapılması için hastanelerimize yeni tıbbi cihazlar kazandırıyoruz. Bu cihazları da alırken, son teknoloji ve Türkiye’de ilk olmasına dikkat ediyoruz. Nitekim, son yıllarda hastanelerimize kazandırdığımız yarım saniyede anjiyosuz kalp damarlarını görüntüleyebilen bilgisayarlı tomografi cihazı, iki anjiyo ve bir tomografi cihazının yaptığı işlemleri tek başına yapabilen bi-plan nöroanjiyo cihazı, kilolu hastalar ile kapalı ortam korkusu olduğu için MR çektiremeyen hastaların rahatlıkla tercih edebildiği 70 cm açıklığa sahip MR cihazı, mamografi ve ultrason cihazı, dünyada son teknoloji cihazlardır. H astanemizde yenilikler yeni yatırımlarla bitmiyor. Sağlık Bakanlığı tarafından ortaya konulan yeni uygulamalara hastanelerimiz ilk geçen üniversite hastaneleri arasındadır. Nitekim 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren tüm Türkiye’deki hastanelerde geçilen e-reçete sistemine, mevcut altyapımızı buna göre ayarlamamızdan dolayı sorunsuz geçen hastanelerin başında yer aldık. Bunun yanında alt yapı çalışmaları süren e-dosya çalışmalarını da yılsonuna kadar tamamlayarak, 2013 yılında çalışmaları tamamlayarak Türkiye’de kâğıtsız hastane sistemine tamamen geçen ilk üniversite hastanesi olmayı hedefliyoruz. Oldukça gelişmiş erişkin ve çocuk kemik iliği merkezimiz Türkiye geneline hizmet vermekte olup, uluslar arası akreditasyona sahip ülkemizin tek BAŞYAZI üniversite hastanesidir. G kdogru@erciyes.edu.tr erek hastane idaresi, gerekse hekim ve yardımcı sağlık personeli kadrosu ile tüm bu gayretimizin tek nedeni var. O da hastalara en iyi sağlık hizmetini vermek; zaten hastanemizin bulunduğu konum da bunu gerektirmekte. Çünkü, sadece Kayseri’nin değil, 4-5 milyon nüfusa hizmet veren bir bölge hastanesiyiz. Hastanemize ilimizdeki mevcut hastanelerden acil sevkler dışında, çevre illerden günü birlik poliklinik için çok sayıda hasta gelmektedir. İstanbul, Ankara’daki büyük hastanelere gitmektense bizim hastanemizi tercih edenlerin sayısı oldukça fazla. O yüzden biz Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri olarak sorumluluğumuzun ve taşıdığımız yükün farkındayız. Eksiklerimiz de olsa, zaman zaman genel mevzuat uygulamalarından sıkıntı da çeksek de, hekim, özellikle asistan ve hemşire kadromuz eksik de olsa biz gayretliyiz. Hizmet çitamızı sürekli yüksek tutuyoruz. Amacımız lider hastane konumuyla halka en iyi üçüncü basamak sağlık hizmetini vermek, bunu da başarırsak ne mutlu bizlere. Sağlıklı günler dileğiyle… DOKU TİPLENDİRME LABORATUVARI ‘AKREDİTE’ OLDU için başvuru yapılmakta, daha sonra da bölge komisyoneri aracılığı ile iki müfettiş atanarak laboratuvarın denetlenmesi için bir tarih belirlenmektedir. Laboratuvarın yerinde denetlenmesini takiben müfettişlerin raporlarına göre belge almaya hak kazanılmaktadır” dedi. E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Doku Tiplendirme Laboratuvarı, EFI (The European Federation of Immunogenetics) tarafından akredite edildi. EFI akreditasyonu ile birlikte Avrupa’nın sayılı laboratuarları arasına giren Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Doku Tiplendirme Laboratuarında yapılan tahliller dünya çapında kabul görecek. Akreditasyonla ilgili bilgiler veren Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi ve Doku Tiplendirme Laboratuvarı Sorumlusu Prof. Dr. Türkan Patıroğlu, Avrupa’daki doku tiplendirme laboratuvarlarının oluşturduğu bir organizasyon olan “The European Federation of Immunogenetics (EFI)’nın tıbbi bir disiplin olarak araştırma ve uygulama ile birlikte Avrupa’da immunogenetiği geliştirmek, bu alanda çalışan genç bilim insanlarının, hekimlerin bilgi ve kabiliyetlerini geliştirmek ve bilgilerin paylaşılacağı bir ortam yaratmak, transplantasyon, doku tiplendirme testleri ve immunogenetik alanında çalışanlar için resmi bir organizasyon oluşturmak, tekniklerin standardizasyonu, kalitesi, kontrolü ve akreditasyon kriterleri için gerekli tavsiyeleri hazırlamak, immunogenetik bilgi bankasının ortak kullanımı içinorganizasyonları sağlamak ve benzer organizasyonlarla ilişkileri geliştirmek gibi amaçlarının bulunduğunu kaydetti. EFI’nın akreditasyon için laboratuvalarda 100’e yakın kriter aradığını belirten Prof. Dr. Patıroğlu, “Bu süreçte doku tiplendirme ile ilgili toplantı ve kongrelere katılım, çalışanların eğitimi, yayınlanması gereken uluslararası makaleler ve hizmet içi toplantılara kadar her şey sorgulanmaktadır. Akreditasyon belgesi için başvurmadan en az 1 yıl önce uluslararası kalite kontrol programlarına girilmesi gerekmektedir. Tüm test sonuçlarının doğruluğu bu şekilde teyit edildikten sonra ilgili tüm veriler bir dosya içinde toplanıp akreditasyon 2008 yılından itibaren EFI’ ye akredite olmak için gerekli olan uluslararası kalite kontrol programına katıldıklarını ve 2011 yılı sonunda akreditasyon başvurusunda bulunduklarını ifade eden Prof. Dr. Patıroğlu, “Takiben bölge komisyoneri olan Yunanistan‘dan Dr. Chryssa Papasteriades’ in başkanlığında, müfettişler Dr. Maria Edvige Fasano ve Dr. Fatma Oğuz’un 20 Temmuz 2012 tarihinde laboratuvarımıza gelerek gerçekleştirdikleri denetlemeyi takiben düzenledikleri rapor ile akreditasyon kriterlerine sahip bir laboratuvar olduğumuz belgelenmiş ve hazırlanan raporlar Hollanda Leiden EFI akreditasyon merkezine gönderilerek 3 Aralık 2012 tarihinde akreditasyon gerçekleşmiştir” diye konuştu. Prof. Dr. Patıroğlu, 1 direktör, 1 direktör yardımcısı, 1 sorumlu teknik eleman, 4 teknisyen, 1 sekreter ve 1 kalite yöneticisi ile faaliyet gösteren ERÜ Tıp Fakültesi Doku Tiplendirme laboratuarının akreditasyondan kazançlarını ise şöyle özetledi: “Tıp Fakültesi Doku Tiplendirme laboratuvarından çıkan test sonuçları yurt dışındaki merkezlerin ve doktorların kabul edeceği güvenilir sonuçlar haline gelmiştir. Transplantasyon için EFI Akreditasyonuna sahip olan laboratuvar- Merkez Laboratuarında görevli Öğretim Üyeleri, Doku Tiplendirme Laboratuvarının EFI tarafından akredite edilmesini pasta keserek kutladı. lar arasında bazen örnek değişimleri olmaktadır. Bundan sonra tüm raporlarımızda EFI Akreditasyon numarası olacağı için sonuçlarımız dünyanın bütün merkezlerinde kabul edilecek ve tekrar çalışmaya gerek duyulmayacaktır. Avrupa ülkelerinin İmmünogenetik Laboratuvarları ile eşdeğer kabul edilmesinin belgesi niteliğindeki ‘EFI’ Akreditasyonu ile Laboratuvarımız Avrupa’nın sayılı laboratuvarlarından biri olarak kabul edilecek ve Avrupa’daki laboratuvarların bize olan güvenlerini de artıracaktır. Ayrıca, EFI akreditasyonu ile Türkiye’de laboratuvar anlamında da çok önemli işler yapıldığı belgelenmiş olmaktadır. Sonuç olarak, EFI akreditasyonu, güvenilir ve başarılı bir laboratuvar olduğumuzu belgelemiştir.” 9. sayı sayfaa 8-4:Layout 3 14.12.2012 15:44 Sayfa 1 Bülten Erciyes TIP Prof. Dr. Fatma Sema OYMAK Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi T fsoymak@erciyes.edu.tr ütün mamülleri veya toplumdaki ismiyle sigara 500 yıldır yaygın olarak kullanılmaktadır. Sigara; dumanındaki bağımlılık yapıcı nikotin maddesi, kanda oksijen taşınmasına engelleyen ve ölümlere yol açabilen zehirli karbonmonoksit gazı, katran ve birçoğu kanserojen, yaklaşık 4000 çeşit zehirli kimyasal madde ile en ölümcül toplumsal zehirlenme aracı, kitle imha silahı olarak rol oynamaktadır. Sigaradaki, nikotin ciddi bağımlılık yapan bir maddedir, eroinden daha fazla bağımlılık yapar ve insanları yetişme çağında kendisine esir eder. Sigara alışkanlığı, önlenebilir bir hastalıktır ve toplum sağlığını sarsan temel bir etkendir. Son araştırmalara göre, yaklaşık 14 milyon kişinin sigara tüketicisi olduğu, tüm kanser ölümlerinin üçte birinin nedeninin sigara olduğu, her yıl yaklaşık 100.000 kişinin sigara nedeniyle öldüğü ülkemizde, sigara tüketimini azaltmak, sigaranın zararlarını anlatmak ve halkı bilinçlendirmek hekimlerin en önemli görevlerinden biri olmalıdır. D ünyada, yaklaşık bir milyardan fazla insan sigara içmekte, dünyadaki çocukların yarısına yakını, sigara dumanlı havayı teneffüs etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre; dünyadaki en büyük sağlık sorunu sigaradır. Tütün ve tütün mamulleri nedeniyle yılda 5.4 milyon kişi, yani her 6 saniyede bir kişi ve her 10 yetişkinden biri ölmektedir. İ çenlerin yarısının ölümüne neden olan sigara, vücutta başta akciğerler, kalp ve dolaşım sistemi olmak üzere hemen her sistem ve organı etkilemektedir. Sigara ile ilişkili hastalıklar, ciddi organ fonksiyon kayıpları ve yaşam kalitesinde belirgin düşmelere neden olmaktadır. Amfizem, kronik bronşit, akciğer kanseri, damar sertliği, kalp krizi, gırtlak, yemek borusu, pankreas, mesane, rahim kanserleri bunlardan sadece bir kaçıdır. Ayrıca, sigaranın kadınlarda doğurganlığı azalttığı, erkeklerde iktidarsızlığa yol açtığı is-patlanmış olup, sigara içen ailelerin bebeklerinin ise düşük kiloda ve erken doğduğu belirlenmiştir. A kciğer kanseri ve kronik bronşit, sigara içme nedeni ile en sık görülen solunum sistemi hastalıklarıdır. Bu hastalıklar aynı zamanda, sigara içenler arasındaki başlıca ölüm nedenleridir. Sigara dumanının, akciğerlerin savunma mekanizmaları üzerine olumsuz etkileri vardır. Akciğerler enfeksiyonlara açık hale gelir. Bakteriler alt solunum yollarında kolonize olurlar. Sigara içenlerde solunum yollarının direnci azaldığından, kronik bronşitin balgamda artma, balgamda koyulaşma ve nefes darlığında artma ile seyreden enfeksiyöz alevlenmeleri ve zatürre gibi akciğerlerin iltihaplı hastalıkları oldukça sık görülür. Akciğer embolisi, tüberküloz gibi diğer solunum sistemi hastalıkları da sigara içenlerde içmeyenlere göre daha sıktır. Nadir de görülse % 95 oranında sigara içimi ile ilişkili olan akciğerin Langerhans hücreli histiositosis-X,%100 sigara ile ilişkili respiratuar bronşiolit gibi hastalıklar da vardır. Diğer diffüz parankimal akciğer hastalıkları da sigara içenlerde, içmeyenlere göre daha fazla görülür. Sigara içenler, daha sık hasta olurlar ve daha zor iyileşirler. S igara içermiş olduğu yüzlerce kanserojen madde saye-sinde başta akciğer kanseri olmak üzere hemen her türlü kan-serin oluşumuna neden olur. Sigara tüm kanserlerin % 30’unun nedenidir. Ülkemizde ve dünyada meydana tüm ö-lümlerin %25-30'undan ve kansere bağlı ölümlerin ise % 50'sinden direk veya dolaylı olarak sigaranın sorumlu olduğu konusunda görüş birliği mevcuttur. Sigara içimi ile en sık görülen kanser, akciğer kanseridir. Akciğer kanserlerinin %90’dan fazlasının nedeni sigaradır. Sigara içenlerde akciğer kanseri riski 10-15 kat daha fazladır. Sigaranın bırakılması ile risk hızla azalmaktadır. S igara içmenin yalnız sigara içen yönünden ele alınması yeterli bir yaklaşım değildir. Sigara kullanan kişilerin bulunduğu ortamlarda bulunan kişiler, edilgen pasif içici olarak adlandırılır ve sigaranın zararlarından, içen kişiden daha çok etkilenirler. Pasif sigara dumanı maruziyetinin tüm dünyada her yıl meydana gelen toplam ölümlerin %1'inden sorumlu olduğu düşünülmektedir. Sigara içip ölen her 9 kişi, dumanları dolayısı SİGARA VE SAĞLIK 4 ile sigara içmeyen bir kişinin de ölümüne yol açmaktadır. Pasif sigara dumanı maruziyetinin en çok etkilediği ve ölüme yol açtığı yaş grubu çocuklar olup, içen bireylerin yakın çevresinde yaşayan çocuklarda ani ölümler, orta kulak ve solunum yolu infeksiyonları ve astım daha sık görülürken, erişkinlerde ise kalp hastalıkları ve akciğer kanseri, sigara dumanına maruz kalmayanlara göre daha sık görülmektedir. T ürkiye'de yetişkin nüfusun yaklaşık yarısı sigara içmektedir. Ülkemizde sigara içen 14 milyon kişi günde 40 milyon doları, yılda ise 15 milyar doları sigaraya vermektedir. Bu 14 milyon kişinin 4 milyonu hayatından 7 yıl, 4 milyonu ise 22 yıl kaybederek ölecektir. Sigaranın yol açtığı hastalıklar nedeniyle ülkemize verdiği yıllık ekonomik zarar 2.72 milyar dolardır. Bu rakama işgücü kaybı, hastalıklar nedeniyle bireylerin ve ailelerinin çektiği acılar dahil değildir. Tütün bireyi, çevreyi ve ülkeyi yoksullaştırmaktadır. Z ararları konusunda kuşkuya yer vermeyen bilimsel araştırma sonuçları, sigara ile mücadeleyi zorunlu kılmaktadır. Sigara ile mücadele bireysel değil toplumsal bir mücadeledir. Sağlıklı toplum, ancak sağlıklı bireylerle oluşturulabilir. Aslında bu mücadelede en iyi seçenek, tütün ve her türlü tütün mamülünün toplum yaşamından tamamen uzaklaştırılması iken, bu amaca ulaşılması yakın gelecekte çok gerçekçi görünmemektedir. S igara ile mücadele iki şekilde yürütülmektedir. Birincisi ve en önemlisi sigaraya başlamanın önlenmesidir. Batılı toplumlardakine benzer şekilde yoğun olarak yapılacak toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları sayesinde sigaraya hiç başlamayan nüfus oranı ciddi şekilde yükseltilebilir. Özellikle 18 yaş altı çocukların sigara içme alışkanlığı kazanmalarına engel olma, sigara ile mücadelede önemli unsurlardan biri olup, bu konuda çocuklara örnek olabilecek, toplumda lider konumunda bulunan sanatçılara, öğretme lere, sağlık personeline ve din görevlilerine önemli görevler düşmektedir. S igara ile mücadelede diğer seçenekler ise içenlerin bırakmasına yardım etmek ve sigara içmeyenlerin çevresel tütün dumanından zarar görmelerini önlemektir. Pasif içiciliği engelleme adına yoğun çabalar, dünya üzerinde Türkiye’nin de dahil olduğu 100’e yakın ülkede sarfedilmektedir. Türkiye, Hükümet politikaları ve 20 yıldır aktif olarak görev yapan, temel amacı ulusal akciğer sağlığını geliştirmek olan, Göğüs Hastalıkları ulusal uzmanlık derneği Türk Toraks Derneği' nin rehberliğinde yapılan çalışmalar ile sigara tüketimi ile en sert mücadele eden ülkeler arasına girmiştir. Bu çalışmalar sayesinde Türkiye'de sigara tüketimine ilişkin ilk yasal kısıtlama, 1996 tarihli 4207 sayılı kanun ile tütün ürünlerinin zararlarının anlatılması ve tüketiminin önlenmesine ilişkin uygulamalar gündelik hayatta başlamıştır. Daha sonra ise, 2008 tarihli 5207 sayılı Kanun'la Türkiye'de 19 Temmuz 2009 tarihinden beri evler hariç her türlü kapalı ortamda sigara tüketimi yasaklanmıştır. Bu kanun çerçevesinde Erciyes Üniversitesi kampüsü içindeki marketlerde de sigara satışı yasaktır. T ürkiye Ulusal Öğrenci Konseyi, 1 Mart-31 Mayıs 2011 tarihleri arasında Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül himayelerinde tüm Türkiye'yi kapsayan "Dumansız Kampüs" projesiyle sigara bıraktırma ve sakındırma seferberliği kampanyası başlatmıştır. Ancak bu önlemlere rağmen sigara açık havada bile içmeyenlere zarar vermekte ve rahatsız etmektedir. Geleceğimiz olan çocuklar ve gençlerimizin sigaraya alışmamalarına ve sigara dumanına maruz kalmamalarına özel dikkat sarfetmemiz gerekmektedir. S igara ile mücadelenin diğer bir yolu, bırakılmasına yardımcı olmaktır. Sigara bıraktırma çalışmalarında en önemli adım sigara içenleri sigaranın yukarıda bahsedilen olası yakın ve uzak gelecek riskleri konusunda bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir. Sigarayı bırakmak, sigaraya bağlı hastalık riskini önemli ölçüde azaltmaktadır. Sigarayı bıraktıktan 2 saat sonra nikotin vücudu terk etmekte, 6 saat sonra kalp atış hızı ve kan basıncı normale dönmekte , 12 saat sonra da sigara dumanından kaynaklanan zehir, kan dolaşımından temizlenmektedir. Sigarayı bıraktıktan 5 yıl sonra kalp krizi riski, 10 yıl sonra ise akciğer kanseri riski, yarıya inmektedir. de, bir tanesi Erciyes Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim dalı bünyesinde olmak üzere 5 adet sigarayı bıraktırma polikliniği hizmet görmektedir. Kayseri ve tüm Türkiye'deki sigarayı bıraktırma polikliniklerinin ayrıntılı bilgileri internette mevcuttur. Erciyes Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Sigarayı Bıraktırma Polikliniği 2004 yılındaProf Dr. İnci Gülmez’in yoğun çabalarıyla kurulmuş ve o zamandan beri hizmet vermektedir. Sigara bıraktırma ünitelerine başvuran kişilerin sigaranın bağımlılık yapan maddesi olan nikotine ne oranda bağımlı oldukları çeşitli testler aracılığı ile değerlendirildikten sonra kişinin durumuna göre bir veya birden fazla yöntem kullanılarak sigarayı bıraktırma programlarına alınırlar. Kişiden kişiye değişmekle birlikte, bu tedaviler sayesinde %50'ye varan kısa dönem sigara bıraktırma başarı oranları yakalanabilmektedir. Bu ilaçlar sigara bıraktırma tedavi seçenekleri arasına girmiştir. Sigara bıraktırma tedavilerine mutlaka doktor kontrolünde başlanmalıdır. Her ilacın her hastada kullanılamayacağı ve bazen önemli doz ayarlamalarının gerekebileceği iyi bilinmelidir. Uygulanan sigara bıraktırma tedavileriyle başarısız olunması durumunda ise gene doktor kontrolünde uygun zaman seçilerek tekrar, tekrar sigara bıraktırma tedavilerine kararlılıkla başlanması önerilmektedir. Altıncı, yedinci denemeden sonra sigarayı tamamen bırakan hasta sayılarının hiçte azımsanmayacak kadar yüksek olduğu unutulmamalıdır. Sigarayı bırakmanın hem kendi sağlığımız hem de örnek olmak suretiyle çocuklarımızın gelecekteki sağlıkları açısından ne kadar önemli olduğunu kendimize sürekli olarak hatırlatmalıyız. Çocukların söyleneni değil anne ve babalarının davranışlarını örnek alarak çoğu zaman onların yaptıklarını, yaptıkları iyi bilinmelidir. S on yıllarda sigara içen kişilere yönelik olarak sigarayı bırakmaları yönünde sürekli çalışmalar yapılması bir ülke politikası olarak ele alınmıştır. Son 10 yıldır, T.C. Sağlık Bakanlığı önderliğinde iki yılda bir ödüllü sigarayı bırakma kampanyaları düzenlenmekte olup, bu kampanyanlar ile pekçok kişi sigarayı bırakmıştır. Son yıllarda ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Sağlık Bakanlığı ve Türk Toraks Derneği tarafından kararlılıkla yürütülen Tütün Kontrolü Ulusal Programı kapsamında 278 adet Sigara Bırakma Polikliniği açılmıştır. Polikliniklere sigara bırakmak için müracaat eden kişilerden ilaç tedavisiyle sigarayı bırakması uygun görülen kişilere Sağlık Bakanlığı tarafından ücretsiz olarak temin edilen 360 bin kutu sigara bırakma ilacı hekim kontrolünde son iki yılda dağıtılmış ve takipleri gerçekleştirilmiştir. Ayrıca ALO 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı, 27 Ekim 2010 tarihinde faaliyete geçmiş ve bir yıllık dönemde yaklaşık 2 milyon çağrı almıştır. Sigara bırakma konusundaki yoğun çabalar neticesinde sigara içenlerin sayısında büyük bir düşüş olmuş ve Sağlık Bakanlığı verilerine göre sigarayı bırakmaya yönelik yapılan kampanyalar sonucu son iki yılda yaklaşık 2.2 milyon kişi sigarayı bırakmıştır. T amamen sigarasız bir topluma ulaşana kadar, önümüzdeki yıllarda sigara ile mücadelenin artarak devam edeceğine, sabırla yol kat edileceğine ve sağlıklı bir topluma ulaşılacağına, hekimler başta olmak üzere, tüm sağlık personeli ve toplum olarak hepimizin sonuna kadar inanması gerekmektedir. Bu yüzden hiç sigaraya başlamamak gerekir. Sigara içenlerin bir an önce, vakit geçirmeden, bu alışkanlıklarından vazgeçmesi ve sigarayı bırakması gereklidir. Sigarasız bir kampüs, sigarasız bir toplum için tüm resmi ve sivil kuruluşların yakın işbirliğine gereksinimimiz bulunmaktadır. S igarayı içmediyseniz sakın denemeyin. İçiyorsanız, bağımlılık oluşmadan hemen bırakmaya çalışın. Bırakamıyorsanız, yardım isteyin. Sigarasız bir yaşam dileği ile... G ünümüz tıbbı, tütün bağımlılığını tedavi edilebilir, kronik bir hastalık olarak kabul etmektedir. Son yıllarda geliştirilen tedavi yöntemleri ile sigara içenlerin bırakmasına yardım edilmektedir. Tıbbi tedavi hekimin uygulayacağı destek tedavisi ile birlikte kullanılırsa bırakma başarısı artmaktadır. Bu amaçla her hekimin, her türlü hastaya daha kapıdan girdiğinde, ilk sorması gereken soru, sigara içip içmediği olmalıdır. Daha sonra ise, alınan cevaba göre hastalar sigarayı bırakmaları yönünden bilgilendirme yoluyla motive edilmelidir. Bu aşamadan sonra sigarayı bırakmaya istekli ve motive olmuş vatandaşların daha iyi ele alınabilmesi amacına yönelik açılmış olan sigara bıraktırma ünitelerine, çok iş düşmektedir. Bu amaçla Kayseri il merkezin- Sigara içenlerin akciğeri Sigara içmeyenlerin akciğeri 9. sayı sayfa 5:Layout 3 14.12.2012 15:21 Sayfa 1 5 Bülten Erciyes TIP Prof. Dr. Abdurrahman OĞUZHAN K Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı abdurrahmano@erciyes.edu.tr alp vücudumuz için gerekli oksijen ve besinleri taşıyan kanı pompalayan yaşamsal öneme sahip bir organımızdır. Kalbin vücudun ihtiyacını karşılayacak düzeyde kanı pompalayamamasına kalp yetmezliği denir. Kalp yetmezliği durumunda kalp kanı yeterli miktar ve hızda dokulara gönderemez. Sonuç olarak kalp vücudun ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli miktarda oksijen ve besini vücuda pompalayamaz. Bu durumda vücudumuzda bazı mekanizmalar devreye girer. Böbrekler su ve tuz tutulumu yaparker, kalp atım sayısını artırarak bu durumun üstesinden gelmeye çalışır. Bir başka düzeltici süreçde kalp boşluklarının genişlemesidir. Böylelikle karıncıklardaki kan miktarı artar. Bu durumda, güçsüz kalmış olan kalbin, normal miktardaki kanı bile atmakta zorluk çekerken, daha çok kanı vücuda pompalamakta yetersiz kalacağı düşünülebilir. Bu koruyucu mekanizmalar belli bir yere kadar durumu idare edebilirken, bir süre sonra durum daha da kötüye gider. Bu evrelerin erken dönemde tespit edilip tedaviye başlanması büyük bir öneme sahiptir. K Kalp yetmezliği nedenleri? alp kasında hasara neden olan tüm nedenler kalp yetmezliğine neden olabilir. Kalp yetmezliğine en sık sebep dünyadaki ölümlerin de başında gelen nedenlerden olan koroner kalp hastalığıdır. Koroner kalp hastalığı sonucu ortaya çıkan damar tıkanıklığı, o damarın beslediği bölgenin kalp kaslarının ihtiyacı olan maddelerin ulaştırılmasına engel olacağından fonksiyonlarında yetersizliğe sebep olabilir. Bunun yanında kalp damarlarındaki ani tıkanıklık sonucu kalp krizine neden olarak kalp yetmezliğine sebep olur. Kalbin zorlanarak aşırı çalı ştığı durumlarda bir süre sonra kalp yetmezliğine neden olabilmektedir. Bu duruma neden olan en sık neden hipertansiyondur. Bunun yanında kapak hastalıkları ve böbrek hastalıkları da kalbin yükünü artırmak suretiyle kalp yetmezliğine neden olabilmektedir. Diğer nedenler KALP YETMEZLİĞİ arasında, kalp kaslarının iltihabi enfeksiyonları, madde bağımlılığı, tiroid hormon bozuklukları, sigara, alkol ve doğuştan gelen bazı hastalıklar kalp yetmezliğine neden olabilir. K Kalp yetmezliği belirtileri nelerdir? alp yetmezliğinin belirtilerinin bilinmesi hastalığın erken teşhisinde ve tedavisinde büyük kolaylık sağlamaktadır. Belirtiler başlıca kalbin kanı ileriye doğru pompalama yetersizliği ve geride göllenen kan ile ortaya çıkmaktadır. Başlıca belirtiler; halsizlik, yorgunluk, nefes darlığı, öksürük, çarpıntı, çabuk yorulma, basit hastalıklara (nezle, soğuk algınlığı gibi) direnç gösterememek, ayak bileklerinde şişme, iştahsızlık, sık idrara çıkma. Bu belirtiler bir anda ortaya çıkabildiği gibi zamanla kalp yetmezliğinin gelişmesiyle de ortaya çıkabilir. Hastalar zamanla yokuş ya da merdiven çıkarken zorlanır. Kanın geriye doğru akciğerlerde birikmesi sonucu nefes darlığı, öksürük ve sırt üstü yatamama şikayeti ortaya çıkabilir. Özellikle akşama doğru artan ayak bileği ödemi oluşur ve hastalar akşam saatlerinde ayakkabılarını giymekte zorlanabilirler. Hastalar, yüz, el ve ayaklarda morarmalar oluşabilir. Özellikle kanın dokulara pompalanmasında yetersizlik artarsa morarma daha da şiddetli olabilir. Belirtilerin ortaya çıkmasıyla hastaların bir kardiyoloji uzmanına başvurmaları ve kalp yetmezliğine yönelik muayene, tetkik ve tedavilerinin yaptırmaları gerekmektedir. H Kalp yetmezliği tanısı nasıl konulur? astalar bir kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilmelidir. Alınan ayrıntılı anamnez ile birlikte fizik muayene tanıda çok önemli bir yere sahiptir. Bunların yanında, kan tetkikleri, elektrokardiyografi yapılmalıdır. Kalp yetmezliğinin tanısında önemli bir yere sahip olan ekokardiyografi ile ultrasonografik olarak kalp boşluklarının boyutları, kalp kaslarının kasılma fonksiyonları, kapakların çalışma dinamikleri, doğumsal kalp hastalıkları kolayca tespit edilebilir. Kolay uygulanabilir ve yan etkisi olmayan bir yöntem olan ekokardiyografi ile hastaların erken teşhisi mümkündür. İleri tetkik yapılması gereken durumlarda, hastalığın sebebini ortaya koymak ve tedavi edilebilir nedenleri tespit etmek amacıyla hastalara başta koroner anjiyografi olmak üzere girişimsel tanı ve tedavi yöntemleri, çok kesitli bilgisayarlı tomografi, kalp manyetik rezonans incelemesi ve sintigrafik tanı yöntemleri yapılabilir. K Kalp yetmezliği tedavisi nasıl yapılır? alp yetmezliğinde temel prensip kalbin iş yükünü azaltmaktır. Bunun başında tuz kısıtlaması ve sigaranın bırakılması gelmektedir. Bunların yanında yağlı, katı ve ağır yemeklerden uzak durulup, sindirimi kolay hafif gıdaların tüketilmesi gerekmektedir. Her öğünde aşırı yemek yerine, az ve sık yenilmesi önerilmektedir. Hastaların ağır güç ve kondisyon gerektiren işlerden kaçınması gerekmektedir. Bunun yanı sıra doktor kontrolünde bir egzersiz programı oluşturmalı ve uygulamalıdır. Yaşam tarzı değişiklikleri, hastaların tedavi olmasını kolaylaştıracağı gibi tedaviden alacağı faydayı da artırmaktadır. Yaşam tarzı değişiklikleri bazı hastalarda tedavi için yeterli olmakla birlikte, bazı hastalarda medikal tedaviye ihtiyaç duyulmaktadır. Kalp yetmezliği tedavisi için önerilen ilaçlar modern tıbbın ortaya koyduğu sonuçları kanıtlanmış ilaç gruplarıdır. Ancak kardiyoloji hekimi tarafından verilmesi gerekmektedir. Bu konuda ilaç benzeri, kanıta dayanmayan maddelerin kullanılması kalp yetmezliğini daha da şiddetlendirebilmektedir. Kalp yetmezliği hastanın tedaviye uyumunu gerektiren uzun bir süreçtir. Hastaların bu süreçte doktoruyla iyi bir ilişki içerisine girip önerilerini büyük bir titizlikle yerine getirmesi gerekmektedir. Son yıllarda özellikle medikal tedaviye dirençli kalp yetmezliği olgularında kalp pilleri önem kazanmaya başlamıştır. Kalp yetmezliği gelişen bazı hastalarda kalp kaslarındaki senkronizasyon bozukluğu nedeniyle kalp kaslarının birlikte aynı anda kasılamaması sonucu ileriye doğru pompa yetersizliği ortaya çıkar. Böyle durumlarda dışarıdan pil vasıtası ile kalp kaslarındaki senkronizasyonu sağlamak amacıyla uygun hastalarda kalp pilleri kalp yetmezliğinde iyi bir tedavi alternatifidir. Kalp yetmezliği olan hastalar nelere dikkat etmelidirler? alp yetmezliği bulunan hastalar öncelikle hastalıkları konusunda detaylı bir bilgi edinmelidirler. Yaşam tarzı değişikliklerini hayatlarının bir parçası haline getirip kararlılıkla uygulamalıdırlar. Boyunuza göre ideal kiloya ulaşmak için çaba göstermeli, gerekirse profesyonel destek alınmalıdır. Başta tuz olmak üzere, sigara ve alkol tüketimini sonlandırmalıdırlar. Eğer mevcut ise diğer hastalıklarının kontrol altında olması için azami çaba göstermelidirler. Hastalar, başta ağrı kesiciler olmak üzere bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınmalı, doktorlarının önerdiği ilaçları uygun şekilde kullanmalıdırlar. K PROF. DR. ÖZTÜRK VE PROF. DR. TEKOL İÇİN EMEKLİLİK TÖRENİ DÜZENLENDİ E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yaş haddinden emekli olan öğretim üyeleri Prof. Dr. Mustafa Kürşad Öztürk ile Prof. Dr. Yalçın Tekol için tören düzenlendi Gevher Nesibe Hastanesi Başhekimlik Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilen emeklilik törenine Rektör Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, Tıp Fa- kültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammet Güven ve çok sayıda öğretim üyesi katıldı Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muhammet Güven ile Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, yaptıkları konuşmada, emekli olan öğretim üyelerinin gerek görev yaptıkları Ana Bilim Dalı, gerek Tıp Fakültesine, gerekse üniversiteye büyük katkıları bulunduğunu belirtirken, emekli öğretim üyelerine teşekkür etti. Konuşmaların ardından emekli öğretim üyelerine plaket ve hediye takdim edildi. Kokteyl ile tören sona erdi. 9. sayı sayfa 6:Layout 3 14.12.2012 15:22 Sayfa 1 ACİL TIP ANABİLİM DALI Bülten Erciyes TIP E 6 rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı 1994 yılında kurulmuştur. Dr. Sait Molu Acil Servisi olarak 7 gün 24 saat süreyle kesintisiz olarak hizmet vermektedir. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı 15 yaş üstü tüm acil hastaları (travma ve travma dışı tüm acil hastaları) ve 15 yaş altındaki tüm travma ve yanık hastalarını kabul etmektedir. Acil Tıp Anabilim Dalı sadece Kayseri ilindeki hastalara değil Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Yozgat, Sivas ve Kahramanmaraş gibi çevre illerden sevk edilen acil hastalara da hizmet vermektedir. Acil Servise yılda ortalama 70000 hasta başvurusu olmaktadır. Mevsimlere göre farklılıklar gösterse de başvuru sebeplerinin yaklaşık % 25’i travmadır. Travma hastalarının dışındaki hastaların önemli bir bölümü de yoğun bakım tedavisi gerektiren, çoklu organ sistemlerini ilgilendiren rahatsızlıklara sahip hastalardır. Acil Servise gelen hasta öncelikle ambulans karşılama görevlisi tarafından alınır ve triyaj biriminin (hasta karşılama ve yönlendirme birimi) yönlendirmesinden sonra Acil Servis içindeki ilgili bölümün hekimlerine ve ekibine teslim edilir ve müdahele ve tedavi süreci başlar. Sekreterlik Hasta giriş, çıkış ve yatış işlemlerini yapmak üzere Acil Servis girişinde 24 saat boyunca 2 tıbbi sekreter görev almaktadır. Acil Tıp Anabilim Dalında diğer işlemler için ise 08.00-17.00 saatleri arasında Anabilim Dalı sekreteri bulunmaktadır. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı şu bölümlerden oluşmaktadır: Ambulans Karşılama Acil Servise ambulansla ya da diğer araçlarla gelen hastaların karşılandığı bölümdür ve 24 saat boyunca kesintisiz hizmet verilmektedir. Acil Servis ana girişinde bu iş için 1 hastabakıcı görevlidir. Danışma 24 saat boyunca hasta yakınları ile iletişimi sağlayan danışma biriminde, 08.0016.00 saatleri arasında 3; 16.00-23.00 saatlerinde 2 ve 23.00-08.00 saatlerinde ise 1 danışma görevlisi bulunmaktadır. Hasta yakınlarına bilgi verilmesi işleminin koordinasyonu danışma birimince yapılmaktadır. Hasta yakınlarına bilgi ortalama 2 saatte bir, duruma göre daha sık aralıklarla bizzat hastanın doktoru tarafından verilmektedir. Güvenlik Acil Servisin güvenliği 24 saat boyunca 3 güvenlik görevlisi tarafından sağlanmaktadır. Triyaj (Hasta Karşılama ve Yönlendirme Birimi) Hastaların Acil Servise ilk başvurularında şikayet ve durumlarının ciddiyetine göre ayrım ve yönlendirmenin yapıldığı bölümdür. Triyajda acil tıp teknisyeni (ATT) görev yapmaktadır ve nöbetçi hekimle sürekli koordinasyonlu çalışmaktadır. Travma Müdahale Trafik kazaları, ateşli silah yaralanmaları, delici-kesici alet yaralanmaları, düşmeler, yanık gibi hastaların tanı, tedavi ve gözlemlerinin yapıldığı kısımdır. Travma Bölümünde 24 saat boyunca 2 Acil Tıp hekimi, 1 hemşire 1 Acil Tıp teknikeri (paramedik) veya teknisyeni (ATT) ve 2 hastabakıcı görev yapmaktadır. Travma Müdahale Bölümünde ayrı bir kısım halinde mönitörlü kardiyopulmoner resüsitasyon alanı mevcuttur. Ayrıca, küçük cerrahi işlemlerin ve girişimlerin yapıldığı ayrı bir alan vardır. Dahili Müdahale Bölümü Travmalı olmayan ağır hastaların alındığı alandır. Göğüs ağrısı, mide-barsak kanamaları, akut serebrovasküler hastalıklar, ze- hirlenme, diabet koması, hepatik koma gibi kritik hastalıkları olan hastaların tanı, tedavi, girişim ve gözlemlerinin yapıldığı bölümdür. Bu bölümde hastaların sabit monitörlü gözlemleri yapılabilmektedir. Ayrıca hem Travma hem de Dahili Müdahale Bölümlerimizde kullanılmak üzere 5 tane seyyar defibrilatör cihazı bulunmaktadır. Dahili Müdahale’de 24 saat boyunca asgari 2 Acil Tıp hekimi, 3 hemşire ve 2 hastabakıcı görev yapmaktadır. Acil Tıp Anabilim Dalında, solunum arresti olan hastalar için 3 adet mekanik ventilatör bulunmaktadır. Yoğun bakım ihtiyacı olan ancak yoğun bakımlarda yer olmadığı durumlarda hastalar Acil Serviste takip ve tedavi edilmektedir. Acil Muayene Birimi Karın ağrısı, üst solunum yolu enfeksiyonları, idrar yolu enfeksiyonları gibi durumu stabil olan hastaların tanı, tedavi ve gözlemlerinin yapıldığı kısımdır. Acil Muayene’de 24 saat boyunca 1 Acil Tıp hekimi, 1 hemşire 1 paramedik veya Acil Tıp teknisyeni görev yapmaktadır. İzolasyon Odaları Acil Serviste, bulaşıcılık riski yüksek enfeksiyon hastaları ile nötropenik hastaların tanı, tedavi ve takiplerinin yapıldığı 2 izolasyon odası mevcuttur. Acil Depo Hastane ana deposundan ayrı olarak 24 saat boyunca hasta ihtiyaçlarını karşılamak üzere ilaç ve malzemeleri bulundurmaktadır. Acil depoda 08.00-16.00 saatleri arasında 2, 16.00-08.00 saatleri arasında ise 1 depo görevlisi çalışmaktadır. Ambulans Hastane ambulansı kampüs içi acil olgu çağrılarına gitmektedir. Görev tanımı dahilindeki hasta transferlerini yapmaktadır. Ambulans ekibi kampus içi spor karşılaşmalarında, açık ve kapalı alan toplantılarında ve sosyal faaliyetlerinde de görev yapmaktadır. Ambulans ekibinde 1 paramedik, 1 acil tıp teknisyeni ve 1 şoför bulunmaktadır. Acil servisimizde hastalardan alınan kan örnekleri pnömotik sistemle laboratuvara gönderilmekte ve sonuçlar otomasyonla bilgisayardan alınmaktadır. Hasta bakımının yapılan her bölümde otomasyon ile hasta tetkik sonuçları alınabilmektedir. Her üç bölümümüzde de kurulu olan PACS sistemi ile hastaların radyolojik görüntüleme tetkikleri değerlendirilebilmektedir. 9. sayı sayfa 7:Layout 3 14.12.2012 15:23 Sayfa 1 7 Bülten Erciyes TIP Şu anda Anabilim Dalımız akademik kadrosunda; 1 Profesör, 2 Doçent ve 24 araştırma görevlisi doktor çalışmaktadır. Anabilim Dalında görev yapan öğretim üyelerimizin isimleri şöyledir: Prof. Dr. Levent Avşaroğulları, Doç. Dr. Polat Durukan ve Doç. Dr. Seda Özkan. Acil Tıp Anabilim Dalında çeşitli öğrenci gruplarına eğitim verilmektedir. İntörn doktorlar 2 aylık Acil Tıp stajlarını Acil Serviste yapmaktadır. İntörn doktorlara klinik ve uygulama eğitimlerinin yanı sıra her 3 öğretim üyesi tarafından teorik dersler de ve-rilmektedir. Ayrıca bölümümüz öğretim üyeleri tarafından Halil Bayraktar Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu İlk ve Acil Yardım (Acil Tıp Teknikerliği) Bölümü 2. sınıf ve Diş Hekimliği Fakültesi 5. sınıf öğrencilerine programlı dersler ve Tıp Fakültesi Dönem I ve II öğrencilerine seçmeli dersler verilmektedir. Kayseri ve Develi Sağlık Meslek Lisesi Acil Tıp Teknisyenliği Bölümü öğrencilerinin bir kısmı da yıl içi ve yaz stajlarını Acil Tıp Anabilim Dalında yapmaktadır. Acil Tıp Anabilim Dalında biri sorumlu hemşire olmak üzere 25 hemşire, 26 hastabakıcı, 5 Acil Tıp teknisyeni (ATT), 4 Acil Tıp teknikeri (paramedik), 10 tıbbi sekreter, 7 danışma görevlisi ve 12 temizlik görevlisi çalışmaktadır. Acil Tıp uzmanlık eğitimi süresi 4 yıldır. Bu 4 yıl süresince Acil Tıp Anabilim Dalımızda pratik ve teorik olarak yetiştirilen araştırma görevlilerimiz uzmanlık tezlerini hazırlayarak Acil Tıp uzmanı olarak mezun edilmektedir. Akademik takvim süresince her Salı seminer ve makalelerin sunulduğu, interaktif olgu tartışmalarının yapıldığı, laboratuar ve görüntüleme tetkiklerinin tartışıldığı eğitim programı mevcuttur. Acil hasta sevklerinde sorunlar, mevzuat ve ASKOM uygulamaları masaya yatırıldı K Dr. Ahmet Öksüzkaya ayseri’de Hasta Sevklerindeki Sorunlar, Mevzuat ve ASKOM (Acil Sağlık Hizmetleri Koordinasyon Komisyonu) uygulamaları, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri’nde düzenlenen panelle masaya yatırıldı. İl Sağlık Müdürlüğü ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri işbirliği ile gerçekleştirilen panelin yöneticiliğini Tıp Fakültesi Hastaneleri Başhekimi Prof. Dr. Kudret Doğru yaptı. Başhekim Doğru, böyle bir etkinliğe ev sahipliği yapmaktan mutlu olduklarını belirtirken, bu panelde, hasta sevklerindeki işleyiş ve sorunlar, mevzuat, koordinasyon hizmetlerinin enine boyuna ele alınacağını söyledi. Prof. Dr. Kudret Doğru Başhekim Prof. Dr. Doğru’nun açılış konuşmasının ardından İl Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Ersin Yel “Kayseri İlindeki Çalışmalar ve Veriler”, İl Sağlık Müdürü Dr. Ahmet Öksüzkaya, “Sevk Sisteminin İşleyişiMevzuat Temeli ve ASKOM Kararları”, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Başhekim Yardımcısı Doç. Dr. Tuncay Özgün, “Hastaneler Yönetimi Açısından Sevkler”, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Levent Avşaroğulları ise “Sevk Türleri, Acil ve Mevzuat, Örnekler” konularında sunum yaptı. Çok sayıda öğretim üyesinin takip ettiği panelin sonunda ise konuşmacılar, kendilerine yöneltilen soruları cevaplandırdı. A an i c in rler s i rv nefe e S il ran c A rta ku ACİL TIP NEDİR ? cil Tıp; temel görevi, beklenmeyen bir sağlık probleminde veya yaralanma durumunda hastayı değerlendirmek, tanımak, tedavi etmek ve daha ileri sakatlık veya ölümden korumak olan bir uzmanlık dalıdır. Dünyada ilk kez Amerika Birleşik Devletleri’nde 1970 yılında bu uzmanlık eğitimine başlanmıştır. 42 yıllık bu süre içinde bilimsel anProf. Dr. Levent lamda, hizmet anlamında çok büyük gelişmelere AV ŞAROĞULLARI imza atılmıştır. Dünyada ve ülkemizde çeşitli televizyon dizilerine konu olmuştur. Dünyada Acil Acil Tıp Anabili Tıp uzmanlığı hizmetinin sistemli olarak sunulm duğu başlıca ülkeler ABD, Kanada, İngiltere, ADalı Başkanı vustralya, Hong Kong ve Singapur’dur. Bir çok yerde ise başlangıç yapılmış ve ilerlemeye delavsar@erciyes.edu.tr vam etmektedir. Acil Tıp hizmeti, akut hastalık veya yaralanması olan bir hastaya tanı koymak, değerlendirmek, stabilizasyonunu sağlamak, tedavi etmek ve bakımını sonuçlandırmak üzere eğitilmiş hekimler tarafından uygulanır. Bu hizmet gece, hafta sonu ve bayram tatilleri dahil 7 gün 24 saat aynı kalitede sunulmalıdır. Acil Tıp uzmanları Acil Servislerin yanı sıra deprem, sel ya da benzeri afetlerde de afet hekimliği uygulamalarında da yer almaktadırlar. Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında bir çok afette yönetim ve tedavi aşamalarında başarıyla görev yapmaktadırlar. Ülkemizde 30 Nisan 1993 yılında Acil Tıp Uzmanlığı Resmi Gazete’de yeni bir uzmanlık dalı olarak kabul edilmiştir. Uzmanlık eğitimi ilk kez 1994 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başlatıldı. Halen 43 Tıp Fakültesinde ve 27 Eğitim Araştırma Hastanesinde uzmanlık eğitimi sürmektedir. Ülke genelinde yaklaşık 650 Acil Tıp uzmanı vardır. 1350 Acil Tıp asistanı tıpta uzmanlık eğitimini sürdürmektedir. Günümüzde Acil Tıp uzmanının görev yaptığı acil servislerde hastaya yönelik klinik yaklaşım tarzının daha farklı olduğu görülmektedir. Örneğin, çoklu yaralanması olan bir trafik kazası hastasına yaklaşımda hasta öncelikle, yaşamı tehdit edebilecek muhtemel tüm tehlikeli yaralanmalar yönünden değerlendirilir ve gerekiyorsa hayat kurtarıcı girişimler yapılır. İlk değerlendirme yapılıp hasta stabil hale getirildikten sonra ikincil değerlendirme süreci başlatılır. Tüm bu süreç esnasında acil ameliyat ya da başka bir müdahele gerektiren bir durum tespit edildiğinde hızla ilgili bölüm haberdar edilir ve diğer hazırlıklar yapılır. Benzeri yaklaşım biçimleri sadece travma hastalarında değil travma dışı hastalarda da, örneğin kalp krizleri, astım atakları, epilepsi nöbetleri, sindirim sistemi kanamaları, yani tüm acil hastalıklar için geçerlidir. Uzmanlık eğitimi yapan bir Acil Tıp asistanı sadece Acil Tıp uzmanlık eğitimi almamakta aynı zamanda zor durumların yönetimi, problemli durumların çözümü gibi konularda da yetkinliğini artırmaktadır. Sadece hekimler değil acil hemşireleri, hastabakıcıları, paramedikler, ATT’ler ve diğer çalışanlar da çalışma biçiminin ve alanının farklılığından dolayı aynı yetkinlikleri geliştirmektedirler. Acil Tıp ülkemizde hızlı bir gelişim seyri izlemektedir. Sağlık Bakanlığı hem hastane öncesi hem de hastane içi acil sağlık hizmetlerinde önemli dönüşümler gerçekleştirmiştir. Tüm acil servislerdeki tedavi ve bakımın Acil Tıp uzmanlarınca yapılması planlanmaktadır. Acil servisler nasıl yerlerdir ? Acil servisler 24 saat boyunca kesintisiz olarak hizmet verilen yerlerdir. Çalışma şartları bir çok servise göre farklılık arz etmektedir. Sürekli hasta akışı, hızlı tempolu çalışma, kısa sürede müdahele kararı verme, yoğun iş yükü, kapıda ambulans kuyruğunun oluşması, boş yatak olmadığında hastaların tedavi ve bakımının Acil’de sürdürülmesi ve yeni gelen hastalar…. Bazen de toplu kazalar, toplu zehirlenmeler! Acil servisteki hekimler, hemşireler, hastabakıcılar, paramedikler, ATT’ler, teknisyenler, güvenlik görevlileri, temizlik görevlileri ve diğer çalışanlar kesintisiz olarak işlerini bu tempoyla sürdürürler. Hızlı ve koordineli çalışmak işin esasıdır. Ancak, tüm bu yoğunluğa ve tempoya rağmen hastalarımıza en iyi hizmeti sunmak için gayretlerine ve çalışmalarına şevkle devam ederler. 9. sayı sayfaa 10-8:Layout 3 14.12.2012 15:25 Sayfa 1 Bülten Erciyes TIP Doç. Dr. Koray GÜMÜŞ Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi S kgumus@erciyes.edu.tr evgili okurlar; bugün sizleri, son yılların popüler konusu keratokonus hakkında bilgilendirmeye ve kafanızdaki soru işaretlerini aydınlatmaya çalışacağım. En etkili biçimde bunu sağlayabilmek için de, bu bilgilendirmeyi düz yazı yerine soru-cevap formatında yazmayı uygun gördüm. Böylelikle konunun siz değerli okurlar tarafından daha iyi anlaşılacağına inanıyorum. Çünkü, burada sizinle paylaşacağım sorular klinikte yıllardır hastalarımızın bizlere yönelttiği soruları kapsamaktadır. Buradaki bilgilendirmeye rağmen kafanıza takılan sorularınızı ve yorumlarınızı mail adresim (drkorayg@hotmail.com) aracılığıyla tarafıma iletebilirsiniz. Herkese keyif dolu ve sağlıklı bir gün diliyorum. Keratokonus nedir? Keratokonus bir kornea hastalığı olduğu için öncelikle korneayı kısaca tarif ederek bu soruyu yanıtlamaya başlayalım. Kornea göz küremizin en önde bulunan saydam tabakasıdır. Etraftaki cisimleri görmemizde korneanın rolü oldukça önemlidir. Bu nedenle korneamızın sağlıklı bir işlev görebilmesi için, saydam ve düzgün bir şekilde olması gerekmektedir. Dolayısıyla, korneanın gerek saydamlığının bozulması, gerekse yapısında ve şeklinde meydana gelebilecek değişiklikler bizlerin görme düzeyini ve kalitesini bozacaktır. Keratokonus ise yukarıda önemini vurguladığımız korneanın, öne doğru bombeliğinin artması (sivrileşmesi) ve aynı zamanda incelmesi ile karakterize bir hastalıktır. Keratokonus hangi yaşlarda görülür? Keratokonus genellikle ergenlik dönemi dediğimiz yaşlarda başlar. Ancak hastalarımız doktora başvurmada geç kaldıklarından dolayı geç tanı konulmaktadır. Ortalama olarak en sık 20-40 yaşlarında tanı konulmakta iken, son yıllarda teknolojinin ilerlemesi ve keratokonus hastalığına verilen önemin artmasıyla keratokonus tanısı çok daha erken yaşlarda konulabilmektedir. Keratokonus hastalığının belirtileri nelerdir? Keratokonus hastalığının en önemli belirtisi düzensiz astigmatizmaya bağlı sürekli değişim gösteren görme düzeyidir. Özellikle orta ve ileri evrelerde görme düzeyi ve kalitesi oldukça düşük olabilmektedir. Hastalar sürekli olarak gözlük numaralarının değişmesinden ve gözlük kullanarak görme düzeylerinin eskisi kadar artmadığından şikayetçi olurlar. Dolayısıyla, gözlük numaraları her muayenede değişen hastalarda mutlaka keratokonustan şüphelenilmeli ve ileri tetkikler yapılmalıdır. Çocukluğundan beri alerjisi olan, bu nedenle sürekli gözünü ovalayan ve bulanık görme şikayeti olan kişilerin de acilen bir göz doktoruna gitmesi gereklidir. Çünkü, allerjik konjonktivit ve keratokonus hastalıkları sıklıkla bir arada bulunmaktadır. Keratokonus ömür boyu sürer mi? İlerleyici bir hastalık mıdır? Keratokonus ömür boyu süren bir hastalıktır. Keratokonus özellikle bazı durumlarda ve bazı hastalarda ciddi ilerleme gösterebilmektedir. Genel bilgimiz ve tecrübemize göre de, bu ilerleme ortalama 30-40 yaşından sonra durmakta ve bazı hastalarda gerileme dahi olabilmektedir. Keratokonus hastalığının nedenleri nelerdir? Keratokonus hastalığının nedeni ya da nedenleri günümüzde tam olarak ortaya konabilmiş değildir. Ancak bu zamana kadar yapılmış çalışmalar ve kendi tecrübelerimiz gösteriyor ki, ailesinde daha önceden keratokonus tanısı konmuş olan kişiler en önemli risk grubunu oluşturmaktadır. Öyle ki, bazı bilimsel çalışmalarda korneanın ana yapısını oluşturan kollajenlerde yapısal bozulmayı tetikleyen bazı genlerin varlığı tespit edilmiştir. Diğer önemli bir neden ise özellikle çocukluk döneminde gözlerin sıkça ovalandığı allerjik konjonktivit varlığıdır. Keratokonus hastalarının büyük bir kısmına bakıldığında, çoğunda allerjik konjonktivit ve gözü ovalama hikayesi mevcuttur. Dolayısıyla gözü ovalama hareketinin bu hastalığın başlamasında tetikleyici rolünün olabileceğini ve / veya hastalığın ilerlemesini arttırabileceğini söylemek mümkündür. Keratokonus hastalığı ilerleme gösterirse ne olur? Keratokonus hastalığının ilerlemesi ile hastaların görme düzeyleri ve kalitesi düşmektedir. Kullanılan gözlük ya da kontak lenslerin numaraları sürekli değişmektedir. Öyle ki, ileri evre keratokonusta, hastalar kontak lens kullanamaz hale gele- KERATOKONUS HASTALIĞI 8 bilmektedir. Daha ileri olgularda ise, korneada hidrops adını verdiğimiz bir durum ortaya çıkabilmektedir. Hidrops durumunda kornea bütünlüğü bozulmakta ve korneada ödem ve sonucunda skar dokusu gelişmektedir. Bu durum hastalarda görme düzeyinin daha da bozulmasına yol açmaktadır. Klinik olarak hafif olgularda, doğru tedaviyle düzeltilebilen bu durum, çoğu olguda korneada kalıcı sekel gelişimine sebep olmaktadır. Bu ileri olgularda ise tek tedavi yöntemi skar dokulu korneanın alınarak yerine kadavradan sağlam kornea naklinin yapılmasıdır. Keratokonus hastalığının tedavi seçenekleri nelerdir? Öncelikle hastalarımızda allerji ve gözü ovalama hikayesi mevcut ise, gerekli tıbbi tedaviye başlıyor ve hastalara gözü ovalamamalarını salık veriyoruz. Sonra da görme düzeylerini ve kalitesini kontrol ediyoruz. Erken evre keratokonus hastalarında sadece gözlük ya da yumuşak kontak lensler hastalarda yeterli görme düzeyini sağlayabiliyor. Daha ileri olgularda, gözlük ve yumuşak kontak lensin yetmediği durumlarda ise daha özellikli kontak lensleri (sert gaz geçirgen kontak lensleri, yumuşak keratokonus kontakt lensleri, hibrid lensleri, skleral lensler) deniyoruz. Kontakt lensleri kullanamayan ve kornea kalınlığı belirli bir düzeyin altına inmemiş hastalarda ise kornea içerisine yerleştirilen halka tedavisi hastalarda görme düzeyini artırabilmektedir. Bütün bunlara alternatif olarak, son yıllarda göz içine, doğal lensin önüne ya da iris önüne yerleştirilebilen kişiye özel lensler de görme düzeyinin arttırılmasında oldukça başarılı olabilmektedir. Yukarıda bahsedilen tedavi yöntemleri keratokonus hastalarında görme düzeyini arttırmak için tercih edilen tedavi seçenekleridir. Burada unutulmaması gereken bir nokta, keratokonus hastalığının bütün bu tedavi yöntemlerine rağmen ilerleyebileceği gerçeğidir. Keratokonus hastalığının ilerlemesini durdurmak için ne yapılmalıdır? Öncelikle söylemek gerekir ki, keratokonus hastalarının takipleri son derece düzenli bir şekilde yapılması gerekmektedir. Özellikle allerjik konjonktiviti ve buna bağlı sürekli kaşıntı şikayeti olan, ailesinde keratokonus öyküsü olan ve ergenlik yaş gurubundaki hastaların çok daha sık aralıklarla takip edilmeleri gerekmektedir. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, gözü ovalamak keratokonusun ilerlemesine neden olabilmektedir. Düzenli takip ve gözün ovalanmasının ortadan kaldırılmasına rağmen, keratokonus hastalığında ilerlemesi (kötüleşmesi) devam eden, buna bağlı görme düzeyi sürekli azalan ve kornea kalınlığı da sürekli olarak incelen hastalarda mutlaka riboflavin ve UV-A ile korneal çapraz bağlama (Corneal Cross-linking with riboflavin / UV-A) tedavisi yapılmalıdır. Korneal çapraz bağlama (cross-linking) nasıl bir tedavi yöntemidir? Temel olarak korneal çapraz bağlama tedavisi, keratokonusun ilerlemesini durdurmak için yapılan bir tedavi yöntemidir. Bu yöntemde riboflavin göz solüsyonu ve ultraviyole - A ışını kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, tedavi sonrasında korneadaki kollajen lifleri arasındaki çapraz bağların sayısı artmaktadır. Böylelikle, kornea mekanik olarak çok daha sağlam bir yapıya kavuşarak keratokonus hastalığının ilerlemesi durdurulabilmektedir. Bu tedavi yönteminde akıldan çıkartılmaması gereken önemli iki nokta bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, korneal çapraz bağlama yöntemi keratokonus hastalığını tamamen ortadan kaldırmaya yönelik yapılan bir işlem değildir. İkincisi ise, bu yöntemin görme düzeyi üzerine direkt etkisinin olmamasıdır. İşlem sonrası hastaların, yukarıda bahsedilen yöntemler ile görme düzeylerinin arttırılması gerekmektedir. Korneal çapraz bağlama (cross-linking) tedavisinin sonuçları nasıldır? Hastanemiz göz kliniğinde, 2008 yılından bu güne korneal çapraz bağlama tedavisi yapılmaktadır. Birçok hasta grubunda olduğu gibi, keratokonus hastaları için de referans bir klinik haline gelmiş bulunmaktayız. Yapılan bilimsel çalışmalar ve dört yıllık klinik deneyimimiz göstermektedir ki, korneal çapraz bağlama yöntemi keratokonusun ilerlemesinin durdurulmasında oldukça başarılıdır. Öyle ki, hastaların büyük bir kısmında hastalıkta gerileme dahi tespit edilebilmektedir. Korneal çapraz bağlama (cross-linking) tedavisinin basamakları nelerdir? Korneal çapraz bağlama, topikal anestezi altında yapılabilen, hastalar açısından çok da zor olmayan bir işlemdir. İşlem başlamadan önce, anestetik damla damlatılarak göz hissiz bir hale getirilir. Dolayısıyla işlemin kendisi ağrılı değildir. İşlemin basamaklarını tarif edecek olursak: - İşlem öncesi anestetik damla damlatılarak gözde uyuşma sağlanır. - İşlemin yapılacağı gözün etrafı steril hale getirilecek şekilde düzgünce temizlenir. - Göz etrafına steril bir örtü yapıştırılır. - Kornea merkezinde (yaklaşık 8-9 mm’lik çapta) en dış tabaka olan epitel kaldırılır. Kornea kalınlığı ölçülerek not edilir. - Epitel kaldırılması sonrası, 30 dakika boyunca korneaya her 2-5 dakikada bir izotonik % 0.1 riboflavin solüsyonu damlatılır ve kornea riboflavin solüsyonu ile doyurulur. Bu sırada gözlerin hareket ettirilmemesi damlatılan solüsyonun etkinliği açısından önemlidir. - 30 dakika sonrasında kornea kalınlığı yeniden kontrol edilir. Eğer kalınlık 400 mikrometre altındaysa, işleme hipotonik riboflavin solüsyonuyla devam edilir ve kornea şişirilir. Kornea kalınlığı 400 mikrometre üzerine çıkarıldıktan sonra, 2. aşama olan UV-A tedavisine geçilir. - Daha sonra 30 dakika süreyle korneaya UV-A ışın tedavisi uygulanır, bu sırada korneaya her 2 dakikada bir riboflavin solüsyonu damlatılmaya devam edilir. Kliniğimizde kullandığımız cihaz ile UV-A süresi 10 dakikaya kadar geriletilmiştir. Bu da hastaların işleme olan uyumu açısından son derece avantajlıdır. - Yeniden kornea kalınlığı ölçülüp, göze tedavi amaçlı yumuşak kontakt lens takıldıktan sonra işlem sonlandırılır. Kornea yüzey tabakası kapanana kadar hasta enfeksiyonlara duyarlı olacağı için antibiyotikli damlalar verilir, göz kapatılmaz. Korneal çapraz bağlama (cross-linking) tedavisi sonrası nelere dikkat edilmelidir? Öncelikle şu nokta bilinmelidir ki, işlemin kendisi ne kadar ağrısız olurlu olsun, özellikle birinci gün işlem yapılan gözde farklı derecelerde ağrı, sulanma, kızarıklık, yanma ve batma şikayetleri olacaktır. Bu nedenle de hastalara yapılan uyarıların ciddiye alınması ve reçete edilen ilaçların düzenli kullanılması, başarılı ve komplikasyonsuz bir sonuç açısından oldukça önemlidir. Korneal çapraz bağlama (cross-linking) tedavisi sonrası takipler ne sıklıkla olmalıdır? Özellikle ilk 3-4 gün son derece önemlidir. Bu süre zarfında her gün ya da gün aşırı kontrole gitmek komplikasyon gelişme riskini azaltmak açısından çok önemlidir. 3 ya da 4 gün sonra, takılan kontakt lens çıkartılır ve uygun tedavi ile hastalar 1., 3., 6. ve 12. aylarda kontrole çağırılır. Korneal çapraz bağlama (cross-linking) tedavisinin etkisi ne zaman görülebilir? Öncelikle şunu ifade etmem gerekir ki, bu tedavi sonrası özellikle ilk 1 ay içerisinde gözünüzde bulanık görme olabilir. Sonraki dönemde ise bulanık görmeniz giderek azalacaktır. Tam anlamıyla etkinin başlaması için en az 3-6 ay beklemek gerekmektedir. Korneal çapraz bağlama (cross-linking) tedavisi sonrası kontakt lense ne zaman başlanabilir? Eğer hastalar tedavi öncesi kontakt lens kullanıyorsa, işlem sonrası mevcut kontakt lensin kullanımına devam edebilirler. Ancak yeni bir lens denenecekse, en az 6 ay geçtikten ve korneada stabilizasyon sağlandıktan sonra denenmelidir. Korneal çapraz bağlama (cross-linking) tedavisinin yan etkileri nelerdir? Korneal çapraz bağlama işlemi genel olarak güvenli bir yöntem olmakla beraber, ilk kullanıma başladığı günden bu güne çeşitli komplikasyonlar bildirilmiştir. Bu komplikasyonlar arasında korneada haze (bulanıklık), endotel iltihabı (endotelit) ve buna bağlı korneada skar gelişimi, kornea enfeksiyonları (keratit ve korneal abse), korneada steril infiltrat gelişimi sayılabilmektedir. 9 . sayı sayfa 9:Layout 3 14.12.2012 15:26 Sayfa 1 9 Bülten Erciyes TIP DOĞUŞTAN KALBİ DELİK 11 AYLIK BEBEK, HİBRİD ANJİYO YÖNTEMİ İLE SAĞLIĞINA KAVUŞTURULDU Fizyoterapistler E Günü kutlandı E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri’nde 8 Eylül Dünya Fizyoterapistler Günü etkinliği düzenlendi. 7 Eylül 2012 Cuma günü Gevher Nesibe Hastanesi Öğretim Üyeleri Kafeteryasında gerçekleştirilen etkinliğe Tıp Fakültesi Hastaneler Başhekimi Prof. Dr. Kudret Doğru, Hastaneler Başmüdürü Özcan Özyurt, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri, Hastane Müdür ve Müdür Yardımcıları ve hastanede görevli fizyoterapistler katıldı. Fizyoterapistlerin günlerini kutlayan Başhekim Prof. Dr. Kudret Doğru, fizyoterapistlerin, fizik tedavi ve rehabilitasyon alanında hastaya verilen hizmette önemli görev üstlendiğini belirterek, fizyoterapistlerin günlerini kutladı. Konuşmaların ardından kurumda 10. yılını dolduran 7 fizyoterapiste plaket takdim edildi, ikramla etkinlik sona erdi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Çocuk Kardiyoloji Bölümünden başarılı bir operasyon daha! rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Çocuk Kardiyoloji bölümünde gerçekleştirilen başarılı bir operasyonla, doğuştan kalbi delik olan 11 aylık çocuk sağlığına kavuşturuldu. Dünyada yeni bir tedavi yöntemi olan Türkiye’de ise nadir olarak uygulanan hibrid anjiyo yöntemi kalbindeki deliğe amplatzer denen bir şemsiye yerleştirilen küçük Hira Nur Aslan, hastaneden taburcu aşamasına geldi. 11 Eylül 2012 Salı günü Çocuk Hastanesi Anjiyo Ünitesi’nde düzenlenen basın toplantısında Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Kazım Üzüm ile Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazmi Narin, küçük çocuğun kalbine yönelik gerçekleştirilen operasyon ile ilgili bilgiler verdi. Doğduğunda ventrikül denilen kalbin odacıkları arasında çok geniş bir delik olan küçük hastalarının bir aylıktan itibaren kilo alamama, beslenememe, erken yorulma ve sık zatürre geçirme gibi kalbindeki mevcut deliğe bağlı ağır kalp yetersizliği bulgularının bulunduğunu belirten Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazmi Narin, şunları söyledi: “Ventrikül dediğimiz bu geniş delik nedeniyle akciğere giden kan akımı çok fazla olduğundan ağır pulmoner hipertansiyon dediğimiz ciddi akciğer tansiyon yüksekliği gelişmişti. Bu durum hastaya 3 ay önce yapılan anjiyokardiyografiyle doğrulandı ve 3 ay önce hastaya akciğer tansiyonunun daha da yükselerek ölümcül bo- yutlara ulaşmaması için pulmoner bandlama dediğimiz ilk kapalı kalp ameliyatı uygulandı. Sonrasında hastanın kalbindeki deliğin kapatılması ve bu bandın kaldırılmasını içeren ikinci ve nihai ameliyatın olması gerekiyordu. Ancak hastanın kilosunun düşük olması (6,5 kg), kalp yetersizliği belirti ve bulgularının devam etmesi ve kalp defektinin çok büyük olması nedeniyle açık kalp ameliyatı bir takım riskler içeriyordu. Bunun yanında bu hasta için yapılacak açık kalp ameliyatı by-pass dediğimiz bir pompa aracılığıyla kalbin tamamen durdurularak yapılacak olmasıyla da gelişebilecek olası komplikasyonlar nedeniyle hastanın kalbindeki deliğe hibrid yöntemle amplatzer denen bir şemsiye yerleştirildi. Bu işlem ameliyat-hanede değil anjiyokardiyografi salonunda geçekleştirildi. Kalp damar cerrahları tarafından göğüs ön yüzü açıldıktan sonra pediyatrik kardiyoloji ekibi olarak çeşitli kateterler yardımıyla kalbi kesmeden delik içerisine uygun şemsiye cihazı yerleştirdik. Bu işlem çalışan kalpte gerçekleştirildiğinden dolayı açık kalp ameliyatının olası riskleri bertaraf edilmiş oldu. Aynı seansta akciğere giden pulmoner damardaki band da kalp damar cerrahları tarafından kaldırıldı ve göğüs kapatıldı.” Hastaya yapılan tüm bu işlemlerin yaklaşık 1,5 saat gibi çok kısa bir sürede bittiğine dikkat çeken Prof. Dr. Narin, “Hastanın taburculuk işlemleri açık kalp ameliyatına göre daha erken tamamlandı. İşlem başarıyla gerçekleştirildi ve hastanın kalp ritmi normal seyretti. Dünyada yeni bir tedavi yöntemi olan ve Türkiye de nadir olarak uygulanan hibrid yöntemle kalp girişimleri ameliyat şansı olmayan ya da ameliyatı çok riskli olan, transkateter girişim için de çok küçük olan hastalarda ideal bir yöntem olup, ünitemizde toplam 3 hastaya başarıyla uygulanmıştır” dedi. Küçük çocuğun annesi doktorlara teşekkür etti Açıklamanın ardından 11 aylık bebek Hira Nur Aslan ile annesi Arife Aslan tedavi gördüğü serviste ziyaret edildi. Ziyarette çocuğunu hayata döndüren doktorlara teşekkür eden anne Arife Aslan, “Çocuğum durmadan ağlıyordu. Uyuyamıyordu ve bizde hayatını kaybedeceğini sandık. Erciyes Üniversitesi Hastanesine getirdiğimiz çocuğumuz yapılan tetkiklerin ardından ameliyata alındı. Prof. Dr. Nazmi Narin öncülüğünde yapılan ameliyatla çocuğumuz yaşama döndü. Doktorların hepsine çok teşekkür ediyorum, çocuğumu sağlığına kavuşturdular” diye konuştu. DİYABET HASTASI ÇOCUKLAR VE AİLELERİNE DİYABET EĞİTİMİ VERİLDİ konuşmacı olarak katıldı. Prof. Dr. Mustafa Kendirci E Prof. Dr. Selim Kurtoğlu rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı tarafından “14 Kasım Dünya Diyabet Günü” münasebetiyle diyabet hastası çocuklar ve ailelerine yönelik “Diyabet Eğitim Toplantısı” düzenledi. 18 Kasım 2012 Pazar günü Tıp Fakültesi Merkezi Dersliklerde gerçekleştirilen toplantıya Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Selim Kurtoğlu, Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Kendirci, Uzman Dr. Sevgi Özmen, Hemşire Filiz Arıcan ve Diyetisyen Zehra Avanoğlu Toplantının açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Selim Kurtoğlu, böyle bir toplantı düzenlemedeki amaçlarının diyabet hastalığına dikkat çekmek ve diyabet hastası çocuklar ve ailelerine yönelik eğitim vermek olduğunu belirterek, katılımlarından dolayı diyabet hastası çocuklar ve ailelerine teşekkür etti. Toplantıda “Diyabetle Yaşamak” konulu sunum yapan Prof. Dr. Mustafa Kendirci ise, diyabetlilerin hayatını kurtarıcı insülini keşfeden Frederick Banting’in doğum günü olan 14 Kasım gününün, Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Diyabet Federasyonu tarafından 1992 yılından beri “Diyabet Günü” olarak kabul edildiğini ve tüm dünyada 14 Kasım’ın diyabetlilerin buluştuğu, kan şekerlerinin ölçüldüğü, eğitimlerin verildiği ve birçok sosyal organizasyonların yapıldığı bir gün olduğuna söyledi. Pankreastan salgılanan insülin hormonunun kan şekeri düzeylerini kontrol edememesi olarak tarif edilen diyabetin en sık görüldüğü ülkelerin Finlandiya, Norveç, Danimarka gibi İskandinav ülkeleri, en az görülen ülkelerin ise Çin ve Venezüella, Türkiye’nin de diyabetin az görüldüğü ülkeler arasında olduğunu belirten Prof. Dr. Kendirci, “Diyabet her yaşta görülebilir. Çocuklarda 10-14 yaş arasında daha sık görülüyor. Her mevsimde gözleniyor. Kışın daha fazla gözleniyor. Şişmanlık, yaşın 10’un üzerinde olması, ailede tip 2 diyabet hikayesi olması, boyun ve koltuk altında esmerlik, c-peptid dü-zeyinin normal / yüksek olması gibi bulgular tip-2 diyabeti düşündürür. Çok su içme, çok idrara çıkma, zayıflama gibi bulgular varlığında, açlık kan şekerinin 126 mg/dl’nin üzerinde olması, tokluk kan şekerinin 200 mg/dl’nin üzerinde olması, şeker yüklemesi testinde 120. dakikada 200 mg/dl’nin üzerinde olması diyabet tanısıdır” dedi. Diyabet tedavisinin bir ekip işi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Kendirci, “Diyabetle ilgilenenler sadece beslenme ve diyabet bakımı konusunda değil, aynı zamanda iletişim teknikleri, psikoloji ve davranış düzenlenmesi teknikleri konusunda da eğitimler almalıdır” şeklinde konuştu. Toplantıda konuşma aralarında sergilenen palyaço ve folklor gösterileri ile diyabet hastası çocuklar doyasıya eğlendi. 9. sayı sayfa 4-10:Layout 3 14.12.2012 15:19 Sayfa 1 Bülten Erciyes TIP KADİM KENT KAYSERİ GÜNLERİ’NDE STANDIMIZ İLGİ GÖRDÜ Tıp Fakültesi Öğretim Üyelerinin başarıları 10 Prof. Dr. Ali Ünal'a özel ödül verildi Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ünal, Hematoloji Uzmanlık Derneği tarafından 17-21 Ekim 2012 tarihlerinde Antalya'da düzenlenen 3. Uluslararası Avrasya Hematoloji Kongresi'nde; Hematoloji bilimine yaptığı katkılardan dolayı Özel Ödül'üne layık bulundu. Doç. Dr. Niyazi Acer'e birincilik ödülü E rciyes Üniversitesi ile Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinin birlikte tanıtıldığı stant, Ankara’da düzenlenen “Kadim Kent Kayseri Günleri”nde büyük ilgi gördü. Çok sayıda siyasetçi, bürokrat ve vatandaşın gezdiği Erciyes Üniversitesi tanıtım standında, ziyaretçilere Erciyes Üniversitesi ile Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerini tanıtıcı kitap, dergi, gazete ve broşür dağıtılırken, Erciyes Üniversitesi’nin kuruluşundan bu yana geldiği aşamayı anlatan fotoğraf sergisini ziyaretçiler çok beğendi. Kayseri Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde Kayseri Valiliği, üniversiteler, bazı kamu kurumları ve ilçe belediyeleri ile bazı firmaların katılımıyla Ankara Congresiumda düzenlenen ve 4 gün süren “Kadim Kent Kayseri Günleri”nde, Erciyes Üniversitesi ile Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinin birlikte açtığı stant büyük ilgi gördü. 18 Ekim 2012 Perşembe günü başlayan ve açılışını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaptığı etkinliğe Erci- Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Niyazi Acer, 06 – 08 Kasım 2012 tarihleri arasında Samsun’da düzenlenen “AsianAfrican Stereology Congress”de, “Estimation of the Brain Surface Area using Invariator with MR imaging: A pilot study” başlıklı bildiri posteri ile birincilik ödülü aldı. yes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur da katılırken, Erciyes Üniversitesi standında ziyaretçilere üniversiteyi ve hastaneyi tanıtıcı bol miktarda kitap, dergi, gazete, broşür, kalem, naylon çanta dağıtıldı. Erciyes Üniversitesi’nin kuruluşundan bu yana geldiği aşamayı anlatan ve büyük beğeni gören fotoğraf sergisinin de yer aldığı standı, başta Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, İçişleri Bakan Yardımcısı ve Kayseri Eski Valilerinden Osman Güneş, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Seyfullah Hacımüftüoğlu, Kayseri Valisi Şerif Yılmaz, Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki’nin yanı sıra, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı Metin Kilci, Rekabet Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nurettin Kaldırımcı, Milli Savunma Eski Bakanlarından Sabahattin Çakmakoğlu, Spor Eski Bakanlarından Faruk Nafız Özak, Kayseri Eski Valilerinden Mevlüt Bilici ile çok sayıda emekli bürokrat, öğretim üyesi ve vatandaş ziyaret etti. En İyi Pediatrik Girişimsel Kardiyoloji Bildirisi Birincilik Ödülü” ERÜ'ye verildi Türk Kardiyoloji Derneği 28. Ulusal Kardiyoloji Kongresinde “En İyi Pediatrik Girişimsel Kardiyoloji Bildirisi Birincilik Ödülü” Erciyes Üniversitesi'ne verildi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Ali Baykan, Nazmi Narin, Abdullah Özyurt, Mustafa Argün, Özge Pamukçu, Sertaç H. Onan, Saadettin Sezer, Kazım Üzüm tarafından yürütülen “Arteriyel yol kullanılmadan transvenöz prosedürle kapatılan PDA olgularının değerlendirilmesi” isimli çalışma birincilik ödülüne layık bulundu. Tıp Fakültesi'ne 35. Türk Mikrobiyoloji Kongresi'nde Poster Birincilik Ödülü Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Duygu Perçin ve Pınar Ekincioğlu tarafında yürütülen "Anaerop enfeksiyonların tanısında multiplex PCR yönteminin değerlendirilmesi" başlıklı çalışma 3-7 Kasım 2012 tarihleri arasında Kuşadası'nda düzenlenen 35. Türk Mikrobiyoloji Kongresi'nde Poster Birincilik Ödülüne layık bulundu. Tıp Fakültesi Hastaneleri Kan Merkezi'ne Ödül Hastane İlköğretim Okulu’nda “ÖĞRETMENLER GÜNÜ” etkinliği E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri İlköğretim Okulunda görevli öğretmenlerin 24 Kasım Öğretmenler günü kutlandı. Mustafa Eraslan-Fevzi Mercan Çocuk Hastanesi Halkla İlişkiler Ünitesi tarafından gerçekleştirilen etkinlikte Hastaneler Başmüdürü Özcan Özyurt, Hastane Müdür Yardımcısı Şerife Gürcan, Hastane İlköğretim Okulunu ziyaret ederek, burada görevli öğretmenlerin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutladılar. Sohbet havasında geçen ziyarette Başmüdür Özyurt, öğretmenlik mesleğinin büyük özveri gerektiren önemli meslek olduğunu belirtirken, “Fedakarca çalıştıklarını bildiğimiz tüm öğretmenlerimizin günlerini kutluyor ve meslek hayatlarında başarılar diliyorum” dedi. 18 - 22 Kasım 2012 tarihleri arasında Antalya'da düzenlenen, "5. Ulusal Kan Merkezleri Ve Transfüzyon Tıbbi Kongresi’nde, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Kan Merkezi'nde görevli öğretim üyesi Prof. Dr. Bülent Eser, Uzm. Dr. Muzaffer Keklik ve Biyolog Mehmet Yay, “Erciyes Üniversitesi 2006-2012 Donasyon Verileri ve SeroPozitif Oranlarının İrdelenmesi" başlıklı poster bildirisi ile Dr. Nilgün Acar Teşvik Ödülleri Poster Bildiri 2.lik Ödülü'ne layık bulundular. Tıp Fakültesi'ne iki ödül Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri Fulya Tahan, Emine Biçici, Berkay Saraymen, Hatice Eke Güngör, Himmet Haluk Akar, 07-11 Kasım 2012 tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen XIX. Ulusal Allerji ve Klinik İmmünoloji Kongresi’de hazırladıklar “Egzersize Bağlı Bronkokonstriksiyonda Nefes Havası Lipoksin A4 Düzeyleri” başlıklı bildiri ile “Çocuk Solunum Yolu Allerjileri 1-2” kategorisinde sunulan posterler arasında birincilik ödülü almışlardır. Yine Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri Canan Altunay, Meda Kondolot, Serpil Poyrazoğlu, Ahmet Öztürk, Mustafa Mümtaz Mazıcıoğlu, Selim Kurtoğlu tarafından yazılan ve Journal of Clinical Research in Pediatric Endocrinology (JCRPE) dergisinde Eylül 2011-Haziran 2012 döneminde yayınlanan orijinal makaleler arasından, “Weightheight Percentiles For 0-84-Month-Old Children in Kayseri-A Central Anatolian City in Turkey” başlıklı makaleleri ile üçüncülük ödülü’ne layık görülmüşlerdir. ERÜ Tıp Fakültesi'ne ödül 26 - 29 Nisan 2012 tarihinde Ohrid / Makedonya’da yapılan “Third congress of General Practice / Family Medicine” kongresinde, üniversitemiz Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleri Doç. Dr. Alper Yurci, Doç. Dr. M. Mümtaz Mazıcıoğlu, Uzm. Dr. Muharrem Pangal, Öğr. Gör. Dr. Elif Deniz Şafak, Prof. Dr. Şebnem Gürsoy ve Prof. Dr. Hasan Basri Üstünbaş tarafından yürütülen “The prevalencerelated factors with irritable bowel syndrome in primary care workers” çalışma sözlü sunumu birincilik ödülü almıştır. 9. sayı sayfa 11:Layout 3 14.12.2012 15:27 Sayfa 1 CANLI YAYINDA ‘AMELİYATSIZ Bülten Erciyes TIP DELİK KALP’ TEDAVİSİNİ ANLATTI E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Güngör Kaya, canlı yayında ameliyatsız delik kalp tedavi yöntemini anlattı. 20 Eylül 2012 Perşembe günü sabah saat: 10.35’de TRT Haber kanalında yayınlanan “Gündem” programına katılan Doç. Dr. Mehmet Güngör Kaya, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Hastanesi anjiyo ünitesinde, canlı yayında, 40 yaşındaki bir hastanın doğuştan delik olan kalbini ameliyatsız tedavi, anjiyo yöntemi ile kapattı. Canlı yayında TRT Haber muhabirinin sorularını cevaplandıran Doç. Dr. Kaya, kalpteki delik nedir, nasıl oluşur, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgiler verdi. Doç. Dr. Kaya, hastanelerinde anjiyo yöntemi ile bugüne kadar 411 erişkinin kalp deliğini kapattıklarını belirtirken, Türkiye’de üniversite hastaneleri içerisinde en çok bu tedavi yöntemini uygulayan hastane olduklarını kaydetti. Doç. Dr. Kaya, “Genelde nefes darlığı ve çarpıntı belirtileri bulunan ve doğuşta ortaya çıkan kalpteki delik, hem çocuklukta, hem ileri yaşta, tedavi edilmesi gereken ciddi bir hastalıktır. Biz bu hastalığı hastanemiz anjiyo ünitesinde kasıktan katater yardımıyla kalbe kadar girerek, kalpteki deliği kansız ve ameliyatsız şekilde çift taraflı şemsiye ile kapatıyoruz. Eğer hastalık tedavi edilmezse, akci- E ğerde tansiyon yükselmesine, kalp yetmezliğine ve kalpte ritim bozukluğuna, ileri safhada ise ölüme yol açmakta” dedi. Ayrıca Rektör Keleştemur, 1617 Kasım, 2012 tarihleri arasında Belgrad/Sırbistan’da düzenlenen “International Symposium on Advances in PCOS” isimli toplantıda “HirsutismFrom Diagnosis to the Use of Antiandrogens” başlıklı bir konuşma yapmıştır. Prof. Dr. Dündar, ABD / San Antonia'da konuşma yaptı E rciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Munis Dündar; 19-21 Kasım 2012 tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri / San Antonia'da yapılan International Conference on Genetic Syndrome & Gene Therapy (http://www.omicsonline.org/genetherapy2012/) toplantısında onursal davetli olarak katıldı. Prof. Dr. Dündar, toplantının ilk oturumunda "Current State of Biotechnology & EBTNA" ko-nuşmasını; sonraki gün de tanımlamış olduğu Dundar Sendromunu Developmental Genetic & Genetics Disorders oturumunda hem oturum başkanı hemde konuşmacı olarak "Mutations of CHST14 geneDundar syndrome" çalışmasını katılımcılarla paylaştı. Bülten Erciyes TIP SAHİBİ Prof. Dr. Kudret DOĞRU GENEL YAYIN YÖNETMENİ Doç. Dr. Murat BORLU İDARİ KOORDİNATÖR Özcan ÖZYURT YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Üstün TUNCER EDİTÖR Şevket ATALAY HUKUK DANIŞMANI Av. Tuğba TANRIVERDİ Doç. Dr. Kaya’ya iki ödül birden rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Güngör Kaya, Türk Kardiyoloji Derneği’nden iki ödül birden aldı. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Güngör Kaya’nın “A comparative study of cardiofix septal occluder versus amplatzer septal occluder in percutaneous closure of secundum atrial septal defects” konulu bildirisine, Türk Kardiyoloji Derneği Bildiri Özetleri Değerlendirme Kurulu kararıyla “28. Ulusal Kardiyoloji Kongresi En İyi Erişkin Girişimsel Kardiyoloji Bildirisi İkincilik Ödülü” verildi. Rektör Keleştemur, İran ve Sırbistan’da konuşma yaptı rciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur, 10-12 Ekim, 2012 tarihleri arasında Isfahan / İran’da düzenlenen “2nd International &4th Ira-nian Congress of Endocrine & Metabolism Updates” isimli toplantıda “Pituitary Dysfunction after Traumatic Brain Injury” başlıklı bir konuşma yapmıştır. E 11 YAYIN KURULU Prof. Dr. Emine Alp MEŞE Doç. Dr. İbrahim ÖZDOĞRU Doç. Dr. Tuncay ÖZGÜN Doç. Dr. Ahmet GÜNEY Aydemir KAYABAŞI Mustafa DOĞAN Aysel UĞUR İbrahim BARIN FOTOĞRAFLAR Hamza AKTAŞ DİZGİ-TASARIM Şerife ÜNEL İLETİŞİM Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü - KAYSERİ Tel: (0 352) 437 93 34 Faks: (0 352) 437 52 73 http://hastaneler.erciyes.edu.tr Önder Ofset Matbaacılık Tesislerinde basılmıştır Tel: 0 352 331 58 00 Fax: 0 352 331 86 00 info@ondermatbaa.com.tr Yine, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Güngör Kaya’nın “Relation of Left Atrial Spontaneous Echocardiographic Contrast in Patients With Mitral Stenosis to Inflammatory Markers (Am J Cardiol 2012;109:851-855)” başlıklı çalışmasına Türk Kardiyoloji Derneği Seçiciler Kurulu tarafından “2012 TKD-Servier Bilimsel Yayın Ödülü İkinciliği” verildi. Sunay KÜTÜK Başdiyetisyen H KIŞ AYLARINDA KİLO ALMAMAK VE HASTALIKLARDAN KORUNMAK İÇİN NASIL BESLENMELİYİZ ... sunaykutuk71@hotmail.com avaların soğuması ile beraber hem enfeksiyon hastalıkları (soğuk algınlığı,grip vs.) sık görülmeye başlarken hem de yanlış beslenmeye bağlı kilo artışımız kaçınılmaz olur. Bu nedenle yeterli ve dengeli beslenerek hem enfensiyon hastalıklarından korunmalı hem de kilo artışımızı engelleyebiliriz. - A,C,E vitamini ile çinko, magnezyum, selenyum gibi minerallerden zengin besinleri tercih etmeliyiz. Bu aylarda bolca bulunan turunçgiller, brokoli, kabak gibi sebze ve meyveler sık tüketilmelidir. - Yeterli protein almalıyız. Bunun için süt, yoğurt, peynir,yumurta, kırmızı et, tavuk eti, balık eti gibi özellikle hayvansal kaynaklı proteinleri yeterli ve dengeli tüketilmelidir. Özellikle haftada en az 2 kez balık tüketmek kandaki kötü huylu kolesterolün düşmesini sağlar, çocuklarda beyin ve zeka gelişimini sağlayan omega 3, selenyum ve iyot içermesi nedeniyle tüketmeliyiz. Kış gecelerinin uzaması ve hareketsizlikle beraber yavaşlayan metabolizmamız nedeniyle gelecek olan kilo artışlarına dikkat !!! - Kilo artışını engellemek için; daha uzun süre tok kalmamızı sağlayan lifli gıdalardan kepek, yulaf, çavdar, meyve sebze, kuru fasülye, nohut gibi besinler tercih etmeliyiz. - Günlük beslenme düzenimizi 3 ana ve 3 ara öğün olacak şekilde ayarlamalıyız. - Ara öğünlerde tok tutması ve vitamin mineral içeriğinden dolayı kuru meyveleri tercih edebiliriz. - Kışın su kaybımız daha az olduğu için susama hissimiz azalır.Su tüketimine önem vermeliyiz. Günlük maksimum 2-3 litre kadar sıvı tüketmeliyiz. Soğuk havalar nedeniyle sıcak içeceklerden kafein tein içeriği yüksek olan çay ve kahve tercih edilir. Fakat fazla miktarda kafein kalp damar ve kalp basıncı üzerine olumsuz etki eder. (Günlük maksimum 3 bardak neskafe alınabilir). Bitki çaylarını tercih etmeliyiz. Kuşburnu çayı C vitamini içeriğinden dolayı, rezene çayı gaz sorunlarına iyi geldiği için, soğuk algınlığı içinde ıhlamur nane kekik zencefil çayları tercih edilebilir. Kışın havaların soğuması nedeniyle fiziksel aktivitemiz azalır. Haftanın en az 5 günü 35 dk orta tempolu yürüyüş yapmalıyız. Tatlı tercihimizi sütlü ve meyveli tatlılar yönünde kullanmalıyız. Hamur işi ve şerbetli tatlıları tercih etmemeliyiz. Alışverişe giderken alışveriş listesi oluşturmak, ihtiyaç dışı gereksiz besinler almamızı engeller. İyi ve sağlıklı bir kış geçirmeniz dileğiyle... 9. sayı sayfa 12:Layout 3 14.12.2012 15:28 Sayfa 1 KALPTEKİ RİTİM BOZUKLUKLARI DONDURULARAK TEDAVİ EDİLİYOR E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri’nde kalp ritim bozuklukları cryo ablasyon (soğutma yöntemi) ile tedavi edilmeye başlandı. Dünya’da yeni uygulanmaya başlanmış olan, eski yöntemlere göre komplikasyonları daha düşük bu yeni yöntemle kalpteki sorunlu bölge eksi 40-50 derece arasında dondurularak, çarpıntı oluşumu engelleniyor. Kalp ritim bozukluğundaki bu yeni tedavi yöntemi hakkında bilgiler veren Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Namık Kemal Eryol, Türkiye’de İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde uygulanan cryo ablasyon yönteminin bölgede ilk olarak Erciyes Üniversitesi Hastaneleri’nde de uygulanmaya başlandığını kaydetti. Eskiden kalpte çarpıntıya neden olan alanların ısıtılarak hastalığın tedavi edilmeye çalışıldığını ve bunun da kalpte bazı komplikasyonların oluşmasına neden olduğunu ifade eden Prof. Dr. Eryol, şu bilgileri verdi: “Normal bir kalp hızı dakikada 60100’dır. Çarpıntısı olan hastalarda bu 130190’a kadar çıkar. Çarpıntı ile ortaya çıkan ve halk arasında kalp ritim bozukluğu olarak bilinen atriyal fibrilasyon yapılan klinik uygulamada en sık görülen ve hastaneye yatış nedenleri arasında da en başta yer alan önemli bir hastalıktır. Kalbin üst bölümünden (kulakçık) kaynaklanan ve erişkin her 100 kişinin 3-4'ünde hayatının bir bölümünde ortaya çıkan atriyal fibrilasyon, şiddetli çarpıntı, nefes darlığı, göğüs ağrısı, baş dönmesi ve nadiren bayılmaya neden olmaktadır. Kalbin dakikada (kulakçık hızı) 300 hatta bazen 600 vuruma çıkmasına neden olan atriyal fibrilyasyon uzun dönemde uygun şekilde tedavi edilmezse kalpte büyümeye ve kalp yetersizliğine yol açabilir. Kalpteki ritim bozukluğunun en korkulan sonucu, beyne pıhtı atması ile felç oluşma ve ölüm riskidir. Hem kısa, hem de uzun vadede hastalar şikâyetler nedeniyle hastaneye sık başvurmakta, bazen ritim bozukluğunun tedavisi için şok uygulaması gibi travmatik müdahalelere gerek duyulmaktadır. Prof. Dr. Mustafa ERKAN erkanm@erciyes.edu.tr Ü KBB Anabilim Dalı Öğretim Üyesi st solunum yolu enfeksiyonu (ÜSYE), dünyada en çok görülen ve en çok iş gücü kaybına neden olan hastalıktır. Özellikle kış aylarında kapalı mekanlarda bulunulması, herkesin birarada olması, enfeksiyonu olan bir kişinin diğerlerine de bulaştırmasına neden olmakta ve ÜSYE sıklığı artmaktadır. Üst solunum yolu enfeksiyonuna en çok neden olan faktörler virüslerdir. Ayrıca, virüslerin zayıf düşürdüğü bünyelerde, diğer bakteriyel enfeksiyonlar da görülebilmektedir. En çok bildiğimiz nezle, grip, daha sonra bunların neden olabileceği sinüzitler, tonsilit (bademcik iltihabı), orta kulak iltihapları, larenjitler şeklinde üst solunum yolu enfeksiyonları sıralanabilir. Alerjik bünyeye sahip olma, anatomik sorunlar (burun kemiği eğriliği, konka büyüklüğü) nedeniyle ağızdan nefes alıp verme, sigara içme, düzensiz beslenme gibi faktörler ÜSYE’ye yatkınlığı artırmaktadır. ÜSYE alt gruplarına göz atacak olursak... R RİNİT (NEZLE, SOĞUK ALGINLIĞI) init; nezle, soğuk algınlığı gibi isimlerle de adlandırılır. Üst solunum yolunun viral enfeksiyonudur. Rhinovirus (%40 etken), coronavirus, respiratuvar sinsityal virus (RSV), adenovirus, influenza ve parainfluenza virusları en sık etkendir. Çocuklar yılda 4-8, erişkinler 2-5 defa soğuk algınlığı geçirebilir. Enfeksiyon, genellikle sonbahar ve kış aylarında görülür. Yayılması deri veya infekte madde ile direkt temas veya havada taşınan partiküller aracılığıyla olur. Enfekte eller en önemli bulaştırma aracıdır. Hastalıkta ortalama inkübasyon süresi 24-72 saattir. Boğaz ağrısı, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, hapşırma, boğazda yanma ve öksürük en sık görülen belirtilerdir. Ateş nadirdir. Küçük çocuklarda ateş görülebilir. Burunda hassasiyet, kızarma ve kabuklanma olabilir. Hastalık genellikle bir hafta sürer, nadiren iki haftaya kadar uzayabilir. Nezle, en sık influenza (grip) ile karıştırılmaktadır. İnfluenza genellikle yılda bir defa geçirilir ve nezleye göre ağır seyirlidir. Gripte, nezlede görülen semptomlara ek olarak kas ağrısı, baş ağrısı, ateş ve belirgin halsizlik olur. Tanı klinik bulgulara dayanarak konur. Epidemiyolojik çalışmalarda viral antijenler veya antikorlar araştırılabilir ve virus kültürü yapılabilir. Hastalığın spesifik tedavisi yoktur, semptomatik tedavi yapılır. Serum fizyolojikli burun damlaları kullanılabilir. Analjezikler ve topikal veya oral dekonjestanlar kullanılabilir. Antibiyotiklerin kullanılmasına gerek yok- Kalp ritim bozukluğunun tedavisinde ömür boyu ilaç kullanmak ise kolay değildir. Kalpteki ritim bozuklukları eski uygulamalarda radyo dalgalarıyla sorunlu bölge 65 dereceye kadar yakılarak düzeltiliyordu. Yeni bulunan ve cryoablasyon adı verilen yöntemle sorunlu bölge eksi 40-50 derece arasında dondurularak çarpıntı oluşumunu engelliyoruz. Dünya’da da yeni olan bu yöntemin eski yöntemlere göre komplikasyonu daha düşüktür.” Bölgede ilk olarak Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanelerinde uygulamaya başlanan cryo ablasyon yöntemini bir günde iki hastaya uygulayarak hastaları sağlığına kavuşturduklarını kaydeden Prof. Dr. Namık Kemal Eryol, bu yeni yöntemle hastaların artık İstanbul, Ankara’ya gitmek zorunda kalmayacağını, oldukça pahalı olan bu tedavinin SGK tarafından da karşılandığını sözlerine ekledi. Yeni yöntemle tedavi edilen iki hastadan 50 yaşındaki Sermin Yükeri, doktorlarına teşekkür etti. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri’nde tedavi olmadan önce sık göğüs ağrısının olduğunu ve çok sık acile gittiğini belirten Yükeri, "Doktorlarıma çok teşekkür ediyorum. Beni sağlığıma kavuşturdular” dedi. E rciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Gevher Nesibe Hastanesi girişinde bulunan Gevher Nesibe Sultan heykeli yenilendi. Hastane yönetimi tarafından 2012 yılı Ekim ayında ERÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi heykeltıraş Sedat Çamlıklı’ya yaptırılan heykel, hastanenin önüne yerleştirildi. Selçuklu Sultanı 2. Kılıçarslan’ın kızı olan ve 1165-1204 tarihleri arasında yaşayan Gevher Nesibe Sultan, rivayete göre, Selçuklu kumandanlarının birine gönül vermiş fakat ağabeyi Sultan 1. Gıyasettin Keyhüsrev bu ilişkiye karşı çıkmıştır. Bu sırada Gevher Nesibe Sultan’ın gönül verdiği kumandan şehit olmuş, buna çok üzülen Gevher Nesibe Sultan “İnce Hastalığa” yakalanarak vefat etmiştir. Son arzusunun kendisi gibi çaresiz hastaları iyileştirebilecek hekimlerin yetişeceği bir şifahane açılması olduğunu söylemiş ve babası Sultan 2. Kılıçarslan’dan kalan bütün varlığını şifahane yapılması için bağışlayarak Dünyanın ilk tıp fakültesi Kayseri’de Gevher Nesibe Şifaiyesi’nin yapılmasına vesile olmuştur. ÜST SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONLARI tur. Antibiyotik kullanımı sekonder enfeksiyonların gelişimini önlemez. Korunmada ellerin yıkanması önemlidir. İnfekte kişiler kapalı ve kalabalık ortamlarda bulunmamalıdır. T AKUT TONSİLLOFARENJİT onsil ve farenksin eritem, eksudasyon, ülserasyon veya membran ile karakterize akut enfeksiyonudur. Akut tonsillofarenjit çocukluk çağında en sık görülen enfeksiyonlardandır. Etken sıklıkla virüslerdir ve hastalık kendiliğinden iyileşebilir. Üst solunum yolu enfeksiyonlarının tanısında viral-bakteriyel enfeksiyon ayrımının yapılmaması gereksiz antibiyotik kullanımını artırmaktadır. Viruslar (Adenovirus, enterovirus, parainfluenza, epstein-barr (EBV), herpes simplex virus (HSV), RSV, influenza A ve B, cytomegalovirus, rhinovirus) en sık (%70) etkendir. 3 yaş altında görülen akut tonsillofarenjitin nedeni viruslardır. Bakteriler arasında ise en önemli patojen A Grubu Beta Hemolitik Streptokok (AGBHS)’dur. Bu bakteri en sık 5-15 yaş arası çocuklarda tonsillofarenjite neden olur ve olguların %10-30’unda etkendir. Erişkin yaşlarda ise sıklığı %5-10’dur AGBHS dışında nadiren corynebacterium diphteriae ve neisseria gonorrhoeae etken olabilir. Akut tonsillofarenjit sıklıkla ani başlar. Ateş, boğaz ağrısı, bulantı, kusma, baş ağrısı başlıca semptomlardır. Tonsil ve farenkste eritem, eksudasyon ve ön servikal lenfadenopati (LAP) tesbit edilebilir. Tonsillalar üzerinde kript ve eksudasyon AGBHS enfeksiyonu dışında, EBV, HSV, adenovirus, candida ve primer human immunodeficiency virus (HIV) enfeksiyonlarında da görülebilir. Ülseratif lezyonlar HSV, herpangina ve enteroviral enfeksiyonlarda sıktır. Yumuşak damakta peteşi AGBHS, EBV, kızamık ve kızamıkçıkta görülür. Klinik yaklaşımda bakteriyel tonsillofarenjit ile viral tonsillofarenjitlerin ayrımı önemlidir. Bakteriyel enfeksiyonunu düşündüren klinik semptom ve bulgular; ateş, tonsillada büyüme veya eksudasyon, olmasıdır. Öksürük, ses kısıklığı, burun akıntısı ve konjuktivit viral enfeksiyonu düşündürmelidir. P Gevher Nesibe Sultan’ın heykeli yenilendi AKUT RİNOSİNÜZİT aranazal sinüslerin enfeksiyonudur. Sinüzit akut, subakut ve kronik olarak üçe ayrılabilir. Sinüzit bulgularının 4 haftaya kadar sürdüğü durumlar akut, 4-12 hafta arası subakut ve 12 haftadan uzun süren olgular kronik sinüzit olarak tanımlanır. Sinüzitin sıklıkla rinitle birlikte olması nedeniyle rinosinüzit olarak da isimlendirilmektedir. Sinüzite sıklıkla virüsler neden olur. Etyolojide rol oynayan başlıca bakteriyel etkenler ise S.pneumoniae (%25-30), H.influenzae (%20-30) ve M.catarrhalis (%15-20)’dir. Diğer bir etken ise S.pyogenes (%2-5)’dir. Viral ÜSY enfeksiyonları genellikle 7-10 gün içerisinde kendiliğinden iyileşir, Bir haftadan uzun süren ÜSY enfeksiyonu semptomlarının varlığında veya 5 günden sonra semptomların artması halinde akut sinüzit düşünülmelidir. Fizik muayenede sinüs ağzından akıntı, nazal polip, burun septum deviasyonu ve sinüs hassasiyeti araştırılmalıdır. Göz kapağında şişlik olması etmoidal sinüziti düşündürür. Arinosinüzitte antibiyotik tedavisi klinik iyileşmeyi hızlandırır. Bunun yanında dekonjestanlar kullanılarak mukozal ödem azaltılır. AKUT OTİTİS MEDİA kut otitis media (AOM) orta kulağın akut inflamasyonudur. AOM sıklıkla 3 yaş altındaki çocuklarda görülür. İlk üç yaş içerisinde çocukların 2/3’ü birden fazla AOM atağı geçirir. Erkek çocuklarda, kardeşinde AOM hikayesi olanlarda daha sık görülür. Biberonla beslenme, pasif sigara içimi, kreşe gitme enfeksiyona yatkınlık oluşturur. Çocuklarda gelişen işitme kaybı öğrenme yeteneğinde azalmaya neden olabilir.Akut otitis mediaya sıklıkla Streptococcus pneumoniae (%30-50), H. İnfluenzae (%15-30) ve M.catarrhalis (%5-20) neden olur. S.pyogenes (%3), Saureus (<%2) ise az rastlanan patojenlerdir. Anaeroblar AOM’ye nadiren neden olur. Viruslar da AOM’ye (%30) neden olabilir. Kulak ağrısı, ateş, irritabilite sık rastlanan semptomlardır. %30-50 olguda ateş görülür, nadiren 40°C’yi geçer. Ateş nedeniyle gelen ve odak saptanamayan her çocukta kulak muayenesi yapılmalıdır. Baş dönmesi, kulak çınlaması ve işitme kaybı olabilir. Çocuğun kulağını yastığa sürtmesi veya kulağı ile oynaması AOM açısından ipuçlarıdır. Timpanik zar perforasyonu var ise kulak akıntısı olabilir. AOM tanısı için mutlaka otoskopik muayene yapılmalıdır. Tercihen pnömotik otoskop kullanılarak zar hareketleri değerlendirilmelidir. Timpanik zarda eritem, bombeleşme, perforasyon ve orta kulakta effüzyon görülebilir. A Ü KORUNMA SYE’den korunmada enfeksiyon riski yüksek ortamlarda göz, burun ve ağıza el ile dokunmaktan kaçınılması, aktif/pasif sigara içiminin önüne geçilmesi, özellikle ÜSYE yatkınlığı olan çocukların kreş ve anaokulu gibi kalabalık ortamlardan uzak tutulması ve sonbahar mevsimi başlangıcında influenza (grip aşısı) ve pnömokok aşılarının yapılması önleyici-koruyucu tedbirler altında sayılabilir. Hastalık durumunda sıvı gıda ve C vitamini içeren taze sebze ve meyve tüketiminin artırılması halsizlik, iştahsızlık, bulantı gibi genel belirtileri azaltacak, vücut direncini artıracaktır. Bulaşmada temas önemli olduğundan ellerin sık sık yıkanması korunmada alınacak en iyi önlemdir.