T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI TEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ KARDİYOVASKÜLER SİSTEMİN CERRAHİ HASTALIKLARI HEMŞİRELİK REHBERİ 2013 Derleyen: Düzenleyenler: Bilimsel Danışman: Hem. Ayşen ÖZEL Hem. Nurten İMER Hem. Seval YAVUZ Doç. Dr. Önder KALENDERER Ayşen ÖZEL Dilek TURAN Dr.Mustafa KARAÇELİK 1 ÖNSÖZ Hemşirelik bilim ve sanattan oluşan bir sağlık disiplinidir. Ekonomik ve sosyal değişimler, hemşireliğin profesyonelleşme süreci, yeniliklerin getirdiği değişimler, bakımda kaliteyi artırma gereksinimi hemşirelerin bilgilerini güncellemeleri zorunluluğunu getirmiştir. Bu nedenlerle Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi hemşirelik hizmet içi eğitimi kapsamında hemşirelik bakım hizmetlerinin kalitesinin artırılması ve meslektaşlarımızın çalıştığı birimlerdeki uygulamalarında kaynak olabilmesi amaçlı bu rehber hazırlanmıştır. Etkinliğini ve saygınlığını bilgi birikiminden alacağına inandığımız meslektaşlarımıza bu rehberi hazırlarken, zor çalışma koşulları altında vakit ayırıp derleme yapan değerli hemşirelerimize, bilimsel danışmanlığı ile katkıda bulunan değerli hekimlerimize, hemşirelik mesleğine her konuda destek olan, özellikle bu rehberlerin hazırlanması sırasında her türlü imkanı sağlayan Başhekimimiz Prof. Dr. Orhan Gazi Yiğitbaşı ve çalışmalarımızda her zaman yanımızda olan Başhemşiremiz Gülşen İpekoğlu’na teşekkürlerimizi sunarız. Hemşireler bakımın belirleyicisi ve biçimlendiricisidirler… Ayşen Özel Dilek Turan 1 Önder Kalenderer İÇİNDEKİLER ERİŞKİN KALP CERRAHİSİ 4 1.GİRİŞ 4 KRONER DOLAŞIM 6 KALP HASTALIKLARINDA GENEL BELİRTİ VE BULGULAR 7 I-KORONER ARTER HASTALIĞI 7 II-SOL VENTRİKÜL ANEVRİZMASI 10 III.VENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT 11 IV. AORT DARLIĞI 12 VI.MİTRAL DARLIK 15 VII. MİTRAL YETMEZLİK 16 VIII. TRİKÜSPİT KAPAK HASTALIĞI 18 IX. AORT DİSEKSİYONLARI 19 X. AORT ANEVRİZMALARI 22 XI. ENDOKARDİT 24 XII. EBSTEİN ANOMALİSİ 27 ERİŞKİN KARDİYAK CERRAHİDE PREOPERATİF BAKIM 30 ERİŞKİN KARDİYAK CERRAHİDE POSTOP BAKIM 33 KAYNAKLAR 37 DAMAR HASTALIKLARI 38 A.PERİFERİK ARTER HASTALIKLARI 38 A1.AKUT ARTER TIKANMALARI 38 A.2BUERGER HASTALIĞI (TROMBOANGİTİS OBLİTERANS) 40 2 A.3KAROTİS ARTER HASTALIĞI 43 B.VEN HASTALIKLARI 47 B.1DERİN VEN TROMBOZU 47 B.2KRONİK VENÖZ YETMEZLİK 50 B.3VARİS 53 DİYABETİK AYAK 57 E.LENFATİK SİSTEME AİT HASTALIKLAR 59 E.1LENFÖDEM 59 DAMAR HASTALIKLARINDA TANI YÖNTEMLERİ 62 DAMAR HASTALIKLARINDA HEMŞİRELİK BAKIMI 62 C.GÖĞÜS –AKCİĞERİN CERRAHİ HASTALIKLARI 63 C.1-GÖĞÜS YARALANMALARI 64 GÖĞÜS YARALANMALARININ TEDAVİSİ VE HEMŞİRELİK BAKIMI 66 C.2-AKCİĞER ENFEKSİYONLARI 67 C.3-BRONŞ VE AKCİĞER TÜMÖRLERİ 70 C.4 GÖĞÜS BOŞLUĞUNUN VE GÖĞÜS DUVARININ DEFORMİTELERİ 72 D.EN SIK GÖRÜLEN GÖĞÜS DUVARI DEFORMİTELERİ 72 GÖĞÜSÜS VE AKCİĞER HASTALIKLARINDA TANIYA YARDIMCI TEST VE UYGULAMALAR 75 GÖĞÜS VE AKCİĞER HASTALIKLARINDA UYGULANAN CERRAHİ YÖNTEMLER 76 GÖĞÜS VE AKCİĞER AMELİYATLARINDA HEMŞİRELİK BAKIMI 77 KAYNAKLAR 79 3 ERİŞKİN KALP CERRAHİSİ 1.Giriş Açık kalp ameliyatı, kalbin yaşamsal önemi nedeni ile hasta ve aile için önemli bir krizdir. Aynı zamanda önemli bir ameliyat olması nedeniyle ameliyat sonrası bir çok yaşamsal komplikasyon gelişme riski yüksektir. Bu bağlamda hasta ve ailesi, ameliyat öncesi biyopsikososyal yönden kapsamlı olarak değerlendirilerek ameliyata hazırlanmalıdır. Kalp cerrahisinde başarı için, iyi geçen bir ameliyat kadar ameliyat öncesi ve sonrası dönemde verilen hemşirelik bakımın kalitesi de önemlidir. Kalbin işlevi Temel olarak: • Oksijenlenmiş kanı arteriyel sisteme ve hücrelere pompalamak • Kirli kanı venöz sistem aracılığı ile toplayarak yeniden temizlenmek ve oksijenlenmek üzere akciğerlere göndermek Şekil1:Bir pompa olarak kalp Kaynak: biosbcc.net Kalbin bir pompa olarak görev yapmasında önemli yapılardan biri de kalp kapakçıklarıdır. Kalpte atriyumlarla ventriküller arasında atriyoventriküler kapaklar (triküspit ve mitral kapak) ve pulmoner arter ve aortanın çıkış yerlerinde de semilunar kapaklar (pulmoner kapak ve aortik kapak) bulunur. 4 Şekil 2: Kalbin anatomik yapısı Kaynak: people. eku. edu Semilunar kapaklar sistolde iken iyice açılarak kanın büyük damarlara atılmasını sağlarlar. Mitral kapak ventrikül sistolü sırasında kapanarak ventrikülden atriyuma kanın geri kaçmasını önler. Triküspit kapak sağ ventrikül sistolünde kapanarak kanın sağ atriyuma dönmesini engeller. Şekil 3:Sistolde kalp Sistolde kalp Kaynak: prenhall.com Semilunar kapaklar diastolde kapanarak kanın aort ve pulmoner arterlerden ventriküllere geri kaçmasını önler. Mitral kapak kanın diyastol sırasında sol atriyumdan sol ventriküle kolay geçmesine yol açar. Triküspit kapak da sağ atriyum diastolünde kanın sağ ventriküle geçmesi için açılır 5 Şekil 4: Diastolde kalp Kaynak: stethographics.com Koroner Dolaşım Kalbin kendi dolaşımına koroner dolaşım denir. Myokardın kanlanmasını sağlar. Aort kapağının hemen üzerinden aortadan ayrılan sağ ve sol koroner arterler tekrar ikişer dala ayrılarak tüm myokard tabakasını beslerler. Kalbin venleri, arterlerine paralel seyreder ve koroner sinüse açılırlar. Koroner sinüs de kanı sağ atriyuma boşaltır. Şekil 5: Koroner dolaşım Kaynak: gata.edu.tr 6 KALP HASTALIKLARINDA GENEL BELİRTİ VE BULGULAR KARDİYAK BELİRTİLER Dispne; solunum kapasitesinin azalması veya solunum gereksiniminin artması ya da her iki durumun bir arada bulunmasıyla ortaya çıkar. Kalp hastalıklarında ortaya çıkan dispnenin nedeni kanın akciğer kapillerinde göllenmesidir. Yatar pozisyonda solunum güçlüğünün ortaya çıkmasına ortopne denir. Hastayı gece uykusundan uyandıran ve oturmak zorunda bırakan dispneye paroksismal nokturnal dispne (gece gelen nefes darlığı) denir. Gögüs ağrısı; gögüs ağrısı miyokard, perikard ve plevradan kaynaklanabilir. Ağrının nedenini anlamak için efor ile yada dinlenme ile ilgisinin olup olmadığının süresinin, lokalizasyonun ve yayılma şeklinin (sol kola, çeneye, sırta) değerlendirilmesi; ayrıca sıkıştırıcı batıcı ya da künt olup olmadığının saptanması gerekir. Prekordiyal ağrı kalp önünde hissedilen ağrıdır. Retrosternal ağrı tüm sternumun arkasında duyulan ağrıdır. Diğer belirtiler; • Yorgunluk • Çarpınıtı • Bayılma • Ödem • Kanlı balgam • Siyanoz • Hipoksi • Üfürüm EKTRA KARDİYAK BELİRTİLER • İntravasküler basıncın yüksek olmasına bağlı kanamalar • Hipertansiyona bağlı gelişen skleroz nedeniyle gelişen görme bozuklukları • Sağ kalp yetmezliğinde oluşan hepatomegaliye bağlı oluşan karın ağrısı • Boyun venlerinde dolgunluk I-KORONER ARTER HASTALIĞI Tanım: Koroner Arterler Aort damarından sağ ve sol ana koronerler olarak çıkan kalp dokusuna temiz kan taşıyan damarlardır. Kalbin en üst katmanında seyrederler ve bu ana dallardan çıkan daha küçük damarlarla kalp hücrelerine ulaşırlar. 7 Sağ koroner arter tek bir ana dal olarak seyrederken, sol ana koroner arter aortadan çıktıktan yaklaşık 2 cm sonra sol ön inen arter (LAD) ve sirkümfleks arter olarak ikiye ayrılmaktadır. Sol ön inen arter sol ventrikülün ön yüzünde seyrederken sirkümfleks arter kalbin arka yüzünde seyretmektedir. Koroner arterler arasında kollateral arter olarak isimlendirilen ara bağlantılar da bulunmaktadır. Koroner arterler ana atar damar olan aortadan aldıkları oksijenden zengin temiz kanı kalp hüçrelerine taşımakla görevlidirler. Koroner damarlardaki kan akımı esas olarak diyastol dönemi denilen kalbin gevşeme döneminde olmaktadır. Koroner damarlar da diğer damarlar gibi intima, media ve adventisya’dan oluşan üç tabakadan meydana gelmektedir. Ateroskleroz damar duvarında lipid parçacıkların birikimi ile oluşan ve damarların içini tıkayarak normal kan akımını engelleyen bir süreçtir. Ateresklerozun koroner arterlerde meydana gelmesi ile oluşan hastalığa Koroner Arter Hastalığı denilmektedir. Koroner ateroskleroz yıllar boyu süren bir süreç olup bebeklik döneminden itibaren başlamaktadır. Hastalık boyutuna genelde dördüncü on yıldan sonra gelmektedir. Ateroskleroz gelişiminde kişisel ve çevresel faktörler rol oynamakta olup kişisel faktörler birinci derece akrabalarda koroner Arter hastalığı olması, Hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, Şeker Hastalığı olması, yaş ve açıklığa kavuşturulamamış genetik faktörlerdir. Çevresel veya sonradan edinilen risk faktörleri ise sigara kullanımı, yüksek kolesterol içerikli beslenme, stresli ve pasif yaşam şeklidir. Zamanla koroner arterler içersinde gelişen lipid birikimleri damarlardaki kan akımını engelleyerek kalp kasının beslenmesini bozarak hastanın şikâyetleri başlatmaktadır. Şikâyetleri ilk önce yokuş çıkmak, koşmak, stresli anlar gibi kalbin kan ihtiyacının arttığı durumlarda oluşmaktadır, darlığın ilerlemesi ve yeterli kan akımın sağlanamaması ile ilerleyen dönemde istirahat anında bile şikâyetler oluşmaktadır. En fazla görülen şikâyet göğüs ağrısıdır, bunun dışında göğüste daralma, sıkışma, yanmada oluşturabilmektedir. Koroner arterdeki daralma ani şekilde oluşur ve kan akımı başka bir yerden sağlanamazsa (Miyokard enfarktüsü) oluşmaktadır. Koroner Arter hastalığının tanısında hastanın hikâyesi, EKG, Efor Testi, Nükleer Tıp Tetkikleri, Radyolojik Tetkikler ve Koroner Anjiyografi kullanılmaktadır. Tıkanmanın yerini ve miktarını belirlemede ve kesin tanıda en etkili tetkik Koroner Anjiyografidir. Tedavisinde ilaçlar, cerrahi (By Pass) ve Perkütan müdahaleler (Balon, Stent) kullanılmaktadır. Hangisinin uygulanacağına Koroner Anjiyografide tespit edilen darlığın yeri-miktarı, hastanın durumu ve hasta ile doktorun alaçağı karara göre belirlenmektedir. Hangi tedavi şekli seçilirse seçilsin ömür boyu tedavi gerektiren bir hastalıktır. Dünyada şu an en fazla ölüme neden olan hastalık Koroner Arter Hastalığıdır. 8 Cerrahi endikasyonlar 1-Tedaviye cevap vermeyen dirençli anjina veya iskemi tehdidi altında yaygın miyokard alanı olan hastalar 2-Anjina veya dirençli iskemisi olmayan ikinci grup hastalarda, koroner hastalığı, vetrikül fonksiyonunun durumu ve stres testi ile uyarılabilen iskemini derecesi, cerrahi sonrası sağ kalım süresini artırabilir. Bunun ventrikül fonksiyonlarının korunması ve enfarktüsün önlenmesi ile oluştuğu tahmin edilmektedir. Cerrahi özellikle, tıbbi tedavinin uygun olmadığı, ventrikül fonksiyonu bozulmuş ve tetiklenmiş iskemisi olan hastalar için yararlıdır. 3-Üçüncü grup hastalar, diğer açık kalp cerrahisi prosedürleri endikasyonu olduğunda bypas ameliyatı olması gerekenlerdir: a.Koroner arter hastalığıyla birlikte kapakçık ameliyatları, septal miyektomi ve diğerleri. b.Enfarktüs sonrası mekanik defektler için eş zamanlı ameliyat(sol ventrikül anevrizması, ventriküler septal rüptür, akut Mitral yetmezlik). c.Ani ölüm riski taşıyan koroner arter anomalileri( pulmoner arter ve aorta arasından geçen damar). Şekil 6: Miyokard infarktüsü Kaynak: themeds.net Koroner baypas greftleme 9 II-SOL VENTRİKÜL ANEVRİZMASI A.Tanım: Sol ventrikül anevrizması sol ventrikül duvarının bir bölümünün normal boyutundan daha geniş hal almasıdır. Akut myokard infarktüs vakalarının yaklaşık %4 ünde görülür. 1-Sol ventrikül anevrizması, geniş transmural enfarktüs meydana getiren önemli bir koroner arterin tıkanmasından kaynaklanır. Hasarlı miyokard, ventrikül sistolü sırasında hareket bozukluğu (diskinezi) oluşturan bir yaralı dokuya dönüşür. 2-En yaygın iki tablo, iskemik (damar tıkanması sonucu gelişen geçici kansızlık) sendromlar ve Kronik Kalp Yetmezliğidir. Göğüs ağrısı, çoklu damar hastalığı varlığında genişlemiş ventrikülün sistolik duvar stresini artırmasıyla oluşur. Konjestif kalp yetmezliği, kasılmış dokunun kaybı ve ventrikül boyutundaki artışa bağlı olarak zayıf sol ventriküler fonksiyonunun ve atım hacmindeki azalmanın sonucudur. 3-Sistemik tromboembolizm, hareketsiz anevrizma alanı içindeki trombüs formasyonundan kaynaklanabilir. 4-Ağır aritmi veya ani ölüm, zarar görmüş doku ile canlı kalp kası dokusu arasındaki sınır bölgesinde oluşan değişimler sonucunda oluşabilir. B.Cerrahi Endikasyonlar: Ameliyat asemptomatik anevrizmalı bir hastada genellikle yapılmamalıdır. Bunun aksine, ventrikül kasının yırtılmasını içeren yalancı anevrizma olan bir hasta ameliyat edilmelidir. Asemptomatik hastalarda, oldukça büyük bir anevrizma varlığında veya kalp içinde büyük bir pıhtı varlığında cerrahi yararlı olabilir. Anjina, KKY, sistemik tromboemboli veya malign aritmi: Bu dört klinik sendromdan biri var olduğunda ameliyat çoğunlukla semptomları düzeltmek ve yaşamı uzatmak için yapılır. C.Ameliyat Öncesi Değerlendirmeler: 1- Sol ventrikülografi, anevrizma olmayan ventrikül fonksiyonlarını değerlendirmede ve akinezi bölgelerini anevrizmadan ayırmada yararlıdır. Ventrikül duvarı incelmesi en iyi ekokardiyografi ile tanımlanabilir. 2-Eğer sol ventrikülde trombüs mevcutsa, ameliyat zamanına kadar heparizasyona devam edilmelidir. Trombüs en iyi ekokardiyografiile belirlenir. 10 III. VENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT (VSD) A.Tanım: Sağ ve sol karıncığın arasında yer alan septum (ventriküller arası septum: bölme) adı verilen duvarın defekti, deliğidir. Bu delik, yüksek basınçlı sol ventrikülde yer alan temiz (oksijenden zengin) kanın, sağ ventrikülde yer alan düşük basınçlı ve kirli (oksijenden fakir) kana karışmasına neden olur. Bu genellikle enfarktüslerin ilk haftasında meydana gelir. B.Cerrahi Endikasyonlar: Ameliyat, progresif multisistem yetmezliğine gidişi önlemek için neredeyse tüm postenfarktüs VSD’ler için acil bir endikasyondur. Nadiren şantı olan küçük VSD’ler medikal tedaviyle takip edilebilir, fakat genellikle gelecekteki hemodinamik problemleri engellemek için 6 hafta sonra tamir edilmelidir. C.Ameliyat Öncesi Değerlendirmeler. 1-Sağ ventrikülde oksijen satürasyonunu tesbit edebilen Swan-Ganz kateteri kullanılarak kesin tanı konulabilir.İki boyutlu EKO ile VSD tanısı doğrulanabilir ve benzer klinik senaryoyu meydana getirebilen akut mitral regürjitasyonundan ayırt edilebilir.. 2-Genellikle bir IABP ile birlikte olan inotropik destek ve afterloadın azaltılması, acil cerrahi ve kateterizasyonun endike olduğu tüm VSD’li hastalarda gereklidir. 3-Koroner anjiyografi ile kalp kateterisazyonu, şantın şiddetini belirlemek ve beraberindeki KAH’ı tanımlamakiçin yapılmalıdır. Şekil 7: Ventriküler septal defekt 11 IV. AORT DARLIĞI A.Tanım: Kalbin sol tarafından çıkan ana damardaki darlıktır. Kalbin sol karıncığının organlara kan göndermek için daha fazla çalışmasına neden olur. Darlık hafif, orta ve ağır derecede olabilir. Hastanın yakınmaları, bulguları, tedavi gerekip gerekmediği ve tedavi şekli tamamen darlığın derecesine bağlıdır. Hafif olan darlıklarda, çocuğa herhangi bir zarar vermediği için müdahele edilmez. Bununla birlikte bazı vakalarda darlığın derecesi zamanla artabilmektedir. Bu nedenle darlığın derecesi ekokardiyografi ile takip edilmelidir. Orta ve ağır derecede darlığı olan hastalarda balonlu kateter ile darlığı genişletme yöntemi uygulanır. Bu yöntemin sonuçsuz kalması halinde, ameliyat da gerekebilmektedir. B.Cerrahi Endikasyonlar 1-Şiddetli AD’si olan semptomatik hastanın ortalama ömrü 2-3 yıldan daha azdır ve bundan dolayı ameliyat için genel endikasyonlar anjina, KKY, senkop veya kardiyak arrest nedeniyle resüsite edilmesidir. Tam tersine ameliyat ne kadar şiddetli darlık olursa olsun asemptomatik hasta için değerlendirmeye alınmaz. Çünkü ölüm riskinin düşük olduğu düşünülür. 2-Asemptomatik rahatsızlığı olan hastalarda ameliyat endikasyonu tartışmalıdır, çünkü ani ölüm riski çok düşüktür. 3-Eğer hasta koroner baypasa gereksinim duyarsa, 1.2 cm veya daha az bir kapak alanı varlığında aortik kapak replasmanı yapılmalıdır. 4-Düşük gradientli zayıf venrtrikül fonksiyonu olan bir hastada AD derecesini belirlemek problemli olabilir. AD derecesi önemli olmamasına rağmen, bu kombinasyon hesaplanan kapak alanına çevirilebilir. Dobutamin stres EKO kötü ventrikül fonksiyonunun kontraktil disfonksiyon ya da afterload uyumsuzluğuyla ilişkili olup olmadığını belirlemek için kullanılır. Gradiyentteki ufak bir artışla birlikte kalp debisinde artış varsa kapak alanı yükselecektir. Bu da kapakçık darlığının abartıldığını gösterir ve cerrahi endikasyon olmadığını belirtir. Tam tersine, kalp debisi ve gradient artışı ile birlikte kasılma gücü aynı kalıyorsa gerçekten aort stenozu vardır ve cerrahiden fayda görecektir. C.Ameliyat öncesi değerlendirmeler. 1-Koroner anjiyografi, yaşı 40’ın üzerinde olan her hastada veya koroner risk faktörü, anjina veya pozitif stres testi olan daha genç hastalarda yapılmalıdır. 2-AD’u olan hastalarda iskemik sendromlar dikkatli bir tedavi gerektirir. Preload (nitrogliserin), afterload (Kalsiyum kanal blokeri) veya kalp hızını (beta blokerler ) 12 düşürebilen medikasyonlardan kaçınılmalıdır. Çünkü bunlar kritik AD olan bir hastada kalp debisini düşürebilir ve ani kalp durması oluşturabilirler. Atrial fibrilasyona ventrikül cevabı kontrol edilmelidir ve bu ritim tolere edilemiyorsa kardiyoversiyon uygulanmalıdır. 3-Yapay kapakçık endokarditi (enfeksiyonu) riskini en aza indirmek için ameliyattan önce diş bakımı yapılmalıdır. 4-Uygun prosedür ve kapakçık türünün seçimi hastanın yaşı, uzun dönem antikoagülasyon kullanımın kontreendike olması ve hastanın antikoagülasyondan kaçınma isteği gibi çok sayıda faktöre bağlıdır. İleriye dönük yapılması gerekenler: Sünnet, diş çekimi, diş dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların belli aralıklarla doktor kontrolünde olmalı gerekir. Hastaların ağır egzersiz programları içeren sportif faaliyetlerden uzak durmaları önerilir. Şekil: 8 Aortik kapak darlığı Kaynak: heart-valve-surgery.com V. AORT YETMEZLİĞİ A.Tanım: Aorta yetmezliği, aorta kapaklarının yeterince kapanamamasıdır. Bu durumlarda sol ventrikülün kasılarak aorta damarına pompaladığı kanın bir bölümü, kalbin gevşeme döneminde, geriye yeniden sol ventriküle döner. Böylece sol ventrikül, geri sızmış olan bir miktar kanı sürekli olarak yeniden ileri pompalamak zorunda kalır. Bu ise sol ventrikülün iş yükünü artırır. İş yükünün artışına paralel olarak da sol ventrikül büyümek zorunda kalır. Bu ise zamanla sol ventrikül kasının yetmezliğe düşmesine neden olur. Sol ventrikülün aortaya pompaladığı kanın bir bölümü geri sızdığından, kalbin kasılmasıyla yükselen 13 tansiyon (sistolik tansiyon-büyük tansiyon), kalbin gevşeme döneminde hızla düşer (diastolik tansiyon-küçük tansiyon). Bu durum, sistolik tansiyon ile diastolik tansiyon arasındaki basınç farkını tanımlamakta olan nabız basıncının normalin üstünde olmasına yol açar. Nabız basıncı, yani sistolik tansiyon ile diastolik tansiyon arasındaki fark, 40-50 mm/Hg kadardır. Nabız basıncının yüksek oluşu, yani bir miktar kanın sol ventriküle geri kaçması, hastanın başının ileri geri sallanmasına neden olur. Aorta kanının bir bölümünün kalbin dinlenme döneminde sol ventriküle geri kaçmasıyla düşen diastolik tansiyon, koroner damarlardaki kan dolaşımını da olumsuz yönde etkileyerek, kalbin kanla beslenmesini ve özellikle oksijenlenmesini bozar. Bu ise angina pektoris denilen kalp ağrılarına ve hatta miyokard infarktüsüne neden olur. Hastalarda gelişen ilk belirti, yorgunlukla gelen nefes darlığıdır. İlk dönemlerin ilk yakınmaları arasında hastaların kalp atışlarını özellikle yattıklarında rahatsız edici bir biçimde hissettikleri de bulunur. Çarpıntı, ortopne, gece dispnesi, kafanın kalp atışlarına uyarak sallanması ve kalp ağrıları diğer belirtilerdir. Tedavide, hastanın ve hastalığın özelliklerine göre kalp yetmezliğinin tedavi ilkeleri ya da yapay kapak takmak için cerrahi girişim uygulanır. B.Ameliyat endikasyonları 1-Konjestif kalp yetmezliği (KKY) ile birlikte akut Aort yetmezliği (AY) 2-Hemodinamik bozulmaya yol açan endokardit, persistan bakteriyemi veya sepsis, ileti anomalileri, vejetasyondan kaynaklanan rekürren sistemik embolizasyon ya da anüler abse formasyonu 3-AY şiddetli ise semptomların mevcudiyeti 4-Asemptomatik veya minimal semptomatik rahatsızlığı olan hastalar, ventrikül bozulma bulgusu veya semptomların gelişimi için yakından takip edilmelidir. Venrtikül dekompansazyon bulgusu görüldüğünde ameliyat yapılsa bile uzun dönem sağ kalım süresi azalmıştır. 5-Başka bir endikasyon için cerrahi uygulanacaksa semptomatik olsun veya olmasın orta ciddi AY olan hastalarda valve replasmanı için endikasyon vardır. C.Ameliyat öncesi değerlendirmeler 1-AY derecesini azaltmak için vazodilatörler ile sistemik HT kontrol sedilmelidir. Bununla birlikte aşırı kalp ardyükünün düşüşü diyostolik koroner perfüzyon basıncını azaltabilir ve bölgesel iskemiyi arttırır. 2-İskemi kontrolü için Beta blokerler dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır. Çünkü yavaş kalp hızı yetmezlik miktarını artırır. 14 3-Anjinal semptomların kontrolu için bir İntra aortik balon (IABP) kullanımı kontreendikedir. 4-Tüm kapak hastaları için, diş bakımı ameliyattan önce tamamlanmalidır. 5-Warfarin kontrendikasyonu varsa uygun biyolojik kapak seçilmelidir. VI. MİTRAL DARLIK(MD) A.Patofizyoloji: Az gelişmiş ülkelerde Mitral darlık neredeyse tamamıyla romatizmal ateşin sonucu olarak ortaya çıkar. Komissüral füzyon ile kapak yapraklarının kalınlaşması bağlarının kısalması ve kalınlaşması, mitral kapak orifisinin çapını giderek azaltır ve sol ventrikül dolumunu etkiler. Bu değişiklikler kalp debisini azaltır ve kalp yetmezliğine (KKY) yol açar sol atriyum ve pulmoner venöz basıncı arttırır. Atriyal fibrilasyonun gelişimi KKY semptomlarını arttırır ve ventrikül dolumunu ileri derecede azaltır. MS’un şiddeti, transvalvüler ortalama basınç farkı ölçümü yoluyla ve kalp debisi ve basınç farkı ile bağlantılı olan mitral kapak alanı hesaplanması yoluyla belirlenir. B.Ameliyat endikasyonları 1-Orta veya şiddetli mitral stenozu olan hastalar için düşünülmelidir. 2-Perkutan balon mitral valvüloplasti (PBMV) kapakçık yapısı uygun olduğunda seçilecek bir prosedürdür. Kapakçık kalınlığı, kalsifikasyon ve kapak altındaki yapıların (subvalvüler) patolojisi EKO ile değerlendirilerek endikasyon konur. 3-Cerrahi, PBMV’nin kontrendike veya uygun olmaması halinde endikedir. Bu endikasyonlar PBMV için uygun olmayan kapakçık morfolojisini, sol atriyal trombüs, MY veya yeterli antikoagülasyona rağmen sol atriyal trombüsten kaynaklanan sistemik tromboembolizm hikâyesi olan hastaları kapsar. C.Ameliyat öncesi değerlendirmeler 1-Uzun süreli MS’u olan hastaların çoğu kaşektiktir ve solunum problemi riski yüksektir. Ameliyat öncesi agresif diürez ve beslenme desteği erken postoperatif dönemde morbiditeyi azaltabilir. 2-Warfarin, AF için veya sol atriyal trombüs varlığında kullanılabilir. Warfarin ameliyattan dört gün önce kesilmeli ve INR değeri terapötik değerin altına düştüğünde heparin tedavisine başlanmalı ve ameliyat sabahına kadar devam edilmelidir. 3-Kalp debisi sınırlı olduğunda, sıklıkla aşırı sıvı imbalansı pulmoner ödemi arttırabilir ve böbrek fonksiyonlarını bozabilir ki bu agresif diürez ile azaltılabilir. Çoğu hastada hız kontrolu için digoksin kullanılır ve bu ameliyat sabahı kesilmelidir. 15 Kaynak:American Accreditaton Healtcare Comission(www.urac.org) Şekil 9: Mitral kapak darlığı Kaynak: heartvalveleakage.net VII. MİTRAL YETMEZLİK A.Patofizyoloji: MY anülüs (dilitasyon), kapak lifletleri (miksomatöz, dejenerasyon, prolapsus, endokarditten kaynaklanan hasar, romatizmal tutulum),corda tendinea (rüptür, elongasyon) veya papiller adele (rüptür, iskemik deformasyon) anormalliklerinden kaynaklanır. 1-Akut MY genellikle miyokardiyal iskemi veya enfarktüsü ile birlikte olan papiller adele rüptürü, endokardit veya idiyopatik kordal rüptürden kaynaklanır. 2-Kronik MY sol atriyum ve ventrikül kompliyasında progresif bir artış ile karakterizedir sonra sol ventrikülde ilerleyici dilatasyon gelişir. Atım hacmi ve kalp debisi artışı ile önyük te bir yükselme vardır. Aynı zamanda sol atriyuma kaçış yüzünden art yükte bir düşüş vardır. Bu nedenle, normal kasılma gücüne rağmen ventrikül fonksiyonu bozulabilir. Hastalar ventrikül dekompanzasyonu geliştikten sonra asemptomatik kalabilirler. 3-’’İskemik MY’’ kronik veya akut olabilir. Akut MY papiller adele rüptürü gibi mekanik bir komplikasyon sonucu olabilir veya devam eden iskemiye bağlı olarak fonksiyonel kronik iskemik MY, sol ventrikül genişlemesiyle meydana gelen anüler dilatasyon yüzünden oluşan liflet yapışma kusuruyla veya papiller adelelerin yanlış yerleşimi sonucunda lifletlerin apikale hareketi ile oluşabilir. 16 B.Cerrahi endikasyonlar 1-KKY veya kardiyojenik şokla ilişkili akut MY. 2-Hemodinamik bozulma ile birlikte akut endokardit, persistant bakteriyemi veya sepsis, anüler abse, vejetasyona bağlı rekürren sistemik emboli veya geniş vejetasyondan kaynaklanan embolizasyon tehlikesi. 3-Asemptomatik/ sınıf I hastalarda MY şiddetli ise hasta ameliyat için değerlendirmeye alınmalıdır. 4-Mitral kapak onarımı olasığı yüksek olduğunda erken operasyon tavsiye edilebilir. Bu özellikle yakın zamanda gelişmiş AF’si olan veya korunmuş sol ventrikül fonksiyonu bozulmuş hastalar için doğrudur. 5-Koroner cerrahi sırasında hastaların hepsinde olmasa da bazılarında görülen MY uzun dönem prognozu ters yönde etkilemektedir.Bununla birlikte genelde II. derece veya daha fazla MY’de onarım yapılmalıdır. C.Ameliyat öncesi değerlendirmeler 1-Akut MY’li hastalarda, kardiyak output azalması sonucu multisistem organ yetersizliği ve akciğer ödemi gelişebilir. İnotropikler, vasodilatörler ve geçici olarak İABP’nin kullanımı, acil kardiyak kateterizasyon veya cerrahiye kadar ki sürede miyokardiyal fonksiyonu kısa bir süre düzeltebilir. Progresif hipoksi veya hiperkabi için sıklıkla entübasyon ve mekanik ventilasyon gereklidir. Prerenal azotemi gelişmeden pulmoner ödemi geriletmek için diüretikler dikkatli bir şekilde kullanılmalıdır. Akut akciğer ödemi olan korda rüptürlü bazı hastalar stabilize olabilir ve elektif olarak tedavi edilebilen kronik MY gelişebilir. 2-Kronik MY’liği olan hastalar digoksin, diüretik ve ACE gibi ağızdan oral alınan ajanlarla tedavi edilirler. Bu ilaçlara ameliyat vaktine kadar devam edilmelidir. 3-KKY bulgusu olan hastalar dikkatli izlenirken, kalp debisini sağlamak için yeterli önyük sağlanmalıdır. Sistemik HT’den kaçınılmalıdır. Çünkü bu regürjitasyon miktarını artıracaktır. Eğer hasta, iskemik MY veya sınırda bir kalp debisine sahipse, vasodilatörlerin veya İABP’nin kullanımı debiyi artırabilir. 4-Sol ventrikülografi, sol atriyumun ebadına ve aritminin mevcudiyetine, kontrast madde enjeksiyonun gücüne ve miktarına ve kateterin pozisyonuna bağlı olarak MY’nin derecesini kantitatif olarak belirleyebilir. EKO, tercihen transözefageal yaklaşımla MY’nin derecesini ve yapısını daha iyi belirler. Transözefageal yaklaşım (TEE) kapağın tamir edilip edilmeyeceği, ne tür bir tamirin yapılacağı veya replasmanın gerekli olup olmayacağını belirlemede cerraha yardımcı olur. 17 D.Cerrahi prosedürler 1-Mitral kapak rekontrüksiyonu dejeneratif MY’si olan hastaların %90’ından fazlasında uygulanabilir. Teknikler annuloplasti ringleri, liflet onarımı ve korda transferlerini ve replasmanlarını içerir. İskemik MY için kapak değişimi veya onarımına karar vermek zor olabilir ve hastaya bağlı faktörlere ve MY’nin patofizyolojisini anlamaya bağlıdır. 2-Mitral kapak replasmanı, tatmin edici onarın uygulanamadığında endikedir. Papiller kas rüptüründen kaynaklananakut MY genellikle mitral kapak replasmanını gerektirir. Şekil 10:Mitral yetmezlik VIII. TRİKÜSPİT KAPAK HASTALIĞI A.Patofizyoloji: İzole triküspit stenozu (TS) çok nadirdir. Fakat pulmoner HT, sağ ventrikül dilatasyonu ve anüler triküspit dilatasyonuna yol açan mitral kapak hastalığına sekonder fonksiyonel triküspit yetmezliği ( TY) yaygın bir şekilde görülür. Atriyal fibrilasyon yaygındır. Kardiyak output azalabilir ve yorgunluk, düşük output tablosu şeklinde ortaya çıkabilir. TY intravenöz ilaç bağımlılığı olanlarda genellikle endokarditin sonucu olarak gelişebilir. B.Ameliyat öncesi değerlendirmeler 1-TS için onarım tuz kısıtlaması ve diüretikler dirençli hepatik konjesyon, asit ve periferal ödemi kapsayan semptomları olan hastalarda endikedir. 2- TY için onarım, şiddetli semptomlar için veya sol kalp kapak ameliyatı sırasında orta-ciddi fonksiyonel TY’si olahastalarda endikedir. Onarım özellikle pulmoner vasküler direnç yüksekse önemlidir. 3-Triküspit kapak vetejasyonundan kaynaklanan dirençli sepsis veya tekrarlayan pulmoner embolizasyon, ameliyat için bir endikasyondur. 18 C.Ameliyat öncesi değerlendirmeler 1- Cerrahi önceside ve cerrahi süresince agresif tedavi edilmesi gereken karaciğerin pasif konjesyonu sıklıkla koagülasyon anomalilerine yol açar. Sıklıkla, bu hastalarda cerrahi öncesi düzeltilemeyen protrombin zamanı vardır. 2-Tuz kısıtlaması. digoksin ve diüretikler hepatik fonksiyonu düzeltebilir. Fakat karaciğer fonksiyon testlerindeki önemli düzelmeler ameliyat sonrasına kadar mümkün olmayabilir. 3-Yükselmiş bir santral venöz basınç ( CVP) varlığı tatminkar kardiyak output için gereklidir. Sıklıkla AF bulunmasına rağmen normal bir sinüs ritmi AF’den daha iyi hemodinami sağlar. TS için daha yavaş kalp hızı tercih edilirken TY için daha hızlı kalp hızı tercih edilir. D.Cerrahi prosedürler 1-Romatizmal TS için triküspit komissürotomi uygulanabilir. 2-Bir ring veya sütür tekniği ile annüloplasti, anüler dilatasyonu olan hastaların çoğunluğunda uygulanabilir. 3-Triküspit kapak replasmanı, liflet büzüşmesi ve koaptasyon nedeniyle annüloplasti yapılamayan TY varlığında gereklidir. Sadece kalbin sağ tarafındaki mekanik kapaklarda, tromboembolizmle ilgiliolduğu için değil fakat aynı zamanda özellikle çoklu kapak hastalığı olan hastalarda, trküspit kapak replasmanından sonra uzun süreli sağ kalım en fazla olduğu için biyolojik kapaklar tercih edilir. 4-İleti sistemine yakın sütürlerin uygulanmasının gerekliliği yüzünden, hastalar triküspit kapak ameliyatından sonra kalp bloğu gelişimine daha meyillidirler. Kalıcı pacing gerektiren durumlar varsa, epikardiyal pace leadleri sağ ventrikül üzerine yerleştirilmelidir.Pacing ve sensing sınırları belirlenir ve daha sonra kalıcı bir pacemaker’a bağlanmak üzere pace leadleri subkutanöz bir cebe yerleştirilir. IX. AORT DİSEKSİYONLARI A.Patofizyoloji: Aort diseksiyonu media katmanında yalancı bir kanal oluşturarak kan akımına izin veren intimal bir yırtık nedeniyle oluşur. Bu kanal dışarıdan aortanın adventisiya ve media tabakaları ile çevrelenir. Disekse kanal kalbin her kontraksiyonu ile proksimale veya distale doğru ilerleyebilir. İntimal yırtığın yerine ve diseksiyonun uzunluğuna bağlı olarak şu komplikasyonlar görülebilir; hemiperikardiyuma bağlı kardiyak tompaonad (ölümün en sık nedenidir ),aortik regürjitasyon, miyokard enfarktüsü, inme, intraplevral rüptür veya aorta dallarının tutulumu. Eğer brakiosefalik arter tutulursa; parapleji, mezenterik veya renal dallar tutulursa; 19 bağırsak veya böbrek kan akımında bozulma, iliofemoral dallar tutulursa; bacaklara olan kan akımında azalma oluşur. Diseksiyonlar asendan aortayı içeriyorsa Stanford tip A, içermiyorsa Stanford tip B olarak sınıflanır. Eğer diseksiyon oluştuktan sonra 2 hafta içersinde tanı konursa akut, daha sonra konulursa kronik olarak adlandırılır. B.Cerrahi Endikasyonları: 1-Tip A Diseksiyon: Eğer hastada ileri böbrek, miyokardiyal veya barsak infarktüsü veya yaygın inme nedeniyle operasyona engel bir risk düşünülmüyorsa, tüm hastalar için cerrahi endikedir. Cerrahi, kronik tip A diseksiyonların neredeyse tamamına endikedir. 2-Tip B Diseksiyonlar: Komplike olmamış tip B diseksiyonlar genellikle medikal olarak tadevi edilirken, cerrahi komplike olmuş vakalarda düşünülür. Torasik aort cerrahisinde deneyimli merkezler düşük riskli akut tip B diseksiyonları düşük mortalite ve mükemmel uzun dönem sonuçlarıyla rutin olarak opere etmektedir. C.Ameliyat öncesi hazırlıklar 1-Aort diseksiyonundan şüphelenince tüm hastaların kan basıncı, kardiyak ejeksiyon ve kalp atım gücü düşürülmelidir. Hasta dikkatlice monitorize edilmeli, tanı ayırıcı tanı için gerekli incelemeler mümkün olan en kısa sürede yapılmalidır. 2-Tavsiye edilen hipertansif tedavi rejimleri, sodyum nitroprussid ile beta bloker veya tek başına beta blokerdir. Agresif tedavi, rüptürü engellemek için cerrahi zamanına kadar gereklidir. 3-Dikkatli bir nabız muayenesi diseksiyonun tutulum alanını belirleyebilir. Karotis, radiyal ve femoral nabızlara dikkatlice bakılmalıdır. Göğüs ağrısı olan genç bir hastada üst ekstremite kan basınçlar arasında fark olması diseksiyon varlığının güçlü bir işaretidir. 4-Preoperatif detaylı bir nörolojik muayene yapılmalıdır çünkü postoperatif dönemde tesbit edilen bir defisit, diseksiyonun oluştuğu andan beri mevcut olabilir. Nörolojik durumdaki bir değişiklik, acil cerrahi ile düzeltilebilecek serebral kanlanmadaki bir bozulmayı işaret ediyor olabilir. Renal disfonksiyon veya barsak iskemisinin belirtilerinin olması cerrahi yaklaşımın modifiye edilmesini gerektirebilir. Tekrarlayan sırt veya göğüs ağrısı genellikle diseksiyonun uzadığının, genişlediğinin veya rüptürünün işaretidir. 5-Diseksiyon çeşitli tekniklerle tanımlanabilir. a.Transüzefagial Eko kardiografi (TEE), intimal flebin, tamponadın ve aort yetmezliğinin tanımlanmasında altın standart haline gelmiştir. b.TEE hemen yapılamıyorsa, ilk olarak kontrastlı BT çekilmelidir. Hasta açık kalp 20 cerrahisi merkezine transfer edilene kadar küçük hastanelerde genellikle yapılan görüntüleme yöntemi tomografidir. c.Magnetik rezonans görüntüleme (MRI), diseksiyonu tanımlamada en sensitif ve spesifik tanı tekniği olabilir ancak, acil durumlarda nadiren yapılabilmektedir. Üstelik MRI’nın yapılması yoğun monitorizasyon ve i.v ilaç infüzyonu gereken hastada zordur. d.Aort diseksiyonunun tanısında EKO ve BT’nin güvenirliği ve ulaşılabilirliği nedeniyle başlangıç testleri olarak kullanılması yüzünden, eğer batındaki dalların görüntülenmesi gerekmiyorsa akut diseksiyonun değerlendirilmesinde aortagrafinin rolü azdır. e.Akut tip A diseksiyonun aciliyetinden dolayı koroner anjiyografi nadiren yapılır. Üstelik proksimal asendan aortada kateter maniplasyonu tehlikelidir. Diseksiyonun koroner ostiumu tutmasına bağlı miyokard iskemisi durumunda koroner anjiyografi gerekebilir. Koroner anjiyografi ve aortagrafi kronik diseksiyonlu hastalarda cerrahi stratejiyi planlamada faydalıdır. D.Cerrahi prosedürler 1-Tip A Diseksiyon: Cerrahi eğer AY mevcutsa aort kapağın onarımını veya kapağın replasmanını, intimal yırtığın rezeksiyonunu ve aortik duvara greft interpozisyonunu içerir. Tip A diseksiyonun tamiri genellikle derin hipotermik sirkuler arrest esnasında yapılmalıdır. Desendan aortada yırtığın olduğu kompleks tip A diseksiyonlarda mediyan sternotomi yoluyla fil hortumu prosedürü ile desendan aorta tamiri yapılabilir. 2.Tip B Diseksiyon: Tamir intimal yırtığın rezeksiyonunu ve aortik duvara greft interpozisyonunu içerir. Parapleji riski, diseksiyonlu hastalarda aterosklerotik anevrizmalardan daha fazladır. Çünkü kollateral akım zayıftır. Distal perfüzyon sağlanarak spinal kordun iskemisi azaltılmaya çalışılmalıdır. Tip B diseksiyonların tedavisinde endovasküler stentleme yaygınlaşmaktadır. Şekil 11: Aort diseksiyonu 21 X. AORT ANEVRİZMALARI A:Tanım: Aort, kalpten çıkan ve vücudun tüm atardamar ağının kaynak aldığı ana arterdir. Aort anevrizması ise, vücudun en büyük atardamarı olan aortun duvar yapısının zayıflaması ve çapının genişlemesi anlamına gelir. Damar duvarı yapısındaki elastik liflerin dejenere olması, aort anevrizmalarında en sık rastlanan etkendir ve genetik bir eğilimle beraberdir. 65 yaşın üzerindeki hipertansiyon hastası erkeklerin yüzde 10’unda görülen aort anevrizması, ortaya çıktığında hastanın yaşamı ciddi şekilde tehdit eden bir sağlık sorunudur. Aort anevrizmasının yaklaşık yüzde 80’i hipertansiyona bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Aortun çeşitli bölgelerinde görülebilen anevrizmalarda damar çapı, normalin iki katına ulaştığında damarın çatlaması, yırtılması ya da damar cidarındaki tabakaların ayrışması gibi tehlikelere sık rastlanır. Bu nedenle, anevrizma tespit edilen hastalar yakından takip edilmeli ve aort çapının iki kata çıktığı ya da 5 santimetreyi aştığı durumlarda aktif tedavi uygulanmalıdır. Aort anevrizmasının belirtileri: Aort anevrizması, patlayıncaya kadar genellikle hiçbir belirti vermez. Patlamadan önce tesadüfen veya tarama yapılması sırasında tanı konur. Dolayısıyla belli yaşın üstünde ve risk faktörleri bulunan kişilerin hiçbir şikâyetleri olmasa da taramadan geçmeleri çok önemlidir. Patlama riski yüksek bir anevrizmanın tespiti ve uygun zamanda yapılan ameliyat ile hayat kurtarmak mümkündür. Aort anevrizması patlamadan önce tespit edilen ve ameliyat gereken olgularda ameliyata bağlı ölüm oranı, tecrübeli damar cerrahlarının elinde yüzde 5’ten azdır. Aort anevrizması tedavisi: Aort anevrizmalarının iki çeşit tedavisi vardır. Açık cerrahi tedavi ve damar içinden müdahale anlamına gelen “ endovasküler tedavi”. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinde yaklaşık 10 yıllık bir geçmişe sahip endovasküler tedavi yöntemleri önceleri açık cerrahi tedavi yöntemlerinin mümkün olmadığı yüksek riskli hastalarda deneme aşamasında kullanılırken, son beş yılda teknolojik olarak ileri bir noktaya gelmiş ve aort anevrizmalarında ilk tedavi seçeneği olarak yerini almıştır. Bu yöntemde büyük cerrahi kesiler ve derin anesteziye gerek yoktur. İşlem çoğu kez lokal anestezi ile sadece kasık atardamarı bölgesinde 3-4 santimetre uzunluğunda bir cerrahi kesi yoluyla yapılabilmektedir. Aort anevrizmalarının endovasküler tedavisi genellikle yaşlı ve beraberinde koroner kalp hastalığı, yüksek tansiyon, diyabet ve çeşitli akciğer hastalıklarını da 22 birlikte bulunduran yüksek riskli bu hasta grubunun iyileştirilmesinde yeni ufuklar açmıştır. Klasik açık cerrahi yöntemlerde en iyi ihtimalle hastanın kan kaybının yerine konması için 3-4 ünite kan verilmesi, hastanın birkaç gün yoğun bakım ünitesinde, 1 hafta da hastanede tutulması gerekmektedir. Diğer yandan hasta endovasküler yöntem ile tedavi edildiğinde, çoğu kez hiç kan ya da kan ürünü kullanımına gerek kalmaz, yoğun bakımda 4-6 saat tutulup 2 gün sonra da taburcu edilebilir. Ayrıca, endovasküler tedavi ile büyük bir cerrahi travmadan uzak kalan hastaların nekahat dönemi de son derece kısadır ve 1 hafta içinde normal yaşamlarına dönebilmektedir. B.Cerrahi Endikasyonlar 1.Asendan Aort Anevrizması a.Semptomatik, genişlemiş, çapı 5 cm’den büyük olan Marfan sendromu veya çapı 5,5 cm den büyük olan Marfan sendromu olmayanlar. b.Anevrizması 4,5-5 cm olan ve AD veya AY (anüloaortik ektazi) nedeni ile cerrahi gerektirenler. Çalışmalar AVR esnasında aort boyutu 5 cm’den fazla olanlarda %20 ’den fazla diseksiyon riski olduğunu göstermiştir. Anevrizma rezeksiyonu, cerrahi geçirecek olan biküspit aort hastalarında aort çapı 4 cm’den fazla ise düşünülmelidir. c.Tüm tip A diseksiyonlar d.Mikotik anevrizmalar 2-Transvers ark anevrizmaları a.Arkusa kadar ilerleyen replasman gerektiren asendan aort anevrizmaları b. Arkus genişlemesi, rüptür bulgusu veya arkusta intimal yırtık ile birlikte akut arkus diseksiyonu c.Çapı 5-6 cm’den büyük olan anevrizmalar 3-Desendan torasik ve torakoabdominal anevrizmalar a.Semptomatik anevrizma b.Anevrizma çapı 6,5 cm’den büyük (aterosklerotik veya kronik diseksiyon c.Komplike akut tip B diseksiyon C.Preoperatif hazırlıklar 1.Asendan aort ve proksimal arkus anevrizmalarının cerrahisinde koroner anjiyografi gereklidir. Önemli KAH varsa anevrizma rezeksiyonu ile beraber koroner bypass yapılır. 23 2-Sirkülatuar arrest ve aortik kros klempleme (inme, nöbet, parapleji) ilişkili riskler nedeniyle preoperatif dönemde dikkatli nörolojik değerlendirme yapılmalıdır. Hastaların bu tip ağır komplikasyonlar hakkında bilgilendirilmesi ve onay alınması önemlidir. 3.Cerahi öncesi akciğer fonksiyonları optimize edilmelidir. Hastaların çoğunda anevrizma ile birlikte KOAH vardır ve torakotomi insizyonu, cerrahi esnasında akciğer maniplasyonları, Antikaogülasyon ve multiple kan transfüzyonları akciğer fonksiyonunu olumsuz etkileyebilir. 4.Özellikle diyabetik hastalarda anjiyografi sonrası böbrek fonksiyonları dikkatlice izlenmelidir. Aortik kros klempe bağlı renal disfonksiyonu azaltmak için cerrahi öncesi kreatinin değerinin normal sınırlara gelmesi beklenmelidir. Şekil 12: Aort anevrizması Kaynak: National Heart. Lung and Blood İnstüte USA XI. ENDOKARDİT Kalbin iç tabakası olan endokardın ve kalp kapakçıklarının iltihabına endokardit denir. Çeşitli mikroorganizmalar, streptokokus viridans, stafilokokus aureus, pnömokok, menengokok, gonokok ve bazı funguslar kalp kapakçılarına yerleşerek bu hastalığa sebep olurlar. Endokardit sağlıklı bireylerde görüldüğü gibi, çocuklukta ateşli romatizma geçirmiş veya doğuştan kalp hastalığı bulunan hastalarda birden ateşli bir hastalık olarak başlar. Akut endokardit denilen bu hastalıkta genel durum birden bozulur, ateş tek belirti olarak bulunur. Bazen hastalık daha yavaş ve uzun sürer. Dinlemeyle kalp kapaklarında üfürüm (sufl) vardır. Haftalar geçtikçe dalak büyür, parmak uçları Hippokrat parmağı denilen çomak şeklini alır, deride kırmızı, ağrılı şişlikler yani Osler nodülleri belirir. Çeşitli organlarda küçük embolilere bağlı belirtiler görülür. Glomerulonefrit denilen böbrek iltihabı sık rastlanan bir komplikasyondur ve buna bağlı olarak idrarda kan 24 yani hematüri tespit edilir. Hastalığın bu şekilde uzun süren tipine endokarditis lenta adı verilir. Kalp ameliyatı geçirmiş olanlarda, özellikle suni kapak yani prostetik valv takılmış hastalarda da endokardit çok görülmektedir. Teşhis için hemokültür yapılır. Yani hastadan kan alınır ve etken olan mikrop üretilmeye çalışılır. Tedaviye yüksek doz antibiyotik (penisilin) ile başlanır. Ateşin ve sedimantasyonun düşmesi teşhisi doğrular. Endokarditler enfeksiyonun etkenine ve altta yatan patolojilere göre hızlı veya yavaş gelişebilirler. Bulgular • Ateş • Soğuk terleme • Güçsüzlük • Yorgunluk • Kas ve eklemlerde ağrı • Gece terlemeleri • Nefes darlığı • Solukluk • İnatçı öksürük • Ayak, bacak ve karında şişme • Kilo kaybı • İdrarda kan çıkması • Yeni bir kalp üfürümü duyulması • Dalakta hassasiyet Endokardit riskini arttıran kalp hastalıkları şunlardır: • Yapay kalp kapakçığı varlığı • Daha önceden geçirilmiş endokardit • Doğumsal kalp hastalıkları • Kalp nakli yapılmış olması Tanı yöntemleri: • Kan testleri • Ekokardiyogram • Transözefagial Ekokardiyogram • Elektrokardiyogram (EKG) • PA akciğer filmi A.Nativ(Doğuştan) kapak endokarditlerinde cerrahi endikasyonları 25 1-Orta-ciddi KKY varlığı 2-İlk düzelmeden sonra renal veya pulmoner fonksiyonlarda kötüleşme 3-Yeterli antibiyotik tedaviye rağmen devam eden bakteriyemi 4-Anüler veya miyokardiyal abseye neden olan lokal enfeksiyon odağının varlığı, ileti bozuklukları veya intrakardiyak fistüller B.PVE’de (Prostetik Kapak endokarditi) cerrahi endikasyonları 1-Yukarıdakilerin hepsi 2-Fungal PVE 3-Valvuler disfonksiyon veya dehisens(anstabil protez veya perivalvüler kaçak) 4-Yeni başlamış kardiyak blok 5-Rölatif endikasyonlar: Erken başlamış PVE, nonstreptokokal organizmalar, terapi tamamlandıktan sonar relaps, persistan ateşle giden kültür negative PVE C.Ameliyat öncesi değerlendirmeler 1-TEE, endokardit tanısında altın standarttır. Vejetasyonu tanımlamak, boyutlarını ölçmek, anüler hasarı tespit etmek ve valvüler anormallikleri tanımlamak için kullanılır. 2-İdeal olan PVE riskini azaltmak için cerrahi öncesi 6 hafta süreyle antibiotik tedavisinin tamamlanmasıdır. Bununla beraber cerrahi, yukarıdaki listede belirtilen endikasyonlardan birine bağlı olarak genellikle daha erken gerekmektedir. 3-Hemodinamik ve renal durum cerrahi öncesi en iyi hale getirilmeye çalışılmalıdır. Ama eğer ilerleyici organ yetmezliği bulguları varsa cerrahi ertelenmemelidir. 4-Serebral embolizmden dolayı hastada nörolojik kusur gelişmişse, BT’de hemorajik infarktüs gözlense bile cerrahi güvenle yapılabilir. Bunula beraber cerrahi, inme ortaya çıktıktan hemen sonra yapılırsa geniş infakt alanında serebral ödemde artış meydana gelir. 5-Aort kapak endokarditli hastalarda, perianüler enfeksiyona bağlı iletim sisteminde oluşan hasar sonucu bloklu bir kalp ritmi gelişebilir. Bu perioperatif transvenöz pace teli takılmasını gerektirebilir. Şekil 13: Endokardit 26 XII. EBSTEİN ANOMALİSİ Trikuspit kapağın posterior ve septal yaprakları sağ ventriküle doğru yer değiştirmiş olup annulusun altında yerleşmiştir. Sağ atrium normalden geniş, sağ ventrikül ise küçüktür. Trikuspit kapağın anterior yaprakçığı ise normal yerindedir. Sonuçta olguların çoğunda trikuspit yetmezliği, atriyoventriküler aksesuar ileti yolları ve patent foramen ovale mevcuttur. ASD’si olan olgularda Ebstein anomalisinin ve trikuspit yetmezliğinin ağırlığına bağlı olarak sağdan sola şant varsa siyanoz izlenir. Tarihçe Ebstein anomalisi, 1866 yılında Wilhelm Ebstein tarafından açıklanmıştır. Ebstein dispne, siyanoz ve çarpıntı yakınmaları olan bir işçiye yaptığı otopsiyi detayları ile açıklamış, triküspid kapağın ileri derecede sarkık ve annulusun altında sağ ventrikül duvarından orijin aldığına, sadece anterior kuspın normal yerinde bulunduğuna dikkat çekmiştir. İlk defa 1949 yılında hasta hayattayken hastalığın tanısı mümkün olmuştur. Şekil 14: Ebstein anomalisi Hastalar arasında cinsiyet farkı yoktur. Donegan, Gueron, Nadas ve Watson gibi yazarlar hastalığın ailevi özelliğinden söz etmişlerdir. Hastalık Bonnevie-Ullrich, Marfan ve Down Sendromları ile birlikte de görülebilmektedir. Patolojik Anatomi Ebstein anomalisinin patolojik anatomisi çok değişkenlik gösterir. Normalde sağ atrium ve sağ ventrikül arasındaki devamlılık gösteren valv annulusu (oval), 27 Ebstein anomalisinde devamlılığını (spiral şekil) kaybetmiştir. Kapak dokusu ileri derecede sarkıktır. Triküspid kapağın anterior kuspı normal yerine yapıştığı halde, posterior ve sıklıkla medial kuspı annülus fibrozusa yapışmaz, sağ ventrikül duvarının apekse yakın bir kısmında bulunur. Hastaların büyük çoğunluğunda geniş bir anterior kusp vardır. Posterior ve medial (septal) kusplar hipoplastiktir, hatta bazı hastalarda yoktur. Anterior kuspta fenestrasyonlar ve yetmezlik sıklıkla görülür. Sağ ventrikül superior (atrial) ve inferior (ventriküler) kısma ayrılır ve aradaki sınırı annulus fibrozus yapar. Karakteristik olarak sağ ventrikül duvarı ince, sağ ventrikül kavitesi küçüktür. Anterior kusp daha az etkilenmekle beraber, genel olarak kapak dokusundaki sarkma tüm kaspları kapsar. Kapağın serbest kısmı buruşuk ve nodüler görünümdedir. Atrioventriküler birleşme yeri ile kapağın aşağıdaki yalancı orijini arasında kalan sağ ventrikül kısmı sağ atriumla beraber ortak bir bölme oluşturur ve fonksiyonel olarak bir ölçüde sağ atriumun bir parçası haline geldiğinden “atrialize segment” olarak isimlendirilir. Hemen hemen tüm hastalarda sağ ventrikülde incelme ve fiber sayısında azalma mevcuttur. Septum sola deviasyon gösterdiğinden sol ventrikül kavitesini ve fonksiyonunu bozar. Triküspid kapağın Ebstein anomalisinde malformasyonun özü septal ve posterior yaprakların ventrikül içine doğru aşağı yöndeki kaymasıdır. Bu süreç sağ ventrikülün atrialize bir kısmının oluşumuyla sonuçlanır Erken neonatal devrede pulmoner arterioler rezistans ve sağ ventrikül basıncındaki yükseklik nedeni ile triküspid yetmezliği artar ve ciddi kalp yetmezliği meydana gelir. Yine erken bebeklik çağında foramen ovalenin açık oluşuna bağlı olarak (triküspid yetmezliği ve sağ atrial basınç artışı sonucu) atrial seviyede sağ-sol şant meydana gelir ve bebek derin bir siyanoza girer. Postnatal dönemde pulmoner arter ve sağ ventrikül basıncı düşmeye başlayınca triküspid yetmezliği, sağ atrium ortalama basıncı, sağ-sol şant ve periferik arter desatürasyonu azalır. Böylece yenidoğanda görülen siyanoz azalır veya kaybolur. Rekürrens siyanoz atakları paroksismal taşikardiyi akla getirmelidir. Taşikardi triküspid yetmezliğine neden olarak sağ-sol şantı arttırır. Sağ ventrikülün diastolik dolma zamanı kısalır, dolması azalır ve sağ atrium basıncı artar. Uzayan taşikardilerde miyokard yetmezliği gelişir. Bazen triküspid yetmezliğindeki şiddete bağlı kardiyomegali olur ve bu da akciğerlerde hipoplaziye yol açar. 28 Resim1: Ebstein anomalisi Tepecik Eğitim Araştırma hastanesi Dr.Mustafa Karaçelik arşivi Semptomatoloji Ebstein anomalisi oluşumunun mevsimler, doğum kilosu ve anne yaşı ile ilgisi bulunamamıştır. Weinstein ve Goldfield, gebeliğin erken devrelerinde lityum karbonat tedavisi alan annelerin çocuklarında Ebstein anomalisi görüldüğünü bildirmişler ve bu çocuklara “lithium babies” adını vermişlerdir. Siyanoz, kalp yetmezliği, üfürüm, gelişme geriliği nonspesifik belirtilerdir. Tanıdaki tek ipucu, siyanotik bir çocukta taşikardi ataklarının olmasıdır. Tanı koymaya yardımcı tetkikler Elektrokardiyografi: Ebstein anomalisinde EKG nadiren normaldir. Supraventriküler taşikardi dışındaki aritmiler genellikle erişkinlerde görülür. Ekokardiyografi: Tanı koydurucudur. Geniş anterior yaprak ve deplase olmuş septal yaprakla karakterize sağ ventrikülün iki kısmı görüntülenmektedir. Sol ventriküler işlevin yanısıra sağ ventriküler fonksiyonun da değerlendirilmesi onarımın prognozunu belirleyeceğinden önem taşır. Triküspid kapağın mitral kapağa göre 0.06 sn. daha geç kapanması önemli bir patolojik EKO bulgusudur. Kardiyak Kateterizasyon: Atrialize boşluk izlenir. Atrial düzeyde sağdan sola şantı ve yükselmiş sağ atrial basınç gözlenir. Sağ ventrikül basıncı normal değerlerdedir. Triküspid kapağın anormal distal lokalizasyonu nedeni ile kalp kateterizasyonunda sağ ventrikülün bir kısmının sağ atrium gibi görev yapması tanı koydurucudur. Sağ koroner arter triküspid valv annulusunun yerini tayinde yardımcı olduğundan 29 opasifiye sağ koroner arter ile triküspid valvin anormal orijini arasındaki fark atrialize sağ ventrikülün büyüklüğünü gösterir ve bu Ebstein anomalisi için tipiktir. Tedavi • İnfektif endokardit profilaksisi • Aritmisi olan olgulara antiaritmik tedavi • Kalp yetmezliği olan olgularda kalp yetmezliği tedavisi • Kritik yenidoğan olgularda ekstrakorporal oksijenizasyon Cerrahi tedavi Trikuspit kapağın reimplantasyonu ile birlikte sağ ventrikülün vertikal plikasyonu yapılır. WPW sendromu olan hastalarda bu operasyon sırasında aksesuar yolun kesilmesi, ASD’si olan hastalarda ASD’nin onarımı da yapılır. Hastalarda postoperatif sonuçlar değişkendir. Resim2: Ebstein anomalisi cerrahisi Tepecik Eğitim Araştırma hastanesi Dr. Mustafa Karaçelik arşivi ERİŞKİN KARDİYAK CERRAHİDE PREOPERATİF BAKIM I.Ameliyat öncesi A.Bir hastanın kardiyak cerrahiye aday olduğu düşünüldüğünde tüm medikal durumunun ve yandaş hastalıklarının kapsamlı olarak değerlendirilmesi gereklidir. Bu hastanın detaylı hikaye ve fizik muayenesi ile başlar. Postoperatif mortaliteyi azaltmak için perioperatif nonkardiyak problemlerde tanımlanmalıdır. Bazen yandaş hastalıkların ciddiyetini ve hastanın yaşam kalitesini değerlendirme, endike gibi görülebilen bir cerrahi işlemi kontrendike yapabilir. Kateterizasyonun yapıldığı zamandan itibaren ileri hazırlık nedeni olabilecek yeni kardiyak anomalileri teşhis etmeye dikkat edilmelidir. Son günlerde yapılmadıysa rutin laboratuar testleri ve endikasyon varsa ileri değerlendirmeler yapılır, konsültasyonlar tamamlanır. 30 B.Bir kardiyak anestezist hastayla görüşmeli ve preoperatif ilaçların (özellikle insülin veya oral hipoglisemik ilaçlar ve antikoagülan ilaçlardan herhangi birisi) kesilmesi veya ayarlanması ile ilgili konuları tartışmalıdır. Hastayla sedasyon, monitörizasyon yolları, anezteziden uyanma ve mekanik ventilasyon ile ilgili konularda perioperatif peridoyun değişik yönleri hakkında bilgilendirmek ve rahatlamak için konuşmalıdır. C.Tecrübeli ve postoperatif bakımdan anlayan bir hemşire hastanın hastanede kalış süresince meydana gelebilecek süreçlerin neler olacağı konusunda hastanın gerçek bir beklentiye sahip olması için hastayla konuşmalıdır. İşlemlerde neyin ne zaman yapılacağı, her bir gün için onlardan beklenenler, taburcu olduğu zaman yapması gerekenler ve hastaneden taburculuğu sonrası bakım tercihleri (tecrübeli hemşire desteği, rehabilitasyon desteği ve evde hasta bakımı) için bilgilendirilmesi, cerrahiden çabuk iyileşmeyi ve hastaneden erken taburcu olmayı hızlandırmada son derece faydalıdır. II. Hikaye A.Hastanın tahmin edilen operatif mortalite ve morbidite riskini belirlemek için yeterli bilgi sağlanmalıdır. Uygulanan tanısal testlerin sonuçları not edilmelidir. B.Hastanın önceki ve mevcut ilaçlarını yeniden gözden geçirmek önemlidir. Dikkat özellikle cerrahi öncesi devam edilmesi veya kesilmesi gereken anti iskemik ve antitrombosit/anti-koagülan ilaçlara yönelmelidir. C.Klinik olarak bilinen herhangi bir kanama bozukluğu veya hiperkoagülabilite durumu hakkında araştırma yapılmalıdır. Bu perioperatif antikoagülan tedavisini veya kanama problemlerinin tedavisini yönlendirebilir. D.Kronik Obstüritüf Akciğer Hastalığı( KOAH), respiratuvar bozukluğun derecesinden bağımsız olarak belirgin sigara içme hikayesi olan hastalarda sıklıkla kullanılan bir terimdir. Hafiften orta dereceye kadar olan KOAH, genellikle postoperatif morbiditeyi artırmamasına rağmen ciddi KOAH, özellikle yaşlı hastalarda ve steroid alanlarda pulmoner ve sternal yara komplikasyonlarının insidansında artış, uzun süreli yoğun bakımda kalma ve artmış operatif mortalite ile ilişkilidir. E.Ciddi alkol bağımlılığı hikayesi, intraoperatif kanama ve postoperatif hepatik disfonksiyon, ajitasyon ve alkol yoksunluğu gibi potansiyel problemleri akla getirmelidir. 31 J.Önemlibir ülser ya da GİS kanama hikayesi olan hastaya özellikle postoperatif dönemde antikoagülasyon gerekli ise endoskopi ile daha ileri değerlendirme gerekebilir. K.İnfeksiyon riski vücutta başka bir enfeksiyon kaynağı mevcutsa artar. Eşlik eden enfeksiyonlar cerrahi öncesi belirlenmeli ve tedavi edilmelidir. L.Hastanın ilaçları ve alerjileri gözden geçirilmelidir. Kardiyak ilaçların çoğuna cerrahi zamanına kadar devam edilir. Bazıları önceden kesilmelidir. III. Fizik Muayene A.Hastanın genel görünümü, mental durumu ve affekti (duygulanım) değerlendirilmeli ve postoperatif karşılaştırma için bazal değerler olarak tıbbi kayıtlara not edilmelidir. B.Aktif cilt enfeksiyonu veya döküntüler sekonder olarak enfekte olabileceğinden sternal yara infeksiyon riskini en aza indirmek için cerrahi öncesi tedavi edilmelidir. C. Diş çürükleri, prostetik materyalin yerleştirileceği ( kapaklar, greftler ) operasyonlardan önce tedavi edilmelidir. Bununla birlikte diş çekimlerinin şiddetli iskemik kalp hastalarında ve kritik aort stenozu olanlarda dikkatlice yapılması tavsiye edilir. Kardiyak komplikasyonlar dental işlemler lokal anesteziyle uygulansa ortaya çıkabilir. D.Postoperatif EKG leri karşılaştırmak için EKG çekilmelidir. E.Pek çok test sonucu son bir ay içinde yapılmışsa kabul edilebilir. Bununla birlikte cerrahiden birkaç gün önce tam kan sayımı, elektrolitler, BUN ve kreatinin tekrarlanması faydalıdır. F.Kardiyak cerrahi için preoperatif hazırlanmanın önemli bir bölümüde hastanın cerrahi riskinin değerlendirmesidir. Riskin derecesi, hastaya ve ailesine komplikasyon ve mortalitenin gerçek riski hakkında bilgi verecek şekilde açıklanmalıdır. Bununla ilgili hazırlanan onam belgesinin hasta ve yakınlarından bir kişiye imzalatılması ve hastanın dosyasına konulması zorunludur. G.Hasta yakınlarının cerrahi girişim ve sonrasında kullanılacak kan ve kan ürünlerinin bulunması için hazırda donör bulundurması temin edilir. 32 H.Operasyondan mümkünse bir gece önce hastanın duş alması sağlanır. Hastanın ameliyat bölgesi traş edilir veya ettirilir. Daha sonra hastanın tekrar duş alması sağlanır. I.Hasta operasyona hazırdır. Güvenli bir şekilde ameliyathaneye gönderilir. ERİŞKİN KARDİYAK CERRAHİDE POSTOP BAKIM I.Yoğun Bakıma Kabul A.Postoperatif bakımın ilk fazı, cerrahi prosedürün bitimiyle başlar. Ameliyat masasından yoğun bakım yatağına, bir mönitörden diğerine ve ameliyathaneden YB ‘a transfer esnasında, havayolu veya ventilasyon problemleri, ani hipotansiyon veya hipertansiyon, aritmiler, kazayla medikasyon değişimi, invaziv kateterler, monitörizasyon kanama ile ilişkili belirlenemeyen problemlerin ortaya çıkması potansiyeli mevcuttur. EKG ve basınç traseleri (arteriyal, santral venöz veya pulmoner arteriyal) ameliyat monitöründen transport modülüne topluca aktarılarak hastanın sürekli monitörize kalması sağlanır. İlaç infüzyonları, şarjlı infüzyonları pompaları aracılığıyla ve yeterli infüzyon hızlarında uygulanmalıdır. Transport esnasında acil bir müdahale için gerekebilecek medikasyonlar hazır bulundurulmalıdır. B.YB’a gelir gelmez, endotrakeal tüp mekanik ventilatöre, EKG ve basınç kablolarıda yatak başı monitörlere bağlanır. Hastanın parmak uçlarından birine, puls oksimetre takılır. Medikasyon infüzyon hızları teyid edilir veya kontrollü infüzyon pompaları aracılığıyla hastadan geçici de olsa ayrılmayı önlemek amacıyla tercihen ameliyathanede kullanılan infüzyon pompaları kullanılarak, ilaç veriliş hızlarında yeniden düzenleme yapılır. Torasik drenaj sistemi aspiratöre bağlanır. C.Geçiş fazında, hastanın monitörlere ve ventilatöre bağlanması yönünde azami dikkat sarf edilmelidir. Hastanın yerleşirken stabil kaldığından emin olmak için, karşılayan hemşireler ve solunum terapistleri kadar eşlik eden anestezi veya cerrahi ekibinin şunlardan emin olması gerekir: 1.Göğüs hareketleri izlenerek ve bilateral solunum seslerinin oskültasyonu ile hastanın iyi ventile olduğundan, 2.EKG’nin transport esnasında ve sonra yatak başı monitörde uygun hız ve ritim gösterdiğinden, 33 3.Portatif monitörde ve atreiyal yol yatakbaşı monitöre bağlanıp kalibre olduktan sonra kan basıncının uygun olduğundan emin olması gerekir. D.YB’a girişte şüphe doğuran değişiklikleri hızlı değerlendirip müdahalede bulunmak, gerçek olsun veya olmasın çok önemlidir. En sık rastlanan iki problem, düşük kan basıncı ve anlaşılamayan EKG’dir. E.Açık ve belirleyici olmayan EKG, çoğunlukla EKG elektordlarında yer değiştirme veya ayrılma ile ilişkilidir. Eğer arteriyal dalga normalse, çoğunlukla yukarıda belirtilen durum söz konusudur. F.Hastanın kalp hızı, ritmi ve kan basıncı uygun seviyelere gelip, ventilatörde yeterli ventilasyon sağlanınca, eşlik eden anestezist veya cerrahi ekibinin, YB personeline kapsamlı bir rapor vermesi gerekir. Bu rapor, hastanın kalp hastalığı, ek hastalıkları, operatif girişim, intraoperatif seyir, verilmekte olan medikasyonlar ve postoperatif bakım için özel bilgilendirmeyide içermelidir. Her hastaya uyarlanabilecek standardize edilmiş order çıktıları, erken postoperatif bakımda herhangi bir hayati faktörün atlanmaması açısından sayısız yarar sağlar. G.Erken postoperatif dönemde akciğer grafisinin değerlendirilmesi, endotrakeal tüpün yerinin belirlenmesi açısından çok önemlidir. Ek olarak, hasta YB’a gelir gelmez EKG değerlendirilerek hızla müdahale gerektirebilecek iskemik değişikliklerin belirlenmesi, hayati önem taşır. H.Göğüs tüplerinin seviyeleri ölçülerek kaydedilir. İster el yazısıyla ister bilgisayarlı bir sisteme girilerek olsun detaylı bir takip formu hayati önem taşır. Drenaj saatlik olarak kaydedilir. Eğer ciddi kanama tespit edilirse daha sık kaydedilmelidir. Şiddetli mediastinal kanama; genellikle hemodinamik bozulma, metabolik asidoz, multipl kan ürünleri ihtiyacı ve potansiyel olarak tamponada yol açabileceğinden özellikle dikkat edilmelidir. I.Üriner foley kateteri, yer çekimi etkisiyle drenaja bırakılır ve saatlik olarak idrar akım hızı kaydedilir. Her ne kadar çok değişkene tabi olsa da idrar outputu, miyokard fonksiyonunun mükemmel bir göstergesidir. Foley kateteri çoğunlukla postoperatif ikinci sabah çekilir. Kateterin kalış süresi uzadıkça üriner enfeksiyon riski artar, dolayısıyla prostatik kapak veya greftleri olan hastalarda kullanımı şart olmadıkça erken çekmek tercih edilmelidir. 34 J.Cerrahi sonrası hızlı sorunsuz bir iyileşme dönemi için post operatif bakım pek hemodina-mik ölçüm ve diğer laboratuar testlerinin entegrasyonuna ihtiyaç duyar. Hastalar operasyon sonrası hipotermiktir ve anestezinin etkisindedir. YB’ gelen hasta hemen ısıtılmaya başlanır. K.Hemodinami stabilleştikten sonra ilk 2 saatte hasta uyanmaya başlar. Kan gazı ile takip edilen hasta uygun şartlar oluştuktan sonra extübe edilir ve nazal oksijen desteği sağlanır. Hastanın solunumu kotrol edilir ve bir süre uyumaması sağlanır. Hasta öksürtülür ve balgam çıkartmasına yardım edilir. L.Yoğun bakımda kalış süresi yakaşık 2 gündür. Bu süre içinde herhangi bir problem çıkmazsa kateter ve drenleri aşağıda anlatıldığı şekilde çekilerek yoğun bakımdan çıkar. II. Yoğun Bakımda Yolların ve Tüplerin Çekilmesi A.İnotropik destek ve vazoditatör ihtiyacı ortadan kalkınca Swan-Ganz kateteri çekilmelidir. Eğer santral venöz yol birkaç gün boyunca gerekiyor fakat monitörizasyon şart değilse, Swan-Ganz kateteri çift veya üç yollu kateterle değiştirilmelidir. Enfeksiyon riskini azaltmak için tüm santral kateterler ihtiyaç ortadan kalkınca çekilmelidir. B.Arteriyel katater, ektübasyon sonrası stabil kan gazı sağlandıktan sonra çekilmelidir. Arteryal yol, kan örneklemesi amacıyla 3 günden fazla tutulmamalıdır. C.Sol atriyal yollar, hasta YB’dayken, intraperikardiyal kanama olasılığına karşı, göğüs tüpleri hala yerindeyken çekilmelidir. D.Hastanın ciddi diürezi veya artmış üriner retansiyon riski varsa, idrar kateteri yerinde bırakılmalıdır. E.Göğüs tüpleri total drenaj 8 saat süreyle 100 ml’nin altındaysa çekilmelidir. Mediastinal tüp çekildikten sonra akciğer grafisi çekilmesi çok gerekli değildir. Fakat plevral göğüs tüpleri çekildiğinde pnömotoraksı ekarte etmek için grafi çekilmelidir. 35 III. Hastanın Yoğun Bakımdan Servise Transferi A.Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) kısa süreli kaldıktan sonra, kalp cerrahisi uygulanan hastaların çoğu alışılagelmiş bir düzelme izlerler. B.Postoperatif birinci günde, hastaların çoğu bir ara bakım ünitesine veya postoperatif kalp cerrahisi servisine alınırlar. C.Yoğun bakımdan alınması planlanan hastanın santral venöz kateterleri ve alınmamışsa drenleri alınır. İdrar kateteri değerlendirilerek alınır. Hastanın varsa kıyafeti giydirilir. Dosya işlemleri tamamlanan hasta bir yoğun bakım hemşiresi eşliğinde taşıma personeliyle servise alınır. D.Servise alınan hasta güvenli bir şekilde yatağına yatırılır. Aritmileri belirlemek için birkaç gün monitörize edilir. Yoğun bakım hemşiresi hastanın hastalığı, yapılan ameliyat, kullandığı ilaçlar ve yapılması gerekenler hakkında servis hemşiresini bilgilendirerek hastayı devreder. 36 KAYNAKLAR 1.Erişkin Kalp cerrahisinde perioperatif yaklaşım el kitabı Yazan: Robert M.BOJAR Çeviri Editörü: Prof.Dr.Ali SARIGÜL Basım Yılı:2007 Ankara2 2. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Yayınları Hazırlayan: Dr. Serra Menekay Öncel 2008 3. Doç. Dr. Harun Arbatlı’nın 21.06.2010 tarihli hürriyet gazetesindeki yazısı Memorial Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı 4.Türk Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Dergisi Ekim 2000, Cilt 8, Sayı 4, Sayfa(lar) 749-755 5.Fotoğraflar 27.04.2010 tarihinde Tepecik Eğitim ve Araştırma hastanesi ameliyathanesinde Dr.Mustafa KARAÇELİK tarafından çekilmiştir. 37 DAMAR HASTALIKLARI A.PERİFERİK ARTER HASTALIKLARI A1.AKUT ARTER TIKANMALARI Akut arter tıkanıklığı arterlerin embolik ya da trombotik materyal ilen tıkanması sonucu gelişen, ekstremitede iskemi oluşturması yanında sistemik komplikasyonlara da yol açan bir hastalıktır. Akut arter tıkanıklığı, tromboz nedeni sıklıkla 40-60 yaşları arasında görülürsede emboliye bağlı olarak meydana gelen akut tıkanmalar daha erken yaşlarda da ortaya çıkabilir. Kalpteki ritim bozukluğuna bağlı olarak kalpte oluşan bir pıhtının koparak çapına uygun bir arteri birden bire tıkaması (arteriel embolizm) veya kronik bir arter hastalığına bağlı olarak hasta bir arter segmentinde değişik faktörlerin de etkisiyle oluşan akut arter trombozisi şeklinde ortaya çıkabilir. Hastalığa bağlı belirtiler hızlı ilerlediğinden, erken tanı ve tedavi önemlidir. Tanı ile kan akımının yeniden sağlanması için yapılacak müdahale arasındaki süre kısa olmalıdır. Erken müdahale edilen vakalarda başarı oranı %100’e yakındır. Kan akımının kesilmesinden sonraki 12-24 saatte irreversible (dönüşümsüz) değişiklikler gelişmeye başlar. Bu nedenle geç kalmış vakalarda veya uygun tedavi yapılamayanlarda çoğu kez ekstremitelerin kaybına, hatta hastanın ölümüne yol açacak kadar kötü neticeler doğabilir. Akut arter tıkanması belirtileri olan hastaların büyük kısmında önceden bir kalp hastalığının olduğu bir gerçektir. Bu hastalıklar başlıca; atrial fibrilasyon, myokard enfarktüsü, mitral stenozu, kalp yetmezliğidir. Kalpten çıkan emboliçoğu kez alt ekstremitelere giden arterlere yerleşir. Alt ve üst ekstremite arterlerinde bu yerleşimin oranı %70-80 olarak bildirilmiştir. Hastaların %20’sinde serebral emboli olmaktadır.%5-10 oranında ise visseral (iç organlarla ilgili) arterlere yerleşir. Arteriyel emboli genel olarak damar çapının birden bire daraldığı bifurkasyon (çatallanma) bölgelerine yerleşir. Fizyopatoloji Bir arter embolisinin esas fizyopatolojik sonucu, tıkanmış olan arter tarafından beslenen dokularda derhal iskeminin başlaması ve anoksinin meydana gelmesidir. İskemi yetersiz bir dolaşım durumudur ve doku harabiyeti için önemli olan oksijenin hücrelere taşınmasındaki düzende meydana gelen bozukluğun birinci basamağıdır. Anoksi bütün şekilleri ile akut periferik iskeminin esas 38 fenomenidir. Ekstremitede anoksiye en duyarlı dokular periferik sinirlerdir. Bundan dolayı embolilerin çoğunda ağrı, paralizi ve parastezi erken görülen semptomlardır. Klinik belirtiler Hastaların % 90 ‘ında ilk belirti ağrıdır. Bu birden başlayan şiddetli ve analjeziklere cevap vermeyen bir ağrı olarak tarif edilir. Tıkanmanın uykuda iken vuku bulduğu hastalar şiddetli ağrı nedeniyle derhal uyanır. Anoksik ekstremitede ağrı ile beraber uyuşukluktan parasteziye kadar değişik derecelerde duyu bozukluğu ortaya çıkar. Akut arter tıkanmasının esas bulguları arasında, tıkanma yerinin distalinde arteriel akımın alınmaması gelir. Arteriel akımın kesilmesiyle ekstremite derhal rengini kaybeder ve açık sarı bir görünüm alır. Ancak nekrozun teşekkülü ile beraber renk gittikçe koyulaşır ve gangrene olmuş dokunun rengine bürünür. Kan akımı bozulmuş ekstremitedeki, adalelerin durumu klinik ve tanısal açıdan önemli bilgiler verir. İskemik ekstremitede özellikle gastroknemius-soleus adale grubunda tıkanmadan 6-12 saat sonra ölü katılığı teşekkül edebilir, bu iskeminin derecesinin tayininde önemli bir ipucu verir. Tedavi Emboli tanısıyla hastaneye yatırılan hastaların %90’ında bir kalp hastalığı mevcuttur, bazende gizli kalmış bir mitral hastalığı söz konusudur. Bu nedenle kalp muayeneleri ciddi bir şekilde yapılmalı, bilhassa kalp ritmindeki değişikliklere ve apekste üfürüm bulunup bulunmadığına dikkat etmelidir. Konjestif kalp yetmezliği, kardiojenik şok ve aşırı aritmisi olan hastalarda merkezi venöz basınç ölçülmeli, sıvı, elektrolit ve gerekli ilaçların verilebilmesi için venöz kateterizasyon uygulanmalıdır. Akut arter tıkanmalarında potasyum seviyesi yükselir ve ölüm nedeni olabilir. Embolinin en sık görülen sebepleri arasında atrial fibrilasyon, ateresklerotik kalp hastalığı, myokard enfarktüsü bulunduğundan bazı ilaçların özellikle, digitalislerin, antiaritmiklerin, morphine, diüretik ve heparinin dikkatlice seçilip kullanılması gereklidir. Alt ekstremitede emboli varlığının düşünüldüğü vakalarda, mezanter ve renal arterlerde de bir tıkanmanın olabileceği düşünülmeli ve özellikle karın ağrısı ve hematüri olanlarda bu yönden gerekli tetkikler yapılmalıdır. Ameliyatsız tedavinin istisnai bir sebebi gezici embolilerdir. Herhangi bir proksimal artere yerleşen emboli birkaç saat içinde kendiliğinden distale iner. Bu hastalar nadiren ameliyatsız tam bir şifaya kavuşurlar. 39 Bir arterial emboli vakasında acil intravenöz heparinizasyon en önemli tedavi prensibidir. Normal bir yetişkin için doz 50 mg’dır. Eğer embolektomi gecikecek ise bu dozun pıhtılaşma zamanına göre 4 saatte bir tekrarlanması gerekir Acil heparin tedavisinin amacı embolinin distalinde kalan kısımda sekonder teşekkülüne engel olmaktır. Cerrahi tedavi İleri derecede trombüs birikimi ve iskemisi olan kronik tıkayıcı arter hastalığı bulunan vakalarda iyi bir muayene ve anamnezle ameliyata girilir. Sonuç etyoloji ve hastalığın yaygınlık derecesine bağlıdır. Hasta ilgili ekstremitenin parmak uçlarından meme başlarına kadar geniş bir sahayı içine alacak şekilde hazırlanır. Kullanılan kateter Fogart embolektomi kateteridir, emin ve etkindir. Değişik kalibredeki damarlarda kullanılabilecek şekilde, çeşitli büyüklüklerde, içi boş, uç kısmında serum fizyolojikle şişirilebilen bir balon bulunan esnek bir kateter özelliğindedir. Akut tıkanma gösteren damar içine gidebildiği kadar itilen kateter cerrah tarafından serum fizyolojikle balonu belli bir dereceye kadar şişirilerek çekilir. Damar duvarı ile sıkı sıkıya temasa gelen balon pıhtı kitlesini tümü ile çıkarabilir. Trombektomi ve embolektomi sonrası, distal arteriel sistemin heparinli serum fizyolojikle bolca yıkanması uygundur. İskemik ekstremitede dolaşım tekrar sağlandıktan sonra ekstremitenin, elektrolit ve asit-baz dengesinde bozukluklar meydana gelebilir. Bu türlü ekstremitenin dönüş kanının fazla potasyum ihtiva ettiği ve bu kanın asit özellikte bulunduğu bilinmektedir. Ameliyat sonu elektrolitler yakından takip edilmelidir. Her hastaya göre heparin miktarı ayarlanmalıdır. Tedavinin değerlendirilmesinde normal arter atımlarının alınması, semptomların azalması veya kaybolması, ekstremitede normal renk ve ısının sağlanması esas kriterlerdir. Bazen tıkanıklıktan önceki durumun bilinmediği hastalarda bu değerlendirme zordur. Tedavinin sonucunu en önemli ölçüde etkileyen faktör embolinin meydana gelmesi ile müdahale edildiği zaman arasında geçen süredir. En iyi sonuçlar ilk 6 saat içinde müdahale görenlerde alınır. A.2BUERGER HASTALIĞI (TROMBOANGİTİS OBLİTERANS) Buerger hastalığı sigaraya bağlı olarak gelişen orta ve küçük çaplı atar ve toplardamarların tıkayıcı hastalığıdır. Genç erkeklerde daha sık gözlenir. Başlıca alt ve üst ekstremite distal damarlarında gözlenen, non-atherosklorotik enflamatuar bir hastalık olup, arter lezyonları, gezici yüzeyel tromboflebit atakları ile beraber seyreder. 40 Etıyoloji Bakteriyel enfeksiyon, kan elementlerindeki değişimler, alerji, otoimmünite ve anormal hormon düzeyleri neden olarak gösterilmekle birlikte, TAO’ nun etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Buerger hastalığı aktif ve pasif sigara içenlerde, otoimmun bir olayın devreye girmesi sonucunda endotel harabiyeti, koagulabilite (pıhtılaşma kabiliyeti) artışı, hipofibrinoliz (oluşan pıhtının zor erimesi) ve sonucunda trombüs(pıhtı) oluşur. TAO’da histopatolojik aşamalar: Aşama: Damar duvarında akut hücre infiltrasyonu, effüzyon ve dev hücrelerin oluşması, trombüs oluşumu Aşama: Akut enflamasyon tablosunun ortadan kalkması ve organize trombüs oluşumu Aşama: İntima tabakasında hiperplazi, arter duvarı ve etrafında bağ dokusu artışı. Tanı TAO tanısını koyabilmek için klinik, angiografik ve histopatolojik toplam 10 parametreden 7’sinin aranması önerilmiştir. Bu parametreler aşağıda sıralanmıştır. A.Klinik kriterler: 1.Ciddi sigara içimi öyküsü 2.Hastalığın akut döneminde, tutulan ekstremitede, sıcak ve ödemli bir görünüm 3.Altta yatan patoloji ile bağdaşmayacak düzeyde uzun süre devam eden, şiddetli ağrı 4.Yüzeyel derin tromboflebit, his kusuru ve Raynaud fenomeni B.Angiografik kriterler: 5.Perivasküler fibrozis görüntüleri ile damarda rekanalizasyon ve damar cidarında vaskülarizasyonu düşündüren kollateral gelişimi (tirbüşon, ağaç kökü, örümcek ayağı, filum terminale manzarası) 6.Üst ve alt ekstremite tutulumu (Allen testi ile üst ekstremite tutulumu araştırılabilir) 7.Arterlerin proksimallerinde tutulum, anjiyografik olarak ateroskleroz ve emboli bulgusuna rastlanmaması 41 C.Patolojik kriterler: 8.Lamina elestika interna haricinde damarın tüm katlarında tutulum 9.Damar duvarı veya lümenin içindeki trombüste lenfosit veya polimorf nüveli lökosit infiltrasyonu 10.Arter, ven ve bazen siniri tutan fokal ve segmenter lezyonlar Tedavi 1.Yaşam tarzındaki değişiklikler 2. Medikal tedavisi 3.Cerrahi tedavi Tüm hastalara, yaşam tarzındaki gerekli düzenlemeler sonrasında kronik tıkayıcı damar hastalıklarının derecelendirmesinde kullanılan Fontaine Sınıflandırması’na göre tedaviye başlanır. Fontaine 1’de (ciltte hafif iskemi mevcut) 3ay süreyle oral tedavi uygulanır, eğer iyileşme görülmez veya hastalık ilerlerse 2–3 hafta intravenöz tedavi yapılır. Düzelme yine görülmezse cerrahi tedavi düşünülmelidir. Fontaine 2’de (egzersiz ile uzuvda ağrı görülür, dinlenme ile geçer) eğer klodikasyon (topallama) mesafesi 300 metreden daha fazla ise önce medikal tedavi yapılır, eğer düzelme olmazsa mutlaka anjiografi çekilip vasküler rekonstrüksiyon (yeniden yapılandırma) düşünülmeli ve tedaviye geçilmelidir. Eğer klodikasyon mesafesi 200 metreden daha kısa ise revaskülarizasyon (yeniden damarlanma) uygulanmalıdır. Fontain 3’de (istirahat ağrısı mevcut) ve Fontain 4’de (ülser ve gangren mevcut) revaskülarizasyon ya da uygun değil ise sempatektomi (sempatik sinirlerin kesilerek çıkartılması) veya amputasyon yapılmalıdır. 1.Yaşam tarzındaki değişiklikler: Sigaranın bırakılması, pasif içicilikten korunma, ilgili uzvun sıcak tutulması, tutulan uzvun enfeksiyondan korunması ve travmadan korunması, günde 3 kez 30dk. yürüyüş 2.Medikal tedavi: Klopidogrel Di pridamol, pentoksifilin, Asetil salisilik asit, ticlopidin anti agregan ilaçlar prostoglandın E kullanılmaktadır. 3.Cerrahi tedavi: Angiografik olarak uygun bulunan hastalarda revaskülarizasyon (yeniden damarlanma) denenmelidir. Bunun dışında, sempatektomi ve amputasyon diğer cerrahi tedavi seçenekleridir. Medikal ve/veya cerrahi tedaviye cevap vermeyen, ülser ve gangren gelişen hastalarda ise amputasyon kaçınılmazdır. 42 Resim:1 Buerger hastalığı Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar Cerrahi kliniği - 2010-Dr.Mustafa KARAÇELİK arşiv A.3KAROTİS ARTER HASTALIĞI Karotis arter hastalığı; inmenin en önemli nedenidir. Serebrovasküler olay (SVO) veya hastalıklar ölüm nedenleri arasında üçüncü, kardiyovasküler hastalıklara bağlı ölümlerde ikinci, nörolojik ölümlerde ise birinci sıradadır. İnmelerin %80,i iskemi %20’si hemorajiye bağlıdır. İskemiye bağlı olanların yaklaşık %50’sinde karotis stenozu mevcuttur. Karotis stenozlu hastaların yaklaşık 1/3’ünde ve bütün stroke (inme) geçirenlerin %10’unda ise TIA(felç ve geçici iskemik atak) gibi hiçbir uyarıcı semptom olmamıştır. İlk ataktan sonra ağır bir nörolojik defisit kalması atağı takip eden ilk 4 yıl içinde ölüm oranını önemli oranda arttırmaktadır. Ekstrakranial tıkanıklıkların %50-56’sı karotis bifurkasyonunda görülmektedir. Etiyoloji Tüm ekstrakranial Karotid arter lezyonlarının %90’ı ateroskleroza bağlıdır. Enfeksiyöz ajanlar (H.pylori, C.pneumonia, cytomegalovirus gibi) hipertansiyon ve sigara kullanımı aterosklerozun etiyolojisinde rol oynamaktadır. Stenoz bölgesi genelde distale doğru tam intakt(tam bütünlüğü bozulmamış) bir intima segmenti ile sonlanır. Karotis lezyonları için diğer etyolojik nedenler: 1.Anevrizmalar 2.Arteritis 3.Karotis disseksiyonu 4.Fibromüsküler displazi 5.Radyasyon 43 6.Vazospazm 7.Travma 8.Torasik çıkım darlıkları; arteriyel tip sayılabilir. Patofizyoloji Supra aortik dallar tıkanma lokalizasyonlarına göre üç bölgede dolaşım yetersizliğine neden olurlar. 1. Subklaviyan-brakial arter sistemi (kol) 2. Vertebro-basiller sistem (beyin sapı, serebellum, m.oblangataoksipital lob) 3. Karotis sistemi (ön ve orta hemisferler, göz ve yüz) Klinik semptomlar bu bölgelere ait gelip geciçi veya sürekli olabilirler. Halen karotid arterinin aterosklerotik lezyonlarında iskemik inmenin en geçerli nedeni emboli olarak kabul görmektedir Semptomlar • Kontrlateral hemiparezi %80-90 • Fasiyal parezi%74 • Afazi %50-65 • Sensibilite bozuklukları%50 • Baş ağrısı %40-50 • Serebral iskemik ataklar %10-30 Klinikte dört devre gözlenmektedir. 1.Devre: Asemptomatik Devre Stenoz veya tıkanıklık vardır. Fakat arteriyel dolaşım yetmezliği bulguları yoktur. 2.Devre: TIA Devresi Bu devrede tek veya tekrarlayan TIA’lar (felç ve geçici iskemik atak) karakteristiktir. Ataktan sonra dakikalar içinde veya 24 saatte tam düzelme olabilir. İskemik ataklar genelde mikroembolilere bağlıdır. 3. Devre: Akut Taze Hemipleji Devresi A. Cerebri media tıkanması %75 nedenidir. Az veya çok oranda nörolojik lokalizasyon gösteren bulgular vardır. Bunlar 24 saat geçtikten sonra da devam eder, gerilemez. Erken dönemde bir fonksiyon ve yapı bozukluğu gelişir. Yeterli kollateral dolaşım halinde 4 hafta içinde bütün beyin fonksiyonları geri dönebilir. 4.Devre: İskemik infaktın son devresi olup kalıcı nörolojik hasar vardır. Olaydan 4 hafta sonra tam düzelme olmamıştır. 44 Muayene bulguları • TIA öyküsü (hastanın claudicatio intermittans’ı (ayak ve bacaklarda kan dolaşımının yetersiz olması nedeni ile yürürken beliren ağrılı topallama) veya angina pectorisi olması) • Her iki boyun tarafının kontrolü (dinlemekle üfürüm kontrolü) • Her iki koldan kan basıncı ölçümü (basınç farkı 20 mm Hg üzerinde ise darlık lehine kabul edilir) • EKG, Biyokimya testleri • Beyin BT veya MRG Anjio • Karotis Doppler (günümüzde en güvenilir non invaziv tekniktir.%60 ve üzeri bir darlıktan söz ediliyorsa arteriografi yapmak gerekir). • Arteriografi (darlığın lokalizasyonunu ve ameliyat edilebilirliğini en iyi gösteren yöntemdir) altın standarttır. Tedavi Medikal Tedavi • Aspirin • Dipiridamol • Tiklopidin • Warfarin (Coumadin) • Klopidagrel Cerrahi Tedavi Akut hemipleji gelişmiş bir hastada bilinci açık ve Doppler ile de A.carotis interna’nın tam tıkalı olduğu gösterilirse vakit kaybetmeden angiografisiz müdahale edilebilir. Burada zaman önemlidir, cerrahi girişim 6 saat içinde yapılmalıdır. Hastanın bilinci kapalı ve olayın üzerinden 8 saatten fazla zaman geçmişse anjiografi kontrendikedir.70 yaş altı non-diyabetik, kardiak semptomları olmayan, normal EKG bulguları olan hastalar ileri kardiak inceleme yapılmadan karotis endarterektomiye alınabilirler. Ameliyat genel anestezi veya lokal anesteziyle yapılır. Genel anestezinin hava yolu kontrolü ve uzamış ameliyatlarda hasta konforu gibi avantajları vardır. Lokal anestezi de hasta ameliyat sırasında uyanık ve rahattır. Avantajı ise oluşabilecek nörolojik sekelin erken saptanabilmesidir. Burada hastanın bilinç durumu, 45 konuşması değerlendirilir. Dezavantajı ise hastanın tam kooperasyonunun gerekli olması ve hava yolu kontrolünün tam sağlanamamasıdır. Endarterektomi arterin mediasında yumuşak bir planda yapılır. Bu bölümde en önemli nokta internal karotid arterde yumuşak, giderek incelen bir son nokta sağlamaktır. İskemik süreçte serebral hasarın önlenmesi için şant kullanımı önerilmektedir. Şant kullanımına ilişkin kritik kararı monitörizasyon yönlendirmelidir. Postoperatif Bakım Hemogram ve elektrolitlere bakılmalı, EKG çekilmelidir. Periyodik nörolojik değerlendirme ve preoperatif değerlerde tutmak üzere hemodinamik monitorizasyon yapılmalıdır. Hasta hava yolu obstrüksiyonu ve öncelikle damar basısına neden olabilecek hematom açısından gözlenmelidir. Antiplatelet ve aspirin tedavisi gereklidir. Komplikasyonlar • Endarterektomi sırasında duvarda yırtık /kopma • Serebral mikroemboli • Beyin kanaması • Beyin ödemi • Sinir yaralanmaları • Kanama • Enfeksiyon • Kardiak iskemi • Dikiş, anastomoz veya yamada oluşan anevrizma Resim:2 Karotis arter hastalığı Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar Cerrahi kliniği - 2010 Dr.Mustafa KARAÇELİK arşiv 46 B.VEN HASTALIKLARI B.1DERİN VEN TROMBOZU Derin ven trombozu (DVT) çoğunlukla alt ekstremitelerdeki derin venlerde tromboz ile seyreden bir patolojidir. Hastane ölümlerinin% 10’un dan sorumlu olan pulmoner emboli (PE) en ciddi komplikasyonu olur. Genellikle 40 yaşın üzerinde daha sıktır. Kadın ve erkekte hemen hemen eşit olarak görülür. DVT nedenleri 1.Derin toplardamarlardaki kan akımının yavaşlaması(staz) 2.Kanın pıhtılaşmaya yatkınlığının artması (hiperkoagulabilite) 3.Toplar damar iç yüzünün hasar görmesi yada bütünlüğünün bozulması (travma) Pratikte venöz trombozun gelişimi kan akımının azaldığı bölgelerde koagulasyonun aktive olmasıyla açıklanabilir. DVT alt ekstremitede genellikle baldır venlerinde ya da soleal pleksusta ven kapaklarının çevresinde başlar. Risk faktörleri 1. Kanser (tedavisi süren yada son 6 ay içinde küratif, palyatif tedavi uygulanmış) 2.Alçı veya paralizi nedeniyle immobilizasyon 3.Üç günden uzun yatak istirahati veya son 1 ay içinde majör cerrahi girişim 4.Derin venöz sistem üzerinde lokalize hassasiyet 5.Non-variköz yüzeyel ven kollaterallerinin varlığı 6.Büyük travma ve yaralanmalar 7.Pıhtılaşmaya genetik yatkınlık(Trombofili) 8.İleri yaş, şişmanlık, varis DVT belirtileri En yaygın şikâyet bacakta ağrı, hassasiyet, şişlik ve bacağın renginin özellikle ayakta iken mor ya da mavimsi renkte olmasıdır. Bu belirtiler birden ya da yavaşça birkaç gün içinde ortaya çıkabilir. Hastalar şiddetli ağrı nedeni ile yürüyemeyecek durumda olabildikleri gibi rahat da olabilirler. Pulmoner emboli gelişirse; nefes darlığı, göğüs ağrısı, öksürük ve kanlı balgam çıkarma gözlenebilir. Tanı Öykü, fizik muayene ve risk faktörlerinin değerlendirilmesi ile kesin tanı konulamaz, ancak hangi ileri incelemenin yapılacağına karar verilebilir. DVT tanısında en kolay ve güvenilir yöntem Doppler ultrasonografidir. Ancak bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans venografisi kullanılabilir. 47 Tanının doğrulanmasından önce hematolojik testlere genellikle gereksinim duyulmaz sadece bir fibrin yıkım ürünü olan D-dimer yüksekliği tanıda önemlidir. Tedavi DVT tedavisinin amacı akciğer embolisi ve tekrar DVT gelişiminin engellenmesidir. Günümüzdeki tedavi seçenekleri arasında 3 tedavi şekli öne çıkmaktadır. Bunlar antikoagülan tedavi, trombolitik tedavi ve cerrahi tedavidir. Antikoagülan tedavi Heparin, trombüsün (pıhtı) ilerlemesini ve yineleyen trombozu engelleyerek PTE insidansını düşürür. Bununla birlikte intrensek trombolitik aktivitesi bulunmadığından oluşmuş trombüse etki etmez. Heparin tedavisi uygulanan olgularda tam lizis(erime, dağılma) ancak her 10 olgudan birinde görülür. Standart heparin tedavisinde aktive parsiyel tromboplastin zamanı (aptz) değerinin normalin 1,5 katından fazla olması hedeflenir. Heparin ile başlanılan tedaviye coumadin ya da warfarin isimli ağızdan alınan ilaçlarla 3-6 ay süreyle devam edilir. Bu ilaçlar kanın pıhtılaşmasını engelledikleri için kanamaya yol açabilirler. Bu nedenle tedavi kanama riski ile pıhtılaşmanın engellenmesi arasındaki dar bir aralıkta yapılır. İlacın etkinliğinin protrombin zamanı ve buna bağlı İNR isimli kan testleri ile üç haftada bir değerlendirilmesi gereklidir. Trombolitik tedavi Semptomların hızla düzelmesi, PTE’nin önlenmesi, normal venöz dolaşımın oluşması venöz valvüler fonksiyonların koruması ve postflebitik sendromun önlenmesi tedavinin üstünlükleridir. Bununla birlikte tedavi sonrasında trombozun ilerlemesini ve retrombozu engellemez. Bu yüzden trombolitik tedaviyi takiben mutlaka antikoagulan tedavi sürdürülmelidir. Trombolitik ajanlar sadece temas ettiği trombüsü eritebildiği için komplet venöz oklüzyonda (kapanma-tıkanma) bazen pıhtı erimez ve tedavi başarısız olabilir. Heparine göre venöz patensi sağlamada daha başarılıdır. Postflebitik sendromu tamamen engelleyememekte, ancak görülme sıklığını % 50 oranında azaltmaktadır. Trombolitik ilaçlar kanama riskini 3 kez arttırmaktadır. Özellikle serebral hemoraji, fatal bir komplikasyondur. Bu nedenle rutin olarak önerilmemekte ve birçok merkezde sadece masif iliofemoral ven trombozlarında, ekstremite viabilitesini (yaşayabilirlik; canlılık) tehdit eden durumlarda ya da genç olgulardaki yeni başlayan yaygın ven trombozlarında uygulanmaktadır. Streptokinaz, ürokinaz ve alteplaz, bu amaçla kullanılan trombolitik ajanlardır. Protrombin zamanı, aPTZ ve fibrinojen düzeyleri ilk dozdan 4 saat sonra izlenmelidir. 48 Cerrahi tedavi Cerrahi trombektomi özellikle masif iliofemoral ven trombozu nedeniyle oluşan phlegmasia cerulea dolens (bir ekstremitenin bütün venlerinin perakut trombozuna bağlı olarak maksimal ödemli, mavimsi diskolorasyonlu, ağrılı olmasıdır) geliştiğinde tercih edilecek yöntemdir. Cerrahi tedavinin amacı, trombotik materyalin uzaklaştırılması ile böylece PTE’nin önlenmesidir. Buna ek olarak venöz patensin sağlanmasının yanında venöz valvüler fonksiyonlarda korunur. Heparinizasyon ya da antikoagülasyon yapılmaksızın sadece trombektominin primer tedavi olarak seçilmesi yüksek retromboz oranları nedeniyle genellikle başarısızlıkla sonuçlanır. DVT tedavisinde istirahat konusu tartışmalı bir konudur. Kuzey Amerika’da bazı merkezler, erken dönemde PTE’nin önlenmesi amacıyla bacak elevasyonu ile birlikte yatak istirahati ve mobilizasyonun kısıtlanmasını önerirken, Avrupa’da mobilizasyon ile venöz staz ve trombozdaki ilerlemenin engellenebileceği düşünülmekte ve mobilizasyon kısıtlanmamaktadır. Varis çorapları veya kompresyon bandajları rutin olarak önerilmektedir. www.ahmetalpman.com/defkonuoku. Resim:3Derin ven trombozu Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar Cerrahi kliniği - 2010 Dr.Mustafa KARAÇELİK arşiv 49 B.2KRONİK VENÖZ YETMEZLİK Toplardamarların içindeki kapakçıkların dejenerasyonu kronik venöz yetmezliğin en önemli nedenidir. Kronik venöz yetmezlik kadınlarda daha sık gözlenirken, venöz ülser erkeklerde sıktır. Kadınlarda sık rastlanılan KVY’ in risk faktörleri genetik yatkınlık uzun süre ayakta kalma, geçirilmiş tromboflebit ve doğumlardır. Venöz ülser için risk faktörleri ise; yaş, düşük sosyo ekonomik gelir düzeyi, obezite ve geçirilmiş derin ven trombozunun yanında eşlik eden venöz hipertansiyondur. Kronik venöz yetmezlikte asıl patoloji venöz hipertansiyondur. Venöz hipertansiyon yürümekle düşer ve venöz basıncı ayarlayan mekanizmanın bozukluğundan kaynaklanır. Bunun sebebi olguların %10’unda obstrüksiyon iken %90’ında venöz valv yetmezliğidir. Obstrüksiyon, venöz valv yetmezliği, kas pompa fonksiyon bozukluğu ya da bunların kombinasyonu sonucunda gelişen KVY primer ve sekonder olarak ikiye ayrılır. Primer valvuler yetmezlik tanımı, etyolojik neden yoksa kullanılır ve genelde ven duvarının elastikiyetini kaybetmesinden kaynaklanır. Bu bakımdan kabul gören teori inkompetan valvin ven duvarındaki defektinden kaynaklandığıdır. Doğumsal olarak hiç fonksiyonel valv olmaması ise valvuler agenezistir. Bazı olgularda ise (Klippel_Trenaunay sedromu) derin venlerin tamamen yokluğu, diğer bir deyimle venöz valv agenezis söz konusudur. Sekonder valvuler yetmezlikte ise etken sıklıkla DVT olup proksimal düzeyde tıkanıklığı olan olgular asemptomatik kalabilirken distal düzeyde obstrüksiyonu olanlar çoğunlukla semptomatiktirler. Trombolitik tedavi uygulanmazsa venöz trombüsün tamamen yok olması çok enderdir. Ven duvarına ve valvlerede yapışan trombüs zamanla fibröz dokuya dönüşür. Tam rekanalizasyon gerçekleşse bile, ilgili bölgede oluşan hasar nedeniyle valvler inkompetan kalırlar. Bu değişikliklere Post Trombotik Sendrom (PTS) adı verilir ve KVY’li olguların %60-85’inde etyolojik neden olduğu iddia edilmektedir. KVY’de son organ ciltaltı ciltdir. Venöz valv yetmezliği ile venöz staz ve cilt değişiklikleri arasındaki ilişkiyi açıklayan birkaç teori vardır. Hücresel düzeyde iskeminin varlığı, arteryel yetmezliği olmayan, semptomatik KVY’li olgulardan alınan kas biyopsilerinde kimyasal göstergelerle saptanmıştır. Sonuçta cildin beslenmesinin bozulduğu, toksik metabolit veya enzimlerin açığa çıktığı aşikârdır. 50 Belirtileri Sabah yataktan kalkıldığında olmayan, günün ilerleyen saatlerinde ortaya çıkan ve özellikle ayakta durmayla artan ağrı, en sık rastlanılan yakınmalardan biridir. Sebebi dilate venlerin somatik sinir liflerini uyarmasıdır. Ağrı, uzun süre hareketsiz kalındığında yerini gastroknemius (atlama sıçrama gibi hızlı ve kuvvet gerektiren etkinlikerde kullanılan kas) lokalizasyonunda kramp tarzında yakınmalara bırakabilir. KVY’li olgularda ağrının tipik tarifi, ekstremite elavasyonu ile kaybolması ya da hafiflemesidir. Genellikle ayak bileği çevresinde morluk ve yara yakınmaları ise ileri evre olgularda olup, ne yazıkki ilgisizlik düşük sosyo -ekonomik gelir düzeyi nedeniyle sıklıkla rastlanır Tanı Venöz Doppler venöz reflunun spesifik anatomik yerleşimini belirleyen noninvazif yöntemlerden biridir. Venografi venöz patolojinin saptanmasında hala altın standartdır. Günümüz koşullarında Manyetik Rezonans(MR) Venografide asenden venografi gibi obstrüksiyon varlığının ve perforatör yetmezliğinin saptanmasında etkili bir yöntem olarak yerini almıştır. Hastanın yaşı, işi, yaşadığı iklim koşulları, çalışma şartları varsa geçirdiği ameliyatlar, yakınmaları ve ilk yakınmasını ne zaman fark ettiği, alışkanlıkları, ekstremitelerinde geçmişte oluşmuş kızarıklık ve ateşlenme olup olmadığı ve kontraseptif kullanıp kullanmadığı, gebelik ve doğum sayısı, menstrüasyon düzensizliği olup olmadığı, menapoz durumu gerek ayırıcı tanı gerekse tedaviyi yönlendirecek kriterler açısından mutlaka araştırılmalıdır. Ayrıca özellikle kadın hastalarda birden ortaya çıkan venöz yetmezlik bulgularında, olası abdominal kitle nedeniyle, ayırıcı tanı için batın USG ve Bilgisayarlı tomografi istenmelidir. Tedavi Günümüzde venöz yetmezliğin tedavisi basit kompresyon çoraplarından başlayıp çok komplike venöz rekonstrüksiyonlara kadar değişmektedir. Tedavide skleroterapi, lazer tedavisi, flebektomi, striping, safen ligasyonu, SEPS.derin venlere yönelik radikal girişimler yanında sadece kompresyon çorabı ile yetinmekte söz konusudur. Seçim hekimin tercihiyle ilişkili olsada, hastanın yakınmaları ön planda tutulmalı ve seçeneklerin yan etki ve tedavideki etkinlikleri hastaya mutlaka detaylıca anlatılmalıdır. Skleroterapi: Hastalıklı damar içerisine damar duvarlarını birbirine yapıştıracak şekilde özel bir reaksiyon oluşturan ilaçların verilmesi 51 Lazer tedavisi: Lazer ya da Radyofrekans yöntemleri ile damarın içerden tahrip edilmesi, burada hastalıklı damarların içerisine ilerletilen özel bazı teller ile (kateter) laser ya da radyofrekans enerjisi ile damarların ablasyonudur. Cerrahi(stripping)yöntemi: Burada kasıktan ve ayak bileği veya diz hizasından ilerletilen bir tel ile damar çekilerek çıkarılır. Mini Flebektomi (variköz venlerin cerrahi çıkarılması): Hasta ayakta iken variköz kümeler silinmez kalemle çizilerek sınırları belirlenir. Lokal anestezi girişim için yeterlidir. Variköz ven hook veya forseps yardımıyla dışarı çıkartılıp bağlanıp kesileceği gibi sadece koter uygulamasıda yeterli olabilir. KVY’nin nonoperatif tedavisi: KVY’in ve venöz ülserin onlarca yıldır uygulanan temel tedavisi nonoperatif yaklaşımdır. Alt ekstremitelerin elevasyonu, kişinin otururken ayaklarını uyluklarından itibaren kalp seviyesinin üstünde tutması, venöz ülser için kabul edilen etkili bir tedavidir. Kompresyon çorapları KVY’in tedavisinde önemli bir yer tutmaktadır. Farmakolojik tedavi Hydroksirutosidler: Bunlar bitkilerden elde edilen, venöz kapiller geçirgenliği azaltan, ülsersiz KVY hastalarının tedavisinde ağrı, gece krampları ve rahatsız bacaklarda semptomatik iyileşme sağlayan flavanoid sınıftan ilaçlardır. Oxerutin: Yarı sentetik olarak sophera japonicadan elde edilen, kapiller dinamiği geliştiren hafif düzeyde KVY’li olgularda etkili olabilen bir ilaçtır. Resim:4Kronik venöz yetmezlik Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar Cerrahi kliniği - 2010-Dr. Mustafa KARAÇELİK arşiv 52 B.3VARİS Varis, venlerin normalin dışında genişlemesine, uzamasına ve kıvrılmış bir şekil almasına, denilir. Alt ekstremite varisleri insanlarda sık görülen damar hastalıklarından biridir ve bunda insanın iki ayak üzerinde durmasının büyük rolü vardır. İnsanların iki ayak üzerinde durmasıyla alt ekstremite venleri bilek düzeyinde, arteriel diastolik basınç etkisiyle yüksek bir basınca maruz kalmaktadır. Bu tip bir basınç özellikle ayakta dururken etkilidir. Deri ile derin fasia arasında yer alan yüzeyel venler çevreden fazla desteklenmedikleri için yüksek basinç altında genişlemeye fazla eğilim gösterirler. Buna karşın derin venler derin fascia ve kas kılıfları arasında yer aldıklarından genişleme eğilimi göstermezler. Etyoloji Varislerin etyolojisini açıklamak amacıyla pek çok teori ortaya atılmıştır. Varis oluşumunda etkili olaylar ve bunları şiddetlendiren faktörler şunlardır. 1.Heredite: Varisli hastaların çoğunda aile öyküsü vardır. Hastalığın irsiyetle geçmesi otozomal dominant, otozomal resesiv ve cinse bağlı resesiv olmak üzere tarif edilmiştir. Varis oluşmasını etkileyen temel faktör; • Ven kapakçıklarının yetersizliği • Ven duvarında defekt • Hem kapakçıklarda hemde ven duvarında yetmezlik ve defekt bulunmasıdır. 2.Cinsiyet: Cinse göre varis sıklığının kadınlarda fazla olması belirgindir. Genişlemiş venlerin büyüklüklerinin artması, gebe uterusun henüz v. cava inferiora baskı yapamayacağı büyüklükte bulunduğu gebeliğin ilk üç ayında görülür. Mevcut variko venler premenstrüel devrede daha belirgin bir görünüm alırlar. Gerçekte bu gözlemler genetik sorun altında endokrinal bir etkinin bulunabileceği düşüncesini ortaya çıkarır. 3.Posttrombotik sendrom: Trombüs bir süre sonra rekanalize olarak ven lümeni yeniden kan akımına açılabilirsede sıklıkla ven kapakçıkları harap olarak kapakçık yetersizliğini ortaya çıkarır. Derin venlerin bu yetmezliği, müskülo-venöz pompanın dekompanse hale gelmesi, venöz basınç artması, kommünikan ven yetersizliğine ve bunlar aracılığıyla yüzeyel ven sistemine kanın taşınmasına ve sonuçta yüzeyel sistemde varislerin oluşmasına yol açmaktadır(sekonder varisler). 53 4.Yaşam tarzı: Uzun süre ayakta durmak veya oturmanın, varis oluşumunda etken faktörler olabileceği ileri sürülmüştür. Venlerin travma, baskı ve çalışması sonucu varis oluşmasına yol açabileceği bilinmektedir. Karın içinde tümör veya gebe uterusun baskısı sonucu varislerin belirginleştiği bilinmektedir. Primer alt ekstremite varisleri Primer varis, alt ekstremitelerin yüzeyel venlerinin varislerini ifade eder. Ailevi bir hastalıktır. Primer varisler, gelişme çağından hemen sonra ortaya çıktığından hastalığa sebep faktörün doğuştan olabileceğini de düşündürebilir. Primer defektin ven kapakçıklarında mı, ven duvarında mı, yoksa her ikisinde mi olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak her vakada mutlaka yüzeyel ven kapakçıklarında yetersizlik görülmektedir. Primer varis oluşmasında diğer bir görüş yüzeyel venlerdeki kan akımının anormal derecede artmasıdır. Bunun da kollateral ven veya arteriovenöz fistüllerde meydana geldiği bilinmektedir. Bu tip kan akımı artışınada iki mekanizmanın yol açtığı ileri sürülmektedir. Bunlardan birinin deride pek çok mikroskobik arterio-venöz shunt bulunması; diğerinin ise primer defekt perforan ven kapakçıklarının yetersizliği olup derin ven kanının yüzeyel sisteme aktarıldığı ters dönüşüm mekanizmasıdır. Patoloji Genişlemiş ince duvarlı, kıvrımlı, venlerin mikroskobik incelemesinde, ven duvarlarında incelme ile birlikte yer yer müsküler hipertrofi görülür. Yaygın fibrozis gelişmesi de dikkati çeken diğer bir bulgudur. Venlerde ayrıca düşük oranda yangısal (iltihabi) değişikliklere sıklıkla rastlanmaktadır. Genç hastalarda bile, fibrozisin bir sekeli olarak gerçek anlamda kalsiyum birikmesi (flebosklerozis) oldukça sık rastlanan bir değişikliktir. Bazen venöz stage küçük intradermal ven uçlarına kadar ilerleyebilir. Bu durumda deride örümcek ağı görünümünde varikositler (spider web varicosites) oluşur. Bu sahaların mikroskobik incelenmesinde intradermal venlerin subpopiller pleksüslerin genişleyerek eğri büğrü bir şekil aldığı görülmektedir. Semptomlar Çok az varisleri bulunan bir hastanın şiddetli şikâyetleri bulunabileceği gibi yaygın varisleri bulunan bir hasta da semptomlar çok hafiftir veya hiç bulunmayabilir. 54 Genel olarak erken semptomlar; özellikle hasta ayakta sabit durduğu zaman, ve daha çok varikoz venlerin bulunduğu alanda, ağırlık, çekilme ve kramp hissidir. Ağrı çok değişiklik gösterebilen bir semptom olup daha çok yerel tromboz bulunan alanlarda duyulur. Ancak tromboz bulunmadan da ağrı, basınçla veya varikö ven demetlerinin bulunmasıyla ortaya çıkabilir. Varislerin en ciddi semptomları komplikasyonları sonucu ortaya çıkanlardır. Bunlar; şişlik, dermatit, ülserasyon ve yüzeyel tromboflebit’tir. Bunların yanında klinik belirtiler daha çok estetik yönden olup özellikle kadınlar, sadece bu açıdan tedavi için başvururlar. Yaşlı hastalarda; ağrı, gece krampları ve ayak bileklerinde ödem önde gelen semptomlardır. Primer varislerin önemli komplikasyonları vardır. Variköz venler normal venlere oranla tromboz, laserasyona ve künt yırtılmaya daha çok yatkındırlar. Uzun süre devam eden varislerde, özellikle yaygın tipte, alanlarda deride, pigmentasyon ekzema ve ülserasyon oluşur. Deride meydana gelen bu değişiklikler baldır kas pompasının yetersizliği sonucu gelişmektedir. Yaygın variköz venlerin birkaçyüz milimetrik kapasitesi bulunabilir. Bunun bir sonucu olarak böyle bir hastanın normale göre daha fazla postürel şişlikleri, sağ atrial basınç kalp hızı, kalp ve arter basınç değişiklikleri olur. Bazen bu defekt postürel senkopa yol açabilir. Tanı Variko venlerin ortaya çıkmasında ve semptomların gelişmesinde pek çok etken rol alabileceğinden, hastalığın tanınmasında dikkatli bir anamnez ve fizik muayene büyük önem taşır. Varislerin yerel ve genel muayenesi yanında bulunması muhtemel (konstitüsyonel hastalıklar, enfeksiyon hastalıkları, çevrel arter hastalıkları ve abdominal tümörler gibi) hastalıkları ortaya koymak için sistemik muayene şarttır. Önce hasta ayakta dik pozisyonda dururken varislerin yerleri ve genişlikleri saptanır. Bundan sonra Trendelenburg, Perthes testleri uygulanarak yüzeyel, perforan ven kapakçıklarının yeterli çalışıp çalışmadıkları otaya konur. Perthes testinin pratikte büyük bir değeri yoktur. Bu nedenle derin ven sisteminin kesin durumunu saptamak amacıyla venografiye başvurmak gerekir. Tedavi yönteminin seçiminde çoğu kez venografi şarttır. 55 Tedavi Varis tedavisi cerrahi tedavi, cerrahi olmayan tedavi olmak üzere iki gruba ayrılabilir. Aslında varislerin tedavisinde tek bir rasyonel tedavi yöntemi vardır. Buda yüzeyel ve derin ven sistemi arasındaki kapakçıksız geçitleri onarmak ve venöz kan dönüşümünü normal yollardan sağlamak ümidiyle müskülo-venöz pompayı düzeltmektir. Non-operatıf tedavi çeşitli nedenlerle ameliyat edilmesi sakıncalı görülen hastalarda varisleri minimal derecede olanlarda uygulanır. Sklerozan madde enjeksiyonu ile tedavi: Varislerin minimal derece bulunduğu vak’alarda, birkaç küçük pakenin bulunması halinde, trendelenburg testi pozitif değilse ve bazı hallerde de cerrahi tedaviye yardımcı olarak, enjeksiyon tedavisine başvurulur. Bu tip tedavi genellikle geçici iyileşme sağlar. 6 hafta süreyle kesintisiz olarak elastik bandaj baskısı ile enjeksiyon yapılan ven segmenti kandan boşaltılırsa, yangılı endotelial yüzey, organize trombüsden ziyade direkt temasla yapışarak venin yeniden kanalize olma şansı azaltılır. Cerrahi tedavi Yüzeyel varislerin cerrahi tedavisi v.safena magna’nın kasıkta safeno femoral kavşaktan ve bilek iç yüzünden bağlanıp kesilmesi ve bu iki nokta arasında dalları ile birlikte V. Safena magna’nın tümü ile çıkarılması şeklinde uygulanır. Bunun dışında varis pakelerinin bulunduğu kısımlar da ayrı kesilerle girilerek çıkarılmalıdır. Ameliyattan önce hasta ayakta dururken varisler ve pakeler siyah, (suda ve alkolde silinmeyen) bir kalem boya ile işaretlenir. Ameliyat için genel anestezi veya spinal anestezi uygulanabilir. Ven stripping’i iki yöntemle yapılabilir; 1.Ekstra lüminal 2.İntra lüminal. En çok uygulanan yöntem intralüminal stripping’dir. Alt ekstremiteye elastik bandaj sarılır. İlk 24 saat ayakuçları kaldırılarak (15 cm kadar) hasta trendelenburg pozisyonda tutulur.2 gün sonra elastik sargı açılır, kesiler kontrol edilir ve ekstremite aynı şekilde yeniden elastik bandajla sarılır. Hastanın 6 ay süreyle elastik bandaj veya elastik çorap kullanması gerekir. 56 DİYABETİK AYAK Diyabetik ayak ülseri diyabetes mellitusun sistemik komplikasyonlarından biridir. Etiyolojisinde nöropati, iskemi, mikrovasküler disfonksiyon ve enfeksiyon rol alır. Ayak yarası riski 10 yıldan eski diyabetik olup, kan şekeri kontrolü iyi yapılamayan hastalarda ve kardiyovasküler, renal ya da retinal problemleri olan erkek hastalarda artmaktadır. Patofizyoloji Ayak yarasının başlamasında iskemi ve nöropati değişen oranda rol alır. Diyabet hastalarında iki tip vasküler hastalık görülür. 1.Mikroanjiyopati (kapiller damar hastalığı) diye tanımlanan dolaşım problemidir. Böbrek, retina ve priferik sinirlerde kapiller ve arteriolleri etkiler. 2. Makroanjiyopati olarak tanımlanan koroner ve periferik arterlerin aterosklerotik hastalığında ise diyabetiklerde ateroskleroz daha erken yaşta ortaya çıkar pedal arterler nispeten korunurken tibioperaneal tutulum ön plandadır. Nöropati 20 yıldan eski diyabetiklerin yaklaşık %42’sinde saptanmaktadır. Dokunma ve ağrı algısındaki problem diyabetlinin ayağını travmalara açık hale getirir. Diyabetik otonom bozukluk ise sempatektomili bacak görünümü verir. Ayakta terleme kaybı vardır. Kuru ayak cildinde kolaylıkla çatlaklar, enfeksiyon ajanları için giriş oluşur. Cilt ve ciltaltı dokusunda atrofi vardır. Diyabetikler nöroosteoartropati gelişme eğilimi taşırlar. Ayak kemiklerinin fragmantasyonu (parçalanma) ve kavislerinin bozulması ile ciltte ezilme ve ülserler oluşmaktadır. Diyabetik ayak ülseri enfeksiyon etkenleri arasında aerob gram pozitif koklar ilk sırada yer alırlar. Anaeroblar %5 oranında izole edilmiştir. Kültürlerin %42’sinde birden çok organizma üretilmiştir. Enfeksiyon yarayı ağırlaştırırken yaranın etki alanını genişleterek ekstremitenin prognozunu kötüleştirir. Sellülit lenfanjitin ayak bileği sınırını aşması ayağın kurtulma ihtimalini zayıflatır. Fizik muayene, nöropati ve iskeminin yaradaki rolü hakkında değerli bilgiler verir. Diyabetiklerde ATP ve ADP nabızlarının palpabl olması ciddi arteryal lezyon ihtimalini ortadan kaldırmaz. Diyabetik yaralı ayakta en az bir distal nabız kaybı varsa arteriografi yapılmalıdır. Alt ekstremite arteriografisi renal seviyeden ayaklara kadar tüm arter ağacını göstermelidir. Ayak bileği basınç ölçümü istirahat ağrısının ayırıcı tanısında ve ülser iyileşmesini kestirmede kullanılabilir. 57 Nöropatik ve nöroiskemik ülserlerin özellikleri Nöropatik ülser Nöroiskemik ülser Ağrısız Ağrılı Nabızlar normal Nabız yok Zımba deliği görünümü Düzensiz kenarlı Ayak tabanı ve kenarlarında parmaklarda kallus var Kallus yok veya nadir Duyu ve refleks kaybı Duyusal bulgular değişken Kan akımı artmış Azalmış Dilate venler Boş venler Kuru sıcak ayak Soğuk ayak Kemik deformiteleri Deformite yok Kırmızımsı görünüm Soluk siyanotik görünüm Tedavi Diyabetik ayak yarası olan hasta hastanede tedavi edilmelidir. Yara oluşumunda payı olan etiyolojik faktörlerin her biri farklı bir tıp disiplinini ilgilendirdiği için multidisipliner yaklaşım gereklidir. Tedavi şunları içermelidir; • Ekstremitenin istirahati: Hastanede yatış ve yatak istirahati hem diğer tedavilerin uygulanabilmesi hemde yara iyileşmesi için gereklidir, ödem çözülür. • Glisemi kontrolü: Diyet düzenlenmelidir. Optimal metabolik kontrolü sağlamak için gerek oral antidiyabetik ve gerekse subkutan insülin kullanan hastalarda i.v insülin tedavisine geçilmelidir. • Antibiyoterapi: Kültür örneği yara tabanından, yara ile ilişkili derin dokulardan alınmalıdır. Antibiyoterapi kültür sonuçları gelinceye kadar ampirik (deneysel) olarak sürdürülür. Fasiit(fasyanın inflamasyonu), apse, osteomyelit bulguları yoksa, nabızlar palpabl ise ve yara çevresinde sellülit yok yada 2 cm’i aşmıyorsa oral antibiyoterapi, derin dokularda enfeksiyon şüphesi varsa, sellülit 2 cm’den daha uzağa yayılmışsa, iskemi varsa, kan şekeri kontrolü başarılamıyorsa parenteral antibiyoterapi uygulanmalıdır. Başlangıç tedavisi olarak sulbaktam+Ampisilin tercih edilebilir (hekim önerisi). Parenteral doz 4x1.5 gr. olarak uygulanabilir. • Lokal yara bakımı ve debridman: Agresif ve radikal debridman yapılır. Gangrenöz parmaklar ampüte edilmeli, nekrotik, ölü dokular debride edilip canlı dokuya ulaşılmalıdır. Apseler hemen drene edilmelidir. Özellikle planter fasya apseleri gözden kaçabilir, ayak tabanı gerekiyorsa topuğa kadar açılarak her bir apse loju (bölge) drene edilmelidir. Tek bir gangrenöz parmağın uzaklaştırılması ve minör 58 debridman hemen yatak başında mümkün olabilir. Kültür antibiyogram için örnek alınır. Planter apse drenajı ve major debridman ise ameliyathane şartlarında ve anestezi desteğinde gecikmeden yapılmalıdır. Cerrahi temizlikten sonra insizyonlar sütüre edilmez. Yara SF ile yıkandıktan sonra ıslak gazlarla örtülür, yara kesinlikle kurutulmamalıdır. • İskeminin düzeltilmesi: Arteriografik bulgulara göre uygun revaskülarizasyon tekniği, anjioplasti ve /veya bypass yapılmalıdır. Vasküler rekonstrüktif girişim ayak bileği seviyesinde en az bir palpabl nabız hedeflemelidir. • Yaranın örtülmesi: Diyabetiklerde prekapiller arteriovenöz anastomozlar üzerindeki nöral kontrolün kaybolması cilt dolaşımını bozmaktadır. Besleyici maddeler ve büyüme faktörleri yara bölgesine yeterince ulaşamaz. Büyük yaralarda granülasyon dokusu oluşsa da çoğu kez epitalizasyon tamamlanamaz. Revaskülarizasyon işlemi tamamlandıktan ve enfeksiyon ortadan kaldırıldıktan sonra reenfeksiyona karşı korumak ve yaranın normal nemini kaybetmesini engellemek için sentetik ve yarı sentetik yara örtüleri kullanılabilir. Cilt grefti uygulanabilir. Kemik, tendon gibi derin dokuların açıkta kaldığı büyük doku defektlerinin oluştuğu yaralarda başarılı revaskülarizasyona rağmen majör amputasyon kaçınılmaz olur. Bu olgularda serbest doku transferi(free flap)+cilt grefti yapılabilir. Resim:5 Diabetik ayak Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar Cerrahi kliniği - 2010 Dr.Mustafa KARAÇELİK arşiv E.LENFATİK SİSTEME AİT HASTALIKLAR E.1LENFÖDEM Lenf ödem, lenfatik (akkan) sistemdeki bozukluktan dolayı lenf sıvısının dokularda birikmesi nedeniyleilgili vücut bölgesinin (genellikle bacaklar ve kollar) şişmesidir. 59 1)Primer lenf ödem: Doğuştan lenf sisteminin bir bölümünde bozukluk vardır. Fakat vücudun sağlam lenf damarları ve toplardamar sistemi bozuk olan lenf damarlarının görevini üstlenerek sorun çıkmasını bir süre engeller. Primer lenfödem bacaklarda görülür. Önce bir bacakta başlayıp zamanla diğer bacakta açığa çıkabildiği gibi, sadece bir bacakta görülebilir. 2)Sekonder Lenfödem: Bu tip lenfödemde lenf sistemi doğuştan sağlam olmasına rağmen daha sonrasında zarar görmüştür. Lenfödem travma, ergenliğe giriş, hamilelik, enfeksiyon gibi etkileyici faktörler ile ileri yaşlarda ortaya çıkar. Sekonder lenfödemin en sık görüldüğü durumlar kansere bağlı olarak yapılan cerrahi işlemler ve radyoterapi uygulamalarıdır. Lenf damarları üzerinde gelişen tümörler lenf damarlarını tıkayarak lenfödeme neden olurlar. Ayrıca cerrahi ve büyük yaralanma sonucunda da sekonder lenfödem görülebilir. 3)Kronik Venöz Yetmezlik Sonucu Görülen Lenfödem: Başlangıçta kronik venöz yetmezlik vardır. Özellikle dizaltı bölgede bu durum görülür. Çünkü bu bölge kalbe en uzak yoldur ve yerçekimi de bu geri dönüşe engel olur. Toplardamar sistemiyle kalbe götürülemeyen ve dokular arasında kalan sıvıyı lenfatik sistem götürmeye çalışır. Buda lenfatik sistemin kapasitesinin üstünde çalışmasına neden olur. Lenfatik siteme aşırı yüklenme olur ve zamanla lenf damarlarının kapakları bozularak sıvıyı yukarı itme yeteneğini kaybeder. Bunun sonucunda da lenfödem görülür. 4)Lipödem Sonucu Gelişen Lenfödem: Lipödem nedeni belli olmayan bir kadın hastalığıdır. Erkeklerde çok nadir görülür. .İki bacakta simetrik olarak yağ artışı vardır. Lipödem aynı şekilde kollarda da görülür. Lenfödem belirtileri • Gerginlik ve şişkinlik(en sık belirti)dir. • Bulgular genellikle tek taraflıdır ve asimetriktir. • Eklemlerde hareket kısıtlılığı ve ağrı mevcuttur. • Bazen yanlışlıkla artrit ve eklem iltihabı tanısı konulur. Lenfödem belirtileri 3 evre halinde tedricen ilerler. Evre 1 geriye dönebilir lenfödemdir. Deri üzerinde bastırmakla çukur oluşur. Evre 2 kendiliğinden geri dönemeyen lenfödemdir. Bu evrede deride fibröz dokuda artış ve ilerleyici katılaşma vardır. Sık enfeksiyonlar ve şişlikte artma olabilir. Üzerine bastırıldığında deride çukur oluşmaz. 60 Evre 3 elefantiazis (fil hastalığı) olarak adlandırılır. Bu evrede kol ve ya bacak bir sütun halini alır ve örneğin diz eklemi bacağın diğer kısımlarından ayırt edilemez. Lenfödem tedavisi Günümüzde lenfödemi tamamen tedavi eden bir yöntem bulunmamaktadır. Ancak bazı tedavilerle lenfödemin ilerlemesi durdurulabilir veya geciktirilebilir. İleri derecedeki lenfödemlerde nadiren ameliyat yapılabilir. Ameliyat, hafif ve orta derecede belirtileri olan lenfödemlerde uygulanan bir yöntem değildir. Ameliyat dışı tedaviler daha az komplikasyona neden olur ve belirtilerde daha fazla iyileşme sağlar. Enfeksiyonlar, lenfödemin belirtilerini ağırlaştırabildiği için sık enfeksiyon gelişen hastalarda riski azaltmak amacıyla antibiyotikler kullanılabilir. Ayrıca, dokularda aşırı biriken proteinin uzaklaştırılasına yardımcı olarak ödemin çözülmesini kolaylaştıran çeşitli ilaçlar kullanılabilir. Lenfödem tedavisinde en çok kabul gören yöntem kompleks fizik tedavisidir. Bu bağlamda hastaya lenf akımın sağlamak için el masajı yapılır. Kol veya bacağın sıkıca sarılmasıyla lenf sıvısının dokuda yeniden birikmesi önlenmeye çalışılır. Bölgeye titiz bir cilt bakımı ve egzersiz yaptırılır. Günlük egzersizin amacı kas tonusunu iyileştirmek ve lenf akımına yardımcı olmaktır. Eksersizler sırasında basınçlı sargı veya varis çorabı uygulanmalıdır. Lenf ödem bası giysileri ile iyi sonuçlar alınmaktadır. Resim: 6 Lenf ödem Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp Damar Cerrahi kliniği - 2010 Dr.Mustafa KARAÇELİK arşiv. 61 DAMAR HASTALIKLARINDA TANI YÖNTEMLERİ Katater anjiografi Damar içerisine kontrast madde verilerek vasküler sistemin gösterildiği radyografik incelemedir. BT ve BT anjiografi Konvansiyonel BT özellikle aort olmak üzere büyük ve orta çap damarların anomali ve anevrizmatik lezyonlarını görüntülemede kullanılan minimal invaziv bir yöntemdir. Vasküler patolojileri göstermek amacıyla inceleme bolus (birden verme) şeklinde intravenöz iyodlu kontrast madde injeksiyonu ile birlikte yapılır. Renkli doppler ultrasonografi Vasküler görüntülemede kateter anjiografi altın standart kabul edilmekle birlikte, günümüzde anotomik detayı veren konvansiyonel gri skala görüntüleme ve doppler efektini temel alan kan akım çalışmaları non invaziv, kolay uygulanabilir, iyi tolere edilebilen, ucuz ve güvenilir bir radyolojik tanı yöntemi olarak önemli rol oynamaktadır. Dubleks ultrason Venöz kan pıhtılarını tespit etmeye yönelik olarak yüksek frekanslı ses dalgalarını kullanan ağrısız bir testtir. Test ayrıca yetersiz venleri de gösterir. Venogram Venlere özel bir boyanın (kontrast madde) enjekte edilerek X ışınları yardımıyla filmlerinin çekilmesidir. Ultrasonun yaygınlaşmasıyla kullanımı oldulça azalmıştır. DAMAR HASTALIKLARINDA HEMŞİRELİK BAKIMI Damar hastalıklarında hemşirelik bakımının temel hedefleri • Dokulara yeterli kan akımını sağlamak • Cilt bütünlüğünü korumak • İskemik ağrıyı azaltmak • Hastaya sağlığı koruyucu davranışlar kazandırmak • Dokulara yeterli kan akımını sağlamak a)Hastaya uygun pozisyon verilmesi: Arteriyel hastalıklarda kan akımının ayaklara doğru olması istendiğinden, hastanın başını yatarken 15-20 cm kadar yükseltilmesi önerilir. Herhangi bir egzersiz önerilmediyse, arter kaynaklı 62 hastalarda ayaklar kalp seviyesine kaldırılmamamlıdır. Venöz dönüşü kolaylaştırmak için bu hastalar bacaklarını sık sık kalp seviyesine (12-15) yükseltmeli ve bu pozisyonda uyumalı, uzun süre oturmamalı ya da ayakta kalmamalıdırlar. b)Ekstremitenin ılık tutulması: bulunan ortamın ısısı 21-220C’den düşük olmamalıdır. c)Vazokonstriksiyonun önlenmesi: hastaların nikotin, kafein, soğuk gibi vazospazma (vazokonstiriksiyona) neden olan; stres gibi sempatik sinirleri uyarıcı faktörlerden uzak durmaları gerekir. d)Vazodilatasyonun sağlanması e)Cilt bütünlüğünü korumak f )İskemik ağrıyı azaltmak: ekstremitelerin ışık tutulması, uygun pozisyon, vazodilatatörler, sigaranın bırakılması, morfin türevi ağrı kesiciler ve baypass cerrahi önerilsede çoğu kez bu önlemlerin yetersiz kaldığı ve şiddetli ağrılara daynamayan bazı hastaların amputasyonu tercih ettikleri görülmektedir. g)Sağlığı koruyucu davranışlar kazandırmak l)Egzersiz: kilo düzenlemesi m)Sigaranın bıraktırılması C.GÖĞÜS –AKCİĞERİN CERRAHİ HASTALIKLARI Yaşamın sürdürülmesi için esas olan solunum fonksiyonu, yaşayan organizmayla çevre arasında oksijen ve karbondioksitin sürekli değişimini içerir. Değişim, organizma ile dış çevre, doku hücreleri ile kan arasında olmak üzere iki ayrı bölümde gerçekleşir. Organizma ile dış çevre arasındaki değişim, akciğerlerin ventilasyonunu ve alveoller içine gazların difüzyonunu kapsar. Hücreler ile kan arasında değişim ise, oksijen ve karbondioksit değişimi ve gazların kan yoluyla taşınmasını içerir. Göğüs boşluğunun açılması sırasında, solunum ve dolaşım fonksiyonlarının normal sınırlar içinde sürdürülmesini sağlayan yeni anestezi teknikleri geliştirilmiştir. Son yirmi yıl içerisinde göğüs cerrahisi tedavi kapsamına giren hastalıklar arasında akciğer tüberkülozunun, beslenmenin düzeltilmesi ve uzun süreli ilaç tedavisiyle çoğunlukla kontrol altına alındığı, buna karşın, sigara içme ve çevresel faktörler ile ilgili olan bronş kanseri insidansının arttığı vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, akciğer tüberkülozu için ender olarak gerekli olan cerrahi tedavi, akciğer ve bronş kanserinin tedavisinde, yaşam süresini uzatmak açısından sıklıkla uygulanan bir yöntem olmaktadır. 63 Göğüs ve akciğerlerin cerrahi hastalıkları 4 grupta toplanır. 1-Göğüs yaralanmaları 2-Akciğer enfeksiyonları 3-Bronş ve akciğer tümörleri 4-Göğüs duvarı deformiteleri C.1-GÖĞÜS YARALANMALARI www.ttb.org.tr/STED/www.pnomotoraks.com Göğüs yaralanmaları, acil tedavi gerektiren öldürücü büyük yaralanmalardır. Sıklıkla otomobil kazaları nedeniyle oluşan bu tür yaralanmalar, düşme, çarpma ve öldürücü silahların (bıçak, tüfek, tabanca) kullanılması ya da ciddi öksürme ve aksırma gibi aktivitelerin verdiği zorlanma sonucu meydana gelebilir. Göğüs yaralanmaları, çarpma ve sıyrık şeklindeki hafif yaralanmalar olabileceği gibi, ciddi ezilmeler kardio-vasküler sisteme zarar verecek ve hastanın ölümüne neden olabilecek boyutlarda olabilir. Yaralanmada göğüs boşluğunda bulunan tüm organlar zarar görebilir. Ancak bunların arasında kalp, akciğer gibi yaşamsal organların perforasyonu ve iç kanamalar, yaşamı tehdit etmesi açısından çok önemlidir. Göğüs yaralanmaları delici ya da künt karakterde olabilir. Patlamaların neden olduğu yaralanmalarda, akciğerdeki alveollerde ve damarlarda oluşan yırtılmalara bağlı olarak, kanama asfeksi ve daha sonra ölüm görülebilir. Sıkışma ve delinme nedeniyle oluşan göğüs yaralanmalarında ise, kosta kırıkları pnömotoraks ve hemotoraks gelişmesi sonucu, baskı altında kalan akciğerlerde ve kalpte ciddi hasarlar meydana gelebilir. 64 C.1-a) Kosta kırıkları Kosta kırıkları, otomobil kazası, vurma, çarpma gibi direkt olarak uygulanan dış gücün etkisiyle ya da şiddetli öksürme sonucu görüldüğü gibi, ostomalazide (kemik zayıflaması) ve kanserin kemiğe infiltre olduğu durumlarda hafif bir öksürme ya da travma nedeniyle meydana gelebilir. Kosta kırıklarında, kırığın lokalize olduğu bölgede solunum ve öksürükle artan, elle bastırıldığında oldukça şiddetlenen bir ağrı görülür. Tedavide öncelikle, paradoksal hareketleri azaltmak için acilen göğüsün etkilenmiş bölgesi üzerine dıştan destekleyici bir pansuman konur. C.1-b)Pnömotoraks Herhangi bir nedenle akciğeri örten parietal ve visseral plevra arasında hava toplanması, basınç farklılığının ortadan kalkması ve etkilenen taraftaki akciğeri ekspanse (genişlemek -genleşmek) olamamasıdır. Pnömotoraks nedenleri • Bronşlar yoluyla akciğer dokusundan plevra boşluğuna hava sızması • Kaza nedeniyle bronşların yırtılması • Delici bir aletle göğüs duvarının perforasyonu • Plevral drenaj uygulamasında yanlışlık yapılması • Göğüs ya da akciğer ameliyatları Pnömotoraks iki şekilde meydana gelir. Kapalı pnömotoraks; Akciğer dokusundan, plevral boşluğa hava sızması nedeni ile oluşur. Göğüsün bir tarafında gelişen bu durum, diğer taraftaki sağlam akciğerin ventilasyonunu da baskılar ve venöz dönüşü engeller. Nedeni sıklıkla (+) basınç ventilasyonu ve künt göğüs travmasıdır. Klinik belirtileri, solunumda güçlük, trakeanın etkilenmeyen tarafa deviasyonu, boyun venlerinde distansiyon, etkilenen tarafta solunum seslerinin kaybolması ve siyanozdur. Paryetal ve visseral plevra arasında toplanan hava çıkarılarak basıncı düşürülmedikçe pnömotoraksın ölüm tehlikesi devam eder. Bu nedenle geniş çaplı bir iğneyle plevral boşluğa girilerek, kapalı pnömotoraksın açık bir duruma getirilmesi ve havanın dışarı alınması gerekir. Daha sonra ise kapalı göğüs drenajı uygulanarak akciğerlerin ekspansiyonu sağlanmalıdır. Açık pnömotoraks; Göğüs duvarında oluşan bir açıklık nedeniyle plevral boşluğa hava dolmasıdır. Hastada belirgin bir şekilde solunum güçlüğü, siyanoz ve yara etrafında palpe edilebilen subkutan (deri altı) anfizem vardır. Göğüsteki yara 65 açıklığı, acilen hava geçirmeyen bir pansumanla ya da temiz bir örtü ile kapatılmalıdır. Bu uygulamayı yaparken hastanın ekspiryumunu tamamlamış olmasına dikkat edilmelidir. Burada havayolu desteğinin sağlanması, göğüs tüpünün yerleştirilmesi ve kapalı bir sisteme bağlanması için hastanın hazırlanması çok önemlidir. C.1-c)Hemotoraks Plevra boşluğunda kan toplanmasıdır. Genellikle bir travma ya da ameliyat sonrası meydana gelir. Hastada kan kaybı, solunum güçlüğü, solunum seslerinde azalma ya da kaybolma, boyun venlerinde distansiyon ve siyanöz gelişir. Orta şiddetteki bir kanamada plevra boşluğundaki kanın drenajı ve kaybedilen ölçüde kan transfüzyonu tedavi için yeterlidir. Ciddi kanamalarda ise kanamayı kontrol altına almak için cerrahi girişim gerekir. C.1-d)Hidropnömotoraks Paryetal ve visseral plevralara arasında hava ve sıvının birlikte birikmesidir. Tedavisinde pnömotoraks ve hemotorakstaki genel ilkeler uygulanır. Pnömotoraks, hemotoraks ve hidropnömotoraksta tanı çekilen göğüs filmiyle doğrulanmalıdır. C.1-e)Kardiak tamponad Künt, delici göğüs travmaları ve üst abdominal travma sonucu perikart boşluğunda kan toplanmasıdır. Kalp tamponadını tipik belirtileri, kalp seslerinin derinden gelmesi, boyun venlerinde dolgunluk, CVP yüksekliği, arter ve nabız basıncının düşük olmasıdır. Hastaya yüksek akış hızında oksijen verilmeli ve hemen açık bir damaryolu sağlanmalıdır. Kalp kası üzerinde basınç oluşturan sıvıyı aspire etmek için, geniş çaplı bir iğne ile perikart boşluğuna girilerek (perikart ponksiyonu) basıncı ortadan kaldırılmaya çalışılır. Perikartta kan pıhtılaşmışsa ya da yapılan ponksiyonla çıkarılamıyorsa basıncı ortadan kaldırmak için acil olarak hastaya torakotomi yapılabilir. GÖĞÜS YARALANMALARININ TEDAVİSİ VE HEMŞİRELİK BAKIMI Göğüs yaralanmalarının tedavisinde, kapalı göğüs drenajı ya da torakotomi uygulanır. Torakotomi gerekli olsun ya da olmasın, göğüs yaralanması olan hastalara verilen hemşirelik bakımının büyük bir kısmı, göğüs ameliyatlarında sonra verilen bakımın aynıdır. 66 Herhangi bir göğüs yaralanması olan hastanın bakımındaki, önemli hemşirelik girişimleri: • Açık havayolunun sağlanması ve sürdürülmesi, • Yeterli ventilasyonun sağlanması, • Torasentez, bronkoskopik aspirasyon, kapalı göğüs drenajı ve entübasyon tüpünün yerleştirilmesi gibi uygulamalarda, hastanın hazırlanması ve kullanılan araçların fonksiyonlarının etkili bir şekilde sürdürülmesinin sağlanması, • Şokun önlenmesi ve tedavisi için kaybedilen sıvının (kan, serum) yerine konması, • Hastanın solunum fonksiyonlarının sürekli izlenmesi ve kaydedilmesi, değişikliklerin rapor edilmesi, seri halinde akciğer röntgenin alınmasının sağlanması, • EKG ve CVP’nin izlenmesi ve kaydedilmesi, • Solunum ya da öksürme refleksi deprese edilmeden, ağrının kontrol altına alınması, • Hastanın huzurlu ve çevresiyle iletişim içerisinde olmasının sağlanmasıdır. C.2-AKCİĞER ENFEKSİYONLARI www.hastaadam.com C2-a) Akciğer Apsesi Akciğer dokusu içindeki kavitelerin (boşlukların) iltihapla dolması ile meydana gelen akciğer apsesi, küçük, büyük, tek ya da çok sayıda olabilir. Bir ya da iki akciğerde birden görülebilir. Nedenleri • Mide içeriği, kan, mukus ve diş aralıklarındaki yiyecek artıkları gibi enfekte materyallerin üst solunum yoluyla aspire edilmesi, • Bakterial pnömoni ve bronşektazi gibi akciğer enfeksiyonları, • Delici göğüs yaralanmaları, • Bronşların tümör, yabancı madde ve enfarktüse bağlı olarak oluşan emboli sonucu tıkanması gibi nedenler etkin olabilir. 67 Hastada öksürük, ateş, halsizlik, iştahsızlık ve göğüste ağrı görülür. Apsenin bulunduğu kaviteyle ve bronşlar arasında ilişki varsa, hasta pürülan tipte balgam çıkarır, hatta hafif bir hemoptizi de görülebilir. Tanı için tüm kan sayımları yapılır, özellikle lökosit ve hemoglobin miktarı belirlenir. Balgam muayenesinde, hastalık etkeni olan mikroorganizma ve kanser hücresi aranır. Gerekli olduğu durumlarda akciğer filmi, tomografi, bronkoskopi yapılır. Akciğer apsesine başlangıçta medikal tedavi uygulanır. Hastaya antibiotik verilir, postural drenaj uygulanır. Hastanın balgam çıkarması için öksürmesine yardım edilir. Protein ve vitaminden zengin bir diyet verilir. Tüm bu uygulamalara karşın iyileşmenin olmadığı durumlarda cerrahi tedaviye başvurulur. Hastanın durumuna ve hastalığın lokalizasyonuna göre cerrahi tedavi bazı farklılıklar içerir. Tedavi • Apsenin bulunduğu kaviteye, geniş çaplı bir kateter yerleştirilerek apse drene edilebilir. • Segmental rezeksiyon ya da lobektomi uygulanabilir. • Bronşları tıkayan kanser kitlesi ise, pnömonektomi yapılabilir. C.2-b) Bronşektazi Bronş obstrüksiyonu ve akciğer enfeksiyonun birlikte oluşması sonucu meydana gelir. Hastalığın oluşumunda en yaygın neden, çocukluk çağında geçirilen hastalıklar sırasında, hilus lenf bezlerinin genişlemesidir. Distal obstrüksiyona bağlı gelişen enfeksiyon, bronşiyol duvarlarına zarar vererek, onların elastikiyetlerini kaybetmesine ve dilate olmasına neden olur. Hastada öksürük, ateş ve balgam çıkarma görülür. Çıkarılan balgam miktarı enfeksiyonun derecesine ve lokalizasyonuna göre değişir. Akciğer dokusunu saran akut enfeksiyonların şiddetlendiği durumlarda hemoptizi, enfeksiyonun plevral boşluğa yayıldığı durumlarda ampiyem, enfekte olmuş materyalin beyne ulaştığı durumlarda ise serebral abseler görülür. Tanı için göğüs filmi, bronkoskop ve bronkografi yapılır. Göğüs filminde, bronşektazi için spesifik görüntü, etkilenmiş bölgede bal peteğine benzeyen damar ağıdır. Tıbbi tedavide, postural drenaj ve antibiotik tedavisi uygulanır. Bronşektazi akciğerin belli bir bölgesine lokalize olmuşsa cerrahi tedavi gerekir. Akciğerin 68 etkilenmiş bölgesi çıkarılarak kesin tedavi gerçekleştirilir. Hastalığın her iki akciğeride kapsamına aldığı durumlarda cerrahi tedavi önerilmez. C.2-c) Tüberküloz Günümüzde akciğer tüberkülozu olan hastaların çoğu, cerrahi girişime gerek kalmadan tıbbi tedavi ile iyileşmektedir. Buna karşın az sayıda da olsa cerrahi tedavi gerektiren vakalar bulunmaktadır. Bunlar; • Tedavi başladıktan 3 ay ya da 6 ay sonra hala kraşesinde tüberküloz basilinin pozitif ve özellikle mikroorganizmanın tüberküloz tedavisinde kullanılan majör ilaçlara karşı dirençli olduğu belirlene vakalarda, • Etkilenmiş lob ya da akciğerin hastalık nedeniyle harap olduğu durumlarda, • İnatçı hemoptizi vakalarında, • Tedaviye karşın, kavite görüntüsünün değişmediği vakalarda, • Tüberkülozla birlikte tümörden şüphelenildiği durumlarda, • Tedavisiyle ilgili verilen direktifleri yerine getirmeyen ve ilaç almadığı kanıtlanmış hastalarda cerrahi tedavi gerekir. Tüberkülozun cerrahi tedavisinde genellikle lobektomi, akciğerin total olarak zarar gördüğü durumlarda ise ender de olsa pnömonektomi yapılır. C.2-d) Ampiyem Plevral boşlukta iltihap toplanmasıdır. Genellikle akciğerde oluşan basit apseler bronşektazi, pnömoni ve tüberküloz gibi enfeksiyonlar sonucu sekonder enfeksiyon olarak görülür. Ayrıca torakotomi, özafagus perferasyonları ve göğüs yaralanmaları sonrası ampiyem gelişebilir. Hastada öksürük, göğüs ağrısı, dispne ve toksik ateş gibi semptomların yanı sıra bazen halsizlik, gece terlemesi ve kilo kaybıda görülür. Tanı için göğüs filmi çekilir, torasentez sonucu elde edilen sıvı örneğinde lökosit, eritrosit sayımı, enfeksiyon etkeni olan bakteri türünün belirlenmesi gibi çeşitli laboratuar incelemeleri yapılır. Ampiyem tedavisinde amaç, kavitenin boşaltılarak akciğerin yeniden ekspanse olmasını sağlamak ve enfeksiyonu kontrol altına almaktır. İlk olarak apse aspire edilir ve etkinliği belirlenen antibiotik tedavisi başlatılır. Sistemik ve plevral boşluğa lokal olarak verilen antibiotik tedavisinin yanı sıra kapalı drenaj uygulanır. Tedavi için bu uygulamaların yetersiz olduğu, apsenin kalın fibröz membranla 69 çevrildiği durumlarda cerrahi girişim gerekir. Torakotomi ya da dekortikasyon(bir organı saran seröz kılıfın bâzı patolojik olaylara bağlı olarak büzülerek ya da çevredeki dokulara yapışarak ilgili organın işlevlerini engellemesi durumunda başvurulan cerrahi girişim) yöntemleri kullanılarak apseli kavite rezeke edilir. C.3-BRONŞ VE AKCİĞER TÜMÖRLERİ C.3-a)Bronşiyal adenom Genellikle 20-40 yaş arasında her iki cinste ender görülen tümörlerdendir. Kanserleşme oranı düşüktür. Yavaş büyümelerinin yanı sıra metastaz yapabilirler. Tümör genellikle ana bronş mukozasından kaynağını alır. Kırmızı, ödemli, ülsere ve kanamalıdır. Bu nedenle hastada hemoptizi görülür. Ayrıca tümoral kitle bronşu tıkayarak akciğer lobu kollapsına neden olabilir. Bronş adenomlarında tanı, bronkoskopi ile konur, tedavi ise cerrahidir. Tümörle birlikte akciğerin etkilenmiş bölgesi çıkarılır ya da pnömonektomi uygulanır. C.3-b) Hamartoma Normalde akciğer dokusunda bulunan kıkırdak, fibroz doku, epitel gibi çok farklı sayıda elementleri içeren selim bir tümördür. Tümörün bu tipi herhangi bir semptom vermez, genellikle rutin olarak çekilen göğüs filminde ortaya çıkar. Hamartomayı kanserden ayırtetmek güç olacağı için tedavide en doğru yaklaşım torokotomi yapılarak, kitlenin çıkarılmasıdır. C.3-c) Akciğer kanseri Akciğer kanserinin nedeni bilinmemekle birlikte, hastalığın meydana gelişinde sigara içme ve hava kirliliği gibi iki önemli faktör üzerinde durulmaktadır. Araştırıcılar sürekli olarak, akciğer kanserinin sigara içenlerde içmeyenlere oranla on kez daha fazla görüldüğünü vurgulamaktadırlar. Endüstriyel ve atmosferik olan hava kirliliğide akciğer kanserinin gelişmesini etkileyen diğer faktördür. Arsenik ve kobalt madenlerinde ya da krom ve nikel endüstirisinde çalışan kişilerde hastalığın görülme sıklığı fazlalaşmaktadır. Erkeklerde kadınlardan daha fazla görülmektedir. Akciğer kanserinin tipleri Küçük hücreli (indiferansiye yulaf hücreli): Santral olarak lokalize olur lenf ve kan yoluyla yayılır. 70 www.hekimce.com/index Epidermal (yassı epitelyum hücre):Kaynağını plevra periferinden alır ve daha sonra merkeze doğru uzanarak ana bronşları tutar. Adenokarsinom: Kanser öncelikle fibrötik ya da skatrize akciğer dokusunda meydana gelir. www.mailce.com/akciger-kanseri Büyük hücreli: Periferde lokalize olur adenokarsinomdan daha geniş bir yer kaplar. Tanıya yardımcı olan bronş sekresyonunun sitolojik muayenesi dışında, spesifik bir laboratuar incelemesi yoktur. Lezyon genellikle akciğer grafisinde görülür. Lezyonun daha iyi belirlenmesi için tomografi çekilir 71 Akciğer kanseri tedavi yöntemleri 1.Cerrahi tedavi; Hastaların %75 gibi büyük bir çoğunluğu, hekime başvurduklarında inoperable durumdadır. Tümör göğüs duvarı ve mediasten içine yayılmış uzak metastazlar yapmıştır. Bu nedenle hasta ameliyat edilecek durumda değildir. Ancak hastaların %20 sinde, düşünülen cerrahi girişim uygulanabilir. 2.Radyoterapi: Akciğer kanserinde, kitlenin ameliyatla çıkarılmasının mümkün olamadığı durumlarda hastalığın semptomlarını hafifletmek için uygulanır. Ağrı, dispne, hemoptizi, disfaji ve mediastene ilişkin obstrüksiyonların giderilmesinde radyoterapi çok etkili olabilir. 3.Kemoterapi: Akciğer kanserinin tedavisinde kullanılan ilaçlarda sürekli olarak görülen gelişme gelecekte bu hastalığın prognozunun daha iyi olabileceği umudunu vermektedir. 4.Lazer tedavisi: Hastada bronş içi obstrüksiyona neden ve bronkoskop ile ulaşılabilecek bir yerde lokalize olan selim ya da habis tümörlerde, palyetif amaçla lazer kullanılır. Lazer tedavisiyle tümörün tıkadığı kısım açılarak oksijenlenme işlemi kolaylaşır. C.4 GÖĞÜS BOŞLUĞUNUN VE GÖĞÜS DUVARININ DEFORMİTELERİ Akciğerin ve göğüs duvarının anne karnında kusurlu gelişimine bağlı olarak çeşitli hastalıklar meydana gelmektedir. Bu anomolilerin olması hastanın kalp ve solunum fonksiyonlarını olumsuz etkileyebildiği gibi estetik sorunlarda yaratmaktadır. Cerrahi girişimlerle estetik yapı düzeltilebildiği gibi kalıcı solunum ve kalp fonksiyon bozukluklarıda önlenebilmektedir. D.EN SIK GÖRÜLEN GÖĞÜS DUVARI DEFORMİTELERİ D.1)Pektus eksavatum (kunduracı göğsü) En sık rastlanılan göğüs duvarı deformitesidir. Sternum ve alttaki kosta kartilajlarında arkaya doğru çökme vardır. Sternumun genellikle alt yarısı veya üçte ikisi etkilenmiştir. Deformitenin lateral kısımları üst ve alt kısımdan daha keskin köşelenme yapar. Bu deformiteye bağlı, hastada şişman karın görünümü ortaya çıkar. Pektus Eksavatum, hastaların çoğunda(%86) ya doğumda vardır veya hayatın ilk yılı içerisinde ortaya çıkar. Erkeklerde kadınlardan 3 kat daha fazla sıklıkta görülür, etyolojisi bilinmemektedir. Ayrıca, genetik faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Hastaların %37 sinin 72 ailesinde, göğüs duvarı deformitesi öyküsü vardır. Hastaların %15 kadarında skolyoz vardır ve %11 inde ise ailede skolyoz öyküsü vardır. Semptomlar nadiren erken çocukluk döneminde görülür. Erken adölesan döneminde spor yapmaya başlayınca kolay yorulma, dayanıksızlık ortaya çıkar. Deformite orta derecede veya şiddetli olduğunda kalp epeyce sola doğru yerleşir. İnspirasyon sırasındaki pulmoner ekspansiyon orta edercede sınırlanır.Bu hastaların çoğu astenik (güçten düşmüş) yapıdadır, kötü postüre sahiptir.Gevşek çıkıntılı bir karınları vardır.Ksifoid bifid, büküntülü veya yana doğru yerleşmiş olabilir. Pektus ekskavatumlu hastaların %2 sinde konjenital kalp hastalığı vardır. Çoğunda, kardiak lezyonların onarımı infantil dönemde, göğüs duvarı onarımı için uygun olan dönemden önce yapılır. Pektus ekskavatum deformitesinin şiddetinin doğru olarak değerlendirilmesinin yapılacak cerrahi işlemin haklı gösterilmesi ve postoperatif sonuçların iyiliği açısından büyük önemi vardır. Çöküntünün şiddetinin derecelendirilmesi için çeşitli yöntemler düzenlenmiştir. Bu yöntemlerin tümü primer olarak sternumun en çökük yeri ve omurga arasındaki mesafeyi kullanır. Her ne kadar pektus ekskavatum deformitesi kozmetik olarak kötüyse de asıl cerrahi endikasyonu fizyolojiktir. İyileşme dönemi 4-5 gündür. Operasyon sonrası ağrı kontrolü, solunum fizyoterapisi, hasta, ebeveyn eğitimine dikkat edilir. Taburcu dildikten sonra hastanın yavaşça normal, ancak kısıtlı aktivitelerine dönmesi beklenir. Çoğu hasta altı haftalık egzersiz kısıtlamaları (fiziksel antreman, ağırlık kaldırma vs) ile birlikte okula dönmektedir. Tedavi cerrahidir. Değişik yöntemler vardır. Tripod fiksasyon yöntemi sternal turnover ve nuss yöntemi ve Ravitch ameliyatı en etkin girişimdir. 73 Şekil:7 Pektus ekskavatum D.2)Pektus karinatum Pektus karinatum, göğüs duvarının protrüzyon deformitesidir. Pektus ekskavatumdan daha az sıklıkta rastlanır. Pektus karinatum, kosta kartilajlarının (kıkırdak) tek taraflı veya çift taraflı tutulumu ve sternumun üst veya alt çıkıntısında deformite spektrumlarından meydana gelir. Karışık deformite de görülebilir. Pektus karinatumun etyolojisi bilinmemektedir. Erkelerde kızlardan üç kat daha fazla görülür. Genellikle pektus ekskavatumdakinden farklı olarak, çocukluk ve adölesan dönemde ortaya çıkar. Pektus karinatum sadece üç hastada doğumda saptanmıştır. Hastaların hemen hemen yarısı pubertal büyümenin başladığı dönemde ortaya çıkar. Pektus karinatumlu hastaların %26’sı göğüs duvarı deformitesi olan aile öyküsüne sahiptir. Hastaların %15’inde skolyoz da eşlik eder, %12’sinde ise skolyoza sahip aile öyküsü vardır. Beraberinde skolyoz olan veya oldukça şiddetli deformiteye sahip hastalarda Marfan sendromundan şüphelenilmelidir. Kardiyopulmoner etkiler Bazı kaynaklara göre, pektus karinatumla direk ilişkili bir kardiyopulmoner bozukluk gösterilmemiştir. Başka kaynaklarda ise, pektus karinatumda pektus ekskavatumdan daha fazla pulmoner semptomlar olduğu bildirilmiştir. Lees ve Caldicort da erken sternal füzyon olan pektus carinatumlu çocuklarda %20 oranında konjenital kalp hastalığı insidansını bildirmiştir. Yine de bu lezyonların onarımı için göz önünde tutulması gereken yegane kriter deformitenin şiddetidir. Hastalar, sık lokal travmanın sonucu olarak protrüzyon bölgesindeki duyarlılıklarından yakınabilir. 74 Tedavi Pektus karinatum onarım yöntemleri yavaş yavaş gelişmektedir. Günümüzde hala kullanılmaya devam eden teknikte ise, sternumun ön korteksi aracılığı ile bir transvers osteotomi yaparak ve posterior korteksin fraktürü sayesinde, sternumun posteriora yer değiştirmesi sağlanmış ve öne protrüzyon düzeltilmiştir. Sonuçlar ve komplikasyonlar Son bahsedilen yöntemle genellikle başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Kan transfüzyonu nadiren gerekir. Pnömotoraks nadirdir ve genellikle sadece aspirasyon gerektirir. Tam olgun döneme girmeden ameliyat olmuş hastalarda yineleme nadirdir. Deformitenin uygunsuz rezeksiyonu ile kalıcı deformite de görülebilir. Şekil:8Pektus karinatum GÖĞÜSÜS VE AKCİĞER HASTALIKLARINDA TANIYA YARDIMCI TEST VE UYGULAMALAR 1-Akciğer fonksiyon testleri; Hastanın ameliyat ve anestezinin etkilerine karşı direnme yeteneğini ölçer. 2-Radyolojik inceleme; Akciğer grafisi, tomografi ve bronkografi gibi uygulamalar tanıyı doğrulamada yardımcıdır. 2-a)Akciğer grafisi ve tomografisi akciğerlerde lezyon varlığını, yerini ve kapladığı alanı belirlemede kullanılır. 2-b)Bronkografi; Bronşial dalların radyoopak madde ile doldurulduktan sonra röntgen de incelenmesidir. 3-Bronkoskopi ve biopsi: Bronkoskop ile larenks ve trakea yolu ile girilip, bronşial ağacın incelenmesidir. Bu uygulama bronşlardaki patolojik değişikliklerin belirlenmesine yardımcı olduğu gibi, istendiğinde biopsi alınmasını da sağlar. 75 4-Torakoskopi: Plevranın maling hastalıklarında, anestezi altında plevra boşluğuna yerleştirilen skop ile plevra boşluğunun incelenmesidir. 5-Mediastenoskopi: Mediastenoskop ile sternumun üst ucuyla, larenks arasındaki boşluktan girilerek mediastenin incelenmesidir. 6-Sitolojik muayene: Aspirasyon amacı ile plevra boşluğuna yerleştirilen kanülden sıvı örneği alınarak histolojik muayenesinin yapılmasıdır. GÖĞÜS VE AKCİĞER HASTALIKLARINDA UYGULANAN CERRAHİ YÖNTEMLER 1-Pnömonektomi Bir akciğerin tamamen çıkarılmasıdır. İşlem akciğer ile birlikte bir büyük pulmoner arter, iki büyük pulmoner ven ve bronşları da kapsamına alır. Akciğer çıkarıldıktan sonra geride kalan boşluğun hacmini küçültmek ve diyafragmanın yükselmesini sağlamak amacıyla ameliyat bölgesindeki frenik sinir kesilir. 2-Lobektomi Akciğerin bir lobunun çıkarılmasıdır. Bir lobla sınırlı hastalıklarda kullanılan bir yöntemdir. 3-Segmental rezeksiyon Hastalığın akciğerin bir segmentine lokalize olduğu durumlarda yalnızca etkilenmiş segmentin çıkarılması işlemidir. Böylece, sağlam akciğer dokusu korunarak fonksiyonlarını sürdürmesi sağlanır. 4-Wedge rezeksiyon Hastalığın çok küçük bir alanda sınırlı olduğu durumlarda, segmentin küçük bir parçası olan wedge çıkarılır. 5-Dekortikasyon Visseral ve parteyal plevra üzerinde oluşan kalın fibröz membranın çıkarıldığı cerrahi bir işlemdir. Yetersiz ve sınırlı solunuma neden olan dirençli membran, ampiyem, plevral akıntı ya da hemotoraksın gelişmesine neden olabilir. 76 GÖĞÜS VE AKCİĞER AMELİYATLARINDA HEMŞİRELİK BAKIMI 1-Ameliyat öncesi hemşirelik bakımı • Hastanın ameliyat ve ameliyat sonucuna bağlı gelişen anksiyetesini azaltmak amacı ile hasta ailesine bilgi verilir. Bilgilendirme, hastanın durumu, ameliyat hazırlığı, ameliyat öncesi, ameliyat sırası ve ameliyat sonrasında hasta ve ailesinin beklentilerinin neler olacağı ile ilgili açıklamaları içerir. • Akciğer hastalığı nedeniyle yetersiz olan havayolu temizlenerek sürekliliği sağlanır. Hastada bronşektazi akciğer apsesi ya da birikmiş sekresyon varsa akciğerleri enfekte materyalden temizlemek için postural drenaj uygulanır. Gerekirse antibiotik tedavisi başlanır (hekim istemi). • Hastanın beslenme durumu, protein ve vitaminden zengin yüksek kalorili bir diyetle kuvvetlendirilir. • Yeterli derece hidrasyonu sağlamak ve pulmoner sekresyonu atma gücünü yükseltmek için sıvı alımı arttırılır. 2-Ameliyat sonrası hemşirelik bakımı • Ameliyat bölgesindeki ağrıya bağlı olarak gelişen solunum yetmezliğini gidermek için açık hava yolu sağlanır. Bu amaçla; kan basıncı stabilize olur olmaz hasta her bir iki saatte bir ya da sekresyonun biriktiğini gösteren belirti varsa daha sık aralıklarla öksürtülür. • Farenks bölgesi aspire edilerek temizlenir. Bu uygulama aynı zamanda öksürük refleksini uyandırır. Hemşire hastaya oturur pozisyonda öksürürken yardımcı olur. Hastaya derin soluk alması ve soluğunu verirken öksürmesi söylenir. Öksürme ve aspirasyon işlemi sekresyonu atmak için yetersiz olursa expektoran (hekim kontrolünde) ilaçlar verilir. • Ağrı, ameliyat ve anestezi nedeniyle bozulan gaz değişimi düzeltilerek, akciğerlerin ventilasyon kapasitesi geliştirilir ve devamlılığı sağlanır. Bu amaçla hastaya oksijen tedavisi ilk 24-36 saat süreyle uygulanır. • Ameliyat sırasında kaybedilen sıvı ve kan genellikle ilk 24-48 saat içerisinde IV olarak verilen sıvı ve kan transfüzyonuyla replase edilir. Azalmış vasküler kompartımanın süratle dolması sonucu gelişen dispne, hırıltılı solunum ve köpüklü tükürükle belirlenen akciğer ödemini önlemek için verilen sıvının oranı dikkatle kontrol edilmelidir. • Hastanın göğüs drenleri ve toraks insizyonu nedeniyle ağrıya bağlı rahatsızlıkları giderilerek dinlenmesi sağlanır. 77 • İlaçlar ağrı artmadan ve düzenli olarak verilmeli öksürme ve derin soluk alma egzersizleri hasta ilacını aldıktan sonra yapılmalıdır. • Bulantı ve kusma kesilir kesilmez hastaya ağızdan sıvı verilebilir. • Ameliyatın ilk günü dört saatte bir pansumanı drenaj ya da kanam belirtileri açısından gözlenir. Drenleri kanama yönünden izlenir ve kaydedilir. • Hasta post-op birinci günde yardımla önce yatağında daha sonra sandalyede oturtulur. Bu arada nabız tansiyon solunum monitörden izlenir. Başdönmesi olup olmadığı gözlenir. Hastanın durumu stabil hale geldiğinde odanın içinde yürütülür. • İnsizyon ve göğüs drenlerinin olduğu bölge her pansuman değişiminde kızarıklık, hassasiyet akıntı ve ödem açısından gözlenir. • Hasta evde bakım ve rehabilitasyon konusunda eğitilir. 78 KAYNAKLAR 1. R.C.Becker, F.A.Spencer. Çeviri Editörleri: M.Dinçtürk, Y.Cingözbay Fibrinolotik Ve Antitrombotik tedavi İstanbul Nobel Tıp kitapevi 2008 2. C.Davies, Y.Bashir. Çeviri editörleri: V.Sansoy, S.Küçükoğlu kardiyovasküler aciller. Avrupa tıp kitapçılık 2004 3. R.Bojar. Çeviri editörleri: A.Sarıgül, G.Gökaslan erişkin kalp cerrahisinde perioperatif yaklaşım el kitabı. Atlas kitapçılık 2007 4. Editör: E.Duran Kalp damar cerrahi. Ulus matbacılık 2005 BU HEMŞİRELİK REHBERİNİN EĞİTİM PLANLAMA KOORDİNASYON KURULUNDAN ONAYI ALINMIŞTIR BUTEPECİK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ HEMŞİRELİK HİZMET İÇİ EĞİTİM DÖKÜMANIDIR. PARA İLE SATILMAZ, ÇOĞALTILAMAZ. 79