124. Birlesim:Mizanpaj 1.qxd

advertisement
TBMM
B: 124
25 . 6 . 2010
O: 3
bir bakanlık kurularak bakanlık bünyesinde yürütülmüş, 1924’ten itibaren de Diyanet İşleri
Başkanlığı kurulmuştur.
Şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığının kurulmasına bir bakmamız gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti
devleti 1924’te hem Anayasası’nda hem de işleyişinde laik devlet esası üzerine, laiklik üzerine
kurulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı cumhuriyetin ilk dönemlerinde etnik, kültürel, diğer tüm
bireyleri ve toplulukları ilgilendiren konularda olduğu gibi, dinde de, dini devletin denetimi ve
gözetimi altına alan bir kurumdu. Bugün çağdaş dünyaya baktığımız zaman; Avrupa’ya, Amerika’ya
veya birçok gelişmiş ülkeye, laik, demokratik olan ülkelere baktığımız zaman devletin idari yapısı
içinde Diyanet benzeri bir kurum yoktur. Diyanetin kurulmasının nedeni, insanların inançlarına,
toplumun inançlarına, bu inançlar doğrultusunda, toplum içindeki değişik kesimlerin, toplulukların
inançları doğrultusunda, inançlarıyla ilgili karar verme, inançlarını gerçekleştirme ve nasıl, nerede
gerçekleştireceklerine, bunu nasıl yapacaklarına karar verme, güvenmeme anlamındadır. Devlet,
1924’le birlikte Diyanet İşleri Başkanlığıyla inanç kesimlerini ve inancı denetim altına almıştır ve
süreç içinde de bu kurum sadece Sünni İslam’ı örgütleyen, o temelde yapılanan bir kurum hâline
gelmiştir.
Şimdi, Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, özellikle 1960’dan sonra en çok tartışılan
konu laiklik konusudur. En çok tartışılan ve öne çıkan konu din ile devlet ilişkileri, dinin devlet
ilişkilerinde kendi özgürlüğünü yaşayan, devletin hiçbir şekilde dini ve belli dinî kesimleri öne
almayan, belli bir inanç grubuna veya belli bir dine mesafeli olan bir yapı anlıyoruz. Ama Türkiye’de
maalesef öyle olmamış. 1960 darbesini gerçekleştirenler, işte, laiklik elden gidiyor söylemi de var,
diğer birçok şeyin içinde en önemli, öne çıkan laiklik söyleminin elden gittiğidir ve 1961
Anayasası’yla ve sonradan da 1982 Anayasası’yla Diyanet İşleri Başkanlığı anayasal bir kurum hâline
de getirilmiştir. Şimdi, dinin ne olduğu, İslam’ın ne olduğu, İslam’ın mezhepleri, diğer inanç grupları,
bunların inançlarını yerine getirme konusunda devlet her zaman belirleyici olmuştur ve yönlendirici
olmuştur. Bugün toplumda tartışılan Alevilik sorunu, mezhep sorunları, İslam’ın dışındaki diğer
dinler, Hristiyanlık’tır, Yahudilik’tir, bunların yaşamı ve kendilerini ifadesi her zaman sorun olmuştur.
Birincisi Lozan Antlaşması’ndan sonra getirilen kurallarla gayrimüslimler yani Hristiyanlar ve
Yahudiler kendi inançlarını, inançlarını nasıl yaşayacaklarını, kiliselerini, sinagoglarını nasıl
yöneteceklerini, kimlerin bu konuda kendilerine öncülük edeceğini kendileri belirlemiştir. Bu çağdaş
bir yapıdır, doğrudur ama 1925’te tekke, zaviye ve dergâhların yasaklanmasından sonra bunu
belirlemek tümüyle devletin işi olmuştur. Devlet, insanlar dinini nasıl yaşayacak, İslam nedir, dinî
kurallar nasıl belirlenecek, şeriat kuralları nedir, ritüeller nasıl yapılır veya hem ibadet yapmada,
imamlıkta hem de bu ibadetlerin biçiminde öncülük yapanlar, dinî öncüler bu faaliyetlerini nasıl
yürütecek, neleri dile getirecek ve kimler olacak, hep devlet tarafından belirlenmiş.
Bugün Avrupa’ya bakalım. Bir taraftan laikliği aldığımız bir dünya, diğer taraftan bugün Avrupa
Birliğine giriyorken çıkardığımız birçok yasayı Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde
çıkarıyoruz.
Bugün, değerli milletvekilleri, Avrupa’nın hangi ülkesinde, hangi devlet -Avrupa devletiinsanların inançlarını, düşüncelerini, dini belirliyor? O inancın nasıl yerine getirileceğini, o inancın
nerelerde yerine getirileceğini, o inanç gruplarının kendi inançlarına nasıl baktığını hangi devlet
belirliyor?
İnanç, insanların bireysel veya toplumsal olarak bir diğerinin yaşam alanına, bir diğerinin
inancına ve düşüncesine müdahale etmediği sürece, başta devlet olmak üzere hiç kimsenin karışma
– 421 –
DEMET
213-215
Download