diş hekimliğinde ülseratif lezyonlar - Diş Hekimliği Fakültesi

advertisement
T.C.
Ege Üniversitesi
Diş Hekimliği Fakültesi
Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi
Anabilim Dalı
DİŞ HEKİMLİĞİNDE ÜLSERATİF LEZYONLAR
BİTİRME TEZİ
Stj. Diş Hekimi: Mirna MULABDİÇ
Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. E. Zuhal TUĞSEL
İZMİR - 2011
ÖNSÖZ:
“Diş hekimliğinde oral ülseratif lezyonlar” konulu tezimin seçilmesi,
yürütülmesi ve oluşturmasının her aşamasında yol gösterici ve destekleyici
yardımlarını esirgemeyen hocam Sayın Prof. Dr. E. Zuhal TUĞSEL’ e ve
yardımlarından dolayı Dt. Halime Savaş’a ve Beyza Eyiler’e teşekkürü bir borç
bilirim.
2011, İZMİR
Stj.Diş Hekimi : Mirna MULABDİÇ
İÇİNDEKİLER
1 GİRİŞ ....................................................................................................................1
2 GENEL BİLGİLER ..............................................................................................2
3 ORAL KAVİTEDE GÖZLENEN ÜLSERATİF OLUŞUMLAR ........................3
3.1 TRAVMATİK ÜLSERLER...............................................................................5
3.2 BAKTERİYEL ÜLSERLER .............................................................................7
3.2.1 SİFİLİS............................................................................................................7
3.2.2 GONORE ......................................................................................................12
3.2.3 TÜBERKÜLOZ ............................................................................................13
3.2.4 LEPRA .........................................................................................................15
3.2.5 AKTİNOMİKOZ ..........................................................................................18
3.2.6 NOMA ..........................................................................................................20
3.3 FUNGAL ÜLSERLER ....................................................................................22
3.3.1 MUKORMİKOZİS .......................................................................................22
3.3.2 HİSTOPLAZMOZİS ....................................................................................23
3.3.3 KOKSİDİYOİDOMİKOZİS .........................................................................23
3.3.4 BLASTOMİKOZİS ......................................................................................24
3.3.5 KRİPTOKOKKOZİS ....................................................................................25
3.4 İMMÜNOLOJİK ÜLSERLER ........................................................................26
3.4.1 AFTÖZ ÜLSERLER.....................................................................................26
3.4.2 BEHÇET HASTALIĞI .................................................................................29
3.4.3 REITER SENDROMU .................................................................................32
3.4.4 ERİTEMA MULTİFORME..........................................................................33
3.4.5 STEVEN JOHNSON SENDROMU .............................................................35
3.4.6 LUPUS ERİTEMATOZUS ..........................................................................35
3.4.7 İLAÇ REAKSİYONLARI ............................................................................37
3.4.8 KONTAKT ALERJİSİ..................................................................................41
3.4.9 SİKLİK NÖTROPENİ ..................................................................................43
3.4.10 WEGENER GRANÜLOMATOZİS ...........................................................43
3.4.11 MİDLİNE GRANÜLOM ............................................................................44
3.5 NEOPLAZMLAR ............................................................................................46
3.5.1 SKUAMOZ HÜCRELİ KARSİNOMA .......................................................46
3.5.2 MAXİLLER SİNÜS KARSİNOMU ............................................................53
3.6 DİĞER ............................................................................................................54
3.6.1 NEKROTİZAN SİALOMETALPAZİ ........................................................54
4 SONUÇ ...............................................................................................................55
KAYNAKLAR ......................................................................................................56
ÖZGEÇMİŞ ...........................................................................................................62
1 GİRİŞ VE AMAÇ
Ağız mukozasının herhangi bir yerine lokalize, değişik çapta ve görünümde
olabilen,
mukoza epitelinin bazen alt dokulara uzanan kaybı ile karakterize
lezyonları oral ülser olarak tanımlayabiliriz. Bazen bir dermatolojik hastalığın bazen
bir enfeksiyon hastalığının veya bir sistemik hastalığın bulgusu olarak karşımıza
çıkabilirler. Oral ülser nedeniyle gelen bir hastayı değerlendirirken hastanın yaşı,
ülserin süresi, seyri, ağrılı olup olmaması, sistemik ve/veya dermatolojik hastalık
varlığı, ilaç kullanım öyküsü sorgulanmalı, var olan ülserlerin yeri, şekli, sayısı,
palpasyonla indüre olup olmadığı ve varsa ağız içinde bulunan diğer değişiklikler
incelenmelidir.
Oral ülserler ağız mukozası hastalıklarının en çok görülen türleridir. Oral
mukoza ülserasyonlarının başka birçok hastalığın da habercisi olabileceği söz konusu
olduğu için ciddi önem arz etmektedir. Ağız boşluğundaki çoğu hastalıklar görsel
muayene ile
teşhis edilebilir olsa
zor konabilir. Benign
ve
da, bazı hastalıklar şaşırtıcı olabilir ve tanı
malign, lokal ve sistemik birçok hastalık süreçleri, oral
kavitede bir ülseratif lezyon olarak ortaya çıkabilir.
Ayrıcı tanısında birçok nedenin bulunması, tedavilerinin farklı yaklaşımlarla
olması nedeniyle bu konuya hakim olmak son derece önemlidir. Bu tez
araştırmasının temel amacı; oral ülserlerin çeşitlerini ve bunların teşhisinde ayırıcı
tanıların neler olduğunu inceleyerek hastayı doğru, tedavi için yönlendirmenin diş
hekimini için önemini irdelemektedir.
2 GENEL BİLGİLER
Oral Ülser; oral epitel lamina propriasında sinir uçlarının ölümüne neden olan
lezyonlu bir hastalıktır. Herhangi bir nedenle epitelin kaybıdır. Ağız içinde yaygın
görülen ülserler ağrılı ya da ağrısız seyredebilirken, özellikle baharatlı ve ekşi
yiyeceklerle görülen hassasiyet mevcuttur. Belirtileri aynı olsa bile etiyolojileri
farklıdır.
Ülseratif lezyonların en sık görülen nedenleri, mekanik ve tepkisel faktörler,
psikojenik faktörler, bulaşıcı hastalıklar, neoplazmalar; otoimmün ve hematolojik
hastalıklardır. Bakteri, virüs ve mantarlar ülserasyona sebep olabilirler. Bütün bu
durumlar içerisinde en belirgin klinik bulgu, epitel tabakası kaybı olarak bilinen
ülserdir. Erozyonda yüzeysel epitel kaybını anlatır ve klinikte erozyon ve ülser
tanımları birbirleri için kullanılır. (3)
Benign ya da malign olan bu lezyonların tanısında; anamnez, muayene ve bazı
testlerin sonucu önemlidir. Tanıda en önemli nokta doğru ve ayrıntılı anemnezdir.
Başlatan faktörler, lezyonların sıklığı, lezyonları gerileten veya arttıran faktörler
belirlenmelidir. Başka sistemik özellikleri olan hastalarda multidisipliner yaklaşım
önemlidir. Ek bulguların varlığı ve ağız içinde tutulumun yeri doğru tanı için hekime
yol gösterir. Kesin tanı için kan tahlilleri ve nadiren oral kültürler veya biyopsi
yapılabilir. (4)
2
3 ORAL KAVİTEDE GÖZLENEN ÜLSERATİF OLUŞUMLAR:
3.1 TRAVMATİK ÜLSERLER
Mekanik
İyatrojenik
Kimyasal
Isı
Radyasyon
3.2 BAKTERİYEL ÜLSERLER
Sifilis
Gonore
Tüberküloz
Lepra
Aktinomikoz
3.3 FUNGAL ÜLSERLER
Mukormikozis
Histoplazmozis
Koksidiyoidomikozis
Blastomikozis
Kriptokokkozis
3
3.4 İMMÜNOLOJİK ÜLSERLER
Aftöz ülserler
Behçet hastalığı
Reiter sendromu
Eritema Multiforme
Steven Johnson sendromu
Lupus Eritematozus
İlaç reaksiyonları
Kontakt alerjisi
Siklik nötropeni
Wegener granülomatozis
Midline granülom
3.5 NEOPLAZMLAR
Skuamoz hücreli karsinoma
Maksiler sinüs karsinomu
3.6 DİĞER
Nekrotizan sialometaplazi
4
3.1 TRAVMATİK ÜLSERLER
Travmatik uyarıcı zamanla kalıcı olduğunda, travmatik kökenli kronik
ülserler oluşur. Travmatik uyarıcının ortadan kaldırılması genellikle iyileşmenin
sağlanması için yeterlidir, ancak topikal ya da steroid gibi spesifik tedavi gerekli
olabilir.
Klinik olarak çeşitlidir, ama genellikle tek ve ağrılı bir ülser yüzünden olur. Bu
ülserlerin üzeri kırmızı veya beyaz-sarı bir yüzeyle örtülüdür ve ince eritematöz bir
hale vardır. Palpasyonda genellikle yumuşaktır; kendiliğinden veya nedenler ortadan
kalkınca iz kalmadan 6 -10 gün içinde iyileşir. Kronik travmatik ülserler, klinik
olarak karsinoma benzer. Dil, dudak ve yanak mukozası hastalığın öncelik olarak
oluşturduğu yerlerdir. Tanı, anamnez ve klinik bulgulara göre konur. Ama eğer ülser
10-12 günü geçerse, kanser teşhisi için biyopsi mutlaka alınmalıdır.(2)
Travmatik ülserlerin en yaygın görüleni mekanik travma sonucu ortaya çıkar.
Kazara meydana gelen travma sonrası oluşan bu lezyonlar, genelde dişler arası, alt
dudak, dil ve bukkal mukozada görülür.
Resim 1: Travmatik ülser, dil
laterali ısırması
Resim 2: Travmatik ülser, dudak
İyatrojenik ülserler hekim tarafından yapılan hatalar sonucu oluşan
lezyonlardır. Örnek olarak, ağızda kullanılan pamuk ruloların tükürüğün negatif
basıncıyla mukozaya yapışması sonucu hızla çekilmesi durumunda oluşan ülserler
5
gösterilebilir. Ayrıca; pürüzlü dolgular, protez irritasyonu, keskin yabancı cisimler de
başlıca sebeplerdir.
Kimyasallar asidik ya da bazik olmalarından dolayı ya da irritan veya allerjen
yapılarından dolayı oral ülserlere neden olurlar. Kimyasalları hasta ya kendisi
kullanır ya da hekim tarafından uygulanır. Asetilsalisilik asit ağrılı diş üzerinde
direkt uygulanırsa mukoza yanığı ya da koagülasyon nekrozu ortaya çıkar.
İyatrojenik olarak vital beyazlatmada kullanılan fosforik asit, %30 hidrojen peroksit
veya sıcak mum uygulanması, hidrokolloid yutturulması ya da yumuşak dokuya
yapışması örnek olarak verilebilir.
Resim 3: Kimyasal yanık
sağ maksiler tuberositas
Resim 4: Termal yanık, palatina
Radyasyon tedavisi gören hastalarda tedavi sırasında ülseratif lezyonlar
meydana çıkar. Özellikle malign squamöz hücreli karsinomada 60-70 Gy, lenfomada
40-80 Gy derecesinde verilen radyasyon nedeniyle oluşurlar. Bu lezyonlar bir kaç
haftada skarsız olarak spontan iyileşirler.
Ayırıcı tanıda squamöz hücreli karsinoma ve diğer maligniteler, eozinofilik
ülserler, aftöz ülserler, Riga-Fede hastalığı, sifiliz, tüberküloz, sistemik mikozlar. (1)
6
3.2 BAKTERİYEL ÜLSERLER
3.2.1 SİFİLİS
Spiroketlerden Treponema pallidum - Spiroketa Pallida tarafından oluşturulan
spesifik bir enfeksiyondur. Hastalık tüm organ sistemlerine yayılma gösterir ve klinik
tablolarında büyük farklılıklar sergiler. Enfeksiyon tümüyle cinsel temas vasıtasıyla
bulaşır. Ancak hastalık, oral lezyonları aktif olan sifilisli bireyi öpmekle geçebilir. El
veya ayaklarında şankr olan bireylerle temas sonucu diş hekiminde şankr geliştiği
gösterilmiştir. Hastalığın transfüzyon vasıtasıyla geçişi uygulanan serolojik testler
nedeniyle sorun olmaktan çıkmıştır. Ayrıca etken mikroorganizma uzun süreli kan
saklama metotlarına dayanıklı değildir. Hastalık kontamine iğneler vasıtasıyla da
geçiş gösterir. Hastalık hamilelik döneminde alınmışsa konjenital sifilis riski de artar.
Hamile kadınlara sifilisi tedavi edecek dozda verilen penisilin fetüsteki enfeksiyonu
da eradike eder. Doğum sırasında, vajinal bölgede bulunan aktif lezyonlardan bebeğe
sifilis geçmesi durumunda bebekte tipik primer şankr gelişir.(5,6)
Hem primer safha (şankır) ve hem de aylar sonra, deri döküntüleriyle ortaya
çıkan sekonder safha, semptom ve belirtiler göstermeden yıllarca uzanan sinsice
gizlenen tersiyer safha izler. Bu safha ciddi problemlerin veya ölümün ortaya çıktığı
safhadır. Bu geç belirtilerin daha çok kardiovasküler ve santral sinir sisteminde
ortaya çıktığı görülür. Tedavi edilmemiş hastaların %10’luk bir bölümünde
kardiyovasküler rahatsızlıklar görülür. Yaklaşık %8’inde de santral sinir sistemi
etkilenir. Tedavide kullanılan en etkili ilaç, penisilindir. Spiroket, eritromisin ve
tetrasikline de hassastır. Virulansının az olması nedeniyle, uygulanan antibiyotik
tedavisi sayesinde geç safha lezyonlarına rastlama sıklığı azaldığı gibi, bugün
frenginin tedavisi çok kolaylaşmıştır.(6)
Sifilisin doğal seyrinde üç farklı safha vardır.
7
Primer Safha: Primer sifiliste inkübasyon süresi 10 günle 90 gün arasında
değişir ancak genellikle üç hafta sürer. Treponemal invazyonun olduğu bölgede bu
primer safhanın özelliği olan şankır belirir. Şankırlar,tipik olarak papül şeklinde
başlar, daha sonra sert kenarlı bir ülser halini alır. Hassastır ancak şiddetli ağrı
görülmez Tek veya multipl olabilir. Birkaç cm’ye kadar büyüyebilir. Şankırın yüzeyi
zamanla erozyona uğrar. Yuvarlak veya oval, krater ağzına benzer sert bir ülser
halini alır. Şankrların çoğu genital bölgede olmasına rağmen diş etlerinde, boğazda,
tonsillerde, dudaklarda, meme başlarında, ellerde ve farklı vücut bölgelerinde
görülebilir.(2)
Bazı olgularda şankr, üç ay içinde iyileşebilir ve hasta tamamen sağlıklı bir
görünümdedir. Şankırı ağrısız rejiyonal adenopati izler. Hatta mikroorganizma
şankrdan evvel spiroketemi ile vücudun değişik dokularına yayılır. Böylece daha
sonra çıkacak sekonder ve tersiyer safhaların nedeni açıklanır. Bazen primer lezyon
gelişmeyebilir
Resim 5: Primer sifilis,
labial şankr
Resim 6: Primer sifilis, palatal
mukoza
Oral, gingival, tonsiller veya farengeal şankra daima anterior servikal
lenfadenopati eşlik eder. Şankrın oluşumundan itibaren yedi gün içinde ilgili lenf
düğümleri şişmeye başlar. Tedavi edilmediği takdirde bile primer sifilis dört-altı
hafta içinde tamamen iyileşir ve bölgesel lenfadenopatiler çözülür.(6)
8
Sekonder Safha: Şankrın görülmesinden iki-sekiz hafta sonra sekonder
sifilisin belirtileri görülür. Değişken bir seyir gösterir ve iki-altı hafta sürer. Sekonder
sifilis genel bir rahatsızlık şeklinde başlar ve belirtileri viral bir enfeksiyonu
düşündürür. Başlıca belirtileri lenfadenopati, deri ve mukoz membranlardaki
lezyonlardır. Genellikle inguinal, suboksipital, posterior aurikular ve servikal
bölgelerdeki lenf düğümleri şişer. Bu safha yaygın veya lokal deri raşları
karakterizedir. Mukokütanöz deri kızarıklıkları oluşur. Bunlar genellikle ağrısız ve
simetrik maküler ve papüler (raş) oluşumlardır. Bu deri göstergeleri asla veziküller
şekil almaz. Bu sekonder safhada visseral ve lenfoidal etkilenmeler ilerleyebilir.
Yaygın bir lenfadenopati oluşabilir. Yine bu safhada görülen diğer bir özellik,
derideki yaygın hipertrofik lezyonlar yani keratotik papüler lezyonlardır. Bunlar
çoğunlukla penis ve vulva çevresindedir. Çok nadiren perianal ve dudakta da
oluşabilir. 2- 3 cm çapta olan bu kabarcıklar, kondilomata lata olarak adlandırılır. Bu
lezyonları kondiloma akümünatum adı verilen, genital bölgedeki virütik siğillerle
karıştırmamak gerekir.(4.5.6,)
Sekonder safhadaki ağız lezyonlarına “müköz plaklar” adı verilir. Sekonder
sifilis vakalarının yarısından fazla bir bölümünde mukoz membranlar etkilenir.
Yanak mukozası ile dilin alt kısmını muayene etmek önemlidir. Hastaların yaklaşık
üçte birinde görülen mukozal plaklar ağrısız olup, gri veya sarımsı membranla kaplı
oval ülserasyonlar şeklinde görülür. Eritematöz keskin bir sınır vardır. Bukkal
mukoza daha çok görüldüğü bölgedir. Kondilomata lata, şankır ve müköz plaklarda
çok sayıda spiroketler bulunur. Ağzın köşelerinde nokta halinde papüller bulunur.
Sekonder sifiliste görülen nemli lezyonlar yüksek miktarda spiroket
içerdiklerinden çok bulaşıcıdırlar. Kuru olan lezyonların bulaşıcılığı göreceli olarak
daha azdır. Sekonder sifilis genellikle iki-altı haftada iyileşir. Bazı lezyonların skar
9
bırakarak iyileştiği görülür. Bu faz bir zaman sonra (yaklaşık 2 ay), kaybolabilir veya
yeni hızlanmalarla aylarca ve ya yıllarca sürer. Çoğu olgularda treponemalar
hastalığın primer veya sekonder fazında ölür. Bununla beraber bazı durumlarda da
treponemalar latent kalır ve hayatın ileri zamanlarında aktive olarak harap edici
tersiyer lezyonlar (geç safha) başlar. Gerçi çoğu hastalarda tersiyer lezyonlar
gelişmez. Belki de değişik derecelerde oluşan immunite bunun nedenidir.(6)
Tedavisiz hastaların 1/3 inde kendiliğinden iyileşme görülür. Bunlarda
serolojik test negatiftir. Diğer 1/3 in serolojik testi pozitiftir; fakat ölüm, bu hastalıkla
ilgisiz nedenlerledir. Son 1/3 de ise, tersiyer fazın ağır lezyonları gelişir.(6)
Resim 7: Sekonder sifilis,
mukosal yama
Resim 8: Sekonder sifilis,
deri lezyonları
Tersiyer Safha: Tedavisiz hastaların yalnızca %15 inde meydana gelen ve
hastalığa yakalandıktan yıllar sonra ortaya çıkan granülomatöz (gom) dönemdir.
Gom oluşumu çevre dokuları tahrip eder ancak yavaş seyreder. Derideki gomlar
farklı klinik tablolar gösterir. Vücuda asimetrik olarak yayılmış tek veya gruplar
halinde lezyonlar sert ve ağrısızdır. Yayılan lezyonların bir kısmı iyileşirken diğer
kısmı yayılmaya devam eder. Gomlar iç organları içine alarak gastrointestinal ve
hepatik hastalıklara neden olur. Kemikte kalınlaşma ile karakterize ve kemik
yoğunluğunda artışlarla beraber kemiklerde hastalığa dahil olur. Tedavi edilmemiş
hastaların %10’luk bir bölümünde kardiyovasküler rahatsızlıklar görülür. Yaklaşık
10
%8’inde de santral sinir sistemi etkilenir. Başta penisilin olmak üzere duyarlı
kimseler
için
kullanılabilecek
olan
eritromisin,
tetrasiklinler
gibi
kemoterapötiklerin kullanımı ile bugün frenginin tedavisi çok kolaylaşmıştır.
Resim 9: Tersiyer sifilis, Gom
Konjenital Sifilis
Anneden fetüse enfeksiyonun geçmesiyle olur.
İrsi bir hastalık değildir,
annenin enfekte olması şarttır. Gebelikte erken tedavi, fetüsü koruyacaktır.
Treponemalar, plasentayı ve fetusu gebeliğin herhangi bir döneminde istila edebilir.
Geç abortus (düşük), ölü doğum ve hemen doğum sonrası ölümlere rastlanır. Eğer
bebek canlı kalırsa, iki sendrom görülme olasılığı vardır.
1. Konjenital Sifilisin Erken Sendromu: Burunda sifilitik rhinitis adı verilen
pürülan ve hemorajik bir akıntı mevcut olabilir. Erken dönemde tüm vücutta yaygın
olarak vezikülo-büllös lezyonlar görülürken erişkinlerde kesinlikle görülmez.
2. Konjenital Sifilisin Geç Sendromu:
Doğumdan iki veya beş yıl sonra
ortaya çıkar. Bebek sağlıklı doğmuştur. Yaygın osteokondritis vardır ve iskelet
sisteminin tüm kemikleri etkilenmiştir. Özellikle burun ve alt ekstiremite kemikleri,
belirgin bir şekilde etkilenen kemiklerdir. Vomer etkilendiği için burun çöküklüğü
vardır ki buna “Eyer burun” denir. Tibial periostitis, fazla miktarda yeni kemik
yapımına neden olduğundan, tibia eğri bir şekil alır. Bu şekliyle bir kılıcı
andırdığından, “süvari kılıcı tibia” (saber tibia) adı verilir.(7)
11
Sifilitik enfeksiyonun fetal yaşamda diş germlerini etkilemesine bağlı olarak,
ön dişler normale göre bir derece küçüktür, yan kenarlar bombelidir ve kesici yüzü
çentiklidir. Bu şekliyle bir kaşığı andırır ve “Hutchinson dişleri” olarak
tanımlanmıştır. Molarlar ise “dut molar” olarak adlandırılır. Oklüzal yüzeyden
bakınca, normalden fazla tüberkül olduğu görülür.
Bu bulgular arasında bir de karakteristik bir üçlü vardır:
1. Sağırlık,
2. Kornea iltihabı (interstisyel keratit)
3. Hutchinson dişleri.
Bu üçlü, Hutchinson sendromu (triadı) olarak bilinir
Resim 10: Hutchinson dişler
3.2.2 GONORE
Gram (-) diplokok, Neisseria gonorrhoeae tarafından oluşan bulaşıcı bir
hastalıktır. Hastalık enfekte olan kişiyle doğrudan cinsel ilişki yoluyla bulaşır.
İnkübasyon periodu 7 günden az sürer. Genital enfeksiyon, oral veya faringeal
mukoz membranlara, orogenital temas yoluyla bulaşır. Oral mukoza daha dayanıklı
iken, faringeal mukoza daha çok etkilenmektedir. Enfekte bir hastanın diş hekimine
bulaştırma olasılığı çok yüksektir. Kuruluğa çok duyarlı olan hastalıkta, deri /mukoza
alanları enfeksiyon iletkeni olarak kabul edilir. Eldiven, maske, gözlük takılması
enfeksiyona karşı yeterli korunma sağlar.
12
Belirgin semptomları olmamakla birlikte, multiple ülseratif lezyonlar ve
generalize eritemal mukoza mevcuttur. Belirtiler generalize stomatitise kadar
değişiklikler gösterebilir.
Ayırıcı tanıda; aftöz ülserler, herpes ülserler, erithema multiforme, pemfigus,
pemfigoid, ilaç reaksiyonu, streptokok enfeksiyonu sayılabilir.
Tedavi; pensillin, spectromicine, 3. jenerasyon sefalosporinler(ceftriaxone,
cefoxatime), oral tetrasiklin. (1)
Resim 11: Gonore, ağız içi görüntü
3.2.3 TÜBERKÜLOZ
Tüberküloz tüm dünyada yaygın olarak görülebilen, Mycobacterium
tuberculosis
(Koch
basili–
1882)
tarafından
oluşturulan
bulaşıcı,
kronik,
granulomatöz bir enfeksiyon hastalığıdır. Her yaşta görülen bu hastalığın etkeni için,
dört giriş kapısı söz konusu olabilir. Solunum sistemi, sindirim sistemi, deri ve
intrauterin olarak plasenta yolu ile oluşan konjenital enfeksiyon. Tüberküloz
basillerinden yalnızca iki türü, insanlar için patojendir. Bunlar insan (human) ve sığır
(bovine) türleridir. En çok görülen yayılım şekli, aktif hastalardan havadaki
damlacıkların inhalasyonu ile olan yayılımdır.
Tüberküloz genellikle akciğerleri etkiler; fakat lenf nodülleri (düğüm), barsak,
böbrek, beyin, meninksler, dalak, karaciğer ve kemik iliği gibi, diğer bazı organ ve
13
dokular da tutulabilir. Belirgin semptomlardan öksürük ve ekspektorasyon (balgam
çıkarma) ile ağız dışına bol miktarda basil atılır. Balgamda bulunan basillerin
implantasyonuyla veya çok daha nadiren hematojen yolla, oral mukoza enfekte
edilebilir. Bu şekilde tuberkülozun ağız lezyonları ortaya çıkar.
Tüberkülozun ağız kavitesinde oluşması çok nadirdir. Hematojen yolla ağız içi
yumuşak dokuya implante olanlar yerleştiği lokalizasyonda prolifere olarak
yüzeydeki epiteli ülsere edebilir. Oral lezyonlar genellikle pulmoner tüberküloza
karşı sekonder olarak gelişir. Ülserler, ağrısız ve düzensizdir, ince belirsiz bir sınırı
ve kendi halindeki yüzeyi gri-sarı eksuda ile kaplıdır. Çevre dokular enflamasyonlu
ve düzensizdir. En sık etkilenen bölge dilin dorsal yüzeyi iken bunu dudak, bukkal
mukoza ve damak takip eder.
Ayırıcı tanıda, sistemik mukozlar, karsinom, sifiliz, eozinofilik ülser,
nekrotizan sialodenometaplazi, Wegener granülomatozu, malign granülom, major
aftöz ülser düşünülmelidir.
Tedavisinde, Izoniasid, etambutol, streptomisin kullanılır.
Resim 12: Bukkal mukozada
ülseratif lezyon
Resim 13: Dilin dorsal
yüzeyindeki ülseratif lezyon
14
3.2.4 LEPRA
Lepra (Hansen hastalığı), mikobakteriyum lepranın (Hansen basili - 1868)
neden olduğu, özellikle deri ve periferal sinirleri tutan, bulaşma yeteneği çok düşük
olan ağrısız kronik bir bozukluktur. Hastalığın geçişi aktif olgulardan direkt olarak
ve yıllar süren yakın kontak ile olur. Hastalığın bulaşmasından yıllar sonra hastalık
ortaya çıkar. Çok yavaş ve uzun süren ilerleme seyri vardır. Konjenital geçiş
olmadığı kabul edilmektedir. Basiller daha çok burun, nazofarenks ve periferal
sinirlerde lezyonlarını yapar. Lepra basilleri yerleştiği yerden kan ve lenf yollarıyla
organizmaya yayılır. Bu basiller hastanın burun salgısında bol miktarda vardır.
Burun, ağız salgısı veya ülseröz deri lezyonlarından, enfeksiyon etkenleri insandan
insana geçer. Giriş kapısı çoğu kez, deri ve üst solunum yolu mukozasıdır.
Mikobakteriyum lepraya karşı organizmada hücresel immunite oluşur. Hastaların
basillere karşı gösterdiği dirence göre lezyonlar ayrıcalık gösterir. (1)
Bu hastalığın iki tipi vardır:
1. Tüberküloid (Anestetik) Lepra: Dokunma ve ağrı hissinde kayıplar ile
muskuler paralizi dikkati çeken özelliktir; bu nedenle nöral lepra da denir.
Bu türde lezyonlar çoğunlukla deride görülür. Maküler erupsiyonlar en çok
yüz, ekstremite ve gövdededir, organ lezyonları daha seyrektir. Daha çok
basile karşı direnci olan yani kuvvetli immunitesi olan kişilerde görülür.
Prognoz bu tipte daha iyidir.
2. Lepromatöz (Nodüller) Lepra: Bu lezyon direnci az olan hastalarda görülür,
daha ciddi harabiyetler yapar. Vücutta yaygın ve simetrik kutanös
nodüllerin varlığı ile karakterizedir. Bunlar birkaç mm den, cm ye kadar
değişen çaplardadır ve “leprom” olarak adlandırılır. Yüzdeki nodüller
15
nedeniyle “aslan yüzü” (facies leontine) olarak adlandırılır. Lepromlar tüm
organlarda görülebilir.(8,9)
Lepranın tüberküloid formu daha iyi bir prognoza sahiptir ve çoğu olgularda bu
hastalıktan yaşam kısalmaz. Lepromatöz form da ölüm; tüberküloz, pnömoni veya
diğer enfeksiyonların eklenmesiyledir.(11)
Oral lezyonlar daha çok lepramatöz tipte gözlenir. Oral lezyonların varlığı
hastalığın süresi ile doğru orantılıdır. Genellikle asemptomatik olan oral lezyonlar
burun bölgesinden sonra sinsice gelişirler. En sık etkilenen bölge sert damaktır. İleri
aşamalarda, , fibrozis
ve yumuşak
damak veya sert
damak perforasyonu
sonucu, deformite, fonksiyonel değişiklikler ve fonasyonda ciddi bozulmalar
olabilmektedir.
Morfolojik
olarak
lezyonlar papüller,
nodüller (lepromas) ve
yüzeysel erozyonlar ülser olarak gözlenebilir ki bunlar sırayla şu alanlarda görülür;
Palatina:
Lezyonların çok
çeşitli türleri
gözlenir.
Bunlar
infiltrasyon,
ülserasyon, perforasyon ve kırmızımsı veya sarı – kırmızımsı nodüllerdir. Sesil, 2
ila 10 mm arasında değişen, pediküllü ve ülserasyon eğilimlidirler.(12)
Resim 14: Lepromatozis lepra-damakta
beyaz lezyonlar
16
Dil: özellikle dilin anterior bölgesinin üçte iki dorsal kısmı başta olmak üzere,
yüzeysel erozyon şeklindeki
değişiklikler,
papilla kaybı
ve
boyuna çatlaklar
"kaldırım taşı görünümüne yol açabilir, skarlar meydana gelebilir.(13)
Uvula: ilerlemiş vakalarda, fibrozis, uvulanın kısmi hatta tamamen kaybı da
söz konusu olmaktadır.(12)
Dudak: Macrocheilia (infiltrasyon nedeniyle) veya mikrostomi (ülserayon
sonucu perioral fibrosis nedeniyle) oluşabilir.(8,9)
Diş etleri: Genellikle üst santral kesicilerin çoğu zaman bitişik olmaları
sebebiyle arkalarındaki alan etkilenir ve damakta gingivitis oluşur. Ayrıca
kronik lezyonlar, periodontitis ve periodontoclasia oluşabilir.(10)
Lepranın modern tedavisinde, antileproz ilaçlar, dapsone, rifampin,
clofazimine ve thalidomide kullanılır. Hastalığın bulaşıcılığı ise, ilk birkaç haftada
ortadan kalkmaktadır. Bu nedenle de, eski tecrit yöntemi ve profilaksi kaldırılmıştır.
Böylesine yüz güldürücü tedavi olanaklarına rağmen, geç tanı konan ve sakatlıkları
oluşmuş bulunan hastaların enfeksiyonları yok edildiği halde görüntüleri
düzelmediği için, bilgisiz insanların hastalardan uzak durmaları ve hatta bazı
hekimlerin bakmayı reddetmeleri, zaman- zaman yaşadığımız acı gerçeklerdir.
Gerek diş hekimlerinin gerekse diğer dal uzmanlarının, lepra tedavisi görmüş
bir hastanın diğer sağlık sorunlarını tıpkı herhangi bir başka hasta gibi tedavi
etmeleri, hastaların psikolojik durumlarını da göz önünde bulundurarak ve belki de,
daha önceki meslektaşlarının yaptığı hataları gidermek amacıyla daha da sevecen ve
dostça bir yaklaşım göstermeleri gerekmektedir. Lepralı bir hastanın diş tedavisinde
herkes için geçerli hijyen kurallarını ve antisepsiyi uygulamamız yeterlidir. Herkes
gibi lepralıhastanın da ağız tedavisinin, çağdaş ve gerçekleri bilen bir diş hekimi
tarafından yapılması gerekir.(1)
17
3.2.5 AKTİNOMİKOZİS
Aktinomikozis, kronik bakteriyel bir hastalıktır. Aktinomikoz enfeksiyonları
“Actinomyces israelii” tarafından oluşturulur. Bunlar oral kavitenin (tonsilla
kriptleri, diş taşları, kariesli dişler ve nonvital diş kökü kanalları), sindirim yolunun
ve vajenin olağan kommensal elemanlarıdır. Travma veya bakteriyel enfeksiyonlar
gibi nedenlerle doku devitalize edildiği zaman, invazyon özelliğini gösterir.
Aktinomikozis enfeksiyonları özellikle travma, cerrahi işlem veya bir önceki
enfeksiyondan sonra ortaya çıkar. Bir diş çekimi, dişeti ameliyatı ve oral
enfeksiyonlar bu lezyonun gelişmesi için, predispoze (hazırlayıcı) faktörlerdir.
Uzamış periodontal abseler, gerekli ilgi gösterilmeyen ağız ameliyatları veya en
basiti bazen bir dental ekstraksiyon, olayın başlamasına neden olabilir. Son yıllarda
bazı nedenlerle hastalarda kullanılan bisfosfonat, çene kemiklerinde aktinomikozis
olgularının ortaya çıkmasına neden olabilir.
Primer lezyonlar çoğunlukla mandibulada ve daha az olmak üzere
maksilladadır. Hastalığın tipik görünümü, çenenin bir pyojenik enfeksiyonunu
andıran şişlik şeklindedir. Lezyonda bir tahta sertliği vardır. Zamanla belli yerlerde
yumuşama oluşur. Birçok abse odakları ortaya çıkar ve bir veya daha fazla drenaj
sinüsleri belirir. Bu sinüslerden devamlı akan bu drenaj materyali, irinle (püy)
beraber sülfür granülleri olarak adlandırılan makroskopik olarak çıplak gözle görülen
sarımsı küçük taneciklerden oluşmuştur. Bunlar aktinomiçes mikroorganizma
taneciklerinin birikimidir.(1,2)
Lezyonların anatomik yerleşimlerine göre aktinomikozisin; baş-boyun, akciğer
ve abdomende lokalizasyon gösteren üç klasik formu vardır.
1) Baş- Boyun Lokalizasyonlu (Serviko- Fasial Tip) Aktinomikozis: En çok
karşımıza çıkan %60) tiptir. Çoğunlukla diş hekimleri tarafından görülür.
18
Lezyon ağız mukozasında gelişmiştir. Yumuşak dokuda lokalize kalabilir.
Çene kemiğinde gelişenler, yüz ve boyun derisini etkiler. Eğer etkilenen
kemik maksilla ise, oluşan osteomyelitis kraniumu, meninksleri ve beyni
tutabilir. Dil, bukkal mukoza, dişeti, tonsiller ve dudak en sık tutulan
yerlerdir.
Resim 15:Aktinomikoz,bukkal
mukozanın nodüller ve sinüsleri
Resim16:Aktinomikoz,deride
multipl nodüller ve maksiler
sinüse drenaj
2) Akciğer Tipi Aktinomikozis (Pulmoner Tip): Aktinomiçes lifleri veya
granüllerinin aspirasyonu veya kan, lenf ve kontakt yayılım ile akciğere
gelmesi ile olur.(1)
3) Abdominal tip: Eğer lezyon oral kaviteden gastroentestinal traktüse geçerse
“abdominal aktinomikozis” oluşur. Bu form, ileri derecede ciddi bir
hastalıktır ve yüksek derecede ölüm oranı vardır. Barsak mukozasında
perforasyona neden olur. Kan, lenfatik ve kontakt yayılım ile karaciğere
ulaşır.(1)
Tedavi: Yüksek dozda ve uzun süreli kullanılacak olan ilaç, penisilindir.
Tetrasiklin, eritromisin de kullanılabilir. Buna ilaveten abse alanları ve sinüs
yollarını cerrahi olarak temizlenmelidir.(1,2)
19
3.2.6 NOMA
Noma, cancrum oris veya gangrenöz stomatit olarak bilinen bu hastalık oral
dokuları etkileyen, hızlı gelişen ve nadir olarak görülen fırsatçı bir enfeksiyondur.
Kişinin genel sağlığıyla belirgin bir uyum gösteren doku nekrozu, başlangıçta
fuziform basiller ve Vincent spiroketleri gibi, anaerobik bakterilerin invazyonu ve
sonrasında
stafilokokus
aureus,
streptokokus
pyogens
gibi,
diğer
çeşitli
mikroorganizmalar tarafından invazyona uğrayan spesifik bir enfeksiyondur.
Predispozan faktörler; kötü ağız hijyeni, ağır protein eksikliği, ağır diabetes mellitus,
pnömoni, sifilis, tüberküloz, lösemi ve sepsis gibi, zayıf düşürücü sistemik
hastalıklar yanı sıra malnütrisyondur.(1)
Lezyon özellikle gingival mukozada küçük ağrılı bir ülser şeklinde başlar.
Çevre dokuya süratle yayılır. Alttaki yumuşak dokuya penetre olan, sonunda yüz
derisini perfore eden akut gangrenöz bir hastalıktır. Nekrozlara bağlı olarak meydana
gelen doku kayıpları sonucu, kemik dokusu ve dişler açığa çıkar. (2)
Resim 17: Noma
Etkilenen bölgede dişler dökülür. Noma, çok sınırlı ve daha benign yapıda olan
“akut nekrotizan ülseratif gingivitis”e (ANUG) bir çok özellikleriyle benzemektedir.
Her ikisinde de etken aynı mikroorganizmalardır. Olay, doku nekrozu ile sonuçlanır.
Ayrıca her iki lezyonda da bağışıklık yönünden düşük (immünosüprese) kişiler söz
20
konusudur. Gerçi nadir de olsa, ANUG’ dan noma’ya dönüşen olgular da vardır. Son
zamanlarda yapılan araştırmalarda, HIV/AİDS’Lİ hastalarda noma’nın görülme
sıklığının artmış olduğu gözlenmiştir.(1)
Tedavi; enfeksiyonun kendisi kadar, hastalığa neden olan predispozan
faktörlerin de yok edilmesini içermelidir. Uygulanan antibiyotik tedavisi yanında,
hastanın sıvı – elektrolit dengesinin ve beslenmesinin sağlanması gerekir. Eğer çevre
dokuda yoğun destrüksiyon varsa, dokudaki nekrotik debrilerin temizlenmesi
gerekir. (1,2)
21
3.3 FUNGAL ÜLSERLER
3.3.1 MUKORMİKOZİS
Mukormikozis,
primer
olarak
mukorales
grubu
funguslar
tarafından
oluşturulan, invaziv, mortalitesi yüksek bir enfeksiyondur. Etkenler mucor ve
rhizopus mantarlarıdır. Sıklıkla diabetes mellitus, AIDS ve transplantasyon
hastalarında ve yüksek doz kemoterapi alan, uzun süreli nötropenisi bulunan
hematolojik maligniteli hastalarda ortaya çıkmaktadır. En sık görülen formu
rinoserebral mukormikozistir. Erken tanı ve tedavi mortalite ve morbiditeyi
azaltmaktadır. Enfeksiyon paranazal sinüsler, sert damak, orbita ve beyinde
progresiv fungal invazyon ile karakterizedir. İmmünsuprese olgularda GİS/solunum
sistemi, nazalkavite, paranazal sinüsler ve orofarenkste ağrılı ülserler, doku nekrozu
sonunda damak perforasyonu görülür.(14)
Mukormikozisli bir hastanın semptomları çok hızlı gelişir ve genellikle tek
taraflıdır. Progresif seyirli olup, retroorbital ağrı ve ateş ile başlamaktadır. Periorbital
ödem ile birlikte kanlı burun akıntısı gözlenebilmekte, pitoz ve proptozisle birlikte
seyreden
oftalmopleji
oluşabilmektedir.
Ayrıca
işitme,
görme
duyuları
bozulabilmekte ve fasiyal paralizi gelişebilmektedir. Sıklıkla infraorbital sinir
anestezisi oluşmaktadır. Bozulan mental durum çok önemli bir bulgudur ve
intrakranial tutuluma işaret etmektedir. (15) Mukormikoziste tedavi altta yatan
hastalığın düzeltilmesi, genel durumun iyileştirilmesi, agresif cerrahi debridman ve
aynı anda amfoterisin B tedavisinin başlanmasıdır. (1)
Resim 18: Sert ve yumuşak damak birleşim
yerinde yaklaşık olarak 1,5- 2 cm çaplı
nekroze alan görülmektedir.
22
3.3.2 HİSTOPLAZMOZİS
Histoplazmozis, Histoplasma capsulatum'un etken olduğu bir mantar
hastalığıdır. Bu enfeksiyon pnömoni ile veya özellikle immün sistemi baskılanmış
hastalarda ölümcül olabilen hematojen yayılımla kendini gösterebilir. Deri tutulumu
primer ve sekonder olabilir.
Primer olarak akciğerlerde görülen ve genellikle asemptomatiktir. Öksürük,
ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı başlıca klinik semptomlardır. (1)
Ağızda kronik ve iyileşmeyen ülserler akciğer tutulumuna sekonder olarak
gelişirler.
Tedavisinde Amphotericin B, Ketoconazole kullanılır.(1)
Resim 19: AIDS'li bir kadının,
Histoplasma capsulatum’un
neden olduğu kronik perioral
ülser
Resim 20: Gingival histoplasmosis
3.3.3 KOKSİDİYOİDOMİKOZİS
Etkeni Coccidioides immitis. İnhalasyon ile bulaşma sonrası primer enfeksiyon
görülür ve %40 olguda geçici pnömoni, cilt döküntüsü meydana gelir.
İmmunsupresif olgularda ise hematojen yayılma ve progresif pnömoni oluşur. Primer
olarak akciğerlerde görülen ve genellikle asemptomatiktir.
Öksürük, ateş, kilo kaybı, göğüs ağrısı ve eritema multiforme başlıca klinik
semptomlardır. (1)
23
Ağızda kronik ve iyileşmeyen ülserler akciğer tutulumuna sekonder olarak
gelişirler.
Tedavisinde Amphotericin B, Ketoconazole kullanılır.(1)
Resim 21: Koksidiyoidomikozis
3.3.4 BLASTOMİKOZİS
Etkeni Blastomyces dermatitidis olan hastalık mantar sporlarının inhalasyonu
sonrası hematojen yayılım ile ortaya çıkar. Akut hastalıkta pnömoni tablosu, lober
veya segmenter konsolidasyon, kronik hastalıkta tüberküloz benzeri klinik ve
radyolojik bulgular görülür. Ateş, gece terlemesi ve kilo kaybı başlıca klinik
semptomlardır. (1)
Ağızda kronik ve iyileşmeyen ülserler ve sinüs drenajı akciğer tutulumuna
sekonder olarak gelişirler. Tedavisinde Amphotericin B, Ketoconazole kullanılır.(1)
24
3.3.5 KRİPTOKOKKOZİS
Etken Cryptococcus neoformans, inhalasyonla akciğere, oradan hematojen
yayılma meninkslere ulaşarak menenjit oluşturur. Klinik semptomları öksürük,
hemoptizis ve baş ağrısının yanı sıra, akciğer semptomlarına sekonder olarak ağızda
kronik ve iyileşmeyen ülserler gelişir.
Tedavisinde Amphotericin B, flucytosine kullanılır.(1)
Resim 22: Kriptokokkozis,dil
üzerindeki anormal ülserasyon
25
3.4 İMMÜNOLOJİK ÜLSERLER
3.4.1 AFTÖZ ÜLSERLER
Tekrarlayan aftöz stomatit (TAS) periyodik olarak oral kavitede ortaya çıkan
ve kendiliğinden iyileşen tek veya çok sayıda ülserlerdir. TAS'in etiyolojisi
bilinmemektedir, ancak kalıtsal özellikleri vardır ve ağız mukozasına karşı immün
yanıttaki değişiklikle ilişkili olduğu düşünülmektedir. TAS; Behçet hastalığı,
sistemik lupus eritematozis, çölyak hastalığı ve Crohn hastalığı gibi tekrarlayan ağız
içi ülser görülen hastalıklardan ayırt edilmelidir.
Klinik olarak TAS aşırı derecede ağrılı etrafında kırmızı bir hale olan yüzeysel
ülserler olarak karşımıza çıkar. Selim aftlar küçük (çapı 1 cm'den küçük) ve yüzeysel
olurlar. Bu hastalarda eşlik eden başka bir patoloji genellikle yoktur. Üveit, genital
ülser, konjunktivit, artrit, ateş veya adenopati ile birlikte görülen aftöz ülserlerde altta
yatan daha ciddi hastalıklar araştırılmalıdır. TAS lezyonları genellikle keratinsiz oral
mukozada ortaya çıkarak; yemeyi, konuşmayı ve yutkunmayı engelleyecek kadar
ağrıya neden olabilir. Lezyonlar başlamadan önce lezyon yerinde lokal bir rahatsızlık
ortaya çıkar. Ağrının şiddeti değişkendir ve genellikle lezyonun boyutundan
bağımsızdır. TAS günler veya aylar içinde tekrarlayan bir veya daha fazla, ağrılı
ülserlerle karakterizedir. Akut ülserlerin çoğu tedavi gerektirmeden kendiliğinden
iyileşir fakat ortaya çıkan nedeninin anlaşılması lezyonların tekrarlamasının veya
ülserlerin Kronikleşmesinin önlenmesinde önemlidir.(16)
Minör, majör ve herpetiform olmak üzere 3 klinik alt çeşidi vardır.
Minör Aftöz Stomatit: En sık görülen grup olup kadınlarda daha sık (1.3)
görülür. Minör aftöz stomatit gri beyaz psödomembranlı 5 mm'den küçük çaplı,
yuvarlak veya oval, etrafı eritemli bir haleyle çevrili yüzeysel ülserlerle
karakterizedir. Genellikle bir lezyon vardır, fakat 1-5 ülser de görülebilir.
26
Semptomlar başladıktan 7-10 gün içinde aftöz ülserler iz bırakmadan iyileşir. Yaş
ilerledikçe TAS daha az sıklıkla görülür ve şiddeti azalır.(17)
Resim 23: Minör Aftöz Ülser
labial mukoza
Resim 24: Minör Aftöz Ülser
Majör Aftöz Stomatit: Hastaların %10'unda görülür ve daha büyük (>1cm),
derin, düzensiz ülserlerle karakterizedir. Erkeklerde daha sık görülür (1:0,8). Majör
aftöz ülserler ağız içinde her hangi bir yerde gruplar halinde ortaya çıkabilir ve minör
aftlara göre çok daha ağrılıdırlar. Lezyonlar krater şeklindedir, doku hasarı daha
fazladır ve skar bırakarak iyileşirler. Majör aftlar 6 hafta veya daha uzun sürebilir ve
bakteri veya mantarlarla sekonder olarak enfekte olabilirler. Majör aftlar minörlere
göre daha büyüktür, daha geç iyileşir, iyileştikten sonra skar gelişebilir. HIV ve
AIDS gibi immün yetmezlikle seyreden hastalıklarda beslenme sırasında aşırı ağrıya
neden olup kilo kaybına yol açabilirler.(18)
Resim 25: Majör Aftöz Ülser
yumuşak damak
Resim 26: Majör Aftöz Ülser
27
Herpetiform Aftöz Stomatit: Daha ileri yaşlarda görülür. Aslında
isimlendirme yanlıştır çünkü herpetik bir enfeksiyon değildir. Ülserlerin görünümü
primer herpetik gingivostomatite benzediği için bu şekilde adlandırılmıştır. Ek olarak
genellikle keratinsiz yüzeylerde görülse de herpetiform aftlar nadiren keratinize
yüzeylerde ortaya çıkabilir.
Herpetiform lezyonlar küçük (1-2 mm), çok sayıda, yüzeysel, birleşme
eğiliminde olup geniş düzensiz ülserler oluştururlar ve 7-10 gün içinde skar
bırakmadan iyileşir. Herpetiform aftlar diğer tiplerden daha geç yaşta ortaya çıkar,
ilk atak genellikle 2. veya 3. dekattadır.(19)
Resim 27: Herpetiform Aftöz Stomatit
Tedavide antimikrobiyal ajanlar, antienflamatuarlar, immün modülatörler ve
anestezikler kullanılmaktadır. TAS tedavisinin esas amacı ağrıyı gidermek, ülserlerin
iyileşme süresini kısaltmak ve normal oral işlevi yeniden sağlamaktır. İkincil amaçlar
ise tekrarlamaların sıklığını, şiddetini azaltmak ve remisyonun devamını sağlamaktır.
TAS birçok topikal ve sistemik ilaç ile başarıyla tedavi edilebilir.(16)
28
3.4.2 BEHÇET HASTALIĞI
Behçet hastalığı, nedeni bilinmeyen, kompleks bir multisistem hastalığıdır. İlk
olarak 1937 yılında bir dermatolog olan Prof. Dr. Hulusi Behçet tarafından,
tekrarlayan oral aft, genital ülserasyon ile karakterize, viral olması muhtemel bir
trisemptom kompleks olarak tanımlanmıştır (20,21). Günümüzde bu sendromun, çok
sayıda klinik belirtilerin daha bulunduğu, derinin yanı sıra venler, arterler,
gastrointestinal sistem, pulmoner sistem, kardiyovasküler sistem, romatolojik, renal
ve merkezi sinir sistemi bulgularının da rastlanabildiği kronik, immünoinflamatuar,
vaskülitik bir multisistemik hastalık olduğu anlaşılmıştır.(22,23)
Etiyolojisi tam olarak bilinmeyen BH’nın etiyopatogenezinde genetik
yatkınlık, mikrobiyal etkenler, çevresel faktörler ve immün regülasyonda bozukluk
üzerinde durulmaktadır (24,25). Ancak üzerinde en çok durulan hipotez hastalığın
viral, bakteriyel ya da diğer bir antijen ile tetiklenen ve genetik olarak predispozisyon
gösteren kişilerde ortaya çıkan bir multisistemik hastalık olduğudur (26,27).
Behçet hastalığının tanısı majör ve minör kriterler ile konur. Majör kriterler
oral aft, genital lezyon, göz ve deri bulgularıdır. Minör bulgular ise artrit, vasküler
bozukluk, nöropsikiyatrik bulgular, gastrointestinal tutulum ve epididimittir. Bu
belirtilere göre hastalık komplet, inkomplet, şüpheli tip ve muhtemel tip olmak üzere
4 grupta incelenmektedir. Komplet tipin tanısı aynı anda veya farklı zamanlarda 4
majör bulgunun görülmesi ile konur. İnkomple tipte 3 majör veya bir majör ve oküler
hastalık belirtileri yer almalıdır. Oküler belirti hariç 2 majör semptom ile şüpheli tip
Behçet hastalığı tanısı konmaktadır. Muhtemel tip bir majör semptomu bulunan
gruptur. Bu sınıflandırmada 2 minör bulgu, 1 majör bulgu yerine geçmektedir. Yılda
en az üç kez tekrarlama özelliği gösteren oral ülserler BH için olmazsa olmaz bir tanı
kriteridir. Oral ülserler genellikle hastalığın ilk belirtisi olarak karşımıza çıkmakta ve
29
hastalığın sistemik semptomları ortaya çıkana kadar yıllarca tek bulgu olarak
kalabilmektedir. Bunun yanında, Behçet hastalarının yaklaşık olarak
%1-3’ünde
oral ülser olmaksızın hastalığın diğer belirtileri bulunabilmektedir.(28)
Behçet hastalığında gözlenen oral ülserler daha ağrılı ve daha sık tekrarlama
eğiliminde olmalarına rağmen morfoloji ve lokalizasyon bakımından rekürrent aftöz
stomatit (RAS)’den ayırt edilmeleri çok zordur. Ancak klinik olarak, daha fazla
sayıda olmaları (aynı anda 6 ve daha fazla), lezyon çaplarının birbirinden farklı
olması, lezyon çevresinde belirgin eritemli halka gözlenmesi, yumuşak damak ve
orofarenks tutulumunun olması BH oral ülserlerinin RAS ülserlerinden ayırımında
önemli kriterlerdir.(29)
Oral ülserler genellikle dudak ve yanak mukozası, yumuşak damak ve dilin
ventral yüzü gibi oral mukozanın nonkeratinize bölgelerine lokalize olurlar. Sert
damak, diş etleri ve dilin dorsal yüzü gibi keratinize bölgeler daha az sıklıkla tutulur.
Tonsil ve farenks yerleşimi nadir de olsa görülebilir. Ağrı en önemli semptomdur ve
beslenme güçlüğüne neden olabilir. Bu ülserler yüzeyden hafif kabarık, eritemli
lezyonlar şeklinde başlar ve 48 saat içerisinde hızla ülsere olurlar. Sonuçta ovalyuvarlak, kenarları ödemli ve eritemli bir hale ile çevrili, tabanı gri-sarı renkte
ülserler gelişir.
Oral ülserler genellikle 1-4 hafta devam eder. Lokal travmalar yeni mukozal
lezyonların gelişimini tetikleyebilir (Mukozal paterji reaksiyonu)(29)
Resim 28: Behçet sendromu
bukkal mukozada majör
Resim 29: Behçet sendromu, damar
iltihabı aftöz ülser
30
Behçet hastalığındaki inflamasyonun yatıştırılabilmesi amacıyla oral hijyen
alışkanlıklarının geliştirilmesi, dental-periodontal tedavilerin yapılması ve topikal
tedaviler son derece önemlidir.
Oral sağlık ile Behçet hastalığı arasındaki ilişkiden yola çıkarak dental,
periodontal tedavilerin hastalığın aktivitesini ve oral ülser gelişimini etkileyip
etkilemediği araştırılmıştır.
Hastalarda gerekli dental tedaviler uygulandıktan sonraki ilk iki gün içinde oral
ülser sayısının arttığı görülmüştür. Bu artışın travmaya bağlı paterji etkisiyle
açıklanabilmesi mümkündür. Ancak hastalar izlendiğinde, oral ülser sayısında zaman
içinde belirgin azalmanın ortaya çıktığı saptanmıştır. Ayrıca dental ve periodontal
tedavi döneminde sistemik aktivasyonun olmadığı gözlenmiştir. Bu bulgular, oral
enfeksiyon odaklarının eliminasyonunun hastalığın aktivitesini azaltabileceğini ve
hastalık
şiddetini
olumlu
yönde
etkileyebileceğini
göstermektedir.
Behçet
hastalarının rutin izlemini yapan ekipte mümkünse bir diş hekimi yer almalıdır.
Koşullar buna elvermiyorsa, hastalık konusunda deneyimli bir diş hekimi ile yakın
iletişim kurularak hastalar izlenmelidir.
Oral ülserlerin neden olduğu ağrı kişinin daha yumuşak ve karbonhidrat
ağırlıklı bir beslenme düzenine dönmesine neden olmaktadır. Bu tür beslenme
biofilm olarak tanımlanan dental plak oluşumunu kolaylaştırmaktadır. Ayrıca oral
ülserler kişinin oral hijyen alışkanlıklarının uygulanmasını da engellemektedir.
Bunun sonucu olarak oral sağlık olumsuz yönde etkilenmekte ve bu durum hastalığı
kötüleştirebilmektedir. Bu nedenle hastalara oral sağlığın önemi ve hastalıkla ilişkisi
konusunda bilgi verilmelidir. Düzenli diş fırçalama alışkanlığı kazandırılmalı ve en
az altı ayda bir diş hekimi muayenesi önerilmelidir. Periodik muayenelerde oral
hijyen eğitiminin tekrarlanması, hastaların bu konuda farkındalığının oluşması ve
31
davranış değişikliğinin gelişmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Dental
girişimler sonrasında, erken dönemde hastalığın alevlenebileceği konusunda hasta ve
diş hekimi bilgilendirilmelidir. Bu tedaviler, mümkünse, hastalığın kontrol altına
alındığı dönemde yapılmalıdır. Dental tedavi sırasında antibiyotik kullanımının
hastalığın alevlenmesinin önlenmesi konusundaki etkinliği bilinmemektedir. Ancak
travmatik, uzun süreli işlemler öncesinde ampirik antibiyotik kullanımının yararı
görülebilmektedir. Oral florayı baskılayabilecek antibiyotikler işlem öncesinde kısa
süreli kullanılabilir. Sistemik kortikosteroid veya immunsupresif kullanan hastalarda,
dental girişimler sonrasında iyileşme olumsuz etkilenebilir ve enfeksiyon riski
artabilir. Bu nedenle hastayı izleyen hekimlerle diş hekiminin iletişiminin sağlıklı
biçimde yürütülebilmesi ve bu süreçte hastanın daha yakın izlemi önemlidir.(30)
3.4.3 REITER SENDROMU
Reiter hastalığı genellikle 20-30 yaş arası erkekleri etkileyen nadir bir
multisistemik hastalıktır. Kesin etiyoloji bilinmemekle birlikte patogenezinde
immünolojik mekanizmanın etkisi vardır. Hastalık genetik yatkınlığı olan bireylerde
enfeksiyon ajanları tarafından tetiklenebilir. Genel klinik özellikler nongonokokal
üretrit, siklik balanit, 6 ya da 7 eklemi tutan simetrik artrit, konjuktivit, prostatitis,
servisit ve mukokütanöz lezyonlarla karakterizedir. Kütanöz lezyonlar makül, papül
ya da püstül şeklinde avuçiçi ya da ayak tabanında görülür. Psoriasiform lezyonlar,
keratoderma ve tırnak değişiklikleri sık görülür. Oral lezyonlar vakaların %2040’ında görülür ve lezyonlar eritematöz alanlar halinde ve ağrılıdır. Bukkal mukoza,
dişeti, damak, dudak ve dil daha sık etkilenir. Dil lezyonları coğrafik dile benzer.
Klinik tanı biopsi ya da histopatolojik tetkiklerle sağlanır. Oral lezyonların ayırıcı
tanı Behçet Sendromu, eritema multiforme, coğrafik dil ve ilaç reaksiyonları ile
32
yapılmalıdır. Sistemik kortikosteroidler ve non steroid antienflamatuar ajanlar tercih
edilir.(2)
Resim 30: Reiter hastalığı
yaygın eritem damakta
Resim 31: Reiter hastalığı, dilde eritem ve
yüzeysel erozyonlar
3.4.4 ERİTEMA MULTİFORME
Eritema multiforme, akut heterojen alerjik reaksiyonların görüldüğü deri ve
müköz membranlarla sınırlı hastalık spektrumudur. Etiyolojisi tam olarak bilinmeyen
bu hastalık, herpes simpleks, ilaçlar, radyasyon, tümörler ve ya mycoplasma
pneumoniae tarafından tetiklenmektedir. Özellikle genç erkeklerde gözlenir. Eritema
multiforme tipleri;(31)
Eritema multiforme minör;
Kollar, eller, diz ve ayakta hedef tahtası şeklinde kırmızı ve pembe halkalardan
oluşan döküntü görülür. Bazen dudaklarda da su kabarcıkları ve yaralar bulunur.
Hastalık bir kaç gün veya haftada iyileşir.(31)
Resim 32: E.M. derinin tipik hedef veya iris
şeklindeki lezyonları
33
Eritema multiforme majör;
Nadir rastlanan bu formada ağız, gözler ve cinsel bölge kırmızıdır ve su
kabarcıkları ve yaralarla kaplıdır. Genellikle hastalar yüksek ateş nedeniyle
kendilerini kötü hissederler. Yemek yemek ve içmekte zorluk çekerler. Bu durum
bazen Stevens Johnson sendromu olarak adlandırılır ve hastanede yatarak tedavi
olmayı gerektirir.(31)
Toksik epidermal nekrolisis (TEN)
TEN ciddi bir hastalıktır, fakat nadiren görülür. Hastaların genel durumu
kötüdür. Vücut derisi geniş alanlar şeklinde çarşaf gibi soyulur. Görüntüsü şiddetli
yanıklara çok benzer. TEN sıklıkla ilaçlara karşı gelişen bir alerjik reaksiyon olarak
görülür ve hastanın bu tabloya neden olan ilaçları kesinlikle kullanmaması
gerekir. (31)
Ağızda birleşik küçük veziküller oluşur ve birkaç gün içinde yırtılır ve
düzensiz erozyonlar meydana gelir ki bunlar ağrılı seyreder. En çok etkilenen
bölgeler arasıda dudak, yanak mukozası, dil, yumuşak damak ve ağız tabanı yer
alır.(2)
Tedavide sistemik olarak steroid verilir ve semptomatik tedavi uygulanır.(2)
Resim 33: Eritema Multiforme
Sistemik NSAİ ilaç sonrası
Resim 34: Eritema Multiforme
Sistemik NSAİ ilaç sonrası
34
3.4.5 STEVEN JOHNSON SENDROMU
Steven Johnson Sendromu veya eritema multiforme majör, daha çok müköz
membranları etkileyen eritema multiforme’nin şiddetli şeklidir. Genellikle ilaçlar bu
hastalığı tetikler.
Ağız lezyonları her zaman vardır, geniş vezikül formlarda
karakterize edilir, devamında ise üzeri gri-beyaz veya hemorajik pseudomembranla
kaplı ağrılı erozyonlar oluşur. Lezyonlar yutak, gırtlak ve yemek borusuna
yayılabilir. Teşhis klinik görüntüye dayanarak konur.
Ayırıcı tanıda Behçet hastalığı, pemfigus, pemphigoid, primer herpes simpleks
vardır.
Tedavide sistemik steroidler kullanılır. Ağır vakalarda ise antibiyotikler
kullanılır.(2)
Resim 35:Steven Johnson sendromu,
Resim 36: Steven Johnson sendromu
dil ve dudak üzerindeki hemorajik
kabuklu yaygın erozyonlar
3.4.6 LUPUS ERİTEMATOZUS
Lupus Eritematozus kronik immünolojik bir hastalıktır. Hastalığın iki ana
formu tanımlanmıştır: Diskoid lupus eritematozus (DLE) ve sistemik lupus
eritematozus (SLE) (2).
Diskoid lupus eritematozus (DLE) lupusun en saldırgan formudur. Benign
lupus erythematosus özellikle yüz olmak üzere deriyi etkileyen alt tipidir. Atrofi,
skarlaşma ve pigment değişimleri ile iyileşme eğilimi gösteren, çeşitli büyüklüklerde,
35
eritematöz, iyi tanımlanmış, soyulan yamalar ile karakterizedir. Lezyonların
başlaması travma, mental stres, güneş yanığı ve soğuğa maruziyet ile hızlanabilir.
Viseral tutulum görülmemektedir ancak DLE’li hastaların küçük bir yüzdesi daha
sonraki dönemde bir sistemik lupus eritematozus geliştirebilir. Hastaların yaklaşık
yarısında gözlenen hematolojik ve serolojik değişimler otoimmün bir etiyolojiyi
düşündürmektedir. Çoğu zaman kadınları etkiler, visseral organlar tutulumu
olmaksızın genellikle asemptomatiktir. Hiperpigmente marjları ile yükseltilmiş
eritematöz plaklar mevcuttur. %25’inde oral lezyonlar görülür. Eklem, böbrek ve
kalp hasarı görülür.(1,2)
Resim 37: DLE
Resim 38: DLE
Sistemik lupus eritematozus (SLE) immünolojik anormalliklerin birkaç organ
sistemini etkileyen patolojik değişmeler ile ilişkisi olan karakterize bir hastalıktır.
Böbrek değişimlerinin prognozun değerlendirilmesinde çok önemli olması ile
birlikte, ana klinik özellikler renal, pulmoner, kardiyak ve nörolojik tutulumun yanı
sıra ateş, döküntü ve artrittir.
Deri tutulumu özellikle ışığa maruz kalan bölgelerde kutanöz eritemi,
döküntüler, yanaklarda veya başka yerde ince pullanma gösteren bir “butterfly
blush”i veya ayrı ayrı makülopapüler erüpsiyonlari, sentrifügal annüler eritemi veya
diskoid lezyonları içerebilir. Büllöz lezyonlar, livedo reticularis, urticaria vasculitis
ve skarlaşan alopesi de ortaya çıkabilir. %30-45’inde oral lezyonlar görülür.(1,2)
36
Resim 39: SLE
Resim 40: SLE
En çok; ağrılı, kırmızımsı ülserler bukkal mukoza, gingiva, vermilionda,
deride, orta yaşlı kadınlarda görülür.
DLE tedavisinde steroid ve güneş kremleri kullanılır, SLE ise antienflamatuvar
ilaçlar (salisilatlar, NSAID), şiddetli durumlarda ise sistemik steroidler (prednisone
10-200mg/gün) kullanılır.(2)
3.4.7 İLAÇ REAKSYONLARI
Dental tedavi gören hastalar geniş potansiyel alerjen alanına maruz kalabilirler.
Alerjik reaksiyonlar, dil ve dudakların anjiyoödemi, hemoraji, gingival hiperplazi, tat
değişiklikleri, pigmentasyon, yüzde ürtiker ve deri, dudaklar ve oral mukozada
eritema multiforme gibi oral ve fasiyal tutulumu olan farklı kategorileri vardır.
Endodontik tedavinin terapötik koşulları daimi ya da geçici olarak yumuşak doku
temasında olan pek çok materyalin kullanımını gerektirmektedir. En yaygın alerjik
reaksiyonlar,
lateks,
güta
perka,
dolgu
maddeleri,
dezenfektanlar,
metal
restorasyonlar, rezinler ve bonding ajanlarına karşı immediat tip alerjidir. (32)
Anjiyoödem:
ACE inhibitörlerinin kullanımıyla oluşan bir yan etkidir. Anjiyoödem
genellikle dudaklar, yüz ve glossofaringeal alanları tutar. Anjiyoödem; sınırları
belirgin, üzerine baskıda çukurlaşmayan, deri, mukoza ve subkutan dokularda geniş
eritematöz alanlar şeklinde tanımlanır. ACE inhibitörleri bir vazodilatatör olan
37
bradikinin metabolizmasını azaltır. Buna bağlı olarak serum bradikinin seviyesinde
artma olur, bu artmanın anjiyoödeme yol açan biyokimyasal bir fenomen olduğu öne
sürülmektedir. (33)
Resim 41: Anjiyoödem
Hemoraji:
İntraoral kanama sistemik ve lokal faktörlere bağlı olarak oluşabilir. İlaç
kullanımına bağlı hemoraji ise trombosit membranlarının antijenik olarak
değiştirilmesi ve immün yıkıma eğilimli duruma gelmesi ile oluşur.
Klinik olarak
ağız içinde kanama odakları ve peteşiler gözlenir. Kullanılan bazı ilaçlar
trombositopeni’ye neden olurken, bazıları da kemik iliği hücrelerine zarar verirler.
Ağız içi belirtiler olan peteşiler ise daha çok palatal mukozada gözlenmiştir.
Trombositopeniye
neden
olan
ilaçlar:
metildopa,
penisilin,
streptomisin, sulfonamidler, tetrasiklin, amfoterisin B.(34,35)
Resim 42: Hemoraji
38
fenilbütanoz,
Gingival Hiperplazi:
Hücre sayısının artması ile oluşan dişeti büyümesidir. Başta fenitoinolmak
üzere siklosporin ve dihidropiridin türevi olan kalsiyum kanal blokerleri dişeti
hiperplazisi oluşturmaktadır. Kalsiyum kanal blokerleri arasında nifedipin,
veropomil, diltiazem, valproat ve eritromisinde bu klinik tabloya neden olarak
gösterilmiştir.(36)
İlaca bağlı dişeti hipertrofisi özellikle çocuklarda ve ergenlik çağındaki
bireylerde ve çoğunlukla ön bölge dişeti dokularında sıktır. İlaç kullanımının
başlangıcından itibaren yaklaşık üç ay içinde ortaya çıkabilmektedir. Gelişim süreci
hastalar arasında farklılık göstermekle tedavinin yılı içinde standart bir klinik
görünüme kavuşabilir. İlaç tedavisinde zaman içinde yapılan değişiklikler veya eşlik
eden sistemik hastalıkların varlığına göre hiperplazinin boyutları değişebilir.(37)
Oral hijyen koşulları ile ilaca bağlı dişeti hiperplazisinin şiddeti ve rastlanma
sıklığı arasında bir ilişki olduğunu gösteren çok sayıda çalışma bulunmaktadır.(37)
Dişeti büyümelerinin oluşturduğu hastalarda görülen yüksek plak oranına rağmen
dişeti değişimlerinin periodontal hastalıkların gelişimine neden olduğunu gösteren
bulgular sınırlıdır. (36) Fenitoin ve siklosporin’in immünosüpresif özellik taşımaları
bu
ajanların
periodontal
hasara
karşı
düşündürmektedir.
Resim 43: Gingival hiperplazi
39
koruyucu
etkileri
olabileceğini
Tat Değişiklikleri:
Tat değişiklikleri ilaç kullanımına bağlı sık görülen bir yan etkidir. Hastalara
medikasyona devam edebilecekleri, ilaç tedavisinin son bulması ile şikayetlerinin
ortadan kalkacağı belirtilmelidir. Hasta eğer durumundan çok şikayetçi olursa
doktoru ile iletişim kurulup, ilaç değişikliğine gidilebilir. Tat değişikliği yapan
başlıca ilaçlar: levoadopa, metronidazol, penisilamin, linkomisin. (35)
Pigmentasyon:
İlaç kullanımından sonra oral mukozadaki renklenmeler, melanosit üretiminin
artmasına ve çoğunlukla ilacın sistemik kullanımına bağlı oluşur. Pigmentasyon
yapan ilaçlardan minosiklin mukozada mavi gri ve kahverengine değişen
renklenmeler oluşturduğu bildirilmiştir. (35)
Antibiyotiklerin
ve
kortikosteroidlerin
siyah
kıllı
dile
yol
açtıkları
bildirilmiştir. (35) Tetrasiklinler ise gelişmekte olan diş ve kemikleri etkiler. Dişlerde
sarı gri ve kahverengine değişen renklenmelere neden olurlar. Ağır metaller gingival
marjinde çizgisel pigmentasyona neden olurlar. Aynı durumda cisplatin’in
(antineoplastik ilaç, solid tümörlerin tedavisinde kullanılmaktadır) de neden olduğu
bildirilmiştir.
Oral
pigmentasyona
neden
olan
diğer
ilaçlar:
amiodarone,
antimalaryaller, östrojen, zidovudindir.(34)
Resim 44: Papil içinde bizmut
birikimi
Resim 45: Klorokin nedeniyle
bukkal pigmentasyon
40
3.4.8 KONTAKT ALERJİSİ:
Organizmaya giren bir antijenin, immün cevap yerine, organizmaya zarar
verici nitelikte oluşturduğu reaksiyonlara “aşırı duyarlılık” veya “alerji” denir.
Ağızda reaksiyon oluşturabilen sebepler arasında; diş macunu, ağız gargarası, şeker,
sakız, topikal antimikrobiyaller, topikal steroidler, iyot, protez kaide materyali
sayılabilir. (41.43.44.45.46.47)
Oral mukoza alerjenlere, deriye göre nazaran daha az duyarlıdır.
Sebepleri şu şekilde sıralanabilir:
1- Kontakt süresi genellikle daha azdır.
2- Tükürük pek çok antijeni dilüe ederek ortamdan uzaklaştırır.
3- Mukozanın anatomik yapısı antijenlerin hızlı bir şekilde dağıtımı ve
absorbsiyonuna uygundur.
Mukozanın
başlamadan
kanlanmasının
ortamdan
fazla
oluşu,
uzaklaştırılmasını
alerjenlerin
sağlamaktadır.
alerjik
Oral
reaksiyon
mukozanın
keratinizasyonun azlığı, keratin yapısındaki proteinlerin alerjenlerle birleşme
olasılığını azaltmaktadır.
İntraoral kontakt alerjiler 3 ana kategoriye ayrılabilir (42.48.49).
1-Yiyeceklerle oluşan kontakt alerjiler:
Şeker, sakız, taze sebze ve meyve, intraoral alerjik reaksiyonlara neden
olmaktadır.(39.41.48) Kontakt alerji gecikmiş tip hipersensitivitedir. Yiyecekler
içindeki en yaygın kontakt alerjen tarçındır ki pek çok yiyecek, şeker ve sakızda
bulunur. İntraoral tarçın alerjisi, tarçının yoğunluğuna ve alım sıklığına bağlı olarak
değişkenlik gösterir. Lezyonlar genelde lokalizedir ve tarçının uzun süre ve direkt
temas ettiği yerlerde görülür. En sık labial ve bukkal mukoza ve dilin laterali
41
etkilenir. Ağız tabanı ve gingiva da etkilenebilir. Ürün alınması kesilmelidir.
Böylelikle belirtiler 1 hafta içinde kaybolur.(38,40)
2-Oral hijyen ürünleriyle oluşan kontakt alerji:
Ağız gargaraları, diş ipi ve diş macunları kontakt alerjiye neden
olmaktadır.(41,45) Diş macunu veya ağız gargaralarının neden olduğu alerjik
reaksiyonlar, daha geniş bir kontakt alanı meydana geldiği için dişeti, dil ve bukkal
mukozayı etkileyebilmektedir.(41.44.45)
3-Dental restoratif materyallerle oluşan kontakt alerji:
Altın, akril, ortodontik teller, ölçü maddeleri ve amalgam gibi pek çok
restoratif materyallerin zaman zaman kontakt alerjiye neden olduğu rapor
edilmiştir.(41.43.44.46.47) Amalgamın oluşturduğu alerjik reaksiyonlar gecikmiş tip
(Tip-IV) hipersensitivite olarak tanımlanmaktadır. Oluşan lezyonlar, klinik ve
histopatolojik olarak liken planusa benzer. Sıklıkla etkilenen bölgeler, posterior
bukkal mukoza ve dilin lateralidir.(41,46) Subgingival amalgama komşu dişeti de
etkilenebilir. Lezyonun klinik görünümü, migrasyonun olmayışı ve amalgam
restorasyona komşuluğu tanıda önemli kriterleri oluşturur. Tedavide ilk olarak oral
hijyene önem verilmeli, polisaj ve restorasyonun yeniden konturlaşması gibi lokal
önlemler alınmalıdır. Buna yanıt alınmazsa, amalgam yerine başka bir materyal
kullanılarak restorasyon yenilenmelidir. Devam eden ağrılı ve deskuamatif lezyonlar
için topikal kortikosteroidler önerilir. Bu tedaviyle de başarı sağlanamazsa biyopsi
alınmalıdır.(41.43.45.46)
42
3.4.9 SİKLİK NÖTROPENİ
Nötrofil lökositlerin düzenli, periyodik düşüşü ile karakterize, nadir görülen bir
hastalıktır. Bazı hastalarda kalıtımsal otozomal dominant geçiş olduğu tespit
edilmiştir. (2) Hastalık çocukluk döneminde görülür ve 21 günlük sikluslar ile
nötrofillerde düşüş oluşur. Hastalar düşük dereceli ateş, baş ağrısı, halsizlik,
anoreksi, artralji, servikal adenopati, gastrointestinal boşluklar, deri ve oral
belirtilerden şikayet ederler. Oral lezyonlar etrafı eritematöz hale ile çevrili
beyazımsı membranı olan ağrılı ülserler şeklindedir. Lokalize gingivitis oldukça sık
görülür. (2)
Ayırıcı tanıda aftöz ülserler, konjenital nötropeni, agranülositoz, lösemi, sifiliz
düşünülmelidir. (2)
Tedavide destekleyici bakım, kortikosteroidler, G-CSF ve splenektomi
uygulanır.(2)
Resim 46: Siklik nötropeni,
dudak mukozasında ülser
Resim 47: Siklik nötropeni,
lokalize gingivitis
3.4.10 WEGENER GRANÜLOMATOZİS
Wegener granülomatozis etiyolojisi bilinmeyen, nadir görülen, kronik
nekrotizan granülomatöz bir vaskülittir. Özellikle cidarları kas tabakası ile
çevrili küçük ve orta boy atardamarların hastalığıdır. Üst ve alt solunum yollarında
granulamatöz vaskülit ve böbreklerde nekrotizan glomerulonefrit şekillerinde
görülür. 15-75 yaş arasında, daha sıklıkla 40 yaş civarında görülür. Kadınlarda ve
43
erkeklerde aynı sıklıktadır.(2) Solunum sistemi, generalize fokal nekrotizan vaskülit
ve nekrotizan glomerilit ile karakterize bir hastalıktır. Oral lezyonlar oldukça sıktır
ve klinik olarak soliter veya multipl düzensiz ülserler, enflamatuar bölge ile
çevrilidir. Dil, damak, bukkal mukoza ve dişeti en sık etkilenen bölgelerdir.(2)
Ayırıcı tanıda, malign granülom, tüberküloz, lenfoma, lösemi, sistemik
mükozlar, skuamöz hücreli karsinom düşünülmelidir.(1,2)
Tedavisinde steroidlerle kombine azathioprin ve siklosfamid kullanılır.(1,2)
Resim 48: Wegener granülomatozis dil üzerinde
eritematöz bölge ile çevrili geniş ülser
3.4.11 MİDLİNE GRANÜLOM
Midline granülom, etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Daha çok oronazal
orta hat kısmında görülürken diğer organlar etkilenmemektedir. Klinik belirtilerde
agresif nekrotik, ilerleyen ve iyileşmeyen ülserler gözlenir. Yumuşak doku, kıkırdak
ve kemik uzantısı tipiktir olmakla birlikte nasal septum ve sert damak perforasyonu
karakteristik özelliğidir.
Tedavi uygulanmaz
ise, inflamatuvar
süreç sonunda
özellikle hayati
yapılara (kan damarlarının içine) sürekli erozyon nedeniyle, ölüm tipik bir sonuç
olur.(1)
44
Ayırıcı tanıda, Wegener granülomatozis, enfeksiyon hastalıklar, neoplazm,
tüberküloz, sifilis, histoplazmozis, blastomikozis düşünülmelidir.(1)
Tedavisinde yüksek doz radyasyon ve kortikosteroid verilir.(1)
Resim 49: Midline granülom intranazal kitle görünümü
ve ağız içinde ülserasyon, nekroz ve destrüksiyon
45
3.5 NEOPLAZMLAR
3.5.1 SKUAMOZ HÜCRELİ KARSİNOMA
Ağız kanserlerinin sıklığı ve ciddiyeti ağız kanserlerinin çoğunluğu 45 yaşın
üzerinde ortaya çıkar ve erkeklerde oluşma olasılığı kadınlara oranla 2 kat fazladır.
Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli
ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız
deformiteleri, hatta ölümlere neden olabilir. (1) Diş hekimine düzenli aralıklarla
gidilmesi ağız kanserlerinin erken dönemde yakalanması açısından da önemlidir.
Kanserin birçok türünde olduğu gibi yine tedaviden en fazla faydayı sağlamak,
kanserin vücudun diğer kısımlarına yayılmasını önlemek ve yüzde oluşabilecek şekil
bozuklukları ile konuşma zorluğunu engellemek amacıyla erken teşhis önemlidir.
Uzun süredir ağızda bulunan ve geçme belirtisi göstermeyen şişlik veya lekeler bir
doktor (Genel Cerrah, diş hekimi veya sağlık uzmanı) tarafından kontrol edilmelidir.
Aynı şekilde ağız içi veya dudaktaki ağrı vermese de iyileşmeyen herhangi bir çatlak,
şişlik veya ülser muayene edilmelidir.(1) Gelişen bir tümör ağrı vermeyebilir ancak
yayılarak kanamaya sebep olabilecek ülserler oluşturabilir. Dil kanseri çoğunlukla
acı verir ve dilin anormal bir şekilde sert ve bükülmez olmasına neden olur. Düzgün
konuşma veya yutkunma zorluğu ve uyuşmuşluk hissi görülebilir. Ağız içinde sürekli
beyaz lekeler (lökoplaki) veya kırmızı lekeler (eritroplaki) ortaya çıktığında bu
lekeler öncü kanser koşulları (ardından kanser görülmesi muhtemel koşullar) olarak
onaylanabileceğinden doktor veya diş hekimlerinin dikkatine sunulmaları gerekir.
Ağız kanseri çoğunlukla tütün kullanımı ile ilgilidir. Sigarayı bırakıp pipoya veya
puroya geçmek veya enfiye ya da ağızdan alınan tütün riski azaltmaz. Katran miktarı
daha düşük olan veya ‘light’ sigaralar da işe yaramaz. Bir miktar tütünü ağızda bir
46
noktada uzun süre tutmak da çok tehlikelidir. Bu durum çoğunlukla öncü kanser
koşulu olarak kabul edilen lökoplakiye neden olur.
Ağız kanserinin gelişimini tetikleyen diğer faktörler arasında:
• Özellikle sert alkollü içkiler olmak üzere aşırı alkol tüketimi
• Alkol ve sigarayı bir arada kullanma,
• Yerine oturmayan takma dişler,
• Özellikle dişler pürüzlü veya sivri uçlu olduğunda yetersiz bakım yapma,
• Dişteki herhangi bir keskin kenardan ötürü dilin sürekli tahriş olması ve
• Arek (betel) cevizi veya betel yaprağı (felfelek) çiğnemek – Bangladeş gibi
belirli kültür grupları arasında oldukça yaygın bir alışkanlıktır.
Sigara dumanındaki kanser üreten maddelerin (kanserojen maddeler) vücuda
alınması alkol ile daha da arttığından, alkol ve sigara dumanının bir araya gelmesi
önemli bir nedendir. Bir ay içerisinde geçmeyen ağızdaki herhangi bir şişlik veya
doku değişikliği doktora bildirilmelidir. Düzenli kontroller esnasında dişçiler de ağız
kanserlerine yönelik muayene yapabilmektedir. Görsel muayene genellikle atılacak
ilk adımdır, bunun ardından hastalıklı bölgeye dokunulur, şişlik veya ülser ya da
çatlak gibi öteki sıra dışı belirtiler yoklanır. Örneğin herhangi bir şişlik veya ülserin
ne kadar süredir var olduğu, ağrı veya kanama olup olmadığı ve yutkunma veya
konuşmada güçlük yaşanıp yaşanmadığına yönelik olarak hastanın ağız sağlığı
geçmişi hakkında kendisiyle görüşmek de yararlı olabilir. Küçük bir biyopsi (analiz
etmek amacıyla az miktarda doku almak) teşhisi doğrulayabilir. Kanserin boyutunu
belirlemek ve kemikleri veya diğer bölgeleri etkileyip etkilemediğini öğrenmek üzere
Röntgen ve CT taramaları da faydalı olabilir.(1)
47
Skuamoz hücreli karsinoma (epidemoid karsinoma), skuamoz (yassı) epitelin
malign bir tümörüdür. Oral kavitenin en çok görülen malignitesidir. Bitişik dokuya
infiltre olabildiği gibi, uzak organ metastazları da yapar. Boyundaki lenf dokularına,
akciğere, karaciğere yayılabilir. Klinik olarak genelde ekzofitik ve ülsere sert bir
kitledir. Erken safhada; eritematöz plaka şeklinde (eritroplazi) veya beyaz bir plaka
(lökoplazi) şeklinde ve hatta eritematöz ve beyaz alanların karışımını gösterebilir. Bu
karsinoma çevreye infiltre olur ve kemiği de haraplayabilir.(1)
Skuamoz hücreli karsinoma oral kavitenin her yerinde görülürse de, özellikle
ağız tabanı ve dil laterali en çok görülen bölgelerdir. Daha sonra, yumuşak damak ve
tonsiller bölge ile retromolar bölge sayılır. Yanak mukozası en az rastlanlan bölgedir.
Skuamoz hücreli karsinoma dudağın vermilion kenarında ve yüz derisinde de sık
görülür. Bu lokalizasyonda daha çok güneş ışını söz konusudur. (1)
Oral Bölgedeki Skuamoz Hücreli Karsinomaların Bölgesel Özellikleri:
Dudak Karsinomu: Dudak karsinomu daha çok alt dudakta görülür. Üst dudak
karsinomu çok azdır ve alt dudak karsinomaları biyolojik yönden farklıdır. Alt dudak
kanserlerinin prognozu bir derece iyi seyirlidir. Hastaların %90’ından fazlasının, 5
yıldan daha uzun yaşama şansı vardır. Alt dudak karsinomalarında üst dudak
karsinomlarından farklı olarak, güneş ışını ve tütün içimi, etiyolojik faktör olarak öne
çıkar. Dudak kanserleri tüm oral kanserler içinde % 25- 30’unu oluşturur. En çok
görüldüğü yaş grubu 50- 70 arasıdır ve erkekler kadınlara oranla daha çok etkilenir.
Lezyonlar vermilion üzerinde ve iyileşmeyen kronik bir ülser olarak görülür.
Hastalığın ileri safhalarında görülen derin invazyon, lokal submental veya
submandibular lenf nodüllerine metastazlara neden olur.
Dudaktaki aktinik (solar) cheilitis- şelitis, kanser riski taşıyan (prekanseröz)
bir lezyondur. Kronik güneş ışınına maruz kalma ve sigarayı dudakta tutma
48
alışkanlığı olanlarda, sekonder olarak özellikle alt dudak vermilionunda hızlanmış bir
doku dejenerasyonunu yansıtır. Klinik olarak; dudağın etkilenen bölümündeki
vermilion ince ve gümüş rengine yakın parlak cilalı görünümdedir. Yüzeysel
kuruma, kabuklanma, erozyon ve ülserasyon görülebilir.(2)
Resim 50: Dudak karsinomu
Dil Karsinomu: Dilin skuamoz hücreli karsinomaları, intraoral malignitelerde
en çok görülenidir. Dudak karsinomaları hariç tutulursa dil karsinomaları, ağız içi
karsinomalarının % 25- 40’ını oluştururerkeklerde daha çok görülür. Altıncı-yedinci
dekadlarda daha çok görülmesine rağmen, gençlerde de karşımıza çıkabilir. Dil
karsinomaları tipik olarak asemptomatiktir. Geç safhada derin invazyonla karşımıza
çıkar. Ağrı ve disfaji, en önemli hasta şikayeti olabilir. Kenarı kabarık iyileşmeyen
bir ülser şeklindedir. Bu neoplazm endofitik olabildiği gibi, az da olsa ekzofitik
yapıda da olabilir. Dilde mevcut olan lökoplazilerin küçük bir yüzdesi, invaziv
skuamoz hücreli karsinomayı yansıtır. Posterior lateral kenar, dil kanserlerinin en
çok lokalize olduğu bölgedir (% 45). Dil ucu ve dil sırtı en nadir görüldüğü yerlerdir.
Dil karsinomaları, ilk tedaviye başlandığında bile, çoğu vakada metastazlar
mevcuttur. (2)
49
Resim 51: Dil karsinomu
Ağız
Tabanı
Kanserleri:
İntraoral
lokalizasyonda
skuamoz
hücreli
karsinomaların ikinci sıklıkta görüldüğü yerdir. Yaklaşık % 15- 20 oranında görülür.
Genellikle kronik alkoliklerde ve sigara içicilerde çoğunlukla yaşlı erkeklerde
görülür. Ağrısız, iyileşmeyen ve kalıcı bir ülser görünümündedir. Beyaz ve kırmızı
yamalar şeklindedir. Ağız tabanı lezyonlarının submandibular lenf nodüllerine
metastaz yaygındır. Bu bölgedeki damarlanmanın anatomik yapısına bağlı olarak
ağız içindeki diğer lokalizasyonlara göre, klinik seyri en kötü olanıdır. (2)
Resim 52: Ağız tabanı kanseri
Damak Karsinomu: Damak karsinomalarının yumuşak damak sert damak
olarak ayrılmasının bir nedeni vardır. Yumuşak damaktaki skuamoz hücreli
karsinomalar oldukça sık görülür ve ağız içi lezyonlarının yaklaşık % 10- 20’sini
oluşturur. Sert damakta ise daha çok, adenokarsinomalar, adenoid kistik
karsinomalar oluşur. Skuamoz hücreli karsinomalar burada oldukça az görülür. Bu
50
malign tümör genelde cerrahi çıkarımla tedavi edilir. Buna ek olarak radyasyon
terapisi ve kemoterapi cerrahiyle kombine olarak kullanılır. (2)
Resim 53: Damak kanseri
Gingival Karsinoma: Bu lokalizasyondaki kanserler de, ağız içi kanserlerinin
yaklaşık %10’unu oluşturur. (2)
Resim 54: Gingival karsinoma
Bukkal Mukoza Karsinomu: Yanak mukozası karsinomu, tüm intraoral
karsinomalarının, bir araştırmaya göre % 3, başka bir araştırmaya göre de % 10’unu
oluşturur. Bu lokalizasyonda ekzofitik yapıda olan lezyonlar, ayrı bir klinikpatolojik antite olan verrüköz karsinoma olabilir. Lökoplazik plaklar, oral kavitede
hemen her alanda bulunmalarına rağmen, bazı bölgelere daha fazla eğilim gösterir.
Yapılan geniş kapsamlı bir çalışmada; mandibular mukobukkal kıvrım (%25) ve
diğer yaygın görülen bir bölge bukkal mukozadır (%22). Oral kavitedeki
lökoplazilerin karsinomaya dönüşme riski en yüksek bölgelerden biri, ağız tabanıdır.
Bu bölgedeki lökoplazik lezyonların % 43’u epitelyal displazi, karsinoma in situ
veya invaziv karsinoma çıkmıştır. (2)
51
Resim 55: Bukkal mukoza karsinomu
Bunu % 24,2 ile dil laterali ve % 24 ile alt dudak izler. Buna karşın,
lökoplazilerin en sık görüldüğü bukkal mukozada malignite çıkma olasılığı % 17,
mukobukkal kıvrımda ise, % 15 oranındadır. Lökoplazilerin bukkal mukozada çok
sık görülmesine karşılık, bukkal mukoza kanserlerinin azlığı dikkat çekicidir. Bu
bulgular, ağız içi beyaz lezyonlara bakarken, göz önüne alınması gereken bir özellik
olmalıdır.(1)
Tedavi genelde tüm kanserli dokuların cerrahi müdahale ile çıkartılması, ışın
tedavisi (kanser hücrelerini yok etmek için radyasyon kullanma), kemoterapi
(kanserle savaşan ilaçlar kullanma) ya da bu yöntemlerin hep birlikte
kullanılmasından oluşur. Bazı ağız kanseri türlerinde Foto dinamik terapi (PDT)
denilen yeni bir tedavi de kullanılmaktadır. Bu tedavide kanser hücreleri yok etmek
için lazer ışını ve ışığa duyarlı bir ilaç kullanılır.(1)
Ağız kanseri erken tedavi edildiğinde iyileşme olasılığı yüksektir. Ameliyat
sonrasında yumuşak dokuda veya deride bir takım rekonstrüktif ameliyat
gerçekleştirmek veya kemikleri Protezler (yapay yedek parçalar) ile değiştirmek
gerekli olabilir. Tedavide ağızları değiştirilen hastaların onarıcı dişçilik, konuşma
terapisi ve beslenme danışmanlığı hizmeti almaları gerekebilir. Tedavi sonrası
konuşmaları veya görünümleri değişen kişiler ve yahut da tedaviyi özellikle stresli
bulan kişiler için psikolojik destek de gerekli olabilir.(1)
52
3.5.2 MAXİLLER SİNÜS KARSİNOMU
Maksiler sinüs, yalancı çok katlı kolumnar solunum epiteli ile kaplıdır ve yer
yer sekretuar hücreler içerir. Maksiler sinüs kökenli tümörlerin büyük kısmı bu
epitelyum ve sekretuar hücrelerden kaynaklanır. Bu bölge tümörlerin % 85’ini yassı
epitelyum hücre karsinomları ve % 10’unu sekretuar hücre kökenli tümörler
oluşturur. (50)
Maksiler sinüs tümörleri yerleşimlerinin özelliği nedeniyle çok geç belirti
verirler ve semptomlar ile tanı arasında geçen süre ortalama 8 aydır. Ayrıca tümör
gelişmesini takiben ortaya çıkan belirtiler özgün değildir. Hastalar sıklıkla burun
akıntısı, burun tıkanıklığı, burun kanaması şeklinde nonspesifik şikayetlerle hekime
başvururlar. Bu tür tipik olmayan şikayetlerin gelişmesi olgunun gecikmesine yol
açan bir takım medikal tedavi sürecini de başlatır. Özellikle sinüs ve tabanında
oluştuğu zaman belirtiler daha belirgindir. Sinüzit benzeri maksiler posterior dişlere
doğru yansıyan ağrı mevcuttur. İnvazyon alveol proçese kadar ilerlediyse;
maloklüzyon, migrasyon ve vertikel mobilite ortaya çıkmaktadır. Nadiren maksiler
sinüs karsinomu, kitlenin kemik ve yumuşak dokuyu geçerek yayılmasıyla palatinal
ülser olarak görülebilir.(1)
Tedaviden yarar görmeyen hastanın dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi ve az
sıklıkla görülmesi nedeniyle pek düşünülmeyen maksiler sinüs tümör tanısının akla
gelmesi hekimi doğru tanıya götürür.(1)
Tedavisinde radyasyon ve cerrahi uygulamalar söz konusudur.(1)
Resim 56: Maksiler sinüs karsinomu
53
3.6 DİĞER
3.6.1 NEKROTİZAN SİALOMETALPAZİ
Nekrotizan sialometaplazi tükürük bezlerinin yaygın olmayan, genellikle kendi
kendini sınırlayan, selim, enflamatuar hastalığıdır. Sebep bilinmemekle beraber,
vasküler enfarktüsler sonrası iskemik nekrozların meydana gelmesi hipotezi kabul
edilebilir gözükmektedir.
Klinikte lezyon aniden ortaya çıkar ve nödüler şişlik şeklinde oluşan ve sonra
ağrılı, krater benzeri, 1-5 cm çapında, düzensiz sınırlı ülsere dönüşen görüntüsü ile
karakterizedir. Lezyon karsinomu taklit eder ve genellikle damağın arka kısmında
yerleşmiştir. Erkekler kadınlara oranla yaklaşık 2 kat daha fazla etkilenir.
Ayırıcı tanıda sküamoz hücreli karsinom, mukoepidermoid karsinom, adenoid
kistik karsinom, travmatik ülser, malign granüloma düşünülmelidir.
Tedavide ise lezyon genellikle 4-8 hafta içinde spontan olarak iyileşir.
Resim 57: Damakta
nekrotizan sialometaplazi
Resim 58: Nekrotizan sialometaplazi:
damakta iki ülser
54
4 SONUÇ
Oral ülserler, sıkça karşılaşılan, birçok nedene bağlı olabilen, ayırıcı tanısı
dikkatlice yapılması gereken bir bulgudur. Oral ülserler genellikle klinik bulgularla
tanı konulabilen önemli hastalıkların da belirtileri oldukça önemlidir. Özellikle
predispozan faktörler elimine edilerek uygulanan semptomatik tedaviye direnç
gösteren ve sık tekrarlayan lezyonlarda; dermatoz, enfeksiyon, kronik hastalık ve
kanser gibi nedenlerin araştırılması uygun olacaktır.
Sonuç olarak; diş hekimleri, oral ülserleri değerlendirmede ve tedavilerini
yönlendirmede oldukça önemli rol oynamaktadırlar.
55
KAYNAKLAR
1. Joseph a. Regezi, D.D.S., MS Oral Pathology Clinical-Pathologic
Correlations, Ulserative Conditions 34-90;
2. George Laskaris, M.D., D.D.S., Ph.D. Pocket Atlas of Oral Diseases
2006;137-198;
3. 1. Ship JA, Chavez EM, Doerr PA, Henson BS, Sarmadi M. Recurrent
aphthous stomatitis. Quintessence Int 2000; 31(2):95-112.
4. Woo SB, Sonis ST. Recurrent aphthous ulcers: a review of diagnosis and
treatment. J Am Dent Assoc 1996; (127):1202-1213.
5. Strassburg M, Knolle G. Diseases of the Oral Mucosa. A Color Atlas.
2nd Ed. Illinois, Quintessence Publishing Co., Syphilis
and tuberculosis, 1994; (8):165-178
6. Diş Hekimliği Pratiğini İlgilendiren İnfeksyöz Hastalıklar, Dr.Ömer
Engin Bulut, Ağız-Diş-Çene Hastalıkları Cerrahisi Uzmanı, Ankara, 162
s.4. Ulusal Sterilizasyon Dezenfeksiyon Kongresi, 2005
7. British Dental Journal Volume 190. No.8, April 28. 2001,s.420-422
8. Brasil J, Opromolla DV, Freitas JA, Rossi JE. Histologic and bacteriologic
study of lepromatous lesions of the oral mucosa.Estomatol Cult 1973;7:113-119
9. Reichart P. Facial and oral manifestations in leprosy. An evaluation of
seventy cases. Oral Surg Oral Med Oral Pathol 1976;(43):385-389.
10. Girdhar BK, Desikan KV. A clinical study of the mouth in untreated
lepromatous patients. Lepr Rev 1979;(50):25-35.
11. Prabhu SR, Daftary DK. Clinical evaluation of oro-facial lesions of
leprosy. Odontostomatol Trop 1981;(4):83-95.
56
12. Ochandiano S, Acero J, Concejo C, Escrig M, Fernandez J, GarciaLechuz JM. Lesiones orales en la lepra lepromatosa. Presentacion de un
caso y r evision de la literatura. Med Oral 2000;(5):316-323.
13. Pellegrino D, Opromolla DV, de Campos I. Leprotic lesions in the oral
cavity – their importance in prevention. Estomatol Cult 1970;(4):123-128.
14. Saydam L, Erpek G, Kızılay A. Calcified Mucor fungus ball of
sphenoid sinüs: an unusual presentation of sinoorbital mucormycosis. Ann
Otol Rhinol Laryngol.1997; (106): 875-877.
15. Simmons HJ, Zeitler PS, Fenton LZ, Abzug MJ, FialloScharer RV,
Klingensmith GJ. Rhinocerebral mucormycosis complicated by internal
carotid artery thrombosis in a pediatric patient with type 1 diabetes mellitus:
a case report and review of the literature. Pediatr Diabetes. 2005;6(4): 234-238.
16. Güncel Pediatri KILIÇ ve ark. Tekrarlayan Aftöz Stomatit 2005 ; 4 :
107-111
17. Stoopler ET, Sollectio TP. Recurrent aphthous stomatitis. Update for
the general practitioner. N Y State Dent J.2003; 69(2):27-29.
18. Rogers RS 3rd. Recurrent aphthous stomatitis: clinical characteristics
and associated systemic disorders. Semin Cutan Med Surg 1997; 16(4):278283.
19. Tilliss TS, McDowell JD. Differential diagnosis: is it herpes or
aphthous? J Contemp Dent Pract 2002; 3(1):1-15.
20. Yurdakul S, Tüzün Y, Mat MC, Özyazgan Y, Yazıcı H. Behçet
sendromu. In Tüzün Y, Kotogyan A, Aydemir EH, Baransü O, Eds.
Dermatoloji, 2.baskı, İstanbul: Nobel tıp kitabevleri. 1994:393-399.
57
21. Dilşen N. Behçet hastalığının tarihçesi. Aktüel Tıp Dergisi, 1997; 2(2):
62-65.
22. Jorizzo JL. Behçet’s disease. In Freedberg IM, Eisen AZ, Wolff K,
Austen KF, Goldsmith LA, Katz SI, Fitzpatrick TB, eds. Fitzpatrick’s
dermatology in general medicine. 5th ed. NewYork:McGraw-Hill company.
1999:(2)161-165.
23. Önder M, Gürer MA. The multiple faces of Behçet’s disease and its
aetiological factors. J Eur Acad Dermatol Venereol, 2001; (15): 126-136.
24.Gürler A, Boyvat A. Behçet hastalı_ının immünopatogenezi. II.Ege
Dermatoimmunoloji Simpozyumu Kitabı. Eds. Erboz S,Alper S, Özdemir F,
Ünal I, Öztürk G. 6-7 Kasım 1997, İzmir.s.29-44.
25. Hegab S, Al-Mutawa S. Immunopathogenesis of Behçet’s disease. Clin
Immunol, 2000; (96): 174-186.
26.Türsen Ü, Gürler A. Behçet hastalı_ı ve genetik. T Klin Dermatoloji,
2000; (10): 37-43.
27. Alpsoy E, Yılmaz E, Sava_ A, Coşkun M, Ye_in O. Behçet hastalarında
HLA antijenleri ve linkage disequilibrium. I. Çukurova Dermatoloji
Günleri’nde. Ed. Memişoğlu HR, AcarMA, Aksungur VL, Özpoyraz M,
Denli YG, Uzun S, Karakaş M. Adana, Çukurova Üniversitesi Basımevi,
1998: 179-185.
28. Yurdakul S, Tüzün Y, Mat MC, Özyazgan Y, Yazıcı H. Behçet
sendromu. In: Tüzün Y, Kotoğyan A, Aydemir EH, Baransü O, (eds).
Dermatoloji. 2nd ed. İstanbul: Nobel Tıp Kitapevleri: 1994;(8):327329.
29. T.C.Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakükültesi Behçet
58
Hastalarında Yaşam Kalitesi, Anksiyete Ve Depresyon Dr. Yıldız KILINÇ
Dermatoloji Anabilim Dalı Uzmanlık Tezi Danışman Doç. Dr. Mehmet
YILDIRIM 2007-Isparta
30. Mumcu ve ark.Behçet Hastalığında Oral Sağlık ve Hastalığın
Gelişimindeki Yeri Türkderm 2009; (43) Özel Sayı 2: s.39-41
31. Fitzpatrick TB, Johnson RA, Peter O. Fritsch, Ramon Ruiz –
Maldonado. Erythema multiforme, Stevens-Johnson Syndrome and Toxic
Epidermal Necrolysis. Dermatology in General Medicine.4. Baskı. McGraw Hill, Inc. s.636-652.
32. Cumhuriyet Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dergisi 2009,Cilt: 12
Sayı: 1,
33. SINGER,R.J.; MAC GREGOR, G.A.: Angioneurotic edema
Associated with two angiotensin-converdingingibitors. Br. Med.J. 1993:
1243 - 1286
34.KALAMAR, J : Oral manifestations of drug reactions, Medicine, Juli
2002;s.23,
35. WRİGHT, J.M.: Oral manifestations of drug reactions, Dental Clinics of
North America, 1984;(28):529,
36.THOMASON J.M.; SEYMOUR R.A.; RİCE N.: The prevelence and
severity of cyclosporin and nifedipine – induced gingival overgrowth J.
Periodontal 1994;20 (1): 37-40
37. SEYMOUR R.A.;THOMASON J.M.; ELLİS J.S.: The pathogenesis of
drug-induced gingival overgrowth. J Clin. Periodontal 1996; 23: 165-175
38. Akçakaya N: Gıdaya reaksiyon. Alerjik hastalıklar ve bronşial astma
59
(Aydilek R) Özlem Matbaacılık Ltd. Şti, İstanbul,1998.1:118-122,
39. Antico A: Oral allergy syndrome induced by chestnut(Costenea sativa).
Ann Allergy Asthma Immunol, 1996;(76): 37-40.
40. Allen CM, Blozis GG: Oral mucosal reactiopns to cinnamoflavored
chewing gum. J Am Dent Assoc, 1988;(116):664-667.
41. DeRossi SS, Greenberg MS: Intraoral contact allergy: a literature review
and case reports. J Am Dent Assoc, 1998;(129):1435-1441.
42. Demirsoy S: Besin alerjileri, Prospect Tıp Dergisi, 1997;(1):5-10.
43. Diogenes MJN, Morais SM, Carvalha FF: Perioral contact dermatitis by
cardol, Int J Dermatol, 1995(34):72-73.
44. Kowitz G, Jacobson J, Meng Z, Lucartto F: The effects or tartar-control
toothpaste on the oral soft tissue. Oral Surg Oral Pathol, 1990;(70):529-536.
45. Lamey PJ, Lewis MA, Rees TD, Fowler C: Sensitivity reaction to the
cinnamon aldehyde component of toothpaste.Br Dent J, 1990(168):115-188.
46. Neville BW, Damm DD, Allen CM, Bouquat JE:Oral&Maxillofacial
pathology, First ed, , WB Saunders Company, USA, 1995; 247-253.
47. Ostman PO, Anneruth G, Skolund A: Amalgam-associated oral
lichenoid reactions:Clinical and histologic changes after removal of
amalgam fillings. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod,
1996;(81):459-465.
48.Van Loon LAJ, Bos JD, Davidson CL: Clinical evaluation of
fifty-six patients referred with symptoms tetatively related to
allergic contact stomatiti. Oral Surg Oral Med Oral
Pathol, 1992;(74):572-575.
60
49. Vila L, Barborir E, Sanz ML: Chicken meat induces oral allergy
syndrome: a case report. Ann Allergy Immunol, 1998;(80):195-196.
50. Maksiler Sinüs Tümörlerinde Kombine Tedavi/Tüz, Turhan, Turanlı,
Çetin, Taşel, SDÜ Tıp Fakültesi Dergisi 1999; 6(2): 23-26.
61
ÖZGEÇMİŞ
02.04.1980 yılında Sarajevo Bosna Hersek’ de doğdum. 1986 – 1994 arasında
O. S. Hasan Kikic ilköğretim okulunda okudum. 1994 – 1998 arasında Katolicki
Skolski Centar “St. Joseph” Srednja Medicinska Skola’ da lise öğrenimimi
tamamladım. 2000 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine girmeye hak
kazandım.
62
Download