GİRİŞ VE AMAÇ

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
1. GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ
KLİNİK VEKİL ŞEFİ: PROF. DR. MUSTAFA GÜLMEN
KRONİK ANAL FİSSÜR TEDAVİSİNDE LATERAL
İNTERNAL SFİNKTEROTOMİ VE TOPİKAL
DİLTİAZEMİN KARŞILAŞTIRILMASI
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Burak DEMİRCA
İSTANBUL, 2005
1
TEŞEKKÜR,
Uzmanlık eğitimim süresince hekimlik sanatının bilgi ve inceliklerini öğrendiğim
değerli hocalarım Op. Dr. Ergin Olcay, Prof. Dr. Mustafa Gülmen ve Op. Dr. Selahattin
Vural’a, tecrübelerinden yararlandığım birikimlerini daima bizimle paylaşan servisimiz
uzmanları Op. Dr. Turgay Erginel, Op. Dr. Erhan Tunçay, Op. Dr. Hakan Acar, Op. Dr.
Gülay Dalkılıç, Op. Dr. Cengiz Menteş, Op. Dr. F. Cem Gezen’e ve çocuk cerrahisi
uzmanımız Op. Dr. Mustafa Candan, göğüs cerrahisi uzmanımız Op. Dr. İrfan Sancaklı’ya
en içten şükranlarımı sunarım.
Cerrahi eğitimim süresince birlikte çalışmaktan zevk aldığım, sevgi, saygı ve
anlayışın hakim olduğu bir ortamın oluşmasını sağlayan değerli arkadaşlarım Op. Dr. Barış
Tüzün, Op. Dr. Murat Karakoç, Op. Dr. Murat Çalıkapan, Dr. Feyyaz Onuray, Dr. Canan
Erdem, Dr. Mehmet Karabulut, Dr. Engin Baştürk, Dr. Ali Alıcı ve Dr. Tolgay Akın’a
teşşekkür ederim.
Birlikte çalıştığımız, daima bana karşı sabırlı ve höşgörülü davranan ve hiçbir
konuda desteğini esirgemeyen Op. Dr. Nimet Süslü’ye en içten teşekkürlerimi sunarım.
Hayatımın her anında desteğini yanımda hissettiğim aileme minnetlerimi iletmeyi
bir borç bilirim.
Dr. Burak Demirca
2
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ
1
GENEL BİLGİLER
Anal Kanalın anatomisi
2
Anal Kanal fizyopatolojisi
6
Anal Fissürde Etiyoloji ve Patogenez
7
Anal Fissürde Klinik Bulgular
10
Anal fissürde Tanı
11
Anal Fissürde Ayırıcı Tanı
12
Anal Fissürde Tedavi
12
MATERYAL VE METOD
19
BULGULAR
22
TARTIŞMA
27
SONUÇ
33
KAYNAKLAR
34
3
GİRİŞ VE AMAÇ
Anal fissür, anal bölgenin en sık görülen patolojilerinden olup, anal verge ile linea
dentata arasındaki skuamöz epitel ile döşeli anal kanalda dikey doğrultuda çatlak, yırtık
şeklinde bir ülserdir. Anal fissüre her yaşta rastlanabilirse de en sık genç ve orta yaşlarda
görülür. Cinsiyet dağılımı açısından önemli bir fark yoktur(1,2).
Anal fissür tanısı konduktan sonra topikal medikal uygulamalardan cerrahi
sfinkterotomiye kadar uzanan birçok tedavi seçeneği bulunmaktadır. Fissür tedavisinde
amaç, anal sfinkterdeki spazmı azaltmak veya ortadan kaldırmaktır. Anal fissür tedavi
edilmezse ilerleyen zamanlarda fissüre ait komplikasyonlar ortaya çıkabilir, bu da hastanın
yaşam kalitesini düşürür(2,3).
Birçok çalışmada anal fissürün iskemik orijinli olduğu, cerrahi veya kimyasal olarak
anal sfinkter basıncının düşürülmesi ile anal fissürün iyileşeceği iddia edilmiştir. Anal
fissürde cerrahi tedavi yöntemlerinin birtakım komplikasyonlarla sonuçlanması nedeniyle
daha az invaziv yöntemleri araştırmaya yönelik çalışmalar giderek artmıştır. Literatürde
kimyasal sfinkterotomi ile anal sfinkter basıncının düşürüldüğü kanıtlanmış ve pek çok
çalışmada değişik ajanlar kullanılmıştır. Kimyasal sfinkterotomide topikal gliseril trinitrat
(GTN), nifedipin ya da diltiazem gibi kalsiyum kanal bloklerleri, botilinum toksini gibi
ajanlar denenmiştir. Topikal GTN’nin, fissürü iyileştirmesine rağmen önemli yan etkisinden
dolayı kullanımı kolay olmamıştır. Oral nifedipin ve oral diltiazem GTN’ye alternatif olarak
sunuldu, ancak bunların da önemli yan etkileri oldu. Son dönemlerde topikal diltiazemin
anal fissürü iyileştirmede etkili olduğu ve yan etkisinin minimal olduğunu ileri süren
birtakım çalışmalar yapılmıştır(4-9).
Bu çalışmada kronik anal fissür tedavisinde lateral internal sfinkterotomi ve topikal
diltiazem pomad uygulanarak, her iki tedavi yöntemi fissürün iyileşmesi ve komplikasyon
gelişimi açısından değerlendirilmiştir.
4
GENEL BİLGİLER
ANAL KANALIN ANATOMİSİ
Anal kanal, gastrointestinal traktusun son kısmı olup 3-5 cm uzunluğundadır.
Rektumun levator kasını delerek geçtiği noktadan (puborektal halka) başlayıp anüsün
ağzında sonlanır. Normalde tonik bir kasılma içinde olup devamlı kollaps durumundadır.
Anal kanal ve çevresi abse, hemoroid, fistül, fissür gibi sık rastlanan bazı hastalıkları
barındırabilir. O nedenle anal kanalın ve etrafını saran kas yapılarının anatomisi iyi
bilinmelidir(3,10).
Arkasında koksiksle bağ, yağ ve fibromuskuler doku ile ilişkidedir. Her iki yanında
inferior hemoroidal damarları, lenfatikleri ve sinirleri içeren yağ dokusundan oluşan
iskiyorektal fossalar bulunur. Önde erkeklerde ürogenital diyafragmanın arka kenarıyla
komşudur ki, bu bölge membranöz üretrayı içerir. Kadınlarda ise önde vajina ile komşuluk
gösterir(3,10,11).
Anal kanal tanımlamalarında anatomik ve cerrahi anal kanal olmak üzere iki farklı
tarif kullanılmaktadır. Anatomik anal kanal, anal verge ile linea dentata arasında kalan
kısımdır. Cerrahi anal kanal ise, anal verge ile ano-rektal halka arasında kalan 3-4 cm’lik
bölümüdür(11).
Anal kanalın iç örtüsü
Anal kanal iç örtüsü başlıca 2 yönde değişim göstermiştir: yukarıda mukoza, aşağıda
cilt. İki örtü arasındaki sınır linea pektinea ya da linea dentata olarak adlandırılır. Bu
hizadaki valvler proktodermal membran kalıntılarından meydana gelmiştir. Her valv
üzerinde küçük bir oyuk vardır (anal kript). Linea pektinea üzerinde mukoza, uzunlamasına
8-14 kıvrım yapar (Morgagni kolonları). Yan yana iki kolon linea pektinea hizasında anal
valv ile birleşirler. Linea pektineanın hemen üzerinde anal kanal çok sıralı küboid epitel ile
örtülüdür. Yaklaşık bir cm uzunluğundaki bu transizyonel mukoza (Hilton’un beyaz çizgisi)
tek katlı kolumnar rektum mukozası ile devam eder. Anal kanal, linea pektineanın altında
farklı bir cilt ile kaplıdır. Kıl, ter ve yağ bezleri içermeyen bu deriye pekten adı verilir.
5
Pekten kıl ve ter bezleri içeren normal deri ile devam eder. İki farklı deri arasındaki sınır
anal verge olarak adlandırılır(3,11,12).
Anal bezler
Anal kanal mukozası, kanal dışına doğru dikine uzantılar oluşturur. Sayıları 4-8
arasında değişen bu anal bezler kısa bir duktusla anal kriptalara açılırlar. Bazen aynı
kriptaya birden fazla duktus ulaşır. Anal kriptaların karşısına duktus açılmaz. Anal bezler
submukozada ve iç sifinkter içinde yerleşirler, ancak dış sfinktere ulaşmazlar. Anal bezler
anal valvlerden aşağıya dışa doğru uzanırlar, linea dentatanın üzerine çıkmazlar. Anal
bezlerin mukoza örtüsü çok sıralı kolumnar tiptedir. Sekretuvar işlemleri tartışmalıdır. Anal
kriptaların kör uzantıları olarak değerlendirilirler. Bezin kriptaya açılan deliği dışkı ile
tıkandığı zaman bezde infeksiyon oluşur, anal bölge abselerine ve fistüllerine zemin
hazırlanır. Aynı bezler anal kanal adenokanserlerine kaynaklık eder(2,3,11).
Anal kanal kas yapısı
Bölgede iç ve dış anal sfinkterler, longitudinal kas ve levator aniyi oluşturan kaslar
bulunur. Levator ani kası, pelvik tabanı yapar ve pelvis ile perine gövdesi arasında bir
ayıraç oluşturur. Kemik pelvisten başlayarak huni şeklinde bir kas yapısıdır. Rektum, üretra
ve vajina levator aniden geçerek perineye ulaşır. Levator ani kası üç kısımdan oluşur:
İliococygeus kası, puborektalis kası ve pubococygeus kası(3,10,11,13).
Eskiden internal sifinkterin, fekal inkontinansta tek başına sorumlu olduğuna dair
bir görüş mevcuttu. Farklı yazarlar, fekal kontinansın sağlanmasında eksternal sifinkterin de
major ve minör görevleri olduğunu bildirmişlerdir. Milligan ve Morgan 1934’de eksternal
sfinkteri subkutan, süperfisyel ve derin olmak üzere üç kısıma ayırmışlardır(14). Shafik
1970’de üç halka teorisini ortaya koydu. Puborektalis kası, eksternal sfinkterin üst
halkasının bir parçası olarak tanımladı. Shafik, fekal kontinansın sağlanmasında
puborektalis kasının önemini vurgulamıştır. Goligher, Vesaliusun 1543’de tanımladığı
şekilde eksternal sfinkterin bir bütün olduğunu belirtti. Normal fonksiyon gösteren
eksternal sifinkterli kişilerde bile puborektalisin kesilmesi inkontinans ile sonuçlanacaktır.
Goligher ve diğer yazarların da belirttiği gibi eksternal sifinkter, gerçekte bir bütün olup tek
bir kas birimi olarak görev yapar. Eksternal sifinkterin bölümlere ayrılma düşüncesi kas
liflerinin lokalizasyonunu ve belirlenmesini kolaylaştırmak amacıyladır. Eksternal anal
6
sifinkter, sosyal olarak uygun yer ve zamana kadar defekasyonun tutulmasında ilk olarak
sorumludur(3,13-15).
İç (internal) anal sfinkter: Rektumun, sirkuler kas tabakasının anal kanal etrafında
kalınlaşmasıyla oluşan uzantısıdır. Linea dentatanın 8-12 mm distalinde, ‘anal verge’in ise
6-8 mm proksimalinde kalın bir halka ile sonlanır. Düz kas yapısına sahiptir. Otonom
sinirlerle innerve olur. Parasempatik sinirler inhibitör, sempatik sinirler uyarıcı etkiye
sahiptir. Bu kasın alt kısmı intersfinkterik oluk olarak belirlenmiştir. Eksternal sfinkterin
derin ve yüzeyel kısımları tarafından çevrelenmiştir. İnternal sfinkterin dışında rektumun
longitudinal kası bulunur. Bu kasa ait lifler yukarıda puborektalise ait lifler ile değişirler,
aşağıda ise birkaç lif eksternal sfinkter lifleri arasında uzanarak anüs derisine ulaşır ve
‘corrugatör’ diye adlandırılan kısımları meydana getirirler. İnternal anal sfinkter, anal
kanalın istirahat halindeki basıncın %80-85’ inden sorumludur(3,12,13,16,17).
Dış (eksternal) anal sfinkter: İç sfinkteri çevreler. Çizgili kas yapısındadır. İstemli kasılır.
Eksternal sfinkter kompleksi pelvik tabanın aşağı kısmında yerleşmiştir. Tek bir
fonksiyonel birim olarak hareket eden üç kas halkasından oluşur. Bunlar; subkutan,
süperfisyel ve derin parçadır. Subkutan parça anülerdir ve internal sfinkterin altında
yerleşmiş olup derinin hemen altındadır. Arkada bu lifler anococygeal rafe ve rektumun
longitudinal kası ile birleşirler. Önde birkaç lif transvers perinei lifleri ile devam edebilir ve
eksternal sfinkterin süperfisyel kısmındaki liflerle birleşirler. Süperfisyel eksternal sfinkter
oval biçimlidir. Lifler internal sfinkteri çevreler. Subkutan sfinkterlerin üst kısmı
süperfisyel sfinkter tarafından örtülmüştür. Karşılığında bu sfinkterin üst kısmı eksternal
sfinkterin derin parçası ile sarılmıştır. Bu lifler arkada koksiksten çıkar ve anüsü sarar.
Önde birkaç lif perineal gövdeye ve bulbokavernöz
kasa tutunur. Kadında bazı lifler
vajinanın dışındadır. Birkaç lif transvers perinei kasıyla birleşir. Derin eksternal sfinkter
pelvik tabanın hemen altında yerleşmiş olup, internal sfinkteri çevreler. Puborektalisin bazı
lifleri eksternal sfinkterin derin kısmına ait liflere katılır ve birleşir. Önde bu lifler perineal
gövdenin ve bulbokavernöz kasın yapısına katılırlar(3,13).
Ano-rektal halka
Bu kavram 1934 yılında Milligan ve Morgan tarafından ano-rektal bileşke
hizasındaki sağlam kas kitlesini ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Ano-rektal halka iç ve
7
dış sfinkterlerin üst bölümlerinden ve de puborektal kasın arka ve yan bölümlerinden
oluşmuştur. Halka arkada ve yanda kuvvetli, önde ise kısmen zayıftır(13,14).
Anüs kas yapısının parmakla muayenesi için parmak rektuma sokulduktan sonra
arka yan doğrultuda duvara doğru bastırılarak geri çekilirse, ‘anal verge’den 3-4 cm
yukarıda kuvvetli kas yapısından oluşan ano-rektal halka palpe edilir. Abse ve fistüllerin
tedavisinde ano-rektal halkanın belirlenmesi önemlidir. Girişim sırasında iç ve dış
sfinkterlerde meydana gelebilecek kısmi kayıplar ciddi kontinans sorunu yaratmadığı halde
halkanın tümüyle kesilmesi hemen daima inkontinansla sonuçlanır(13,15,17).
Rektum ve anal kanalın damar yapısı
1- Arterler:
Süperior rektal (hemoroidal) arter; arteria mezenterika inferiorun uç dalıdır,
sigmoid kolon mezosu içinden üst rektuma ulaşır, sağ-sol iki yan dala ayrılarak küçük
dallar halinde rektum duvarına girer. Orta rektal (hemoroidal) arter; arteria iliaka
internanın yan dalıdır, 1/3 alt rektum ile anal kanalın üst bölümünü besler, lateral ligaman
içinde ilerleyerek rektuma ulaşır. İnferior rektal (hemoroidal) arter; arteria pudentalis
internadan çıkar ve iskio-rektal fossayı geçip anal sfinkterlere ulaşır. Orta sacral arter; aort
bifurkasyonunun 1 cm üzerinden çıkar, terminal dalları anokoksigeal rafeye ve anal kanala
ulaşır. Bu arterler arasında geniş kollateral ağlar mevcuttur(3,7,10,12,13,18).
2- Venler:
Vena hemoroidalis süperior vena mesenterika inferior aracılığıyla portal sisteme
dökülür. Vena hemoroidalis media ve inferior , vena iliaka interna aracılığı ile sistemik
dolaşıma dökülür. Böylelikle anal kanal çevresinde porto-sistemik doğal bir şant ortaya
çıkmaktadır(3,10,13,18).
Rektum ve anal kanal lenfatikleri
Lenf kanalları arterleri izlerler. Rektumun 1/3 üst ve 1/3 orta bölümünün lenfi
mesenterika inferior lenf bezlerine boşalır. Rektumun 1/3 alt bölümünün lenfi yukarıya
doğru mesenterika inferior lenf bezlerine, yana doğru iliaka interna lenf bezlerine boşalır.
Anal kanalın linea dentata üzerinde kalan bölümünün lenfi mesenterika inferior ve iliaka
interna lenf bezlerine doğru boşalır. Anal kanalın linea dentata altında kalan bölümünün
lenfi çoğunlukla inguinal lenf bezlerine boşalır(13).
8
Rektum ve anal kanalın inervasyonu
İnternal anal sfinkter otonom sinir sistemi ile inerve olur. Sempatik uyarı motor,
parasempatik uyarı ise inhibitör etki yapar. Eksternal anal sfinkterin istemli kasılması,
pudental sinirin alt hemoroidal dalına ve 4. sakral sinirin perineal dalına aittir. Levator
aninin istemli kasılması, üstten 4. sakral sinire, alttan ise pudental sinirin alt hemoroidal ya
da perineal dallarına aittir. Perineal cilt ve linea dentatanın altındaki anal kanal bölümünün
duyusu alt hemoroidal sinir tarafından iletilir. Bu bölüm cerrahi işlemlere son derece
duyarlı olduğu için anestezisi yeterli şekilde sağlanmalıdır. Linea dentatanın üzerinde kalan
anal kanal bölümünde dokunma ya da pensle tutma sırasında hissedilen künt duyum
parasempatik liflerle iletilmektedir. Bu bölgenin sensoryal inervasyonu bulunmadığından,
linea dentatanın 1 ya da 2 cm üzerine yapılan enstrumantal uygulamalar sırasında anestezi
gerekmemektedir(13,15-17).
ANAL KANAL FİZYOPATOLOJİSİ
Rektum çoğu zaman boştur, gaita bulunmaz. Bu kısmen, anüsten 20 cm yukarıda ,
sigmoid kolon ile rektum arasındaki kavşakta zayıf bir fonksiyonel sfinkterin
bulunmasından ileri gelir. Burada keskin bir açının bulunmasında rektumun olmasına karşı
direnç oluşumunda etkilidir. Bununla beraber kitle hareketleri feçesi rektuma ittiği zaman,
normal olarak defekasyon isteği doğar ve rektumda kontraksiyon, anal sfinkterde gevşeme
görülür(19,20). Feçesin anüs yoluyla damla damla çıkması iki sfinkterin kasılmasıyla önlenir:
Anüsün iç yüzündeki sirküler düz kas kitlesinden oluşan internal anal sfinkter ve internal
anal sfinkterin etrafında bulunan ve dışa doğruda yayılan istemli çizgili kastan yapılı
eksternal anal sfinkter.
Defekasyon refleksleri
Normalde defekasyon, defekasyon refleksleri ile başlar. Feçes rektuma dolduğu
zaman rektum çeperinin gerilmesi afferent impulsları başlatır. Bu sinyaller myenterik
pleksus yoluyla yayılarak inen kolon, sigmoid ve rektumda peristaltik dalgaları başlatır ve
feçes anüse doğru itilir. Peristaltik dalganın anüse ulaşmasıyla inhibitör sinirlerle internal
9
anal sfinkter inhibe olur ve eğer eksternal anal sfinkter de gevşerse defekasyon olur. Bütün
bu etkilere kolonun intrensek defekasyon refleksi adı verilir. Ancak bu refleks kendi başına
zayıftır.
Defekasyonun
gerçekleşmesi
için
öteki
tip
defakasyon
refleksleriyle
kuvvetlendirilmesi gerekir. Medulla spinalisin sakral segmentleriyle ilgili bir parasempatik
defekasyon merkezi bulunmaktadır. Rektumun afferent lifleri uyarıldığı zaman sinyaller
medulla spinalise ulaştıktan sonra, pelvik sinir içindeki parasempatik liflerle inen kolona,
sigmoid kolona ve anüse impulslar gönderilir. Bu parasempatik sinyaller peristaltik
dalgaları şiddetlendirerek, internal anal sfinkteri gevşetirler. Böylece etkisiz olan intrensek
defekasyon refleksinin zayıf hareketleri güçlü bir defekasyon refleksine dönüşür. Bazen
fleksura lienalisten anüse kadar ilerleyen bir hareketle kalın barsak boşalır. Medulla
spinalise gelen afferent sinyaller, aynı zamanda derin bir nefes alma, glottisin kapanması ve
abdominal kasların kasılarak fekal maddeyi aşağı doğru itmesi gibi işlemleri de başlatır.
Aynı zamanda pelvis tabanı anüs üzerinde aşağı ve dışa doğru çekilerek feçesin boşalmasını
sağlar(3,19,20).
ANAL FİSSÜRDE ETİYOLOJİ VE PATOGENEZ
Anal kanal üzerinde linea dentatanın distalinde longitudinal yerleşimli bir epitel
çatlağı olan anal fissür kronikleştiği zaman anal ülser olarak isimlendirilir. Sık görülen ve
oldukça ağrılı olan anal fissür her yaşta saptanmasına karşın en çok 30’lu ve 40’ lı yaş
gruplarında gözlenir ve her iki cinste görülme sıklığı eşittir. Erkeklerin %99’unda,
kadınların %90’nında anal fissür posteriorda orta hatta yerleşmektedir. Erkeklerin kalan %
1’i, kadınların ise kalan %10’unda genellikle anterior orta hat yerleşimi görülmektedir.
Fissürün daha çok posterir orta hatta görülüşünü de açıklamak zordur. Eksternal sfinkterin
orta bölümünün eliptik yapıda oluşu nedeniyle arka ve ön orta hat bölgelerinin yanlara göre
daha zayıf destek görüşü ile açıklanmaya çalışılmıştır. Kadınlarda anterior yerleşimli anal
fissürlerin 10 kat daha fazla olmasında eksternal sfinkterlerin ön tarafta anal kanal epiteline
sağladığı desteğin erkeklerden daha zayıf olması ile açıklanabilir. Kadavralarda yapılan bir
çalışmada anal kanal zorlanarak açıldığında epiteldeki yırtığın hemen her zaman posterior
orta hat üzerinde olduğu görülmüştür. Başka bir gözlemde de anal kanala yerleştirilen
ekartör biraz fazla açıldığında epiteldeki ilk yırtılmanın büyük bir sıklıkla posterior orta
10
hatta olduğu saptanmıştır. Anal fissürlerde posterior yerleşimini açıklayabilmek için bir
başka teori de anal kanal kanlanması üzerine kurulmuştur. Kadavraların inferior rektal
arterlerinde yapılan anjiografik çalışmalarında %85 olguda posterior orta hattın anal kanalın
en az kanlanan bölümü olduğu ortaya konmuştur. Kanlanması zaten az olan bu bölgede
inferior rektal arterin epidermisi besleyen dalları kasılmış olan internal sfinkterden geçerken
daha da sıkışacağı için canlılarda bu bölgedeki epitel iskemisinin göreceli olarak artacağı
düşünülebilir(3,10,13,18,19). Klosterhalfen’in postmortem çalışmalarında inferior rektal arterin
küçük dallarının internal sfinkter içerisine dik açı ile girdikleri ve posteriorda kanlanmada
eksiklik olduğu görülmüştür. Üstelik internal sfinkterde spazm ile posteriorda kan akımı
iyice azalmaktadır. Schouten ve arkadaşları yaptıkları maksimum anal istirahat basıncının
(MAİB) ve Doppler lazer flowmetriler ile anodermin kanlanmasını incelemişlerdir. Ve
posterior komissürde diğer kadranlara oranla kanlanmanın daha az olduğu ve beraberinde
MAİB ve kanlanmanın ters orantılı olduğunu görmüşlerdir(3,10,13,19-21).
Anal fissürün etiyolojisi kesin belli değildir. Travma, anal kanalın anatomisi,
sfinkter işlev bozukluğu ve iskemi fissür oluşumuna katkıda bulunabilir. En çok kabul
gören teori, defekasyon sırasında anal kanalın uğradığı mekanik travmadır. Sert dışkılama
neden olabileceği gibi, patlayıcı tarz sıvı bir dışkılama da aynı etkiyi oluşturabilir. Eksternal
sfinkterin eliptik uzanımı anal kanala anteroposterior aksta daha az destek sağladığından, bu
bölgeler travmaya daha açık durumdadırlar. Anal fissürün başlıca sebepleri kabızlık, doğum
eylemi veya doğumdan sonraki ilk bir iki günde tuvalete çıkışın geciktirilmesidir. Diğer
sebepler arasında; proktit, rejyonel enterit veya ülseratif kolit gibi enflamatuar barsak
hastalıkları da sayılabilir. Ağrıya karşı son derece duyarlı olan anal bölgedeki herhangi bir
çatlak, az çok ağrıya; o da anal kaslarda spazma, yorulma ağrısına, kan dolaşımında
bozulmaya, yani iskemiye yol açar. İskemi halinde ağrı daha da artar ve yara beslenmesi
bozulur, iyileşme gecikir, hatta kötüleşir(20,21).
Akut fissürlerin çoğu kendiliğinden iyileştiği halde, iyileşmeyenlerde sekonder
değişiklikler oluşur. Zamanla fissürün distalindeki deri ödemli ve büyümüş hale gelerek
fibröz bir skin tag oluşturur ve sentinel pili adını alır. Fissür hizasındaki anal papillada
benzer değişikliklere uğrayarak büyüme gösterir. Bu değişiklikler kronik düşük dereceli
enfeksiyona bağlı değişikliklerdir. Zamanla fissür kenarları fibrotik hale gelir. Kronikleşme
11
sürecinde fissür tabanında internal anal sfinkter görülmeye başlanır. Zamanla invazif
enfeksiyon meydana gelerek intersfinkterik abselere neden olabilir, bu abseler anal kanala
açılabileceği gibi perianal abse şeklinde de ortaya çıkabilir(10,13,20,21).
Pek çok araştırıcı anal fissürlerin neden bazılarının iyileşip, bazılarının kronikleştiği
sorusuna cevap bulmaya çalışmışlardır ve çalışmalar sırasında kronik fissüre sahip
hastalarda internal anal sfinkterde çeşitli anomalilerle karşılaşmışlardır. Farouk ve
arkadaşları bu hastalarda internal sfinkterin diğer hastalara oranla daha az spontan
relaksasyona uğradığını görmüşlerdir. Nothman ve Schuster ise rektal distansiyona bağlı
normal relaksasyon sırasında internal sfinkter basıncında bir ani artış tesbit etmişlerdir.
Anorektal manometri ölçümleri kronik anal fissüre sahip hastalarda MAİB’nın artmış
olduğunu göstermiştir. Ayrıca yine bu ölçümlerde baz basıncında varyasyonlar olan ultra
kısa dalgaların diğerlerine göre daha az olduğunu göstermişlerdir. Işte bu iki sorun lateral
internal sfinkteretomi sonrası normale dönmektedir(21-23).
Anal fissürlü olgularda internal sfinkterin istirahat basınçları normal kontrol
gruplarına oranla daha yüksek bulunmaktadır. Bu anormal yüksek basıncın anal fissürün bir
sonucu mu yoksa fissürün hazırlayıcı faktörü mü olduğu tam olarak belirlenmemiştir. Tek
başına internal sfinkterotomiden sonra fissürde görülen iyileşme, sfinkterotomi sonrasında
internal sfinkterdeki istirahat basıncının kontrol gruplarındaki seviyelere düşmesi ile
açıklanabilir. Internal sfinkterde saptanan bu spazm kişilerin yaşamlarındaki psikolojik
streslerede bağlanabilir. Rektumda oluşan distansiyon sonrasında normalde internal
sfinkterde gevşeme olur. Ancak anal fissürlü olgularda oluşan bu gevşemeden hemen sonra
belirgin ve uzamış bir kasılma saptanır. ‘Overshoot fenomeni’ olarak adlandırılan bu
sekonder sfinkter spazmı kontrol grubu normal insanlarda %26 oranında saptanırken, anal
fissürlü olguların %90’nında gözlenmiştir. Bu uzamış sfinkter spazmı fissür gelişiminde rol
oynadığı gibi, hastalarda dışkılama sonrasında devam eden ağrının oluşumunada katkıda
bulunmaktadır(3,10,13,19,20).
Nadiren Crohn hastalığı, tüberküloz, lösemi, sfilis, AIDS ve cinsel temasla geçen
diğer hastalıklar ve de anal kanserler anal fissür oluşumunda rol oynayan diğer etkenlerdir.
Travma dışındaki nedenlerle oluşan fissürler anal kanaldaki yerleşimlerinin orta hat dışında
12
oluşu, çoğu kez yüzeysel ve multipli lomaları, geniş tabanlı ve kenarlarının düzensizliği
gibi özellikleri ile ayırt edilirler(20,21).
ANAL FİSSÜRDE KLİNİK BULGULAR
En önemli yakınma ağrıdır. Ağrı, defekasyonla başlayıp sonrasında devam eden
şiddetli, keskin bir karakterdedir. Bazen o kadar şiddetli olur ki hastalar defekasyona
çıkmaktan sakınırlar. Bazen ağrıya kanama eşlik edebilir. Kanamanın her zaman görülmesi
kural değildir. Miktarı az olup genellikle defekasyon anında görülen açık kırmızı renkli taze
kanamadır. Fissür kanalından gelişecek akıntı perianal bölgeyi nemli ve ıslak tutar. Bu
bölgede gelişecek irritasyon sonucu inatçı kaşıntılar görülebilir(1,3,10).
Ağrı açısından dışkılamalar arasındaki sürede hastalar nispeten daha rahattır. Ağrı
ile anal kanaldaki lezyonun boyutları arasında oran yoktur. Tedavide bu ağrı kısır
döngüsünün kırılması önemlidir. Anal fissürdeki bu yoğun ağrıya çıplak fissür zeminindeki
duyusal sinir uçlarının açığa çıkması kadar, internal sfinkterdeki spazmın katkısı da vardır.
Fissürün ağrısız olduğu durumlarda ise etiyolojik faktör olarak enflamatuar barsak
hastalıkları, tüberküloz, sifiliz gibi nedenler göz önünde bulundurulmalıdır(3,10,13,20).
Kronikleşen anal fissürlerde ağrı ve kanama yakınmaları akut formlardaki kadar ön
planda değildir. Bu hastalar defekasyondan sonra ellerine gelen hipertrofik papilla sebebiyle
de hekime başvurabilirler. Kronik fissür zemininde enfeksiyon nedeniyle oluşan püy ve
akıntı iç çamaşırları ıslatacak kadar fazla olabilir ve hastalarda anal kaşıntı yakınmaları
gözlenebilir. Ağrının yoğun olduğu anal fissürlerde dizüri, idrar retansiyonu ve genital
sistemi ilgilendiren yakınmalar olabilir(10,13,19,24).
Akut-kronik anal fissür ayırımı
Kronik anal fissür 8-12 haftadan fazla süren semptomlar, fissür tabanında kas
liflerinin görülmesi, sentinel pilinin olması şeklinde tanımlanmaktadır. Bazı kaynaklara
göreyse 4 haftadan fazla süren ağrı ya da daha kısa süreli ama geçmişte benzer epizodlar
yaşamış ise kronik anal fissürdür. Kronik anal fissürün fizik muayene bulguları fissürün
distalinde sentinel pili olması, fissür traktının hissedilmesi ya da fissürün proksimal
sınırında polip bulunmasıdır. Herhangi bir fizik muayene bulgusu ya da semptomunun
bulunması kronikleşmeyi tariflemek için yeterlidir. Sentinel pili, hipertrofik papilla ve
13
fissür tabanındaki oluşan değişiklikler kronik anal fissürü akut anal fissürden ayırır. Tüm bu
değişiklikler organizmanın iyileşemiyen fissürü korumaya yönelik çalışmalarıdır(3,19,21,24-26).
Kronik enflamasyon ve lenfatik akım bozukluğu nedeniyle fissür üst ucundaki anal
papilla hipertrofiye olur ve sert, beyazımsı, polipoid bir kitle haline gelir. Bu kitleye
hipertrofik anal papilla adı verilir. 3-4 cm büyüklüğe kadar ulaşabilen anal papilla
neoplastik bir oluşum değildir. Ancak adenomatöz poliplerle karıştırılabilir(3,10,13,20).
Fissür tabanında zaman içinde bazı değişiklikler olur. Fissürün kenarı belirginleşir
ve kronik enfeksiyon nedeniyle tabanında püy görülebilir. Fissür tabanında görülebilen
longütidonal uzanan kas lifleri zaman içinde kronik irritasyon ile silinir ve yerine sirküler
uzanan internal sfinkter lifler belirginleşir. Olay daha da devam ederse ülser tabanındaki
kronik infeksiyon ve enflamasyonun etkisiyle zeminde uzanan internal sfinkter liflerinde
fibrotik değişiklikler başlar. Çok ileri evrelerde internal sfinkterdeki bu değişiklikler
hastada anal stenoza kadar ilerleyebilir(3,10,13,24).
Fissür tabanındaki düşük dereceli enfeksiyon kronik enflamasyon ve oluşan lenfatik
akım bozukluğu sebebiyle fissürün alt kenarındaki cilt kıvrımı ödemlenir ve şişer. Büyüyen
bu cilt kıvrımına sentinel pili (skin tag, nöbetçi cilt pilisi) denilir. Kronik infeksiyon
zemininde zamanla sentinel pili tabanında abse gelişip spontan drene olabilir. Bu durumda
iç deliği fissür alt kenarında olan sentinel pili tabanında oturmuş süperfisyel anal fistülde
gözlenebilir(10,13,20).
Anal fissürlerin histopatolojik incelemesinde nonspesifik enflamatuar değişiklikler
dışında başka bir özel bulgu yoktur. Kronik anal fissür nedeniyle internal sfinkterotomi
uygulanan olgulardan alınan sfinkter liflerindeki incelemelerde fibrotik değişiklikler ortaya
konulmuştur. Eğer lezyon enflamatuar barsak hastalıkları, tüberküloz, sfiliz gibi spesifik
nedenlere bağlı ise histopatolojik incelemede bunlara ait ipuçları elde edilir(3,10,24).
ANAL FİSSÜRDE TANI
Anal fissürün tanısı kolaydır. Hastanın yakınmaları fissürü düşündürür. Kalçaların
dışa doğru nazikçe çekilmesi ile çoğu kez fissürün kendisi ve hipertrofik papilla görülür.
Kuşkulu durumlarda rektal tuşe ve anoskopi yararlı olabilir. Ancak şiddetli ağrı nedeniyle
14
bu işlemler lokal anestezik pomatlar sürüldükten sonra ya da genel anestezi altında
yapılmalıdır(24).
ANAL FİSSÜRDE AYIRICI TANI
Anüsün epidermoid karsinoması ve anal kanalı tutan rektum adenokarsinoması da
ağrılı defekasyona neden olabilir. Ancak bu lezyonlar, görüntü olarak genellikle atipiktir.
Biyopsi klinik tanıyı doğrular. Lösemik anal infiltrasyonlar çoğunlukla ileri derecede
ağrılıdır. Anal kanalda AIDS ile ilişkili olarak ülserli lezyonlar olduğu bildirilmektedir. Bu
lezyonlar anal herpes, sitomegalovirüs, Kaposi sarkoması ve B-hücre lenfomasından
kaynaklanabilir. Yine, hekimin orta hattın dışından kaynaklanan her lezyondan ya da yavaş
ilerleyen bir lezyondan kuşkulanması gerekir. Bu bulgular biyopsi dahil daha ileri tanısal
testlere götürülmelidir(3,10,13).
Anal fissürler, enflamatuar barsak hastalığı, enfeksiyon ya da malignite gibi diğer
hastalık süreçlerinin oluşturduğu anal ülserlerden ayırılmalıdır. Bir fissürün geç iyileşmesi
ya da yinelemesi çoğunlukla bir enflamatuar barsak hastalığı olasılığını düşündürür. Bu
fissürler çoğunlukla çok sayıda ve atipik yerleşimlidir(3,13,24).
Kronik pruritis ani de sıklıkla fissür oluşumu ile ilgilidir. Herpes, sfiliz, şankroid,
tüberküloz gibi enfeksiyonlar anal ülsere yol açabilirler. Anal herpes, anal fissürle
karışabilen ağrılı ülserasyonlara neden olabilir. Bu ülserler atipik yerleşimdedir ve yüzeysel
görünümlerinden beklenenden çok fazla ağrılıdır. Sfilitik fissürler, ayna görüntüsü
lezyonlara yol açar. Şankroid anal ülserlere yol açar, fakat ülserler gözle görülebien bir
inguinal adenopati olmaksızın nadirdir. Tüberkülozda ise hemen hemen her zaman anal
ülsere eşlik eden pulmoner enfeksiyon mevcuttur(10,13,24).
ANAL FİSSÜRDE TEDAVİ
Yüzeyel, akut fissürler genelikle medikal tedavi ile bir ya da iki haftada düzelirler.
Olay kronikleştikçe medikal tedaviden geçici olarak fayda görülse de, klinik tablo sık sık
tekrar edebilmektedir. Kronik fissürlerin tedavisinde cerrahi tek seçenek olarak düşünülse
de son zamanlardaki çalışmalar cerrahi dışı yöntemlerin bu hastalıkta etkin bir tedavi gücü
olduğunu göstermeye başlamıştır(25,27).
15
Medikal tedavi
Akut anal fissürlerin büyük bir bölümü konstipasyonu önleyici konservatif
tedavilerle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Hatta kronik fissürlerin de %40’ının sadece
konservatif tedaviyle iyileşebileceği bildirilmektedir(3,10,24,28).
1-Dışkı hacmini arttırıcı yumuşatıcılar ve diyetin ayarlanması:
Dışkı hacmini arttıran ajanlar arasından metil selüloz, ispaghula, sterculica, psyllium
preparatları; dışkı yumuşatıcılar arasında ise bisacodyl ve diocotylsodium sulfosuccinate
gibi ajanlar sayılabilir(29-31).
Hastaların
anamnezi
alınırken
mutlaka
defekasyon
alışkanlıkları
iyice
araştırılmalıdır. Tuvalette fazla ıkınma ihtiyacı ortadan kaldırılmalı, sabahları ilk
defekasyon ihmal edilmemelidir. Kronik diyare ya da kabızlık sorunu düzeltilmelidir.
Yumuşak ve bol dışkıyı sağlamak için posadan zengin ve hacimleştirici beslenme çok
önemlidir(2,32).
2-Ilık suya oturma banyoları:
İnternal sfinkter basıncını düşürmekte faydalıdır(3,10,29).
3-Sistemik Tedaviler
Oral analjezikler, benzodiazepin türevleri ve antispazmolitikler sayılabilir.
Kalsiyum kanal blokeri olan nifedipin ve diltiazem bu grupta kullanımı olan ve anal
istirahat basıncını düşüren ve anal fissür semptomlarını gideren bir ilaç olarak tedavide yer
bulabilir ancak ciddi yan etkileri sistemik kullanımlarını sınırlamaktadır(33,34).
4-Topikal uygulamalar:
Anal fissür hastalarının çok az bir kısmı bir proktolog ya da bu konuda uzman bir
doktor tarafından tedavi edilmekte, genelde kendilerini bu topikal ajanlarla tedavi etmeye
çalışmaktadırlar. Bu nedenle anal fissür hastalığı için büyük bir ilaç endüstrisi kurulmuştur.
Bu ilaçlardan antiseptik ya da antibiyotikleri kullanmanın rasyonel olmadığı söylenebilir.
Topikal anestezikler, cilt hipersensitivitesini ve diskomfortu ortadan kaldırmak için
kullanılabilir. Topikal steroidlerin ise lokal antinfalmatuar etkilerinden yararlanılmak
16
istenmiş, ancak anestezik maddelere ve sıvı parafine üstünlüğü gösterilememiştir. Bu
hastalarda sıcak su banyolarının anal kanala uygulanması ile anal kanal basıncının
düşürüldüğü ve semptomatik rahatlama sağladığı düşünülmektedir(32,35).
Nonsteroidal pomatlar: Ağrı kontrolü ve ülser üzerinde sağlıklı granülasyon dokusu
oluşturmakta faydalı oldukları söylenmektedir. AgNO3 ve icthammal preparatları bu gruba
girmişlerdir(3,10,29).
Steroidli pomatlar: İnflamasyonu azaltmak ve fissürdeki iyileşmeyi arttırmak için
kullanılabilir(3).
Skleroterapi: İngiltere’de çok popüler bir tedavi yöntemi olmasına karşın, A.B.D.’de seyrek
uygulanmaktadır. Skleroterapi, ilk olarak 1871’de İllinois’li bir şarlatan tarafından ortaya
atılmıştır. Edmund Andrews, 1789’da kargaşaya son vererek skleroterapinin prensiplerini
belirlemiş ve iyi uygulandığında yararlı olabileceğini göstermiştir. Lokal anestezi
uygulandıktan sonra sodyum tetradecyl sulphate ile yapılan skleroterapi sonrası %80
oranında iyileşme bildirilmiştir. Ancak bu metod sonrasında lokal abse, sepsis ve erken
nüks gelişebileceği gözden kaçmamalıdır(3,29,35,36).
Kimyasal sfinkterotomi
Son yıllarda cerrahi girişimlerden sonra ortaya çıkan komplikasyonlardan kaçınmak
için kimyasal sfinkterotomi uygulanmaya başlanmıştır. Başlıca üç yöntem uygulanmaktadır:
Anal kanala topikal Gliseril Trinitrat (GTN) uygulanması, botilinium toksini (BOTOX)
enjeksiyonu, anal kanala topikal diltiazem uygulanması.
a-Gliseril Trinitrat(GTN)
Nitrik asit internal anal sfinkterde relaksasyon sağlayan bir nörotransmitterdir.
Nitrik asit donörü olan GTN merheminin topikal uygulanması ile anal fissür tedavi
edilebilmektedir. Topikal uygulamalar sonrası yapılan anal manometrik çalışmalar anal
kanalda istirahat basıncının düşürdüğü gözlenmiştir. %1’lik 4.8 ml GTN solüsyonu ile
10’ar gram lanolin hidrat ve vazelin black karışımından elde edilen ve cam kavanozlarda
saklanan GTN’nin 30 gün süreyle günde üç defa anal kanala uygulanması ile anal fissür
tedavi edilmektedir. Başarı oranı ortalama %80 olarak bulunmuştur. Ucuz olması, başarı
oranındaki yükseklik gibi avantajlarının yanısıra; geçici başağrısına neden olması, taşiflaksi
gelişme riski ve anal kanalda yanma hissine neden olması gibi dezavantajları da vardır(37-42).
17
b-Botilinum Toksini(BOTOX)
Botilinum toksini biyolojik toksinler içinde en öldürücü olanıdır, enjekte edildikten
birkaç saat sonra sinaptik aralıklarda asetilkolin açığa çıkışını inhibe eder. Enjekte edilen
kasta parezi etkisi gösterir ve etkisi haftalarca surer, reinervasyon oluşuncaya kadar ülserin
iyileşmesine olanak sağlar. Nöromuskuler impulsların geçişi, yani akson terminallerinin
gelişmesi ve büyümesi ile eski haline döner. Üç-dört aylık süreyle kas tabakası klinik olarak
zayıflık gösterir. Botilinum toksini blepharospazm ve spazmodik tortikolis gibi
bozuklukların tedavisinde çizgili adalenin gücünün azaltılmasında kullanıldığı gibi,
gastrointestinal traktusta düz adalenin zayıflatılması için de akalazya ve anal fissür gibi
hastalıklarda kullanılmaktadır. Komplike olmamış, anal kanalın ön ve arka duvarına
yerleşmiş, en az üç aylık fissür anamnezi olan, sekonder değişiklikleri hafif veya hiç
olmayan ve sfinkter tonusunda artış gösteren (manometrik incelemede istirahat basıncı 100
mmHg’ den büyük) ve en az iki aylık konservatif tedaviye rağmen başarılı olamamış
hastalar bu kriterlerle botilinum toksin injeksiyonu ile tedavi edilebilir. Bu kriterlere
uymayan; hamilelik, anorektal fistül, skatrisiel değişiklikler ve sentinel pili, subfissural
infiltrasyon gibi sekonder değişiklikleri olan hastalar, 18 yaşından küçük ve 70 yaşından
büyük hastalar, botox tedavisi için uygun değildir(41-45).
c-Diltiazem
Diltiazem kalsiyum kanal blokeridir. Benzotiazepin türevidir. Kalsiyum iyonunun
yavaş kanallardan kalp kası ve damar düz kas hücre membranlarına geçişini engeller(34,46).
Anal fissür tedavisinde diltiazem, kasta kalsiyum pompasını inhibe edip sfinkter gevşemesi
sağlayarak etki göstermektedir. Topikal diltiazemin literatürde bir çok yayında 2-8 hafta
içinde ağrıyı ve kanamayı geçirdiği gösterilmiştir(38,47).
Kasılma fizyolojisinde çizgili, düz ve kalp kası arasında farklar bulunmaktadır.
Kalsiyum iyonlarının düz kas liflerini uyarma mekanizması iskelet kaslarından çok
farklıdır. Hücre içindeki kalsiyum artışıyla birlikte iskelet kaslarında troponin C’ ye çok
benzeyen ve kalmodülin adı verilen proteine bağlanır. Kalmodülin ile kalsiyum iyonlarının
bağlanma ürünü, myozin başlarındaki hafif polipeptidlerden birine bağlanır ya da onu
18
aktive eder. Bu da miyozin başındaki ATP-az aktivitesinin aktivasyonunu sağlar. MyozinPO4 aktin (myofibril) ile birleşerek kasılma gerçekleşir(48) (Şekil 1).
KALSİYUM KANALLARI
↓
↓←←←←←←←←←KALSİYUM KANAL BLOKERLERİ
↓
İNTRASELÜLER KALSİYUM ARTIŞI
↓
↓
↓
Ca-KALMODULİN KOMPLEKSİ
↓
↓
↓
MYOZİN LİGHT CHAİN KİNAZ AKTİVASYONU
↓
↓
AKTİN
↓
↓
↓
↓
MYOZİN-LC→→→→→→→→→→MYOZİN-LC-PO4→→→→→KASILMA
Şekil 1:Kalsiyum kanal blokerlerinin etki mekanizması
Diltiazemin kardiyovasküler sistem dışı endikasyonları: Diffüz özofagus spazmında
ve ‘nutcracker’ özofagus durumunda alt özofagus sfinkterin gevşetilmesi ile göğüs ağrısının
azaltılması, internal anal sfinkterin gevşetilmesi ile anal bölge hastalıklarının tedavisinde,
myometriumum gevşetilmesi ile dismenore tedavisi ve erken doğum eyleminin önlenmesi,
stabil olmayan mesane sendromunun ve üriner inkontinansın semptomatik tedavisi
(antikolinerjik bir ilaçla)(34,46).
Diltiazem ile izlenen ve yayınlanan yan etkilerden bulantı, baş ağrısı, aritmi gibi %
2-3 oranında görülen şikayetlerin yanı sıra oldukça seyrek olan yüz kızarması, çarpıntı,
hipotansiyon, baş dönmesi, dispepsi, ürtiker, prurit gibi yan etkiler görülebilir. Yapılan
çalışmalarda topikal diltiazem uygulaması ile hastaların kan basıncında, dolayısıyla
kardiyovasküler sistemlerinde, bir değişim olmadığı saptanmıştır(47).
Cerrahi tedavi
1-Anal dilatasyon
Geçmişi çok eskiye uzanan bu girişimin genel prensibi, 4-6 parmakla anal kanalın
dilatasyonu, böylece internal ve eksternal sfinkterde geçici olarak paralizi oluşturmaktır. Bu
19
işlemle internal sfinkterin bir kısım lifleri de parçalanmaktadır. Genel anestezi altında
yapılabilen bu girişimin, nüksünün fazla oluşu ve önemli komplikasyonların görülüşü
(mukoza prolapsusu, inkontinans) nedeni ile bu gün için pek fazla taraftarı yoktur(49-52).
2-İnternal anal sfinkterotomi
Anorektal bölge anatomisinin yeterince iyi bilinememesi nedeniyle internal anal
sfinkterotomi uzun yıllar başka isimler altında gerçekleştirilmiştir. Örneğin internal anal
sfinkterotomi kronik anal fissür tedavisinde “pektenotomi” başlığı altında Miles (1939)
tarafından yapılırken, Milligan ve Morgan (1939) tarafından da “eksternal anal sfinkterin
subkutanöz parçasının kesilmesi” başlığı altında yapılmıştır. Anorektal bölgenin
anatomisine büyük açıklıklar getiren ve fissür tabanının internal anal sfinkter tarafından
oluşturulduğunu gösteren Eisenhammer (1951), kesilen kasın spastik internal anal
sfinkterin alt bölümünden başka bir şey olmadığını vurgulamış ve konuyu ilk kez gerçek
anlamında “internal anal sfinkterotomi” başlığı altında toplamıştır(36,53).
Fissürektomi ve Posterior İnternal Anal Sfinkterotomi: Midposterior alana
yerleşmiş olan fissür eksizyonunu takiben arka orta hattan, fissür yatağından yapılan
internal anal sfinkterotomidir. Yüksek morbiditesi nedeniyle bugün pek önerilmemektedir.
En önemli komplikasyonu “anahtar deliği” deformitesidir. %43’ lere varan oranlarda
minimal anal inkontinans bildirilmiştir. Hastalarda esas olarak gaz inkontinansı olmasına
rağmen bazı hastalarda fekal inkontinans olduğu gözlenir. Bu ameliyat fissür tabanında
fistülü olan veya lateral internal sfinkterotomi (LİS) sonrası fissür iyileşmesi gözlenmeyen
hastalar için düşünülmelidir(31,54-56).
Lateral internal sfinkterotomi: Lateral internal sfinkterotomide, anal kanaldaki
basıncı düşürmek hedeflenir. Anal kanal basıncı yüksek olan hastalarda lateral internal
sfinkterotomiden sonra %40-50 oranında basıncın düştüğü ve buna paralel olarak anal
fissürün iyileştiği saptanmıştır(57). İnkontinans, kanama, gibi komplikasyonlar gözlenebilir.
Ameliyat öncesi barsak hazırlığı yapmak gereksizdir. Genel, rejyonel ve lokal anestezi
altında uygulanabilir. Hastanın pozisyonu (litotomi, jack-knife, veya sol-yan ) cerrahın
alışkanlığına bağlı olarak değişir.
Açık Lateral İnternal Sfinkterotomi- Herhangi bir anal spekulum veya iki adet
farabeuf ekartör yardımı ile anüs hafifçe gerdirilerek intersfinkterik mesafe parmak ile
20
hissedilir. Saat üç veya dokuz hizasından sirkümfaransiyal ya da radial insizyon yapılır.
Mukoza, internal sfinkter kasından intersfinkterik mesafede disseke edilir. Daha sonra
internal sfinkter kası askıya alınır ve cerrahın tercihine göre makas, bistüri veya elektrokoter
ile kesilir. Sfinkterotomi tamamlanınca anal spekulum bladlerindeki gerginlik birden bire
kaybolur. Sfinkterotomi alanına parmak ile uygulanan basınç ile geride kalan kas lifleri
kırılır. Kanama noktalarında hemostaz sağlanır. Açık yaranın sütüre edilmesi drenajı
engelleyip perianal hematoma neden olabileceğinden önerilmez(3,13,36,58).
Kapalı Lateral İnternal Sfinkterotomi- Ameliyat sonrası açık intraanal yara
olmaması, özel bir postoperatif bakıma gereksinme göstermemesi ve ameliyat sonrası
sfinkter kontrolündeki kayıpların %0-5 gibi az bir oranda ortaya çıkması nedeni ile
günümüzde çok fazla kabul gören ameliyat tekniğidir. Anal spekulum yardımıyla anüste
hafif bir gerginlik sağlanır. İnternal sfinkterin alt ucu ve intersfinkterik aralık parmak veya
penset yardımıyla hissedilip sfinkter kalınlığı değerlendirilir. Bistüri hastanın pozisyonuna
göre saat üç veya dokuz hizasından internal sfinkter kas ile anoderm arasından linea
dentataya kadar ilerletilir. Bistürinin keskin tarafı internal sfinktere doğru çevrilir. Ve geri
çekilirken kas dışa doğru kesilmiş olur. Diğer bir varyasyonda bistüriyi intersfinkterik
mesafeden ilerletmek ve sfinkterotomiyi dıştan içe doğru yapmaktır. Ameliyat sonrası
bistüri giriş deliği sütüre edilmez. Buradan olabilecek sızıntılar için bir, iki dakika parmakla
basınç uygulamak yeterli olacaktır. Anüse küçük bir tampon koymak olabilecek sızıntıyı
absorbe etmek için faydalıdır. Çıkarılması gereken hipertrofik papilla veya skintag eksize
edilir. Ancak fissüre dokunulmaz. Hasta aynı gün taburcu edilir(21,58).
21
MATERYAL VE METOD
Bu çalışma Mayıs 2002- Ocak 2004 tarihleri arasında Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim
ve Araştırma Hastanesi 1. Genel Cerrahi Kliniği’ne başvuran kronik anal fissürü olan 63
hasta üzerinde prospektif olarak yapılmıştır. Dört olgu kontrollere gelmediği için çalışma
toplam 59 hasta üzerinde yapılmıştır. Hastalar randomize olarak iki gruba ayırıldılar. Grup
1; diltiazem pomad kullanılarak kimyasal sfinkterotomi yapılan hastalar ve grup 2; lateral
internal sfinkterotomi uygulanan hastalar olarak belirlendi. Çalışmaya dahil edilen
hastaların yaşları, cinsiyetleri, semptomları (ağrı ve kanama), fizik muayenede fissürün
bulunduğu kadran, uygulanan tedavi, tedavi sonrası semptomlardaki değişim (ağrı ve
kanama), tedavi sonrası fizik muayenedeki değişim, tedavinin oluşturduğu komplikasyonlar
(başağrısı, perianal irritasyon, inkontinans, postoperatif hemoraji) kaydedildi. Hastalara
yapılacak işlemler anlatıldı, onayları alındı, her kontrolde tedaviden vazgeçebilecekleri
söylendi.
Kronik anal fissür, ağrı ve kanama şikayetlerinin 8 haftadan uzun süre olması ve
muayenede ülser zemininin görülmesi şeklinde tanımlandı. Önceden konservatif tedavi
yöntemlerini (sıcak oturma banyosu, gaita yumuşatıcıları, panthenol %5 krem) uygulamış
olup şikayetleri gerilemeyen ve en az 8 hafta boyunca devam eden hastalar çalışmaya dahil
edildi. Tüm hastalara rektoskopi yapılarak diğer patolojiler ekarte edildi. Hemoroid, Crohn
hastalığı, tüberküloz, cinsel yolla bulaşan hastalığı ve anal kanseri olan hastalar çalışmaya
dahil edilmedi. Ayrıca sistemik hastalığı olan, başka bir hastalık nedeni ile tedavi gören,
gebelik ve laktasyon döneminde olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.
Grup 1’deki hastalara 8 hafta süreyle günde 3 kez %2 diltiazem pomadı anüs
çevresine ve anal kanalın 1 cm içine kadar uygulamaları anlatıldı. Türkiye’ de diltiazem
pomad ticari isimle piyasada bulunmadığı için %2’ lik 100 gr. diltiazem pomad eczacı bir
meslektaşımız tarafından hazırlandı. Bunun için diltiazem kapsül içindeki etken maddenin
22
2 gramı tamamen toz haline gelene kadar porselen havanda ezilerek 100 gram beyaz
vazelinle karıştırıldı ve 100 gramlık pomad kutularına kondu.
Grup 2’deki hastalar ise genel anestezi altında litotomi pozisyonunda opere
edildiler. Anal kanala yerleştirilen ekartör yardımıyla anal sfinkter gerildi. Anüse yaklaşık 1
cm uzaklıktan saat 3 hizasından yapılan 1 cm’lik insizyon ile cilt, cilt altı geçildi. Bu
insizyondan klemp yardımıyla internal anal sfinkter subdermal ve intersfinkterik alandan
pektineal çizgi üzerine kadar disseke edilerek serbestleştirildi. İnternal sfinkter klemp ile
dışarı alınarak direkt görüş altında kesildi. Hastalara anal papilla, fissür ve sentinel pili
eksizyonu özellikle yapılmadı.
Her iki gruptaki hastaların tümüne liften zengin gıda ile beslenmeleri söylendi ve
gaita yumuşatıcıları reçete edildi. Hastalara ağrı kesici verilmedi. Diltiazem kullanan hasta
grubu tedavinin 1.gün ve 1. haftasında hipotansiyon, başağrısı, perianal irritasyon ve 8.
haftasında semptomlar (ağrı ve kanama), fizik muayene (fissürün gözlenmesi) açısından
değerlendirildi. Ameliyat edilen hasta grubu postoperatif 1.gün ve 1.haftada hemoraji, gaz
ya da gaita inkontinansı ve 8. haftada semptomlar (ağrı ve kanama), fizik muayene (fissürün
gözlenmesi) açısından değerlendirildi. İyileşme 8 hafta sonunda semptomların ve fizik
muayenede fissürün kaybolması olarak kabul edildi.
Tüm hastalarda ağrı en önemli şikayet idi. Bu nedenle ağrı, tedavi öncesi ve
tedaviden 8 hafta sonra vizüel analog skalasına (VAS) göre değerlendirildi. Bilimsel
araştırmalarda en sık kullanılan ağrı derecelendirilmesi olan VAS için görsel eşleştirme
ölçeği adı verilen 10 cm'lik düz bir çizgi kullanılmaktadır. Bu 10 cm'lik düz çizgi üzerinde
"0" ağrısızlığı, "10" ise dayanılmaz ağrıyı tanımlamaktadır. Hasta bunu kendisi
tanımlayacağı için geçmişteki bir ağrı deneyimini (diş ağrısı, kırık, yanık ve doğum ağrısı
gibi) gözünün önüne getirmesi, bunu 10 olarak kabul etmesi ve ona göre ağrıyı
değerlendirmesi istenir. Bu şekilde VAS skorlarına göre hastalarımızın tedavi öncesi ve
tedavi sonrası dönemlerdeki ağrılarındaki değişimleri kaydettik. Buna göre tedavi sonrası
ağrı skorunun 0 olması tam iyileşme olduğunu, ağrı skorunda %50’den fazla bir düşüş
23
olması belirgin iyileşme olduğunu, ağrı skorunda %50’den az düşüş olması hafif iyileşme
olduğunu ve ağrı skorunda değişim olmaması iyileşme olmadığını gösterdi.
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS
(Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı kullanıldı. Çalışma
verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma)
yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin
gruplar arası karşılaştırmalarında t student testi ve normal dağılım göstermeyen
parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında ise Mann Whitney U test kullanıldı.
Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven
aralığında, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi.
24
BULGULAR
Grup 1 diltiazem pomad kullanılarak kimyasal sfinkterotomi yapılan 28 hastadan ve
grup 2 lateral internal sfinkterotomi uygulanan 31 hastadan oluştu Hastaların yaş
ortalamaları 34.91±9.17 olup (en genç hasta 21, en yaşlı hasta 62 idi), 46’sı kadın (% 78) ve
13’ü erkek (% 22) idi. Gruplardaki olguların yaş ortalamaları ve cinsiyet dağılımı arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (sırasıyla p=0.315, p=0.915)
(Tablo I).
Tablo I. Gruplar arasındaki yaş ve cinsiyet dağılımı
GRUP 1
33.64±9.34
GRUP 2
36.06±9.01
Kadın (n%)
22 (%78.6)
24 (%77.4)
Erkek (n%)
6 (%21.4)
7 (%22.6)
YAŞ ORTALAMASI
CİNSİYET
p
0.315
0.915
p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı
Gruplar arasında semptomlar açısından istatistiksel olarak herhangi bir farklılık
bulunmamaktadır (p=0.836). İlaç kullanan olgularda da, ameliyat olan olgularda da ağrı ile
birlikte kanama görülme oranı daha yüksektir (Tablo II).
Fissürün yerleştiği kadran açısından
değerlendirildiğinde gruplar
arasında
istatistiksel olarak herhangi bir farklılık bulunmamaktadır (p=0.993). Her iki grupta da
fissürün posterior kadrana yerleşim oranı daha yüksektir (Tablo II).
25
Tablo II. Gruplardaki semptomlar ve anal fissürün bulunduğu kadran dağılımı
GRUP 1
GRUP 2
(n= 28)
(n=31)
SEMPTOM
p
0.836
Ağrı + Kanama
17 (%60.7)
18 (%58.1)
Ağrı
FİSSÜR KADRANI
11 (%39.3)
13 (%41.9)
Posterior
19 (%67.9)
21 (%67.7)
Posterior + Anterior
7 (%25.0)
8 (%25.8)
Anterior
2 (%7.1)
2 (%6.5)
0.993
p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı
Her iki gruptaki hastaların tedavi sonrası 8. haftada yapılan kontrollerde hiçbirinde
kanama şikayeti kalmamıştı. Her iki gruptaki tüm hastaların en önemli şikayetleri ağrı idi.
Tedavi öncesi ve tedavi sonrası ağrı skorlarına göre gruplar arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmazken (p>0.05) (Şekil 2); her iki grupta da tedavi öncesindeki
ağrı skorlarına göre tedavi sonrası ağrı skorlarında görülen düşüş istatistiksel olarak ileri
düzeyde anlamlıdır (p<0.01) (Tablo III).
10
8
6
4
2
0
İlaç grubu
Ağrı
Ameliyat grubu
Tedavi öncesi
Tedavi sonrası
Şekil 2: Gruplara göre ağrı dağılımı
26
Tedavi öncesine göre tedavi sonrasındaki ağrı değişiminde gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0,05). Anlamlı bir farklılık
bulunmamakla birlikte ameliyat yapılan grupta tam iyileşme ve belirgin iyileşme
oranlarının ilaç kullanan gruptaki olgulara göre daha yüksek olduğu görülmektedir (Tablo
III).
Tablo III: Gruplara göre tedavi öncesi ve tedavi sonrası ağrı skorlarının ve ağrı değişiminin
karşılaştırılması
GRUP 1
GRUP 2
p
Ortalama
SD
Ortalama
SD
Ağrı
TÖ
TS
TÖ-TS p
8.32
1.12
8.64
1.17
0.284
3.53
3.40
0.001*
2.26
2.63
0.001*
0.172
n
%
n
9
32.1
14
Tam iyileşme
TÖ-TS ağrı Belirgin iyileşme
10
35.7
14
değişimi
Hafif iyileşme
5
17.9
2
Değişme yok
4
14.3
1
Kısaltmalar: SD, standart sapma;TÖ, tedavi öncesi; TS, tedavi sonrası
*p<0.01 ileri düzeyde anlamlı
%
45.2
45.2
6.5
3.2
0.195
Fizik muayenede iyileşme varlığına göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık bulunmaktadır (p<0,05). Ameliyat olan gruptaki iyileşme oranı ilaç grubuna göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (Tablo IV, Şekil 3).
27
Tablo IV. Gruplara göre fizik muayenede iyileşme değerlendirmesi
GRUP 1
GRUP 2
(n=28)
p
(n=31)
FİZİK MUAYENE
0.032
İyileşme var
19 (%67.9)
28 (%90.3)
İyileşme yok
9 (%32.1)
3 (%9.7)
p<005 istatistiksel olarak anlamlı
100%
80%
60%
40%
20%
0%
İlaç grubu
Fizik muayenede iyileşme
Ameliyat grubu
Var
Yok
Şekil 3: Gruplara göre fizik muayenede iyileşme grafiği
Her iki gruptaki komplikasyonlar değerlendirildiğinde hiçbir olguda başağrısı
görülmezken, ilaç kullanan 2 olguda perianal irritasyon, ameliyat olan 2 olguda sadece ara
ara olan gaz inkontinansı ve ameliyat olan 1 olguda da postoperatif kanama görülmüştür
(Tablo V).
28
Tablo V. Komplikasyonlar
Başağrısı
Perianal irritasyon
İnkontinans
Postoperatif kanama
TOPLAM
GRUP 1
GRUP 2
TOPLAM
(n=28)
2 (%7.1)
2 (%7.1)
(n=31)
2 (%6.5)
1 (3.2)
3 (%9.7)
(n=59)
29
2 (%3.4)
2 (%3.4)
1 (%1.7)
5 (%8.5)
TARTIŞMA
Anal fissür, sık karşılaşılan bir anorektal hastalık olup internal anal sfinkter spazmı
ve azalmış mukozal kan akımı sonucunda geç iyileşen ya da iyileşmeyen anal ülserlerdir.
Anal kanalın mukokütanöz sınırının hemen distalinde yer alırlar ve yassı epitelden
oluşurlar. Her iki cinste de eşit oranda görülür. Tipik olarak defekasyon esnasında ağrıya
neden olup ağrı 1-2 saat sürer (4,39,59).
Sağlıklı kişilerde bazal anal basınç (80-100 mmHg) inferior rektal arterin
arteriolerini etkilemektedir; şöyle ki, bazal anal basıncın sürekli yüksek olması
intrasfinkterik kan akımını bozmaktadır. Anal fissürü olan hastalarda internal anal
sfinkterin spazmı ve yetersiz gevşemesi sık görülmektedir, böylece anoderme olan kan
akımı daha da azalmaktadır(45). İyileşmeyi hızlandırmak için iskemik bölgeye olan kan
akımını arttırmak tedavinin amacıdır. Bu da internal anal sfinkterin görevi olan, dinlenme
anındaki anal basıncın azaltılması ile sağlanabilir(4,9,39,59-62).
Klosterhalfen ve arkadaşları, postmortem anjiyografilerde anal fissürlerin %90’ının
lokalize olduğu posterior komissürün anal kanalın diğer bölgelerinden daha az perfüze
olduğunu göstermişlerdir(63). Bu nedenle tipik olarak anal fissürler sıklıkla posterior orta
hatta yerleşirler. Çalışmamızda da 30 (%50.1) hastada fissür posterior yerleşimli olup, 15
(%25.4) hastada hem anterior hem de posteriorda fissür bulunmakta idi. Atipik fissürler ise
çok sayıda, orta hattan farklı yerde lokalize, büyük ya da düzensiz olabilirler. Sıklıkla atipik
fissürler inflamatuar barsak hastalığı, malignite, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, travma,
tüberküloz varlığında görülebilirler(39). Çalışmamıza atipik fissürü bulunan hastalar dahil
edilmedi.
Anal fissürlerde tedavi girişimlerinin hepsinde amaç; inflamasyon, ağrı ve sfinkter
spazmından oluşan kısır döngüyü kırmaktır. Akut anal fissür tedavisi konzervatiftir. Gaita
yumuşatıcıları, sıcak oturma banyosu ve yumuşatıcı kremler ile tedavi yeterlidir(9). Kronik
anal fissürlerde ise pek çok tedavi yöntemi tanımlanmıştır. Sfinkterotominin etkili bir
tedavi yöntemi olduğu konusunda pek çelişki yaşanmamaktadır. Bu noktada en önemli
30
sorun ‘kronik anal fissürü kimyasal sfinkterotomi ile mi yoksa cerrahi sfinkterotomi ile mi
tedavi etmeliyiz?’ sorusunu cevaplayabilmektir.
Kronik anal fissürün tedavisinde geleneksel cerrahi teknikler olan anal dilatasyon ya
da internal anal sfinkterin kısmi olarak kesilmesi vardır. Bu yöntemler ile hastalar
çoğunlukla iyileşmektedirler. Ancak bu iki yöntem de kalıcı inkontinans riskine sahiptir. Bu
önemli komplikasyon kronik anal fissürde alternatif tedavi yöntemlerinin denenmesine
neden olmuştur(4,9,39,45,64,65).
Kimyasal sfinkterotomide topikal gliseril trinitrat (GTN), nifedipin ya da diltiazem
gibi kalsiyum kanal bloklerleri, botilinum toksini gibi ajanlar denenmiştir. Topikal
GTN’nin, fissürü iyileştirmesine rağmen önemli yan etkisinden dolayı kullanımı kolay
olmamıştır. Oral nifedipin ve oral diltiazem GTN’ye alternatif olarak sunuldu, ancak
bunların da önemli yan etkileri olmuştur. Son dönemlerde topikal diltiazemin anal fissürü
iyileştirmede etkili olduğu ve yan etkisinin minimal olduğu ileri sürülmüştür(4-9).
Kimyasal sfinkterotomide kullanılan GTN kronik anal fissürü iyileştirmede %45-80
oranında başarı sağlamıştır ve bir çok merkezde kronik anal fissür tedavisinde ilk basamak
tedavi olarak uygulanmaktadır. Ancak bunun da başağrısı ve taşiflaksi gibi yan etkileri
bildirilmiştir. Son dönemde yapılan çalışmalarda GTN kullanımının uzun dönem sonuçları
incelenmiş ve 12 ay sonunda hastaların sadece %6’sında iyileşme saptanmıştır(4,9,42,62,66).
Lokal GTN pomadı ile kronik anal fissür hastalarının 2/3’ü iyileşebilmektedir, ancak
hastaların yarısından fazlasında yan etki olarak başağrısı görüldüğü için tedavi yarıda
kesilmektedir(9,47). Carapeti ve arkadaşları yaptıkları bir çok çalışmada GTN pomadının %
33-68 oranında anal fissürde iyileşme sağladığını ortaya koymuşlardır. Ancak başağrısı,
ortostatik hipotansiyon, senkop atakları ve taşiflaksi gibi yan etkileri nedeni ile hasta
uyumunu sağlayamamışlardır ve de %35 oranında rekürrens tespit etmişlerdir(37).
Kronik anal fissürlerin %90’ından fazlasında anal sfinktere botilinum toksini
enjeksiyonu ile iyileşme görülmektedir. Ancak bu yöntem topikal tedaviye göre hem daha
invaziv hem de daha masraflıdır. Ayrıca enjeksiyon sırasında ağrı, perianal sepsis ve
inkontinans gibi yan etkileri mevcuttur(47).
Şu durumda kimyasal sfinkterotomiyi sağlayacak yeni bir ajan iki soruyu
cavaplayabilmeli: Etkili mi? , Etkisi ne kadar sürüyor?. Biz çalışmamızda ‘etkin
31
sfinkterotomiyi nasıl sağlarız?’ sorusunu cevaplamayı amaçladık. Sağlıklı kişilerde yapılan
çalışmalarda oral kalsiyum kanal blokerlerinin (nifedipin ve diltiazem) dinlenme anındaki
anal basıncı %21-28 oranında düşürdüğü gösterilmiştir(4,67,68). Kimi yayınlarda oral
nifedipinin ve oral diltiazemin anal fissürleri iyileştirdiği belirtilmiş, ancak postural
hipotansiyon, hafif başağrısı ve yüz kızarıklığı gibi yan etkiler tespit edilmiştir. Topikal
diltiazemin daha az yan etkisi belirtilmiş, bunun nedeni sistemik absorpsiyonun minimal
olması olabilir(4,9,69).
Diltiazem, kasta kalsiyum pompasını inhibe edip sfinkter gevşemesi sağlayarak etki
göstermektedir ve yan etkilerinin minimal olmasından dolayı daha kolay hasta uyumu
sağlanmaktadır. Bu nedenle diğer medikal tedavi yöntemlerinden daha avantajlıdır(38).
Topikal diltiazem uygulaması ile hastaların kan basıncında, dolayısıyla kardiyovasküler
sistemlerinde, bir değişim olmadığı saptanmıştır(47). Çalışmamız süresince kontrollerde
hastaların kan basınçları ölçülmüş ve hipotansiyon görülmemiştir. Topikal diltiazemin
literatürde bir çok yayında 2-8 hafta içinde ağrıyı ve kanamayı geçirdiği gösterilmiştir(47).
Carapeti ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada topikal diltiazem jelin anal basıncı sağlıklı
kişilerde 5 saat süreyle azalttığı bu yüzdende günde 3 defa diltiazem jelin kullanılmasıyla
etkisinin daha yüksek olduğu gözlenmiştir(68). Bu yüzden biz de çalışmamızda hastalarımıza
8 hafta süreyle günde 3 kez topikal diltiazem uyguladık.
Carapeti ve arkadaşları 60 mg oral diltiazemin dinlenme anındaki anal basıncı %21
oranında düşürdüğünü ancak %20 oranında postural baş dönmesine neden olduğunu
gösterdi. Topikal diltiazem ise konsantrasyonuna bağlı olarak dinlenme anındaki anal
basıncı düşürmekte idi. En fazla etkisini %2’lik konsantrasyonda görülmekteydi. Bu da anal
basıncı %28 oranında azaltmakta idi ve yan etkiye neden olmadı(69). Jones ve Scholefield
kronik anal fissürü olan hastalarda oral ve topikal diltiazemi 8 hafta süreyle günde 2 kez
uygulamışlar. Dinlenme anındaki anal basıncı, oral diltiazem %15 azaltırken topikal
diltiazem %23 azaltmış; iyileşme oranları ise oral diltiazemle %38 iken, topikal diltiazemle
%65 olarak bulmuşlardır. Ayrıca oral diltiazem 1/3 hastada yan etkiye neden olurken
topikal diltiazem uygulanmasında yan etki görülmemiştir(70).
Çalışmamızda teknik yetersizliklerden dolayı dinlenme anındaki anal basınç
değişimini manometrik olarak ölçemedik, ancak yapılmış olan çalışmalarda topikal
32
diltiazemin, kronik anal fissürü olan hastalarda dinlenme anındaki anal basıncı düşürdüğü
ispatlanmıştır(68-70). Bu nedenle çalışmamızda iyileşmeyi değerlendiriken semptomlardaki
düzelmeyi ve fizik muayenede fissür zemininin düzelmesini baz aldık. Çalışmamızda
topikal diltiazem kullanan hasta grubunda 8 hafta sonunda VAS’a göre ağrı değişimi
karşılaştırıldığında %32.1 hastada tam iyileşme görülürken, %35.7 hastada belirgin iyileşme
ve %17.9 hastada hafif iyileşme görüldü. Bu grupta %14.3 hastada ağrıda herhangi bir
değişim gözlenmedi. Yine aynı grupta fizik muayenede %67.9 oranında iyileşme saptandı.
Diltiazem kullanan hastalarda başağrısı gözlenmezken sadece 2 (%7.1) hastada perianal
irritasyon gözlendi.
Griffin ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada %0.2 GTN kremi ile iyileşmeyen
kronik anal fissürlerin %50’ sinde diltiazemin iyileşme sağladığını göstermişlerdir. Diğer
çalışmalarla karşılaştırıldığında diltiazemin etkinliği bu çalışmada düşük bulunmuştur(62).
Bunun nedeni çalışmadaki hastaların hepsinin daha önceden GTN tedavisine yanıt
vermeyen hastalar olması, dolayısıyla medikal tedaviye dirençli hastalar olması olarak
açıklanabilir(62). Sutton ve arkadaşlarının bir çalışmasında da GTN kullanılan ve
iyileşmeyen hastalara açık LİS uygulanmıştır. Hastalardaki iyileşme oranı %91 olarak
verilmiştir(71). Bu yayınlar ışığında LİS’in, komplike veya medikal tedaviye dirençli anal
fissürlerin tedavisinde ilk sırada yer alması gerektiğini düşünmekteyiz.
Lateral internal sfinkterotomide, anal kanaldaki basıncı düşürmek hedeflenir. Anal
kanal basıncı yüksek olan hastalarda lateral internal sfinkterotomiden sonra %40-50
oranında basıncın düştüğü ve buna paralel olarak anal fissürün iyileştiği saptanmıştır(57).
Ancak cerrahinin, diğer tedavi yöntemlerine göre dezavantaj olarak sayılabilecek bazı
komplikasyonları olabilmektedir: kanama, enfeksiyon, fistül gelişimi, gaz ya da feçes
inkontinansı.
Lateral internal sfinkterotomi %95 oranında iyileşme sağlarken ciddi bir inkontinans
riski taşımaktadır(4,64). Nelson, interal sfinkterotomi sonrası %15 oranında gaz ve gaita
inkontinans riski(72) ve yine aynı şekilde Pernikoff ve arkadaşları %9.8 oranında inkontinans
riski olduğunu belirtmişlerdir(73). Her iki çalışmada da cerrahi sfinkterotomi sonrası
hastalarda rekürrens görülmemiş olup semptomlarda belirgin azalma saptanmıştır.
33
Çalışmamızda LİS uygulanan hasta grubunda 8 hafta sonunda VAS’a göre ağrı
değişimi karşılaştırıldığında %45.2 hastada tam iyileşme görülürken, %45.2 hastada
belirgin iyileşme ve %6.5 hastada hafif iyileşme görüldü. Bu grupta %3.2 hastada ağrıda
herhangi bir değişim gözlenmedi. Yine aynı grupta fizik muayenede %90.3 oranında
iyileşme saptandı. LİS uygulanan 2 (%6.5) hastada geçici gaz inkontinası ve 1(%3.2)
hastada postoperatif kanama gözlendi. Literatürde gaz inkontinansı %9.8-15 arasında
belirtilmiş, çalışmamızda bu oran %3.2’dir. Bu oranın bizde düşük olmasının nedeni
muhtemelen
internal
sfinkterin
kesilmesinde
daha
ihtiyatlı
davranmamızdan
kaynaklanmaktadır.
Diltiazem kullanan ve LİS uygulanan hasta grupları ağrı değişimleri açısından
karşılaştırıldığında, ameliyat yapılan grupta tam iyileşme ve belirgin iyileşmenin %90.4
olduğu, ilaç kullanan grupta tam iyileşme ve belirgin iyileşmenin %67.8 olduğu
görülmektedir. Ancak her iki grupta ağrı değişimleri açısından istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulunmamıştır. Fizik muayene bulgularına göre karşılaştırıldığında ise ameliyat
edilen grupta iyileşme %90.3 iken, diltiazem kullanan grupta iyileşme %67.9 ‘dur.
Diltiazem ve LİS sonrası iyileşme oranlarımız literatürle de uyumlu bulunmuştur. Her iki
grupta da komplikasyon oranlarının düşük olduğunu gördük. Buradan çıkardığımız sonuca
göre kronik anal fissürün en etkin tedavi yöntemi LİS’dir. Ancak diltiazem ile bazı
hastalarda tedavi olasılığı mümkündür.
Griffin ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada, anteriorda fissürü olanlarda
iyileşmenin posterior fissürlere göre daha az olduğu gözlenmiştir(62). Çalışmamızda da
anteriorda fissürü olan 4 (%6.8) hastanın VAS değerlerinde değişim gözlenmemiş ve fizik
muayenede de iyileşme görülmemiştir. Ancak hem anterior hem de posteriorda fissürü olan
15 (%25.4) hastanın sadece 5’inde (%8.5) fissürde iyileşme görülmemiştir. Bu çalışma,
anterior fissürlerde iyileşmenin daha az olduğunu kanıtlamamakla birlikte diğer yayınları
desteklemektedir. Bu konunun, daha geniş serilerde fissür yerleşimi açısından homojen
grupların oluşturulması ile aydınlanabileceği düşüncesindeyiz.
Kimyasal sfinkterotomi ile anal basınç, tedavi bittikten sonra, tedavi öncesi seviyeye
ulaşıyor. Bu da kimyasal sfikterotominin cerrahi sfinkterotomiden farklı olan yönünü
oluşturuyor. Bu nedenle kimyasal sfinkterotomi daha fazla rekurrens riski taşıyor.
34
Diltiazemin ise uzun dönem etkilerinin nüks açısından araştırılması gerekmektedir.
Literatürde topikal diltiazem uygulaması sonrası en uzun takip süresi 1 yıldır ve bu
çalışmada da 1 yıl içinde nükse rastlanmamıştır(47,65). Ancak bu konuda daha geniş seriler ve
daha uzun süreli takipler gerekmektedir. Çalışmamızda nükslerin değerlendirilmesi
açısından hastalar uzun dönem takip edilememişlerdir. Diltiazem, anal fissür semptomlarını
geriletmede başarılıdır; ancak nüks oranlarını değerlendirmek için uzun dönem takipler
yapılması gerektiğini düşünüyoruz.
Günümüzde invaziv olmayan tedavi yöntemleri her alanda popüler olmaya
başlamıştır. Cerrahinin uzun dönem etkinliğinin daha yüksek olmasına rağmen, medikal
tedavi anal fissür tedavisinde ilk seçenek olma yolunda ilerlemektedir. Diltiazem ve diğer
kimyasal sfinkterotomi ajanlarının pek çok çalışmada genellikle benzer etkiye sahip olduğu
belirtilmiştir; fakat yan etki ve komplikasyonlarının diğer medikal tedavi yöntemlerine göre
minimal oluşu önceliği topikal diltiazeme vermek gerektiğini düşündürür. Kronik anal
fissürlerin %67.9’u kimyasal sfinkterotomi ile iyileşebilmekte ve böylece cerrahi tedavi
sonrası oluşabilecek anal inkontinans riski de önlenebilmektedir. Lateral internal
sfinkterotomide hospitalizasyon gerekli olabilirken, topikal diltiazem uygulaması için
hospitalizasyona gereksinim yoktur. Bu da medikal tedavi yönteminin tercih edilmesinde
önemli bir noktayı oluşturmaktadır.
Her iki tedavi yöntemi de (topikal diltiazem ve LİS) anlamlı iyileşme sağlamaktadır.
Lateral internal sfinkterotomide, komplikasyonlar da tedavi sonuçları da kalıcıdır.
Diltiazem pomadda komplikasyonlar kalıcı değil, ancak topikal diltiazem tedavisi sonrası
kronik anal fissürün nüksü ya da tedaviye yanıtsızlık durumunda cerrahi gerekebilir.
Sonuç olarak, uzun yıllardan beri anal fissür tedavisinde basit ve etkili bir yöntem
olan lateral internal sfinkterotomi, anal fissürlerin tedavisinde halen geçerli ve etkin bir
yöntemdir. Topikal diltiazem, kullanım kolaylığı olması ve komplikasyonlarının kalıcı
olmaması nedeni ile alternatif bir tedavi yöntemidir. Biz de bu çalışmadan çıkardığımız
sonuçlar doğrultusunda kronik anal fissür ile başvuran hastalarda öncelikli olarak topikal
diltiazem
denenmesi,
iyileşme
ve
şikayetlerde
uygulanmasının daha doğru olacağı kanısındayız.
35
azalma
olmadığı
takdirde
LİS
SONUÇ
Anal fissür, sık karşılaşılan bir anorektal hastalık olup, internal anal sfinkter spazmı
ve azalmış mukozal kan akımı sonucunda geç iyileşen ya da iyileşmeyen anal ülserlerdir.
İnternal anal sfinkterin spazmı ve yetersiz gevşemesi anal fissürlü hastalarda sık
görülmektedir, böylece anoderme olan kan akımı daha da azalmaktadır. İyileşmeyi
hızlandırmak için iskemik bölgeye olan kan akımını arttırmak tedavinin amacıdır. Bu da
internal anal sfinkterin görevi olan, dinlenme anındaki anal basıncın azaltılması ile
sağlanabilir.
Anal fissürlerde tedavi girişimlerinin hepsinde amaç; inflamasyon, ağrı ve sfinkter
spazmından oluşan kısır döngüyü kırmaktır. Akut anal fissür tedavisi konzervatiftir. Gaita
yumuşatıcıları, sıcak oturma banyosu ve yumuşatıcı kremler ile tedavi yeterlidir. Kronik
anal fissürde ise tedavi kimyasal ya da cerrahi sfinkterotomi ile sağlanabilmektedir.
Kronik anal fissürlerde pek çok medikal tedavi yöntemi denenmekle birlikte cerrahi
tedavi fissürü iyileştirmede en etkin yöntemdir. Cerrahinin uzun dönem etkinliğinin daha
yüksek olmasına rağmen, medikal tedavi anal fissür tedavisinde ilk seçenek olma yolunda
ilerlemektedir. Kronik anal fissürlerin çoğu kimyasal sfinkterotomi ile iyileşebilmekte ve
böylece cerrahi tedavi sonrası oluşabilecek anal inkontinans riski de önlenebilmektedir.
Her iki tedavi yöntemi de (topikal diltiazem ve LİS) anlamlı iyileşme sağlamaktadır.
Lateral internal sfinkterotomide, komplikasyonlar da tedavi sonuçları da kalıcıdır.
Diltiazem pomadda komplikasyonlar kalıcı değil, ancak topikal diltiazem tedavisi sonrası
kronik anal fissürün nüksü ya da tedaviye yanıtsızlık durumu daha olasıdır.
Sonuç olarak, uzun yıllardan beri anal fissür tedavisinde basit ve etkili bir yöntem
olan lateral internal sfinkterotomi, anal fissürlerin tedavisinde halen geçerli ve etkin bir
yöntemdir. Topikal diltiazem, kullanım kolaylığı ve komplikasyonların kalıcı olmaması
nedeni ile alternatif bir tedavi yöntemidir. Biz de bu çalışmadan çıkardığımız sonuçlar
doğrultusunda kronik anal fissür ile başvuran hastalarda öncelikli olarak topikal diltiazem
denenmesi, iyileşme ve şikayetlerde azalma olmadığı takdirde LİS uygulanmasının daha
doğru olacağı kanısındayız.
36
KAYNAKLAR
1. Goligher JC. Anal fissure. In: Surgery of the Anus, Rektum and Colon. 5th Ed:
Goligher JC, London, Baillere Tindall. 1984: 170-191.
2. Alican F. Anal fissür. İn: Anorektal Hastalıklar Cerrahi Dersleri. 2nd Ed: Alican F,
İstanbul, Avrupa Tıp. 1998: 319-330.
3. Aslan S, Yonaç E, Aydede H. Anal Fissür. 1st Ed: Aslan S, Celal Bayar Üniversitesi
Tıp Fakültesi Yayınları. 1999: 212-225.
4. Knight JS, Birks M, Farouk R. Topical diltiazam ointment in the treatment of
chronic anal fissure. Br J Surg 2001; 88 (4): 553-556.
5. Lund JN, Scholefield JH. A randomised, prospective, double-blind, placebocontrolled trial of glyceryl trinitrate ointment in the treatment of anal fissure. Lancet
1997; 349: 11-14.
6. Farouk R, Gunn J, Duthie GS. Changing patterns of treatment for chronic anal
fissure. Ann R Coll Surg Engl 1998; 80: 194-196.
7. Brisinda G, Maria G, Bentivoglio AR, Cassetta G, Gui D, Albanase A. A
comparison of injections of botulinum toxin and topical nitroglycerin ointment for
the treatment of chronic anal fissure. N Engl J Med 1999; 341: 65-69.
8. Altomare DF, Rinaldi M, Milito G, Arcana F, Spinelli F, Nardelli N, et al. Glyceryl
trinitrate for chronic anal fissure- healing or headache? Result of a multicenter,
randomized, placebo-controlled, double-blind trial. Dis Colon Rectum 2000;43:
174-179.
9. Kocher HM, Steward M, Leather AJM, Cullen PT. Randomized clinical trial
assessing the side effects of glyceryl trinitrate and diltiazem hydrochloride in the
treatment of chronic anal fissure. Br J Surg 2002; 89: 413-417.
10. Sanaç Y. Anorektal Kanal Hastalıkları. İn:Temel Cerrahi. 2nd Ed: Sayek İ, Ankara,
Güneş kitabevi. 1996:1179-1186.
37
11. Stocchi L, Nyam DCNK, Pemberton JH. The Anatomy and Physiology of the
Rectum and Anus Including Applied Anatomy. In: Surgery of the Alimentary Tract.
5th Ed: Shackelford, Philadelphia,WB Saunders. 2002: 332-56.
12. Jorge JNM. Anorectal Anatomy and Physiology. In: Fundementals of Anorectal
Surgery. 2nd Ed: Beck DE, London,WB Saunders. 1998:1-24.
13. Buğra D, Yamaner S, Bulut T. Surgical Anatomy of Anorectal Region. J Dis Colon
Rectum 1999; 9(1): 1-7.
14. Milligan ETC, Morgan CN. Surgical anatomy of the anal canal with special
reference to anorectal fistulae. Lancet 1934;2: 1150-56.
15. Goligher JC, Leacock AG, Brossy JJ. The surgical anatomy of the anal canal. Br J
Surg 1955; 43:51-58.
16. Shafik A. A concept of the anatomy of the anal sphincter mechanism and the
physiology of defecation. Dis Colon rectum 1987,30:970-82.
17. Fritsch H, Brenner E, Lienemann A, Ludwiwoski B. Anal sphincter complex.
Reinterpreted morphology and its clinical relevance. Dis Colon Rectum 2002, 45:
188-94.
18. Schouten WR, Briel JW, Auwerden JJ. Relationship Between Anal Pressure and
Anodermal Blood Flow: The vasculer Pathgenesis of Anal Fissures. Dis Colon
Rectum 1994; 37: 664-669.
19. Guyton AC. Transport and mixing of food in the alimentary tract. In: Textbook of
Medical Physiology. 8th Ed: Guyton AC, Philadelphia, WB Saunders. 1991: 698709.
20. Guillement F, Leroi H, Lone YC, Rousseau CG, Lamblin MD, Cortot A. Action of
in situ Nitroglycerin on Upper Anal Canal Pressure of Patients with Terminal
Constipation. Dis Colon Rectum 1993; 36(4): 372-376.
21. Lund JN, Schalefield JH. Etiology and Treatment of Anal Fissure. Br J Surg 1996;
83 (10): 1335-1344.
22. Amanda M, Metcalf C.Anal Fissure. Surg Clin North Am 2002; 84: 850-865.
23. Farouk R, Douthie GS, Pryde A, et al. Internal anal sphincter dysfunction in
neurogenic fecal incontinance. Br J Surg 1993; 80: 259-263.
38
24. Schuster MM. Action of
Rectum and Anal Sphincters in Continence and
Defecation. In:Handbook of Phsiology. 2nd Ed: Cade CF, Washington DC, American
Physiological Society. 1968: 2121-2152.
25. Timmcke AE, Hicks TC. Fissure in Ano. In: Surgery of the Alimentary Tract. 5th
Ed: Shackelford, Philadelphia,WB Saunders. 2002:380-396.
26. Jonas M, Speake W, Simpson J, Varghese TJ, Scholefield JH. Diltiazem heals
GTN-resistant chronic anal fissures. Colorectal Dis 2001;4: 81-84.
27. Fazio VW, Maher JW, Williamson RCN. Gastrointestinal surgery. In: Surgery. 1st
Ed: Corson JD, London, Mosby. 2001: 3.1.1-3.24.30.
28. Libertiny G, Knight JS, Farouk R. Randomized trial of topical 0.2% glyceryl
trinitrate and lateral internal sphincterotomy for the treatment of patients with
chronic anal fissures: long term follow-up. Eur J Surg 1998;168: 418-21.
29. Ambroze WC, Pemborton JH, Bell AM. The effect of stool consistency on rectal
and neorectal emptying. Dis Colon Rectum 1991; 34:13-15.
30. Vouillamoz D. Anal Fissur: Conservative Treatment. Swiss Surg 1996; 1: 18-20.
31. Kollow NE, Gill RC, Winapte DL. Modulation of Human Upper Gastrointestinal
Motility by Rectal Distansion. Gut 1987; 28: 864.
32. Schuster MM. Action of
Rectum and Anal Sphincters in Continence and
Defecation. In:Handbook of Phsiology. 2nd Ed: Cade CF, Washington DC,
American Physiological Society 1968: 2121-2152.
33. Johanson JF, Rimm A. Optimal nonsurgical treatment of hemorroids and anal
fissure: A comparative analysis infectian scleroterapy. Am J Gastroenterol 1992; 87:
1601-1606.
34. Cook TA, Brading FA, Mortensen MC. Effects of Nifedipine on Anorectal Smooth
Muscle İn Vitro. Dis Colon Rectum 1999; 42 (6): 782-787.
35. Duthie H.L. and Bonnett R.C.: The relation of sensation in the anal canal to the
functional anal sphincter. A Possible Factor in anal continence. Gut 1963; 3:179183.
36. İnceoğlu R. Anal Fissür. In: Anüs-Rektum Hastalıkları ve Tedavisi. 1st Ed: İnceoğlu
R,İstanbul, Nobel Tıp 1991: 43-53.
39
37. Carapeti EA, Kamm MA, McDonald PJ, et al. Randomized controlled trial shows
that glyceryl trinitrate heals anal fissures, higher doses are not more effective, and
there is a high recurrence rate. Gut 1999; 44: 727-730.
38. Bielecki K, Kolodziejczak M. A prospective randomized trial of diltiazem and
glyceryltrinitrate ointment in the treatment of chronic anal fissure. Colorectal Dis
2003; 5(3): 256-257.
39. Nelson RA Systematic review of medical therapy for anal fissure. Dis Colon
Rectum 2004; 47(4): 422-431.
40. Loud JN, Schalefiald JH. Glyceryl trinitrate is an effective treatment for anal fissure.
Dis Colon Rectum 1997; 40(4): 468-470.
41. Loder PB, Kamm MA, Nicholls Rji Phillips RKS. Reversible chemical
sphincterotomy by local application of glyceryl trinitrate. Br J Surg 1994; 81: 13861389.
42. Hyman NH, Cataldo PA. Nitroglycerin ointment for anal fissure: effective treatment
or just a headache? Dis Colon Rectum 1999; 42: 383-385.
43. Moria G, Cassetta E, Gui D, Brisinda G, Bentivoglio AR, Albanese A. A
comparison of Botilinum toxin and saline for treatment of chronic anal fissure. N
Eng J Med 1998; 22: 217-220.
44. Jost WH. One hundred cases of anal fissures treated with botilinum toxin: early and
long term results. Dis Colon Rectum 1997; 40 (9): 1029-1032.
45. Utzig MJ, Kroesen AJ, Buhr HJ. Concepts in Pathogenesis and Treatment of
Chronic Anal Fissure. AMJ Gastroenterol 2003; 98(5): 968-974.
46. Kayaalp O. Antihypertensive and antianginal drugs. In: Pharmacology. 2nd Ed:
Mycek MJ, Philadelphia, Lippincott-Raven. 1997:175-193.
47. Jonas M, Speake W, Scholefield H. Diltiazem Heals Glyceryl Trinitrate Resistant
Chronic Anal Fissures. Dis Colon Rectum 2002; 45(8): 1091-1095.
48. Eisenberg E, Greene LE. The relation of muscle biochemistry to muscle physiology.
Annu Rev Physiol; 1980; 42: 293-298.
49. Allan A, Ambrose NS, Silvermen S, Keighley MRB. Physiological study of pruritus
ani. Br J Surg 1987; 74: 576-579.
40
50. Ayoub SE. Arterial Supply to the Human Rectum. Acta Anat 1978; 100: 317-319.
51. Strugnell NA, Cooke S, Lucerotti ME. Anal Fissure. Br J Surg 1999; 86: 651-655.
52. Gutman H, Gonen P. Complications of anal dilatation for acute anal fissure. Dis
Colon Rectum 1989; 32:545-547.
53. Hananel N, Gordon PH. Lateral Internal Sphincterotomy for fissure –in anorevisited. Dis Colon Rectum 1997; 40: 597-602.
54. Leong AF, Seow F, Choon FR. Lateral Sphincterotomy Compared with Anal
Advancement Flap for Chronic Anal Fissure. Dis Colon Rectum 1995; 38 (1): 6971.
55. Farouk R, Douthie GS, Pryde A, et al. Internal anal Sphincter dysfunction in
neurogenic fecal incontinance. Br J Surg 1993; 80: 259-261.
56. Sultan AH, Kamm MA, Nicholls RJ, Bertrom CI. Prospective study of the extent of
internal anal sphincter division during lateral sphincterotomy. Dis Colon Rectum
1994; 37 (10): 1031-1033.
57. Chowcat NC, Araujo JGC, Boulos PB. Internal Sphincterotomy for Chronic Anal
Fissure: Long Term Effects on Anal Pressure. Br J Surg 1986; 73: 915-916.
58. Gorcia J, Belmonte C, Wong D. Open or Closed Sphincterotomy for Chronic Anal
Fissure. Dis Colon Rectum 1982; 5: 525-530.
59. Gibbons CP, Read NW. Anal hypertonia in fissures: cause or effect?. Br J Surg
1986; 73: 443-445.
60. Farouk R, Duthie GS, MacGregor AB, Bartolo DCC. Sustained internal anal
sphincter hypertonia in patients with chronic anal fissure. Dis Colon Rectum 1994;
37: 424-429.
61. Garcea G, Sutton C, Mansoori S, Lloyd T, Thomas M. Results following
conservative lateral sphincteromy for the treatment of chronic anal fissures.
Colorectal Dis 2003;5(4): 311-314.
62. Griffin N, Acheson G, Jonas M, Scholefield H. The role topical diltiazem in the
treatment of chronic anal fissures that have failed glyceryl trinitrate therapy.
Colorecatal Dis 2002; 4(6):430-435.
41
63. Klosterhalfan B, Vogel P, Rixen H, et al. Topography of the inferior rectal artery: A
possible cause of chronic, primary anal fissure. Dis Colon Rectum 1989; 32: 43-52.
64. Khubchandani IT, Reed JF. Sequelae of internal sphincterotomy for chronic anal
fissure. Br J Surg 1989; 76: 431-434.
65. DasGupta R, Franklin I, Pitt J, Dawson PM. Successful treatment of chronic anal
fissure with diltiazem gel. Colorectal Dis 2002; 4(1): 20-22.
66. Richards CS, Gregoire R, Plewes EA, Silverman R, Burul C, Buie D, et al. Internal
sphincterotomy is superior to topical nitroglycerin in the treatment of chronic anal
fissure: results of a randomized, controlled trial by the Canadian Colorectal Surgical
Trials Group. Dis Colon Rectum 2000; 43: 1048-1057.
67. Antropoli C, Perrotti P, Rubino M, Martino A, De Stefano G, Migliore G, et al.
Nifedipine for local use in conservative treatment of anal fissures: prelimanry results
of a multicenter study. Dis Colon Rectum 1999; 42: 1011-1015.
68. Carapeti EA, Kamm MA, Evans BK, Phillips RKS. Topical diltiazem and
bethanechol decrease anal sphincter pressure and heal anal fissures without side
effects. Gut 1999; 45. 719-722.
69. Carapeti EA, Kamm MA, Phillips RKS. Topical diltiazem and bethanechol decrease
anal sphincter pressure and heal anal fissures without side effects. Dis Colon
Rectum 2000; 43: 1359-1362.
70. Jonas M, Scholefield JH. Diltiazem is effective treatment for chronic anal fissures.
Dis Col Rect 2000; 43: A29.
71. Nyam DC, Pemberton JH. Long term results of lateral internal sphincterotomy for
chronic anal fissure with particuler reference to incidence of fecal incontinence. Dis
Colon Rectum 1999; 42: 1306-1310.
72. Nelson RL. Meta-analysis of operative techniques for fissure in-ano. Dis Colon
rectum 1999; 42: 1424-1431.
73. Pernikoff J, Eisenstat TE, Rubin RJ, Oliver GC, Slavati P. Reappraisal of partial
lateral internal sphincterotomy. Dis Colon Rectum 1994; 37: 1291-1295.
42
Download